09-25-2024, 06:26 AM
(This post was last modified: 09-25-2024, 06:35 AM by RasitTunca.)
İslam Dini 'nde bilmemiz gereken bazı Bilgiler..!
İslam, genel manada, Hz. Allah 'ın tüm kulları için razı olduğu Din 'in adıdır. Hz. Allah, Maide suresi 3. ayette ;
Bugün artık inkar edenler, sizin dininizden umudu kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun.! Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a razı oldum. Buyuruyor..
Dolayısı ile, Adem a.s ile başlayan Din, İslam 'dır. Evvelki bütün peygamberlere indirilen, Hz. Muhammed Mustafa s.a.v efendimize indirilen semavi kitaplar, Allah Kelamı 'dır. Gönderilen bütün peygamberler, Allah 'ın kulu ve elçisidir. Hiç bir peygamber din getirmemiş, hepsi de İslam Dini üzere, Allah 'ın varlığını ve birliğini tebliğ için gönderilmişlerdir.
Hz. Allah Al-i İmran suresi 85. ayette buyuruyor ki;
''Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır''.
Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul noktasından baktığımız zaman, İslam Dini 'nde şart yoktur. Şart, olmaz ise olmaz demektir. Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul eden kişi Müslüman 'dır.. Hz. Allah 'ın evvelki Kitaplarındaki emri de bu veçhiledir.
Fussilet suresi 43. ayette;
Sana söylenen, senden önceki elçilere söylenmiş olandan başka bir şey değil. Kuşkusuz Rabbin, hem bağışlama sahibi, hem de acı azap sahibidir.
Bütün Kitap ehlinin amentüsü birdir. kelime-i şehadeti;
Lailahe illallah Adem safiullah,
Lailahe illallah, Nuh şekirullah,
Lailahe illallah, İbrahim Halilullah,
Lailahe illallah, Musa Kelimullah,
Lailahe illallah, İsa Ruhullah,
Lailahe illallah, Muhammeden Resulullah..! Farklı bakan, farklı gören yine insan. Farklı anlayan, farklı anlatan yine insan. Allah 'ın emrinde farklılık yok, çünkü Hz. Allah Kuran 'da böyle buyuruyor.
Ahkaf suresi 13. ayette;
''Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru olanlar, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir''. Buyrulmakta..
İslam 'da beş şart olmuş olsa idi, Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul eden bir kişiye, Müslüman denilemezdi. Şart olarak ifade edilen, oruç, namaz, hac, zekat ve kelime-i şehadet, Hz. Allah 'ın Muhammedi şeriatına emri ilahisi, temel ibadet ve taatlarıdır.
Hz. Allah evvelki şeriatlar için, yani, Musevi ve İsevi şeriatlarını da kapsayan Hac suresi 67. ayette;;
Biz, her ümmete, bir ibadet usulü gösterdik. Öyle ise onlar bu işte seninle asla çekişmesinler. Sen, Rabbine çağır, kuşkusuz sen doğru bir yol üzerindesin. Buyurmaktadır.
Ehli Kitap, evvelki şeriat ifadeleri, bugün bize ayetin gerçek manasını veremiyor. Neden.? Çünkü, Musevi 'liği, Yahudilik, İsevi 'liği ise Hıristiyanlık, yani farklı bir din, farklı bir inanışmış gibi algıladığımızdan, bu zamana kadar bize böyle öğretildiğinden..
Ankebut suresi 46. ayette ;
Kitap ehliyle, haksızlık edenleri dışında en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: "Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Tanrımız ve Tanrınız birdir, biz de O'na teslim olanlarız."
Hz. Allah Al'i İmran 85. ayette;
De ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene; Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilene inandık; onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz O'na teslim olanlarız."
Bakara suresi 136. ayette ise ;
Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve esbata indirilene, Musa ve İsa'ya verilene ve peygamberlere Rabbleri tarafından verilene inandık, onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz Allah'a teslim olanlarız. deyin.
Şûra suresi 13. ayette ise;
Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye, Din olarak, Nuh'a tavsiye ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve Îsa'ya tavsiye ettiğimizi sizin için şeriat yaptı. Fakat kendilerini çağırdığın bu nizam, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve dilediğini de doğru yola iletir. Buyurmakta..
Dinde ayrılık yok. Tüm insanlık, Adem a.s ile Havva validemizden meydana gelmiş, bütün kitap ve peygamberler bu devamlılık içerisinde gönderilmiştir. Kardeşlik anlamında, Hz. Resullulah, bir hadisinde şöyle buyurmuştur;
''Mü'min olmadan cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de Mü'min olmazsınız''. ''Ey Allah 'ın Kulları kardeş'' olunuz.!
Hadis, genel manadadır. Musevi, İsevi, Muhammedi ayrımı yapılmadan, Allah 'ın yaratmış olduğu bütün kullaradır..
Hucurat suresi 14. ayette;
Bedeviler dediler ki, İman ettik.! De ki, Siz iman etmediniz amma, Müslüman olduk deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi. Şayet, Allah 'a ve Peygamberine itaat ederseniz, amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah. çok esirgeyen, çok bağışlayandır.
Ayette de görüldüğü üzere, Müslüman olmak, Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul ile başlıyor. İman ise, Allah 'ın emir ve yasaklarına uymak, Peygamberine itaat etmek ile başlıyor. Bu manada, son nefesinde ''Lailahe illallah'' diyenin kurtuluşa ereceği bildirilmekte.
İman noktasında baktığımızda,
Nisa suresi 136. ayette;
Ey inananlar, Allah'a, Elçisine, Elçisine indirdiği Kitaba ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitaba inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse o, delalete uğrayanlardandır.
Müttakiy olanları ise;
Bakara suresi 2. ayette;
Kendisinde hiç bir şüphe olmayan O kitap, ''müttakiler'' için yol göstericidir. (Kimdir Ya Rabbi o müttakiyler)
Bakara suresi 3. ayette;
Onlar ki gayba inanır, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar.
Bakara suresi 4. ayette;
Sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar; ahirete de kesinlikle iman ederler.
Bakara suresi 5. ayette ;
İşte onlar, Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve umduklarına erenler, işte onlardır!
Bu noktaya kadar sunmaya çalıştığım bilginin özeti;
-- ''Lailahe illallah'' diyen kimse, Hz. Allah 'ın buyruğuna göre Müslüman 'dır.
-- Allah 'ın varlığı ve birliğine inanıştan sonra, Amentünün altı şartına acabasız inanan kimse, Mü'min 'dir.
(Allah 'ın varlığına ve birliğine, Meleklerine, Kitaplarına (ayırdetmeden), Resullerine (ayırdetmeden), ahiret hayatına, kader ve kazanın, hayrın ve şerrin ancak Allah 'tan olduğuna iman eden, öldükten sonra tekrar dirileceğine iman eden ve imanın zirvesi olan kelime-i şehadeti ifade eden) Mü'min..
-- Hz. Allah 'ın emir ve yasaklarına, peygamberinin getirmiş olduğu şeriatına uyan, İslam 'ın temel ibadet ve taatlarını yerine getirmeye çalışan kişi, (oruç, namaz, hac, zekat, kelimeyi şehadet) Müttakiy 'dir, İttika sahibidir.
Din denilince, İslam,
Müslüman denilince, Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul eden,
Mü'min denilince, Amentünün altı şartını acabasız kabul eden,
Müttakiy denilince de, İmandan sonra, Allah 'ın emir ve yasaklarına uyan, Peygamberin getirdiği şeriata göre yaşayan ve ibadet ve taatına devam eden anlaşılmalıdır. Bu sebepledir ki, İslam 'da şart yoktur...
Günümüzde, İslam, Müslüman, Mü'min ifadeleri tek bir manada algılanıyor. Hele ki Müttakiy ifadesi nerdeyse hiç kullanılmıyor.
Hiç çalışanla, çalışmayan bir olur mu.? İbadet eden ve etmeyen, Amentüye inanan ile inanmayan bir olur mu.? Biraz tefekkür, biraz düşünceye sevk edebilmek adına, yanlışlarımızı doğruya iletebilmek adına inşaallah fayda sağlayabiliriz.
İnsan, doğuşundan itibaren, terbiyeye muhtaçtır. Hatta ölümüne kadarki süreç, hep eğitim, hep terbiye üzere geçer.
İslam, yaratılışta insanlığa fıtrat olarak yüklenmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimiz bir hadisinde;
''Her çocuk İslam fıtratı üzere dünyaya gelir. Terbiyecisi ne ise, onu öyle yetiştirir'' buyurmuştur.
Malumunuz, çocuk ilk olarak anne ve babanın terbiyesinde yetişir. Yaş aldıkça, büyüdükçe, ailenin dışında bilgi olarak, inanış, yaşam biçimi, kendisine uygun, nefsinin arzu ve istekleri doğrultusunda, daha birçok şeyleri şahsi malı gibi görmeye başlar. Fakat bunlar henüz çocuk yaşta gelişir, her ne kadar yetiştiren olarak bizler fark edemesek de..
Uzmanlar diyor ki, eğitim ve terbiye açısından çocuk sıfır, altı yaş arası daha uygundur. Bu yaşa kadar verilen terbiye, temeli oluşturur. Altı yaş sonrasında ise çocuk, kendisine verilmiş olan terbiye çerçevesinde tercih ve isteklerini ayırt etmeye başlar. Yani çocuk seçici olur.
Bütün bunlar, daha çocuk tam anlamı ile kendisini tanımadan, tercihleri bakımından en öncelikli konuma yerleşir. Ve daha sonrasında, okul hayatı, iş hayatı, arkadaş çevresi, toplum, yetiştiği semt, bölge bu konuda tercih sebeplerinin en başında çocuk üzerindeki etkisini oluşturur.
Hatta birçoğumuz, kimden, nereden, ne şekilde aldığımızın farkında bile olmayız. Etkisi altında kaldığımız şeyleri fark etmeden, bizler üzerinde sarsılmaz bir yapıyı oluşturur ve bizler bunu kendi malımızmış gibi sahipleniriz. Diğer bir ifade ile sıkça kullanılan, kırmızı çizgimizi oluşturmuştur bile..
Yetişkin hale geldiğimizde, artık o bizim tarzımızdır, tercihimizdir, inancımızdır, yaşam biçimimizdir. Bizim sandığımız şeylerin bir çoğu, birinde, bir yerlerde gördüğümüz başkalarına ait olan, fakat beğendiğimizi, hoşumuza gittiğini düşündüğümüz şeyler, artık bizim vaz geçilmezlerimiz halini alır.
Bu manada bir kıssa paylaşmak isterim.
Hoca merkebi ile yolda giderken, merkebi, ikide bir durup, yola daha evvel dışkısını bırakmış merkeplerin dışkılarını kokluyormuş. Bunu gören Hoca da, kokladığı bu dışkıları, merkebin yem torbasına atıyormuş.
Eve vardıklarında, merkebi ahıra bağlamış ve yem torbasını da boynuna asmış. Merkep ''pufff' diye üfürünce, Hoca ;
- Ne pufluyorsun.? Sen kokladın, beğendin, ben de topladım..! demiş.
Kıssadan, hisse.! Doğumdan, ölüme, bütünü ile kendi tercih ettiklerimiz, aslında bize zararı verenlerin en başında gelir. Bazı zaman olur ki, kendi halimizi beğenmeyiz, kendi tercihimiz hoşumuza gitmez. Yaptığımız şeylerden son derecede pişmanlık duyarız. Aslında bütün bunlar, bizi, bize gösteren, Hz. Allah 'ın Rahmet sıfatının tecellisidir.
Nefs denilen, insanın ham, olgunlaşmamış halini oluşturan yanı, Kuran 'da Furkan suresi 44. ayette şöyle belirtiliyor;
''Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar, hayvandan daha sapıktır''. Buyrulmakta..
Hayvanat ve ve diğer yaratılmışlar toprak olacak. Toprak olamayacak, ayette belirtildiği üzere, şahsi gayreti ve çabası ile hayvandan da aşağıya gidebilen tek varlık İnsan.. Bu çabasını elde edebilmek için bahsini ettiğimiz, kendimize ait olmayan, aileden başlayıp, bulunduğumuz çevre, ortam, toplumdan beğenip topladıklarımız ile aşağıların da aşağısına gidebilen tek varlık, biz insanoğlu.
Beşikten mezara kadar, ilim.
İlim Çin 'de de olsa, gidip alın. Elbette ki faydalı ilim..
Peygamber efendimiz, ''Ya Rabbi, faydasız ilimden sana sığınırım'' diyerek Hz. Allah 'a sığınmıştır.
İlim, Hz. Allah 'ın subuti sıfatlarındandır. İnsan, inanmak üzere yaratılmıştır. İnançsız yaşamak mümkün değildir. Çünkü yaratılışta bu fıtrat insanoğluna yüklenmiştir. Şayet biz bu boşluğu mana yönünde dolduramaz isek, o boşluk dünyevi şeylerle dolup, taşacaktır.
Bütün bahsini ettiğimiz bu konuların en başında, ilim olarak, ''İman'' gelmektedir. Amentüye iman, mana ve önemi olarak insan hayatını oluşturan en büyük eğitim ve ilimdir. İman denilen olgu, temeli oluşturur. İman, olmaz ise olmazdır.
Şayet temel sağlam olursa, üzerindeki yapının zayıflığı, hiç bir önem ifade etmez. Çünkü sağlam olan temele uygun yapı, zamanı geldiğinde muhakkak surette o temelde yerini alır.
Taklidi olarak başlayan her ne olursa olsun, vakti geldiğinde, tahkike dönüşür.
İman, amentünün altı şartına acabasız inanmaktır. Dil ile ikrar, kalp ile tasdik gerekir. Amentü;
-Allah 'ın varlığına ve birliğine,
-Meleklerine,
-Kitaplarına, (dört kitap Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran, suhuflar dahil)
-Peygamberlerine, (göndermiş olduğu tüm peygamberlere, birbirinden ayırt etmeden)
-Ahiret hayatına, Kaderin ve kazanın, hayrın ve şerrin ancak Allah 'tan olduğuna,
-Öldükten sonra dirilmeye,
Ve imanın zirvesi olan Kelime 'i şehadet..
Bunlardan bir tanesine inanış eksik olduğunda, imandan da o nispette kayıp var demektir. İmanın şartları, Kuran 'dan çıkartılan ahkamlardır.
Hz. Allah, Nisa suresi 136. ayette amentünün şartlarını açıkça ortaya koymuştur;
-''Ey inananlar, Allah'a, Elçisine, Elçisine indirdiği Kitaba ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitaba inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür''.
Nisa suresi 152. ayette;
-''Ve onlar ki, Allah'a ve elçilerine inandılar, onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmadılar; işte (Allah), pek yakında onların da mükafatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir''. Buyurmakta..
Hz. Allah, Bakara suresinin ilk dört ayetinde ise Müttakiy olanları açıkça ifade etmekte.
Bakara suresi 2
Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan o kitap, Muttakiler için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir.
Bakara suresi 3
O muttakiler ki, gaibe inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan infak ederler...
Bakara suresi 4
Onlar ki sana indirilene ve senden önce indirilen Kitap ve Peygamberlere, ahiret gününe iman ederler.
Bakara suresi 5
Onlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
Hz. Allah, Bakara suresi 285. ayette ;
Gönderilen Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'min ler de iman ettiler. Onlardan her biri, Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. "Allah 'ın Peygamberlerinden hiç birini ayırt etmeyiz" "İşittik, itaat ettik.! Ey Rabbimiz, mağfiretini niyaz ederiz, dönüş yalnızca sanadır!" dediler.
Tefsire gerek olmayan, açık bir emir..
Kuran, buna benzer bir çok ayetler içerir. Evvelki indirilmiş olan Kitapları, hükümsüz kılmak, onlar için tahrif edildi, değiştirildi gibi ifadeler kullanmak, iman ettiğimizi zannettiğimiz Amentü 'den çıkarmak olur.
Hz. Allah, İncil 'den, yaklaşık altıyüz on sene sonra indirilen Kuran 'da Maide suresi 48. ayette;
Sana da kendinden önceki Kitabı doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak Kitabı gerçekle indirdik.
Artık onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma.!
Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik.
Allah isteseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı, fakat size verdiği içinde sizi sınamak istedi.
Öyleyse hayır işlerine koşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O size ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir. Buyrulmaktadır.
Emri ilahi olan şartlardan bir teki imandan çıkartıldığında, ziyana uğrayanlardan olma tehlikesi ile karşı karşıya kalırız. Bizlerin, bakmamız gereken, Hz. Allah 'ın Kuran 'da buyurduğu Ayet 'i Kerimelerdir. Falanın, filanın elindeki İncil veya Tevrat ' hakkında düşünmeden ifadeler kullanmamız, bizlerin manevi kaybına ve ahirette de ziyana uğramamıza sebebiyet verir..
Bizim imanımız Kuran 'a, ve Kuran, bizlerin evvelki kitaplara iman etmemizi emrediyor. Başkaca bir inanış olabilir mi.?
Evvelki Kitapların, tümü ile değiştirilip, tahrif edildiği hakkında Kuran 'da ayet, elimizde kanıt ve bilgi olmamasına rağmen, İmandaki en büyük gafı burada yapıyoruz. Konu mevzubahis olduğunda kullandığımız ilk kelimelerin başında, onların kitapları değiştirildi, tahrif edildi, hükümsüz gibi ifadeler oluyor.!
Halbuki İncil 'den 610 sene sonra indirilen Kuran 'da, Ehli Kitapların değiştirildiğine, tahrif edildiğine, hükümsüz olduğuna dair, genel ve kesin hiç bir ayet bulunmaz iken, İmanın temel şartlarına halel getirdiğimizin farkına varamıyoruz.
Hz. Allah Kuran 'da, değiştirilmesi, tahrif edilmesi hakkındaki buyurduğu ayetlerde, Ehli Kitap hakkında genelleme yapmamakta, değiştirip, tahrif edenlerin belli bir gurup olduğu hakkında da ayetlerle bizleri desteklemektedir.
Bakınız, Hz. Allah Ehli Kitap için ne buyuruyor.?
Bakara suresi 62. ayette;
Şüphesiz inananlar; Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanan ve iyi iş yapanlara, Rableri katında mükafat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Bakara suresi 121. ayette;
Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, onu tilavet hakkını gözeterek okurlar. Onu inkar edenlere gelince, işte gerçekten zarar uğrayanlar onlardır.
Maide suresi 47. ayet, Kuran 'da, Ehli Kitap için bildirilmiş en dikkat çekici ayettir..
İncil sahipleri, Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar, yoldan çıkmışlardır.
Bu ayeti görüp de İncil hakkında, Tevrat hakkında, hala tahrif edildi, değiştirildi gibi ifadeler kullanmak, imansızlık ifadesinden başka bir şey değildir. İmansızlık diyorum, çünkü, Kuran 'ın cüz'in den feragat etmek, küllünden feragat etmektir. İman eden tüm kullar olarak, Kuran 'ın bir tek noktasından dahi feragat lüksümüz yoktur.
