09-01-2020, 06:01 PM
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Marifetnamesi 9. Bölüm
İKİNCİ BAHİS
Alemin şeklinin yuvarlak olduğunun ispatını; yıldızların ve feleklerin durumlarının keyfiyetini, hakîmâne on bölümle tafsil eder.
BİRİNCİ BÖLÜM
Cisimler âleminin biçiminin yuvarlak olduğunu ve âlem küresi üzerinde çizilen büyük daireleri ve feleklerin tabakalarının tertibini ve cisimlerin özlerini ve en büyük feleğin şekil ve yapısını altı madde ile beyan eder.
Birinci Madde
Feleklerin yuvarlaklığının kabulünü ve unsurları ve yuvarlaklığa erişkin olan hayret verici meseleleri bildirir.
Ey azizi, malûm olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Unsurların ve feleklerin yuvarlaklığının inkârı için ileri sürülen delillerden uzaklaşmak, astronomi ilminde gereklidir ki, cisimler âleminin ve yerin yuvarlak olması kabul edile. Zira ki, bu ilmin kaideleri hepten bu esas üzere kurulmuştur. Bundan başkasına imkan yoktur. Bu felsefî görüş, şeriata aykırı sanılırsa; endişenin atılıp, kalbin yatışması için bitmeyen feyiz kaynağı İmam Muhammed Gazali (Allah ona rahmet etsin) hazretlerinin "Tehafüt-ü Felasife" adlı kitabında yazdığı Arapça ibareleri ayniyle burada tercüme kılınmıştır ve o büyük imam hazretleri buyurmuştur ki: Malûm olsun ki, filozoflar ile halk arasında olan ihtilaf üç kısımdır ki: Bir kısımda münakaşa, mücerret söze dayanır. Meselâ: Filozoflar, alemin yaratıcısına cevher deyip; cevheri, mekândan münezzeh, zatıyla kâim varlık ile tefsir eyledikleri gibi. İkinci kısımdaki çekişmeler, dinden bir esasa ilişkin olmayan işlerdedir. O halde onlarla münakaşa etmek, peygamberleri tasdik zaruretinden değildir. Yani o işleri kabul, onları yalanlamayı veya aksini gerektirmez. Meselâ: Ay tutulması, yerkürenin güneş ile ay arasına girmesiyle ayın ışığının görünmemesinden ibarettir. Zira ki ay, ışığını güneşten alır. Yer ise küredir ve gök her taraftan yeri kuşatmıştır. Ne zaman ay, yerin gölgesinde kalsa, güneşin ışığı ondan kesilir, dedikleri gibi. Ve dahi güneşin tutulmasının mânâsı, yerden güneşe bakan şahıs ile güneşin arasında ayın bulunması ve gölge olmasıdır. Bu durum güneşle ayın baş ve kuyruk düğümlerinde bir anda birleştikleri vakitte olur dedikleri gibi. Bu görüşleri dahi münakaşa ile çürütmekle durumu değiştirmek mümkün değildir.
Bu durumda, o kimse ki, söylenmiş bu işleri çürütmekte münazarayı, dinin gereklerinden zanneder; o kimse dine zarar vermiş olur. Zira ki, bu işlerin olmasına geometrik ve matematiksel deliller delalet eder. Bir kimse ki, ona muttali olup, tahkikine gücü yeter, sebebinden ve vaktinden, miktarından ve süresinden haber verir; ona denilse ki: "Bu şeriata aykırıdır." Buna rağmen o kimse kesinlikle bildiği bu işte şüphe etmez, beşki şeriatta şüphe eder ki: "Kesin bilgiye aykırı şeriat nasıl olur?" diye tereddüde başlar. İmdi, şeriata, yoluyla tan edenlerin zararından, yolsuz yardım edenlerin zararı daha çoktur. Nitekim "akıllı düşman akılsız dosttan iyidir," demişler. Bundan sonra İmam Gazali hazretleri, güneş ve ay tutulmaları hususundaki Hadîs-i Şerifi nakledip, demişlerdir ki: "Hadîs-i Şerifin sonunda buyrulduğu üzere: "Ay tutulması İlahî tecelli sebebiyle saygıdır," bu fazlalığın nakli sahih değildir. Sahih olduğu takdirce dahi kesin işlerde, iddialaşmaktansa te'vili ehvender. Çok açık deliller, kesinlikle bu noktaya ulaşmayan kati işler karşısında te'vil olunmuştur; nerede kaldı ki nakli sahih olmayan..."
Filozoflarla İslâm âlimleri arasında tartışılan konu: Alemin sonradan olduğu ve sonradan olmadığı meselesidir. Alemin sonradan olduğu sâbit olduktan sonra; yuvarlak olsun, düz olsun; felekleri ve unsurları buldukları gibi, 13 tabaka olsun, daha az veya çok olsun, dine zarar vermez. Alem her nice olursa olsun, kastolunan şey, onun Allah'ın kudretiyle vücuda geldiğidir.
Üçüncü kısım odur ki, onda tartışma, din esaslarından birine ilişkin ola: Alemin sonradan yaratılması, Allah'ın sıfatları, cesetlerin haşri gibi. Bu maddelerde onlarla gerektiğince tartışmak ve sözlerini çürütmek lazımdır. Meselâ: Onlar derler ki: "Alem sonradan yaratılmamıştır, kadimdir. Zira kikadime dayanır ve her kadime dayanan kadimdir. O halde âlem kadimdir." Biz bu sözleri çürütüp, deriz ki: "Alem sonradan yaratılmıştır, hâdistir, çünkü değişicidir. Her değişikliğe uğrayan hâdistir." İmam Gazali hazretlerinin bu sözleri, burada yazılmıştır. Ta ki dine bağlı olanlar, anlatılacak şaşırtıcı işleri, şeriata muhaliftir diye reddetmekle reddolunmuş olur kabilinden zannetmeyeler ve inkâr yoluna gitmeyeler.
İkinci Madde
Alemin yuvarlaklığını ispat eden akli delilleri bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Alemin işlerinin tümü birbirine bağlıdır. Alem, birbirini çevreleyen ve birbirine teğet
kürelerdir ki, iğne atacak bir boş mekân olmayıp, ulvî ve süflî cisimlerle dolmuştur ve âlemin tabii yapısı yuvarlak şekil üzere olmaktır. Tabiatının gereği olan nice deliler ile bu dava ispat edilmiştir. Alemin her ne tarafına bakılsa, yumru görünür. Her kuşağın bir kavis olduğu nazarî ve fikrî kanun ve insan aklının tecrübesiyle bilinir. Kürevî şekil, şekillerin en genişi olduğundan başka gökte ve yerde müşahede olunan durumlar, kürevîden gayride olmak muhaldir. Yuvarlak zemini düzeysel zannedip, dünya düzdür fikrini edenler, hayalî vehmin mağlûbudur. Kara, deniz, dağlar, vâdiler, değişik şekilleriyle toptan bir küre olup, yerin gölgesiyle ay tutulduğu ve tutulma anında yerin gölgesinin ayıp yüzünde dönücü bulunduğu ve yeryüzünde seyyahların hareketiyle enlem ve boylam yerlerinin değişiklik üzere bulunduğu hep yuvarlaklığın delilleridir. Sabit yıldızlar, âlemin kutbunun çevresinde paralel daireler üzere dönüp, kutba yakın olan yerde küçük daireler çizerek görünmesi ve ufuk dairesine teğet görünen sabit yıldızdan ekvatora varıncaya değin zaman boyutu hesabiyle gizlilik zamanının artması, ta bir hadde varıncaya değin ki, görünme ve gizlenme zamanları eşit ola. Bundan sonra gizlilik zamanı yavaş yavaş artıp, görünme zamanı azala. Hatta öbür kutbun yakınında hiç görünmeye. Doğan yıldızların ufuktan günün yarısına gelinceye dek yavaş yavaş yükselip, doğması ve yine aynı minval üzere batması ve yıldızın büyüklüğü ufkun üstünde değişmeyip, batış ve doğuş sırasında yerin buğusuyla değişir ve büyük görünmesi ve daima yeryüzünden göğün yarısı ya yarısına yakını görünmesi ve yıldızın doğudakiler üzerine, batıdakilerden önce doğası ve batması; ay ve güneş tutulmalarının saatiyle meydana gelmesi; kuzey tarafına gidenlere, kuzey kutup yıldızı ve diğer kuzey yıldızlarının yüksekliklerinin artması ve güney yıldızlarının düşüşünün artması; güney tarafına gidenlere, kutup yıldızının ve güney yıldızlarının yüksekliğinin artması ve kuzey yıldızlarının düşüşünün artması; deniz suyu yumruluğunun, gemiden örttüğü sahillerin ve dağların, bakanlara, önce en yüksek tarafları görünüp, yaklaştıkça en aşağılarının dahi görünmesi; yıldızların görünme süresince yükseklik ve düşüşünün eşit olması; güneşin ekvator üzerinde iken görünmesi ve görünmemesi süreleri eşit oldukta; doğup ve batacak, gölgenin düz bir çizgi üzere doğu ve batı noktalarına karşılık ve iki gölgenin birbirine eşit olması... Bütün bunlar, yerin ve göğün yuvarlaklığına delalet eder.
Ay tutulması vaktinde, ayın yüzünde daire şeklinde ortaya çıkan yer kürenin gölgesi olduğu, yerin küreliğine açık delildir. Zira ki, eğer yer, küre şeklinde olmayıp, ya üçgen, ya kare, ya altıgen şeklinde olsa, ay tutulması ile ayın yüzünde ortaya çıkan yerin gölgesi dahi daire şeklinde belirmeyip, ya üçgen, ya kare, ya altıgen şeklinde görünmek iktiza ederdi. Oysaki görüntü hep daire şeklinde olmuştur.
Atmosferik olaylar değişik yerlerde gözetlenip; doğu tarafında, seher vaktinde vaki olan ay tutulması ve doğuş anında beliren güneş tutulması, batıdakilere görünmez. Batıda, doğuş anındaki ay tutulması ve akşam vaktindeki güneş tutulması, doğudakilere görünmez. Göğün ortasında ortaya
çıkan güneş ve ay tutulmaları, yerin alt yüzünde oturanlara görünmez. Yerin altı tarafında ve göğün ortasında vaki olan güneş ve ay tutulmaları, yerin üst tarafında oturanlara görünmez. Yerin üstünde ve göğün ortasında meydana gelen güneş ve ay tutulmaları, batıdakilere, doğudakilerden önce görünür.
Mesela batıdakilere ya seher veya kuşluk vakti görünür, doğudakilere ya akşam veya ikindi vakti görünür. O halde doğuluların sabah ve akşamı, batılılarınkinden önce olduğu ay ve güneş tutulmalarıyla bilinir.
Nitekim şehirler arası uzaklıklar, güneş ve ay tutulmalarıyla bulunur. Bütün bu durumların, kürenin gayrisinde olmak ihtimali yoktur.Bütün bunları bir yana bırakalım, Hind-i Şarkî adı verilen Hindistan'a ve Hind-i Garbî adı verilen Yeni Dünya'ya (Amerika) deniz yoluyla sefer edenlere şarken ve garben gidip-gelme imkanı ortaya çıkıp; batıdan gidip, yerin altından dolaşıp doğudan gelen gemiler, yerin yuvarlaklığı davasını ispat edip, bütün delillerin mührü olup, tartışma kapısını kapamıştır.
Üçüncü Madde
Dünyanın yuvarlaklığı kaidesi üzerine bina edilen şaşırtıcı meseleleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun kip astronomlar demişlerdir ki: Yuvarlaklık kaidesine dayanan astronomi ilminin şaşırtıcı meseleleri vardır ki, hem sorulur, hem şaşılır.
Birinci Mesele: bir günün üç şahsa nispetle değişik olmasıdır. Mesela: Belirli bir yerden, üç şahsın biri doğuya, biri batıya gidip, biri de orada kalsa, ve gidenler, doğru bir çizgi üzere, ve aynı hızla yürüyüp; doğuya giden batıdan, batıya giden doğudan gelip, bir günde yerinde duran şahsın yanında toplansalar. Hareket günü, yerinde durana göre cuma olsa; batıya gidene göre perşembe, doğuya gidene göre cumartesidir. Şimdi, bunun sırrı budur ki, mesela batıya gidenin seyri yedi gün olsa, güneşin hareketine uygun gitmesiyle, duranın gün batımında, bunun gün batımı vakti, güneşin devrinin yedide biri kadar geç olur. Bu gecikmeden, yedi günde bir gün bir gece eksilmiş olur. Bunun için yerine geldiği gün, ona nispetle perşembe düşer. Bunun gibi doğuya gidenin seyri güneşin hareketine ters olduğundan, batıya gidenin aksine o, durandan günbatımı güneşin devrinden yedide bir kadar önce olup, yedi günde bu eksikliklerin toplamından bir gün bir gece hasıl olup, geliş günü ona göre cumartesi düşer.
İkinci mesele budur ki: Yeryüzünde derin bir kuyu üzerinde yüksek bir minare olsa; o kuyunun dibinde bir kâseyi su doldurup, o suyu minarenin tepesinde o kâseye koşalar, almayıp fazla gelir. Zira ki, merkez daireden uzaklaştıkça yumulma yayı az olur ve unsurların cüzleri ise her nerede bulunursa, âlem küresinden bir damladır. Şimdi kâsenin ağzında bulunan dairenin kavsi, kuyunun dibinde ye merkezine yakın olup, eğri olu ve minarenin tepesinde, ona oranla düz olmaya yakın olmakla, bir miktar fazla su alır.
Üçüncü mesele budur ki: Gayet yüksek bir minare şerefesinde, iki yerden birer taş atılsa, iki taşın düşüş yeri arası, şerefedeki atılış yerleri arasındaki mesafeden az olur. Mesela şerefenin bir kenarından bir kenarına uzaklık beş metre olsa, taşların düşüş yerleri arasındaki mesafe beş metreden az olur. Aynen bunun gibi iki duvarın tabanlarındaki mesafesiyle, yukarıdaki mesafesi aynı değildir Zira ki, iki şakülün başlangıç ve sonuçları eşit olmaz, gittikçe yakınlıkları artarak, yerin merkezinde birleşseler gerektir. Yine yuvarlaklık kaidesine dayanan şer'î meseleler sorulur.
Birinci mesele: Zeyd, İngiliz gemileriyle kutuplara vardıkta; altı ay gündüz altı ay gece olmakla, bu müddette beş vakit namazı ve ramazan orucunu ne şekilde eda eder.
İkinci mesele: Zeyd, Amr ile kıyamet alâmetlerinden olan güneşin batıdan doğması meselesinde bahse tutuşup; Zeyd bu meseleyi, astronomi kaidelerine tatbik mümkündür, dese: Amr inkâr etse; Zeyd, Takiyüddin Rasit'in sözüne göre, burçlar dairesi genel meyli (23,5 derece) geçip, uzun sürede ekvator hattıyla çakışıp, diğer gezegenlerin kuşakları da onun gibi çakışmakla; batıdan doğmuş olur. Nitekim halen altmış altını enlemde güneş, batıdan doğar, deyip, durumu böyle açıklasa. Amr ise inkârında ısrar edip, bu mümkün değildir, dese ve eğer mümkün olursa karım boş olsun dese, talak vaki olur mu?
Üçüncü mesele: Zeyd Mekke şehrinden başka bir yerde bir mekan vardır ki o mekanda, dört yön kıbledir ki ayakucu notasındadır dese; Amr inkâr edip, ikisi de 'benim sözüm doğru değilse kölelerimiz azat olsun' deseler, hangisinin yemini bozulur? Bu üç sorunun cevabı arz olunmadı.
Dördüncü Madde
Feleklerde ve yerde ortaya çıkan olayları açıklamak için, âlem üzerinde konuları ve çizilen on büyük daireyi bildirir. Ey aziz, malum olsun ki, astronamlar, feleklerdeki ve yerdeki işleri tespit ve biribirine bağlamak için, âlem üzerinde, nice muhtelif daireleri kutuplarıyla beraber ispat etmişlerdir. Meşhur daireleri iki kısım itibar edip; bir kısmını büyük daireler, bir kısmını küçük daireler saymışlardır. Ama büyük daireler, bir kısmını küçük daireler saymışlardır. Ama büyük daireler odur ki, yukarıda açıklandığı gibi, âlem küresine oranla büyük ise de, ona küçük derler. Değirmi kuşaklar gibi. Büyük daireler, on tanedir ki: Muaddilünnehar (güneşitleyici) dairesi, mıntıkatül buruç dairesi, (Burçlar kuşağı dairesi) dört kutuptan geçen daire, ufuk dairesi gündüz yarısı dairesi, yükseklik dairesi, semtler ilk dairesi, eğilim dairesi, enlem dairesi, görünen gök ortası dairesi. Sayılan bu dairelerin bazısı âlem küresi üzerinde ayrı ve hareket edici olarak konulmuştur. Bazısı bitişik ve sabit resmolunmuştur. Ayrı ve hareket edici olan büyük daireler, altı tanedir. Biri gün yarısı dairesi, biri ufuk dairesi, biri yükselme dairesi, biri ilk semtler dairesi, biri eğilim dairesi ve biri enlem dairesidir. Bitişik ve sabit olan daireler, sayılan bu dairelerden gayrisi olan büyük dairelerdir ve küçük dairelerdir.
On büyük daireden ilk daire: Gün eşitleyici dairesidir. Buna düz felek dahi derler. Buna onun için muaddil (eşitleyici) derler ki: Güneş buna teğet oldukta; Doksanıncı enlemden başka her yerde gece ve gündüz yaklaşık olarak eşit olur. Bu dairenin yüzeyinde, yerküre üzerinde çizilen daireye: Ekvator derler. Zira ki fele onda uzaklığını kuruyarak, dolap gibi döner. Yani gün eşitleyici daire, alemi böler farzolundukta: Ekvator, yer düzeyi üzerinde ondan meydana gelen dairenin çevresidir. Ekvatora paralel olan dairelere: Günlük dönüş yerleri derler. Bunlar hayal edilen küçük dairelerdir ki, büyük felekte farzolunan her noktadan bu feleğin dönmesiyle, onun üzerinde iki kutbu olan âlemin kutbu ile kuşağı olan eşitleyici dairenin arasında çizilirler. Bu daireler, günlük hareketle çizildiklerinden, bunlara: Günlük dönüş yerleri derler.
İkinci daireye burçlar kuşağı dairesidir. Buna, burçlar feleği dahi derler. Oniki burç, bunun üzerinde itibar olunduklarından buna: Burçlar dairesi dahi derler. Buna paralel olan dairelere: Enlem daireleri derler. Zira ki, yıldızın merkezi onların birinin yüzeyinde bulunsa: Burçlar dairesinden kuzeye ya güneye eğilimli olmuş olur. Şimdi o yıldızın enlemi, o daire ile burçlar dairesi arasında olan mesafedir. Bu daireler dahi günlük dönüş daireleri gibi hayalî küçük dairelerdir Çünkü burçlar feleğinin iki kutbu ki, burçlar dairesinin iki kutbudur, âlemin iki kutbu olan gün eşitleyici dairenin kutuplarından başkadır. Şimdi lazımdır ki, gün eşitleyicisi daire ile burçlar dairesi âlemin çevresi üzerinde, iki karşılıklı nokta yanında kesişirler, ki, o noktaların arasında her birinden yarım daire meydana gele. Zira ki, burçlar dairesi gün eşitleyicisi gibi büyüktür. O noktanın biri ki, burçlar feleği, gün eşitleyicisinden kuzeye meylini ondan başlar. ona: Bahar eşitlik noktası (21 mart) derler. Zira ki, güneş buraya geldikte Çok yerde bahar mevsimi belirir. Bunun karşısındaki noktaya: Güz eşitlik noktası (21 aralık) derler. Yine azımdır ki, burçlar dairesinin, gün eşitleyicisinden nihaî uzaklığı, yarı dairelerinin ortasında iki nokta yanında olur ki: Biri kuzey kutbu sebtindedir ve ona: Yaz dönümü derler. Öbürü güney kutbu semtindedir ve ona: Kış dönümü noktası derler. Şimdi bu iki kesişme ve iki nihaî uzaklık ile burçlar dairesinin dört noktası belirlenmiştir. Onlar da dörtte bire bölünür. Bundan sonra bu dört çeyrekten iki çeyrek bitişiğin her biri üzerinde iki nokta farzolunmuştur ki, onlarla o çeyrekler üzer eşit bölüme bulunmuştur. Bundan sonra altı büyük daire hayal olunmuştur ki, hepsi iki karşılıklı noktada yani iki burçlar kutbu üzerinde kesişmişlerdir.
Üçüncü daire, dört kutuptan geçen dairedir ki: Adı geçen altı dairenin biridir. Bunun âlem küresi üzerinde iki kutbu, orta noktadır. Bu daire âlemin iki kutbundan ve iki kutup burcundan, iki değişim noktasından geçmiştir. Onun için bulan: Dört kutbu geçen daire derler. Bu altı hayalî dairenin biri o dairedir ki, iki orta noktadan geçmiştir. Kutupları, iki değişim noktası olmuştur. Altı daireden geriye kalan dört daire, o iki çeyrek üzerinde farzolunan dört noktadan ve o dördün karşısında bulunan öteki dört noktadan geçmişlerdir. Bunların kutupları burçlar dairesi üzerinde farzolunan noktalardır. Şimdi sekizinci felek, bu altı daire ile oniki kısım olmuştur. Her bir kısmını, iki yarım daire kuşatmıştır. Her kısmında, burçlar kuşağında bulunanlar burçlar kavsi adıyla şöhret bulmuştur. Onun için sekizinci feleğin ismi: Burçlar feleği olmuştur. Bu altı daire, âlemi keser farzolunsa, büyük felek ve benzer feleklerin cümlesi, oniki burca bölünür. Dördüncü daire, ufuk dairesidir. Bu hareket eden bir büyük dairedir ki feleğin görünen yarısından görünmeyen yarısını ayırmıştır. Buna nispetle yıldızların doğuş ve batışları belirlenmiş ve bilinmiştir. Bunun iki kutbu; başucu (zenit), ayakucu (nadir) bulunan iki noktadır. Ufuk dairesi, gündönümünü iki noktada kesmiştir ki, birine doğu noktası ve doğu gün- eşitleyici; birine batı noktası ve batı güneşitleyici derler. Bu iki nokta arasını birleştiren doğru çizgiye: Doğu ve batı çizgisi ve güneşitleyici çizgi derler. Bu ufuk dairesinin burçlar dairesi ile kesiştiği iki noktaya, doğan ve batan derler. Doğu noktası ile burçlar dairesi, ya yıldız merkezi arasında ufuk dairesinden vâki olan kısa kavse doğu siası (Amplitude); doğu noktası ile onların arasında bulunan kavse batı siası derler. Bu ufuk dairesine paralel olan küçük dairelere köprüler derler; Ufuk dairesinin üstündekilere yüksek köprüler derler. Altında bulunanlara alçak köprüler derler.
Beşinci daire, gün yarısı dairesidir. Bu dahi hareket eden bir büyük dairedir ki, âlemin iki kutbundan ve başucu, ayakucu noktalarından geçmiştir. Bunun iki kutbu, doğu noktası ve batı noktasıdır. Bu gün yarısı dairesi, ufuk dairesini iki noktada kesmiştir. Biri güney noktası, biri kuzey noktasıdır. Bu iki noktanın arasını birleştiren çizgiye; gün yarısı çizgisi, zeval çizgisi, güney ve kuzey çizgisi derler. Bunların hepsi dokuz enlemin gayrisindedir.
Altıncı daire, yükseklik dairesidir. Buna başucu dairesi dahi derler. Bu hareket eden bir büyük dairedir ki, başucu ve ayakucundan geçip, o çizginin tepesinden geçmiştir ki o çizgi, âlemin merkezinden gelip, güneşin merkezinden ya yıldızdan geçip, üst feleğin yüzeyine çıkmıştır. Bu yükseklik dairesi, ufuk dairesini dik açılar üzere iki ortada kesmiştir. O noktalar sabit olmayıp, ufuk dairesi üzerinde yıldız ve güneşin intikali sebebiyle yer değiştirirler. Her birine başucu noktası adı verilir. Bu noktalarla doğu ve batı noktaları arasında ufuk dairesinde bulunan kavse, başucu noktası derler. Bu iki başucu noktasıyla güney ve kuzey noktaları arasında bulunan kavse, başucunun bütünü derler. Bu yükseklik dairesi, gün yarısı dairesine bir gün bir gecede iki defa çakışır.
Yedinci daire, semtlerin ilk dairesidir. Bu hareket eden bir büyük dairedir ki; başucu ve ayakucu noktasından, doğu ve batı noktasından geçer. Bunun kutupları güney ve kuzey noktalarıdır. Bu daire, gün yarısı noktası, ile başucu ve ayakucu noktasında dik açılar üzere kesişmiştir. Alem küresi bu daire ile ve gün yarısı dairesi ile sekiz eşit kısım olmuştur ki: Dördü yerin üzerinde, dördü ufkun altında bulunmuştur. Bu daireye onun için semtler ilk dairesi derler. Yükseklik dairesi bunun üzerine çakıştıkta; onun kavsi, başucu, başucu bütünü kalmaz. Semtler ilk dairesine teğet olan günlük dönüm noktalarına, bölge dönüm noktaları derler ki, o bölgelerde oturanların başucu dönüm noktalarıdır.
Sekizinci daire, eğilim dairesidir ki; bu dahi hareket eden bir büyük dairedir. Güneşitleyici dairenin iki kutbundan geçmiştir. Güneşitleyiciden, yıldız ve burçlar kuşağının eğilimi bununla bilinmiştir. Buna ilk eğilim denmiştir.
Dokuzuncu daire, enlem dairesidir. Bu dahi hareket eden bir büyük dairedir ki, burçlar feleğinin iki kutbundan geçip, o çizginin başucundan geçmiştir. O çizgi âlemin merkezinden gelip, yıldızın merkezinden geçip, burçlar feleğinin yüzeyine çıkmıştır. Bu enlem dairesi ile, yıldızın enlemi bilinmiştir. Güneşitleyiciden, burçlar feleğinin ikinci eğilimi bununla bulunmuştur.
Onuncu daire, görünen göğün orta dairesidir. Bu daire, burçlar kuşağının ve ufuk dairesinin kutuplarından geçmiştir. Bunun iki kutbu, doğu ve batı noktalarıdır. Ufuk dairesi ile burçlar kuşağının ufku arasında veya aksiyle bu dairede oluşan kısa kavis, görünen iklim enlemidir. Burada, bu büyük daireleri açıklamakla yetinip, kalan daireleri, yerleri geldikçe yazılmak hoş gelmiştir.
Beşinci Madde
Feleklerin bütün tabakalarının yapısını; feleklerin parçalarının hareketlerini: Günlük dönüş hareketinin keyfiyetini; yönlerin sınırlanmasını; yüksek gök cisimlerinin mahiyetini özet olarak bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Kainatın yaratıcısı ve düzenleyicisi olan Cenab-ı Hak'kın murad ve yaratmasıyla bütün feleklerin cisimleri, toprağa varıncaya kadar dört unsur; lahana yaprakları gibi biribirinin içinde dürülmüş olup, bir düzen üzere büyüğü küçüğünü kuşatmış ve her yönden birbirine teğet ve sürekli, hepsi bir tek küre şekline girip; cisimler âleminin Rabbani hikmetle güzel bir nizam üzere temeli atılmış ve tesis olunmuştur. Bu şaşırtıcı ve garip bileşim heykelinin şekil ve yapısı; bütün İslâm filozoflarının ve din âlimlerinin çoğunun birbirlerine yakın görüşleriyle şöyle alınıp, kabul edilmiştir: Cisimler âlemi, biribirini kuşatan küreler ve unsurlar üzerinde soğan kabukları gibi tabakalar halinde olup, hepsi bir top şekline girmiştir. Esîrî cisimler yani külli felekler dokuz tane olup, bütün yüksek cisimlerin ve alçak unsurların iç gözeneğinde varsayılan bir cüz bulunur ki, o, âlemin merkezi ve herşeyin esasıdır. Bu dokuz göğün en büyüğü, atlas feleğidir ki, cihanın yönlerinin sınırlayıcısı ve zamanın vakitlerinin belirleyicisi odur. Bu felek, öteki felekleri avucunun içine alıp, yirmidört saatte bir kere, ışıldayan, sabit ve gezegen yıldızları tümüyle doğudan batıya devreder. Bu doğuş ve batış ki; gece ve gündüz, aydınlık ve karanlık sürekli böyle oluşur. Hepsi onun hareketine dayalı ve bağlıdır. Bu dokuz feleğin sonuncusu, ay feleğidir, ki, atmosferi, oluşum ve bozuşum âlemini, eşyayı her taraftan kuşatmıştır. Dört unsurun küreleri, ay feleğinin içinde mertebelerince durmuş ve yerleşmişlerdir. Her durumda çevre tarafı üst yön, merkez tarafı al yön olup; yeryüzünde ve suda ayakta duran ve gezenlerin başları, ay feleği tarafına; ayakları âlemin merkezi tarafına olduğu bir gerçektir.
Bu dokuz felek ve içindekiler, saf, ışıklı ve şeffaf olup, saffetlerinin kemalinden bunlara: Kâh billur, kâh buzlu, kâh sulu demişlerdir. Gerçek feleklerin cüzlerinin tamamı ve unsurların parçalarının arasında fazlalık ve boşluk olmadığında filozofların hepsi birleşmişlerdir. Lakin büyük feleğin gerisinde ısrarla sözü edilen hoşluğu; ilk filozofar maddeden soyutlanmış bir bulut mevcuttur demişler, kelam bilginleri bunu hayalî boşluk ile tabir ve tefsir etmişlerdir. Çünkü tüm feleklerin belirlenmesi, göklerin durumlarını kavramaya yetmeyip; astronomlar, yedi gezegene ârız olan işleri gözetlediler. Yani bu gezegenlerde kâh doğruluk, kâh durgunluk, kâh yavaşlık, kâh sürat ve kâh geri dönüş görüp; kâh güneş gibi genel eğilimden ibaret olan iki değişim noktası arasında gezindiklerini ve kâh diğer gezegenler gibi değişim noktalarının güney ve kuzeye iyice kaydığını ve kâh ışıkları çoğaldığını ve kâh ışıkları azalıp böyle durumlarla kâh yere yakın kâh uzak olduklarını: Ay ve güneş tutulmaları dahi belirli olmayıp; bazen tam, bazen cüzî tutulma olduklarını görüp, olaylar üzerinde düşünceye daldılar. Elhasıl, ta ki onlar, göklerin bu gibi çeşitli işlerini incelediler. Böylece sebeblerini, illetlerini şerh ve beyan ettiler.
Takvimde düzeltme yaptılar, ekleme ve çıkarmalarda bulundular. Düzenlemede külli feleğin içlerinde yani merkezleri bitişik olan iki paralel düzlem arasında bulunan boşluklarda, yeryüzünü içine alan ve almayan merkezleri ve kutupları, bitişik, ayrı; kalınlık ve incelikte eşit ola ve olmayan nice nice cüzi felekler varsaymaya muhtaç olup; bunları, bedenin azalarına benzetip, dönen ikinci felekler olarak itibar ettiler. Şimdi biz, o göklerin ve yerin yoktan varedicisi hâkim yaratıcı Allah'ın sanatının inceliklerini, hikmetinin hakikatlerini fikredip düşünerek, onu tanımak isteyenlere, feleklerin cüzlerinin tahlili kolaylaştırıp bu hususları ve benzerlerini anlatmak üzere, somut bir şekil olsun için feleklerin tümünün şekil ve suretlerini tasvir etmişizdir. Bundan sonra feleklerden toprağa inip, oradan kendine gelip, Rabbini bulmak için göklerin tertibini açıklamak ve yazmakta yukarıdan aşağıya inme yolunu tutmuşuzdur.
Bütün feleklerin sureti budur:
Altıncı Madde
Atlas feleğinin yapısını, sürat ve günlük hareketini ve bütün feleklere ve unsurlara olan tahakküm ve tasullutunu ve boşluğunun genişliğini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Yüksek felek ki, ay feleğine nispetle dokuzuncudur. Yukarıda açıklandığı üzere nice namv e şan ile şöhret bulmuştur. Merkezi, âlemin merkezi; kutbu, âlemin kutbu olup, iki paralel düzeyle kuşatılmış bir yuvarlak cisim ve yıldızlardan arınmış olmakla; atlas feleği adını almıştır. Bütün gök ve yer cisimlerini kuşatmış olmakla; cisimler âlemi kendinde son bulup, gerçeküstü ve cihanın sınırlayıcısı olmuştur. Göklerin ötesinde boşluk ve doluluk olmadığı farzolunmakla; bunun yumru düzeyi, bir nesneye dokunmaktan uzaktır. Billur gibi saf ve basit bir cisimdir. Bütün süslerden arınmıştır. Lakin çukurumsu düzeyi, kendi hoşluğunda olan sabit feleklerin yumru düzeylerine teğettir. Bu büyük feleğin altında cüzî felekler farzolunmaya ihtiyaç olmayıp, ancak büyük dairelerden güneşitleyici dairesi, bunun çevresinde ve iki yarım kutbunda eğim dairesi var sayılmıştır. Büyük felek, bu denli genişlik ve büyüklüğüyle âlemin merkezi çvresinde, doğudan batıya süratli vaziyette hareketiyle, içinde olan felekleri toptan ve ateş küresi ve hava süresinden bir miktarı döndürüp, yirmi dört saatte bir dönüşünü tamam eder.
Her feleğin bir yeri ve meydanı vardır ki, ondan asla ayrılmaz. Lakin kendi mekânında bütün cüzleriyle düzenli bir şekilde hareket edicidir. Bir göz kırpması kadar bile duraklamaz. Büyük feleğin,kuşağındaki hareketi oldukça süratlidir. Nitekim geometrik delillerle sabittir ki, cins atın koşu anında iki ayağını kaldırıp koyuncaya kadar, büyük felek üçbin mil mesafe kateder. Yaratıcı ve hakîm olan Allah, her şeyden münezzehtir. Bu ne şaşırtıcı sürat ve acaip kuvvettir ki, bir lahzada, kutru yerküreden büyük olan güneşi feleğiyle alıp gider. Bu sürate evvela Hadisi şerif şehadet eder ki; Habib- i Ekrem sallallahüaleyhivesellem, Cebrail aleyhisselema: Zeval vaktinden sormuştur ki: "Ey kardeşim Cebrail, zeval vakti mi?" Cebrail cevap vermiştir ki: "Hayır. Evet..." Habib-i Ekrem (s.a.v.) sormuştur ki: "Hayır'dan sonra niçin evet dedin?" Cebrail cevap vermiştir ki: "Sen sorduğunda, henüz güneş zeval noktasına gelmemişti. Ben, hayır, deyinceye dek beşyüz mil yolu katedip, gün yarılayıcı noktadan zeval noktasına gelmişti. Onun için evet, dedim."
Hak Taala bunu, nass ile bildirmiştir ki: "Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur." (36/38) Gerçi matematikçiler ve geometriciler, feleklerin ve yıldızların uzaklıklarının ve cisimlerinin ölçülerini hesap ve kıyas ile uzun uzadıya beyan edip açıklamışlardır. Lakin büyük feleğin azametinin ölçüsünü bilmekte, genişlik ve uzunluğunu belirlemekte ve âlemin merkezinden yumru düzeyinin uzaklığını hesap ve kıyas etmekten acz ve kusurlarını itiraf ve ikrar edip; onu ancak yaratan Yaratıcı bilir, demişlerdir. Fakat diğer felekleri, sabit yıldızları ve gezegenleri, matematikçiler ve geometriler, gök gözetim âletleriyle ölçüp takdir ettikleri üzere, burada bir miktar işaretle beyan etmek münasip görülmüştür. Ta ki bizim maksadımız olan Mevla'yı tanımaya vesile bulan, onun ince sanatlarını fikretmek, hikmetlerinin sırlarını düşünmek, kudret ve azametinin eserlerini temaşa eden akıl sahiplerine kolaylık olup; hepsini kendi vücutlarında mevcut görüp, kendilerini tanıyıcı olalar. Buradan da Allah'ı tanımaya yol bulalar. Gerçi felekleri ve yıldızları ölçüp takdir etmek, cebir hesaplarından habersiz olan kimselere uzak ve muhal görünür. Lakin bunlar, aslında gerçek ve sabit olan kesin ilimlerin kaideleri üzerine kurulu aklî hükümlerdir. Ama yüksek cisimlerin mahiyeti, eski filozoflara göre felekler, yıldızlar basit cisimlerdir: Ne hafiftir, ne sıcaktır, ne soğuktur, ne yaştır, ne kurudur; ne yanma ne yapışma kabul ederler; oldukça latif ve saftırlar. Nitekim Hak Taala buyurmuştur: "Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (40/57)
Kudret ve celal sahibi büyük Allah münezzehtir. Alemi örneksiz yaratan, feleklerin hareketini, gece ile gündüzün biribirini takip etmesini misalsiz var eden Allah münezzehtir. "Rabbimiz, sen gökleri ve yeri boşuna yaratmadın, sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru." (3/191) Bizi, göklerin ve yerin yaratılışını, gece ile gündüzün değişimini düşünen kullarından eyle!
İKİNCİ BAHİS
Alemin şeklinin yuvarlak olduğunun ispatını; yıldızların ve feleklerin durumlarının keyfiyetini, hakîmâne on bölümle tafsil eder.
BİRİNCİ BÖLÜM
Cisimler âleminin biçiminin yuvarlak olduğunu ve âlem küresi üzerinde çizilen büyük daireleri ve feleklerin tabakalarının tertibini ve cisimlerin özlerini ve en büyük feleğin şekil ve yapısını altı madde ile beyan eder.
Birinci Madde
Feleklerin yuvarlaklığının kabulünü ve unsurları ve yuvarlaklığa erişkin olan hayret verici meseleleri bildirir.
Ey azizi, malûm olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Unsurların ve feleklerin yuvarlaklığının inkârı için ileri sürülen delillerden uzaklaşmak, astronomi ilminde gereklidir ki, cisimler âleminin ve yerin yuvarlak olması kabul edile. Zira ki, bu ilmin kaideleri hepten bu esas üzere kurulmuştur. Bundan başkasına imkan yoktur. Bu felsefî görüş, şeriata aykırı sanılırsa; endişenin atılıp, kalbin yatışması için bitmeyen feyiz kaynağı İmam Muhammed Gazali (Allah ona rahmet etsin) hazretlerinin "Tehafüt-ü Felasife" adlı kitabında yazdığı Arapça ibareleri ayniyle burada tercüme kılınmıştır ve o büyük imam hazretleri buyurmuştur ki: Malûm olsun ki, filozoflar ile halk arasında olan ihtilaf üç kısımdır ki: Bir kısımda münakaşa, mücerret söze dayanır. Meselâ: Filozoflar, alemin yaratıcısına cevher deyip; cevheri, mekândan münezzeh, zatıyla kâim varlık ile tefsir eyledikleri gibi. İkinci kısımdaki çekişmeler, dinden bir esasa ilişkin olmayan işlerdedir. O halde onlarla münakaşa etmek, peygamberleri tasdik zaruretinden değildir. Yani o işleri kabul, onları yalanlamayı veya aksini gerektirmez. Meselâ: Ay tutulması, yerkürenin güneş ile ay arasına girmesiyle ayın ışığının görünmemesinden ibarettir. Zira ki ay, ışığını güneşten alır. Yer ise küredir ve gök her taraftan yeri kuşatmıştır. Ne zaman ay, yerin gölgesinde kalsa, güneşin ışığı ondan kesilir, dedikleri gibi. Ve dahi güneşin tutulmasının mânâsı, yerden güneşe bakan şahıs ile güneşin arasında ayın bulunması ve gölge olmasıdır. Bu durum güneşle ayın baş ve kuyruk düğümlerinde bir anda birleştikleri vakitte olur dedikleri gibi. Bu görüşleri dahi münakaşa ile çürütmekle durumu değiştirmek mümkün değildir.
Bu durumda, o kimse ki, söylenmiş bu işleri çürütmekte münazarayı, dinin gereklerinden zanneder; o kimse dine zarar vermiş olur. Zira ki, bu işlerin olmasına geometrik ve matematiksel deliller delalet eder. Bir kimse ki, ona muttali olup, tahkikine gücü yeter, sebebinden ve vaktinden, miktarından ve süresinden haber verir; ona denilse ki: "Bu şeriata aykırıdır." Buna rağmen o kimse kesinlikle bildiği bu işte şüphe etmez, beşki şeriatta şüphe eder ki: "Kesin bilgiye aykırı şeriat nasıl olur?" diye tereddüde başlar. İmdi, şeriata, yoluyla tan edenlerin zararından, yolsuz yardım edenlerin zararı daha çoktur. Nitekim "akıllı düşman akılsız dosttan iyidir," demişler. Bundan sonra İmam Gazali hazretleri, güneş ve ay tutulmaları hususundaki Hadîs-i Şerifi nakledip, demişlerdir ki: "Hadîs-i Şerifin sonunda buyrulduğu üzere: "Ay tutulması İlahî tecelli sebebiyle saygıdır," bu fazlalığın nakli sahih değildir. Sahih olduğu takdirce dahi kesin işlerde, iddialaşmaktansa te'vili ehvender. Çok açık deliller, kesinlikle bu noktaya ulaşmayan kati işler karşısında te'vil olunmuştur; nerede kaldı ki nakli sahih olmayan..."
Filozoflarla İslâm âlimleri arasında tartışılan konu: Alemin sonradan olduğu ve sonradan olmadığı meselesidir. Alemin sonradan olduğu sâbit olduktan sonra; yuvarlak olsun, düz olsun; felekleri ve unsurları buldukları gibi, 13 tabaka olsun, daha az veya çok olsun, dine zarar vermez. Alem her nice olursa olsun, kastolunan şey, onun Allah'ın kudretiyle vücuda geldiğidir.
Üçüncü kısım odur ki, onda tartışma, din esaslarından birine ilişkin ola: Alemin sonradan yaratılması, Allah'ın sıfatları, cesetlerin haşri gibi. Bu maddelerde onlarla gerektiğince tartışmak ve sözlerini çürütmek lazımdır. Meselâ: Onlar derler ki: "Alem sonradan yaratılmamıştır, kadimdir. Zira kikadime dayanır ve her kadime dayanan kadimdir. O halde âlem kadimdir." Biz bu sözleri çürütüp, deriz ki: "Alem sonradan yaratılmıştır, hâdistir, çünkü değişicidir. Her değişikliğe uğrayan hâdistir." İmam Gazali hazretlerinin bu sözleri, burada yazılmıştır. Ta ki dine bağlı olanlar, anlatılacak şaşırtıcı işleri, şeriata muhaliftir diye reddetmekle reddolunmuş olur kabilinden zannetmeyeler ve inkâr yoluna gitmeyeler.
İkinci Madde
Alemin yuvarlaklığını ispat eden akli delilleri bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Alemin işlerinin tümü birbirine bağlıdır. Alem, birbirini çevreleyen ve birbirine teğet
kürelerdir ki, iğne atacak bir boş mekân olmayıp, ulvî ve süflî cisimlerle dolmuştur ve âlemin tabii yapısı yuvarlak şekil üzere olmaktır. Tabiatının gereği olan nice deliler ile bu dava ispat edilmiştir. Alemin her ne tarafına bakılsa, yumru görünür. Her kuşağın bir kavis olduğu nazarî ve fikrî kanun ve insan aklının tecrübesiyle bilinir. Kürevî şekil, şekillerin en genişi olduğundan başka gökte ve yerde müşahede olunan durumlar, kürevîden gayride olmak muhaldir. Yuvarlak zemini düzeysel zannedip, dünya düzdür fikrini edenler, hayalî vehmin mağlûbudur. Kara, deniz, dağlar, vâdiler, değişik şekilleriyle toptan bir küre olup, yerin gölgesiyle ay tutulduğu ve tutulma anında yerin gölgesinin ayıp yüzünde dönücü bulunduğu ve yeryüzünde seyyahların hareketiyle enlem ve boylam yerlerinin değişiklik üzere bulunduğu hep yuvarlaklığın delilleridir. Sabit yıldızlar, âlemin kutbunun çevresinde paralel daireler üzere dönüp, kutba yakın olan yerde küçük daireler çizerek görünmesi ve ufuk dairesine teğet görünen sabit yıldızdan ekvatora varıncaya değin zaman boyutu hesabiyle gizlilik zamanının artması, ta bir hadde varıncaya değin ki, görünme ve gizlenme zamanları eşit ola. Bundan sonra gizlilik zamanı yavaş yavaş artıp, görünme zamanı azala. Hatta öbür kutbun yakınında hiç görünmeye. Doğan yıldızların ufuktan günün yarısına gelinceye dek yavaş yavaş yükselip, doğması ve yine aynı minval üzere batması ve yıldızın büyüklüğü ufkun üstünde değişmeyip, batış ve doğuş sırasında yerin buğusuyla değişir ve büyük görünmesi ve daima yeryüzünden göğün yarısı ya yarısına yakını görünmesi ve yıldızın doğudakiler üzerine, batıdakilerden önce doğası ve batması; ay ve güneş tutulmalarının saatiyle meydana gelmesi; kuzey tarafına gidenlere, kuzey kutup yıldızı ve diğer kuzey yıldızlarının yüksekliklerinin artması ve güney yıldızlarının düşüşünün artması; güney tarafına gidenlere, kutup yıldızının ve güney yıldızlarının yüksekliğinin artması ve kuzey yıldızlarının düşüşünün artması; deniz suyu yumruluğunun, gemiden örttüğü sahillerin ve dağların, bakanlara, önce en yüksek tarafları görünüp, yaklaştıkça en aşağılarının dahi görünmesi; yıldızların görünme süresince yükseklik ve düşüşünün eşit olması; güneşin ekvator üzerinde iken görünmesi ve görünmemesi süreleri eşit oldukta; doğup ve batacak, gölgenin düz bir çizgi üzere doğu ve batı noktalarına karşılık ve iki gölgenin birbirine eşit olması... Bütün bunlar, yerin ve göğün yuvarlaklığına delalet eder.
Ay tutulması vaktinde, ayın yüzünde daire şeklinde ortaya çıkan yer kürenin gölgesi olduğu, yerin küreliğine açık delildir. Zira ki, eğer yer, küre şeklinde olmayıp, ya üçgen, ya kare, ya altıgen şeklinde olsa, ay tutulması ile ayın yüzünde ortaya çıkan yerin gölgesi dahi daire şeklinde belirmeyip, ya üçgen, ya kare, ya altıgen şeklinde görünmek iktiza ederdi. Oysaki görüntü hep daire şeklinde olmuştur.
Atmosferik olaylar değişik yerlerde gözetlenip; doğu tarafında, seher vaktinde vaki olan ay tutulması ve doğuş anında beliren güneş tutulması, batıdakilere görünmez. Batıda, doğuş anındaki ay tutulması ve akşam vaktindeki güneş tutulması, doğudakilere görünmez. Göğün ortasında ortaya
çıkan güneş ve ay tutulmaları, yerin alt yüzünde oturanlara görünmez. Yerin altı tarafında ve göğün ortasında vaki olan güneş ve ay tutulmaları, yerin üst tarafında oturanlara görünmez. Yerin üstünde ve göğün ortasında meydana gelen güneş ve ay tutulmaları, batıdakilere, doğudakilerden önce görünür.
Mesela batıdakilere ya seher veya kuşluk vakti görünür, doğudakilere ya akşam veya ikindi vakti görünür. O halde doğuluların sabah ve akşamı, batılılarınkinden önce olduğu ay ve güneş tutulmalarıyla bilinir.
Nitekim şehirler arası uzaklıklar, güneş ve ay tutulmalarıyla bulunur. Bütün bu durumların, kürenin gayrisinde olmak ihtimali yoktur.Bütün bunları bir yana bırakalım, Hind-i Şarkî adı verilen Hindistan'a ve Hind-i Garbî adı verilen Yeni Dünya'ya (Amerika) deniz yoluyla sefer edenlere şarken ve garben gidip-gelme imkanı ortaya çıkıp; batıdan gidip, yerin altından dolaşıp doğudan gelen gemiler, yerin yuvarlaklığı davasını ispat edip, bütün delillerin mührü olup, tartışma kapısını kapamıştır.
Üçüncü Madde
Dünyanın yuvarlaklığı kaidesi üzerine bina edilen şaşırtıcı meseleleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun kip astronomlar demişlerdir ki: Yuvarlaklık kaidesine dayanan astronomi ilminin şaşırtıcı meseleleri vardır ki, hem sorulur, hem şaşılır.
Birinci Mesele: bir günün üç şahsa nispetle değişik olmasıdır. Mesela: Belirli bir yerden, üç şahsın biri doğuya, biri batıya gidip, biri de orada kalsa, ve gidenler, doğru bir çizgi üzere, ve aynı hızla yürüyüp; doğuya giden batıdan, batıya giden doğudan gelip, bir günde yerinde duran şahsın yanında toplansalar. Hareket günü, yerinde durana göre cuma olsa; batıya gidene göre perşembe, doğuya gidene göre cumartesidir. Şimdi, bunun sırrı budur ki, mesela batıya gidenin seyri yedi gün olsa, güneşin hareketine uygun gitmesiyle, duranın gün batımında, bunun gün batımı vakti, güneşin devrinin yedide biri kadar geç olur. Bu gecikmeden, yedi günde bir gün bir gece eksilmiş olur. Bunun için yerine geldiği gün, ona nispetle perşembe düşer. Bunun gibi doğuya gidenin seyri güneşin hareketine ters olduğundan, batıya gidenin aksine o, durandan günbatımı güneşin devrinden yedide bir kadar önce olup, yedi günde bu eksikliklerin toplamından bir gün bir gece hasıl olup, geliş günü ona göre cumartesi düşer.
İkinci mesele budur ki: Yeryüzünde derin bir kuyu üzerinde yüksek bir minare olsa; o kuyunun dibinde bir kâseyi su doldurup, o suyu minarenin tepesinde o kâseye koşalar, almayıp fazla gelir. Zira ki, merkez daireden uzaklaştıkça yumulma yayı az olur ve unsurların cüzleri ise her nerede bulunursa, âlem küresinden bir damladır. Şimdi kâsenin ağzında bulunan dairenin kavsi, kuyunun dibinde ye merkezine yakın olup, eğri olu ve minarenin tepesinde, ona oranla düz olmaya yakın olmakla, bir miktar fazla su alır.
Üçüncü mesele budur ki: Gayet yüksek bir minare şerefesinde, iki yerden birer taş atılsa, iki taşın düşüş yeri arası, şerefedeki atılış yerleri arasındaki mesafeden az olur. Mesela şerefenin bir kenarından bir kenarına uzaklık beş metre olsa, taşların düşüş yerleri arasındaki mesafe beş metreden az olur. Aynen bunun gibi iki duvarın tabanlarındaki mesafesiyle, yukarıdaki mesafesi aynı değildir Zira ki, iki şakülün başlangıç ve sonuçları eşit olmaz, gittikçe yakınlıkları artarak, yerin merkezinde birleşseler gerektir. Yine yuvarlaklık kaidesine dayanan şer'î meseleler sorulur.
Birinci mesele: Zeyd, İngiliz gemileriyle kutuplara vardıkta; altı ay gündüz altı ay gece olmakla, bu müddette beş vakit namazı ve ramazan orucunu ne şekilde eda eder.
İkinci mesele: Zeyd, Amr ile kıyamet alâmetlerinden olan güneşin batıdan doğması meselesinde bahse tutuşup; Zeyd bu meseleyi, astronomi kaidelerine tatbik mümkündür, dese: Amr inkâr etse; Zeyd, Takiyüddin Rasit'in sözüne göre, burçlar dairesi genel meyli (23,5 derece) geçip, uzun sürede ekvator hattıyla çakışıp, diğer gezegenlerin kuşakları da onun gibi çakışmakla; batıdan doğmuş olur. Nitekim halen altmış altını enlemde güneş, batıdan doğar, deyip, durumu böyle açıklasa. Amr ise inkârında ısrar edip, bu mümkün değildir, dese ve eğer mümkün olursa karım boş olsun dese, talak vaki olur mu?
Üçüncü mesele: Zeyd Mekke şehrinden başka bir yerde bir mekan vardır ki o mekanda, dört yön kıbledir ki ayakucu notasındadır dese; Amr inkâr edip, ikisi de 'benim sözüm doğru değilse kölelerimiz azat olsun' deseler, hangisinin yemini bozulur? Bu üç sorunun cevabı arz olunmadı.
Dördüncü Madde
Feleklerde ve yerde ortaya çıkan olayları açıklamak için, âlem üzerinde konuları ve çizilen on büyük daireyi bildirir. Ey aziz, malum olsun ki, astronamlar, feleklerdeki ve yerdeki işleri tespit ve biribirine bağlamak için, âlem üzerinde, nice muhtelif daireleri kutuplarıyla beraber ispat etmişlerdir. Meşhur daireleri iki kısım itibar edip; bir kısmını büyük daireler, bir kısmını küçük daireler saymışlardır. Ama büyük daireler, bir kısmını küçük daireler saymışlardır. Ama büyük daireler odur ki, yukarıda açıklandığı gibi, âlem küresine oranla büyük ise de, ona küçük derler. Değirmi kuşaklar gibi. Büyük daireler, on tanedir ki: Muaddilünnehar (güneşitleyici) dairesi, mıntıkatül buruç dairesi, (Burçlar kuşağı dairesi) dört kutuptan geçen daire, ufuk dairesi gündüz yarısı dairesi, yükseklik dairesi, semtler ilk dairesi, eğilim dairesi, enlem dairesi, görünen gök ortası dairesi. Sayılan bu dairelerin bazısı âlem küresi üzerinde ayrı ve hareket edici olarak konulmuştur. Bazısı bitişik ve sabit resmolunmuştur. Ayrı ve hareket edici olan büyük daireler, altı tanedir. Biri gün yarısı dairesi, biri ufuk dairesi, biri yükselme dairesi, biri ilk semtler dairesi, biri eğilim dairesi ve biri enlem dairesidir. Bitişik ve sabit olan daireler, sayılan bu dairelerden gayrisi olan büyük dairelerdir ve küçük dairelerdir.
On büyük daireden ilk daire: Gün eşitleyici dairesidir. Buna düz felek dahi derler. Buna onun için muaddil (eşitleyici) derler ki: Güneş buna teğet oldukta; Doksanıncı enlemden başka her yerde gece ve gündüz yaklaşık olarak eşit olur. Bu dairenin yüzeyinde, yerküre üzerinde çizilen daireye: Ekvator derler. Zira ki fele onda uzaklığını kuruyarak, dolap gibi döner. Yani gün eşitleyici daire, alemi böler farzolundukta: Ekvator, yer düzeyi üzerinde ondan meydana gelen dairenin çevresidir. Ekvatora paralel olan dairelere: Günlük dönüş yerleri derler. Bunlar hayal edilen küçük dairelerdir ki, büyük felekte farzolunan her noktadan bu feleğin dönmesiyle, onun üzerinde iki kutbu olan âlemin kutbu ile kuşağı olan eşitleyici dairenin arasında çizilirler. Bu daireler, günlük hareketle çizildiklerinden, bunlara: Günlük dönüş yerleri derler.
İkinci daireye burçlar kuşağı dairesidir. Buna, burçlar feleği dahi derler. Oniki burç, bunun üzerinde itibar olunduklarından buna: Burçlar dairesi dahi derler. Buna paralel olan dairelere: Enlem daireleri derler. Zira ki, yıldızın merkezi onların birinin yüzeyinde bulunsa: Burçlar dairesinden kuzeye ya güneye eğilimli olmuş olur. Şimdi o yıldızın enlemi, o daire ile burçlar dairesi arasında olan mesafedir. Bu daireler dahi günlük dönüş daireleri gibi hayalî küçük dairelerdir Çünkü burçlar feleğinin iki kutbu ki, burçlar dairesinin iki kutbudur, âlemin iki kutbu olan gün eşitleyici dairenin kutuplarından başkadır. Şimdi lazımdır ki, gün eşitleyicisi daire ile burçlar dairesi âlemin çevresi üzerinde, iki karşılıklı nokta yanında kesişirler, ki, o noktaların arasında her birinden yarım daire meydana gele. Zira ki, burçlar dairesi gün eşitleyicisi gibi büyüktür. O noktanın biri ki, burçlar feleği, gün eşitleyicisinden kuzeye meylini ondan başlar. ona: Bahar eşitlik noktası (21 mart) derler. Zira ki, güneş buraya geldikte Çok yerde bahar mevsimi belirir. Bunun karşısındaki noktaya: Güz eşitlik noktası (21 aralık) derler. Yine azımdır ki, burçlar dairesinin, gün eşitleyicisinden nihaî uzaklığı, yarı dairelerinin ortasında iki nokta yanında olur ki: Biri kuzey kutbu sebtindedir ve ona: Yaz dönümü derler. Öbürü güney kutbu semtindedir ve ona: Kış dönümü noktası derler. Şimdi bu iki kesişme ve iki nihaî uzaklık ile burçlar dairesinin dört noktası belirlenmiştir. Onlar da dörtte bire bölünür. Bundan sonra bu dört çeyrekten iki çeyrek bitişiğin her biri üzerinde iki nokta farzolunmuştur ki, onlarla o çeyrekler üzer eşit bölüme bulunmuştur. Bundan sonra altı büyük daire hayal olunmuştur ki, hepsi iki karşılıklı noktada yani iki burçlar kutbu üzerinde kesişmişlerdir.
Üçüncü daire, dört kutuptan geçen dairedir ki: Adı geçen altı dairenin biridir. Bunun âlem küresi üzerinde iki kutbu, orta noktadır. Bu daire âlemin iki kutbundan ve iki kutup burcundan, iki değişim noktasından geçmiştir. Onun için bulan: Dört kutbu geçen daire derler. Bu altı hayalî dairenin biri o dairedir ki, iki orta noktadan geçmiştir. Kutupları, iki değişim noktası olmuştur. Altı daireden geriye kalan dört daire, o iki çeyrek üzerinde farzolunan dört noktadan ve o dördün karşısında bulunan öteki dört noktadan geçmişlerdir. Bunların kutupları burçlar dairesi üzerinde farzolunan noktalardır. Şimdi sekizinci felek, bu altı daire ile oniki kısım olmuştur. Her bir kısmını, iki yarım daire kuşatmıştır. Her kısmında, burçlar kuşağında bulunanlar burçlar kavsi adıyla şöhret bulmuştur. Onun için sekizinci feleğin ismi: Burçlar feleği olmuştur. Bu altı daire, âlemi keser farzolunsa, büyük felek ve benzer feleklerin cümlesi, oniki burca bölünür. Dördüncü daire, ufuk dairesidir. Bu hareket eden bir büyük dairedir ki feleğin görünen yarısından görünmeyen yarısını ayırmıştır. Buna nispetle yıldızların doğuş ve batışları belirlenmiş ve bilinmiştir. Bunun iki kutbu; başucu (zenit), ayakucu (nadir) bulunan iki noktadır. Ufuk dairesi, gündönümünü iki noktada kesmiştir ki, birine doğu noktası ve doğu gün- eşitleyici; birine batı noktası ve batı güneşitleyici derler. Bu iki nokta arasını birleştiren doğru çizgiye: Doğu ve batı çizgisi ve güneşitleyici çizgi derler. Bu ufuk dairesinin burçlar dairesi ile kesiştiği iki noktaya, doğan ve batan derler. Doğu noktası ile burçlar dairesi, ya yıldız merkezi arasında ufuk dairesinden vâki olan kısa kavse doğu siası (Amplitude); doğu noktası ile onların arasında bulunan kavse batı siası derler. Bu ufuk dairesine paralel olan küçük dairelere köprüler derler; Ufuk dairesinin üstündekilere yüksek köprüler derler. Altında bulunanlara alçak köprüler derler.
Beşinci daire, gün yarısı dairesidir. Bu dahi hareket eden bir büyük dairedir ki, âlemin iki kutbundan ve başucu, ayakucu noktalarından geçmiştir. Bunun iki kutbu, doğu noktası ve batı noktasıdır. Bu gün yarısı dairesi, ufuk dairesini iki noktada kesmiştir. Biri güney noktası, biri kuzey noktasıdır. Bu iki noktanın arasını birleştiren çizgiye; gün yarısı çizgisi, zeval çizgisi, güney ve kuzey çizgisi derler. Bunların hepsi dokuz enlemin gayrisindedir.
Altıncı daire, yükseklik dairesidir. Buna başucu dairesi dahi derler. Bu hareket eden bir büyük dairedir ki, başucu ve ayakucundan geçip, o çizginin tepesinden geçmiştir ki o çizgi, âlemin merkezinden gelip, güneşin merkezinden ya yıldızdan geçip, üst feleğin yüzeyine çıkmıştır. Bu yükseklik dairesi, ufuk dairesini dik açılar üzere iki ortada kesmiştir. O noktalar sabit olmayıp, ufuk dairesi üzerinde yıldız ve güneşin intikali sebebiyle yer değiştirirler. Her birine başucu noktası adı verilir. Bu noktalarla doğu ve batı noktaları arasında ufuk dairesinde bulunan kavse, başucu noktası derler. Bu iki başucu noktasıyla güney ve kuzey noktaları arasında bulunan kavse, başucunun bütünü derler. Bu yükseklik dairesi, gün yarısı dairesine bir gün bir gecede iki defa çakışır.
Yedinci daire, semtlerin ilk dairesidir. Bu hareket eden bir büyük dairedir ki; başucu ve ayakucu noktasından, doğu ve batı noktasından geçer. Bunun kutupları güney ve kuzey noktalarıdır. Bu daire, gün yarısı noktası, ile başucu ve ayakucu noktasında dik açılar üzere kesişmiştir. Alem küresi bu daire ile ve gün yarısı dairesi ile sekiz eşit kısım olmuştur ki: Dördü yerin üzerinde, dördü ufkun altında bulunmuştur. Bu daireye onun için semtler ilk dairesi derler. Yükseklik dairesi bunun üzerine çakıştıkta; onun kavsi, başucu, başucu bütünü kalmaz. Semtler ilk dairesine teğet olan günlük dönüm noktalarına, bölge dönüm noktaları derler ki, o bölgelerde oturanların başucu dönüm noktalarıdır.
Sekizinci daire, eğilim dairesidir ki; bu dahi hareket eden bir büyük dairedir. Güneşitleyici dairenin iki kutbundan geçmiştir. Güneşitleyiciden, yıldız ve burçlar kuşağının eğilimi bununla bilinmiştir. Buna ilk eğilim denmiştir.
Dokuzuncu daire, enlem dairesidir. Bu dahi hareket eden bir büyük dairedir ki, burçlar feleğinin iki kutbundan geçip, o çizginin başucundan geçmiştir. O çizgi âlemin merkezinden gelip, yıldızın merkezinden geçip, burçlar feleğinin yüzeyine çıkmıştır. Bu enlem dairesi ile, yıldızın enlemi bilinmiştir. Güneşitleyiciden, burçlar feleğinin ikinci eğilimi bununla bulunmuştur.
Onuncu daire, görünen göğün orta dairesidir. Bu daire, burçlar kuşağının ve ufuk dairesinin kutuplarından geçmiştir. Bunun iki kutbu, doğu ve batı noktalarıdır. Ufuk dairesi ile burçlar kuşağının ufku arasında veya aksiyle bu dairede oluşan kısa kavis, görünen iklim enlemidir. Burada, bu büyük daireleri açıklamakla yetinip, kalan daireleri, yerleri geldikçe yazılmak hoş gelmiştir.
Beşinci Madde
Feleklerin bütün tabakalarının yapısını; feleklerin parçalarının hareketlerini: Günlük dönüş hareketinin keyfiyetini; yönlerin sınırlanmasını; yüksek gök cisimlerinin mahiyetini özet olarak bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Kainatın yaratıcısı ve düzenleyicisi olan Cenab-ı Hak'kın murad ve yaratmasıyla bütün feleklerin cisimleri, toprağa varıncaya kadar dört unsur; lahana yaprakları gibi biribirinin içinde dürülmüş olup, bir düzen üzere büyüğü küçüğünü kuşatmış ve her yönden birbirine teğet ve sürekli, hepsi bir tek küre şekline girip; cisimler âleminin Rabbani hikmetle güzel bir nizam üzere temeli atılmış ve tesis olunmuştur. Bu şaşırtıcı ve garip bileşim heykelinin şekil ve yapısı; bütün İslâm filozoflarının ve din âlimlerinin çoğunun birbirlerine yakın görüşleriyle şöyle alınıp, kabul edilmiştir: Cisimler âlemi, biribirini kuşatan küreler ve unsurlar üzerinde soğan kabukları gibi tabakalar halinde olup, hepsi bir top şekline girmiştir. Esîrî cisimler yani külli felekler dokuz tane olup, bütün yüksek cisimlerin ve alçak unsurların iç gözeneğinde varsayılan bir cüz bulunur ki, o, âlemin merkezi ve herşeyin esasıdır. Bu dokuz göğün en büyüğü, atlas feleğidir ki, cihanın yönlerinin sınırlayıcısı ve zamanın vakitlerinin belirleyicisi odur. Bu felek, öteki felekleri avucunun içine alıp, yirmidört saatte bir kere, ışıldayan, sabit ve gezegen yıldızları tümüyle doğudan batıya devreder. Bu doğuş ve batış ki; gece ve gündüz, aydınlık ve karanlık sürekli böyle oluşur. Hepsi onun hareketine dayalı ve bağlıdır. Bu dokuz feleğin sonuncusu, ay feleğidir, ki, atmosferi, oluşum ve bozuşum âlemini, eşyayı her taraftan kuşatmıştır. Dört unsurun küreleri, ay feleğinin içinde mertebelerince durmuş ve yerleşmişlerdir. Her durumda çevre tarafı üst yön, merkez tarafı al yön olup; yeryüzünde ve suda ayakta duran ve gezenlerin başları, ay feleği tarafına; ayakları âlemin merkezi tarafına olduğu bir gerçektir.
