Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 3.15/5 - 97 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Ebü'l-Hasan eş-Şazeli Kimdir? Şazeliye Tarikatı Hakkında Bilgiler
#1
Oku-1 


Ebü'l-Hasan eş-Şazeli Kimdir? Şazeliye Tarikatı Hakkında Bilgiler

EBÜ'L-HASAN eş-ŞÂZELÎ (ö.656/1258)

Şâzeliyye tarikatının kurucusu olan Ebü'l-Hasan Nuruddin Ali b. Abdillah eş-Şâzelî 593 (1197) yılında Kuzey Afrika'nın en batı bölgesinde yer alan Sebte (Ceuta) şehri doğusunda Gamâre'de doğdu. Gamâre bugünkü Fas sınırları içerisindedir.

Mürşidi Abdüsselam b. Meşîş'in emriyle irşad faaliyetine başladığı İfrîkıye'deki Şâzile (Şâzele) beldesine nisbetle Şâzelî diye tanınır.

Soyu Hz. Hasan'a ulaşan bir aileye mensuptur. (İbn Atâullah el-İskenderî, Letâifü'l-minen, Beyrut 2005, s. 51; İbnü's-Sabbağ, Dürretü'l-esrâr ve tuhfetü'l-ebrâr, Kahire 2001, s. 22)

Öğrenimine Gamâre'de başlayan Şâzelî on yaşlarında Tunus'a giderken Kur'an'ı ezberlemiş ve hadis okumuş bir talebeydi. Burada simya ilmiyle meşgul olmak istediyse de aldığı bazı manevî işaretler sebebiyle bundan vazgeçti. (İbnü's-Sabbağ, a.g.e., s. 24)

Bu yıllarda Ebu Muhammed Abdülaziz Mehdevî, Ebu Said el-Bâcî, Ebu Abdullah Ali b. Harrâzim gibi âlimlerden ders aldı.

İbn Ataullah el-İskenderî, onun zâhirî ilimlerde tartışma yapacak seviyeye gelmeden tasavvuf yoluna girmediğini söyler. (İbn Atâullah el-İskenderî, a.g.e., s. 51)

Zâhirî ilimleri tahsil etmekle birlikte gençlik yıllarından itibaren tasavvuf yolunda karar kılan Ebü'l-Hasan eş-Şâzelî, başlangıçta silsilesi Mağribli sûfî Ebu Medyen'e ulaşan Ali b. Harrâzim'den faydalandı. Nitekim bazı kaynaklarda ilk defa ona intisap ettiği kaydedilmektedir (İbn İyâd eş-Şâfiî, el-Mefâhirü'l-aliyye fi'l-meâşiri'ş-Şâzeliyye, Halep 2002, s. 17).

Şâzelî daha sonra ilim ve maneviyat merkezlerinin yer aldığı doğuya gitmek üzere yola çıktı. Önce Fas, Tunus ve Mısır'a gitti, oradan Irak'a geçti. Bazı kaynaklara göre 618 (1221) yılında başladığı bu yolculuğun asıl amacı zamanının kutbunu bulmaktı.

Bağdat'ta Ahmed er-Rifâî'nin halifesi Şeyh Ebü'l-Feth el-Vâsıtî ile buluştu ve tasavvufî eğitimine bir süre onun yanında devam etti.

Bağdat'ta bir velinin (İbnü's-Sabbağ, a.g.e., s. 22), bazı kaynaklarda Ebü'l-Feth el-Vâsıtî'nin (İbn İyâd eş-Şâfiî, a.g.e., s. 19) ona aradığının Mağrib'de olduğunu söylemesi üzerine memleketine döndü.

Mağrib'de Rabata denilen mevkide Abdüsselam b. Meşîş ile tanışıp kendisine intisap etti.

Seyrü sülûkünü tamamlamasının ardından İbn Meşîş ona İfrîkıye'ye gidip Şâzile beldesine yerleşmesini, daha sonra Tunus şehrine geçmesini, orada yöneticiler tarafından üzerine gelineceğini, ardından Tunus'tan ayrılıp doğuya gitmesini, burada kendisine kutbiyet makamının verileceğini söyledi (İbnü's-Sabbağ, a.g.e., s. 23; İbn İyâd eş-Şâfiî, a.g.e., s. 19).

621-623 (1224-1226) yıllarında mürşidinin gösterdiği istikamette yola çıkan Şâzelî önce Tunus'a uğradı. oradan Şâzile'ye geçip Zağvân dağındaki bir mağarada inzivaya çekildi. Abdullah b. Selâme el-Habîbî bu mağarada bitkiler ve otlarla beslendikleri zorlu uzlet döneminde onun yardımcısı ve refakatçisi oldu. Kendi ifadesiyle, "Ey Ali! Artık insanların arasına karış da senden istifade etsinler" denilmesi üzerine (İbnü's-Sabbağ, a.g.e., s. 27) Zağvân dağındaki uzletine son verdi. Bu sırada 34-35 yaşlarında olan Şâzelî, İfrîkıye bölgesinin başşehri Tunus'a gitti. Burada halktan ve ulemadan büyük ilgi gördü.

  Bu dönemde İfrîkıye, Hafsî Devleti'nin kurucusu Ebu Zekeriyya Yahya el-Hafsî'nin hakimiyeti altındaydı. Ebu Zekeriyya, Şâzelî'ye yakın ilgi gösterdi; ancak Şâzelî, Tunus Başkadısı Ebü'l-Kasım İbnü'l-Berâ'nın kıskançlıkları yüzünden buradan ayrılmak zorunda kaldı. Bu sırada hacca gitmeye niyetlenip doğuya doğru yola çıktı.

Kaynaklarda, Mısır'da iken İbnü'l-berâ tarafından kışkırtılan Eyyûbî Sultanı el-Melikü'l-Kâmil'in onu önce bazı sıkıntılara maruz bıraktığı, ardından ikramlarda bulunduğu kaydedilmektedir.

Şâzelî hac dönüşü yeniden Tunus'a geldi. Burada, ileride halifesi olacak Ebü'l-Abbas el-Mürsî ile buluştu. İbnü's-Sabbağ, Şâzelî'nin bu görüşmeyle ilgili olarak, "Ben Tunus'a sırf bu delikanlı sebebiyle geldim" dediğini nakleder (İbnü's-Sabbağ, a.g.e., s. 31).

Bir süre sonra irşad göreviyle Mısır'a gitmesini bildiren mânevî bir işaret üzerine 642 (1244) yılının yaz mevsiminde İskenderiye'ye hareket etti.

Şâzelî, çeşitli milletlere ve dinlere mensup toplulukların bulunduğu, bir ilim ve kültür merkezi olan İskenderiye'de halk ve yöneticiler tarafından karşılandı. O sırada Eyyûbî Devleti'nin başında bulunan Melikü's-Sâlih Necmeddin Eyyûb kendisini ve ailesini İskenderiye'deki burçlardan birine yerleştirdi.

Şâzelî, İskenderiye'de ders vermek ve tasavvuf meclisleri kurmak için sonradan el-Câmiu'l-garbî diye şöhret bulan Attârîn Camii'ni seçti.

Ardından gittiği Kahire'de hem saray çevresinde hem ulema ve halk arasında büyük ilgi gördü.

Kaynaklarda İzzeddin b. Abdüsselam, Abdulazim el-Münzirî, İbnü's-Salah eş-Şehrezûrî, İbnü'l-Hacîb, Cemaleddin Usfûr, Nehîbüddin b. Avn, Muhyiddin İbn Sürâka, Ebü'l-İlm Yâsîb, Mekînüddin el-Esmer, Şeref el-Bûnî, Abdullah el-Lekânî, Eminüddin Cibril gibi âlimlerin onun çevresinde bulunduğu kaydedilmektedir.

Şâzelî, Eyyûbîlerin hakimiyetindeki Mısır'a bir Haçlı seferi düzenleyen Fransız Kralı IX. Louis'in ordusuna karşı yapılan ve bir buçuk sene süren savaşa, gözlerini kaybetmiş olmasına rağmen katılmıştır.

656 yılının Şevval (Ekim 1258) ayında hacca gitmek için bazı müridleriyle birlikte Kahire'den ayrılan Şâzelî, Ayzâb mevkiindeki Humeyserâ'da iken bir akşam müridlerini toplayıp onlara bazı öğütler verdi, kendi tertip ettiği Hizbü'l-bahr'ı okumalarını tavsiye etti ve yerine Ebü'l-Abbas el-Mürsî'yi halife tayin ettiğini bildirdi. O gece seher vaktine doğru vefat etti.


Tarikatın Ortaya Çıkışı


Mürşidi Abdüsselam b. Meşiş'in emriyle 1224-1226 yıllarında İfrîkıye'ye gidip Şâzile beldesindeki Zağvân dağında bir mağarada inzivaya çekilen Ebü'l-Hasan eş-Şâzelî'nin 34-35 yaşlarında ikeno dönemde İfrîkiye bölgesinin başşehri olan Tunus'a geçip irşad faaliyetine başlamasıyla tarikatın temelleri atılmıştır.
Şâzelî'nin 642'de (1244) Tunus'tan İskenderiye'ye gelmesiyle birlikte tarikat çok daha geniş kesimlere ulaşma imkanı bulmuştur. Onun makamına geçen Ebü'l-Abbas el-Mürsî, Mürsî'nin halifelerinden Yâkût el-Arşî, Şâzelî'nin gözde müridlerinden Mekînüddin el-Esmer, yine Şâzeliyye silsilesinde yer alan Dâvûd b. Ömer Bâhilî gibi önemli simaların kabirlerini barındıran İskenderiye, Şâzeliyye'nin bütün dünyaya yayıldığı merkez konumuna gelmiştir.
Şâzelî tarikatına dair bütün kaynaklarda tarikat Ebü'l-Hasan eş-Şâzelî'nin söz, menkıbe ve âdâbı üzerine temellendirilmekte ve onun tarikatın kurucusu olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Üstadının kim olduğu sorulduğunda "Geçmişte İbn Meşîş ile birlikteydim, ona tâbiydim; şimdi ise herhangi biriyle bağlantım yoktur" diye cevap vermesi de Şâzelî'nin kendisini pîr olarak gördüğünü ortaya koymaktadır (İbn Ataullah, Letaifü'l-minen, Beyrut 2005, s. 54)

Tarikatın Yayılışı


Şâzeliyye öncelikle İskenderiye, Kahire, Tunus gibi şehir ortamlarında teşekkül etmiş, sonraki dönemlerde Mısır'ın yanı sıra Mağrib bölgesinin kırsal alanlarında yayılma imkanı bulmuş, geniş halk tabakasının ve şeyhlerin uygulamalarına bağlı olarak ulema üzerimnde de etkili olmuştur. Zaman içinde Suriye başta olmak üzere Arap dünyasında, Hint alt kıtasında, Malezya ve Endonezya'da, Afrika'da, Anadolu ve Balkanlarda, Amerika'da ve birçok Avrupa ülkesinde yayılmıştır.

Şazelîyye, ayrıca mensupları arasında bulunan değerli müelliflerle tasavvuf kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur.

Günümüzde özellikle Alaviyye koluna mensup şeylerce Cezayir'den Malezya'ya, Hindistan'dan Güney Afrika'ya kadar açılmış zaviyeler faaliyetlerini sürdürmekte, müridler her yıl dünyanın farklı ülkelerinde ihtifal toplantılarında bir araya gelmektedir.

Ancak Şazeliyye Osmanlı Devleti'nin Türklerle meskûn olan yörelerinde (Anadolu, İstanbul ve Rumeli'de) önemli bir varlık gösterememiştir.

Şazeliyye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika kökenli diğer "kıyami" tarikatlar gibi, nispeten geç bir tarihte, ancak 18. yy'ın son çereğinde istanbul'da kök salabilmiştir.

Şâzelîlerin İslam'a Daveti

"İslâm’a da‘vet faaliyetinde önemli payı olan bir kesim de sûfîlerdir. Nitekim Anadolu ve Balkanlar’ın İslâmlaşmasında en büyük şeref bu kesime aittir.
Özellikle Ahmed Yesevî, Abdülkādir-i Geylânî, EBÜ'L-HASAN eş-ŞÂZELÎ, EBÜ'L-ABBAS el-MÜRSÎ, İBN ATÂULLAH el-İSKENDERÎ, Seyyid Ahmed et-Ticânî, Seyyid Muhammed b. Ali es-Senûsî gibi ünlü sûfîler gerek cezbedici dinî-ahlâkî şahsiyet ve yaşayışlarıyla, gerekse vaaz ve irşadlarıyla güçlü ve etkili birer da‘vetçi olarak kendi ülkelerinde faaliyet göstermişler, onların müntesipleri de aynı faaliyetleri devam ettirmişlerdir."

Şâzeliyye Kolları

Şazeliyye 100'ün üzerindeki alt koluyla İslam dünyasında en yaygın tarikatlardan biridir.
Bu kollardan en meşhurları şunlardır:
Vefaiyye:
Kurucusu Muhammed Vefa b. Muhammed el-Mağribî, ö. 765/1364
Yâfiiyye:
Kurucusu Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, ö. 768/1367
Cezûliyye:
Kurucusu Muhammed b. Süleyman el-Cezûlî, ö. 870/1465
Arûsiyye:
Kurucusu Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Arûs el-Hevvârî, ö.868/1463
Zerrûkıyye:
Kurucusu Ahmed ez-Zerrûk, ö.899/1493
Meymûniyye:
Kurucusu Ali b. Meymûn el-İdrisî, ö. 917/1511
Râşidiyye:
Kurucusu Ahmed b. Yûsuf er-Râşidî, ö. 927/1521
Îseviyye:
Kurucusu Muhammed b. Îsâ el-Meknesî el-Mağribî, ö. 930/1524
Bekkiyye:
Kurucusu Ömer b. Seyyid Ahmed el-Bekkî et-Tûnisî, ö. 960/1552
Bekriyye:
Kurucusu Ebü'l-Mekârim el-Bekrî, ö. 994/1586
Nâsıriyye:
Kurucusu Muhammed b. Muhammed b. Ahmed b. Nâsır ed-Derî, ö. 1085/1674
Hızıriyye:
Kurucusu Abdülazizn ed-Debbâğ, ö. 1132/1720
Beyyûmiyye:
Kurucusu Ali Nureddin b. Hicazi el-Beyyûmî, ö. 1183/1769
Derkaviyye:
Kurucusu Ebû Hâmid Mevlây el-Arabî b. Ahmed ed-Derkavî, ö.1239/1823
Medeniyye:
Kurucusu Muhammed Hasan b. Hamza Zâfir el-Medenî, ö.1263/1847
Yeşrutiyye:
Kurucusu Seyyid Ali Nûreddin b. Yeşrutî et-Tûnisî, ö.1316/1899
Alaviyye:
Kurucusu Ahmed el-Alavî, ö.1934
Şazeliyye'nin birçok kolu bugün yaşamamakta veya kendi arasından çıkan bir kolun içinde devam etmektedir.

Bedeviyye

Bedeviyye, Seyyid Ahmed el-Bedevî (ö. 675/1276) kuddise sırruh tarafından kurulan ve daha çok Mısır’da yaygın olan bir tarikattır.
"Ahmediyye" olarak da bilinen bu tarikatın temelinde Hz.Bedevî’nin fikirleri bulunmakla birlikte, âdâb ve erkânının büyük bir kısmı daha sonraki asırlarda teşekkül etmiştir.
Genellikle müstakil bir tarikat olarak değerlendirilen Bedeviyye, Ahmed el-Bedevî’nin mürşidlerinden Şeyh el-Berrî’nin silsilesinin Ahmed er-Rifâî’ye ulaşması sebebiyle Rifâiyye’nin, kendisinin Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî ile görüşmesi sebebiyle de Şâzeliyye’nin bir kolu olarak da ele alınmıştır.
İthâfü’l-asfiyâ (s. 167) ve İkdü’l-cevher’de (s. 20) bu tarikatı Şâzeliyye’nin büyük bir kolu olarak gösteren Zebîdî, Harîrîzâde’nin iktibas ettiği Ref'u’n-nikāb adlı risâlesinde de Bedevî-Şâzelî münasebetleri üzerinde durmuştur (Tibyân, I, 48b).

Tarikatın Esasları

Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, tarikat usullerinden bahsettiği Câmiu'l-usûl adlı eserinde Şazeli tarikatının beş esasının olduğunu kaydetmiştir:

"1- Gizli ve açık, zâhiren ve bâtınen her işte ittika üzere olmak,

2- Sözde ve harekette sünnet-i seniyyeye uymak,

3- Saadet ve musibet anında insanlardan uzak durmak (bir şey beklememek),

4- Büyük-küçük her işte Allah'a teslim olmak (O'nun rızasını aramak ve istemek),

5- Neşeli ve kederli zamanlarda daima Allah'a dönmek (O'na sığınmak).

Takvanın gerçeği, dürüstlük ve Allah'tan korkmakla olur.

Sünnetin gerçeği, güzel ahlak ve yasaklardan korunmakla olur.

Batıldan yüz çevirmenin gerçeği, sabır ve Allah Teala'ya güvenmekle olur.

Allah'tan gelene razı olmanın gerçeği, kanaat ve teslimiyetle olur.

Allah'a dönüşün gerçeği, bulunduğu hale şükretmek, yönünü ondan ayırmamakla olur." (s. 86)

Şazeliyye tarikatı, silsile itibariyle "Cüneydî" olmakla beraber, ruhani eğitime ağırlık veren bir tarikattır. Nitekim Şeyh Şazeli müridlerine Allah için fânî varlıktan feragati, her saat, her yer ve her şartta zikri tavsiye eder, riyazat ve halvete, âyin ve toplu zikre fazlaca rağbet göstermezdi. Tarikat mensuplarına kendi hayatları içinde tarikatın ruhunu ve vazifelerini yerine getirmelerini telkin ederdi.

Riyazat ve çile ile müridlerini nefsani terbiyeye tâbi tutan tarikatlardan farklı olarak Şazeliler, gayet temiz giyinirler, dünya nimetlerinden istifadeden geri kalmazlar, iş ve meşgaleleri arasında nafile ibadet, dua, zikir ve evrad ile tevhide erilebileceğine inanırlardı. Tarikatın esası da tedbir ve tevessüle güvenmeden takdir ve tevekküle yönelmek, çevremizde olan her iş ve oluşta Cenab-ı Hakk'ı müşahade etmektir.

Şeyh Şazeli, bizzat kendisi ve halefleri, Gazzali'nin İhyau Ulumiddin, Ebu Talib el-Mekki'nin Kûtü'l-kulub ve Haris el-Muhasibi'nin er-Riaye li-hukukillah gibi tasavvufi eserlerin öğrettiği ahlaki olgunluğu gerçekleştirmeye çalışmışlardır.

Pekçok tarikattan hilafet alan Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Câmiu'l-usûl'de tarikatlar içerisinde Şazeliyye'nin yerini şöyle açıklamıştır: "Ey ebediyet yolunun yolcusu! İyi bil ki her velinin hayatında ve ölümünde kendine mahsus özelliği ve himmet edişi vardır. Mesela; hakikati kalbe nakşetmesi, tevhid denizinde yüzmesi, fena ve istiğrak (kendinden geçme) sırrına ermesi, ölümünden sonra da bu sırların yüce himmetle saliklerinde (kendine uyanlarda) aynen devam etmesi Bahaüddin Şâh-ı Nakşbend  (ks) hazretlerine mahsus bir özelliktir. Kuvvetli bir tasarruf ve isteyene her türlü imdad etme himmeti Abdülkadir Geylani (ks) hazretlerine mahsustur. İlim ve vâridât kuvveti ile Ebu'l-Hasan eş-Şâzelî (ks) hazretlerine; fütüvvetle ve harikulade hallerle Ahmed er-Rifâî (ks) hazretleri; merhamet ve atîfette Ahmed el-Bedevî (ks) hazretleri; cömertlik ve kerem olarak Ahmed Düsûkî (ks) hazretleri; irfan ve kemâlâtı ile Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü'l-Arabî (ks) hazretleri; aşk ve muhabbet ile Mevlânâ Celâleddin-i Rumi (ks) hazretleri; letafet ve mahfiyeti ile İmam Şihabüddin es-Sühreverdi; (ks) hazretleri; riyazat ve tahassürü ile Şeyh Hızır Yahya (ks) hazretleri; vecd ve cezbeleri ile Necmüddin-i Kübra (ks) hazretlerinin tasarruf ve himmetleri hayatlarında ve öldükten sonra ayne devam etmiştir. Bu hasletler her ne kadar her veli için hususi görüntüler arzetseler de, her haslet bir makamın ifadesi ve o makamdaki velinin tasarrufudur.Her grup kendilerine ikram edilen ilahi hallerle saadete erer. Lütuflar ise velilerin değeri ve kabiliyeti nispetinde olur." (s. 49)

Diyanet İslam Ansiklopedisi'nde aynı husus şöyle belirtilmiştir:
"Mutasavvıflar, bazı velîlerin diğer velîlere göre esmâ-i hüsnâdan birinin tecellisinden daha fazla pay aldıklarını, bundan dolayı her velînin kendine has bir yönü bulunduğunu savunurlar. Meselâ; hakikatleri gönüllere nakşetmede Bahâeddin Nakşibend, başı darda olanların yardımına koşmada Abdülkadir-i Geylânî (ks), İLÂHÎ TECELLİLERDEN FEYZ ALMADA EBÜ'L-HASAN eş-ŞÂZELÎ (ks), olağan üstü hal göstermede Ahmed er-Rifâî (ks), şefkat ve merhamette Ahmed el-Bedevî (ks), cömertlikte İbrâhim ed-Desûkı (ks), mârifette İbnü’l-Arabî (ks), mahviyette Sühreverdî (ks), cezbe ve istiğrakta Necmeddîn-i Kübrâ (ks), aşk ve muhabbette de Mevlânâ (ks) temayüz etmişlerdir. Aynı şekilde dört büyük halifeden her biri diğerlerinden ayrı bir özelliğe sahiptir. Doğruluk Hz.Ebû Bekir’in, adalet Hz.Ömer’in, hayâ Hz.Osman’ın, kerem de Hz.Ali’nin (r.anhüm) ayırıcı özellikleridir. Aynı durum peygamberler için de söz konusudur. Hz.Adem “safiyyullah”, Hz.Nuh “neciyyullah”, Hz.İbrâhim “halîlullah”, Hz.Mûsâ “kelîmullah”, Hz.Îsâ “rûhullah”, Hz.Muhammed (a.s.) de “habîbullah”tır." (cilt: 1, s. 7)

İntisap uygulaması

Kollar arasında az çok farklılık görülmekle birlikte Şâzeliyye'de intisap uygulaması şöyledir:
Tâlip biattan önce tövbe ve tecdîd-i iman eder.
Müridle şeyh dizleri birbirine değecek biçimde karşılıklı oturur.
İki elleriyle birbirlerinin ellerini tutarlar.
Birbirlerine doğru eğilirler.
Şeyh, Fetih sûresinin 10. âyetini ve Salâtü't-tefrîciyye'yi okur.
Biattan sonra eller açılarak, hazır bulunanlarla birlikte dua edilir.
Tarikatın bazı kollarında bu törenin ardından mürid kendisine öğretilen bu törene has bazı lafızlarla bir müddet zikreder, daha sonra şeyh virde devam etmesi hususunda ve başka konularda tavsiyelerde bulunur.

Şâzelî Zikri

Şâzeliyye tarikatında zikir cehrî olup kuudî (oturarak) ve kıyâmî (ayakta) olarak yapılır.
Hafta bir, perşembe veya cuma gübü gerçekleştirilen ve çoğunlukla "meclis" adı verilen âyinlerde halka şeklinde veya karşılıklı saf şeklinde oturulur.
Şâzelî meşayihinden birine ait divandan okunan ve "semâ" diye adlandırılan kaside ve şügullerin genellikle tevhid ve salavat içeren nakarat kısımlarına bütün müridler katılır.
Âyinlerde dinî musikiye yer verilmesi konusunda Şâzeliyye tarihi içinde farklı görüşler ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Şeyh Şâzelî ya da Ahmed ez-Zerrûk gibi önemli bir Şâzelî şeyhi kendi zamanındaki uygulamaları değerlendirirken musiki hakkında olumsuz bir tutum takınmakla birlikte zaman içinde tarikatın birçok kolunda semâ, âyinin esasını teşkil ederek hale gelmiştir.
Bazı kollarda ise meclislere Şâzelî'nin Hizbü'l-kebîr'i ve evrâd-ı şerîfesi okunarak başlanır, kıyamî zikirle devam edilir.
Zikrin sonunda şeyh sohbet yapar. Birçok kolda sohbete "müzakere" adı verilir. Şeyhin hazır bulunmadığı meclislerde onun talimatı doğrultusunda bir metin okunur.

Günlük Vird

الورد العام للطريقة الهاشمية الدرقاوية الشاذلية المتصل نسبها إلى رسول الله
يقرأ هذا الورد المبارك مرة في الصباح بعد صلاة الصبح ويستمر وقته إلى الضحوة الكبرى ويستحب قبل طلوع الشمس ومرة في المساء بعد صلاة العصر ويستمر وقته إلى منتصف الليل

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم بسم الله الرحمن الرحيم
وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (1
أستغفر الله (99
في تمام المائة يقول
أستغفر الله العظيم الذي لا إله إلا هو الحي القيوم و أتوب إليه (1
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
(1
اللهم صل على سيدنا محمد عبدك و رسولك النبي الأمي وعلى آله و صحبه وسلم (99
في تمام المائة يقول
اللهم صل على سيدنا محمد عبدك ورسولك النبي الأمي وعلى آله وصحبه وسلم تسليماً بقدر عظمة ذاتك في كل وقت وحين (1
{فَاعْلَمْ أنهُ لا إِلَهَ إلا اللهُ 1
لا إله إلا الله وحده لا شريك له، له الملك وله الحمد وهو على كل شيء قدير(99
وإن شاء يختصر فيقول: (لا إله إلا الله) (99
في تمام المائة يقول
لا إله إلا الله سيدنا محمد رسول الله صلى الله عليه و على آله و صحبه وسلم(1
ثم يقرأ
سورة الإخلاص (3
الفاتحة (1
ثم يدعوا الله لنفسه ولأبويه ولأشياخه ولكافة المؤمنين والمؤمنات والمسلمين والمسلمات

"Vird" kelimesinin çoğuluna "evrad" denilir.
Evrad, Allah'a yaklaşmak için belirli zamanlarda ve beli miktarda yapılan ibadet, dua ve zikirdir.
Her tarikatın kendine has evradı vardır. Bunların uzunluğu, tekrar etme adeti farklıdır. Hatta bu farklılıklar, aynı tarikatın kolları için bile söz konusu olabilir. Buna karşılık bir tarikatın müridlerine verilen ve yedi günlük evradı ihtiva eden evrad kitapları, diğer bazı tarikat pirlerinin dua ve hizblerini de içerebilir. (Kara, s. 79)

Şazeliyye'de vird sabah ve akşam namazlarının ardından okunur.
Kollara göre Vâkıa suresi ya da Mülk sûresinin veya Salâtü'l-Meşîşiyye'nin okunmasıyla başlayan vird,
100 estağfirullah
100 salavât,
100 tevhid
ve bazı kollarda 100 defa "elhamdülillah ve'ş-şükrü lillah"
tesbihiyle sürer.


Hizbu'l-Bahr (İngilizce)
Hizb ul-Bahr in - Transliteration



Audhubillahiminash-shaytanir rajeem.
Bismillahir rahmanir raheem.
Ya Allahu, Ya 'Aliyyu, Ya 'Adheemu, Ya Haleemu, Ya 'Aleem.
Anta rabbi, wa 'ilmuka hasbi, fa ni'mar-rabbu rabbi, wa ni'mal hasbu hasbi,
tan-suru man tashaa-u wa antal 'azeezur raheem.
Nas-alukal 'ismata fil harakati was-sakanati wal kalimati wal iradati wal
khatarati minash-shukuki wa-dhununi wal awhamis-satirati lil qulubi 'an
mutala'atil ghuyub.
Faqadib tuliyal mu'minoona wa zulzilu zilzalan shadeeda.
Wa idh "yaqulul munafiquna wal-ladheena fi qulubihim maradun ma
wa'adanallahu wa rasuluhu illa ghurura."
Fa thibbitna wan-surna wa sakh-khir lana hadhal bahr, kama sakh-khartal
bahra li Musa, wa sakh-khartan nara li Ibrahim. Wa sakh-khartal jibaala wal
hadeeda li Dawud. Wa sakh-khartar reeha wash-shayatina wal jinna li
Sulayman. Wa sakh-khir lana kulla bahrin huwa laka fil ardi was-samaa-i wal
mulki wal malakut. Wa bahrad-dunya, wa bahral akhira. Wa sakh-khir lana
kulla shay-in ya man bi yadihi malakutu kulli shay.
"Kaf ha ya 'ain sad.
Kaf ha ya 'ain sad.
Kaf ha ya 'ain sad."
Unsurna fi-innaka khayrun-nasireen.
Waf-tah lana fi-innaka khayrul fatiheen.
Wagh-fir lana fi-innaka khayrul ghafireen.
War-hamna fi-innaka khayrur-rahimeen.
War-zuqna fi-innaka khayrur-raziqeen.
Wahdina wanajjina minal qawmidh-dhalimeen.
Wa hab lana reehan tayyibatan kama hiya fi 'ilmik.
Wan-shurha 'alayna min khazaaini rahmatik.
Wahmilna biha hamlal karamati ma'assalamati wal 'afiyati fid-deeni wad-dunya
wal akhira. Innaka 'ala kulli shayin qadeer.
Allahumma yassir lana umurana ma'arrahati li qulubina wa abdanina
was-salamati wal 'afiyati fi dunyana wa deenina. Wa kul-lana sahiban fi
safarina wa khaleefatan fi ahlina. Wat-mis 'ala wujuhi a'daaina. Wam-sakh
hum 'ala makanatihim fala yasta-ti'unal mudiyya walal majiyya ilayna.
"Wa law nashaa-u latamasna 'ala a'yunihim fas-tabaqus-sirata fa-anna
yubsiroon. Wa law nashaa-u lamasakh nahum 'ala makanatihim famas-tata'u
mudiyyaw-wa la yarji'oon."
"Ya seen. Wal Qur'aanil hakeem. Innaka laminal mursaleen. 'Ala
siratim-mustaqeem. Tanzeelal 'azeezir-raheem. Li tunzira qawmam-ma undhira
aabaa-uhum fahum ghafiloon. Laqad haqqal qawlu 'ala ak-tharihim fahum la
yu'minoon. Inna ja'alna fi a'naqihim aghlalan fa hiya ilal adhqani fahum
muqmahoon. Wa ja'alna mim-bayni aydihim saddaw-wa min khalfihim saddan
fa-agh shaynahum fahum la yubsiroon."
Shaahatil wujooh.
Shaahatil wujooh.
Shaahatil wujooh.
"Wa 'anatil wujoohu lil hayyil qayyumi wa qad khaba man hamaladhulma."
"Ta seen. Ha meem. 'Ain seen qaaf."
"Marajal bahrayni yaltaqiyaan. Baynahuma barzakhul-la yabghiyan."
"Ha meem. Ha meem. Ha meem. Ha meem. Ha meem. Ha meem. Ha meem."
Hummal amru wa ja-an-nasru fa'alayna la yunsaroon.
"Ha meem. Tanzeelul kitabi minallahil 'azeezil 'aleem. Ghafiridh-dhambi wa
qabilit-tawbi shadeedil 'iqabi dhit-tawli la ilaha illa huwa ilayhil
maseer."
Bismillahi, baabuna. Tabaraka, hitanuna. Ya seen, saqfuna.
Kaf Ha Ya 'Ain Sad, kifayatuna. Ha Meem 'Ain Seen Qaaf, himayatuna.
"Fasayakfikahumullahu wa huwas-sami'ul 'aleem.
Fasayakfikahumullahu wa huwas-sami'ul 'aleem.
Fasayakfikahumullahu wa huwas-sami'ul 'aleem."
Sitrul 'arshi masbulun 'alayna, wa 'ainullahi nadhiratun ilayna, bi
hawlillahi la yuqdaru 'alayna. Wallahu miw-waraaihim muheet. Bal huwa
Qura'anum-majeed. Fi lawhim-mahfoodh.
"Fallahu khayrun hafidhaw-wa huwa arhamur-rahimeen.
Fallahu khayrun hafidhaw-wa huwa arhamur-rahimeen.
Fallahu khayrun hafidhaw-wa huwa arhamur-rahimeen."
"Inna waliy-yiyallahul-ladhee nazzalal kitaba wa huwa yatawallas-saliheen."
"Inna waliy-yiyallahul-ladhee nazzalal kitaba wa huwa yatawallas-saliheen."
"Inna waliy-yiyallahul-ladhee nazzalal kitaba wa huwayatawallas-saliheen."
"Hasbiyallahu la ilaha illa huwa 'alayhi tawakkaltu wa huwa rabbul 'arshil
'adheem
Hasbiyallahu la ilaha illa huwa 'alayhi tawakkaltu wa huwa rabbul 'arshil
'adheem."
"Hasbiyallahu la ilaha illa huwa 'alayhi tawakkaltu wa huwa rabbul 'arshil
'adheem."
Bismillahil ladhee la yadurru ma'asmihi shayun fil ardi wa la fis-samaa-i wa
huwas-sami'ul 'aleem.
Bismillahil ladhee la yadurru ma'asmihi shayun fil ardi wa la fis-samaa-i wa
huwas-sami'ul 'aleem.
Bismillahil ladhee la yadurru ma'asmihi shayun fil ardi wa la fis-samaa-i wa
huwas-sami'ul 'aleem.
Audhu bi kalimatillahit-taammati min sharri ma khalaq.
Audhu bi kalimatillahit-taammati min sharri ma khalaq.
Audhu bi kalimatillahit-taammati min sharri ma khalaq.
Wa la hawla wa la quwwata illa billahil 'aliyyil 'adheem.
Wa la hawla wa la quwwata illa billahil 'aliyyil 'adheem.
Wa la hawla wa la quwwata illa billahil 'aliyyil 'adheem.
Wa sallallahu 'ala sayyidina Muhammadiw-wa 'ala aalihi wa sahbihi wa sallim.

Kaynaklar :

Ahmet Murat Özel, "Şâzelî". Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul 2010. Cilt: 38, s. 385-386

M. Baha Tanman, "Şazelilik", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt: 7, s. ??
Ahmet Murat Özel, "Şazeliyye", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 38, s. 387, 389

Mustafa Çağrıcı, "Da'vet" maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 17

Mustafa Kara, "Bedeviyye", Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.5, s.319

Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Câmiu'l-usûl (Veliler ve Tarikatlarda Usul adı ile tercüme edildi), trc. Rahmi Serin, İstanbul, Pamuk Yayınları, s. 86, 49

Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul, Ensar Neşriyat, 3. baskı, 1998, s. 249-250

Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul, Dergah Yayınları, 5. baskı, 1999, s. 300

İrfan Gündüz, Gümüşhanevi Ahmed Ziyaüddin: Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı ve Halidiyye Tarikatı, İstanbul: Seha Neşriyat, 1984, s. 62-63

Raşit Küçük, “Abâdile” maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt: 1, s. 7

Ahmet Murat Özel, "Şâzeliyye", TDVİA, Cilt: 38, s. 388

Ahmet Murat Özel, "Şâzeliyye", TDVİA, Cilt: 38, s. 388





Signing of RasitTunca

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Cevapla
#2
Ebü'l-Hasen eş-Şâzelî Kimdir?


EBÜ’L-HASEN-İ ŞÂZİLÎ

Evliyânın büyüklerinden, hadîs âlimi ve Şâzilî yolunun ilk rehberi. İsmi, Nûreddîn Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr bin Temîm bin Hürmüz bin Hâtem bin Kusay bin Yûsuf bin Yûşa bin Verd bin Battal Ali bin Ahmed bin Muhammed bin Îsâ bin Muhammed bin Hasen bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. Hazreti Hasen soyundan olup. Şerîftir. Künyesi. Ebü’l-Hasen olup. Mâlikî mezhebindendir.

592 (m. 1196)’de Tûnus’da Şâzile kasabasında doğdu. Tasavvuftaki silsilesi Sırrî-yi Sekatî’den gelmektedir. Aynı zamanda bu silsilede bulunan Seyyid Ahmed Rıfâî’ye bağlanmıştır. İskenderiyye’ye gelerek Şâzilîye yolunun esaslarını açıklayıp, neşretti. Doğum yerine nisbetle, “Şâzilî” lakabı ile anıldı. Arabistan’daki Hicaz halkı gibi, buğday tenli ve uzunca boylu idi. Konuşmasındaki fesahat ve tatlılık, açıklık ve vecizlik bakımından, kendisini Hicazlı zannederlerdi.

Doğduğu Şâzile kasabasında ilim tahsili yaptı. Önceleri kimya ilminde uzun çalışmalar ve araştırmalarda bulundu. Bu ilimde iyi yetişmesi için cenâb-ı Hakka yalvararak duâ ediyordu. Bu esnada, aldığı ma’nevî bir işâretle, tasavvuf yoluna bağlandı. Din ilimlerinin hepsinde mütehassıs ve derin âlim oldu. Hepsinin inceliklerine ve sırlarına kavuştu. Tefsîr, hadîs, fıkıh usûl, nahiv, sarf, lügat ilimlerinde ve zamanın fen ilimlerinde de bir tane idi. “Her istediğim zaman, Resûlullah efendimizi ( aleyhisselâm ) baş gözümle görmezsem, kendimi O’nun ümmeti saymam” buyururdu. 654 (m. 1256)’da vefât etti.

Kendisi anlattı ki: “Bir arkadaşımla bir mağarada bulunuyor ve Allahü teâlânın muhabbetiyle yanmayı ve O’na kavuşmağı istiyorduk. Yarın kalbimiz, açılır, evliyâlık makamlarına kavuşuruz derdik, yarın olunca da, yine yarın açılır derdik. Yarınların sonu gelmiyordu. Birgün birden heybetli bir zât yanımıza girdi. Ona; “Kimsin?” dedik. Abdülmelik’im, ya’nî Melik olan Rabbimizin kuluyum dedi. Anladık ki, evliyâullahdandır. “Nasılsınız?” dedik. “Yarın olmazsa, öbür yarın kalbim açılır diyenin hâli nasıl olur? Allahü teâlâya, sırf Allah için ibâdet etmedikçe, vilâyet ve kurtuluş yoktur” dedi. Bu söz üzerine uyandık ve nereden geldiğini anladık. Allaha tövbe ve istiğfar ettik. Bunun üzerine kalblerimiz Allahü teâlânın muhabbetiyle doldu.”

Kendisi anlattı: Seyahatte idim. Bir gece bir tepe üzerinde yattım. Yırtıcı hayvanlar sabaha kadar etrâfımda döndüler. Onlardan hiç korkmadım. Kalbimde, Allahü teâlânın korkusundan başka bir korku yoktu. O geceki ünsiyet (Allahü teâlâya yakınlık) gibi bir üns bulmamıştım. Sabah olunca hatırımdan, Allahü teâlânın üns makamından bana birşeyler verildi, diye geçti. Dereye indim. Çok fazla keklikler gördüm. Ayağımın sesini duyunca, ürküp birden uçtular. Çok korktum. Bana şöyle dediklerini duydum: “Ey Ebü’l-Hasen! Dün gece yırtıcı hayvanlar ile ünsiyet tutmuş idin, bugün sana ne oldu ki, bu keklikler uçunca korktun. Lâkin sen dün gece bizimle idin. Bugün kendi nefsinlesin.” Ebü’l-Hasen-i Şâzilî şöyle anlattı: “Bir kere seksenüç gün aç kalmıştım. Hatırıma, sana bu işten nasîb verildi diye geldi. Aniden bir kimse gördüm. Bir mağaradan çıktı. Gayet güzel idi. Güneş gibi parlıyordu ve; “Biz ne iyiyiz, altı ay oldu yemek yemedik ve Hak teâlâya amel arz etmedik. Bir bahtsız seksen gün aç oldu. Hak teâlâya ameli ile nazlanır” diyordu.”

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, Allahü teâlânın nihâyetsiz ihsân ve ikrâmlarına kavuşmuş, görünen ve görünmeyen bütün olgunluklara erişmişti. Çok seyahatler yaptı. Bir defasında Irak’a gitmiş ve buradaki âlimlerden Ebü’l-Feth Vâsıtî’nin sohbetinde bulunmuştu. O sıralarda zamânın en büyük evliyâsını arıyordu. Birgün, Ebü’l-Feth Vâsıtî hazretleri ona dönerek; “Sen onu Irak’ta arıyorsun. Hâlbuki aradığın kimse, senin memleketindedir. Oraya dön, orada bulacaksın” buyurması üzerine. Batı Afrika diyarı olan memleketine döndü. İslâm dîninin yüksek makamlarının sahihi olan Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i Meşîş-i Hasenî hazretlerinin, aradığı zât olduğunu anladı, İbn-i Meşîş hazretleri Rabat’daki (Ribâte’deki) bir dağda bulunan mağarada yaşamaktaydı. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, onun huzûruna çıkmak için, dağ eteğinde bulunan çeşmeden gusl abdesti aldı. Kendindeki bütün meziyetleri ve üstünlükleri unutarak, ya’nî tam bir boş kalb ve ihtiyâç ile huzûrlarına doğru yürüdü, İbn-i Meşîş hazretleri de mağaradan çıkmış, ona doğru yürüyordu. Karşılaştıklarında hocası selâm verip, Resûlullah efendimize kadar uzanan nesebini tek tek saydıktan sonra ona; “Yâ Ali, bütün ilim ve amelinizden soyunarak, tam bir ihtiyâç ile buraya çıktınız ve bizdeki dünyâ ve âhıret servetini ve zenginliğini aldınız, buyurdu. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî diyor ki: “Onun bu hitabından sonra, bende fevkalâde bir korku hâsıl oldu. Hak teâlâ kalb gözümü açıncaya kadar mübârek huzûrlarında oturdum. Sohbetlerine devam ettim.” Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, hocasının yüksek derecesini bildirirken şöyle buyurdu: “Birgün hocamın huzûrunda oturuyordum. Kendi kendime; “Acaba hocam İsm-i a’zamı biliyor mu?” dedim. Bu düşünce ile meşgûl olurken, o sırada dış kapıda bulunan oğulları, bana bakıp şöyle seslenmişti: “Ey Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, şeref ve i’tibâr, İsm-i a’zamı bilmekle değil, belki İsm-i a’zama mazhar olmakladır.”

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’nin hocasına olan teslimiyeti tam ve mükemmel bir hâle gelince, karşılaşacağı birçok sıkıntıları, hocası kendisine haber verdi. Şöyle vasıyyet etti: “Hak teâlâyı bir an unutup gaflette olma. Dilini halkın diline ve kalbini halkın kalbine benzetmekten sakın, bütün uzuvların ile İslâmiyete uy. İslama uygun olmıyan şeylerden sakın. Farzları yerine getirmeye devam et. İşte o vakit Allahü teâlânın veliliği sende tamâm olur. Allahü teâlânın haklarını yerine getirmekten başka hiçbir şeyi halka hatırlatma, İşte o zaman vera’ ve takvâya haram ve şüphelilerden kaçmaya tam uymuş olursun.

Ebü’l-Hasen, Şâzile kasabasında yerleştikten sonra, gerçekten birçok mihnet ve sıkıntılara mâruz kaldı. Hocalarının haber verdiği sıkıntılar açıkça meydana geldi. Sonra İskenderiyye’ye yerleşti. Doğudan ve batıdan binlerce âlim ve hak âşığı ziyâret ve sohbetlerine akın etti. Meselâ devrin büyük âlimlerinden İzzeddîn bin Abdüsselâm, Takıyüddîn bin İbn-i Dakîk-ül-Iyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-üs-Salâh, İbn-ül-Hâcib, Celâleddîn bin Usfûr, Nebîhüddîn İbni Avf; Muhyiddîn bin Sürâka ve Muhyiddîn-i Arabî’nin talebesi el-Alem Yasin bunlar arasındaydı. Ayrıca Kâdı’l-kudâd Bedreddîn İbni Cemâ’a dahî sohbetlerine kavuşmakla iftihar ederlerdi. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî gibi evliyânın büyüklerinden olan birini yetiştirmiştir.

İbn-i Hâcib, İbn-i Abdüsselâm İzzeddîn, İbn-i Dakîk-ül-Iyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-i Sâlih ve İbn-i Usfûr gibi büyük âlimler, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’nin meclisinde bulunmak arzusuyla, Kâhire’deki Kemaliye Medresesi’nde, muayyen vakitlerde hazır bulunarak Şifâ ve İbn-i Atıyye kitaplarını okurlardı. Dersten çıktıktan sonra da onunla beraber yaya yürürlerdi.

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî; “İzzeddîn bin Abdüsselâm’ın fıkıh meclisi, Abdülazîm Münzirî’nin hadîs meclisi, senin tasavvuf meclisinden daha kıymetli bir meclis yoktur diye bana müjde verildi” buyurdu.

Hızır aleyhisselâm birgün kendisine; “Ey Ebü’l-Hasen! Allahü teâlâ, seni kendisine dost edinmiştir. Kalsan da, gitsen de, O seninle beraberdir” dedi.

Birgün Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, zühdden (dünyâya rağbet etmemekten) bahsediyordu. Fakat üzerinde yeni ve güzel bir elbise vardı. O mecliste üzerinde eski elbiseler olan bir fakir vardı. Kalbinden geçirdi ki; “Ebü’l-Hasen hem zühdden anlatıyor, hem de üzerine yeni elbiseler var. Bu nasıl zâhidliktir? Hâlbuki asıl zâhid benim.” Bu kimsenin kalbinden geçenleri anlıyan Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, onu yanına çağırarak; “Senin üzerindeki elbiseyi görenler, seni zâhid sanarak hürmet ederler. Bundan dolayı sende bir gurûr, kibir hâsıl olabilir. Hâlbuki benim üzerimdeki elbiseyi görenler, zâhid olduğumu anlıyamazlar. Böylece ben de, hâsıl olacak gurûrdan kurtulurum” buyurdu. Bunu dinleyen o fakir, yüksek bir yere çıkarak oradaki insanlara; “Ey insanlar! Yemîn ederim ki, biraz önce kalbimden Ebü’l-Hasen hazretleri hakkında uygun olmayan şeyler düşünmüştüm. Kalbimden geçeni anlı(Zeker), beni huzûrlarına çağırıp nasihat ettiler. Şimdi hakîkati anlamış bulunuyorum. Şâhid olunuz ki, huzûrunuzda tövbe istiğfar ediyorum” dedi. Bunun üzerine Ebü’l-Hasen-i Şâzilî o kimseye yeni bir elbise giydirip; “Allahü teâlâ sana seçilmişlerin muhabbetini versin. Sana hayırlar, bereketler ihsân eylesin” diye duâ eyledi.

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, memleketinden İskenderiyye’ye geldiğinde, o zamanın sultânı bir mektûp yazarak kendisini da’vet etti. Sultan, da’veti kabûl edip gelen Ebü’l-Hasen’e çok izzet ve ikram gösterip hürmette bulundu. Sonra İskenderiyye’ye, hürmet ederek uğurladı. Sultâna, bir müddet sonra Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hakkında iftiralarda bulundular. Öyle ki, sultan çok kızıp muhâfızına, onu öldürme emrini verdi. Muhafız, İskenderiyye’ye Ebü’l-Haşen’in huzûruna gelip sultanın emrini bildirdi ve; “Efendim, benim size çok hürmetim ve muhabbetim vardır. Sizin, Allahü teâlânın sevgili kullarından olduğunuza inanıyorum. Öyle birşey yapınız ve söyleyiniz ki, sultan bu kararından vaz geçsin” dedi. Bu sözleri dinleyen Ebü’l-Hasen-i Şâzilî dışarı çıktı. Muhafız da onu ta’kib etti. Muhafıza dedi ki; “Şu taşa bakınız!” Muhafız, biraz önce taş olarak gördüğü cismin, şimdi altın olduğunu görerek hayret etti. Taş, Allahü teâlânın izniyle; Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’nin teveccühleri ile altın olmuştu. Muhâfıza; “Bu taşı alıp sultana götürünüz Beyt-ül-mâl hazînesine koysun buyurdu. Muhâfız taşı alıp sultânın huzûruna gitti ve iftirâ durumunu anlattı: Bu hâdise üzerine sultan İskenderiyyeye kadar gelip Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’yi ziyâret etti. Özür diledi ve ona pekçok mal ve erzaklar gönderip ihsânlarda bulundu. Fakat Şâzilî hazretleri hiçbir şey kabûl etmeyip, “Biz Rabbimizden başka hiç kimseden birşey istemeyiz buyurdu.

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri buyurdu ki: Mısırda Muhammed Hanefî isminde birisi zuhûr edecek, Bizim yolumuzda olup, meşhûr ve büyük şân sahibi olacaktır. Kırmızıya bakan beyaz benizlidir. Sağ yanağında bir ben bulunur. Gözünün beyazı çok beyaz, siyahı da tam siyahtır. Yetim ve fakir olarak yetişir. Benden i’tibâren beşinci sıradaki halifemiz olur. Gerçekten öyle olmuştur. Vasıfları anlatılan Muhammed Hanefî bu büyükler yolunu Nâsıruddîn İbni Melik’den, o dedesi Şehâbüddîn bin Melik’ten, o Yâkut Arşî’den, o Mürsî’den, o da Şâzilî’den almıştır.

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî anlattı: “Ben birgün seyahate çıkmıştım. Kendi kendime dedim ki: “Yâ Rabbî! Sana ne zaman şükür edici bir kul olabilirim.” Bu sırada gaybden bir ses geldi ki: “Bana şükür edici bir kul olabilmen için, yeryüzünde senden fazla ni’met verilmiş bir kulun olmadığını düşünmelisin!” Bu sözleri işitince: “Yâ Rabbî! Kendimden fazla, ni’met verilmiş bir kimsenin olmadığını nasıl düşünebilirim? Zîrâ sen, Peygamberlere, âlimlere, pâdişâhlara herkesten çok ni’met verdin” dedim. Bu defa; “Eğer Peygamberlere (aleyhimüsselâm) ni’met verilmeseydi, sen doğru yolu bulamazdın. Âlimler olmasaydı, dinden çıkıp küfre girerdin. Pâdişâhlar olmasa, evinde emîn bir hâlde rahat oturabilir miydin? Bunların hepsi, sana ihsân ettiğim ni’metlerden değil midir?” buyuruldu.”

Kendisi anlattı: “Resûlullahı ( aleyhisselâm ) rü’yâda gördüm. “Yâ Ali! Elbiselerini kirden temizle ki, her nefesinde Allahü teâlânın imdâdına mazhar olasın” buyurdu. Yâ Resûlallah, benim elbisem hangisidir dedim, buyurdu ki; “Allahü teâlâ sana beş hil’at giydirmiştir. Muhabbet, tevhîd, ma’rifet. İmân ve İslâm hil’atlarıdır. Allahü teâlâya muhabbet edene, sevene berşey kolay olur. Allahü teâlâyı tanıyanın gözünde dünyâdan birşey kalmaz. Allahü teâlâyı vahdaniyyetle bilen, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaz. Allahü teâlâya inanan, herşeyde emîn olur. İslâmla sıfatlanan, Hak teâlâya âsî olmaz Eğer âsî olursa, af diler. Af dilerse kabûl edilir. Ebü’l-Hasen der ki; bu izâhdan, Allahü teâlânın Kur’ân-ı kelimde meâlen; (Ve elbiseni temizle) âyetinin ma’nâsını anladım.

Buyurdu ki: “Biz Hakla olunca, mahlûkattan hiçbirini görmeyiz. İnsanlık icâbı baksak bile, onlar havadaki ince toz gibi görünür. Dikkatle baksan birşey bulamazsın.”

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, her sene hacca giderdi. Sonuncu defa yola çıktığı sene, talebesine, yanına bir kazma, bir ibrik ve bir de kâfur almasını emretti. Bunları niçin aldırdığını soran talebesine buyurdu ki: “Hamisre”ye varınca anlarsın.” Talebesi bilâhare şöyle anlattı: “Hamisre’ye vardık. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, gusl ederek iki rek’at namaz kıldı. Sonra seccâdede rûhunu teslim etti. Yanlarına aldıkları kazma ile mezar kazılıp ibrikle su taşınıp yıkadıktan sonra, kâfur konup hemen oraya defnedildi. Vefât ettiği yerin suyu tuzlu olduğundan birşey, yetişmezdi. Oraya definlerinden sonra, vücûdlarının bereketiyle o yerin suyu tatlı oldu ve mümbit bir yer hâline geldi.”

Kendisi anlatır: Bir gece rü’yâmda Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk’ı gördüm. Bana, “Biliyor musun, dünyâ sevgisinin kalbden çıktığının alâmeti nedir?” diye sordu. Ben de bilmediğimi söyledim. Bunun üzerine; “Dünyâ sevgisinin kalbden çıktığının alâmeti; bulunca vermek, olmayınca kalben rahat olmak” buyurdu.

Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî anlattı: “Birgün Melekût âlemine (melekler âlemine) çıkarılmıştım. Orada Ebû Midyen hazretlerini gördüm. Arş’ın direklerinden birine tutunmuştu. Ona dedim ki: “Ey Ebû Midyen! Sizin ilminiz ne kadardır ki, buralarda bulunuyorsunuz?” O da, “Ben, yetmişbin çeşit ilme sahibim” dedi. “Kaç tâne makamınız vardır?” dedim. O da; “Benim halifelik makamlarım dört tanedir. Ebdâllik makamında da yedinciyim” dedi. Bunun üzerine ona: “Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri hakkında ne biliyorsunuz?” diye sordum. “Şâzilî hazretlerinin ilmi benden çok fazladır. O öyle bir denizdir ki, ona yetişmek mümkün değildir” diye cevaplandırdı.

Ebû Abdullah anlattı: “Ben, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretlerini çok sever ve her sıkıntımda Allahü teâlâya onu vesîle ederek duâ ederdim. Cenâb-ı Hak da bütün istek ve ihtiyaçlarımı onun hürmetine ihsân eder, verirdi. Birgün Resûlullah efendimizi ( aleyhisselâm ) rü’yada gördüm. Dedim ki: “Yâ Resûlallah! Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’den râzı mısınız? Ben, her ne ihtiyâcım olursa, onu vesîle ederek Allahü teâlâdan isterim ve bütün ihtiyaçlarım yerine gelir.” Bunun üzerine Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ); “Ebü’l-Hasen benim evlâdımdır. Bütün evlâtlarda babalarının bir cüz’ü bulunur. Her kim ki benim bir cüz’üme temessük ederse (onu vesîle ederse), benim bütünüm ile temessük etmiş olur. Sen Ebü’l-Hasen-i vesile ederek Allahü teâlâdan birşey istediğin zaman, beni vesile ederek Allahü teâlâdan istemiş olursun” buyurdu.

Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî onun en büyük talebelerinden idi. Anlattı ki: “Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, her ne zaman bir felâketle karşılaştım ve müşkilâta uğradımsa, hocam Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’yi imdâda çağırıp, kurtuldum. Ey kardeşim, sen de bir sıkıntıya düşersen, hemen onun ismini an ki, kurtulasın. Allahü teâlâ bilir ki, sana doğru bir nasihat veriyorum.”

Yine Ebü’l-Abbâs anlattı: “Birgün hocam Ebü’l-Hasen hazretlerinin arkasında namaz kılıyordum. Beni hayretlere düşüren hâller müşâhede ettim. Hocamın vücûdundan o kadar çok ve parlak nûrlar çıkıyordu ki, onlara bakamıyordum.”

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, talebeleri için dâima şu nasihatte bulunurdu. Talebe, din kardeşlerini, arkadaşlarını, son derece merhametle gözetmeli, onlara son derece hürmet etmelidir, insan, içlerinden birini kendisine sohbet arkadaşı seçmeli, bu arkadaş, gaflete düştüğünde, seni uyandırmalı, ibâdette tenbelliğe düştüğünde seni heveslendirmeli, âciz kaldığın yerde sana yardım etmeli ve sen doğru yoldan kaydıkça seni doğru yola çekmeli. Sana nasihat vermeli, kötü harekette bulunduğunda veya bir günah işlediğinde sana uymayıp vaz geçirebilecek vasıflarda olmalıdır. Arkadaşlarına gelebilecek eziyetlere mâni olmalısın. Güzel ahlâk edinip, şefkat ve merhamet üzere bulunmalısın. Hak teâlâya, itaat ve ibâdeti, bu yola hizmeti gözetmeli ve buna sımsıkı sarılmalısın. Lüzumsuz şeylerle gözü meşgûl edip, gönlü dağıtmamalısın. Zira bu, insandaki şehvet kuvvetini arttırır.

Talebesi olan Seyyid Ahmed-i Zerruk, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretlerinin yolunu şöyle bildirmiştir: “Yolumuzun esâsı beş şeydir: 1. Gizli ve aşikâr, her halükârda Allahü teâlâdan korku hâlinde olmak. 2. Her hâl ve işinde ve ibâdetinde. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) ve Eshâbının ( radıyallahü anh ) gösterdiği doğru yola uyup, bid’atlerden, sapıklıklardan sakınmak. 3. Bollukta ve darlıkta, insanlardan birşey beklememek. 4. Aza ve çoğa râzı olmak. 5. Sevinçli veya kederli günlerde cenâb-ı Hakka sığınmak.”

“Letâif-ül-minen” isimli kitapta yazıyor ki: “Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, yaşadığı zamanda, derecesi yüksek olan büyük zâtların önderi ve alemdârı idi. Tasavvuf ehli için bir sığınak ve bir rehber idi. Hidâyet ehlinin bayrağı ve yol göstericisi idi. İrfân sahibleri için bir zînet ve bu yolun yalnız küçüklerine değil, büyüklerine de üstâd idi. Sırlar âleminde bir Zemzem kuyusu kadar derinliğe sâhibdi. Kutubdu, gavstı. [Kutb-i ebdâl (ya’nî Kutb-i medar) âlemde, dünyâda herşeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vesile olur. Her şeyin yaratılması, rızıkların gönderilmesi, dertlerin, belâların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması Kutb-i ebdâlin feyzleri ile olur. İmân sahibi olmak, hidâyete kavuşmak, ibâdet yapabilmek, günahlara tövbe etmek ise, Kutb-i irşâdın feyzleri ile olur. Her zaman her asırda Kutb-i ebdâlin bulunması lâzımdır. Hiçbir zaman bunsuz olmaz. Çünkü âlem bununla nizâm bulmaktadır. Bunlardan biri ölünce, bunun yerine başkası ta’yin edilir. Fakat Kutb-i irşâdın her zaman bulunması lâzım değildir. Öyle zamanlar olur ki, âlem îmândan ve hidâyetten büsbütün mahrûm kalır.] Künyesi Ebü’l-Hasen idi. Kutub olduğuna şehâdet edenler çok idi. Bunlardan biri Ebû Abdullah bin Nu’mân’dır. Bu zâtın şâhidliği delîl olarak yeter. Çünkü kendisi de büyük bir velî idi. Takıyyüddîn bin Dakîk-ül-Iyd: “Ben, cenâb-ı Hakka karşı ma’rifet (Allahü teâlâyı tanımak husûsunda, Şâzilî hazretlerinden ileride olanı görmedim” derdi.

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî ( radıyallahü anh ) şöyle anlattı: “Ayzâd isimli Sahrada yolculuk yapıyordum. Hızır aleyhisselâm ile karşılaştım. Bana; “Ey Ebü’l-Hasen! Allahü teâlâ sana lütufda bulundu. Hazerde de seferde de senin arkadaşın var. Ben hep senin yanında bulunuyorum” dedi.

Âriflerden, evliyânın büyüklerinden Mekînüddîn el-Esmer ( radıyallahü anh ) şöyle anlattı: “Mansûra denilen yerde bir çadırda bulunuyordum. Orada, İzzeddîn İbni Abdisselâm, Mecdüddîn Ali bin Vehb el-Kuşeyrî, Muhyiddîn bin Sürâfe, Mecdüddîn Ahmîmî ve Ebü’l-Hasen-i Şâzilî (r.aleyhim) gibi büyük zâtlar da bulunuyordu. Bu sırada Kuşeyrî kitabı okunuyordu. Orada bulunanlar, sohbet esnasında ba’zı şeyler söyledikleri hâlde, Ebü’l-Hasen hazretleri hiç konuşmuyordu. “Efendim, sizi de dinlemek isteriz” dediler. Ebü’l-Hasen ( radıyallahü anh ): “Sizler, zamanımızın sâdâtı, büyüklerisiniz ve sizler de konuştunuz” buyurdu. “Mutlaka bir şeyler söylemenizi istiyoruz” demeleri üzerine; Ebü’l-Hasen hazretleri bir müddet tefekkür edip başını kaldırdı ve herkesin bilmediği, anlamadığı, gizli bilgilerden ince ma’rifetlerden anlatmaya başladı. Sohbet bitip Ebü’l-Hasen ( radıyallahü anh ) oradan ayrıldıktan sonra, İzzeddîn İbni Abdisselâm ( radıyallahü anh ) orada bulunanlara; “Bu sözlere iyi kulak veriniz! Bu çok yüksek bir zâttır” buyurdu.” Ebü’l-Abbâs anlattı: “Hocam Ebü’l-Hasen ile vefât ettiği sene bir yolculuğa çıkmıştık. Ühmim denilen yere gelince, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî bana dedi ki: “Dün gece şöyle bir rü’yâ gördüm. Sanki ben denizde bir gemideydim. Rüzgâr muhtelif yerlerden esiyordu. Dalgalar birbirine vuruyordu. Boğulmamız yaklaşmıştı. Denize karşı; “Ey Deniz! Eğer bana itaatle emrolundu isen, iyilik ve ihsân, Semî’ ve Alîm olan Allahü teâlâya mahsûstur. Eğer bundan başkası ile emrolundu isen hüküm Azîz ve Hakim olan Allahü teâlâya mahsûstur” dedim. Bu sırada denizin şöyle dediğini duydum! “İtaat, itaat.” Ebü’l-Hasen ile yolculuğumuza devam ederken, yolda vefât etti. Onu Abdâb sahrasında Hamisre’ye denilen yerde defnettik. Sonra başka bir gemiye bindik. Denizin ortasında bulunuyorduk. Deniz, Ebü’l-Hasen’in anlattığı gibi idi. Rüzgâr muhtelif yönlerden esiyor, dalgalar birbiri ile çarpışıyordu. Boğulmamız yaklaşmıştı. Ebü’l-Hasen’in sözünü unutmuştum. Fakat, durumumuz da pek tehlikeli bir hâl almıştı. Bu sırada Ebü’l-Hasen’in sözünü hatırladım. Denize hitaben bin dinar istedin. Keşke, Allahü teâlâdan Ebü’l-Abbâs’ın istediği gibi isteseydin. O, Allahü teâlâdan; kendisini dünyâ düşüncesinden muhafaza buyurmasını ve âhıret azâbından kurtarmasını diledi ve bu dilekleri kabûl oldu” buyurdu.

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri Buyurdu ki:.

“Kalb huzûrsuzluğuna tutulmamak, eleme uğramamak ve günahlardan temizlenmek istersen, iyi hayırlı işlerini çoğalt.”

“Günahların bağışlanması ve başa gelen belâlardan korunmak için en güzel sığınak, istiğfardır.” “İlmi arttıkça günahı artan kimse, şüphesiz ki helak içindedir.”

“Allahü teâlâya hakkıyla îmân ve Resûlüne tâbi olmaktan daha büyük kerâmet yoktur.”

“İki iyilik vardır ki, onlar bulunduğu sürece, çok da olsa kötülüklerin zararı dokunmaz. Biri Cenâb-ı Hakkın kaza ve kaderine râzı olmak, diğeri Allahü teâlânın kullarına iyi muâmele etmek.”

“Şu üç şey bir insanda mevcût olursa, ona ilmin asla bir faydası olmaz: 1. Dünyânın fâidesiz şeylerine aşırı bağlılık. 2. Âhıreti hatırdan çıkarmak. 3. Fakir olmaktan korkmak.”

“Bana şöyle bir nidâ geldi: Kerâmetimin sende zâhir olmasını istiyorsan, bana ibâdet ve tâate sarıl, isyan etmekden sakın!”

“Resûlullahı rü’yâda gördüm. “Ben, ilmi olanlardanım. Ama senin durumun müsâid olmayınca, Allah katında, benim de sana bir fâidem dokunmaz. Ya’nî şefaatimden fâidelenmek arzusunda isen, amele sımsıkı sarıl” buyurdu.”

“En büyük günahlar ikidir: Biri dünyâ sevgisi, diğeri bilmediği bir işin başına isteyerek geçmek.”

“Kalbinde dünyâ sevgisi taşıyanın takvâsı yoktur.”

“Dünyâdan ve dünyâ ehlinden tamamen uzaklaşmaz isen, velilik kokusunu alamazsın.”

“Âlimler meclisindeki usûl ve kâidelerden biri de, menkulat (nakil esâsı) dışında bahis açmamaktır.”

“Hizb-ül-Bahr” kitabı meşhûrdur.

Ba’zıları bu kitaba i’tirâz edince, buyurdu ki: “Yemîn ederim ki, bu kitabı harf ve harf Resûlullahın mübârek ağzından, rü’yâda işitip yazdım” “Hizb-ül-bahr” okumak da, dertlerden, sıkıntılardan kurtulmak için pek faydalıdır. Çünkü bunu hazırlayan Ebü’l-Hasen-i Şâzilî büyük velîdir. Dârimî’nin “Müsned”inde Abdullah İbni Mes’ûd ( radıyallahü anh ) diyor ki: “Evde Bekâra sûresi başından Müflihûn’a kadar beş âyet okunduğu gece, şeytan o eve giremez” Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) buyurdular ki: “Bir evde, şu otuzüç âyet okunduğu gece, yırtıcı hayvan ve eşkiya, düşman, sabaha kadar canına ve malına zarar yapamaz: Bekâra sûresi başından beş âyet, Âyet-el-Kürsî başından “Hâlidûn”a kadar üç âyet, Bekâra sonunda “Lillâhi”den sûr sonuna kadar üç âyet, A’râf sûresinde, “İnne Rabbeküm”den “Muhsinîn”e kadar, ellibeşden i’tibâren üç âyet, İsrâ sûresi sonundaki “Kul”den iki âyet, Saffât sûresi başından “Lazib”e kadar onbir âyet, Rahmân sûresinde “Yâ ma’şerelcin”den “Fe izâ”ya kadar iki âyet, Haşr sûresi sonunda “Lev enzelnâ”dan sûre sonuna kadar, Cin sûresi başından “Şatatâ”ya kadar dört âyet.”

Yedi defa Fâtiha okuyup, dert ve ağrı olan uzva üflenirse, şifâ hâsıl olur. Âyet-i kerîmenin ve duânın te’sîr etmesi için, okuyanın Ehl-i sünnet i’tikâdında olması, harâm işlemekten, kul hakkından sakınması, hâram ve habîs şey yememesi ve içmemesi ve karşılık olarak ücret istememesi, okunanın da i’tikâdının düzgün olması şarttır.

İmam Şâzilî (Şazelî denmesi galat-ı meşhurdur) Hazretleri tasavvuf ve tarîkatlar tarihinde ismi en çok zikredilenlerden birisidir; mürşid-i kâmildir. Değişik dillerde hayatını anlatan, sözlerini ve menkıbelerini nakleden yüzlerce çalışma yapılmış ve eser meydana getirilmiştir. Bu kaynaklardan edinilen bilgilere göre, İmam Şâzilî 593/1196 tarihinde dünyayı teşrif etmiş ve 63 yıl çok bereketli bir ömür sürmüştür. Atmış üç yıllık bu bereketli ömrünü Hac seferleri ve seyahatleri hariç, Mağrib, Tunus ve Mısır topraklarında geçirmiştir. Namı daha ziyade Tunus yakınlarındaki Şâzile beldesinde iştihar ettiğinden dolayı da “Şazilî” unvanıyla meşhur olmuştur. Nesli itibariyle bir Peygamber (asm) evladıdır. Yümün ve berekete vesile olacağı ümidiyle bu Allah dostunun şeceresini burada zikretmek isteriz:

Ebu’l-Hasan Ali eş-Şâzilî b. Abdullah b. Abdülcebbâr b. Temîm b. Hürmüz b. Hâtim b. Kusay b. Yusuf b. Yûşa’ b. Verd b. Ebî Battal Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Îsâ b. İdrîs b. Ömer b. İdrîs (el-mübâya’ lehû bi- bilâdi’l-Mağrib) İbn Abdullah b. el-Hasan el-Müsennâ b. el-Hasan b. Ali İbn Ebî Tâlib ve İbn Fâtımete binti’r-Rasûl (sallallahü aleyhi vesellem).

Ebu’l-Hasan Şâzilî’nin hilyesi hakkında bilgi veren kaynaklar, onun uzuz boylu, zayıf, ince yüzlü ve hafif esmer tenli bir fiziğe sahip olduğunu belirtmişlerdir. Yine aynı kaynaklar tarafından nakledildiğine göre İmam Şâzilî, tatlı dilli, çok güzel ve fasîh bir konuşmaya sahip idi. Konuşurken kendisini dinleyenler ona hayran kalırlardı.

Erken yaşlardan itibaren tasavvufî bir arayış içine giren İmam Şâzilî Hazretleri çok kıymetli hocalardan dersler almış ve bu dersler neticesinde dînî ilimlerde uzman hale gelmiştir. Aynı zamanda çok güçlü bir ediptir. Hem şer’î hem de fennî ilimlerde münazara yapabilecek bir derinlik ve enginliğe ulaştıktan sonra tarîkat yoluna sülûk etmiş ve işte tam bu dönemde daha çok dağ başlarındaki mağaralarda münzevî bir hayat yaşayan ve ona hayatının en büyük dersini veren kıymetli hocası Ebû Muhammed Abdüsselâm b. Meşîş (İbn-i Beşîş diye meşhur olmuştur) karşısına çıkmıştır. Daha doğru bir ifade ile İmam Şâzilî Hazretleri arayışları neticesinde gidip o büyük zâtı bulmuştur.

Hazreti İmam’ın kendisinin anlattığına göre, İbn Meşîş’e intisâb etmek için onun yaşadığı yerdeki dağın eteğine gelerek önce oradan çıkan kaynak suyu ile gusül abdesti alır. Sonra tövbe ve istiğfarda bulunur. İnsanlar arasında değer ölçüsü kabul edilen ilim ve amel gibi maddî manevî rütbelerin hepsini kendisi için yük sayarak kalbinden atar. Böylece kendi engin mülahazalarına göre cismen ve ruhen temizlenmiş olur. Arkasından dağa tırmanmaya başlar. Tırmanırken Şeyh Absüsselâm b. Meşîş tarafından karşılanır. Sonra ona intisap eder ve dağ başındaki mağarada şeyhinin yanında kalarak seyr u sülûka başlar. Bu sırada yaklaşık olarak yirmi altı yaş civarında bulunmaktadır.

İbn Meşîş, sağlam Kitap ve Sünnet bilgisiyle onu doyurup, velâyet ve kerâmet feyzinden sirâyet ettirerek tasavvufî yönden yetişmesini sağlamıştır. Şeyhinin yanından ayrıldıktan sonra da irşada başlamıştır. İmam Şâzilî’nin irşad faaliyetlerinin ana unsurlarını umuma açık yaptığı vaazlar, müderrislik hizmetleri (talebe yetiştirmesi) ve hususî tasavvuf ve tarikat dersleri teşkil etmiştir.

Ebu’l-Hasan Şâzilî’nin tasavvufî şahsiyetini ortaya koyan unsurlardan birisi, onun dua ve zikir konusundaki hassasiyetidir. Çünkü İmam Şâzilî çok dua eder, gecenin ilerleyen vakitlerine kadar evrâd ve ezkâr ile meşgul olurdu. Vefat ettiği gece bile bu âdetini terk etmemişti. Evet, onun tasavvufî hayâtında dua ve zikrin önemi büyüktür. Günün değişik vakitleri için tahsîs edilmiş duaları vardı. Evrâd, ezkâr ve dualarının büyük bir bölümünü kendisi tertîb etmiştir. Özel durumlar için tertîp edilmiş müstakil dua ve zikirleri de mevcuttur. Kaynaklarda, Şâzilî’nin hizb adı altında veya başka unvan ile ismi belli otuz dokuz, ismi konmamış da elliden fazla duası vardır. Hepsinin toplamı yüz civarındadır. El-Kulûbü’d-Dâria’da bunların pek çoğu yer almıştır.

Ebu’l-Hasan Şâzilî, sadece kendi tertîb ettiği hizipleri okumakla yetinmemiş, aynı zamanda kendisinden önce yaşamış sûfîlerden, ashâbdan ve Peygamber Efendimiz (asm)’den nakledilen dualara da büyük önem vermiştir. İmam Şâzilî’nin bu şekilde okuduğu duâlardan başlıcaları Cevşen-i Kebîr, Hazreti Ali (radiyallahü anh)’ın duaları ve İmam Gazzâlî’nin hizibleridir.

İmam Şâzilî Hazretlerinin en önemli hizbi Hizbü’l-Kebîr’dir. Hazreti Şâzilî’nin sağlığında sadece “hizb” diye bilinen bu duası onun en önemli hizbi olduğu için daha sonraları “el-Hizbü’l-Kebîr” diye anılır olmuş ve öylece şöhret bulmuştur. El-Hizbü’l-kebîr, Hazreti Şâzilî’nin, “Kim bizim hizbimizi okursa, bize olan lütuflar ona da olur.” dediği hizbidir. Ayrıca İmam Şâzilî Hazretleri bu hizbinin önemini anlatmak için, “Allah ve Rasûlünün izni olmadan ondan bir harf bile yazılmadı. Bunda yazdıklarımın hepsini Allah ve Rasûlüne arzederek yazdım.” buyurmuştur. El-Hizbü’l-Kebîr, bazılarına göre sabah namazından sonra, bazılarına göre ise ikindi namazından sonra dünya kelam ve meşgalesinden hâlî olarak okunan/okunması gereken bir virddir.

İmam Şâzilî’nin tertîb ettiği Hizbü’l-Kebîr’in terkîbinde daha çok Kur’ân-ı Kerîm’den seçilmiş âyetler kullanılmıştır. Âyetler arasındaki irtibat, sünnetten seçilmiş hadis ve duaların yanı sıra, Şâzilî’nin kendisine ait dua cümleleriyle sağlanmıştır. Bu tesbitler bize, Hizbü’l-kebîr’in câmî bir özelliğe sâhip olduğunu göstermektedir. Bu sebeple Hizbü’l-Kebîr’in birçok şerhi yapılmıştır.

Ebu’l-Hasan Şâzilî’nin hizblerinden birisi de “Hizbü’l-Hamd”dır. Bu hizbe “Hizbü’n-Nûr” da denilmiştir. Umumiyetle yatsı namazından sonra okunagelmiş bir virddir. Murâd edilen her türlü maddî ve manevî iyiliklerden faydalanmak ve ma’rifeti celb etmek niyetiyle okunur.

Özetle ifade edecek olursak, kâmil bir mürşid olan Ebu’l-Hasan Şâzilî, bedenen insanların arasından ayrılmış olsa bile hizmetleri ve ma’neviyâtıyla ölümsüzleşmiştir. Fânî ömrünü bâkileştirip dünyadaki hizmetlerini âhiret yurduna taşıyanlardan olmuştur. Daha sonraları bu büyük zâtın etrafında hâlelenen insanların Allah’a ulaşma yol ve sistemleri diyebileceğimiz Şâziliyye Tarîkatı da belli başlı büyük bir kaç tarîkat içerisinde yer almıştır. Şâziliyye’nin usûlü, tarihçesi ve kolları ile ilgili dünyanın değişik yerlerinde hazırlanan kaynaklara göre Afrika başta, Anadolu da dahil olmak üzere çok geniş bir alana yayılan tarîkatın daha sonraki dönemlerde yüze yakın kolu oluşmuştur. Bu kollar vasıtasıyla ve tabîî Allah’ın izni ve inayetiyle belki milyonlarca insanın hidayetine ve marifetinin ziyadeleşmesine vesile olunmuştur.

(Mustafa Yılmaz. Geniş bilgi için bk. Dr. Mustafa Sâlim Güven, Ebul’l-Hasan Şâzilî ve Şâziliyye).

El-Kulûbü’d-Dâriâ (Yanık Kalbler)

Mecmûatü’l-Ahzâb, son devrin Osmanlı âlimlerinden A. Ziyâeddin Gümüşhanevî Hazretleri tarafından derlenmiş üç ciltlik bir dua mecmûasıdır. 1813 tarihinde Gümüşhane’nin Emirler köyünde doğmuş olan A. Ziyâeddin Hazretleri, devrin meşhur âlimlerinden ders alarak dersiâmlığa kadar yükselmiştir.

Zâhirî ilimlerin yanında bâtınî ilimlerden de icâzet almıştır. Kendisi bilhassa hadis ve tasavvuf ilimlerine vukufu ile temâyüz etmiştir. 1393 Harbi’ne (Osmanlı-Rus Savaşı) de iştirak ederek erlerin ve subayların mâneviyat ve cesaretlerini kuvvetlendirmiştir. Mısır’da üç seneyi aşkın ikamet ederek Nâsıriyye ve Câmiü’l-Ezher medreselerinde kendi hadis kitabını (Râmüzü’l-Ehâdis) okutmuş ve pek çok kimseye icazet vermiştir.

Gümüşhânevî Hazretleri, kendi döneminde İstanbul’da Nakşiliğin Hâlidiyye kolunun yegâne mercii ve pîri idi. 1893 senesinde ömrünü tamamlayarak Allah’a yürümüştür. Türbesi Süleymaniye Câmii haziresinde bulunmaktadır. Allah, onun feyzinden mahrum etmesin.

Gümüşhanevî Hazretleri, Mecmûatü’l-Ahzab’da, İslâm büyüklerinden pek çoğunun dualarını, münacatlarını, evrad ve ezkârlarını toplamıştır. Bu mübarek mecmuada ve bilhassa el-Kulûbü’d-Dâria’da Hz. Ali’nin (ra) evradları, Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylanî’nin (ks) hizip ve münacatları, Muhyiddin-i İbn-i Arabî’nin (ks) evradları, İmam-ı Gazali’nin (ks) duaları, İmam-ı Şâzelî’nin hizib ve duaları, Ahmed el-Bedevî’nin (ks) vird ve duaları, Şah-ı Nakşibendî’nin (ks) Evrad-ı Kudsiye’si, Şeyh Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin (ks) vird ve Hizb-i İhlası, Abdulgani en-Nablusî’nin virdi ve salavât-ı şerifesi, Cafer-i Sadık Hazretleri’nin duaları, İmam-ı Nevevî’nin hizipleri, Maruf el-Kerhî’nin vird ve duaları, İbrahim İbn Edhem’in dua ve münacatı, Hasan el-Basrî Hazretleri’nin Haftalık İstiğfar Hizbi, Hz. Üsame’nin (ra) Haftalık Virdi, Üveys el-Karanî’nin virdi ve münâcâtı, Enes İbn Mâlik’in virdi, İmam Şâfii’nin Virdü’l-İstiğâse’si, Fahreddin Râzi’nin Haftalık Virdi, Râbiatü’l-Adeviyye’nin Münacât-ı Seheriyye’si, Bâyezîd el-Bestamî’nin es-Salâtü’l-Vasfiye’si, Hacı Bayram Veli’nin duası, haftalık vird ve hizibleri, Efendimiz’e (sas) salât ve selamlar, Esma-i Hüsnâ ve İsm-i Azam duaları, peygamberlerin, sahabelerin ve bazı büyük zâtların duaları ve daha başka dualar da mevcuttur.

Mecmûatü’l-Ahzâb takriben iki bin sayfalık bir eserdir ve Gümüşhanevî Hazretleri, eserini talebeleriyle beraber dikkat ve itina ile hazırlamıştır. Bediüzzaman Hazretleri takriben üç Kur’an-ı Kerim büyüklüğündeki bu mübarek eseri her on beş günde bir hatmetmiştir.

İspanyolca, Fransızca, Almanca, İngilizce ve Arapça olarak beş dil bilen Fransa ve Fas’ta iki doktora yapmış Prof. Dr. Taha Abdurrahman Hoca, Risale-i Nurları okuyup inceledikten sonra çok hayran kalıp İhsan Kasım Bey’e, “Bu fikirlerin arkasında mutlaka bir evrad olması lâzım… Evrad, çok özet görünür… Ancak her bir kelimeye kodlanmış birçok mana vardır.” deyince de İhsan Kasım Bey ona, “Üstad Hazretleri, on beş günde üç ciltlik Mecmûatü’l-Ahzab’ı okuyordu…” diye cevap vermiştir.

Çok yönleriyle Üstad Bediüzzaman’a benzeyen ve otuz beş kilo ağırlığı ile beden insanı olmaktan çok ruh insanı olan Gümüşhanevî Hazretleri’nin bu bereketli “Mecmûatü’l-Ahzâb” isimli üç ciltlik dua külliyatından, bazı tekrarlar çıkarılarak özet hale getirilmiş ve “El-Kulûbü’d-Dâria” ismi verilmiştir.

_________________________________________________

1) Tabakat-ül-evliyâ sh. 458

2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 79

3) Tabakat-ül-kübrâ cild-2, sh. 4

4) Menâkıb-ı Ebi’l-Hasen Şâzilî Lilfâsi

5) Ebü’l-Hasen-i Şâzilî (Ali Sâlim Ammâr)

6) The Muslim World sene 12 sayı: 179, 257

7) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 137

8) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 278

9) Kevâhib-üd-düriyye

10) Hüsn-ül-muhâdara cild-1 sh. 298

11) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2 sh. 175

12) Ebü’l-Hasen-i Şâzîlî (Doktor Abdülhalim Mahmûd)

Kaynak: İslam Alimleri Ansiklopedisi





Signing of RasitTunca

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
Oku-1 Yarbay Mehmet Ildırar Kimdir ? (Nakşibendi Tarikatı Almanya Vekili) RasitTunca 0 28 10-03-2025, 04:30 PM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Hacı Bayramı Veli Kimdir? Bayramiyye - Bayramilik Hakkında Bilgiler RasitTunca 0 1,884 01-25-2020, 10:11 PM
Son Yorum: RasitTunca

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi