03-09-2019, 03:11 AM
(Son Düzenleme: 05-30-2024, 01:45 AM, Düzenleyen: RasitTunca.)
Salâvat ve Ayna Nöronlar
Bugüne kadar yazmadığım bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum… Ama önce şu
biline…
Acelem yok!
En kötü ihtimalle, birkaç yıl içinde, belki de dünyamı değiştirdikten sonra
kesinleşecek…
İnsan beyninin, İngilizcede “wave” denen “dalga” yapılı kendi “RUH”unu ürettiği…
Her beynin, kendi parmak izini, yani “özel şifresini” taşıyan ruhunu ürettiği
kesinleşecek; bundan dolayı da, reenkarnasyonun mümkün olmadığı, yani ölümü
tatmış kişinin tekrar yeni bir bedende dünyaya gelmeyeceği gerçeği netleşecek.
“Bilgi” ve “dalga” aynı şeyin algılayana göre iki ayrı değerlendirilişi!
1972 yılında yayınlanan “Ruh İnsan Cin” isimli kitabımda ilk defa yazmıştım her
insan beyninin kendi özel şifresiyle kendi ruhunu ürettiğini; “insan” denen
“bilinç” yapının, beyinle iletişimi kesildikten sonra, “ruh” adı verilen “dalga”
bedenle (ruhu nûrânî), yaşamına değişik boyutlarda, çeşitli aşamalardan geçerek
hep ileriye doğru devam ettiğini...
Yeryüzüne gelmiş en muhteşem insan Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa’yı, Orion
yıldızında oturan tanrının peygamberisananlar; insan ruhunun da, oradaki ruhlar
âleminden kanatlı meleklerle getirilip ceninin içine sokulduğunu tasavvur
etmekteler…
Evrensel boyutlardan, Galaksi içinde Dünya’nın yerinden ve dahi Dünya üstündeki
insan bedeninin ölçütünden habersiz, kozası içinde yaşamakta olanlar; elbette ki,
Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın Kur’ân ile açıkladığı, hâlâ değeri fark edilememiş
işaret, sır ve bilgilerden de mahrumdurlar!
Bilelim ki, “RUH”, bir anlamı itibarıyla varlığın varoluş özellik ve amacıdır
(“sen bu işin ruhunu kavramamışsın” cümlesi örneğinde olduğu gibi)... Diğer
anlamı itibarıyla da, beynin ürettiği “dalga”ların oluşturduğu “bilinci” ihtiva
eden beden mânâsınadır.
“Ruhumdan nefhettim” işaretinin anlamı ise…
“Üflemek” anlamına gelen “nefh”, ciğerdeki havanın dudaktan açığa çıkarılması
anlamında olduğuna göre; kişinin hakikatini oluşturan Allâh isimlerinin işaret
ettiği özelliklerin, kişinin içinden-özünden-derûnundan “irsâl olup”, gelip(?)
beyinde açığa çıkarılışını ifade etmektedir.
Yoksa, yukarıdan üfleyen dudaklı bir tanrı mevcut değildir bazılarının sandığı
gibi!
Esasen yazmak istediğim konu bu değildi… Ama kalem, geçerken uğradı buraya…
Ana konumuz, “bilgi”!
Kozmik okyanus, gerçekte “dalga” hareketinden başka bir şey değil! Bir diğer
deyişle, “bilgi” hareketliliği ve akışından başka bir şey değildir evren içre
evrenler!
Her şey, bir “bilgi dalgacığı”…
“Hiçbir şey hariç olmamak üzere her şey O’nu anar, ama siz bunu kavrayamazsınız!”
hükmü apaçık dalga-bilgi bütünlüğünün uyarısıdır! Çünkü, her şey “can”lıdır,
“ölü” yoktur! “Ölü”, “canlılığını yaşamayan” demektir. “Can”, “bilgi”dir! “Can”
mutlaktır; “ölü” ise göresel (muzaf)!
“Bilinç” ise, “bilgi”den başka bir şey değil!
Bir düşünün bakalım… Bilinciniz ile bilginizi ayırabilir misiniz?
“Ben” dediğiniz şey, gerçekte “bilgi”den başka bir şey değildir!
Evrendeki her şey aslında çok boyutlu “TEK KARE” bilgiden ibaret olmasına rağmen;
algılayan bilgi birikimlerinin algılamalarına GÖRE çok kareler olarak kabul
edilmektedir. (İlim sıfatının açığa çıkışıyla var olan ilmî sûretler!)
Her an sürekli etkileşen, gelenlerle her an yeni bir hâl, yeni bir şan alan
“bilgi” birikimlerinin oluşturduğu “dalga” okyanusu!
“Bilgi” ve “dalga” aynı şeyin algılayana göre iki ayrı değerlendirilişi! Sûreti
itibarıyla “dalga”; mahiyeti veya muhteviyatı itibarıyla “bilgi”!
Bedeni ve beyni oluşturan da, gerçekte, “bilgi”den başka bir şey değildir!
Bilgi, Rasûlullâh’ın “Allâh” ismiyle işaret ettiğinden açığa çıkan, evren içre
evrenler sûretinde algılanan, “nefh” olmuş “nefesi Rahmân”dan başka bir şey
değildir!
Nokta, “ilmi ilâhî”dir.
“Bilgi”, Allâh isimleri diye geçmişte açıklanmış olan özelliklerin mânâ
sûretleridir.
Algılayanın, algılama kapasitesini oluşturan “bilgi” birikimine GÖRE, algılanan
varlık ve kapasiteler söz konusudur.
Varlıktaki tüm oluşumlar, tüm birimlerde, kendi noktalarından dışa doğru açığa
çıkmaktadır; bilgi birikimleri oranında ve getirisine göre!
Her yazı veya resim, gerçekte, nasıl ak kâğıt üzerinde yan yana gelmiş
noktalardan oluşmuşsa; tüm varlığı, tüm boyutları ve katmanlarıyla meydana
getiren ve her an yeni bir şan alan “bilgi” de “tek kare” resmi öylece meydana
getirmiştir.
Bu yüzdendir ki her insan, kendi “nokta”sının oluşturduğu “bilgi” kozasında
yaşar; kâh mutlu kâh mutsuz bir hâlde! “Bilgi”sinin sonucu olarak!..
“Sünnetullâh” gereği…
Beyin sağlığı, insan için yeryüzünde en büyük nimettir. Beyin, “bilgi” yumağıdır,
hazinesidir!
İnsan yaşamındaki her şey beyinden açığa çıkar! Beyin, insandır! Beyin nakli
yapılsa dahi hiçbir şey değişmez; beyin kendi kişiliğiyle yaşar çünkü! İşe
yaramadığı için çıkarılan beynin yaşamı bitmiş ve onun ürettiği kişilik madde
dünyasından kopmuştur artık!
Beyin, aklı kısıtlıların sandığı gibi “et parçası” değildir!
Bugünün bilimi, daha beynin ne olduğunu çözememiştir… Beyin hakkında
bildiklerimizle, okyanus kıyısında dizine kadar denize giren insanın konumundan
farklı yerde değiliz.
DNA’ların “bilinçli bilgi birikimleri”nden başka bir şey olmadığını yeni fark
ediyoruz.
Nöronların ya da DNA’ların “dalga”larla değişik veritabanları oluşturduklarını
yeni yeni fark ediyoruz! Beynin biyokimyasının, biyoelektrik yapı tarafından
yönlendirildiğini daha dün fark ettik…
Enzimlerin dahi “can”lı ve “bilgi”li olduğunu hayretle fark ettik!.. Her
hücredeki binlerce enzimin her birinin özel görevi olduğunu şaşkınlıkla izlemeye
başladık… Örneğin, DNA’yı kesen enzimler var. Bunlar DNA’daki belli dizilimleri
tanıyor, oraya bağlanıyor ve bir makas gibi DNA sarmalını o noktadan ikiye
ayırıyorlar… DNA’daki “bilgi”, proteinde bir “aksiyon”a dönüşmüş oluyor… İşte
böylece, DNA’daki “bilgi” enzimde “can” olarak ortaya nasıl çıkıyorsa;
enzimlerden oluşan vücutta da, daha farklı bir düzeyde “Can” ortaya çıkıyor!..
“Bilgican”ı izliyoruz derin düşüncelere dalarak!
DNA’lar, bilinçli bilgi birikimleridir.
Öte yandan beynin, dışarıdan dalgalarla değişik işlevlere yönlendirilmesi (mind
control) olayını daha yeni yeni kavramaya ve görmeye başladık.
Günümüzün “dünde yaşayan bilgi birikimlerinin”, bunları algılaması veya
kabullenmesi elbette ki çok zor!
Bundan 30 yıl evvel bir dileğim vardı… İnsanlık uzaya para saçacağına, beyni
tanımaya (neuroscience’a) bu yatırımı yapsa diyordum… Bugün bu gerçekleşiyor… Bu
yolda çok önemli çalışmalar yapılıyor…
“Zikir” diye işaret edilmiş “beyinde kavram tekrarı” şeklindeki çalışmanın,
yukarıdaki tanrıyı hoşnut etmek için değil, insan beynindeki farkında olmadığımız
özelliklerin ortaya çıkması için tavsiye edildiğini yazdığım zaman; çağlar öncesi
anlayışı günümüzde tekrarlayanların şiddetli karşı çıkışlarına maruz kalmıştım...
Beynin aldığı ve yaydığı mikrodalgalardan söz ettiğimde, “Beyinde mikrodalganın
ne işi var; mikrodalga fırınlarda olur, mikrodalgada beyin pişer” diyen bilgi
sahipleri(!) tarafından eleştirilmiştim… Bugün, internetteki, beynin mikrodalga
alışverişi hakkındaki yazıları toplasam kamyon dolar!
Dedim ya, acelem yok!
Şükrederim, Rabbim’in açığa çıkarttıklarına!
Bilim dünyasının buluşları, her geçen gün, yazdıklarımı bir kere daha haklı
çıkartıyor.
Kilitlenmiş beyinler dışında kalan, yeterli bilgi sahibi beyinler, bir gün
gelecek Kurân’ın kıyamete kadar geçerli tek bilgi kaynağı olduğunu, Allâh Rasûlü
Muhammed Mustafa’nın yeryüzüne gelmiş en muhteşem beyin ve “ruh” olduğunu tasdik
edeceklerdir.
Çünkü zaman içinde, Kurân’daki işaret yollu anlatımların neye işaret ettiğini
fark edecekler ve böylece de Kur’ân-ı Kerîm adını taşıyan BİLGİ kaynağının
kodlarını çözerek gerçekleri göreceklerdir.
Rasûlullâh’ın “Nokta”sından “Arş”ına, oradan da melekî kuvveler ile beynine ve
dolayısıyla bilincine inzâl (inzâli) olan Kur’ân-ı Kerîm; “nokta”dan açığa
çıkması sebebiyle, tüm “Evrensel Sistem ve Düzen”in işleyiş mekanizmasını,
“Sünnetullâh” ismiyle işaret ederek anlatır. Zira her birim, kendi “Nokta”sının
projeksiyonu olarak vardır ve hepsi aynı Sistem ve Düzen’e tâbidir!
Önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, gökten, uzaydan bir yerden ciltli veya
ciltsiz kitap veya sayfalar inmemiş; Rasûl veya Nebilerin hakikat “nokta”larından
bilinçlerine “bilgi” inzâl (inzâli) olmuştur.
Bilgi, aynen bilinçtir! Bilgi ile bilincin ayırt edilmesi asla mümkün değildir!
“Unutulan veya hatırlanmayan bilgi dolayısıyla bilinç de mi ortadan kalkıyor?”
diyenlere deriz ki, bilgisiz bilinç olmaz! Bilinç dendiği anda ortada bilgi
vardır. Bilgi, bilincin sûretidir! Bilinç, bilginin benliğidir. Kısacası, ikisi
aynı şeydir.
Bu yazımda esas üzerinde durmak istediğim konu ise, yukarıda anlattıklarıma
bağlantılı olarak, RASÛLULLÂH (aleyhisselâm)’a “SALÂVAT” okumak konusudur.[1]
Şimdi Rasûlullâh (aleyhisselâm)’a salâvat getirmenin ne demek olduğu hakkındaki
bazı düşüncelerimi yazmaya çalışayım...
Biz, “din adamları” gibi düşünmüyoruz, “ÖLÜM ve ÖLÜ” konusunda!
İnancımız, onlarınki gibi değil!.. Ölüp, toprak olup, yok olup, sonra kıyamette
yeniden topraktan dirilmek gibi bir anlayışta değiliz! Götürülüp yukarıdaki bir
tanrının huzuruna çıkmayacağız! İki kefeli ya da dijital terazi kullanan bir
tanrıya inanmıyoruz biz!
Kur’ân-ı Kerîm’den anladığımıza ve Rasûlullâh’tan bize intikâl eden bilgiye göre…
“Her bilinç (nefs) ölümü TADAR!” (3.Âl-u İmran: 185)
Bilinç ölmez; ölümü tadar!
Ölümü tadan, bu tadıştan sonra da yaşamına devam eder…
“Ölüm”, bilinç ruh bütünlüğünün beden beyinle ilişkisinin kesilmesi anlamınadır!
Bunun detaylarını, “İNSAN ve SIRLARI” kitabımda “ölüm” bahsinde anlatmıştım;
isteyen o bölümü web sitemizden inceleyebilir…
Burada anlatmak istediğim husus daha başka…
Şu an var olan bilinç, ne kadar gerçekleri fark etmişse, beynin işlevini
kaybetmesiyle birlikte, onun ürettiği “ışınsal” (nûrânî) bedende yaşamına
kesintisiz olarak devam eder…
“Dünya’da âmâ olan sonrasında da âmâdır” hükmünce, ölümü tatmadan önce gerçeği
görememiş kişi, beyinle ve dolayısıyla bedenle ilişkisi kesildikten, yani ölümü
tattıktan sonra da ebediyen gerçeği göremez!
Buna karşın, Dünya yaşamındayken gerçeği görüp bunun sonucunu yaşamış bilinçler,
ölüm sonrası, yani beyin ötesi yaşam boyutunda, gerçeği yaşamanın getirisi
kuvvelerle, “Kabir âlemi” diye isimlendirilmiş, “Berzah” da denilen boyutta
yaşamlarına devam ederler.
İnsanların bir kısmı, çağlar öncesinde, “her şey maddedir” diyor; bazıları da
“bir de ötelerde uzayda bir yerde maneviyat âlemi olabilir” görüşünü savunuyordu…
Oysa günümüzde, bilimsel temeli olan çevrelerde, bu iki âlemin birbirinden ayrı
iki mekân olmayıp; algılayanın algılamasından doğan, aynı tek yapı olduğu fark
edilmeye başlandı.
Dolayısıyla, kişinin, bedeni ve beyni itibarıyla madde diye kabul edilen boyutta
iken; bilinci ve ruhu (ışınsal dalga bedeni) itibarıyla da maneviyat âleminde
yaşamını sürdürdüğü konunun ehilleri tarafından fark edildi.
Bugün batıda sayısız araştırma ve yayın var; insan beyinlerinin yaydıkları
“dalga”larla birbirlerini etkilemeleri, yönlendirmeleri hakkında.
İnsan, yeryüzünde “halife” ise; Kur’ân-ı Kerîm’e göre…
İnsan beyni, “ALLÂH” ismiyle işaret edilenin sayısız isimlerle işaret edilen
özelliklerinin “nefh” olmasıyla oluşmuş bir kuvveler merkezi ise, bedende…
Nihayet, insan beyni, her an aldığı ve yaydığı, her biri bir bilgi ihtiva eden
“dalga”larla tüm çevresiyle iletişim hâlindeyse…
Avam diliyle, “ölü olmayan”, Nebi ve Rasûllerle de iletişim mümkün değil midir?
Bu iletişimi hemen karşılıklı iki insanın konuşması gibi anlamayın sakın!
Ayna nöronlar
Beyinler çeşitli frekanslara açık alıcı-vericilerdir, tıpkı çeşitli frekanslara
açık radyo alıcıları gibi… Dolayısıyla o beynin alıcı frekanslarına uygun dalga
yayan, hiç tanımadığı kişilerden gelen dalgaları da alırlar farkında bile
olmadan… Sonra da “Aklıma geliverdi” derler! Nereden?!!
Burada, konuyu bilen kişilere, “mirror neurons”-“ayna nöronlar” işlevini
hatırlatalım…
Asırlar öncesinde, “ayna nöronlar” işlevinin insanlardaki açığa çıkışına şöyle
işaret edilmiştir toplumlar tarafından:
“Üzüm üzüme baka baka kararır”!
Evet, beraber olduğunuz kişilerin veya içinde bulunduğunuz toplumu oluşturan
beyinlerin yaydıkları “dalga”lar sizin beyninizde akis bulur ve o yönde
programlanmaya tâbi tutulursunuz. İyi veya kötü… Toplumsal cinnet veya toplumsal
huzur nasıl oluşuyor sanıyorsunuz?
Bu olayda olduğu gibi beyin ayrıca, yöneldiği kişiyle de iletişime girebilir.
“Telepati” de derler bunun bir türüne…
Evet, bir diğer deyişle, yöneldiğiniz yapı tarafından beyniniz yönlendirilir; siz
hiç farkında olmadan.
İşte beyindeki bu özellik dolayısıyla…
Rasûlullâh, kendisine inananlara çokça “salâvat” getirmelerini tavsiye etmiştir.
“Muhakkak ki Allâh ve melekleri, Nebi’ye salât eder... Ey iman edenler, siz de
O’na salât (yönelin) edin ve teslimiyet ile selâm verin!” (33.Ahzâb: 56) uyarısı
işte buna işaret eder.
“Allâh ismiyle işaret edilen, tüm varlığı yaratan hakikatin “Nokta”sındaki
varlığı; ve O’nun isimlerinin özelliklerinin açığa çıkışı olan melekî kuvveler,
“Nübüvvet” dediğimiz sistemin gerçeklerini, “Sünnetullâh”ı okuma hâline
yönlendirir O’nu… Siz de O’na yönlenerek, O’ndan yayılan bu frekansı alıp, “ayna
nöron”larınızın bu “dalga”ları (gelen yayını) değerlendirmesi suretiyle selâmete
erin” denmektedir belki de Kur’ân-ı Kerîm’deki bu âyette! (Özden gelen bilginin
bilinçte açığa çıkması için oluşan işlev=yusallune)
İşte bu yüzdendir ki, kişi, Rasûlullâh (aleyhisselâm)’a ne kadar çok yönelir ve
O’nu ne kadar çok anarsa, O’na salâvat getirirse, o nispette O’nun ruhuyla,
bilinciyle bağlantı kurup, o yayın kanalından kendisine bilgi akmaya başlar;
kapasitesi kadarıyla da bu gelen bilgiyi değerlendirir.
Hazreti Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’dan gelen “bilgi” ile “Sünnetullâh”ı daha
iyi fark ederek sistemin gerçeklerini idrak etmeye başlar ve yaşamına bu
gerçeklere göre yön verir. Bu da geleceğinin selâmet olmasını sağlar.
Esasen bu olay, sadece O’na mahsus bir olay değildir; bu bir sistemdir! Bir tür
mekanizmadır! Beynin sayısız işlevlerinden biridir.
Kişiler, yaşayan veya boyut değiştirmiş kapsamlı ve kuvvetli bilinçlere
(ruhaniyet sahiplerine) yöneldikleri zaman, o kişiden gelen dalgayı hiç fark
etmeden alırlar ve “ayna nöronlar” ile bir şekilde değerlendirirler… Bu hayli
geniş bir konudur. Maneviyat ehlinin, kendilerine yönelenlere bilgi aktarışı da
bu yoldandır. “Râbıta”nın aslı da buna dayanır. “Murakabe” ise kişinin
kapasitesine göre kendi derûnuna, “nokta”sına açılımıdır.
Elimden geldiğince her an ve her alanda en son bilgileri takip etmeye çalışıyorum
ki, Rasûlullâh’ın getirdiği verileri deşifre ederek, “Sünnetullâh”ı daha iyi
anlayabileyim… Anlayışı sınırlı insanların oluşturduğu, gök tanrılı gökten inme
din anlayışından korunabileyim!.. “Allâh” adıyla işaret edileni daha iyi
tanıyabileyim…
Zira, tanrılık kavramından münezzeh “Allâh” adıyla işaret edilenin “Zât”ını
kavramak imkânsızdır! O, ancak açığa çıkarttıkları kadarıyla seyredilebilir…
Bunun da yegâne yolu ilimdir!
“İlim-irade-kudret” üçlüsünün eseri ise “bilgi evreni”dir. Bu evrendeki varlığın,
bilgin; kendini tanıyıp ne olduğunu fark etmen kadardır!
Beyin ve bilgi konusunda yazılacak daha çok tespitlerimiz var amma… Bu kadarı
bile…
Neyse…
Sürçü lisan ettiysek, haddimizi aştıysak affola…
----------------------------
Kaynak:
AHMED HULÛSİ 22 Aralık 2006