Thread Rating:
  • 17 Vote(s) - 2.82 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
AVRUPA: NÜFUS, YERLEŞME VE EKONOMİK FAALİYETLER
#1
Oku-1 
   

AVRUPA: NÜFUS, YERLEŞME VE EKONOMİK FAALİYETLER

Avrupa’nın beşerî coğrafyasının ele alındığı altıncı bölümde, bölgenin yerleşilmesi, nüfusun dağılışı ve şehirleşme üzerinde durulacaktır. Daha sonra, “Sanayi Devrimi”nin beşiği olan Avrupa’da ekonomik gelişme ve sanayi faaliyetlerine değinilecek ve sanayi bölgeleri ele alınacaktır. Dersin son bölümünde Avrupa’nın bölgelerine giriş yapılacak ve beş bölgeden ilki olan “Batı Avrupa” da bu bölümde işlenecektir.

6.1. Nüfus ve Yerleşme

2000 yıldan fazla bir süredir Avrupa teknolojik yenilikler, toplumsal ilerlemeler ve insanlığın aydınlanmasıyla ilgili başka birçok gelişmenin ocağı olmuştur. Ticaret ve sömürgecilik faaliyetleri yoluyla Avrupalılar kendi kültürlerinin elemanlarını yakın yüzyıllarda dünyanın her tarafına yaymışlar; ancak, bunu yaparken yerli toplumlar üzerinde çok ağır etkiler bırakmışlardır. Avrupa kültür gelişmesinin geçmişi Nil Vadisi ve Güneybatı Asya’ya kadar uzanır. MÖ 5000 yılında neolitik insan, tarım ve hayvancılık uygulamalarını da beraberinde getirerek, Asya’dan batıya doğru göçe başlamıştı. Birkaç bin yıl içinde yerleşik hâle geçerek “medenileşmiş yaşam” kavramını ortaya çıkaran bu insanlar Avrupa’nın her yerine yayıldılar ve Avrupalı yaşam tarzını da yaydılar. Bu arada Yunan medeniyetiyle de bağlantılı olmuştu bu gelişmeler. Daha sonra Roma İmparatorluğu egemen kültürel güç hâline geldi ve MS 4. yüzyıl sonlarına doğru Roma’nın etkisi bütün Akdeniz alanına yayıldı ve kuzeyde İngiltere’ye kadar uzandı. Askerî fetihlerle, şehirler inşa ederek ve iletişimi kolaylaştıracak bir karayolları ağı oluşturarak, Roma, bütün imparatorluk boyunca süren bir kültürel iz bırakmıştı. Önemli katkıları arasında Latin dili, Hıristiyan dini, hukuk ve siyasetle ilgili kavramlar, tarımsal ve teknolojik uygulamalar ve sayısız şehrin kuruluşu vardır. Daha sonra, bilindiği gibi, Avrupa kültürü Karanlık Çağ denilen bir devire girmişti.

Onbeşinci yüzyılın keşifler ve icatlar çağının başlamasıyla birlikte, güç ve etkinin odak noktası İber Yarımadası’na ve yavaş yavaş da Atlas Okyanusu’na bakan diğer ülkelere kaymıştı. Önce Portekiz ve İspanya tarafından başlatılan, daha sonra İngiltere, Fransa ve Hollanda’nın bu iki ülkeyi izlediği keşifler sömürge imparatorluklarının kurulmasına ve milyonlarca Avrupalının da Yeni Dünya’ya göçmesine yol açmıştı. Sömürgelerdeki çevre ve insan kaynaklarının işletilmesinin Avrupa’da belli başlı ekonomik ve siyasal güçlerin gelişmesine katkısı büyük olmuştur. Bununla birlikte, birçok kültürel özelliğin yayılmasında rol oynayan Avrupalılar, keşifler çağıyla birlikte, yalnızca kendi bildiklerini dünyanın başka yerlerine kabul ettirmeye çalışmamışlar, “bilgi güçtür” (Francis Bacon) inancıyla başkalarından da çok şey öğrenmişler ve benimsedikleri fikirleri dünyanın başka yerlerine taşımışlardı. Bu çağ boyunca bütün medeniyetlerle temasa gelen yalnızca Avrupalılar olduğu için de, dünya bilgi ve ürünlerinin “yıkanma“ yeri de Avrupa olmuştu. Böylece, hiyerarşik yayılma şeklinde kültürel yayılmayla küresel bilgi Avrupa’dan dünyanın diğer kısımlarına aktarılmaya başlandı.

Avrupalılar Asya’dan aldıkları şeker kamışını Karayip bölgesine taşımışlar; Güneydoğu Asya’daki muzu Güney Amerika’ya; kakaoyu Meksika’dan Afrika’ya, kahveyi Arabistan’dan Güney Amerika’ya getirip ekmişlerdir. İlginç olan husus da daha sonra bu ürünlerin yetiştirilmesinin getirildikleri ülkelerin en önemli tarımsal faaliyetleri hâline gelmesidir. Avrupalılar birçok maddenin üretiminin yerini değiştirmekle kalmamış, birçok maddeyi de dünyanın her tarafındaki pazarlarda satılmak üzere, dünya ticaretine sokmuşlar; yeni pazarlar yaratmışlar, üretim, taşıma, pazarlama ve tüketimde her aşamanın kontrolünü ellerinde tutmuşlardır. Hint mallarını Çin’e, Güney Amerika mallarını Afrika ve Asya’ya tanıtırken, bir İngiliz Çin’den çaldığı çay bitkisini Kalküta’da yetiştirerek Hindistan ve Seylan’da (Sri Lanka) çay tarımı faaliyetinin gelişmesine yol açmıştır.

Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında dünyayı etkileyen iki büyük devrim –Sanayi Devrimi ve Demokratik Devrim- de batı Avrupa’da başlatılmıştı. Buharın makineye uygulanmasının hızlandırdığı Sanayi Devrimi, mamul maddeler üretiminde ve de doğal kaynakların tüketiminde büyük artışlara yol açarken ticaret ağlarını genişletmiş ve sanayi şehirlerinin hızla büyümelerini sağlamıştı. Avrupa dünyanın ilk sanayi-şehir toplumunun gelişme merkezi ve- yerini yirminci yüzyıl başlarında ABD’ye bırakıncaya kadar- dünyanın egemen gücü hâline gelmişti. Demokratik Devrim ise aristokratların yönetimine ve çoğu fabrika işçisinin olumsuz toplumsal ve ekonomik koşullarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” (“Liberté, égalité, fraternité”) kavram üçlüsü bireysel insan hakları için bir rehber olarak geniş bir kabul görmüştü. Yönetilen halk, yönetim siyasetlerinin belirlenmesinde kendi seslerinin de çıkmasını hakları olarak talep etmişlerdi. Avrupa’dan çıkan bu devrimler, eşit olarak değilse de, büyük ölçüde dünyaya yayıldı. Günümüzde dünyadaki çatışmaların çoğunun nedeninin insan hakları konusundaki görüş farklılıklarına ve toplumların sanayileşmelerindeki düzey farklılıklarına gittiği görülmektedir.

Son kırk-elli yılda, yüzyıllarca süren çatışma ve iki dünya savaşının trajedilerini yaşadıktan sonra, Avrupalı devletler dayanışma yoluyla daha fazla ekonomik ve siyasal güç arama eğilimi sergilemişlerdir. Kıtanın siyasal parçalanmışlığıyla bağlantılı, daha önce mevcut dezavantajlar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aşama aşama geliştirilen Avrupa Topluluğu, ulusal ekonomi ve ulusal yönetimlerin bütünleşmesi için esas birlik olarak ortaya çıkmıştır. Savaş sonrası dönemin büyük kısmında Avrupa’nın bütünleşmesinde en önemli engel, Doğu Avrupa’nın komünist ülkelerini yalıtmak için inşa edilen “Demir Perde” olmuştu. 1989’dan sonra, komünizmin çöküşüyle, Batı Avrupa devletlerinin Doğu Avrupa’daki komşularına erişme ve kıtanın birleşme sürecini ilerletme olanağı yeniden doğmuştur.

