Thread Rating:
  • 42 Vote(s) - 3.05 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Hidaye Tercümesi / Ezan Bahsi
#1
Dini-1 

Hidaye Tercümesi / Ezan Bahsi


(Ezan yalnız beş vakit namazın farzları ile cuma namazı için sünnettir.) Ezan hakkmda mütevatir olan nakle binaen ezan (baş­ka namazlarda sünnet değildir.) (Ezanın keyfiyeti malumdur) ve gökten inmiş olan meleğin tarif ettiği şekildedir. (Ezanda terci´ yok­tur.) Terci´: İki şehadet kelimesini ikişer defa önce sessiz, sonra ses­li olarak okumaktır. İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) Ebû Mahdûre (Radiyallâhü anh)´m «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) bana ezanda terci yapmamı emir bu­yurdu» ([1]) hadisine dayanarak: -Ezanda terci vardır.» demiştir. Biz diyoruz ki: Ezan hakkında varid olan meşhur hadislerin hiç birin­de tercie dâir bir rivayet yoktur. Ebû Mahdûre (Radıyal-lâhü anh) ise, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ezanı öğretirken, ezan kelimelerinin tekrarını terci sanmıştır.

(Sabah ezanında hayye alalfelah´tan sonra iki kez esselâtu hayran minennevm denilir.) Zira Bilâl-ı Habeşi (Radıyallâhü anh) bir sabah, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ezandan sonra mescide gelmediğini görünce kapıya giderek iki kez esselatü hayrün minennevm demiş ve Peygamber Efendimiz (Sallal-

lahü Aleyhi ve Sellem) uyanınca; Yâ Bilâl bu ne güzel şey, bunu ezana kat» ([2]) buyurmuştur. Bu­nun sabah yalnız sabah ezanında söylenmesi de, sabah saatlarının uyku ve gaflet zamanı olduğu içindir.

(Kamet de ezan gibidir. Ancak kamette HAYYEALELFELAH´tan sonra iki kez KAD KAMETİSSALAH denilir.) Meşhur olan rivayete göre ezanı öğreten melek, kametin de ezan gibi olduğunu söylemiş­tir. ([3]) İmam-Şafiî (Radıyallâhü anh) :«Kamette kelimeler birer defa söylenir- demiş ise de, bu hadis onun görüşüne karşı bir delildir. (Ezanda kelimeler ağır ağır ve aralıklı olarak, kamette ise anl­arda ve aralıksız olarak söylenir.) Zira Peygamber Efendimiz, (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem). Bilâl (Radıyallâhü anh)´a:"Ezan okurken kelimeleri ağır ağır ve aralıklı olarak, kamet getirirken ise, ardarda ve aralık vermeden oku» ([4]) diye buyurmuştur ki bu, ezan ve kametin mustahap olan şeklidir. (Kişi yüzünü kıbleye vererek ezan okur ve kamet getirir.) Çün­kü ezanı öğreten melek yüzünü kıbleye vererek ezan okumuştur. Şayet kişi yüzünü kıbleye vermeden ezan okursa -gaye hasıl ol­duğu için- caiz ise de sünnete aykırı olduğundan mekruhtur. (HAYYEALESSELAH ve HAYYEALELFELAH kelimeleri söyle­nirken yüz sağa ve sola dönderiür.) Çünkü bu iki. kelime birer hi­tap mahiyetinde olup onlarla müslümanlar namaza çağırılır. Mü­ezzin başını minarenin şerefesinden dışarı çıkarıp sağa sola dönder-meye imkân bulamadığı takdirde (Ayaklarının aynı yerden ayrıl maması şartıyla şerefe içinde dönmesi) ki bu da şerefenin geniş ok duğu zaman mümkün olur (iyidir.) Zira sünnet, müezzinin ezanı bi­tirinceye kadar aynı yerde durmasıdır. (Ezanda en iyisi, kişinin par­maklarını kulaklarına sokarak ezan okumasıdir.) Çünkü bunu, se­sin yükselmesine yardımcı olduğu için Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) B i I â l´e emretmiştir. ([5]) Şayet mü­ezzin parmaklarını kulaklarına sokmasa da yine İyidir.) Zira par­maklan kulağa sokmak asli bir sünnet değildir.

(Sabah ezanından sonra çağrıyı tekrarlamak iyi bir usul ise de başka namazlarda mekruhtur.) Sabah ezanmdan sonra çağrıyı tek­rarlama usûlü, Ashab-ı Kiram devrinden sonra namaza karşı genel bir gevşeklik baş gösterdiği için Küfe uleması tarafından ih­das edilmiştir. Bu usûlün sabah namazına tahsis edilmesi de -yu­karda söylediğimiz üzere- sabah saatlerinin uyku ve gaflet zama­nı olduğu içindir. Dini hayatta genel bir gevşekliğin baş gösterme­si üzerine sonraki ulema bu usûlü bütün namazlarda istihsan etmiş­lerdir.

İmam Ebû Yûsuf: -Müezzinin bütün namazlarda memleket idarecisine «Ey Emir, Allah´ın selamı, rahmet ve bereket­leri üzerine olsun. Haydi namaza, haydi felaha. Allah senden razı olsun. Namaz vaktidir» demesinde bir sakınca görmüyorum» demiş­tir. İmam Muhammed ise, içtimai hayatta ve dini emirler muvacehesinde insan fertleri arasında bir fark bulunmadığını söy-liyerek İmam Ebû Yûsuf´un bu sözünü yadırgamıştir.

tmam Ebû Yûsuf, yöneticiler halkın işleriyle uğraş­tıkları için cemaatı kaçormasınlar diye bu çağınyı yöneticilere tah­sis etmiştir, ki hakim ile müftü de aynı durumdadırlar. imam Ebû Hanife´ye göre (Müezzin akşam nama­zından başka bütün namazlarda ezan ile kamet arasında oturur. Çün­kü ezan ile kameti ardarda okumamak ve birbirinden ayırmak ge­rekir.) Zira ezan ile kameti peşpeşe okumak mekruhtur. Diğer iki imam ezan ile kamet arasında oturmayıp da, onları biribirinden sa­dece hafif bir ara verme ile ayırmak kâfi gelmez. Zira ezanın ke­limeleri arasında da hafif duruşlar yapılır. O halde iki hutbe ara­sında nasıl oturuluyorsa, ezan ile kamet arasında da oturulmahdır» diyerek akşam, namazını da bu hükümden istisna etmemişlerdir. Ak­şam namazının tehiri mekruh olduğu için. İmam Ebü Ha­ni f e akşam namazının ezam ile kameti arasında oturmanın ak­şam namazının mekruh vakte girmesine sebeb olabileceğini düşü­nerek : «Aralarında hafif bir duruş kâfidir- demiştir. Zira her ne kadar ezanın kelimeleri arasında da hafif duruluyorsa da, ezan ile kametin hem eda şekilleri değişiktir ve hem de herbiri ayn bir yer­de okunur, iki hutbe ise öyle değildir. Onun için iki hutbeyi biri­birinden ayırmak, ancak aralannda oturmakla olur.

îmam-ı Şafii akşam namazını da diğer namazlara kı­yas ederek: «Akşam namazınm ezanı ile kameti, aralarında iki re­kât namaz kılmakla biribirinden ayrılır» demiştir. Halbuki -yuka­rıda belirttiğimiz üzere- akşam namazının tehiri mekruh olduğu için akşam namazı diğer namazlardan farklı olup onlara kıyas edi­lemez. ( Y a k u p demiştir ki: imam Ebû Hanife´yi gördüm. Akşam ezanını okuduktan sonra hemen kamet getirirdi, Ezan ile kamet arasında oturmazdı.) İmam Ebü Hanif e´ nin böyle yapmasından, müezzi­nin hem akşam namazında ezan ile kamet arasında oturmamasınm ve hem de fıkıh hükümlerirıi bilen bir kimse olmasının müstahap olduğu anlaşılır. Zira Peygamber-Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm); «İçinizde en iyileriniz size müezzinlik ya­par.» ([6]) buyurmuştur. (Kaza namazı İçin de ezan okunur ve kamet getirilir.) Zira ri­vayete göre Peygamber Efendimiz bir yolculukta Ashabıyla birlik­te uykuda kalarak kaçırdığı sabah namazını kaza ederken hem ezan okutmuş ve hem de kamet getirtmiştir. ([7]) Bu hadis bizim için «Ka­za namazı için ezan yoktur. Yalnız kamet getirilir.» diyen İm a m -1 Ş â f i i´nin görüşüne karşı bir delildir. ([8]) (Şayet kişi bir kaç namazı kazaya bırakmış ise birinci namaz için) yukarıda geçen hadise binaen (hem ezan okur, hem kamet) getirir. Diğer namazlarda ise, isterse hem ezan okur. Hem kamet getirir) ki kaza namazı da eda namazı gibi olsun (isterse yalnız, kamet getirir.) Çünkü ezan, hazır olmayanların namaza gelmeleri içindir. Bunlar ise hepsi hazırdırlar. Ben diyorum ki: Rivayete gö­re imam Muhammed: -Diğer namazlar için ezan okunmaz, yalnız kamet getirilir- de­miştir. Derler ki: Hanefi fıkhının bütün imamları bu görüşte olabi­lirler.

(Ezan okurken ve kamet getirirken abdestlî olmak daha uygun ise de, abdestsiz olarak da ezan okunsa caizdir.) Çünkü ezan na­maz değil, bir zikirdir. Bunun için nasıl Kur´an okurken abdestli olmak müstehap ise, bunda da müstahaptır. (Fakat abdestsiz ola­rak kamet getirmek mekruhtur.) Çünkü abdestsiz kamet getiren kim­se, namaz için abdest almak zorunda olduğundan getirdiği kamet ile namazı biribirinden ayrılmış olur. Abdestsiz ezan ve kametin hük­mü hakkında iki rivayet daha vardır: Birine göre kamet de ezan gibi olup abdestsiz getirmek mekruh değildir. Çünkü kamet ikinci ezan demektir. Diğerine göre ezan da kamet gibi olup abdestsiz oku­mak mekruhtur. Zira abdestsiz ezan okuyan kimse, kendisinin yap­mayacağı bir, ibadete başkalarını çağırmış olur.

ECünüp olarak ezan okumak) kesin olarak (Mekruhtur) onun hakkında başka bir rivayet yoktur. Çünkü ezan gerçekte namaz ol­mamakla beraber bazı yönlerden namaza benzediği için cünüblükte onun namaza benziyen yönü göz önünde bulundurulmuştur. Abdest-sizlik ise, cünüblüğe göre daha hafif olduğu için. onda ezanın ger­çekte namaz olmadığı yönüne bakılmıştır. Câmi-ülsağiyr´de «Kişi ab­destsiz olarak ezan okursa, bir daha okumasına gerek yoktur. Fa­kat cünüb olarak okuyan kimsenin guslettikten sonra bir daha oku­ması kanaatimce daha iyidir» diye geçmektedir.

(Abdestsiz veya cünüb olarak ezan okuyan kimse, abdest aldık­tan veya guslettikten sonra bir daha okumadan namaz kılarsa na­mazında bir eksiklik olmaz.) Zira abdestsiz okunan ezanın bir daha okunması hakkında herhangi bir rivayet yoktur. Cünüb olarak oku­nan ezanın da her ne kadar bir daha okunması hakkında iki riva­yet varsa da, büsbütün ezansız ve kametsiz namaz caizdir. Şayet okumak isterse, yalnız ezan okunur, kamet getirilmez. Çünkü ezan -cuma namazında olduğu gibi- bazan tekrarlanır. Kametin tek­rarı ise hiç bir yerde yoktur. (Kadın da ezan okuduğu zaman durum böyledir) yani bir da­ha ezan okumak sünnete uyması için müstah iptir. (Herhangi bir namaz için, vakti girmeden ezan okunamaz.) Zi­ra ezan namaz vaktinin girdiğini bildirmek içindir. Vakit girmeden okunan ezan ise, şaşırtmaktan başka bir şey değildir. î m a m Ebû.Yûsuf: «Sabah namazı için gecenin son yarısında ezan okunabilir» de­miştir, ki îmam-ı Şafii de buna kaildir. Zira Mekke ve Medine halkı hep öyle yapagelmişlerdir. Bizim bunlara karşı olan delilimiz. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Bilâl´a -elini sağa sola uzatarak- «Tan yerinin şu tarafta bu tarafta ağardığını görmedikçe ezan okuma- ([9]) diye Duyurmasıdır. (Yolculukta olan kimse için de ezan ile kamet müstahaptır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E bû M e 1 i k e´nin iki oğluna; Yolculuğa çıktığınız zaman ezan okuyun, kamet getirin ve hangi­niz Kur´an-ı daha çok biliyorsa o size imamlık etsin» ([10]) buyur­muştur. (Yolculukta olan kimsenin ezan ile kametin ikisini birlikte terk etmesi mekruhtur.) Yalnız kamet getirmesi caizdir. Çünkü ezan, okunduğu yerde olmayanların namaza gelmeleri içindir. Yolculuk­ta olan kimseler ise hep aynı yerdedirler. Kamet ise, namaza baş­landığını bildirmek olduğu için hazır olanlara da gereklidir.

(Eğer kişi şehir içinde ve fakat kendi evinde namaz kılıyorsa) cemaatla kılınan namazın şekline uygun olması için, (ezanh ve ka-metli olarak namaz kılar şayet ezan ile kametin ikisini de terk eder­se caizdir.) Zira Abdullah ibn-i Mesûd (Radıyallâhü anh) bir gün iki kişiye namaz kıldırırken: «Bizim için semtin eza­nı kâfidir- demiştir.[11]

Namazın Sıhhatinin Şartları


(Namaz kılmak istiyen kimse için namaza başlamadan önce abdestsizlik ve pisliklerden -yukarıda anlattığımız biçimde- temizlenmek gerekir.) Cenâb-ı Hak metinleri yukarıda geçen âyetlerde ´-Elbiseni temizle» ve (Eğer cünüb olursanız yıkanıp temizlenin) buyurmuştur. (Namazda avret yerlerini örtmek de gerekir.) Zira Cenâb-ı Hak (Celle Celâlihu) «Ey insan oğulları, her, mescide gidişinizde en güzel elbisenizi giyiniz» ([12]) yani avret yerlerinizi kapatınız, buyurmuştur. Peygam­ber Efendimiz de (AlcyhıVsalâtü ves´s-selâm) : -Erginlik çağına eren kadının baş örtü­süz namazı yoktur- ([13]) buyurmuştur. (Erkeğin avret yeri göbeğin altından diz kapaklarına kadardır.) Zira Peygamber Efendimiz lAleyhi´s-selâtü ve´s-selâm);-Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapaklaruıuı arasıdır-bir rivayete göre;-Göbeğin altından başlayarak diz kapaklarını geçinceye kadardır.- ([14]) diye buyurmuştur. İ m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) her ne kadar: -Göbeğin kendisi de avrettir» demiş ise de, bu hadisten, göbe­ğin avret olmadığı anlaşılmaktadır. İmam-ı Şafiî: «Diz kapaklan avret değildir» demiştir. Biz ise, ya bu hadisteki «Diz kapaklarını geçinceye kadar- deyimine veyahut -Diz kapağı av­rettendir- ([15]) hadisine dayanarak diz kapaklarının avret olduğu görüşündeyiz.

(Hür olan kadının yüzü ile ellerinden başka bütün vücudu av­rettir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm) :«Kadın örtünmesi gereken bir avrettir») ([16]) buyurmuştur. Ancak kadın yüz ve ellerini açmak zorunda olduğu için kadından bu iki uzuv avret sayılmamıştır. Ben diyorum ki: ha-dişin ifâdesi ayağın avret olduğunda nass ise de en sıhhatli olan görüşe göre ayak avret değildir. Zira ayağm avret olmadığına dâir kuvvetli bir rivayet vardır.(Kadın namaz kılarken bacağının dört veyahut üçtebiri açık olursa -İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre- namazı sahih olup bir daha kılması gerekmez. İmam Ebû Yûsuf t «Yarıya yakın bir miktar bile açık olursa namazı yine sahihtir» demiştir.) Çünkü herhangi bir şeye, ancak karşısında olan bir başka şeyin on­dan az olduğu zaman «çok- denilir. Zira azlık ile çokluk birer izafi mefhum olup birbirlerine göredirler.

(İmam Ebû Yûsuf´tan, kadının bacağından yarısı açık olduğu za­man namazın sahih olup olmadığı hakkında iki rivayet gelmiştir.) Zira herhangi bir şeyin yansı diğer yarıya göre ne az, ne de çok­tur. Çünkü diğer yan ondan az olmadığı için çok değildir ve diğer yarı ondan çok olmadığı için az değildir.

îmam Ebû Yûsuf namazın sahih olduğunu söylerken, bacağın açık olan yarısının kapalı olan diğer yarıdan çok olmadı­ğına, sahih olmadığım söylerken ise, diğer yandan az olmadığına bakmıştır. İmam Ebû Hanife ile İmam, Muhammed: «Herhangi bir şeyin dörtte biri gerek bir çok şer´i hükümler­de ve gerek konuşmalarda o şeyin tamamı yerine kaim olur. Nite­kim abdestte başın dörtte birini meshetmek başın tamamını mesh etmek yerine ve hac menasikinde başın dörtte birini traş etmek ba­şın tamamını traş etmek yerine geçer ve nitekim herhangi bir kim­se, bir başkasını yalnız ön taraftan gördüğü zaman o kimseyi, dört taraftan biri olan sadece ön taraftan gördüğü halde «Ben falanca­yı gördüm» der» demişlerdir. (Saç, karın ve oyluk da öyledir.) Yani aynı ihtilâf bunlarda da vardır. Zira bunların her biri başlı başına bir uzuvdur. Saçın baş­tan sarkan kısmı, her ne kadar gusülde yıkanması gerekmiyorsa da -sahih olan kavle göre- namazda örtünmesi gereken avrettir.. Zira gusülde yıkanmasının vâcib olmayışı, bedenden sayılmadiğı için değil, zorluk olmasın diye yıkanması vâcib olmamıştır. İki bacak ara­sındaki ön ve arka avretlerde de -ki bunlara ağır avret denilir- aynı ihtilâf vardır. Sahih olan kavle göre zeker ile daşaklar ayn ayn avretlerdir. (Erkeklerin bedeninden nereler avret ise, câriye olan kadınların avreti de oralardır. Cariyenin sırtı ile karnı avrettir. Bu iki yerden yukarı olan kısımlar avret değildir.) Zira H z. Ömer (Radı-yallâhü anh) rastladığı kapalı gezen bir cariyeye:

-At başından o örtüyü. Hür kadınlara benzemek mi istiyorsun » diye çıkışmıştır. Hem de gelenek oîarak câriye iş kılığında dışarı çık­tığı için her çıkışında örtünmeye mecbur tutulmasında zorluk var­dır. (Kişi, necis olan elbisesini yıkamak için bir şey bulamadığı za­man necis elbisesiyle namaz kılar ve namazını bir daha yenilemez.)

Bunun iki şekli vardır Eğer elbisenin dörtte biri veyahut daha faz­lası temiz ise o elbiseyle namaz kılar. Çıplak olarak kılması caiz değildir. Çünkü herhangi bir şeyin dörttebiri, o şeyin tamamı hük­mündedir Eğer elbisenin temiz olan kısmı dörtte birinden az olur­sa, İmam Muhammed´e göre yine böyledir.

İmam-ı Şafii´ nin de iki görüşünden biri bu yoldadır. Zira necis elbise ile namaz kılan kimse, namazm sıhhati için bir tek şartı, çıplak olarak namaz kılan kimse ise, birden çok farzları ye­rine getirmemiş olur. ([17]) İmam Ebü Hanife i!e İmam Ebû Yûsuf´a göre ise bu durumda olan kişi muhayyerdir, is­terse çıplak olarak, isterse ki -en iyisi budur- necis elbise ile na­maz kılar. Çünkü gerek necis elbise ile ve gerek çıplak olarak na­maz kılmak, zaruret bulunmazsa caiz değildir. Namazda caiz gö­rülen necaset miktan ile avretin açık olma miktarının ikisi de dört­te birdir. O halde ikisi namazın hükmünde müsavidir. Necasetle namaz kılmanın çıplak olarak namaz kılmaktan iyi olmasının sebe­bi de şudur: Çünkü elbisenin temiz olması yalnız namaz için şart­tır. Avret yerlerinin kapatılması ise her zaman gereklidir. (Avret yerlerini kapatacak esvap bulamayan kimse, çıplak ola­rak ve fakat oturarak namaz kılar. Rüku ile secdeleri de işaretle yapar.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. (Şayet ayakta kılarsa yine caizdir.), Zira oturarak namaz kılmada ağır avret yerleri kapalı olarak namaz kılma imkânı bu­lunuyor. Ayakta namaz kılanın da rükû ve secdeleri hakkıyia yap­ması mümkündür. Bunun için, kişi hangisini arzu ederse onu ya­pabilir. (Bununla beraber oturarak kılması daha evlâdır.) Çünkü av­ret yerlerini kapatmak yalnız namazda değil, her zaman gereklidir. Hem de onun yerine geçecek başka bir şey yoktur. Tam rüku ve secdeler yerine ise, işaretler geçer.

(Namazın sıhhat şartlarından biri de niyetdir. Kişi namaza baş­lamadan, kılmak istediği namaza niyet ederek ve ara vermeden if-titah tekbiresini alarak namaza başlar.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm); Ameller ancak niyete göredir- ([18]) buyurmuştur. Aynca namaza başlarken ayağa kalkıp kıbleye karşı durulur. Ayakta durmak ise, namaz için olabil­diği gibi herhangi bir iş için de olabilir. Eğer namaza niyet getiril­mezse, bu duruş normal diğer duruşlarda farklı olarak ibadet vas­fını taşımış olmaz. İftitah tekbiresinden önce edilen niyet de -eğer araya namaza uygun düşmiyen bir davranış girmezse- makbuldür, îftitah tekbiresinden sonra ise edilen niyet muteber değildir. Çün­kü niyetten önce geçen kısım, niyetsiz olarak yapıldığı için ibadet sayılmaz. Oruçta tan yeri ağardıktan sonra getirilen niyete ise, za­ruret için cevaz verilmiştir. Niyet mana itibarıyla kasıt demek ise de, burada kişi hangi namazı kılmak istiyorsa kalbinde o namazı kasdetmesi gerekir. Eğer kişinin kalbinde böyle bir kasıt yoksa, di­liyle söylemesinin hiç değeri yoktur, âonra, eğer kişinin kılmak is­tediği namaz nafile ise ona mutlak niyet kâfidir. Sahih olan kav­le göre sünnet olan her namaz için de mutlak niyet kâfidir. Farz na­mazların niyetinde ise -farzlar değişik olduğu için- kılmak iste­nen namazın belirtilmesi (Meselâ öğle namazının farzı, ikindi na­mazının farzı diye ayırd edilmesi) gerekir.

(Eğer kişi imama uyarak namaz kılıyorsa, aynca imama uyma niyetini de getirmesi gereklidir.) Çünkü cemaatle kılınan namazm, imamın herhangi bir yanlış davranışı yüzünden fesada gittiği için, kişinin bunu önceden kabullenmesi gerekir. (Namazın sıhhat şartlarından biri de kıbleye yönelik olarak na­maz kılmaktır,) Zira Cenâb-ı Hak (Celle CelâÜhu); «Nerede olursanız yüzlerinizi onun (Mescidi Haram´ın) semtine çevirin- ([19]) buyurmuştur. Sonra Mekke´­de olanlar için, bizzat kıbleye, Mekke dışında olan kimseler için de -sahih olan kavle göre- kıblenin bulunduğu yöne yüzleri­ni çevirmeleri gereklidir. Çünkü insana, gücünün yettiği kadar tek­lif vaki olur. (Korku içinde namaz kılan kimse, hangi yöne yüzünü çevirebi-lıyorsa, o yöne çevirerek namaz kılar.) Çünkü bu kimse mazur ol­duğu için, kıbleyi bilemiyen kimse hükmündedir.

(Eğer kişi kıbleyi bilemiyor ve yanında kendisinden soracak kim­se de bulunmuyorsa, ictihad ederek namaz kılar.) Zira Ashap (Radıyallâhü anhümVın kıbleyi hep ictihad ederek namaz kılarlardı. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onlara ni­çin böyle yapıyorsunuz diye kınamaydı. Kaldı ki daha üstün bir im­kân bulunmadığı zaman zahir olan delil ile amel etmek vâcibtir. Başkasından sormak ise, ictihad etmekten daha üstün bir imkândır.

(Namaz kıldıktan sonra kıblede yanlış olduğunu öğrenen kim­se, namazını bir daha kılmaz.) İmamı Şafii (Allah rah­met eylesin) :

-Eğer namazda arkasını kıbleye vermiş olduğunu öğrenirse, bir daha namazını kılmak zorundadır» demiştir. Biz diyoruz ki: Kişi­nin yapabildiği şey ancak ictihad etmek idi, ki bunu yapmıştır. Tek­lif de ancak yapılabilen şeyle olur. (Eğer karanlık bir gecede bir kaç kişiye imamlık eden kimse, yaptığı ictihad sonunda yüzünü doğuya, arkasındaki kimselerden herbiri de keza ictihad ederek yüzünü bir başka yöne çevirip na­maz kılar ve hiçbiri imamın nasıl yaptığım bilmezse, hepsinin na­mazı sahihtir.) Çünkü hepsi de ictihad etmiş ve kıble sandıklan yö­ne yüzlerini çevirerek namaz kılmışlardır. Kabe içinde namaz kı­lan cemâatin imama muhalefetleri namazın sıhhatına nasıl mani de­ğilse, bunlarında imama muhalefetleri mani değildir. (İmamın na­sıl yaptığını bilen kimsenin namazı ise sahih değildir.) Zira bu kim­seye göre imam kıblede yanılmıştır. Kıyam farzını yerine getirme­diği için (imamdan ilerde duran kimsenin namazı da sahih değildir.)[20]

Namazın Keyfiyeti


Namazın farzları altıdır:

1 - İftitah tekbiresi. Zira Cenâb-ı Hak CAzze ve Celle); -Rabbini yücel» (yani namaza başlarken lekbir al- ([21]) buyurmuştur.

2 - Ayakta durmak. Çünkü Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) -Gönülden boyun eğerek Allah için namaza du­run- ([22]) buyurmuştur.

3 -Okuyuş. Zira Cenâb-ı Hak (Celle Celâlihu) : -Namazda, ondan (Kur´an´dan) ne ki okuya-bilirseniz okuyun ([23]) buyurmuştur.

4 - 5 - Rükû ile secdeler. Zira Cenâb-ı Hak (Celle Celâlihu) : -Rükû edin, secdeye varın» ([24]) buyurmuştur.

6 - Namazm sonunda bir teşehhüd miktarı oturmak. Zira Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Abdullah b.A m r b As ´ a (Radıyallâhü anh) ; -Başını son secdeden kaldırıp bir teşehhüd miktarı oturduktan sonra namazın bitmiş olur- ([25]) buyurmuştur. (Bu altı şey dışında kalan diğer okuyuş ve hareketlerin hepsi sünnettir.) Bunlar içinde her ne kadar -Fatiha, Zammi sûre, tek­rarlanan hareketler arasında sıra gözetimi, birinci oturuş, ikinci otu­ruşta teşehhüd okumak. Vitir namazında Kunut duası, iki bayram namazının tekbirleri, sesli namazlarda sesli, sessiz namazlarda ses­siz okumak gibi- yapılmadığı takdirde sevih secdesi lâzım gelen birtakım vâcibler varsa da, sünnet ile sabit oldukları için K u d û -r i´ ye uyularak hepsine sünnet denilmiştir.

(Kişi namaza başlayınca) yukarıda geçen âyete binaen (Tekbir alması gerekir.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´de; «Namazın girişi tekbirdir- ([26]) diye buyur­muştur. Biz Hanefilere göre tekbir namazın rükunu değil, şartıdır. Bunun irin, farz olan bir namaz için tekbir olan kimse, bu tekbir ile sünnet namazını da kılabilir. îmam-ı Şafii1 ye göre ise, namazın rüknüdür. İmam-ı Şafii: Namazın sıhhati için şart olan şeylerin, tekbirin sıhhati için de şart olduğundan, tekbirin namaz rüknü olduğu anlaşılmaktadır- de­miştir. Biz diyoruz ki: «Pisliklerden arınan ve rabbının adını anarak namaza duran kimseler İflah olmuştur» ([27]) aye­ti kerimesinde namaza durmak, Allah adını anmak üzerinde atfe-dilmiştir. Bu ise, iftitah tekbiresinin namazdan ayrı bir şey olması­nı gerektirmektedir. îftitah tekbiresi namazın rüknü olmadığı için­dir ki, namazın tekrarlanan diğer rükünleri gibi tekrarlanmıyor. Na­mazın sıhhati için şart olan şeylerin, iftitah tekbiresinin de sıhhati için şart olmaları da, iftitah tekbiresinin namazın bir rüknü olduğu için değil, namaza bitişik bir şart olmasındandır.

(İftitah tekbiresini alırken elleri kaldırmak sünnettir.) Zira Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu devamlı yap­mıştır. Bu ifâdeden, iftitah tekbiresini almakla birlikte eller kaldı­rılır, diye anlaşılmaktadır, tmam Ebû Yûsuf dan da ri­vayet olunan ve T a h a v i´ den hikâye edilen görüş bu yolda­dır. Fakat daha doğrusu şudur ki, eller kaldırıldıktan sonra iftitah tekbiresi alınır. Çünkü elleri kaldırmakla, hiçbir şeyin büyük olma­dığı, tekbir almakla da, yalnız Allah (Celle Celâlihu) ´in büyük ol­duğu ifade edilir. Olmamak ise, olmaktan öncedir.)

(Baş parmaklar kulak yumuşaklarının karşısına gelinceye dek eller yükseltilir.) îmam-ı Şafii´ye göre ise, eller omuzla­rın hizasına kadar yükseltilir. îmam-ı Şafiî Kunut, bay­ram ve cenaze namazı tekbirleri hakkında da aynı görüştedir, îmam-ı Şafii´ nin dayanağı, Ebû Humeyd el-Sa-i d i CRadıyallâhu anhl´ın «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) tekbir aldığı zaman ellerini omuzlan hizasına kadar kaldırırdı» mealindeki hadisidir. ([28]) Biz de V a i 1 b. H a-cer, Berâ ve Enes b. Malik den gelen rivayetlere dayanıyoruz. Hem de, elleri kaldırmak sağır olan kimselere duru­mu bildirmek için olduğuna göre, kulakların hizasına kadar yük­selmek bu gayeye daha uygundur.

Sahih olan görüşe göre (Kadın ellerini omuzlan hizasına kadar yükseltir.) Çünkü daha fazla yükseltmek, örtünmesi gerekli olan yerlerinin açılmasına daha fazla yol açabilir. (îmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre, Allah-u Ekber yerine Allah-u Eceli, Allah-u A´zam, Errahman-u Ekber, La İlahe illellah demek veyahut Cenâb-ı Allah´ın adlarından birini içeren her­hangi bir lâfzı kullanmak caizdir. İmam Ebû Yûsuf ise: -Eğer kişi söyleyebiliyorsa, Allah-u Ekber, Allah-ul Ekber veyahut AHah-uI Ke-biyr´den başka bir lâfız kullanamaz» demiştir.) Imam-ı Şafiî: -Allahu Ekber ile Allah-ul Ekber1 den» imam Mâlik de: -Allahu Ekber´den başka bir lâfız caiz de­ğildir. Çünkü bunda naklin dışına çıkılamaz. Menkul ise yalnız bu lâfızlardır- demişlerdir. İmam-ı Şafii: «Her ne kadar men­kul yalnız Allah-u Ekber ise de, elifîâm´da övgü daha fazla olduğu için Allah-u Ekber yerine Allah-ul Ekber denilebilir.»

îmam Ebû Yûsuf da: -Allah´ın sıfatlarında Ef´al ile Feiyl kalıplan aynı anlamı taşıdıkları için Allah-ul Kebiyr de Al­lah-ul Ekber gibidir. Ancak eğer kişi bu lâfızları söyleyemiyorsa, o zaman bu lâfızların ifade ettiği mânayı, söyleyebildiği bir başka lâ­fız ile söyleyebilir.», İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed de: «Allah-u Ekber demekten maksat Allah´ı yüceltmek olduğuna göre, başka lâfızlarla da olur» demişlerdir.

(Eğer kişi arapça bildiği halde namaza farsça ile başlar, ya da namazda Farsça okur veyahut bir hayvanı keserken farsça İle besmele çekerse -İmam Ebû Hanife´ye göre- caizdir. Diğer iki imam ise: -Hayvan kesme besmelesi dışında farsça caiz değildir. Ancak arapça bilmediği takdirde öğreninceye kadar farsça caizdir» demiş­lerdir.) Buna göre İmam Muhammed iftitah tekbiresi konusunda arapça da îmam Ebü Hanife ile, farsçada da İmam Ebû Yûsuf la beraberdir. Çünkü arapçanm, başka dillerde bulunmayan bir özelliği vardır. Namazdaki okuyuşa gelince : İki imamın farsça okuması caiz görmemelerinin sebebi, Kur´ an» adının arapça olarak nazil olan bu nazmi şerifle itlak olunmasıdır. Nitekim -Biz bu kitabı bir arapça Kur´an olarak inzal buyurduk» ([29]) âyeti kerimesi bunu nassan bildirmek­tedir. Ancak kişi, rükû ve secdeleri yapamayacak bir durumda ol­duğu zaman nasıl işaretlerle yetinebiliyorsa, Kur´an´dan hiçbir şey bilmediği zaman da anlamını okuyabilir. Fakat besmele öyle değil­dir Zira besmele bir zikirdir. Zikir ise, her dil ile yapılabilir. İmam Ebû Hanife´ nin dayanağı ise;, «Kur´an geçmiş peygamberlerin kitabi arında da bulunur» ([30]) âyeti kerimesi-dir, Zira geçmiş peygamberlerin kitaplarında olan ifadeler arapça olmadıkları halde bu âyette onlara Kuran denilmiştir. Bu o demek­tir ki Kur´an, lâfızlardan çok, lâfızların ihtiva ettiği mânâlardır. Bu­nun için kişi, Kur´an´dan hiçbir şey bilemediği zaman onu farsça olarak okuyabilir. Ancak şu varki, tevaruz ede gelen sünnete mu­halefet ettiği için iyi bir şey yapmış olmuyor. Sonra -sahih olan görüşe göre- Farsçadan başka herhangi bir dille de olur. Zira mâ­nâ, dillerin değişmesiyle değişmediği gibi, geçmiş peygamberlerin ki­taplarında olan ifâdeler nasıl arapça değil idiyse, farsça da değil idi. Bu ihtilaf, namazda arapça yerine Farsça okunduğu zaman, mu­teber sayılıp sayümadığı konusundadır. Farsça okumakla namazın fesada gitmediği konusunda ise ihtilâf yoktur. Derler ki: İmam Ebû Hanife sonradan iki İmam´in görüşüne dönüş yapmış­tır ve fetva buna göredir.

Aynı ihtilâf hutbe ile teşehhüd hakkında da edilmiştir. Ezan hakkında ise muteber olan taaruftur. Yani hangi dille olursa olsun, eğer halk onu ezan diye biliyorsa caizdir.

(Namaza başlarken Allah-u Ekber yerine Allahümmeğfir liy de­mek kâfi gelmez.) Zira Allahümmeğfir liy, Allahun, beni bağışla demek olduğundan Allah´ı yüceltmekten çok bir dilek ve niyazdır. Şa­yet yalnız Allahümme dense, kimisi: «kâfidir. Çünkü mânâsı «Ey Allahun- demek olduğu için Allah´ı yüceltmekten başka bir şey de­ğildir», kimisi de: -kâfi değildir. Zira -Allahım, hakkımızda iyilik dile» mânâsındadır ve bu itibarla dilektir» demiştir.(Tekbir aldıktan sonra, göbek altında sağ el sol elin üzerine ko­yulur.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü. ve´s-selâm :-Göbek altında sağ eli sol elin üstüne koymak sünnettendir» ([31]) bu­yurmuştur. Bu hadis «Namazda el bağlanmaz» diyen İmam Mâ­lik ile -göğüs üzerinde bağlanır- diyen İmam-ı Şafiî´ nin görüşlerine karşı bir delildir. Ayrıca, el bağlamak saygı için oldu­ğuna göre göbek altında bağlamakta daha çok saygı vardır. Sonra el bağlamak -imam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre- namazdaki kıyam´ın sünneti olduğu için ifti­tah duası dahi okunurken el bağlanır. Sahih olan görüşe göre asıl şudur ki: İçinde sünnet bir zikir bulunan kıyamlarda bağlanır, bu­lunmayanlarda bağlanmaz. Buna göre, Kunut duasında ve cenaze namazında bağlanır. İtidalde ve bayram namazının tekbirleri ara­sında ise bağlanmaz.

(Sonra SÜBHANEKELLAHÜMME VE BİHAMDİKE VE TEBARE-KE VE TALA CEDDÜKE VE LA İLAHE ĞAYRÜKE duası okunur.) İmam Ebü Yûsuf tan «Buna VECCEHTÜ VECHİYE duası da eklenir. Zira H z. Ali (Radıyallâhü anh)´dan gelen rivaye­te göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu da okurdu» dediği rivayet olunmuştur. ([32]) İmam Ebû Ha­nife ile İmam Muhammed, Enes b. Malik ile bir çok Ashaptan -Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) namaza başlarken tekbir alır ve sübhanekellehümme duasını okuyup ona başka bir şey eklenemezdi- ([33]) mealinde gelen riva­yete dayanmışlardır. îmam Ebû Yusuf un rivayet et­tiği hadis ise, teheccüd namazına mahmuldür. İftitah duasında VE-CELLE SENÂÜKE lâfzı meşhur rivayetlerde bulunmadığı için farz namazlarda söylenmez.îftitah duasının niyet ile tekbirin araşma girmemesi için tekbir almazdan, önce okunmaması sahih olan görüşe göre daha evlâdır. (îftitah duasmdan sonra Euzu billahi mineşşeytanirracim deni­lir.) Çünkü Cenab-ı Hak (Azze ve Celle); Kur´an okuduğun zaman Allah´ın rahmetinden tard edilmiş olan şeytandan Allah´a sığın- ([34]) buyurmuştur. Kur´an´daki tâbire uy­gun olduğu için Eûzu yerine esteiyzu demek daha iyidir. Mânâ ba­kımından eûzu da esteizu´ya yakındır. İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´ e göre eüzu çekmek -yukarıdaki âyete biaen- iftitah dua­sına değil, okuyuşa tâbidir. Bunun için, namazın başında imam´ın arkasında bulunan kimse eûzu çekmez de, sonradan gelip imama uyan kimse çeker. Eûzu çekmenin bayram namazı tekbirlerinden sonraya bırakılması da bunun içindir. îmam Ebû Yûsuf ise bu görüşe katılmamıştır. (Eûzudan sonra besmele çekiiir.) Meşhur olan rivayetlerde böy­le nakledilmiştir. (Eûzu ile besmelenin ikisi de gizli çekilir.) Zira îbn-i Mes´ud (Radiyallâhü anh) : -Dört şey vardır, imam onları gizli okur« ([35]) diye söylerken eûzu, besmele ve âmin´i on­lardan saymıştır. İmam-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Sesli namaz­larda besmele de sesli çekilir. Çünkü rivayete göre Peygamber Efen­dimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namazında besmeleyi sesli çek­miştir» ([36]) demiştir. Biz diyoruz ki: Peygamber Efendimizin (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) besmeleyi sesli okuması, besmelenin eü­zu ile okuyuş arasında olduğunu bildirmek içindi. Zira E n e s 1 b n - i Mâlik (Radıyallâhü anh) ´in anlattığına göre Peygam­ber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) besmeleyi hep gizli okurdu. ([37])İmam Ebû Hanife, kendisinden gelen bir rivayete göre: Eûzu gibi, besmele de her rekâtta tekrarlanmaz-, bir riva­yete göre de «Besmele her rekâtta okunur- demiştir, ki iki ima­mında görüşü bu yoldadır.

İmam Ebû Hanife ile îmam Ebû Yûsuf´a göre hiç bir namazda Fatiha ile Zammi sûre arasında besmele çe­kilmez. İmam Muhammed ise: -Gizli namazlarda oku­nur.- demiştir. (Besmeleden sonra Fatiha ile bir sûre veyahut herhangi bir sû­reden üç âyet okunur.) Bize göre namazda ne Fatiha ve ne de Fa­tihadan sonra zammi sûre namazm rüknü değildirler. 1 m a m -1 Şafiî Fatihada, İmam Malik de hem Fatiha ve hem de zammi sûrede bu görüşümüze katılmamışlardır. İmam M a -1 i k ´ in dayanağı -Fatiha ve onunla birlikte bir süre okunmaksı-zın namaz olamaz- ([38]) hadisidir. İmam-ı Şafiî de;-Fatihayı okumayan kimsenin namazı yoktur- ([39]) hadisine dayanmıştır. Biz diyoruz ki: Yukarıda metni ge­çen âyeti kerimede «Kur´an´dan ne ki okuyabilirseniz okuyun- diye buyurulmuştur. Bundan ise, Kur´an´dan Kur´an denebilecek bir mik­tar okumanın farziyyeti anlaşılır. Tek kişi hadisine dayanarak bun­dan fazla bir şeyin farziyyetine hükmetmek caiz olamaz. Ancak tek kişi hadisleriyie amel etmek vacib olduğu için biz, fatiha ile zam­mi sûrenin vacib olduğu görüşündeyiz. (İmam VELEDDÂLİN dediği zaman hem kendisi hem arkasın­da olanlar ÂMİN derler.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) -İmam -Âmin- dediği zaman siz de Âmin deyiniz» ([40]) buyurmuştur. İmam Malik;-İmam Veleddaîlin dediği za­man siz Âmin deyiniz- ([41]) hadisine dayanarak: -İmam -Âmin»

demez» demiş ise de, onun görüşü için.bu hadiste delil yoktur. Çün­kü hadisin sonunda Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî: -Çünkü imam «Âmin» der» ([42])´diye buyur­muştur. Yukanda geçen İbn-i Mesud´un hadisine" binaen (imam ile arkasındakiler gizli olarak «Âmin» derler.) Zira Âmin bir duadır. Dualarda ise gizlilik esastır. Âmmin, Emin şeklinde de söylenebilir. Ammin şeklinde söylemek ise fahiş bir yanlıştır.

(Sonra tekbir alınıp rüküa gidilir.) el-Camiüssağiyr´de «Rükua eğilmekle birlikte tekbir alınır, ([43]) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her eğilip ve kalkışta tekbir alırdı» diye kaydedilmektedir. (Tekbirdeki E harflerinin hiçbiri uzatılamaz.) Allah ile Ekber kelimelerinin başındaki E´ler uzatıldığı zaman soru şeklini aldığı için dinen sakıncalıdır. Ekber kelimesinin ikinci E´sini uzatmak da dilbilgisi yönünden yanlıştır.

(Rüküa varıldıktan sonra elin avuçlarıyla diz kapaklan tutulur ve parmakların arası açık bırakılır.! Zira Peygamber Efendimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem), Enes b. Malik´e; Rükua eğildiğin zaman, ellerini diz kapaklarının üzerine koy ve parmaklarının arasım aç» ([44]) buyurmuştur. Parmaklarının arası­nı açmak, diz kapaklarını iyice tutabilmek için yalnız burada, par­maklan bitişik tutmak da yalnız secde ederken menduptur. Bu iki durum dışında parmaklar normal bir şekilde bırakılır.(Rükuda sırt tam düz bir şekilde tutulur.) Çünkü Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rükû yaparken mübarek sır­tını tam düz bir şekilde tutardı. ([45]) (Rüküda baş ile omuzlar yük­sekte tutulmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) rükû yaparken başını ne eğer, ne de yüksek tutardı. ([46]) (Rükûda) en az (üç defa SÜBHANE RABBİYEL AZİM denilir.) Zi­ra Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :«Herhangi biriniz rükû ettiği zaman, üç kez SÜBHANE RABBİYEL AZİM desin. Bu da en azıdır» ([47])buyurmuştur. (Sonra baş kaldırılır ve SEMİELLAHU LİMEN HAMİDEH deni­lir. İmamın arkasındakilerde REBBENA LEKEL HAMD derler. İmam Ebû Hanife´ye göre imam REBBENA LEKEL HAMD demez. Diğer iki imam ise : «İmam, içinden söyler» demişlerdir.) Çünkü Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)´dan gelen rivayete göre Peygam­ber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) her ikisini de söyler­di. ([48]) Hem de imam, arkasındaki kimseleri Allah´a hamd etmeye teşvik ederken kendisinin hamd etmemesi uygun değildir. İmam Ebû Hanife ise metni yukarda geçen hadisteki, Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -İmam SEMİALLAHU Lİ­MEN HAMİDEH dediği zaman, siz REBBENA LEKEL HAMD deyi­niz- mealindeki emrine dayanmıştır. Zira imam ile, arkasındaki ce­maatın vazifelerini taksime dair olan bu emirden, REBBENA LEKEL HAMD demenin imamın değil, cemaatın vazifesi olduğu anlaşılmak­tadır. Bunun içindir ki biz Hanefilere göre SEMİALLAHU LİMEN HAMİDEH demek de yalnız imamın vazifesi olup arkasındaki kim­seler bunu demezler. Hem de eğer imam REBBENA LEKELHAMD diyecek olursa, cemaat dedikten sonra demek zorunda kalacaktır. Bu ise, imamlığın gereğine ters düşer. Peygamber Efendimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem), her ikisini de söylemiş olduğuna dair Ebû Hüreyre´ ´nin hadisi ise, Peygamber Efendimizin (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) tek başına namaz kıldığı zamana mah­muldür. Kaldı ki, imam demese de, başkalarını demeye teşvik eder­ken kendisi de demiş gibi olur.

(Tekbaşma namaz kılan kimse) hakkmda üç rivayet vardır: Bir rivayete göre yalnız SEMİALLAHU LİMEN HAMİDEH, Bir rivayete göre yalnız REBBENA LEKELHAMD (en sahih olan rivayete göre) ise, (her ikisini de söyler.) Zira yukarıda geçtiği üzere Ebû Hü­reyre (Radıyaîlâhü anh) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)´in her ikisini de söylediğini rivayet etmiştir. (Rükûdan kalkıldıktan sonra tam dik durulur ve ondan sonra tekbir getirilip secdeye vanlır.) Rükûdan kalktıktan sonra ayakta tam durmak -İmam Ebû Hanife ile imam Mu­hammedi e göre- farz değildir. Bu iki imama göre iki secde arasındaki oturuş ile rükû ve secdelerde de durmak farz değildir. İmam Ebû Yûsuf ise, bunların hepsinde durmanın farz olduğu görüşündedir, îmam-ı Şafiî de aynı görüşte­dir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi vs Sellem), ça­buk çabuk namaz kılan Bedevi Arab´a; ´«Kalk namazım bir daha kıl. Sen namaz kılmadın.» ([49]) diye buyurmuş­tur İmam Ebü Hanife ile İmam Muhammed: -Rükû´ün sözlük anlamı, eğilmek, secdenin anlamı da yere ka­panmaktır. Kişi eğilmeyi veyahut yere kapanmayı yaptıktan sonra, hiç durmasa da yine yapmış sayılır. Bir rükünden diğer bir rükne geçerken de, aralarında biraz durup da sonra öteki rükne geçmek farz değildir. Çünkü geçiş bizatihi maksud olmayıp rükünleri biri-birinden ayırmak içindir. Kaldı ki, hadiste sözü geçen Bedevi Arap bir daha aynı şekilde namaz kılınca Peygamber Efendimiz (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) ona namazı tarif etmiş ve sonunda;

Bundan bir şey eksik yaparsan, namazında eksiklik bırakmış olur­sun» ([50]) buyurarak arabın kıldığı namaza namaz demiştir. Bu ise, o demektir ki rükû ve secdeleriyle rükû ve secdeleri arasındaki kal­kış ve eğilişlerde hiç durulmayan namaz eksik olmakla birlikte, fa­sit değildir- demişlerdir.

tmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre rükûdan ayağa kalkmak ile iki secde arasındaki oturuş sün­nettir. C ü r c a n i´ nin yorumuna göre rükû ve secdelerde de durmak sünnettir. K e r h i ise vacib olduğunu, hatta eğer kişi sehven yapmasa ona sehiv secdesi lâzım geldiğini Söylemiştir. (Kişi secdeye giderken iki eliyle yere dayanır.) Zira V â i 1 b. H a c e r (Radıyallâhü anhümâ) Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazını gösterirken secdeye varıp avuçla­rının içini yere dayamış ve vücudunun gerisini yükselterek: «Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) böyle yapardı» ([51]) demiştir. (Secdede yüz iki elfn arasına ve eller de kulakların karşısında yere koyulur.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle yapardı. ([52]) (Secdede burun ile alın yere değdirilir.) Çünkü Peygamber Efen­dimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hep öyle yapardı. ([53]) (Şayet kişi birisiyle yetinirse İmam Ebü Hanife´ye göre caizdir. Diğer iki imam «Bir zorunluk yoksa yalnız burnu yere değdirmekle yetin­mek caiz değildir» demişlerdir). İmam Ebü Hanife´ den de bu yolda bir rivayet vardır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Aley-hi´s-salâtü ve´s-selâm);

-Yedi kemik üzerinde secde etmek­le emrolunmuşumdur» ([54]) diye söylerken «Bu kemiklerden biri alındır» buyurmuştur. İmam Ebü Hanife: «Biz secde ile emrolunmuşuzdur. Secde ise, yüzün bir kısmını yere koymakla gerçekleşmiş olur. Ancak yanaklarla çene, yüzün bi­rer parçası oldukları halde icma ile yere koyulamazlar» demiştir.

Secdede ellerle dizleri yere koymak biz Ha n e f i´ lere göre sünnettir. Çünkü secde bunlarsız da olabilir. Ayaklara gelince : K u -d u r i secdede ayakları yere koymanın farz olduğunu söylemiştir.

(Kişi, başındaki sarığı veyahut sırtındaki elbisenin herhangi bir ucu üzerinde secde ederse caizdir.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alnına sarkan sarığının katlan üzerinde secde ederdi. ([55]) Rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) elbisesinin eteği üzerinde de secde etmiş­tir. ([56]) (Secdede kollar yerden yüksek tutulur.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) (Kollarını yere ya­pıştırma) ([57]) diye buyurmuştur. (Karın da uyluklara yapıştırılmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde ya­parken karnını uyluklarından o kadar uzak tutardı ki, eğer ufak bir kuzu göğsünün altından geçmek istese geçebilirdi. ([58]) Kimisi de: -Eğer kişi safın içinde ise, bitişiğindeki kimseleri rahatsız et­memek çin karnını uyluklarından yüksek tutmaz» demiştir.

(Secdede ayak parmaklarının uçları kıbleye doğru tutulur.) Zi­ra Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) -Mümin kişi secdeye vardığı zaman onunla birlikte vücudunun her uzuvu secde eder. Bunun için yapabildiği kadar uzuvlarım kıb­leye doğru tutsun» ([59]) buyurmuştur. (Secdede) en az (üç kez SÜBHANE REBBİYEL A´LA denilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :Biriniz secde ettiği zaman secdesinde üç kez SÜBHANE RAB-BİYEL ATA desin. Bu da en azıdır» ([60]) buyurmuştur. Rükû ve secdelerde çift sayılarda durmamak şartıyla üçten fazla teşbih ge­tirmek müstahaptır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) teşbihlerini daima tek sayı ile bitirirdi. Şayet kişi imam ise. cemaati usandırmamak ve namazdan soğutmamak için namazı uzatmaz.

Rükû ve secdelerdeki teşbihler vacib olmayıp sünnettirler. Çün­kü rükû ve secdelerin farziyyetini bildiren nass, rükû ve secdeler­deki teşbihlere şâmil değildir. (Kadın, yere yapışarak ve karnım uyluklarına bitiştirerek sec­de yapar.) Çünkü bu şekilde secde örtünmeye daha fazla yardımcı olur.

(Secdeden sonra kişi başım kaldırır ve tekbir getirir.) Zira Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bedevi araba namazı öğretirken (Sonra başını, oturup dikilinceye kadar kaldır.) ([61]) buyurmuştur. Şayet kişi dikil­meden bir daha secdeye varırsa -yukarıda söylediğimiz üzere- îmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre caizdir. Ancak, başı secdeden kaldırmanın kâfi olan miktarı hakkmda ihtilâf etmişlerdir. En doğrusu şudur ki: Eğer kişi daha secdeye yakın bir durumda iken bir daha secdeye varırsa kâfi gel­mez. Çünkü kişi bu durumda daha birinci secdede sayılır. Oturma­ya yakın bir duruma geldikten sonra ise bir daha secde etmesi ca­izdir. Zira kişi bu durumda oturmuş sayıldığı için, bir daha vardığı secde onun için ikinci secde olur.

(İkinci secdede kişi hafif bir duruş yaptıktan sonra tekbir geti­rir ve ayaklarının uçları üzerinde ve oturmadan ayağa kalkar. Aya­ğa kalkarken elleri ile yere dayanmaz.) tmam-ı Şafiî (Al­lah rahmet eylesin) :

-Secdeden sonra hafif bir oturuş yapılır ve ondan sonra ayağa kalkılır. Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapardı» demiştir. ([62]) Biz de E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)´ün «Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) namazda ayaklarının yüzünü yere ver­meden ayağa kalkardı- mealindeki hadisine dayanıyoruz. î m a m -1 Şafii´ nin dayandığı rivayet ise Peygamber Efendimizin (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) yaşlandığı zamana mahmuldür. Kaldı ki bu oturuş istirahat içindir. Namaz ise istirahat edilecek yer değil­dir. (İftitah duasıyla «Eûzu´dan» başka, birinci rekâtta okunan ve yapılan şeylerin hepsi İkinci rekâtta da aynen yapılır.) Çünkü îf-titah duasıyla Eûzu yalnız bir defaya mahsustur. (İftitah tekbiresinden başka biç bir tekbirde eller kaldırılmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) : İftitah tekbiri, Kunut tekbiri, Bayram namazının tekbirleri ve hacdaki dört tekbir dışında hiç bir yerde eller kaldırılmaz-([63]) bu­yurmuştur. İmam-ı Şafii, Peygamber Efendimizin (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem) ellerini kaldırdığına dair rivayete dayanarak: «Rükûa varış ve rükûdan kalkışlarda da eller kaldırılır- demiş ise de, onun dayandığı rivayet - Abdullah Ibn-i Zübeyr´-den gelen rivayete göre- ilk zamanlara mahmuldür. (İkinci rekâtın ikinci secdesinden kalkılınca sol ayak yatırılıp üzerinde oturulur. Sağ ayak da dikilip parmak uçları kıbleye doğ­ru tutulur.) H z. Âişe (Radıyallâhü anhâ) :«Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda bu biçim otururdu- demiştir. ([64]) (Eller de uyluklar üzerine koyulur ve parmaklar açılarak teşehhüd okunur.) Bu şekil, V â i 1 b. Ha-cer (Radıyallâhü anhüm)´in hadisinde ([65]) rivayet olunduğu gibi, aynca böyle yapan kimse parmak uçlarını kıbleye tutmuş olur. (Kadın sol kalçası üzerinde oturur ve her iki ayağını sağ yan­dan dışarı çıkarır.) Çünkü bu biçim oturuş örtünmesini daha fazla sağlamış olur.

(Teşehhüd -. ETTEHİYYATÜ LİLLAHİ-VESSELEVÂTU ESSELA-MU ALEYKE EYYUHENNEBİYYU... duasıdır.» Bu, Abdullah İbn-i M e s u d´un Teşehhüdüdür. Zira Abdullah İbn-i M e s u d:

«Peygamber Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) elimden tuttu ve bana Kur´an´dan herhangi bir sûre Öğretir gibi teşehhüdü öğreterek: ETTEHİYYATÜ LİLLAHİ... de, dedi- demiştir. ([66]) A b-dullah İbn-i Mesud´un bu teşehhüdü, Abdullah İbn-i Abbâs´ıh ETTEHİYYATÜ ELMUBAREKATU ESSELE-VATÜ ETTEYYİBATU LİLLAHİ SELAMÜN ALEYKE EYYUHENNE­BİYYU VEREHMETÜLLAHİ VEBEREKATUHU SELAMÜN ALEY-NA... şeklindeki teşehhüdünden daha iyidir. Çünkü Abdullah İbn-i Mesud´un teşehhüdünde -ETTEHÎYYATU ÜLLAHİ... de, dedi- diye emir vardır. Emirden ise, en az istihbab anlaşılmış olur. Ayrıca Abdullah İbn-i Mesud´un teşehhüdün­de eliflam vardır. Eliflam ise, şümui ve istiğrak ifade eder. Vav da vardır. Vav ise atıf edatı olduğu için kendisinden sonraki şeyde ye­nilik ve başkalık ifade eder. Bu teşehhüdün bir özelliği daha var­dır ki o da, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in onu Abdullah İbn-i Mesud´a öğretirken, elinden tutmak gibi bu teşehhüdü öğretmeye ayrı bir özen göstermiş olma­sıdır. (Birinci oturuşta teşehhüdten başka bir şey okunmaz.) Zira Abdullah İbn-i Mesud (Radıyallâhü anh) :

-Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana hem namazın ortasındaki, hem sonundaki teşehhüdîeri öğretmiş bulun­maktadır. Namazın ortasında kişi teşehhüdü bitirince kalkar. Sonun­da ise, istediği duaları yapabilir» demiştir. (Namazın son iki rekâtında yalnız Fatiha okunur.) Çünkü E b û K a t â d e (Radıyallâhü anh) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son iki re­kâtta Fatihayı okudu» demiştir. ([67]) Bu ise son iki rekâtta Fatiha okumak daha iyidir, demektir. Zira sahih oian kavle göre okuyuş -Allah izin verirse geleceği üzere- namazın yalnız iki rekâtında farzdır.(İkinci oturuş da şekil bakımından birinci oturuş gibidir.) V â -il b. Hacer ile Hz. Aişe (Radıyallâhü anhüm) ´den ge­len rivayetler bu yoldadır. Hem de ayak üzerinde oturmak, İmam Malik´in söylediğini daha sevaplı olduğunu kalça üzerinde otur­maktan daha güç olduğu için daha sevaph olması lâzım gelir, t m a m M a 1 i k ´ in «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son oturuşta sol kalçası üzerinde oturur ve her iki ayağmı sağ yan­dan dışan çıkarırdı.» mealinde rivayet ettiği hadise ([68]) T a h a v i «zayıf- demşitir.-(Birinci oturuş gibi ikinci oturuşda da teşehhüd okunur.) Biz Hanefüer"e göre teşehhüd her iki oturuşta da vaciptir. (Teşehhüd-den sonra Peygamber Efendimize {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sa-lâvat getirilir.) Biz Hanefiler´e göre teşehhüdden sonra salâvat farz değildir. İmam-ı Şafiî, hem teşehhüdün hem salâvatın farz olduğunu söyliyerek her ikisinde de bizim görüşümüze katılmamış­tır. Teşehhüdün farziyyeti hakkındaki İmam-ı Şafiî´ nin da­yanağı,. Abdullah îbn-i Mesud´un «Peygamber Efen­dimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bedevi araba teşehhüdü öğret­tikten sonra;

«Bunu söyledikten veyahut bunu yaptıktan sonra namazın bitmiş olur. Kalkmak isterken kalkabilirsin, oturmak istersen oturabilir­sin-([69]) dedi.» hadisidir. Namazın dışmda, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) ´e salâvat getirmek -K e r h i´ ye göre- bütün Ömürde bir kere vacibtir. T a h a v i de, Peygamber Efendimiz (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) ´in adı anıldıkça salâvat okumanın vâcib ol­duğu görüşünü savunarak emre icabet külfetinden bizi kurtarmış­tır. (İkinci teşehhüdden sonra Kur´an âyetlerine ve varid olan dua­lara benzer dualar istendiği kadar yapılabilir.) Zira îbn-i M e-s u d ´ un rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:«Teşehhüdden sonra duaların en güzelini ve senin hoşuna en çok gidenini seç ([70]) buyurmuştur. Duaya başlamadan Önce kabulü için salâvat getirmek iyidir.(Namazı fesada götürdüğü için (insanların birbirleriyle yaptık­ları konuşmalar türünden dua edilemez.) Bunun içindir ki namaz­da varid olan dualar ezberlenip okunur. ALLAHÜMME ZEVVtCNİY «Allah´ım beni evlendir- gibi insanlardan istenebilen şeyler, insan­ların birbirleriyle konuşmaları türündendir. ALLAHÜMMEĞFİRIİY •Allah´ım beni bağışla» gibi, insanlardan istenmesi mümkün olma­yan şeyler ise, insanların birbirleriyle konuşmaları türünden değil­dir. ALLAHÜMMERZÜKNİY «Allah´ım beni besle- demek olduğundan —sahih olan kavle göre —insanların birbirleriyle yaptıkları konuş­malar türündendir. Nitekim -Falan adam şu kadar nüfus besler, dev­let şu kadar asker besler» denilir.(Sonra sağ tarafa dönülüp ESSELÂMÜ ALEYKÜM VEREHME-TÜLLAH denilir ve sol tarafa dönülüp aynı söz tekrarlanır.) Çünkü îbn-i Mesud´un rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) birinci selâmı verirken sağ yanağının be­yazlığı görüîünceye kadar sağ tarafa, ikinci selâmı verirken de sol yanağının beyazlığı görüîünceye kadar sol tarafa dönerdi. ([71]) (Bi­rinci selâm ile, sağ tarafta bulunan erkek, kadın ve koruyucu me­lekler kasdedilir, ikinci selâmla da aynı kimseler kastedilir.) Zira ameller ancak niyetle değer kazanır, Sahih olan kavle göre nama­zın selâmı ile aynı namazda olmayanlar kasd olunmaz. Çünkü selâm bir hitap olduğu için ancak hazır olanlara verilir. (Eğer kişi imamın arkasında namaz kılıyorsa selâmı ile imamını da kast eder. İmam sağ tarafta ise sağ taraftakiler arasında, sol tarafta ise sol ta­raftakiler arasında kasd olunur.) Eğer imam tam karşısında olursa, imam Ebû Yûsuf´a göre onu birinci selâm ile kasd eder. İmam Muhamnıed ise, imanım her iki tarafta da hisse­si bulunduğunu söyliyerek : «Her iki selâm ile de onu kasteder» de­miştir, ki İmam Ebû Hanife´ den de gelen bir rivayet bu yoldadır. (Tek başına namaz kılan kimse ise, yalnız koruyucu melekleri kasteder.) Çünkü beraberinde onlardan başka kimse yok­tur. Sahih olan kavle göre (İmam, her iki selâm ile de selâm ver­meyi kasteder.) Koruyucu melekler hakkında belli bir sayı kasdolunmaz. Çün­kü her kişinin beraberinde bulunan koruyucu meleklerin kaç tane olduğu hakkındaki rivayetler değişiktir. Nihayet onlar hakkındaki iman da, Peygamberler hakkındaki iman gibidir. Namazın sonunda selâm vermek, bize göre farz olmayıp vâcib-tir. İ mam -ı Şafiî ise;-Nama­zın girişi tekbir, çıkışı selâmdır-([72]) hadisine dayanarak namazın sonunda selâm vermenin farziyyetine kail olmuştur. Biz de, metni yukarda geçen İbn-i Mesud´ un;-Sen bunu söyledikten veyahut bunu yaptıktan sonra namazın bitmiş olur, kalkmak istersen kalkabilirsin, oturmak istersen otura­bilirsin- mealindeki hadisine dayanıyoruz. Zira muhayyerlik farziy-yete aykırıdır. Ancak biz, îmam-ı Şafiî´ nin dayandığı ha­disi de göz önünde bulundurarak namaz sonunda selâm vermenin vücubuna kail olmuşuzdur.[73]

Namazdaki Okuyuş Hakkında Bir Fasıl


(Namazda imam olan kimse, sabah namazında ve akşam ile yat­sı namazlarının ilk iki rekâtlarında sesli, son rekâtlarında gizli okur.) Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanların­dan beri böylece süre gelmiştir. (Tek başına namaz kılan kimse, isterse kendisi işitecek kadar sesli, isterse gizil okur.) Tek başına namaz kılan kimsenin sesli oku­ması, kendi şahsına imamlık yaptığı içindir. Gizli okuması da, ar­kasında kendisini dinliyen kimse bulunmadığı içindir. Bununla be­raber -cemaatle kılmış gibi olsun diye- sesli okuması daha iyidir. (İmam, öğle ile ikindi namazlarında -Arafat dağında dahi ol­sa- gizli okur.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-se-lâm) :«Gündüz namazı dilsizdir, yani işitilecek bir okuyuşu yoktur» ([74]) buyurmuştur. Arafat dağında kıhnan gün­düz namazlarında imam Malik: «Sesli okunur» demiş ise de, yukarıda geçen hadis onun görüşüne karşı bir delildir. (Cuma ve Bayram namazlarında sesli okunur.) Zira cuma ve bayram namazlarında sesli okunduğuna dair rivayetler meşhurdur. Gündüzün sünnet namazlarında gizli okunur. Gece sünnetlerinde ise -tek başına kılman gecenin farz namazlarına kıyasen- kişi muhayyerdir.

(Yatsa namazının farzını kaçırıp da, gün doğduktan sonra ve imam olarak kaza eden kimse, sesli okur.) Nasıl ki bir yolculukta uykuda kalarak sabah namazını kaçıran Peygamber Efendimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) de gün doğduktan sonra kıldırırken sesli okumuştu. ([75]) (Tek basma kaza eden kimse ise -sahih olan kavle göre- ses­li okuyamaz.) Zira sesli okumak, namazın ya cemaatla, ya da ge­celeyin kılındığı zamana mahsustur. Birincisinde imamın sesli oku­ması vacibür. İkincisinde de, tekbaşına kılan kimse muhayyer olup gizli de, sesli de okuyabilir. Burada ise her iki durum da yoktur.(Yatsı namazının ilk iki rekâstında zammı sûre okuyup da Fa­tihayı okumayan kimse, son iki rekâtta fatihayı kaza etmez. Fati-ha´yı okuyup da zammi sûre okumayan kimse ise son iki rekâtta fatihayla beraber zammi sûreyi de okur ve aynı zamanda sesli olarak okur.) imam Ebû Hanife ile İmam Muhammed ´ e göre böyledir, imam Ebû Yûsuf ise: «Son iki rekâtta ne Fatiha´yı, ne de zammi sûreyi kaza etmez. Çünkü vacip olan bir şey yapılması vacip olduğu vakitte yapılma­dığı takdirde, kaza edilmesini gerektiren bir delil bulunmadıkça ka­za edilmez- demiştir. imam Ebü Hanife ile İmam Muhammed: -Fatihanın okunması, Fatihadan sonra zammi sûrenin okunması kay­dı ile vaz edilmiştir. Eğer son iki rekâtta kaza edilirse, zammi sû­reden sonra okunmuş olacağı için vaz´a aykırıdır. Fakat ilk iki re­kâtta zammi sûreyi okumayan kimsenin onu kaza etmesi, Fatiha­dan sonra olduğu için vaz´a uygundur» diyerek iki suret arasında ayırım yapmışlardır. Sahih olan kavle göre (Zammi sûre gibi Fati­hayı da sesli okur.) Çünkü bir rekâtta okuyuştan bir kısmının gizli, bir kısmının sesli olması hoş bir şey değildir. Vacib ile sünnetten de, sünneti vacibe uydurmak daha iyidir Zira ilk rekâtlarda zam­mi sûre okunmadığı için vacibdir. Fatiha ise -bilindiği üzere- son rekâtlarda sünnettir.Fakih Ebû Cafer el-Hindevani´ye! göre gizli okumak : Kişinin, yalnız kendisi tarafından işitilebilecek bir sesle okumasıdır. SesÜ okumak da sesinin yalnız kendisi tarafından de­ğil, başkaları tarafından da duyulmasıdır. Çünkü büsbütün sessiz olarak ve yalnız dilin hareketine okumak denemez. Kerhi de: «Sesli okumanın en aşağısı, kişinin sesini kendine duyurmasıdır. Giz­li okumanın en aşağısı da, Harflerin, mahreçlerinden düzgün çık­masıdır. Çünkü okumak kulağın değil, dilin işidir- demiştir, ki bi­zim metinde de buna işaret vardır. Boşama, azatlama ve istisna gi­bi söyleyişle ilgili hükümlerin hepsi bu temel kurala göredir.

(İmam Ebü Hanife´ye göre namazda okuyuşun en azı, Kur´an´-dan bir âyettir. Diğer iki imam ise: -Üç kısa âyet ya da bir uzun âyetten az olamaz- demişlerdir.) Zira bundan daha az okuyan kim­seye okuyucu denemediği için bir âyetten az okunmuş sayılır. İmam Ebû Hanife´ nin dayanağı, yukarda metni geçen -Kur´an´dan...» mealindeki âyeti kerimedir. Zira namazda oku­yuşun farziyyetini bildiren bu âyette «şu kadardan az olmasın» di­ye bir kayıt yoktur. Ancak şu varki bir kısa âyetten de daha aza Kur´an denmediği için bir kısa âyetten daha az okumak kâfi gel­mez. Fakat âyetin tamamı kısa da olsa Kur´an´dır. (Yolculukta kişi Fatihadan sonra istediği süreleri okuyabilir.) Rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta, sabah namazında Muavezeteyn sürelerini okumuştur. ([76]) Zira yolculuğun, namazı kısaltmada müessir olduğuna göre namaz­daki okuyuşu hafifletmede müessir olması evleviyyetle lâzım gelir. Bu da eğer yolcunun acele bir işi bulunursa böyledir. Acele işi bu­lunmayan yolcunun, sabah namazında Buruc ve İnşikak süreleri gi­bi iki süre okuması uygundur. Çünkü böyle iki süreyi okumakla sün­neti yerine getirmiş olmakla birlikte namazı da fazla uzatmış ol­maz.(Yolculukta olmayan kimse, ilk iki rekâtta Fatihadan başka kırk veya elli âyet okur.) Kırk ile altmış veya altmış ile yüz âyet okur diye iki rivayet daha vardır, ve bu üç rivayet hakkında hadisler bu­lunmaktadır. Bu değişik rivayetlerin te´lifi de şöyledir : Namazın uzun olmasını arzu eden cemaat için yüz, üşengenler için kırk, or­ta durumda olanlar için de elli ile altmış arasındadır. Kimisi de : -Gecelerin uzun veya kısa olmasına ve işlerin çokluk veya azlığına bakılır- demiştir. (Öğle namazında da sabah namazında okunduğu kadar okunur.) Çünkü sabah namazı ile öğle namazının vakitleri aynı genişliktedir. Kitabm aslında «Öğle namazının okuyuşu sabah namazının okuyu­şundan azdır» diye yazılıdır. Çünkü öğle namazının vakti iş - güç za­manıdır. Usanç vermemesi için okuyuşunun sabah namazınkinden az olması gerekir.(İkindi ile yatsı namazlarında orta uzunlukta olan sûreler, ak­şam namazında da kısa sûreler okunur.) Bu ayrıntılar, H z . Ömer (Radıyallâhü anh)´ın Ebû Musa el-Eş´ari´ye -Sabah ile öğle namazlarında uzun sûreleri, ikindi ile yatsı namazlarında orta uzunlukta olan sûreleri, akşam namazında ise kısa sûreleri oku- mealinde yazmış olduğu mektuptan kaynaklanmaktadır. Hem de akşam namazının vakti dar olduğu için ona Kısa süreler daha uy­gundur, ikindi ile yatsı namazlarının da geç kılınması müstahap ol­duğu için eğer onlarda uzun sûreler okunursa namaz, müstahap ol­mayan vakte girmiş olabilir. Bunun için bu iki namaza orta uzun­lukta olan sûreler uygun görülmüştür. (Halkın cemaate yetişmesi için sabah namazının birinci rekâtı ikinci rekâta göre daha uzun olur.) İmam Ebû Hanife ile îmam E b ü Yûsuf´a göre (öğle namazının birinci ve ikin­ci rekâtı aynı uzunlukta olur.) imam Muhammed ise:«Bütün namazlarda birinci rekâtın diğer rekâtlardan uzun olma­sı, kanaatimce daha uygundur. Zira rivayete göre Peygamber Efen­dimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün namazlarda birinci re­kâtı diğer rekâtlardan biraz daha fazla uzatırdı» demiştir. ([77]) imam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise: -Birinci rekât ile ikinci rekât arasında, okuyuşun gerekmesi bakımın­dan fark bulunmadığına göre, okuyuşun miktarı bakımından da fark bulunmaması lâzım gelir. Sabah namazında ise, birinci rekâtın ikin­ci rekâttan fazla uzatılması, sabah namazı vaktinin gaflet ve uyku zamanı olduğundan halkın cemaate yetişmesine imkân vermek için­dir. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ´in bütün na­mazlarda birinci rekâtı diğer rekâtlardan fazla uzatmasına gelince: Birinci rekâtta euzu, besmele ve iftitah duasının bulunmasından ile­ri gelmiştir» demişlerdir.

Bir rekât âyetlerinin diğer rekâtın âyetlerinden üç âyete kadar fazla veya eksik olmasının önemi yoktur. Çünkü zorluk çekilmeden bundan sakınmak mümkün değildir.

(Hiç bîr namaz için Kur´ân´in belli bir sûresi yoktur.) Zira her­hangi bir namazda devamlı olarak belli bir sûrenin okunması, Kur´an süreleri arasında üstünlük bakımından fark bulunduğu zannını do­ğurduğu gibi, diğer sûrelerin ihmal edilmesine yol açar. (İmamın arkasında namaz kılan kimse, ne Fatihayı ve ne de zam-mi sûreyi okumaz.) İ m a m –ı Şafii (Allah rahmet eylesin) :«Fatiha namazda bir rükündür- diyerek Fatiha konusunda bu görüşe katılmamıştır. Bizim dayanağımız, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in;-Kim ki imamı bulunursa, imamın okuyuşu onun için de okuyuş olur» ([78]) hadisidir. Ayrıca bu konuda Ashab da icma etmişlerdir. Kaldı ki, her ne kadar Fatiha imam ile arkasında olan kimse arasında müşterek bir rükün ise de, imamın arkasında olan kimsenin susup imamı dinlemesi gerekir. Ni­tekim Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâmî;«İmam okuduğu zaman susup onu dinle­yiniz» ([79]) buyurmuştur. Bununla beraber -rivayete göre- İmam Muhammed okumayı istihsan etmiştir. İmam Ebû Ha­nife ile İmam Ebû Yûsuf ise: -Ashap okumayı ağır bir dille yermişlerdir» diyerek okumanın kerahetine kail olmuşlar­dır. (İmam Kur´an´ın müjdeleyici veyahut korkutucu âyetlerini da­hi okurken, arkasındaki kimseler susup onu dinlemekten başka bir şey yapmazlar.) Çünkü Kur´an okunurken susup onu dinlemenin farziyeti nass ile sabittir. Cenneti veyahut Cehennem ateşinden ko­runmayı dilemek gibi herhangi bir duada bulunmak ise, onu din­lemeye engel olur. Hutbeyi de dinlemek farz olduğu için (İmam hutbe de okurken onu dinlemek gerekir.) Hutbede eğer Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ´e salâvat getirmeyi emreden YA EYYÜHELLEZİNE AMENU SALLU ALEYHİ VE SELLİMU TESLÎMA âyeti okunursa dinleyici içinden salâvat getirir. Ancak minberden uzakta oturup hutbeyi işitemiyen kimse hakkında ihtilâf vardır. Hut­beyi dinlemek farz olduğu için bu kimsenin de hiç değilse susup bir şey okumaması -Allah bilir- ihtiyata daha uygundur.[80]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Nesal (Ezan Kaç Kelimedir Babı) S. 103, Îbn-İ Mâce (Ezanda Terci1 Babı) S. 52. Tirmizi (Ezanda Terci´ Babı) S. 27 Nasb-ürraye C. 1, 3. 263

[2] Taberanl´nin Büyük Mucem´i Nasb-ürraye C. 1, S. 264

[3] İmam Ahmed cilt 5, sabite 246, Beyhaki cilt 2, sahile 296

[4] Tirmizi (Namaz) 29

[5] İbn-i Mâce (Ezan) 3, Tirmizl (Namaz) 30, Buhart (Ezan) 19

[6] Ebû Dâvud, İbn-i Abbâs

[7] Ebû Davud cüt 1, sahife 69

[8] Kaza namazına ezan okumanın sünnet olmayışı İmam-i Şafii´nin kavl-i cedididir. îmam-ı Şafiî kavl-i kadiminde kaza namazı için de ezan okunur demiş­tir, ki zahir olan görüş de budur.Ahmed Meylani

[9] Ebû Davud üe BeyhakI, Bilâl (R..A)´dan; Ebü Davud cilt 1, sahife 239

[10] Tirmizl (Namaz) 37, Nesal (Ezan) 7, (İmamet) 4, Buharl (İki Kişinin Yolculuğu), Müslim (Namaz-îmamhk Kimin Hakkıdır), İbn-i Mace (İmamlık Ki­min hakkıdır), Ebû Davud (İmamlık mıpip Hakkıdır) C. 1, S. 70

[11] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/90-95.

[12] A´raf süresi-31

[13] Hakîm cilt 1 sahife 251, Beyhakİ cilt 2 sahife 233

[14] İmam Ahmed´İn Müsned´İ cilt 2. sahife 187, Beyhakl cilt 2, sahife 229

[15] Darekutnl, Hz. Ali (R.A.)´dan (Namaz Bahsinin Başı)

[16] Tirmizl îbn-i Mesud (R.A.)´dan. (Süt Emme Bahsi) 18

[17] Çünkü çıplak olarak namaz kılan kimse için oturarak kılmak ve rükû ile secdeler yerine işaretler yapmak müstahaptır. Bunun için, eğer çıplak olarak kılarsa, namazın sıhhat şartlarından birini yerine getirmemiş olmaktan başka -kı­yam, rükû ve secde olmak üzere üç farzı da yerine getirmemiş olur. Fakat eğer müstahap olanı yapmayıp da ayakta kılarsa, o zaman necis elbise ile namaz kılması halinde olduğu gibi- yalnız bir şartı yerine getirmemiş olur. İmam Mu-hammed (Allah rahmet eylesin) herhalde-müstahap olduğu için- yalnız birin­ci İhtimali gözönünde bulundurmuş olacaktır ki, çıplak olarak namaz kılanın bir­den çok farzları yerine getirmediğini söylemiştir. Ahrned Meylanl

[18] ) Hz. Ömer´in rivayet ettiği hu hadisi, Buharı yedi yerde, Müslim cilt 3, S. 140´da, Tİrmizl cilt 1 S. 198´de, Ebû Davud S. 307´de, Nesal cilt 2 S. 24 ve 144´de, lbn-i Mace S. 321, Darekutnl S. 19´da, İmam Ahmed cilt 1 S. 25 ve 43´de, Tayalisi S. 9´da, İbn-i Carud S. 38´de ve Beyhaki cilt 1 S. 41 ve 215Fde kaydetmişlerdir.

[19] Bakara sûresi 144

[20] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/95-100.

[21] Müddessir sûresi 3

[22] Bakara sûresi 228

[23] Müzzemmi] sûresi 20

[24] Hacc sûresi 77

[25] Bu hadls´e bakılacaktır. Ebû Davud (Namaz Bahsi - Teşehhüd Babı), kuf.: sahlfe 135, Beyhaki dit 2 sahlfe 174, TayallsJ sahile 38, Dariml sahiite , Tahavt sahile 162

[26] Ebû Davud (Taharet) 31, (Namaz) 73, Tlrmlzî (Taharet) 3, (Namaz) 63, İmam Ahmed cilt 1, sahife 123 ve 129, Darimt sahife 63, Darekutnl sahife 138 ve 145, Beyhakî cilt 2, sahife 173 ve 379, TahavI sahife 161

[27] A’la sûresi 114

[28] Buhari (Ezan) 83, 85, 145, Müslim (Namaz) 21. 23, Ebü Davud (Na­maz) 115, 116. 119. Tirmizİ (Mevakit) 76, 110, Nesai (İftitah) 1-3, 86, tbn-i Mâce (İkame) 15, Darimt (Namaz) 41, 71, 92

[29] Yûsuf sûresi âyet 2

[30] Şuara 196

[31] Ebû Davud (Namaz) 118, îmam Ahmed C. I S. 110

[32] Taberanî el-Kebir´de, Beyhakİ cilt 2, sahile 33

[33] Darekutol sahife 113, (Sünen) S. 113, (Zevsid C. 2 S. 107, Taberaid (etEvsat) Nasb-ürraye C. 1 S. 320

[34] Nahl sûresi âyet 98

[35] el-Müstedrek C. I S. 234 ve 299, DarekutniC. 1 S. 116

[36] Buhari (Ezan) 115, Müslim (Namaz) 27-30, Nesal (İftitah) 21-84

[37] Müslim C. 1 S. 172 ve Buhari C. 1 S. 103

[38] Tirmizi C. 1 S. 32, îbn-i Maee C. 1 S. 24 ve 61

[39] Buhari C. 1 S. 104, Nesal C. 1 S. 145, Müslim C. 1 S. 169, Ebü Davud C. 1 S. 126, Tirmizi C. 1 S. 34 ve îbn-i Mâce C. 1 S. 60

[40] Buhari C. 1 S. 947, Müslim C. 1 S. 176, Nesaî C. 1 S. 147, Ebû Davud C 1 S. 142, Tirmizi C. 1 S. 34 ve îbn-İ Mace C. 1 S. 61

[41] Nesal C. 1 8. 147

[42] Aynı hadisin devamıdır

[43] Tirmizi C. 1 S. 35, Nesal C. I S. 164 y,e 172, Tahavi S. 130, Danml S. 147 ve Darekutni S. 136

[44] Taberanl (el-Evsat) Nasb-ürrâye C. 1 S. 372

[45] İbn-i Mâce C. 1 S. 62

[46] Tlrmizİ c. 1 s. 40

[47] Ebü Davud C. 1 S. 136, Tirmizi C. 1 S. 35, İbn-i Mâce C. 1 S. 64 ve Beyhaltl C. 2 S. 86

[48] Buhart C. 1 S. 109 ve Müslim C. 1 S. 169

[49] Müslim (Namaz) 45, Ebû Davud (Namaz) 144, Tirmizl (Mevakit) 110, Nesal (İftitah) 7

[50] Aynı hadisin devamıdır.

[51] Ebü Davud (Secdenin Keyfiyeti) C. 1 S. 137, Nesai (Secdenin Keyfi­yeti) C. 1 S. 166, Tahavî S. 136

[52] Müslim (Sağ eli sol elin üzerine koyma babı) C. 1 S. 173

[53] Ebü Davud (İftitah) C. 1 S, 114, Tirmizî (Alın ve burun üzerine secde etme babı) C. 1 S. 36

Nasb-ürraye C. 1 S. 384

[54] Buharl (Yedi kemik üzerine secde etme babı) C. 1 S. 112, Müslim (Secde uzuvları babı) C. 1 S. 193, Ebü Davud (Secde uzuvları babı) C. 1 S. 136. Ne-sa! (tki el üzerinde secde etme bâbı)C.l S. 166, Tirmizl (Yedi uzuv üzerinde secde etme babı) C. 1 S. 37, îbn-i Mâce (Secde babı) C. 1 S. 64, Nesal (îkl ayak üzerin­de secde etme babı) C. 1 S. 165 ve 166, Tahavî S. 150

[55] Ebû Hüreyre, Abdullah îbn-i Abbâs ve Abdullah İbn-i Ebi Evfa´mn ri­vayet ettikleri bu hadisi Abdürrezzak, «Musannef»inde ve Ebû Nuaym da zaif bir senetle el-Hidaye C. I S. 81´de kaydetmişlerdir. Nasb-ürraye C. 1 S. 384

[56] Buharı (Teheccüd) C. 1 S. 161, Müslim (Öğle namazını vaktin evvelin­de kılmanın müstahap olma babı)

[57] Hadis olarak gariptir. Zira Abdürrezzak bunu «Müsannefııinde Abdul­lah İbn-i Ömer´in sözü olarak nakletmiştir. Ancak İbn-İ Hibban «Musannefoinde ve Hakim de «el-Müstedrekh»te bum Abdullah İbn-i Ömer´den merfu hadis ola­rak ve fakat başka bir ifade ile nakletrnişlerdir. Nasb-ürraye C. I S. 386

[58] Müslim (Secdede itidal babı) C. 1 S. 194

[59] Bu lafzı ile gariptir. Buharl, Ebû Humeyd-i Saidİ´den Peygamber Efen­dimiz (S.A.V.)´İn nasıl namaz kıldığını anlatırken Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in secdede ayak parmaklarım kıbleye doğru tuttuğunu nakletmiştir. Buharl (Teşeh­hüt için sünnet olan oturuş babı) C. İS. 114 Nasb-ürraye C. 1 S. 388

[60] Ebû Davud C. 1 S. 136, Tirmizl C. 1 S. 35, İbn-i Mâce C. 1 S. 64 ve Beyhakl C. 2 S. 86

[61] Ebü Hüreyre (R.A)´dan gelen bu hadisi Eimme-i Sitte´nin hepsi kay­detmişlerdir. Nasb-ürraye C. 1 S. 388

[62] Buharl C. 1 S. 93 ve 113

[63] Bu lâfızla gariptir. Taberanl, «Mucem»lnde aynı mânayı bir başka ifadeyle kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 1 S. 390

[64] Müslim C. I S. 194, Ebü Davud C. 1 S. 121

[65][65] Gariptir. Müslim (Namazda oturuşun keyfiyeti) G. 1 S. 216´da : «Pey­gamber (Efendimiz (S.A.V.) namazda otururken sağ elinin ayasını sağ uyluğu üzerine koyar, bütün parmaklanın kapatır ve başparmağı yanındaki parmağı ile İşaret eder, sol elinin ayasını da sol uyluğu üzerine koyardı» şeklinde kaydetmiş­tir.

Nasb-ürraye C. 1 S. 419

[66] Müslim (Namazda oturuş babı) C. 1 S. 173, Buharı (Teşehhütten sonra okunan dualar babı) C. İ S. 926, Nesaİ (Birinci teşehhüdün keyfiyeti) C. I S. 173, Ebû Davud (Teşehhüd babı) C. 1 S. 145, İbn-i Mâce (Teşehhüd) C. 1 S. 64, Tir-mizi (Teşehhüd babı) C. 1,3. 38

[67] Buharl (Son iki rekâtta yalnız fatiha okunur hâbı) C. 1 S. 107, Müslim (öğle ve İkindi namazlarının okuyuşu hâbı) C. 1 S. 185

[68] Buhari (Sünnet olan oturuş babı) C. I S. 114

[69] Ebû Davud (Teşehhüd hâbı) C. 1 S. 146

[70] Abdullah tbn-i Mesud´dan gelen hadisin devamıdır.

[71] Ebû Davud (Selâm babı) C. 1 S. 159, Nesal (Sol tarafa selâm verme babı) c. 1 S. 195, Tirmizl (Namazda selam babı) C, 1 S. 39, İbn-İ M&ce (Selâm oâbı) c. l S. 66, Tahavİ S. 158, tbn-i Carud S.111

[72] Ebû Davud C. I S. 98, Tirmizt C. 1 S. 3, îbn-1 Mace C. 1 S. 24, îmam Ahmed´in Müsned´i C. 1 S. 123 ve 129, Darratf S. 63, Darekutnl S. 138 ve 145 Bey- C. 2 S. 173 ve 379, Tahavl S. 161

[73] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/101-118.

[74] Abdürrezzak´ın Mücahid ile Ebû Ubeyde´den naklettiği tu hadis hak­kında, İmam-ı Nevevî «Hulâsa» adlı eserinde : Baül ve asılsızdır» demiştir.Nasb-Ûrraye C. 2 S. 1-2

[75] İmam Muhammed, İbrahim Nahal´den naklen «el-Asar» admriaM kita­bında kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 2 S. 3

[76] Ebü Davud C. 1 S. 213, Nesal C. 1 S. 312 ve 157

[77] BuharI (tik iki rekâtta fatiha okunur babı) C. 1 S. 107, MüsUm (öğle ve ikindi namazlarında okuyuş babı) C. 1 S. 185

[78] ibn-i Mâce (îkame) C. 1 S. 129, İmam Ahmed´in Müsned´l C. 3 S. 339

[79] Müslim (Namaz) 63, Ebû Davud (Namaz) 68, 178, Nesaî (İftitah) 30, İbn-i Mâce (îkame) 13, îmam Ahmed´in Müsned´i 2/376, 420, 4/415

[80] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/118-123.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)