Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 1. Bölüm - Printable Version +- Tiryaki Board (https://tiryakiboard.com) +-- Forum: DİNİ İSLAMİ BİLGİLER (https://tiryakiboard.com/forumdisplay.php?fid=8) +--- Forum: iSLAMi BiLGiLER (https://tiryakiboard.com/forumdisplay.php?fid=187) +---- Forum: Dini Hikayeler Evliya Kıssaları (https://tiryakiboard.com/forumdisplay.php?fid=198) +---- Thread: Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 1. Bölüm (/showthread.php?tid=979) |
Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 1. Bölüm - RasitTunca - 06-18-2018 Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 1. Bölüm Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbı hakkındadır: Hayâ sâhibi olan hazret-i Osmân, ikrâm ve iyilik menba’ı, Kur’ân-ı kerîmin toplayıcısıdır. Neseb-i serîfleri, Osmân bin Affân bin Ebîl’as bin Ümeyye bin Abdil’sems bin Abd-i Menâfdır. Neseb-i serîfleri Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin neseb-i serîfleri ile dördüncü atada birlesir ki, Abd-i Menâfdır. Neseb cihetinden hazret-i Osmân, hazret- i Ebû Bekr ile hazret-i Ömerden evvel Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile birlesir “radıyallahü anhüm”. Künye-i serîfleri, islâmdan evvel Ebû Abdüllahdır. Lakab-ı serîfleri, zinnûreyndir. Iki nûr sâhibi demekdir. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin iki muhterem kerîmelerini [kızlarını] aldıgı için iki nûr sâhibi denilmisdir. Birinin ism-i serîfi Rukayye, birinin Ümm-ü Gülsümdür “radıyallahü anhünne”. Önce hazret-i Rukayyeyi tezvîc etdiler. O vefât etdikden sonra, hazret-i Ümm-ü Gülsümü tezvîc etdiler. O da vefât etdikde, hazret-i Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki; (Yâ Osmân! Eger yanımda üçüncü kızım olsaydı, onu da sana verirdim.) Nûr sâhibi, ilm ve hilmin birlesdigi zâtdır. Birinci Menâkıb: (Bu menâkıbı islâma gelme sebebidir.) Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Islâma gelmezden evvel bir gün, Kureysin ileri gelenleri ile oturmusdum. Bir kimse haber verdi ki, hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kerîmesi Rukayyeyi Utbeye vermis. Bu haberden bana hayli üzüntü geldi. Ben niçin istemedim, diye perîsân hâlde, sıkıntı ve endîse ile eve geldim. Gördüm ki, annem, teyzem ve akrabâdan nice hâtunlar bir kimseyi medh ederler. Dedim ki, yâ teyzecigim, bu medh etdiginiz kimdir? Dediler ki, O güzel yüzlü, konusması tatlı bir kimsedir. Rahmân onu bize hak dîni bildirmek ve ona çagırmak için gön- – 199 – dermisdir. Gökden inen Furkân ile gelmisdir. Ona tâbi’ ol, putlara tapma! Bu garîb kelimeleri dinleyip, merâk edip, dedim ki, bu kimdir, bana beyân eyle! Dedi ki, Muhammed bin Abdüllahdır. Allahü teâlâ tarafından Resûl olarak gelmisdir. Allahü teâlânın emrlerini bize bildirir. Bizi hak dîne çagırır. Yüzü ısık verir. Dînine giren kurtulur. Istedigi seyler kolaydır. Ona yakın olan iyilik bulur. Bu medh sözleri kalbime çok te’sîr etdi. Tenhâ bir yerde Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini buldum. Hâlime bakıp, nedir fikrin, dedi. Zîrâ, firâset ehli bir büyük zât idi. Vâki olan kıssayı beyân etdigimde, dedi ki, yazık sana yâ Osmân! Hak din günes gibi açıkda iken, sen kavminin kuruyacak elleri ile yapdıkları tasdan putlara ma’bûd demekden utanmaz mısın! Gözü görmeyip, kulagı isitmeyip, zarar ve kâra kâdir olmıyan ilâh olur mu. Dedim ki, olmaz. Dedi, teyzen sana dogru söz söylemis. Iste Resûlullah, hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. Gel, seninle huzûr-ı serîfine varalım. Îmân getir, dedikde; o sırada Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ve yanında hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” oraya çıka geldiler. Hemen hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ayaga kalkıp, onlara karsı vardı. Mubârek kulaklarına bir söz söyledi. Sultân-ı enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri yanıma gelip, buyurdu ki, (Yâ Osmân! Seni Allaha ve Cennete çagırıyorum. Ben, Allahü teâlânın sana ve bütün insanlara gönderdigi Peygamberinizim!) Mubârek sözlerini isitdim. Kalbim îmân nûru ile doldu. Ihtiyârsız olup [düsünmeden], (Eshedü en lâ ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh) dedim. Aradan çok zemân geçmedi, Rukayyeyi bana nikâh edip, verdi. Teyzem, islâma geldigimi isitip, sâd ve handân olup, çok sevinip, bu si’ri okuyarak geldi: Sözlerim sebebi ile Allahü teâlâ Osmâna, Hidâyet verip, dogru yolu gösterdi ona. Kendi fikrini bırak, uy Muhammed aleyhisselâmın sözüne, Her sözü dogru olan, Allahın Resûlüne. Iki kızını sana verecekdir, ileride, Dolunayın günese karısacak elbette. – 200 – Ba’zı rivâyetde gelmisdir ki, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki: Bir teyzem vardı. Iyiyi kötüden ayırabilen, kehânet ilmini bilen, baska ilmlerden de haberi olan birisi idi. Bir gün o teyzemi görmege gitdim. Meger bir kasîde söylemis. O kasîde içinde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini medh ve senâ eylemis. Hem Peygamberligini açıklamıs. Hem ben onun kerîmesini [kızını] alıp, dâmâdı oldugumu ve hem vezîri oldugumu açıklamıs. O kasîdeyi bana verdi ve bana dedi ki, durmayıp ve te’hîr etmeyip, var Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûruna. Da’vetini kabûl edip, emrine mutî’ olup, dînine gir. O dogru sözlüdür. Getirdigi din hakdır. Günden güne isi yüce olur [sânı yüksek olur]. Bu sözü benden isit. Senin merteben de çok yüksek olacakdır. Bütün dünyâda [dünyânın her tarafında] adın söylenip, hutbelerde okunur. Bu söz gönlüme [kalbime] kâr edip [te’sîr edip], hemen putperestlik dîninden dönüp, putları inkâr eyledim. Gönlümde hiç sâibe [sübhe] kalmadı. Oradan dönüp, yola revân oldum. Giderken, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine ugradım ki, Sıddîk-ı ekber “radıyallahü teâlâ anh” ile gelirler. Meger murâd-ı serîfleri yanıma gelmek imis. Server-i Enbiyâya selâm verdim. Selâmdan sonra buyurdular ki, yâ Osmân, isitdim ki, teyzenin sana etdigi nasîhatları ve cümle sözleri yakîn üzere ve dogrudur. Sakın, muhâlefet etme. Allahü teâlâ hazretlerine ve bana muhâlefet etmis olmayasın. O sana dedigi sözler, hep olsa gerekdir. Hemen gel, islâm dînini kabûl eyle. Hazret-i Ebû Bekr de dedi ki, yâ Osmân, sana bir süâlim var. Cevâb ver. Bu dîni, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri getirdi. O dîne bizi da’vet etdi. Ben onu kabûl eyledim. Bu dinde sek [sübhe] var mı, fikr eyle [düsün]. Yalanlamak mümkün müdür. Su tutageldiginiz, ata ve dede dîniniz ki, bir parça tasdan kendilerinin yontdugu, ne görür ve ne isitir, ilâh olmaga lâyık mıdır? Ben dedim, dogru söylersin, yâ Ebâ Bekr! Hemen Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek ellerini öpüp, bî’at edip, müslimân oldum. Demislerdir ki, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” islâma geldikde, müslimânların besincisi oldu. Ikinci Menâkıb: Muhyissünne imâm-ı Begavî hazretleri – 201 – (Meâlim üt-tenzîl) kitâbında, sûre-i Bekaranın sonunda meâl-i serîfi (Mallarını Allah yolunda infâk edenler, dagıtanlar..) olan 262.ci âyet-i kerîmesinin tefsîrinde Kelebîden nakl buyurmuslar ki, bu âyet-i kerîme, hazret-i Osmân bin Affân ve hazret-i Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü anhümâ” hakkında nâzil olmusdur. Abdürrahmân bin Avf, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna dört bin dirhem getirdi, koydu. Dedi ki, yanımda sekizbin dirhem var idi. Dörtbin dirhemi kendime ve âileme alıkoydum. Dörtbin dirhemi Rabbime ödünc verdim. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ona buyurdu ki, (Evinde bırakdıgına ve borç verdigine, Allahü teâlâ bereket versin!) Ammâ Osmân “radıyallahü teâlâ anh” müslimânları Tebûk gazâsında techîz etdi. Ticâret develerini, hevedleri ve çulları ile berâber verdi. O iki serverin hakkında bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Abdürrahmân bin Sümre “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Ceys-i Usretde hazret-i Osmân, bin dinâr ile geldi. Ceys-i Usretden murâd, Tebük gazâsıdır. Hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kucagına altınları dökdü. Ben gördüm. Resûlullah mubârek elini altınlar arasına dâhil kılıp, karısdırdı. Buyurdu ki, (Osmâna bundan sonra yapdıkları zarar vermez.) Allahü teâlâ hazretleri meâl-i serîfi, (Allah yolunda mallarını sarf eden kimseler, dagıtdıkları seyler ile karsısındakileri ezâda ve minnetde bırakmazlar. Onların ecrini onların Rabbi verir. Onlar için korku ve üzüntü yokdur.) olan âyet-i kerîmeyi gönderdi. Minnet, ihsânda ve ikrâmda bulundugu kimsenin, ben sana sunları verdim, bu kadar sey verdim, diye verdiği ni’meti onun basına kakmak, onu üzmekdir. Ezâ, ni’met verdiği, ihsânda bulundugu kimseyi mahcûb etmek, utandırmakdır. Veyâ ikrâmda bulundugu kimseyi, hiç bilmesi îcâb etmiyen birisi yanında ikrâm etdigini söyliyerek utandırmakdır. Süfyân demisdir ki, minnet ve ezâ demek, sana verdim, sen sükr etmedin, demekdir. Abdürrahmân bin Zeyd bin Eslem dedi ki, benim babam der ki, bir sahs bir seyi, bir kimseye bagıslasın. Sonra baksın ki, senin selâmın onun üzerine agır gelir. Selâmını o kimseden önce verme. Allahü teâlâ kullarına ihsân ve iyilik etdikden sonra, basa kakmagı harâm kılmısdır. Kullarına her çesid ni’meti verip, onların basına kakmamayı kendi zât-i pâkine mahsûs sıfat kılmısdır. Zîrâ kuldan minnet, kulun – 202 – iyilik etmesi, sonra basa kakması ve üzmesidir. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin minneti, kullarına ni’met vererek, kullarını memnûn etmesi, hattâ ihsânını artdırması, bunları hâtırlatmasıdır. Imâm-ı Begavî (Mesâbîh-i serîf)de hasen hadîslerin birinde, Abdürrahmân bin Habbâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etdi ki, hadîs-i serîfin mazmûn-ı serîfi böyle beyân olunmus ki, Abdürrahmân dedi, ben hâzır oldum. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri nasîhat edip, Eshâb-ı kirâmı Tebük gazvesine tesvîk ederlerdi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp, dedi ki, yâ Resûlallah! Yüz deve, çulları ile [palanları ile] ve hevedler ile, fîsebîlillah benim üzerime olsun! Sonra Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yine tergîb etdiler [tesvîk etdiler]. Yine hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp dedi ki, yâ Resûlallah! Üçyüz deve, çulları ile ve hevedleri ile, fîsebîlillah benim üzerime olsun! Ben gördüm, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” minberden iner. Sonra buyurur: (Osmân bundan sonra, nâfilelerden bir amel etmez ise de, bir be’is yokdur. Zîrâ o yapdıgı hasene ona bütün nâfileler yerine kifâyet eder.) Mutarrîzi böyle demisdir. Üçüncü Menâkıb: Imâm-ı Begavî “rahimehullahü teâlâ” (Mesâbîh-i serîf)de, Menâkıb-ı Osmân “radıyallahü teâlâ anh” bâbında sahîh hadîs olarak, hazret-i Âise-i Sıddîkadan “radıyallahü teâlâ anhâ” nakl etmislerdir. Hazret-i Âise buyurdular ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, mubârek baldırları [topuk ile dizi arası] açık oldugu hâlde evimde yatıyordu. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kapıya gelip, izn istediler. Hazret-i Habîbullah izn verdiler. Kendileri o hâllerini degisdirmediler. Sohbete basladıkdan sonra, hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” gelip, izn istediler. Hazret-i Fahr-i âlem ona da izn verdiler, mubârek baldırları açık oldugu hâlde, sohbete basladılar. Sonra hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” gelip, izn istediler. Hemen Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri oturup, örtüsünü üzerine aldı. Izn verdi. Sonra cümlesi kalkıp, gitdikden sonra, hazret-i Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” dedi ki, yâ Resûlallah! Pederim [babam] Ebû Bekr geldi. Hiç hareket etmediniz. Ömer geldi. Ona da aynı seklde oldunuz. Sonra Osmân geldi. Kalkıp, esvâbınızı [elbisenizi] ört- – 203 – dünüz. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdular: (Meleklerin hayâ etdigi kimseden ben hayâ etmez miyim.) Bir rivâyetde buyurdular ki, (Muhakkak ki, Osmân çok hayâlı bir kimsedir. Ben ondan hayâ etdim. Eger ona o hâl üzere iken izn versem, içeri girip, hâcetini [arzûsunu, istegini] bana söylemezdi.) Dördüncü Menâkıb: Yine (Mesâbîh)de, menâkıbın hasen hadîslerinde, Talha bin Ubeydullah “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Her nebî için bir refîk vardır. Benim refîkim Cennetde Osmândır “radıyallahü teâlâ anh”.) Yine aynı bâbda hasen hadîs olarak, Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Enes hazretleri dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bize bî’at-ı rıdvân ile emr etdikleri vaktde, hazret-i Osmânı Mekke- i mükerremede, Kureyse resûl (haberci) göndermis idi. Nâs (insanlar) ile bî’at etdikde, (Muhakkak ki Osmân, Allahü teâlânın ve Resûlünün hâcetini [isini] görmekdedir!) buyurup, mubârek ellerinin birini kendisi için, birini Osmân için kıldı. Kendileri için kıldıgı eli, hazret-i Osmân için kıldıgı el üzerine koyup, hazret-i Osmân yerine bî’at etdiler. Nakl eden der ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kendi mubârek elleri hazret-i Osmân bin Affân için, sâir insanların kendi ellerinden hayrlı oldu. Besinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh)de, [hazret-i Osmânın menâkıbı bâbında] hasen hadîslerde Mürre bin Ka’b “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl olunmusdur. Ben Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden isitdim. Meydâna gelecek fitneleri zikr etdi. O hâlde [sırada] kendini örtmüs biri geçiyordu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (O fitne günü bu kisi hidâyet üzerinde sâbitdir.) Ben kalkdım, o sahsdan tarafa bakdım. O sahs Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” idi. Nakl eden der ki, o sahsın yüzünü Habîbullah hazretlerine göstererek, dedim ki, bu mudur, yâ Resûlallah! Evet, buyurdu. Yine o menâkıb bâbında, hasen hadîs olarak (Mesâbîh) sâhibi beyân etmisdir. Âise-i Sıddîkadan “radıyallahü teâlâ anhâ” – 204 – rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular: (Yâ Osmân! Allahü teâlâ seni yakında halîfe yapacakdır. Seni halîfelikden indirmek istiyen insanlar için, kendini halîfelikden azl etme!) Bu hadîs-i serîfden dolayı hazret- i Osmân “radıyallahü teâlâ anh”; muhâsara olundugu günü hilâfetden çekilmedi. Yine o bâbda, menâkıb-ı hasende [hasen olarak] Ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmusdur: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” fitneyi zikr etdi. Buyurdu ki, (O fitnede Osmân mazlûm olarak katl olunur.) Altıncı Menâkıb: Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” îmâna geldikden sonra, amcası, hazret-i Osmâna adâvet ve husûmet edip, eli ile ve dili ile çok eziyyet yapdı. Sen Muhammedin dîninden dön diye o kadar eziyyet yapdı ki, anlatmak ve söylemek mümkin degildir. Günlerden bir gün hazret- i Osmânın yanına varıp, dedi ki, insâfa geldin mi. Hemen yâ dîninden dön, atan ve dedenin dînine gir. Veyâ sana eziyyetden geri durmam. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki; yâ amca! Bu kadar cefânın, yüz mislini de yapsan bana, hazret-i Muhammedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dogru dîninden, dönmek ihtimâlim yokdur. Bos yere zahmet çekersin, dedi. Sonra, amcası hazret-i Osmâna eziyyet etmekden vazgeçdi. O sadâkat sâhibi, cefâdan kurtuldu. Dogru, Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin se’âdethânelerine vardı. Diger Eshâb “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” ile Habesistâna hicret etdiler. Hazret-i Osmân iki def’a hicret eyledi. Evvelki hicreti, Habesistânadır. Ikinci hicreti, Medîne-i münevvereyedir. Cümle malı ile ve menâliyle ve azîz cânı ile Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ugruna [yoluna] fedâ olmusdur. Hiçbir zemân da, yüz çevirmemisdir. Din yolunda büyük hizmetler etmisdir “radıyallahü teâlâ anh”. Yedinci Menâkıb: Hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” malı gâyet çokdu. Hattâ, se’âdethânelerinde üçyüz câriyeleri var idi ki, hizmet ederlerdi. Birgün Osmân “radıyallahü teâlâ anh” insanlık îcâbı câriyelerden birine ulasdı. Meger Habîb-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri Ru- – 205 – kayye “radıyallahü teâlâ anhâ” bu durumu anlamısdı. Kadınlık gayreti zuhûra gelip, gönülleri huzûrsuz olmus. Lâkin hazret-i Osmânın yüzüne vurmayıp, hemen zerâfet ile izn isteyip, babamın se’âdethânelerine gidecegim, dedi. Hazret-i Osmân izn verdi. Ammâ içine te’sîr edip, kalbine ates düsdü. Kendi kendine dedi ki, Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine varıp, benden sikâyet ederse, benim hâlim nice olur. Ne dünyâda ve ne âhıretde yerim kalır, deyip, derhâl abdest alıp, mubârek yüzünü ve sakalını kara topraga sürüp, feryâd ve figân ile Hak Sübhânehü ve teâlânın dergâh-ı âlisine tedarrû ve niyâz eyledi. Hazret-i Rukayye “radıyallahü anhâ” da Sultân-ı kâinâtın se’âdethânelerine vardıkda, Server-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Rukayye hazretlerinin yüzünde sıkıntı eseri görüp, süâl buyurdular ki, ey benim cigergûsem. Nedir hâlin, niçin sıkıntıdasın. Hazret-i Rukayye elinde olmı(Zeker) aglayıp, dedi ki, benim devletli babam, sultânım. Senin sân-ı serefine lâyık olan bu mudur ki, hazret-i Osmân benim üzerime câriyeye baksın. Hazret-i Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”; (ey benim kızım! Eger Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin rızâsını ve benim rızâmı istersen, bir ân durma, var evine ki, Osmân hazretlerinin ayaklarına yüzünü sürüp, özr dile. Yoksa ne Hakkın huzûrunda, ne de benim huzûrumda yerin kalır.) deyip ve bir ân durdurmayıp, hazret-i Osmânın huzûruna gönderdi. Rukayye da emr-i serîfine imtisâl edip [uyup], acele ile geri evine geldi. Kapıya el vurdu. Bakdı ki, kapı kapanmıs. Kapıya vurdu. Hazret-i Osmân içeriden seslendi ki, kimdir. Hazret-i Rukayye “radıyallahü teâlâ anhâ” dedi ki, bu za’îfe hanımındır. Gelip, hazret-i Osmân acele ile kapıyı açdı. Özr dilemek istedi. Hazret-i Rukayye “radıyallahü teâlâ anhâ” râzı olmayıp, mubârek ayaklarına kapanmak istedi. Hazret-i Osmân mâni’ olmak istedi. Hazret-i Rukayye râzı olmadı. Elbette babam hazretlerinin emrini yerine getirmeyince içeri girmem, deyip, mubârek yüzünü hazret-i Osmânın ayaklarına sürüp ve özr diledi. Ondan sonra hazret-i Osmân secde-i sükr edip, dedi ki, yâ Resûlullahın kızı! Mâdem ki baban sana böyle vasıyyet eyledi. Ben de Allahü teâlânın askına ve babanın hurmetine haremimde olan üçyüz câriyenin temâmını âzâd etdim. Hür olsunlar, dedi. Hemen o sâat, haber getiren melek Cebrâîl aleyhisse- – 206 – lâm, Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı se’âdetlerine geldi. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” câriyelerini âzâd etdigi haberini getirdi. Dedi ki, yâ Muhammed! Hak Sübhânehü ve teâlâ sana selâm eder. Ve buyurdu ki, Osmânın yanında olan hafaza meleklerini kaldırdım. Bundan böyle hayrı ve serri yazılmıyacak. Ondan hesâb sorulmıyacakdır. Hesâbsız Cennete dâhil olacakdır. Aslâ ondan birsey sorulmıyacak ve amelleri vezn olunmıyacakdır! Ey mü’min kardesim. Var fikr eyle, hazret-i Osmân ne mertebe sâhib-i sultân imis “radıyallahü anh”. Sekizinci Menâkıb: Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” harem-i serîfinde [evinde] Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri Rukayye “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretleri ile oturmusdu. Câriyelerden birisi, yiyecek getirdi. Hazret-i Osmân ta’âm getiren câriyenin yüzüne bakdı. Hazret-i Rukayye farkına vardı. Hanımlık [kadınlık] gayreti galebe edip, huzûrsuz oldu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Rukayye hazretlerinin huzûrsuzlugunu görünce, yâ Rukayye, ben o câriyenin yüzüne tama’ ile bakmadım, dedi ve yemîn etdi. Bakmamız istiyerek olmadı. Yoksa Allahü teâlâ bilir ki, kasd ile degildir. Hazret-i Rukayye inandı, tesellî buldu, râhatladı. Zîrâ muhakkak ki, hazret-i Osmân câriyenin yüzüne tama’ ile bakmamıs idi. Hazret-i Osmân Rukayye ile barısdıkdan sonra, hâtır-ı serîfine geldi ki, Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmesinin her ne kadar onu incitmege kasdım yok ise de kalbi incindi. Bunun için keffâret vermem gerek. Fahr-i âlem seyyid-i veledi âdem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri oldugu için, bu kadarcık nesneden dolayı yüz köle âzâd eyledi. Bu mertebe Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini severdi. O hazretin hâtır-ı serîfini gözetip, ri’âyet ederdi “radıyallahü teâlâ anh”. Dokuzuncu Menâkıb: Bir gün Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin yanında bir melek durdu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” geçdi. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dedi ki, bu geçen kimdir. Dediler, hazret-i Osmândır. Hemen ki, Osmân adını isitdi. Ayak – 207 – üzerine durdu ve dedi ki, yâ Resûlallah! Bu serverden cümle melekler hayâ eder. Ve muhabbet edip, ri’âyet ederler ve bunun mertebesi Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin dergâh-ı âlisinde yücedir. Bunun gibi sânı yüksek sultânı kavmi ne behâne ile cesâret edip, katl ederler, dedi. Var kıyâs eyle ki, melekler, hazret-i Osmânı “radıyallahü teâlâ anh” medh edip, ri’âyet ederler. Bu sevmiyenler nasıl müslimânım derler veyâ Cennet yüzünü görmege ümîd ederler. Hâsâ ki, bunu sevmiyen müslimân kâmil olamaz. Îmân-ı kâmil ile âhırete gidemez. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” menâkıb-ı serîfleri sayısızdır. Bizim gibi bîçârelerin bunun gibi ulu sultânın medhini etmege ve menâkıb-ı serîflerini yazmaga ve anlatmaga ne kudreti vardır. Lâkin menâkıb-ı serîflerini yazmakdan murâdımız, muhabbetleri kalbimizde yerlessin, onu sevenler zümresinden olmak serefine kavusalım “radıyallahü teâlâ anh”. Onuncu Menâkıb: Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Yâ Osmân! Hak Sübhânehü ve teâlâ senin evvel ve âhır günâhını afv etsin!) diye düâ etdi. Hak Sübhânehü ve teâlâ Habîbullah hazretlerinin düâsını kabûl edip, hazret- i Osmânı “radıyallahü teâlâ anh” afv etdi. Nice âyet-i kerîme hakkında nâzil olmusdur. Hazret-i Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (Cennet ehli, Cennetde bir burak gördüler. Bu burak nedir, diye sordular. Hak Sübhânehü ve teâlâ azamet ve kibriyâsı ile buyurdu ki, bu bir nûrdur. Burak degildir. Hazret-i Osmân bir hücreden [odadan] bir hücresine giderdi. Gördügünüz o nûr, na’lınının nûrudur) buyurdu. Yerde yürürken Cennetde nûr verirdi. Meshûrdur ki, hazret-i Osmân, her gecede iki rek’at nemâzda Kur’ân-ı azîmüssânı hatm ederdi. Onbirinci Menâkıb: Bir gün Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleri ile otururken, haber getiren melek, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Dedi ki, yâ Muhammed! Hazret-i Yûsüf-i Sıddîk aleyhisselâmın mubârek sakalına bakmak ister isen, hazret-i Osmânın mubârek sakalına bak. Hazret- i Ibrâhîm Halîlullah aleyhisselâmın mubârek sakalına bakmak istersen, hazret-i Osmânın mubârek sakalına bak. Her ki- – 208 – min bir Peygambere benzerligi varsa, o kimse muhakkak ehl-i Cennetdir. Bu da Târîh kitâblarından alınmısdır. Onikinci Menâkıb: Bir gün Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine gelip, dedi ki, yâ Resûlallah! Kemâl-i lütfundan bu âciz bendenizi toprakdan kaldırıp, evimizi sereflendiriniz, tesrîf buyurunuz. Sultân-ı kâinât ve mefhar-i mevcûdât buyurdular ki, yalnız beni mi da’vet ediyorsun, yoksa Eshâb-ı kirâmı da mı? Hazret-i Osmân dedi ki, Eshâb-ı kirâm da gelsinler. Server-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Bilâl hazretlerini çagırıp, buyurdu ki: Yâ Bilâl! Bütün Sahâbeye haber ver. Osmânın da’vetine gelsinler. Kendileri kalkıp, hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” ile hazret-i Osmânın se’âdethânelerine dogru gitmege basladılar. Yolda giderken, hazret-i Osmân, Resûl-i ekremin ardınca gidip, adımlarını sayardı. Resûlullah hazretleri buyurdu: Yâ Osmân! Niçin sayıyorsun. Hazret- i Osmân dedi ki: Yâ Resûlallah, her mubârek adımınız için, bir köle âzâd olsun. Da’vetden sonra bütün köleleri âzâd oldu. Kölelerin âhidnâmelerini verdi. Simdi ey mü’min kardeslerim. Hazret-i Osmânın menâkıb-ı serîflerini düsünerek, kendi kendinize insâf ediniz ki, ne mertebede yâr [sevgili] ve sâdık dost imis. Onüçüncü Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bütün Enbiyâ ve Mürselîn “aleyhimüsselâm” hayâtlarında iken birer kimse ile fahr eylemisler [ögünmüsler] idi. Ben de Osmân bin Affân ile fahr eylerim [ögünürüm]). Bir yerde de buyurdu ki, (Bütün melekler benimle iftihâr ederler. Ben Osmân ile iftihâr ederim.) Bir yerde de buyurdu ki, (Mahser gününde bütün Enbiyâ ve Mürselîn “aleyhimüsselâm” eshâblarından birisini refîk edip, onunla gezerler. Bir ân yanlarından ayrılmazlar. Ben de Osmânı refîk edinirim. Bir ân onsuz olmam. Cennetde benim refîkim Osmân olacakdır.) Hakkında nice senâlar edip, nice hadîs-i serîf buyurmuslardır. Simdi ey gâfil, gözünü aç! Cân-ı dilden hazret-i Osmâna “radıyallahü teâlâ anh” muhabbet eyle. Dostuna dost, düsmanına düsman ol ki, arasat meydânında [o gün] büyük tehlükelerden kurtulup, Cennet-i alâya vâsıl olasın. Insâallahü teâlâ. – 209 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:14 Ondördüncü Menâkıb: Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” nakl buyurmusdur. Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Yâ Âise! Dilerim ki, eshâbımdan ba’zısı buraya [yanıma] gelsinler. Onlara ba’zı söyliyeceklerim vardır. Söyliyeyim.) Dedim yâ Resûlallah! Ebû Bekri çagırayım mı? Birsey söylemedi. Bildim ki, onu dilemez. Dedim, Ömeri çagırayım mı? Onun için de birsey demedi. Bildim ki, onu dahî dilemez. Dedim, amcan oglu Alîyi çagırayım mı? Ona da birsey söylemedi. Dedim, Osmânı çagırayım mı? Buyurdular; (Çagır gelsin!) Çagırdım, geldi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-ı serîfinde durdu. Resûlullah hazretleri ona ba’zı seyler söyledi. Onun rengi degisdi. Ba’zı seyler de söyledi. Rengi eski hâlini aldı. Hazret-i Osmânın evini muhâsara etdikleri günde, ona dediler, niçin karsılık vermezsin. Dedi ki, hazret-i Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” benim ile sözlesmisdir. Bana çok söz söylemisdir. Ben bu belâya sabr ederim. Hazret-i Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” demisdir ki, benim zannım öyledir ki, hazret-i Habîb-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” o vakt ona bu kıssayı haber vermisdir. (Sevâhid-ün nübüvve)den alınmısdır. Onbesinci Menâkıb: Câbir-i ensârîden “radıyallahü anh” rivâyet olundu. Bir gün bir cenâze götürdüler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” çekinip, nemâzını kılmadı. Süâl etdiler ki, yâ Resûlallah! Simdiye kadar, hiçbir cenâzeden çekinmeyip, gördügünüz gibi nemâzını kılardınız. Hikmeti ne oldu ki, bu meyyitin nemâzını kılmadınız. Cevâbında buyurdular ki, (Bu sahs, benim yârim Osmâna bugz ederdi. Osmâna bugz eden kimseye Allahü tebâreke ve teâlâ bugz eder. Bir kimseye ki, Allahü teâlâ bugz eder. Benim onun nemâzını kılmam uygun mudur?) Onaltıncı Menâkıb: Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet etmisdir. Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmuslardır: (Osmânın sefâ’ati ile, hepsi nâra müstehâk olan kimselerden elbette yetmisbin kisi Cennete girse gerekdir.) Abdüllah ibni Ömerden “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet olunur ki, Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmuslar ki, (Mi’râc gecesi – 210 – dördüncü göke ayak basdıkda, önüme bir elma düsdü. Alıp, ikiye böldüm. Içinden bir hûrî çıkdı. Kahkaha ile gülerdi. Süâl eyledim ki, sen kimin için yaratıldın. Dedi ki, (Zulm ile sehîd edilen Osmân bin Affân için yaratıldım) dedi.) “Radıyallahü teâlâ anh”. Onyedinci Menâkıb: Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Bir gazâda Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile hâzır idim. Zahîre bitdi. Askerde hayli üzüntü ve sıkıntı hâsıl oldu. Server-i âlem hazretleri bu duruma vâkıf olup, buyurdular ki, (Vallahi günes batmadan Allahü teâlâ hazretleri size rızk gönderir.) Bu ma’nâyı hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hemen anlayıp, Allahü teâlâ hazretlerinin Resûlü mutlaka dogru söyler diye düsünüp, bir yerde ondört yük zahîre buldu. Agır behâ [yüksek fiyat] ile alıp, günes batmadan dokuz yükünü Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine getirdi. (Bu nedir, yâ Osmân) diye buyurdukda, dedi ki, Osmânın Allah ve Resûlüne hediyyesidir. Seyyid-i kâinât “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mu’cizâtı te’hîrsiz meydâna gelince, mü’minler sevinip, münâfıklar mahzûn ve giryân oldular. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mubârek ellerini dergâha kaldırıp, (Yâ Rabbî, Osmâna çok ecr ver, iyiliklerine bol karsılık ver) diye hayr düâ buyurdular. Onsekizinci Menâkıb: (Osmân bin Affânın “radıyallahü teâlâ anh” hilâfeti.) Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” âhırete sefer etdikleri vaktde, hilâfeti altı serverin arasında müsâvere etdiler. Yukarıda beyân olundugu gibi, o altı kisiden Sa’d hazretleri orada yokdu. Talha ve Zübeyr “radıyallahü teâlâ anhüm” i’tizâr etdiler. Bizim hilâfet ile isimiz yokdur. Istemeyiz dediler. Üç kisi kaldı. Osmân ve Alî ve Abdürrahmân “radıyallahü teâlâ anhüm”. Abdürrahmân “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: “Ben isi ikinize bırakdım.” Onlar dediler, öyle olsun. Üç gün mühlet istediler. Abdürrahmân hazretleri o üç günde, halk arasında gizli-âsikâr kimin halîfe olması gerekdigini arasdırdı. Cümle halkın hazret-i Osmân tarafına meyilli olduklarını ögrendi, tesbît etdi. (Ben Osmân bin Affânı “radıyallahü teâlâ anh seçdim) buyurdu. Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” ve – 211 – diger Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazret- i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” ile bî’at edip, fitne ve kavgayı ref’ etdiler. Ebûl Mû’în Nesefînin (Temhîd) kitâbından alınmısdır. Ondokuzuncu Menâkıb: Kur’ân-ı azîmüssânın toplanması, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” tarafından yapıldıgı halk arasında meshûr oldugu ma’lûmdur. Hazret-i Azîzin “kuddise sirruh” (Güzîde) adlı risâlelerinde yazılı açıklamasından anlasılan odur ki, Kur’ân-ı kerîmi, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, hazret-i Ömer ve diger Sahâbe-i güzînin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ittifâkları ile toplamısdır. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” hilâfetleri zemânında, Irâk ve Sâm feth oldugu zemân, halk arasında hiçbir kâmil ve temâm mushaf yok idi. Kur’ân-ı azîmüssânın kırâ’etinde ihtilâflar vâki’ oldu. Halkın birbirini tekfîr edip, inkâr etmege baslamalarından endîse edildi. Huzeyfe bin el-Yemânî “radıyallahü teâlâ anh” Irâkı feth edip, Sâm tarafına gazâya gitdi. Halkın bu ihtilâflarını görüp, dedi ki: Yâ Emîr-el mü’minîn! Kitâbullahda yehûdîler ve nasrânîler gibi, ihtilâf etmezden evvel ümmet-i Muhammede meded eyle! Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” bunu isitince, bütün Eshâb-ı kirâmı toplayıp, Kur’ân-ı kerîmin kırâ’etinde ihtilâf oldugunu anlatıp, buyurdular ki: Hâtırıma böyle gelir ki, esâs mushaf, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” topladıgı Kur’ân-ı kerîmdir. Ondan bes aded mushaf yazıp, herbirini bir vilâyete gönderelim. Halk ona tâbi’ olsunlar. Sahâbe-i kirâm, isâbetli olacagını söylediler. Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” buyurdular ki: Eger ben de halîfe olsa idim, böyle yapardım. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh”, ilk mushafı, hazret-i Hafsadan “radıyallahü anhâ” getirtip, Sa’îd bin Âs hazretlerine yazması için emr eyledi. Zeyd bin Sâbit hazretlerine emr eyledi ki, kitâb hâline getirsinler. Bir rivâyetde Abdüllah bin Zübeyr ve Sa’îd bin Âs ve Abdürrahmân bin Hârise yazsınlar, diye emr eyledi. Zeyd bin Sâbit kitâb hâline getirdi. Bunlara buyurdular ki, eger sizin bir müskiliniz olursa, Kureys lügatine mürâce’at ediniz. Zîrâ Kur’ân-ı azîmüssân Kureys lügati üzerine nâzil olmusdur. Bunlar sûre-i Bekarada bir müskilât ile karsılasdılar. Biri tâbut okudu. Birisi tâbuh okudu. Hazret-i Os- – 212 – mâna “radıyallahü teâlâ anh” arz etdiler. Hazret-i Osmân, tâbutdur buyurdular. Zeyd bin Sâbit hazretleri bes mushaf yazdılar. Bu mushafların adlarına mushaf-ı imâm koyup, herbirini bir sehre gönderdiler. Ihtilâf olundugu vakt bu mushaflara mürâce’at olunsun. Birisini Mekke-i Mükerremeye, birisini Basraya, birisini Sâm-ı serîfe, birisini Kûfeye gönderip, birisini de Medîne-i Münevverede alıkoydular. Bir rivâyetde de yedi mushaf idi. Birisini Yemen tarafına, birisini de Bahreyne gönderdiler. Hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” rey’i ve tedbîri ve tasarrûfları bu sekldedir. Baslangıçdan buraya kadar, (Aynî) ve (Güzîde) kitâblarından nakl olunmusdur. Yine Güzîdede beyân buyurmuslar ki, evvelâ Kur’ânın tertîbini Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beyân buyurmuslardır. Cem’ olmasını [toplanmasını] hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” yapmısdır. Nitekim anlatıldı. Zeyd bin Sâbit “radıyallahü teâlâ anh” her mushafı bir kırâ’et üzerine yazmısdır. Onun için her vilâyetin ehli, bir kırâ’ete tâbi’ olmuslardır. Hâlâ o ihtilâflar ile, o beldelerin kârileri okurlar. Müskili olan ona mürâce’at eylesin diye o mushaflarda nokta ve i’râb yokdur. Ancak imâleler gelen yerlerde kelimelerin altına sarîhle isâret koymuslardır. [(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbı birinci kısm, 25.ci maddeye bakınız!] Yirminci Menâkıb: Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh”, Kur’ân-ı azîmüssânın yazılma isi ile ugrasırken, bir Cum’a günü, Cum’a nemâzını kıldıkdan sonra, mubârek ellerini kaldırıp, düâ ederken, bir kisi geldi. Acâib sözler söyleyip, dedi ki; Ey Vahy kâtibi! Sûre-i Tebbeti fazîleti bakımından sûre- i Ihlâsdan önce yazmak lâyık degildir. Akla da hos gelmez deyip, bu seklde bunun hikmetini ögrenmek istedi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh”, o kisinin tereddüdünü kaldırmak için, hemen kisinin gözlerini silip, (Bak, levh-i mahfûzu görürsün) dedi. O kisi de bakıp, o ân levh-i mahfûzu gördü. Kur’ân-ı azîmüssân levh üzerinde, bu tertîb üzerinde yazılmısdır. Her bir harfi ve sûreler yerli yerindedir. Arab bu kerâmeti görünce, hazret-i Osmânın hizmetinden ayrı kalmayıp, tâat ve ibâdeti ile mesgûl oldu. Gel insâf eyle. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” büyük sultân degil midir. Aslında büyük bir – 213 – sultâna hizmet etmek, ugruna mal ve menâlini fedâ etmek gerekir. (Gülsen-i Envâr) kitâbından alınmısdır. Yirmibirinci Menâkıb: Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hilâfetleri zemânında bir gulâmın kulagını çekdi. Kulagını acıtmısdı. O gulâm mahzûn oldu. Hazret-i Osmâna dedi ki, yâ efendi! Kıyâmet gününü düsün ki, her kisi Hakkın huzûruna vardıgı zemân hakkını alsa gerekdir. Hazret-i Osmân bu sözden pismânlık duydu. Gulâma buyurdu ki, yâ gulâm! Sen de benim kulagımı çek, berâber olalım. Gulâm da hazret-i Osmânın kulagını çekdi. Hazret-i Osmân buyurdu ki: Yâ gulâm, çok çek. Gulâm dedi ki, yâ efendi, hazretiniz kıyâmet gününü düsünüp, korkdunuz. Ben köleniz de kıyâmet günü kısâs yapılmasından korkarım. Yirmiikinci Menâkıb: Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri vefât etdi. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” yerine halîfe oldu. Hazret-i Ömerin vefât haberi rûm diyârına erisdi. Rûm kayseri, Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” üzerine hücûm etdi. Hazret-i Osmân onu isitip, Abdüllah bin Ebî Serh ve Abdüllah bin Zübeyri imdâda gönderdi. Iki fırka birbiri ile karsılasdılar. Ceng günü de belli oldu. Abdüllah bin Zübeyr, Abdüllah bin Ebî Serhe dedi ki, rûm ve frenk askeri çokdur. Müslimânların askeri azdır. Onlara hîle yaparak muzaffer olmalıdır. Henüz harb baslamamısdır. Sen asker ile durup, hâzır ol. Benim tarafımdan tekbîr seslerini isitince, hemen rûm ve frenk askerine varıp, vurusmaga basla. Zîrâ haber almısım ki, rûm pâdisâhları askerden ayrı yerde olup, tavus kanadından yapılmıs gölgeliginde birkaç sarkıcı ile oturur. Abdüllah bin Ebî Serh hâzır vaziyyetde dururken, Abdüllah bin Zübeyr otuz er alıp, resmî elçiler gibi gitdi. Rûm ve frengin askerine haber verdiler. Kaysere yakın vardı. O otuz askere dedi ki, siz rûm ve frengin askeri ile benim aramda durun ki, benim hâlime vâkıf olmıyalar. Eger benim hâlime kasd etmek isterler ise, onları bir müddet mesgûl ediniz. Bu arada ben de isimi yapayım. Hemen atını salıp, hücûm etdi. Câriyeler kendilerini kayserin üzerine atdılar. Üçünü de kılınç ile helâk edip, tekbîr getirdi. O otuz er de yüksek ses ile tekbîr aldılar. Abdüllah bin Ebî Serh hâzır vaziyyetde dururken, tekbîr sesini isitdigi gibi, islâm askeri ile bir – 214 – yerden tekbîr alıp, rûm ve frenk askerine hamle edip, birbirlerine vurdular. Onbin kâfiri kırıp, kılınçdan geçirdiler. Bu zafere Abdüllah bin Zübeyr hazretlerinin dilâverligi sebeb oldu. Meshûr rûm sehrlerinden birkaç sehr müslimânların tasarrûfuna dâhil oldu. Abdüllah bin Ebî Serh Medâyine vardı. O vilâyeti ele geçirip, harac aldı. Yirmialtıncı senesinde Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Harem-i serîf etrâfında birçok evleri satın aldı. Bu seklde Mescid-i Harâmı genisletdi. Yirmisekizinci senesinde haber geldi ki, Horasan kavmi emre mutî’ olmuyorlar. Sa’d bin Âs hazretlerini gönderdi. Onları, itâ’ate getirdi. Hem bu sene de müslimânlar arasında Kur’ân-ı azîmüssân kırâetinden ihtilâf vâki’ oldu. Yukarıda zikr olundu. Otuzuncu senede, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin yüzügü, hazret-i Osmânın elinden Erîs kuyusuna düsdü. Ne kadar istediler ise de bulamadılar. Bu sene Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” kostantiniyyeye [Istanbula] varıp, gazâ etdi. Otuzikinci senede rûmdan bir asker gelip, müslimânlar ile ceng edip, muzaffer oldular. Abdüllah bin Sebe’ adlı yehûdî, hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” zemânında müslimân olmusdu. Fekat, yehûdîlik kîni gönlünde bâkî kalmısdı. Islâm dîninde, çok kötü bir fitne çıkarmak istedi. Hazret-i Ömerin siddeti ve tedbîrli hareketi onun fitnesine mâni’ olurdu. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” zemânında fırsat bulup, fitne çıkardı. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” gidisi, Seyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” gidislerine muhâlif idi diyerek, müslimânları hazret-i Osmân üzerine ayaklandırdı. Hattâ insanlara öyle i’tikâd etdirdi ki, hazret-i Osmânın üzerine yürümek, ayaklanmak ibâdetdir, fikrini asıladı. Mısrlılardan bir gurub, hazret-i Alînin “kerremallahü vecheh” huzûruna geldiler, gitdiler. Basrâlılar Zübeyr bin Avvâmın huzûruna, Kûfeliler, Talhanın “radıyallahü teâlâ anhüm” huzûruna geldiler. Bu din büyüklerinin nasîhatları bunlara fâide verip, nasîhatları kabûl etdiler. Sonra, bunlar yine fitne çıkarmak için toplandılar. Hazret- i Osmânı ilzâm [susdurmak], yâhûd hilâfetden hal’ etmek [çekilmesini saglamak], eger öyle olmaz ise, katl etmege karâr verdiler. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin üzerine yürüdüler. Dediler ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aley- – 215 – hi ve sellem” ve Seyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Arafatda nemâzı kasr etdiler [kısaltdılar]. Osmân niçin temâm kıldı. Cevâb verdi ki; islâmın isi büyüdü. Sark ve garbın halkı islâma gelip, Arafatda toplandılar. Eger nemâzı temâm kılmasaydım, vilâyetlerin halkı kusûr ederler ve böyle kılmak gerekli zan ederlerdi. Kasr sünnetini bilmezlerdi. Ikinci süâlde dediler ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Seyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Ebû Zer Gıfârîyi mükerrem tutarlar idi. Ebû Zer hazretleri, Sâmda Mu’âviye “radıyallahü anh” yanında bulunuyordu. Mu’âviye “radıyallahü anh” ile Beyt-ül mâldaki malların kullanımı konusunda uyusmazlık hâsıl oldu. Ebû Zer-i Gıfârî Sâmdan Medîne-i Münevvereye geldi. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” onu Medîneden dısarı çıkardı. O da, bir harâbe köyde mekân tutdu [yerlesdi]. Osmân “radıyallahü anh” cevâbında dedi ki, Ebû Zer “radıyallahü teâlâ anh” ve Mu’âviyenin “radıyallahü teâlâ anh” uygulamaları ve sözleri onların ictihâdı ile alâkalıdır. Onların birbirlerini sevmeleri âyet-i kerîme ile sâbitdir. Medîneden uzakda ikâmet etmesi câhillere birsey ulasıp, islâma bir zarar gelmesin diyedir. Üçüncü süâlde dediler ki, önceden zekâtı âmiller toplardı. Mal sâhiblerinin istegine [gönlüne] bırakdın. Tâ ki gönlünün istedigine versinler. Cevâb verdi ki: Âmiller telef eder. Aldıkları vakt cebr ile alırlar. Ben mal sâhibleri elinde koydum. Kendileri götürüp, Beyt-ül mâla teslîm etsinler. Dördüncü süâlde dediler ki: Hakem bin Âs ile, Mervân bin Hakemi, Resûlullah hazretleri, nifâk sebebi ile Medîne-i münevvereden dısarıya sürdü. Hazret-i Osmân yine Medîneye getirdi, dediler. Cevâb verdi ki: Resûlullah hazretlerinin son hastalıklarında onları getirmege izn istedim. Izn verdiler. Bu sözü Ebû Bekr ve Ömer hazretlerine söyledim. Bir baska sâhid istediler. Bulunmadı. Sonra hilâfet bize erisdi. Ilmimiz o izn ile aynı oldu. Resûlullah hazretlerinin izni serîfleri ile onları geri getirdim. Besinci süâl olarak dediler ki, Benî Ümeyyenin ihsânını artdırıyorsun. Onların ma’îseti fazlalasıyor. Cevâb verdi ki, Herkes bilir ki, Allahü teâlâ hazretleri, ben kuluna servet vermisdir. Ben dâimâ sıla-i rahmi muhâfaza etmisimdir. Su ânda ömrümün sonuna geldim. Bu hâlde begenilmis durumun niçin aksini yapayım. Fekat vallahi beyt-ül mâldan hiçbir sey onlara vermedim. Kendi malımdan verdim. Altıncı süâl olarak dediler – 216 – ki, Kur’ân-ı kerîmin birkaç nüshası hâriç, digerlerini niçin atesde yakdın. Cevâb verdi ki, etrâfdan haber yazdılar ki, Kur’ân-ı azîmüssân rivâyetlerinde ihtilâf vâki’ olmusdur. Diledim ki, bu vâsıta ile dîn-i islâmda bir fitne çıkmasın. Aynı nüshayı bırakıp, degisik nüshaları yakdırdım. Kötüleyenlerin dilleri dîn-i islâm üzere olmasın. Yedinci süâl olarak dediler ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine hürmeten minberden bir derece asagı durdu. Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” Ebû Bekre hurmeten ondan asagı durdu. Osmân, Resûlullah hazretlerinin yerinde durdu. Cevâb verdi ki: Eger bu kâideyi devâm etdirse idim, tedrîcen lâzım gelir idi ki, hutbeyi, bir kuyu kazıp, kuyu içine girip, okumak îcâb ederdi. Sekizinci süâl olarak dediler ki, kapına kapıcılar ta’yîn etdin. Cevâb verdi ki: Devletin din islerini görürken, din ile alâkası olmıyanların zararını def’ etmek için kendi etrâfımı muhâfaza etdim. Dokuzuncu süâl olarak dediler ki, hayvanları Bakî’ otunu yimekden men’ etdin [orada otlamalarını yasakladın]. Cevâb verdi ki, Beyt-ül mâl hayvanlarından dolayı onu korudum. Böylece, onu koruyup, telef etmesinler. Onuncu süâl olarak dediler ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”hazretlerinin yüzügünü kaybetdin. Cevâb verdi ki, Sahâbe-i güzînin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” gözleri önünde yüzük Erîs kuyusuna düsdü. Ne kadar aradıksa, bulamadık. O serefden mahrûm kaldık. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” her bir süâle lâyık oldugu üzere cevâb verdi. Alîyyül Mürtedânın “radıyallahü teâlâ anh” gayreti ile fitne sâkin oldu [fitne çıkmadı]. Kavga def’ oldu. Yirmiüçüncü Menâkıb: [(Eshâb-ı Kirâm) kitâbının 118.ci sahîfesinde diyor ki: Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” halîfe iken, Yemende, Abdüllah bin Sebe’ isminde bir yehûdî, eski kitâbları çok okumusdu. Medîneye gelip, halîfenin yanında müslimân olup, halîfenin gözüne girmek istedi. Bu fikrle müslimân oldu. Fekat, halîfe buna hiç yüz vermedi. Bu her yerde hazret-i Osmânı kötüledi. Halîfeye, bu yehûdî dönmesi, her zemân seni kötülüyor, dediler. Halîfe, bunu Medîneden çıkardı. Bu da Mısra gidip, halîfeye karsı propagandaya basladı. Çok bilgili oldugundan, câhilleri etrâfına topladı. En çok söyledigi sey, (Her – 217 – Peygamberin bir vezîri var idi. Bizim Peygamberimizin vezîri de Alîdir. Hilâfet, onun hakkı idi. Osmân onun elinden aldı.) sözleri idi. Fellahları kandırıp, Osmân “radıyallahü anh” kâfirdir, dediler. Mısr vâlîsi Abdüllah bin Sa’ddan, halîfeye sikâyetler yazdılar. Mısrdan dört bin kisi Medîneye geldi. Halîfenin begenmedikleri hareketlerini kendisine bildirdiler. Halîfe her süâle cevâb verip, âyet-i kerîme ve hadîs-i serîfler ile haklı oldugunu isbât etdi. Bir sene sonra, Mısrdan dört bin ve Irâkdan dört bin kisi geldi. Medîne ehâlisi silâhlanıp, niçin geldiniz dediklerinde, hacca gidiyoruz dediler. Ehâli de, silâhını bırakdı. Gelenlerin maksadları hazret-i Osmânı hâl’ etmek idi. Mısrlılar hazret- i Alîyi, Irâklılar hazret-i Talhayı halîfe yapmak istiyordu. Mısrlılar hazret-i Alîye gelip, (Seni halîfe yapacagız) dediler. Hazret-i Alî bunlara darılıp, (Peygamberimiz “aleyhisselâm” sizin yerlesdiginiz yere gelip konacak askerin mel’ûn oldugunu haber verdi) buyurdu. O gece halîfe, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” yanına gelip, bu askerleri geri döndür, dedi. Hazret-i Alî de pekî deyip, sabâhleyin askere nasîhat verdi. Asker geri dönmekde iken, hazret-i Alî halîfeye gelip, Mısr vâlîsini degisdir, onların istedigini ta’yîn eyle, dedi. Halîfe, Muhammed bin Ebî Bekri vâlî yapdı. Mısrlılar vâlî ile Mısra gitdi. Fekat yolda bir haberci üzerinde halîfenin mektûbunu buldular. Eski vâliye emr olup, gelenleri kabûl ediniz deniyordu. O zemân yazılar noktasız oldugundan, noktanın yerine göre, katl ediniz ma’nâsı da okunur. Mısrlılar böyle okuyup, kızdılar. Geri döndüler. Irâklıları da döndürdüler. Halîfenin evini sardılar.] Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin mevcûd dörtyüz kölesi [kulu] var idi ki, akçe ile almıs idi. Hepsi harb âletleri ile kusanıp, hazret-i Osmânın serâyını kusatmıslardı. Hazret- i Osmân bütün kölelerini huzûruna çagırıp, buyurdu ki, her kim odasına varıp, silâhını bırakıp, kendi hâlinde oturursa, âzâd olsun. Benim hayr düâm onun ile olsun. Onlar da emre uyup, dagıldılar. Ondan sonra hazret-i Alîye “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” haber verdiler. Onbin kadar kimse hazret-i Osmânın katli için toplanıp gelmislerdir, dediler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ayrılıgı, imâm-ı Alî “kerremallahü vecheh” hazretlerinin cân-ı azîzlerine bir mertebe kâr eylemis idi ki, ne günleri gün yerine – 218 – ve ne geceleri gece yerine geçer idi. Geceleri aglar idi. Mubârek cigerini daglardı. Hattâ Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sonra, Zülfikâr adlı kılıcını mubârek beline kusanmadı. Ve Düldül adlı atına binmedi. Gecegündüz Ravda-i Mutahharasında olurdu. Onun için kendileri gitmeyip, imâm-ı Haseni ve imâm-ı Hüseyni “radıyallahü teâlâ anhümâ” gönderdiler. Tenbîh eylediler ki, her kim ki hazret- i Osmânı kasd için gelir ise kılıcı vurun. Her kim olursa olsun, aman vermeyin. Bu iki seyhzâde, bellerine kılıçlarını kusanıp, hazret-i Osmânın kapısına vardılar. Bu seyhzâdeleri gördükleri gibi, hiçbir fert kapıya gelmege cesâret edemedi. Kapıyı bırakıp, serây dıvârını deldiler. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Kur’ân-ı azîm ve Fürkân-ı kerîm okurlar idi. Okurken sehîd eylediler (El hükmülil vâhidil Kahhâr). (Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn). Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” vefât etmeden evvel hazret-i imâm-ı Alîye haber verdiler. Acele ile kalkıp, hazret-i Osmânın yanına gitdi. Imâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyni görüp, onları tekdîr edip, içeri hazret-i Osmânın yanına vardı. Mubârek hâtırını sordu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hâline sükr edip, dedi ki, yâ Alî! Bu benim basıma gelecegini beni bilmez mi zan edersin! Yoksa, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bana bildirmedi mi zan edersin. Yâ Alî! Lutf edip, benden ötürü bir kimseye zarar etmiyesin. Bu gece Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rü’yâda gördüm. Bana buyurdu ki; (Yâ Osmân! Bu gece bizim yanımızda iftâr edersin!) Yâ Alî, on nesneyi sakladım. Mahrem hazîne gibi kimseye açmadım. O on nesneyi bu üslûb üzere takrîr buyurdular: Ben islâmın üçüncü halîfesi oldum. Fahr-il kevneyn ve Resûl-i sekâleyn Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin iki kerîme-i muhteremelerini almak, hiç kimseye müyesser olmamısdır. Bana müyesser oldu. Tegannî etmedim. Bütün ömrümde tegannî etmek istemedim. Tegannî edilen yere bile ugramadım. Îmâna geldikden sonra zinâ etmedim. Evvelden de zinâ etmemisdim. Îmâna geldikden sonra, hırsızlık etmedim. Evvelden de etmemisdim. Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile bî’at edip, mubârek eline elim yapısdıkdan sonra, sag elimi av- – 219 – ret yerime uzatmadım. Bir Cum’a günü geçmedi ki, ben bir köle âzâd etmis olmıyayım. Eger hâzır köle bulunmaz ise, sonra bir köle alıp, getirip, âzâd ederdim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin zemân-ı serîflerinden beri benim basıma gelecegi bilirdim. Lâkin kimseye açmazdım. Bu üslûb ve bu tertîb üzerine yedi mushaf-ı serîf yazdırıp, bütün mu’minleri ihtilâf etmekden kurtarıp, herbirini bir iklîme [memlekete] göndermek bana müyesser oldu. Yirmidördüncü Menâkıb: Emîr efendi buyurdular ki, hazret- i Osmân bin Affânın “radıyallahü teâlâ anh” mubârek hattı serîfleri ile yazdıgı mushaflardan üç dânesini gördüm. Birini Sâmda, birini Yemende ve birini Mısr Iskenderiyyesinde. Ammâ, ba’zılarından nakl olunur ki, bu mushafların üçünde de meâl- i serîfi (... Onlara karsı sana Allahü teâlâ kâfidir, yeter..) olan Bekara sûresi 137.ci âyet-i kerîmesinde sehîd etdikleri vakt, mubârek kanı damlamıs. Lâkin ba’zılarından da rivâyet olunur ki, su ânda kelâm-ı serîflerin birisinde adı geçen âyet-i kerîmede mubârek kanı tâze, sanki henüz damlamısdır. Allahü teâlânın hikmeti, Emîr efendi huzûruna bir kaç def’a varıldı. Ammâ bu haberin sıhhatini sormak müyesser olmadı. Lâkin bu kadar kerâmeti, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin yüce sânı için acâib degildir. Yirmibesinci Menâkıb: (Mesâbîh-i serîf)de, menâkıb-ı hazret- i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” bâbının haseninde rivâyet olunmusdur. Semâme tebni Cezemîl Kuseyrî dedi ki: Ben Yevmüddâra hâzır oldum. Yevmüddâr, hazret-i Osmânın katl olundugu güne derler. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh”, serâyını muhâsara edenlerin hâlini anladı. Onlara hitâb edip, buyurdular ki: Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine ve de islâma yemîn ederim ki, siz bilmez misiniz, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Medîneye geldi. Medîne-i Münevverede Rûme kuyusundan baska tatlı su yokdu. Buyurdular ki, (Rûme kuyusunu kim satın alır, kendi kovası ile müslimânların kovasını bir tutarsa, onun Rûme kuyusundaki kovasından Cennetdeki kovası hayrlı olur.) Kendi hâlis malımdan o kuyuyu satın aldım. Siz bugün o kuyunun suyunu içmekden beni men’ edersiniz. Hattâ deryâ (deniz) suyu gibi tuzlu su içerim. Hep- – 220 – si dediler ki: (Evet öyledir). Rûme, bir kuyunun adıdır. Medîne- i Münevverenin altı mil mikdârı uzagında bir kuyudur. O kuyu küçük vâdi’dedir. Zîrâ, Medîne-i Münevverede iki vâdi’ vardır. Büyük vâdi’de olan Azîze kuyusudur. Sârih Gürânî “rahimehullah” Ibni Abdülberden nakl etmisdir ki: Medîne-i Münevverede bir yehûdînin agzı örülü bir kuyusu var idi. Suyu gâyet tatlı idi. Suyunu satardı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Rûme kuyusunu kim alır, kendi kovasını müslimânların kovası ile berâber tutarsa, Cennetdeki kovası bundan hayrlı olur.) Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” varıp, kuyuyu yehûdî ile pazarlık etdi. Yehûdî kuyunun temâmını satmakdan imtinâ etdi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” da, yarısını aldı. Nöbet yolu ile, bir gün Osmânın “radıyallahü anh” olacak, bir gün yehûdînin olacakdı. Hazret-i Osmân nöbetini sebîl ve sadaka etdi. Yehûdî ücret ile satardı. Müslimânlar da hazret-i Osmânın nöbeti geldikde, iki günlük su alırlardı. Yehûdînin nöbetinde aslâ ugramazlar idi. Yehûdînin pazarı kesâda ugrayınca, diger yarısını da satmak istedi. Diger yarısını da Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri ondan satın aldı. Evvelki yarısını yehûdîden oniki bin dirheme almısdı. Diger yarısını da sekiz bin dirheme aldı. Temâmını sebîl etdi. Yine hazret-i Osmân muhâsara edenlere hitâb edip, buyurdu ki, Allahü teâlâ hazretlerine ve islâma yemîn ederim ki, siz bilmez misiniz. Mescid dar geliyordu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Falanın yerini kim satın alıp, Mescide katarsa, o yerden dahâ iyisine Cennetde kavusur.) O yeri has malım ile satın aldım ve Mescide ilhâk etdim [katdım]. Siz bu gün beni o mescidde iki rek’at nemâz kılmakdan men’ ediyorsunuz. Dediler, evet öyledir. O yine buyurdu ki, yemîn ederim Allahü tebâreke ve teâlâya ve islâma ki, Tebûk gazâsında, islâm askerini kendi malımdan techîz etdigimi bilmiyor musunuz? Dediler; evet, biliyoruz! Yine buyurdu ki, yemîn ederim Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine ve islâma ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Mekke-i Mükerremeden Sebîr adlı daga çıkdılar. Ebû Bekr ve Ömer ve ben de berâber çıkdım. Dag harekete geldi. Hattâ tasları döküldü. – 221 – Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek ayagı ile daga vurup, buyurdular ki, (Sâkin ol yâ Sebîr! Senin üzerinde bir Nebî ve bir Sıddîk ve iki sehîd vardır.) Bunu bilmez misiniz. Dediler, evet, biliyoruz! Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” dediler ki, (Allahü ekber! Kâ’benin Rabbine yemîn ederim ki, ben sehîdim.) Allahü ekber sözünü, hayretde olan kimse hasmını ilzâm ve ona tepki seklinde söyler. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” o vakt, hasmlarını izhâr edip, kendisinin hak üzere olup, hasmlarının bâtıl üzerine oldugunu, onlar kendi dilleri ile ikrâr etdiler. Hazret-i Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Sebîr dagı üzerinde iki sehîd buyurduklarının birisi hazret-i Ömer, birisi hazret-i Osmândır “radıyallahü teâlâ anhümâ”. Yine hasmlara hitâb edip, dedi, Kâ’benin Rabbi hakkı için siz sâhid olunuz ki, muhakkak ben sehîdim. Üç def’a böyle buyurdular: (Mesâbîh-i serîf)den yine o bâbda nakl olunmusdur: Süheyl der ki, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” dâr gününde bana dedi ki, muhakkak Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri benden ahd aldı. Ben o ahd üzerine sabr ediciyim. Ya’nî bana vasıyyet buyurdular ki, sabr edeyim. Mukâtele etmiyeyim. Yirmialtıncı Menâkıb: Adî bin Hâtem “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir: Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” hazretlerinin sehîd oldugu gün bir nidâ isitdim. (Yâ Osmân bin Affân! Râhatlık ve se’âdet ile, Rabbini gadabsız bulman ile, gufrân ve rıdvân ile müjdeliyorum.) Etrâfıma bakdım. Bir kimse görmedim. (Sevâhid-ün nübüvveden) alınmısdır. Yirmiyedinci Menâkıb: Yine adı geçen kitâbdan terceme olundu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” sehâdet serbetini içdi. Üç gün mubârek cenâzesi durup, defn olunmadı. Üç günden sonra, hâtıfdan (gaybdan) bir ses geldi ki, (Osmânın cenâzesini defn edin. Nemâzını kılınız ki, muhakkak Hak Sübhânehü ve teâlâ ve tekaddes hazretleri ona salevât eyledi, ya’nî rahmet eyledi,) diyordu. Yirmisekizinci Menâkıb: Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” üç günden sonra, Bakî’ tarafına defn olun- – 222 – maga giderken, arkalarından bir büyük bulut hâsıl oldu. Cenâze- i serîf ile gidenlerin yüreklerine korku düsüp, az kaldı ki, cenâzeyi bırakıp, gideceklerdi. O bulutun içinden bir ses, (korkmayınız, meyyiti bırakıp gitmeyiniz ki, biz de bu mubârek meyyitin nemâzını kılmaga geldik,) diyordu. Meger onlar melekler imis. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” nemâzını kılıp, vücûd-ı serîflerini ziyâret etmek için gelmisler. Bu da (Sevâhidün nübüvve)den terceme olunmusdur. Yirmidokuzuncu Menâkıb: Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” sehîdlik rütbesine nâil oldukdan sonra, Fahr-ül kevneyn ve Resûl-üs sekaleyn “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Mescid-i serîflerinin üzerinde, üç gün üç gece cinnîler gelip, aglayıp, feryâd ve figân eylediler. Cümle halk bunların feryâd ve figânlarını isitdiler. Bu da hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” büyüklügüne isâretdir. (Sevâhid-ün nübüvve) den terceme olundu. Otuzuncu Menâkıb: Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” sehâdet mertebesine kavusup, âhırete sefer etdikden sonra, Medîne-i münevverede halîfelerin oturması vâki’ olmamısdır. Allahü teâlânın rızâ-ı serîfleri olmamısdır. Zîrâ hazret-i imâm-ı Alî “kerremallahü vecheh” halîfe olunca, rey’i serîfleri öyle oldu ki, Kûfe sehrine yerlesdiler. Hazret-i Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” Medîne-i münevvereden Kûfe sehrine varıp, orada yerlesmeleri, onun, Resûlullahın huzûrunda izzeti ve kadri olmadıgı sekliyle kıyâs etmemelidir. Hâsâ öyle degildir. Nihâyet ezelde böyle mukadder olmus ki, hazret-i imâm-ı Alî “kerremallahü vecheh” Hak sübhânehü ve teâlânın nusret ve inâyeti ile, Kûfe sehrine varıp, etrâfındaki memleketleri feth edip, oraları koruması ezelde takdîr olunmusdur. Otuzbirinci Menâkıb: Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” bir büyük kerâmeti de sudur. Hazret-i Osmânın sehâdetine gelinceye kadar bu ümmet arasında fitne yok idi. Hazret-i Osmân sehîd oldu. Dünyâ fitne ile doldu. Fitnenin sonu Deccâl ile hitâm [son] bulsa gerekdir. Hazret-i Osmânın sehâdetinden bir kimsenin gönlüne bir zerre kadar sürûr gelse, eger o kimse Deccâla yetisirse, ona tâbi’ olup, kâfir olmasından korkulur. Eger Deccâla yetismezse, kıyâmet günü hasr oldukda, Deccâl – 223 – ile hasr olmakdan korkulur. Neûzü billâhi teâlâ. Allahü teâlâ hazretleri, müslimânları, Sahâbe-i kirâma zerre mikdârı kalblerinde kin ve düsmanlık olmakdan ve husûsî ile hulefâ-i râsidîn hazretleri hakkındaki düsmanlıkdan hıfz eylesin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”! Otuzikinci Menâkıb: (Sevâhid-ün nübüvve)de diyor ki: Ibni Sa’îd-ül Gaffârî derler bir kimse var idi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” sehâdet serbetini içdikden sonra, se’âdethânelerine girdi. Orada Sultân-ı kâinâtdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kalmıs bir asâ var idi. Onu alıp, dizine dayayıp, kırmak istedi. Orada hâzır olanlar, çagırısıp, sakın ola ki, bu mubârek asâyı kırma, zîrâ, Fahr-i âlem hazretlerinden kalmısdır, dediler. O da asâyı kırmadı. Lâkin küstâhlık edip, hazret-i Osmânın harem-i hâslarına [evine] girip, o mubârek asâyı kırmak kasd etdigi için, o kimsenin ayagına bir hastalık zuhûr edip, günden güne artdı. Senesine varmadı, öldü. Hak Sübhânehü ve teâlâ gayûrdur [gayretlidir]. Dostlarına ihânet edenlerin dünyâda olsun, âhıretde olsun, haklarından gelir. |