Thread Rating:
  • 38 Vote(s) - 2.95 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Kuran'da Karınca İle İlgili Ayetler Nelerdir?
#1
Dini-1 
   

Kuran'da Karınca İle İlgili Ayetler Nelerdir?

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَحُشِرَ لِسُلَيْمَٰنَ جُنُودُهُۥ مِنَ ٱلْجِنِّ وَٱلْإِنسِ وَٱلطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
حَتَّىٰٓ إِذَآ أَتَوْا۟ عَلَىٰ وَادِ ٱلنَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّمْلُ ٱدْخُلُوا۟ مَسَٰكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَٰنُ وَجُنُودُهُۥ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِىٓ أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ ٱلَّتِىٓ أَنْعَمْتَ عَلَىَّ وَعَلَىٰ وَٰلِدَىَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَٰلِحًا تَرْضَىٰهُ وَأَدْخِلْنِى بِرَحْمَتِكَ فِى عِبَادِكَ ٱلصَّٰلِحِينَ

Ve huşire li suleymâne cunûduhu minel cinni vel insi vet tayrı fe hum yûzeûn(yûzeûne).
Hattâ izâ etev alâ vâdin nemli kâlet nemletun yâ eyyuhen nemludhulû mesâkinekum, lâ yahtımennekum suleymânu ve cunûduhu ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Fe tebesseme dâhıken min kavlihâ ve kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edhılnî bi rahmetike fî ibâdikes sâlihîn(sâlihîne).


Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.

Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi.
Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”

Neml Suresi, 17-18-19. ayetler


İlgili ayetin meali:

    “(Süleyman askerleriyle) karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca: 'Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.' dedi." (Neml, 27/18).

Hayvanların aklı olmazsa da Allah tarafından verilen ilhamla hareket edebiliyorlar. Arıya vahyeden / ilahama mazhar kılan Allah, karıncaya da, örümceğe de vahyeder / ilhama mazhar kılar. Kur’an’da bu ayetin geçtiği surenin isminin “Neml” olması, bu olayın ilahî boyutla olan ilgisine dikkat çekmektedir.

Demek ki bu hadise normal bir hadise değildir. Bilakis hususî manada sadece oradaki karıncalara mahsus bir mucize eseri olabilir. Yani, her karınca gelen insanları tanımaz ve içlerindeki duygularını okumaz. Ayette yer alan karıncanın şu “Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.” sözü, olayı daha ehemmiyetli kılmakta ve hususiyetini daha pekiştirmektedir.

Şüphesiz Allah -şuurlu şuursuz- her canlıyı kendi işini yapabilecek bir donanıma sahip kılmış ve hususî işini ona ilham etmiştir. Ancak, karıncanın gelen orduyu tanıması, kendi görev alanı içerisinde olmadığını düşünüyoruz. Hem şanlı bir peygamber, hem nüfuzlu bir sultan olan, cinlere ve şeytanlara bile emirler yağdıran, kuşların dilini bilen Hz. Süleyman (as) gibi bir harika insanın, içinde bulunduğu bir hârika olayın harikalığına şaşmamak gerekir..


TEFSİR:

Süleyman (a.s.) cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan kalabalık bir orduya sahipti. Bir gün bir gaza için bunlar Hz. Süleyman’ın huzurunda düzenli bir ordu halinde toplandılar ve yürümeye başladılar. Bunları sevk ve idâre eden Hz. Süleyman’ın kendisiydi. Sağ ve solu, ön ve arkası, manga ve bölükleriyle bütün ordu onun emrine göre hareket ediyor ve ilerliyordu. Nihâyet “karıncalar vâdisi”ne ulaştılar. Burası karıncaların bol olduğu bir vâdiydi. Kur’ân-ı Kerîm, bunun nerede ve nasıl bir vâdi olduğunu belirtmeğe gerek görmediği için, biz de tafsilat vermekten sarf-ı nazar ediyoruz. Mühim olan karıncalar reisinin durumu, konuşması, Allah’ın verdiği hususi bir ilimle Hz. Süleyman’ın bunu anlaması, kendine lütfedilen bu ilâhî ihsan karşısında gönül dünyasının bir çağlayan gibi coşarak Allah’a yönelmesi ve kıyamete kadar insan ruhuna istikâmet verecek muhteva, derinlik ve güzellikteki o muhteşem niyazını yapmasıdır. Nitekim şu ibretli hâdisedeki görülen durum da aynı ruh hassasiyetinin sonraki çağlarda tecelli eden izdüşümlerinden biridir:

Bir gün Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetvâ istemişti:

Dırahta ger ziyân etse karınca

Zararı var mıdır ânı kırınca?

Pâdişâh’ın bu fetvâ talebi üzerine, Ebussûd Efendi de, bir beyitle şöyle cevap verdi:

Yarın Hakk’ın dîvânına varınca;

Süleyman’dan hakkın alır karınca!

Ordu karıncalar vâdisine gelince karıncaların reisi, “Süleyman ve ordusu farkınıza varmadan sizi çiğnemesin” diye oradaki tüm karıncaları uyarıyor. İşin dikkat çeken tarafı o karınca, Hz. Süleyman’ı ve ordusunu tanıyor. Onların mü’min, adâletli, şefkat ve merhametli kimseler olduğunu biliyor. Küçücük bir karıncayı bile bilerek ezmeyecek, onun hukukunu koruyacak seviyede ince ruhlu ve faziletli kişiler olduklarına şâhitlik ediyor.

Şâir, şu beytiyle bütün varlıkların hukukunu korumanın ve her sahibine hakkını vermenin huzurlu bir toplum hayatı için vazgeçilmez bir kaide olduğunu ne güzel ifade eder:

“Umûmu müstefîd etmez husûsun hakkını ibtâl

Sakın bir ferdi ezme gayret-i efrâd lâzımsa.” (Nâilî-i Cedîd)

“Birkaç kişinin veya bir zümrenin hakkını ellerinden alıvermekle bütün bir milleti memnun ederim zannına kapılma! Eğer bütün bir insan topluluğunu memnun etmek istiyorsan, onlar arasından bir tek kişiyi bile ezmemek lâzımdır.”

Karıncanın konuşmasından şöyle bir işaret çıkarmak mümkündür: “Ben kavmimi dünyaya karşı zâhid olmaya teşvik ediyorum. Eğer sizi bu mülk ve saltanat içinde görürlerse buna rağbet etmelerinden korktum da zühd duygularının zedelenmemesi için yuvalarına girmelerini emrettim.” Bu izahı doğru kabul edersek, burada büyüklerin evlât, âile ve cemaatlerini iyiye yönlendirmedeki vazifelerine dikkat çekilmektedir. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 414) Zâten âyet-i kerîmede, vukuundan korkulan tehlikelere karşı en güzel şekilde korunmanın lüzûmuna bir delil olduğu açıktır. Hayat sahibi varlıklar, fıtratları gereği böyle bir dikkat ve temyiz kuvvetine sahiptirler.

Rivayete göre karınca Süleyman (a.s.)’a:

“- Allah’ın sana verdiği en büyük şeref nedir?” diye sorar. Hz. Süleyman:

“- Allah, benim emrime havayı Mûsâhhar kıldı” der. Bunun üzerine karınca:

“- Bunda, sana verilen tüm bu nimetlerden elinde «hava»dan başka bir şey kalmayacağına bir işaret olduğunu anlamaz mısın?” nasihatinde bulunur. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 414)

Ziyâ Paşa’nın şu beyti de bu mânayı telmih eder:

“Derler ki hava üzre gezer taht-ı Süleymân,

Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.”

Hz. Süleyman, karıncanın konuşmasını duydu, ne demek istediğini anladı. Bu konuşma onun çok hoşuna gitti, sevindi, neşelendi. Hemen ve istediği şekilde cezalandırmaya muktedir bir adamın, cezasından kurtulmaya çalışan küçük birinin o kurtulma çabasına sevindiği gibi sevindi. Bu sebeple tatlı bir mutluluk içinde tebessüm etti. Fakat bu neşe ve tebessüm, dünyevî bir başarıya değil, ilmî, manevî ve ruhânî bir güzelliğe duyulan hayranlığın bir tezâhürü idi. Bu sebepledir ki, bu ilâhî lutuf karşısında Süleyman (a.s.), zerre miktarı bir taşkınlığa meyletmeksizin, tüm varlığıyla kulluk zırhına bürünüp Allah’a yöneldi ve:

“Rabbim! Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına ilhak eyle!” (Neml 27/19) diye dua etti.

Süleyman (a.s.), bu duayla Rabbinden üç mühim talepte bulunmuştur:

Birincisi; hem kendisine, hem de ana-babasına verilen nimetlere şükre muvaffak kılması. Çünkü Cenâb-ı Hak kullarından şükür istemekte, şükredenlere nimetleri artıracağını müjdelemekte, fakat şükreden kulların da sayıca çok az olduklarını haber vermektedir. Diğer taraftan nankörlüğü asla sevmemekte ve nankörlük yapanları cezalandıracağını bildirmektedir. (bk. İbrâhim 14/7; Sebe’ 34/13) Buna göre şükre muvaffak olabilmek büyük bir mazhariyettir. Süleyman (a.s.)’ın duasına “ana-babasına” verilen nimetlere şükrü de katması, kulun sadece kendine mahsus nimetlere değil, Allah’ın verdiği hususi ve umûmi tüm nimetlere şükretmesi gerektiğini gösterir.

İkincisi; Allah’ın râzı olacağı sâlih ameller yapmaya muvaffak kılması. Kulun tüm niyet, söz, fiil ve davranışlarının Allah’ın rızâsına uygun olması çok büyük bir başarıdır. Bunu başaran kişi, aynı zamanda Allah’ı gazaplandıran işlerden de uzak kalabilecektir. Fakat bunu kuluna nasip edecek olan yalnızca Allah olduğundan, böyle bir duaya devamın ehemmiyeti açıktır.

Üçüncüsü; Allah’ın rahmetiyle sâlih kullar arasına girebilmesi, hüsn-i hâtime istemesi. Buradaki “salâh”tan maksat, hiçbir günah lekesi olmayarak rahmet-i rahmâna kavuşmaktır. Kişinin iyi hâlinin devam etmesi, ahlâkının peyderpey kemâle ermesi, kulluktaki sadakat ve samimiyetinin artması ve hüsn-i hâtimeyle Rabbine varabilmesi için sâlih ve sâdıkların arasında bulunması zaruridir. Dünyada sâlih ve sâdık kullarla dost olanlar, âhirette de onlarla birlikte cennete gireceklerdir. Bu sebeple en seçkin kullar olan peygamberler bile Cenâb-ı Hak’tan sâlihlerle beraber olmayı istemişlerdir. Nitekim Yûsuf (a.s.):

“Rabbim! müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!” (Yûsuf 12/101) diye dua etmiştir.

Allah Teâlâ da bunun ehemmiyetine binâen:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının; özü sözü doğru, samimi ve dürüst insanlarla beraber olun!” (Tevbe 9/119) buyurur.

Hükümdarlık ve saltanatının en muhteşem bir deminde Süleyman (a.s.)’ın bu duası ile ortaya koyduğu bu yüce ruh hâli, her türlü fazilette toplumlarına örnek olmaları lazım gelen devlet adamlarına yüksek ilhamlar verecek pek mühim dersler ihtivâ etmektedir.

Süleyman (a.s.)’ın kuşların dilinden anlamasına gelince:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


    "Derken Karınca vadisine geldiklerinde, onları gören bir karınca: 'Ey karıncalar, haydin yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları, sizi farketmeyerek ezip çiğnemesinler!' diye seslendi." (Neml, 27/18)

Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan askerleri toplanmıştı (En'âm Sûresi'ndeki "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık." 6/112 âyetinin tefsirine bkz.) da hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyorlardı. Hatta karınca vâdisi üzerine vardıklarında, "hatta" ibtidaiyyedir, yani bu sözün başladığını göstermekle beraber, aynı zamanda onun önceki söze bir nihayet olduğunu da gösterir. "Bir hayli gittiler, hatta karınca vâdisi üzerine vardılar" demek olur. "Üzerine" denilmesi de inmek üzere yüksekten geldiğine işaret eder. Karınca Vâdisi Şam'da veya Tâif'te veya Yemen'de karıncası çok bir derenin adı olduğu söyleniyor. Bununla beraber, karınca vâdisi, karınca alanı gibi, küçük bir hayvanlar âlemini akla getiriyor. Karınca, küçük hayvanlardan mesel olageldiği gibi, kanatlı cinsi de bulunduğundan uçanlar kısmına da girer. Ve burada bu sebeple zikredildiği söylenmiştir. Bundan dolayı "hattâ" kelimesi, kuş mantığını bilmenin de bir gayerini ifade etmiş oluyor. Karıncalar birçok hayvan meraklıları tarafından incelenmiş ve birçok ilginç hikayeler anlatılmıştır. Topluluk halinde yaşadıkları herkes tarafından bilindiği gibi güçleri ve çalışmaları da bilinmektedir. Komuta ile hareket ettikleri ve birbirlerine tebliğat yaptıkları ve postacıları ve kontrolörleri bulunduğu kaydedilmiştir. Nasıl söylediklerini bilmesek de, herhalde bir şeyler anlattıklarını biliyoruz.

Burada şunu kaydedelim; karıncaları araştıran bir uzman, yuvalarının önüne bir şeker koyuyor, bir kısmı bunu haber alıp yemeye başlıyorlar. Derken şekerin üzerine biraz rakı döküyor; bir kısmı kaçıyor, bir kısmı yiyor, sarhoş oluyor. Kaçanlara da, yiyenlere de başka renkte boya ile işaret ediyor; kaçanlar yuvaya haber veriyorlar, bir müddet sonra kalabalıkla gelip sarhoş olanları öldürüyorlar.

Bir karınca dedi ki, -hem "gâlet" denildiğine göre, dişi bir karınca- "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, yerlerinize çekilin yoldan, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin. Yani bile bile bir karıncayı sebepsiz öldürmezler, ama farkında olmadan kırar geçirirler. Onun için yerlerinize çekilin de kendinizi kırdırmaya sebep olmayın, diye edeb ve incelik içerisinde bilgiç bir tavırla arkadaşlarını korudu ki, burada ince bir karınca siyaseti vardır.

Fahreddin Razî der ki; bazı kitaplarda gördüğüme göre, o karıncanın diğerlerine içeri girmelerini emretmesi şunun içindir ki, kavmi, Süleyman (a.s.) 'ın büyüklüğünü görürler de yüce Allah'ın kendilerine olan nimeti hakkında inkâra düşerler, diye korktu. "Sakının sizi kırmasınlar" demekten kasdı bu idi, yani morallerinin kırılması idi. Bu şekilde dünyalığa dalmış kimselerle oturup kalkmanın sakıncalı olduğuna bir uyarı vardır.

(Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur'an Dili)





Signing of RasitTunca

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)