Tiryaki Board

Full Version: Nefy ve İsbat Zikri
You're currently viewing a stripped down version of our content. View the full version with proper formatting.
Nefy ve İsbat Zikri

Kötü arzuları nefyetmek (kovmak, gidermek) gayesiyle mürid şuhuda (görüntü), zuhurdan
zuhura (türeme, ortaya çıkma) iletilir. Buradaki şuhud ve zuhurun hepsi velayet-i suğra,
(küçük velilik) makamından sayılmaktadır. Bu velilik kulluğu ve nefsin hastalıklarını bilme
makamıdır. Bu makamda nefis sakin ve mutmain (gönül doygunluğu) gibi görülse de,
emirlere uyma ve yasaklardan sakınma hali, hatta nefsin arzularının azalması onun
özelliğinden değil, alışkanlık kazanmış olmasındandır. Alışkanlıktan dolayı da emirlere uyma
ve yasaktan kaçma istenilen amaca uygun değildir.
Cenab-ı Hakk (c.c) bir kulunu merdiye makamına kavuşturmayı, marifetine erdirmeyi, seyr-i
enfusi (mana seyri) ve kulluğuyla şereflendirmeyi dilerse, ona Vahdet makamında azamet
(büyüklük) ve Celalini (ululuğunu) gösterir. Bunun yanında Allahu Teala (c.c) kulunun
nefsine; ‘Topraktan yaratılan kul nerede, Alemlerin Rabbi nerede’ diye bildirir. Kul bir bakar
ve Alemlerin Rabbi’yle çirkin ve kötü nefsi arasına hiçbir ilgi olmadığını anlar. İlahi sevgi,
yakınlık ve dostluk davalarının yalandan ibaret olduğunu görür. Perişan ve pişmanlıkla nefsini
hastalıklardan temizlemek için döner. Buna ikilik makamı denir. Burada müridin latifeleri
döner, fakat kalbi oraya bağlı kalır ve oranın sevgisini unutmaz. Huzura kavuşan kul sanki iki
kişi olmuş gibidir.
Birincisi ilahi huzurda yakınlık, dostluk ve sevgi davasında kalır, ikincisi ise nefsini
temizlemek ve kulların işlerini görmek için geri dönmüştür. Mürid geri döndükten sonra
madde alemindeki latifeleri, emirler alemindeki latifelerinin nurlarının yansıması ve etkisiyle
değişime uğrayarak başkalaşır. Her latifenin eksik yanı kendisine uygun özelliğe dönüşerek
nurlanır:
Toprağın eksikliği olan ibadetlere, emirlere karşı ilgisizlik ve tembellik, yumuşak huyluluğa
ve insanlardan gelen sıkıntılara katlanmaya dönülür.
Suyun eksikliği olan nifak (ikiyüzlülük), Sıbğatullah (Allah-u Teala’nın (c.c) boyasıyla
boyanmak) rengine dönüşür. Kul Allah-u Teala’nın (c.c) ahlakıyla ahlaklanır, onun boyasıyla
boyanır onun boyasıyla boyanan kişide Cenab-ı Hakk’ın (c.c) rızasından başka hiçbir şey
bulunmaz. Her gördüğü veya birlikte bulunduğu kimsede Hakk’ın Kemal ve Cemal’ini görür.
Çünkü Allah-u Teala kemal veya cemal bulunmayan hiçbir yaratık yaratmamıştır. Hatta
kafirler ve yılan gibi vahşi hayvanlar bile bu kemaliyet ve cemaliyet gözlenir.
Ateş’in eksikliği olan öfke ve nefse düşkünlük; şer’i şerife uyma ve ilahi aşka dönüşür.
Cenab-ı Hakk’ın (c.c) haram ettikleri yenilip içilince öfkelenerek karşı çıkar.
Hava’nın eksikliği olan kibir ve kullara karşı büyüklenme hali; halkı sevemeye ve alçak
gönüllülüğe dönüşür. Kendinin yaratıklara ihtiyacı olmadığını anlar ve isteklerini Rabb’inden
başka hiç kimseye bildirmez. İslamiyet izin verirse kafir de olsa herkesin isteklerini karşılar
ve hizmet eder.
Özetle, emir alemindeki latifeler asli yerlerine yükselip, madde alemindeki beş unsurun
eksiklik ve arzuları değişince, insana hakim olan nefis terkedilmiş ve hizmetçisiz kalır. Her iki
latife grubu da nefse karşı gelir ve nefis işlerini sürdürecek nurani veya zulmani bir araç
bulamaz. Bu durumda kendi de ister istemez nurani latifelere uyar, onların isteklerine boyun
eğer. İşte bu radiye ve merdiye makamıdır. Artık nefis bu makamda kalır. Latifelerin
hoşlanmadığı tüm şeylerden ve kötü ahlaktan yüz çevirir.
Nefsi arzularını İslamiyet’in sınırları içerisinde yerine getirir. Mesela kendini ve eşini
haramdan korumak ve çoğalmak amacıyla evlenir. Şehvet, haz gayesiyle değil. Allah’u
Teala’nın emrine uymak ve ibadet için yer içer ve uyur. Kısaca tüm hareketlerini İslamiyet’e
uygun ve iyi niyetle yapar. Nefis istek ve arzularını İslamiyet’e göre yaptığı için nurani
latifeler tekrar onun emrine girerek hizmet ederler. Bu makama ri’cat (dönüş) makamı denir.
Radiye ve merdiye makamından dönüş yapanlar iki kısımdır:
1- Birinci kısmı enbiyada olduğu gibi yalnız kendi nefsi için döner.
2- İkinci kısmı ise Resullerde olduğu gibi yalnızca kendi nefsi için değil halkı irşad ve davet
etmek için dönerler. Bunlar da iki kısımdır:
a) Bazılarında cezbe ateşi ve kararsızlık bitmiş olur. İkinci kez yükselmeye istekleri kalmaz.
Bunlar kendi nefislerinde kusur görürler ve onlarla uğraşırlar ve hallerini bulanıklıktan
tamamen temizlerler. Böylelerinin tarikatları sağlam ve irşadları da kuvvetli olur.
b) Diğer bir kısmın cezbe ateşi sönmez; suri ve manevi tecellilere, visal (kavuşma) ve vahdete
yönelirler. Şiddetli bir istek nedeniyle ikinci bir kez seyire (yükselişe) başlarlar. Bu yükselişe
seyri uryani (yalın yükselme) denir. Bunlar kendi nefsilerinde kavuşmaya araç olan hiçbir
ibadeti ve kemaliyeti görmezler. Tersine kavuşmalarını, yalnızca Cenab-ı Hakk’ın (c.c) fazl-u
keremi’nden görürler. Bu makam en yüce, en şerefli ve en güzel makamdır. Ancak bu
makamda telvin (boyanma) ve terbiyeyi bıraktığı ve nefsini unuttuğu için bulanıktan
kurtulamaz. Kendini saflaştırsa ancak temkin makamına kavuşur. Bu iki makamı birlikte elde
edenler kibrit-i ahmer’den daha kıymetli ve nadirdir.
Sadat-ı Kiram’dan Hace Alaaddin Atar (k.s) ve bazıları yeni tarikata girenlere gaflet, vesvese
ve kuruntuları önlemek gayesiyle neyf ve ispat zikrini, ism-i celal zikri gibi vermişlerdir.
Bunlar masivatı (Allah-u Teala’nın (c.c) dışındakiler) yok etmek için ‘La maksude illallah’
(Allah’tan (c.c) başka gaye yoktur) anlamını kasdettiler. Gavs-ı Azam Seyyid Sıbğatullah
Arvasi gibiler kalbin saflaşması için başlangıçta nefy ve ispat zikrini; daha sonra kalbin
toparlanması için de ismi celal ve latifeler zikrini vermişlerdir, zira bu ikisi murakabeye
girmek için daha kuvvetli araçtır. Şeyh Abdurrahman-ı Tahi (k.s) ise bazen zikir olmaksızın
nefesin göbek altında tutulmasını emrederdi. Böyle yaparak içerden zulmet (kalp karanlığı)
çıkarıldığını söylerdi.
Özetlemek gerekirse; bazıları kalbi genişletmek amacıyla tam sahivi (tam uyanıklığı) seçerek
nefy ve ispat zikrini; diğer bazıları da cemiyeti (toplanmayı) çabuklaştırmak için celal zikrini
tercih ettiler. Başka sadatlar ise, hem cemiyeti çabuklaştırmak, hem de tam sahivi elde etmek
için her iki zikri birlikte yaptırdılar. Bu açıklamalar tarikata yeni başlayanlar içindir.
Velayet-i Kübra sahipleri ise hayalleri kovmak, şehvetleri de engellemek için belirli
zamanların dışında neyf ve ispat zikrine devam etmeyi arzu ettiler. Belirli zamanlarda yapılan
zikrin onların şanına yakışan anlamını düşünerek dil ile tehlildir (La ilahe illallah) şeriatın
emrettiği zikirlerin hepsi dil ile yapılır.
Neyf ve İsbat Zikrinin Rükünleri, Şartları ve Edepleri

Neyf ve ispat zikrinin dört rüknü vardır:
1- La ilahe illallah.
2- Muhammedün Resulullah.
3- Bu ikisinin anlamlarını düşünme.
4- Nefesi bırakırken kalben ‘İlahi ente maksudu ve rıdake matlubi’ demektir.
Nefy ve ispat zikrinin dört şartı vardır:
1- Göbekten alnın üst tarafına doğru uzanan ve seyf (kılıç) denen kalın ve dik çizgidir.
2- Alnın üst tarafından sağ kulağın arkasından geçerek sağ omuza, oradan da kalbe
gelen mükennis (temizleyici) isimli çizgiyi düşünmektir.
3- Nefesi tutmaktır.
4- Tekliktir. Hem nefesi hem de bir nefesteki zikir sayısını tek yapmaktır.
Nefy ve İsbat’ın edepleri de beş tanedir:
1- Çizginin deri ve et arasında ve
2- Beyaz ve saydam olarak düşünülmesidir.
3- Çizginin göbekten göğse, oradan boğaza, sonra çeneye çıkmasıdır.
4- Vücudun hiçbir organının kıpırdamamasıdır.
5- Kalbe ‘Allah’ kelimesini şiddetle vurarak girdirmek ve vuruş anında kalbin bundan
etkilenmesini sağlamaktır.