Bu dokuz felek ve içindekiler, saf, ışıklı ve şeffaf olup, saffetlerinin kemalinden bunlara: Kâh billur, kâh buzlu, kâh sulu demişlerdir. Gerçek feleklerin cüzlerinin tamamı ve unsurların parçalarının arasında fazlalık ve boşluk olmadığında filozofların hepsi birleşmişlerdir. Lakin büyük feleğin gerisinde ısrarla sözü edilen hoşluğu; ilk filozofar maddeden soyutlanmış bir bulut mevcuttur demişler, kelam bilginleri bunu hayalî boşluk ile tabir ve tefsir etmişlerdir. Çünkü tüm feleklerin belirlenmesi, göklerin durumlarını kavramaya yetmeyip; astronomlar, yedi gezegene ârız olan işleri gözetlediler. Yani bu gezegenlerde kâh doğruluk, kâh durgunluk, kâh yavaşlık, kâh sürat ve kâh geri dönüş görüp; kâh güneş gibi genel eğilimden ibaret olan iki değişim noktası arasında gezindiklerini ve kâh diğer gezegenler gibi değişim noktalarının güney ve kuzeye iyice kaydığını ve kâh ışıkları çoğaldığını ve kâh ışıkları azalıp böyle durumlarla kâh yere yakın kâh uzak olduklarını: Ay ve güneş tutulmaları dahi belirli olmayıp; bazen tam, bazen cüzî tutulma olduklarını görüp, olaylar üzerinde düşünceye daldılar. Elhasıl, ta ki onlar, göklerin bu gibi çeşitli işlerini incelediler. Böylece sebeblerini, illetlerini şerh ve beyan ettiler.
Takvimde düzeltme yaptılar, ekleme ve çıkarmalarda bulundular. Düzenlemede külli feleğin içlerinde yani merkezleri bitişik olan iki paralel düzlem arasında bulunan boşluklarda, yeryüzünü içine alan ve almayan merkezleri ve kutupları, bitişik, ayrı; kalınlık ve incelikte eşit ola ve olmayan nice nice cüzi felekler varsaymaya muhtaç olup; bunları, bedenin azalarına benzetip, dönen ikinci felekler olarak itibar ettiler. Şimdi biz, o göklerin ve yerin yoktan varedicisi hâkim yaratıcı Allah'ın sanatının inceliklerini, hikmetinin hakikatlerini fikredip düşünerek, onu tanımak isteyenlere, feleklerin cüzlerinin tahlili kolaylaştırıp bu hususları ve benzerlerini anlatmak üzere, somut bir şekil olsun için feleklerin tümünün şekil ve suretlerini tasvir etmişizdir. Bundan sonra feleklerden toprağa inip, oradan kendine gelip, Rabbini bulmak için göklerin tertibini açıklamak ve yazmakta yukarıdan aşağıya inme yolunu tutmuşuzdur.
Bütün feleklerin sureti budur:
Altıncı Madde
Atlas feleğinin yapısını, sürat ve günlük hareketini ve bütün feleklere ve unsurlara olan tahakküm ve tasullutunu ve boşluğunun genişliğini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, astronomlar demişlerdir ki: Yüksek felek ki, ay feleğine nispetle dokuzuncudur. Yukarıda açıklandığı üzere nice namv e şan ile şöhret bulmuştur. Merkezi, âlemin merkezi; kutbu, âlemin kutbu olup, iki paralel düzeyle kuşatılmış bir yuvarlak cisim ve yıldızlardan arınmış olmakla; atlas feleği adını almıştır. Bütün gök ve yer cisimlerini kuşatmış olmakla; cisimler âlemi kendinde son bulup, gerçeküstü ve cihanın sınırlayıcısı olmuştur. Göklerin ötesinde boşluk ve doluluk olmadığı farzolunmakla; bunun yumru düzeyi, bir nesneye dokunmaktan uzaktır. Billur gibi saf ve basit bir cisimdir. Bütün süslerden arınmıştır. Lakin çukurumsu düzeyi, kendi hoşluğunda olan sabit feleklerin yumru düzeylerine teğettir. Bu büyük feleğin altında cüzî felekler farzolunmaya ihtiyaç olmayıp, ancak büyük dairelerden güneşitleyici dairesi, bunun çevresinde ve iki yarım kutbunda eğim dairesi var sayılmıştır. Büyük felek, bu denli genişlik ve büyüklüğüyle âlemin merkezi çvresinde, doğudan batıya süratli vaziyette hareketiyle, içinde olan felekleri toptan ve ateş küresi ve hava süresinden bir miktarı döndürüp, yirmi dört saatte bir dönüşünü tamam eder.
Her feleğin bir yeri ve meydanı vardır ki, ondan asla ayrılmaz. Lakin kendi mekânında bütün cüzleriyle düzenli bir şekilde hareket edicidir. Bir göz kırpması kadar bile duraklamaz. Büyük feleğin,kuşağındaki hareketi oldukça süratlidir. Nitekim geometrik delillerle sabittir ki, cins atın koşu anında iki ayağını kaldırıp koyuncaya kadar, büyük felek üçbin mil mesafe kateder. Yaratıcı ve hakîm olan Allah, her şeyden münezzehtir. Bu ne şaşırtıcı sürat ve acaip kuvvettir ki, bir lahzada, kutru yerküreden büyük olan güneşi feleğiyle alıp gider. Bu sürate evvela Hadisi şerif şehadet eder ki; Habib- i Ekrem sallallahüaleyhivesellem, Cebrail aleyhisselema: Zeval vaktinden sormuştur ki: "Ey kardeşim Cebrail, zeval vakti mi?" Cebrail cevap vermiştir ki: "Hayır. Evet..." Habib-i Ekrem (s.a.v.) sormuştur ki: "Hayır'dan sonra niçin evet dedin?" Cebrail cevap vermiştir ki: "Sen sorduğunda, henüz güneş zeval noktasına gelmemişti. Ben, hayır, deyinceye dek beşyüz mil yolu katedip, gün yarılayıcı noktadan zeval noktasına gelmişti. Onun için evet, dedim."
Hak Taala bunu, nass ile bildirmiştir ki: "Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur." (36/38) Gerçi matematikçiler ve geometriciler, feleklerin ve yıldızların uzaklıklarının ve cisimlerinin ölçülerini hesap ve kıyas ile uzun uzadıya beyan edip açıklamışlardır. Lakin büyük feleğin azametinin ölçüsünü bilmekte, genişlik ve uzunluğunu belirlemekte ve âlemin merkezinden yumru düzeyinin uzaklığını hesap ve kıyas etmekten acz ve kusurlarını itiraf ve ikrar edip; onu ancak yaratan Yaratıcı bilir, demişlerdir. Fakat diğer felekleri, sabit yıldızları ve gezegenleri, matematikçiler ve geometriler, gök gözetim âletleriyle ölçüp takdir ettikleri üzere, burada bir miktar işaretle beyan etmek münasip görülmüştür. Ta ki bizim maksadımız olan Mevla'yı tanımaya vesile bulan, onun ince sanatlarını fikretmek, hikmetlerinin sırlarını düşünmek, kudret ve azametinin eserlerini temaşa eden akıl sahiplerine kolaylık olup; hepsini kendi vücutlarında mevcut görüp, kendilerini tanıyıcı olalar. Buradan da Allah'ı tanımaya yol bulalar. Gerçi felekleri ve yıldızları ölçüp takdir etmek, cebir hesaplarından habersiz olan kimselere uzak ve muhal görünür. Lakin bunlar, aslında gerçek ve sabit olan kesin ilimlerin kaideleri üzerine kurulu aklî hükümlerdir. Ama yüksek cisimlerin mahiyeti, eski filozoflara göre felekler, yıldızlar basit cisimlerdir: Ne hafiftir, ne sıcaktır, ne soğuktur, ne yaştır, ne kurudur; ne yanma ne yapışma kabul ederler; oldukça latif ve saftırlar. Nitekim Hak Taala buyurmuştur: "Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (40/57)
Kudret ve celal sahibi büyük Allah münezzehtir. Alemi örneksiz yaratan, feleklerin hareketini, gece ile gündüzün biribirini takip etmesini misalsiz var eden Allah münezzehtir. "Rabbimiz, sen gökleri ve yeri boşuna yaratmadın, sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru." (3/191) Bizi, göklerin ve yerin yaratılışını, gece ile gündüzün değişimini düşünen kullarından eyle!
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca