MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 15,351
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 16,547

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)




Buhari Hadisleri KİTÂBU`S-SALÂT 2. Bölüm

Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : İbâdet yerinde resim bulundurmak;Resim yapmak;Yahûdi ve hıristiyanların kabirleri mescit edinme âdeti
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : KABİRLERİ MESCİD İTTİHÂZ ETMENİN VE ÜZERLERİNE TESÂVÎR VE TEMÂSÎLİ ASIP DİKMENİN MENHÎ OLDUĞUNA DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir def`a Ümmü`l-Mü`minîn) Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme radiya`llâhu anhümâ Habeşistan`da (gördükleri tesâvîr (ve temâsîl)i hâvî bir kiliseye dâir konuştular. (Sonra) bundan Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`e (de) bahsettiler. Buyurdu ki: Onlar, içlerinde bir sâlih kimse zuhûr edip vefât ettiğinde kabri üzerine bir mescit (namazgâh) binâ ve o mescide o suver (ve temâsîl)i tasvîr ed(ip ko)rlardı. İşte onlar Kıyâmet gününde mahlûkâtın en şerîrleridir."
HadisNo : 269


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : HİCRETTE ME`ZÛN OLAN NEBİYY-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN MEDÎNE`Yİ TEŞRÎFİNE DÂİR ENES HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (hicrete me`zun buyurulduğu zaman Medîne`yi) teşrîf edip Medîne`nin üst tarafında Benû Amr b. Avf`ın bulundukları mahallede (yurdda) konak etti. Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem onların içinde on dört gün ikâmet buyurdu. Sonra (dayıları olan) Benü`n-Neccâr`a haber gönderdi. Onlar da kılıçları boyunlarında asılı olarak geldiler. Devesi (Kasvâ`) üstünde Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile terkisinde Ebû Bekr radiya`llâhu anh ve çevresinde Benü`n-Neccâr cemâati (oldukları halde yola çıkışları) hâlâ gözümün önündedir. Nihâyet Ebû Eyyûb (Hâlid b. Zeyd-i Ensârî`)nin havlisinde devesini çökertti. (Aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm Efendimiz) nerede namaz vakti girerse oracıkta namaz kılmayı severdi. Davar ağıllarında da kıldığı olurdu. (Sonra Resûl-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem) mescidin binâ olunmasını emretti. Benü`n-Neccâr takımına (adam) gönderip: "Ey Beni`n-Neccâr, arsanızın kıymetini bana söyleyin (de te`diye edeyim)." buyurdu. Onlar ise: "Va`llâhi olamaz. Biz, onun (bedel) kıymetini ancak Allâh`dan isteriz." dediler. (O çevrilmiş bahçenin) içinde şu söyliyeceklerim vardı: (Bir kere) müşrikîn kabirleri vardı. (Sonra) oyuk ve tümsek, bakılmamış harap yerleri vardı: (Bir kere) müşrikîn kabirleri vardı. (Sonra) oyuk ve tümsek, bakılmamış harap yerleri vardı. (Bir de) hurma ağaçları vardı. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem emretti. Müşrikîn kabirleri nebş (yâni kemikleri çıkarılıp başka yere defn) olundu. Sonra (o bakılmamış) harap yerler tesviye edildi. Sonra hurma ağaçları (diplerinden) kesildi. Hurma ağac(ı gövde)lerini (direk olarak) mescidin kıble tarafına sıra ile dizdiler ve kapının yan taşımaya başladılar. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem de onlarla birlikte (recez söyliyerek): "İlâhî, âhiret hayrından başka hayır (denecek bir şey) yoktur. Öyle ise Ensâr ile Muhâcirîne mağfiret et." buyuruyordu.
HadisNo : 270
Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Medîne Mescidinin inşâsı (Mescid-i Nebî)
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : NAMAZDA, HAYVANIN SÜTRE İTTİHÂZINA DÂİR İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : (Sened-i muttasıl ile) rivâyet olunuyor ki, devesini kıblesine alarak namaz kılıp: "Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in böyle yaptığını gördüm." demiştir.
HadisNo : 271


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) E NAMAZDA İKEN CEHENNEM`İN ARZEDİLDİĞİNE DÂİR ENES HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: "Ben namaz kılarken nâr(-ı Cahîm) bana arzolundu." buyurduklarını rivâyet ediyor.
HadisNo : 272


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Evlerde kılınan nâfile namazın fazîleti
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : RESÛL-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN "NAMAZINIZIN BİR KISMINI EVLERİNİZDE KILINIZ. (EVLERİNİZİ) KABİRLERE ÇEVİRMEYİNİZ" HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: "Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız. (Evlerenizi) kabirlere çevirmeyiniz." buyurduklarını (merfûan) rivâyet etmiştir.
HadisNo : 273


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Yahûdi ve hıristiyanların kabirleri mescit edinme âdeti
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : PEYGAMBERLERİN KABİRLERİNİ MESCİD İTTİHÂZ ETMENİN HÜRMETİNE DÂİR HADÎS
Hadis : İkisi şöyle demişlerdir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem son hastalığında (çektiği zahmetten dolayı) nezdinde olan bir hamîsayı (ikide bir) vech-i mübârekine örter dururdu. (Hamîsa) kendisine sıkıntı verdikce yine atıp yüzünü açardı. İşte o halde iken: "Yehûd ve Nasârâ`ya Allâh lâ`net etsin. Peygamberlerinin kabirlerini (kendilerine) mescit ittihâz ettiler." buyururdu (ki,) maksadı, onların yaptıklarından ümmeti tahzîr buyurmak idi.
HadisNo : 274


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Hırsızlıkla itam olunan bir câriye kıssası
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : MESCİDDE YATIP KALKMANIN MUBÂH OLDUĞUNA DÂİR RİVÂYETLER.
Hadis : Şöyle demiştir: Arap kabîlelerinden birinde bir siyah câriye vardı ki, âzâd edildiği halde (yine) o kabîle ile berâber (ikâmet ediyor)du. Dedi ki: Onların arasından -üzerinde kırmızı tirşelerden (yapılmış) vişâh bulunan- bir kız (gelin) gitti. Vişâhı üzerinden çıkardı, yâhud (vişâh) üzerinden düştü. Bulunduğu yere bir çaylak geldi. Onu atılmış bulup (semiz) bir et parçası diye kaptı. (Câriye) der ki: Beni (hırsızlıkla) ittihâm ettiler. Âişe radiya`llâhu anhâ der ki: Her tarafını aramışlar, hattâ ön tarafını bile aramışlar. (Câriye) der ki: Va`llâhi ben onlarla berâber ayakta durup dururken çaylak (tekrar) gelip vişâhı attı. O da (tam) ortalarına düştü. "İşte aklınız sıra beni ittihâm ettiğiniz şey! (Siz beni hırsız zannetiniz.) Halbuki ben berîyim. İşte vişâh!" dedim. Âişe radiya`llâhu anhâ der ki: (O siyâh câriye) Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e gelip kabûl-i İslâm eyledi. Mescid(-i Şerîfin bir kenarın) da ona mahsûs bir çerge, yâhud bir kıl çadır vardı. (Her vakit) bana gelir, yanımda konuşurdu. Ne zaman da yanıma otursa: "Vişâh işinin olduğu gün Rabbimizin yarattığı acâyipdendir. Şüphesiz ki O, bana küfür diyârından necat verdi." demeden edemezdi. (Bir gün) ona: "Ne oluyorsun? Her ne vakit benimle birlikte oturursan behemehâl bunu söylüyorsun." dedim. Bunun üzerine (demin anlattığım) kıssayı anlattı.
HadisNo : 275


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Hz. Peygamber`in Hz. Ali`ye Ebû Turâb hitâbı
Ravi : Sehl b. Sa`d
Baslik : MESCİDDE YATIP KALKMANIN MUBÂH OLDUĞUNA DÂİR RİVÂYETLER.
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir gün ciğer pâresi) Fâtıma (tü`z-Zehrâ radiya`llâhu anhâ)nın hânesini teşrîf etti. Alî radiya`llâhu anh`in (orada) bulamadı. "Amcamın oğlu nerede?" diye sordu. (Fâtıma radiya`llâhu anhâ): "Aramızdan bir şey geçti. Darılışdık. O da gündüz uykusunu benim yanımda uyumadı." cevâbını verdi. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem, birine: "Bak, nerede?" buyurdu. (O adam gidip) geldi ve: "Yâ Resûlâ`llâh, Mescitte uyuyor." di(ye haber getir)di. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (Mescidi) teşrîf etti. (Baktı) ki, yan tarafına yatmış, ridâsı bir yanından sıyrılmış, vücûdü toprağa bulanmış. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Ebû Türâb, kalk. Ebû Türâb, kalk." diye diye toprağı bedeninden silkmeğe başladı.
HadisNo : 276


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Tahiyyetu`l-Mescid namazı
Ravi : Ebû Katâde Hâris b. Rıb`ıyy
Baslik : TAHİYYETÜ`L-MESCİD HAKKINDA KATÂDE HADÎSİ
Hadis : Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: "Bir kimse mescide girdiği vakitte oturmadan evvel iki rek`at kılsın." buyurdukları (merfûan) rivâyet olunuyor.
HadisNo : 277


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Medîne Mescidinin inşâsı (Mescid-i Nebî)
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : MESCİD-İ NEBEVÎ`NİN İLK ŞEKLİ VE HULEFÂ-Yİ RÂŞİDÎN ZAMÂNINDA TESVÎ` VE TEZYÎNİNE DÂİN İBN-İ ÖMER RİVÂYETİ
Hadis : Şöyle demiştir: Mescid(-i Şerîf-i Nebevî) Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem zamânında ham kerpiç ile binâ olunmuş olup sakfı hurma dallarından, direkleri de hurma gövdeleri ağacından idi. Ebû Bekr radiya`llâhu anh (tevsîan ve tezyînen) hiçbir şey ziyâde etmedi. Ömer radiya`llûha anh (yalnız enini, boyunu) artırıp Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in ahd(-i saâdet)indeki (tarz-ı) binâya göre kerpiç ve hurma dallariyle binâ etti. Sonra Osmân radiya`llâhu anh (binâ-yı) Mescidi (tevsîan ve tezyînen) tağyîr edip (hem) çok genişletti, (hem de) duvarını (kerpice bedel) nakılşı taşlarla ve kireçle binâ etti. Ve direklerini nakışlı taşlardan, sakfını da sac ağacından yaptı.
HadisNo : 278


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Medîne Mescidinin inşâsı (Mescid-i Nebî)
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : AMMÂR (RADİYA`LLÂHU ANH) HAKKINDA PEYGAMBERİMİZİN BİR MU`CİZESİ
Hadis : (Sened-i muttasıl ile) rivâyet olunur ki, (bir gün) ahâdîs(-i Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`i) söylemekle meşgûl idi. Derken Mescid(-i Şerîfin) binâsı bahsine geçip dedi ki: Biz, birer kerpiç taşıyorduk. Ammâr ise kerpiçleri ikişer ikişer taşırdı. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem onu (öyle) görünce üzerindeki toprağı silkerek: "Vah Ammâr! Vah Ammâr! Kendisini fie-i bâğiye katledecektir. (Ammâr) onları Cennet`e, onlar ise onu Cehennem`e da`vet ederler." buyurmağa başladı. Ebû Saîd radiya`llâhu anh der ki, Ammâr (bunu işidince): "Fitnelerden Allâh`a sığınırım." derdi.
HadisNo : 279


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Câmi yaptırmak;Medîne Mescidinin inşâsı (Mescid-i Nebî)
Ravi : Osmân b. Affân
Baslik : HAZRET-İ OSMAN`IN MESCİD-İ NEBEVÎ`Yİ TA`MÎRİ SIRASINDA HALKIN İ`TİRÂZI VE HALÎFE`NİN BUNLARA CEVÂBI
Hadis : (Sened-i muttasıl ile) rivâyet olunuyor ki, (Emîrü`l-Mü`minîn) Osmân b. Affân radiya`llâhu anh, Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in Mescid(-i Şerîf)ini (yeniden) binâ ettiği zaman halkın (i`tirâz ve inkâr kabîlinden) dedikoduları üzerine: "Siz çok söylemeğe başladınız. Her kim Rızâullâhı kasdederek (büyük, küçük) bir mescid binâ ederse, Allâhu Teâlâ da ona Cennet`te onun gibi bir ev binâ eder, buyurduğunu, ben Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim." demiştir.
HadisNo : 280
Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Kazaya karşı tedbir almak
Ravi : Câbir b. Abdullâh
Baslik : SİLÂHLA MESCİDE GİRMENİN NEHYİNE DÂİR CÂBİR HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir def`a) biri Mescid(-i Nebevî)den geçti. Yanında (temrenleri meydanda) oklar vardı. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (ona): "Temrenlerinden tut (da kimseye dokunmasınlar)." buyurdu.
HadisNo : 281


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Kazaya karşı tedbir almak
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : SİLÂHLA MESCİDE GİRMENİN NEHYİNE DÂİR CÂBİR HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Her kim mescidlerimizin, yâhud çarşılarımızın birinden (yanında) ok varken geçecek olursa eliyle temrenlerinden tut(up öyle geç)sin ki, bir Müslümanı yaralamasın."
HadisNo : 282


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Şiir söylemek
Ravi : Hassân b. Sâbit
Baslik : MESCİDDE ŞİİR SÖYLEMENİN CEVÂZI VE BU HUSUSTA MÜCTEHİDLERİN İHTİLÂFI
Hadis : (Mescitte şiir inşâdının cevâzı husûsunda) Ebû Hüreyre radiya`llâhu anh`in şâhit tutarak: "Allâh aşkına söyle, Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: Hassân! Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den yana (küffâr-ı Kureyş`e) cevap ver. `İlâhî, onu (yâni Hassân`ı) Rûhü`l-Kuds (Cibrîl) ile te`yîd et!, buyurduğunu işittin mi? (İşitmedin mi?)" di(ye suâl et)diği, onun da: "Evet (işittim)." dediği (sened-i muttasıl ile) rivâyet olunuyor.
HadisNo : 283


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Kahramanlık oyunları (spor)
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : SAVAŞ GÜCÜNÜ ARTTIRICI OYUN OYNAMANIN MUBÂH OLDUĞUNA DÂİR KÂ`B (RADİYA`LLÂHU ANH) HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Kasem ederim ki, bir gün Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`i hücremin kapısında (şu halde) gördüm: Habeşîler mescitte oyun oynuyor, Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de ben oyunlarını seyredebileyim diye kendi ridâsiyle beni setrediyordu. Bir rivâyette harbeleriyle oynuyorlardı (diye vârid olmuştur).
HadisNo : 284


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Borç ödemek;Fakirlerin borcunu bağışlamak
Ravi : Kâ`b b. Mâlik (-i Ensârî)
Baslik : SAVAŞ GÜCÜNÜ ARTTIRICI OYUN OYNAMANIN MUBÂH OLDUĞUNA DÂİR KÂ`B (RADİYA`LLÂHU ANH) HADÎSİ
Hadis : (Sened-i muttasıl ile) rivâyet olunuyor ki, (Abdullâh) b. Ebî Hadred-i Eslemî radiya`llâhu anhümâ (zimmetin) deki bir alacağını Mescid (-i Şerîf) de (hasmının yakasına yapışıp) mutâlebe etmiş (Her ikisinin de) Hâne-i Saâdette olan Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem işitecek derecede sesleri yükselmiş. (Resûl aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm) onlara doğru çıkıp ve Hücre (-i Şerîfenin) perdesini aralayıp "Yâ Kâ`b!" diye nidâ buyurmuş. (Kâ`b): "Lebbeyk yâ Resûlâ`llâh." deyince mübârek elleriyle işâret vererek: "Şu kadarını, yâni yarısını alacağından bağışla." buyurmuş. (Kâ`b hemen): "Vallâhi bağışladım yâ Resûlâ`llâh." demiş. (Bunun üzerine İbn-i Ebî Hadred`e): "(Şimdi) kalk, öde." diye emretmiş.
HadisNo : 285


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Cenâze namazı;Kabir ziyâreti
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : MESCİDİ TEMZİLEMENİN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Bir zencî adam yâhud kadın Mescid(-i Şerîf)i süpürürdü. (Günün birinde) vefât etti. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (Ne oldu? diye) sual buluyordu. "Vefât etti." dediler. "Bana (vefâtını) haber vermeli değil miydiniz? (Haydin) kabrini bana gösteriniz." buyurdu. (Ondan sonra) kabrinin başına varıp üzerine namaz kıldı.
HadisNo : 286


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Fâiz;İçki ticâreti
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : RİBÂ VE HAMRİN TAHRÎMİNE DÂİR ÂİŞE (RADİYA`LLÂHU ANHÂ) HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Sûre-i Bakare`nin (sonlarındaki) ribâ âyetleri nâzil olduğu vakit Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem Mescid(-i Şerîf)e çıktı. Ve bu âyetleri halka okuyup sonra hamr ticâretini (yâni almasını ve satmasını) tahrîm buyurdu.
HadisNo : 287


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Cinler
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : CİNN`DEN BİRİNİN PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) E, NAMAZ KILARKEN NAMAZINI BOZDURMAK İÇİN SALDIRMASI HAKKINDA EBÛ HÜREYRE (RADİYA`LLÂHU ANH) HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) buyurdu ki: Cin (tâifesin)den bir ifrit dün gece namazımı bozdurmak için bana ansızın hücûm etti. (Lâkin) Allâhu Teâlâ (beni gâlip getirip) ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca hepiniz onu gör (üp seyred) esiniz diye Mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. (Fakat) kardeşim Süleyman (b. Dâvûd aleyhime`s-salâtü ve`s-selâm)`ın: "Yâ Rab, bana mağfiret et ve benden sonra kimseye olmıyacak bir mülkü, bana bağışla." demiş olduğu hatırıma geldi (de ifriti köpek gibi koğdum).
HadisNo : 288


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HANDEK GÜNÜ YARALANAN SA`D İBN-İ MUÂZ (RADİYA`LLÂHU ANH) İN VEFÂTI HAKKINDA HAZRET-İ ÂİŞE RİVÂYETİ
Hadis : Şöyle demiştir: Sa`d b. Muâz (radiya`llâhu anh) Handek gününde ekhalinden (ki, şiryân-ı adudîsinden demektir) yaralanmıştı. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem yakından ıyâdet buyurabilmek için (ona mahsus) bir çadır kurdurdu. Mescitte (ve hemen yanı başında) Benû Gıfâr`dan (bâzı kimselere âit) bir hayme daha vardı. (İşte bu Gıfârîler kendi hallerinde oturup dururken) bir de bakmışlar ki, kendilerine doğru kan akıp geliyor. "Sizin tarafınızdan bize doğru gelen bu (kan) nedir?" dediler. Meğer Sa`d`in yarası akıp dururmuş. İşte (Sa`d) ondan vefât etti.
HadisNo : 289


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Hastanın Kâ`be tavafı
Ravi : Ümmü`l-Mü`minîn Ümmü Seleme
Baslik : PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN HASTA OLAN ÜMMÜ SELEME (RADİYA`LLÂHU ANHÂ) YA HALKIN ARKASINDAN RÂKİBEN BEYT`İ TAVÂF ETMESİNİ TAVSİYE BUYURMASI VE RESÛL-İ EKREM`İN MAKÂM-I İBRÂHÎM`DE NAMAZ
Hadis : Şöyle demiştir: (Esnâ-yı hacta) hasta olduğumu Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e arzettim. "Halkın arkasından (deveye) binerek tavâf et." buyurdu. (Öylece) tavâf ettim. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de Beyt (-i Muazzam)`ın tâ yanında namaza durmuş, ... sûresini okuyordu.
HadisNo : 290
Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Hz. Peygamber`in mu`cizeleri;Kerâmet
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : KARANLIK BİR GECEDE PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN YANINDAN AYRILAN İKİ ZÂTIN ÖNLERİNİ ÇERÂĞA BENZER BİR ŞEYİN AYDINLATTIĞINA DÂİR ENES HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Ashâb-ı Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`den iki zât bir karanlık gecede Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in nezdinden önlerinde parıldayan çerâğa benzer iki şey olduğu halde çıktılar. (İki refik) yekdiğerden ayrıldıkları zaman (o çerağlardan) her biri, biriyle berâber ayrıldı. Ve tâ evine gidinceye kadar (yolunu tenvîr etti).
HadisNo : 291


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Ebû Bekr;Hz. Ebûbekr`in fazîleti;İslâm kardeşliği
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : RESÛL-İ EKREM`İN, SON HASTALIĞI ESNÂSINDA MESCİD`DE ÎRÂD ETTİĞİ HUTBEDE DÂR-I BEKÂ`YA İNTİKÂLİNİ HABER VERMESİ HAKKINDA RİVÂYETLER;RESÛLULLÂH (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN BU HUTBESİNDE EBÛ BEKR (
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (son hastalığında) hutbeye çıkıp: "Allâhu Teâlâ bir kulunu dünyâ ile kendi nezdinde olan (nevâl-i ukbâ) arasında muhayyer bıraktı. O da Nezd-i İlâhîdekini ihtiyâr etti." buyurdu. (Bu söz üzerine) Ebû Bekr (es-Sıddîk radiya`llâhu anh) ağlamağa başladı. Ben kendi kendime: "Allâhu Teâlâ`nın bir kulu dünyâ ile kendi nezdinde olan (nevâl-i ukbâ) arasında muhayyer bırakmasında, onun da Nezd-i İlâhîdekini ihtiyâr etmesinde ne var ki, bu pîr-i sâl-dîdeyi (böyle) ağlatıyor?" di(ye düşün)düm. (Meğer) o abd (-i muhayyer) Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in (kendisi) imiş! (Meğer) Ebû Bekr (es-Sıddîk radiya`llâhu anh) hepimizden a`lem imiş! (Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem, Ebû Bekr`i ağlar görünce) buyurdu ki: Yâ Ebâ Bekr, ağlama. Sohbet (yâni arkadaşlık) husûsunda da, (bezl-i) mâl husûsunda da nâsın bana en çok vergisi olan Ebû Berk`dir. Ümmetinden birini (kendime) halîl edinedim. Ebû Bekr`i edinirdim. Lâkin İslâm yüzünden (hâsıl) olan uhuvvet ve meveddet (şahsî hulletten efdaldir.) Mescitte Ebû Bekr`in kapısından başka seddedilmedik hiçbir kapı kalmasın.
HadisNo : 292


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Ebû Bekr;Hz. Ebûbekr`in fazîleti;Kâ`be`de namaz
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : BU HUSUSTA İBN-İ ABBÂS HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem vefâtı ile hitâma eren marazı esnâsında (mübârek) başını bir bez ile bağlamış olduğu halde mescide çıkıp minbere oturdu. (Orada) Allâh`a hamd ü senâ ettikten sonra buyurdu ki: Nâs içinde nefsi ve malı i`tibâriyle benim üzerimde Ebû Bekr b. Ebî Kuhâfe`den ziyâde menn ü atâsı olan hiç yoktur. Nâs içinden bir halîl edineyim, Ebû Bekr`i (kendime) halîl edinirdim. Lâkin İslâm yüzünden olan hullet efdaldir. Ebû Bekr`in kapısından başka bu mescitteki kapıların hepsini tarafımdan seddediniz.
HadisNo : 293


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : RESÛL-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN FETH-İ MEKKE SENESİ BEYT-İ MUAZZAM`DA NAMAZ KILDIĞINA DÂİR İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (fetih senesi) Mekke`yi teşrîf etti. Osmân b. Talha`yı çağırdı. O da (Beyt-i Muazzam`ın) kapısını açtı. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile berâber Bilâl, Üsâme b. Zeyd ve Osmân b. Talha (radiya`llâhu anhüm) içeriye girdiler. Sonra kapı kilitlendi. (Aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm Efendimiz Hazretleri) orada bir saat (kadar) kaldı. Sonra çıktılar. İbn-i Ömer (radiya`llâhu anhümâ) der ki: (Onların çıktıklarını görünce) hemen koştum. Bilâl`e sordum. "Evet, (içeride) namaz kıldı." dedi. "Neresinde?" dedim. "İki direğin arasında." dedi. İbn-i Ömer der ki: Kaç (rek`at) kıldığını sormak aklıma gelmemiş.
HadisNo : 294


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Gece namazı (teheccüt);Teheccüd
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : SALÂT-I LEYL HAKKINDA İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) minberde (hutbe îrâd eder) iken biri: "(Yâ Resûlâ`llâh,) gece(nin nâfile) namazı hakkında ne buyurursun?" diye sordu. "İkişer ikişerdir. (Musallî) Sabah vaktin(in girdiğin)den şüphe ettiği zaman bir tek (rek`at) kılar ki (bu tek rek`at evvelce) kılmış olduklarını tekleştirir." İbn-i Ömer radiya`llâhu anhümâ der ki: "Geceleyin son namazınız` Vitir (yâni tek rek`at) olsun. Çünkü Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem bunu emretmiştir."
HadisNo : 295


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Abdullah İbn-i Zeyd
Baslik : MESCİDDE UZANIP YATMANIN CEVÂZI HAKKINDA ABDULLÂH İBN-İ ZEYD HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`i Mescid(-i Şerîf)de sırt üstü yatıp bir ayağını diğeri üzerine attıklarını gördüğü (sened-i muttasıl ile) rivâyet olunur.
HadisNo : 296


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Cemâatle kılınan namazın fazîleti
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : MESCİDDE KILINAN NAMAZIN FAZÎLETİ HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: (İnsanın) cemâatle namazı, evinde ve (ahz u i`tâ ettiği) pazarda (yalnızca kıldığı) namazdan yirmi beş derece ziyâde olur. (Çünkü) sizlerden biri, abdeste niyet edip abdestini tamam aldığı ve namazdan başka bir kasdi olmaksızın mescide gittiği zaman tâ mescide girinceye kadar hiçbir adım atmaz ki, Allâhu Teâlâ o adımından dolayı onu bir derece (daha) yükseltmesin ve bir günâhını eksiltmesin. Mescide girince de mescit onu alıkoydukça (yâni orada kaldıkça) hep namazda (imiş gibi sevâba nâil) olur. Ve namaz kıldığı yerden ayrılmadığı ve kendisinden (kimseye ezâ sâdır ya) hades vâkı` olmadığı müddetce (yanındaki) melekler: "İlâhî, buna mağfiret et. İlâhî, buna rahmetini râlgân eyle." diyerek ona duâ ve istiğfâr ederler.
HadisNo : 297


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Birlik, beraberlik
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : RESÛL-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN "MÜ`MİN İLE MÜ`MİN DUVAR GİBİDİR. BİRBİRLERİNİ SIMSIKI TUTARLAR" HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: "Mü`min ile mü`min (yekdiğere karşı) duvar(ın eczâsı) gibidir. Biribirini sımsıkı tutarlar." buyurduğu ve (bunu) söylerken (mübârek) parmaklarını teşbîk et(tiği, yâni parmaklarını biribirine geçirip kilitle)diği (sened-i muttasıl ile) rivâyet olunuyor.
HadisNo : 298


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : SECDE-İ SEHİV HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir def`a) bize Öğlen, ya İkindi namazlarından birini kıldırırken iki rek`attan sonra selâm verdi. Ondan sonra mescidin içinde yana uzatılmış bir tahta parçasına doğru kalkıp oraya gadaplı gibi (bir hey`ette) dayandı. Ve sağ eli(nin içi)ni sol elinin arkası üstüne koyduktan sonra parmaklarını teşbîk edip sağ yanağını sol elinini ardına yapıştırdı. (Ve o hey`et üzere baka durdu.) Acele çıkmak isteyenler mescidin kapılarından çıkıp (kendi kendilerine): "Namaz kısaldı." dediler. Cemâatin içinde Ebû Bekr ve Ömer (radiya`llâhu anhümâ) da vardı. Bunlar (mehâbet-i huzûrdan dolayı) çekinerek bir şey söylemediler. Yine o cemâatin içinde kolları uzun olduğu için Zü`l-yedeyn dedikleri bir zât vardı. (O zât): "Yâ Resûlâ`llâh, unuttun mu? Yoksa namaz mı kısaldı?" di(ye sor)du. (Aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm Efendimiz): "Ne unuttum, ne de kısaldı." buyurdu. Sonra: "Zü`l-yedeyn`in dediği gibi mi?" di(ye suâl et)di. "Evet." denilince (hemen) ileriye varıp namazdan eksik bıraktığını kıldırdı. Sonra selâm verdi. Sonra tekbîr alıp secdeye vardı. (Her vakitki) sücûdu kadar, yâhud daha uzun müddet secdede kaldı. Sonra başını kaldırıp tekbîr aldı. Sonra tekbîr alıp (yine) secde etti. Sonra (yine) başını kaldırıp tekbîr aldı. Bu hadîsin râvîlerinden İbn-i Sîrîn`e: "Sonra selâm verdi mi?" diye sormuşlar. O da: "(İmrân b. Husayn`ın) sonra selâm verdi (dediğini bana haber verdiler.)" demiştir.
HadisNo : 299


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN NAMAZ KILDIĞI MAHALDE TEBERRÜKEN NAMAZ KILMANIN CEVÂZI HAKKINDA İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : (Medîne ile Mekke) yolunun bâzı yerlerinde namaz kılıp: "Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in buralarda namaz kıldığını gördüm." dediği (sened-i muttasıl ile) rivâyet olunuyor.
HadisNo : 300
Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : RESÛL-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN VEDÂ HACCI`NA ÇIKTIĞINDA KONAKLADIĞI VE NAMAZ KILDIĞI MAHALLER HAKKINDA İBN-İ ÖMER RİVÂYETLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem Umre`ye gittiği zamanlarda ve Hacc(etü`l-Vedâ`)a çıktığı vakitte Zü`l-Huleyfe`de (mukaddemâ) Zü`l-Huleyfe`deki mescidin yerinde duran bir Nugaylân ağacı altında (râhilesinden inip) konaklardı. (Kezâ) güzergâhı o yola uğrayan bir gazâdan, ya hacdan, ya umreden avdet buyurduğunda Batn-ı Vâdî`den (ki, Vâdi`l-Akîk`dir) iner. Batn-ı Vâdî`nin üstüne çıkınca da vâdînin ağzında ve şark cihetindeki Bathâ`ya (yâni kumsal yere) konup âhır-ı leylde oracıkta sabah oluncaya kadar mola verirdi. (Gece istırahatgâhı işte orası olup) ne taş mescidin yanında, ne de üzerinde (öteki) mescit (binâsı) olan Kayatepe idi. (Abdullâh b. Ömer`den rivâyet eden râvî der ki:) Orada Abdullah (b. Ömer)in namaz kıldığı yerde, içinde (müteaddit) kum yığınları olan bir haliç (yâni derin bir vâdî girintisi) vardı ki, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem orada namaz kılarmış. Sel(ler) Bathâ`da (ki kumları getire getire) haliçteki kum yığınlarını düzleyip Abdullâh (b. Ömer)in namaz kıldığı o yeri belirsiz etti. Yine (râvî der ki:) Abdullâh (b. Ömer) Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in Şerefü`r-Revhâ`daki mescidin berisine müsâdif küçük mescidin yanında namaz kıldığını söylerdi. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in namaza durduğun vakit sağına düşer." derdi. (Bahsettiği) o mescit de Mekke`ye doğru gittiğin vakit yolunun sağ tarafına gelir. Onunla büyük mescidin arası bir taş atımı, yâhud ona yakın (bir mesâfe) dir. Yine Abdullâh, Munsarafü`r-Revhâ`nın yanındaki Irk`a (yâni) tepeciğe) doğru namaz kılardı. Bu tepeciğin müntehâ-yı tarafı Mekke cihetine gittiğin vakit Munsaraf ile kendi beynindeki mescidin kurbünde caddenin kenarına varır. Oracıkta bir mescit binâ olunmuş ise de, Abdullâh (b. Ömer) o mescitte namaz kılmazdı. Onu ya solunda, ya ardında bırakarak mescidin kıble cihetinde Irk`ın kendisine (müteveccihen) namaz kılardı. Abdullâh, Revhâ`dan zevalden sonra çıktığında salât-ı Zuhru oraya gelinceye kadar kılmayıp orada kılar, Mekke`den döndüğünde de oraya sabahtan bir saat evvel, yâhud âhır-ı seherde yolu düşerse orada tâ Sabah namazını kılıncaya kadar geceleyip mola verirdi. Yine Abdullâh`ın dediğine göre, Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem Rüveyse`ye varmadan caddenin sağında ve alnına gelen cihetinde Rüveyse menzilhânesinin iki millik azıcak berisinde bir tepeciğe kadar geniş ve düz bir yerde (bitmiş olan) koca bir ağacın altına konardı. (Bu ağacın) yukarısı kırılmış, içi oyulmuştur. Özdeği (sâkı) hâlâ durur. Dibinde birçok kum yığınları vardır. Yine Abdullâh der ki: Giderken: Arac`in arkasına düşen yokuşca bir sel yatağının kenarında, caddenin sağında ve yolu gösteren kayaların (yâhud ağaçların) yanında ve o kayaların (yâhud ağaçların) arasında Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem genişce bir tepeye doğru namaz kıldı. Namazgâh(-ı şerîf)in yanıbaşında iki üç kabir mevcuttur ki, üstlerinde taş yığınları vardır. Abdullâh Öğlen vakti şemsin zevalinden sonra Arac`dan kalkıp Öğle namazını (işte) o namazgâhda kılardı. Yine Abdullâh der ki: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem caddenin solunda ve Herşâ (dağı) nın ilerisindeki inişte kâin büyük ağaçların yanında konak ederdi. Bu iniş Herşâ (dağı)nın kenarına mülâsıktır.
HadisNo : 301


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Sütre
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN BAYRAM NAMAZLARINDA ÖNÜNE BİR HARBE DİKTİRDİĞİNE DÂİR İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem bayram günü (namaza) çıktığı zaman (hâdimine) bir harbe taşımanısı emrederdi. (O harbe namazda) karşısına dikilir, kendisi de ona doğru namaz kılar, halk da arkasından namaza dururlardı. Bunu seferde (de) yapardı. (Râvî der ki:) Ümerânın (bayram namazlarında) harbe taşıtması bundan ileri geliyor.
HadisNo : 302


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Sütre
Ravi : Ebû Cuhayfe
Baslik : BU BABDA EBÛ CÜHAYFE HADÎSİ;PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN ÖNÜNDE BİR HARBE DİKİLMİŞ OLDUĞU HALDE ÖNÜNDEN EŞEK VE KADIN GEÇTİĞİ HALDE NAMAZINA DEVÂM ETTİĞİNE DÂİR EBÛ CÜHAYFE HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in Bathâ`da önünde bir harbe (dikilmiş) olduğu halde Öğlen ile İkidi namazlarını ikişer rek`at kıldırdığını ve (namaz içinde iken) önünden kadın da, eşek de geçtiğini (sened-i muttasıl ile) rivâyet etmiştir.
HadisNo : 303


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Sehl b. Sa`d
Baslik : NAMAZ ESNÂSINDA MUSALLÎ İLE DUVAR ARASINDAKİ MESÂFE HAKKINDA SEHL HADÎSİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in musallâsı (yâni namaz kıldığı yer) ile (kıble cihetindeki) duvar arasında bir davar geçebilecek kadar yer olduğu (sened-i muttasıl ile) rivâyet olunmuştur.
HadisNo : 304


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN YANINDA BİR ASÂ, YÂHUT KISA BİR MIZRAK, BİR DE SU MATARASI OLDUĞU HALDE KAZÂ-YI HÂCETE ÇIKTIĞINA DÂİR ENES HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (kazâ-yı) hâcete çıktığı zaman bir çocukla berâber yanımızda ucu harbeli bir asâ, ya (harbesiz) asâ, yâhud kısa bir mızrak, bir de su matarası olduğu halde (hizmet için) ardından giderdik. İşini bitirince matarayı eline verirdik.
HadisNo : 305


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Seleme İbn-i Ekva`
Baslik : RESÛL-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN, ÜZERİNDE MUSHAF-I ŞERÎF BULUNAN DİREĞİN YANINDA NAMAZ KILMAYI İ`TİYÂD EDİNDİĞİNE DÂİR SELEME HADÎSİ
Hadis : Ravi, Mushaf`ın yanındaki direğe doğru namaz kılarmış. Biri ona: "Görüyorum, hep bu direğin yanında namaz kılmağa çalışıyorsun." demiş. O da: "Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in bu direğin yanında (namaz) kılmayı ihtiyâr ettiğini gördüm (de onun için)." cevâbını vermiş.
HadisNo : 306


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Kâ`be`de namaz
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : NEBİYY-İ MUHTEREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN KÂ`BE`DE NEREDE NAMAZ KILDIĞINA DÂİR İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in (evvelce yazılan) Kâ`be`ye duhulleri hadîsi (sened-i muttasıl ile) rivâyet olunuyor. (Müşârün-ileyh bunda) diyor ki: Bilâl (Kâ`be-i Muazzama`dan) çıktığı anda kendisine: "Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ne yaptı?" diye sordum. "Bir direği sağ, bir direği sol, üç direği de arka tarafına aldı." dedi. Beyt(i Muazzam) o zaman altı direk üzerinde idi. Diğer rivâyette "İki direği sağ tarafına." denilmiştir.
HadisNo : 307


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : RESÛL-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN DEVEYİ YÂHUT SEMERİNİ SÜTRE YAPARAK NAMAZ KILDIĞINA DÂİR İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in binit devesini aykırı (vaziyette) bulundurup ona karşı namaz kıldığı (sened-i muttasıl ile) rivâyet olunur. (İbn-i Ömer`den bu hadîsi rivâyet eden Nâfi`a): "Ya develer ayağa kalkarsa ne (yapmalı) dersin?" diye sorulmuş. O da: "(Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem böyle bir hal vukûunda) semeri (başka tarafa) alıp diker ve semerin art kaşına doğru namaz kıl (makta devâm ed)erdi. İbn-i Ömer de bunu yapardı." cevâbını vermiş.
HadisNo : 308


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : UZANIP YATAN BİR KİMSEYE KARŞI NAMAZ KILMANIN CEVÂZINA DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Siz, bizleri kelb ve himâr ile bir mi tutuyorsunuz? Kasem olsun ki, (aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm`ın öyle hâlini) bilirim ki, ben, serîr üzerinde yan yatmış bulunurdum da Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem teşrîf eder, serîrin tâ ortasına müteveccihen namaza dururdu. Ben bir ihtiyaç üzerine kalkmak istediğimde (oturup) kıblesine karşı gelm(ekle ezâ verm)eyeyim diye serîrin ayakları tarafından yorganımdan sıyrılıp çıkar (gider)dim.
HadisNo : 309


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Namaz kılanın önünden geçmek
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : EBÛ SAÎD-İ HUDRÎ (RADİYA`LLÂHU ANH) İN, ÖNÜNDE SÜTRE BULUNDUĞU HALDE, ÖNÜNDEN GEÇEN BİR KİMSEYE MUÂMELESİ VE BU HUSUSTA PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) DEN RİVÂYET ETTİĞİ HADÎS
Hadis : Ravi, bir cum`a günü kendisini gelenden geçenden setredecek bir şeye doğru namaz kılıyormuş. Ebû Muayt oğullarından bir genç, önünden geçmek istemiş. Ebû Saîd radiya`llâhu anh, göğsüne bir yumruk vurup (onu) defetmiş. O genç etrâfına bakınmış. Onun önünden başka geçecek (yol) bulamamış. (Dönüp yine geçmeğe davranmış. Ebû Saîd radiya`llâhu anh daha şiddetli sûrette defetmiş. (O genç) Ebû Saîd`e söğdükten sonra (Medîne`de vâlî olan) Mervân (b. el-Hakem)in yanına gidip Ebû Saîd radiya`llâhu anh`in ettiği muâmeleden şikâyet etmiş. Arkasından Ebû Saîd de Mervân`ın yanına girmiş. (Mervân): "Yâ Ebâ Saîd, (şu) kardeşinin oğlu ile ne alıp veremiyorsun?" demiş. O da: "Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, buyurdu ki: İçinizden biri kendisini gelenden, geçenden koruyacak bir sütreye karşı namaza durup da biri önünden geçmeğe davranacak olursa onu defetsin. Dinlemezse onunla mukâtele etsin. Çünkü o, ancak bir şeytandır." cevâbını vermiş.
HadisNo : 310
Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Namaz kılanın önünden geçmek
Ravi : Ebû Cüheym b. el-Hâris (b. es-Sımna) el-Ensârî
Baslik : MUSALLÎ`NİN ÖNÜNDEN GEÇMENİN KERÂHETİNE DÂİR EBÛ CÜHEYM HADÎSİ VE DİĞER RİVÂYET TARİKLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Musallînin önünden geçen kimse, üzerine ne kadar (günah) aldığını bilse o (musallî)nin önünden geçmektense kırk (bilmem ne kadar zaman yerinde) durmayı daha hayırlı bulur. Râvî der ki: Kırk gün mü, ay mı, yoksa yıl mı dedi? bilemiyorum.
HadisNo : 311


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu : Vitir namazı
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : MUSALLÎ`NİN ÖNÜNDEN GEÇMENİN KERÂHETİNE DÂİR EBÛ CÜHEYM HADÎSİ VE DİĞER RİVÂYET TARİKLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem, ben onun firâşında aykırı yat(ıp uyu)duğum halde (bana doğru) namazını kılar ve Vitri kılmak istediği sırada beni de uyandırır dı. Vitri onunla birlikte kılardım.
HadisNo : 312


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Ebû Katâde Hâris b. Rıb`ıyy
Baslik : RESÛL-İ EKREM (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN OMUZUNDA BİR ÇOCUK BULUNDUĞU HALDE NAMAZ KILDIĞINA DÂİR EBÛ KATÂDE HADÎSİ
Hadis : (Sened-i muttasıl ile) rivâyet olunur ki,) Zeyneb bint-i Resûlullâl salla`llâhu aleyhi ve sellem`in Ebü`l-Âs İbni`r-Rebî b. Abd-i Şems (radiya`llâhu anh) den kerîmesi Ümâme`yi Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem taşı(Zeker) namaz kılar ve secdeye vardıkca (yere) bırakıp (secdeden) kalktıkca tekrar taşırdı.
HadisNo : 313


Fasil : KİTÂBU`S-SALÂT
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Mes`ûd
Baslik : PEYGAMBER (SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM) İN, NAMAZDA İKEN ÜZERİNE DÖL EŞİ ATILMASI ÜZERİNE KUREYŞ`E BEDDUÂSI VE BUNUN BEDİR`DE TAHAKKUKU HAKKINDA İBN-İ MES`ÛD HADÎSİ
Hadis : Ravi`nin, Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem üzerine (küffâr-ı) Kureyş tarafından döl eşi atılması üzerine, aleyhlerinde duâ buyurulduğu hakkındaki rivâyeti ki, yukarıda (177. hadîsde) geçmişti. Burada (ki rivâyete nazaran) da (hadîsin sonunda) şöyle demiştir: Sonra (Umâreti`bni`l-Velîd hâric olmak üzere) bunları Kalîb`e, yâni Bedir`deki çukura sürüklediler. Sonra Resulullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Ashâb-ı Kalîb`in hemen ardından lâ`net gönderildi." buyurdu.
HadisNo : 314


Fasil : KİTÂBU MEVÂKÎTİ`S-SALÂT
Konu : İkindi namazının vakti
Ravi : Ebû Mes`ûd Ukbe İbn-i Amr
Baslik : BEŞ VAKİT NAMAZIN VAKTİLERİ HAKKINDA EBÛ MES`ÛD HADÎSİ
Hadis : (Sened-i muttasıl ile) rivâyet olunur ki, Irak`ta (iken) bir gün Muğîre b. Şu`be radiya`llâhu anh`in yanına girdi ki, (o gün Muğîre nasılsa İkindi) namazını geç vakte bırakmıştı. Ona dedi ki: Yâ Muğîre, bu (yaptığın) nedir? Bilmiyor musun ki, Cibrîl (aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm) inip namaz kıldı. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de (ardında) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de (ardında bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de (ardında bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de (ardında bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de (ardında bir daha) kıldı. Sonra: "(İşte) bununla emrolundum." dedi.
HadisNo : 315


Fasil : KİTÂBU MEVÂKÎTİ`S-SALÂT
Konu : Emr-i bi`l ma`rûf nehy-i ani`l-münker;İyiliği emir, kötülükten men;Namaz kılmak;Oruç
Ravi : Sâhib-i Sırr-ı Resûl Huzeyfe b. el-Yemân Absî
Baslik : HAZRET-İ ÖMER`DEN SONRA VUKÛ` BULACAK FİTNE HAKKINDA HUZEYFE RİVÂYETİ
Hadis : Şöyle demiştir. (Bir gün Emirü`l-Mü`minîn) Ömer radiya`llâhu Teâlâ anh`in yanında oturuyorduk. "Resûlullâhu aleyhi ve sellem`in fitne hakkındaki sözlerini (bakalım) hanginiz bellemiş?" diye sordu. Dedim ki: Ben. Hem de nasıl söylediyse öylece. (Ömer): "Ona, yâhud buna karşı (Amma da) cür`etin varmış!" dedi. Dedim ki: İnsanın ehli, malı, evlâdı, komşusu yüzünden dûçâr olduğu fitneye namaz, oruç, sadaka, emir (bi`l-ma`rûf), nehiy (ani`l-münker) keffâret olur. "Hayır, (sormak) istediğim bu (fitne) değil, deniz nasıl kudur

Sahih Buhari Hadisleri KİTÂBÜ`L-GUSL -KİTÂBÜ`L-HAYZ


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : İhrama girmek
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : İHRAMDAN ÖNCE RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN GÜZEL KOKU SÜRÜNDÜDÜĞÜNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e ben ıtır sürerdim. O da (gece) zevcâtını tavâf ettikten sonra sabahleyin ıtır âsârı (daha) üzerinde iken ihrâma girerdi.
HadisNo : 191


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Hz. Peygamber`in âilelerini dolaşması
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : İHRAMDAN ÖNCE RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN GÜZEL KOKU SÜRÜNDÜDÜĞÜNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem gecenin, yâhud gündüzün bir saatinde (bütün) zevcât (-ı tâhirât)ını devr ederdi. Bunlar da onbir ve diğer rivâyetde dokuz (hâtûn) idi. "Buna tâkat getirir mi idi?" diye soran râvî (Katâde)ye: "Biz, aramızda ona (yâni Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e) otuz erkek kuvveti verilmiştir diye söyleşirdik." cevâbını vermiş.
HadisNo : 192


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : İhrama girmek
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : İHRAMDAN ÖNCE RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN GÜZEL KOKU SÜRÜNDÜDÜĞÜNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : "Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ihramda iken (mübârek) başında ıtrın parıldaması sanki hâlâ gözümün önündedir." dediği rivâyet olunuyor.
HadisNo : 193


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Gusül
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN NASIL GUSLETTİĞİNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem cenâbetten (çıkmak için) yıkanacağı vakit (iptidâ) ellerini yıkar ve namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra gusle başlardı. Sonra saçlarını elleriyle hilâllardı. Nihâyet derisinin iyice ıslandığına kanâat getirince üç kere su akıtır, bütün cesed(-i şerîf)ini yıkardı.
HadisNo : 194


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Gusül
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN NASIL GUSLETTİĞİNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir def`a) namaz ikâme edildi. (Herkes) ayakta iken saflar düzeldi. Ondan sonra Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (hücresinden) yanımıza geldi. Namazgâhında durunca cünüb olduğunu hatırladı. Bize: "Yerinizde durun." (diye işâret buyurdu. Sonra dönüp yıkandı. Başı damlaya damlaya yanımıza çıktı. Tekbîr aldı. Biz de birlikte namazı kıldık.
HadisNo : 195


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Hayâ;Hz.Mûsâ;Mûsâ (A.S.)
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HAZRET-İ MÛSÂ`NIN YIKANIRKEN ELBÎSESİNİ KAÇIRAN TAŞI GERİ ÇAĞIRMA MU`CİZESİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem Buyurdu ki: Benî İsrâîl çıplak ve biribirine baka baka yıkanırlardı. Mûsâ (aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm) ise (kemâl-i hayâsından) yalnızca yıkanırdı. Benî İsrâîl: "Vallâhi Mûsâ`yı bizimle berâber yıkanmaktan men` eden şey (mutlakâ) debbe, yâni kasığı çıkık olmasıdır." der (ve bu guftugû ile zât-ı celîl-i Risâlet-Penâhına ezâ eder)lerdi. (Mûsâ salla`llâhu aleyhi ve sellem) bir def`a yıkanmağa gitti. Elbisesini de bir taşın üstüne koydu. Taş, elbisesini alıp kaçtı. Mûsâ (aleyhi`s-selâm): "Aman taş, rubamı! Aman taş, rubamı!" diyerek (ve alabildiğine koşarak) arkasına düştü. Benî İsrâîl onu (bu halde) görüp de: "Vallâhi Mûsâ`da bir kusur yokmuş." deyinceye kadar (ardınca gitti). (Ondan sonra Musâ aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm) elbisesini alıp taşı döğmeye başladı.- Ebû Hüreyre (radiya`llâhu anh) der ki: Vallâhi o taşta dayaktan hâlâ altı, yâhud yedi bere izi kalmıştır.
HadisNo : 196


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Eyyup (A.S) kıssası
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : ALLÂH`IN BEREKETİNDEN MÜSTAĞNÎ KALAMAYAN HAZRET-İ EYYÛB`UN KISSASI
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki, Eyyûb (salla`llâhu aleyhi ve sellem) çıplak yıkandığı sırada üzerine altından çekirgeler üşdü. Eyyûb (aleyhi`s-selâm) avuç avuç (alıp) rubasının içine (atmağa) başladı. Rabb(-i Kerîm)i: "Eyyûb, şu gördüğünden seni ganî kılmamış mı idim?" diye nidâ edince: "Evet (Yâ Rabbi,) Senin İzzet (ve Celâline) kasem olsun ki (beni ganî kılmıştın.) Lâkin Senin bereketinden müstağnî kalacağım yok." cevâbını verdi.
HadisNo : 197


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Guslederken gizlenmek;Gusül
Ravi : Ümmü Hânî-i bint-i Ebî Tâlib
Baslik : YIKANIRKEN SETREDİLMEĞE DÂİR ÜMMÜ HÂNÎ HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Feth(-i Mekke) senesi Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in yanına gittim. Baktım yıkanıyor. Fâtımâ da onu setrediyor. (Selâm verdim.) "Bu (kadın) kimdir?" diye sordu. "Benim, Ümmü Hânî" cevâbını verdim.
HadisNo : 198


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Cünüp durmamak;Gusül
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : CENÂBET OLMAKLA VÜCÛDUN NECİS OLMADIĞINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Rivâyet etmiş ki, cünüb iken Medîne sokaklarından birinde kendisine Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem tesâdüf etmiş. - (Ebû Hüreyre) der ki, yanından savuşup gittim. Ve gusledip geldim. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem): "Yâ Ebâ Hüreyre, nerede idin." diye sordu. "Cünüb idim. Tahâretsiz olarak seninle birlikte oturmak istemedim." dedim. Bunun üzerine "Sübhana`llâh Mü`min (hiç) necis olmaz." buyurdu.
HadisNo : 199


Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Cünüp olarak uyumuk
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : CENÂBET OLMAKLA VÜCÛDUN NECİS OLMADIĞINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Ömer b. el-Hattâb radiya`llâhu anh, Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`e: "Birimiz, cünüb iken uykuya varabilir mi?" diye sordu. "Evet. Herhangi biriniz abdest aldıktan sonra (canı isterse) cünüb iken (de) yatsın." buyurdular.
HadisNo : 200
Fasil : KİTÂBÜ`L-GUSL
Konu : Gusül gerektiren haller
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : İNZÂL OLMASA BİLE CİNSÎ MUKÂRENETİN GUSLÜ GEREKTİRDİĞİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki, (erkek kadının) dört şu`besi arasına oturup da dokundurdumu (her ikisine) gusül vâcib olur.
HadisNo : 201


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HÂİZ KİMSENİN BEYT`İ TAVÂF EDEMİYECEĞİNE DÂİR HZ. ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Hac`dan başka bir niyyetimiz olduğunu bilmeksizin (Medîne`den) çıktık idi. Serife gelince âdetimi gördüm. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem yanıma girdi. Ben (Menâsik-i Haccı îfâ edemiyeceğim diye) ağlıyordum. "Nen var? Yoksa kirlendin mi?" diye suâl buyurdu. "Evet." dedim. Buyurdu ki bu, Allâh`ın benât-ı âdem üzerine yazdığı bir şeydir. Huccânın edâ ettiği menâsiki (sen de) edâ et. Şu kadar ki, Beyt(u`llâh-ı Muazzam)i (hâiz bulunduğun müddetçe) tavâf etme. -(Âişe radiya`llâhu anhâ) der ki: Bir de Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ezvâcı nâmına sığır kurban etti.
HadisNo : 202


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HÂİZ HAKKINDA RİVÂYETLER
Hadis : "Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in (mübârek) başını hâiz iken tarardım." dediği rivâyet olunuyor.
HadisNo : 203


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız;İ`tikâf
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HÂİZ HAKKINDA RİVÂYETLER
Hadis : Rivâyette kendisi hâiz ve hücresinde mukîm ve (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) Mescid(-i Şerîf)de (mu`tekif) iken (aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm) Efendimiz (mübârek) başını ona doğru uzatır, o da tarar imiş.
HadisNo : 204


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HÂİZ HAKKINDA RİVÂYETLER
Hadis : Şöyle demiştir: Ben hâiz iken Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (mübârek) başını kucağıma yaslar, sonra Kur`ân okurlardı.
HadisNo : 205


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız
Ravi : Ümmü`l-Mü`minîn Ümmü Seleme
Baslik : HÂİZLİ KADININ KOCASI İLE YATABİLECEĞİNE DÂİR ÜMMÜ SELEME VE ÂİŞE HADÎSLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile bir abaya bürünerek yatıyorduk. Derken âdetimi gördüm. (Yavaşcacık) sıvışıp hayza mahsûs elbisemi giydim. "Âdetin mi geldi?" diye sordular. "Evet." dedim. Bunun üzerine beni çağırdılar. Saçaklı kadifenin aldında kendileriyle birlikte yattım.
HadisNo : 206


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Gusül;Hayız
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HÂİZLİ KADININ KOCASI İLE YATABİLECEĞİNE DÂİR ÜMMÜ SELEME VE ÂİŞE HADÎSLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte -her ikimiz de cünüb iken- bir kaptan yıkanırdık. (Âdet gördüğümde) onun emri üzerine futa bağlardım. Ben hâiz iken (mübârek) tenini tenime dokundururdu. (Kezâlik) O (mescitde) mu`tekif, ben hâiz iken (mübârek) başını halvetgâhından çıkarırdı da ben yıkardım.
HadisNo : 207


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HÂİZLİ KADININ KOCASI İLE YATABİLECEĞİNE DÂİR ÜMMÜ SELEME VE ÂİŞE HADÎSLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: İçimizden (yâni Ümmehât-ı Mü`minînden) biri hâiz olup Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem de kendisi ile mübâşeret arzu ettiği zaman ona hayzın hemen bidâyetinde iken futa bağlamasını emreyler ve ondan sonra mübâşeret ederlerdi. (Halbuki) sizin hanginiz, nefsine Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem nefsine mâlik olduğu kadar mâlik olabilir?
HadisNo : 208


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Kadınlar
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : KADININ DÎNEN VE AKLEN ERKEKLERDEN DÛN OLDUĞUNA DÂİR EBÛ SAÎD HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Bir Kurban, ya Ramazan bayramında Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, yanımıza namezgâha çıktı. Kadınların yanından geçti. Ve (onlara): "Kadınlar, sadaka veriniz. Zîrâ bana Cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz." buyurdu. (Kadınlar): "Yâ Resûlâ`llâh, neden?" diye sordular. "Çünkü siz (ötekine, berikine) çokca lâ`net eder, zevclerinize karşı küfrân-ı ni`met gösterirsiniz. (Ne acîbdir ki kendini zapteden tam akıllı ve dîninde) hazimli kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı ve dîninde) hazimli kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, eksik dinli hiç bir kimsenini çelebildiğini görmedim." buyurdu. "Aklımızın, dînimizin eksikliği nedir? Yâ Resûâ`llâh." dediler. "Kadının şahâdeti, erkeğin şahâdetinin yarısı değil midir?" diye sordu. "Evet." dediler. "İşte bu aklın eksikliğinden. Hayız gördüğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz değil mi?" buyurdular. "Evet." dediler. "İşte bu da dîninin eksikliğinden." cevâbını verdi.
HadisNo : 209


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız kanının temizlenmesi;İstihâza
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : MÜSTEHÂZANIN İ`TİKÂFININ MEŞRÛİYETİNE DÂİR HZ. ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir kere Resûl-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte zevcât-ı tâhiratından biri istihâza hâlinde ve kanı gelirken i`tikâf etti. Kanının akmasından dolayı altına bir leğen koyduğu da olurdu.
HadisNo : 210
Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Ölüye yas tutmak
Ravi : Ümmü Atıyye
Baslik : ZEVC İÇİN DÖRT AY ON GÜN YAS TUTMAĞA, HAYIZDAN YIKANMAK İSTEDİĞİNDE KOKU SÜRÜNMENİN CEVÂZINA VE KADINLARIN CENÂZENİN ARDINCA GİTMELERİNİN NEHYİNE DÂİR ÜMMÜ ATIYYE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Biz, bir meyyit(imiz)in vefâtı üzerine üç günden ziyâde ihdâddan, (yâni yas tutmaktan) nehyolunurduk. Meğer ki (meyyit, kadının) zevci ola. (Zevc için) dört ay, on gün yas tutardık. (Yas içinde gözlerimize) sürme çekmez, (süs için) boyanmış kumaş giyinmezdik. Meğer ki (Yemen`in) Asb (denilen kumaşları) ola. Tuhr (yâni hayız kesilmesi) zamânında birimiz hayızdan yıkanmak istediğinde azıcık kust-ı azfâr kullanmasına ruhsat verilirdi. Bir de cenâzelerin ardınca gitmekten nehyolunurduk.
HadisNo : 211


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Gusül;Hayız
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN GUSLÜN KEYFİYETİNDEN SORAN BİR KADINA CEVÂBI
Hadis : Şöyle demiştir: (Ensâr`dan) bir kadın Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz`e hayızdan sonra (keyfiyet-i) guslü sordu. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) nasıl yıkanacağını ta`rîf etti: (Sonra) bir tutam misk al da onunla temizlen." buyurdu. (Kadın: "Onunla nasıl temizleneyim?" diye sorunca: "Sübhâna`llâh, temizlen işte!" buyurdu. Bunun üzerine kadını tutup kendime (doğru) çektim ve: "Kanın izince gezdir." dedim.
HadisNo : 212


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız;Ulû`l-Emre itâat
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : İHRAMDA İKEN ÂDET GÖREN KADININ DURUMUNA DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE RİVÂYETLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Haccetü`l-Vedâ`da Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte ihlâl (yâni ihrâma girip yüksek sesle telbiye) ettim. Ben mütemetti olup hedy (yâni kurban) sevk etmiyenlerden biri idim. -Âişe (radiya`llâhu anha) âdetini görüp Arefe gecesi girinceye kadar tuhra dâhil olmadığını (îmâ eder söz) söyledi. (O gece): "Yâ Resûlâ`llâh, işte bu gece Arefe gecesidir. Ben ise Umre ile temettü" (yâni Umreyi niyyet) etmiştim" demiş. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de ona: "Yıkanmak üzere saçlarını çöz, taran, Umrenden vazgeç buyurmuş." -Âişe (radiya`llâhu anhâ) der ki, ben de öyle yaptım. Haccı edâ ettikten sonra Hasbe gecesi (yâni Muhassab da bulunduğumuz gece kardeşim) Abdu`r-Rahmân`a emretti. Evvelki (başladığım) Umre`nin yerine (yeni bir) Umre`yi bana ten`îmden edâ ettirdi.
HadisNo : 213


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Ulû`l-Emre itâat
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : İHRAMDA İKEN ÂDET GÖREN KADININ DURUMUNA DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE RİVÂYETLERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Hilâl-i Zi`l-Hicce`ye doğru (Medîne`den) çıktık. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Her kim Umre ile ihlâl etmek isterse (öylece) ihlâl etsin. Ben de eğer hedy sevketmemiş bulunaydım Umre ile ihlâl ederdim." buyurdu. Bunun üzerine kimi Umre ile, kimi de Hac ile ihlâl etti. -(Âişe radiya`llâhu anhâ bunu söyledikten sonra evvelki) hadîs (deki sözler) i söylepi gördüğü hayızdan bahsetti. Ve: "(Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) birâderim Abdu`r-Rahmân`ı benimle birlikte ten`îme yolladı. Ben de Umre ile ihlâl ettim. Ve bundan dolayı (keffâret olarak) ne kurban lâzım geldi, ne oruç, ne de sadaka." dedi.
HadisNo : 214


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu :
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HAYIZ GÖREN KADININ HÂİZ İKEN FEVTETTİĞİ NAMAZLARI KAZÂ ETMİYECEĞİNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Kadınlardan biri: "Kadın, tâhir olduktan sonra (hayız zamânında fevt ettiği) namaz (lar)ını kazâ etmeli mi?" diye sormuş. Âişe (radiya`llâhu anhâ): "Sen Harûriyye misin?" (ki böyle söylüyorsun). Biz, Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte (iken) âdet görürdük de bize bunu emretmezdi.", diğer rivâyette "Bunu yapmazdık." cevâbını vermiş.
HadisNo : 215


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız;Oruçlunun âilesini kucaklaması
Ravi : Ümmü`l-Mü`minîn Ümmü Seleme
Baslik : TAKBÎLİN ORUCU BOZMIYACAĞINA DÂİR ÜMMÜ SELEME HADÎSİ
Hadis : Ümmü Seleme (radiya`llâhu anhâ bâlâdaki 206 ıncı hadîsde geçtiği üzere) Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte hamîle (yâni kadife yorgan) içinde iken âdet gördüğünü naklediyor. Bu rivâyette de Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in sâim olduğu halde kendisini takbîl ettiğini (hadîsin râviyesi Zeyneb bint-i Ebî Seleme`ye) söylüyor.
HadisNo : 216


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu :
Ravi : Ümmü Atıyye
Baslik : HÂİZ OLAN KADINLARIN NAMAZGÂHDAN UZAK BULUNMALARINA DÂİR ÜMMÜ ATIYYE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: İşittim, Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki "Tâzelerle zevât-ı hudür ve hâizler çıkıp (mecâlis-i) hayrda ve mü`minlerin duâsında hazır bulunsunlar. (Yalnız) hâizler, namazgâhdan uzakca dursunlar. Biri: "Hâizlerde mi?" diye sordu. Ümmü Atıyye cevâben: "Bunlar Arafat`da, fülân ve fülân yerlerde hazır bulunmuyorlar mı?" dedi.
HadisNo : 217


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : İstihâza
Ravi : Ümmü Atıyye
Baslik : HAYIZ KANININ RENGİNE DÂİR ÜMMÜ ATIYYE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Biz (asr-ı celîl-i Risâlet`de kandaki) sarılığı ve bozluğu hiçbir şey (yâni mâni-i salât) addetmezdik.
HadisNo : 218


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HAYIZ HÂLİNDE BEYT`İN TAVÂF EDİLEMİYECEĞİNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Rivâyet olunuyor ki, Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e Safiyye (bint-i Huyeyy) radiya`llâhu anhâ`nın âdet gördüğünü haber vermiş. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Sakın bizi (yolumuzdan) alıkoymasın. Tavâf (-ı ifâda`y)ı sizinle birlikte acabâ etmemiş mi idi?" buyurdu. "Evet." dediler. "Öyle ise çıkınız." buyurdu.
HadisNo : 219


Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu :
Ravi : Semüre b. Cündeb
Baslik : KADININ CENÂZE NAMAZINI KILANIN DURACAĞI MAHAL HAKKINDA SEMURE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Bir kadın lohusalığında vefât etti. Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem namazını kıldılar. (kılarken de bedeninin) ortası hizâsına doğru durdular.
HadisNo : 220
Fasil : KİTÂBÜ`L-HAYZ
Konu : Hayız
Ravi : Ümmü`l-Mü`minîn Meymûne b. el-Hâris
Baslik : HÂİZİN NECİS OLMADIĞINA DÂİR HAZRET-İ MEYMÛNE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bâzı keri) öyle olurdu ki (ben) hâiz bulunur, namaz kılmazdım da Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (hasır) seccâdeleri üzerinde namaz kılarlarken secdegâhlarının hizâsında uzanmış bulunurdum. Secde buyurdukları vakit elbiselerinin bâzı yerleri bana dokunurdu.
HadisNo : 221

Sahih Buhari Hadisleri KİTÂBÜ`L-VUDÛ`

Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdestin fazîleti
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : ABDESTİN FAZÎLETİ HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işitdim, buyuruyordu ki "Benim ümmetim Kıyâmet gününde (bedenlerindeki) abdest âsârından dolayı yüzü nurlular, elleri, ayakları segililer diye (mevkıf-i hesâba veya mîzan başına) çağrılacaklardır." Ebû Hüreyre: "Artık bu parlaklığını daha ziyâde uzatmak herhanginizin elinden gelirse yapsın." demiş.
HadisNo : 111


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Namazda hades vâki` olmak
Ravi : Abdullâh b. Zeyd
Baslik : ABDESTİNİN BOZULDUĞUNU VEHMEDEN KİMSENİN HÂLİ
Hadis : Müşârün-ileyh namazda iken kendisinde bir şey (yâni hades) vukûunu hayâl eden kimsenin hâlini Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e arzetmiş. (Resûlu`llâl salla`llâhu aleyhi ve sellem de): "Bir ses veya bir koku duymadıkca (namazdan) çıkmasın." buyurmuş.
HadisNo : 112


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Uyku
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : ABDESTİNİN BOZULDUĞUNU VEHMEDEN KİMSENİN HÂLİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir gece) uyudu, hattâ horladı bile. Ondan sonra abdest almaksızın namaz kıldı. (Bu sözü) İbn-i Abbâs radiya`llâhu anhümâ`nın: "Uzanıp horla(yacak kadar uyu)dı. Ondan sonra kalkıp namaz kıldı." tarzında söylediği de rivâyet olunuyor.
HadisNo : 113


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest alış şekli;Namaza hazırlık
Ravi : Üsâme b. Zeyd b. Hârise
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.) EFENDİMİZ`İN AKŞAM VE YATSI NAMAZLARINI MÜZDELİFE`DE BİR ARADA KILDIĞINA DÂİR İBN-İ ABBÂS HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem Arefeden döndü. Caddeye girince inip su döktü. Ondan sonra abdest aldı. Şu kadar ki, bu abdesti hafif aldı. "Namaz mı kılacaksın? Yâ Resûlâ`llâh" diye sordum. "Namaz ileride (kılınacak)." buyurdu. Yine bindi. Müzdelife`ye varınca inip abdest aldı. Lâkin (bu sefer) abdesti (daha) uzunca tuttu. Sonra namaz ikâme edildi de Akşam namazını kıldırdı. Ondan sonra herkes devesini kendi durağında çökertti. Sonra Yatsı namazı ikâme edildi. (Yine) namazı kıldırdı. Ve iki namaz arasında (hiçbir namaz) kılmadı.
HadisNo : 114


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.) İN NASIL ABDEST ALDIĞINA DÂİR İBN-İ ABBÂS HADÎSİ
Hadis : Müşârün-ileyh (bir def`a) abdest aldı da yüzünü yıkadı. Şöyle ki, bir avuç su alıp ağzını çalkaladı ve burnuna çekti. Sonra bir avuç su alıp onunla ve şöylece (yâni sağ avucunu) diğer avucu ile birleştirip yüzün yıkadı. Yine bir avuç su alıp sağ elini (yâni kolunu) yıkadı. Yine bir avuç su alıp sol elini (yâni kolunu) yıkadı. Sonra başını meshetti. Sonra bir avuç su alıp sağ ayağına tâ yıkayıncaya azar azar döktü. Yine bir avuç su alıp ayağını, yâni sol ayağını (yine öylece) yıkadı. Ondan sonra: "Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`i gördüm, böyle abdest alıyordu." dedi.
HadisNo : 115


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Helâya giderken okunacak duâ
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN HELÂYA GİRECEĞİ ZAMAN OKUDUĞU DUÂ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem, helâya gir(mek iste)diği zaman ... diye duâ buyurdu.
HadisNo : 116


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN ABDEST SUYUNU HAZIRLAYAN İBN-İ ABBÂS`A DUÂSI
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir kere) helâya girdi. Kendisine (yıkanacak ve abdest alacak) su (götürüp) bıraktım. "Bunu (buraya) kim koydu?" diye sordu. Haber verdiler. "İlâhî, onun dindeki anlayışını artır." diye duâ buyurdu.
HadisNo : 117


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest bozarken kıbleye dönmemek
Ravi : Ebû Eyyûb-i Ensârî
Baslik : KIBLE İSTİKÂMETİNDE KAZÂ-YI EHÂCET ETMENİN KERÂHETİNE DÂİR EBÛ EYYÛB-İ ENSÂRÎ HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki, biriniz, kazâ-yı hâcet etmek istediği vaktide Kıble`yi ne karşısına alsın, ne arkasına. (Medîne`nin) şarkına veya garbına doğru dönünüz.
HadisNo : 118


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest bozarken kıbleye dönmemek
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : KIBLE İSTİKÂMETİNDE KAZÂ-YI EHÂCET ETMENİN KERÂHETİNE DÂİR EBÛ EYYÛB-İ ENSÂRÎ HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Bir takım kimseler "(kazâ-yı) hâcete oturduğun zaman ne Kıble`yi karşına al, ne de Beytü`l-makdis`i." diyor. Ben (ise) bir gün bizim evin damı üstüne çıkmıştım. Resulu`llâl salla`llahu aleyhi ve sellem`in (kazâ-yı) hâcet için Beytü`l-Makdis`e karşı iki kerpiç üzerine oturduğunu (gözümle) gördüm.
HadisNo : 119


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Örtünmek
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HİCÂB ÂYETİNİN SEBEB-İ NÜZÛLÜ HAKKINDA HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in zevcât(-ı tâhirât)ı, geceleyin kazâ-yı hâcete çıktıklarında (Medîne`nin kenarında kâin) Menâsı` (nâm-ı mahall)a kadar giderlerdi. (Menâsı` denilen yer ise) açık bir yerdir. Ömer (radiya`llâhu anh) Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem`e: "Kadınlarını kapa (yâni evden dışarıya çıkmaktan men` buyur.)" derdi de Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (onun dediğini vahye intizâren) yapmıyordu. (Nihâyet) Ümmehât-ı Mü`minîn`den ... bir gece Yatsı namazı vaktinde çıktı. (Sevde radiya`llâhu anhâ) uzun boylu bir hâtun idi. Ömer, hicâb (yâni tesettür-i nisvân) emrinin nâzil olmasına o kadar harîs idi ki, ona: "Yâ Sevde, bilmiş ol ki biz seni tanıdık." diye bağırdı. Bundan sonra Allâhu Teâlâ hicâb (Âyetin)i inzâl etti.
HadisNo : 120


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : İstincâ
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : SU İLE İSTİNCÂ HAKKINDA ENES HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: "Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (kazâ-yı) hâcete çıktığı zaman bir çocukla berâber yanımızda bir su mıtharası olduğu halde (hizmet için) gelirdik." Enes radiya`llâhu anh`in: "...... yanımızda bir su mıtharası ile bir harbe olduğu halde ....." dediği de rivâyet olunuyor ki, su ile istincâ edildiğini anlatmak istiyor.
HadisNo : 121


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : İstincâ;Su içme âdâbı
Ravi : Ebû Katâde Hâris b. Rıb`ıyy
Baslik : BİR ŞEY İÇERKEN İÇİNE HOHLAMAMAK VE İSTİNCÂYI SOL ELLE YAPMAK HAKKINDA EBÛ KATÂDE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: İçinizden biri, bir şey içtiğinde kabın içine hohlamasın, helâya gittiğinde zekerine sağ eliyle dokunmasın. Sağ eliyle de silinmesin (yâni istincâ etmesin).
HadisNo : 122


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : İstincâda taş kullanmak
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN YÜRÜRKEN ARKASINA DÖNÜP BAKMADIĞI VE TAŞLA İSTİNCÂ ETTİĞİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (bir kere) Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (kazâ-yi) hâcet için çıktığında arkasından gittim. (yürürken) arkasına dönüp bakmak âdeti değildi. Kendisine yaklaştım. "Istinfâd (yâni istincâ) için bana taş ara." buyurdu, yâhud buna benzer bir söz söyledi. "(Şu kadar ki,) bana ne kemik getir, ne fışkı." dedi. Eteğimin içinde bir kaç taş getirip yanına koydum ve nezdinden savuştum. (Hâcetini) kazâ ettiği zaman onları kullandı.
HadisNo : 123


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : İstincâda taş kullanmak
Ravi : Abdullâh b. Mes`ûd
Baslik : İSTİNCÂNIN ÜÇ TAŞLA YAPILACAĞINA DÂİR İBN-İ MES`ÛD HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir kere) kazâ-yı hâcete gitti. "Üç taş getir." diye bana emretti. İki taş buldum. Üçüncüsünü aradımsa da bulamadım. Bir fışkı alıp (ve hepsini birden) götür(üp ver)düm. İki taşı alıp fışkışı attı ve "Bu, pistir." dedi.
HadisNo : 124


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest alış şekli
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : RESÛLULLÂH (S.A. VE S.) İN NASIL ABDEST ALDIĞINA DÂİR RİVÂYETLER
Hadis : Şöyle demiştir: (bir def`a) Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (abdest a`zâsını) birer kere (yıkayarak) abdest aldı.
HadisNo : 125


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest alış şekli
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : RESÛLULLÂH (S.A. VE S.) İN NASIL ABDEST ALDIĞINA DÂİR RİVÂYETLER
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir kere a`zâsını) ikişer kere (yıkayarak) abdest aldı.
HadisNo : 126


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest alış şekli
Ravi : Osmân b. Affân
Baslik : HATIRINA NAMAZDAN BAŞKA BİR ŞEY GETİRMEDEN NAMAZ KILAN KİMSENİN GEÇMİŞ GÜNAHLARI AFFEDİLCEĞİNE DÂİR HAZRET-İ OSMÂN HADÎSİ
Hadis : Müşârün-ileyh (bir kere) bir kab (içinde su) iste(yip abdest al)di. Sonra elini kabın içine sokup ağzını çalkaladı. Ve burnuna su verip yine çıkardı. Sonra yüzün ve ellerini dirseklerine kadar üç kere yıkadı. Sonra başını meshetti. Sonra iki ayağını üç kere topuklarına kadar yıkadı. Ve (nihâyet) Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: "Her kim şu abdestim gibi abdest alıp iki rek`at namaz kılar ve bu iki rek`at içinde hatırına (namaz ile münâsebeti olmayan) bir şeyi getirmezse ne kadar geçmiş günâhı varsa mağfûr olur." buyurduğunu söyledi.
HadisNo : 127


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdestin fazîleti
Ravi : Osmân b. Affân
Baslik : ABDEST VE NAMAZIN KÜÇÜK GÜNAHLARA KEFFÂRET OLDUĞUNA DÂİR HAZRET-İ OSMAN HADÎSİ
Hadis : Size bir hadîs nakledeyim ki, Kitâbu`llâh içinde bir Âyet olmasaydı onu size söylemezdim. Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, şöyle buyuruyordu: "Hiçbir kimse yoktur ki abdest alsın da (âdâb ve erkânına) hüsn-i riâyet etsin, sonra (farz olan) namazı kılsın da o abdest ile (daha sonraki) namazı kılıncaya kadar (geçen zamân içindeki günahları) mağfûr olmasın." -Râvî der ki: (Osmân b. Affân radiya`llâhu anh`in dediği) Âyet ... Âyet-i Kerîme`sidir.
HadisNo : 128


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Burun temizliği;İstincâda taş kullanmak
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : ABDEST VE İSTİNCÂNIN ÂDÂBI HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : (Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in Hadîs-i Kerîmi olmak üzere): "Her kim abdest alırsa burnunu ayıklasın, her kim (istincâ için) taş isti`mâl ederse adedini tek yapsın (yâni üç taş kullansın) dediği rivâyet olunuyor.
HadisNo : 129


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Burun temizliği;İstincâda taş kullanmak;Sabah temizliği
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : UYKUDAN KALKAN KİMSENİN ELİNİ YIKAMASINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki içinizden biri abdest alacak olduğu zaman burnuna su alsın, sonra çıkarsın. Her kim (istincâ için) taş isti`mâl ederse adedini tek yapsın. (Hiç olmazsa üç taş kullansın.) İçinizden biri uykudan uyandığında elini abdest suyu içine sokmadan evvel yıkasın. Zîrâ hiç biriniz (uyku arasında) eli, cesedinin neresine değdiğini bilemez.
HadisNo : 130


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Hac menâsikı;Telbiye
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : ABDULLÂH İBN-İ ÖMER`İN SÜNNET-İ SENİYYE`YE UYGUN HAREKETLERİ
Hadis : Biri gelip ravi`ye: "Görüyorum, Erkân (-ı Beyt-i Muazzam) dan rükn (-i Hacer-i) Esved ile rükn-i Yemânî`den başkasına el sürmüyorsun. Görüyorum, tabaklanmış (deriden ma`mûl) na`leyn giyiyorsun. Görüyorum sarı boya kullanıyorsun. Bir de görüyorum, Mekke`de bulunduğun zaman halk, hilâl (-i Zi`l-Hicce) i görür görmez ihlâle (yâni yevm-i Arefeden evvelki gün) girmedikce ihlâle başlamıyorsun." demiş. O da cevâben demiş ki. "Erkân (-ı Beyt-i Muazzam) a gelince, ben Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in Hacer-i Esved ile rükn-i Yemânîden başkasına messettiğini görmedim. Tabaklanmış (deriden ma`mûl) na`leyne gelince ben, Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in üzeri kılsız (deriden ma`mûl) na`leyn giyip (ayağı) içinde (iken) abdest aldığını görüdüm. Onun için ben onları giymeyi severim. Sarı boyaya gelince Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in sarı boya ile (elbîsesini veya Lihye-i Mübârekesini) boyadığını gördüm. Ben de onun için o boya ile boyamayı severim. İhlâle gelince Resûlû`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in hayvanı (hareket için) müheyyâ olmadıkça ihlâl buyurduğunu görmedim."
HadisNo : 131


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Sağdan başlamak
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : ÖNEMLİ İŞLERDE RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN SAĞ UZUVLARINI TAKDÎM ETTİĞİNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem ayakkabı giymekte; saçını, sakalını taramakta; abdest almakta; (hâsılı) kâffe-i husûsâtında sağdan başlamaktan hoşlanırdı.
HadisNo : 132


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Hz. Peygamber`in mu`cizeleri
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : RESÛLULLÂH (S.A. VE S.)İN MÜBÂREK PARMAKLARINDAN SU KAYNAMASI MU`CİZESİ
Hadis : Şöyle demiştir: (bir kere) Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`i şöyle gördüm. İkindi namazı yaklaşmıştı. Halk abdest suyu aradılar da bulamadılar. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e (bir kab içinde bir mıkdâr) abdest suyu getirdiler. Mübârek elini kabın içine soktu. Ve halka oradan abdest alsınlar diye emretti. -Enes der ki: (İşte o zaman Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in) parmakları altından (hâzırûndan) hiçbir kimse hâriç kalmamak üzere cümlesi abdest alıncaya kadar su kaynadığını gördüm.
HadisNo : 133


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : İhramdan çıkış için traş olmak
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : ASHÂB`IN TEBERRÜKEN PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN SAÇINI HIFZETMELERİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (Haccetü`l-Vedâ`da) başını tıraş ettiği zaman saçından en evvel alan Ebû Talha oldu.
HadisNo : 134


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Köpeğin ağzını soktuğu kap
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : KELBİN AĞZINI SOKTUĞU KABIN YEDİ DEF`A YIKANMASINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleşhi ve sellem buyurdu ki, içinizden birinin kabından köpek (ağzını sokup bir şey) içerse o kabı yedi kere yıkasın.
HadisNo : 135


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : KELBİN AĞZINI SOKTUĞU KABIN YEDİ DEF`A YIKANMASINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in zamânında köpekler, mescidin içinde gider gelirdi de bundan dolayı (mescidi yıkamak için) hiç (su) serpmezlerdi.
HadisNo : 136


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Hades;Namaza hazırlık
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : NAMAZ VAKTİNDEN ÖNCE CÂMİYE GİTMENİN FAZÎLETİ HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki; bir kul, mescidde namaza muntazır olduğu müddetçe hep namazdadır. Meğer ki kendisinden hades vâkı` ola.
HadisNo : 137


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Cimada meni gelmemesi hali
Ravi : Zeyd b. Hâlid-i Cühenî
Baslik : İNZÂL VÂKI` OLMADAN YALNIZ CİMÂNIN, GUSLÜ GEREKTİRMEDİĞİNE DÂİR ZEYD HADÎSİ, BU BÂBDA ULEMÂNIN İCMÂI
Hadis : Şöyle demiştir: Osmân b. Affân radiya`llâhu anh`e sordum, dedim ki: "(Bir kimse) mucâmeat eder de menîsi nâzil olmazsa ne (yapmalıdır) dersin?" Osmân (radiya`llâhu anh): "Namaz için abdest aldığı gibi abdest alır, bacakları arasını yıkar." cevâbını verdi. -Osmân (radiya`llâhu anh): "Bunu ben, Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim." dedi.- Râvî der ki: (Bu mes`eleyi) Alî, Zübeyr, Talha, Übeyy b. Kâ`b (radiya`llâhu anhüm) den de sordum. (Hepsi de) bana böyle söylediler.
HadisNo : 138


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Cimada meni gelmemesi hali;Dâvete katılmak (icâbet);Hz. Peygamber`e itâat
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : İNZÂL VÂKI` OLMADAN YALNIZ CİMÂNIN, GUSLÜ GEREKTİRMEDİĞİNE DÂİR ZEYD HADÎSİ, BU BÂBDA ULEMÂNIN İCMÂI
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem Ensârdan bir zâtı istedi. (O zât) başı damlayan damlaya geldi. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Gâlibâ seni aceleye getirdik." buyurdu. "Evet." dedi. Bunun üzerine Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki şâyed işin aceleye gelir, yâhud (menî) kahtına uğrarsan sana (yalnız namaz) abdest(i) lâzım olur.
HadisNo : 139


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest alış şekli
Ravi : Muğîre b. Şu`be
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN MESTLERİ ÜZERİNE MESHETTİĞİNE DÂİR MUGÎRE HADÎSİ
Hadis : Rivâyet olunuyor ki, müşârün-ileyh de Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte bir seferde bulunmuş. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem bir hâceti (kazâ) için gitmiş. Abdest aldığı zaman suyunu Muğîre dökmeğe başlamış. (İşte bu abdestde) yüz ve ellerini yıkamışlar ve başları ile mestleri üzerine mesh buyurmuşlardır.
HadisNo : 140

Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Gece namazı (teheccüt);Teheccüd
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN GECE İBÂDETİ
Hadis : Rivâyet olunuyor ki, bir gece Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in zevcât (-ı tâhirât) ından Meymûne radiya`llâhu anhâ`nın -ki teyzesidir- yanında kalmış. -İbn-i Abbâs (radiya`llâhu anhümâ) der ki, ben (başımı) yastığın enine (koyarak) uzandım. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ile ehli de yastığın boyuna (başlarını koyarak) uzandılar. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem uyudu. Gece yarıyı bulduğunda, yâhud biraz evvelce, yâhud biraz sonraca uyandı. Uykuyu (gidermek için) eliyle yüzünü silmeğe başladı. Ondan sonra Sûre-i Âl-i İmrân`ın son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran küçük bir kırbaya uzandı. Oradan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu. -İbn-i Abbâs (radiya`llâhu anhümâ) der ki, (ben de) kalktım. Onun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yâni sol tarafına durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü. Sonra iki rek`at, yine iki rek`at,, yine iki rek`at, yine iki rek`at, yine iki rek`at, yine iki rek`at kılıp ondan sonra tek (rek`atlı bir namaz) kıldı. Sonra müezzin (da`vete) gelinceye kadar yine uzandı. Ba`dehû yine kalktı, hafif iki rek`at kıldıktan sonra (Hucre-i Şerîfe`sinden) çıkıp Sabah namazını kıldırdı. Bu hadîs-i şerîf evvelce geçmişti. (Ancak şu var ki) her birinde diğerinde olmayan şeyler vardır.
HadisNo : 141


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdest alış şekli
Ravi : Abdullâh b. Zeyd
Baslik : RESÛLULLÂH (S.A. VE S.)İN NASIL ABDEST ALDIĞINA DÂİR BİR RİVÂYET
Hadis : Biri (gelip): "Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in nasıl abdest aldığını bana gösterebilir misin?" diye sormuş. O da "Evet." demiş. Bunun üzerine (bir mıkdâr) su istemiş. -(Râvî der ki) ellerine su döktükten sonra iki kere yıkadı. Sonra üç def`a ağzını çalkalayıp burnuna su verdi. Sonra yüzünü üç kere yıkadı. Sonra ellerini dirseklerine kadar ikişer def`a yıkadı. Sonra iki eliyle (bütün) başını mesh edip her iki elini ileri geri götürdü. (Oradan da) başladığı yere getirdi. Ondan sonra ayaklarını yıkadı.
HadisNo : 142


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Sütre
Ravi : Ebû Cuhayfe
Baslik : NAMAZDA SÜTRE İTTİHÂZINA DÂİR EBÛ CÜHAYFE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir seferde) Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem, öğlenin sıcak zamânında yanımıza çıktı. Kendisine abdest suyu getirildi. Abdest aldı. Halk, abdest suyunun artanını alıp (teberrüken) vücudlarına (üstlerine, başlarına) sürmeğe başladılar. Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem önünde bir harbe olduğu halde Öğleyi ve İkindiyi ikişer rek`at kıldırdı.
HadisNo : 143


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu :
Ravi : Sâib b. Yezîd
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.) EFENDİMİZ`İN HASTAYA DUÂSI
Hadis : Şöyle demiştir: (Çocukluğumda) teyzem beni Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in yanına götürüp: "Yâ Resûlâ`llâh, benim (şu) hemşîre-zâdemin ayağından ıztırâbı var." dedi. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem eliyle) başımı sığayıp bana bereket duâsı etti. Sonra abdest aldı. Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum ve iki omuzu arasında gerdek çadırının koca düğmeleri (yâhud keklik yumurtası) gibi Hâtem-i Nübüvveti gördüm.
HadisNo : 144


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : FERÂİZ ÂYETİNİN SEBEB-İ NÜZÛLÜ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem zamânında (Âyet-i Hicâb nâzil olmadan) erkeklerle kadınlar birlikte (bir kab içinden abdest alırlardı.
HadisNo : 145


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Hasta ziyâreti
Ravi : Câbir b. Abdullâh
Baslik : FERÂİZ ÂYETİNİN SEBEB-İ NÜZÛL&Uum

Buhari Hadisleri KİTÂBÜ`L-İLİM

Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : İlim tebliği;Mü`minin ırzı haramdır;Mü`minin kanı haramdır;Mü`minin malı haramdır
Ravi : Ebû Bekre Nufey` b. Hâris
Baslik : VEDÂ` HACCINDA PEYGAMBER (S.A. VE S.) İN BÂZI NASÎHATLARINA DÂİR EBÛ BEKRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (Haccetü`l-Vedâ`da) devesi üzerinde oturdu. Devenin dizginini bir adam tutuyordu. "Bu gün hangi gündür?" diye sual etti. sükût ettik, o derecede ki başka bir isim ile tesmiye edecek zannetdik. "Kurban günü değil mi?" buyurdu. "Evet." dedik. Sonra: "Bu ay hangi aydır?" diye sordu. Yine sükût ettik, o derecede ki isminden başka bir isim ile tesmiye edecek zannettik. "Zilhicce değil mi?" buyurdu. "Evet." dedik. (Sonra): "Bu hangi şehirdir?" diye sordu. Yine sustuk, o derecede ki isminden başka bir isim ile tesmiye edecek zannettik. "Mekke değil mi?" buyurdu. "Evet." dedik. (Bunun üzerine) buyurdu ki "Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu şehir içinde, bu ayda bu günün hürmeti kadar yekdiğerinize haramdır. Hâzır olanlarınız, gâib olanlarınıza (bunu) teblîğ etsin. Olabilir ki hâzır olan kimse, bunu daha iyi anlar bir kimseye teblîğ etmiş bulunur."
HadisNo : 61


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Bıktırmamak;Vedâ Haccı Hutbesi
Ravi : Abdullâh b. Mes`ûd
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.) İN FÂSILALI OLARAK VA`ZETTİĞİNE DÂİR İBN-İ MES`ÛD HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem va`z (ve nasîhat) husûsunda bize bıkkınlık gelmesin diye hâlimize bakıp (ona göre) gün ve (saat) kollardı.
HadisNo : 62


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Kolaylık göstermek
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : DİNDE, BIKKINLIK VE USANÇ VERECEK DERECEDE İLERİ GİTMENİN DOĞRU OLMADIĞINA DÂİR ENES HADÎSİ
Hadis : Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: "Kolaylık yolunu gösterin, güçlüğe gitmeyin. Tebşîr edin, tenfîr etmeyin." buyurduğu rivâyet olunuyor.
HadisNo : 63


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu :
Ravi : Muâviye b. Ebî Süfyân
Baslik : ALLÂH KİME İYİLİK MURÂD EDERSE, ONU DİNDE BİLGİ SÂHİBİ YAPAR
Hadis : Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, buyuruyordu ki: Allâh (u Teâlâ) her kimin hayrını murâd ederse ona din husûsunda (büyük bir) anlayış verir. Ben (verici değil) yalnız taksîm ediciyim. Veren ise Allâhu Azze ve Cell`dir. Bir de bu ümmet, Allâh`ın emri (ve kazâsı) zuhûr edi(p kıyâmet kopu)nceye kadar emr-i İlâhî(ye mütâbeat) üzere hep sâbit-kadem olup duracak ve kendilerine muhâlefet edenlerden zarar gelmiyecektir.
HadisNo : 64


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hurma Ağacı;Kâmil mü`min
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : ALLÂH KİME İYİLİK MURÂD EDERSE, ONU DİNDE BİLGİ SÂHİBİ YAPAR
Hadis : Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in yanında idik. Bir hurma göbeği getirdiler. Buyurdu ki: "Ağaçların içinden bir nev`i vardır ki.... ilâ-âhirih. -Abdu`llâh b. Ömer radiya`llâhu anh`den olan bu rivâyetde: "Bir de baktım ki oradakilerin en küçüğü benim. Onun için sustum." ziyâdesi vardır.
HadisNo : 65


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Allah yolunda harcamak (infak);İlim öğretmek;İlmiyle âmil olmak;İnfak;Kazâ-Kader
Ravi : Abdullâh b. Mes`ûd
Baslik : İKİ HASLET SÂHİBİNDEN BAŞKASINA HASED EDİLEMİYECEĞİNE DÂİR ABDULLÂH İBN-İ MES`ÛD HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: İki (haslet sâhibin)den başkasına hased olmaz. Bunlar da Allah tarafından kendisine mal ihsân olunub da hak (yolun)da onu ihlâke taslît edilen kimse ile kendisine hikmet ihsân olunup onunla hükmeden ve anı ta`lîm eden kimsedir.
HadisNo : 66


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : İlim öğrenmek
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : RESÛLULLÂH (S.A. VE S.) İN İBN-İ ABBÂS`A DUÂSI
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem beni kucaklayıp: "İlâhî ona (ilm-i) Kitâb`ı öğret." diye duâ buyurdu.
HadisNo : 67


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Namazda safları sık ve düzgün tutmak
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : BÜLÛĞ ÇAĞINA VARMIYAN ÇOCUĞUN MÜKELLEF OLMADIĞINA DÂİR İBN-İ ABBÂS RİVAYETİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem Minâ`da sütresiz olarak namaz kıldırdığı sırada dişi bir merkebe râkiben karşıdan geldim. O zaman sinn-i bülûğa yaklaşmıştım. Saflardan birinin önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim. Ondan sonra saffa girdim. Bu (yaptığıma) kimse ses çıkarmadı.
HadisNo : 68


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Lâtîfe;Şaka
Ravi : Mahmûd b. er-Rebî`
Baslik : İLMİN FAZÎLETİ HAKKINDA HADÎSLER
Hadis : "Beş yaşımda iken Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in bir kere bir kova (daki su) dan (ağzına alıp) yüzüme püskürdüğünü derhâtır ederim." demiştir.
HadisNo : 69


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : İnsanların kısımları
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : İLMİN FAZÎLETİ HAKKINDA HADÎSLER
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Allâh`ın benim (vâsıtam) le gönderdiği hidâyet ve ilim boy yağmura benzer. (Bu yağmur, kâh öyle) bir toprağa düşer ki onun bir kısmı suyu kabûl eder de çayır ile bol ot yetiştirir. Bir kısmı da kurak olur, suyu (üstünde) tutar da Allâh (u Teâlâ) halkı onunla faydalandırır. Ondan (hem kendileri) içerler, (hem hayvanlarını) suvarırlar, ekin ekerler (Bu yağmur) diğer (bir nevi`) toprağa daha isâbet eder ki düz ve kaypaktır. Ne suyu (üstünde) tutar, ne çayır bitirir. Allâh`ın dînini anlayıb da Allâh`ın benim (vâsıtam) le gönderdiği (hidâyet ve ilimden) faydamend olan ve bunu bilip (başkasına) bildiren kimse ile (bunu duyduğu vakit kibrinden) başını (bile) kaldırmayan ve Allâh`ın benimle irsâl olunan hidâyetini kabûl etmeyen kimse böyledir.
HadisNo : 70
Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : İçki;Kıyâmet alâmetleri;Zinâ
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : İLMİN FAZÎLETİ HAKKINDA HADÎSLER
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlû`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: İlmin ref` olunması, cehlin kökleşmesi, şarabın içilmesi, zinânın çoğalması Kıyâmet alâmetlerindendir.
HadisNo : 71


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Kadınların çoğalıp erkeklerin azalması;Kıyâmet alâmetleri;Zinâ
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : İLMİN FAZÎLETİ HAKKINDA HADÎSLER
Hadis : Şöyle demiştir: Size öyle bir söz söyliyeceğim ki, benden sonra hiç kimse onu size söylemeyecektir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, buyuruyordu ki: Kıyâmet alâmetlerinden olmak üzere ilim azalacaktır, cehil yayılacaktır, zinâ şâyi` olacaktır. Kadınlar(ın mikdârı) kesret, erkekler(inki) kıllet bulacaktır. Bir derecede ki, elli kadının yalnız bir bakanı olacaktır.
HadisNo : 72


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Rüyâ
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : İLMİN FAZÎLETİ HAKKINDA HADÎSLER
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, "Uykuda iken bana bir kadeh süt getirdiler. O kadar içtim ki kanıklık (âsârının) tâ tırnaklarımdan sızdığını (hâlâ) duyuyorum. (İçtikten sonra) artığımı Ömer b. el-Hattâb`a verdim." buyuruyordu. "Yâ Resûlâ`llâh! Bunu ne ile te`vîl ettin?" diye sordular. "İlm ile." cevâbını verdi.
HadisNo : 73


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Bilmeden yapılan hatalar;Cemrelere taş atma (Şeytan taşlama);Hac menâsikı;Şeytan taşlama;Vedâ Haccı Hutbesi
Ravi : Abdullâh b. Amr b. Âs
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.) İN VEDÂ` HACCINDA HACC MENÂSİKİ İLE İLGİLİ BEYANLARINA DÂİR ABDULLÂH İBN-İ AMR HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiş: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem Haccetü`l-Vedâ`da halk sor(ub öğren)sun diye Minâ`da durdu. Yanına biri gelip "Bilemedimde (Kurban) kesmeden tıraş oldum." dedi. "Kurbanını kes, günâhı yok." buyurdu. Diğeri gelip "Bilemedimde Remiy`den evvel (kurban) kestim." dedi "Remyet, günâhı yok." buyurdu. Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`e (o gün Remy, nahr, halk, tavâf gibi yevm-i Iyd a`mâlinden) takdîm veya te`hîr edilmiş hiçbir şey sorulmadı ki (cevâbında) "Yap, günâhı yok." buyurmasın.
HadisNo : 74


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Adam öldürmek;Kıyâmet alâmetleri
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : İLMİN KABZOLUNACAĞINA, KATİL VE FİTNELERİN ZUHÛR EDECEĞİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir kere): "İlim, kabzolunacak (yâni kaldırılacak), cehil ve fiten zuhûr edecek ve herc çoğalacaktır." buyurdu. "Yâ Resûlâ`llâh, herc nedir?" diye sordular. Murâd-ı âlîsi katl imiş gibi elini münharifen indirerek: "İşte böyle!" buyurdu.
HadisNo : 75


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Güneş tutulması ve namazı
Ravi : Esmâ` b. Ebî Bekr
Baslik : KABİRDE GEÇİRİLECEK İMTİHAN HAKKINDA ESMÂ` HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Küsûf zamânında) Âişe radiya`llâhu anhâ namaz kılarken nezdine gittim. "(Bu) Halka ne oluyor? (neden korkuyorlar?)" dedim. (Küsûf vukûa geldiğini anlatmak için) gök yüzüne doğru (başı ile) işâret etti. Meğer hep namaza durmuşlarmış. Âişe radiya`llâhu anhâ: "Sübhâna`llâh!" dedi. "Bu bir âyet (-i azâb veya tekarrüb-i Kıyâmet) mi?" diye sordum. Başiyle "Evet." diye işâret etti. Bunun üzerine ben de (namaza) durdum. Üzerime baygınlık gelinceye kadar (durdum). (Yanımdaki kırbadan) başıma su dökmeğe başladım. (Namazdan sonra) Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem Allâh`a (Hamd ü) senâ edip buyurdu ki "Cennet ve Cehennem`e kadar (evvelce) bana gösterilmemiş hiçbir şey kalmadı ki, bu makamda görmüş olmayayım. Bana vahyolundu ki, siz kabirlerinizde Mesîh-i Deccâl (yüzünden çekilecek) imtihanlara benzer, yâhud ona karîb bir imtihân geçireceksiniz. (Kabre girmiş kimseye) `Bu adam (Yâni Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) hakkındaki ilmin nedir?, diye sorulacak. Mü`min, yâhud sâhib-i yakîn olan kimse: `O (Zât-ı Şerîf) Muhammed`dir. O (Zât-ı Şerîf) Allâh`ın Resûlüdür. Bize (Âyât-ı) beyyinât ile hidâyet getirdi. Biz de da`vetine icâbet ve (isrine) mütâbeat ettik. O (Zât-ı Şerîf) Muhammed (salla`llâhu aleyhi ve sellem)dir., diyecek. (Ve bu söz) üç kere (tekrâr olunacak). Ondan sonra (o kimseye): `(Öyle ise) yat da rahâtına bak. O (Zât-ı Şerîf`in nübüvvetine) yakînin olduğunda şüphe kalmadı., denilecek. (Yok eğer) münâfık ise veyâhud kalbinde şek varsa (o suâle karşı): `Ben ne bileyim? işittim, öteki beriki bir şeyler söylüyorlardı. Ben de söyledim., cevâbını verecek."
HadisNo : 76


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Süt kardeşliği
Ravi : Ukbe b. el-Hâris
Baslik : SÜT KARDEŞLİĞİN EVLENMEĞE MÂNİ` OLDUĞUNA DÂİR UKBE HADÎSİ
Hadis : Ravi, İhâb b. Azîz`in kızını tezevvüc etti. Derken yanına bir kadın gelip "Ukbe`yi de, tezevvüc ettiği kadını da ben emzirdim." dedi. Ukbe, ona: "Ne senin beni emzirdiğinden haberim var, ne de evvelce bunu bana söylediğinden." cevâbını verdi. (Hayvanına) binip Medîne`ye (Huzûr-ı) Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e gitti. (Hükm-i şer`îyi) sordu. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Nasıl olur ya? Bir kere (bu söz) söylenmiş bulundu." buyurdu. Bunun üzerine Ukbe o kadından müfârekat etti. O da başka bir kocaya vardı.
HadisNo : 77


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : İlim öğrenmek
Ravi : Ömer b. el-Hattâb
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.) İN BİR AY ZEVCELERİYLE GÖRÜŞMEMEĞE YEMÎN ETMESİ
Hadis : Şöyle demiştir: Ensârdan bir komşum ile berâber Benî Ümeyye b. Zeyd yurdunda (oturuyor) idim. Bu (yurd) Medîne`nin Avâlî denilen semtindedir. (Bir şey öğrenmek ümîdiyle) Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in nezdine nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve sâireye dâir (ne duyarsam) haberini (komşuma) getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ensârî arkadaşım (bir def`a) nöbetinin gününde indi. (Dönüşünde) kapımı pek şiddetli çalarak: "Burada mı?" diye sordu. (Fenâ halde) ürkdüm. Yanına çıktım. "Büyük bir şey hâdis oldu. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem zevcâtını tatlîk etti.)" dedi. (Ömer radiya`llâhu anh der ki: Ben zâten böyle bir şey olacağını zannedip duruyordum. Sabah namazını kılınca giyinip kuşandım. Sonra Medîne`ye inip) Hafsa`nın yanına girdim. Baktım ki ağlıyor. "Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem, sizleri (yâni Zevcât-ı Tâhirâtı) tatlîk mi etti?" diye sordum. "Bilmiyorum." dedi. Ondan sonra Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in yanına girdim. Ayak üstü durduğum yerden: "(Yâ Resûlâ`llâh,) Zevcelerini tatlîk mi ettin?" dedim. "Hayır." buyurdu. Bunun üzerine ben de "Allâhu Ekber." demişim.
HadisNo : 78


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Bıktırmamak;Cemâatle kılınan namazı uzatmamak;Kolaylık göstermek
Ravi : Ebû Mes`ûd Ukbe İbn-i Amr
Baslik : NAMAZDAN BIKTIRMAMAK ÜZERİNE EBÛ MES`ÛD-İ HADİSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e) biri gelip: "Yâ Resûlâ`llâh, filânca bize (namaz kıldırırken) o kadar uzatıyor ki âdetâ namazı terkedecek gibi oluyorum." dedi. Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`i hiçbir mev`ızada o günkü kadar gazablı görmedim. Buyurdu ki "Ey nâs, sizde tenfîr hasleti vardır. (İçinizden) halka namaz kıldıran olursa hafif tutsun. Çünkü (cemâatin) içinde hastası var, zaîfi var, iş-güç sâhibi olanı var."
HadisNo : 79


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Lukata;Yitik mal (lukata)
Ravi : Zeyd b. Hâlid-i Cühenî
Baslik : YİTİK MALIN HÜKMÜ HAKKINDA ZEYD İBN-İ HÂLİD HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Biri, Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`den lukatayı, (yâni yitik malı) sordu. Buyurdu ki: "Bağını, yâhud kabını, kılıfını belle sonra (ötekine, berikine) bir sene ta`rîf et. Ondan sonra onu kullan. (Ondan sonra da) sâhibi çıkarsa (yine) ona ver." O adam: "Yitik deve de (böyle mi?)" diye sordu. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) o kadar gazab etti ki mübârek yanakları, yâhud yüzü kızardı. Ve: "Ondan sana ne? (Su) tulumunu, (ayağındaki) markubunu o berâber taşır, (muhtâc oldukca) su başlarını bulur, ağaç (yapraklarından) otlar. Onu sâhibi buluncaya kadar kendi hâline bırak." buyurdu. "Ya, yitik davara ne buyurursun?" dedi, "O ya senindir, ya kardeşinindir, ya kurdundur." buyurdu.
HadisNo : 80

Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Bilmediğini sormak;Hz. Peygamber`e eza;Soru sormak;Tevbe-İstiğfar
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : YERSİZ VE HOŞLANILMAYAN SORULAR SORMANIN MENHÎ OLDUĞUNA DÂİR EBÛ MÛSÂ HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir kere) Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`den hoşlanmadığı bâzı şeyler soruldu. (Bu gibi) suâller çoğalınca gazab etti. Ondan sonra "Bana istediğinizi sorunuz." diye buyurdu. Birisi (kalkıp) "Benim babam kimdir?" dedi. "Baban Huzâfe`dir." buyurdu. Bir diğeri kalkıp "Yâ Resûlâ`llâh, ya benim babam kimdir?" dedi. "Şeybe`nin âzâtlısı Sâlim`dir." buyurdu. Ömer (b. el-Hattâb radiya`llâhu anh) vech-i Risâlet-Penâhî`deki (âsâr-ı) gazabı görünce "Yâ Resûlâ`llâh, Azîz ve Celîl olan Allâh (u Teâlâ`y)a tevbe ediyoruz." dedi.
HadisNo : 81


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz. Peygamber`in konuşması;Selâmlaşmak;Sözü tekrar etmek
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN SÖZLERİNİ VE SELÂMINI ÜÇ KERE TEKRARLAMASI
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem bir söz söylediği zaman iyice anlaşılsın için üç kere tekrâr ederdi. (Kezâlik) bir kavmin yanına gelip selâm verdiği zaman da üç kere selâm verirdi.
HadisNo : 82


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Eğitim;Ehl-i kitap;Rıfk;Terbiye (eğitim)
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : ÜÇ SINIF İNSANIN İKİŞER ECRE SÂHİP OLDUĞUNA DÂİR EBÛ MÛSÂ HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Üç kişinin ikişer ecri vardır. Onlardan biri Ehl-i Kitâb`dan olup da hem kendi Peygamberine, hem de Muhammed salla`llâhu aleyhi ve sellem`e îmân eden kimsedir. Diğeri abd-i memlûkdur ki, hem Allâhu Teâlâ`nın, hem de efendilerinin hakkını edâ ettiğinde (o da iki ecre nâil olur.) Üçüncüsü öyle bir kimsedir ki nezdinde tasarruf ede (bile)ceği bir câriy bulunur da onu te`dîb, ammâ (unf ve şiddetden âzâde olarak güzel güzel) te`dîb eder, ta`lîm (lâkin yine rıfk ile güzel güzel) ta`lîm eder, bundan sonra da onu âzâd edip tezevvüc eder. (İşte) böylesinin de iki ecri vardır.
HadisNo : 83


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Eğitim;İlim öğrenmek;Köle;Terbiye (eğitim);Va`z
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN KADINLARA SADAKA VERMELERİNİ TERGÎB BUYURMASI
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (Mescid-i Şerîf`de va`z ettikten sonra) kadınlara duyuramadım zanniyle yanında Bilâl olduğu halde (erkek saflarından) çıktı. Kadınlara va`z ederek onlara sadaka vermeği emretti. (Sözleri o kadar te`sîr etti ki,) kadınların kimi (kulaklarındaki) küpeyi, kimi (parmağındaki) yüzüğü (çıkarıp) atmağa başladılar. Bilâl de onları eteği içine topluyordu.
HadisNo : 84


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz. Peygamber`in şefâati;İmanda İhlâs
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : KALBİNDEN (YÂHUD İÇİNDEN) KELİME-İ TEVHÎD`İ SÖYLEYEN KİMSENİN KIYÂMET GÜNÜNDE ŞEFÂATE EN ZİYÂDE MAZHAR OLACAĞI
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir kere) "Yâ Resûlâ`llâh, Kıyâmet gününde Sen`in şefâatin en ziyâde kime râyegân olacak?" diye sordum. Buyurdu ki: "Yâ Ebâ Hüreyre, hadîs (bellenmek) için sende gördüğüm hırsa göre bu hadîsi senden evvel kimsenin bana sormayacağını (zâten) tahmîn ediyordum. Kıyâmet gününde halk içinde şefâatime en ziyâde mazhar olacak kimse kalbinden (yâhud içinden) hâlis olarak Lâ ilâhe illâ`llâh diyendir."
HadisNo : 85


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Amr b. Âs
Baslik : EHL-İ İLMİN FAZÎLETİ HAKKINDA ABDULLÂH İBN-İ AMR HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Haccetü`l-Vedâ`da) Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, buyurdu ki: Allâhu Teâlâ ilmi kullar(ının sudûr) ından nez` etmek (yâni silmek) sûretiyle değil, (ervâh-ı) ulemâyı kabzetmek sûretiyle kabzedecektir. Nihâyet hiçbir âlim kalmayınca halk kendilerine câhil bir takım kimseleri reis edinirler. Bunlara (öte-beri) sorulur. Onlar da ilimleri olmadığı halde fetvâ verirler de hem kendileri dalâlete düşerler, hem (halkı) idlâl ederler.
HadisNo : 86


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Çocuğu kendinden önce ölenler;Va`z
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN KADINLARA VA`Z ETMEK İÇİN BİR GÜN TAHSÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: (Bir def`a) kadınlar "Yâ Resûlâ`llâh, (sözlerini dinlemek için) erkeklerden bize meydan kalmıyor. Kendiliğinden bize bir gün tahsîs et." dediler. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) onlara (mîâd olarak) bir gün ta`yîn etti. Kadınlar yevm-i muayyende Huzûr-ı Risâlet-Penâhî`ye geldiler. O da kendilerine va`z etti, (bâzı şeyler) emretti. Buyurduğu sözler meyânında: "İçinizden hiçbir kadın yoktur ki evlâdından üç tânesini (âhirete kendinden) evvel yollasın da, Cehennem`e karşı onun için bir siper peydâ olmasın." sözü vardı. İçlerinden biri: "İki tânesi de (öyle değil mi?)" dedi. (Cevâben): "İki tânesi de öyledir." buyurdu. Ebû Hüreyre radiya`llâhu anh`den vârid olan diğer rivâyetde (mukayyed olarak) "Sinn-i bülûğa varmamış üç evlâd." denilmiştir.
HadisNo : 87


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Kıyâmet günü hesap
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN KADINLARA VA`Z ETMEK İÇİN BİR GÜN TAHSÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Kim hesâba çekilirse azâb edilmiş olur." buyurdu. -Âişe der ki "Allâhu Teâlâ ... buyurmuyor mu?" dedim de "Bu senin dediğin arzdır, yoksa her kim ince hesâba çekilirse helâk olur." buyurdu.
HadisNo : 88


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Harem-i Şerîf`in hürmeti;İlim öğretmek
Ravi : Ebû Şüreyh
Baslik : MEKKE HAREMİNDE KAN DÖKMENİN, AV HAYVANLARINA VE BİTKİLERİNE MÜDÂHALENİN MEMNÛİYETİ HAKKINDA EBÛ ŞÜREYH HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Feth (-i Mekke`nin ertesi) günü Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den bir söz işittim ki, onu söylerken (şu) kulaklarım duydu, kalbim belledi, (söyliyeni de) gözlerim (o anda) gördü. Allâh`a hamd ü senâ ettikden sonra buyurdu ki: Mekke`yi (tâ evvelden-beri) harâm eden Allâhu Teâlâ`dır. Onu harâm eden insanlar değildir. Bundan dolayı Allâh`a ve yevm-i Âhirete îmân eden kimse için Mekke`de ne kan dökmek, ne de bir ağaca balta vurmak olmaz. Şâyed Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (burada) mukâtele etti diye ruhsat tarafına kaçan biri bulunursa ona: "Allâh (u Teâlâ yalnız) Resûlüne izin vermiştir. Size izin vermemiştir." deyiniz. Bana da (yalnız) bir günün bir saâti içinde izin verdi. Ondan sonra bu günkü hürmeti dünkü hürmeti derecesine döndü. (Bu dediklerimi burada) hâzır olanlar, gâib olanlara teblîğ etsin.
HadisNo : 89


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz. Peygamber`e yalan isnadı
Ravi : Alî b. Ebî Tâlib
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN AĞZINDAN YALAN UYDURANLARIN HÂLİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işitdim, buyurdu ki benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem`deki yerine hazırlansın. Buhârî`ye göre: Rib`ıyy b. Hırâş, Alî (b. Ebî Tâlib) radiya`llâhu anh`den Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in "Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem`e girsin." buyurduğunu işittiğini kendisinden duymuş.
HadisNo : 90

Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz. Peygamber`e yalan isnadı
Ravi : Seleme İbn-i Ekva`
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN AĞZINDAN YALAN UYDURANLARIN HÂLİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, buyurdu ki: Benim söylemediklerimi her kim bana isnâd ederse Cehennem`deki yerine hazırlansın.
HadisNo : 91


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz. Peygamber`e yalan isnadı;Hz. Peygamber`i rüyâda görmek;Hz. Peygamber`in isimlerini almak
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : PEYGAMBER (S.A. VE S.)İN KÜNYESİNİN AD OLARAK KONULAMIYACAĞINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Benim adımı (kendinize, yâhud birbirinize) takınız. Künyemi de (yâni Ebû`l-Kâsım künyesini) de takınmayınız. (Şu da ma`lûm olsun ki,) her kim beni rü`yâda görürse hakîkatte beni görmüş olur. Zîrâ şeytan benim sûretime temessül edemez. Bir de, her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa Cehennem`deki yerine hazırlansın.
HadisNo : 92


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Harem-i Şerîf`in hürmeti
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : MEKKE`NİN KİMSEYE HALÂL OLMADIĞINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Allâh (ü Teâlâ, Ashâb-ı) Fîl`i, yâhud (beliyye-i) katli Mekke (`ye girmek)den habs (yâni men`) etmiştir. Yalnız Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ile mü`minler (o da bir kere Mekke) ahâlîsine taslît edilmişlerdir. Haberiniz olsun, (Mekke) benden evvel hiçbir kimse için helâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimse için helâl olmayacaktır. Biliniz ki o (yalnız) bir günün bir sâatinde (yalnız) benim için helâl olmuştur. Ma`lûmunuz olsun ki işte bu sâatde benim için bile harâmdır. (Mekke`nin) dikeni (bile) kesilmez. Ağacına balta değdirilemez. Yitiğini kimse (elini uzatıp) alamaz. Meğer ki (sâhibini) aramak için ola. O halde her kim (in bir kimsesi) katlolunursa iki şeyden hangisi (hakkında) hayırlı ise onu isteyebilir (yâni iki şey beyninde muhayyerdir.): ya (kendisine) diyet verilir, ya maktûlün ehli kısâs ettirir. -Bunun üzerine Yemen ahâlîsinden biri gelip: "Yâ Resûlâ`llâh, (Şu buyurduklarını) benim için yaz." dedi. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de): "Ebû fülân için yazınız." buyurdu. Derken Kureyş`den bir zât: "Yâ Resûlâ`llâh, izhırdan başka. Zîrâ biz onu evlerimiz(in inşâsın) de, kabirlerimiz(in binâsın) de kullanıyoruz." dedi. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhü aleyhi ve sellem de: "İzhırdan başka." buyurdu.
HadisNo : 93


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz. Peygamber`in vasiyetnâme yazdırmak istemesi;Nizâ (anlaşmazlık)
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : RESÛL-İ EKREM (S.A. VE S.)İN SON HASTALIĞINDA BİR VASIYYETNÂME YAZDIRMAK İSTEMESİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in (son hastalığında) ağrısı iştidâd edince: "Yazı yazacak şey getiriniz. Size öyle bir kitâb (vasiyyetnâme) yazdırayım ki ondan sonra hiç dalâlette kalmayasınız." buyurdu. Ömer radiya`llâhu anh: "Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in hastalığı ağırlaştı. Elimizde ise Allâhu Teâlâ`nın Kitâb`ı vardır. O bize yeter." dedi. Bunun üzerine (oradaki Sahâbe beyninde) ihtilâf çıktı. Sözleri birbirine karıştı. (Resûlu`llâl salla`llâhu aleyhi ve sellem de): "Yanımdan savulun. Benim yanımda nizâ` olmaz." buyurdu.
HadisNo : 94


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Kadınlar
Ravi : Ümmü`l-Mü`minîn Ümmü Seleme
Baslik : RESÛLULLÂH (S.A. VE S.)İN, ÜMMETİNİN İLERİDE FİTNE VE MUSÎBETLERE GİRİFTÂR, HEM DE SONSUZ Nİ`MET VE RAHMET HAZÎNELERİNE NÂİL OLACAKLARINI HABER VERMESİ
Hadis : Şöyle demiştir: Bir gece Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem uyandı da: "Sübhânallâh, bu gece ne fitneler nâzil oldu! Ne hâzineler de açıldı! Hücre sâhiblerini (yâni ezvâc-ı tâhirâtı) uyandırınız. Dünyâda nice giyinik kadınlar vardır ki âhiretde çıplakdırlar." buyurdu.
HadisNo : 95


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Her şey fânidir
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : YÜZ SENE SONRA YERYÜZÜNDE OLANLARDAN KİMSE KALMIYACAĞI HAKKINDA ABDULLÂH İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem âhir hayâtında bir kere bize Yatsı`yı kıldırdı. Selâm verince ayağa kalktı ve: "Bu geceyi görüyorsunuz ya, işte bu geceden i`tibâren yüz sene başında (bu gün) yer yüzünde olanlardan hiçbir kimse kalmıyacaktır." buyurdu.
HadisNo : 96


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu :
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : PEYGAMBER ALEYHİ`S-SELÂM`IN GECE KILDIĞI NAMAZ
Hadis : Şöyle demiştir: Bir gece Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in zevcât-ı tâhirâtdan teyzem Meymûne binti`l-Hâris (radiya`llâhu anhâ`nın) evinde kaldım. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem o gece (nöbeti dolayısiyle) nezdinde idi. Nebiyy-i Mükerrem salla`llâhu aleyhi ve sellem (Mescidde) Yatsı`yı kıldırdıktan sonra menzil (-i saâdet)ini teşrîf etti. Dört rek`at namaz kıldıktan sonra uyudu. Sonra kalktı: "Çocuk uyudu mu?" dedi. Yâhud buna benzer bir söz söyledi. Sonra (namaza) durdu. Ben de sol tarafına durdum. Beni sağ tarafına geçirip beş rek`at kıldı. Ondan sonra da iki rek`at kıldı. Ondan sonra uyudu. O kadar ki horultusunu duydum. Ondan sonra namaz (kıldırmak üzere mescid)a çıktı.
HadisNo : 97


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Ebû Hureyre`nin çok hadîs rivâyet etmesi
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : EBÛ HÜREYRE (R.A.)`İN ÇOK HADÎS RİVÂYETİNİN SEBEB-İ HİKMETİ
Hadis : Şöyle demiştir: Halk: "Ebû Hüreyre çok (hadîs rivâyet) ediyor." deyip duruyorlar. Halbuki Kitâbu`llâh`da (şu) iki âyet olmasaydı hiçbir hadîs nakletmezdim. -(Ebû Hüreyre bu sözden) sonra ... Âyet-i Kerîme`lerini okuyup derdi ki: Muhâcirîn kardeşlerimiz çarşılarda alış-verişle, Ensâr kardeşlerimiz de malları (ve toprakları) için çalışmakla meşgûl olurken Ebû Hüreyre boğazı tokluğuna Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e mülâzemet eder ve onların hazır bulunamadıkları meclislerde hazır bulunur, onların belleyemedikleri sözleri bellerdi.
HadisNo : 98


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Ebû Hureyre`nin çok hadîs rivâyet etmesi
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : EBÛ HÜREYRE (R.A.)`İN HİÇ BİR ŞEYİ UNUTMAMASININ HİKMETİ
Hadis : "Yâ Resûlâ`llâh, Sen`den bir çok hadîs işitiyorum da unutuyorum." dedim. "Ridânı (futanı) yay." buyurdu. Yaydım. Elleriyle (bir şey) avuçlayıp (ridânın) içine at(ıyor gibi yap)tı. Sonra: "Topla." diye emretti. Ridâmı topladım. İşte ondan sonra (artık) hiçbir şey unutmadım.
HadisNo : 99


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Ebû Hureyre`nin çok hadîs rivâyet etmesi
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : EBÛ HÜRYERE (R.A.)`İN PEYGAMBER (S.A. VE S.) DEN İKİ KAP (DOLUSU) İLİM BELLEDİĞİNE DÂİR RİVÂYETİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`den iki kap (dolusu) ilim belledim. Bunlardan birini (size) nisâr ettim. Diğerine gelince onu meydana çıkaracak olsam benim şu boğazım kesilir.
HadisNo : 100

Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Dinlemek;Küfre dönmemek
Ravi : Cerîr b. Abdullâh el-Becelî
Baslik : PEYGAMBER ALEYHİ`S-SELÂM`IN VEDÂ` HACCINDA MÜSLÜMANLARA BİR NASÎHATİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem Haccetü`l-Vedâ`da: "Halkı sustur da dinlesinler." diye emretti. (Halk sükût ettikten sonra): "Benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirlere dönmeyiniz." buyurdu.
HadisNo : 101


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz.Mûsâ;Hızır;Mûsâ (A.S.);Vedâ Haccı Hutbesi
Ravi : Übey İbn-i Kâ`b
Baslik : HAZRET-İ MÛSÂ-HIZIR ALEYHİ`S-SELÂM KISSASI
Hadis : Şöyle demiştir: Resûl-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Mûsâ Peygamber (salla`llâhu aleyhi ve sellem bir kere) Benî İsrâîl içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: "En çok âlim olan kimdir?" diye soruldu. "En âlim benim." diye cevab verdi. (Bu hususdaki) ilmi (Allâhu a`lem diyerek) Allah`a havâle etmediğinden dolayı Allâh (u Azîmü`ş-Şân) ona ıtâb etti. Allâh (u Teâlâ): "İki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir." diye ona vahyetti. "Yâ Rab, ona nasıl yol bulayım?" dedi. Ona: "Bir zenbil içinde bir balık taşı. Onu nerede kaybedersen (o kulum) oradadır." denildi. (Mûsâ aleyhi`s-selâm) gitti. Hâdimi Yûşa` b. Nûn (alehi`s-selâm) ı da (birlikte) götürdü. Bir zenbil içine de bir balık koyup yüklendiler. (İki denizin bitiştiği yerdeki) kayanın yanına varınca başlarını (yere) koyup uyudular. (derken tuzlanmış ölü) balık zenbilden sıyrı(lıp kurtu)ldı. Ve deniz içinde kendine su küngü gibi (bir boşluk bırakarak) yol açtı. (Deniz içinde böyle bir yolun açılması) Mûsâ ile hâdimince (aleyhime`s-selâm) şâyân-ı teaccüb bir şey olmuştu. (Uyandıktan sonra o gecenin bakiyyesi ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Mûsâ (aleyhi`s-selâm) Hâdimine: "Kuşluk yemeğimizi ver. Bu seferimizden yorgunluk duy(mağa başla)duk." dedi. (Halbuki) Mûsâ (aleyhi`s-selâm) emrolunduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Hâdimi: "Bak hele, taşın dibinde barındığımız zaman balı (ğın gittiğini haber verme) ğı unutmuşum." dedi Mûsâ (aleyhi`s-selâm): "Zâten istediğimiz de bu idi." dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına varınca bir de baktılar ki esvâbına bürünmüş bir zât (duruyor) Mûsâ (aleyhi`s-selâm) selâm verdi. Hızır (aleyhi`s-selâm): "Acâyib! Bu (senin bulunduğun yerde) selâm ne gezer?" dedi. "Ben Mûsâ`yım." dedi. O: "Benî İsrâil Mûsâ`sı mı?" diye sordu. "Evet." dedi. Mûsâ (aleyhi`s-selâm sonra yine söze başlayıp): "Sana ta`lîm olunan rüşd (ve hidâyet) den bana (bir şey) ta`lîm etmek üzere sana tebaiyyet edeyim mi?" dedi. Hızır (aleyhi`s-selâm): "Sen, benimle hiç mi hiç edemezsin yâ Mûsâ! Bende Allâh`ın kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim vardır ki sen onu bilemezsin. Sende de Allâh`ın verdiği öyle bir ilim vardır ki onu da ben bilemem." cevâbını verdi. (Mûsâ aleyhi`s-selâm): "Beni inşâ-Allah sabırlı bulursun. Sana hiçbir işinde de karşı gelmiyeceğim." dedi. Gemileri olmadığı için deniz kıyısında söyleştiler. Hızır (aleyhi`s-selâm)ı (gemiciler) tanıdılar. Ve onları navulsuz (gemiye) aldılar. (O sırada) bir serçe, geminin kenarına konup denizden bir iki yudum (su) aldı. Hızır (aleyhi`s-selâm): "Yâ Mûsâ, benim ilmimle senin ilmin, İlmu`llâhı bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez." dedi. Ve (ondan sonra) gemi tahtalarından birine el atıp söktü. Mûsâ (aleyhi`s-selâm). "Adamcağızlar bizi (gemilerine) navulsuz almışlarken sen, gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun." dedi Hızır aleyhi`s-selâm: "Sen, benimle hiç edemezsin demedim mi?" dedi. (Mûsâ aleyhi`s-selâm): "(Şu) dalgınlığımdan dolayı beni muâheze edip de bana güçlük gösterme." cevâbını verdi. (vâkıâ da) Mûsâ (aleyhi`s-selâm`ın) bu ilk muhâlefeti dalgınlık (eseri) idi. Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk (diğer) çocuklarla oynuyor.
HadisNo : 102


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu :
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : ALLAH YOLUNDA SAVAŞMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ MÛSÂ HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem`e biri gelip: "Yâ Resûlâ`llâh, Allâh yolunda kıtâl ne demektir? Kimimiz gazabına kapılarak, kimimiz ârından dolayı kıtâl ediyor. (Buna ne dersin?)" diye sordu. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem başını kaldırıp): "Her kim Kelimetu`llâh (yâni Kelime-i Tevhîd) daha âlî olsun diye kıtâl ederse onunkisi Allâh yolundadır." buyurdu.
HadisNo : 103


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Ruh
Ravi : Abdullâh b. Mes`ûd
Baslik : YEHÛDÎLERİN PEYGAMBER ALEYHİ`S-SELÂM`A, RUH NEDİR? DİYE SORMALARI
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte (bir gün) Medîne harâbelerinde yürüyorduk. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. Derken bir kaç yahûdîye tesâdüf etti. Bir takımı diğer takımına: "Ona rûhu sorun." dedi. Bir takımı da: "Ona (bir şey) sormayın (belki) bunun hakkında hoşlanmayacağınız bir şey söyler." Bâzıları ise: "Herhalde soracağız." dedi. Derken biri kalkıp: "Yâ ebe`l-Kâsım, rûh nedir?" diye sordu. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) sükût buyurdu. (Kendi kendime): "Ona şüphesiz vahiy geliyor." diyerek (yanından) kalktım.
HadisNo : 104


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hz. Peygamber`e itâat;İmanda İhlâs
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : KELİME-İ ŞEHÂDET`İ KALBEN TASDÎK EDEN KİŞİYE CEHENNEM ATEŞİNİN HARÂM OLDUĞUNA DÂİR ENES HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Muâz (b. Cebel) deve üstünde Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in terkisinde idi. "Yâ Muâz!" diye nidâ buyurdu. (Muâz): "Lebbeyk yâ Resûlâ`llâh" dedi. (Ve bu) üç kere (vâkı` oldu. Üçüncüsünde): "Hiç kimse yoktur ki kalbinden tasdîk ederek Allah`dan başka İlâh olmadığına ve Muhammed`in Resûlu`llâh olduğuna şahâdet etsin de, Allâh (u Teâlâ) onu (Cehennem) ateşine harâm etmesin." buyurdu. (Muâz): "Yâ Resûlâ`llâh, bunu halka haber vereyim de sevinsinler mi?" dedi. "Hayır, söyleme. Çünkü (sonra buna) güvenirler." buyurdu. Bunu Muâz (b.Cebel) vefâtına yakın günahdan sıyrılmak için haber verdi.
HadisNo : 105


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hayâ;İhtilâm olmak;İlimde ayıp olmaz;Kadınlar
Ravi : Ümmü`l-Mü`minîn Ümmü Seleme
Baslik : DÎNİ İŞLERDE UTANMANIN SUÂL SORMAĞA MÂNİ` OLMAMASI
Hadis : Şöyle demiştir: Ümmü Süleym radiya`llâhu anhâ, Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in yanına gelip: "Yâ Resûlâllâh, Allâh (u Teâlâ) hak (kı beyân etmek) dan hayâ etmez. Bir kadın ihtilâm olursa gusûl etmesi îcâb eder mi? diye sordu. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Suyu gördüğünde (evet.)" cevâbını verdi. Ümmü Seleme (hicâbından) yüzünü örterek: "Yâ Resûlâ`llâh, kadın da ihtilâm olur mu?" dedi. (Bunun üzerine Resûlu`llah salla`llâhu aleyhi ve sellem): "Evet, Allâh cezânı kaldırsın, (bu olmasa) çocuğu kendisine nasıl benzeyebilir?" buyurdu.
HadisNo : 106


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu :
Ravi : Alî b. Ebî Tâlib
Baslik : MEZÎNİN ABDESTİ BOZDUĞUNA DÂİR HAZRET-İ ALÎ HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Mezî ile müptelâ bir kimse idim. Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`e sorsun diye Mıkdâd (b. el-Esved)e söyledim. Sordu. "Abdesti îcâb eder." buyurdu.
HadisNo : 107


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hac menâsikı;Mikat
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : MÎKAT YERLERİ HAKKINDA ABDULLÂH İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Biri mescidde ayağa kalkıp: "Yâ Resûla`llâh nereden ihlâl edelim (yâni ihrâma girip Telbiyeye başlayalım?)" diye sordu. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Medîne ahâlîsi Zü`l-huleyfe`den, Şam ahâlîsi Cuhfe`den, Necid ahâlisi Karn`dan (i`tibâren) ihlâl etsinler." buyurdu. -(Abdu`llâh) b. Ömer der ki "Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: "Yemen ahâlîsi Yelemlem`den (i`itbâren) ihlâh etsinler." buyurduğu da söyleniyor.- İbn-i Ömer: "Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in böyle bir şey söylediğini bilmiyorum." derdi.
HadisNo : 108


Fasil : KİTÂBÜ`L-İLİM
Konu : Hac menâsikı;İhram
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : İHRÂMA GİREN KİMSENİN DİKİŞLİ BİR ŞEY GİYEMİYECEĞİNE DÂİR İBN-İ ÖMER HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Biri Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`den: "İhrâma giren (kimse) ne giyer?" diye sordu. Buyurdu ki, ne gömlek, ne don, ne burnus, ne cehri veya zağferân ile boyanmış bir kumaş giyer. Ne de sarık sarar na`leyn bulamadığı takdîrde mest giysin. (Mest giydiği vakitde de) onları topuklara varıncaya kadar kessin.
HadisNo : 109


Fasil : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Abdestsiz namaz olmaz;Hades
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : YEL`İN ABDESTİ BOZDUĞUNA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle demiştir: Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Kendisinde hades vâkı` olan kimsenin namazı (o kimse) abdest almadıkça kabûl olunmaz." buyurdu. -Hadramevt ahâlîsinden biri: "Yâ Ebâ Hüreyre, hades nedir?" diye sordu. "Sessiz veya sesli yel." cevâbını verdi.
HadisNo : 110


Sahih Buhari Hadisleri KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT

Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Namaz kılmak;Tevhîde dâvet;Zekâtın farziyeti
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : ZEKÂTIN VÜCÛBU HAKKINDA İBN-İ ABBÂS`IN RİVÂYET ETTİĞİ MUAZ İBN-İ CEBEL RADİYA`LLÂHU ANH HADÎSİ
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem Muâz (İbn-i Cebel) i Yemen`e (vâli ve kadı) gönderirken şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Ey Muâz! Yemenlileri (ibtidâ) Allah`tan başka ibâdete lâyık bir Tanrı olmadığını ve benim de Allâh`ın Peygamberi olduğumu bilmeğe ve tanımağa da`vet et! Eğer bu iki şehâdeti kabûl ederlerse bu defa onlara her gece ve gündüz üzerlerine beş vakıt namaz farz kılındığını öğret. Eğer namazın vücûbunu (namaz kılarak) i`tirâf ederlerse, bu defa da onlara bildir ki, Allah, kendilerine mallarında zekât farz kılmıştır. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve onların fakirlerine verilir.
HadisNo : 686


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Allâh`a şirk koşmamak;Bilmediğini sormak;Namaz kılmak;Sıla-i Rahm;Zekât
Ravi : Ebû Eyyûb-i Ensârî
Baslik : ZEKÂTIN VÜCÛBUNA DÂİR EBÛ EYYÛB-I ENSÂRÎ RADİYA`LLÂHU ANH HADÎSİ
Hadis : Şöyle rivâyet edilmiştir: Bir kimse Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`e: Yâ Resûla`llâh! (Kendisi ile amel edince) beni Cennet`e koyacak mûteber bir ibâdet haber verseniz, diye bir niyaz ve temennîde bulunmuştu. Mecliste bulunanlardan birisi: - Buna ne oluyor ki, ne dileği var ki? diye istifsâr etmesi üzerine Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem: - Bu bir gûnâ hâcet sâhibidir, nesi olacak, buyurup sâile karşı: - Allâh`ı tevhîd edersin ve Allâh`a ibâdette hiç bir şeyi şerik kılmazsın, namaz kılar, zekât verir, sıla-i rahm edersin, diye cevab verdi.
HadisNo : 687


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Allâh`a ibâdet;Allâh`a şirk koşmamak;Nâfile ibâdet;Namaz kılmak;Oruç
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : BU BABTA EBÛ HÜREYRE`DEN RİVÂYET OLUNAN A`RABÎ HADÎSİ
Hadis : (Bir gün) Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`e bir A`râbî geldi. Ve: - Yâ Resûla`llâh, beni bir ibâdete delâlet buyursanız ki, ben onu işleyince Cennet`e girebileyim, demişti. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: - Allâh`a ibâdet edersin, ve Allâh`a hiç bir şeyi şerik kılmazsın, farz olan namazı kılar, farz olan zekâtı verir ve Ramazan orucunu tutarsın! buyurdu. A`râbî (kemâl-i safvetle): - Hayâtım yed-i kudretinde olan Allâh`a yemîn ederim ki ben, sizden işittiğim bu ibâdetler üzerine hiç bir ibâdet ziyâde etmem, deyip de müteâkıben dönüp gidince, Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem: - Kim ki, ehl-i Cennet`ten bir nâsıye görüp mesrûr olmak isterse, şu temiz sîmâya baksın!, buyurdu.
HadisNo : 688


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Allah düşmanları ile savaş;Dâvete katılmak (icâbet);İrtidat edenler
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : EHL-İ İRTİDÂDIN KATLİ HAKKINDA EBÛ BEKR RADİYA`LLÂHU ANH`İN HÜKMÜ VE HAZRET-İ ÖMER`İN İ`TİRÂZI
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in vefâtı üzerine Ebû Bekr (-i Sıddîk halîfe) olup (kabâil-i) Arabdan irtidâd edenler küfr(-i sâbıklarına avdet) ettiklerinde (ordu sevkine teşebbüs etmişti.) Ömer: - Ey Halîfe-i müslimîn! Bunlara karşı nasıl harb açarsınız? Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Biz müslümanlar, Lâ ilâhe illa`llâh diyene kadar ehl-i şirk ile mukâteleye me`mûruz, kim ki bu şehâdet kelimesini söylerse hakk-ı şer`îsine tevfîkan benden malını ve canını muhâfaza etmiş olur (gizli) küfür ve ma`sıyetin hesâbı Allâh`a âiddir" demişti. Hazret-i Halîfe cevâben: - Va`llâhi her kim namazla zekâtı tefrîk ederse, bu gürûh ile harb ederim. Çünkü zekât mâlî bir haktır (namaz bedenî bir vazîfe olduğu gibi). Allâh`a yemîn ederim ki, bunlar, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgerlerse bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum, buyurdu. Bunun üzerine Ömer: - Vallâhi bildim ki mürtecîlerin katli hakkındaki Halîfenin bu hükmü, Cenâb-ı Hakk`ın Ebû Bekr`in gönlünde yarattığı genişliğin eseridir. Bu sâyede mukâtelenin hak olduğunu öğrendim, diye Hazret-i Sıddîk`ı tasdîk eyledi.
HadisNo : 689


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekâtı verilmeyen mallar
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HAZRET-İ SIDDÎK`IN YÜKSEK İRÂDESİ VE NÜFÛZ-I NAZARI;ZEKÂT`TAN İMTİNÂ` EDENLER HAKKINDA TAHZÎRÂT-İ ŞEDÎDE
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu dediği rivâyet edilmiştir: Sâhibi tarafından zekât hakkı verilmiyen deve, (Kıyâmet gününde) besili ve en güçlü kuvvetli hâli ile gelerek sâhibine musallat olup tabanlariyle onu çiğner. Zekâtı verilmiyen davar da gâyet semiz ve kuvvetli hâli ile gelerek sâhibine musallat olup tırnaklariyle onu çiğner, boynuzlariyle de vurur. Resûl-i Ekrem (devam edip) buyurdu ki: bu hayvanların haklarından birisi de su başında (sütlerinin) sağılması, (fakir ve ebnâ-i sebîle tasadduk edilmesi)dir. Resûli Ekrem (yine devam edip) buyurdu ki: Sakın sizden hiç biriniz kıyâmet gününde omuzuna zekâtını vermediği koyununu yüklenip avaz avaz bağırtarak ve: Yâ Muhammed! diye (istimdâd ede) rek (bana) gelmesin! Ben ona: Hükmü ilâhîden senin için bir zerresini tahfîfe mâlik ve muktedir değilim. Sana (dünyâda) hükm-i ilâhîyi tebliğ ettim, diye cevab veririm. Yine sizden hiç biriniz omuzunda zekâtını vermediği devesi yüklü bağıra, bağıra ve Yâ Muhammed! diye (istimdâd ede) rek (bana) gelmesin!. Ben buna da: Hükm-i ilâhîden bir zerresini senin için tahfîfe me`zun değilim. Sana (dünyâda) hükm-i ilâhîyi teblîğ ettim, diye cevab veririm.
HadisNo : 690

Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekâtı verilmeyen mallar
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : ZEKÂTTAN İMTİNÂ EDENLERİN ZEMMİ VE SÛRET-İ TA`ZÎBİ HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ VE İZÂHI
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurdu dediği rivâyet edilmiştir: Kim ki, Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını vermezse, kıyâmet gününde zekâtı verilmiyen mal, sâhibi için gâyetle semnâk erkek bir yılan sûretine konulur. Bunun iki gözü üstünde (nişâne-i vahşet olarak) iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyâmet gününde mal sâhibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan (ağzı ile) sâhibinin çenesini iki tarafından yakarlar. Sonra: ben senin (dünyâda çok sevdiğin) malınım, ben senin hazînenim! der. (yine Ebû Hüreyre demiştir ki:) Bundan sonra Resûl-i Ekrem, şu meâldeki âyet-i kerîmeyi okudu: (Sevgili habîbim! Allah hazîne-i kereminden kendilerine ihsan buyurulan servetle düşkünlere muâvenetten kaçan bahiller zannetmesinler ki, bu hareketleri kendileri için hayırdır. Belki en büyük bir şerdir, (bir vebaldır). Yarın mahşerde bunların bu servetleri boyunlarına lâle gibi takılarak teşhîr edilirler).
HadisNo : 691


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Nisab
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : NİSÂB-I ZEKÂT HAKKINDA EBÛ SAÎD-İ HUDRÎ RADİYA`LLÂHU ANH HADÎSİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: Beş okıyye (yâni iki yüz dirhem) den az miktar (daki gümüş) de zekât yoktur. En aşağı üçer yaşında beş deveden aşağısında da zekât yoktur. Beş vesak miktârının mâdûnunda (ki hurma, üzüm ve hubûbatta) dahi zekât vâcib değildir.
HadisNo : 692


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Sadaka helâl maldan verilir;Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HALÂL KAZANÇTAN VERİLEN SADAKANIN İND-İ İLÂHÎDE ŞÂYÂN-I KABÛL OLDUĞUNA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: Kim ki, halâl kazancından bir hurma değerinde bir şey tasadduk ederse -ki, Allah halâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabûl etmez- işte bu halâl sadakayı sağ eliyle kabûl eder. Sonra o tek hurma kadar sadakayı, dağ gibi oluncaya kadar, sizin biriniz erkek küheylân tayını büyüttüğü gibi sâhib-i sadaka için (ithimam ile) büyütür.
HadisNo : 693


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Hârise İbn-i Vehb
Baslik : ZEKÂT VERMEĞE MÜSÂREAT EDİLMESİNE DÂİR HÂRİSE İBN-İ VEHB RADİYA`LLÂHU ANH HADÎSİ
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: Ümmetim sadaka ver (meğe müsâraat edi)iniz!. Zîrâ size bir zaman gelir ki, kişi o sırada sadakasiyle (sokak sokak) dolaşır da onu kabûl edecek bir kimse bulamaz. (Sadaka verilmek istenilen) herkes: "Dün bu sadaka ile gelseydin (ihtiyâcım vardı) muhakkak ben onu kabûl ederdim. Fakat bu gün benim için bu sadakaya ihtiyaç yoktur" der.
HadisNo : 694


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Kıyâmet alâmetleri;Malın çoğalması
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : ZEKÂTA MÜSÂREAT HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: İçinizde mal çoğalarak (köşe bucak) dolup taşmadıkça kıyâmet kopmaz. Hattâ o sırada mal sâhibi, sadakasını kim kabûl eder ki, diye tasalanır. Hattâ arzettiği kimse, mala benim ihtiyâcım yoktur, der.
HadisNo : 695


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Allah huzûruna çıkış;Güzel söz sadakadır;Kıyâmet alâmetleri;Malın çoğalması;Sadaka vermek;Tasadduk;Yol kesmek
Ravi : Adiyy İbn-i Hâtim
Baslik : ZEKÂTA MÜSÂREAT HAKKINDA ADİY İBN-İ HÂTİM HADİSİ
Hadis : Şu haber rivâyet edilmiştir: (Bir kere) ben, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in yanında iken Huzûru Saâdet`e iki kişi geldi. Bunun birisi (ortalığın) fakr-ü ihtiyâcından yana, yakıla bahsediyordu. Öbürüsü de yol kesildiğinden (emniyet ve âsâyiş bulunmadığından) şikâyet etmişti. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (bunlara cevâb verip) buyurdu ki: Amma kat`-ı tarîk mes`elesi: (çok sürmez), az sonra sana bir zaman gelir ki, o vakit ticâret kervanı kimsenin himâye ve kefâletine muhtâc olmı(Zeker) tâ Mekke`ye kadar çıkar, (gider). Ortalığın müzâyakasına gelince: sizin biriniz (elinde) sadakasiyle (kapı kapı) dolaşıp da kendisinden bu sadakayı kabûl edecek bir kimse bulamayacak bir halde müreffeh günler gelmedikçe kıyâmet kopmaz. Sonra sizden biriniz (Âhirette) Allâhu Teâlâ`nın Dîvân-ı Sübhânîsinden muhakkak durur. Hem de Allah ile kendi arasında ne bir hicab, ne de Allah kelâmını terceme edecek bir terceman bulunmı(Zeker) duracaktır. Sonra Cenâb-ı Mevlâ o kula: - Sana ben mal vermedim mi? diye her halde sorar. O kul da: - Evet, (verirdin Allâh`ım) diye muhakkak cevab verir. Sonra Hak Teâlâ: - Sana ben Peygamber göndermedim mi? diye elbette sorar. O kul da: - Evet, (gönderdin Rabbim) diye şüphesiz cevâb verir. Bu halde o kimse sağına bakar, Cehennem ateşinden başka bir şey göremez. Sonra soluna bakar, Cehennem ateşinden başka bir şey göremez. Ashâbım! Şimdi sizin her biriniz tek bir hurmanın yarısı ile, bunu da bulamazsa güzel sözle olsun kendisini Cehennem ateşinden korusun!
HadisNo : 696


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Kadınların çoğalıp erkeklerin azalması;Malın çoğalması
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : ÂHİR ZAMANDA HARB ÇOKLUĞUNDAN ERKEK AZALIP KADIN ÇOĞALACAĞINA HATTÂ BİR ERKEĞİN KIRK KADININ VEKÎL-İ UMÛRU OLACAĞINA DÂİR EBÛ MÛSE`L-EŞ`ÂRÎ HADÎSİ
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`den nakl ederek şöyle rivâyet edilmiştir: Resûl-i Ekrem buyurmuştur ki: halk için elbette bir zaman gelecektir ki, o sırada bir adam altın sadakasiyle (taraf taraf) dolaşacak da sonra elinden sadakasını alacak bir fakîr bulamıyacak. Yine o sırada (masâib-i harbiye ile) erkeklerin azlığından ve kadınların çokluğundan nâşî (hâmîsiz) kırk kadının (düşmandan korkarak) bir erkeğin himâyesine sığındıkları görülecektir.
HadisNo : 697


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Ebû Mes`ûd Ukbe İbn-i Amr
Baslik : ASR-I SAÂDET`TEKİ MAÎŞET DARLIĞINI VE FÜTÛHÂT-İ İSLÂMİYYE ÜZERİNE REFAH VE SAÂDET DEVRİ AÇILDIĞINI BİLDİREN EBÛ MES`ÛD HADÎSİ
Hadis : Şöyle rivâyet edilmiştir: Ebû Mes`ûd demiştir ki. (sadaka âyeti nâzil olup da) Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem bize sadaka ile emrettiği sıralarda (sadaka vermeğe kudreti olmıyan) her hangi birimiz, çarşıya gider; ve arkasında (ücretle) yük çekerek iki avuç (hurma) kazanırdı. (Ve bu kazancından sadaka verirdi) bu gün ise bunlardan bâzılarının yüz binler (le servet)i vardır.
HadisNo : 698


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Kız çocukları;Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : HAZRET-İ ÂİŞE`NİN BİR HURMA SADAKA BUYURMALARI. ÂİŞE HAZRETLERİ BİR KEREDE KENDİSİNE HAZRETİ MUÂVİYE TARAFINDAN HEDİYE EDİLEN İKİ KESE ALTINI BİR GÜNDE FUKÂRAYA DAĞITMIŞ, AKŞAM VAKTİ ZEYTİN EKMEKLE İF
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) kendisinin iki kız çocuğu ile yanıma tese`ül ederek bir kadın girmişti. O sırada yanımda bir hurmadan başka bir şey bulunmuyordu. O bir hurmayı ona verdim. Kadın hurmayı iki çocuğu arasında taksîm etti. Ve kendisi ondan bir şey yemedi. Sonra kalkıp çıktı, (gitti). Müteâkıben yanıma Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem girdi. Bu vâkıayı kendilerine bildirdim. Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki. Kadın, erkek her hangi bir mü`min şu kız çocukları yüzünden bir sûretle sıkıntı çekerse (hayır bilsin! Çünkü) kız çocukları, kendisi için Cehennem ateşinden koruyan birer perde olurlar.
HadisNo : 699


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : SAHİH VE SON DERECE BAHİL OLUP DA SADAKA VERİR DE FAKİR OLURUM KORKUSU GÖNLÜNDE HÂKİM OLDUĞU HALDE VERİLEN SADAKA, SADAKALARIN EFDALİ OLDUĞUNA DAİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in huzûruna bir kimse, (Ebû Zer radiya`llâhu anh) geldi. Ve: - Yâ Resûla`llâh! Ecir ve sevâb cihetiyle hangi sadaka daha büyüktür? (ki, ben onu vereyim) diye sormuştu. Resûl-i Ekrem: - (Sevâbı büyük sadaka,) senin sahîh, son derece bahîl olduğun, fukarâlıktan korkar, zenginlikten hoşlanır bulunduğun halde verdiğin sadakadır. Can boğaza gelip, bu malım filân içindir, şu malım da falan içindir, diyene; ve bu (sülüsten fazlası) da veresenin olana kadar (sadakanı) te`hîr etme!
HadisNo : 700
Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Cömertlik;Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : SADAKA VERMEK
Hadis : Şöyle rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Nebî aleyhi`s-selâm`ın bâzı kadınları: - Hangimiz (evvel ölüp de) en çabuk sana kavuşacaktır? diye Resûl-i Ekrem`e sormuşlardı. O da cevâben: - Eli uzun olanınız, buyurmuştu. Bu def`a Peygamber`in kadınları bir kamıp endâze alıp kollarını ölçmeğe başladılar. İçlerinden en uzun kollu kadın Sevde (Bint-i Zem`a) idi. Fakat Resûlullâh`ın vefâtından sonra öğrendik ki, kolu uzun alan kadın, sadakası bol, (eli açık) kadın demek imiş. Ve hakîkaten içimizde Sevde, aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm`a ilk iltihak eden kadın oldu. Ve Sevde sadaka vermeği çok severdi.
HadisNo : 701


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Benî İsrâîl`in ibretli kıssaları
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HAYIR KASDİYLE VERİLEN SADAKADAN MÛSAB OLUNUR, BU BABTA RİVÂYET OLUNAN EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir. (Benî İsrâil`den) bir kimse her halde (bu gece) bir sadaka vereceğim, diye nezr ederek sadakasiyle (evinden) çıkmış ve sadakasını (tesâdüfî) bir hırsızın eline sunmuştu. Sabah olunca halk: - (Tuhaf şey?) Hırsıza sadaka veriliyor. (Bu câiz mi?) diye söylenirler. Sadakayı veren (bu yanlış işten müteessir olmı(Zeker)): - Yâ Rab! Yalnız Sana hamd edilir. (Sadaka verdiğim için hamd ederim,) dedi. Ve elbette sadaka veririm, diye yemîm etti, ve (gece evinden) sadakasiyle çıktığında (bu def`a da) bilmiyerek sadakayı bir zâniyenin eline sıkıştırdı. Sabahleyin halk: - (Bu ne hal?) Bu gece de rosbuya sadaka verilmiş, diye söylenirler. Sadaka veren kimse hiç aldırmayarak: - Yâ Rab! Fâhişeye (Sen`in irâdenle) sadaka verdiğim için Sana hamd ederim, dedi. Ve her halde sadaka vereceğim, diye azmetti. Ve sadakasiyle çıktığında bu def`a da bir zenginin eline koymuştu. Sabahleyin halk: - Zengine sadaka verilmiş, (olur şey değil?) diye dedikodu ederler. Sadaka veren zât: - Allâh`ım! Hırsıza, rosbuya, zengine sadaka verdiğim için Sana hamd ederim. (Bunlara sadakamı Sen`in irâdenle verdim.) diyordu. Sonra bu kimse, rü`yasında şöyle müjdelendi: - Hani o hırsıza verdiğin sadaka yok mu? (Kabûl olunmuştur) umulur ki, o sadaka sebebiyle hırsız, sirkatten vaz geçerek temiz bir hayâta kavuşur. Fâhişeye verdiğin sadakaya gelince, (bu da kabûl edilmiştir.) Me`muldür ki, bu kadın da çirkef hayattan kurtulup da kesb-i iffet eder. Hani o zengin! (Buna verilen sadaka da kabûl edilmiştir). Umulur ki, bu zengin de aldığı sadakadan mütenebbih olarak Allâh`ın kendisine verdiği servetten fukarâya vermeğe başlar.
HadisNo : 702


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Ma`n İbn-i Yezîd
Baslik : ZEKÂTIN FAZÎLET-İ AHLÂKA HİZMETİ HAKKINDA MAN`N İBN-İ YEZÎD İBN-İ AHNES HADÎSİ
Hadis : (Resûl-i Ekrem`e husûsiyetini ifâde ederek) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben, babam, büyük babam Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e bîat ettik. Resûl-i Ekrem beni nişanladı ve evlendirdi. Ve Resûl-i Ekrem`e da`vâ arz ettim. (Bana hak verdi. Bir kere) babam Yezîd, tasadduk etmek için bir mikdar altın ayırıp mescidde kendi nâmına tasadduk edivermesi için birisine bırakmıştı. Sonra ben geldim, o adamdan bu altınları alıp babamın yanına altınlarla geldim. Babam: - Va`llâhi bu parayı sana verilsin diye bırakmadım, diye altınları almak istedi. Ben de Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e keyfiyeti arz ettim. Resûl-i Ekrem (babama hitâb ederek): - Ey Yezîd! Niyet ettiğin sadaka savâbı sana âidtir. (Bana karşı da:) Ey Ma`n! Aldığın sadaka parası da senindir, buyurdu.
HadisNo : 703


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Ev kadının ecri
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Baslik : ZEVCİN MALINDAN KADININ TASDDUKU
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: Ev kadını, evinin taâmından isrâf etmiyerek (örf ü âdete göre âilesine, müsâfirlerine) infâk ve ikrâm ettiğnde, bu infâk ile me`cûr ve müsâb olur. Bu malı kazandığı cihetle de zevci, muhâfaza ettiği için hizmetçisi bir o kadar sevab kazanır. Bunlardan bâzısının ecr-ü sevâbı, öbirlerinin sevâbından hiç bir şey eksiltmez.
HadisNo : 704


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Dilencilik;Sadaka vermek;Tasadduk;Veren el - alan el
Ravi : Hakîm İbn-i Hizâm
Baslik : YED-İ ULYÂ, YED-İ SÜFLÂDAN HAYIRLI OLDUĞUNA DÂİR HAKÎM İBN-İ HİZÂM HADÎSİ
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`den naklen şöyle rivâyet edilmiştir: Resûl-i Ekrem buyurmuştur ki: (Veren) yed-i ulyâ, (alan) yed-i süflâdan hayırlıdır. Tasadduka, nafakası üzerine vâcib olanlara ihsân ile başla!. Sadaka-i kâmile, bol maldan verilendir. Tese`ülden sakınmak istiyenleri Allah afîf kılar. (Halkdan) müstağnî olmak isteyenleri de Allah ganî kılar.
HadisNo : 705


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Dilencilik;Veren el - alan el
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : YED-İ ULYÂ, YED-İ SÜFLÂDAN HAYIRLI OLDUĞUNA DÂİR HAKÎM İBN-İ HİZÂM HADÎSİ
Hadis : Şöyle rivâyet edilmiştir: Bir def`a Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem minber üzerinde sadakaya, fakirleri de tese`ülden tahzîr ile afîf olmağa teşvîk ederek) demişti ki: Yed-i ulyâ, yed-i süflâdan hayırlıdır. Çünki yed-i ulyâ münfikadır, (verir, yükselir). Yed-i süflâ ise sâiledir, (alır, alçalır).
HadisNo : 706


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Hayra delâlet
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : HAYRA DELÂLET HUSÛSUNDA EBÛ MÛSE`L-EŞ`ARÎ HADÎSİ
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e bir sâil geldiğinde, yâhud kendilerinden bir hâcet istenildiğinde o Hazret bize: "Siz de (bu işin husûli için bana) dalâlet ediniz, me`cûr olursunuz. Gerçi Cenâb-ı Hak Peygamberinin niyâz ve şefâati üzerine ne dilerse onu infâz edecektir" buyururdu.
HadisNo : 707


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Cömertlik;Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Esmâ` b. Ebî Bekr
Baslik : ESMÂ` BİNT-İ EBÎ BEKR`E RESÛL-İ EKREM: KESENİN AĞZINI BOĞMA, İNFÂK ET!. SONRA ALLAH DA SANA NASÎBİNİ İMSÂK EDER, BUYURMUŞTUR
Hadis : Bana Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: (Ey Esmâ`!) Kesenin ağzını boğma!, Allah da sana nasîbini imsâk eder. Bir rivâyette: Malını sayıp zaptetme!, Allah da sana nîmetlerini sayıp esirger. Bir rivâyette de: Sakın çömlekte para saklama! Sonra Allah da senden imsâk eder. (Ey Esmâ`!) Gücün yettiği kadar az olsa da sadaka ver!.
HadisNo : 708


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Câhilyede işlenen hayırlar;Köle âzad etmek;Sadaka vermek;Sıla-i Rahm;Tasadduk
Ravi : Hakîm İbn-i Hizâm
Baslik : ESMÂ` BİNT-İ EBÎ BEKR`E RESÛL-İ EKREM: KESENİN AĞZINI BOĞMA, İNFÂK ET!. SONRA ALLAH DA SANA NASÎBİNİ İMSÂK EDER, BUYURMUŞTUR
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben bir kere: - Yâ Resûla`llâh! Bana bâzı şeylerin hükmünden haber verir misin? Ben câhiliyyet devrinde sadaka, ıtk-ı rakabe, sıla-i rahm nev`inden birtakım ibâdetler işlerdim. Bu ibâdetlerde benim için ecir ve sevâb var mıdır, demiştim. Resûl-i Ekrem: - Ey Hakîm! Sen, mâzîdeki hayrâtının hasenâtını iktisâb ederek müslüman oldun,buyurdu.
HadisNo : 709


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Vekilharç
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : ESMÂ` BİNT-İ EBÎ BEKR`E RESÛL-İ EKREM: KESENİN AĞZINI BOĞMA, İNFÂK ET!. SONRA ALLAH DA SANA NASÎBİNİ İMSÂK EDER, BUYURMUŞTUR
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Efendisinin emrini tamâmen, derhal gönül hoşluğiyle infâz eden ve me`mûrünbih sadakayı, emr olunan kimseye veren müslim, hür bir kesedar, sadaka veren iki hayır sâhibinin birisidir.
HadisNo : 710
Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Cimrilik;Cömertlik;İnfak-İmsak
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : MÜNFİKA HALEF VE BEDELİNİN, MÜMSİKE DE MALININ TELEFİ SÛRETİNDE MELEKLERİN DUASI HAKKINDA EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: İbâd (u`llâh)ın, kendisinde sabaha erdiği hiç bir gün yoktur ki, o günde iki Melek nâzil olmasın. Bunların birisi: Yâ Rab! Malını infâk edene bedelini ver! diye duâ eder. Öbirisi de: Yâ Rab! İmsâk edene (malının) telefini ver, diye bed-duâ eyler.
HadisNo : 711


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Cimrilik;Cömertlik
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : BAHÎL İLE SAHÎNİN HÂLİNİ MUSAVVİR EBÛ HÜREYRE RİVÂYETİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittiği rivâyet edildilmiştir: Bahîl ile infâk eden cömerdin örneği, (şu) iki kimsenin meseli gibidir ki, bunların eynlerinde, iki göğüslerinden köprücük kemiklerine kadar (vücudlarını kaplayan) demirden cübbeleri vardır. (Bunlardan) münfik ve cömerd olan, sadaka verir vermez o demir zırh, onun bedeni üzerinde genişler, aşağı doğru uzar veya vücûdunu tamâmiyle kaplar. Hattâ (ayağının) parmaklarını örter. Zırh (ın zeyli) de (yerde sürünüp) sadaka veren kimsenin ayak izlerini siler, giderir. Bahîle gelince: o, hiç sadaka vermek istemez, derhal o zırhın bütün halkaları, vücûdun kendilerine muhâzî olan noktalarını (şiddetle) sıkar. Bahîl de bu sıkan zırhı genişletmeğe çalışır. Fakat muktedir olamaz.
HadisNo : 712


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Mazlûma yardım;Sadaka vermek;Tasadduk
Ravi : Ebû Mûsâ el-Eş`arî
Baslik : HER FERD-İ MÜSLİMİN KENDİ HALİNE VE DERECE-İ MAİŞETİNE GÖRE BİR SADAKASI VARDIR
Hadis : Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Resûl-i Ekrem (bir kere): - Her müslüman üzerine sadaka vermek vâcibdir, buyurmuştu. Ashâb-ı Kirâm: - Yâ Resûla`llâh! Ya sadaka edecek bir şey bulamayan (ne yapsın?) diye sordular. Resûl-i Ekrem: - Eliyle kazanır. Hem kendi nefsine faydalı olur, hem de tasadduk eder, buyurdu. Ashâb-ı Kirâm: - Ya bir kazanç yolu bulamazsa? diye sordular. Resûl-i Ekrem: - İhtiyac sâhibine, mazlûma yardım eder, buyurdu. Ashâb-ı Kirâm: - Böyle bir yardım yolu da bulamazsa, (gücü yetmezse) dediler: Resûl-i Ekrem: - Hayır işlesin, şerden de nefsini esirgesin. Bu da o kimse için sadakadır, buyurdu.
HadisNo : 713


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekâtı lâyık olana vermek
Ravi : Ümmü Atıyye
Baslik : BİR ZEKÂTLIK KOYUNUN TAKSİMİ CAİZ MİDİR?
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ensârî Nüseybe`ye, (yâni bana sadaka malından) bir koyun gönderilmişti. Nüseybe de bu koyunun etinden (bir parça) Âişe`ye göndermişti. Bu sırada Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem (gelip): - Yanınızda (yiyecek) bir şey var mı? diye sordu. (Hazret-i Âişe diyor ki,) bende bir şey yoktur. Yalnız Nüseybe`nin şu sadaka koyunundan (bana) gönderdiği bir parça et vardır, dedim. Aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm da: - Haydi getir! Zekât yerine ulaşmıştır, buyurdu.
HadisNo : 714


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekât miktarı
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : ZEKÂTIN AYNEN VEYÂHUD BEDELEN VERİLMESİNİN CEVAZI
Hadis : Ebû Bekr-i Sıddîk radiya`llâhu anh: Enes İbn-i Mâlik`e (zekât âmili ta`yîn ettiğinde) Allâh`ın, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e (alınmasını) emrettiği (mikdârı mübeyyin) bir mektub vermişti (ki, ahkâm-ı âtiye bu muharrerat cümlesindendir): Kimin zekâtı ki, bir yaşını doldurmuş bir dişi deveye bâliğ olursa ve sâhib-i malın yanında bu sıfatta deve bulunmaz da yanında iki yaşında bir dişi deve bulunursa, mal sâhibinden zekât olarak bu hayvan kabûl edilir de sâî, (yaş farkını telâfî için) mal sâhibine ya yirmi dirhem, yâhud iki koyun verir. Sâhib-i mal indinde bir yaşında bir dişi deve bulunmaz da iki yaşında erkek deve bulunursa, bu da o kimseden zekât olarak kabûl edilir. Fakat fark olarak bir şey verilmez.
HadisNo : 715


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekât miktarı
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : ZEKÂTTA MÜTEFERRİK MAL CEM` EDİLMEZ, MÜCTEMİ`DE TEFRİK OLUNMAZ, HAKKINDA ENES İBN-İ MÂLİK HADİSİ
Hadis : Şöyle rivâyet edilmiştir: Ebû Bekr radiya`llâhu anh Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in takdir buyurduğu zekât mikdârına dâir Enes İbn-i Mâlik`e yazdığı bir mektûbunda: zekât (artar veya eksilir) korkusiyle müteferrik (zekât malı) bir araya toplanmaz, müctemi` bulunanların arası da tefrik edilmez.
HadisNo : 716


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekât miktarı
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : İKİ ŞERİKTEN BİRİSİ MÜŞTEREK MALIN ZEKÂTINI VERİRSE AHAR ŞERÎKE HAKK-I MÜRÂCAATI HAKKINDA ENES İBN-İ MÂLİK HADÎSİ
Hadis : Şöyle rivâyet edilmiştir: Ebû Bekr radiya`llâhu anh, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in takdir buyurduğu zekât mikdârına dâir Enes`e (şunu da) yazmıştır: her hangi iki halîtadan müteşekkil müşterek bir sürünün zekâtı husûsunda bu halîta, (şirket) sâhibleri aralarında ber-mûcib-i adâlet yekdiğerine mürâcaat ederler.
HadisNo : 717


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Çalışmak;Medîne`ye hicret
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : DEVE ZEKATI HAKKINDA EBÛ SÂİD-İ HUDRÎ RİVAYETİ
Hadis : (Bedevî) bir A`râbî Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e hicretten sordu, - (Medîne`ye hicret edeyim mi? dedi). Resûl-i Ekrem cevâben: - Sakın hâ! Hicrete kalkışma! Hicret çok çetin iştir, buyurdu. Ve: - Senin deve nev`inden zekâtı verilmiş malın var mıdır? diye sordu. Bedevî: - Evet vardır, diye cevab verdi. Resûl-i Ekrem: - Öyle ise (beis yok) sen, Medîne`ye uzak olan köyünde çalış!. Allah senin (hayırlı) işi (nin sevâbı) ndan bir şey eksik bırakmaz, (köyünde de sana verir) buyurdu.
HadisNo : 718


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekât miktarı
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : HAZRET-İ EBÛ BEKR`İN ENES İBN-İ MÂLİK`İ BAHREYN`E ZEKÂT ÂMİLİ GÖNDERİRKEN AHKÂM-I ZEKÂTA DÂİR VERDİĞİ MEŞHUR MEKTÛBUNUN DEVE VE KOYUN ZEKÂTINA DÂİR AHKÂMI
Hadis : Allâhu Teâlâ`nın Resûline salla`llâhu aleyhi ve sellem, emrettiği farîza-i sadaka (mikdârı) hakkında Ebû Bekr radiya`llâhu anh`in Enes İbn-i Mâlik`e yazdığı mektûba (muhteviyâtından âtîdeki hükümler), şöyle rivâyet edilmiştir: Kim ki, mâlik olduğu deve adedi, bir "cezâ" zekât (nisâbına) bâliğ olur da develeri arasında "cezea" bulunmayıp "hıkka" bulunuyorsa (zekât âmili tarafından) o kimseden "hikka" kabûl edilir. Sâhib-i mal bu hikka ile birlikte (zekât me`mûruna noksanı telâfî için) ya iki koyun verir. Eğer iki koyun vermek mal sâhibi için kolay olursa. Yâhud da on dirhem (gümüş) verir. Bir kimsenin mâlik olduğu devesi bir "hikka" zekât (nisâbına) bâliğ olur da, develeri arasında "hikka" bulunmaz da "cezea" bulunursa (zekât me`mûru tarafından) o kimseden "cezea" kabûl edilir. Ve zekât me`mûru bu cezea ile birlikte (mal sâhibine) yirmi dirhem, yâhud iki koyun verir. Kim ki, mâlik olduğu devesi bir "hikka" zekât (nisâbına) bâliğ olur da onun yanında yalnız "bint-i lebûn" bulunursa, (zekât âmili tarafından) o kimseden "bint-i lebûn" kabûl edilir. Ve sâhib-i mal ya iki koyun, yâhud yirmi dirhem verir. Yine bir kimsenin devesi, bir "bint-i lebün" zekât (nisâbına) bâliğ olur da, develeri içinde "hikka" bulunursa, zekât me`mûru tarafından sâhib-i mal hisâbına bu hikka kabûl edilir. Ve memur tarafından ya yirmi dirhem, yâhud da iki koyun verilir. Bir kimsenin de devesi, bir "bint-i lebûn" zekât (nisâbına) bâliğ olur da develeri arasında "bint-i lebûn" bulunmayıp "bint-i mahad" bulunursa, o kimseden zekât olarak "bint-i mahad" kabûl edilir. Ve sâhib-i mal bint-i mahad ile berâber ya yirmi dirhem, yâhud iki koyun verir.
HadisNo : 719


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekât miktarı
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : HAZRET-İ EBÛ BEKR`İN ENES İBN-İ MÂLİK`İ BAHREYN`E ZEKÂT ÂMİLİ GÖNDERİRKEN AHKÂM-I ZEKÂTA DÂİR VERDİĞİ MEŞHUR MEKTÛBUNUN DEVE VE KOYUN ZEKÂTINA DÂİR AHKÂMI
Hadis : Ebû Bekr radiya`llâhu anh`in, kendisini Bahreyn`e (zekât âmili olarak) gönderirken şu mektûbu verdiği rivâyet edilmiştir: Sana verilen şu mektub, Allâh`ın, Resûlüne emrettiği ve Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in müslümanlar üzerine takdîr ve ta`yîn buyurduğu farîza-i zekât (ahkâmını muhtevî bir nüsha) dır. Her hangi bir müslümandan bu kitabda bildirilen mikdârı vechile zekât taleb edilirse, o müslüman bu zekâtını taleb edilirse, o müslüman bu zekâtını versin! Bundan fazla istenilirse (ziyâdeyi) vermesin! Deveden yirmi dört (tânesi) nde ve bundan aşağısında koyun olarak (vâcib olan zekât,) her beş devede bir koyundur. Deve sayısı 25 şe irişince 35 şe kadar dişi bir bint-i mahad, 36 ya irişince 45 şe kadar dişi bir bint-i lebun, 46 ya irişince 60 şa kadar dişi boğur basacak bir hıkka, 61 re irişince 75 şe kadar dişi bir cezea, 76 ya irişince 90 na kadar dişi iki bint-i lebun, 91 re irişince 120 ye kadar dişi bogur basacak iki hıkka zekât vermek vâcib olur. Deve sayısı yüz yirmiden fazla olunca, her kırk devede bir "bint-i lebûn", ve her elli devede bir hikka zekât vardır. Kim ki, dört deveden fazla hayvana mâlik değildir, bu mikdarda sadaka yoktur. Meğer ki, deve sâhibi (tetevvuan) vere. Deve sayısı beşe bâliğ olunca da bir koyun zekât vâcib olur. Senin bir çok günleri yaylakta güdülen koyunun zekâtı, kırk olunca, yüz yirmiye kadar bir koyundur. Yüz yirmiden ziyâde de iki yüze kadar iki koyundur. Koyun iki yüzü geçerse üç yüze kadar, üç koyundur, üç yüzü geçince her yüz koyunda bir koyun vâcib olur. Bir kimsenin de yayılır koyunu, kırktan bir koyun noksan olursa, bu noksan koyunda zekât yoktur. Meğer ki, koyun sâhibi (nâfile olarak) vermek dileye. (İki yüz dirhem) gümüşte de rub`u öşür (mikdârı) zekât vâcibtir. Gümüş mikdârı yüz doksan dirhem olursa, bundan da zekât yoktur. Meğer ki, gümüş sâhibi (tetavvuan) vermek isteye.
HadisNo : 720
Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekât miktarı
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : ZEKÂTTA NE MALIN YAŞLISI VE AYIBLISI, NE DE KOÇ GİBİ DÖL HAYVANI ALINMAMASI
Hadis : Ebû Bekr radiya`llâhu anh`in, Allâh`ın, Peygamberi salla`llâhu aleyhi ve sellem`e (takdîrini) emrettiği zekât mikdârına dâir mektub yazdığı (ve şu hükümleri ihtivâ ettiği) rivâyet edilmiştir: Zekâtta (ne) malın yaşlısı ve ayıblısı, (ne de koç veya teke gibi) döl hayvanı alınmaz. Meğer ki, zekât me`mûru bunlardan almak dileye.
HadisNo : 721


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Ehl-i kitap;Kiymetli malları zekât almamak
Ravi : Abdullâh b. Abbâs
Baslik : RESÛL-İ EKREM MUÂZ İBN-İ CEBEL`İ YEMEN`E GÖNDERİRKEN EVÂMİRİ CÜMLESİNDEN BİRİSİ DE: HALKIN, SÂHİBİ NAZARINDA EN KIYMETLİ MALINI ZEKÂT OLARAK ALMAMASI İDİ. BU HUSUSTA İBN-İ ABBÂS`IN BİR RİVÂYETİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in Muâz (İbn-i Cebel)i Yemen`e vâli gönderdiğine dâir hadîs. Buradaki rivâyette de İbn-i Abbâs, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: Ey Muâz! Sen ehl-i kitâb olan bir kavmin üzerine vâli gidiyorsun, buyurduğunu rivâyet ve hadîsin mâba`dini zikr ettikten sonra âhirinde Resûl-i Ekrem`in: "Ey Muâz! Halkın, sâhibi nazarında en kıymetli mallarını almaktan da hazer et!" buyurduğu rivâyet edilmiştir.
HadisNo : 722


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Malın kıymetlisini infak (birr)
Ravi : Enes b. Mâlik
Baslik : SEVİLEN MALDAN SADAKA VERMEK
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ebû Talha, Medîne`de hurmalık mal cihetiyle Ensâr`ın en zengini idi. Kendisince emvâlinin en sevimlisi de "Beyruhâ" (denilen bostanı) idi. Beyruhâ, Mescid-i Nebevî karşısında idi. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de Beyruhâ`ya girer, ve onun içindeki güzel sudan içerdi. Enes radiya`llâhu anh demiştir ki: (Ey mü`minler! Malınızın sevdiğiniz kısmından tasadduk etmedikçe hayr-ı mahza, rızâ-yi Bârî`ye nâil olamazsınız!) meâlindeki âyet-i kerîme nâzil olunca, Ebû Talha doğrudan Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e gelip demiştir ki: - Yâ Resûla`llâh! Allah Tebâreke ve Teâlâ: (Ey mü`minler! Malınızın size sevimli kısmından tasadduk etmedikçe rızâ-yi Bârî`ye nâil olamazsınız!) buyuruyor. Malımın bana en sevimli olanı "Beyruhâ"dır. Beyruhâ` Allah için sadakadır. Bu sadakanın hayrını ve Allâhu Teâlâ indinde onun zuhr-i âhiret olmasını umarım. Yâ Resûla`llâh! Bu bostan mı Allâhu Teâlâ`nın sana gösterdiği münâsib cihete (lütfen) sarf eyle!. (Enes İbn-i Mâlik demiştir ki): Bunun üzerine Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: - Tuhaf şey Beyruhâ` (âhirette) sâhibine kazanç veren bir maldır. Beyruhâ` (dünyâda) verimli bir îradtır. Senin ve ne demek istediğini de işittim, (biliyorum). Ben, bu bostanı akrabâna tasadduk ve tahsîs etmeni muvâfık bulunuyorum, buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha: - Yâ Resûla`llâh! Ben de arzunuz vechile yaparım, dedi. Ve Ebû Talha Beyruhâ`yı akâribi ve am-zâdeleri arasında taksîm eyledi.
HadisNo : 723


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Malın kıymetlisini infak (birr);Sadakayı yakınlarına vermek
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : AKRABÂYA VERİLEN SADAKA HAKKINDA EBÛ SAÎD-İ HUDRÎ RADİYA`LLÂHU ANH HADÎSİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in (bir bayram günü) musallâya çıktığı hakkındaki Ebû Saîd-i Hudrî radiya`llâhu anh hadîsinin rivâyeti yukarıda geçmişti. Bu rivâyette de Ebû Saîd-i Hudrî demiştir ki: Resûlullâh mescidden dönüp menziline geldiğinde, İbn-i Mes`ûd`un zevcesi Zeyneb gelmiş, Huzûru Saâdet`e girmek için izin istemişti. (Bilâl tarafından): - Yâ Resûla`llâh! Şu izin isteyen kadın Zeyneb`dir, diye arz edildi. Resûl-i Ekrem: - Zeyneb`lerin hangisidir? diye sordu. - İbn-i Mes`ûd`un kadınıdır, diye cevâb verildi. Resûl-i Ekrem: - Evet, ona izin veriniz! buyurdu. Ve Zeyneb`e izin verildi. Zeyneb: - Yâ Nebiyya`llâh! Siz bu gün (Mescid`de) sadaka ile emrettiniz. Benim yanımda kendime âid ziynetlerim vardı. Bunları tasadduk etmek istedim. Fakat İbn-i Mes`ûd, kendisinin ve oğlunun, sadaka vereceğim kimselerden daha ziyâde sadakaya müstehak olduklarını iddiâ etti. (Ne buyurursunuz?) dedi. Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem cevâben: - İbn-i Mes`ûd doğru söylemiştir. Zevcin ve oğlun, tasadduk edeceğin kimselerden daha ziyâde sadakaya lâyıktır, buyurdu.
HadisNo : 724


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Zekât nisabına girmeyen mallar
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : MÜSLİM`İN ATINDA VE KÖLESİNDE ZEKÂT OLMADIĞINA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: Müslüman üzerine atı için ve kölesi için zekât vermek vâcib değildir, buyurduğu rivâyet edilmiştir.
HadisNo : 725


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Dünya hâyatının câzibesi
Ravi : Ebû Saîd-i Hudrî
Baslik : RESÛL-İ EKREM SALLA`LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM`İN BİR HUTBESİNDE DÜNYÂ MAL VE İHTİRÂSININ ÜMMETİNİ DALÂLETE SEVK ETMESİNDEN ENDÎŞELENDİĞİNE DÂİR EBÛ SAÎD-İ HUDRÎ HADÎSİ, BU ENDÎŞELERİNİ İKİ VECHİLE BELÎĞ
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Günün birisinde Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem minber üzerinde oturmuştu. Biz de kendisinin etrâfında oturmuştuk. Bu halde aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm buyurdu ki: Ben (ebediyyete gittik) den sonra dünyâ çiçeğinden, dünyâ hüsn ü behcetinden önünüze nice açılacak ni`met sofraları, hayat sahneleri (yok mu? Bu), sizin için korktuğum muhakkak olan şeylerdendir. Bunun üzerine (Ashab`tan) bir zât: - Yâ Resûla`llâh! Hiç hayr ü ni`met, şerr ü mefsedet celb eder mi? (ki, korkuyorsunuz!) diye sordu. Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem (vahye intizâr ederek bir müddet) sükût etti. O sâile Ashâb tarafından: - Sen kim oluyorsun ki, Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`e sual soruyorsun? (Bak) sana cevab bile vermiyor, denildi. O sırada biz, Resûl-i Ekrem`e vahy geliyor olduğunu anladık. Râvî Ebû Saîd diyor ki: Resûl-i Ekrem dökmekte bulunduğu bol bir teri nâsıyesinden sildi. Ve sual soran kimseyi över bir edâ ile: - Sâil nerededir? diye sordu. Ve sonra buyurdu ki: - Hakîkaten hayr ü ni`met, şerr ü mefsedet getirmez, (fakat sebeb olur. Bakınız!) Baharın bitirdiği otlardan (zehirli) bir kısmı vardır ki, o, (yiyeni) öldürür, yâhud ölüme yaklaştırır. Lâkin yeşil ot böyle değildir. Onu otlayan hayvan, ölüm tehlikesinden masundur. Bu hayvan, o yeşil otu yer, iki böğrünü şişirince bahar güneşini karşılar. Kolayca tersler, işer, genişler. (Yine) bol bol yer. İşte bu dünyâ malı da yeşil ot gibi câzibtir, tatlıdır. Bu ni`metten miskîne, yetîme, vatancüdâ yolculara tasadduk eden zengin müslüman, ne hayırlı kişidir. (Râvî şek ederek diyor ki:) "yâhud Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in: haksız haram mal toplayan, harîs de dâimâ yiyen, bir türlü doymayan obur gibidir. Kıyâmet gününde bu mal, kendi sâhibinin buhlüne şahâdet edecektir" buyurduğu gibi.
HadisNo : 726


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Sadakayı yakınlarına vermek
Ravi : Abdullâh b. Mes`ûd
Baslik : ZEVCENİN ZEVCİNE VE KARDEŞ YETİMLERİNE TASADDUKUNUN İKİ ECRİ VARDIR: ECR-İ SILA, ECR-İ SADAKA
Hadis : Zeyneb demiştir ki: (Bayram günü) Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`e gittim. Kapıda Ensar`dan bir kadını (bekler) buldum. Onun hâceti de, benim hâcetim gibi idi. Bilâl yanımıza geldi. Biz Bilâl`e: Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`e sor!: Bizim, zevcimize ve himâyemizde bulunan yetimlerimize sadaka vermemiz kifâyet eder mi? (Sadaka vermiş olur muyuz?) dedik. Bilâl Resûlullâh`a arz etti. Resûlullâh da: - Evet bunlardan her birinin sadakası için iki ecir vardır: biri karâbet ve sıla-i rahm ecri, öbürü de sadaka ecr ü sevâbı, buyurmuş.
HadisNo : 727


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT
Konu : Sadakayı yakınlarına vermek
Ravi : Ümmü`l-Mü`minîn Ümmü Seleme
Baslik : ZEVCENİN ZEVCİNE VE KARDEŞ YETİMLERİNE TASADDUKUNUN İKİ ECRİ VARDIR: ECR-İ SILA, ECR-İ SADAKA
Hadis : Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kerre) ben: - Yâ Resûla`llâh! (Ölen zevcim) Ebû Seleme`nin çocuklarını infâk ettiğimden dolayı bana ecr ü sevab var mıdır? Onlar, benim de çocuklarımdır, diye sordum. Aleyhi`s-salâtü ve`s-selâm cevâben: - Bu çocukları infâk et!. Bunlara verdiğin sadakanın ecr ü sevâbı vardır, buyurdu.
HadisNo : 728


Fasil : KİTÂBÜ`Z-ZEKÂT


Cuma günü gusletmek ve Cumanın Fazileti Hadis-i Şerifler

Sual: Cuma günü gusletmek vacip diyorlar. Bu konuda hadis de varmış. Doğru mu? Bir de Cuma gecesi cünüplükten gusleden de Cuma guslü sevabı alır mı?
CEVAP
Hadis-i şerifleri, müctehid âlimlerin açıklaması olmadan okumak yanlışlıklara sebep olur. Cuma günü gusletmek müekked sünnettir. O hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Cuma günü gusletmek vacibdir [yani lüzumludur].) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, İ.Ahmed, İ. Mâlik, Taberani, Deylemi, İ. Hibban, Ebu Nuaym]

Başka bir hadis-i şerifin meali de şöyledir:
(Cuma günü gusletmek bana farz, size nafiledir [sünnettir].) [Deylemi]

Bu hadis-i şerif, önceki hadis-i şerifi açıklamaktadır. Peygamber efendimizin farzdan başka yaptığı amellerin hepsine nafile denir. O işlediği için bize sünnet oluyor. Beş vakit namazın sünnetleri ve diğer bütün sünnetler nafiledir.

Cuma günü gusletmek çok önemlidir. Resulullah efendimizin bu konuda birçok hadis-i şerifleri vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(Cumaya gelen gusletsin!) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]

(Cuma günü gusletmek, bir haftalık günahlara kefarettir. Üç gün fazlasıyla.) [Taberani]

(Bir Cuma diğerine kadar, beş vakit namaz da, diğer namaza kadar işlenen günahlara kefarettir. Cuma guslü de öyledir. Cumaya gitmek için atılan her adım, yirmi yıllık amele bedeldir. Cumadan çıkınca da, 200 yıllık amel mükafatı verilir.) [Beyheki]

(Cuma günü gusledenin günahları affolur.) [Taberani]

(Cuma günü gusledenin günahları temizlenir, ona “Ameline yeniden başla” denir.) [Deylemi]

(Cuma günü ehline yakın olana iki sevap vardır. Biri kendi, diğeri de eşinin guslünün sevabı.) [Beyheki]

(Kim Cuma günü gusledip, mescide erken gider, hutbeyi dinler ve sükût ederse, onun attığı her adım için kendisine bir yıllık [nafile] oruç ve bir yıllık [nafile] namaz sevabı yazılır.) [Taberani]

(Cuma günü gusledip ilk saatlerde giden, bir deve kurban edip sadaka olarak dağıtmış gibi sevaba kavuşur. Daha sonra gelene bir inek; ondan sonra gelene bir koç, bundan da sonra gelene bir tavuk kesip sadaka olarak dağıtmış kadar sevap verilir. En son gelene de yumurta sadaka sevabı yazılır. İmam hutbeye çıkınca, melekler de, sevap yazmayı bırakıp hutbeyi dinler.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]

Cuma gecesi cünüplükten gusleden, Cuma guslü sevabına kavuşur.

Bir iş için üç niyet
Sual: Cünüp olan kimse, Cuma gecesi gusletse, ertesi günü aynı zamanda bayram olsa, bu kişi, hem cünüplükten temizlenmeye, hem Cuma ve bayram guslüne niyet etse hepsi için ayrı sevaba kavuşur mu?
CEVAP
Evet, hepsine niyet edince hepsi için sevaba kavuşacağı Nimet-i İslam kitabında yazılıdır.

(Cünüplükten yıkanana hiç sevab olur mu?) diyenler de çıkıyor. Cünüplükten gusletmek farzdır. Farzı işleyen çok büyük sevaba kavuşur. Bir hadis-i şerif meali:
(Cünüplükten gusledene, üzerindeki kıl sayısınca sevab verilir, o kadar günahı affolur, Cennetteki derecesi yükselir. Guslü için ona verilecek sevab, dünyada bulunan her şeyden daha hayırlı olur. Allahü teâlâ meleklerine, “Bakın, bu kulum, gece üşenmeden kalkıp, emrime uymak için guslediyor. Şahit olun ki, bunun günahlarını af ve mağfiret eyledim” buyurur.) [Gunye]

Cuma günü için gusletmek sünnettir ve çok sevabdır. Hatta bu guslün önemini bildiren hadis-i şeriflerden dolayı, farz diyen âlimler de vardır. İki hadis-i şerif meali:
(Cuma guslü her müslümana vacibdir.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, İ.Malik, İ.Ahmed, Deylemi, Taberani, Ebu Nuaym]

(Cuma günü gusledenin günahları temizlenir, ona, “[Haydi, günahsız olarak] ameline yeniden başla” denir.) [Deylemi]

Gusülde niyet
Sual: Cünüp olduğunu unutan kimse, Cuma namazı için guslederse, temiz olur mu? Bu gusülle namaz kılabilir mi?
CEVAP
Evet, temiz olur, çünkü Hanefî’de niyet farz değildir, fakat farz sevabına kavuşamaz. (S. Ebediyye)

Cuma guslü
Sual: Perşembe günü öğleden sonra gusledince, cuma günü gusletmiş sevabı hâsıl olur mu?
CEVAP
Evet, sünnet sevabı hâsıl olur. (Nimet-i İslâm)

Namaz hakkında Hadis-i Şerifler

Şimdi, gönüllerin sultanı olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in namaz hakkındaki bir kısım hadis-i şeriflerini nakledeceğiz. Bu hadis-i şeriflerde, namaz kılmamanın dünyevi ve uhrevi cezalarından bahsedilmektedir. Ancak ilk önce şunu belirtelim ki, amacımız korkutmak değil, sevdirmektir; uzaklaştırmak değil, yakınlaştırmaktır; zorlaştırmak değil, kolaylaştırmaktır. Ama Müslüman bir toplumda yaşamasına, her vakit ezanların sesini işitmesine ve namazın kıymeti hakkında onlarca sözü duymasına rağmen kişi hala namazını terk edebiliyorsa, herhalde bu kişiye işlediği günahın büyüklüğü anlatılmalıdır; anlatılmalıdır ki, belki bu korkutma onun hidayetine bir vesile olur.

Hem bizim yaptığımız şey, sadece hakikatleri nakletmektir. Hakikatleri tebliğ eden ise Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Söz O’na aittir, kelam O’nundur, haber veren O’dur; biz sadece tebliğcileriz. Bu sebeple, bu makamda nakledeceğimiz hadis-i şeriflere bu göz ile bakmalı; hakikatleri naklettiğimiz için bizlere kızılmamalıdır. İnşallah bu hadis-i şerifler gafil kafaya bir tokmak olur ve kişinin namaza başlamasına bir vesile olur.

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.” (Mecmâü’l-Evsat, 3:154, (2313.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir)

Ebu’d-Derda (r.a) şöyle dedi: “Dostum Muhammed (s.a.v) bana şöyle tavsiyede bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda Allah ‘a ortak koşma ve farz olan namazı bilerek terk etme. Kim ki farz olan namazı bilerek terk ederse Allah ‘ın koruması ondan uzaklaşmıştır.” (Müsned:5/238, El-Bani Sahihi ibn Mace:3529, Beyhaki)

Abdullah bin Kurt radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Kıyamet günü kul, ilk önce namazdan hesaba çeki­lecektir. Namaz düzgün ise diğer ameller de düzgün olacaktır. Eğer namaz bo­zuk ise diğer ameller de bozuk olacaktır.” Taberâni, Terğib

Hz. Nevfel bin Muaviye radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Kim, bir namazı kazaya bırakırsa, sanki onun çoluk çocuğu ve malı mülkü elinden alınmış gibidir.” İbni Hibban

Evet dünyada kaybettiği en ufak şeylere üzülen insan namazı terk etmekle neleri kaybettiğini bir bilsen.

Abdul­lah b. Ömer (r.a.)’dan nakledilen bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “İkindi namazını kaçıran kimse sanki ailesi ve malı helak edilmiş kimse gibidir.” (Camiu’l Ehadis)

Ey namaz kılmayan kişi! Sadece ikindi namazını kılmamakla nasıl bir zarar ettiğini anladın mı? Ailen ve malın helak edilmiş kadar!..

Hz. Ebû Ûmâme radıyallahu anh’dan rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Allahu Teâlâ’nın bir kula iki rek’at namaz kılması için tevfik vermesinden daha üstün bir şey yoktur. Kul namazla meşgul olduğu sürece başı üzerine iyilikler ve hayırlar saçılır.” (Müsned)

Cabir ibni Abdullah (r.a)dan rivayet edilmiştir Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Kişiyle küfür arasında namazın terki vardır.” (müslim,ebu davud, tirmizi,ibni mace,müsned)

Sevban radıyallahu anh dan rivayet edilmiştir Resulullah s.a.v. den şöyle buyurdular: “Müslüman kul ile kâfirlik ve iman arasında sadece namaz vardır, Müslüman bir kişi namazı terk ettiği zaman kesinlikle Allaha şirk koşmuş olur.” Bu hadisi hibetullah taberi sahih bir isnatla rivayet etmiştir.

Cabir İbn-i Abdullah (r.a.)’dan nakledilmiştir, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı da abdesttir.” (Müsned)

O halde kim cennetin anahtarını almak isterse namazını kılsın ve o anahtar ile cennetin kapısını açsın. Ve namaz kılmayan kişi de namazı terk ederek neyi kaybettiğine dikkat etsin!..

Abdullah ibn-i Amr ibn As (ra)’den rivayet edilmiştir: Bir gün Rasulullah (sav) ‘namaz’dan konuştu. Buyurdu ki: “Her kim şu beş vakit namazı eksiksiz kılarsa namazı, kıyamet gününde ona bir aydınlık, hakkında delil ve kurtuluş olur. Her kim de bu beş vakit namazı gereği gibi kılmazsa kıyamet gününde Karun’la, Haman’la, Firavun’la ve Ubeyy ibn-i Halefle birliktedir.” (Müsned: 2/169, Darimi: 2/301, İbn-i Hibban: 1448)

Bu hadis-i şerifin şerhinde şöyle denilmiştir: Namaz kılmayanın bu dört kişiden biriyle bulunmasının sebebi şudur: Kişi malı ile oyalanırken namazını kılmamışsa, servet sahibi Kârun’a benzemiştir, onunla haşredilir. Eğer saltanatı onu alı koymuşsa Firavun’a benzemiştir, onunla haşredilir. Eğer vezirliği veya idareciliği namaz kılmasına engel olmuşsa, vezir Hâman’a benzemiştir, onunla haşrolunur. Eğer namaza ticareti mani olduysa, Mekkeli tacir Übey b. Halef’e benzemiştir, onunla bir arada bulunur.

Ey namazın kıymetini anlamayan nefsim! Acaba öğlenin sıcağına dayanamayan sen, yakıtı insanlarla taşlar olan ateşe nasıl sabredeceksin!? Kârun, Firavun, Hâman ve Übey b. Haleflerin de içinde bulunduğu kat kat artan azaba nasıl tahammül edeceksin!?

Cenab-ı Hak Mâun suresinde şöyle buyurmuştur: “Veyl o namaz kılanlara ki, onlar namazlarında gafildirler.”

Bu ayet-i kerimede geçen “Veyl” lafzı hakkında Ata b. Yesar hazretleri şöyle der: “Veyl, cehennemde bir vadidir ki, oraya dağlar konsa hararetinin şiddetinden eriyiverirler.”

İbn-i Abbas hazretleri de şöyle der: “Veyl, cehennemde bir vadinin adıdır. Cehennem onun yüksek hararetinden Allah’a sığınır. Burası namazı vaktinde kılmayanların meskenidir.”

Yine Cenab-ı Mevla Meryem suresinde şöyle buyurmuştur: “Sonra onların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler ve şehvetlerine uydular; onlar yakında Gayya’ya gireceklerdir.”

Ayet-i kerimede geçen “Gayya” hakkında bazı müfessirler şöyle demişlerdir: “Gayya” cehennemdekilerin irin ve yaralarının aktığı bir takım kuyulardır.”

İbn-i Mesud hazretleri bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle der: “Bu cezaya çarptırılacak kimseler, namazlarını tamamen terk edenler değillerdir. Onlar namazlarını vaktinden sonra kılanlardır.”

Tabiînin büyüklerinden Said b. El-Müseyyeb hazretleri de şöyle demektedir: “Bu cezaya çarptırılacak olanlar, namazlarını vakitlerinde kılmayanlardır. Bu halinde ısrar eden kimse tövbe etmeden ölürse Allah-u Teâlâ onu ‘Gayya’ ile cezalandırır. Gayya, cehennemde dibi çok derin ve harareti pek şiddetli olan bir vadidir.”

Ebu Hüreyre hazretlerinden nakledilen İsra hadisesinin bir yerinde ise namaza karşı ağır davrananlar hakkında şöyle bir bahis geçmektedir: “…sonra Nebi (s.a.v.) başları taşla ezilip kırılan bir topluluğun yanına uğrar. Bunların başları taşlarla ezilir, akabinde başları yeniden eski durumlarına getirilir ve işkence böyle sürer. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sorar: ‘Ey Cibril! Bunlar kimdir?’ Cebrail (a.s.) cevap verir: ‘Bunlar farz namazlarına karşı ağır davrananlardır.’” (Münzirî hadisin Hasen olduğunu kaydetmiştir. Ayrıca bu hadis Buharidede geçmektedir.)

Ey namazını kılmayan kişi! Bir düşün… Namazı vakti çıktıktan sonra kılan kişinin cezası böyle ise, acaba namazı hiç kılmayanın cezası nasıldır? Bu cezalar seni korkutmuyor mu? Yoksa ahiretin varlığından şüphen mi var? Ya da namazın İslam’ın bir farzı olduğundan mı habersizsin? Eğer namaz kılmamaya hemen tövbe edip namaza başlamazsan seni ahirette ne kurtarır? Bu azaplara nasıl dayanırsın? Gözünü aç ve seni bekleyen azabı gör; gör ve aklın varsa titre!..

Hz. Ömer radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Namaz dinin direğidir.” Hilyetûl Evliya, Cami’ûs Sağir

Ey namazını terkeden kişi! Namazı terk etmekle dinini yıktığının farkında mısın?

İbni Abbas (r.a.)’dan nakledilmiştir, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Resulullah (s.a.v) bir gün ashabına: “İlâhî! Aramızdan kimseyi şaki ve mahrum eyleme.” diye dua ediniz dedi ve sonra: “Şaki ve mahrum kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Sahabeler: “Kimdir ya Resulallah?” dediler. Efendimiz (s.a.v.): “Namaz kılmayan!” buyurdu. (İbni Hacer “Ezzevacir” / Ebu’l-Leys Semerkandi “Kurretü’l Uyun”)

Hz. Ebû Katâde radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi kudside Allahu Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu naklediyor; “Ben ümmetine beş vakit namazı farz kıldım. Ve kendi kendime söz verdim ki, kim (benim yanıma) beş vakit namazı vaktinde kılmaya özen göstererek gelirse, onu Cennet’e koyacağım. Kim de namazlara dikkat göstermezse Benim onun için bir sözüm yoktur” ( Ebû Dâvûd)

Ey namazını kılmayan kişi Allah’ın bu vaadini duyduktan sonra namazı kılmamak onu vaadinde ittiham etmek ve bu vaadi küçük görmek değilmi dir. Gel bu vaade kulak ver yoksa yarın çok geç olabilir.

Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Kim namazı terkederse, Allah kendisine gazab etmiş olduğu halde O’na kavuşur.” Bezzar, Taberâni, Mecma’uz Zevâid

Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bir kabrin yanından geçerken, “Bu kimin kabridir?” buyurdu. Sahâbe-i Kiram radıyallahu anhum, “Falancanın kabridir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Bu kabirdeki kimseye göre iki rek’at namaz kılmak, sizin diğer bütün dünyalıklarınızdan daha sevimlidir.” Taberâni, Mecma’uz zevâid

Evet iki rek’at namaz kılmak, dünyanın bütün mal ve mülkünden daha kıymetlidir. Bu, kabre girince daha iyi anlaşılacaktır. Marifet ise bunu dünyada iken anlamaktır.

Hz. Ebû Zerr radıyallahu anh diyor ki: Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kış mevsiminde dışarı çıktı. Ağaçlardan yapraklar dökülüyordu. Bir ağacın dalından tutunca ağacın yaprakları daha çok dökülmeye başladı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, “Ey Ebû Zerr” dedi. Ben, “Buyur yâ Rasûlallah!” dedim. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Müslüman bir kul, Allah’ı razı etmek için namaz kılarsa, onun günahları şu yaprakların, bu ağaçtan döküldüğü gibi dökülür.” Müsned’i Ahmed

Hz. Aişe radıyallahu anhadan rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sabah namazının iki rek’at sünneti hakkında şöyle buyurdu; “Şüphesiz iki rek’at bana bütün dünyadan daha sevgilidir.” Müslim

Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilmiştir: Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Adem oğlu secde ayetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağlayarak uzaklaşır ve şöyle der: Helak oldum. Adem oğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve cennet onun oldu. Halbuki ben de secde ile emrolunmuştum fakat ben secde etmekten yüz çevirdim. Artık ateş benim içindir.” (Sahih-i Müslim: 81 rivayet edilmiştir)

Ey günde beş defa namaz ile emrolunan kişi unutma ki iblis bir defa secdeden yüz çevirmekle lanetlendi ve cenneten kovuldu. Peki biz beş vakit namazı terk edersek acaba sonumuz ne olur?

Hz. Ebû Fâtıma radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Diyor ki; Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem bana, “Ey Ebû Fâtıma! Sen eğer (ahirette) benimle bu­luşmak istiyorsan secdeleri çoğalt (yani bol bol namaz kıl.)” Müsned’i Ahmed

Dua ile Kar Yağmur Yağarmı

(Kar©glanin 10 Aralık 2019 Vaazi)

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَارًا

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne ve lâ yezîduz zâlimîne illâ hasârâ.

Meali :

Kur’ân’dan indirdiğimiz şeyler, mü’minler için şifadır ve rahmettir. Ve zalimlerin sadece hüsranını ve ziyanını artırır.

Sadakallahul Aziym İSRA Suresi 82. ayet


Hicretin altıncı yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı. Ramazan ayında, bir cuma günü, Resûl-i Ekrem Efendimiz hutbe irad buyururken, kendisinden, "Allah'a dua et de bize yağmur versin." diye rica edildi.Bunun üzerine

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Allah'ım! Bize yağmur ver. Allah'ım! Bize yağmur ver." diyerek duâ etti.

( Hadis-i Şerif , Buharî, 1:179; Müslim, 2:613.))

"Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
"Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"

Yolculugumuza başliyoruz :

Kabe küp şeklinde, Yani ev şeklinde, yani yeryeryüzünde ilk defa bina edilen ev. Ev yapan birisi, nasıl O evi yaparken birçok emek harcar ise, Allah da insanı yaratmış, her bir insanın içine kalp koymuş, yani kabesi içinde, ve kainatı yaratmış, kainatın kalbi de bizim Yıldız sistemimiz. insan evi yapmaya başlar, ve tamam edince, nasıl ona zarar gelmesine razı gelmez ise, Allah da bu Kainata, ve Dünyamıza, ve içindeki binler insan, binler hayvan ve nevisine, yüzlerce çeşit elementine emek harcamış, nasıl insan kendi emeğine zarar gelsin istemez ise, Allah insanoğlundan daha kıskançtır, O da, yaptığı bunca emeğe zarar gelsin istemez, ve eğer Bizler ve Sizler, İnsanoğlu, yeryüzünde, Uslu bebeler olup, adamlar olup, doğru duran adamlar olursak, Allah da elbet, bu kadar emeğini zayi edip, kainatı ve dünyamızı, kıyamet ile yok edip yıkmaz. Bak dünyada, sigara sigara ile tutuşturulabiliyor, Ateş ateş ile tutuşturalabiliyor, yine Kibrit ve Çakmak ile tutuşturalabiliyor, Allahu Teala Kuran'ı Kerim'de salihlerle iyilerle beraber olun diyor:

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn.

Meali :

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla iyiler ile salihler ile beraber olun.

(Sadakallahul Aziym TEVBE Suresi 119. ayet)

Yani iyilik de, aynı ateşin ateşi tutuşturduğu gibi, iyilerde, iyilerin iyiliğini tutuşturabilir. Allahu Teala yine kur'an-ı Kerim'de yeryüzünü iyilere miras bırakacağını beyan ediyor:

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn.

Meali :

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”

(Sadakallahul Aziym ENBİYA Suresi 105. ayetten pasaj)

dünyada yeryüzünde iyilik hakim olursa elbet Allah burayı cennete çevirecektir. Allahu Teala rahmetinin gazabını koyup geçtiğini buyuruyor

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Rahmetim gazabımı geçti."

( Hadis-i Şerif , Aclunî,Keşfü'l-Hafâ, 1/448)

bak nice Yıldız sistemleri var, Onların içinde gezegenler var, İçlerinde bir damla rahmet, yani su yok, Su yani rahmet, sadece bizim sistemimizde var. Allah'ın rahmeti, İşte bizim üzerimize, Biz insanoğlunun üzerine, rahmeti gazabını koyup geçmiş, ve dünyanın 4'te 3'ü su, insanın 4'te 3'ü su, yani rahmeti gazabını koyup geçmiş. dışarıdaki gezegenlerin bazıların da asit var, yakıp kavuruyor.


Hazreti İsa'yı bekleyen Hıristiyan alemi ve diğer din mensupları, yılbaşında kar bekliyorlar, Nikolous bekliyorlar, Biz ise, Müslümanlar olarak, günahlarımızın affını istiyoruz, Ey Rabbimiz! bu dünyada bize açacağın, tertemiz bembeyaz, yeni bir sayfa istiyoruz. Yarabbi! günahlarımızı ört, yılbaşında bize beyaz bir sayfa aç, Her taraf bembeyaz olsun, kar ile ört, yeni bir yıla, temiz bir sayfa ile başlayalım. insanlık alemine bir şans daha ver Allah'ım, Belki bu sene, defterimizi kirletmeyiz, bu senemizi kirletmeyiz. Onların istekleri ile bizim isteklerimiz farklı görünüyor ama, aslında aynı şeyi istiyoruz. ya Rabbi! bize bir şans daha ver, temiz bir sayfa daha ver, beyaz bir yılbaşı ver. Bize Hayırlı ve bereketli bir yılı Armağan et Ya Rabbi.
Kötü düşünüp, pis pis Nazar eden, şom ağızlıların şerrinden yine sana sığınıyoruz Ya Rabbi, bizi himayene al, onların zarar vermesine engel ol.

Ben evlenirken Aralığın sonuydu, o sene iyi günlerde(yaz günlerinde) evlenenler siyah damatlık Elbiseleri kapmışlar, bana da, bir tane beyaz damatlık elbise kalmış, ve ben evlenirken kış mevsimide beyaz damat elbisesi giydim, yani

"Züleyha nın düşkünü, beyaz giyer kış günü" oldu.

öyle olunca biz Mehdi isek, beyaz damatlık bize yakışır. yani yılbaşında kar yağdırmak Bize düşer, zaten Allah benden önce seçimini yapmış ve bize damatlık olarak, beyaz damat elbisesi ayırmış, bizi siyah ve karanlık günler değil, İyi günler, beyaz günler bizi bekliyor inşallah-u Rahman. Yer demek Toprak demek, ve ana ve kadın demek, yar ve sevgili demek, ve yerede kar yağar ise, O da beyaz gelinliğini giymiş ve Gelin olmuş olur. Mehdiye gelinliğini hazırlamış olan gelinler, yılbaşına hazır olun, kar yağacak inşallah. iyi düşünelim ki, iyi şeyler başımıza gelsin. Plasebo etkisi yani.

Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mescidin kıble tarafında bir balgam görmüştü. İnsanlara dönerek:

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“–Bâzılarına ne oluyor ki Rabbine yöneliyor ve önüne tükürüyor. Biriniz kendisine dönülüp yüzüne tükürülmesini ister mi?..” îkâzında bulundu.

(Müslim, Mesâcid, 53)


Başka kısa bir meseleye değinecegim. hani bir hikayesi var ya : yeni bir evliya türer, meşhur olur, başka bir evliyanın müritlerini çalmaya başlar. Bu evliyada müritlerini toplar, Hadi gidip görelim bakalım, marifeti neymiş diye ona doğru giderken, onu kıbleye karşı tükürürken yakalarlar, müritlerine der ki kıbleye tükürmek sünnete aykırı, kıbleye tüküren dinden çıkar, Haşa kafir olur gibi atfedip, sünnete aykırı hareket edenin ardından gidilmez deyip, müritlerini toplamak ister.

"Cüneyd-i Bağdâdî, takvâ ehli olduğu söylenen birini ziyâret için gittiğinde, onun kıble istikâmetine tükürdüğünü gördü. Bunun üzerine:

“Bu adam sünnete uymuyor!” düşüncesiyle görüşmeyip geri döndü. "

Fakat bu mesele sanki Saidi Nursi'nin Fötr şapka giyilmez deyip de, Atatürk ün, onu alıp gelip karşısına dikip, kafasına fötür şapka giydirip, Sen şimdi bu şapkayı giyince kafir mi oldun deyince, cevap bulamayıp, Ben giymedim, Sen giydirdin, giydiren kafir olur demiş ya, Yani işte aynı olayin değişik versiyonu. Müslümanlar böyle incik cincik da kalmış, kıbleye tükürmek insanı kafir mi eder KIBLE ne taraf vazimizi hatırlayın, şu an binler insan KIBLEYE karşı belkide cima eder vaziyette, peygamberin bundan muradı bu değil elbet. fötür şapka giymek insanı kafir mi eder, küfür Allah inkar edenin yaptığı iştir. fötr şapka giyince Allahi inkar etmiş mi oluyoruz. Hadi ben giyeyim bakalım, dini, Allah i, kitabi peygamberlerini inkar etmiş mi oluyorum, bunun kafirlik ile alakası ne, din ile diyanet ile alakası ne? Hepsi gurur ve nefisten gelen bir ses, gururuna yediremediği için, o sözü söylemiş yoksa ne fötür şapka giymek, ne de kıble istikâmetine tükürmenin, dinden çıkarma gibi bir yetkisi yok. Allah her yerde her yönde, ne yana tükürelim o zaman, Allah bir yönünü KIBLEYE mi tutmuş sadece? garip garib! dindar hocalarin bu hataya düşmesi çok garip, elbette mescidin icinde kıble istikâmetine tükürülmez tabiki, secde edecegin yere tükürülür mü!

Yine başka bir mesele

Hz Adem de burada, Kabil'de burada, Habil de burada, buradan aşağı indiler, Cennet Burası ise, buradan aşağı indiler, ve o hadis bunu ispat ediyor ki, Peygamberimiz demiş ki :

"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kafir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (mazlum olsun, katil değil)

( Hadis-i Şerif , Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizî, Fiten 33, (2205))

O gün gelince zulüm artınca, Siz Kabil gibi olup, katil olarak ahirete göçmeyin, habil'den taraf olun, mazlumdan taraf olun buyurmuş. Bizim kavgamız da bu Hadise binaen, Biz istesek karşımızdakini öldürebilir, ve Kabil olaraktan, katil olaraktan yazımızı yazdırabilirdik, ama Allah bizi, o hadisin uğuruna, Mazlumlardan ve habil'den tarafa olmamızı yeğledi. Yenilsek de, dövülsek de, Muhammed'in sözü yerine geldi, Elhamdülillah, Mazlumlardan olduk, da zalimlerden olmadık, savaş alanından da kaçmadık, erkek gibi savaşa da çıktım, Cihad ettim. Güreşte öğle çıgırir çıgırtkan, “Pehlivan pehlivan! yenildim diye üzülme, üste çıktım diye sevinme, yenmekte var, yenilmekte var.”


Yine önemli başka bir mesele

Peygamberimizin kendi zamaninda yağmur duasini çıktigini ve duasının kabul olduğunu, öyle Yağmur yağmış ki hatta, sonra yeni dua etmek durumunda kalmış, ve üzerimize değil etrafımıza etrafımızda diye dua ettiğini bildiren hadis-i mevcut.

Hicretin altıncı yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı. Ramazan ayında, bir cuma günü, Resûl-i Ekrem Efendimiz hutbe irad buyururken, kendisinden, "Allah'a dua et de bize yağmur versin." diye rica edildi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Allah'ım! Bize yağmur ver. Allah'ım! Bize yağmur ver." diyerek duâ etti.

(Buharî, 1:179; Müslim, 2:613.)

Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi. Ve yağmur yağmaya başladı. Peygamber Efendimiz bu sefer, "Allah'ım! Bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl."

(Buharî, 1:179.) diye duâ etti.

Enes bin Mâlik der ki: "Üzerimize öyle bir yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı bulamayacaktık. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki cumaya kadar yağmur yağmaya devam etti."

(Buhârî, 1:179; Müsned, 3:261)

Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe irad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için duâ etmesini şöyle rica ettiler:

"Yâ Resûlallah! Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı. Yollar kapandı. Allah'a dua etsen de yağmuru kesse!"

(Müsned, 3:261)

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak, "Allah'ım! Çevremize yağdır, üzerimize değil."

(Müsned, 3:261; Müslim, 2:613) diyerek duâ etti.

Yine Enes bin Mâlik der ki:

"Resûlullah Aleyhisselâm duâ ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine çevresine yağmur yağarken, Medine'ye bir damla bile düşmüyordu. Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler."

(Müslim, 2:614)

Bu, Resûl-i Ekrem Efendimizin yaptığı ilk yağmur duâsıdır. Bundan başka çeşitli zamanlarda beş yağmur duâsı daha yapmışlardır.

Bizi ve tarikatımızı yolumuzu inkar eden ey ahmak! dua ile Yağmur Yağiyor ise, peki dua ile niye Kar yağmasın, dua ile neden Güneş te açmasın. O hadis buna delildir, hadis demek zaten, Hadise olay demektir, peygamberin başından geçen o olay, bize Delil ve ispat için yeterlidir.

Hazreti Ali efendimizin başından geçen şu Hadise de yine bu olaya Delil ve ispat tır.
Kader ve ahireti yani öldükten sonra Dirilişi inkar eden bir kafir gelmiş ona demiş ki, Sen öldükten sonra dirilecegine mi inanıyorsun demiş,

Ali efendimiz de Demiş ki,

Biz Müslüman olarak, Allah a inandik , namaz kıldık, oruç tuttuk, efendi insanlar olduk, şayet Ahiret var ise biz kurtulduk , ya siz? Eğer Ahiret yok ise, zaten hepimiz kurtulduk.


Yani bizim Tarikatı mızda uçmak kaçmak hikayeleri yok, Cennetten cehennemden geçirme hikayeleri yok, biz ne yapıyoruz? dua edince kar ve yağmur yağıyor dedik. ve bizim zikirlerimizin neredeyse hepsi, Kur'an'dan, ya da sünnetten, hadis ve ayetler, yolumuzdan gidenler, bunları Okumakla, zikretmekle ne zarara uğrar. En azından kuranı zikretmiş olur, bunun zararı nerede, ya size inkar ne getiri yapar, bizimki en azından sevap kazandırır. zararı ne ola ki.

Kur'an okumak ancak kafirlere zarar verir ayet ile sabit.


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَارًا

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne ve lâ yezîduz zâlimîne illâ hasârâ.

Meali :

Kur’ân’dan indirdiğimiz şeyler, mü’minler için şifadır ve rahmettir. Ve zalimlerin sadece hüsranını ve ziyanını artırır.

Sadakallahul Aziym İSRA Suresi 82. ayet

Yine başka bir mesele

Peygamberimizin haram koyma yetkisi olup olmadığı hakkında

Mesela dünyadaki insanlar stop levhasında durmayı Kural olaraktan koymuşlar, bu dünyanin geneline münhasır bir yasak ve Kural, peki, böyle peygamber olmayan dünya insanlarinin bile, böyle yasak ve haram koyma yetkisi olacak da, Peygamberimizin böyle bir hukuku olmasın, Neden o yetkisi olmasin. Elbet var, elbet var, Mehdi'nin de aynı Kuvveti ve yetkisi var.

Yine hem komik hem güzel bir mesele

Mesela ben, başka birisinden güzel bir yemek yiyince

"Gecemişlerinin ruhuna deysin." deriz

Bu söz Haktır, çünkü bugün bilim adamlari biliyor ki, hipotalamus (Alt beyin) insanin evrimindeki sürüngen gecmişine kadar gidiyor, Bu duayı etmek ile insan, Yani senin hipotalamusun beslensin demek oluyor. yani ben yiyince sana sütmü incek konusu ile, halbuki yediğin o lokma, taa hipotalmusa gidip, hipotalmus beslenince, onlara RIZIK gitmiş oluyor.

o hak mıdır? evet hipotalamus böyle beslenir.

Yine başka bir mesele de

Efsanelerde Eşek Kulaklı Midas, yani tuttuğunu altın eden kral diye birisi vardır. Yakın zamandır İnsanoğlu, toprağı altına çevirmenin kimyasal formülünü arıyor, ve acaba Eşek Kulaklı Midas Geçmiştemi yaşadı, yahut şimdi zamanımızda, yeni mi yaşayacak. insanoğlu Klon ve gen ile oynayarak, insan genini eşek ile karıştırdığı gün, Eşek Kulaklı Midas doğmuş olacak, Ve o adam toprağı altına çevirmenin formülünü bulacak olan da adam. Yine O, kendisi bunun insanlık için hayırlı olmadığının farkına varacak olan adam da o.

Yine başka bir mesele de Cennet kavramları mıza devam edersek

Biz şu an şeker hastalığı hapı, şeker hapını düşündüğümüz zaman, çay veya kahveye o hapı sıcak suyu katmadan önce katarsan çayı veya kahveyi karıştırmaya gerek yok , Çünkü kendisi eriyor o sırada, ve o hap sadece şeker hastaları için değil, rejim içnde kulanabilirisin, yani Allahu Teala bu cennet vaktimiz de, bu cennetin insanlarına, şeker karıştırmayı bile zahmet görüp, onlar şeker bile karıştırmasınlar, hemen İçsinler diye, bize böyle bir nimeti bahşetmiş

Rabbim, inananlara da, inanmayanlara da, bu Cennet vaktinin kıymetini ve değerini bilmeyi nasip etsin.



--oOo---


أَأَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقاً وَ ارْزُقْنَا اتِّبَاعَهْ وَ أَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اجْتِنَابَهْ


''Allahım! Bizlere, hakkı Hak gösterip ona tabi olmayı, bâtılı da Bâtıl gösterip ondan yüz çevirmeyi nasib eyle..! '


وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîne,
Amiyn.
Elfatiha maassalavat.

سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ

Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve

etûbu ileyk.

--OoO--

Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 21 Şubat 2019 Perşembe

Original Kar © glan

Elmalılı Hamdi Yazır Kuran-ı Kerim Tefsiri 105-FİL Suresi Tefsiri

105-FİL:

Görmedin mi? Hitap, Peygamber'edir. Rü'yet (görmek), kalp gözüyle görmeden istiare olarak kalbe ait görme, yani gözünle görmüş gibi muhakkak bilmiyor musun ey Muhammed? Çünkü söylenecek olan "fil sahipleri olayı", o zaman onu gözleriyle gören şahitleri henüz dünyada çoğunlukla mevcut, hatta o zamana yetişmiş "Muallakat-ı Seb'a" (yedi askı) şairlerinden olup yüz altmış sene kadar yaşamış olan meşhur Lebid gibi kimseler hayatta oldukları gibi, aynı zamanda bir tarih başlangıcı olarak herkesçe de mütevatir olarak bilinen bir olay idi. Hatta fili çekenlerden iki kişinin kötürüm, kör olarak kalıp Mekke'de dilendiklerini gördüm diye Hz. Aişe'den rivayet de vardır.(1) Bu sebeple o zaman vakayı görmüş olan herhangi bir kimseye veya hitabın genel olması da mümkün ise de peygambere hitap olması daha açıktır. Zira bu olay Peygamberin doğumuna başlangıç olan ilâhî alâmetlerden olduğu ve Kur'ân'a ilk muhatap olan da Hz. Peygamber olduğu için özellikle hitabı da ona karine (ipucu) dir. Görmedin mi? Nasıl yaptı Rabbin? Dikkate şayandır ki, "ne yaptı?" diye fiilin mahiyetinden değil, nasıl, "ne keyfiyette yaptı" diye niteliğinden sorulmuştur. Çünkü bu soru acaibliği haber vermek içindir. Hadisenin şaşırtıcı, fevkalade garib bir harika olan yönü de niteliğidir. Fiilin kendisi, mahiyeti itibarıyla sadece bir yok etme ve öldürme fiili diye düşünülecek olursa Allah'ın fiillerinde de diriltme gibi öldürme ve yok etmenin de âdet üzere tabiî denilen şekilde cereyan edegelen kısımları çok olduğundan, bu itibar ile mahiyetine şaşılmayabilir. Halbuki aynı fiil niteliği, cereyan şekli itibarıyla düşünüldüğü zaman normal mi, yoksa şaşırtıcı mı olduğu görülür. Mesela bir insandan bir insan yaratmak haddizatında pek büyük bir kudret ve sanat olduğu halde alışılmış bulunulduğu için şaşırtıcı görülmez. Hiç insan yokken, bir insan yaratmak, şaşırtıcı görülür. Çünkü tecrübede aynına bitişik şekilde tesadüf edilmemiştir. İşte burada da hadisenin şaşırtıcılığı özellikle niteliğinin düşünülmesinden anlaşılacağı gibi murad da garip bir harika, şaşırtıcı bir engel olan bu ilâhî fiilin acaibliğini hatırlatmak olduğu cihetle niteliğine dikkat çekilmiştir. Ki kelâmcılar buna "vech-i delil" tabir etmişler ve övülmeyi hak etmiş zatları görmekte değil, böyle nitelikleri görmekte ve onların delaletiyle gerçek kıymeti anlamakta olduğunu söylemişlerdir. Zira niteliklerin inceliğinden gafil olanlar mahiyetin zatını hakkıyle anlayamazlar. Onun için bu fiilin de niteliğini iyi düşünemeyenler onu normal bir şeymiş gibi farzetmekle hakikati anlayıverdik zannederek aldanırlar. İşte Allah Teâlâ böyle gafletlere düşülmemek ve bu fiilin şaşırtıcılığını göstermek üzere bilhassa keyfiyetine dikkat nazarını celbetmekle buyuruyor ki: Görmedin mi nasıl yaptı Rabbin? Fil sahiplerine? O olayı malum ve görülmüş olan belli fil sahiplerine. Bu ad ile bilinen Ebrehe ordusuna ki, Yemen'i istila etmiş, Habeş valisi iken emrindeki Habeş ve diğerlerinden mühim bir ordu ile Mahmud (Mamud) denilen fiillerine güvenerek ve karşılarına çıkanı çiğneyip tepeleyerek Kâbeyi yıkmak için gelmişlerdi de başarılı olamadan perişan olup gitmişlerdi. Bundan dolayı kendilerine "Fil ashabı" denilmiş ve bu sene Araplar arasında "fil yılı" diye bilinerek bir tarih başlangıcı edinilmişti. Filan şey fil yılında, yahut fil yılından şu kadar sene önce veya sonra oldu diye anlatırlardı. Bu şekilde Hz. Peygamber'in de bu fil yılında doğmuş olduğu biliniyordu ki, en sağlam rivayete göre Hz. Peygamber bu olaydan elli gün sonra doğmuştu.

Hicrette Resulullah elli iki elli üç yaşlarında bulunduğu için hicri tarihe elli iki sene eklenince Peygamberimizin doğum senesi olan fil senesi bulunmuş olur ki, bulunduğumuz iş bu bin üçyüz elli altı hicri senesinden bin dörtyüz sekiz sene önce demek olur. İbnü Hişam'ın "Siyer"inin şerhi olan "er-Ravdu'l-Ünf"de: "Fil kıssası, İskender tarihinin sekiz yüz seksen ikinci senesi Muharrem ayının başında oldu." diye "Nakkâş tefsiri"nden nakleder. Buna göre hicrette Resulullah elli iki yaşında demek olur. Çünkü hicret, İskender tarihinin dokuz yüz dört senesidir. Böyle "Fil sahipleri" diye bilinen Ebrehe ordusuna Allah tarafından yapılan fiilin şaşırtıcı olan durumu dört âyet ile özetle şöyle açıklanıyor:

2. 1- Onların tuzaklarını dalalette, fenlerini, düzenlerini sapıklık içinde boğulmuş kılmadı mı? Yani birçok zayiat içinde bırakarak kızıp mahvedip perişan etmedi mi? Bilinir ki keyd, mekr gibi gizli bir suikast tertip etmek, başkasına bir zarar yapmak için gizli bir şekilde tedbir kurmaktır. Ve o şekilde kurulan hileli tedbire ve öyle ince ve hileli tedbire dayanmış olduğundan dolayı harp ve çarpışmaya da denir. Dilimizde keyde, düzen, fend, oyun, dolap, tuzak dahi denir. "Tadlîlin keydi", idlal (sapıtmak) gibi tedbiri şaşırtmak ve sapıklığa mahkum etmek demek olursa da, teksir (çoğaltma) mânâsıyla beraber gibi ile ulanan ve kaybolmak ve zayi olmak demek olan "dalal"den türemiş olarak bütün bütün kaybettirmekle iptal eylemek mânâsını ifade eder. "Keşşâf sahibi"nin beyan ettiği üzere denilir ki, "dalle" zayi etti (kaybetti) demektir. Nitekim "Kâfirlerin duası boşa gitmektedir." (Ra'd, 13/14) âyetinde "dalal" bu mânâyadır. Ve babasının mülkünü kaybetmiş olduğundan dolayı İmriü'l-Kays'e de "dalîl" denilmiştir. Bunun için kaybetme ve iptal etme ile tefsir etmişlerdir. Bu mânâ bizde, "filan işte filan adam bütün bütün kaybetti, filan ona kaybettirdi" denilmesine benzer. (fî) de zarflık için olduğu ve zarf, mazruf (zarflanan)u kaplayacağı cihetle, tuzaklarının böyle sapıtma içine bırakılması, sapıklığa batmış kılınması demek olur. Bunu "sadece tedbirlerini şaşırtmadı mı?" diye terceme edivermek kolay gibi gelirse de beyan olunduğu üzere bunda yalnız tedbiri şaşırtmaktan daha yüksek bir mânâ bulunduğundan gaflet edilmemesı gerekir. Çünkü bütün tedbirleri boşa çıkarılmış, hepsi kaybettirilip mahvedilmiş olması da belagatlı bir mânâdır. Onun için "tuzaklarını sapıttırmadı mı?" denilmiyor da "dalalet içinde bırakmadı mı? Sapıklık içinde kılmadı mı?" deniliyor. Soru da takrîrî (itirafa zorlama) olduğundan, "gördün ya kıldı" demektir. Ve ondan dolayı mâtufunda gelecektir. Onların tuzakları, düzenleri ne idi? Tevatüren bilindiği üzere filleriyle gelip Kâbe'yi yıkmak ve San'a'da yaptırmış oldukları Kulleys adındaki kiliseyi onun yerine koyarak halkı ona çevirmekti. Bu gayeye ermek için gizli açık birtakım teşebbüslerde bulunmuşlar, Mekke'nin üç fersah (17.286 km) mesafesinde Mugammes denilen yere kadar gelmişlerken, Mahmud dedikleri fili oradan beri Mekke'ye sevkedemediler. Başlangıçta tedbirleri bununla bozuldu. Sonra da açıklanacağı üzere "asf-ı me'kul" (yenmiş ekin) gibi mahv u perişan oldular. Kâbe'yi yıkamadıktan başka, kendileri helak ve kiliseleri harab oldu gitti, öyle değil mi? İşte böyle bir suikastı böyle bir vaziyette, böyle tersine çevirip de iptal eden ancak Rabbindir. Rabbin onu yaptı.

3. 2- Üzerlerine bir çok ebabil kuşları saldı. Alay alay, fırka fırka, bölük bölük, birbiri ardınca, katar katar çeşitli yönlerden.

TAYR, bilindiği üzere uçan kuş demek olan "tair"in çoğuludur. diye nekre olarak getirilmesi de bunların tanınmadık, garib birtakım kuşlar olduğunu hatırlatır. Gerçekte kuşların o zamana kadar oralarda görülmemiş irili, ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım garip kuşlar olduğu da rivayet edilmiştir.

Hz. Peygamber'in dedesi Hz. Abdülmuttalib "Ne Necd'li, ne de Tihame'li." demiş. "Tayran"den sıfat veya hal veya beyan atfı olması muhtemel olan Ebabil de garibdir. Bir kısım tefsirciler bu Ebabil kelimesi şemati ve abâdîd ve benzerleri gibi müfred (tekil)i olmayan çoğullardandır, fırkalar demektir, demişler. Ferra, Arap'tan tekilini işitmedim, demiş. Ebu Ubeyde, Ma'mer b. Müsenna da, bunun müfredi olduğunu söyleyen görmedim, demiş. "Kamus"ta da fırak (fırkalar) demektir, tekili olmayan çoğuldur, diyor. İbnü Cerir'in naklettiği vechile Abdullah b. Mes'ud'dan: fırak (fırkalar); İbnü Abbas'dan: "Birbiri ardınca." Abdullah b. Haris İbnü Nevfel'den: İbil-i müebbele gibi ekâtı'; yani besi develeri gibi bölük bölük, katar katar. Said b. Abdirrahman Bezzi'den: Müteferrika; Hasen ve Katade'den: Kesire (çok); Mücahid'den yani "çeşitli, ardı ardınca, toplu halde." İbnü Zeyd'den: Şuradan, buradan, her taraftan gelmiş çeşitli, diye rivayet olunmuş ve İbnü Cerir bunları, ayrı ayrı birbiri ardınca çeşitli bölgelerden diye özetlemiştir. Bununla beraber tefsircilerden ve lügatçılardan bir kısmı da: Ebabil'in müfredi (tekili) ibbale veya ibbevl veya ibbil olduğunu söylemişlerdir. Ebu Cafer Revasi, bunun müfredi olarak ibbale'yi işittiğini söylemiş, Kisaî de nahivcilerin ibbevl dediklerini, bazılarının da ibbil dediklerini işittim demiştir. Zemahşerî, ebabil, hazaik (yani cemaat) diye tefsir ettikten sonra der ki: Bunun tekili ibbâledir. Araplar'ın ata sözlerinde tabiri vardır. İbbale büyük demet demektir. Bir kuş topluluğu birbirine sıkışmakta büyük bir demete benzetilmiştir. Abadid, şematil gibi tekili yoktur da denildi. Ragıb da: İbbale odun demetine benzetilmesindendir. Ebâbil, ibbîlin çoğuludur. Deve bölükleri gibi ayrı ayrı demekir, diyor. "Kamus"ta da şöyle diyor: İbbâle, ibâle, ibbevl, ibbîl, ibîl, kuştan, attan, deveden bir kıt'a (bölük) yahut peyderpey gelen kötülüklerden her biri (ki katar demek) olur ve ibbale huzme (bir bağ) demektir. "Bir bağ üzere bir demet" tabiri de darb-ı mesel (atalar sözü)dir. Bela üzerine bela yerinde söylenir. Ebabil bunlardan birinin çoğulu olduğu şekilde de mânâ: Küme küme, çeşitli bölükler halinde, katar katar, alay alay, birçok kuşlar demek olur ki, bu da İbnü Cerir'in açıkladığı mânâ demektir. Ancak ebabil, ibbalenin çoğulu olduğuna göre bunda darb-ı meselinin mânâsına işaret olarak demek gibi bir mânâ daha muhtemel olur. Zira büyük bela üzerine bir küçük bela daha meâlinde olduğu halde bunda büyük bela üzerine büyük bela, hatta belalar halinde denilmek gibi bir mânâ anlaşılmak gerekir ki, bu "el-Kâria" Sûresi'nde geçtiği üzere "haviye"nin "anası ağladı" tabirinden türemiş olmasına benzer. Yani bu kuşları onlara bela üzerine bela olmak üzere belalar yığını halinde gönderdi, demek olur. Fakat kimse bundan böyle bir mânâ anladığını söylememiştir. Bununla beraber Zemahşerî'nin anılan darb-ı meseli şahit olarak getirmesi buna işaretten uzak olması gerektir. Bu mânâlarca ebabil, tayrın sıfatı veya halidir. Bundan başka ebabil adıyla bilinir olmuş ve kırlangıca benzer bir kuş vardır ki ayaklarının uçları kıvrık olması hasebiyle yere konunca uçamadığından yuvalarını hep yüksek yerlere yapar ve yüksecik yerlerden atılarak uçarlar. "Kamus" şerhçisinin ve tercümesinin zikrettikleri vechile bazıları ebabilin, dağ kırlangıcı dedikleri bu kuş olduğunu kabul etmişlerdir. Çoğunlukla bu kuşların vasfında "kırlangıçlar benzeri", "avuçları köpeklerin avuçları gibi" diye rivayet edilmesi dolayısıyla bu yaygın olmuştur. Bu takdirde ebâbil tayr'a atf-ı beyan demek olur. Ve ebâbil lafzının tekili yoktur denilmesine de uyar. Fakat yukarıda görüldüğü üzere imam tefsirciler ebâbilin böyle bir çeşit kuş ismi olduğunu söylememiş, çeşitli şekilde, bölük bölük, peyderpey gelen sürüleriyle çokluklarını ifade eden bir sıfat veya hal mânâsıyla açıklamış oldukları ve âyetin sevki de özellikle bu kuşların garipliğine işaret ettiği cihetle bunu atf-ı beyan gibi bir kuş ismi olarak anlamak doğru görünmez, müvelled (yapay kelime) olması gerektir. Gerçi söylediğimiz gibi bunların hacimleri kırlangıçlar kadar olduğu yaygın ve hortumları kuş hortumları ve avuçları köpek avuçları gibi diye İbnü Abbas'dan rivayet edilmiş ise de rivayetlerin tamamı bunların hepsi bir çeşit kuş olmayıp, gerek hacim ve gerekse renk itibarıyla çeşitli olduğunu anlatmaktadır. Şu halde çarpışmalarda leşler üzerinde dolaşan kartallar, kara kuşlar gibi irileriyle kargalar gibi ortaları ve sinek avlayan kırlangıçlar gibi küçükleri ve siyah, beyaz, yeşil ve alaca çeşitli renkleriyle türlü türlü ve birbiri ardınca takip ederek gelen çeşitli sürüleriyle irili ufaklı, alay alay kuşlar demek olur ki, bunların Yemen'den doğru ve deniz tarafından geldikleri de vaki olan rivayetler cümlesindendir. Böyle bir fırtına gibi birdenbire bir kuş akımının saldırması acaib bir şekilde onların başına bir bela yağdırdı. Şöyle ki:

4. 3- O kuşlar, onlara (yani fil sahiplerine) siccilden taşlarla atış ediyorlardı.

SİCCİL: İbnü Hişam "Siyer"de demiştir ki Yunus-i Nahvî ve Ebu Ubeyde bana şöyle haber verdiler: Siccil, Arap katında şedid sueb (şiddetli katı) yani katı sert demektir. Bazı tefsirciler bunun Farsça iki kelime olup Arab'ın bir kelime yapmış olduğunu zikretmişlerdir: Senc ü cil, yani taş ve çamur. Hakikaten İbnü Cerir ve diğerleri de İbnü Abbas'tan rivayet edildiği üzere en meşhur mânâsında siccil, Farsça olan seng, gil değişimidir. Seng taş, gil çamur demek olduğu için kiremit gibi çamurdan taşlaşmış taş. Demek ki Arap bunu bir kelime yaparak katı, sert mânâsında kullanmıştır. Âlûsî'nin açıklamasına göre bazıları bunun Arapça olan büyük kova mânâsına seclden olduğuna kail olmuş, taşın büyük kovadan olmasının mânâsı da kovadan dökülen su gibi devamlı yağması mânâsına bir istiare olduğunu söylemiştir. Zemahşerî der ki, "siccîn", kâfirlerin amel defterlerinin adı olduğu gibi, "siccil"de azaplarının yazıldığı divanın alemi gibidir. Sanki yazılmış, tedvin edilmiş azab cümlesinden taşlarla demek gibidir. Turevi de göndermek mânâsına olan iscaldendir. Çünkü azab "Biz de onların üzerine tufanı gönderdik." (A'raf, 4/133). "Onların üzerine kuşları gönderdi" gibi irsal (gönderme) ile vasfedilir. Buna göre siccil, gönderilmiş, mürsel mânâsına olarak azap defterine isim olmuş demek olur. Fakat bu şekilde diğer bazılarının dediği gibi defter mânâsına olan siccil lafzından türemiş olması daha çok yakışır. Bu mânâya bir şer'î mânâ olması lazım gelir. Bu iki mânâca siccil o taşların geldiği yeri göstermiş olur. Rivayetlerde bu taşların mercimek ve nohut kadar ve koyun gübresi kadar olduğu ve her kuşun bir ağzında, iki de ayaklarında olmak üzere üçer taşı taşıyor bulunduğu ve kime isabet ettiyse başından girip ötesinden çıkarak delik, deşik ettiği nakledilmiştir. Ebu Nuaym'in Nevfel b. Ebi Muamiye ed-Deylemî'den rivayet ettiğine göre demiştir ki: "Ben fil ashabına atılan taşları gördüm, nohut kadar ve mercimekten büyük bir sırça kırığıyla sıyrılmış, sanki bir zafar boncuğu gibiydi" Ebu Nuaym "Delail"de İbnü Abbas'dan rivayetinde fındık kadar; İbnü Merduye'nin rivayetinde koyun gübresi kadar. Keşşaf ve daha bazı tefsirlerde İbnü Abbas'ın bunlardan birazını Ümmü Hani'nin evinde bir hafîz (ölçek) kadar cez'ı zafârî gibi bir kırmızılıkla çizgili olarak görmüş olduğu da nakledilmiştir. Bu taşların birer boncuk kadar sert ve çizgili olarak taşlaşmış olan katılığını bir ifade vardır ki, siccilin kuvvetli ve ağır mânâsını da açıklamış oluyor. Âyette bu taşların hacimleri hakkında bir açıklama yoksa da "hıcâreten" kelimesinin nekre olmasından bilinmeyen bir takım taşlar olduğu, siccilden de sertlikleri ve öldürücü oldukları, ifadenin siyakından bunların görülmüş oldukları anlaşılıyor. Böyle nohut ve fındık kadar bir dolu yağmuru bile açıkta ansızın yakaladığı insanları telef ettiği malumdur. Şu halde açıkta bulunan bir orduya böyle gökten uçaklarla makineli tüfek bombardımanı yapar gibi alay alay kuşlarla fırlatılan fevkalade taşların isabeti altında kalanların hali ne olacağını tasavvur etmek ise kolay olur. İşte bunun neticesi şu oldu:

5. 5- Derhal onları ( fil, sahiplerini Rabb'in) yenmiş ekin yaprağı gibi kılıverdi.

ASF , esasında eğip bükmek, kırıp dökmek mânâlarıyla ilgili olarak masdar ve isim olan bir kelimedir. Burada "Yapraklı tane." (Rahmân, 55/12) âyetinde olduğu gibi isim olduğu bellidir. Tefsirciler bunun ekin yaprağı demek olduğunu söyleyerek birkaç vecih zikretmişlerdir:

1- Hasaddan sonra tarlada kalan, rüzgar önünde savrulan ve hayvanlar tarafından yenen ekin yaprağı döküntüsü.

2- Kırılıp savrulan saman.

3- Başak çıkmadan önceki taze yapraklar.

4- Evrinsiz, içi boş kabcıktan ibaret kalan tane. Bunların hepsine asf denilebilirse de, "Kamus"ta zikredildiği üzere asfın asıl mânâsı taze ekin, gök ekin yaprağıdır ki, kuruyup kırılınca saman olur. Rahmân Sûresi'nde "O çimli taneler." (Rahmân, 55/12) diye terceme etmiştim. Ekin yetişmezden önce, henüz yeşilken biçilmeye de asf denir ki, çayır gibi hayvana yedirilir. Böyle taze iken biçilen ekin tutamlarına asuf, içinde henüz tanenin bulunduğu başak çıkmadan toplanmış yapraklarına asîfe, o sararmış ekin başağından dökülen kırıntılarına, saman çöplerine usafe denilir. Henüz yeşil iken biçilen veya biçilmeden çayır gibi hayvana verilen gök ekine dilimizde "hasıl" ve bazı yerlerde "kasıl" denilir. Onun için biz de meâlde asfı, hasıl diye terceme etmeyi uygun bulduk.

Me'kul, malumdur ki, yenmiş, yenik demektir. Bu "yenmiş hasıl gibi" teşbihinin mânâsında da birkaç vecih vardır:

1- Zer'i me'kul, yenilmiş ekin denilmiş. Bunda iki mânâ düşünülebilir: Birisi hayvanlar girmiş yemiş, hurdahaş çiğnemiş, berbat etmiş taze ekin demek olur ki, kırılıp serilişlerini tasvir etmiş olur. Bir de yenmiş olmak neticesinden kinaye olarak gübre haline gelmiş, sonra da kuruyup parçaları darmadağınık olmuş demek olur ki, leşlerin kokuşup dağılması gübre parçalarına benzetilmiş, fakat Kur'ân edebi üzere ifadenin nezaheti muhafaza edilmek için netice, başlangıcıyla beyan olunmuştur. Nitekim "İsa ve anası yemek yerlerdi." (Maide, 5/75) demek büyük abdestlerini yaparlardı mânâsına hadesten kinaye olduğu halde, edep dolayısıyla öyle ifade buyurulmuştur. Mukatil'in Katade'nin, Ata'nın görüşleri budur. İbnü Cerir ve Fahreddin Râzî gibi birçok tefsirciler bu görüşü tercih etmişlerdir.

2- Ükâl, düşmüş, yani kurt yemiş, böcek yeniği olmuş ekin yaprağı demektir ki, böyle ekin özlü tane tutmayacağı gibi, çoğunlukla yenik yapraklar delik delik olduğundan, fil sahiplerinin maksatlarına ermeden bedenlerinin delik deşik olması manzarası böyle yenik ekin yapraklarına benzetilmiş ve belki kurtlar, böcekler, mikroplar yiyerek çürüyüşlerine işaret edilmiştir. Bu, lugat itibarıyla ince bir mânâ demek olduğundan Zemahşerî bunu tercih etmişe benziyor ki bu görüşü öne almıştır.

3- Yine aynı mânâ ile taneleri yenmiş sadece kapçıktan, samandan ibaret kalmış ekin yaprağı demek olur ki, bunda asıl me'kul (yenmiş) olan asfın kendisi değil, taneleri olduğundan, kelâmda muzafın hazfi veya mecazî isnat var demektir. Bu şekilde, canlarının çıkıp, cesetlerinin kalışı veya taşların sıcaklığıyla içlerinin yanışı, tanesi yenik boş kabçığa benzetilmiş olur. Bununla beraber akla gelen mânâ önceki vecihtir. Bir yenik hasıl gibi denilmekte de bu vecihler anlaşılabilir. Asfta yaprağın kırılışı, bükülüşü, biçilişi mânâlarına işaret bulunduğu gibi, arzettiğimiz vechile dilimizdeki mânâsıyla hasılda da taze iken biçilişi ve yenilişi mânâsı vardır. "Onları kıldı" kelimesinin başındaki sebep bildirmekle beraber, takip ifade ettiği çin taşların atılması üzerine bunun derhal çabuk bir şekilde oluverdiği de anlatılmış demektir.

İşte Allah Teâlâ fil sahiplerini böyle akıllara gelmez şaşırtıcı ve çabuk bir şekilde bir "yenilmiş ekin" gibi yapıverdi. Karşılarında açıkça karşı koyacak bir kuvvet görmeyen, fillerine ve çokluklarına güvenerek istedikleri gibi Kâbe'yi yıkacaklarını zanneden istilacı bir orduyu böyle semavi bir afet ile yenik bir ekin yaprağı gibi ansızın yerlere serip mahv ü perişan ediverdi. Bunu böyle yapıveren Allah'ın, dilediği zaman onların benzerlerine de bu kabilden hatırlara gelmez, tasavvur olunmaz belalar, azaplar verebileceğinde ve bu kudret sahibinin önceki sûrede geçtiği vechile "hümeze lümeze" güruhunu da tutup cehenneme fırlatıvereceğinde ne şüphe!

Bu şaşırtıcı hadise fil ashabı hakkında ne kadar feci ve korkunç bir azap ve hikmet olmuşsa, Mekke ehli hakkında da o nisette ibret alınması gereken büyük ve olağanüstü bir nimet ve Allah'ın kudret alâmeti olmuştur. Fakat bu, o zaman müşrik olan ve Kâbe'yi putlarla doldurmuş bulunan Mekkelileri korumak için değil, hatta yalnız Kâbe'ye olan ilâhî itinadan dolayı da değil, "Ve tavaf edenler, ayakta duranlar, rüku' ve secde edenler için evimi temizle." (Hacc, 22/26) emri üzere o Beyt (Kâbe'y)i temizlemek tevhidi yükseltmek ve ilan etmek için dünyaya gelmek üzere bulunan Muhammed (s.a.v.)'in zatının doğumuna hazırlık olarak onun şan ve terbiyesine, özellikle ilâhî yardımı ifade eden bir Rabbanî fiil olduğuna tenbih için sûrenin başında "görmedin mi Rabbiniz nasıl yaptı?" buyurulmamış "Rabbin" buyurulmuştur. Ki bunun neticesi iki sûre sonra "Muhakkak ki Biz sana Kevser'i verdik." (Kevser, 108/1) diye özetlenecektir. Bu şekilde bu sûre Peygamber'e ikram, müminlere müjde, kâfirleri korkutma ve bilhassa o nimetin kıymetini bilmeyen Kureyş kâfirlerini imtihan ile azarlamadır.

Fahreddin Razî der ki: Bu fil olayı dinsizlere karşı ciddi olarak pek mühim bir olaydır. Çünkü birtakım kuşlar gönderilip de, onlarla bir kavmi bırakıp, diğer bir kavmi taşlattırarak öldürmek tabiat kanunlarından bir şey ile izah edilemez. Ve buna diğer bir takım rivayetler gibi zayıftır denilmek de kabil olamaz. Çünkü fil yılı ile Resulullah'ın gönderilmesi arasında geçen müddet henüz kırk küsür seneden ibaret bulunuyor ve Resulullah bu sûreyi okuduğu zaman Mekke'de bu olayı görmüş olanlardan hayli bir topluluk karşısında duruyordu. Eğer olayın bu şekilde nakli zayıf olsa idi, onlar: "İşte yalanını tuttuk." diye elbette yüzüne çarparlardı. Halbuki bunun hakkında: "Hayır öyle birşey olmadı, yalan yanlış söylüyorsun." diye inkâr ve itiraza kalkışan kimse çıkmadı.

O halde demek ki bu olayın bu sûrede anlatıldığı şekilde görüldüğü ve bunu ayıplamaya yol olmadığı kesinlikle malumdur". Razi'nin bu hatırlatması pek yerindedir. Sûrenin Mekkî olduğu ve Mekke'de iken düşmanların çokluğu, "Kur'ân'ı kendi söylüyor da Allah'a iftira ediyor." diyenler; mecnun, sihirbaz, şair diye atıp tutanlar ve geçmiş ümmetlerin kıssaları hakkında "eskilerin masalları" diye alay edenler ve onunla yarışmak istiyen bir çok şairler ağızlarına geleni söylemekte oldukları ve Peygamber'in bunları söyletmeyecek, ağızlarını açdırtmayacak maddi bir cebir ve tehdit kuvvetini haiz olmadığı, müminlerin gayet az ve maddi bakımdan mağlub bir halde bulunduğu, hasılı hücum edebilecekler için yer ve zaman tamamen uygun olduğu ve bununla beraber bunlardan hiç birinin bu fil kıssası hakkında bir saldırıda bulunmadığı göz önüne getirilirse, bunca şahitler içinde bu kıssanın bu sûrede açıklandığı şekilde cereyanını ayıplamak kabil olmadığı ve bunun herkesçe teslim edilmiş ve mütevatir, yakin ilim, sabit bir gerçek olduğu ortaya çıkar. Bu şartlar altında hiç şüphe yoktur ki, eğer bu beyanda inkar ve tekzib edilebilecek zayıf bir nokta olsaydı, Kur'ân'a, Peygamber'e hücum için bahane arayan bunca düşmanlar en uygun fırsatı bulmuş olur, bütün şairler ve şahitler bu vesile ile yalanı yüze çarpmak için tekzib (yalanlama) kasideleri yağdırırlar ve Ebu Cehil gibi nüfuzlu Kureyş ve Daru'n-Nedve başbuğları da ellerinden gelen bütün kuvvetleriyle onları kışkırtırlar da kışkırtırlardı. Ve o zaman Hâkka Sûresi'nde geçtiği üzere "Eğer o, bazı laflar uydurup bize iftira etseydi, elbette ondan sağ elini (gücünü, kuvetini) alırdık, sonra onun can damarını keserdik." (Hâkka, 69/44-46) hükmü tamamen ortaya çıkardı. Halbuki hakkı yalanlamak için her türlü iftiraları, cinayetleri, suikastları göze almış olan o düşmanlar bu sûre ve bu kıssa hakkında öyle bir teşebbüste bulunmamışlar, tersine İbnü Hişam'ın "Siyer"inde anlatıldığı üzere baştan sona birçokları o kıssanın doğruluğu hakkında şiirler söylemişlerdir. Demek ki bu, biraz önce "Ve'l-Asr" Sûresi ile işaret edilen asrın ortaçağa son verecek yeni bir çağ açmak üzere ortaya çıkmış acaibliklerinden bir ibret örneği ve herkesçe Kâbe'nin varlığı gibi inkar edilemeyecek bir gerçek idi. Daha demin "Birbirlerine hakkı tavsiye ederler." (Asr, 103/3) diye hak tavsiyesini, insanları hüsrandan kurtaracak güzel amellerin başında olarak haber veren Kur'ân'ın fil vakası hakkındaki bu kesin ve olumlu açıklamasını teoriler ile alışkanlığımız olan tabiat kanunlarına dönüştüreceğiz diye uğraşmamalı, dinsizliğe sapmamalı da tabiatlar üzerinde hakim ve yöneticisi olan Hak Teâlâ'nın olağanüstü olan bir ilâhî fiili, bir ilâhî iradesi olduğunu tesbit ederek ondan, ona göre ibret ve neticeler çıkarılmasına çalışmalıdır. Çünkü kâinatta meydana gelen alışılmış ve alışılmamış bütün olaylar, eşyayı kendi tabiatlarının durgunluğuna bırakmayarak üzerlerinde değişiklik meydana getiren yaratıcı bir kudretin etkisinin ortaya çıkmasıdır. O tekrarlandıkça bize normal ve tabii görünür, tecrübemiz, bilgi edinmemiz, mantığımız, fenlerimiz sahasına girer. Tekrarlanmadıkça da şaşırtıcı, garib, kural dışı, tek bir olay olarak görünür. Mantıklarımıza, tekniklerimize sığmaz.

Tecrübelerimizin, bildiğimiz kanunların hükmüne tabi olmaz. Fakat yaratanın kudretini gösteren görgülerimiz veya duyduklarımızdan olarak olağanüstü özel durumlarıyla bir mesel halinde yine bilgilerimiz içinde kalır, iman sahamızı genişletir ve zabtedilen bu gibi nadir şeyler ve özelliklerin bir daha eşine tesadüf edilebilirse kanunlaştırılabilmesi için tecrübe kıymetinden istifadeye çalışılır. Bundan dolayı ilimler hep alışılmış tecrübelerden çıkarılan sonuçları, külli kanunlar halinde genelleştirmeye çalışmakla beraber, genel kanunlar ile açıklanamayan, kural dışı ve tek olan garip hadiseleri inkar edip atıvermez. Tersine onu görüşüne göre tesbit ederek ilerde bir bilgi edinmeye zemin olmak üzere istatistik halinde sayar. Ve hatta büyük ilim adamları daha çok öyle şaşırtıcı olayları araştırarak onlardan yeni yeni sonuçlar almaya ve bu şekilde beşer ilminin gelişmesine hizmet etmeye çalışırlar. Çünkü görmek ilmin başında gelir, o da nakil ile tesbit edilir ve genelleştirilir. Zamanların bir ifadesi demek olan tarih de olayların olduğu gibi zabt ve ifadesinden ibaret olmak lazım gelir. Tarihleri gönüllerine, arzularına göre değil de ilim ve hakka hizmet için, vaki olana göre yazacak tarihçiler evvela gerek normal ve gerek garip ve nadir bilinen veya duyulan olayları olduğu gibi zabt ve tesbit etmeye çalışır. Kendi fikir ve kanaatini ilave edecekse onların mertebelerine göre cereyanlarını takip ederek söylemesi; her zaman olagalen normal ve bol olaylardan ziyade garip ve nadir olarak şahidi veya rivayetçisi olduğu hadiseleri de kaçırmamaya dikkat etmesi gerekir. Onun içindir ki en ciddi, en hikmetli bir şekilde yazılmış tarihler inanılmaz gibi görünen nice gariplikler zaptetmişlerdir ki bunların yalnız teoriye dayanan fikirlere göre kıyas ile değil, rivayet edenlerinin ilmen ve ahlâken kıymetlerine, hıfz ve anlama, doğruluk ve sadakat itibarıyla mazbut kuvvetlerine göre ayıklanarak ve hakikate hizmet için yazılanlarla, şeytanlık, mel'anet veya eğlence için yazılanlar seçilerek incelenmesi gerekir. Esas görgüye dayanarak tevatüren malum olmuş bir olayın aynını görmüyoruz diye inkara veya te'vile kalkışmak ne fen, ne de tarih açısından doğru değildir.

Özellikle asrımızın acaibliklerini görüp duranlar için hiç doğru değildir. Bir çölde bir ordu üzerine ansızın bir kuş akını ve onlarla gökten dolu gibi taş yağdırılması ne kadar garip olursa olsun haddizatında imkansız bulunmadığı ve âdete muhalif olsa da, akla aykırı hiç bir çelişkiyi ihtiva edici olmadığı gibi, Müzdelife'de Muhassir vadisi denilen dere içinde ansızın böyle bir taş yağmuruna tutulan böyle semavî bir afet içinde kalan kimselerin de bir ekin gibi kırılıp hurdahaş olmaları gayet tabiidir. Ancak biz o kuşların ne gibi hislerle uçtuklarını ve nasıl bir his ile o taşları gagalarına ve ayaklarına alıp atış yaptıklarını bilemeyiz. Yalnız bunlardan ilâhî, Rabbani bir irade ve kudretin tecellisini pek açık olarak anlarız. Ki bunu tabii zannedilen her hadisede dahi anlamamız lazım gelir. Fil sahipleri olayı hakkında Kur'ân'ın bu âyetlerle anlattığı durum bu vak'anın öyle inkarına mecal olmayan en açık hatlarını ve en müsbet durumlarını gösterdiği ve Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in doğduğu yılın ve belli günün tarihî adı bulunan bu harikanın müşahitleri içinde ve bütün muasırları gibi onun cereyan edip şekliyle tafsilatını bütün muhitinden dinleye dinleye büyümüş bulunduğu ve bu derece yakın ve genel müşahede ve tevatürü ile bilgi, görme ile müşahede bilgisine dayanmış olduğu için ona Allah tarafından görmedin mi, "görmedin mi Rabbin fil sahiplerine nasıl yaptı?" diye hitap buyurulmuş ve buna karşı o günkü muarızlarından bile ağzını açan olmamıştır. O günden bu güne kadar Kur'ân nasıl mütevatir ise, fil sahipleri olayı da bu sûrede beyan olunduğu vechile şüphesiz mütevatirdir. Tafsilatıyla ilgili olan rivayetlere gelince, onların buna uygun olan müşterek yönleri, ittifaklı noktaları öyle olsa da, ihtilaflı olan ve yorumu kabil olmayan hususlar mütevatir olmak şöyle dursun, hepsi sahih bile olmayacağı açık bulunduğundan, bunları rivayet itibarıyla senetlerinin kıymetine ve dirayet itibarıyla de bu âyetlerin sarahatine uygunluklarının derecesine göre sahihi, hastası, zayıfı, boşu ayıklanmak lazım gelir ki tefsirler bunlara işaret etmişlerdir.

Kıssa, tarihlerde bilindiği için bu bahsi bu kadarla kessek iyi olurdu. Fakat bu arada bir çiçek ve kızıl, kızamık hastalığından da bahsedildiği ve bununla bir taraftan olayın güya tabiileştirilerek fevkalâde olan önemi adileştirileceği, bir taraftan da mikroplara temas etmek itibarıyla daha ziyade inceleştirilmiş olacağı zanniyle âyet sarih olan mânâsından çıkarılarak kuşların ve taşların mânâsı buraya doğru eğilmek istenildiği cihetle bunları açıklamak için rivayetleri kaydile sözü biraz daha uzatmak lüzumu hasıl olmuştur.

Evvela bu konudaki rivayetleri tafsilatıyla toplayan İbnü İshak, İbnü Hişam ve İbnü Cerir ve diğer Siyer ve tefsir ehli bu olayı şöyle anlatmışlardır:

Yemen'de Hımyeriler'den Tübba Hassan'ın, kardeşi Amr tarafından öldürülmesi üzerine çıkan ihtilal neticesinde hükümeti zabtetmiş olan ayaklananlardan Lahnia Zuşenatır'i öldürüp de idareyi eline almış olan ve Tubba Hassan'ın kardaşı Tebban Es'ad'ın oğlu Zur'a Zunuras yahudiliği benimsemiş ve o vakit Necran'da halis tevhid esası üzerine yayılmakta bulunan muvahhid İsevî müminleri çevirmek için Uhdud vakasını çıkararak katliam yapmıştı. Bu meyanda Tubba'nın oğullarından Devs Zusa'leban adında birisi bir ata binip kaçarak kurtulmuş ve Rum kayserine kadar gelerek olayı haber verip Zunuvas'a karşı ondan yardım istemişti. O da: "Sizin memleketiniz bize uzaktır, fakat Habeş kralına yazayım, o da bu dindedir ve size yakındır." demiş ve buna yardım edilip intikamı alınması için Necaşi'ye yazmıştı. Bunun üzerine Necaşi Habeş'ten yetmiş bin kişilik bir ordu tertip edip, üzerlerine Eryat adında birini komutan tayin ederek sevketmişti. Ebrehetü'l-Eşrem bunun emrinde idi. Devs Züsa'leban da beraber olarak denizden Yemen sahiline çıktılar. Zûnüvas, emrindeki Yemen kabileleriyle karşı geldi çarpıştılar. Askerinin yenilmiş olduğunu görünce atını denize sürüp denizin dibine daldı ve boğuldu. O vakit Yemenliler'den birisi "Ne Devs gibi, ne de onun yük bağlayışı gibi" demişti. Bu söz Yemen'de darb-ı mesel olmuştu. Eryat da Yemen'e girip zabtetmiş, senelerce orada Habeş adına saltanat sürmüştü. Sonra Ebrehe ona karşı münakaşa etmiş, Habeşliler ikiye bölünmüş, birbirinin üzerine yürümüşler. Nihayet Ebrehe, Eryat'ı düelloya davet edip, kölesi Atude'yi arkasında saklayarak bir hile ile Eryat'ı öldürüp yerine geçmişti. Necaşi bunu işitince öfkelenmiş, beldelerini çiğneyip başını kesmedikçe Ebrehe'yi bırakmayacağına yemin etmişti. Ebrehe başını traş ettirmiş ve bir torbaya Yemen toprağından da doldurarak Necaşi'ye göndermiş: "Kralım, Eryat senin bir kulundu, ben de bir kulunum. Senin emrinde ihtilaf ettik, ikimiz de sana itaatkâr idik. Ancak ben Habeş işini çekip çevirmede daha güçlü, siyaset ve idarede ondan daha mahir idim. Hakkımdaki yeminini işittim, bütün başımı kazıttım ve memleketimin toprağından da bir torba ile takdim ettim. Ayağınızın altında çiğneyiniz de yemininiz yerini bulsun." diye yazmıtı. Necaşi de bundan hoşlanmış, buna karşı:

"Emrim gelinceye kadar yerinde dur." diye yazmıştı. Bu şekilde Ebrehe Yemen'de kalmıştı. Sonra bu Ebrehe, San'a'da Kulleys yapmış, o zaman oralarda eşi görülmedik bir kilise bina etmiş, Necaşi'ye: "Kralım! Senin için bir kilise yaptım ki eşi görülmemiştir, Arapların haccını da buna çevirmedikçe durmayacağım." diye yazmıştı. Araplar da Ebrehe'nin Necaşi'ye böyle yazdığını haber almıştı. Cahiliye devrinde Araplar'ın nesi (Tevbe, 9/37. âyetinin tefsirine bkz.) denilen, ayları geriletme işini yapan, yani takvim için müneccimbaşılık gibi nesi'cilik yönüne sahip olduğundan dolayı Nesee adı verilen Beni Fukaym (Fukaym oğulları) kabilesiden biri kızmış, meşhur olduğu vechile, gidip o kilisenin kıblesi tarafına oturuvermiş kirletmiş. Sonra da kızıp kaçmış. Ebrehe de bunu haber alınca çok kızarak Kâbe'yi gidip yıkmaya yemin etmiş. Bir rivayette de bir Arap kabilesi kilisenin civarında bir ateş yakmışlarmış. Rüzgarın etkisiyle ateş sirayet edip kilisede yangın olmuş. Ebrehe bundan dolayı kızarak Habeşlilere hazırlık emrini vermiş. Hazırlanmışlar, techizatlarını tamamlamışlar ve denildiğine göre altmış bin kişilik bir ordu, beraberlerinde Necaşi'nin fili olan ve Mahmud denilen büyük bir fil, başkaca da sekiz veya oniki yahut daha çok normal filler ile -ki o zaman harplerde tank gibi fil kullanılırmış- hareket etmişler. Araplar bunu duyunca telaşa düşmüşler, buna karşı harb etmeyi görev saymışlar. Yemen'in önde gelen ve meliklerinden Zunefr adında birisi kendi kavmini ve diğer Araplar'dan kendisine katılanları Ebrehe ile harbe ve Beyt-i haram'ı müdafaaya davet etmiş, çarpışmış fakat bozulmuşlar ve Zunefr esir edilmiş Ebrehe'ye getirilmiş, öldürülmesi istenince: "Ey Melik, beni öldürme, umarım ki benim, senin yanında kalmam, senin için öldürülmemden daha hayırlı olur" demiş, o da onu öldürtmekten vazgeçmiş, bağlattırarak yanında hapsetmiş. Ebrehe, yumuşak bir adammış. Sonra Ebrehe maksadına devam ederek, yürümüş, Has'am arazisine geldiğinde Nüfeyl b. Habibi, Has'am, Has'am'ın iki kabilesi olan Şehran ve Nahis kabileleri ve diğer katılan Arap kabileleri ile karşılaşarak çarpışmış. Bunlar da bozulmuşlar ve Nüfeyl esir edilmiş, bu da öldürüleceği sırada : "Ey Melik! Beni öldürme, bu Arap arazisinde ben sana kılavuzluk ederim, Has'am'ın şu iki kabilesi de benim iki elimdir, Has'am ve Taa" demiş, bunun üzerine tahliye edilmiş maiyyetinde delil olarak çıkmışlar, nihayet Taif'e geldiklerinde Mer'ud b. Muattib b. Malik Sakafi, Sakif kabilesi adamlarından bir takımlarıyla karşı çıkıp: "Ey Melik! Biz senin kullarınız, sana itaat edip boyun eğiyoruz, bizde sana karşı çıkacak yok ve senin kastettiğin Beyt (Kâbe) bizim beytimiz değil -yani Taif'te bulunan Beytullât'ı değil- Mekke'deki Beyt'i (Kâbe'yi) kastediyorsun, biz de kılavuzluk edecek kimseler göndeririz." demişler, o da onlardan geçmiş, Mekke yolunu göstermek üzere Ebu Rigal adında birisini vermişler. Bu Ebrehe'yi Taif yolunda Mugammıs denilen meşhur yere indirmiş. Fakat iner inmez Ebu Rigal ölmüş oraya gömülmüş. Halâ Araplar orada onun kabrini taşlarlar. Sonra Ebrehe Mugammıs'ta iken Habeşlilerden fil komutanı Esved b. Maksud adında birisini bir süvari bölüğüyle Mekke'ye kadar göndermiş. Kureyş ve diğerlerinden Tihameliler'in mallarını sürüp getirtmiş. Bu arada Peygamberimizin dedesi Hz. Abdülmuttalib'in de ikiyüz kadar devesini sürüp götürmüşler. O zaman Abdülmuttalib Kureyş kabilesinin büyüğü ve ulusu bulunuyordu. Bunun üzerine Kureyş, Kinane, Hüzeyl ve Harem'de bulunan diğer kabileler harbedecek oldular. Sonra da güçleri yetmeyeceğini anlayarak vazgeçtiler. Ebrehe, Himyeriler'den Hunata adında birisini Mekke'ye gönderdi: "Git bu beldenin reisini, şerifini bul, ona şöyle söyle: Melik diyor ki: Ben sizinle harbetmek için gelmedim, ancak şu beyti (Kâbe'yi) yıkmak için geldim. Eğer bize harb ile karşı koymazsanız, bizim sizin kanlarınıza ihtiyacımız yok, şayet benimle harbetmek istemiyorsa, onu al bana getir." dedi.

Hunâta Mekke'ye gelince Abdülmuttalib'i gösterdiler. Emredildiği sözü söyledi. Abdülmuttalib de ona: "Vallahi biz onunla harbetmek fikrinde değiliz, ona takatımız yok. Bu, Allah'ın hürmetli Beyt'i ve Halil İbrahim Aleyhisselam'ın Beyti'dir. Eğer o menederse, onun Beyt'i, onun hürmetidir. Yok eğer bırakıvere vallahi bizde onu müdafaa edecek kuvvet yoktur." tarzında cevap verdi. Ve onunla beraber oğullarından bazılarını yanına alarak askerin bulunduğu yere gitti. Varınca Zünefri sordu. O kendisinin sadık dostu imiş, yanına varmış. Nasıl şu bizim başımıza gelen hale sende bir derman var mı? demiş. O da, bir melikin elinde esir olan ve sabah akşam öldürülmesini bekleyip duran bir adamın ne dermanı olur? Bende senin başına gelen hale bir derman yok, ancak filin bakıcısı Enis'e haber gönderebilirim, ona seni tavsiye eder ve hakkında hürmetkar davranmasını ve senin için melikten izin alıvermesini ve eğer yapabilirse onun yanında hayır ile bir şefaatte bulunurvermesini rica edebilirim. Yapabilirse gider, ne söyleyebilirsen söylersin" cevabında bulunmuştu. Abdülmuttalib: "Bu bana yeter." dedi. Bunun üzerine Zünefr, Enis'i çağırtıp ona: "Abdülmuttalib Kureyş'in efendisi ve Mekke menbaının sahibidir. Düzde insanları, dağ başlarında vahşi hayvanları doyurur. Melik bunun ikiyüz devesini sürdürmüş, onun için yanına girmesine izin alıver ve gücün yettiği kadar yararlıkta bulunuver." dedi. O da yaparım deyip Abdülmuttalib'i Zünefr'in anlattığı gibi anlatarak arzetti. Abdülmuttalib gayet iri ve çok yakışıklı, insanlar güzeli idi. Ebrehe onu görünce büyükleyerek tazim ve ikram etti, kendinden aşağı oturtmayı uygun görmedi, yanındaki divanına oturmasını da Habeşliler'in görmesini istemedi, divanından inip minderine oturdu. Onu da beraberinde yanına oturttu. Sonra tercümanına, "isteğin nedir?" diye söyle ona, dedi. Tercüman söyledi. O da: "İsteğim, melikin sürdürmüş olduğu ikiyüz devemi bana geri vermesidir." dedi. Tercüman bunu anlatınca Ebrehe tercümanına söyle dedi: "Ben seni görünce gözüme büyük görünmüştün, fakat söz söyleyince gözümden düştün. Ben senin dinin ve atalarının dini olan Beyt (Kâbe'y)i yıkmaya gelmişken, sen onu bırakıyorsun da, bana sürdürmüş olduğum ikiyüz deveni mi söylüyorsun?"

Abdülmuttalib buna karşı: "Ben o develerin sahibiyim, o Beyt (Kâbe)'nin ise bir Rabbi vardır, onu menedecek odur." dedi. O: "Benden menedemez." dedi. Abdülmuttalib de, "Ben ona karışmam, işte sen, işte o." dedi.

İbnü İshak demiştir ki: Bazı ilim ehlinin kanaatine göre Ebrehe Hunata'yı gönderdiği zaman Abdülmuttalib ile beraber Beni Bekr'in reisi Amr b. Nufase b. Adıyy ve Hüzeyl'in reisi Huveylid b. Vahile dahi gitmişler. Bu ikisi Ebrehe'ye Kâbe'yi yıkmayıp dönmek üzere Tihame mallarının üçte birini arzetmişler, Ebrehe kabul etmemiş. İbnü İshak, buna oldu mu olmadı mı Allah daha iyi bilir demiş. Fakat Ebrehe Abdülmuttalib'e develerini iade etti, oradan ayrıldılar. Gelince Abdülmuttalib Kureyşli'lere haberi anlattı ve askerin sarkıntısından sakınmak için Mekke'den çıkıp dağların tepelerine ve aralıklarına çekilmelerini emretti. Sonra Abdülmuttalib kalktı, Kâbe kapısının halkasını tuttu, beraberinde Kureyş'ten bir kaç kişi de kalktı Allah'a dua ediyorlar. Ebrehe ve ordusuna karşı yardımını diliyorlardı. Abdülmuttalib kapının halkasını tutarak şöyle dedi:

Fâtiha Sûresi'nde geçtiği üzere "lâhümme", "Allahümme" mânâsınadır. Şiirin mânâsı: "Ey Allahım, kul göçünü, ailesini sakınır esirger. Sen de hılalini: Buraya konmuş, hürmeti tehlikeye maruz bulunmuş olanları sakın, esirge. Onların haçları ve kuvvetleri yarın senin kuvvetine, havline asla üstün gelemez. Eğer sen onları bizim kıblemizle (bir rivayette Kâbe'mizle) bırakıverecek olursan, o da senin bileceğin bir iş, ancak sana malum olan bir hikmete dayanmaktadır." Bazı rivayetlerde bu son beyitten önce şu iki beyit de vardır:

"Beldelerin toplumlarını çektiler getirdiler. Bir de fili ki senin yakınlarını yağma etmek için, düzenleriyle cehaletlerinden senin koruna kastettiler, ululuğunu nazar-ı itibare almadılar." Diğer daha bazı rivayetler de vardır. Fakat en sahihi zikrolunan kadardır.

İbnü Hişam der ki, bunun bu kadarı sahih olanıdır. İkrime b. Amir b. Haşim b. Abdi Menaf da şöyle söyledi:

"Allah'ım, kepaze et o Esved b. Maksud'u, o kıladeli kıladeli yüzlerce sürüleri alan, Hıra ve Sebir arasında, sonra da çöllerde iken onları hepsederek koğmakta ve o kara tımtımlara, siyah Habeşlere katmakta olan o filcinin ahdini boz ya Rabbi! Mahmud (öğülen) sensin".

Sonra Abdülmuttalib halkayı bıraktı, emrindekilerle beraber dağ başlarına çekildiler. Ebrehe Mekke'ye girince ne yapacak? Gözetiyorlardı. Sabah olunca Ebrehe girmeye hazırlandı ve askerini yerleştirdi. Mahmud dedikleri fili de hazırladılar. Mekke'ye doğru sürdüler. Derken Nüfeyl b. Habib varıp filin yanına yanaşmış, kulağını tutmuş, bir şey söyleyerek bırakıvermiş, fil çöke kalmıştı, yani düşmüştü. Nüfeyl de sıvışıp kaçarak dağa çıkmıştı. Fili kaldırmak için zorladılar teberlerle başına vurdular, döğdüler, kaldıramadılar, çengeller içine aldılar, ötesini berisini dürtüştürerek çektiler, kanattılar, yine dayandı. Yemen'e doğru çevirdiklerinde kalkıp koşuyordu. Bunu birkaç defa yaptılar. Sonra yine Mekke'ye çevirdiler yine yıkıldı. Sersem etmek için şarap içirdiler yine fayda vermedi. Demek ki hayvan orada diğerlerinin görmediği bir tehlike hissetmişti. Bu hal Muhassir vadisi yanında oluyordu. Bu sırada Allah Teâlâ denizden üzerlerine "kırlangıçlar ve belesan benzerleri" bir çok kuşlar gönderiverdi. Her kuş biri gagasında, ikisi iki ayağında nohut ve mercimek gibi üç taşı taşıyorlardı. Bu taşlar onlardan kime rastlarsa o helak oluyordu. Hepsine de isabet etmiş değildi. Çıkıp kaçmaya başladılar ve geldikleri yolu tutmak istiyorlar. Yemen yolunu göstersin diye hep Nüfeyl'i soruşturuyorlardı. O vakit Nüfeyl onların başlarına gelen bu hali görünce şöyle demişti:

"Nereye kaçacaksın? Takip eden, Allah...

Eşrem ise mağlub, galip değil."

Bir de şu gazeli söylemişti:

"Sağlık verilmedi mi sana bizden, ey Rudeyne!

Bu sabah biz size gözleriniz aydın olsun dedik.

Rudeyne görseydin -fakat görme onu-

O muhassabın, çakıllı derenin yanında bizim gördüğümüzü,

Göreydin her halde beni mazur görürdün ve yaptığım işi beğenirdin.

Ve arada geçene gam yemezdin.

Ben Allah'a hamdettim bir takım kuşlar gördüğüm

Ve üzerimize atılan taşlardan korktuğum zaman

Kavmin hepsi Nüfeyl'i soruyorlardı

Sanki benim üzerimde Habeşlilere bir borç varmış!"

Kaçışıyorlar her yolda düşüşüyorlardı. Ve her sığındıkları yerde helâk oluyorlardı. Ebrehe de cesedinden isabet almıştı, onu beraberlerinde çıkardılar. Parmak ucu kadar, parça parça dökülüyorlardı. Her parça döküldükçe arkasından cerahat, irin ve kan akıyordu. Nihayet onu öyle San'a'ya kadar götürdüler, bir kuş yavrusu gibi olmuştu. Zannettiklerine göre kalbi parçalanıncaya kadar ölmemişti." İşte genellikle rivayetlerde olayın açıklaması böyledir. Yukarda geçtiği üzere kuşların daha çok büyüklüğü ve renklerinin siyahlığı, yeşilliği, beyazlığı ve taşların insan başı kadar olanlarının da bulunduğu ve Necaşi'ye kadar gidebilen bir kişiden başka hepsinin orada yok olduğu hakkında da bazı rivayetler varsa da, meşhur olan öyledir.

İbnü İshak bunlardan başka bir de tek bir haber olarak demiştir ki: Bana Yakub b. Utbe haber verdi. Ona şöyle haber verilmiş: Arabistan'da Hasbe ve cüderi, yani kızamık ve çiçek ilk önce o sene görülmüş. Harmel, hanzal ve uşer denilen acı ağaçlar da ilk önce o sene görülmüş. Bunu İbnü Hişam, İbnü İshak'tan bu şekilde rivayet ettiği gibi, İbnü Cerir de İbnü Humeyd'den, o Seleme'den, o İbnü İshak'dan, o Yakub b. Utbe b. Muğire b. Ahnes'ten aynı şekilde rivayet etmiştir.

Görülüyor ki, bu yalnız Yakub b. Utbe'den bir tek rivayettir, o da kesin olarak değil, kendisine öyle haber verilmiş diye bilinmeyene isnad ederek zayıf bir şekilde rivayet etmiştir. Hem de fil sahiplerinin çiçekten kırıldığını söylememiş, Arabistan'da çiçek ve kızamık hastalıklarıyla üzerlik, Ebu Cehil karpuzu gibi zehirli ağaçların ilk olarak o sene görüldüğünü söylemiştir ki o doğru ise bu iki fıkra beraber düşünülmek ve bundan dolayı o hadisenin kendisi değil, o pisliklerin sebep olduğu diğer bir sonucu kabul edilmek gerekir. Ancak bundan başka olarak İbnü Cerir'in, Yakub, Hüşeym, Husayn tarikıyle İkrime'den naklen şöyle bir rivayeti vardır: İkrime kavlinde demiş ki: Yeşil kuşlardı, denizden çıkmıştı, siba başları gibi başları vardı. Ve demiş ki: Beraberlerindeki taşlarla onlara atıyorlardı. Demiş ki: Onlardan birisine isabet ettiği zaman onda çiçek hastalığı çıkıyormuş, çiçek hastalığının ilk görüldüğü gün o imiş, o günden ne önce, ne de sonra görülmemiş."

İkrime'den nakledilen bu haber öbüründen farklıdır. Bunda kuşların atmış oldukları taşların isabet ettiği kimselerde çiçek hastalığı çıkartmış olduğunu açıklamış olması itibarıyla tefsirle ilgili olan bir vecih vardır. Buna göre "asf-ı me'kul" (yenilmiş ekin) gibi kılınmaları, taşların yalnız dışardan kurşun gibi yaralama ve öldürmekten ibaret kalmayıp, aynı zamanda cesetlerinin içinden de derhal bir çiçek hastalığı patlatmak suretiyle delik deşik kırılıp serilmeleri ile de ilgili olmuş oluyor ki, bunda gariplik çatallanmış bulunuyor. Hem kuşlara taşlatmak, hem de taşların etkisiyle aynı zamanda çiçek çıkartıp kırmak, iki gariplikle olayın durumundaki acaibliği daha çok artırıyor. Karşı koymasız hedefine ulaşmak üzere bulunan saldırgan bir ordunun tam Mekke'ye girmek üzere bulunduğu bir sırada ansızın başlarına gökten taş yağdırılıvermesi garib bir olağanüstü olay olduğu gibi, öyle bir anda ansızın salgın ve eşi görülmedik bir çiçek hastalığıyla serilmeye başlayıvermesi ve teşebbüs edilen maksadın bu şekilde güdük kalıp bütün tedbirlerin bozulmuş olması da başlı başına olağan düşü bir garipliktir.

Taş yağması ne kadar garip olursa olsun yağan taşların altında kalanların yaralanması, kırılıp ölmesi tabii sayılabileceği halde, bu taşların yaralaması aynı zamanda bir de çiçek hastalığı yaparak öldürmesi normal değil, gariplik üstüne gariplik olur.

Diğer rivayetlerde kuşlarla taşlanan askerin çiçekten kırıldığına dair bir söz yoktur. Ancak Ebrehe'nin kendisinin cesedinden isabet alarak parça parça dökülüp çürüyüşü hakkındaki açıklama, başkaca bir hastalık olabilme ihtimaliyle beraber onun öldürücü bir çiçek olması zannını da verebilir. İşte çiçeğe dair olan sözün bütün esası, Yakub b. Utbe'nin ucu meçhule varan mübhem ve zayıf bir hikayesiyle nihayet Husayn'in İkrime'den nakledilen bu haberidir.

Fakat görülüyor ki, Kur'ân'ın zahirine uygun olan yaygın rivayetler karşısında bunun ikisi de özelliği itibarıyla münferit birer tek haber olmakla beraber biri mechulde, biri de İkrime'de kesilmiş munkatı veya mevkuf haberlerdir. İkrime'nin bir çok rivayetleri İbnü Abbas'tan olduğuna göre bunun da ondan olması farzedilebilirse de sabit değildir.

Şu halde rivayet bakımından zayıf oldukları gibi dirayet itibarıyla de garipdirler. Arabistan'da çiçek ve kızamık hastalıklarının ilk olarak o sene görülmüş ve bir daha görülmemiş olması garip görülmezse de harmel (üzerlik otu) ve hanzal (Ebu Cehil karpuzu) gibi acı ağaçların ilk olarak o sene görülmüş olması ve taşların yağmasıyla beraber çiçek hastalığının salgın halini alıvermesi gariplik üstüne garipliktir. Onun için buna münker (reddedilen) diyenler olmuştur. Bununla beraber imkan ve ihtimal dahilindedir. Bundan dolayı tefsircilerin çoğu bunu kâle almamış oldukları halde, bazıları da ihtimali dikkat nazarına alarak ihmal etmemek için zayıflığına işaret etmek suretiyle "İkrime'den rivayet edildi ki, kime bir taş isabet ettiyse onu çiçek hastası yaptı. Bu ortaya çıkan ilk çiçek hastalığıdır." diye kısaca kaydedivermişlerdir. Şu halde gerek Kur'ân'ın, gerek diğer rivayetlerin zahirine karşı bu ihtimali nazar-ı itibare alacak olanlar, bunu, istinad ettikleri ravinin söylediği gibi iki taraflı garipliğini gözeterek anlamak ve bununla olayın durumundaki acaiplik siliniverecekmiş gibi adilik sevdasında bulunmamak gerekir.

Bu açıklamadan da maksadımız şuna gelmektir: Araştırmalarıyla tanınmış Avrupa tarihçilerinden Avusturya'lı Hammer meşhur "Osmanlı Tarihi"nin otuz beşinci babında İkinci Sultan Selim zamanında Yemen'in fethi münasebetiyle İslâmiyet'ten önceki Arap tarihine ilişirken Fil olayına da şöyle bir fıkra ile değinmiş: "İş bu fil senesinde Habeş kralı Kâbe üzerine yürürken kuşların askeri üzerine attığı taşlarla, ihtimal ki bulaşıcı bir çiçek hastalığıyle durmaya mecbur olmuştur". "İhtimal ki "demesi, zikrolunan rivayete işaret eder gibi olmakla beraber, bunu dışardan taş atmaksızın zuhur eden bulaşıcı bir çiçek hastalığı ihtimali gibi ifade etmesi, sonra da "kırılıp helâk olmuştur" demeyip de "durmaya mecbur olmuştur" deyip geçmesi olayın önemini gözden kaçırmak yolunda kurnaz bir kalem oyunu olmuştur. Bununla birlikte Hammer için bu kadar araştırma ve taşların atılışını açıklamakla beraber çiçek hastalığını sadece bir ihtimalden ileri götürmeyerek gerçeğe oldukça yaklaşması takdire değer görülmek gerekir. Fakat Hammer'in bile bir ihtimalden ileri götürmediği bu çiçek hastalığı sözünü yazıklar olsun ki Abduh çirkin bir tedlis (hile) ve teşviş (karıştırma) ile tevatür meyanına karıştırıp, rivayetlerin ittifak ettiği sahih bir habermiş gibi ileri sürmeye çalışmış ve güzel bir başlangıçla başlayan sözünü güya bir incelik göstermek üzere mikroplara bulamıştır. Onun için burada onun sözlerini gözden geçirerek doğrusunu eğrisini ayıklamak bir görev olmuştur:

Abduh, bu sûrenin tefsirinde evvela diyor ki: Bu güzel sûre bize şunu öğretiyor: "Allah sübhanehu Peygamberine ve onun peygamberliğinin ulaşacağı kimselere kudretinin büyüklüğünü ve her kudretin onun önünde ve onun saltanatına boyun eğdiğini ve onun kulları üzerinde hükmedici olup onları ondan hiç bir üstünlüğün men edemiyeceğini ve hiç bir kuvvetin ona karşı gelemeyeceğini anlatan işlerden bir büyük işini hatırlatmak, düşündürmek istiyor. O büyük iş de şudur: Bir kavim, fillerine güvenerek Allah'ın bazı kullarının emirlerine üstün gelmek ve kendilerine şer ve eza eriştirmek istemişlerdir. Allah Teâlâ o kavmi yok ederek, hilelerini red, tedbirlerini ibtal ediverdi. Hem sayılarının, hem hazırlıklarının çokluğuna güvenirlerken, onlar, kendilerine hiç bir fayda vermedi. İşte bu âyetlerden bu mânâ ile yetinip de bunun üzerine ona bir tafsilat ilave etmesek mümkün olurdu ve bu kadarı ibret ve vaaz için kâfi gelirdi. Nitekim "Uhdud Ashabı"nda bu kadarla yetinmiştik."

Hakikatte Abduh bu kadarla yetinmiş olsaydı çok iyi yapmış olur ve tefsirin hakkını vermese de, hiç olmazsa, yanıltmaya sebep olmamış ve bu büyük işi küçültmeğe gitmemiş olurdu. Fakat bu kadarla da yetinmeyip diyor ki: "Lakin bu sûrede bizim için tafsilata girmek caizdir. Çünkü fil olayı bu âyetlerde varid olduğu gibi, haddi zatında bilinen ve rivayeti mütevatirdir. Hatta onu tarih başlangıcı edinmişlerdi. Onunla olayların vakitlerini sınırlıyorlardı. Fil yılında doğdu, fil yılından iki sene sonra şöyle oldu, diyorlardı. Ve daha bunun gibi..."

Yukarıda arzettiğimiz vechile fil vakası hakkında bu söz de doğrudur. Ancak Abduh'un bu ifadesinden sanki tevatür olmasaymış, tefsirde tevatür derecesine varmayan sahih rivayetlerle genişçe anlatım caiz olmazmış ve sanki kendisinin vereceği tafsilat hep mütevatirmiş gibi bir mânâ da çıkıyor ki, bunun ikisi de doğru değildir. Zira iman ve itikat farz olmak için tevatür şart ise de, itikadın sıhhati ve amelin vücubu için tevatür şart olmayıp, sahih senet ile sabit olan haberler, ahad haber dahi olsa yeterli delil olabileceği; gerek ibret ve nasihat ve ahlâkî fazilet ve gerek pek çok tarihi olaylarda olduğu gibi yalnız bilgi kabilinden olan hususlarda sıhhati tam ve sabit olmasa bile yalan ve uydurma, mevzu olduğu sabit olmayan zayıf rivayetler dahi fikirleri aydınlatmak için zikir edilmek ve genişçe anlatılmak caiz ve sırf şahsi olan mütalaalardan daha iyi ve daha faydalı olduğu hakkında ittifak vardır. İkincisi göreceğimiz vechile Abduh yaptığı açıklamada mütevatirle kalmamış, tevatüre karşı zayıf ve şahsi görüşü ile delil getirmeye kalkışmıştır. Mütevatir olan kısmı şöyle özetliyor:

"Bu olayda mütevatir olan şudur: Yemen'e galip gelmiş olanlardan Habeş'li bir komutan şerefli Kâbe'ye tecavüz ve Araplar'ı ona hacdan menetmek için, yahut kahretmek ve zelil kılmak için Kâbe'yi yıkmak istemişti. Bunun için bir hazırlıklı ordu, yani çok kalabalık bir ordu ile Mekke'ye yöneldi. Fazlasıyla korkutmak ve kalblere korku ve dehşet doldurmak için beraberinde bir fil veya birçok filleri de yanına aldı. Önüne geleni mağlub ederek durmaksızın yürüdü ta Mekke'nin yakınında Mugammes'e kadar ulaştı. Sonra Mekkelilerle harbetmek için gelmeyip ancak Kâbe'yi yıkmak için geldiğini haber vermek üzere elçi gönderdi. Bunun üzerine ondan korktular, dağların tepelerine kaçtılar, ne yapacağına bakıyorlar".

Ne Ebrehe'nin, ne de Abdülmuttalip hazretlerinin isimlerini bile kâle almayan bu ifade eksik olmakla beraber doğrudur ve mütevatirdir. Lakin bu mütevatir cümlesinden göstererek ilave ettiği şu fıkralara gelince ki:

"İkinci gün ise Habeş askeri içinde çiçek hastalığı ve kızamık yayılıverdi", diyor. Buna mütevatir demek ise yalan olmuştur. Gerçi hadise ikinci gün olmuştur. Fakat bu telakki, bu ifade şekli Abduh'un sırf kendi koymasıdır. Gerek hitaplarda, gerek dillerde mütavatir olan ancak Kur'ân'ın beyan ettiği vechile kuşlarla taşlanarak helâk olduklarıdır. Abduh, Allah Teâlâ'nın kudretinin büyüklüğüne delâlet etmek üzere zikretmiş olduğunu söylediği ve büyük işlerden bir iş diye vasıflandırdığı büyük işin mütevatir olduğu vechile bir olağanüstü iş olduğunu nedense söylemek istememiş, kil taşından yuvalar yapan kırlangıçlara benzer birtakım kuşlara fındık, nohut, mercimek kadar ve kuzuları, tavşanları, yılanları ve diğerlerini pençelerine takıp takıp veya gagalarına alıp alıp göğe kaldıran kara kuşlara, kartallara, leyleklere benzer bir takım kuşlara da insan kafaları kadar ve daha büyük ve daha küçük taşlar attırabilecek hiçbir kudret güya yokmuş, güya gökten taş yağdığı görülmemiş gibi bir zanna düşürecek tarzda bir te'vile sapmayı, o büyük işi adi gibi göstermeyi bir fevkaladelik saymıştır. Abduh'un bunu burada tevatür sözleri arasında bir hile olarak uydurmuş olduğu şu sözleriyle de sabittir: Zira buna delil olarak şöyle diyor:

"İkrime demiştir ki, bu Arap beldelerinde ilk ortaya çıkan çiçek hastalığıdır. Yakub b. Utbe de verdiği haberde demiştir ki: Arap beldelerinde kızamığın ve çiçek hastalığının ilk görüldüğü o senedir."

Görülüyor ki Abduh ikinci günü Habeş ordusunda çiçek ve kızamık hastalığı yayıldı, lakırtısını bu iki sözden istidlal ve istihrac etmek suretiyle kendi fikrinden söylemiştir. Halbuki yukarda görüldüğü vechile evvela: Bunlar mütevatir değil, rivayetler içinde zayıf birer haberdirler, gösterilmek istenildiği gibi birbirlerini te'yid edecek şekilde rivayet edilmiş de değillerdir. İkinci olarak: Abduh bunları da rivayet olunduğu gibi söylememiş, her birinin muradını izah eden canlı fıkralarını kaldırıp birbirine uydurarak nakletmiştir. Gördük ki İkrime kuşları ve attıkları taşları söylemekle beraber, o taşlar kime isabet ettiyse çiçek hastalığı çıkarttığını ve bunun ilk görülen çiçek kastalığı olduğunu, söylemiştir. İkinci günü taşlar atılır atılmaz çiçek hastalığının ortaya çıkıp yayılıvermesi ise ayrıca bir garipliktir. Bunu söylemek başka, sadece orduda çiçek hastalığı salgın oluverdi, demek yine başkadır. Zira böyle salgının ortaya çıkması için mikropların hayli gün önce faaliyete geçmiş bulunması lazımdır.

Bir de İkrime, kızamıktan bahsetmemiştir. Hasbe yani kızamık Yakub b. Utbe'nin sözünde var. O da bunu: "Arap toprağında çiçek hastalığı ve kızamığın ilk görüldüğü o sene ve mirar-ı şecer (acı ağac), harmel (üzerlik otu), hanzal (Ebu Cehil karpuzu), uşerin ilk görüldüğü de o senedir, diye haber verildiğini söylemiştir. Bu ise fil vak'asından çok, fil senesinde ilk görülen hadiseleri anlatmış olmuyor mu? Üzerlik ve ebu cehil karpuzu gibi pis yerlerde çıkan zehirli ağaçlar Habeş ordusunun kırıldığı anda çıkıvermiş olmayıp o sene zarfında laşelerinin yerlerinde çıkmış olacağı gibi, bu karine (ipucu) ile çiçek ve kızamığın da bu kabilden olarak ikinci derecede hadiseler olduğunu anlamak gerekmez mi? Haydi çiçek hastalığı bu iki munkatı haberin müşterek (ortak) değeri göründüğü için bu noktada birbirini tefsir ediyor denilsin ve bu değerlendirme ile İkrime'nin sözü tefsir bakımından öbürüne tercih edilsin. O halde onun taşını kaldırıp, berikinin kızamığını onun yerine koymak nereden doğdu? Yoksa "hasbe" kelimesinin kızamıktan başka çakıl mânâsına da gelmesinden de bir mânâ çıkarılmak mı istenildi? Her ne de olsa mütevatirin yanında İkrime ve Yakub'dan ileri gitmiyen bu zayıf ve munkatı bir rivayetten zorlamacasına çıkarılan böyle bir mütalaanın bu şekilde bir hile ile konulması ile araya sokulup da mütevatir diye gösterilmesi ve özellikle mütevatirden başkasıyla tefsirin tafsilini caiz değil gibi kabul ettirmek isteyen başlangıçtan sonra böyle yapılması Abduh'un keskin dilini ve kalemini kirleten büyük bir hata olmuştur. Sonra da bunlara şunu ekliyor: "Ve bu veba onların cisimlerini öyle yaptı ki eşinin vuku bulması nadir olur. Etleri dağılıp düşüyordu. Ordu ve sahibi bundan son derece korktu, dönüp kaçtılar. O Habeşli de isabet aldı. Etleri devamlı olarak parça parça, parmak ucu kadar düşüyordu. Sonunda bağrı çatladı ve San'a'da öldü.

Burada veba tabir etmiş. Veba, taun, kolera demek ise de taun gibi umumi salgın, bela mânâsına kullanmış olacak. Fakat şüpheye davet edici olduğu için yerinde değildir. Bu veba tabiri, rivayetlerin hiç birinde yoktur. "Eşinin vukuu nadir olur." sözü de kendi ifadesidir. Bununla olayın normal çiçek hastalığı veya veba olmadığını söylemiş oluyor. Doğrusu bunun bütünüyle eşi görülmemiştir. Bir de rivayetlerde askerin etlerinin dağılıp düşmesi yoktur. Taşların tepelerinden inip arkalarından çıkmaya başladığı ve geldikleri yoldan kaçmak için yol aradıkları ve her yolda dökülüp düştükleri ve her durakta helak oldukları vardır.

Ancak Habeşli dediği Ebrehe hakkında söylediği gibi cesedinden isabet almış olup San'a'ya varıncaya kadar eti devamlı olarak parça parça parmak parmak düşe düşe bir kuş civcivi gibi kaldığı ve nihayet kalbi parçalanıncaya kadar ölmediği zikredilmiştir. Bunun ise gayet şiddetli bir çiçek hastalığı olması mümkün olduğu gibi, bir frengi veya eşi görülmedik bir hastalık olması da mümkündür. Bunun arkasından Abduh bir de şöyle diyor:

"İşte bu, rivayetlerin üzerinde ittifak ettiğidir ve bu itikad sahih olur." "İşte bu" dediği sözün gelişine göre yukardan beri buraya kadar verdiği tafsilatın hepsi demek oluyor ki, hiç doğru değildir. Bununla Abduh araya sıkıştırdığı çiçek ve kızamık lakırtısını da bütün rivayetlerde üzerinde ittifak olunmuş gibi göstermiş ve mütevatir olan kuş ve taş fıkraları kâle alınmaksızın bütün olayın, eşi nadir bir çiçek ve kızamık vebasından ibaret olduğuna hükmederek sahih itikad olacağı iddiasına kadar gitmiş ve sanki Kur'ân'ın dışındaki rivayetlerin açıklamasında kuşlarla taş atılması üzerinde ittifak edilmemiş de İkrime ile Yakub'un rivayetlerine bile uygun olmayan, "İkinci gün Habeşi'nin ordusunda çiçek ve kızamık hastalığı yayıldı." lakırtısı üzerinde ittifak olunmuş imiş diye itikad ettirmeye çalışmış, sonra da sûredeki "kuş" kelimesini te'vile kalkışmış bulunuyor.

Kendi kanaati öyle olabilir. Fakat kanaatini söylemek başka, rivayete isnat etmek yine başkadır. Halbuki tevatürü naklederken kendi uydurduğu şeyini hile ve oyun ile de kalmayıp "İşte bu, rivayetlerin üzerinde ittifak ettiğidir." diye herkese karşı isnadda bulunması açık bir yalan olmuştur.

Halbuki rivayetin belası, vas'ı (uydurma olması)dır. Her hangi niyetle olursa olsun metin veya sened bakımından hadis uyduranların da yaptıkları budur. Uydurmada gerek doğrudan doğruya metin uydurması olsun ve gerekse metni bozmak olsun, gerekse kuvvetliyi zayıfa, zayıfı kuvvetliye isnad etme şekliyle senette olsun, hepsi yalandır. Rivayetlerde söylediği şekilde mevcut bile olmayan bir sözü müttefekunaleyh (üzerinde ittifak edilmiş) göstermesi ise böyle bir uydurma olmuştur.

Gerçi ilminde yeni keşifler bulmak, yeni münakaşalar açmak, yeni yollar, kaynaklar aramak; teorilere teoriden, deneylere deneyden, nakillere de nakil ve rivayetten tetkik ve tahkik icra etmek; rivayetlerin ortak ölçüsünü bulmak, kökünü, aslını istihrac ve istinbat ederek zayıfı, kuvvetliyi ayırmak; çarpışma ve ihtilafların anlaşma çarelerini aramak; kuvvetine, zafına göre garip olanları seçmek ve onlardan yeni yeni neticeler elde etmeye çalışmak şüphe yok ki kötülenmiş değil, övülmüştür, asıl ilmin görevi odur. Fakat rivayette doğruluk da o görevin başında yer almak gerekir. Bütün rivayetlerin ittifak halinde kaydettiği ve yukarıda geçtiği üzere en inatçı düşmanların bile inkar edemediği "kuş gönderme" ve "taş atma" gibi üzerine ittifak edilen müşterek değer noktasını, "böyle şey olmaz" gibi yalnız nazariyecilikle atıp da hiç bir ittisal (bağlantı)i rivayet edilemeyen ve bundan dolayı tam bir haber-i vahid bile olmayan munkatı (kesik) bir tek haberin aklen de garip bir şekilde rivayet edilmiş bulunan çiçek hastalığı fıkrasını "bu, üzerinde rivayetlerin ittifak ettiğidir" diye akaidin doğuşuna hediye etmeye kalkışmak bir âlime yaraşacak şeylerden değildir. Ve böyle hatalar insan olmak dolayısıyla her âlimde bulunması tabii olan ictihada ait sürçmeler kabilinden de değildir. Şeyhlik güvenine engel olan ehliyet arızalarından olur. Kitabına:

"Ey Rabbimiz! Yalnız sana güvendik ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de yine sanadır. Ey Rabbimiz! Bizi inkâr edenler için bir imtihan vesilesi kılma, bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin. Ey Rabbimiz! Bana ihsanının kapılarını açtın, kelâmının sırlarından dilediğini bana öğrettin. Hangi dil ile sana hamd edeyim? Hangi organla sana şükredeyim? Halktan kabule hazır olanları irşad için hak ve hakikati beyana senden yardım diliyorum. En yüce kelimeyi, senin apaçık kitabının kelimesi; en büyük saltanatı, peygamberlerin sonuncusu olan efendimiz Hz. Muhammed'in (Allah'ın salât ve selâmı O'na ve bütün peygamberlere ve dooğru yolda onlara uyanlara olsun) yolu kılmanı diliyorum. Ben de salih amellerde ve güzel davranışlarda onların izini takip ediyorum. Allahım! Bu mütevazi ve zayıf ümmete, kendileri için selamet ve afiyet olan yolu göster, onları doğru yolu gösteren ve kendileri de doğruya eren kimselere düşman yapma. Onları, sapmış ve başkalarını da saptıranlar için bir imtihan vesilesi kılma!" duasıyla başlayan ve nice güzel fikirler söyleyen Muhammed Abduh merhumun Allah'ını ve Resul'ünü sevdiğinde ve "kelime-i ulya" (yüksek kelime)nın Kur'ân-ı Mübin'de olduğunu bildiğinde ve ona iman ile hürmet ve hakkı açıklamaya hizmet ederek halkı aydınlatmak ve irşad etmek, günden güne Batı'nın sultasına düşerek ezilmekte bulunan ümmetini selamet ve afiyetini aramak için çalıştığında şüphe etmeye hak yok ise de, onca da "kelime-i ulya" (yüksek kelime) Kur'ân'da olduğu, bütün rivayetler de bunu tasdik edici olduğu için ona karşı "esrar şinas" (sırları bilici)lık iddiasıyla ortaya atmış olduğu büyük yanlışı hatırlatmak da hakkı bilenlerin vazifesi olduğunda şüphe yoktur. Onun bu konuda tek dayanağı olarak gösterdiği İkrime ve Yakub rivayetleri de söylediği şekilde olmadığı yukarıda olduğu gibi defalarca hatırlatıldıktan sonra burada açık bir yalan görünen iş bu "bu, rivayetlerin ittifak ettiği husustur" sözünü te'vil için söylenebilecek tek bir vecih vardır. O da, bu ism-i işareti sözünün başından sonuna kadar bütün tafsiline göndermeyip, yalnız sonundaki veba fıkrasından berisine ve daha doğrusu en sonunda Habeşi dediği Ebrehe'nin isabet alış şekli hakkındaki son fıkraya döndürmektir ki, onun eti devamlı olarak parçalana parçalana dökülerek nihayet San'a'da kalbi çatlayıp öldüğü hakkında ittifak vardır demek olur. Gerçi hepsinin helak olup, ancak bir kişinin Necaşi'ye kadar giderek haberi yetiştirdikten sonra orada öldüğü hakkında da bir rivayet varsa da, o da buna pek aykırı denemeyeceği cihetle bu son fıkra doğru olur. Bunun, biraz da zaman geçmiş olmak münasebetiyle bir çiçek hastalığı olması, muhtemel bulunur. Bununla beraber bu yorum önceki sözlerindeki yanlışlığı düzeltmeyeceği gibi sözün cereyanına göre maksadına da yeterli olmaz. Gerek sûrede ve gerek rivayetlerde üzerinde ittifak edilmiş olarak sabit ve mütevatir olan "kuş" ve "taş" fıkralarını hazfetmekle olayın yalnız çiçek ve kızamık salgınından ibaret olmak üzere sahih itikad olacağı hakkındaki davasına yeterli olmaz. Ve böyle yanıltıcı bir ifade ve te'vil ile, sûrenin açıkladığını çığırından çıkararak tefsir ve te'vil davasına kalkışmak doğru olmaz. Halbuki onun maksadı bütün açıklamalarının üzerinde ittifak edildiği iddiasıyle şu te'vile gelmek olduğu anlaşılıyor. Diyor ki: "Bu sûre-i kerime muhakkak olarak bize şunu açıklıyor ki, o çiçek yahut kızamık Allah Teâlâ'nın rüzgar ile göndereceği kuşlardan büyük fırkalar vasıtasıyla ordunun ferdleri üzerine düşen kuru taşlardan meydana gelmiştir".

Bu, apaçık bir tahriftir. Sûrede böyle bir beyan yoktur. Bu arada bir rüzgar, bir fırtına da belli olmuştur. Fakat sûrede ona dair bir beyan olmadığı gibi, kuşların gönderilmesi rüzgara dayanıyor da değildir. Kuşlar aldıkları bir ilham ve his üzerine neredeyse uçar uçar gelirler ve onların nasıl ve ne gibi bir his ve ilham aldıklarını bizim için şimdi tayin de mümkün olmaz. Sonra sûrede kelimesi marife değil nekredir, değildir. Demek o zamana kadar oralarda tanınmadık garip kuşlardır. Hem de "alay alay, fırka fırka" çoktur. "Ebabil'in, büyük fırkalar" demek olması doğru, "siccil"e "kuru" (yabis) demek de bir dereceye kadar doğru, fakat âyette taşların kuşlar vasıtasıyla yalnız düşüşü söylenmiyor, kuşların o taşlarla bilhassa attıkları söyleniyor. Sonra da sûrede ne çiçek hastalığı, ne de kızamık ve diğerleri beyan olunmamıştır. Ancak kuşların taşlar atması ile fil sahiplerinin derhal "yenmiş ekin" gibi kılınmış oldukları beyan olunmuştur ki, bunun bir çiçek oluvermesi de, bir kızamık veya kızıl oluvermesi de bir veba oluvermesi de hiç bilinmedik bambaşka bir âfet oluvermesi de mümkündür. Tecrübesiz, müşahedesiz aklî ihtimaller inhisar altına alınmaz. Göz önünde nice çıbanlar, hastalıklar görülüyor ki doktorlar açıklamasını yapamıyorlar. Bununla beraber, taşlar atılır atılmaz aynı gün içinde dönüp kaçacak kadar bir çiçek veya kızamık salgınının meydana gelivermesi de zahirin zıddıdır. Zahiri, taşların dış tesiriyle kırılarak delik deşik, dökülmüş, helak olmuş olmalarıdır. Çiçek veya kızamık olduysa kokuşmalarından doğarak, Ebrehe'de olduğu gibi, sonradan olmuştur. Ve Yakub b. Utbe'nin nakline göre Arap topraklarında acı ağaçlarla beraber o sene görülmüştür. Sûre, insaf ile okununca Abduh'un bu ifadesinde de nas üzerine ilave yapmış olduğunu üzüntüyle itiraf etmemek kabil olmaz. Şimdi de bunun üzerine şu neticeyi almak istiyor da diyor ki:

"Şu halde senin için böyle inanmak caiz olur ki, bu kuşlar bazı hastalıkların mikroplarını taşıyan sinek veya sivri sinek cinsindendir ve bu taşlar rüzgarların sevkiyle bu hayvanların ayaklarına takılan kuru, zehirli çamurdan olup, bir cesede yapışınca onun cilt derilerine girmiş, onda cismin bozulması ve teninin dökülmesiyle nihayet bulan o cerahatlenmiş çıbanları fışkırtmıştır. Ve bu zayıf kuşlar Allah Teâlâ'nın insanlardan helak olmasını istediğini yok etmekte en büyük askerlerinden sayılır. Ve şimdi mikrop denilen o zayıf hayvan da onlardan haric olmaz ve o birçok fırkalar ve toplumlardır ki sayılarını ancak Allah sayabilir".

Görülüyor ki Abduh burada kuşları önce bir sinek, sonra da bir mikrop, taşları da sinek ayağına bulaşacak kadar bir toz yapıp çıkmış ve yukarıdan beri rivayetlerden onları kaldırarak ve nassın beyanını bozarak döşenişi bu neticeye gelmek olmuştur. Doğrusunu açıkça herkesin anladığı ve bildiği gibi söyledikten sonra bu münasabetle mikroplardan da bahsederek zamanının halkına biraz bilgi vermiş olsa fena olmaz, bir öğüt de olabilirdi. Allah Teâlâ'nın koca bir Nemrud'u bir sivrisinekle öldürdüğü meşhur meseldir. Bununla beraber onun en büyük askerleri sinekten ibaretmiş gibi zannettirmek de hatadır. Bütün göklerin ve yerin ordusu onundur. "Göklerin ve yerin askerleri Allah'ındır." (Feth, 48/7) Gerçi "tayr", kanadıyla havada uçan demek olduğuna göre sineklere de söylenebilir. Lakin rüzgarla sineklerin ayaklarına bulaşacak tozlara taş denilemiyeceğini, taşlar atan kuş denildiği zaman da bundan maksat bir sinek olamayacağını herkes anlar. Kelamda bu gibi karinelerin delaleti nazar-ı itibara alınmayınca da hiç bir söz anlaşılmaz. Bununla beraber mutlak, şüphe verici olduğu zaman kemaline sarfedilmiş olacağından örfte mutlak'a tayr denildiği zaman, ondan sinek anlaşılmaz. Sinek dilimizde de meşhur olduğu üzere uçsa da kuş değildir. Bir insan kuş yemeyeceğim diye yemin etse, sinek yutmakla yemini bozulmuş olmaz. Buradaki itikat sözünden maksad, âlemde sineklerin veya mikropların varlığına itikad meselesi de değildir. O ayrıca bir müşahede ve tecrübe ile herkesin her zaman görülebilmesi mümkün olan şeylerden, normal bilgilerdendir. Burada maksad, o tarihî olayda Kur'ân'ın haber verdiği ve rivayetlerin de görüldüğünü söylediği kuşlardır.

Abduh'un ifadesinde tevatüren bir tafsil olmadıkça bunların tafsil ve tayinine itikat etmek caiz olmamak lazım gelirken ve burada bu kuşların sinek veya mikrop olduğuna dair hiç bir haber de duyulmuş değilken, bunların sinek cinsinden olduğuna inanmak nasıl caiz olur? Sonra da hiç bir aklî zaruret yokken, o kuşların attıkları taşları, sineklerin ayaklarına bulaşmış tozlardır diye tefsir ve inanmaya kalkışmak nasıl caiz olur? Burada mikroptan bahsetmiş olmak ve bu şekilde de zamana göre bir incelik göstermek için sinekleri ve dolayısıyle mikropları hatırlatmak üzere ne görülen kuşları unutturmaya, ne de âyetlerin mânâsını eğmeye lüzum yoktur. Sineklere taş attırmayı, kuşlara taş attırmaktan daha makul göstermekte veya taşlaşmış çamurdan, kil taşından olan görülen taşları sinek ayağına ilişen görünmez kuru çamur tozdan ibaret diye inandırmaya çalışmakta, sonra bu tozların bedenlere yapışınca deri deliklerine girişim fertler üzerine kuru taşların düşüşü diye çapraşık düşündürmekte de bir mânâ yoktur, olayın ondört asırdır âlemin işitegeldiği ve sûrenin apaçık anlattığı gibi alay alay kuşların siccil (çok sert çamur) den attığı acaib taşlarla fevkalade durumda ilahi bir fiil olduğu beyan olunduktan sonra "yenmiş ekin" teşbihinin içinde kurt yeme hastalığı ve helak olanların leşlerinin kokuşmaları dolayısıyla mikroplara da işaret bulunabileceğinden bahsetmek ve hastalığın tayini iddiasında bulunmaksızın hummalı veya mikroplu ve yaygın hastalıklardan herhangi birisi olabileceğini, fakat burada maksad onun niteliğini tayin değil, helakın durumundaki fevkalade acaibliği göstermek olduğunu söylemek hem doğru, hem de faydalı olurdu. Lakin Abduh böyle yapmamış, tevatürü tafsil edeceğim derken onu atıp "muhalefet et, meşhur olursun" sözü gereğince kimsenin söylemediği bir söz söylemek için çelişkilere düşmüştür. Bundan dolayı mukadder soruya güya cevap almak üzere şöyle diyor:

"Allah Teâlâ'nın tuğyan edenleri kahretmekte eserinin kudretinin ortaya çıkması, o kuşların ne dağ başları iriliğinde olmasına, ne boğucu Anka çeşidinden olmasına, ne özel renkleri bulunmasına, ne de o taşların miktarlarının ve tesirli durumlarının bilinmesine dayanmaz. Allah'ın, her şeyden askeri vardır.

"Her şeyde onun bir alâmeti vardır.

Onun bir olduğuna delâlet eyler".

"Varlık âleminde bir kuvvet yoktur ki onun kuvvetine boyun eğmesin."

Evet, ilâhî kudretin eserinin ortaya çıkması sırf onun ilminden, irade ve yaratmasından başka hiç bir şeye dayanmış değildir. Fakat böyle olması, Abduh'un davasının lehine değil, aleyhinedir. Çünkü o, kuşların büyüklüğüne dayanmadığı gibi, sineğe, mikroba, çiçeğe, kızamığa da dayanmış değildir. O nasıl dilerse öyle yapar. O halde sineklerle çiçek çıkarttıracağım diye uğraşıp durmanın mânâsı yoktur. Ancak şunu da hatırlatmak lazım gelir ki, hiç bir şeye dayanmayan Allah'ın kudretinin eserinin ortaya çıkışını bizim bilmemiz, onun bir dereceye kadar olsun niteliğini bilmemize dayanmaktadır. Hiç bir niteliğini tanımadığımız, işitmediğimiz bir şey bize görünmüş olmaz. Biz her hangi bir şeyi tanımak için onu Allah'ın bize açıkladığı vechile bilmeye muhtacız. Onun için bu sûrede hepsinden önce nitelik hatırlatılmıştır. O halde fil ashabı, fil olayını tanımak için de Allah bize bu sûrede nasıl bildirdiyse öyle tanırız ve öyle itikad eyleriz. Rivayetlerden de derecesine göre alabildiğimiz tafsilatı alırız. Ne sıhhati, ne yalanı sabit olmayan nalar (eksik) haberlere itikat etmeyerek ihtimal gözüyle bakarız. Sıhhati, senediyle sabit olan ve daha kuvvetlisine zıt vesikaya dayanan haberlere de "haber-i vahit" bile olsa itikadı vacip saymamak şartıyla inanabiliriz. Lakin görmediğimiz ve niteliğine dair bir haber işitmediğimiz, delil denecek bir eser de bulamadığımız bir şeyi şahsi bir düşünce ile nasıl bilebiliriz? O halde olayı görenler, haber verenler, bütün rivayetler Kur'ân'ın dediği gibi kuşları, taşları söyleyip dururken ve kuş, taş ne demek olduğu herkesçe malum ve ilâhî kudrette bunların hepsi mümkün iken bunları haber verildiği gibi anlamayıp ve ihtimal ki bunlarla beraber İkrime'nin dediği gibi bir çiçek salgını da olmuştur, demeyip de yalnız sinekle çiçek çıkartmaya çalışmakta ve azgın bir kavmi helak etmek için yüce yaratıcıyı çiçek ve kızamık maddesine muhtaçmış gibi göstermekte maksat nedir? "Kudret ve kuvvet ancak Allah'a aittir." Böyle iken Abduh, Allah Teâlâ'nın beyanıyla yetinmeyip kanaatince tesirin niteliğini tayinde ısrar ederek ve yaratıcıyı maddeye muhtaç imiş gibi göstererek ve bununla beraber ifadesine biraz daha çeki düzen vererek sözünü şöyle özetliyor:

"İşte Beyt'i (Kâbe) yıkmak isteyen o azgın üzerine Allah Teâlâ o kuşlardan onu çiçek veya kızamık maddesini gönderecek şeyi gönderdi de Mekke'ye girmeden önce ona da yok etti, kavmini de yok etti. Bu ise Allah Teâlâ'dan bir nimettir ki, Beyt (Kâbe)ini, dininin kuvvetiyle koruyacak Resulünü (s.a.v.) gönderinceye kadar korumak için Harem'inin ehlini puta tapıcı oldukları halde o nimet ile bürüdü, korudu. Her ne kadar o nimet, Allah'dan düşmanlarına, o cürmü ve günahı olmayan Kâbe'ye tecavüz etmek isteyen fil sahiplerine inmiş bir şiddetli ceza ise de... İşte bu, bu sûrenin tefsirinde üzerine itimad sahih olandır." diyor.

Bu sözün içinde "o kuşlardan ona çiçek hastalığı veya kızamık maddesini ulaştıracak şey gönderdi" fıkrasından başkasına itimad sahih olabilirse de, o fıkraya itimad asla sahih olamaz. Çünkü bir kerre o tefsir değil, usul tabirince "nass üzerine ziyadedir". Metinde ona hiç delâlet yok. Ne akıldan, ne nakilden onu öyle tayin ve takyit ettirecek bir delil de yoktur. Siccil (çok sert çamur)den taş, bir madde ise de bunun çiçek hastalığı veya kızamığa bir tahsisi yoktur. Lut kavmi hakkında da "Çamurdan taşlar." (Zariyat, 51/33), "Çamurdan taşlaşmış, hazırlanmış." (Hud, 11/82) buyurulmuş ve bundan kimse çiçek hastalığı ve kızamığa dair bir özellik anlamamıştır. Sonra âyette "irsal"in mef'ulü iken onu çiçek hastalığını maddesine ve çoğul zamirlerini tekile tebdil eden bu ifadede çiçek hastalığı ve kızamık maddesi sanki mahluk (yaratılmış) değil de kadim imiş ve sanki yüce yaratıcı onu dilediği yerde yaratamazmış da çiçek hastalığı ve kızamak yapmak için o maddeyi ulaştırmak mutlaka şartmış ve sanki asıl fail o maddeymiş de vasıl olduğu yerde muhakkak onları yapıvermiş gibi üstü kapalı, davaları dahi şüpheye düşürmek vardır. Halbuki bizim irademize ait fiillerimiz için zaruri gibi görünen maddi ve tabii şartlar, Allah'ın fiillerinde ve özellikle tabiatları çeviren yaratmaya ait fiillerinde hiç şart olmadığını göstermek bu sûrenin açık mazmunu iken ve ilâhî kudretin eseri o gibi şartlara dayanmayacağı daha demin söylenmiş iken genel olan taşları çiçek hastalığı ve kızamık maddesine tahsis ederek maddecilere hoş görünmek için sûrenin mutlak oluşunu kayıtlamakla bozan bir fıkraya tefsir diye inanmak nasıl sahih olur? Onun için bu fıkra kaldırılıp, onun yerine, âyette olduğu gibi, Allah Teâlâ üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderip onlara çamurdan taşlaşmış acaib taşlar attırarak o azgını ve kavmini maksatlarına eremeden yok etti, denilirse sahih olur ve ifadenin geri kalanı da ibarenin akışından hasıl olan lazım-ı mânâ olmak üzere doğru bir tefsir olurdu. Onun için o fıkra mevcut iken şöyle demesi de hiç doğru değildir:

"Bundan başkası, eğer rivayet sahih ise, tevilsiz kabulü sahih olmayacak şeylerdendir." Bundan başkası bütün rivayetlerin ittifak ettiği üzere, âyette olduğu gibi, kuşların gönderildiğini ve onlarla taşların atıldığını yukarıda beyan ettiğimiz te'vilsiz olarak kabul etmekten ibaret olan tefsirdir. Bundan ötesi ise tefsiri ilgilendirmez. Nihayet birer fazladan tarihî bilgi olur. Abduh'un zayıf bir rivayeti bahane ederek âyetin nazmını bozar şekilde yapmak istediği ve kendisinden başka kimsenin söylemediği te'vile dayanmak, sahihtir deyip de âyeti te'vilsiz olarak kabul eden ve mütevatir rivayetlere de uygun olan tefsirleri şayet rivayet sahih ise te'vilsiz kabulü sahih olmaz diye şüphe ile reddetmeye kalkışması çelişki üzerine çelişki olan bir fitneciliğidir ki bunu şöyle tamamlamak istemiştir:

"Bir de dört ayaklı hayvanlardan cismen en iri hayvan olan fil ile üstün olmak isteyen bir kimseyi görüşe açık olmayan ve gözle görülmeyen küçük bir hayvan ile kaderin sevkettiği yerde tutup helak etmek, kudreti büyükleyecek şeylerdendir. Şüphe yok ki o akıllı katında bu daha büyük ve daha acaib ve daha şaşırtıcıdır."

Abduh evvelce kuşları göze görünecek kadar bir sinek yaptığı, mikrobu da onların içine kattığı halde son sözünde sinekleri bırakarak bakışa açık olmayan, gözle görülmez mikroplardan ibaret gibi göstermiş ve bu şekilde kudretin büyüklüğü akıllı katında daha çok açık ve şaşırtıcı olacağını söyleyerek sözüne son vermiştir. Bu söz de delile dayanan bir söz değil, şiire ait bir yanıltmadır. Evet, sade bir file değil, altmış bin denilen adedi çok bir orduya ve mühimmatına da güvenen bir mağruru, küçük bir mikrop ile helak edivermek büyük bir kudretle olduğunda, şüphe yoktur. Ve fili de, mikrobu da, her şeyi de yaratan Allah Teâlâ'nın alışılmış ve alışılmamış her işinde kudretinin büyüklüğü akıllı katında sabittir. Bu büyüklüğün mânâsı da "Onun işi, bir şey(in olmasını) istedi mi ona sadece "ol" demektir, hemen oluverir." (Yâsin, 36/82) buyurduğu üzere, dilediği şeyi hiç bir kayıt ve şarta muhtaç olmayarak bir "ol" emriyle dilediği gibi yapıveren bir kudret olmasıdır. Ancak görünmezle yapması batınî kalır, görünürle yapması zahir olur. Onun için Nemrud'un bir menenjiti, beyin humması bir sinekle mesel olmuştur. Fakat yukarda da hatırlattığımız vechile insanlar alışılmış şekilde görünen işleri normal görmeye alışmış bulunduklarından dolayı büyütmedikleri gibi, gözle görülmeyen ve bakışa açık olmayan mikropları görmeden, bilmeden önce kimsenin onlardan haberi olmaz ki, onunla fili, yahut file güveneni mukayese etsinler de bundan kudretin büyüklüğünü anlasınlar. Böyle bir mukayesede görünen küçük bir kuşun üstün gelmesi daha şaşırtıcıdır. Filin sevkedilememesi de öyledir. Bin dört yüz sene önce, henüz insanlara mikrobun bildirilmemiş, gösterilmemiş olduğu bir zamanda olayın zahirî sebebi olmak üzere bilmedikleri mikroptan bahsedip de onunla fili karşılaştırmaya davet etmeye kalkışmak mânâsız olurdu. Onda zahiri sebep mikrop değil, ortaya çıkan hastalıktan ibaret kalırdı. O vakit sûre "Görmedin mi Rabb'ın fil sahiplerine ne yaptı. Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı." diye üç âyetten ibaret olur ve aradaki iki âyet onlar için mânâsız olduğu gibi, bizim için de mikrobu ne kuş, ne de taş tanımadığımızdan dolayı hiç bir faydası olmaz ve yukarıda söylediğimiz gibi o vakit Peygamber'in düşmanları buna karşı bütün hücum yaparlardı. Halbuki file ve orduya karşı çıkmak, görünmez şeylerle değil de o fili isyan ettirecek ve uzaktan yakından görülebilecek kuşlar ve dolu gibi taşlarla o orduyu helak edivermek hem akıllı katında ve hem herkesin katında elbette daha açık ve daha şaşırtıcı ve daha acaib ve o kudretin bizim gibi tabii şartlarla kayıtlı olmayan büyüklüğünü göstermekte elbette daha açıktır. O olay gibi bu sûre de böyle olağanüstü şeyleri inkar eden ve Yaratıcının kudretini şirk ile kayıtlamaya kalkışan azgınlara, dinsizlere karşı açık bir delil göstermek üzere olayın gözcüleri huzurunda nazil olmuş, kimse de biz öyle kuş ve taş görmedik diyememiştir. Ancak onunla beraber sonradan çiçek ve kızamıktan ve zehirli ağaçlardan bahseden olmuştur. İnsaf ile düşünüp de söylemeli ki bu sûre nazil olduğu zaman bu dili anlayan Arap belagatçi ve şairlerinin ile den göze görünmez fırka fırka mikrop veya mikroplu taşlar mânâsını anlamış oldukları ve bu âyetlere öyle bir mânâ vermiş bulundukları kabul olunabilir mi? Bunu olduğu gibi anladıktan sonra, olsa olsa, "yenmiş ekin yaprağı gibi"den de taze ekin yiyen küçük böcekler, kurtlar, güveler mânâsını ve belki de taşların sonunda bir çiçek kırılışını anlayan olmuştur. Bu açıklık karşısında Abduh'un gerek rivayet ve gerek dirayet vesikalarını kaybedip eserindeki güzel ve faydalı fikirlerini de kıymetten düşürmesine acınmaz mı? Sonra da ona aldanarak âyetini "mikroplu taşlar attılar" diye tercüme eden bazı mütercim (çeviren)lerin aldanışına acınmaz mı? Bu sözlerimiz iyi niyeti olan irfan ehlinedir. Yoksa garazkarlıkla ne söylediğini bilmez, taşları tırtıl gibi kuş tersleri diye alay ederek onunla bir ordunun korkudan panik oluverdiğini söz diye söylemekten utanmayan ve Peygamber'i haşâ bir hristiyan rahibinin çırağı yapmak için beraberinde Mısır'a ve İstanbul'a kadar seyahat ettirmeye çalışan ve Levh-i Mahfuz'u hiyeroglif; sayfaları, taşları kuş çakıldağı görmek, göstermek isteyen ve yalancılığı yegane hüner zanneden hümeze lümeze güruhuna Hutame'den başka ne yaraşır? Hayat içinde bin dört yüz sene önce olmuş bir olayı bugün şahsi bir kıyas ile inkar edivermek, masal deyip geçmek kolay gibi görünürse de, onu bir yanlış tutmak için her yönden fırsat gözetip duran çağdaş, gözlemci düşmanlar karşısında pervasız haykırmak kolay değildir. O zaman Peygamber'e her taraftan hınç püsküren düşmanları bile inkâra ve te'vile sapmamışken bugünkü dostları içinde ona inanamayıp da te'vile kalkışanlara:

"Düşman kadar olsun siper et sûret-i hakkı,

Ey dost Hüseyn olmaz isen bari Yezid ol" denmez mi?

Zira bu olay hakkında o zaman söylenmiş olan şiirler bile onun muhalifler katında da görülmüş ve mütevatir olduğunu isbat etmeye yeterlidir. Bunların hepsini burada açıklamaya ve saymaya yer yoktur. Bir kaçını yukarıda zikretmiştik. Burada da meşhurlarından bir ikisini daha kaydedelim: İbnü Hişam'ın kayıt ve zaptettiği üzere İbnü İshak demiştir ki: Allah Teâlâ Habeşliler'i Mekke'den redd ve indirdiği bela ile karşı karşıya getirince Arap, Kureyş kavmini büyüttü. "Bunlar, Allah'ın ehli, Allah onlardan dolayı harp yapıverdi, düşmanlarının hakkından geliverdi." dediler. Ve şairler birçok şiirler söylediler. Bunlarda Allah'ın Habeşliler'e yaptığını ve onların hilesini Kureyş'ten nasıl reddettiğini zikrediyorlardı. Bu cümleden olarak Abdullah b. ez Zibara b. Adiy b. Kays b. Adıyy şöyle demişti:

"Mekke deresinden defolun. Çünkü eskiden beri onun harimine ilişilmez. O haram kılındığı geceler şira yaratılmamıştı. Yaratılmışlardan ona taarruz edecek bir aziz yoktur. Habeş komutanına sor ne gördü, bilmeyenlerine de bilen haber verecektir, altmış bin yerlerine dönemediler, hatta döndükten sonra da onların hastası yani Ebrehe yaşamadı. Onlardan önce de orada Ad ve Cürhüm vardı. Allah, kulların fevkında onu ikame buyurur".

Ebu Kays Saffi b. Eslet b. Cşem b. Vail de şöyle demiştir:

"Allah'ın yaptıklarından birisi de Habeşîler'in fil günüdür, çünkü bütün gönderdikleri sevkiyatları yerinde kaldı, helak oldu. Sopaları, çengelleri o filin böğürleri altında idi, burnunu da yirmişler yırtılmıştı, kamçısını niğvel; teber şişi yapmışlardı, kastettiklerinde kafası yarılmıştı, öyle iken dönüp gerisin geri geldiği yola gitti ve orada bulunanın hepsi zulme gelmişti, derken Allah üstlerinden bir çakıl yağdıran gönderiverdi de, onları kuzuları dürercesine dürüverdi. Bilginleri sabra teşvik ediyorlardı, onlar ise koyun gibi bağırıyorlardı"

Haniflerden Ümeyye b. Ebi's-Saet b. Ebi Rabia Sahafi de şöyle demiştir:

"Gerçekten Rabbimizin âyetleri parlaktır. Onlarla pek kâfir olanlardan başkası mücadele etmez. Geceyi ve gündüzü yaratmış, herşey aşikar, hesab olunmuştur. Sonra Rabb-i Rahîm gündüze güneşteki yaygın ışıkları ile cila verir. Fili Muğammes'te habsetti, hatta sanki vurulmuş, ayakları kırılmış gibi sürünüyordu. Boyun halkası yere sürtülerek ki, tıpkı bir dağın kayasından bir kutur düşmüş gibi. Etrafında Kinde meliklerinden pehlivanlar, harplerde başı dönmüş şahinler vardı. Onu bıraktılar, hepsi tarumar oldular, hepsinin bacağının kemiği kırılmıştı. Kıyamet günü Allah yanında hanif dininden başka her din helaktedir." (Bu şiiri söyleyen Ümeyye b. Ebi's-Salt, müşriklikten, yahudilikten ve hristiyanlıktan çekilmiş, bununla birlikte İslâm'a girmeden de ölmüştü.)

Daha bunlar gibi birtakım şiirler vardır.

Şu muhakkak ki bu olayın en ibret alınacak noktası, hakka karşı kuvvetlerine güvenerek yalnız zulüm ve yıkmak maksadıyla tecavüz için Kâbe üzerine hareket eden ve önüne geleni çiğneyen saldırıcı bir ordunun tam Mekke'nin yanına gelip de hedef ve maksadına ulaşmak üzere bulunduğu gün karşılarında görünürde insanlar tarafından hiç bir karşı koyma ve müdafaa vasıtaları yokken hatır ve hayale gelmez bir şekilde bütün tedbir ve düzenlerinin Allah tarafından dalâlette boğuluvermiş olması, yani "onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?" âyetidir. Diğer âyetler, kuşların akını, taşların yağdırılışı da bunun yalnız Allah tarafından olduğunu en açık bir şekilde açıklamak için niteliğiyle ilgili ikinci derecede âyetlerdir. Ve bunun böyle fevkalade açık olan icra şeklinden dolayıdır ki, onu müşrikler bile yalnız Allah'tan bilmişlerdir.

Fahreddin Râzî burada, şöyle bir soru sorar: "Kureyş kâfirleri eski zamandanberi Kâbe'yi putlarla doldurmuş değil miydiler? Bu ise hiç şüphe yok ki Kâbe'nin duvarlarını tahrip etmekten daha çirkin, daha büyük suçtur. O halde Allah Teâlâ o azabı niçin yıkma kastında bulunanlara musallat kıldı da, onu putlarla dolduranlara musallat etmedi?" Sonra da buna şu cevabı verir: "Çünkü Kâbe'ye putları koymak Allah'ın hakkına tecavüz, Kâbe'yi yıkmak ise halkın hakkına tecavüzdür. Bunun benzeri yol kesenler, kanuna karşı gelen, katildir. Bunlar müslüman olsa bile şer'an öldürülürler. Halbuki kocamış, ihtiyar, kör ve sabih savmea (manastırda ibadete çekilen) ve kadın kendi hallerinde iken kâfir iseler de öldürülmezler. Çünkü halka zararları dokunmaz".

Bunun özeti Allah'ın şeriatında dünyaya ait ceza, kulların haklarına zarar ve tecavüz dolayısıyladır. Yalnız Allah'ın hakkı olan hususta azab asıl ahirettedir, demek oluyor. Bundan başka yukarıda izah olunduğu üzere bu hadisenin asıl hikmeti, Allah dininin yayılması için dünyaya gelmek üzere bulunan Resulullah'ın doğumuna bir başlangıç ve onun davetine icabet etmeye bir hazırlama idi. Onun için bu sûre, Peygamber'in şanında ve ona hitap ile nazil olduktan sonra bunu Kureyş Sûresi takip edecektir.

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)