Bakınız, Tevrat ve İncil ehli için, Kuran ne buyuruyor.?
Ey Kitap ehli, siz Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz, de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını, elbette artıracaktır. Kafirler toplumu için üzülme!
Hakkı ile uygulamamak..! Bakarsak, görürüz, görürsek, anlarız, anlarsak da idrak etmiş oluruz.
Zaten Ehli Kitap ne demek : Kitap ehli olan manasınadır. Tüm indirilmiş olan Hak Kitaplar, Allah kelamı 'dır ve aslolarak değiştirilmesi mümkün değildir. Bizler evvelki kitap ve peygamberlere iman etmek mecburiyetinde isek, aynı durum Ehli Kitap için de gereklidir. Onlar da Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimize ve ona indirilen Hz. Kuran 'a iman etme mecburiyeti taşımaktalar.
İşte ''iman'', amentüye acabasız inanmak, bu denli önem taşımakta.. İman var ise her şey yerli yerinde, yoksa da ziyan çok.
Amentüye İman son derece önemli. Kişi, imanı ile cennete girer, ibadet ve taatları ile derece elde eder. İman, kapıyı açan anahtar niteliğindedir. Anahtar olmadan kapıyı açmak mümkün değilse, iman olmadan da cennete girebilmek muhaldir.
İmanın anahtarı ise, Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul ile başlar. ''Lailahe illallah'' diyen kişi Müslüman 'dır.. Müslüman olmadan iman etmek, iman olmadan da, Müttakiy ve ittika sahibi olabilmek mümkün değildir.
Allah inancı olmayan bir kimsenin, amentünün diğer bütün şartlarını da kabul etmesi, hiç bir şey ifade etmez. Allah 'ı kabul, amentünün diğer şartlarına sevk eder. Bunun neticesinde ise, Allah 'ın emir ve yasakları, Peygamberinin getirdiği ahkam üzere yaşama arzusu kişide oluşur. Taklit, tahkike dönüşmeye başlar. İnanışta, bir kapı, başka bir kapıya yönlendirir, o kapı, başka bir kapıyı açar.
İslam 'da şart yoktur dedik. İslam 'ın başlangıcı, Allah inancıdır. Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul eden kişi İslam 'dır, Müslüman 'dır. Bu sebepledir ki, kişi, ''Müslüman olmak istiyorum'' dediğinde, Allah inancının var olup, olmadığını sormakla başlanır. İmanın zirvesi olan ''kelime 'i şehadetten'' değil..!
Yalnızca Allah inancı olan bir kimse bile olsa, amentüden, gayb 'a imandan haberi olmayan kişiye, ''kelime 'i şehadet'' söyletilerek, Müslümanlığı tescillenemez..! Henüz Allah inancı var, ancak imandan habersiz.. Amentüden, şartlarından, gayb 'dan habersiz. Bütünü ile iman oluştuktan sonra bile olsa, şahitlik, şahit olunduğunda olabilir. İslam laf değil, kal değil, hal 'dir, yaşantıdır..!
Müslüman deyimi her ne kadar genel manada kullanılsa da, Mü'min, Müttakiy sıfatları düşünülmelidir.
Hz. Allah ilk adımı kulundan bekliyor. Kul ilk adımı atabildi ise, gayrısını, kendi gayret ve çabasıyla elde ettiğini zannetse de, onu nasip eden yine Hz. Allah 'tır. Çünkü kapı açıcıdır.. Çünkü, niyet amelden önce gelir. ''Mü'min 'in niyeti, amelinden halistir'' buyrulmuştur.! Niyet ile başlayan her iş, amma er, amma geç, mutlak sonuca erişir.
Aslında er veya geç ifadesi, tabii ki de bize göre.. Her şey yerli yerindedir, hiç bir şey vakti gelmeden açığa çıkmaz. Bu manada Hz. Pir Seyyid Abdulkadir Geylani k.s şöyle buyurmuştur;
''Evlat, gecenin bir yarısında kalkıp da güneş doğsun diye dua etme, doğmaz.. Çünkü vakti var. Vaktini bekle''..!
İslam 'a girdik, Müslüman olduk. İman ettik, Mü'min olduk. Emir ve yasaklara, gönderilen ahkamlara uyduk, Müttakiy, İttika sahibi olduk. Tümü ile gönderilen ahkama göre yaşayan bir kimseyi, İslam 'a yeni girmiş gibi düşünemez isek, İslam 'a yeni girmiş bir kimseyi de, Mü'min ve Müttakiy sıfatında düşünemeyiz.
Müslüman ifadesini genel manada görüyor ve düşünüyorsak, İslam 'ın bu yönünü anlamamış, idrak edememişiz demektir.
Hz. Allah Müslüman 'ı şöyle tarif ediyor;
Bedeviler dediler ki ; "İman ettik".
De ki: "İman etmediniz, fakat ''İslam olduk'' deyin. Çünkü henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Şayet, Allah'a ve Elçisine itaat ederseniz, amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, çok esirgeyen, çok bağışlayandır."
Allah 'a ve Elçisine itaat ederseniz..!
Ayette de görüldüğü üzere, iman ile, Müslüman ve İslam ifadeleri birbirinden ayrışıyor.. ''Müslüman 'ım'' ifadesini bu manada düşünmek gerekir
Önce iman..!
Günümüz insanlarının bir çoğu (genelleme manasına değil ama) imanın ne olduğunu bilmeden, şartlarından habersiz, nasıl ve ne olduğundan habersiz, ibadet etme gayretindeler. İslam 'ın genel manada uygulanabilmesi için, iman olmadan yapılan ibadetlerin muallak olduğu bir gerçektir.
İnanışta ilk ve öncelikli, olması gereken imandır. İman, temel olarak oluşmamış ise, gayrı yapılan hiç bir ibadetin ehemmiyeti yoktur. Çünkü, başlangıçta uyulması gereken bir kurala, işin sonuna gelindiğinde uyulması gerçekten de güçtür. Hatta kabul edilebilmesi, neredeyse imkansızdır.
Gayb 'a iman, insanın dünyadaki en büyük imtihanıdır. Akıl, beş duyu, yani gördüğü ile alakalı olduğu için, görünmeyen, gayb olan tarafı ile pek ilgilenmez, hatta işine gelmez. Çünkü, yol üzerine pusu kurmuş bekleyen yol kesiciler, insanı en çok bu noktadan vurur. Kişi bu noktayı geçebilir ise, diğer kapılara erişmesi oldukça kolaylaşır. İşte temel bu yüzden önemli, temeli oluşturan iman bu denli elzemdir.
Hz. Allah Nisa suresi 31. ayette buyuruyor ki;
''Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi, güzel, şerefli bir yere sokarız''.
İşte bu sakınmayı, manasını bildiğimiz, acaba demediğimiz, dil ile ikrar, kalp ile tasdik ettiğimiz kavi bir iman sağlayabilir.
Mülk sahibi olarak Hz. Allah 'ı görmek, iman ile elde edilebilir. Acabasız, iman sahibi bir insanın, hem yaşantısından, hem dünya ve ahiret hesabında, hem yaptığı ibadet ve taatlardan aldığı manevi zevk, o denli yüksektir. İman ertelenemez, ötelenemez.. Zaten iman bir insanda ya vardır, ya da yoktur. İkisinin arası bir durum ve inanıştan bahsedilemez.
İman kalbi ve gönlü ihata ettiği zaman, kendi bulunduğu alana gayrı hallerin girmesine asla müsaade etmez. İmanın olduğu yer, gayrı hallere kapalıdır. İşte bu kazanç hiç de ihmal edilebilecek ölçüde değildir. Onun içindir ki İman en başta ve olmazsa olmazdır.
Bir bebek doğduktan sonra, apalamaya başlamadan yürüyemez. Yürümeden, koşamaz.. Başlangıçta önem arzeden iman, kişide oluştuğunda, her davranışı kontrol etmeye, yaptığı her hal ve hareketinde insanı, kendisini kontrole zorlamaya, yapmış olduğu ibadetlerindeki ölçü ve değeri kişiye göstermeye başlar. İşte bundan sonrası hakikaten de çok, ama çok kolaydır.
Tasavvuf büyüklerimizin verdiği önemli bir öğüt her abdestte amentüyü okumak yönündedir. Ne kadar çok okur, ne kadar manasını telaffuz eder isek, kalbimize, gönlümüze o denli nakşetmiş, dışarıdan tehlikenin girmesinden o derecede korunmuş oluruz.
Akıl, başlangıçta gönle hükmeder. Kişide, hakikat yönünde bir çaba ve gayret var ise, zamanla akıl, gönlün himayesi altına girer. Bunun elde edilebilmesi, Amentüye ne kadar acabasız iman ettiğimizle, imanımızla alakalıdır.
Gönül, ihmale gelmez. İhmal edilen gönül, kişinin, hem dünyasını, hem de ahiretini kaybetmesine sebeptir. Tasavvufta, ''Kalp sevgi ile donanırsa, ismi gönül olur. Gönül olmaz ise, sevgi nereye konur.''? Diye ifade edilmiştir.
İnsanı, hayvandan ayıran yanı, gönül 'dür. Gönül, Allah 'ı bilmek için insana verilmiş en büyük rahmettir. Bu rahmetten istifade etmenin en kestirme yolu ise Allah 'ı kesir zikretmektir. Hz. Allah 'ı hatırlatan her bir davranış, zikir olarak ifade edilse de, bu devamlılığı sağlayan tek mercii, Tasavvuftur.. Bu da ancak, Kamil bir Mürşid 'e intisap etmek, günlük olarak, aksatılmadan yapılan vird ile mümkündür.
Tasavvufta, ibadetlerde kazaya yer yoktur. Günlük yapılması gereken vird ve ibadetler, son nefese kadar aksatılmadan yapılmalıdır. Herhangi bir sağlık problemi olmadığı müddetçe, bu kural değişmez.
İbadetlerde makbul olan, devamlılıktır. Bir ara yapıp bırakmak, sonra tekrar başlamak, sonra yine bırakmak, Allah inancı olan, ahiret hesabı olan kişiye pek yakışmayan bir haslettir. Peygamberimiz Efendimiz s.a.v ;
“Allah katında amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır.” Buyurmakta..
Cennete girebilmek, çaba ve gayret gerektirir. İnsan, geçici, fani dünyanın fakirliğine tahammül edemezken, birin yanına bir, birazın yanına biraz daha koymaya, ilave etmeye çalışırken, ebedi ve sonsuz olan ahiret yurduna, hele ki Cennete, hesapsız, çabasız ve gayretsiz ulaşamaz. Bunun için başta iman, devamında ise emir ve yasaklara uymak ve ibadetleri yerine getirmek gerekir.
Geçici dünyanın fakirliğine tahammül edemeyen insan, ebedi, sonsuz ahiretin fakirliğine nasıl tahammül edecek.?
Bilinmekliğini murat ederek insanı var eden Hz. Allah, kullarından, dünya için, sabır ve şükür, ahiret için, sadakat ve samimiyet istemekte. Bütün bunları elde edebilmek, kesir zikirle mümkündür. İman zikrettirir, iman sorgulatır, iman korur, iman yönlendirir, iman, ebedi alemde kurtuluşa ulaştırır.
Tasavvufta şöyle bir deyim vardır ; ''Hz. Allah 'ın, seni sevip, sevmediğini anlamak, bilmek istiyor isen, seni nerelerde, hangi iş ve mecralarda kullanıyor ona bak. Bu sana, Allah 'ın seni sevip sevmediğini gösterir''. Bakış açısıdır, ölçüdür.
İnandım demek yetmiyor, iman etmek gerekli.
İman ettim demek yetmiyor, amel gerekli.
Amelde ise, sadakat ve samimiyet gereklidir.
İman ile amel, ibadet ile sadakat ve samimiyet var ise, kişi, hem dünyada, hem de ahirette mesut ve bahtiyardır. Geçici olanın değil, ebedi olanın müşterisidir. Hz. Allah 'ı, ona kulluk edecek kadar tanımak, bizlerin vazifesidir.
Hz. Allah, hayrı ve şerri yaratandır. Hayır ve şerri birbirinden ayırt etmek, biz kullar açısından mümkün değildir. Dilediğimiz herhangi bir şeyi vermesi, Allah 'ın taktiridir. Vermemesi, yine O 'nun taktiri. Vermesindeki sebep dilememiz gibi görülse de, vermemesindeki sebep Zatına malumdur.
Bunu en açık bir şekilde biz insanlığa Hz. Allah, Bakara suresi 216. ayette şöyle buyuruyor;
''Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşlandığınız bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz''.
Bunu şöyle ifade edebiliriz.. Hz. Allah, tertip eden, taktir eden, tanzim edendir. Yaratmış olduğu her bir zerre üzerindeki tek tasarrufat sahibidir. Her şey Hz. Allah 'ın dilemesi ile, taktir ettiği zamanda, taktir ettiği kadar yine taktir ettiği şekilde zuhur eder.
Bunun karşılığı ise, ''vebil kaderi, hayrihi ve şerrihi min Allah 'u teala'' 'dır. Kader ve kaza, hayır ve şer ancak Allah 'tan 'dır.
En'am suresi 59. ayette;
Gayb'ın anahtarları, O'nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez. (O) karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak, ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içinde gömülen dane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın.
Kader ve kazaya, hayır ve şerre, amentüdeki iman yönünden bakmayı becerebilir isek, Allah 'a tevekkül olduğumuzda, her şey yerli yerindedir. Madem ki imtihan için yaratıldık, imtihanın şekli ve türü, Hz. Allah 'ın yed'indedir.
Bu örnekleri vermemdeki kasıt, alemde kör atışı yok. Tesadüf diye, rasgele diye bir zerre yok. İşte bu sebeple, hiç hesap edilmeyen, neye ve nasıl inanacağını bilmeyen biz kullar için, amentüye iman, son derecede önemlidir.
Hiç yapmamak yerine, yapmaya gayret ve çaba sarf etmek, kişiye kazanç sağlar. Çabamız Allah rızası içinse, korkmayın..
Bir çocuğun eline vermiş olduğunuz çikolatayı düşünün. Çocuk yerken ağzına, burnuna, yanaklarına bulaştırır ve bilmeyen bir kimse bu hali gördüğünde, çocuğun çikolata yediğini anlar.
Bizler, Allah 'ın emrince hareket etmeye çabalarsak, çikolata yiyen çocuk misali, emirlerde noksanlığımızın olmasından korkmayalım. Yapmadık, uğraşmadık demek yerine, Ya Rabbi, yapmaya gayret, çaba sarfettik ama bu kadar becerebildik diyelim. Yeter ki hesap gününde, ağzımızda, yüzümüzde bu çabamızın gayretimizin bulaşığı görülsün.
Kişi, nafile ibadetler ile Allah 'a yakınlaşır. Samimiyetle, insan Allah için ne yapıyorsa, ibadettir.
''Lailahe illallah'' Allah 'tan başka ilah yoktur, ille Allah vardır hitabını aklımızdan çıkarmadan, manasını yaşamaya gayret ve çaba göstermek, biz aciz kulların kurtuluşuna vesiledir.. Gerçek ilim, Allah 'ı bilmektir. Bize, bizden yakın olan Hz. Allah 'ı bilmek, kulun asli vazifesidir.
Hz. Allah, Kâf suresi 16. ayette;
''Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz, çünkü biz ona verid damarından daha yakınız''. Buyuruyor..
Günümüz tefsir ve meallerinde her ne kadar şah damarı diye bahsedilse de, verid damarı, insan vücudunu tamamen ihata eden damarların bütünüdür. Her bir hücreye ulaşan damar..! İhata eden, saran, kuşatan, çevreleyen manasındadır. Ayette, ''min habli-lverid'' olarak geçmektedir. ''Verid''..!
Bu damarların uzunluğu, tıpta, yüz bin kilometre olarak ifade edilir ki, bunun da dünyayı iki buçuk kez dolaşması anlamına geldiği söylenir. Hz. Allah, bütün alemleri ihata edendir. Cansız hiç bir zerre olmadığı gibi, bütün mükevvenatı ihata eden O yüce varlık, insanı da ihata etmiştir. Bütünüyle ihata eden damarlardan daha yakınım buyuran Hz. Allah, bütün eksik sıfatlardan münezzehtir.
Halbuki şah damarı olarak bahsedilen damar, boynumuzun iki kenarındaki atardamarlardır. Hz. Allah, hudutsuzdur, belirlenmiş bir sınırla ifade edilemez. İşte bu yüzdendir ki, ayetlerde manalandırma yapılırken, bunlar göz önünde bulundurulmalıdır.
Fakat her ne hikmetse bilinmez, bu manada yapılmış olan bir yanlış, eksilip, kaybolması gerekirken, büyüyüp, artmaktadır. Yanlışı doğruyla izole değil, yanlışı yanlış ile büyütmeye devam edilmektedir.
Örnek vermek gerekirse, Cuma namazı on rekattır.
Hanefi mezhebine göre, Cuma 'nın sünneti dört rekat,
iki rekat Cuma 'nın farzı,
dört rekat da Cuma 'nın son sünneti olarak kılınır.
Hatta, bir kimse, hutbede hazır bulunur ve Cuma namazının iki rekat farzını cemaat ile birlikte kılarsa, Cuma namazını eda etmiş demektir.
Günümüzde, Cuma namazının son sünnetinden sonra altı rekat olarak kılınan, zuhr-u ahir diye bir namaz Dinimizde yoktur. Farz değildir, sünnette değildir, vacip değildir, müstehap hiç değildir. Bir ibadetin yapılabilir olması için bu dört halden birisinin olması gerekir.
Bakınız zuhr-u ahirin manası nedir.?
Zuhr-u ahir, son öğle namazı demektir. Bazı İslâm bilginleri, bir yerleşim yerinde birden fazla mescitte cuma namazı kılındığında ilk kılınan cumanın dışındakilerin sahih olmama ihtimaline binaen, ihtiyaten o günkü öğle namazının kılınmasını önermişlerdir.
Yani bu şunu ifade ediyor; Bu kılmış olduğum Cuma namazım kabul olmaz ise, hiç değilse, zuhr-u ahir namazı ile öğle namazını yerine getirmiş olayım..!
Ne İslam Dini 'n de, ne bu dinin uygulamasında, ne de iman yönünden ihtimal, varsayım ve olasılık üzere bir inanç durumundan bahsedilemez. Şayet bunda ısrarcı davranan, tersi bir inanıştan bahsedenler olursa sormak isterim..!
Günde beş vakit namaz ve hatta gece namazları kılınıyor. Buna Ramazan orucunu da dahil edersek, günlük her bir vakit ve gece kılınan namazlardan sonra, kılmış olduğum bu namaz kabul olmazsa niyeti ile, zuhr-u ahir benzeri bir namaz kılıyor musunuz.?
Ramazan orucumuz kabul olmazsa diye, artı bir otuz gün oruç tutuyor musunuz.? Yapmış olduğunuz her bir ibadetin ardından, ya kabul olmazsa diye yerine başka ilave namazlar mı kılıyorsunuz diye sormak isterim...!
Tamamen uydurma, İslam 'a sonradan ilave edilmiş, bidat ve hurafedir.
Farz olmayan, sünnet olmayan, vacip veya müstehap olmayan bir ibadet şekli, bidattır, hurafedir, uydurmadır.. Şayet bunda ısraren devam edilirse, yapmış olduğu ibadetin hükümsüz, geçersiz sayılacağı kuşku götürmez bir gerçektir.
Bu manada, Allah 'ın emir ve yasakları, zerrece de olsa, kuşku ve tereddütü asla kabul etmez. Çünkü İmanda olduğu gibi, ibadetlerde de acabasız olmak gerekir.
Bu ana kadarki konuları toparlamak gerekirse..!
- İslam 'dan başka bir din yok. Din olarak anılan diğer inanışlar, izm 'ler, batıl inanıştır, uydurmadır, din değil, din dışı inanışlardır. Bu inanışların hiç birisi de, din olarak İslam ile birlikte anılamazlar.
- Allah 'ın varlığını ve birliğini kabul eden kişi, Müslüman 'dır.
- Ehli Kitap, Kitaba tabii olan manasındadır. Ehli Kitap olarak bahsedip, onlar için, kafir, gavur, gayri Müslüm gibi ifadeler kullanmak, Müslüman 'a yakışmaz.
- Yahudilik ve Hıristiyanlık farklı bir din değil, Musa ve İsa a.s 'ın şeriatlarıdır. İslam 'dır, Allah 'ın elçileridir. Şeriat isimleri ile, Musevilik ve İsevilik olarak anılırlar. Haktır, gerçektir, imanımız gereği amentüde, evvelki kitap ve peygamberlere iman, olmazsa, olmazımızdır. (ve Kütübihi, ve Rusulihi 'nin manasıdır)
- İslam Dini 'nde şart yoktur. Şart olarak bahsedilen, oruç, namaz, hac, zekat ve imanın zirvesi olan kelime 'i şehadet, İslam 'ın temel ibadet ve taatlarıdır. İslam 'ın şartı değildir. Aksi halde, şart olarak ifade edilen ibadet ve taatları yapmayan kişi, kafir manasına gelir.
- Halbuki, bir kimse Allah 'ın varlığına ve birliğine inanmış, ancak ibadetleri yerine getirmiyorsa, yapmadığı ibadetlerden dolayı sorumludur. Bu durumdaki bir kimseye ancak günahkardır denilebilir.
- Bir kişinin Müslüman olması için Allah inancının olması, o kişinin, ''Lailahe illallah'' demesi yeterlidir. Kelime 'i şehadeti söyletmek, İslam 'a yeni giren bir kişiyi, imanın zirvesi olan şahitlikten başlatmak en büyük yanlıştır.
- Henüz iman nedir bilmeyen, neye, niçin, nasıl inanacağından habersiz, telaffuz ettiği kelimenin manasını dahi bilmeyen bir kişinin, şehadeti okutmakla Müslümanlığı tescillenmiş olmaz..
- İslam 'ın en başta olması gereken ve en önemli inanışı, Amentü 'dür. Amentü, Kuran 'ın ahkamlarıdır.
(Allah 'ın varlığına ve birliğine, meleklerine, Kitaplarına, Resullerine, ahiret hayatına, kader ve kazanın, hayrın ve şerrin ancak Allah 'tan olduğuna, öldükten sonra dirileceğine inanmak ve kelime 'i şehadet.)
- Kişi imanı ile cenneti, yapmış olduğu ibadet ve taatları ile de cennetteki makamını elde eder. İman bu denli önem arzeder. İman, amentünün şartlarını dil ile ikrar, kalp ile tasdik etmektir.
- İbadetlerden evvel olması gereken imandır. İmandan sonra ibadet ve taatlar önem kazanır. İman henüz oluşmamış bir kimsenin yapmış olduğu ibadetler, muallaktır.
- Taklidi olarak başlayan inanış ve iman, kulun çaba ve gayreti ile, sadakat ve samimiyeti ölçüsünde, tahkike dönüşür.
- İslam 'da, zuhr'u ahir diye bir namaz yoktur. Neredeyse bizim ülkemizden başkaca kılınan bir ülke de yoktur. Zuhr'u ahir, son öğle namazı demektir. İlk kılınan Cuma namazı dışındakilerin sahih olmama ihtimaline binaen, ihtiyaten o günkü öğle namazının kılınmasına zuhr'u ahir denilir.
- Ne Dinimiz İslam 'da, ne imanda, ne de ibadetlerimizde, acabaya, kuşkuya, tereddüte asla yer yoktur. Böyle bir inanış ve ibadet, diğer ibadetlere de son derece zarar verir. Çünkü bu namaz, İslam 'a sonradan ilave edilmiş bir namazdır. Farz değil, sünnet değil, vacip değil, müstehap hiç değil, bidat 'tır, hurafedir.
Dolu bir kaba düşen her bir damla, kaptaki mevcut sudan bir damla eksiltir. Falanın, filanın ne önerdiğine, ne tavsiye ettiğine değil, yalın olarak, Hz. Allah 'ın Kuran 'da ne buyurduğuna, Hz. Resulullah 'ın neler tebliğ ettiğine bakmak gerekir. Dışındaki haller bidat ve hurafeden gayrı değildir.
Peygamberler efendilerimizin geneli ümmidir. Hiç bir ilim ve tedrisat görmedikleri halde, Hz. Allah 'ın ilmi, ''İlm'i Ledün'' ile donatılmışlar, Hz. Allah 'ın kendilerine vermiş olduğu Peygamberlik vazifesi, sadır ilmi ile, Allah 'ın varlığını ve birliğini, emir ve yasaklarını insanlığa tebliğ etmişlerdir.
Peygamberler efendilerimizin hayatta olmadıkları zamanlarda ise bu görevi, Allah 'ın tertip ve tanzimi olan Evliyaullah yerine getirmiştir, hala da yerine getirmektedir.. Manevi vazifeli bu zatların da bir çoğu ümmidir. Kıyamete kadar da bu vazifelilerin, Evliyaullah 'ın yeryüzünde yokluğu düşünülemez.
Evliya = Evliya 'dır. Bir diğer manası da, irşat ve velayet makamını haiz kişiler olarak açıklanır. Dost kelimesi Evliya kelimesinin karşılığı olamaz. Evliya kelimesinin, Evliya 'dan başkaca bir manası yoktur. Peygamber varisleridir, Evliya 'yı reddetmek, Hz. Allah 'a noksan sıfat isnat etmektir.
Hz. Allah Kuran-ı Kerim 'de, Yalnızca Peygamber dememiş, Resul, Elçi, Uyarıcı, Evliya, Veli, Mürşid gibi kelimelerle biz insanlığı bilgilendirmiştir.
Hz Allah Kasas suresi 59. ayette;
''Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir resulü, memleketlerin ana merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz, ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir''.. Buyurmakta.
Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı üzere, Hz. Allah hiç bir beldeyi uyarıcısız bırakmamış. Kuran evrenseldir, yaşanılabilirlik manasında, düne hükmetmiş, bugüne hükmediyor ve yarına, hatta kıyamete kadar da hükmedecektir.
Günümüz tefsirlerinde, meallerinde, Evliya 'ya ''dost'' diye manalandırma yapılmakta.
Dost kelimesi, bir kadının bir erkeğe, bir erkeğin de bir kadın için kullandığı kelimedir. Artık evlerde beslenen hayvanlar için kullanılan bir kelimedir dost.. Bir tanıdık, bir yakın, hatta hiç tanımadığı halde, muhatabına, dostum kelimesi sıkça kullanılmakta.
Hz. Allah 'ın, Evliya 'm dediği bu kimselere, dost kelimesi, yakıştırmadır, uydurmadır, kelimenin mana karşılığı değildir. Evliyaullah için, Allah dostu gibi kelime sıkça kullanılmakta. Manalandırmalar, o zatlar Allah dostu da, dışında kalanlar Allah 'ın düşmanı mı.? Gibi alternatif bir karşılığa sebebiyet vermemeli.
Kuran 'da geçen Evliya ile ilgili Ayet-i Kerimelerden bazıları;
‘‘Ey inananlar, müminleri bırakıp da kâfirleri ‘‘Evliya’’ edinmeyin.
Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz.’’
Nisa 144
‘‘Ey İman edenler, Yahudi ve Hıristiyanların Evliyalarını Evliya edinmeyin.
Zira onlar kendilerinin evliyasıdır. İçinizde onların evliyalarını evliya
edinenler onlardandır. Allah zalimler toplumuna yol göstermez.
Maide 51
Ey Âdemoğulları, size kendi içinizden elçiler gelip size ayetlerimi anlattıkları
zaman korunup uslananlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Araf 35
‘‘Dikkat et! Evliyama korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de.’’
Yunus 62
Onlar, İman edip de Takvaya ermiş olanlardır.
Yunus 63
Onlar için dünya hayatında da ahirette de “Müjde” vardır. Allah’ın
buyruğunda asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.
Yunus 64
Evliyaullah, bahsini ettiğim bu konu hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştu; Günümüz tedrisatını görmüş kimseler, Hz. Allah 'ın, Evliyam dediği şahıslara verdiği sadır ilminden habersiz, Evliya 'nın ümmiliğini kabullenemez.
''Bizler, ilim ve irfan mektebi mensupları, şunca yıldır okuduk, dirsek çürüttük, hiç ilim görmemiş bu kişi, bizden daha mı bilgili''.? Diyerek, Evliya kelimesini dost diye ifadelendirmek, işlerine geliyor. Aksi halde, Evliya 'nın varlığını, Peygamber varisi olduğunu açıklar iseler, kendilerinin de bu zatlara tabii olmaları gerektiği ortaya çıkar. Bunu kabullenemezler..! diyor.
Evliya'ya dost diyorlar, paçayı kurtardıklarını zannediyorlar. Peki ya, Kuranda geçen, Resul, Elçi, Uyarıcı, Veli, Mürşid..!
Bunları nasıl açıklayacaklar.?
Hz. Allah, Kuran 'ı Kerim 'de buyurduğu bir ayetine karşı, başka bir ayette Zatı ile çelişmez.
Halbuki meal ve tefsir yazan kişiler, hem kendileri ile çelişmekte, hem Hz. Allah 'a noksan sıfat isnat etmekteler ve bunun farkına varmamaktalar. Nasıl mı.?
Kuran 'da, Maide suresi 5. ayetinde Hz. Allah buyuruyor ki;
“Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helaldir. Sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar, daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere, mihirlerini vermeniz şartı ile size helaldir. Kim inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette de ziyana uğrayanlardandır.”
Maide suresi 5
Yukarıdaki ayette Hz. Allah, Kitap Ehlinden inanan kadınlardan, eşler alınabileceğini, akrabalığı buyuruyor. Gayet açık ve net..
Diyanet mealinde ve bir çok kişinin yazmış olduğu meallerde, Maide suresi 51. ayete baktığımızda, Evliya kelimesine dost diye manalandırma yapılmış, ayetin manası yüz seksen derece değişmiş ve karşımıza çıkan sonuç şöyle;
Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.
Diyanet ve bir çok meal yazan kişinin yanlış ifadelendirmesi, yukarıdaki ayette insanları, ayrıştırıyor, ötekileştiriyor, hatta iki ayet birbiri ile çelişiyor.
Hz. Allah, Maide suresi 5. ayette, akrabalığı, evliliği tavsiye edecek, Maide suresi 51. ayette ise, onları dost edinmeyin diye buyuracak..! Hz. Allah 'a böyle bir çelişkiyi yakıştıra biliyor musunuz.? Fakat, Evliya kelimesini yerli yerinde kullandığımızda ise karşımıza çıkan sonuç şu;
‘‘Ey İman edenler, Yahudi ve Hıristiyanların Evliyalarını Evliya edinmeyin.
Zira onlar kendilerinin evliyasıdır. İçinizde onların evliyalarını evliya
edinenler onlardandır. Allah zalimler toplumuna yol göstermez.
Maide 51
Hz. Allah 'ın, Maide suresi 51. ayetindeki buyruğu; Onların Evliyasını önder olarak seçmeyin, onların himayesi ve terbiyesi altına girmeyin, onların şeriatına uymayın, en son gelen şeriatı bırakıp, gerisin geriye dönmeyin manasındadır.
Evliya kelimesini yerli yerinde kullandığımız zaman, ne mana değişiyor, ne de iki ayet birbiri ile çelişiyor. Yani, Hz. Allah bir ayetinde akrabalığı ve evliliği tavsiye ederken, başka bir ayetinde, onları dost edinmeyin diye Zatı ile çelişmez..!
Yazarların manalandırması diye ifademe, meallerden bir kaç örnek vermek gerekirse;
-Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar yalnızca birbirlerinin dostlarıdırlar.
-Ey iman nimetine kavuşanlar, yahudileri ve hristiyanları, kamu görevlerini icraya yetkili kılmayın.
-Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin
-Ey inanmış olanlar! Yahudilerden, İsa'lılardan dost edinmeyin, onlar dosttur birbirine
-Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost (sırdaş) edinmeyin.
-Ey mü’minler! Yahûdîler ve nasârâ ile dost olmayınız.
-Ey o bütün iyman edenler! Yehud ile Nesârâyı yar tutmayın, onlar ancak birbirlerinin yaranıdırlar
-Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları veliler¹ edinmeyin
-Ey îman edenler, Yahudileri de, Nasrânîleri de kendinize yâr edinmeyin. Onlar birbirinin yaranıdırlar
-Ey İman edenler! Yahudilerin ve Hıristiyanların korumaları altına girmeyin. Onlar birbirlerinin koruyucularıdırlar.
Örnekler uzayıp gidiyor. Dost kelimesini kaldırıp, yerine Ayetin gerçek manası olan ''Evliya'' kelimesi yerleştiğinde, ''Onların Evliyasını Evliya edinmeyin''..! buyruğu açıkça görülüyor ve sorun ortadan tamamen kalkıyor. Ne ötekileştirme kalıyor, ne ayrıştırma, ne de ayetler arasında çelişki.. Bütün insanoğlunun aynı Yaratıcı Allah 'ın kulu, Ademoğlu olduğu, kardeşliği ortaya çıkıyor.
Evvelki Kitap ve Peygamberlere iman etmek, Muhammediliğin olmazsa, olmazıdır. Ayette geçen Evliya kelimesine başkaca manalar yüklemek, Hz. Allah 'a noksan sıfat isnat etmektir, ayetleri çeliştirmektir, ayrıştırma ve ötekileştirmeye sebebiyet vermektir.
Günümüzde başka ülkelerde Kuran-ı Kerim yakılmasının, Müslümanlığa cephe alınmasının, peygamberimiz Efendimize hakaret edilmesinin en büyük sebeplerinden bir tanesi budur. Hem meal ve tefsirlerde, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin diye manalandırma yapacaksın, hem de yapmış olduğun bu tahribat ve tahrifatı karşı güruha göndereceksin..!
Eee, bizim Milletimiz gibi değiller desek, abartmış olmayız. Okuyorlar, araştırıyorlar, mukayese yapıyorlar. Yerler mi.?
Biz de elimizdekinden bir haber yaşayıp gidiyoruz..
Bir de bahsini ettiğimiz cihetten bakalım. Bakalım ki, Hz. Allah Ehli Kitap, Kitabın ehli olanlar için ne buyuruyor.?
İman edenler; yani Yahudilerden, Hristiyanlardan ve sabiilerden de Allah 'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir.
Bakara 62
Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan o kitap, Muttakiler için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir. O muttakiler ki, gaibe inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan infak ederler... Onlar ki, Sana indirilenlere ve senden önce indirilen kitap ve peygamberlere ve ahiret gününe iman ederler. Onlar, Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
Bakara 2-3-4-5
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, tilavet hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, kitaba inanırlar. Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.
Bakara 121
Hayy ve Kayyum olan Allah'tan başka ilâh yoktur. O sana Kitabı hak ile ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş; daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ile İncil'i hakkı batıldan ayırt eden hükümleri göndermiştir. Bilinmeli ki, Allah'ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, cezaları vermekte mutlak güç sahibidir.
Ali İmran 2.3.4
De ki: Ey Ehli kitap.! Sizinle bizim aramızda anlamı eşit kelimeye geliniz. Allah’tan başkasına tapmayalım. Ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: ''Bizim Müslüman olduğumuza şahitler olun'' deyiniz.
Ali İmran 64
Ey Ehli kitap.! İbrahim hakkında niçin tartışırsınız.? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?
Ali İmran 65
Ehli kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder.
Ali İmran 75
Hepsi bir değildir; Ehli kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secde ederek kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar. Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar Salih insanlardandırlar. Onların hayır cinsinde yaptıkları şeyler karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir.
Ali İmran 113.114.115
Ehli kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın ayetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.
Ali İmran 199
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve size “Allah'tan korkun” diye emrettik. Eğer inkâr ederseniz biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah hudutsuz zengindir, ziyadesiyle övgüye lâyıktır.
Nisa 131
İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.
Maide 43
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini vermiş peygamberler onunla Yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitabı’nı korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zahidler ve bilginler de. Hepsi ona şahitlerdi. Şu halde İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
Maide 44
Önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.
Maide 46
İncil sahipleri, Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır.
Maide 47
Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitabı gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde sizi denemek için. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah 'a dır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri O haber verecektir.
Maide 48
Şöyle de: Ey kitap ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.
Maide 59
«Ey Kitap ehli.! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça, bir şey üzerinde değilsinizdir» de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.
Maide 68
İman edenler ile Yahudiler, sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.
Maide 69
Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk vardır.
Araf 159
Ve daha fazlası Kuran ayetleri ile sabittir. Hz. Allah ne Ehli Kitabı Muhammedilerden, ne de Muhammedileri Ehli Kitap 'tan ayrıştırmaz, ötekileştirmez, haşa ayetleri ile çelişmez. Kuran, birleştiricidir, kardeşliği emreder. İşte biz Muhammediler bu manada bakmayı becerebilir isek, bütün dünya kardeşliği gün yüzüne çıkar.
Ne Kuran 'a el uzatılır, ne Peygambere dil..!
İnşallah bu hakikat anlaşıldığı zaman dünya kardeşliği daha iyi anlaşılacaktır.
İsa a.s 'ın tekraren dünyaya gönderilmesi.!
İsa a.s 'ın, tekraren dünyaya geleceğine inanmak, Hz. Kuran 'a, peygamberimiz efendimiz, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimizin, ahir zaman peygamberi oluşuna ve hakikat tecellisine ters düşüyor.
Hz. Allah 'ın elçisi, diğer bir elçisine ''ümmet olmaz''. Hepsi de bir diğerinin kardeşidir. Hiç birisi de din getirmemiş, hepsi de İslamiyet üzere gönderilmişlerdir. Hz. Allah Kuran 'da, imanın şartlarından ''verusulihi'' yi ifade ederken buyuruyor ki;
Gönderilen Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler. Onlardan her biri “Allah'a, meleklerine kitaplarına peygamberlerine iman ettiler.” «Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız. Onları “İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, mağfiretini niyaz ederiz! Dönüş yalnızca sanadır» dediler. (Bakara suresi 285)
«Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbâta indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere gelenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk» deyin. (Bakara suresi136)
De ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve esbata indirilene; Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilene inandık; onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz O'na teslim olanlarız." (Ali İmran suresi 84)
Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara işte Allah onlara pek yakında mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (Nisa suresi152)
Kitap ve peygamberler arasında ayrım yapmadan iman etmek, Hz. Kuran 'ın kesin emridir. Bütün peygamberler efendilerimiz Hz. Allah 'ın kuludur, elçisidir, Resulüdür, Peygamberidir. Aralarında üstünlük ayrımı yoktur, her biri kendi zamanına ve kendi ümmetine vazifesini yerine getirmiş, kendisinden sonraki kitap ve peygambere müjdeci olmuşlardır.
Hz. Allah Kuran 'da, İsa a.s ' hakkında şöyle buyuruyor;
Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o şöyle dedi, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, hâlbuki ben senin Zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. (Maide suresi116)
Ve ayetin devamında ise;
Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine şahit yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkiyle görensin. (Maide suresi117)
İsa a.s 'ın dünyaya tekraren gönderileceğine dair delil gibi gösterilmeye çalışılan ayet Zuhruf suresi 61 'de;
“Şüphesiz ki, o kıyamet için bir bilgidir. Sakın O 'nda şüpheye düşmeyin ve bana uyun. Çünkü bu dosdoğru yoldur.”
(Zuhruf suresi 61) Buyrulmakta..
Zuhruf suresi hangi kitapta indirilmiş.? Hz. Kuran 'da..!
Hz. Kuran kime indirilmiş.? Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimize. Dolayısı ile muhatap, Hz. Resulullah..!
Peki Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimiz, bu ayeti kerime ile ümmetini uyarmıyor mu.? Öyle ise O zamirinin İsa a.s 'ı ifade eder bir yanı var mıdır.? Hayır..! O zamiri, Kuran için kullanılmıştır.
''O, (KURAN) kıyamet için bir bilgidir''..! Emri ile, kitap ve ayetler hakkında şüphe edilmemesini, ''bana uyun'' dosdoğru yol budur, emri ile de Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimize uyulmasını buyuruyor..!
Aksi bir inanış, İsa a.s 'ın tekraren dünyaya gönderileceğine inanmak, hem imana zarar verir, hem de her türlü noksanlıktan münezzeh olan Hz. Allah 'a noksan sıfat isnat etmek olur.
İslam 'da Mehir ...! Günümüzde hala asr'ı saadette ifade edilen miktarlar üzerinden mehir açıklanmakta..
Mehir : Din işleri yüksek kurulunun açıklamasına göre ;
Mehrin en az miktarı Hanefilere göre 10 dirhem (o dönemlerde yaklaşık iki koyun bedeli), Malikilere göre ise 3 dirhem gümüştür. Şafii ve Hanbeli hukukçulara göre ise mehrin alt veya üst sınırı yoktur.
Bir koyunun, günümüz fiyatı, yaklaşık sekiz ila on bin lira, iki koyun olarak düşündüğümüzde, zamanımızdaki mehrin koyun cinsinden tutarı, yirmi bin lira civarıdır.
Dirhem olarak belirlenmiş olan üç dirhem gümüşün bu günkü değeri ise, yaklaşık yirmi yedi bin beş yüz lira civarı etmekte.
Koyun ve gümüşün ortalaması yirmi üç bin lira.. Haydi biz buna iyimser bakalım ve ortalaması, yirmi beş bin lira diyelim..!
Bunun güncellenmesi gerekmez mi.? Diyanet denilen kurumun, işine geldiği gibi davranma lüksü var mı.? Bu gibi meseleleri açıklamak, bu kurumun asli vazifesi değil mi.? Bu forumlarda bahsedilenler değil, sorumluluk almış ve vazifeye talip olmuş bu kurumun, insanlar üzerindeki inandırıcılığı ve bağlayıcılığı daha fazla.
Evvelki mesajlarda da bahsini ettiğimiz bütün yanlışların, tek müsebbibi Diyanet işleri başkanlığıdır..
-İslam 'dan başka din olmadığını,
-İslam 'a girmek için, Kelime'i şehadetin değil, ''lailahe illallah'' kelimesinin ifede edilmesi yeterli olduğunu,
-İslam 'da şart olmadığını, imanın şartı olduğunu,
-Ehli kitabın Müslümanlığını,
-Evvelki kitap ve peygamberlere imanın, olmazsa, olmaz olduğunu,
-Müslüman, mü'min, müttakiy ifadelerinin birbirinden ayrıştığını,
-İmanın, inanan bir kimsede en başında olması gerektiğini, ibadetlerin bundan sonra geldiğini,
-Evliyaullah 'ın, Peygamber varisleri olduğunu, Evliya kelimesinin karşılığının dost demek olmadığını,
-Yalnızca ülkemizde kılınan zuhr-u ahir namazının bidat olduğunu, böyle bir namazın olmadığını,
En son bahsini ettiğimiz mehirin, günümüz şartlarına uygun hale getirilmesi, devletin bütçesinden daha fazla bütçeye sahip olan, adeta bir çiftlik gibi kullanılan, kendisine ait özgürlüğü olmayan, birilerinin, bir şeylerin gölgesi altında vazife yaptığını zanneden kurum olan Diyanetin vazifesi değil mi.?
Bir tarihte, Diyanet işleri başkanlığı, din işleri yüksek kurulunun toplantısına zamanın Evliyasını davet ettiler. Kendisinin görüş ve fikirlerinden istifade etmek istediklerini, bu manada dosya hazırlamasını, toplantıya katılmasını talep ettiler.
Konunun en başından beri bahsettiğim mevzular bu dosyada yerini almıştı. Fakat her ne hikmettir bilinmez.. Dosyayı inceliyorlar ve hangi akla hizmet ediyorlarsa, hazırlanmış olan dosyadaki bütün konular için, toplantıya davet ettikleri Evliyaullah 'a verdikleri cevap gerçekten de hem manidar, hem de düşündürücü..!
''Efendi hazretleri, bahsini ettiğiniz bu konuları şimdi açıklayamayız, şimdi zamanı değil''..!
Hz. Allah 'ın emri olacak, Kuran ile desteklenecek ve bütün bunların açıklanma zamanını kendiniz (Diyanet işleri başkanlığı) belirleyeceksiniz..! Şimdi zamanı değil diyeceksiniz.. Bu kurum gerçekten de günümüzde güvenilirliğini koruyor mu, hala bu kuruma güvenen kişiler var mı, bilmiyorum..
Oruç ve namazda seferi olmak ..!
Günümüzde seferi sayılabilmenin kuralı, yerleşim yerinden en az 90 kilometre uzaklaşmak olarak belirlenmiştir.
Asr-ı saadette, doksan kilometrenin açılımı ise Peygamberimiz efendimizin tebliğine göre, bir kişinin, binitli veya yaya olarak ''üç günlük yol'' katetmesi olarak ifade edilmiştir. Geceli, gündüzlü üç günlük yol..!
- Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre seferilik ölçüsü, orta yürüyüşle iki günlük yolculuk veya ağır yükle ve yaya olarak iki konaklık mesafedir.
- Hanefi mezhebine göre bu mesafe, üç günlük yolculuktur. Günlükten kasıt, geceli, gündüzlü..
Tabii ki, bu yolculuklar yaya olarak yapılan yolculuk ve dolayısı ile Peygamber efendimiz zamanındaki yapılan yolculuklar için belirlenen şartlardır. İşte bu şartlar ve zaman göz önünde bulundurularak Din 'de içtihat gereklidir.
İçtihat : Bir konuda kişisel görüş belirtme, kanaat getirme. Olarak açıklanmaktadır.
Din 'in, fıkhi meselelerde, zamanı yansıtmayan, ancak günümüz şartlarına uygun bir hale dönüştürülmesi ve yenilenmesi maksatlı içtihat gereklidir.
Bu ifade ile şuna dikkat çekmek istiyorum; Doksan kilometre, yahut üç günlük yürüme mesabesi..!
Malumunuz, Asr-ı saadette yolculuklar, yaya, at ve deve üzerinde yapılırdı. Ecdadımızın, Hacca gitmek üzere yola çıktıklarında, yolculukları yaklaşık bir yıl sürermiş. Altı ay gidiş, altı ay dönüş.. Günümüzde ise Türkiye 'ye en uzak konumda bulunan ülke, Endonezya 'dır.
Ülkeye, kesintisiz uçuş ile, 9,089 kilometre olan bu mesafe, 12 saat sürüyor.
Asr-ı saadette yapılan bu yolculuk, yaya olarak üç günlük, geceli gündüzlü yürüme mesabesinde yol ve bize açıklanan bu mesafe, doksan kilometre...
Günümüzde uçakla en uzak mesafe, yaklaşık 9.100 kilometre ve ulaşım süresi on iki saat..! Onsekizbin ikiyüz kilometre, git, gel yirmi dört saat..
İçtihat gerekli değil mi.? Seferilikle ilgili konuların yenilenmesi gerekmez mi.? Hala deve ve at sırtında, yaya olarak yapılan bir yolculuk kaldı mı.? İstanbul 'da bir kişi, bir ilçeden bir diğerine, bunun daha fazlası bir yolu günlük olarak katetmekte, neredeyse aynı gün içerisinde iki kez seferi olmakta..
Allah inancı, ahiret hesabı olan, cehennem korkusu, cennet umudu ile yaşayan bir Müslüman 'ın, günlük kılmış olduğu namazlarda emredildiği gibi kısaltmadan kılması, kişiye hiç bir şey kaybettirmez.
İşine geldiği için günümüzde seferiliği savunanların sayısı maalesef az değil. Dinde içtihat kapıları kapatıldığı içindir ki bu gibi bayatlamış fıkhi meselelere sıkça rastlanmakta.
Mehirde olduğu gibi seferilikte de yenileme, fıkhi olarak günümüze uyarlanma ihtiyacı vardır. Hem oruç, hem de namaz olarak seferiliğin günümüz teknolojisi ve imkanları dahilinde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
İlk tebliğde, at yahut deve üzerinde, yahut yaya olarak üç günlük yol..!
Günümüzde bu tebliğin tevil edilerek açıklanması neticesi ortaya çıkan sonuç: Doksan kilometre, ister uçakla git, istersen otomobil ile.. İster sürat motoru ile git, istersen jet motoru ile.. Yine doksan kilometre, yine doksan kilometre..
Sabit doksan kilometre hızla giden bir araç, bu kilometreyi, bir saatte kateder. Hesap ortada değil mi.?
Bugünün şartlarında hangi seferilik..?
Din, İslam.. Başka din yok.
Evvelki indirilen kitapların tamamı Allah Kelamı, Peygamberler Efendilerimiz de Allah 'ın öncelikle kuludur, Peygamberidir, Resulüdür, Elçisidir, Uyarıcısıdır.
En son gelen şeriatın ismi, ''Muhammedi'' dir.! Evvelki gönderilen şeriatların devamı niteliğindedir.
Adem a.s 'dan başlayıp, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimize kadarki fotoğrafın bütününe baktığımız zaman, görünen ve olması gereken en önemli şeylerden bir tanesi, kitap verilen Peygamberlerin her birisinin, bir şeriatı ve bir kitabı olması gerçeği..
Günümüzde, hiç de böyle olmadığı gayet açıkça görülmekte. Madem ki Allah'tan başka ilah yok, madem ki bütün insanlığın Rabbi Hz. Allah..! Öyle ise, her şeriatın tek bir kitabı olması gerekir. Tek kitap, tek peygamber..!
Bizler, kendimize değil, başkalarına baktığımız için, içerisinde bulunduğumuz bu yanlışın, maalesef farkında değiliz.
Evvelki kitapların tahrif edildiği, peygamberlerin hükümsüz olduğu fikri, oldukça yaygın. Halbuki Kuran 'a göre amentüde, evvelki kitaplara, evvelki peygamberlere imanımızın olması şartı vardır.
Başkalarının neye ve nasıl inandığı bizi ilgilendirmiyor. Biz, bize verilenden, bizden istenilenden mesulüz. Birilerini eleştirirken, eleştirdiğimiz mevzuda, kendi içerisinde bulunduğumuz durumu göremiyor olmak da ayrı bir noksanlık.
(Yalnızca ifade edebilmek maksatlı yazıyorum) Evvelki kitaplar tahrif edildi. Şu kadar İncil, bu kadar Tevrat var derken, canım Türkiye 'mizdeki içler acısı durumun, daha da vahim olduğu bir gerçektir. Ehli kitap da dahil, değiştiği iddia edilen yanları, bizdeki gibi tefsir ve meallerdeki mana kirliliğidir. Asıl değişmez, asıl bozulamaz, semavi Kitapların hepsi de Allah Kelamı 'dır.
Tefsir, açıklamadır, yorumdur, yazarın kendi anladığıdır. Tefsirin çokluğu bu manada önem arzetse de, Meal, bire bir karşılık demektir. Mealin çokluğu, toplumda bölünmelere, ayetlerin manalarında farklılıklara, evvelki kitap mensuplarını ve biz Muhammedilerin arasındaki ihtilafa sebebiyet vermekte.
Buna örnek, Maide suresi 5. ayet ile, Maide suresi 51. ayetlerini sunabilirim. Maide suresi 5. ayette Hz. Allah Ehli Kitabın inanan kadınlarından eşler alınabileceğini, akrabalığı emrediyorken, Maide suresi 51. ayette yapılan manalandırmada, ehli kitap için, onları dost edinmeyin. Onları dost edinirseniz onlardan olursunuz gibi çelişkili ifade kullanılmakta.
İnterneti biraz karıştıralım ve çıkan sonuca bakalım. İnanın, ülkemizdeki durum çok daha vahim. Yaklaşık üç yüz kadar Kuran çevirisi mevcut. Bu kadar kirliliğe sebebiyet vermektense, ehli kişilerden oluşan bir kurul bu manada bir çıkış sunabilir. Nasıl mı.? Tek Kuran, tek meal..! Tefsir de başı boş bırakılmamalı.
Farklı manalandırma olmayan, parantez ve tırnak içi yazılara yer verilmemiş, içerisine kul eli girmemiş, Allah 'ın buyurduğu gibi, yalın ve sade.! Kişi okuduğunun Allah Kelamı olduğunu, bilmeli. Muhatap olunan ile muhatap alınanın arasına tek bir kelam değil, bir tek noktanın dahi girmediği bir Kuran..
Böyle olursa, peygamber efendimizin de buyurduğu, dünya kardeşliği gün yüzüne çıkar.
''Mü-min olmadan cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de Mü-min olamazsınız. Ey Allah 'ın ''KULLARI'' kardeş olunuz..! (Bu hitap bütün insanlığa 'dır.)
Meal, bir metnin ya da olgunun anlamı demektir.
Tefsir ise bir şeyi açıklığa kavuşturmak, detaylı bir şekilde açıklamak ve yorumlamak anlamındadır.
Farklı bir manalandırma da, Hz. Allah 'ı zikretmekle ilgili ayetlerde yapılmakta.
Hz. Allah 'ın, ''beni zikredin'' buyruğu...! Düşünmek zikir, tefekkür etmek zikir, Kuran okumak zikir, namaz kılmak zikir, kainatı seyretmek zikir ve dahası olarak ifade edilmekte. Halbuki Hz. Allah, namaz ile birlikte, hem de namazdan ayrı olarak zikirden bahsetmekte. Örnek vermek gerekirse;
Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalk ‘‘Onların dediklerine sabret Rabbini övgü ile zikret. Güneş doğmadan önce de, batmadan önce de.. ''Zikrullahta vakti kerahat yoktur''. Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O’nu tespih et.’’
(Kaf suresi 39 - 40)
Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: "Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!"
(Ali İmran 191)
Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde Allah'ı zikredin; güvene kavuştunuz mu namazı kılın. Çünkü namaz, Mü'min 'lere '''vakitli olarak''' farz kılınmıştır.
(Nisa suresi 103)
‘‘Gecenin bir bölümünde O’na secde et. Geceleyin uzun zaman onu tesbih et.
(İnsan suresi 26)
Neredeyse tüm camilerde, Hz. Allah 'ın zikrine karşı duruş sergileniyor. Bazı, kıyı köşe küçük camilerde müsaade edilse de, Diyanetin çatısı altında hiç bir camii zikir ibadetine maalesef sıcak bakmıyor, zikir için yapılan talebe, olumsuz yanıt veriyorlar.
Bu sebeple, Tasavvufi yaşantıyı benimseyenler, kendi mescit veya camilerini yapmak mecburiyetinde kalıyorlar. Sırf Hz. Allah 'ın bu manadaki emrine mugayir hareket ve tutumla, zikre karşı duruş sergilendiği için. İşin enteresan tarafı ise, kurumun başındaki zat da buna sessiz kalmakta.
Allah ’ın mescitlerinde Allah ’ın adının zikredilmesine engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır.? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir.! Bunlar için dünyada bir rezillik, ahirette büyük bir azap vardır. (Bakara Suresi 114) Buyrulduğu halde..
Evliyaullah 'a karşı çıktıkları yetmiyor gibi, ayetleri görmemezlikten geliyorlar. Vakitli olarak yapılan ibadetleri, namazı, Kuran okumayı zikir diye telaffuz ettikleri için paçayı kurtardıklarını zannediyorlar.
Amma Hz. Allah ne buyuruyor.? Allah ’ın mescitlerinde Allah ’ın adının zikredilmesine ''engel olan'' ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır.?
Zikirde kerahat vakti yoktur buyuran Rabbimiz, namazı kıldıktan sonra Zatının zikredilmesini istemekte. Zikir nedir, Allah 'ı anmak. Kendimizce yapılan zikrin bir katkısı olsa da, manevi bir ehilden alınmış olması elzemdir. Çünkü, ağırlığı alınmıştır.
Kafamıza göre yapmış olduğumuz zikir, insanı mecnunluğa sürükler. Hele bir de bunu sayıya bağladık mı.? Aman Allah 'ım aman.. Bu sebepledir ki, şu esmadan şu kadar okuyuver, şundan bu adette okursan bir şey kalmaz gibi yönlendirmeler, hiç de uygun değildir.
Dervişliğin kurallarından birisi de, aksatmadan, günlük virdi yerine getirmektir ki, kazası yoktur. Kişi verilen bu dersinde, artırma ve eksiltme yapamaz. Verilen adette, günlük olarak yerine getirme mecburiyeti vardır. Her kuldan Hz. Allah 'ın beklediği, emre itaat, sadakat ve samimiyet, Tasavvufun olmazsa olmazıdır.
Kaynak
OMAR
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca