Thread Rating:
  • 10 Vote(s) - 2.6 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Hıristiyanlık Dini Nedir - isavilik Hz isa Ve Dini
#1
Oku-1 
Hıristiyanlık Dini Nedir - isavilik Hz isa Ve Dini

Hristiyanlık tarihi, İsa ile havarilerinden bu yana Hristiyanlık dininin tarihidir. Hristiyanlık, İsa'nın yaşamıyla öğretilerine bağlı tek tanrılı bir dindir.

Hristiyanlık bir Yahudi mezhebi olarak başladı ancak kısa zamanda Greko-Romen dünyasında yayıldı. Erken dönemdeki Hristiyanlara eziyetlere karşın Roma İmparatorluğunda resmî din oldu. Orta Çağ'da Kuzey Avrupa ile Rusya'da yayıldı. Coğrafi keşifler sırasında Hristiyanlık tüm dünyaya yayıldı ve dünyanın en büyük dini oldu.[1]

Hristiyanlıktaki bölünmeler ile teolojik anlaşmazlıklar sonuç olarak dini 3 ana mezhebe ayırdı. Bunlar Katolik Kilisesi, Ortodoks Kilisesi ile Protestan Kilisesi'dir.

İlk Hristiyanlar etnik olarak Yahudi ya da sonradan Yahudi olanlardan oluşuyordu.

Yeni Hristiyan

Yeni Hristiyan (İspanyolca: cristiano nuevo; Galiçyaca: cristián novo; Portekizce: cristão novo; Katalanca: cristià nou), İber Yarımadası'nda Katolikliğe geçen Sefaradlar ile Müslümanları veya onların soyundan vaftiz olanları ifade eden bir terimdir. Bu kelime, İberya'daki "Eski Hristiyanlar" tarafından, kendilerini konversolardan ayırmak için kullanmaya başladıkları bir kelimedir. Bazen Yeni Hristiyanlar için aşağılayıcı terimler olan Müslümanlara Morisko ve Yahudilere Marrano sıfatları kullanıldı.

Ortaçağ boyunca, gerek fiziksel, gerek ekonomik ve gerekse sosyal baskılar veya zorlamalar nedeniyle Yahudi ve Müslümanlar Hristiyanlığa geçti. 1391'de Sevilla ve diğer şehirlerde başlayan ayaklanmalarla 14. yüzyılda Yahudiler üzerindeki baskı arttı. Bu ayaklanmalar, Yahudi mahkemelerinin kapanmasına ve din değiştirmelere neden oldu; bu durum 15. yüzyılda da devam etti. Diğer İberya ülkelerinin aksine Portekiz, ayaklanmalardan fazla etkilenmedi. Bu ülkede Yeni Hristiyanların nüfusundaki ani artış zorunlu din değiştirmeyle gerçekleşti.

1492'de İspanya'dan ve 1497'de Portekiz'den Yahudiler kovulduktan sonra İberya'da kalan Yahudiler resmen Hristiyan oldu. Yeni Hristiyanların din değiştirmelerindeki samimiyete her zaman şüpheyle yaklaşıldı.

Kafirliğe karşı mücadele kisvesi altında hükûmetler 1478'de İspanyol Engizisyonu'nu ve 1536'da Portekiz Engizisyonu'nu yarattı. Halkın inancına göre Yeni Hristiyanların çoğu eski dinlerini gizlice icra etmeye devam ediyordu dolayısıyla bu kişiler kripto Yahudi veya kripto Müslümanlardı.

Yeni Hristanların din değiştirmedeki samimiyeti ne olursa olsun, İspanyolların "safkan" ideaolojisi Yeni Hristyanları toplumdan dışladı. Portekiz'de Sebastião José de Carvalho e Melo, 1772'de bir fetva yayınlayıp Yeni Hristiyanlar ile Eski Hristiyanlar arasındaki ayrımı yasal olarak kaldırdı.

Din değiştermeden sonra Yeni Hristiyanlar kendilerine Hristiyan isimleri edindiler. En nihayetinde bütün Eski Hristiyan isimleri Yeni Hristiyanlarca kullanılmaya başlandı.

Hristiyan mezhepleri

Hristiyan mezhepleri, üçe ayrılmaktadır. Bunlar; Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık olarak bilinirler.

Kiliselerin farklılıkları tarihi, imani ve amelidir. Kilise, topluluk demektir. Klerkler, yani ruhbanlar veya din adamlarına ilkin presbiter denildi, sonra episcopi. Kendilerini adayanlar anlamında diyakos rahipler ortaya çıktı. Kilise başkanına episkopos, piskopos denir. Katolik Kilisesinde Papa, bütün piskoposların başıdır. Katolik, evrensel kilise demektir. Roma'nın idam biçimi olan ve İsa'nın insanlık adına kendini kurban ettiğine inanıldığı haç, kurtuluş simgesidir.

Hristiyanlıkta ilk ayrılmalar monofizit-diofizit tartışmasındandır. İsa tek mi çift mi doğalıydı? İsa tanrıdır diyenler, İsa hem tanrı hem insandır diyenler. İlk ayrılan Nesturiliktir.

Teslis, üçleme demektir. Bir üç, üç birdir, üçün her biri uknumdur. Yani, Baba-Oğul-Kutsal Ruh. Bir cevherde üç kişilik.

Genel sınıflamalar nesnelliğe aykırı olabileceğinden her birinin kendi linkine bakmak suretiyle kimliği öğrenilebilir:

Restorasyon
Protestanlık (Kuzey Avrupa, ABD), Baptistler, Pentekostalizm, ...
Anglikanizm (Birleşik Krallık)
Katolik Kilisesi (Güney Avrupa, İrlanda, Polonya, Güney Amerika)
Doğu Katolik Kiliseleri (Güneydoğu Avrupa)
Ortodoksluk, Nasturiler (Doğu Avrupa, Yunanistan, Rusya)
Keldaniler (Süryaniler)

Protestan

Methodist
Baptist
Lutheryan
Evangelik
Anabaptist
Hussite
Brethren
Quaker
Waldensian
Puriten
Pietist
Amish
Hutterist
Mennonist
Evangelik
Reformist
Presbiteryen
Kongregasyon
Karizmatik
Scientist
Karizmatik Protestanlık
Kalvinist

Ortodoks

Beyaz Rusya
Bulgaristan
Kaldean
Koptik
Macar
Etiyopya
Gürcistan
Yunanistan
Türkiye
İskoçya
Latin, Febronian, Gallikan
İtaloAlbanian
Maronit
Melkit
Romanya
Rusya
Slovak
Suriye
Malabar
Malankara
Ukrayna

Ortodoks Hristiyanlık

Ortodoks Hristiyanlık, Doğu Ortodoks Kilisesi ve Oryantal Ortodoksluk için kullanılan ortak adlandırma. Hristiyanlığın bu iki mezhebi de antik Hristiyan Kilisesi'nin inancı, doktrini ve uygulamalarına olan bozulmaz bağı vurgulamak için ortodoks (Yunanca'dan: orthos + doxa, anlamı doğru düşünce)[1][2][3][4] kavramını kullanır. Bu iki mezhebin üyeleri kendilerine sadece "Ortodoks Hristiyan" dese de "Doğu" ve "Oryantal" sıfatları bu grupların dışındakiler tarafından bu iki grubu ayırmak için kullanılır.[5] Bu iki grup 451 yılındaki Kalkedon Konsili'nin ortodoksisi hakkında görüş ayrılığı yaşamışlardır ve hala aralarında bir komünyon yoktur;[6] ancak hala birçok aynı doktrine, benzer kilise yapılanmasına ve benzer ibadetlere sahiptirler. İki inancın birleşmesi için yakın zamanda birçok görüşme yapılmış, birçok konuda uzlaşı sağlanmışsa da resmi bir birlik için henüz somut adımlar atılmamıştır.

Tarihsel gelişimi

Ortodoks geleneğinin temellendiği kültürün Kapadokyalı üç kilise babası tarafından oluşturulduğu söylenebilir. 4. yüzyıl civarında yaşayan Nissalı Gregor, Nenizili Gregor ve Aziz Basileios, Grek ve özellikle Aristoteles felsefesini Hristiyanlığa sokarak teolojik anlamda Ortodoksluğun zeminini hazırlamışlardır. Bununla birlikte Ortodoksluğun tarihsel olarak 4. yüzyıldan itibaren vuku bulan siyasî çekişmelere ve İstanbul’un yeni bir siyasal merkez olarak ortaya çıkması ile ortaya çıkmıştır denebilir. 330’da Roma İmparatorluğu başkentinin Konstantinopolis’e taşınması Roma’da yerleşik olan siyasi ve dinî otoriteleri rahatsız etti. İstanbul’un dinî yönden taşıdığı öneme dair anlatılan çeşitli hikayeler, bu şehre Hristiyanlık açısından meşrutiyet kazandırmaya çalıştı. Örneğin Roma şehri kendisini Petrus’a dayandırırken Konstantinopolis kendisini Kefernahumlu balıkçı Andreas’a dayandırmaktaydı.

Petrus’un Roma ile ilişkisi kadar olmasa bile İstanbul’un Andreas’la ilişkisi hakkındaki kanaatler yaygın şekilde benimsendi. Roma ile İstanbul arasındaki ilk mücadele, İmparator Konstans ve II. Constantius zamanında 343’te Sardika’da (Sofya) toplanan konsilde ortaya çıktı. İmparatorluğun doğu topraklarının yöneticisi olan II. Constantius, Aryanizm eğilimlere sahipken batıda egemen olan Konstans İznik geleneğini devam ettirmekteydi. Papa Julius’un talebi üzerine toplanan konsilde Aryanizm heterodoksi olarak nitelendirildi ve doğulu yetkililerce görevinden alınması istenen Athanasius’un yerinde kalması karara bağlandı. Roma, Konstantinopolis'in tehlikeli yükselişinin önünü kesmek amacıyla kiliseyle ilgili her türlü resmî kararda tek yetkili mercinin kendisi olduğunu ilan etti. Doğulu piskoposlar ise konsil kararlarının hiçbirini tanımadılar.

381’de İmparator I. Theodosius’un topladığı ve hiçbir Romalı temsilcinin çağrılmadığı Birinci Konstantinopolis Konsili’nde Roma’dan sonra ikinci yetkili mercinin Konstantinopolis olduğu ilân edildi. Bu konsilin disiplin ve hiyerarşi konularındaki kararları Katoliklerce asla teyit edilmemiştir. Konsilin üçüncü kanonunda yer alan, “Yeni Roma olarak Konstantinopolis piskoposluğu Roma’dan sonra gelmektedir” maddesi Romalı yetkililerce şiddetle eleştirilmiştir. Bu konsilden itibaren Trakya metropolitleri üzerinde egemen olan Heraklia piskoposluğu önemini iyice kaybederek yerini Konstantinopolis’e bırakmıştır.[7]

Daha çok İsa'nın tabiatı konusundaki tartışmaları bastırmaya yönelik olarak 451 yılında toplanan dördüncü ekümenik konsilde (Kalkedon Konsili) Konstantinopolis'in Roma ile eş imtiyazlara sahip olduğu görüşü resmen onaylandı. Kalkedon Konsili (28. kanon), Asya ve Trakya’daki bütün metropolitlerin Konstantinopolis piskoposluğunca tayin edilmesi gerektiğini öngörerek İstanbul’un hâkimiyetini pratik konularda da güçlendirdi. Gerek bu karar, gerekse Roma’nın üstünlüğünün Petrus’tan değil kilise babalarınca bahşedilen imtiyazdan geldiğini savunan konsil kanonları Katolikler’ce asla kabul görmedi. Ayrıca daima Konstantinopolis kilisesinin yetkisini kabul eden Kudüs piskoposluğu da patriklik seviyesine yükseltilerek Roma’nın doğudaki faaliyet alanı daraltılmaya çalışıldı. Kalkedon Konsili’nden itibaren imparatorların din konusundaki egemenlikleri bir hayli hız kazanmıştır. Konstantinopolis'in güçlendirilmesinde imparatorların bu arzusu gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktadır. İmparatorların dinî işlere müdahalelerine en önemli örneklerden ilki I. Justinianus’un tavrıdır (6. yüzyıl). Merkezî otoriteyi güçlendirmek amacıyla hazırlattığı “sivil hukuk”unda I. Justinianus, Konstantinopolis'i Roma’dan sonra ikinci sıraya koydurtmuştur.

Kırılma

Roma ve Konstantinopolis arasındaki en önemli kırılma noktası 6. yüzyılda olmuştur. 595 yılında İstanbul Patriği 4. John (the Faster), tarihte ilk defa ekümenik patrik unvanını alarak Konstantinopolis'in tek ve evrensel kilise olduğunu ileri sürmüştür. Batılı din adamları papanın bile bu unvanı kullanmaya cesaret edemediğini ileri sürerek John’u şiddetle eleştirdiler. Bu tarih iki kilise arasındaki kavganın zirveye ulaştığı bir döneme işaret eder. Mücadele 726-843 yılları arasına tekabül eden ikonoklazm döneminde de sürdü. İmparator III. Leon 8. yüzyılda, devletin merkezî otoritesini yeniden oluşturma projesinin bir parçası olarak ikonaklast hareketi başlatıldığında Sicilya, İllirya ve bazı Ege adalarının yönetimini Roma’nın elinden alıp Konstantinopolis'e devretti. III. Leon’dan sonra ikonaklastik dönemin şiddetini arttırdığı 5. Konstantin zamanında Roma’daki Patrik III. Stefan, kuzeyden gelen Lombard tehdidi karşısında Konstantinopolis'teki hükümetten istediği yardımı alamayınca Cermen kabileleri Latin dünyasına ait bazı toprakları ele geçirdi. Roma’nın asla unutmadığı bu olay doğu coğrafyası ile irtibatın tamamen sona ermesine sebep olmuştur.[7]

Doğu-Batı ya da Ortodoks-Katolik ayrışmasının bundan sonraki süreci Konstantinopolis'te I. Fotios’un patrik seçimiyle ilgilidir. Dönemin en önemli bilginlerinden olan I. Fotios’a ait çok sayıda eserden özellikle Myriobiblon (bin kitap) en iyi bilinenidir. 857’de İstanbul patriği olan liberal eğilimli Ignatius’un devrilerek yerine Latin kültüründen nefret eden I. Fotios’un getirilmesi Roma’nın asla hazmedemediği bir hadise oldu. Öte yandan I. Fotios’un laik kökenli olması da Roma’yı rahatsız etmiştir. İki kilise arasında diğer bir problem de 9. yüzyılın ortalarında Balkan halklarının hristiyanlaştırılması konusunda ortaya çıkmıştır. Balkan topraklarında yaşayan putperest Slav halkları arasında misyon faaliyetine girişen ilk merkez Roma olmuştur. Fakat Roma’nın üstünlük kurma amacıyla başlattığı bu faaliyetler bizzat Patrik I. Fotios’un çabaları sayesinde sonuçsuz kalmış ve Konstantinopolis patrikliği Balkanlar’ın hristiyanlaştırılması işini üstlenerek bölgedeki egemenlik yarışını kendi lehine çevirmiştir.

I. Fotios’un yol açtığı olayın bir benzeri de 11. yüzyılda iki kilisenin birbirinden ayrılmasıyla sonuçlanacak şekilde Patrik Michael Cerularius nezdinde yaşanmıştır. 1043’te Konstantinopolis patriği olan Cerularius 1053’ten itibaren Roma’ya karşı şiddetli bir kampanya başlattı. Kendine bağlı Ahrida metropolitanlarından biri olan Leo’yu da bu işte kullanan Cerularius Konstantinopolis'teki bütün Latin kiliselerini kapattı. 1054’te Patrik Cerularius ile görüşmeye gelen Kardinal Humbert ile Roma ve Konstantinopolis kiliseleri arasındaki ipler koptu. Papalığın Konstantinopolis'e yönelik tavırlarından rahatsız olan patrik kardinale randevu vermedi. Kardinal, Konstantinopolis kilisesinin farklı görüşlerinden dolayı sapkın olduğuna dair bir papalık belgesini Ayasofya’ya bırakarak Roma’ya döndü. Buna karşılık Konstantinopolis kilisesi de Roma’nın Kutsal Ruh konusundaki inancının sapkınlık içerdiğini vurgulayan karşı bir belge hazırladı ve bunu Roma’ya iletti. Bu karşılıklı restleşme ve birbirini aforoz etme iki kilise arasındaki mutlak ayrılığın ilânı oldu.[7]

İnanç ve felsefe

Ortodoks inançları ve ibadetlerinde kutsal kitaptan (özellikle Yuhanna İncili) sonra gelen en belirleyici kaynak kilise babaları etrafında oluşan ve “en mysterion” yani “sır yoluyla” nakledilen geleneklerdir. Bunlar temel olarak kilise babalarından gelen rivayetler ve adetler olarak tanımlanabilirler. Ortodoks teolojisinin merkezinde bilgi problemi durmaktadır. Buna göre ilâhî âleme ait bilgiler bilinemez özelliğe sahiptir. Katoliklikten farklı olarak Ortodoksluk ilâhî bilginin doğası konusunda agnostiktir. Tanrısal âlemin bilgisi bilinebilir değil fakat yaşanabilir bir şeydir. Bundan dolayı teoloji hayata yönelik bir fenomendir. Ortodoks manastır hayatı ve melankolisi bu yorumdan kaynaklanır.

Teslis

Ortodoksluk fonksiyon (hypostasis) anlamında üç ayrı, cevher (ousia) anlamında bir tek varlıktan oluşan teslis doktrinini kabul eder. Buna göre Tanrı fonksiyon anlamında Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere üç ayrı varlıktan meydana gelmiş olsa da esas itibarıyla Baba’da bütünleşen tek varlıktır. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsünün oluşturduğu birlikteliği kabul eden Katoliklikten farklı olarak Ortodoksluk Baba’ya daha öncelikli bir yer vermektedir. Katoliklikten Ortodoksluğu ayıran diğer önemli bir teolojik farklılık da Kutsal Ruh'un nereden çıktığı meselesidir. Hem Baba hem Oğul’dan çıktığına inanan Katolikliğe karşılık sadece Baba’dan çıktığına inanan Ortodoksluk böylece Baba’nın hem Oğul hem de Kutsal Ruh'a karşı üstünlüğünü vurgulamıştır. Önemli teolojik konulardan biri olan İsa’nın tabiatı konusunda Ortodoksluk diofizit görüşü kabul eder. Katoliklikte dünyaya gelerek İsa suretinde bedenlenen bizzat tanrının Oğul hypostasisi iken Ortodokslukta bedenlenen hypostasis değil fakat -çok net tanımlanmamış olsa da- Yuhanna İncili'nde bahsi geçen Logos yani Baba’nın Oğul aracılığı ile gönderdiği kelamıdır.[7]

Meryem Ana

Ortodoksların Mesih’i mucizevi olarak doğuran Meryem ile ilgili inançları da diğer Hristiyan mezheplerine benzer. Ortodokslukta Meryem’le ilgili inançların temeli büyük oranda Bizans coğrafyasındaki Nesturiliğin Meryem konusundaki kayıtsızlığına tepki olarak gelişmiştir. Bizans teologları Meryem’in ayrıcalıklı konumunu onu Ortodoks kozmolojisiyle bütünleştirerek vurgulamaya çalışmıştır. Böylece Meryem kendisinden çıkan tanrı / İsa aracılığı ile evrenin var oluşunun sebebi haline döndürülmüştür. O, ikinci Havva olarak birincinin yaptığı kozmik hatayı düzelten ilâhî sürecin son halkasıdır. Meryem yalnızca İsa Mesîh’in değil fakat bütün insanlığın anasıdır. Ortodokslukta Meryem şefaatçi pozisyonuna kadar yükseltilmiş olmakla birlikte Katolik kilisesinin 1854’te kabul ettiği, Meryem’in annesi Aziz Anne’den doğuşundan itibaren aslî günahtan muaf olduğu doktrini şiddetle reddedilir. Bununla birlikte Meryem “lekesiz” ve “tamamen mübarek”tir. Ölümünden sonra oğluyla birlikte semavat âlemine alınmıştır. İkonları aracılığı ile Meryem inananlarına pek çok mucize sunmaktadır.[7]

İbadet ve ritüeller

Ana madde: İkon


Ortodoksluğu diğer Hristiyan mezheplerinden ayıran en bâriz farklılık ikonlar konusudur. Kiliselerde ve evlerde çeşitli kişilerin resim ve kabartmalarını ifade eden ikonlar, yapılışından kullanılışına kadar önemli dinsel süreçleri içeren tapınma ve ritüel nesnesidir. Temel ibadet ikonu daha çok kurtarıcı misyonu dolayısıyla İsâ ile ilgili sahneleri içerenlerdir. İkon ibadeti sahnelerdeki figürler üzerine yoğunlaşma, onlarla aynîleşme (mistik birleşme) ve arzu edilen dileklerin ikonlardaki figürler aracılığıyla elde edilmeye çalışılması şeklinde üç aşamalıdır. Bu ritüel kilisede belirli mekânlarda bulunan ikonlar önünde yapılabildiği gibi evlerdeki ikonlar huzurunda da icra edilebilir. Basitçe ikonlar, müminlerin hem Tanrı ile mistik birleşmesine imkân tanır, hem de âdeta taleplerin yerine getirilmesinde aracı rolü üstlenir. Bu açıdan bakıldığında ikonun hem psikolojik hem teolojik yapısal katmanlardan oluştuğu görülecektir. Sanat ya da mimariyle olan ilişkisi de şüphesiz göz ardı edilmemesi gereken bir diğer özelliğidir. VIII. yüzyıldan başlayarak ikon kült merkezlerinin siyasî otoriteyi sarsmasını önlemek için devletçe yönetilen ikon karşıtı önlemler yürürlüğe konmuşsa da halk arasında son derece popüler olmuş ikon severlik (ikonafilizm), günümüze kadar varlığını korumuştur.[7]

Manastır yaşamı

Ortodoksluktaki en klasik kurumlardan olan manastır (laura) hayatı muhtemelen Suriye aracılığıyla 4. yüzyıl civarında Mısır’dan Anadolu’ya gelmiş, Kapadokyalı babalardan Aziz Basileios tarafından Bizans kültürü çerçevesinde yeniden yapılandırılmıştır. Katoliklikteki manastır hayatı entelektüel bir boyut taşırken Ortodoks manastırları daha çok inziva ve atâlet yerleri haline dönmüştür. Geleneksel kurallara göre manastıra girmek isteyen aday üç yıl boyunca sivil bir statüde keşişlik hayatına giriş yapar. Bu dönemin başarıyla tamamlanışının ardından aday sembolik birtakım giysileri alarak manastıra kabul edilir. İki yıl kadar sonra bekarlık, bağlılık ve iman yemini edilerek keşişlik unvanı kazanılır. Manastır hayatı oldukça katı kurallara bağlanmıştır. Modern zamanlarda Ortodoks manastır hayatına en iyi örnek şüphesiz Yunanistan Aynoroz’daki Athos Manastırı’dır. 10. yüzyılda Trabzon doğumlu Athanasius adlı bir keşişin kurduğu manastır bugün İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhânesi’nin idaresi altındadır. 20. yüzyılın başında 7500 civarında keşişin bulunduğu Athos’ta günümüzde 2000 kadar keşiş yaşamaktadır. Ortodokslukta kadınlara mahsus manastırlar da mevcuttur.[7]

Ortodoks kültür ve günümüz

21. yüzyıl başında Ortodoks Hristiyanların ülkelere göre dağılımı
50 milyondan fazla
20 milyondan fazla
10 milyondan fazla
5 milyondan fazla
1 milyondan fazla

Ortodoksluk diğer Hristiyan mezhepleriyle karşılaştırıldığında ortaya çıktığı ve geliştiği coğrafyalardaki tarihi şartların getirdiği konjonktüre paralel olarak âtıl, mistik ve melankolik bir kültür doğurmuştur. Daima devletin siyasal denetim rolünü üstlenen Bizans Ortodoksluğu’ndan beri Ortodoksluğun kaderini politik unsurların belirlediği söylenebilir. Ortodoksluk 17. yüzyıldan başlayarak Protestanlar ile yakın temas içinde bulunmuştur. Bununla birlikte çoğunlukla Lutherci, Kalvinci veya Anglikan çevrelerden gelen ilişki talepleri, 19. yüzyıl Ortodoksları’nca kendi aleyhlerine yöneltilmiş misyonerlik çerçevesinde algılanmış ve bu tarihten itibaren ilişkiler bütünüyle kesilmiştir. Öte yandan Ukrayna’da ve Rusya’da bulunan az sayıdaki Katolik cemaatlerin durumuyla ilgili Vatikan’ın Ruslar’a yaptığı baskı da iki mezhebin arasını sürekli açmaktadır. 2002’de Papa John Paul’ün Rus topraklarında Katolik diyakozluk bölgesi yaratma teşebbüsü Rus Ortodoksları’nca şiddetle eleştirilmiştir. Bununla birlikte İstanbul Ortodoks Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddiaları dolayısıyla diğer Hristiyan gruplarla son derece sıkı ilişkileri mevcuttur.

Katolik yorumlama

Aziz Petrus Bazilikası , Vatikan , dünyanın en büyük kilise ve bir sembolü Katolik Kilisesi
Ana madde: Kutsal Katolik teoloji

Antik çağlarda tefsir iki okul gelişti İskenderiye ve Antakya . Örneklenen İskenderiye yorumu, Origen , Kutsal okumak eğiliminde alegorik Antiochene yorumlama gerçek anlamıyla uyulması ederken diğer anlamları (denilen tutarak, theoria kelime anlamı dayalı ise) sadece kabul edilebilir.

Katolik edebi ve manevi: teoloji kutsal kitabın iki duyu ayırır.

Literal kutsal anlama duygusu Kutsal sözleri iletti anlamıdır. Manevi anlamda daha da bölünmüştür:

Alegorik içerir duygusu, tipoloji . Bir örnek olacağını Kızıldeniz ayrılık vaftiz bir "tip" (oturum) olarak anlaşılmalıdır.
Ahlaki kutsal anlar duygusu, bazı etik öğretim içermesi.
Anagogical için geçerlidir duygusu, eskatoloji sonsuzluk ve dünyanın tamamına erdirme

İlgili tefsiri ses yorumlama kuralları takip Katolik teoloji tutan:

Kutsal kitaplarda diğer tüm duyular dayanmaktadır ihtiyati tedbir değişmezi
İncillerin tarihsellik kesinlikle ve sürekli düzenlenen olması gerektiğini
Yani kutsal ve "bütün Kilise'nin yaşayan Geleneği" içinde okunmalıdır
Yani "yorumlama görevi Peter, halefi ile birlik içinde piskoposları emanet edilmiş Bishop of Rome ".


İslam ve Hristiyanlık

Karşılaştırmalı din alanında Hristiyanlık ve İslam arasındaki tarihsel etkileşim, Hristiyanlık ile İslam'ın benzer yönlerini ve temel fikirleri bağlar. İslam ve Hristiyanlık, Yahudilik gibi, semavi gelenekten (İbrahimî dinler olarak da bilinir) aldıkları kökenlerini paylaşırlar. Bu kökene rağmen söz konusu iki din arasında derin farklar vardır. Örneğin, İsa’nın kim olduğu konusu bunlardan biridir.

İslam'ın bakış açısından İsa
Ana madde: İsa


İslam'ın öğretileri İsa'nın, Muhammed'den sonra en önemli peygamber olduğunu savunur. Fakat Müslümanlar, İsa'nın Tanrı'nın oğlu, ilahi veya teslisin bir parçası olduğunu kesinlikle reddederler. Müslümanlara göre, İsa insanların Tanrı'yla ve birbirleriyle yakınlaşmasını sağlayan, insan bir peygamberdir. Müslümanlar, İsa'nın mucizevi bir biçimde Bakire Meryem'den doğduğunu kabul etseler de Tanrı'yla olan baba-oğul ilişkisini kabul etmezler. Onlara göre İsa da Adem gibi Tanrı tarafından, babasız olarak yaratılmışlardır, fakat ikisi de 'Tanrı'nın oğulları' değildirler.

İslam ve Hristiyanlık çarmıh ve yeniden dirilme konularıyla ilgili inançlarında farklılık göstermektedirler. Hristiyan inancına göre İsa Sanhedrin ve Roman savcı Pontius Pilatus tarafından ölüme mahkûm edilmiş, çarmıha gerilmiş ve yeniden dirilmiştir. Müslümanlara göre ise İsa çarmıha gerilmiş ve mucizevi bir şekilde kurtulmuştur:

Bu, bir de inkarlarından, Meryem’e büyük bir iftirada bulunmalarından ve: "Meryem oğlu İsa Mesih’i, Allah’ın elçisini öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir, kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah Güçlü’dür, Hakim'dir. (Nisa Suresi, 156-158)[1]

'İkinci kez dünyaya gelme', 'Deccal', 'Şeytan' gibi bazı diğer Hristiyan terimleri de İslam'da mevcuttur. Fakat bazıları aynı anlama gelmez.

Semavi dinler olarak İslam ve Hristiyanlık
Ana madde: Semavi dinler


Hristiyanlık, İslam ve Musevilik İbrahim ile olan ilişkileri dolayısıyla İbrahimi dinler olarak bilinirler. Müslümanlar İbrahim'in ilk oğlu olan İsmail'i 'Arapların babası' ve İbrahim'in ikinci oğlu İshak'ı da 'İbranilerin Babası' olarak bilirler. İbrahim ve oğlullarının hikâyesi Tekvin'de anlatılır.

İsmail, İslam'ın peygamberi Muhammed'in atası olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

Katolik öğretilerinin toplandığı bir belge olan "The Catechism of the Catholic Church"te, Müslümanlardan şöyle bahsedilmektedir:

"Kilisenin Müslümanlarla ilişkisi: Kurtuluş planı, aynı zamanda Yaratıcı'yla ilgili bilgi sahibi olanları da içermektedir. Bunların başında Müslümanlar gelir: onlar ki İbrahim'e olan inançlarını açıkça dile getirmiş ve bizimle beraber aynı tek, merhametli Tanrı'ya ve insanoğlunun mahşerde yargılanacağına inanmışlardır."
Hristiyan, Müslüman ve Yahudi kutsal metinlerine dair bakış açıları

Müslümanlar İsa’ya "İncil" adında bir kitabın gönderildiğine inanır. Buna karşın, gerçekte inciller İsa’nın doğumunu, hayatını, ölümünü ve dirilişini anlatır. Kur’an, incillerde bahsedilen olay ve kişileri farklı anlatır. Müslümanlar "İncil" kavramını Yeni Ahit kavramı ile eş değer tutarlar. İsaʼya Tanrı tarafından verildiğine inandıkları "İncil" adlı kitabın tahrif edildiğine inanırlar.

Hristiyanlar da Tevrat’ın Musa’nın orijinal yapıtı olduğuna, fakat kitabın farklı dillere çevrilmesi esnasında hatalar yapıldığına, yeni kişi ve yer adlarının eklenmesi nedeniyle değiştiğine inanmaktadırlar. İsa Tevrat’taki belli ifadelere inanır ve Tevrat’ın Musa’nın eseri olduğunu, tamamı Musa tarafından kelime kelime yazılmamış olsa bile Tevrat’ın yaratıcısı olduğunu savunur.

Ayrıca Hristiyanlar Zebur’un tamamının Davud tarafından yazılmadığına, hatta en az bir mezmurun Davud’un doğumundan 500 yıl sonra yazıldığına inanmaktadırlar. Birçok şair ve yazar katkıda bulunurken mezmurların yaklaşık üçte biri anonimdir. Müslümanlar ise Zebur’un Davud’a verilmiş bir kitap olduğuna inanır.

İslam'da Kitâb-ı Mukaddes

Kitâb-ı Mukaddes, Muhammed’in doğuşundan yüzyıllar önce yazılmıştır. Bazı Müslümanlar Paraklit’in, Yuhanna İncili’nde belirtildiği gibi Muhammed’in gelişinin kehaneti olduğunu savunmuşlardır. İslam’ın öğretileri, İsa’ya yollanan "İncil"in aslında Tanrı’nın sözü olduğunu fakat yüzyıllar içinde bozulduğunu söyler.

Bazı Hristiyanlar ise Muhammed’in peygamberlik iddialarını eleştirirken Pavlus’un Galatyalılara yazdığı mektubu örnek gösterirler:

Biz ya da gökten bir melek bile, size bildirdiğimiz müjdeye ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona! Daha önce söylediğimizi şimdi yine söylüyorum, bir kimse size, kabul ettiğinize ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun! (Galatyalılar 1:8)[2]

Müslüman bilginler, Pavlus ve birçok erken Hristiyan arasında pek çok sorun olduğuna işaret ederler. Bu kişilerden biri de İsa’nın kardeşidir.

Dipnotlar için Kaynakcaya Bakiniz:

Wikipedia

/wiki/Hristiyanlık_tarihi

/wiki/Yeni_Hristiyan

/wiki/Hristiyan_mezhepleri

/wiki/Ortodoks_Hristiyanlık

/wiki/İslam_ve_Hristiyanlık





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)