Avrupa, modern zamanlarda, Amerikalara, Avustralya’ya ve başka deniz-aşırı âlemlere yerleştirmek üzere milyonlarca nüfusunu göndermişti. Yerel toplumlara üstün geldikleri yerlerde Avrupa’dan gelen beyaz yerleşmeciler yeni topluluklar yaratmışlardı. Yeni vatanları olan Güney Afrika ve Cezayir gibi azınlıkta kaldıkları yerlerde bile temelden büyük değişikliklere yol açmışlardı. Şimdi ise Avrupa kendisi bir göçmen dalgasıyla karşı karşıya bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonundan beri çok sayıda göçmen Avrupa’ya, fakat özellikle de Batı Avrupa’ya gelmiştir. 1990’a doğru Batı Avrupa’da, bölge nüfusunun yüzde 8’den fazlasını oluşturan 13 milyon göçmen yaşamaya başlamıştır. 1960’lar ve 1970’lerde Avrupa’daki sanayi patlaması sırasında ortaya çıkan iş olanaklarından yararlanmak üzere gelenlerin hemen hemen tümü, birçoğu nispeten yakın ülkelerden (Türkiye ve Cezayir gibi) olmak üzere, Üçüncü Dünya’dandı. Diğerleri de, sömürge döneminden dolayı kendi haklarını kullanarak, Endonezya, Angola ve Surinam gibi daha uzakta kalan, bir zamanların sömürgelerinden gelmişlerdi. Kökenleri ne olursa olsun, büyük bir çoğunluk, iş olanaklarının ve diğer kolaylıkların yer aldığı Avrupa’nın büyük şehirlerine yerleştiler.

Avrupa’daki kalkınma patlaması sırasında bu göçmenler kendilerine iş bulmuşlar ve genellikle hoş karşılanmışlardı. Fakat Batı Avrupa ekonomisi 1980’lerde yavaşladığında, yeni gelenler de artık hoş karşılanmıyorlardı. Daha fazla göçmene karşı muhalefet arttı; azalan işlerle ilgili olarak göçmenlerle Avrupalılar arasındaki rekabet de arttı. Şehirlerdeki toplumsal sorunlar da buna paralel olarak yoğunlaştı. Üçüncü Dünya göçmenleri için Avrupa, Avrupalıların Amerika’da buldukları erime potası ortamı olamıyordu. Avrupalı hükümetlere karşı ayırımcılık suçlamaları yöneltilirken, etnik mahallelere sahip birçok Avrupa şehri de daha önce hazırlıklı olmadıkları sorunların içinde buldular kendilerini.

Paris ve Amsterdam gibi belli başlı Avrupa şehirlerinin çoğunda, göçmenlerin kendi kültürlerinin bazı yanlarını ektikleri geniş mahalleler vardır artık. Fransa’nın önde gelen şehirleri (yalnızca Paris değil, Lyon ve Marsilya da) İslâm’ın hüküm sürdüğü, sokak işaretlerinin Arapça ve atmosferin Fas, Tunus ya da Cezayir şehrindeki gibi olduğu banliyölere sahiptir. Almanya’nın batısındaki şehirlerde Türklerin damgası da aynı şekilde güçlüdür. Amsterdam’da 300,000’in üzerindeki Surinamlı göçmen şehrin çehresini değiştirmiştir -eski sömürge nüfusunun yaklaşık yarısı şimdi Hollanda’da yaşamaktadır. Günümüzde Amsterdam’daki şehir içi okullardaki çocukların yarısı Hollandalı değildir ve şehrin toplumsal coğrafyası, beyaz sakinleri dış banliyölere taşındıkça, daha da hızla değişmektedir. Esas olarak Surinamlıların oluşturduğu siyahların şehir içindeki sayıları gittikçe artmaktadır ve şehrin toplam nüfusunun üçte birini aşacağı beklenmektedir. Bu tür değişimler, doğal olarak, kolaylıkla meydana gelmez; Amsterdam gibi birçok Avrupa şehri de gittikçe artan suçluluk ve bağlantılı sorunların sıkıntısını çekerek bunun bedelini ödemektedirler.

Böylece, bir yamalı toplum ve gelenekler hâline gelen Batı Avrupa’nın kendisi de yeni uyum sağlama ihtiyacı ve yeni bir toplumsal harita gerçeği ile karşı karşıyadır. Avrupa, “en uluslararası âlem” olarak tanımlanmıştır hep; şimdi de, yaşlanan nüfus yeni yeni göçmen akımlarına yol açtıkça, “en kültürlerarası âlem” hâline gelecektir.

6.1.1. Nüfusun Dağılışı

Avrupa, özellikle daha geç keşfedilen kıta ve bölgelere milyonlarca nüfusunu gönderdiği ve son iki yüzyıl içindeki savaşlarda yine milyonlarca nüfusunu kaybettiği hâlde, dünyanın en fazla değil ama en yoğun nüfuslu kıtası olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Bununla birlikte, çeşitli ülkelerinde doğumların azalması ve nüfusun artış eğiliminin son derece yavaşlaması nedeniyle bir nüfus azalmasıyla karşı karşıya bulunmaktadır.

Her ne kadar Avrupa, Kuzey Çin ya da İndus Vadisi gibi ilk medeniyetlerin geliştiği alanlardan birisi değilse de, dünyanın yerleşilmiş en eski alanlarından birisidir. Avrupa’da özellikle büyük demografik sonuç doğuran olgu Sanayi Devrimi olmuştur. Şehirlere olan göçlerle birlikte şehirlerin büyümesi teşvik edilmiş ve nüfus artışı hızlanmıştır. Bölge en uzun sanayi geçmişine sahip olduğu için, Avrupa şehirlerin en fazla yoğunlaştığı ve nüfus artışının da en düşük oranda gerçekleştiği kıta olma özelliğini taşımaktadır.

Avrupa’nın oldukça büyük nüfus yoğunlukları içinde en göze çarpanı, genellikle Avrupa nüfus ekseni olarak da adlandırılan doğu-batı uzanımlı kuşaktır. Bu kuşak, merkezî ve güney İngiltere’den, Hollanda, Belçika, kuzey Fransa, Almanya, Polonya’yı geçerek doğuya, Ukrayna ve Rusya’ya doğru uzanır. Kuşağın büyük kısmı, tarımsal bakımdan oldukça verimli Büyük Avrupa Ovası içinde kalırsa da, burada çok az sayıda nüfus tarımla uğraşmaktadır. Buna karşılık, nüfusun çok büyük kısmı, akarsular ve kıyılar boyunca, Avrupa’nın bu kısmındaki kömür havzaları ve sanayi bölgelerinde yer alan sayısız şehir ve kasabada yaşamaktadır. Aslında burada tek tek büyük şehirlerden değil, yer yer neredeyse kesintisiz uzanan birden çok şehirsel kuşaktan söz edilebilir. Londra, Manchester, Brüksel, Amsterdam, Rotterdam, Essen, Berlin, Varşova ve daha güneyde Münih, Viyana, Prag ve Budapeşte bu kuşaklar içinde önde gelen şehirlerinden yalnızca birkaçıdır. Buna karşılık, İskandinavya’ya ve Baltık ülkelerine doğru ülkelerin toplam nüfus miktarları ve nüfus yoğunlukları azalır. Zaten doğum azlığı (yıllık artış hızı yüzde 0.1 ile 0.3 arasında) nedeniyle nüfus artışında sıkıntılar olan İskandinav ülkeleri ile nüfusları genelde azalma eğiliminde olan Baltık ülkelerinin tümü 10’ar milyonun çok altında nüfusa sahiptirler.

Akdeniz ülkeleri büyük bir nüfus toplanması meydana getirmezler. Akdeniz Avrupa’sının sınırlı olan alçak alanlarında yüksek yoğunluklar yer almaktadır. Akdeniz’in en kalabalık ülkesi İtalya’dır. Ülkenin kuzeyindeki Po Nehri vadisi bütün Akdeniz Avrupa’sındaki en büyük nüfus toplanma alanıdır. Zengin alüvyal topraklarıyla verimli tarım alanlarını içine aldığı gibi, büyük sanayi şehirleri Milano ve Torino da burada yer almaktadır. Marsilya’nın 1.5 milyon nüfusuyla en büyük şehirsel merkez olduğu Fransa’nın güneydoğusundaki Rhône Vadisi, İspanya’nın doğu kıyısı (Barselona en büyük merkez) ve Yunanistan’da Atina metropoliten alanı da Akdeniz’in oldukça yoğun nüfuslu diğer yerlerini oluşturmaktadırlar.

6.2. Ekonomik Gelişme ve Sanayi Faaliyetleri

Sanayi Devriminin başladığı ve dünyadaki ilk sanayi bölgelerinin oluştuğu Atlas Okyanusu’nun kuzeydoğu kesiminde -Batı Avrupa ülkelerinde- sanayi faaliyetleri, genelde, hâlâ yapılarını ve görünümlerini korumaktadırlar. Avrupa sanayi bölgeleri, Avrupa Birliği’nin odak noktasını, ana damarını oluştururlar.

İngiltere’de, maden kömürünün harekete geçirdiği sanayi faaliyetleri, zamanında, dünyada eşi olmayan bir alansal uzmanlaşma kalıbı meydana getirmişti. Günümüzde bu kalıbın büyük kısmı, farklılaşma, yeniden-yerleşme ve çeşitli hatalar nedeniyle kaybolmuş; İngiltere, modern teknolojik gelişmelere ayak uydurmada başarısız kalmıştır. Bir zamanlar sanayinin modernleşmesinin adeta anıtı olan fabrikalar aslında hâlâ işletilmektedir ama yaşlanmış, yetersiz, yavaş, verimsiz ve işletilmesi pahalıya mal olarak. Kuzey İngiltere’deki Midlands sanayi şehirlerinin büyük ölçüde önem kaybetmeleriyle, buralardaki sanayi yatırımlarının yönelebildikleri yer, İngiltere’nin tarihi odak noktası olmuştur; yani, Londra. İngiliz Adaları’nın hâlâ en büyük iç pazarı olan Londra, dış pazarların rekabeti arttıkça yerel imalâtçılar için daha da önemli hâle gelen bir pazar olmuştur. Bütün bu gelişmeler, enerji sağlanmasında maden kömürünün azalan (nükleer enerjinin artan) önemini, durmadan yenilenen makineleşmeye ayak uydurma arzusunu ve dev bir iç pazar oluşturmasına ek olarak Londra’nın iyi bir ithalat limanı da olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Böylece Londra, aynen Paris gibi, Avrupa bölgesi içinde anahtar bir sanayi alt-bölgesi olarak belirmektedir.

Sanayi Devrimi kıta Avrupa’sına yayıldığında Paris zaten Avrupa’nın en büyük şehriydi; ama Paris’in, aynen Londra gibi, yakın çevresinde ne maden kömürü ne de demir yatakları vardı. Paris, çevresindeki yüzlerce kilometrelik alan içindeki en büyük yerel pazardı ve mevcut kara ve suyolu ağına demiryolları da eklendiğinde, şehrin merkeziyet durumu daha da güçlenmişti. Londra örneğinde olduğu gibi, Paris de hemen belli başlı sanayileri kendisine çekmiş ve şehir öteden beri ün yaptığı lüks maddelerin (mücevherat, parfüm ve giyim eşyası) imalatında olduğu kadar, otomobil montaj ve imalâtı, metalürji ve kimyasal maddeler imalâtında da önemli bir büyüme göstermiştir. Hazır ve bol işgücü, mamul maddelerin dağıtımı için ideal bir bölgesel konum, devlet dairelerinin varlığı, yakın bir okyanus limanı (Le Havre) ve Fransa’nın en büyük iç pazarıyla Paris’in büyük bir sanayi merkezi olarak gelişmesi rastlantısal değildir. Fransızlar, Paris dışında da, Avrupalıların diğer yerlerde yaptıklarını yaptılar ve üretim hacmi bakımından başka bölgelerle rekabet edemeyecekleri için uzmanlaştılar -kaliteli dokumada, hassas ölçme aletlerinde, otomobilde ve de tabii şarap ve peynirde.

Gerçekten de, günümüzde Batı Avrupa sanayi bölgelerinin büyük kısmı belirli sanayi ürünleri ticaretinde uzmanlaşmışlardır. Böylece, Avrupa dışında, özellikle Asya ülkelerinin sanayi ürünlerinin rekabetinden kaçınmak yanında, Batı Avrupa ülkeleri arasında da belirli ürünlerde üstünlüğü koruyacak duruma girmişlerdir. Bu durumun meydana gelmesinde, Batı Avrupa ülkelerinin kendi aralarında oluşturdukları Avrupa Birliği’nin (önceki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) etkisi tartışılmaz. Bu örgütlenme, topluluk içindeki her ülkenin, tarım ve diğerlerinde olduğu gibi, sanayide de rolünün belirlenmesini gerekli kılmıştır.

Avrupa’nın maden kömürü yatakları, batıdan doğuya doğru uzanan bir kuşak hâlindedir ve bu kuşak sanayinin de geliştiği alan olmuştur: Güney İngiltere’den başlayıp, kuzey Fransa ve güney Belçika, Hollanda, Almanya’dan geçerek güney Polonya’da Silezya’ya kadar uzanır bu kuşak. Demir cevheri de hemen hemen aynı kuşakta yer aldığından, Avrupa’nın Sanayi Kuşağı böylece daha iyi anlaşılmış olur. Örneğin Almanya’da sanayi Avrupa Sanayi Kuşağı içinde kalan alanda, maden kömürü yataklarına bağlı olarak, yoğunlaşmıştır. Savaş öncesi dönemde üç büyük sanayi alanı ortaya çıkmıştı: Batıda Hollanda sınırına yakın Ruhr; Çekoslovakya sınırına yakın (şimdi Almanya’nın doğusunda) Saksonya; ve şimdi Polonya’da kalan Silezya. Savaş sonrasında Almanya’nın elinde bunlardan yalnızca Ruhr kalmıştı, fakat Ruhr gelişerek Avrupa’nın en yoğun sanayi bölgesine dönüştü. Günümüzde Almanya Avrupa’nın da en büyük gücü durumundadır. Adını Rhein Nehri’nin küçük bir kolundan alan ve 9,934 km2’lik bir alan kaplayan Ruhr sanayi bölgesinde yüksek nitelikli kaynaklar, çok iyi bir erişebilirlik (Köln, Bonn ve Dortmund havalimanları, Duisburg’da dünyanın en büyük, Köln’de ise Avrupa’nın ikinci büyük kara içi limanı) ve büyük pazarlara yakınlık (Köln-Düsseldorf-Duisburg-Essen-Dortmund) bir bileşim hâlinde avantaj oluşturmaktadırlar. Yerel demir cevheri yatakları tükendiğinde, ithal demir cevherini tek bir yüklemeyle getirmek, bu yüzden, çok kolay olmuştu. 1870’lerden beri ağır sanayi ürünleri (ve de savaş için tanklar ve silahlar) akıtan Ruhr bölgesi, fabrikaları, 11 milyon nüfusu, 3.7 milyon çalışanı (1.5 milyon imalâtta, 2.2 milyon hizmetlerde) ile Avrupa’nın en büyük sanayi konürbasyonudur. Günümüzde de Ruhr avantajlı bir bölge (Almanya’nın 100 büyük şirketinin 40’ı ve 44 üniversite yine burada yer alıyor) olarak kalmışsa da, Kuzey Amerika’da ve Avrupa’nın diğer yerlerindeki tesislerin yaşlanma sorunu burasının (Rheineland ile birlikte) geleceğini de belirsiz bırakmaktadır.

Saksonya ise daima beceri ve kaliteye önem vermiş, optik aletler ve fotoğraf makineleri, dokuma ve seramik gibi ürünleriyle tanınmış bir bölgedir. Leipzig ve Dresden’in şehirsel merkezlerini oluşturduğu Saksonya, şimdi iki Almanya’nın birleşmesinin sancılarını çekmekte fakat aynı zamanda da Almanya’nın ekonomik plancılarının yeniden canlandırmaya çalıştıkları ana hedeflerini oluşturmaktadır. Biraz daha doğuya doğru, şimdi Polonya içinde yer alan ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru da uzanan Silezyada ilk önce Almanlar tarafından geliştirilmişti. Saksonya-Bohemya-Silezya sanayi ekseni kaliteli maden kömürü yatakları ve Ukrayna’dan gelenlerle takviye edilen, daha zayıf demir cevheri yataklarına dayanarak gelişmiştir. Avrupa Sanayi Kuşağı içinde Belçika’da ise iki sanayi koridoru dikkati çekmektedir. Bunlardan biri, maden kömürüne dayalı, Charleroi ve Liège’den geçen, ağır sanayinin yer aldığı doğu-batı ekseni; ikincisi ise, Brüksel ve Antwerp’den geçerek Charleroi’dan kuzeye uzanan, daha hafif ve daha çeşitlenmiş sanayi faaliyetlerinin yer aldığı koridordur.

Avrupa’nın sanayideki başarısı yalnızca hammaddeye dayanmamıştır; usta işgücü ve yüksek derecede uzmanlaşma da yoğun bir ürün değiş-tokuşuna yol açan çeşitli sanayi kuşaklarının oluşmasını sağlamıştır. Bu değiş-tokuş Avrupa’nın doğal ulaşım güzergâhlarıyla çabuklaşmış, insan-yapısı ulaşım ağlarıyla da güçlenmiştir. Böylece de sanayi faaliyetleri ilk çıkış kaynaklarından çok uzaklara, hâlen Avrupa’nın belli başlı sanayi merkezlerinden birisi olan kuzey İtalya’ya, İspanya’da Katalonya (Barselona’da çekirdekleşerek) ve kuzeydoğu İspanya’ya, güney İsveç’e ve güney Finlandiya’ya kadar yayılmıştır. Ancak bunlar ve Avrupa’nın burada belirtilemeyen başka sanayi alanlarının hepsi, kıtanın dev sanayi kütlesi içinde çekirdekleşmiş üst düzeydeki parçaları oluşturmaktadırlar.

Kuzey Amerika’da ve İngiltere’de olduğu gibi, kıta Avrupa’sı ülkelerinde de ilk sanayi bölgeleri maden kömürü ve demir cevherine bağlı olarak ortaya çıkmış ve gelişmişlerdir. Sanayinin yer seçimini etkileyen ekonomik, toplumsal ya da siyasal çeşitli etkenler bu bölgelerin önemlerini korumalarında, kaybetmelerinde ya da yeniden kazanmalarında değişik roller üstlenmişlerdir. Kullanılan hammadde ve enerji kaynağındaki değişimlerle siyasal kararların bir sanayi bölgesi üzerindeki etkisini aşağıya alınan örnek çok iyi resimlendirmektedir:

Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’nde her biri belirli bir sektörde uzmanlaşmış sanayi bölgeleri bulunmakla birlikte, bunların hiç birisi Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da bulunan kuşaklarla boy ölçüşemez. Merkezi planlama ülkeleri olarak anılan bu ülkelerdeki sanayileşmede şimdiye kadar üretim mallarına, özellikle ağır sanayiye önem verilmiş, tüketim malları üzerinde durulmamıştır. Doğu Avrupa sanayi bölgesi, aslında, bu kesimdeki ülkelerdeki komünizm öncesi yatırımlar ve geleneklerden gelmiştir. Son derece farklılaşmış; çoğu kez Sovyetler tarafından üretilen hammaddelere bağımlı kalmış ve özelleşmiş mallar üretmiştir. Komünist planlama ve siyaset, aynen rejim öncesi yatırımların yaptığı gibi, izlerini bırakmıştır. Geri kalan dört bölge ise B.D.T. içinde kalmaktadır. Buralardaki fabrikalar ve üretim türleri büyük çapta planlı ekonomi kökenlidir. Söz konusu dört bölgeden üçü yerel enerji kaynaklarıyla yerel hammaddeye dayalıdır. Ayrıca her biri kendi kendisine yeterli olmaya çalışmıştır. 1990’lardan sonraki çöküş sanayiyi de çok olumsuz etkilemiş; zaten donanım ve işletme açısından köhneleşmiş olan sanayi durma noktasına gelmiştir. Bu ülkeler hâlen bir yeniden-yapılanma ve örgütlenme süreci içindedirler.

Uygulamalar

1) Öğrencilerhem Avrupa genel hem de ülkeler ile ilgili beşerî haritalara bakmalı ve böylece ülkelerin sınırlarını, komşularını ve başlıca yerleşmelerin lokasyonlarını öğrenmelidir. İlgili web sitelerine (wikipedia, World Bank, World Factbook, Encyclopedica Britannica gibi) ve google earth’e bakmaları yararlı olacaktır.

Bölüm Özeti

Bu bölümde, Avrupa’nın beşerî coğrafyasını ele alınmış ve bölgenin yerleşilmesi, nüfusun dağılışı ve şehirleşme üzerinde durulmuştur. Daha sonra, “Sanayi Devrimi”nin beşiği olan Avrupa’da ekonomik gelişme ve sanayi faaliyetlerine değinilmiş ve sanayi bölgeleri ele alınmıştır.

Dünyada, özellikle daha geç keşfedilen kıta ve bölgelere milyonlarca nüfusunu gönderdiği ve son iki yüzyıl içindeki savaşlarda yine milyonlarca nüfusunu kaybettiği hâlde, Avrupa, dünyanın en fazla değil ama en yoğun nüfuslu kıtası olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Avrupa’nın toplam nüfusu Doğu ya da Güneydoğu Asya’nınkine yaklaşamaz; fakat toprak bakımından oldukça küçük olan yüzölçümü yüksek bir yoğunluğa sahip olmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte, çeşitli ülkelerinde doğumların azalması ve nüfusun artış eğiliminin son derece yavaşlaması nedeniyle bir nüfus azalmasıyla karşı karşıya bulunmaktadır.

Her ne kadar Avrupa, Kuzey Çin ya da İndus Vadisi gibi ilk medeniyetlerin geliştiği alanlardan birisi değilse de, dünyanın yerleşilmiş en eski alanlarından birisidir. Avrupa’da özellikle büyük demografik sonuç doğuran olgu Sanayi Devrimi olmuştur. Şehirlere olan göçlerle birlikte şehirlerin büyümesi teşvik edilmiş ve nüfus artışı hızlanmıştır. Bölge en uzun sanayi geçmişine sahip olduğu için, Avrupa şehirlerin en fazla yoğunlaştığı ve nüfus artışının da en düşük oranda gerçekleştiği kıta olma özelliğini taşımaktadır. Avrupa’da nüfusun dağılışı da sanayileşmeden etkilenmiştir; bu bakımından gelişmiş ya da sanayi için gerekli kaynaklara sahip alanlar daha fazla sayıda nüfusu kendilerine çekmişlerdir.

Oldukça büyük nüfus yoğunlukları Avrupa’da da yaygındır; fakat en göze çarpanı, genellikle Avrupa nüfus ekseni olarak da adlandırılan doğu-batı uzanımlı kuşaktır. Bu kuşak, merkezî ve güney İngiltere’den, Hollanda, Belçika, kuzey Fransa, Almanya, Polonya’yı geçerek doğuya, Ukrayna ve Rusya’ya doğru uzanır. Kuşağın büyük kısmı, tarımsal bakımdan oldukça verimli Büyük Avrupa Ovası içinde kalırsa da, burada çok az sayıda nüfus tarımla uğraşmaktadır. Buna karşılık, nüfusun çok büyük kısmı, akarsular ve kıyılar boyunca, Avrupa’nın bu kısmındaki kömür havzaları ve sanayi bölgelerinde yer alan sayısız şehir ve kasabada yaşamaktadır. Aslında burada tek tek büyük şehirlerden değil, yer yer neredeyse kesintisiz uzanan birden çok şehirsel kuşaktan söz edilebilir. Londra, Manchester, Brüksel, Amsterdam, Rotterdam, Essen, Berlin, Varşova ve daha güneyde Münih, Viyana, Prag ve Budapeşte bu kuşaklar içinde önde gelen şehirlerinden ancak birkaçıdır. Kuzey Denizi kıyısı, özellikle de Hollanda’da Rhein ve İngiltere’de Thames nehirlerinin ağızları Avrupa’nın uluslararası başlıca ticaret şehirlerinin lokasyonlarıdır. Madencilik ve sanayi merkezleri ise İngiltere’nin maden kömürü havzalarında, Almanya’nın Ruhr Vadisi’nde, Polonya’nın yukarı Silezyası ile Büyük Avrupa Ovası’nın güney kenarları boyunca uzanan bazı yerlerde bulunmaktadırlar; Avrupa Sanayi Ekseni boyunca bazı yerlerde aritmetik yoğunluklar çok yüksektir.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)