09-11-2023, 01:18 AM
(This post was last modified: 05-24-2024, 04:12 AM by RasitTunca.)
Boşaltım Sistemi Anatomisi - Uriner Anatomi
Boşaltım veya atılım (İng. Excretion), metabolik atıkların organizmadan atıldığı bir süreçtir. Omurgalılarda bu işlem öncelikle akciğerler, böbrekler ve deri tarafından gerçekleştirilir.[1] Boşaltım, maddenin hücreyi terk ettikten sonra belirli görevleri olabileceği salgılamanın tersidir. Boşaltım, tüm yaşam formlarında önemli bir süreçtir. Örneğin memelilerde idrar, boşaltım sisteminin bir parçası olan üretra yoluyla dışarı atılır. Tek hücreli organizmalarda, atık ürünler doğrudan hücre yüzeyinden boşaltılır.
Hücresel solunum gibi yaşam aktiviteleri sırasında vücutta çeşitli kimyasal reaksiyonlar meydana gelir. Bunlar metabolizma olarak bilinir. Bu kimyasal reaksiyonlar sonucu karbondioksit, su, tuzlar, üre ve ürik asit gibi atık ürünler ortaya çıkar. Bu atıkların vücutta belirli bir seviyenin üzerinde birikmesi vücuda zararlıdır. Boşaltım organları bu atıkları uzaklaştırır. Metabolik atıkların vücuttan atılması işlemine atılım denir.
Yeşil bitkiler, solunum ürünleri olarak karbondioksit ve su üretir. Yeşil bitkilerdeki solunum sırasında açığa çıkan karbondioksit fotosentez sırasında kullanılır. Oksijen, fotosentez sırasında üretilen bir yan üründür ve stoma, kök hücre duvarları ve diğer yollardan dışarı atılır. Bitkiler, terleme ve gutasyon yoluyla fazla sudan kurtulabilirler. Yaprağın bir 'dışkılama' görevi gördüğü ve birincil fotosentez organı olmasının yanı sıra difüzyon yoluyla zehirli (toksik) atıkların atılması için bir yöntem olarak kullanıldığı gösterilmiştir. Bazı bitkiler tarafından dışarı atılan diğer atık maddelerin (reçine, özsular, lateks vb.) boşaltımı, bitki içindeki hidrostatik basınçlar ve bitki hücrelerinin soğurma kuvvetleri tarafından bitkinin içinden zorlanarak yapılır. Bu son işlemler ilave enerjiye ihtiyaç duymaz, pasif olarak hareket ederler. Bununla birlikte, yaprak dökümü (absisyon) öncesi aşamada, bir yaprağın metabolik seviyeleri yüksektir.[2][3] Ayrıca bitkiler çevrelerindeki toprağa da bazı atık maddeleri boşaltırlar.
Hayvanlarda, başlıca boşaltım ürünleri karbondioksit, amonyak (amoniyotelikler), üre (üreotelikler), ürik asit (ürikotelikler), guanin (Örümceğimsigiller'de ) ve kreatindir . Karaciğer ve böbrekler kandan birçok maddeyi temizler (örneğin böbrek atılımı) ve temizlenen maddeler daha sonra idrar ve dışkı yoluyla vücuttan atılır.[4]
Amonyak bileşikleri yüksek çözünürlüğe sahip olduğundan ve seyreltme için bol miktarda su gerektiğinden, suda yaşayan hayvanlar genellikle doğrudan dış ortama amonyak boşaltırlar. Karasal hayvanlarda amonyak benzeri bileşikler, çevrede daha az su olduğundan ve amonyağın kendisi zehirli olduğundan daha az zararlı olan diğer azotlu maddelere, yani üreye dönüştürülür. Bu işleme detoksifikasyon denir.[5]
Bir kertenkele tarafından atılmış koyu renkli dışkıyla birlikte beyaz ürik asit dışkısı. Böcekler, kuşlar ve diğer bazı sürüngenler de benzer bir mekanizma kullanır.
Kuşlar azotlu atıklarını macun şeklinde ürik asit olarak salgılarlar. Bu işlem metabolizmayı yorsa da daha verimli su tutulmasını sağlar ve yumurtada daha kolay depolanabilir. Birçok kuş türü, özellikle deniz kuşları, özel burun tuz bezleri yoluyla tuz salgılayabilirler, tuzlu su çözeltisi gagadaki burun deliklerinden dışarı çıkar.
Böceklerde, metabolik atıkları atmak için Malpighi tüpleriniden müteşekkil bir sistem kullanılır. Metabolik atık, atıkları bağırsaklara taşıyan tübüle yayılır veya aktif olarak taşınır. Metabolik atık daha sonra dışkı maddesi ile birlikte vücuttan atılır.
Atılan madde ejecta olarak adlandırılabilir.[6] Patolojide ejecta kelimesi daha yaygın olarak kullanılır.[7]
Üriner Sistemi Oluşturan Organlar
Böbrek (Çift)
Üreter(Çift)
Mesane (Tek)
Üretra(Tek)
Üriner Sistem (Boşaltım Sistemi)
Üriner sistem böbrekler, üreter, mesane(İdrar kesesi) ve üretradan oluşur. İdrar böbreklerde üretilir. Üreterler aracılığıyla mesaneye iletilir. Mesane vücutta üretilen idrarın depolanma yeridir. Mesanede biriken idrar belli bir hacme ulaşınca (Yaklaşık 150ml) idrar hissi oluşur ve idrar üretra yoluyla istemli olarak dışarı atılır.
Böbreğin Yapısı
Böbrekler karın boşluğunun arka tarafında bulunan bir çift kırmızı-kahverengi; derinde yerleşmiş ve iyi korunan organlardır. Yapı olarak her bir böbrek iki kısımdan oluşur: Korteks (Dış Kısım) ve Medulla (İç Kısım).Korteks: İdrarın oluştuğu yerdir.Medulla: Çok küçük değişik büyüklükte kanallardan oluşur ve idrarı böbrekten üretere iletir. Normal böbrek ağırlığı erkeklerde yaklaşık 150gr; kadınlarda yaklaşık 135gr. kadardır. Uzunluğu 10-12cm, eni 5-7cm ve kalınlığı 3cm. dir. Boyutlar cinsiyete olduğu kadar genel vücut yapısına da bağlıdır.
Böbrek Ne İşe Yarar?
Böbreğin 3 temel görevi vardır. Boşaltım: Kanı temizleyerek idrar üretirler. Vücudumuzda biriken atık ve zararlı maddeleri idrar olarak vücuttan atarlar. Düzenleyici Fonksiyon: Su, asit- baz dengesi ve kan basıncı gibi vücudumuz için hayati önemi olan fonksiyonları düzenlerler. Hormonların Salgılanması: Vücudumuz kemiklerinin güçlenmesi ve kan yapımında görevli bazı önemli hormonların yapım yeri böbreklerdir.
Üreter
Böbrek ile mesane (idrar torbası) arasındadırlar. Her bir böbrekten mesaneye uzanan birer tane üreter vardır.
Erişkinlerde yaklaşık 22-30 cm uzunluğundadır.
Kas liflerinden oluşmuş boru şeklinde yapılardır.
Normalde böbrekte oluşan idrarın mesaneye ulaştırılması pasif değil üreter kaslarının yukardan aşağıya dalga şeklinde kasılması sonucu gerçekleşen aktif bir olaydır.
Üreterin 3 adet darlığı vardır: Böbrek çıkışından hemen sonra Kalça hizasındaki büyük damarlar komşuluğunda Mesaneye girmeden önce
Bu 3 yerde üreterin çapı daha küçük olduğu için idrar yolu taşları takılabilir. Takılınca kolik tarzda (kıvrandırıcı) ağrılara neden olabilir ve idrarın böbrekten mesaneye geçmesi zorlaşır. Üreter taşın neden olduğu engeli aşmak için daha güçlü kasıldığında ağrılar da dayanılmaz hal alır.
Mesane (İdrar Torbası)
İdrarın depolandığı yerdir.
Yoğun kas liflerinden oluşmuştur.
Mesane dolduğunda yaklaşık 500ml. lik kapasiteye sahiptir.
Genişleme ve güçlü kasılma özelliğine sahiptir.
Kasıldığı zaman idrar mesaneden üretraya geçer.
Üretra
Kanal şeklindedir, idrarı mesaneden dışarı atar.
Erkek ve kadınlarda farklı yapıya sahiptir: Kadınlarda kısadır ve düz seyreder.
Bu nedenle kadınlarda üretradan taşların geçmesi erkeğe göre daha kolaydır.
Erkeklerde uzundur ve 2 kez kıvrılma yapar ve daralır.
Bundan dolayı taşlar bu bölgelerde takılabilir. Şiddetli sancı ve idrarda tıkanmaya sebep olabilir.
İdrarın Özellikleri Nelerdir?
Böbrekler sürekli olarak çalışırlar ve kanı atık maddelerden temizlerler. Böbreklerde kan filtre olur(kanın süzülmesi) ve bu işlem sonucunda idrar üretilir. İdrar %95 oranında sudan oluşan sarı renkli bir sıvıdır. Sağlıklı bir insanda günde yaklaşık 1,2-1,7 lt kadar idrar üretilir. Günlük miktar ve idrarın içeriği; beslenme tarzı, ortamın sıcaklığı, kullanılan ilaçlar gibi bazı durumlara bağlı olarak değişir.
Böbrekler, omurgalılarda bulunan fasulye biçiminde boşaltım organlarıdır. 13 cm boyuna kadar olabilen böbrekler, boşaltım sisteminin bir bölümünü oluştururlar. Bu organlar, başta üre olmak üzere atıkları kandan süzer ve onları su ile birlikte idrar olarak boşaltırlar. Böbrekleri ve böbreklere etki eden hastalıkları inceleyen tıbbi dal nefrolojidir.[1] Nefroloji, adını Yunanca "böbrek" anlamına gelen nephros sözcüğünden alır. Böbrek(ler) ile ilgili anlamında kullanılan renal sözcüğü ise Latince renalis sözcüğünden gelir.[2] Böbreklerin içindeki süzme birimlerine nefron denir. Her böbrekte yaklaşık 1 milyon nefron bulunur.[3]
Anatomi
Böbreğin yapısı: 1. Renal piramit (pyramides renales, Malpighi piramitleri), 2. Interlobar arter (a. interlobaris), 3. Renal arter (a. renalis), 4. Renal ven (v. renalis), 5. Renal hilus (böbrek hilusu, hilum renale), 6. Renal pelvis (pelvis renalis), 7. Üreter, 8. Minör kaliks (calices minores renales), 9. Renal kapsül (capsula fibrosa renalis), 10. Alt pol (inferior pol, extremitas inferior), 11. Üst pol (superior pol, extremitas superior), 12. Interlobar ven (v. interlobaris), 13. Nefron, 14. Renal sinüs (sinus renalis), 15. Majör kaliks (calices majores renales), 16. Renal papilla (papilla renalis), 17. Renal column (columna renalis, Bertin sütunları)
Böbreğin yanal-dikey biçimde ortasından kesilmiş görüntüsü
İnsanlarda, böbrekler karın bölgesinin arka bölümünde, bir başka deyişle karınzarı arkası (retroperitonal) bölgesinde yer alırlar.[4] İki tane bulunan (çoğu insanda tek böbrek bulunabilmektedir, ve bu insanlar bunun ayrımına varmadan sağlıklı bir yaşam sürdürebilirler) böbreklerden sağda olanı diyaframın hemen altında, ve karaciğerin arkasında (posterior), solda olanı ise diyaframın altında ve dalağın arkasında yer almaktadır. Böbreklerin ikisinin de üstünde böbrek üstü bezleri yer almaktadır. Böbreklerin konumları bakımından bakışımsız olmalarının nedeni karın boşluğunda büyük bir yer kaplayan karaciğerin, sağda bulunan böbreğin soldakine göre 1-2 santimetre daha aşağı bir konumda (inferior) bulunmasına neden olmasıdır.[5]
Karınzarı arkasında bulunan böbreklerin boyutları 9 ila 13 cm arasında değişmekte, ve sol böbrek sağdakinden az da olsa biraz daha büyüktür. Yaklaşık 12. göğüs omuru ile 3. bel omurlarının (T12-L3) düzeyleri arasında yer almaktadırlar.[6] Böbreklerin üst bölgeleri 11. ve 12. kaburgalarca korunmaktadır.[7] Böbrek üstü bezleriyle birlikte böbrekler, yağ dokuyla çevrelenip (buna pararenal yağ denilmektedir), bu yapı da böbrek zarı (renal fasiya olarak da bilinir) ile bütünüyle sarılmış durumdadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, böbreklerden biri ya da ikisi doğuştan bulunmayabilirler, ve bu duruma böbrek oluşmaması ya da renal agenez denilmektedir.[8]
Böbrekler, süzülmemiş kanı karın bölgesi aorttan ayrılan sol ve sağ böbrek atardamarları yoluyla almaktadırlar.[9] Böbrekten dönen süzülmüş kan ise sağ ve sol böbrek toplardamarları yoluyla alt ana toplar damara döner. Böbreğe giden kan, kalbin pompaladığı toplam kanın (kardiyak debi) üçte birine ulaşabilir.[10]
Doku bilimi (histoloji)
İlgili madde: Nefron
Genel
Böbrekten ayrılan idrar borusu (üreter) takip edilerek böbreğin içine ilerledikçe huni biçiminde bir boşluk olarak genişler; buna havuzcuk (pelvis) denilmektedir.[11] Havuzcuktan da küçülerek ayrılan bölgelere büyük çanak (majör kaliks), bunlardan ayrılan daha da küçük bölgelere küçük çanak (minör kaliks) denmektedir.[12] İnsan böbreğinde yaklaşık 12 adet küçük çanak bulunmaktadır.[12] Böbrek, kesildiğinde, kabuk (korteks) ve öz (medulla) bölgelerinden oluştuğu görülür. Öz bölgede uçları papilla olarak bilinen piramitler bulunmakta, ve bunların her biri bir çanağa bağlıdır. Kabuk bölgesi dokusu her iki ardışık piramitler arasına sokulur ve bunlara Bertin sütunları denilmektedir.[13]
Damarlar
Bir domuzun açılmış böbreği
Böbrekler damarlarca çok iyi bir biçimde beslenmekte ve vücut ağırlığının yalnızca %0.5'lik bir bölümünü oluştursa da, kardiyak debinin %25'ini alırlar, ve bu daha da artabilir.[14] Kabuk bölgesi organın en çok damarlarının bulunduğu bölgedir, bu bölge böbreğe gelen kanın %90'ını toplar. Böbreğe gelen atardamar ön ve arka olmak üzere iki dala ayrılır. Bu dallardan, loplar arası damarlar ayrılıp loplar arasında ilerleyerek yayımsı damarlara ayrılır.[15] Bu damarlar da kabuk ve öz bölgeler arasına yayılarak lopçuklar arası damarlara ayrılırlar. Lopçuklar arası damarlardan getirici damarlar ayrılıp yumakçık (glomerülus) yapısına girer.[16]
Damarlar, yumakçık içinde daha da küçük dallara ayrılıp, 20 ila 40 arasında değişen kılcal damar kıvrımlarına dönüşürler.[17] Bu kılcal damarlar yumakçık içindeki tampon bölge (mesenjium) ile çevrelenmiştir. Kılcal damarlar birleşerek yumakçıktan götürücü damarlar olarak ayrılırlar.[18] Genel olarak, kabuk bölgesinin yüzeyine yakın olan nefronlardan ayrılan götürücü damarlar borucukları çevreleyerek peritubüler damar ağını oluştururlar.[19] Öte yandan kabuk bölgesinin daha derinlerinde yer alan yumakçıklardan ayrılan damarlar vasa recta (dik damar anlamına gelmektedir) denen, öz bölgenin derinliklerine inen damarları oluştururlar. Bu damarlar öz bölgenin derinliklerine indikten sonra toplardamar olarak yukarı çıkarlar.[20]
Böbrek damar atar ve toplar damar üzerinde ilgi çekici ve çoğu organlardan değişik olup, kendine özgü olan birkaç özelliği bulunmaktadır. Genellikle bir organa gelen atardamar küçük dallara ayrıla ayrıla atar damarcıkları (arteriyol) oluşturur.[21] Bunlar da kılcal damarlara ayrılıp (dokuyla alyuvarlar arasında oksijen alışverişinin gerçekleştiği, ve kansıvısıyla dokular arasında besin öğelerinin ve dokulardaki atıkların alış-verişlerinin gerçekleştiği damar bölgesidir), kılcal damarlar da toplar damarcıkları, bunlar da birleşerek toplar damarları oluşturur.[22] Böbrekte ise temiz kanı taşıyan getirici damarlar yumakçık içine girdikten sonra kılcal damarlara ayrılır, ve bunlar yumakçıktan ayrıldıktan sonra yine atar damarcık niteliğinde olan götürücü damarlara dönüşür. Özetle, böbrekte öbür organlarda bulunan temel atar damarcık-kılcal damar-toplar damarcık düzeni bulunmaz; yumakçık içinde bulunan kılcal damarlar iki atar damarcık arasında bulunmaktadır.[23]
Yumakçık (Glomerül)
Ana madde: Glomerulus
Yumakçığın şeması
Yumakçıkların kılcal damarlarında duvarları delikli endotel (damarların en iç katmanında bulunan göze türü) gözeleri bulunur.[24] Bu endotelin dışında ise iki katlı epitel gözeler bulunur. Endotele yakın olan iç epitel gözeleri (viseral) endotel dokudan yalnızca bir bazal zarı (epitel dokularda epitel gözenin en alt bölümünde bulunan, epiteli altındaki bağ dokudan ayıran zardır) ile ayrılır.[25] Dış epitel gözeleri (paryetal) ise bowman kapsülü (yumakçığı çevreleyen yapı) üzerinde bulunmaktadır. Bu iki katlı epitel gözeleri arasındaki boşluğa da üriner boşluk (yumakçıktan süzülen kandan oluşan sıvının -süzüntü- geçtiği boşluk) denilmektedir.[26]
Yumakçığın kılcal damarının duvarı, bu damarlardan geçen kansıvısının süzme işleminin gerçekleştiği yerdir, ve şu yapılardan oluşmaktadır:
İnce, delikli endotel gözeler. Her bir delik 70 ila 100 nm (nanometre) çapındadır.[27]
Yumakçık bazal zarı 3 katmandan oluşur. Ortada elektron bakımından yoğun olan lamina densa ("yoğun katman" anlamına gelmektedir), ve bunun her iki yanında elektron bakımından seyrek bulunan lamina rara ("seyrek katman" anlamına gelmektedir) bulunmaktadır. Lamina raranın endotele yakın olan katmanına lamina rara interna, iç epitele yakın olan katmanına ise lamina rara eksterna denilir.[28] Yumakçık bazal zarı çoğunlukla 4. tip kolajenden (kolajen, bağ dokuların yapı taşı olup, organları yapı bakımından ayakta tutan büyük moleküllerdir), laminin adlı bileşikten, çoklu anyonik proteoglikanlardan (çoğunlukla heparan sülfat), fibronektinden, entaktinden, ve birkaç başka glikoproteinlerden oluşmaktadır. 4. tip kolajen bir yapı ağı oluşturarak öbür glikoproteinleri birbirlerine bağlar.[29]
İçteki epitel gözeler (podosit, "ayak gözeleri" anlamına gelir), yumakçık bazal zarının lamina rara eksterna katmanı üzerinde yer alıp, adetâ çok ayaklı gözeleri andırır. Bu ayakçıklar arasındaki 20 ile 30 nanometre genişliğindeki boşluklara süzme yarıkları denir. Bu süzme yarıkları birbirlerine ince bir böleç ile bağlanır.[30]
Yumakçık yapısı tampon bölge olan mesenjium bölgesi ile dengelenmektedir; mesenjium gözeleri kılcal damarlar arasını doldurmaktadır. Bu gözeler mezoderm kökenli olup, kasılabilir, yutabilir, çoğalabilir, bağ dokuyu oluşturan kolajen yapabilir özelliktedir. Tıpkı damar çeperlerindeki kasılıp gevşeyebilen düz kası andırmaktadır. Bu gözeler ayrıca bir sürü tür yumakçıktan kaynaklanan hastalıkların (glomerulonefrit) oluşmasında rol oynar.[31]
Yumakçık dokusu
Yumakçıkdaki kılcal damarların duvarlarındaki endotel gözelerin delikli olması, su ve küçük moleküllere karşı geçirgen olmasını, ve aynı zamanda 70 kilodaltondan büyük proteinlere karşı ise geçirimsiz olmasını sağlar. Ayrıca bazal zarın negatif yüklü (anyon) heparan sülfat ve başka anyonik molekülleri bulundurması pozitif yüklü moleküllere karşı geçirgenliğini arttırır. Bundan dolayı, kandaki yüksek derişimde bulunan Albumin proteini, negatif yüklü olmasından dolayı bu kılcal damarlardan süzülmez.[32] Bu seçici geçirgenliği ayrıca süzme yarıklarının arasındaki böleçte bulunan proteinler de etkiler. Bu seçici geçirgenliği sağlayan moleküllerin genlerindeki değişinim sonucunda bu seçici geçirgenlik bozulabilir, ve ortaya nefrotik sendrom denilen klinik durum çıkabilir.[33]
Borucuklar (Tubulus)
Borucukları çevreleyen epitel gözelerin yapıları ve buna bağlı işlevleri böbreğin katmanlarına göre değişiklik gösterir. Yakınsal borucuk gözeleri uzun mikrovilüsleri, çok sayıda mitokondrileriyle geri emilimde önemli rol oynar.[34] Yakınsal borucuk gözeleri süzülmüş sodyumun ve suyun üçte ikisinin, ayrıca glikozun, potasyumun, fosfatın, amino asitlerin ve proteinlerin geri emiliminde büyük önem taşır. Aynı zamanda bu gözeler ağıların da geri emilimini yapar, ve ağılar bu gözelere zarar verebilir.[35]
Yumakçık-bitişiği aygıtı (jukstaglomerüler aygıt) yumakçığın içine sokulmuş durumda olup, getirici damarla da bitişiktir.[36] Bu aygıtın içinde yumakçık-bitişiği gözeler yer almaktadır. Bu gözeler düz kas niteliğinde olup, getirici damarların duvarlarında bulunur, ve renin bileşiğini içerir.[37] Ayrıca uç borucukların yumakçığa yakın olan bölgesine maküla densa denir ve bu bölge yumakçık-bitişiği aygıtıyla da iç içedir.[38] Süzüntüdeki sodyum derişimini algılayan maküla densa, yumakçık-bitişiği aygıtına geri besleme yaparak buradaki gözelerin kasılıp ya da gevşemesini sağlar. Böylece, böbrekler kendilerine gelen kandaki (başta sodyumun olmak üzere) elektrolitlerin derişimlerine göre yumakçığa gelen kan miktarını ayarlayıp, süzmeyi de buna koşut bir biçimde etkiler. Bu yolla, böbrekler, kandaki olağan değerlerinin üstünde ya da altında olan elektrolitlerin atılımlarını etkileyerek derişimlerini ayarlayabilir.[39]
İşlevleri
Kuzu böbrekleri
Ana madde: Böbrek fizyolojisi
Böbreklerin işlevleri beş çatı altında toplanabilir:[40]
Metobolizma atık ürünleri olan üre, kreatinin, ürik asit, ilaç ve toksinlerin vücuttan atılmasını sağlamak
Vücut sıvı elektrolit dengesini düzenlemek
Vücudun asit baz dengesini düzenlemek
Kan basıncını ayarlamak
Alyuvar yapımını uyarmak
Böbreğin işlevlerinin daha iyi anlaşılması için böbrek fizyolojisinin iyi bilinmesi gerekir.
Atık ürünlerin atılması
Böbrekler yapım-yıkım sonucunda oluşan çeşitli atık ürünleri özellikle protein yapımı ve protein yıkımı sonucunda oluşan üreyi ve nükleik asitlerin yapım-yıkımı sonucunda oluşan ürik asidi, ve suyu vücuttan dışarı atar. Böbreklerin çalışmaması veya işlevini yapamaması durumunda bu atıklar atılamayacağı için sorun teşkil eder.[41]
Vücut dengesinin (Homeostaz) sağlanması
Şematik olarak böbrek
Böbrekler vücut dengesinin sağlanmasında çok büyük önem taşır. İşlevleri arasında:
Asit-baz dengesini sağlamak,
Kansıvısının, ve vücuttaki değişik bölmelerdeki sıvıların elektrolit derişimlerini düzenlemek,
Kan basıncını ayarlamak,
Kan hacmini düzenlemek
önemli yer tutar.[42]
Böbrekler bu işlevlerin çoğunu öbür organlarla (özellikle kalp, iç salgı bezleri ve karaciğer) eş güdümlü bir biçimde gerçekleştirir. Böbrekler bu organlarla kandaki hormonlar yoluyla iletişir. Ancak, kan hacmini, basıncını algılama konusunda böbreğin içsel alıcıları bulunmaktadır.[42]
Öz ayarlama mekanizması (tübüloglomerüler geribildirim): Bu mekanizma genel olarak, afferent arteriollerdeki miyojenik (kas dokusundan kaynaklanan) gerilim reseptörlerinin aktivitesi olarak kabul edilmektedir. Nefronlardaki macula densa hücreleri Na+ ve Cl- düzeyindeki değişikliklere duyarlıdır. Glomerüler hidrostatik basıncın artması ile glomerüler filtrasyon oranı (GFR) de artar. Bu artış; macula densa'ya gelen Na+ ve Cl- oranında da artışa neden olacaktır. Fizyolojik yanıt ise afferent arteriolün daralması ve mezangiyum hücrelerinin büzülmesidir.[43]
Asit-baz dengesinin düzenlenmesi
Böbrekler kandaki pH'yi, H+ (protonun) ve HCO3- (bikarbonatın) derişimini ayarlayarak küçük bir aralıkta tutar. Bu konuda akciğerle eş güdümlü çalışır.[44] Daha ayrıntılı bilgi için böbrek fizyolojisi maddesine bakınız.
Kan basıncının ayarlanması
Böbrekler kan basıncının düzenlenmesinde önemli rol oynarlar. Kansıvısındaki sodyum derişimi, kan hacmiyle ve dolayısıyla kan basıncıyla yakından ilgilidir. Nefronların içinde sodyumun (ve öbür elektrolitlerin) süzülmesini ve geri emilimini sağlayan yapılar bulunmaktadır. Ayrıca böbrek üstü bezlerinin Zona Glomerulosa bölgesinden salgılanan Aldosteron da böbreğin uç borucuklar ve toplama kanalları üzerinde etkisini göstererek kan basıncını ayarlamada önemli bir yer tutar.[45]
Kansıvısı hacmi
Kansıvısının toplam derişimindeki (osmolalite) değişikler hipotalamustaki derişim-alıcılarınca algılanır. Hipotalamusun uzantısı olan hipofiz bezinin arka bölümü kansıvındaki derişimin artması üzerine vazopressin (ADH) salgılar. Bu da böbreklerin toplama kanallarına etkiyerek suyun geri emilimini arttırıp, idrarın daha derişik olmasına neden olur. Böylece böbrek, hipofiz beziyle eş güdümlü bir biçimde çalışarak kansıvısının hacmini dengede tutar.[46]
Hormon salgılamak
Böbrekler eritropoetin (alyuvar yapımını uyaran hormon) salgılar. Ayrıca etkin durumda olmayan vitamin D'yi (önhormon) etkin duruma getirir.[47]
Hastalıklar
Böbrekler karmaşık organlar oldukları için, hastalıkları da karmaşıktır. Bundan dolayı, böbrek hastalıklarını öbeklere ayırmak mantıklıdır. Ancak, böbrekte çok türde hastalık bulunmasına karşın, bunların belirtileri aynı oranda çeşitli değildir; çoğu aynı öbekten hastalıklar benzer biçimlerde kendilerini gösterir. Dolayısıyla, öncelikle böbrek hastalıklarının genel bulguları incelenecek, ondan sonra hastalıklar öbek halinde ele alınacaktır.[48]
Böbrek hastalıklarında bulgular
İveğen (akut) nefritik sendromu yumakçıktan kaynaklanan ve çoğunlukla iveğen gelişen, idrarda kan bulunması durumudur (hematüri). Bunun yanında, idrarda orta düzeyde protein (proteinüri) ve yüksek kan basıncı bulguları, streptokok sonrası gelişen glomerulonefritin alışılmış sunumudur.[49]
Nefrotik sendrom, idrarda ağır oranda protein bulunması (günde 3.5 gramdan çok), kanda albümin düzeyinin düşmesi (hipoalbüminemi), aşırı şişlik, kandaki yağ düzeylerinin yükselmesi (hiperlipıdemi), ve idrarda yağ bulunması bulgularıyla ortaya çıkar.[50]
İveğen böbrek yetmezliği idrarın kesilmesi (oliguri), ya da idrarsızlık (anüri), ve kanda azotlu atıkların artması (azotemi) ile ortaya çıkar. Yumakçıkta, ara bölgelerde, böbrek damarlarına gelen hasar sonucunda, ya da borucuklarda iveğen gelişen doku ölümü (akut tubüler nekroz) sonucunda ortaya çıkar.[51]
Süreğen (kronik) böbrek yetmezliği, üreminin (böbrek yetmezliği sonucu kandaki azotlu atıkların artıp, bunların vücuttaki dokulara ve organlara zarar vermesi sonucunda ortaya çıkan belirtiler bütünüdür) belirtileriyle özdeştir, ve herhangi bir böbrek hastalığının ilerlemesi sonucunda varacağı son noktadır.
Böbrek borucuk bozuklukları, idrar çokluğu (poliuri), gece yatağı ıslatma (noktüri), ve elektrolit düzensizlikleriyle ortaya çıkar.[52]
İdrar yollarında bulaşım, idrarda bakteri (bakteriuri) ve irin bulunmasıyla ortaya çıkar. Bulaşım belirtili de, belirtisiz de olabilip, yalnızca aşağı idrar yollarını (sidik kesesini), ya da böbrek de içinde olmak üzere yukarı idrar yollarını da etkileyebilir.
Böbrek taşı, böbrek kuluncu, idrarda kan olması, ve yineleyen taş oluşumları ile ortaya çıkar.
Boşaltım yollarında tıkanma ve böbrek urları daha çok anatomiyi ilgilendiren durumlardır, ve sorunun olduğu yere göre belirtileri değişir.
Böbrek üstü bezleri
Böbrek üstü bezleri (adrenal bezler, suprarenal bezler, sürrenal bezler), üçgen biçimini andıran iç salgı (endokrin) bezleridir. Anatomik olarak böbreklerin hemen üstlerinde bulunduklarından bu adı almışlardır. Kabuk (korteks) ve öz (medulla) olarak anılan iki ayrı katmandan oluşan bezlerin temel işlevi fizyolojik gerilim (stres) karşısında kortikosteroid (kabuk katmanı) ve katekolamin (öz katman) bireşimleyip kana salgılamaktır. Adrenalin ve nöradrenalin salgılarlar.
Anatomi
Anatomik olarak, böbrek üstü bezleri, karnın karın zarı arkası (retroperitonal) bölgesinde bulunup, böbreklere göre ön-üst (anterosüperior) konumdadırlar. Bütünüyle yağ dokusuyla çevrelenmişlerdir ve bu yağ dokusu da böbrek zarı (renal fasiya) ile çevrelenir. Böbrek üstü bezleri, kabuk (korteks) ve öz (medulla) olmak üzere iki ayrı katmana ayrılır.
Böbrek üstü bezleri besleyen damarlar
Bezlere giden ve bezlerden ayrılan atar ve toplar damar öbekleri her ne kadar kişiden kişiye değişkenlik gösterse de atar damarlar genellikle üçe ayrılır:
Üst böbrek üstü atar damarı, (alt diyafram atardamarından ayrılır.)
Orta böbrek üstü atar damarı, (karın bölgesi aorttan ayrılır.)
Alt böbrek üstü atar damarı (böbrek atardamarından ayrılır.)
Bezlerden gelen kanı toplayan damarlar ise birleştiği damar bakımından sağda ve soldaki bezlerde değişiklik gösterir:
Sağ böbrek üstü toplar damarı alt ana toplar damara,
Sol böbrek üstü toplar damarı ise alt diyafram toplar damarına ya da böbrek toplardamarına bağlanır.
Tiroid bezi gibi böbrek üstü bezleri de gram başına en çok kan alan bölgelerdir. Bu da evrimleşmenin doğal bir sonucudur, çünkü bu tür endokrin organlar, bir canlının fizyolojik gerilim karşısında vücut dengesinin (homeostaz) bozulmadan işlevini sürdürebilmesi için çok önemlidir.
Tıpkı öbür endokrin bezlerde olduğu gibi, bu bezlerin toplardamarlarında hormonlar çok derişiktir. Tıpta bu durumdan yararlanılarak, bu hormon düzeylerinin dengesizliklerinden kuşkulanıldığı durumlarda böbrek toplardamarındaki hormonların derişimi ölçülüp, bu incelemeler tanı konulmasında yardımcı nitelikte olabilir.
Doku özellikleri ve katmanları
Böbrek üstü bezlerinin katmanları
İki ayrı katmana ayrılan böbrek üstü bezlerinin bu katmanlarında da alt katmanlar söz konusudur:
Kabuk bölgesi üç katmandan oluşur. Bunlar dıştan içe sırasıyla:
Zona glomerulosa: Latince'de "yumakçık bölgesi" anlamına gelir ve çoğunlukla aldosteron salgılar.
Zona fasciculata: Latince'de "demet bölgesi" anlamına gelir ve çoğunlukla kortizol salgılar.
Zona reticularis: Latince'de "ağ bölgesi" anlamına gelir ve çoğunlukla seks hormonlarını (dihidroepiandrosteron (DHEA) ve androstenedion) salgılar. Bu hormonlar öbeğine androjenler denilmektedir.
Öz bölge ise, kabuk bölgesinin aksine, tek bölgeden oluşmaktadır ve buradaki gözelere Kromafin gözeleri denir. Kromafin, Yunanca'da "renke ilgi" anlamına gelir. Böyle adlandırılmasının nedeni, Krom tuzlarıyla boyandığında, bu gözelerin içindeki katekolaminlerin yükseltgenip, çoklu bileşik (polimer) haline dönüşmesi ve elde edilen bileşiğin kahverengi olmasıdır.
Fizyolojik işlev
Burada, bezlerin kabuk ve öz katmanlarının işlevleri ayrı ayrı açıklanacaktır.
Kabuk katmanı ve hormonları
Kabuk bölgesi, bezin yaşamsal önem taşıyan katmanıdır. Bu yapıdan hipofiz bezinden salgılanan adenokortikotropik hormon (ACTH) hormonunun etkisiyle başta kortizol olmak üzere çok sayıda hormon salgılanır. Kortizol salgılanma düzeni gün içinde gösterdiği değişiklikler açısından ilginç bir özellik taşır. Gün boyunca değişen derişimlerle kana salgılanan kortizol, akşam sıralarında ve uykuya dalıştan hemen sonraki saatlerde en az düzeydeyken, sabah kalkmadan önceki saatlerde ise en yüksek düzeydedir. Böbrek üstü bezlerinden salgılanan öteki kabuk hormonları da kortizole benzer değişiklikler gösterir. Bu değişkenliğin nedeni, hipotalamustaki CRH salgılanmasına bağlı olan ACTH salgılanımının, aydınlık/karanlık döngüsüne ilişkin bilginin retinadan hipotalamusta bulunan çifte çekirdeklere (suprachiasmatic nuclei) iletilmesine bağlı olmasıdır. Ön görülebileceği gibi, koma, körlük ya da sürekli ışığa ya da karanlığa maruz kalma durumlarında bu değişkenlik de ortadan kalkar.
Glukokortikoidler
İlgili madde: Kortizol
Zona Fasciculata bölgesinden salgılanan kortizolun (ana glukokortikoid) çok yönlü etkileri vardır. Tıpkı öbür steroid bileşikleri gibi, kortizol, etkisini erek gözenin çekirdeğine girerek, DNA'nın kalıt yazımından mesajcı RNA'yı bireşimleyerek, ve bundan da yeni protein bireşimleterek gösterir. Yukarıda da açıklandığı gibi Glukokortikoidler yaşamsal önem taşır. Glukokortikoidler etkilerini, şeker üretimi (glukoneojenez), damarların katekolaminlere yanıt vermeleri, yangının ve bağışıklık sisteminin baskılanması ve merkezi sinir sisteminin düzenlenmesi biçiminde gösterir.
Glukoneojenezin uyarımı: Kortizolun en önemli etkinliklerinden ikisi glikojen depolanması ve glukoneojenezdir. Genel olarak, kortizol etkileri yıkıma (katabolizma) ağırlık verir. Kortizol, protein, yağ ve karbonhidrat yapım-yıkımını eş güdümlü bir biçimde şeker üretimini arttıracak şekilde düzenler: kaslardaki protein yıkımını arttırıp, yeni protein bireşimlenmesini baskılar, ve böylece karaciğerin şekere dönüştürmesi için serumda amino asit sağlamış olur. Benzer bir biçimde yağ yıkımını da arttırıp, karaciğerin şekere dönüştürmesi için serumda gliserol bileşiğini de sağlar. Son olarak, kortizol, şekerin dokularca kullanımını ve yakılmasını da engelleyip, yağ gözelerinin (adipoz) insüline olan duyarlılığını da azaltır. Tüm bunlardan dolayı, açlık sırasında yaşamda kalabilmek için glukokortikoidler çok önemlidir; beyin kandaki şekerden dolayı işlevini sürdürebilir. Kortizolun olağan düzeyinden düşük olduğu durumlarda kan şekeri düşer (hipoglisemi), ve yüksek olduğu durumlarda da kan şekeri artar (hiperglisemi).
Yangıyı baskılayıcı etkileri: Kortizol bunu üç yolla gerçekleştirir:
Lipokortinin bireşimlenmesini uyarır. Fosfolipaz A2 enzimini baskılayan lipokortin, bundan dolayı arachidonic asitin zar fosfoyağlardan serbest bırakılmasını önler. Arachidonic asit, yangıyı tetikleyen etmenlerin bireşimlenmesinde kullanılan önemli bir bileşiktir. Bu dolaylı yol ile kortizol, yangıyı baskılar.
Kortizol, interlükin 2 (IL-2)'nin üretilmesini ve T lenfositlerinin çoğalmasını engeller.
Kortizol mastositlerden histaminin, pıhtı gözelerinden (trombosit) serotonin salgılanmasını baskılar.
Bağışıklık sisteminin baskılanması: yukarıda da açıklandığı gibi, kortizol interlükin 2 (IL-2)'nin üretilmesini ve T lenfositlerinin çoğalmasını engeller. Organ nakli gerçekleşmiş olan hastalarda organ reddini önlemek için glukokortikoidler ilaç olarak verilir.
Damarların katekolaminlere yanıtını olanaklı kılar: Kortizol kan basıncının olağan değerlerde izlemesi için gereklidir, bunu damarcıklardaki (arteriyol) alfa-1 katekolamin alıcılarının etkinliğini arttırarak yapar. Böylece, kortizol damarcıkların büzülmesinde ve kan basıncının artmasında önemli rol oynar. Kortizol düzeyi olağanın altında olduğunda, hipotansiyon, olağan düzeyinin üstünde seyrettiğinde ise hipertansiyon gerçekleşir.
Kemik oluşumunu baskılar: Bunu kemiklerde bulunan 1. tip kollajenin (bağ dokunun yapı maddesi) bireşimlemesini engelleyerek, kemik gözelerinin (osteoblast) çoğalmalarını engelleyerek, ve bağırsaktan kalsiyum emilimini azalatarak gerçekleştirir.
Glomerüler süzme hızını (GFR) azaltmak: Kortizol, nefronlardaki getirici damarcıkları genişleterek böbreğe giden kan akışını, ve GFR'yi arttırır.
Merkezi sinir sistemine etkisi: Özellikle limbik sistemde olmak üzere, merkezi sinir sisteminde glukokortikoid alıcıları bulunmaktadır. Glukokortikoidler, REM uykusununu azaltır, yavaş-dalgalı uyku evresini arttırır, ve genel olarak uyku zamanını azaltır.
Mineralokortikoidler
İlgili madde: Aldosteron
İnsanlarda en çok bireşimlenen mineralokortikoid Aldosteron'dur. Yalnızca Zona Glomerulosa bölgesinden salgılanan hormon, tıpkı Zona Fasciculata'dan salgılanan kortizol gibi kolesterol molekülünden bireşimlenir, ve bu tepkimeler dizisindeki enzimler aynıdır. Zona Glomerulosa'da ek olarak Aldosteron sentaz adlı enzim bulunduğundan Aldosteron yalnızca bu bölgede bireşimlenir. Ancak, Zona Glomerulosa kortizol üretmez. Bunun nedeni, Zona Glomerulosa'da progesterondan kortizol bireşimlemesini sağlayan 17-alfa-hidroksilaz enziminin bulunmamasıdır.
Aldosteron mineralokortikoid özelliği gösteren tek steroid değildir; 11-deoksikortikosteron (DOC) ve kortikosteron bileşikleri de mineralokortikoid kimyasal davranışlarını sergilerler. Bundan dolayı, mineralokortikoid bireşimlenmesindeki tepkiler dizisinde DOC'den sonraki bir aşamada eksiklik olursa (11-beta-hidroksilaz ya da aldosteron sentetaz enzimlerinde eksiklik), mineralokortikoid etkinliğinde bir azalma olmaz. Ancak tepkiler dizinde DOC'den önceki bir aşamada bir aksaklık çıkarsa (21-beta-hidroksilaz eksikliği), o zaman mineralokortikoid etkinliğinde azalma gerçekleşir.
Mineralokortikoidler, etkilerini böbreklerin nefron yapısındaki uç borucuklarda (distal tubül) ve toplayıcı kanallarda gösterir: Na+ (sodyum) geri emilimini arttırıp, K+ (potasyum) atılımını ve H+ (proton) atılımını arttırır. Na+ geri emilimini ve K+ atılımını prinsipal gözelerde, H+ atılımını ise alfa-aracık gözelerinde gerçekleştirir. Bu sodyum geri emilimi, ve potasyum ve proton atılımı sonucu göze-dışı (ekstraselüler)hacim artıp, hipertansiyon, potasyum düzeyi düşüklüğü (hipokalemi) ve metabolik alkaloz gerçekleşir. Aldosteron düzeyi düştüğünde ise (örneğin böbrek üstü yetmezliğinde) Na+ geri emilimi azalıp, K+ ve H+ atılımı da azalır. Bu durumda ise göze-dışı hacim azalıp, potasyum düzeyi yükselir (hiperkalemi) ve metabolik asidoz oluşur.
Her ne kadar kortizolun da mineralokortkoid etkinliği olsa da (kortizol mineralokortikoid alıcılarına aldosteron'la aynı düzeyde ilgiyle bağlanabilir), böbrekte Aldosteron'un etki ettiği erek gözeler (prinsipal gözeler ve alfa-aracık gözeleri), kansıvındaki (plazma) kortizole "aldanmazlar." Bunun nedeni, bu gözelerde 11-beta-hidroksisteroid dihidrojenaz enzimi bulunmasıdır: bu enzim, kortizol'u kortizon'a dönüştürmekte, ve kortizol'un aksine, kortizon'un mineralokortikoid etkinliği yoktur. Bundan dolayı, kortizolun yüksek izlediği durumlarda bile, mineralokortikoid alıcıları bundan etkilenmez.
Eşeysel hormonlar (androjenler)
Yukarıda da belirtildiği gibi, kabuk bölgesi DHEA ve androstenedion bireşimlemektedir. Erkeklerde, bu bileşikler testiste testosterona dönüştürülmektedir. Erkeklerde, böbrek üstü bezlerinin salgıladığı bu androjenlerin önemi azdır, çünkü testosteron testislerde kolesterolden bireşimlenir. Bunun aksine, kadınlarda böbrek üstü bezlerinin ürettiği androjenler önemlidir, ve ergenlik çağında koltukaltı ve pubik bölgelerde kılların çıkmasından sorumludur.
Öz katman
Böbrek üstü bezlerinin öz katmanı, özerk sinir sisteminin sempatik bölümünün bir sinir düğümüdür (ganglion). Sinir düğümü öncesi nöronların gövdeleri omuriliğin göğüs bölgesinde bulunmaktadır. Bu nöronların aksonları büyük splanknik sinirden geçerek böbrek üstü bezinin öz bölgesine ulaşıp ve kromafin gözelerle sinir bağlanımı yapıp, asetilkolin salgılarlar. Asetilkolin, sinir düğümü sonrasındaki nöronların nikotinik alıcılarını etkinleştirir. Kromafin gözeler bunun üzerine dolaşıma adrenalin (epinefrin) ve noradrenalin (norepinefrin) salgılar. Sinir düğümü sonrasındaki nöronların genellikle noradrenalin salgılamalarına karşın, böbrek üstü bezlerinin öz bölgesi çoğunlukla (%80) adrenalin, ve ancak %20 oranında noradrenalin salgılar. Bunun nedeni, öz bölgede feniletanolamin-N-metiltransferaz (PNMT) enziminin bulunması, ve bu enzimin sempatik sinir düğümü sonrası nöronlarda bulunmamasıdır (bu enzim noradrenalini adrenaline dönüştüren kimyasal tepkimeyi tetikler). Noradrenalinden adrenalin bireşimlenmesini olanaklı kılan kortizoldur. Kabuk bölgesinde bireşimlenen kortizol bu bölgeden ayrılan toplardamar ile öz bölgeye ulaşır ve bu tepkimeyi tetikler.
Hastalıklar
Böbrek üstü bezlerinin kabuk bölgesinden kaynaklanan düzensizliklerin çoğu belirli bir katmandaki hormonun gereğinden az ya da çok bireşimlenmesinden kaynaklanır (kortizol, aldosteron ya da eşeysel hormonları). Bir hormonun olağan derişiminin altında ya da üstünde üretilip salgılanması kişide belirtilere neden olur, ve aynı zamanda o hormonun kansıvındaki ve idrardaki derişiminin de değişmesine yol açar. Ayrıca bir hormonun derişiminin az ya da çok olması o hormonun geri beslemesini de etkiler, ve yalnız bundan yararlanılarak incelemeler yapılabilir.
Cushing Sendromu
Ana madde: Cushing sendromu
Cushing Sendromu, glukokortikoidlerin (kortizol hormonunun) olağanın üstünde bir düzeyde olduğu durumlarda ortaya çıkan belirtiler bütünüdür. Cushing Sendromunun alışılmış nitelikleri kilo artması, obezite, kan basıncının artması (hipertansiyon), ve derinin zayıflaması sonucu oluşan çizgilerdir.
Conn Sendromu
Conn sendromu, daha çok Mineralokortikoid fazlalığı olarak da bilinir. Belirtilerinin çoğu hipokalemiden (potasyum düzeyinin düşük olması) kaynaklanıp yorgunluk, kas güçsüzlüğü, ve kasınçlar olarak ortaya çıkar. Çoğu zaman, erken yaşta çıkan yüksek tansiyon ve bununla birlikte kendiliğinden ortaya çıkan düşük potasyum düzeylerinde bu düzensizlikten kuşkulanılır. Mineralokortikoid fazlalığı, Aldosteron'un (ya da başka bir mineralokortikoidin) özerk bir biçimde üretildiği (renin bu durumda düşük düzeydedir) birincil böbrek üstü bezi hastalığından ya da renin düzeyinin yükselmesi (aldosteron salgılanımı arttırır) gibi böbrek üstü bezleri dışında bir nedenden de kaynaklanabilir. Bu son duruma örnek olarak, kandolumlu kalp yetmezliği, karında sıvı birikimli siroz, böbrek atar damarı akımında azalma, renin üreten ur örnek verilebilir.
Addison Hastalığı
Ana madde: Addison hastalığı
Böbrek üstü bezlerinin kabuk bölümünün, özbağışıklık (bağışıklık sisteminin vücuttaki dokulara saldırması), verem ya da mantar bulaşımı nedeniyle zarar görmesine bağlıdır. Güçsüzlük, kansızlık, kilo yitimi, mide-bağırsak rahatsızlıkları, kan basıncı düşüklüğü, deride kararma, bazı hastalarda da aşırı sinirlilik ve aşırı duyarlılıkla gelişir. Eskiden ölümle sonuçlanabilirken, günümüzde yapay hormonlarla kesin olarak sağaltılmaktadır.
Feokromositom
Ana madde: Feokromositom
Böbrek üstü bezlerinin katekolamin salgılayan öz bölgesindeki Kromafin gözelerinde çıkan urlara feokromositom, ve sempatik sinir sistemi sinir düğümlerinde katekolamin salgılayan gözelerde çıkan urlara ise Paragangliom denilmektedir. Bu urların bulguları ve belirtileri birbirlerine benzedikleri için, çoğu tıbbi yetke bu iki uru birden feokromositom çatısı altında toplar. Buna karşın, bu iki urun ayırt edilmeleri önemlidir, çünkü beklenen gidişleri (prognoz), kötücül olma olasılıkları ve kimi zaman kalıtsal özellikleri ayrı olabilir.
Cinsel organ
Cinsel organ veya üreme organı, bir hayvan vücudunun cinsel üreme ile ilgili herhangi bir parçasıdır. Üreme organları birlikte üreme sistemini oluşturur. Erkekte testis ve dişilerde yumurtalık, birincil cinsel organlar olarak adlandırılır.[1] Kalan kısımlar ise ikincil cinsel organlardır ve bunlar, dış cinsel organlar ve iç cinsel organlar içinde yer alır.[1] Yosunlar, eğrelti otları ve bazı benzer bitkiler, gametofitin bir parçası olan üreme organları için gametangia'ya sahiptir.[2] Çiçekli bitkilerin çiçekleri polen ve yumurta hücreleri üretir ancak cinsel organlarının kendileri polen ve ovül içindeki gametofitlerin içindedir.[3]
Penis
Ana madde: İnsan penisi
Penis, erkek cinsel organı. Latincede "kuyruk" anlamına gelir.[kaynak belirtilmeli] Penis uyarıldığında damarlar kanla dolarak büyür ve sertleşir. Buna sertleşme (ereksiyon) denir. Sertleşen penis içindeki meninin dışarı atılmasına boşalma (ejakülasyon) denir.
Vajina
Ana madde: Vajina
Vajina ya da vajen, kadın cinsel organı. Vajina girişi ile başlayan ve uç kısmında rahim ağzının yer aldığı içi boş silindir şeklinde ve normal halde yaklaşık 7-10 santimetre uzunluğunda, 3 santimetre genişliğinde bir yapıdır.
Kadın üreme organları
Kadın üreme organları (genital organlar), kadınlardaki cinsel organlardır. İç genital organlar kadın iskeletinde bacakların hemen üzerinde yer alan leğen kemikleri ve bel kemiği tarafından oluşturulan kemik çatının (pelvis) içinde koruma altına alınmışlardır.
Kadın üreme organlarının bazıları büyük bazıları da küçük anatomik yapıya sahiptir. Vulva olarak adlandırılan dış cinsel organlardan bazıları; dış dudaklar (büyük dudaklar), venüs tepesi (mons pubis), iç dudaklar, klitoristir.
Anatomisi
Dış genital organlar (Vulva)
Ana madde: Vulva
Kadın dış genital organları vücudu örten cilt tabakasının bir devamıdır ve kadın iç genital organlarına giriş kapısını, bebeğin doğduğu "doğum kanalından" çıkış kapısını oluştururlar. Dış genital organlara topluca vulva adı verilir.
İç genital organlar
Dişi üreme organlarının şematik çizimi, önden görünüşü.
İç genital organlar penisi içine kabul eden vajinayla başlar, rahim içine giriş kapısı olan ve aynı zamanda sperm için bir depo görevi üstlenen rahimağzı ile, bebeğin büyüyerek geliştiği ve gebe olunmayan dönemlerde adet kanamasının oluştuğu rahim ile devam eder, buradan sağlı sollu rahimin her iki yanında boynuz gibi yer alan Fallop tüplerine uzanır ve her bir Fallop tüpü, uçlarında bulunan saçaklarıyla yumurtalıklarla yakın temas eder.
Vajina (Hazne): Rahim ile dış ortam arasındaki bağlantıyı sağlayan boru şeklinde esneme yeteneği çok gelişmiş bir organdır. Cinsel ilişki bu bölgede olur. Doğumda bebek buradan geçerek dünyaya gelir, doğum sonrası çok hızlı bir biçimde eski halini alır.
Üretra (idrar yolu)
Fallop tüpleri: Sağlı sollu ve adeta birer boynuz gibi rahim (uterus) yanlarında yer alan yapılardır.
Rahimağzı: Döllenen yumurta hücresi uterus içinde yer alan bu boşlukta en "verimli" bulduğu bölgeye yerleşir ve çoğalmaya başlar.
Rahim (Uterus): Döllenme sonrası yumurtanın yerleştiği ve gebeliğin oluştuğu yerdir.
Endometrium boşluğu: Bebeğin geliştiği bölgedir.
Tüpler (Rahim kanalları): Vajinaya atılan meninin rahim ağzından içeri girerek yumurtaya ulaşmasını sağlayan yapılardır.
Yumurtalıklar (Ovaryum): Rahmin her iki yanında yer alan iki adet organdır. Yumurta üretimi ve kadınsal hormonların üretiminden sorumludur.
Erkek üreme organları
Eril üreme sistemi, insan üremesi sürecinde rol oynayan birkaç cinsel organdan oluşur. Bu organlar vücudun dışında ve pelvisin içinde bulunur.
Dış üreme organları
Dış eril üreme organları
Penis
Ana madde: İnsan penisi
Penis eril intromittent organdır. Uzun bir şafta ve sünnet derisi tarafından desteklenen ve korunan penis ucu olarak adlandırılan genişlemiş ampul şeklindeki bir uca sahiptir. Eril cinsel olarak uyarıldığında, penis erekte olur ve cinsel etkinlik için hazır hale gelir. Ereksiyon, penisin erektil dokusu içindeki sinüslerin kanla dolması sonucu meydana gelir. Damarlar sıkıştırılırken penis arterleri genişler böylece kan basınç altında erektil kıkırdağa doğru akar. Penis pudendal arter tarafından desteklenir.
Testis torbası
Ana madde: Testis torbası
Testis torbası (veya skrotum), penisin arkasında asılı duran kese benzeri bir yapıdır. Testisleri tutar ve korur. Ayrıca birçok sinir ve kan damarı içerir. Daha düşük sıcaklık zamanlarında, the Cremaster kas kasılır ve testis torbasını vücuda yakınlaştıracak şekilde çekerken Dartos kası da kırışık bir görünüm verir; sıcaklık arttığında Cremaster ve Dartos kasları, testis torbasını vücuttan uzaklaştırmak ve sonrasında kırışmaları gidermek üzere gevşer.
Dış cinsel organ
Erilin dış cinsel organı, dokuzuncu haftanın sonu itibarıyla dişininkinden farklıdır. Bundan önce, her iki cinsiyetteki genital yumru bir fallustur. Dış genital bölgenin farklılaşması sırasında, gelişimin başlarında üretral oluk fallusun ventral yüzeyinde oluşur. Buna, testis tarafından üretilen ve salınan androjenler neden olur. Androjen kaynaklı gelişme fallusun uzayarak bir penise doğru farklılaşmasına, penisin ventral yüzeyi boyunca üretral oluğu çevreleyen ürogenital kıvrımların birleşimine ve labioscrotal kıvrımların orta hat kapanışına neden olur. Bu kapanış, dış cinsel organ skrotumun duvarını oluşturur. 12. haftanın sonu itibarıyla, dış cinsel organ oluşumunu tamamlar.[1][2]
Doğumda, ergenlik öncesi eril üreme sisteminin gelişimi tamamlanır. Gebeliğin ikinci üç aylık döneminde, erilde testosteron salgısı düşer böylece doğumda testis inaktif olur[3] Gonadotropin salgısı ergenlik başlamasına kadar düşüktür.[4]
Ergenlik
Ana madde: Ergenlik
Ergenlik sırasında artan gonadotropin salgısı, testislerdeki eşey steroidleri oluşumunda artışı teşvik eder. Ergenlik sırasında testislerden artan testosteron salgısı, dışarıdan görülecek olan eril ikincil cinsiyet özelliklerine neden olur.[5]
İkincil cinsiyet özelliklerinin dışarıdan görülmesi şunların büyümesini kapsar:
testis
kasık kılı
tüm vücut
penis
gırtlak
yüz ve koltuk altı kılı
İkincil gelişim, testis torbasının cildinde oluşan koyulaşmanın yanı sıra ekrin ter bezleri ve yağ bezlerinin etkinlik artışını da kapsar.[4]
İdrar
İdrar, sidik veya çiş, insanda ve diğer pek çok hayvanda böbreklerde kanın filtrelenmesiyle oluşan sıvıdır. Böbreklerden üreter yoluyla idrar kesesine taşınan sıvı daha sonra üretra vasıtasıyla boşaltılır. İdrar oluşumu, vücutta mineral ve diğer maddelerin dengesinin sağlanmasında etkilidir. Vücutta olması gerekenden fazla olan veya vücuda zararlı olan maddeler idrar yolu ile dışarı atılır. İdrar, içinde erimiş ya da süspansiyon durumunda bulunan birçok maddeyi uzaklaştırır.[1]
Fizyoloji
Ana madde: Böbrek fizyolojisi
Vas afferens vasıtasıyla nefronda yer alan Malpighi cisimciğine gelen kan burada fenestere tipten damarlardan geçer. Bu endotel kan hücreleri dışındaki glukoz, çözülmüş iyonlar, su ve üre gibi maddelerin geçişine olanak tanır. Buna ek olarak podosit adlı endotelin etrafını saran hücreler özellikle plazma proteinlerine karşı bariyer oluşturur. Endotel ve podositlerin özel bazal laminası albumin gibi plazma proteinlerinin geçişine müsaade etmez. Glomerulusdan Bowman kapsülüne gelen idrar burada proksimal tübüle transfer edilir.
Proksimal tübülde filtre edilmiş glukozun tamamına yakını, sodyum, potasyum, fosfat ve bikarbonatın ise büyük çoğunluğu geri emilir. İdrar daha sonra Henle kulpu, distal tübül ve toplama kanalından geçer. Tübül sisteminin yanında peritübüler kılcallar bulunduğundan reabsorbsiyon ve sekresyon bu damarlarla yapılır. Toplama kanalından idrar kalikslere ve renal pelvise aktarılır.
Yapısı
İdrarın %91 ila %96'sı sudan oluşur. Geriye kalan bileşenleri arasında inorganik tuzlar, üre, organik bileşikler ve organik amonyum tuzları yer alır. Üre, katı maddelerin yaklaşık yarısını oluşturur.[2] Ortalama pH değeri 6,2 olan hafif asidik idrarın sağlıklı bir insanda değeri 5,5 ile 7 arasında değişebilir.[3] İdrarın rengi vücudun su seviyesi, alınan besin ve hastalıklara göre değişebilir. İdrara rengini veren birincil madde ürobilindir.
İdrar sanılanın aksine steril değildir. Yapılan araştırmalara göre idrarda idrar kesesindeyken bile bakteri varlığı tespit edilmiştir.[4][4][5]
Patoloji
Yetişkin bir kişi 24 saat içerisinde ortalama olarak vücut ağırlığının kilogramı başına 20 mL idrar atar. Bu oran içki tüketimine, ortam sıcaklığına ve fiziksel aktiviteye göre değişiklik gösterir. Atılan idrar miktarı patolojik bozukluklara göre yükselebilir, azalabilir veya tamamen kesilebilir.[1]
Erkek Anatomisi ve Üreme Organları
Erkek üreme organları da aynen kadınlarda olduğu gibi dışta yer alanlar ve içte yer alanlar olmak üzere ikiye ayrılır.
Erkeğin dış genital organlarını penis ve içinde erbezlerini (testisleri) barındıran torba (skrotum) adı verilen yapı oluşturur.
Penis
Penis, erişkin bir erkekte 5-9 santimetre uzunluğunda, 3-5 santimetre çapında silindir şeklinde bir organdır. Cinsel uyaranlara bağlı olarak sertleştiğinde boyu yaklaşık iki kat uzar ve çapı artar. Penis boyutlarındaki artışı sağlayan mekanizma penisin iç yapısında bulunan boşluk ve gözeneklerin içinin kan ile dolmasıdır. Uyaran bittiğinde penis kısa sürede eski boyutlarına geri döner.
Penis uzunluğu çok değişken olabilir ve penisin cinsel işleviyle boyutları arasında bilinen bir ilişki yoktur.
Penisin gövde ve baş olmak üzere iki kısmı vardır. Baş kısmı sünnet derisiyle kaplıdır ve erkek sünnet olduktan sonra bu kısım açıkta kalır. Sünnet olmamış erkeklerde sünnet derisinin içindeki baş kısmı sertleşmeyle birlikte ortaya çıkar, sonra eski boyutlarına döndüğünde tekrar deri tarafından örtülür. Penisin baş kısmı sünnet olmamış erkeklerde elle sıyrılarak da ortaya çıkarılabilir.
Penis başı erkeğin en hassas bölgelerinden biridir ve içerdiği çok sayıda sinir ucu sayesinde erkek orgazmında en önemli rolü oynar.
Penisin ortasından uretra adı verilen idrar borusu geçer. Mesaneyle bağlantılı olan bu boru, penis başının uç kısmında bulunan uretra ağzına açılır. Uretra hem meninin hem de idrarın dışarıya boşaltılmasını sağlar.
Erkek uretrası (sağda yer alan şekil) kadın uretrasına göre çok daha uzundur. Kadın uretrasının nispeten kısa olması kadınlarda idrar yolları enfeksiyonlarının kolaylıkla oluşmasına zemin hazırlar.
Torba (skrotum)
Skrotum içinde sağlı sollu yer alan iki testis, sperm kanallarının bir kısmı ve çok sayıda damar yapısı içeren bir yapıdır.
Skrotumun sperm işlevlerini korumak açısından çok önemli bir özelliği vardır:
Sperm hücreleri ısı değişikliklerinden olumsuz etkilenirler ve işlevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmeleri için vücut ısısından yaklaşık 2 derece daha düşük bir ortamda bulunmaları gerekir. Torbanın vücut dışında bulunmasının nedeni budur.
Torbanın içindeki ısı vücut ısısından daha düşüktür ve soğukta büzüşerek ısı kaybını önler. Sıcakta ise aksine sperm hücrelerinin aşırı ısıya maruz kalmalarını önlemek için gevşer.
Testisler
Torbanın içinde sağlı sollu yer alan iki adet testis, sperm hücrelerinin üretildiği ve testosteron adı verilen erkeklik hormonunun salgılandığı yapılardır.
Testislerin büyüklükleri kişiden kişiye değişmekle beraber, her biri ortalama 20-30 gram ağırlığında, 4-5 santimetre uzunluğunda ve 2-2,5 santimetre kalınlıktadırlar.
Testisler yaklaşık aynı büyüklükte olmalarına karşın yapısal olarak sol testis sağdakine göre biraz daha aşağıda yer alır.
Her testis içinde küçük ve oldukça kıvrımlı sperm kanalcıkları bulunur. Bu kanalcıklar beyindeki hipofiz bezinin salgıladığı FSH hormonunun verdiği emirle sperm hücreleri üretirler.
Testisler yine hipofiz bezinden salgılanan ve LH adı verilen hormonun etkisiyle testosteron hormonu üretirler.
Erkek çocukta ergenlik dönemine girene kadar nispeten düşük miktarlarda salgılanan testosteron hormonu ergenlikle birlikte daha hızlı salgılanmaya başlar ve erkek çocukta ses kalınlaşması, sakal-bıyık çıkması, vücut kaslarının gelişmesi, vücutta erkek tipi kıllanmanın ortaya çıkması gibi erkeksi özelliklerin ortaya çıkmasını sağlar.
Sperm üretimi de ergenliğin başlamasıyla kısa sürede başlar.
Erişkin bir erkekte de testosteron erkek cinsiyete özgü özelliklerin devamını ve sürekli olarak sperm üretimini sağlar.
Testisler,sperm üretimi ve sperm hücresi
Sperm hücresinin yapısı
Sperm hücresi yaklaşık santimetrenin 250'de bir kadar uzunlukta çıplak gözle görülemeyecek kadar ufak bir hücredir.Hücrenin baş, gövde ve kuyruk olmak üzere üç ayrı kısmı vardır.
Baş kısmı sperm hücresinin yumurta hücresi içine girme işlevini yürütür. Bu amaçla bu kısımda yumurta hücresinin dış tabakasını eritip delebilen maddeler bulunur
Gövde kısmı sperm hücresinin 23 kromozomdan oluşan genetik materyalini içerir. Burada ayrıca sperm hücresinin canlı kalması ve hareket etmesi için gerekli olan enerji sağlayıcı maddeler depolanmıştır.
Kuyruk kısmı sperm hücresinin hareketli olmasını sağlar. Kırbaç hareketleriyle ilerleyen sperm hücresi bu şekilde yumurta hücresini bulmaya çalışır.
Sperm üretimi
Her testis içinde çok ince ve birbiri üzerine katlanmış çok sayıda kılcal boru vardır. Sperm hücreleri bu borular içerisinde oluşur ve olgunlaşırlar. Sperm hücrelerinin üretimi ve olgunlaşması yaklaşık 74 gün kadar sürer.
Sperm hücresi üretimi aynen yumurta hücresi üretiminde olduğu gibi esas olarak 46 kromozom taşıyan bir hücrenin tam yarıdan ikiye bölünmesiyle gerçekleşir. Erkeklerin hücrelerinde cinsiyet kromozomu olarak bir X bir de Y kromozomu bulunur. Kadında ise cinsiyet kromozomlarının ikisi de X yapısındadır.
Sperm hücreleri oluşum aşamasında böylece cinsiyet kromozomlarından ya X veya Y kromozomunu alırlar.
Yumurta hücresini dölleyen sperm hücresi Y kromozomuna sahip olduğunda bebeğin cinsiyeti erkek, X kromozomuna sahip olduğunda bebeğin cinsiyeti kız olur.
Yani bebeğin cinsiyetini daima babadan gelen spermin cinsiyet kromozomu belirler.
Testis içindeki kanalcıklar testisin hemen tepesinde yerleşmiş olan epididim adlı yapıyla devam ederler.
Epididim sperm hücrelerinin olgunlaşmasının devam ettiği bölgedir ve hücreler için bir depo görevi üstlenir.
Epididim vaz deferens adı verilen ana sperm iletim kanalıyla devam eder.
Ana sperm kanalının içine seminal vezikülleri, prostat bezi ve Cowper ("kovper" okunur) salgı bezleri kendi salgılarını boşaltarak meninin son şeklini almasını sağlarlar.
Bu salgıların sperm hücreleri üzerinde besleyici ve hareket artırıcı özellikleri vardır. Sperm hücrelerinin bu salgılarla birleşmesi neticesinde oluşan sıvıya meni adı verilir.
Yaklaşık 4 ml. hacmindeki meninin hacmen %60'ı seminal vezikül tarafından, %20'si prostat tarafından oluşturulur.
Prostat en dış kısımda yer alan organ olduğundan ejakulasyonda ilk boşalan sıvı prostat sıvısıdır ve en canlı spermler bu sıvı içinde yer alırlar.
Sperm üretimi devamlıdır, üretilen sperm depolanır ve boşaltılmaya hazır bekler.
Meninin salgılanması ve özellikleri
Meni erkeğin orgazm olmasıyla birlikte dışarı fışkırma tarzında boşalır.
Meni yaklaşık 1.5-5 mililitre miktarında opak-gri renkte, kuruduğunda sarı bir renk alan, kendine özgü bir kokusu olan, yapışkan ve kıvamlı bir sıvıdır.
Vücuttan atıldıktan sonra 5 ila 20 dakika arasında yapışkan halini kaybederek sıvılaşır, 30 dakikada tamamen su halini alır.
Bir boşalmada erkek ortalama 150 milyon sperm hücresi boşaltır.
Yumurta hücresinin döllenmesinde sperm sayısı kadar spermlerin kalitesi de önemlidir.
Meninin çeşitli özelliklerinin laboratuvar koşullarında incelenmesine spermiyogram adı verilir.
Kadın Genital Sistem Anatomisi
Kadın genital sistemini nedir?
Kadın genital sistemi, ‘Üreme Sistemi’ olarak da bilinir. Kadınlardaki cinsel organların oluşturduğu sistemdir.
Görevi:
Eşey hücrelerini (yumurta) ve üreme hormonlarını üretmek
Gelişen fetüsü taşımak ve desteklemek
Fetusun dünyaya gelmesini sağlamakdır.
Kadın genital sistemi kaç bölümde incelenir?
Kadın üreme organları, kişiden kişiye boyut açısından farklılık gösterir.
İki kısımda incelenir:
Dış genital organlar: İç genital organlara bağlanan giriş kapısıdır.
İç genital organlar: ’Pelvik boşluk’ içinde yer alır. Pelvik boşluk, iskelet sisteminde bacaklar üzerinde yer alan leğen kemiği ile bel kemiği tarafından oluşturulan kemik çatıdır. Bu yüzden iç genital organlar, ‘pelvik organ’ olarak tanımlanır. Gövdenin pelvis üstünde kalan kısmına karın (abdomen) denir. Gebe rahim ancak 12 haftalık cesamete ulaşınca artık bir pelvik organ değil, abdominal organ haline döner.
Kadın dış genital organları nelerdir?
Dış genital organlar, pubis tepesi (mons pubis), dış dudaklar (labium majus), iç dudaklar (labium minör), klitoris, vestibül, idrar deliği (üretra), vajen girişi (introitus), kzılık zarı (hymen), salgı bezleri (Bartholin ve Skene bezleri) ve perine’dir.
Kadın dış genital organlarının görevleri nelerdir?
Dış genital organların fonksiyonları şunlardır:
Spermin vücuda girişini sağlamak
İç genital organları enfeksiyonlardan korumak
Cinsel haz sağlamak
Vulva ve vulva tepesi neresidir?
Vulva: Dış genital organları içeren bölgeye ‘vulva’ denir. Bu bölgenin üst çatı kısmını oluşturan leğen kemiklerinin birbirleri ile orta hatta birleştiği bölgenin oluşturduğu kabarık kısım olan pubis tepesi (mons pubis), altta makat (anüs) ve yanlarda dış dudaklar (labium majuslar) tarafından sınırlanan bölgeye verilen isimdir.
Dış genital organların bir tabaka altında kadının doğum yapmasında, idrar ve dışkı çıkışı gibi işlevleri istemli olarak yürütmesinde önemli yeri olan kaslar bulunur. Bu kaslara topluca pelvis tabanı kasları adı verilir.
Pubis tepesi (Mons Pubis): ‘Venüs tepesi’ olarak da adlandırılır. Yağ dokusundan ve yağ bezlerinden oluşan, cildin devamlılığı olmasından dolayı üzeri genital kıllarla örtülü yerdir. Klitorisin hemen üzerinde yer alır.
Dış ve iç dudaklar neresidir?
Dış Dudaklar (Labium Majus) (labium = dudak; majus = büyük): Vajinayı sağ ve soldan örten yapıların en dışta bulunanlarıdır. Göreceli etli ve büyüklerdir. Diğer dış genital organları örter ve korur. İçerdiği ter ve yağ bezleri, kayganlığı sağlayan salgıyı üretir. Burada da cilt devamlılık gösterir ve genital kıllar bulunur.
İç dudaklar (Labium Minör (İç Dudaklar) (labium = dudak; minor = küçük): Labium majusların iç tarafında bulunan, vajen girişi ve üretra ağzını çevreleyen, daha ince ve pembe renkli dokudur. Cild yerine sürekli nemli, özel bir doku olan ‘mukoza’ ile örtülüdür. Kıllanma görülmez. İlişki sırasında zengin kan damarları genişleyerek ödemli bir yapıya döüştürür.
Klitoris: ‘Bızır’ adı ile de bilinmektedir. İç dudakların üstte birleşke yerinde bulunur. Yapı olarak erkeklerin penisine karşılık gelen organdır. Uyarıldığı zaman ereksiyon ve orgazm gelişir.
Vajen girişi ve kızlık zarı neresidir?
Vajen Girişi (İntroitus): Labium minörün hemen iç kısmından başlar ve kızlık zarından sonra vajinayla devam eder. İdrar deliği (üretra) ile makat (anüs) arasında yer alır.
Kızlık Zarı (Hymen): Bu yapı ince ve esnek bir dokudur. Kulak memesine yakın kalınlıktadır. Vajen girişini kısmen örten bir dokudur. Şekli çok değişkendir. Tamamen kapalı olup adet kanamasının dışarıya akmasına hiç izin vermeyen bir yapıdan, halk ağzında ‘doğumda bozulur’ şeklinde ifade edilen, tıbbi olarak ‘ilişkiye müsait’ dediğimiz, cinsel aktiviteyle kanamanın olmayacağı incelikte bir yapının olabildiği çok geniş bir şekil yelpazesine sahiptir.
İdrar Deliği, makat, salgı bezleri ve perine nerededir?
İdrar Deliği (Üretra): Mesanenin devamında yer alan boru şeklindeki üretra (idrar yolunun) son kısmı idrar boşaltım sisteminin son basamağını oluşturur. Klitoris altında ve vajen girişi üstünde yer aır.
Vestibül: Klitoris ile vajen girişi (introitus) arasında kalan üçgen alandır. İdrar deliği, vajen girişinin 1 cm. üstünde, burada yer alır. Vestibülün iki tarafına Skene bezleri açılır.
Makat (Anüs): Sindirim sisteminin son kısmı olan kalın bağırsağın dışarıya açıldığı kısımdır.
Perine: Dış dudakların alt kısmında, vajen girişi (introitus) ile makat (anüs) arasındaki bölgedir. 2-5 cm. uzunluğundadır. İdrar ve dışkı işlevlerinin kontrolünü sağlayan kasları barındırır. Bu kaslar doğum sırasında gevşeyerek bebeğin doğmasına izin verirler.
Salgı Bezleri: Dış genital bölgenin kurumasını önlemek ve cinsel ilişkide gerekli kayganlaşmayı sağlamak işlevini yürüten birkaç adet salgı bezi vardır. Bunlar arasında en önemlileri idrar çıkış deliğinin yanlarında yer alan Skene bezleri ve vajina girişinin yakınında sağlı sollu yer alan Bartholin bezleridir.
İç Genital Sistem hangi yapılardan oluşur?
İç genital organlar bir kanal sistemi oluşturan birbiriyle ilişkili organlardır:
Vajina: Spermin depolandığı yer
Uterus: fetusun geliştiği yer
Fallop tüpleri: Spermin yumurtayı döllediği yer
Overler: Direk bu sistemle bağlantısı yoktur. Yumurta gelişince buradan salınır.
Hazne neresidir?
İç genital sitem organlarının başlangıç yeri haznedir (vajina). Rahim (uterus) ile dış genital sistemi bağlayan silindir, ancak içi boş iken ‘H’ harfi şeklini alan, yapıdır. 10-12 cm. uzunluğundadır. Esneme kapasitesi olan bağ dokusundan oluşur. Cinsel ilişkiye, spermin geçişine ve adet kanamasına olanak sağlayan yapıdır. Doğumda bebek buradan geçerek dünyaya gelir, doğum sonrası çok hızlı bir biçimde eski halini alır. Alt 1/3’ünü çevreleyen elastik kaslar orgazm sırasında ritmik ve istemsiz olarak kasılır. Duvarları, mukoza ile döşeli olup rahim ağzındaki (serviks) bezlerin salgıları ile nemli kalması sağlanır. Birçok mikroorganizmadan oluşan doğal bir ortama (flora) sahiptir.
Rahim nasıl bir organdır? Kaç kısımdan oluşur?
Döllenme sonrası yumurtanın yerleştiği, doğuma kadar fetusun içinde korunarak geliştiği kas dokusundan oluşan bir organdır. Gebe olmayan erişkin bir kadında yaklaşık 5 cm. genişlik ve 7 cm. uzunluktadır. Armut şeklindedir. Pelvik boşlukda, mesane arkasında ve kalın bağırsak son kısmı olan rektum önünde yer alır. Rahimi pelvis içinde yerinde tutan, üç çift bağ bulunur.
Üç bölümden oluşur:
Fundus (Tepe) : Tülerin açıldığı köşelerin üstünde kalan kısım
Korpus (Gövde) : Orta kısım. Yüksek oranda içerdiği kasla, gebelik boyunca fetusa yer açacak kadar genişlerken doğum eylemi için kasılarak fetüsü doğum kanalında ilerletici motor gücü oluşturur. Üreme çağında boyu, serviksin iki katıdır.
Serviks (Rahim ağzı): Vajen içine doğru uzanan, dar bir kanal içeren alt kısımDIR. Rahim boşluğuna açılan ‘iç delik’ (internal os) ve vajene açılan ‘dış delşk’ (eksternal os) arasında kalan bir kanal (servikal kanal) yapısını içerir. Alt genital sistem muayenesi sırasında gözlemlenen kısmı dış deliği içeren bölgesidir. Pap smear testi için örnek alınan yer burası ve servikal kanaldir. Fetusun büyüdüğü rahim boşluğunu, alt genital sistemin parçası olan vajenden ayıran sıkı bir bağ dokusundan oluşur. Servikal kanal sayesinde bu iki boşluk arasında geçiş sağlar. Yapısında yer alan bezler vajeni nemli tutan, spermin genital sistemde hareketliliğine katkıda bulunan salgıyı üretir.
Rahimin tabakaları nelerdir?
Duvar yapısı üç tabakadan oluşur:
Endometriyum (İç Tabaka): Döl yatağıdır. Gebelik olmazsa adet kanaması olarak dökülüp bir sonraki ayın olası gebeliğine hazırlanır.
Myometriyum (Orta Tabaka): Rahim kütlesinin çoğunu oluşturan kas dokusudur.
Perimetriyum (Seroza) (Dış Tabaka): Rahimin en dış tabakasıdır.
Fallop Tüpleri ve yumurtalıklar neresidir? Görevleri nelerdir?
Tüpler (Fallop Tüpleri = Rahim Kanalları): Vajinaya verilen meninin rahim ağzından geçerek yumurtaya ulaşmasını sağlayan kanallardır. 10-13 cm. uzunluktadırlar. Rahimin üst köşelerinden yumurtalıklara doğru uzanırlar. Uçlarında bulunan saçaklarıyla yumurtalıklarla yakın temas eder. İçini döyen dokunun yapısı ve duvardaki kaslar yumurtanın rahime doğru hareketini sağlar. Döllenme tüplerin orta bölgesinde (ampulla) olur.
Yumurtalıklar (Overler): Karın yan duvarına, damarları içeren bağ dokusu ile tutunan iki adet organdır. Yumurtayı ve kadınlık hormonlarını üretirler. İnci renginde, ceviz büyüklüğünde, 2-3 cm. uzunluğunda organlardır.
Anüs
Anüs veya makat (Latince: anus; anlamı: "halka", "çember"[1]), sindirim sisteminin sonunda yer alan ve dışkılamanın yapıldığı dış açıklıktır. Birincil görevi dışkılama olan anüsün açıklık ve kapalılığını iç ve dış büzgen kaslar (sfinkter) denetler. İç anal sfinkter istemsiz, dış anal sfinkter ise istemli şekilde hareket eder. Kadınlarda vajinanın arkasında yer alan anüs, erkeklerde ise testis torbasının arkasında yer alır.
Barsaklar ve KATI Boşaltım Sistemi Anatomisi için
Bu bölümdeki Sindirim Sistemi Anatomisi Bölümümüzü ziyaret ediniz
Kaynak ve Dipnotlar
Wikipedia
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca