MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
Members:» Members: 27
Latest member:» Latest member: Fahriye
Forum threads:» Forum threads: 17,861
Forum posts:» Forum posts: 20,549

Full Statistics Full Statistics

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



Dinimizde Sarık Sarmak Meselesi ve Sarık Sarmanın Fazileti Sarık Renkleri

Raşidi Tarikatında Sarık Dersleri

Raşidi Tarikatında Sarık Meselesi Hakkında
Raşidi Tarikatında Sarık var mıdır diye sorulduğunda bizim Tarikatımızda üç ana Sarık rengi vardır, yeşil turuncu ve beyaz fakat, yeşil Sarık sadece Peygamberimizin soyuna Şerifler kolundan bağlı olanlar ve bir de hem Şerif hem Seyid olaraktan bağlı olanların takabileceği Renktir yeşil Sarık. Onun dışında turuncu ve beyaz sarığı diğer Sofiler bu tarikata intisap etmiş olan kimselerde takabilir.Fakat sarık dersi almamış kimseler Sarık takmasınlar diye uyarmıştık. Seyid kolundan olanlar beyaz Sarık takarlar (Tüm Renkler Beyazdadır üçgen Prizma), Renkli Sarık takmazlar onlar gizlidir arada kim oldukları belli olmaması gerekir. Şerifler yeşil takarlar İki kola iki suyun birleştiği yerden Doğan kimseler de yeşil Sarık takarlar ama diğer sarikları da takarlar gizlerler kendilerini.
Sarık dersinde turuncu sarığımızın sebebi güneşi ve sıcaklığı ve geceyi temsil eder. beyaz Sarık ise aydınlık ve kışı temsil eder. şimdi bu nasıl olur denince İki zıt oluyor, turuncu Sarık geceyi ve Yaz mevsimini temsil ediyor beyaz Sarık ise kış mevsimini ve gündüzü temsil ediyor. peki böyle İki zıt nasıl bir arada bulunur Dediğiniz zaman kış Aslında siyah olması, siyahla beyazın bir araya gelmesi gerekirken, neden turuncu.
Her Sarık bir Peygamberin nuru ve bir makamıdır.
Sarı renk Mesela kırmızı ile birleştiği zaman turuncu ortaya çıkar, Sarı ve kırmızı iki yanlarda ortada turuncu vardır, mitras tapınağında bulunan (üç nokta) ortadaki Güneş, Yine sarı eğer mavi ile birleşirse bu sefer ortada yeşil Güneş Ortaya çıkar. Soyun İsmail tarafına ve İbrahim’den İsmail koluna bağlı olduğunu gösterir. turuncu ise kırmızı ile birleştiği için İbrahim koluna hem Muhammed koluna Bir üst musluktan bağlı olduğunu gösterir. İbrahim Aleyhisselam’ın rengi kırmızı, ve Mavi ise, İsa Aleyhisselam’ın kolunun rengi, yani İshak kolu. Yeşil ise mavi ile sarının arasından çıkan grub. geçişken elektron, erkek olan, aradaki geçişi sağlayan, yani erkek elektron, yani tohum sarıdır, maviyi de yeşile çeviren, kırmızıyı da turuncuya çeviren sarıdır. geçişken elektron yani erkek tohum sarıdır. üst musluk kırmızı, Eğer kırmızı mavi ile birleşirse, bu sefer mor veyahutta bordo meydana gelir, bordo kırmızı, israil kolu, Yahudi kolu, Yahudi kırmızısı denilen trabzonspor’daki “idared” (Yahutta Kızılelma) denilir. sarıklar bu şekilde çeşitlidir. siyah Sarık vardır. yine yol Cafer efendimize, yani imamdan sonraki. imamdan sonraki imama bağlı olanlar, siyah Sarık sararlar. yedek imamdan sonraki imama bağlı olanlar, yani Mehdi den sonraki imama bağlı olanlar, Mehdi son İmam, yedek İmam, 13. İmam, Ondan sonraki İmam, Caferüttayyar koluna bağlı olanlar, siyah Sarık sararlar. usulü bilmeyen Sarık takmasın. Kendini bilmeyen, soyunu bilmeyen, milleti kandırmasın.Bbizim tarikatımızda 3 Ana renk Sarık vardır dedik. Diğer sarıklar, kendinizin kim olduğunu bıldığiniz, soyunuzunn kim olduğunu bildiğiniz gün, babanızın kim olduğunu, Rabbinizin kim olduğunu bildiğiniz gün, takabileceği sarıktır. Nefsini bilen Rabbini de, babasını da bilir. Babasını Anasını bilen, o kola badan bağlı olan babasının sarığının rengini takar, Anasından bağlı olan Anasının babasının(Dede) sarığının rengini takar, fakat taylasanı sola sarkar. yani geçişken elektronu Kim? Rabbi kim? Bu sırra ermeyen Sarık marık takmasın.

Taylasan Nedir?
Taylasan, sarığın arka kısmında, kafaya sarılmayıp, aşağı sarkıtılan, sarığın ucuna verilen isimdir. o sarkıtılan ucu, Seyidler sırtının arkasına sarkıtır ken, hem Şerif hem Seyyid olanlar da ve Sadece Şerif koluna bağlı olanlar, Sağ omuzun ön tarafına sarkıtırlar. Sol omuza sarkıtılanTaylasanlar, tohumun değil de, toprağın O yola bağlı olduğunu, annesinin, o soya bağlı olduğunu bildirir. Bu taylatasın sebebi ise, Yıldız’ın kuyrukluyıldız olduğunu gösterir. o kimsenin Yıldızı’nın kuyruklu yıldız olduğunu gösterir. Her peygamberin soyundan hem Şerif hem Seyyid vardır. Yolun çatallaştığı yer demektir. ibrahim Aleyhisselam da İshak ve İsmail olaraktan yol çatal vermiştir. Seyidlik şeriflik onlarda, ismaililik veya İshakilik olaraktan tezahür gösterir. Bu da dikkate alınsın. işte taylasan demek kuyrukluyıldız demek, hem Seyyid hem Şerif demektir, iki kola da aynı anda bağlı olan demektir.

Original Karoglan Makalesi

Raşit Tunca

Schrems, 8 Ekim 2021
Bethlehem-Beytüllahim Yıldızı Nedir?

Bethlehem Yıldızı’nın Görülmesi Hz. Mehdi’nin Geldiğinin Müjdesidir

“2017 yıl sonra en yakın buluşma”

“2 bin yıl sonra... Gökyüzünde muhteşem gösteri.”

2015 yılının Haziran ayında Peygamberimiz (sav)’in 1400 yıl önce haber verdiği bir olay gerçekleşti. Jupiter ve Venüs tek bir parlak yıldız olarak birleşti, Bethlehem yıldızı görüldü. Bu olay, Hz. Mehdi (as)'ın zuhur alametidir.

Yıldızlar kendi ışığını ürettiği için ufuk çizgileri yoktur, gezegenlerin ufuk çizgileri olur.

Hadiste bildirilen tüm bu özellikler Bethlehem Yıldızı’nı anlatmaktadır.

Bethlehem Yıldızı, Hz. İsa (as)'ın doğumunda da görülmüş, İsa Mesih’in doğumunun müjdesi olarak İncil’de yer almıştır.


“İsa’nın Kral Hirodes devrinde, Yahudiye’nin Bethlehem Kenti’nde doğmasından sonra bazı yıldızbilimciler DOĞUDAN YERUŞALİM (KUDÜS)’E GELİP ŞÖYLE DEDİLER: YAHUDİLERİN KRALI OLARAK DOĞAN ÇOCUK NEREDE? DOĞUDA ONUN YILDIZINI (BETHLEHEM YILDIZINI) GÖRDÜK...” (Matta, 1)


Yıldızbilimciler, kralı dinledikten sonra yola çıktılar. DOĞUDA GÖRMÜŞ OLDUKLARI YILDIZ (BETHLEHEM YILDIZI) onlara yol gösteriyordu, ÇOCUĞUN BULUNDUĞU YERİN ÜZERİNE VARINCA durdu. (Matta, 9)


İsa Mesih’in doğumunun müjdesi olan Bethlehem Yıldızı, Roma Dönemi’ne ait tunç sikkelerde, duvar resimlerinde ve tarihi tablolarda da sıkça görülmektedir.


Görüldüğü gibi Peygamberimiz (sav) bundan 1400 yıl önce Bethlehem Yıldızı’nın vasıflarını tüm detaylarıyla anlatmış ve bu yıldızın çıkışının Hz. Mehdi'nin gelişini haber verdiğini söylemiştir. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği diğer yüzlerce alamet gibi bu da içinde bulunduğumuz devirde birebir gerçekleşmiştir.
Hadiste şöyle bildirilmektedir:

(Hz. Mehdi geldiğinde) Doğu'dan bir yıldız (Bethlehem Yıldızı) doğar ve Ay’ın ışık verdiği gibi ışık verir. Daha sonra iki ucu neredeyse birleşinceye kadar sarkar. Gökte bir renk oluşur ve ışık her iki ufkuna da yayılır. (Kitabü-l Fiten)

"Doğu'dan bir yıldız (BethlehemYıldızı) doğar ve AY’IN IŞIK VERDİĞİ GİBİ IŞIK VERİR."

Ay’ın kendi ışığı yoktur, Güneş’in ışığını yansıtır. Gezegenler de tıpkı Ay gibidir. Işıkları yoktur, ışığı yansıtırlar. Demek ki hadiste bahsedilen bir yıldız değil, gezegendir.


"Daha sonra İKİ UCU NEREDEYSE BİRLEŞİNCEYE KADAR sarkar."

Hadiste bu iki gök cisminin NEREDEYSE birleştiği bildirilmiş ve iki uç yani iki ufuktan bahsedilmiş. Bethlehem Yıldızı tek bir gök cismi gibi telaffuz edilir, fakat Venüs ve Jüpiter gezegenlerinin Dünya'dan görülebilecek şekilde birbirlerine yakınlaşması ile oluşur. Bu iki gezegen, dünyadan, giderek birbirine yakınlaşan iki yıldız gibi görünür.


"Gökte bir renk oluşur ve ışık HER İKİ UFKUNA DA yayılır."


Bu gece kavuşacaklar. Jüpiter ve Satürn, 1623’ten bu yana ilk kez birbirlerine bu kadar yaklaşacaklar. Yeryüzünden bakınca tek bir yıldız gibi görünen iki gezegen aslında onlar. Beytüllahim (Bethlehem) yıldızı olarak da bilinirler. Dile kolay, 400 yıl beklediler kavuşmak için... Yarışmadan, savaşmadan, akışı bozmadan sabırla beklediler. Ve ne büyük tesadüf ki bugün ekinoks. Kış gündönümü, kuzey yarım kürede yılın en uzun gecesi yaşanacak. Yüzyıllar sonra iki gezegen en karanlık gecede bir olacak.

“Gökyüzünde ne varsa yer yüzünde de o vardır”.
Yıldızlar kavuşuyorsa demek ki insan da kavuşacak beklediğine. Sabreden, göğe kalbiyle, kendine başkasının haliyle bakabilenler için aydınlanma vakti. Hiç dinmeyeceğini sandığın acı dinecek, geçmeyecek dediğin dert bitecek çünkü her gecenin bir sabahı var. Sen istesen de istemesen güneş bir tepenin yahut bir denizin ardından usulca doğacak.
“Her şeyimi kaybettim ama bu arada kendimi buldum” demiş Mevlana. Kaybedenlerin ‘kazandığını’, verenlerin aslında ‘aldığını’ anladığı vakit mutlaka gelecek.

İnanlanar bilir ki her şey bir ölçüye göre yaratılmıştır. Bir zerre bile nedensiz dönmüyorsa kendi etrafında, koskoca evren neden aydınlığı karanlığın ardına saklasın... Bize umut olsun Bethlehem yıldızı. En zor günler geride kalsın.

MÖ 7'de bir gezegensel kavuşum meydana geldi. Yaygın olmayan C. Jüpiter gezegeni kısa sürede Satürn'ün neredeyse 3 katı kadar önünden geçmiştir. Bu, Balık takımyıldızında meydana geldi. Sihirbaz bu gerçeği şöyle açıklamıştır: Yahudilerin (Balık) arasında büyük bir adalet kralı (Jüpiter) (Satürn) doğdu. Balık sembolü, Hıristiyanlığın eski sembolü ile ilgilidir ve konuyla ilgili bazı bilim adamları, Jüpiter ve Satürn'ün takımyıldızındaki konumundan türetildiğini ve hatta balıkçının, İsa'nın doğumuyla ilgili olduğunu belirtmektedir. .

Peygamber'e göre, Mesih'in gelişi bekleniyordu ve bu işaretler, en azından Doğu'dan gelen Magi için bunun gerçekleştiğini gösteriyor. Jüpiter ana tanrıdır ve Satürn babasıdır. Hangi büyük olay Mesih'in doğumunu gerektirebilir? Ve sadece gezegenlerin bir birleşimi değil, üç kez de oldu. Krallar, tanrılar ve balıkçılar, en azından Mesih'i bekleyenler için büyük bir figürün görünümüyle tutarlı bir semboloji.

Güçlü bir süpernova, patlayan güneşten onlarca kat daha büyük bir yıldız olabilir, ancak bununla ilgili hiçbir kayıt yoktur ve gökyüzünde bırakılmamıştır. MÖ 31 yılının 5 Mart'ında harika bir şey oldu. C. Yeni bir yıldız gökyüzünü aydınlatıyor. Novalar, süpernovalar kadar parlak olmayan çok parlak yıldızlardır, ancak etkileyicidirler. Yeni yıldız 70 gün boyunca parladı ve büyücüler onu doğuya kadar takip etti. Kudüs'e ulaştıklarında ve Hirodes onları gördüğünde, yıldız güneyde, şafaktan kısa bir süre önce Beytlehem'in üzerinde parlıyordu.

Umarım bu bilgilerle Beytüllahim yıldızı ve tarihi hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

İsa’nın Kral Hirodes devrinde Yahudiye’nin Beytlehem Kenti’nde doğmasından sonra bazı yıldızbilimciler doğudan Yeruşalim’e gelip şöyle dediler: ‘’ Yahudiler’in Kralı olarak doğan çocuk nerede? Doğuda o’nun yıldızını gördük ve O’na tapınmaya geldik’’
Yıldızbilimcilerin ziyareti-, matta 2-1-2

Müneccimler Kral’a bu soruyu sorduklarında Kudüs (Yeruşalim)de bulunuyorlar. Ama nereden geldikleri bilinmiyor. Bethlehem adı verilen bu yıldızın bir süre gökyüzünde göründüğünü ve onlara yol gösterdiğini anlıyoruz. İncil de geçen metinde Hz. İsa’nın doğumunu gösteren yıldızı takip ederek onun yerini bulurlar ve getirdikleri hediyeleri takdim ederler. Gökyüzünde görülen bu yıldızın ne olduğu bilinemediğinden Hz. İsa’nın doğduğu yer olduğuna inanılan Bethlehem (Arapçası Beytüllahim) kentinin adı verilmiş. Peki Bethlehem yıldızı bir kuyruklu yıldız mı? Yoksa süpernova mı? Ya da bazı gezegenlerin kavuşum adı verilen aynı ekliptik boylam derecelerine gelmesi mi?

Milattan önceki zamanlarda Mezopotamya’da ki medeniyetler, gezegenlerin ve yıldızların konumlarını hesap edebiliyor ve efemeris oluşturuyorlardı. İşin içerisinde müneccimler olduğuna göre bu durum hesap edilerek önceden öngörülmüş olma ihtimali yüksek. Günümüzde, bilim ve teknoloji sayesinde geriye dönük binlerce yıl öncesinin gök günlüğü çıkartılabiliyor. Hz. İsa’nın doğum tarihinin bilinmiyor oluşu o andaki gökyüzü konumunun incelenmesine imkan vermemiştir. Miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilen Hz. İsa’nın doğum tarihine en yakın, astrolojik açıdan önemli kabul edilen iki gösterge bulunuyor.
1-) Satürn-Jüpiter Kavuşumu

M.Ö 7. Yüzyılda Satürn-Jüpiter kavuşumu Balık burcunda (Presesyon dan dolayı 72 yılda 1 derece kayan takımyıldızlar ile günümüzde kullanılan tropikal Zodyak ta ki burçlar ile aynı değildir.) gerçekleşmişti. Astroloji açısından bakarsak Satürn ve Jüpiter kavuşumlarının önemli olduğunu ve yeni bir döngü başlattığını biliyoruz. Bu iki zaman işaretleyicisi her yirmi yılda farklı burçta kavuşurlar. Yirmi yıllık yeni bir sosyal trendi başlatırlar. Ayrıca yaklaşık 200 yılda bir element değiştirerek bu kavuşumun olması ayrı bir döngü daha yaratır. Satürn-Jüpiter kavuşum zamanı doğanlar arasından önemli kişilerin olduğu biliniyor. Fakat böyle bir genelleme yapılması çok mesnetsiz olur. Hz. İsa’nın insanlara şifa dağıtması, geleceği görmesine rağmen teslimiyet göstererek kendisini insanlar için kurban etmesi ,Hristiyanlığın sembolü olan Balık burcunun temaları ile örtüşmektedir. Dolayısı ile bu burçtaki iki zaman işaretleyicisinin M.Ö 7. Yüzyılda gerçekleşen kavuşumunu bazı astrologlar Bethlehem yıldızı olarak adlandırmaktadır. Aslında bu bir olasılık olarak durmakta ve sadece söylentide kalmaktadır. İncil deki metinleri referans alırsak diğer bir olasılıkta oldukça güçlü görünüyor.
2-) Venüs gezegenin heliacal yükselişi ve Jüpiter ile kavuşumu

”Yıldızbilimciler, kralı dinledikten sonra yola çıktılar. Doğuda görmüş oldukları yıldız onlara yol gösteriyordu, çocuğun bulunduğu yerin üzerine varınca durdu.”
MATTA 2-9

Doğuda gördükleri yıldız Venüs gezegeni olabilir mi? Venüs Güneş’ten önce yükseldiği zamanlar doğu tarafında sabah yıldızı olarak görülmekte, Güneş’ten sonra yükseldiğinde ise batıda gece yıldızı olarak görülmektedir. Venüs’ ün bu döngüsü 584 gün sürüyor. Venüs’ün heliacal yükselişi, uzun süre görünmedikten sonra ilk defa ufukta Güneş’ten hemen önce doğarak sabah yıldızı olarak görülmesidir. O dönemin astronomları buna çok büyük önem vermişler. En eski astrolojik doküman olan Babil tableti Enuma Anu Enlil’de Venüs’ün doğu tarafında ufuk çizgisinde ilk göründüğü zamanlar bir referans olarak alınmış. Güneş’ten önce doğduğu için ışığı getiren anlamında lucifer ismi de veriliyor.

M.Ö. 2. Yüzyılda Ağustos ayında Venüs Aslan burcunda retro hareketinde iken heliacal konumuna geçiyor. Kraliyeti simgeleyen Aslan burcunda Venüs gezegenin heliacal konumuna geçerek Jüpiter ile kavuşuma doğru gitmesi, bekledikleri Yahuda kralının gelişi olarak yorumlamayı mümkün kılmaktadır. Bununla beraber İncil deki Vahiy 22-16 kısımda ‘’ Davut’un kökü ve soyu Ben’im, parlak sabah yıldızı Ben’im ‘’ cümlesindeki parlak sabah yıldızının Venüs olduğu düşünülmektedir.

Sonuç olarak Bethlehem hala gizemini korumakta ve ne olduğu çözülememiştir. Bethlehem yıldızının ne olduğu bilinemezken ara ara bu yıldızın göründüğüne dair haberler yayılarak Mehdinin gelişine işaret ettiği yönünde yalan yanlış bilgiler servis edilmekte ve gerçeği yansıtmamaktadır.

Bethlehem yıldızı en son 800 yıl önce görünmüştü

Bethlehem yıldızı veya Noel yıldızı olarak bilinen bu yıldız birçok kişiyi ve gökyüzü meraklılarını her zaman heyecanlandırmıştır. Gökyüzünde gerçekleşen bu ilgi çekici olay her zaman merak konusu olmuştur. Dünya açısından bakıldığında Jüpiter ve Satürn gezegenlerinin yolları kesişip ve çıplak gözle bakıldığında çift gezegen olarak görülmesidir. Bethlehem yıldızı incilide de yer alarak İsa’nın doğuşunu müjdeleyen bir yıldız olarak belirtilmiştir.

Birçok Hıristiyan, yıldızın mucizevi bir işaret olduğuna inanıyor. Bazı ilahiyatçılar, yıldızın Yıldız Kehaneti olarak bilinen bir kehaneti gerçekleştirdiğini iddia ettiler. Gökbilimciler, yıldızı Jüpiter ve Satürn'ün veya Jüpiter ile Venüs'ün bir kuyruklu yıldız veya bir süpernova kavuşumu gibi olağandışı gök olaylarına bağlamak için çeşitli girişimlerde bulundular.

Bethlehem yıldızı veya Noel yıldızı olarak bilinen bu yıldız birçok kişiyi ve gökyüzü meraklılarını her zaman heyecanlandırmıştır. Gökyüzünde gerçekleşen bu ilgi çekici olay her zaman merak konusu olmuştur. Dünya açısından bakıldığında Jüpiter ve Satürn gezegenlerinin yolları kesişip ve çıplak gözle bakıldığında çift gezegen olarak görülmesidir. Bethlehem yıldızı incilide de yer alarak İsa’nın doğuşunu müjdeleyen bir yıldız olarak belirtilmiştir.

Bu bilge adamlar hakkında pek bir şey bilinmiyor. Nereden geldiklerini veya kaç tane olduklarını bilmiyoruz. Amerika Birleşik Devletinde yaşamını sürdüren Melinda Hall bu güzel doğa olayını gözlemleyerek paylaştı.

Birçok Hıristiyan, yıldızın mucizevi bir işaret olduğuna inanıyor. Bazı ilahiyatçılar, yıldızın Yıldız Kehaneti olarak bilinen bir kehaneti gerçekleştirdiğini iddia ettiler. Gökbilimciler, yıldızı Jüpiter ve Satürn'ün veya Jüpiter ile Venüs'ün bir kuyruklu yıldız veya bir süpernova kavuşumu gibi olağandışı gök olaylarına bağlamak için çeşitli girişimlerde bulundular.



Derleme Makalelerim

Bir Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca Makalesi
Raşit Tunca

Schrems, 01.10.2021

Kaynaklar:
Grafik von herzundliebe
Harun Yahya
Ben ucarken ceren özcan
meteorologiaenred
mahmutorhan
   


Hipnoz Hipnozculuk Nedir?

Hipnoz  büyücü ve sihirbazların kullandığı en uç metottur. şeytanın en büyük komutanlarına verilen özelliktir, şeytanlar tarafından o özellik onlara veriir.
Bu Özellik mesela telefonunuza istemediğiniz halde bir mesajın gelmesi ve mesaj telefonunuza alındıktan sonra gönderen kimseninb telefonunuzun hafıza kartına girip sizin telefonunuzu işlevsiz hale getirerek Hafıza kartındaki bütün bilgileri kendini aktarması gibi bir işlem. hipnozcu kimselerin, sizin isteğiniz dışında, insanın komut Merkezi'ndeki konuşma ve hafıza kartı dışındaki bütün sistemleri kapatan bir bir sinyalin bir sesin bir dalganın yayılması ile, insanı sisteminizin ele geçirilmesi demektir. Onu ilk defaı Mısır Büyücüleri denemiiş ve yapmışlardır. ve bunu iyi amaçlarla kullanıyoruz görüntüsü vermek için de tedavide Kullanıyoruz görüntüsü vererekten vücudunu işlevsiz Hale getirerekten  sinil sistemimizdeki sensörlerin hiçbirisi çalışmaz hale gelir, tamamı işlevsel sistemler devre dışı olur ve işlevsiz hale gelerekten,  size acı duymadan bir ameliyat yahut benzeri bir görüntü verebilir fakat bu allahın her insanı ayrı ayrı yaratmasındaki gayesi olan, özgür insanın özel hakkına tecavüzdür.  birçok hipnozcu bunu yapmıştır. Bir insannı Herhangi bir nesneye dokunmadan asılı bırakmışlardır. Çünkü sinir sistemindeki sensörler çalışmamaktadır. Yani bunu dediğimiz zaman oturduğumuz sandalye gerçekten hayatımızda var m,ı yattığımız yatak gerçekten altımızda var mı dedirtiyor insana, Eğer bir insan  sandalyesiz oturabiliyor sa,  yataksız da havada yatabiliyorsa,  O zaman bu dünya tamamen frekanslar Dünyası demek budur, o zaman gördüğünüz sandalye ne?  yattığımız yatak nerede,  yediğimiz elma ne, bu karmaşaya girersek çıkamayız.
şeytan insanlara böyle bir hal ile gözlem yaptırdığı zaman, insanın Bir hiç olduğunu, Dünya'nın Güneş'in Ay'ın Her şeyin bir hiç olduğunu kabul etmek dışında bir seçeneği kalmaz. şeytanın  komutanı görevini yaptıktan sonra şeytan kendisi gelir ve o insandaki Tanrı  ve Allah inancını da yok edip inkar ettirir geçer, ve işte Kur'an'da geçen düşmüş melekler, onlara bu ilmi,  kafir olmadan yani  dinden çıkmadan bunu Öğretmezler  denilen ilim budur.  Halbuki orada  sandalye olmadığı için, orada havada oturuyor değildir, asıl gerçek şeytanın frekans halinde olduğu, ve ordusunun da cinlerinde, kafirlerininde ve iyilerinde frekans halinde oldukları, frekansında çok güçlüsünün, bir sandalye  kadar sert, ve  bir yatak kadar yumuşak olabildiği dir,  hipnoz edilmiş kimseyi havada asılı tutan şeytan ve cinlerdir, Rüzgar ve rüzgar Çeşitlerinden Tornado(Hortum) denilen rüzgar Çeşidi, içinde döndürdüğü toz toprak olmadan, Mobilya ağaç insan olmasa, gözle görülen bir şey değildir, gözle görülmeyen bir şey nasıl olurda bir binayı havaya kaldırıyor dediğimiz zaman, işte frekansın gücünün açığa çıktığını anlamış oluruz. Frkansın daha kuvvetlisi işte bir yerde sabitlenirse, isterse sandalye durumunda isterse Yumuşak yatak durumunda  olabilir, melekelrde her surete girer, hikmetinden önceki, cinlerin ve şeytanların durumu da budur.ve Firavun'un Büyücüleri ellerindeki ipleri ip bile yok iken  Yılan şeklinde göstere biliyorlardı.
Allah onları Musa'nın aasasına verdiği, onlardan daha üstün bir güç ile, ve sadece Hazreti Musaya buna inandırmaktla, onun imanı ile bütün Büyücüleri yendi, onları dize getirdi, ve onlar Musa'nın Rabbine iman ettik dediler. Firavun'un onları öldürme korkusundan bile yılmadan, Biz Musa'nın Rabbine iman ettik dediler.  Ondaki güç bizim elimizde kinden daha büyük bir güç, O yüzden büyük güç, küçük gücü yener, yenildik, O'nun ve Rabbinin gücünü böylece kabul ettiler Sadece.

Orada görülene Bakıp da, ne sandalye yok, ne  Yatak yok, ne de Tanrı yoktur denebilir.

Allah vardır  Diridir  hiç ölmez,  Kur'an'da  Cenabı mevlamız, insanı nasıl yarattığını, Hatta Nasıl yeniden  dirilttiğini,  isterse 300 sene uyutabildiğini, isterse kayadan deve  doğurtabildiğini, isterse bir çamura ruh üfleyince kuşa döndüre bildiğini, insanlara göstermiş,  peygamberleri ni de buna vesile kılmıştır. Bu na  rağmen insanoğlu, her şeyi yaratan Rabb'inin tercih edeceği yere, şeytanın kandırmacasına tercih edip, Yanlış yola sapmıştır .
Hipnoz yukarıda dediğimiz gibi  düşmuş meleklerden 2 tanesi olan Kuranda  bahsedilen büyü öğreten "Harut ile Marut" ’un  öğretisi olan, dinden çıkmayı gerektiren bir öğretidir. Her kim  hipnoz yapıyorum diyorsa,  ve yapıyorsa, bilinsin ki, o kafirdir, şeytanın askerlerinden, komutan askeridir. Allah'ın Kur'an'da ki sözü ile, her kim  bu yöntemleri kullanıp,  şeytana ve askerine, onun sözlerrine taparsa, ona inanırsa,  Rabbimiz mevlamız Kur'an'da buyurmuştur ki:

“Cehennemi onlar ile dolduracağım” diye yemin etmiştir.
şeriat zahir ister, her kim Zahir olan görünenleri inkar ediyorsa, bilin ki gavurdur kafirdir, gözümüzle Gördüğümüz her şey vardır, aksine inanan, ve bunu ispat etmeye çalışanlar, tüm  Kutsal kitapları,  peygamberleri,  melekleri  yok saymış, bunları yok saymakla da, Allah'ı da inkar etmiş gavurdur. ve Yine Muhammed'e inmiş dini,  musaya inmiş dini,  ve 124.000 peygamber inmiş dini  de inkar etmiş demektir,
sakın öyle kimselerin yanında bulunmayın, böyle kimselerin gösterdiği şeylere inanmayın,  hava da uçsada, denizde yürüsede,  sakın onlara inanmayın,  O’nların  bulunduğu yerden uzak durun, ya bugün, böyle keramet gösteriyorum, şeyhin diyenlerin hepsi, bu sistemi yöntemi kullanmaktalar, hepside Şeytanın Askerleridir, yaklaşık olaraktan hepsi de böyle diyebiliriz.

Raşit Tunca
Schrems, 4 Ağustos 2021

internet aramamda Bulduğum, Hipnozu öven bir makale de altta yer alıyor:

İpnoz, değişik bir şuur hali ve duygusal uyanıklığın bir türüdür. İpnoz halindeki genişlemiş şuur haline kişi, beş duygusuyla olan bağlarını kesip, tüm dikkatini içsel yaratıcı zihnine topladığı zaman ulaşabilmektedir. İpnoz tıp alanında bir tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden de yaşamımızda yeni ufuklar açabilecek potansiyele sahiptir. Parapsikoloji konuları içerisinde en yanlış anlaşılmış olanı ipnozdur. Bunun nedeni; kişilerin, konunun önemini takdirden uzak bulunan bazı ipnozitörlerin çok yüksek paralar alarak celseler yapması ve yeteneklerin kötüye kullanılmasıdır. Bugün ipnotizma çoğunlukla sancısız diş tedavilerinde kullanılmaktadır. İpnoz, insanın kendi kendisini tanıması bakımından çok yararlı bir yöntem olmasından başka, gerçek tedavide de geçerli bir yöntemdir. İpnozun belki de bilinen ilk yararlı yanı fiziksel ve heyecansal düzensizliklerin şifaya kavuşturulması olmuştur. Tıbbın yanında adli mercilerce de kullanılmaktadır. Çünkü ipnoz transında bulunan bir kimsenin hemen hemen yalan söylemesine imkan yoktur. İpnotik trans halindeyken kişi huzura, sükuna, gevşemeye ve çok eski deneyimlerini tekrardan yaşarcasına hatırlama yeteneğine kavuşur. İpnotik trans durumuna kolaca girilemez. Bu, yükseltgenmiş uyanıklık haline gayrı-şuurla birlikte içsel idrak vasıtasıyla geçilmelidir. Aslında ipnoz, zihin fonksiyonlarının şuurla gayri-şuur arasında bir yerde bulunmaları halidir. Dikkatin alanı daraltılmıştır, davranışlar içsel şuur seviyeleriyle karakterize olmuşlardır, gayri-iradi sinir sisteminin fonksiyonu ve beden üzerindeki kontrolü artmıştır. Şuurluluğun içsel seviyeleriyle duygusal uyanıklılığın yükseltgenmiş seviyeleri (derece derece çok hafiften çok derine doğru) “hypnogogic” (yarı ipnotik) trans halleri olarak isimlendirilir. Kelime olarak bu, zihin uyanıklıkla uyku arasında bulunuyor demektir. Hypnogogic trans hallerine yaklaşımlar: Hypnogogic transa geçirici çeşitli metotlar vardır. İpnotik tekniklerin hepsinin direkt ya da indirekt yoldan zaten kullanmaktayız. Aşağıda bunlardan görme, dokunma ve işitmeyle ilgili üçü vardır: 1. Odanın ya da duvar kağıdının rengi, resimler, hatta elbiseler bile, içsel reaksiyonlara neden olabilirler ve görsel ipnotik transın süptil vasıtalarıdır. Bazen farkında olmadan da bunların etkisi altına gireriz. Bazen indirekt yoldan ipnotik trans elde etmek için süje son derece az olarak aydınlatılmış bir odaya alınır. Direkt görsel trans elde etmek için, dikkatin görsel bir uyarana toplanması sağlanır. Dönen diskler, çakan ışılar, renkler, hareket eden objeler ipnotik ya da hyonogogic trans haline sokma araçları olarak kullanılabilirler. 2. Müzik, alçak ya da yüksek sesler kulağa hitap eden bir ortam yaratarak transa girmeye neden olabilirler. İnsan sesi de transa neden olabilir. Sesin volümü, perdesi ve ritmi uyku durumunu telkin edebilir. Süjenin göstereceği reaksiyona göre, heyecansal etkiyi haiz değişik kelimeler de seçilebilir. İpnotizörler sık sık uyku için direkt emirler kullanırlar.Örneğin, “Gevşe, gözlerini kapa, uyu ...” gibi.Verbal (kulağa hitap eden) transa sokma metodunu kullananlar kelimelerini çok dikkatli seçmelidirler. Charles Osgood’un Differensiyal Teorisi’ne göre kelimelerin her biri iyi ya da kötü tesiri ima edecek etkileri haiz bulunmaktadır. Süjeler kelimelere, birer objeymiş gibi tepkide bulunurlar. 3. İpnoza dokunsal yoldan yaklaşım, süjenin dokunma duyusuna yönelik durum ve malzemeyi gerektirecektir. Süje arkası hafif yatık rahat bir iskemlede transa girebilir. Bu türün indirekt metotları arasında dinlendirici bir pozisyon ve rahat bir elbise bulunabilir. Dokunsal transın direkt metotları ise vücuda fizik teması içerir. Dokunma duyumuna en yakın olan duyum koklama duyumudur. Onun için belirli kokuların kullanılması da bu metotla ilgilidir. Değişik hynogogic trans hallerinde kişi, beyninin normal zamanlarda kullanılmayan kısımlarından yararlanma olanağını elde eder. Bu durum, dış görünüş olarak şuursuzmuş gibi görünse de, kişi içsel olarak son derece şuurlu bir durumdadır. Bunun sonunda, duyular ötesi alanda yükseltgenmiş bir uyanıklık deneyimlerine, zaman içerisinde gerilemelere, problem çözmelere, hafızayla ilgili hatırlamalara, mistik iç-görüşe, durugörüye, medyumların trans hallerine kadar gidebilir. İpnoz, zamanın başlangıcından beri insanlar tarafından uygulanmaktadır. M.Ö. 3000 yıl öncelerine kadar giden kayıtlar, ipnozun Yunan-Roma ve Hindistan’da büyücüler, tıp adamları ve rahipler tarafından büyüsel, şifa ve dinsel amaçlarla kullanılmış olduğunu göstermektedir. Mısırlılar ipnozu Kleopatra’dan 1000 yıl önce kullanmaya başlamışlardır. Onlar, hastalarını “tedavi edici uyku” adıyla bir çeşit ipnoz yöntemini kullanarak hastalarını tedavi etmekteydiler. İpnoz şu paradoksla açıklanabilir: “Dışsal olarak uyanık ve şuurlu olduğumuz zamanlarda, içsel bakımdan şuursuzsunuz demektir.” Buna benzer şekilde ipnotik durumda zihin dış olaylardan haberdar değilken, içsel bakımdan tam bir uyanıklık içinde bulunur. Diğer bir deyişle, gayri-şuurluluk aslında şuurluluktur. İpnotik durumda bulunduğumuz sırada merkezi ve otomatik sinir sistemlerinin beden üzerindeki kontrolleri artar. Şuurun bu şekilde değişikliğe uğramış haline yükseltgenmiş duygusal uyanıklık diyoruz.

TASAVVUF daki "La Mevcuda illa Hu" Felsefesini Çarpıtan Şeytan
Tasavvufta Hiçlik Diye BirAkım Başlatmıştır:

Bu Konuda Yazılan Sözler de  Şunlar:


Tasavvufta her şey “hiçlik” hâlini idrâk ettikten sonra başlar. Peki tasavvufta hiçlik nedir? Tasavvufta hiçlik makamına nasıl ulaşılır? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, tasavvufta hiçliği Hak dostlarının beyanları ışığında bizlere anlatıyor.

Cenâb-ı Hak ehemmiyetine binâen, Kurʼân-ı Kerîmʼde arka arkaya tam yedi kez yemin ettikten sonra beyân eder ki:

“Nefsini kötülüklerden arındıran (maddî ve mânevî kirlerden temizleyen) mutlakâ kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere gömen de elbette hüsrâna uğramıştır.” (eş-Şems, 9-10)

Bugün global kültür istîlâsı, nefsâniyeti tahrik eden reklâmlar, lüks ve israfı kamçılayan modalar, televizyon ve internetin menfî telkin ve propagandaları, müthiş bir mânevî erozyon ve kirlenmeyi beraberinde getirdi. İnsanların akıl ve gönül dünyaları hercümerç oldu. Gâye ile vâsıta birbirine karıştı. Yaşamak için yiyip içmek yerine, yiyip içip tüketmek için yaşanır oldu. Kalpler dünyanın esiri, nefisler şehevî arzuların kölesi hâline geldi. Ruhlardaki tatminsizlik, insanlığı ferdî ve ictimâî buhranlara sürükledi. En nihâyet, bütün uhrevî endişelerden uzak, âdeta âhiretsiz bir dünya anlayışı insanlara telkin edildi.

Bu sebeple bugün, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi demek olan tasavvufî terbiye, çok daha büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Çünkü tasavvuf; hamd, şükür, rızâ, zühd, istiğnâ ve kanaat eğitimidir. Esas hayatın âhiret hayatı olduğu gerçeğini idrâk ederek, gönlü dünyanın gelgeç nefsânî arzularının esaretinden kurtarmaktır.
TASAVVUFUN MÜCADELESİ

Tasavvufun mücâdelesi; iç âlemden, varlık, benlik, gurur ve kibri kazıyıp atarak hiçlik ve yokluk hâlini idrâk ettirmektir.

Ârifler Sultânı Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, hâcegândan, yani ilim erbâbı hoca efendilerden idi. Buna rağmen, mânevî intisâbının ilk yıllarında, insanların gelip geçtiği yolları temizlemiş, hastalara, âcizlere, hattâ yaralı hayvanlara hizmet etmiştir. Bu şekilde, büyük bir tevâzû ve hiçliğe bürünmüştür.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de, kendisine ilimde “Şemsüʼş-Şümûs”, yani “Güneşler Güneşi” denildiği bir zamanda, Abdullâh-ı Dehlevî Hazretleriʼnin dergâhına gitmişti. Fakat Dehlevî Hazretleri onu karşılamaya bile çıkmadı. Üstelik onu dergâhının ne mihrâbında, ne de kürsüsünde vazifelendirdi. Önce enâniyetin bertarâfı ve hiçliğin tahsili için, onu helâ temizliğiyle vazifelendirdi.

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri de Bursa kadısı iken, Üftâde Hazretleriʼnin dergâhında hiçlik ve yokluğa erebilmek için, benzeri merhalelerden geçti. Süslü kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı. Gurur, kibir ve enâniyeti bertaraf eden bu nevî merhaleler neticesinde, cihan pâdişahlarına istikâmet veren, büyük bir mürşid-i kâmil oldu. Şimdiye kadar sayısız kadı geldi geçti; fakat onlar içinde Hüdâyî Hazretleri, bu husûsiyeti sebebiyle 400 seneden beri gönüllerde yaşamaya devam ediyor.
TASAVVUFTA HİÇLİK MAKAMI

İşte tasavvufta her şey, “hiçlik” hâlini idrâk ettikten sonra başlar.

Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“Yüce mertebelere ulaşan Hak dostları, ihlâsla yaptıkları amelleri yanında, nefislerini de tezkiye ettikleri için yükseliyorlar.”[1]

“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecbûrîdir, aynı şekilde gönülden, kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[2]

Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.
NEFSİN EN ZOR TERK ETTİĞİ KÖTÜ HUY

Nefsin en zor terk edebildiği kötü huy ise; gurur, kibir ve enâniyettir. İlk mutasavvıflardan Ebû Hâşim es-Sûfî:

“Kalpte yer etmiş bir kibri kazımak, dağları iğne ile kazmaktan daha zordur.” buyurmuştur. Fakat bu başarılmadıkça da, mânen tekâmül edebilmek ve dînin hedeflediği “kâmil insan” hâline gelebilmek mümkün değildir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte;

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennetʼe giremez.” buyrulmuştur. (Müslim, Îmân, 147)
TASAVVUFİ TERBİYENİN AMACI

Bu bakımdan; gurur, kibir, ucub ve enâniyet; mânevî yolun kanseridir. Tasavvufî terbiyenin gâyesi de; nefsaniyetten doğan “ene” yani “ben” demeyi terk edip, enâniyete iptal mührünü vurabilmektir.

Ârif gönüllerde husûsî bir yeri bulunan Hallâc-ı Mansûrʼun hâlini, mânâ âleminde seyredenlerden nakledildiğine göre; onu darağacında astıkları vakit İblis yanına geldi ve:

“–Bir «ene» sen dedin, bir «ene» de ben dedim. Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime ise lânet yağıyor!” diye sordu.

Hallâc, İblis’e şöyle cevap verdi:

“–Sen, «Ene» demekle kendini Âdem’den üstün gördün. Kibrini ortaya koydun. Ben ise «Ene’l-Hak» dedim, kendi varlığımı Hak’ta yok ettim. (Tıpkı bir nehrin okyanusa karışınca artık nehirliğinden iz kalmaması gibi benliğimi erittim, Rabbime tam bir teslîmiyetle râm oldum.)

Benliği ortaya koymak demek olan kibir, Cehennem alâmetidir. Benliği bertaraf etmek, yani Hak’ta fânî olmak ise, «hîç»liğin ifâdesidir. Bu sebeple bana rahmet, sana ise lânet ve zillet indi.”

Şeytan -aleyhillâ‘ne-, Cenâb-ı Hakkʼın emrine îtiraz edip Oʼna karşı ilk isyânı işlediğinde, günahını itiraf edip af dileyeceği yerde, gurur, kibir ve enâniyetinin esiri olup hatâsında ısrar etti, günahından pişmanlık duymadı. Nefsini kınayıp tevbe edeceği yerde, inat ve gururunun kurbanı oldu. Böylece Cenâb-ı Hakkʼın lânetine dûçâr oldu.
İLK İŞLENEN GÜNAH

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ile Hazret-i Havvâ vâlidemiz de, şeytana uyup Allâhʼın yasakladığı ağacın meyvesinden tadarak, insan neslinden zuhûr eden ilk günahı işlediler. Fakat onlar, şeytanın yaptığı gibi hatâlarını bahânelerle örtbas edip kendilerini temize çıkarmaya çalışmak yerine, hemen nefislerini kınayıp gerçeği samimiyetle îtiraf ettiler:

“Dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlakâ ziyan edenlerden oluruz.”(el-A’râf, 23)

Yanlıştan dönme fazîletini sergileyip, pişmanlık ve mahcûbiyet içinde, Cenâb-ı Hakkʼın rahmet ve mağfiretine sığındılar. Samimî gözyaşlarıyla yaptıkları tevbe ve istiğfarları Cenâb-ı Hak tarafından kabul olununca da, ilâhî lûtfa nâil oldular.

Bu bakımdan tasavvufun en büyük mücâdelesi; Rabbine karşı nefse haddini bildirmektir. Zira nefis, ibadet hâlinde dahî kendini beğenir, başkalarının noksanlıklarına takılarak dolaylı yoldan kendini üstün görür.
GIYBET GÜNAHI

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, Gülistan adlı eserinde şu hâtırasını nakleder:

“Çocukluğumda da ibadetlere çok düşkündüm. Geceleri kalkar, ibadetle meşgul olurdum. Bir gece babamın yanında oturuyordum. Bütün gece gözümü yummamış, Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmamıştım. Bâzı kimseler ise etrafımızda uyuyorlardı. Babama:

«–Şunların bir tanesi bile başını kaldırıp iki rekât teheccüd namazı kılmıyor; sanki ölü gibi uyuyorlar.» dedim. Bu sözüm üzerine babam kaşlarını çattı ve:

«–Oğlum! Başkalarının dedikodusunu edeceğine, keşke sen de onlar gibi uyusaydın!» karşılığını verdi.”

Yani babası Sâdî’ye âdeta şu dersi veriyordu:

“–Senin hor gördüklerin, seher vaktinin feyzinden mahrum iseler de, onlara Kirâmen Kâtibîn melekleri menfî bir şey yazmıyor. Senin amel defterine ise, din kardeşlerini küçük görme ve gıybet günahı yazıldı…”
BEN DİYEN HELAK OLDU

İşte nefsin, bu misalde olduğu gibi “sûret-i hak”tan görünen sayısız tuzakları vardır. Kendinde bir varlık hissederek nefsânî bir üstünlük duygusuyla “ben” diyen kimse -isterse mâneviyat yolunda hizmet eden öndeki bir mürşid olsun- yolun hakîkatinden uzaklaşmış demektir.

Bilhassa günümüzde bâzı mânevî rehberlerin, kendilerine bir güç izâfe edercesine, egoist ve mağrur tavırlar içine girmeleri, temsil ettikleri yola da zehir serpmekte, bulundukları mânevî yolun nezâket ve zarâfetini de lekelemektedir. Hâlbuki; “Mahkeme kadıya mülk değildir.” sözünde de ifâde edildiği gibi, tasavvuf yolu, hiç kimsenin hakk-ı müktesebi değildir…

Dipnotlar:

[1] Attâr, Tezkire, s. 622.

[2] Attâr, Tezkire, s. 629.

Kaynak: Osman Nûrî Topbaş, Altınoluk Dergisi, Ağustos 2014

BUNU (Tasavvufta Hiçlik Meselesini)  GAVUROĞLU GAVURLARDA NiHiLiZM FELSEFESi DiYE YUTTURMUŞLAR

Bu Konuda Bir Örnek Makale

Nihilizm (Hiççilik) nedir? Kısaca nihilizm ne demektir?

Sosyal medyada son birkaç gündür tartışılan ve adeta Türkiye’nin konuştuğu isim haline gelen 10 yaşındaki Atakan Kayalar ile gündeme yeniden gelen bir konuyu işleyeceğiz bugün; nihilizm. Nihilizm hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler çokça “Nihilizm ne demek?”, “Nihilizm ne anlama gelir?”, “Nihilizm kurucusu kimlerdir?” gibi soruları arar oldu web sayfalarında. Madem bu kadar popüler hale geldi, o zaman detaylara bir göz atalım…

    Nihilizm ne demek, kısaca…

Önce nihilizm kelimesi ile başlayalım söze. Halk arasında “nihilism” olarak da biliniyor, okunuyor ancak gerçek yazımı nihilizm. Latince’de “hiç” anlamına gelen nihil sözcüğünden türetilen bir kavram. Kendi içinde pek çok alt dala ayrılıyor olsa da temel anlamda nihilizm; her şeyin anlamdan ve değerden yoksun olduğunu savunan bir felsefi görüşe verilen isimdir. Nihilizm felsefesini benimseyen, ilkelerini kabul eden kişilere nihilist denir. Nihilistler, Tanrı’nın varlığını, iradenin özgürlüğünü, bilginin imkanını reddeder. Hatta bu anlamda din adamlarının da ciddi tepkisini çekerler. Hiççilik ya da yokçuluk olarak tarif edebileceğimiz bu kavram, 19. Yüzyıl ortalarında Rusya’da özellikle genç ve entelektüel kesim arasında taraftar bulmuştur kendisine. Zaman içinde çığ gibi büyümüş ve kitleleri peşinden sürükleyecek kudrete erişmiştir. Bu felsefi yaklaşım her şeyi reddeder; hiçbir doğru, genel-geçer bilginin olmayacağını, olamayacağını savunur. Var olan her şey onlar için şüphelidir ve hatta yok sayabilecek kadar da cesurdur. Toplumsal bilimleri ya da klasik felsefe sistemlerini bütünüyle reddeden nihilizm, maddeci bir tavırla yerleşik toplumsal düzene “baş kaldırmayı” temsil eder. Devlet, din ya da aile gibi otoritelere karşı çıkar. Dışarıdan bakıldığında sadece bilimsel doğruları temel aldığı düşünülüyor olsa da aslında bilimin, toplumsal sorunları aşacak güçte olmadığını da savunur bir yandan. Nihilizm, aynı zamanda; metafizik, ahlaki güçleri yok sayan, mevcut değerlere ve düzene karşı çıkan bir görüştür. Her türlü bilgi imkanını şiddetle reddeder ve hatta dediğimiz gibi yok sayar.

  nihilizm_nedir

    Nihilizm ve din

Nihilizm; etik, politik ve benzeri gibi birçok alanda çeşitli biçimlerde çıkar karşımıza. Anlamsızlık, boşluk ve hiçlik duygularının telkin ettiği bir düşünce ve yaşam şeklidir diyebiliriz. Nihilist akımda inanç ve ahlaki değerler yok sayılır. Nihilistler Tanrı’yı reddeder. İlk ortaya çıktığı dönemlerde ilahi ve ahlaki değerlerin reddedilmesi ile başlamıştır nihilizm. İlerleyen dönemlerde, 1800’lü yıllara geldiğimizde ise siyasi ve felsefi bir akım haline bürünmüştür. Hiççilik akımı, beraberinde onlarca ünlü ismi dile getirmiştir. Nihilistler, varlığı inkâr ederler bu nedenle dolaylı olarak dini inanç ve değerleri de yok sayarlar. Allah’ın varlığını reddetmeleri de bundandır. İrade özgürlüğünü ve ahlak gibi kavramları yok sayarlar; gerçekleri, değerleri, inançları reddederler. Hiçbir otoriteye boyun eğmezler. Bazıları bilimsel veriler dışında bütün olasılıkları yok sayarken, bazıları bilimsel verileri bile “hiçlik” olarak nitelendirir. Nihilizmi felsefe temelinde ateizm ile aynı düzlemde değerlendirmek mümkündür aslında çünkü Allah’ı, değerleri ve ahlaki reddeden ateist görüşler ile benzerdir. Nihilizim sadece Tanrı’nın değil hiçbir şeyin varlığına inanmaz. Ateizm din ile ilgilidir, nihilizm felsefe sularına aittir daha çok…

    Nihilizm kurucusu kimlerdir?

Son dönemlerde bu kadar sık karşımıza çıkan bu kavramın varlığı çok eskilere dayanır. Nihilizm denince akla gelen ilk isimleri şu şekilde sıralayabiliriz; Friedrich Nietzsche, Ludwig Andreas Feuerbach, Henry Thomas Buckle, Max Stirner, Albert Camus, Arthur Schopenhauer, Jean-Paul Sartre ve Herbert Spencer. Saydığımız isimler, nihilizm akımını savunan en bilindik isimlerden. Neyzen Tevfik’in de Türk nihilistlerden olduğu bilinir.

    Optimistik (iyimser) nihilizm nedir?

Yazımızın en başında, nihilizm kendi içinde alt dalları olduğundan bahsetmiştik. Örneğin bir grup bilimsel verilerin dışındakileri yok sayarken, bir grup bilimsel verilerin varlığını dahi reddeder. Nihilizm felsefesinin alt dallarından biri optimistik nihilizm. Bunu kısaca iyimser nihilizm olarak adlandırabiliriz. Elias Skjoldborg isimli genç bir öğrenci TED konferansı formatında bir konuşma gerçekleştirmiş ve bu konuşma TEDx etkinliğinde verilmiş. Aşağıdaki videoda detayları paylaşalım sizinle…

Kaynak : mediaclick

Ondan Habersiz Yaprak Düşmeyen GAVSLAR Nerede? Bak Bazı Yerler Cayır Cayır Yanıyor, Yağmur Duasına Çıktımı Daha Yoldayken Yağmur Yağdırtan Cübebelinin Müctehid Babası Hani Nerede (Hepsı Osuruktan Şeyhler ipnozcu Köpekler)  de Tevessül Vesile Diye Birşeyler Uydurmuşlar, aynen Lat Uzzaya Tapanların Felsefesı olan aracı Allahlar

Bu Konudakı Bir Makale de Bu:

Sözlükte “bir aracı vasıtasıyla maddî veya mânevî derecesi yüksek birine yaklaşmayı arzu etmek; iyi amellerle Allah’a yaklaşmayı ummak” anlamındaki vesl kökünden türeyen tevessül bir müslümanın işlediği sâlih amelleri, Hz. Peygamber’i yahut velîleri vesile yaparak Allah’a yakın olmaya çalışmasını ifade eder. Vesîle üstün konumdaki birine yaklaşmaya aracı olacağı umulan şey veya kimsedir. “Yardım istemek” anlamındaki istiâne, istigāse ve istimdâd da aynı mânada kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de tevessül kelimesi geçmez. Vesilenin yer aldığı iki âyetten birinde Cenâb-ı Hak, müminlere kendisine yakın olmaya vasıta aramalarını ve kurtuluşa ermek için O’nun yolunda bütün güçlerini harcamalarını emretmekte (el-Mâide 5/35), diğerinde ilâh diye tapılan ve dua edilen varlıkların da rablerine yakın olmak için bir vasıta aradıkları belirtilmektedir (el-İsrâ 17/57). Ebû Mansûr el-Mâtürîdî bu âyette sözü edilen varlıklar içinde meleklerin de yer alabileceğini söyler, zira meleklere ve gözle görülmeyen diğer bazı varlıklara da yaratılmışlık üstü konum tanıyanlar olmuştur (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, VIII, 299-302). Allah’a yakın olmak amacıyla vesile aramanın mahiyeti “ilim ve ibadetle O’nun yoluna girme, İslâmî erdemlerle nitelenme” şeklinde açıklanmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vsl” md.). Farklı görüşler bulunmakla birlikte müfessirler vesileye “müslümanı Allah’ın rızasına ulaştıran her türlü ilim ve amel” mânasını vermişler, nâfile ibadetleri de bunun kapsamı içinde değerlendirmişlerdir (Taberî, Câmiʿu’l-beyân, VIII, 405; İbn Teymiyye, Ḳāʿide, s. 48). Hadislerde vesile ve tevessül kelimeleri yer almaktadır. Çeşitli rivayetlerde belirtildiğine göre kuraklık dönemlerinde ashap Hz. Peygamber’le tevessülde bulunarak Allah’a dua ediyor ve duaları kabul görüyordu. Onun vefatından sonra amcası Abbas ile tevessülde bulunulmuştur (Buhârî, “İstisḳāʾ”, 3; “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 11). Resûl-i Ekrem, gözleri görmeyen bir sahâbîye kendisiyle tevessülde bulunarak Allah’a dua etmesini söylemiş, sahâbî yaptığı duadan sonra görmeye başlamıştır (Tirmizî, “Daʿavât”, 119; ayrıca bk. Müsned, II, 168; III, 83; Müslim, “Ṣalât”, 11).

İbn Cerîr et-Taberî, müslümanlar arasında vuku bulan ihtilâflar bağlamında Resûlullah’tan sonra Allah’ın hücceti sayılan dinî liderlerin bulunup bulunmadığı meselesinin tartışıldığını belirtir; ayrıca Allah’a dua ederken “peygamber ve velîler hakkı için” ifadesini kullanıp tevessülde bulunmanın câiz olmadığına ilişkin bir görüşü Ebû Hanîfe’ye nisbet eder (et-Tebṣîr, s. 156; krş. M. Nesîb er-Rifâî, s. 26). Bu tür nakillerden hareketle tevessül konusuna ilişkin tartışmaların II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Daha sonra Mâlik b. Enes’e atfedilen bazı görüşlerin yanı sıra hadis mecmualarında zayıf kabul edilen bir kısım rivayetlerin yer almasından da bu meselenin erken dönemlerde gündeme geldiği anlaşılmaktadır. Konu, tasavvuf ve tarikatların yaygınlaşmasının ardından İbn Teymiyye’den itibaren Selef âlimleriyle diğer Sünnî âlimleri arasında önemli bir ihtilâf mevzuu haline gelmiştir. Tevessülün çeşitlerini ve bunlarla ilgili görüşleri şöylece özetlemek mümkündür:

1. Allah’ın zâtı, isimleri ve sıfatlarıyla tevessül. Kur’an’da Allah’a en güzel isimleriyle dua edilmesi ve O’nun övülüp yüceltilmesi emredilmiş (el-A‘râf 7/180; Kāf 50/39-40), Hz. Peygamber dualarında Allah’ın kendi zâtına verdiği isimlerle O’na niyazda bulunmuş ve ashabına da bunu öğretmiştir (Müsned, I, 391, 452; Tirmizî, “Daʿavât”, 92). Kur’an okuduktan sonra dua etmek de Allah’ın sıfatlarıyla tevessülde bulunma olarak kabul edilmiştir, çünkü Kur’an Allah kelâmıdır, O’nun kelâmı ise sıfatıdır. Bu tür tevessülün bid‘at sayılmadığı hususunda ittifak vardır (M. Nesîb er-Rifâî, s. 25-51; Himyerî, s. 39).

2. Hz. Peygamber’le tevessül. Bütün âlimler Hz. Peygamber’le tevessülde bulunmayı câiz görmüş, ancak onunla tevessülde bulunmanın anlamı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. a) Resûlullah ile tevessül etmek onun Allah nezdindeki makamı ve derecesinin hakkı için değil hayatta iken ondan dua etmesini istemek ve Allah’tan onu kendisine şefaatçi kılmasını talep etmek anlamına gelir. Böyle bir tevessül câizdir. Buna rağmen huzurunda, gıyabında veya ölümünden sonra zatıyla tevessülde bulunmak câiz değildir. Nitekim bir kuraklık yılında Hz. Ömer’in hayatta olmayan Resûl-i Ekrem yerine Abbas b. Abdülmuttalib ile tevessülde bulunması tevessülün bir kimseden dua istemek mânasına geldiğini gösterir. Resûlullah ile tevessülün bir başka anlamı da kendisine itaat etmek, onun gösterdiği yola uyduğunu belirterek Allah’tan talepte bulunmaktır. Zatıyla tevessülü ve kabrinin yanında yapılan duanın mescidlerde yapılan dualardan üstün olduğunu ifade eden rivayetler zayıftır. İbn Teymiyye, Muhammed Abduh, M. Reşîd Rızâ gibi Selefî âlimler bu görüştedir (İbn Teymiyye, Ḳāʿide, s. 57-75, 113-114, 140-141; İbn Ebü’l-İz, I, 298-299; Reşîd Rızâ, VI, 371-377). b) Hz. Peygamber’le tevessülde bulunmak dünyaya gelmeden önce, hayatta iken ve ölümünden sonra onun zatı ve Allah katındaki derecesiyle Allah’tan talepte bulunmak anlamına gelir. Kur’an’da müminlere Allah’a yakın olmak için vesile aramaları (el-Mâide 5/35), Allah’ı sevenlerin peygamberine itaat etmeleri emredilmiş ve ona uyanları Cenâb-ı Hakk’ın seveceği bildirilmiştir (Âl-i İmrân 3/31-32). Allah’a yaklaşma vesilelerinin başında Resûl-i Ekrem gelir; ayrıca sevgi ve itaat ancak Resûlullah’ın zatına yönelik olabilir. Ashaptan itibaren fıkıh, kelâm ve tasavvuf âlimlerinin Hz. Peygamber’in zatıyla tevessülde bulunmayı câiz görmeleri de bu konuda bir delil teşkil eder. İbn Teymiyye’ye kadar bu hususta âlimler arasında herhangi bir ihtilâf çıkmamıştır (Resûlullah’ın zatıyla tevessülde bulunmanın onun henüz dünyaya gelmeden önce başladığına dair telakkiler için bk. Müsned, IV, 138; Himyerî, s. 303-318). Hz. Ömer’in Abbas ile tevessülde bulunması sonuçta Resûl-i Ekrem’le tevessül etmek anlamına gelir. İmam Mâlik, Resûlullah’ın kabrine yönelerek tevessülde bulunmakta bir sakınca görmemiştir (Sübkî, s. 134-143; Âlûsî, VI, 128; Kevserî, s. 11-12). Sünnî âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir.

3. Amel-i sâlihle tevessül. İman ve itaatten sonra Allah’tan mağfiret dilemeyi ifade eden âyetlerin yanı sıra (el-Bakara 2/285; Âl-i İmrân 3/193-194) Fâtiha sûresinde yer alan, “Sadece sana tapar ve yalnızca senden yardım dileriz” (1/5-6) cümlesinin ardından hidayete eriştirme niyazında bulunmaya dair âyet amel-i sâlihle tevessülde bulunmaya işaret eder. Bir mağarada mahsur kalan müminlerin kurtuluşunu haber veren rivayetlerde belirtildiği gibi (Müsned, II, 116; Buhârî, “Edeb”, 5) amel-i sâlihle tevessülde bulunarak yapılan duaların makbul olduğu yolunda bilgiler mevcuttur. İbn Mes‘ûd’un teheccüd namazı kıldıktan sonra, “Allahım, emrettin itaat ettim, davet ettin icabet ettim, beni bağışla!” şeklindeki duası ashabın bu tür tevessüle başvurduğunu kanıtlayıcı niteliktedir. Âlimlerin tamamı bunu câiz görmüştür (Âlûsî, VI, 127; M. Nesîb er-Rifâî, s. 111-134).

4. Müttaki ve sâlih müminlerin duasıyla tevessül. Âlimler bunu da ittifakla kabul etmiştir. Esasen müminlerin duasını istemek Kur’an ve Sünnet’te teşvik edilmiştir. Nitekim Resûl-i Ekrem umreye giden Hz. Ömer’den kendisi için dua etmesini istemiştir. Sahâbîler de sıkıntılarının giderilmesi için Resûlullah’ın duasına başvurup tevessülde bulunmuştur (İbn Teymiyye, Ḳāʿide, s. 66-69; M. Nesîb er-Rifâî, s. 141-163).

5. Hayatta olan velîler ve sâlih müminlerin zatıyla tevessül. Bu konuda iki yaklaşım mevcuttur. a) Bu tevessülü câiz görenler, bunun Kur’an’da Allah’a yaklaştıran vesileler aramayı emreden âyetin (el-Mâide 5/35) alanına dolaylı biçimde girdiğini söylemiştir. Nitekim melekler Âdem’e secde ederek Allah’a yakınlık sağlamış, iyi kulların ilâhî rahmetin tecelli ettiği hayır sahipleri olduğu belirtilmiş ve müminlere iyilerle birlikte ölmeyi dilemeleri öğretilmiştir (Kevserî, s. 2-15; Ebü’l-Fazl, s. 17-18; Himyerî, s. 139-142, 181-182). Hadislerde Resûlullah ile tevessülde bulunmanın tavsiye edilmesi ona tâbi olan ve bunu teşvik eden velîler ve sâlihlerle tevessülü de câiz kılar. Hz. Ömer’in Abbas b. Abdülmuttalib ile tevessül etmesi de bu konunun bir delilini teşkil eder (Sübkî, s. 143-144; Kevserî, s. 18). Sâlih amellerle tevessülde bulunmanın meşrû kabul edilmesi bu amelleri yapanlarla tevessülü de meşrû hale getirir. Zira zat asıl, zata ait fiil fer‘îdir, fer‘î ile tevessül câiz ise asılla tevessül de câizdir (Himyerî, s. 43-44, 71-72, 126). Allah’ın yaratmadaki sünneti (âdet-i ilâhiyye) bazı vasıta ve sebeplerle fiilleri gerçekleştirmesi şeklinde tecelli eder. O’nun hasta olan birine ilâç vasıtasıyla şifa vermesi gibi mânevî hastalıklara müptelâ olan birine velî ve sâlih kulları vasıtasıyla şifa vermesi de sünnetine uygundur (Muhammed el-Burhânî, s. 3-8; Himyerî, s. 22-23, 55-56). Müctehid âlimlerin velîlerle tevessülü câiz görüp uyguladığına dair rivayetler bu fiilin meşruiyetine ilişkin diğer bir delil konumundadır. İmam Şâfiî’nin Ehl-i beyt’in yanı sıra Ebû Hanîfe ile, Ahmed b. Hanbel’in de Şâfiî ile tevessül ettiğine dair rivayetler sahih kaynaklarda mevcuttur. Fahreddin er-Râzî, Tâceddin es-Sübkî, Teftâzânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimler bu tevessülü meşrû kabul edenlerden bazılarıdır. Burada velîler, kendilerinden kaynaklanan bir güce sahip kişiler olarak değil Allah’ın bir sonucu yaratmasının sebebi olarak görülmektedir (Kevserî, s. 3-4; Himyerî, s. 18-19, 265-266, 420-425). Eş‘arî ve Mâtürîdîler’in çoğunluğu bu görüştedir. b) Velîler ve sâlih müminlerin zatıyla tevessül câiz değildir, çünkü bu Allah’a yapılan tâzime benzer. Bu görüşü savunanlar tevessülle ilişkilendirilen âyetlerde zatla tevessüle dair bir işaret bulunmadığını, bu âyetlerin müminleri sâlih amel yapmaya teşvik ettiğini söyler. Onlara göre ilgili âyetlerden hareketle ortaya konulan görüşler aşırı bir yorumdan ibarettir. Başta Hz. Âdem’in tevessülü olmak üzere Resûlullah’a nisbet edilen rivayetler de zayıftır. Ashap, tâbiîn ve müctehid âlimlere izâfe edilebilecek böyle bir uygulama sahih rivayetlerle nakledilmemiştir. Selef âlimleri bu görüştedir (İbn Teymiyye, Ḳāʿide, s. 66, 133; Âlûsî, VI, 127-128).

6. Peygamberler, velîler ve sâlihlerin zatıyla Allah’a yemin ederek tevessülde bulunmak. Başta Ebû Hanîfe olmak üzere âlimlerin büyük çoğunluğu, “Filân velînin veya sâlih kulun hakkı için senden şunu niyaz ederim” şeklinde yemin mânasına gelebilecek ifadelerle tevessülün câiz görülmediği yahut tahrîmen mekruh olduğu görüşünde birleşmiştir. İster nebî ister velî veya Kâbe gibi mukaddes bir mekân olsun Allah’ın adından başkasıyla yemin etmek meşrû değildir. Selef âlimlerine göre ise bu tür bir tevessül şirke götürür. Tasavvuf mensupları bu tür tevessülü câiz görmüştür (İbn Teymiyye, Ḳāʿide, s. 50-51, 114-115; Âlûsî, VI, 128; Reşîd Rızâ, VI, 372-375).

7. Peygamberler, velîler ve sâlih kullarla ölümlerinden sonra tevessülde bulunmak. Bunu câiz görenlerle Selef âlimleri arasında önemli görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Eş‘ariyye, Mâtürîdiyye ve Sûfiyye’ye mensup âlimlere göre ölümlerinden sonra da Allah’ın iyi kullarıyla tevessül edilebilir. Çünkü tevessülle elde edilen sonucu yaratan Allah’tır ve sâlih kulun diri veya ölü olması durumu değiştirmez. İyi kullarla tevessülün sebebi onların Allah nezdindeki dereceleridir. Dünyada eksik ruhları tamamlama görevini yerine getiren iyi kullar bu fonksiyonlarını öldükten sonra da sürdürebilir. Kur’an’da kâfirlerin ölen yakınlarından ümit kestiğinin (el-Mümtehine 60/13), ayrıca ölenlerin de nimet veya azap içinde bulunduğunun belirtilmesi (bk. KABİR) bunu kanıtlar niteliktedir. Ölülere selâm verilmesi onların da ruhen buna mukabele etmesini gerektirir. Temiz ruhların, kabirlerini ziyarete gelenlerin ruhlarıyla ilişki kurması, onları hayra yöneltmesi ve nurlandırması mümkündür. Nitekim Şâfiî Ebû Hanîfe’nin, İbn Huzeyme Ali er-Rızâ’nın, Ebû Ali el-Hallâl Mûsâ el-Kâzım’ın kabrine gidip tevessülde bulunmuştur. Fahreddin er-Râzî, Teftâzânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimlerin bu tevessülü câiz görmesi ashaptan itibaren müslümanların uyguladığı bu fiilin meşruluğunu gösterir (el-Meṭâlibü’l-ʿâliye, VII, 275-277; Şerḥu’l-Maḳāṣıd, II, 43; Kevserî, s. 5-9). İbn Teymiyye’den itibaren bu tevessülü câiz kabul etmeyen Selef âlimlerine göre tarihte putperestlik ölen sâlih kişilerden yardım dilemekle başlamıştır. Önce ölülerden Allah’a aracı olmaları istenmiş, ardından sâlihlerin putları yapılarak bunlara tapılmıştır. İslâm dininde ölüye hitap ederek ondan dua isteme şeklinde bir uygulama mevcut değildir. Eğer ölülerle tevessül câiz olsaydı Hz. Ömer, Resûlullah’ın amcası Abbas’la değil Peygamber’le tevessül ederdi. Resûl-i Ekrem’le sahâbîlerden intikal eden uygulama müminlerin kabirlerini ziyaret edip onlara selâm vermek ve dua etmekten ibarettir. Ölülerden yardım istemek hıristiyanların âdetidir, ayrıca bu fiil kabirleri tapınak haline getirmeye yol açabilir. Ölülerden yardım istemek ilâhî sünnetin yanı sıra Resûl-i Ekrem’in tebliğ ettiği dinin ilkelerine de aykırıdır. Bu tür tevessülle ilgili rivayetler uydurma olabileceği gibi yanılma ve şeytan aldatmasının ürünü de olabilir (İbn Teymiyye, Ḳāʿide, s. 16-19, 142-171; İbn Kayyim el-Cevziyye, I, 375; Reşîd Rızâ, VI, 371-377; VIII, 20, 146-147).

Sonuç olarak sâlih amellerin yanı sıra hayatta olan iyi kulların duasıyla tevessülde bulunmanın câiz görüldüğü hususunda ihtilâf yoktur. Hayatta iken ve ölümlerinden sonra Hz. Peygamber’in, velîlerin ve sâlih kulların zatıyla tevessülde bulunmayı şirk saymak ise isabetli görünmemektedir. Zatla tevessül konusunda kesin bir delil bulunmamakta, bu tevessül vesile âyetinin yorumuna dayanmaktadır. Konuyla ilgili hadisler ise âhad niteliğinde olup zayıf kabul edilmiştir. Hz. Peygamber’in dualarında bazı tesbih lafızlarını zikrettikten sonra, “Ruhun (Cibrîl) ve meleklerin rabbi olan Allahım!” diye niyaz edip Allah katında yüksek makam sahiplerini zikretmesi ise dikkat çekici bir uygulamadır (Müslim, “Ṣalât”, 223; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 147). Diğer bir husus da Sünnî akîdeye göre peygamberler ve Resûl-i Ekrem’in kendilerini ismen cennetle müjdelediği sahâbîler dışında hiç kimsenin “sâlih” diye nitelendirilip tevessül vasıtası kabul edilemeyişidir. Kişi olarak sâlih kulların kimler olduğu belirlemek mümkün değildir; sadece Allah’ın emirlerine bağlılık dikkate alınarak onlar hakkında hüsnüzanda bulunulabilir. Dolayısıyla iyi kişilerin zatıyla tevessül etmek hüsnüzanna dayalı olup zaman içinde ortaya çıkan bir uygulamadır. Tevessülü şirke dönüştüren hususların başında Allah’tan başkasına dua etmek, böyle bir kişiye ulûhiyyet niteliği atfetmek, kendisiyle tevessül edilen kimseye aşırı saygı göstermek gelir.

Tevessüle dair çeşitli eserler kaleme alınmıştır: İbn Merzûk el-Hatîb, et-Tevessül (Süleymaniye Ktp., Efgānî Şeyh Ali Haydar Efendi, nr. 70); Muhammed Mekkî İstanbûlî, Tevessül: Kasîde-i Bürde Şerhi (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 393); Muhammed b. Ahmed ed-Dimyâtî, el-Ḳaṣîdetü’d-Dimyâṭiyye fi’t-tevessül bi-esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1588); Ahmed el-Menînî, Ḫâtimetü istinzâli’n-naṣr bi’t-tevessül bi-şühedâʾi Uḥud ve’l-Bedr (Kahire 1281); Abdülkādir b. Ahmed el-Fâkihî, Ḥüsnü’t-tevessül fî ziyâreti efḍali’r-rusül (Süleymaniye Ktp., Tâhir Ağa, nr. 79); İbn Kemal, Risâle fi’t-tevessül (Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1850); Ebû Abdullah Muhammed b. Mûsâ et-Tilimsânî, Miṣbâḥu’ẓ-ẓalâm fi’l-müstaġīs̱în bi-ḫayri’l-enâm (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 264); Ali Ahmed et-Tahtâvî, el-İbdâʿât fî meżârri’l-ibtidâʿât bidaʿu’n-nüẕûr ve’ẕ-ẕebâʾiḥ ve’t-tevessül ve’d-duʿâʾ ve’l-ḥilf bi-ġayrillâh (Beyrut 1421/2000); Ahmed b. Zeynî Dahlân, Risâle fîmâ yeteʿallaḳ bi-edilleti cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (İstanbul 1996); Ali Ataç, Kelâm ve Tasavvuf Açısından Tevessül (1993, doktora tezi, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Sıdkī ez-Zehâvî, er-Red ʿalâ münkiri’t-tevessül ve’l-kerâmât ve’l-ḫavâriḳ (İstanbul 2001); Alevî b. Ahmed el-Haddâd, Miṣbâḥu’l-enâm cilâʾü’ẓ-ẓalâm (İstanbul 1996); Mûsâ Muhammed Ali, Ḥaḳīḳatü’t-tevessül ve’l-vesîle ʿalâ ḍavʾi’l-Kitâb ve’s-Sünne (Beyrut 1985); Ebü’l-Fazl İbnü’s-Sıddîk, İrġāmü’l-mübtediʾi’l-ġabî bi-cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (Amman 1992); Nâsırüddin el-Elbânî, et-Tevessül aḥkâmühû ve envâʿuhû (Beyrut 1986, 1990); Şevkânî, ed-Dürrü’n-naḍîd fî iḫlâṣı kelimeti’t-tevḥîd (Beyrut 1932).

Son Makelenin BİBLİYOGRAFYASI

Lisânü’l-ʿArab, “vsl” md.

Müsned, I, 391; II, 116, 168; III, 83; IV, 138.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Riyad 1424/2003, VIII, 405.

a.mlf., et-Tebṣîr fî meʿâlimi’d-dîn (nşr. Abdülazîz b. Ali eş-Şibl), Riyad 1425/2004, s. 156.

Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân (nşr. Halil İbrahim Kaçar), İstanbul 2006, VIII, 299-302.

Fahreddin er-Râzî, el-Meṭâlibü’l-ʿâliye (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Beyrut 1407/1987, VII, 275-277.

Takıyyüddin İbn Teymiyye, Mecmûʿatü’r-resâʾil (nşr. M. Reşîd Rızâ), [baskı yeri ve tarihi yok] (Lecnetü’t-türâsi’l-Arabî), I, 10-31.

a.mlf., Ḳāʿide celîle fi’t-tevessül ve’l-vesîle, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye).

İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, I, 375.

Takıyyüddin es-Sübkî, Şifâʾü’s-seḳām fî ziyâreti ḫayri’l-enâm, Bulak 1318, s. 133-195.

Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd, İstanbul 1305, II, 43.

İbn Ebü’l-İz, Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî – Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1408/1987, I, 294-299.

Hısnî, Defʿu şübehi men şebbehe ve temerrede (nşr. Abdülvâhid Mustafa), Leiden 1424/2003, s. 200-201, 391, 394, 403-414, 420-430, 450, 572-573.

Emîr es-San‘ânî, Taṭhîrü’l-iʿtiḳād ʿan edrâni’l-ilḥâd (nşr. Abdullah b. Yûsuf), Küveyt 1404/1984, s. 22-23, 31.

Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, VI, 127-128.

M. Osman Abduh el-Burhânî, İntiṣâru evliyâʾi’r-raḥmân ʿalâ evliyâʾi’ş-şeyṭân, Kahire 1318/1900, s. 3-24.

Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, tür.yer.

Elmalılı, Hak Dini, II, 1669-1670.

M. Zâhid Kevserî, Maḥḳu’t-teḳavvül fî mesʾeleti’t-tevessül, Kahire 1369, s. 2-18.

Ebü’l-Fazl İbnü’s-Sıddîk, İtḥâfü’l-eẕkiyâʾ bi-cevâzi’t-tevessül bi’l-enbiyâʾ ve’l-evliyâʾ, Beyrut 1405/1984, s. 7-12, 17-18, 28-50.

M. Îd el-Abbâsî, et-Tevessül envâʿuh ve aḥkâmüh, Beyrut 1986, s. 9-16, 32-36, 41, 50-56.

M. Nesîb er-Rifâî, et-Tevaṣṣul ilâ ḥaḳīḳati’t-tevessül, Halep, ts., tür.yer.

Dilaver Selvi v.dğr., Kur’an ve Sünnet Işığında Râbıta ve Tevessül, İstanbul 1994, s. 67.

Îsâ b. Abdullah b. Muhammed b. Mâni‘ el-Himyerî, et-Teʾemmül fî ḥaḳīḳati’t-tevessül, Beyrut 2001, tür.yer.

Bekir Topaloğlu – İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2010, s. 316-317, 337-338.

Zekeriya Güler, “Vesîle ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Değeri”, Tasavvuf, sy. 10, Ankara 2003, s. 45-92.

Son Makelenin Kaynağı:
islamansiklopedisi
Star Gate/Yıldızlara Açılan Kapı ve Ölümsüzlük Suyu | Bir Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca Makalesi

VERSiON1

Selamünaleyküm
bu makalemiz bizden sonrakilere Işık tutacak inşallah-u Teala
Masonlukta kalfalık makamına yükselen kimse zamanın Hiram ustasıdır.
Yani geometri ile matematiği sayıları birleştiren adam demektir.
islamda da Masonlukda da Bir şehir planı yapılırken, şehrin mimarisi ni oluşturan kimse, Eğer masonlardan birisi ise, o şehirde doğanların ve ölenlerin ne tarafta olduğunu bilir, ve Mezarlığın ve hastane ve doğum kliniğinin, nerede olacağını ona göre inşa eder. Hastane ve doğum kliniği doğu tarafına mezarlık ise şehrin Batı tarafına inşa edilir. Doğanlar ve batanlar yani ölenler.
Ölümsüzlük suyuna gelince, Meryem’in kutsal kasesi, yahut o kase den doğan çocuk, İsa’nın soyu ve suyu demektir. masonlar iki gruba ayrılmışlardır Birisi düşman takım, birisi dost takım. işte 4 Haçlı askerinin Meryem annemize, İsa’yı koruyacaklarını yemin edip söz vermiş olmaları üzerine, onlar İyiler tarafındadır, Karşı taraf ise, İsa’yı ve Meryem’in yok edip, insanlık soyunu tüketmeye çalışan, şeytan aleyhillane ile birlikte olan (Lucefier soyu olan) kötüler dir. iskender deli İskender İşte o ölümsüzlük suyunu aramış ömrü boyunca. O’nu da daha önceki Vaazlarımız da ve sohbetlerimizde makalelerimizde sanırım anlattık. iki suyun ve iki Soyın birleştiği yerdedir dedik. Hazreti Hızır ile Musa’nın ve Zuşa’nın buluştuğu yerö İşte o iki Soyun ve suyun birleştiği yerdir. O bizim dinimiz de,Peygamberler sülalesinde Hitamül enbiya olan, en son bayrak Peygamberimize verilmiş, Peygamberimizin soyu da Kerbela’da katledilmiş, sadece 2 tane insan kalmış o soydan, birisi Hasan Efendimizden, biriside Hüseyin Efendimizden olan, “Hz. Zeynep” ile “Hz. Ali Zeynel Abidin” bütün peygamber soyu artık bu iki çocuktan devam etmiştir, O’nları da Kerbela Faciasından Bir Türk Anne Kadın Taaaa ki Ege Bölgesine kdar kaçırmış gelmiş ve saklamıştır. Peygamberimizden sonra halifelik “Ebubekir, Ömer, Osman’a, Ali’ye” geçtikten sonra, Ali’nin evlatları olan Hasan ve Hüseyin Efendimizden, Hasan Efendimiz ise halifeliği kabul etmemiştir, O’na rağmen katledilmiştir. Hüseyin Efendimiz halifeliği yapmıştır. Toplam süre işte bunu belli oranlar ile hesapladığımız zaman işte 1500 sene gibi bir seneye tevafuk eder. Bunu büyük bazda hesapladığımız zaman bu kadar sene eder. Ancak bunu işte masonlardan da İrem Usta gibi birisi hesap edebilir, İslam alimlerinden de, zamanın sahibi olan kimse hesap edebilir. Ancak Bu süre yani bu 1500 sene dolmaya yaklaştığı zaman, artık kutuplar çakışmış olur, ve güneş doğduğu yerden batar hale gelir, Yani daha doğmadan ölen insan oğlu, ve o soyun ve suyun artık tükenmeye yüz tuttuğunu gösterir. yani İnsanoğlu sıfırı tüketmiş olur. Eğer oradan ileri geçemezse, şeytan ve kötüler galip gelmiş olur.
Burada hassas mühim nokta, işte insan soyu da, Hz Adem’in evlatlarından, bir kız ve bir oğlan şeklinde üremesiyle bu hale gelmiştir. o yüzden yeni portal açıldığında da, insan soyu eğer oradan ileri geçebilirse, yine bu son halifenin iki evladından, bir kız ve bir oğlundan ileri doğru gider. bir vahdedi vücut olan halife vardır. Bir de onun iki evladı Bir kız bir oğlu. Eğer kötüler yakalarsa, Kutsal Bakire Hz Meryem’i öldürüp, İsa’yı öldürüp, Hızır’ın yakalayıp, insan soyunu daha ileriye geçirmeden, insanoğlunun soyunu bitirmeye çalışanlardır. Eğer o son iki insan, yakalanmaz da ileri geçebilirse ve Hızır da yardım ederse, insan soyu yeni bir hayat ve zaman daha kazanmış olur. o iki çocuğun babası olan kimsenin (yani halife-i rûy-i zemin’in) olduğu yer, işte güneşin doğduğu yerden battığı yerdir. ve ölümsüzlük suyu da oradadır. çünkü onun soyu suyudur. Yeni İsa, Yeni portal açıldığında, Geçit kapısı açıldığında, oradan ileri geçtiğinde, eski dünya batar yok olur ve, Yeni kurulan dünyada, orada bir akar su vardır. O’nu ilk bulan kimse, Eğer iyilerden olursa, oraya bir işaret koyar ki orası başlanğıç noktasıdır. ve yeni portalda doğu o tarafda ve 180° karşısı batıdır. insanlığın soyunun ilerlemesi oradan başlarve oradaki tepe yeni arafat ve, o suyun başlangıç noktası ise, yeni müzdelifedir, ilk zifaf yeri, o yer de sevgililer buluşur, yani iki sevgili birleştiği zaman, zifat ettiği zsaman insan soyu ileri gider, ve orası Kabedir yeni kabe ilk ev, ama yeni portal da orası belkide sevgililerin buluştuğu kayanştığı bir piknik yeri olur. Orada bir su vardır. İşte o su önceki vahdet-i vücudun halifenin suyunun aktığı yerdir. Yani Zemzem suyu. İşte o su ölümsüzlük suyu dur. yani insanlık soyunu ileriye Taşıyan su, o su dur. ve bu suyu Eğer ilk İyiler bulursa, işte Hristiyanlıkta vaftiz denilen, çocuk doğduğunda yıkanılan su, o Özsu dandır. onu İyiler ele geçirirse işte O’nlar o su ile yeni Doğan çocukları, belli günden sonra, bir seremoni ile yıkarlar ki,o su ile yıkanan kimsler Hz isa’ gerçek soyu ve suyudur, son Dönence olunca, o Soy cennete, yeni portala geçen kimseler olacaktır. Ve daha sonra da onlar kiliseye geldikçe, o su dan birkaç damla ile üzerlerine serpinerek ten o suyla kutsanırlar. Ve Hristiyanlar, bu soyun sadece İsa soyu olduğunu iddia ederler, Biz ise, bütün Peygamber soyunun, O Soydan devam ettiğini, İsa’dan sonra da peygamberimizle bu Soyun devam edip, O’ndan sonraki gelen halifeler ile, o soyun son ucununda ve son meyvesinin de Hz Mehdi olduğunu iddia ederiz. İşte en son kimse Hz.Mehdi Aleyhisselam dır. Peygamberimizin Rivayet ettiği Hadis doğru ise, “O’ndan(Halifeyi Ruyi Zemin Hz Mehdi’den) sonraki 3. kimse, yahut da ondan sonraki ikinci kimse, onunla birlikte üç kimse yahut da, ondan sonraki 3. kimse başaramayacak tır. Çünkü birincisi oğlandır(Zeynel abidin) insan soyunu devam ettiren, İkincisi ise Kızdır(Zeynep), insan soyu 3 ile devam etmez üçüncüsü zina edilen kadının çocuğudur, yani lucifer çocuğudur, çünkü iki soy, iyiler ile kötüler birleşmiştir, gece ile gündüz, yaz ile kış, doğu ile batı, artık bir olmuştur, dualiteden sonra kesret suyun soyun karıştığı yer. 3. (Lucifer) çocuk bayrağı aldığı zaman, onun yakalanıp öldürülme ihtimali vardır, Aynı Hasan efendimizin öldürülmesi gibi, O çocuk hakikat-i Tam anlayabilemeyeceği için, Has evlat olmadığı için, o çocuk, kötüler tarafından yakalanıp öldürülmeden, işte portalın açılıp, insanlığın ileriye taşınması gerekir. Bu Son kalan kimse, portalın veyahut da deltoitin açılma vaktinin geldiğini alametini gösterir. Deltoid meselesine gelince, Başlangıçta doğu doğuda, batı batıdadır. güneş doğudan doğup, batıdan batar, daha sonra zamanla kutuplar yer değiştirir, bu 180 derecelik çizgi kendi içinde bükülme yapar, “W” oluşturur. Ters köşesinde ise, önceki vahdedi vücut ya da, önceki Mehdi’nin ölümsüzlük suyunun bulunduğu delta geçidinin köşesi vardır. Bunu masonlar en iyi şekilde hesaplarlar ve her zamndaki bükülme yerine bir “W” koyalar larki, bu mesela günümüzde bir VolksWagen Auto servicedir. ve Dönem her dönencede nereye gelmiş ona göre Güneş batıdan doğacağı vakit tam olarak ne zamndır hesaplarlar. Gelecek Çocuğun (Hz Mehdi’nin) kim olduğunu, Hatta Burcu’na, annesinin isimine, nerede ne zaman geleceğini dahi bilirler. Kötüler de bilir iyiler gibi hesaplar bilirler. İyiler ona yardım için çalışırlar, kötüler de onu yakalayıp insanlık soyunu yok etmek için gayret sarf ederler. ve bu önceki vahdet-i vücudun ya da Mehdi’nin bulunduğu Deltoidin köşesinden bir “V” harfi çizince aynı Alman Volkswagen logosundaki gibi double “W ve V” içinde ki Deltoid sembolü portal merkezidir. Bunları bildiklerinden simgeleriyle Mason kolları hep bir şeyleri anlatırlar. Bilmeyenler Bilmez, Sadece Uyuyanlar bilmez. O’nlar uyanıklar hepsi bilirler ve yerlerinide almışlardır bu savaşta, her zaman yerlerinde Hazır nazır beklemektedirler, gelecek olan Hz Mehdi ve Kurtarıcı olan İsa soyunu, ya da peygamber soyunu. Birisi öldürmek için, birisi de onu kurtarıp ileriye insan soyunu ileriye taşımak için. Bu hikaye günümüzde “Alan Walker” isimli şarkıcının kliplerinde anlatılır, Hatta onlar o çocuğun burcuna varıncaya kadar bilirler son 3. çuğuda bılırler onun vaktı gelınce ona yardım edenler aralarında parola olaraktan ” Dul karının oğluna yardım edin”(Yeni Hz. Meryem in isası) parolasını kullanırlar ey 3. çocuk bu parolayı unutma başın sıkışınca, O’nun özelliklerini de bilirler. O (Hz Mehdi) geldiği zaman onu zaten alametlerinden tanırlar. Hani Peygamberimiz gelmeden önce de Peygamberimizi alametlerinden tanıdıkları gibi, o Soy Aynen yine aynı özelliği taşıyıp, o Kimse gelmeden, onun özelliklerini bilirler, o kimseyi hep ararlar beklerler, geldiği zaman da, onu Aynen Peygamberimizin hadisinde dediği gibi “O’nu (Hz Mehdiyi) evlatları gibi iyi bilirler, ama söylemezler.” ve burada biz zamanın sahibiyiz ve bizim burcumuz Başak burcu, başak burcu kimse çok titiz olduğu için, ve ben erkek, yani O soydan kalan son iki çocuktan Oğlan olan olduğum için, ve bir de başak burcu olduğum için, bizim çiçeğiniz, bizim köyün söylemiyle ile “taşaklı kayınna” yani kaynana dili çiçeği diye bir kaktüs vardır. Dil gibidir. Alt tarafa resmini koyacağız İnşallah bu makalemizde, ve dikenleri vardır, yani o masaya falan konulmaz, cam önüne konulur, yani etrafını yaklaşanı dalar geçer, dikenini batırır geçer. öyle dikenli kendini koruyan Vahşi, vahşi batı çiçeği, bizim çiçeğimiz. Bizi ararsanız Bir dahaki tarafta, vahşi batıda arayayın, yani o suyu Yeni PORTAL açılırsa, bilinki kaktüs çiçeğinin olduğu yerde olacak, kayınna dili kaktüs çiçeğinin olduğu yerde olacak unutmayın. Bu size Işık tutacak, bu Kainat kapandımıydı, o zaman portal açıldığında, bu vaazımıza oluşan kimseler, dilden dile, elden ele ulaştırsın. ölümsüzlük suyunun aktığı Pınar kayınna dili kaktüsünün olduğu yerde olacak inşallah. o’na kaynana dili denmesinin sebebi de, taşaklı kayınna demek, erkek kaynana demektir, yani herşeye karışan erkek, yani erkek olup da Titiz olduğu zaman yani herşeye karışan adam : “Şunu şuraya koy, Bu neye burada, şu yanlış yapıyor, bak yanlış adım attı, suratı kararmış bu kesin bir nane yemiş” gibi her şeye herkese her şeye yanllış gördüğü her olaya müdahale eden kimsedir, Yani Düzelten doğrultan adam Hz. Mehdi. O yüzden dili pabuç gibidir. işte kaktüs kaynana dili kaktüsü bu demektir. Bir de dikenlidir, yanına yoluna gelene, dikenini batırır, ısırır, dalar geçer. Fakat başak burcu işte titizdir ”Er RAUF” ismi öğrenmeyen kimse, Allah’ın Rauf ismini Talim etmemiş kimse, başak burcu olaraktan doğamaz. Başak burcu ise rauf ismi ise yani raflama sistemi veya Hiyerarşik dosyalar oluşturmak ve, koyduğunu aradığı yerde bulmak, Her bilgiyi böyle Hiyerarşi şeklinde dosyalayan kimse, yani beyin ve ana hafıza kartı, imam Mübin (En Büyük imam) hafızası kuvvetli ve hatırlayabiliyorsa (çocukluğunu, olayları,…) işte onun Rauf isminde Mahir olduğunu gösterir. Koyduğunu aradığı yerde bulan adam. çünkü düzenli koymuş, düzenli yaşamış, Düzenli bir yere, bir şey bıraktığı zaman, işaret koyan kimse, işte ilk ölümsüzlük suyunu olduğu yere ulaşan kimse, oraya bir işaret koysun, öyle bir işaret koysun ki ikinci deltoide giden yolu göstersin, Bir dahaki geldiğinde orayı bulsun bilsin, takki bu ilk deltoidden son deltoide kadar böyle olsun, son deltodin yanına Kutsal mabed yapılıp (Norvec Ambarı) onun içine herşeyden birşey koysun, ve bu mektubumuzunda fake olanını, kötülerler gelince kolayca bulacakları yere koyun, ve orjinal ve doğru olanınıda zor buluncak bir zulaya koyun. Kutsal kesenin yanına koyulan o işareti, anlamayanlar anlamasın, Çünkü kötüler peşimizde, düşman insan soyunu yok etmek için, her an peşimizde. rabbim o’nu(O Kötüleri) amelinde muvaffak kılmasın. Oraya ilk İyiler ulaşırsa, İyiler iyilerin anlayacağı bir işaret koysun. Kötüler ulaşırsa iş işten çoktan geçmiştir zaten, kötüler O’nu son isayı bilip bulup meryemide isayıda öldüreceklerdir. işte Son çocuğun yakalanıp ölme ihtimali olduğundan, Peygamberimizden rivayetle Hz Mehdi’den sonraki 3 çocuk ve son çocuk bunu başaramayacak şeklinde ifade etmiştir. Rabb’im o çocuğa yardım etsin inşallah. o gün geldiğinde, Yani onun ölmesi de, kalması da, yakalanması da, portalın açılmasına sebeptir. Eğer yakalanırsa ileriye geçemez insan soyu, ve kıyamet kopar. bütün sistem yok edilir. Bilgisayarda da bu sistem var, yani dosyalar vardır, düzenli kimse dosyalarını düzenli şekilde oluşturur, ve bir şeyi aradığı zaman, Tam da aradığı yerde bulur, Bu da başak burcunun özelliğidir, ve son asker hep başak burcu olur Merkür burcu yani.

Önemli Not: Portal ise o iki ters Deltanın çakıştığı noktada ki deltoidde açılır. yani alan Walker in logosundaki ortadaki deltoid veya VolksWagen logosunda Deltoid olan yerde açılır. iyi bir matemetikci buranın neresı olacağını hesap edebilir. Bunu onlar da bilirler, deltoitin olduğu yere kutsal mabet yapılacaktır, Günümüzdeki teknolji den ve her canlıdan bitkiden taştan toprakdan ve her millet insandan (73.5) bir gen haritası ve emanetler oraya konnacaktır. Kalktıkları zaman, ilk bulan emanetleri bulur. Eğer emanetleri ele geçirirse kötüler, insanlık suyu soyu biter. Yani birde yeni portal açılacak yere yeni mabet yapılmalıdır. ve özel emanetler yine yeni açılacak Deltoidin yerine, o zamanın sahibi vahdet-i vücudun işareti ile oraya saklanır, yeni Nesle oradan ulaştırılır. çünkü sağ kalanlar ilk kalkacak olanlar oradakiler olacaktır. yani sidredekiler kabeciğin yanındakiler.
Önemli not 2: bu yazının bir nüsahasının yanlışları düzeltlenmeyecektir. O da düşmanlarımıza kilit olsun, okuyanlar erişenler, bu yazıya ileriki nesil iletsin de, Ölümsüzlük suyu aradıkları zaman, bulmacayı kendileri çözsün, buradaki fake olanmda kik yanlışları kötüler kendileri düzeltlesin.

SELAM EY ASKER!
BiZ iNSANLIĞI BURAYA KADAR TAŞIDIK,
SEN BUNLARI (Bu Hediylerimizi) AL VE
DAHA iLERi BiR CENN€TE K@DAR TAŞI.

Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca
Schrems, 9 Temmuz 2021 Cuma

VERSiON2

Star Gate/Yıldızlara Açılan Kapı | Bir Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca Makalesi

Selamünaleyküm
bu makalemiz bizden sonrakilere Işık tutacak inşallah-u Teala
masonlukta kalfalık makamına yükselen kimse zamanın Hiram ustasıdır.
Yani geometri ile matematiği sayıları birleştiren adam demektir.
bir şehir planı yapılırken şehrin mimarisi ni oluşturan kimse Eğer masonlardan birisi ise o şehirde doğanların ve ölenlerin ne tarafta olduğunu bilir ve Mezarlığın ve hastane ve doğum kliniğini, nerede olacağını ona göre inşa eder. hastane ve doğum kliniği doğu tarafına mezarlık ise şehrin Batı tarafına inşa edilir. Doğanlar ve batanlar yani ölenler.
Ölümsüzlük suyuna gelince Meryem’in kutsal kasesi yahut o kase den doğan çocuk İsa’nın soyu ve suyu demektir. masonlar iki gruba ayrılmışlardır birisi düşman takım birisi dost takım işte 4 Haçlı askerinin ryem annemize İsa’yı koruyacaklarını yemin edip söz vermiş olmaları üzerine onlar İyiler tarafındadır Karşı taraf ise İsa’yı ve Meryem’in yok edip insanlık soyunu tüketmeye çalışan şeytan aleyhillane a ile birlikte olan kötüler dir. iskender deli İskender İşte o ölümsüzlük suyunu aramış ömrü boyunca. onu da daha önceki boğazlarımız deve sohbetlerimizde makalelerimizde sanırım anlattik. iki suyun ve iki Soyın birleştiği yerdedir dedik. e Hazreti Hızır ile Musa’nın ve yuşa’nın buluştuğu yer İşte o iki Soyun ve suyun birleştiği yerdir. O bizim dinimizde en son bayrak Peygamberimize verilmiş Peygamberimizin soyu da Kerbela’da katledilmiş sadece 2 tane almış osoydan birisi Hasan Efendimizden biriside Hüseyin Efendimizden olan Zeynep ile Ali Zeynel Abidin bütün peygamber soyu artık bu iki çocuktan devam etmiştir Peygamberimizden sonra halifelik Ebubekir Ömer Osman’a Aliye geçtikten sonra Ali’nin evlatları olan Hasan ve Hüseyin Efendimizden Hasan Efendimiz ise halifeliği kabul etmemiştir Ona rağmen katledilmiştir Hüseyin Efendimiz halifeliği yapmıştır toplam sana işte bunu belli olan ile hesapladığımız zaman işte 1500 sene gibi bir seneye raffic Rider bunu büyük bazda hesapladığımız zaman Ancak bunu işler masonlardan İrem Usta gibi İslam alimlerinden de zamanın sahibi olan kimse ancak hesaplayıp bilebilir. yani bu 1500 sene dolmaya yaklaştığı zaman artık kutuplar çakışmış olur e güneş doğduğu yerden batar hale gelir Yani daha doğmadan ölen insan oğlu ve yani İnsanoğlu sıfırı tüketmiş olur Eğer oradan ileri geçemezse şeytan ve kötüler galip gelmiş olur.
burada hassas mühim nokta işte insan soyu da Hz Adem’in bir kız ve bir oğlan şeklinde üremesiyle bu hale gelmiştir o yüzden yeni portal açıldığında da insan soyu eğer oradan ileri geçebilirsen yine bu son halifenin iki evladından bir kız ve bir oğlundan ileri doğru gider bir vahdedi vücut olan halife vardır Bir de onun iki evladı Bir kız bir oğlu. Eğer kötüler yakalarsa eryem’i öldürüp İsa’yı öldürüp Hızır’ın yakalayıp Sen bana ileri geçirmeden insanoğlunun oyunu bitirmeye çalışanlardır Eğer yakalanmaz da ileri geçebilir Sera Hızır yardım ederse o iki çocuğun babası olan kimsenin olduğu yer halife-i rûy-i zemin olduğu yer işte güneşin doğduğu yerden battığı yerdir ve ölümsüzlük suyu da oradadır çünkü onun soyu suyudur. use İsa yeni portal açıldığında Geçit kapısı açıldığında geçtiğinde Yeni kurulan dünyada orada su vardır Onu ilk bulan kimse masallardan Eğer iyilerden olursa onunla bir işaret koyar ve orada insanlığı soyunu ilerlemesi için sevgililer buluşuruz yani iki sevgili birleştiği zaman insan soyu ileri gider ve orası sevgililerin piknik yeri olur Orada bir su vardır İşte o su önceki vahdet-i vücudun halifenin suyunun attığı yerdir İşte o su ölümsüzlük suyu dur yani insanlık soyunu ileriye Taşıyan su o sudur ve bu suyu Eğer İyiler bulursa işte Hristiyanlıkta vaftiz denilen çocuk dolduğunda yıkanılan su Özsu dandır onu İyiler ele geçirirse işte at Onlar o su ile Doğan çocukları belli günden sonra bir ihtimal olarak thanos’u ile yıkarlar ki o Say cennete yeni ortala geçen kimseler olacaktır Ve daha sonra da onlar kiliseye geldikçe o sudan birkaç damla ile üzerine serpilerek ten suyla kutsanırlar. r sadece İsa soyu olduğunu iddia ederler Biz İsa bütün Peygamber soyunun Soydan devam ettiğini İsa’dan sonra da peygamberimizle bu Sorun devam edip Ondan sonraki gelen haritali en son osoyoo ucu ve meyvesi olduğunu iddia ederiz İşte en son kimse Mehdi Aleyhisselam dır Peygamberimizin ettiği doğru ise Ondan sonraki 3 kimse yahut da ondan sonraki ikinci kimse onunla birlikte üç kimse yahut da ondan sonraki 3 kimse başaramayacak tır Çünkü birincisi oğlandır nsan soyunu devam ettiren İkincisi ise Çıldır insan soyu 3 ile devam etmez üçüncüsü zina çocuğudur yani lucifer çocuğudur 3 çocuk bayrağı aldığı zaman onun yakalanıp öldürülme ihtimali vardır Aynı Hasan efendimizin öldürülmesi gibi hakikat-i Tam anlayabilemeyeceği için Has evlat olmadığı için o çocuk yakalanıp öldürülmeden işte portalın açılıp ileriye taşınması gerekir son kalan kimse portalın veyahut da deltoitin açılma vaktinin geldiğini alametini gösterir. deltoid meselesine gelince başlangıçta doğu doğudan batıbatıdadır güneş doğudan doğup batıdan batar, daha sonra zamanla kutuplar yer değiştiriyor bu 180 derecelik çizgi kendi içinde bükülme yapar w oluşturur ya bu google benim kes köşesinde önceki vahdedi vücut ya da Mehdi’nin ölümsüzlük suyunu bulunduğu deltayı geçidinin köşesi vardır lu masonlar en iyi şekilde hesaplarlar gelecek Çocuğun kim olduğunu Hatta Burcu’nun annesinin nerede ne zaman geleceğini dahi bilirler kötüler edebilir iyilerden hesaplar bilirler İyiler ona yardım için çalışırlar kötüler de onu yakalayıp insanlık soyunu yok etmek için gayret sarf ederler ve bu önceki vahdet-i vücudun ya da Mehdi’nin bulunduğu Deltoidin köşesinden bir v harfi çizince aynı Alman Volkswagen logosundaki gibi double v içinde ters sembolü bunları bildiklerinden simgeleriyle kolları hep bir şeyleri anlatır bilmeyenler Bilmem Sadece Uyuyanlar bilmez onlar uyanıklar hepsi yerlerde katılmışlardır her zaman yerlerinde Hazır hazır beklemektedirler gelecek olan mevki İsa soyunu ya da peygamber soyu birisi öldürmek için birisi de onu kurtarıp ileriye isnsan soyunu ileriye taşımak için. Bu hikaye alan Walker isimli şarkıcının kliplerinde bu hikaye anlatilir, Hatta onlar o çocuğun burcuna varıncaya kadar bilirler yay burcunun özelliklerini bilirler O geldiği zaman onun zaten alametlerinden tanırlar Hani Peygamberimiz gelmeden önce de Peygamberimizi alametlerinden tanıdıkları gibi o Say Aynen yine aynı özelliği taşıyıp o Kimse gelmeden onun özelliklerini bilirler o kimseyi hep ararlar beklerler her geldiği zaman da onu Aynen Peygamberimizin hadisi dediği gibi evlatları gibi iyi bilirler. ama söylemezler. ve burada biz zamanın sahibiz ve bizim burcumuz başak burcu başak burcu kimse çok titiz olduğu için ve ben erkek yani Osmanlı’dan kalan son iki çocuktan Oğlan olan olduğum için ve bir de başak burcu olduğum için bizim çiçeğiniz bizim köyün söylemeyi ile taşaklı kayınla yani kaynana çiçeği diye bir kaktüs vardır il gibidir Böyle yazsın resmini koyacağız İnşallah bu makalemizde ve dikenleri vardır yani o masaya falan konulmaz cam önüne konulur yani etrafını yakışanı dadalar geçer dikenini batırır geçer öyle dikenli kendini koruyan Vahşi vahşi batı çiçeği bizim çiçeğimiz bizi ararsanız Bir dahaki tırtar’da vahşi batıda arayayım yani o suyu Fertan açılırsa bilinki kaktüs çiçeğinin olduğu yerde olacak kayınla dili kaktüs çiçeğinin olduğu yerde olacak unutmayın Bu size Işık tutacak bu Kainat kapalıydı zaman portal açıldığında bu ağzımız oluşan kimseler dilden dile elden ele ulaştırsın ölümsüzlük suyunun aktığı Pınar kayınla dili kaktüsünün olduğu yerde olacak inşallah Ayna direği denmesinin sebebi da taşaklı dayımdan erkek olup da Titiz olduğu zaman Şunu şuraya koy Bu ne ya burada şu yanlış yapıyor bak yanlış adım attı suratı kararmış bir nane yemiş ibi her şeyle herkese her şeye durduğu olaya müdahale eden kimsedir, O yüzden dili pabuç gibidir işte kaktüs ayırma dili kaktüsü Bir de dikenlidir yanına yolla görerek dikenini batırır ısırır dalar geçer, fakat başak burcu ile titizdir”Er RAUF” ismi öğrenmeyen kimse Allah’ın Rauf ismini Talim etmemiş kimse başak burcu olaraktan doğamaz başak burcu ise tavuk ismi ise yani raflama sistemi veda Hiyerarşi bahçalar oluşturmak koyduğunu aradığı yerde bulmak yatacağım iyiyim de Her bilgiyi böyle Hiyerarşi şeklinde bohçaları Ata bir kimseler hafızası kuvvetli hatırlaya biliyorsa çocukluğunu olayları işte onun of isminde Mahir olduğunu gösterir oyduğunu aradığı yerde bulan adam çünkü düzenli koymuş düzenli yaşam Düzenli bir yere bir şey bıraktığı zaman işaret Kur’an işte ilk ölümsüzlük suyunu olduğu yere ulaşan kimse oraya bir işaret koysun işaret koysun Bir dahaki geldiğinde orayı bilsinler falan o işareti anlamayanlar anlamazsın Çünkü kötüler peşimizde düşman insan soyunu yok etmek için her an peşimizden rabbim onu amelinde muvaffak kılmasın.Oraya ilk İyiler oluşursa İyiler iyilerin anlayacağı bir işaret kötüler ulaşırsa iş işten çoktan geçmiştir zaten kötüler onu bilip bulunca Sen çocuğu da takdir edeceklerdir işte Son çocuğun yakalanıp ölme ihtimali olduğundan Peygamberimizden 3 çocuk kağıtta ikinci çocuk bunu başaramayacak şeklinde ifade etmiştir Rabb’im o çocuğa yardım etsin inşallah o gün geldiğinde Yani onun ölmesi de zaten yakalanması dat portalın açılmasına sebeptir Eğer kızdır yakalanırsa ileriye geçemez insan soyu ve kıyamet kopar bütün sistem yok edilir Bilgisayarda var yani dosyalar vardır düzenli kimsem dosyalarını düzenli şekilde oluşturur ve bir şeyi aradığı zaman Tab aradığı yerde bulur Bu da başak burcunun özelliğidir ve son asker hep başak burcu olur Merkür yani

Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca
Schrems,, 9 Temmuz 2021 cuma
Önemli not: portal ise o ters beğenin çakıştığı noktada açılır yani alan Walker in logosundaki ortadaki deltoid olan yerde açılır ortar onlar bilirler deltoitin olduğu yere kutsal mabet yapılacaktır emanetler oraya taşınacaktır kalktıkları zaman ilk bulan emanetleri bulur. Eğer emanetleri ele geçirirse kötüler insanlık suyu biter. Ben yeni portal açılacak yere yeni muhabbet yapılmalıdır ve emanetler yine yeni açılacak Deltoidin o zamanın sahibi vahdet-i vücudun işareti ile oraya saklanır yeni Nesle oradan ulaştırılır çünkü sağ kalanlar oradakiler olacaktır.
Önemli not 2: bu yazının yanlışları düzeltlenmeyecektir O da düşmanlarımıza kilit olsun okuyanlar erişenler bu yazıya ileriki nesil de Ölümsüzlük suyu aradıkları zaman bulmacayı kendileri çözsün buradaki yanlışları kendileri düzeltlesin.
islamda Kerahat Vakitler Nedir? Seher Vaktinin Kerahat Vakitler ile Farkı Nedir? Seher Vaktinin Zamanı Nasıl Hesaplanır?

Dinimizde 3 vakit kerahat vakit olaraktan ele alınmıştır. Bunlar sırasıyla, Güneşin doğduğu vakit ki vakit, (işrak Vakti) Bu Vakitlerde Güneş ışınları dünyamıza açı olaraktan, 45 derece açıyla ulaşır. ikincisi güneşin tam tepede olup, Güneş ışınlarının dünyamıza açı olaraktan, 90 derece dik olaraktan düştüğü vakit, ve bu vaktin ismine zeval vakti denilmiş. 3. vakit ise Güneş’in batarken 135 dereceden itibaren dünyamıza 135 derece açıyla ışıklarını yansıttığı vakit ten, ta ki Güneş batıncaya kadar olan vakittir. (Grub Vakti) Bu vakitlerde namaz ibadeti ve Secde ibadeti kerih görülmüştür. Kerih ve kerahat demek, yani kötü görülmüştür. Sebebine gelince mecusilerin, yani ateşe tapanların ve güneşe tapanların, o vakitlerde güneşe tapktıkları için, güneşe secdeye vardıklarından dolayıdır. Biz güneşe aya tapmayız, O yüzden o vakitler de,onlara benzememek hususunda, secde ve namaz yasaklanmış. Mecusilere benzemek konusunda kerih görülen bir başka mesele de, secdeye vardığımızda bizim mezhep imamı, imam-ı Ebu Hanife Hazretleri, ellerimizi yere koyduğumuzda, parmaklarımızı açık tutmayı kerih görmüş. Çünkü ateşe tapanlar güneşe tapanlar ay a tapanlar, geceleri secdeye vardıklarında, parmaklarının arasına yanan ateşli mum taktıkları için, mum tutup secdeye öyle varırlarmış (şintoizm) ateşe öyle secde ederlermiş, elindeki mumdaki ateşe yani. işte yine onlara benzemek hususun da da, secdeye vardığımızda, biz hanefiler, ellerimizi yere koyduğumuzda, baş parmaklar hariç, diğer dört parmak birbirine birleştirilir.

Şimdi kerahat vakitler meselesini aşağıdaki kendi çizdiğim şekiller ile anlatırsak, Sabah Güneşin ışığı dünyamıza 45° dereceden ulaşıncaya kadar olan vakit kerahat vaktidir, yani güneş ilk doğup 45° yükselinceye kadar olan ki vakit. Bunu bazı alimler 19° demişlerse de öyle değildir. Yine eski alimler, Eskiden derece ve açı nedir bilinmediği için, Güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar diye tarif etmişler. Bugün Fizikte, coğrafyada, bizler ışıkların açısını ve derecesini hesap edebiliyoruz. Bugün Fizik sabit kurallarla anlatılabilir. Bir Mızrak tarifi ile anlatılmaz, bugüne en güzel şekilde uygun anlatmak 45°(derece) ile demektir.

   

   

   

   


Ikinci kerehat vakti olan zeval vakti ise, Güneşim picks yapıp, tam tepede olduğu zaman ki vakittir. Bunu da, bir daire çizip, bunu Dünyamız kabul edersek, ortasından Ekvator geçtiğini düşündüğümüz de, dünyamızın durduğu şekline, 90° derece bir açıyla, dikey bir çizgi çizdiğimizde, zeval vaktinin, her bölgeye, köy e göre,... saat kaçta olduğunu hesap ederiz. Bu vakitte güneş ışınları dünyamıza, 90° derece bir açı ile gelmektedir. 90 derece 91 derece olunca artık dik açı ile gelmiyor demektir, yani Güneş Tepe’den 1 derece fark ile ileri geçtiği zaman, ya da 1 derece öncesinde, 89 derecede ışınlar dik değildir. Eski İslam alimleri bu süreyi 45 dakika olaraktan hesap etmişler, öğlen ezanı işte, bu zaman geçtikten sonra okunur. Halbuki o zaman dilimi 45 dakika sürmez, sadece 1 derece bile farklı olması yeterlidir. Çünkü 89-90 dan küçüktür, 91 de 90’dan büyüktür , O yüzden bu Vakit Sadece 15 dakikadır, yani Buna göre zeval vakti 15 dakikadır.

3. Vakit te, Kerahat vakit olan, güneşin ışınlarını Dünyamıza, gözü kamaştırmayacak açıdan yansıtmaya başladığı vakit olan, açının 135° derece olduğu zaman başlayıp, ta ki 180° derece ters açıdan battığı zamana kadar olan vakittir.

Bugün bilim adamları, bu vakitlerde ki, güneşin dünyamıza gönderdiği dalgaların ve ışınların, insanlarda fiziksel etkilerinin ne olduğunu, biyolojik etkilerinin ne olduğunu tespit etmişler, ve bu saatlerde uyuyuyan insanlarda, yorgunluk ve bitkinlik etkisi vermekte olduğunu tespit etmişler, bundan sonraki İleriki saatlerde de aynı etki devam etmekte. işte Sabah ezanında müezzinin (Bilali Habeşinin yorum kattığı) Sabvah Ezanına katmış olduğu, "Namaz uykudan hayırlıdır" ibaresi bunu anlatmaktadır. Yine Peygamberimizin başka bir hadisi de vardır. O da, akşam güneş batarken (ikindiden sonra) uyuyan kimse belaya uğrar demiştir, o Bela öyle, seni ileride bir köpek ıstıracak, yahut da başına taş düşecek değil. işte bu bela, insanın, insanı hasta eden bu dalgalara maruz kalması demektir. Bu saatlerde uyuduğun zaman o belaya düçar olursun. Yani Kerahat vakitlerde Uyanık olan kimseler ise, ondan sonraki, İleriki saatlerde, enerjik ve Dinç hayat sürmektedir. O Günün insanlarına Peygamberimiz, bunu o kadar anlatabilmiştir. Bugün bilim insanları bunu anlamış bilmişlerdir. Bu hadisin yorumu da, daha güzel anlaşılmıştır ki, Peygamberimiz de zaten Veda hutbesinde demiştir: "Burada bulunanlar benim söylediklerimi, burada olmayanlara anlatsınlar, Belki ileride ki bir kimse, sizin anladığınızdan daha iyi anlayıp, insanlara anlatacaktır." demiş o günün insanlarına belki Peygamberimiz tam manası ile anlatamamış ama, bugün fizik ve biyoloji, bunun boyutlarını, fiziken, ve biyolojik olaraktan, sağlık olaraktan nerlerdir, anlamış tespit etmiş bulunuyor.

Ve bu vakitler hergün sabit değildir, değişkendir. Çünkü her gün güneş, 2 dakika erken, ya da geç battığı için, her gün bu saatlerin vakitleri de, 2 dakika erken ya d,a geç başlayıp, geç biter.

   

   

   

   


Seher Vaktinin Zamanı Nasıl Hesaplanır?

Seher vakti meselesine gelince, çizmiş olduğumuz şekilde gösterdiğiniz gibi, önceki vaazımızda da anlatmıştık, seher vakti iki vakittir : birisi sabah Seheri, ikincisi bizde Güneş batarken, alt meridyede yeni gün doğup ta, gündüz olan taraftaki ikindi seheri vaktidir. Seher vaktini gece olan taraftan hesaplamak zordur, bunun Kolay olan yöntemi ise, merkez, Bizim bulunduğumuz Avusturya/Viyana veyahutta Avusturya/Schrems ele alındığında, buraya bir Merkez noktası koyulup, herhangi bir bölgenin köyün kentin, gündüz açısı ele alındığında, ikindi vakti girdiğinde ki derece, baz alınaraktan, dünya dairesinden bir çizgi ile başlatılıp, merkezden geçip, dünyanın öbür ucuna ulaşan bir çizgi, 180° bir çizgi çizildiğinde, ve yine o bölgedeki Güneşin Battığı dakika ve saatte ki derece ve açı ele alınıp birinci çizgiyi kesip geçen 180° düz çizgi çizildiğinde, yani x işareti yapıldığında, bir ucundaki açı, sabah seher vaktinin zamanını gösterir diğer ucundaki açı ise, Bizde Sabah, yani gece seher vaktinin zamanını vermiş olur.Bbu şekilde anlayabilirsiniz. ikinci bir şekilde de anlattım. Birinc şekilde kafası karışanlar, ikinci şekile bakıp, belki daha kolay anlayabilirler, Yani işte, ikindi seher’i, gece Seherini bulmamıza kolaylıktır.

Bu Bir Karaoğlan Başağaçlı Raşit
Seher Vakti Ne Demektir? | Gece Vaktinin En Hayırlı Saati Seher Vakti midir? | Seher Vakti Tam Olarak Ne Zamandır?
Seher vakti tam olarak ne zamandır?

Seher vakti, fecri kazip (yalancı fecir) dediğimiz gökyüzünde bir kızıllık hasıl olur. Bundan sonra bir beyazlık olur ki, buna fecr-i sadık denir. Bu fecr- i sadık yani doğru fecir zamanında sabah namazı vakti başlar. İşte seher denilen vakit, Bu fecr- i sadık yani doğru fecir zamanında sabah namazı vakti başlar, bu doğru fecir zamanından öyleki ortalığın aydınlandığı, fakat güneşin henüz daha doğmadığı, zaman aralığına kadar “Seher Vakti” denilir.


Bu husuda kuranda yine

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

innel muttakîne fî cennâtin ve uyûnin. Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn. Ve bil eshârihum yestağfirûn

Meali :

Muhakkak ki takva sahipleri, cennetlerde ve pınarlardadır. Rab’lerinin onlara verdiği şeyi alanlar; muhakkak ki onlar, bundan önce muhsin olanlardır. şüphe yok ki onlar, bundan önce, iyilik ederlerdi(muhsinler denen kimselerdi). Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn, öyleki onlar Gecelerin az bir kısmında uyurlardı. Ve onlar, seher vakitlerinde Tövbe edip mağfiret
dilerler bağışlanma dilerlerdi.

(ZARİYAT Suresi 15. 16. 17. 18. ayetler)

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“Allah Tebâreke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kalınca dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Mülkün sahibi benim! Kim ki bana duâ ederse, ona cevap veririm. Kim ki benden isterse ona veririm. Kim ki bana istiğfar ederse onu bağışlarım. Tan yeri ağarıncaya kadar bu böylece devam eder.”

(Tirmizî, Namaz, 326)

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Yine Buyurdular

“Fecir vaktinde iki rekat dünya ve içindekinden hayırlıdır.”

( Hadis-i Şerif )

Bu seher vaktinin önemi yüzünden biz Raşidi Tariqatı Zikir Evradımızın

Version No : PRO14
SAYISI : V180120192154
SINIFI : BÜTÜN SINIFLAR


14. Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr.Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr.


Eger zikrimizi sabah namazindan sonra cekiyorsak ve vakit seher vaktine ayarlanir ve bu zikiri cekdigimiz vakit, seher vakti ise hemen ardindan

“Estağfirullâh’ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-Hayye’l-Kayyûme ve etûbü ileyh. “

(3 Defa)

ve sonrada

“Estağfirullâh El Aziymu ve E Tübü ileyh”

(71 Defa)

Bu zikirin normaldaki yeri

Estağfirullâh El Aziymu ve E Tübü ileyh.”(71 Defa) Bu zikirin normaldaki yeri

29. ve 30. BAB dir amma seher vaktinde 14.bab da okunur zikredilir.


amma eğer sabah namazindan sonra okundu ise zikirimiz, o zaman seher vakti olduğu için yukardaki yerde okunur,14.bab da okunur zikredilir. burada 29. ve 30. BAB da ikinci defa okunmasina gerek yok , amma zikirimiz mesala gündüzleri veya güneş doğduktan sonra okuncak ise 29. ve 30. BAB dir yeri veya akşamları

ikindi ile akşam arası okuncak ise, bizim meridyende ikindi vakti, güneş batmaya yüz tutmuşken, diğer meridyende sabah olmak üzre, ve güneş doğmak üzeredir, ve bizdeki ikindi vakti, diğer meridyenin seher vaktidir, ve bizden önceki meridyenlerin ikindi vakti de, bizim seher vaktimizdir, öyle olunca ikindi va sabah hep biryerlerde seher vaktidir.

Estağfirullâh El Aziymu ve E Tübü ileyh.”(71 Defa) Bu zikirin normaldaki yeri.

29. ve 30. BAB dir ama bu iki vakitte okununca sabah seher vakti veya ikindi vaktinde okununca 14.bab da okunur zikredilir.



#################

ve ayrica 5 Vakit namazin hemen öncesinde ve sonrasında, sağ el, sol memenin altına getirilir, kalp hizasina, ve baş parmak ile, diğer parmaklarin boğumları tesbih edilerek, 12 defa “estağfirullah” denilir, ve 13. defa denirkende el yumruk yapılır öyle söylenir, ve gelmiş geçmiş günahlara tevbe edilip pişman olunur. Namaz sonarası namazdaki kusurlara tövbe edilir.

yine her gece uyumadan evvel Yatağa girince, 3 defa

“Estagfirullahelazim ellezi la ilahe illa huv el-hayyel kayyume ve etubü ileyh” denilir.

Zikirimizdeki 14. Babdaki âyette,

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

ٱلَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَآ إِنَّنَآ ءَامَنَّا فَٱغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ ٱلنَّارِ ٱلصَّٰبِرِينَ وَٱلصَّٰدِقِينَ وَٱلْقَٰنِتِينَ وَٱلْمُنفِقِينَ وَٱلْمُسْتَغْفِرِينَ بِٱلْأَسْحَارِ

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr, Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr.

Meali :

(Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde tövbe edip (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.

Sadakallahul Aziym Âli İmrân Suresi 16 ve 17. Ayet


“Allah’ın rızası ve cennet nimetleri sabredenlerin, doğruluktan şaşmayanların, huzurda boyun bükenlerin, hayra harcayanların ve seher vakitlerinde istiğfar edip yalvaranlarındır.”


Peygamber Efendimiz (asm), sahur ve seher vakti hakkında şöyle bildirmiştir:

“Allah Tebâreke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kalınca dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Mülkün sahibi benim! Kim ki bana duâ ederse, ona cevap veririm. Kim ki benden isterse ona veririm. Kim ki bana istiğfar ederse onu bağışlarım. Tan yeri ağarıncaya kadar bu böylece devam eder.”

(Tirmizî, Namaz, 326)

“Sahur yapınız. Şüphesiz sahurda bereket vardır.”

(Nesâî, Sıyâm, 18, 19; İbn Mace, Sıyâm, 22),

“Oruç tutmak isteyen kimse, bir şeyle sahur yapsın.”

(Ahmed b. Hanbel, III / 367)

gibi hadisler de sahur zamanının bereketine işaret etmektedir.

vaktin sonuna yaklaşılmış olan bu vakitte uyanmak ve bu vakitte teheccüt namazı kılmak, ardından da gecenin son namazı olarak vitir namazı kılmak sünnettir. Peygamber Efendimiz gecenin üçte ikisi geçtiğinde kalkar, teheccüd namazı kılar, ve ardından son olarak vitir namazı kılarlardı.

Cüneyd-i Bağdadi’yi vefatından sonra rüyasında gören bir hürmetkârı sorar:

“Üstad der, senin birçok iyiliğin ve faziletin vardı. Kim bilir Rabbim hangisine ne türlü sevaplar lütfeylemiştir.”

Şöyle cevap verir büyük veli:

“Hepsi bir yana seherde kıldığım iki rekat namaz bir yana!”

Peygamber Efendimiz de buyurur ki:

“Fecir vaktinde iki rekat dünya ve içindekinden hayırlıdır.”

Seher vakti böyle mübarek bir vakittir. İçindeki ibadetleri bile kat kat yücelten o vakitte, hele birde tövbe edenler, kuranda övülen kimseler olarak karşımıza çıkmaktalar, böyle özellik ve güzelliğe sahip bir zaman parçası.

   

   

   

   

Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca
Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi
Schrems, 20 Nisan 2019 Cumartesi
Hz. ALi Efendimizin isimlerinden Birisi Olan “HAYDAR-I KERAR” Ne Demektir?

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgili kızı Hz. Fâtıma kendi işini kendisi görürdü. Bundan hiç şikâyet etmezdi. Fakat el değirmeninde un öğütmek ona zor geliyordu. Hz. Ali de kuyudan su çekmekten yoruluyordu. Zaman zaman Medine’ye harp esirlerinin geldiğini, Peygamber Aleyhisselâm’ın da bunları bazı ihtiyaç sahiplerine hizmetçi olarak verdiğini görünce bir yardımcı da kendileri için istemeye karar verdiler. Bir gün Medine’ye yeni bir esirin geldiğini haber alan Hz. Fâtıma kalkıp babasının yanına gitti. Fakat onu evde bulamadı. Ziyaret maksadını Hz Âişe’ye anlatarak babası eve gelince ona dileğini açmasını rica etti. O gün Resûl-i Ekrem Efendimiz eve biraz geç geldi. Kızının isteğini öğrenince, vaktin geç olduğuna bakmadan kalkıp onun evine gitti. Hz. Ali ile Hz. Fâtıma henüz istirahate çekilmişlerdi ki, Peygamber Aleyhisselâm’ın içeri girmek için izin isteyen sesini duyunca hemen buyur ettiler. Resûlullah Efendimiz onların yataktan kalkmalarına bile izin vermeden aralarına gelip oturdu. Doğrudan meseleye girerek o gün gelen esiri kendilerine veremeyeceğini, onun parasıyla Mescid-i Nebevî’de yatıp kalkan fakir müslümanların ihtiyaçlarını temin edeceğini söyledi. Sonra da onlara ondan daha hayırlı olan zikiri ve Haydar Kılıcını Hz Ali ile Fatmaya Verir (33 lü tesbih 33 lü tabanca 33 lü 33 lü cop 33 lü kılıç zeker defalarca ca 33 lüsünü kafirlere sokup çıkaran adam) hadisimizdeki duayı tavsiye buyurdu ve bu duayı okumanın onlar için bir hizmetçiden daha hayırlı olacağını belirtti. Böylece dünya sıkıntılarının gelip geçici, âhiret hazırlığı yapmanın daha önemli olduğuna işaret buyurdu. Bizim Zikir tesbihimiz ondan 99 lu değil 2×33 ve ortada 2×17=34 lüdür, tesbihatın sırası biz Türklerin okuduğu gibidir, fakat tesbihdeki yeri sağda ve başta sübahanallah, sonda elhamdülillah ve ortdakiler ilede Allahuekber zikredilir.

Hz. Fatıma’nın (s.a) Tesbihatı

(Arapça: تسبيح الزهراء عليها السلام), “Allahu Ekber” zikrinin 34 kere, “el-Hamdulillah” ve “Subhanallah” zikirlerinin ise, 33 kere söylendiği zikirlerinin bütününe denir. Nakledilen rivayetlere göre bu zikri, Hz. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.a) Hz. Fatıma’ya (s.a) öğretmiştir. Hadis kaynaklarında günlük farz namazların ardından söylenmesi önemle vurgulanmıştır.

Müslümanlar namazdan sonra bu 99 lu yahut 3 33 lü (34. Hz Ali) zikre devam ettikce o Kılıç ve Hz Ali Sağ ve dimdik ayaktadır unutma müslüman.
Hz. Ali o günden sonra bu zikri hiç ihmâl etmediğini söylerdi. Bunu duyan biri, Hz. Ali’ye, hayatındaki en önemli olaylardan biri olan Sıffîn Savaşı’nı hatırlatarak:

– Sıffîn gecesinde de mi okudun? diye sordu. Hz. Ali:

– Evet, Sıffîn gecesinde de okudum, diye cevap verdi (Müslim, Zikr 80).

İşte ashâb-ı kirâm böyleydi. Resûlullah Efendimiz’in kendilerine bu yöndeki tavsiyelerini bir ganimet kabul ederlerdi. Hayatlarını dua ve zikirlerle mânalandırmaya çalışırlardı.

Hadisin bazı rivayetlerinde bu üç zikirden birinin otuz dört defa söylenmesi tavsiye edilmiş ise de, her birinin otuz üçer defa söylenmesine dair rivayet daha fazla yaygınlık kazanmıştır.

Tesbihatı Söylemenin Şartları

Hz. Zehra (s.a) tesbihatını söylemenin şartları vardır:

İlk olarak sayısında eksiltme ve artırma yapılmamalıdır. Şöyle ki sıralama ve sayı şu şekilde olmalıdır: ilk olarak “Allahu Ekber” 34 defa söylenmeli, sonra “el-Hamdulillah” 33 defa ve son olarak 33 defa “Subhanallah” denmelidir. Dolayısıyla müstahap bir amel olsa bile, sayısında eksiltme ve azaltma olmadan olduğu gibi söylenmelidir.

İkinci olarak: zikir söylendiğinde kalp huzuruyla bir seyir izlenmelidir. Önce “Allahu Ekber” ile manevi bir seyir takınılmalı, ardından “el-Hamdulillah” ve “Subhanallah” ile başka bir manevi seyir.

Üçüncü olarak: Tesbih namazdan hemen sonra olmalıdır. Şöyle ki namaz bittikten sonra, insan duruşunu değiştirmeden ve farklı bir hale geçmeden söylemelidir. Başka bir ifadeyle, teşehhüt ve selamla namaz bitirilmeli ve başka bir şeye geçmeden Hz. Zehra’nın (s.a) tesbihini söylemelidir. Sayıların sırrı ve tesbih zikrinin niteliğinin namaz bittikten hemen sonra olmasının, başka bir anda olmayan bir hesabı vardır. Bunun delili İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir rivayette geçmektedir. İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim farz namazlarda selam verdikten sonra, yerinden hareket etmeden Allah’ı “Fatıma tesbihi” ile tesbih ederse, Allah o kimseyi bağışlar. Tesbihe “Allahu Ekber” zikri ile başlamak gerekir.”

Dördüncü olarak: Hz. Zehra (s.a) tesbihinde muvalat (peş peşe gelmesi) şarttır. Şöyle ki zikirler ara verilmeden, kesintisiz olarak söylenmeli ve tesbih sırasında farklı şeylerin söylenmesi veya başka işlerle meşgul olunması, tesbihin arasına fasıla girmesine neden olur. Dolayısıyla bundan uzak durulmalı ve kaçınılmalıdır. Tesbihi birleşik ve ara vermeden söylemenin kendisine özgü sır ve şifresi vardır ki bu işin ehli onu bilmektedir. Nitekim Merhum Kuleyni (r.a) “Füru-u Kâfi” kitabında Muhammed b. Cafer’den şöyle rivayet etmektedir: “İmam Sadık (a.s) Hz. Fatıma tesbihini muttasıl ve aralıksız olarak söylemekte ve onu başka bir şeyle bölmemekteydi.”

Bu konuda internette şu makaleye de rastaldım ve alta ekledim

Haydar-ı Kerrar Ne Demek

Haydar-ı Kerrar Hz. Alinin en önemli vasıflarından birisidir. Kerrar, bir kelime olsa da, bir nitelik belirtilmek için Hz. Ali için kullanılmıştır. Kelime manası olarak ‘Tekrar Eden, tekrarlayan’ manasına gelir.

Geniş açarsak, Hz. Ali sürekli, geri adım atmadan, tekrar tekrar haklının yanında durmuştur. Yaşadığı tüm zamanlarda geri adım atmadan masum ve mazlumların yanında olmuş, kerelerce, yani defalarca haksızlıkla savaşmış olmasından dolayı ‘Haydar-ı Kerrar’ lakabını almıştır.

Haydar-ı Kerrar Manası

Haydar kelimesi ise ise üstün, cesur, yiğit, korkusuz anlamına gelir. Bütünlük içinde bakarsak Kerrar vasfının en üstünü gibi anlaşılabilir.

Haydar-ı Kerrar sıfatı da bir sıfat olarak Hz Ali’ye, bu vasıflarından dolayı Hz. Muhammed tarafından verilmiştir. birçok kaynakta Hz Muhammed Hayber Kalesinin fethinin son günü beyaz sancağı Hz Ali’ye vermiş ona bir zırh giydirmiş ve “”Allah, sana fetih nasip edinceye kadar savaş. Sakın arkana dönme.” Diye emretmiştir. Hz Ali bu sözün üzerine Hayber Kalesinin fethini gerçekleştirmiştir. Daha önce sancağı alarak kaleyi fethe giden ancak fethedemeden geri dönenler çok olduğu için bu fetihten sonra Hz Ali’ye “ Haydar-ı Kerrar ” denmiştir.

Bir Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca Makalesi

Schrems, 04.06.2021
Lokman Hekim Kimdir? Ne Yapmıştır? Kimlere Lokman Hekim Ünvanı Verilir?

‚Lokman Hekim‘ Kuranda Lokman Suresinde Geçen ve, Allahu Teala, Nasıl Süleyman Peygambere hayvanlarin dilini mucize olarak ögrettiyse, işte Lokman Peygamberine de, Bitkilerin dilini ögretmis, ve Lokman aleyhisselam, her bitki ile konusup, bizzat bitkinin keindisinden, o‘nun faydaları ve zarararları nelerdir, kendisi bizzat öğrenip tatbik etmiş, ve birde bunu gelecek nesillere aktarmak için de herbirini resmetmiş, ve anlatmış olan, ulul azim bir Peygamberdir, inbni Sina’nin kitabında yer alan bilgiler O‘nun kitabından alıntıdır sadece, ibni Sina kendisinin hastalıktan kurtaramyıp ölen birisidir O’nda lokmanlık olsa derdine derman bulurdu, O‘nun bilgileri lokman kitabından çalintıdır sadece. Ve dünyada bu gürevi üstlenmiş Allah dostları vardır onlar o peygamber Hz Lomanın misarsını devralmışlardır. Ve onlarda yani lokman gibi bitkilerin dilini bilirler yer yer keramet gösterip insanlara bu konuda faydalı olurlar. Bu kimselere Toplum arasında „Lokman Hekim„ Lakabı verilmiştir işte.


internet armamda Hürriyet gazetesinde bu kionuda şöyle bir makaleye rastladım ve bu konunun altına onu da ekliyorum.

Lokman Hekim kimdir? Lokman Hekim hakkında merak edilenler


Efsanevi bir kişilik olan Lokman’ın kimliği ile ilgili tefsir kitaplarında çok farklı anlatımlar tefsir yazarlarının değişik kaynaklardan duyumsadıkları görüşlerini yansıtır ve birbirlerinden farklı kimlik ve soy bilgileri bu kaynaklarda yer alır. İslami düşünür Muhammed Esed’e göre Lokman tıpkı Hızır gibi kurgusal bir kişiliktir. İşte, Lokman Hekim hakkında merak edilenler.

Lokman veya Lokman Hekim, Kur’an’da ve halk efsanelerinde bahsi geçen, hikmet sahibi olduğuna inanılan kişi. Lokman Hekim’in İslam’a göre peygamber olduğuna dair iddialar bulunmakla beraber İslam alimlerinin genel görüşü peygamber olmadığı yönündedir. Kur’an’da Lokman Hekim’den Lokman Suresi’nde bahsedilir.

Lokman’ın ölümsüzlük iksirini bulduğu ancak formülünü kaybettiğine dair efsaneler mevcuttur. Formülü nasıl kaybettiği ise değişik kaynaklarda değişik şekillerde anlatılır. Bir efsaneye göre içinde ölümsüzlük iksiri bulunan şişeyi köprüden geçerken düşürüp kaybetmiş, bir başka efsaneye göre ise eline yazdığı ölümsüzlük formülü yağmurda silinmiştir. Bir rivayete göre de iksir, Allah’ın emriyle Cebrail tarafından yok edilmiştir.

Bir rivayete göre Davud Lokman’a bir koyun kesmesini ve kendisine en iyi yerinden iki parça et getirmesini söyler. Lokman koyunun yüreğini ve dilini getirir. Başka bir gün Davud kendisine koyunun en kötü yerinden iki parça et getirmesini söyler. Lokman yine yüreğini ve dilini getirir. Davud neden böyle yaptığını sorunca Lokman şöyle cevap verir: “İyilik için kullanıldığında yürekten ve dilden daha iyi bir şey yoktur. Kötülük için kullanıldığında da yürekten ve dilden daha kötü bir şey yoktur.

Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems,25.05.2021


Geri Döndüren Gök – Merkür Retrosu – Ümmü Seleme – Bir Kadının Lafına Bakan Geri Dönen Peygamber Muhammed

Muâhedenin bitmesinden sonra Süheyl, oğlunu alıp sevinç ve memnûniyet içinde Mekke’ye dönerken, Allâh Resûlü de ashâb-ı güzîne şöyle buyurdu:

“–Haydi, artık kurbanlarınızı kesiniz ve başlarınızı tıraş ediniz!..”

Fakat sahâbe-i kirâmdan hiç kimse bu emri yerine getirmek için yerinden kalk­madı. Onlar, sırrını çözemedikleri bir meselenin sisleri arasında mahzûn ve mağmûm idi­ler. Hazret-i Peygamber, emrini üç kez tekrarladı. Yine kimse yerinden kımıldamadı. Bu aslâ bir isyan değil, Kâbe’yi ziyâret iştiyâkının yürekleri yakması netîcesinde, daha yeni yapılmış bulunan ahitnâmenin iptâli için küçük bir ümîd bekleyişi idi. Yoksa her biri daha bir gün evvel:

“−Allâh Resûlü’nün gönlünde ne murâdı varsa, onun üzerine bey’at ediyorum.” diye­rek Peygamber Efendimiz’e bağlılık ve itaat yemini etmişti.

Ashâbının bu hareketsizliği karşısında Allâh Resûlü son de­rece mahzûn oldular. Kederli bir şekilde kıymetli zevcesi Ümmü Seleme’nin çadırına gitti­ler. Durumu Ümmü Seleme’ye bildirdiklerinde mübârek annemiz, Allâh Resûlü’nü tesellî ederek şu sözleri söyledi:

“–Ey Allâh’ın Resûlü! Siz, ashâbınıza hiçbir şey söylemeden kurbanlarınızı kesiniz, tıraşınızı olunuz! Bu durumda, onlar kendilerine güç gelen bir ağırlığın altında mahzûn ol­salar da, sizin yaptığınıza tâbî olacaklardır, onları mâzur görünüz!”

Bu istişâreden sonra çadırından çıkan Hazret-i Peygamber, konuşulduğu gibi hareket etti. Bu hâli gören ashâb, muâhedenin değişmeyeceğini anladılar ve hepsi Resûlullâh’nün yaptıklarına tâbî oldular. Kurbanlarını kestiler, saçlarını tıraş ettirdiler. Bu hâdiseyi müşâhede eden Ümmü Seleme:

“–Müslümanlar kurbanlıklara doğru öyle bir sıçradılar ki, birbirlerini ezeceklerinden korktum.” demiştir.

(Buhârî, Şurût, 15; Ahmed, IV, 326, 331; Vâkidî, II, 613)

Resûlullâh ile ashâbı kurbanlarını kesip tıraş olduktan sonra, Allâh Teâlâ bir kasırga gönderdi. Ashâbın saçlarını havalandırıp Harem içine savurdu. Sahâbîler, bunu umrelerinin kabûlüne bir işâret saydılar.[8] Bunun ardından da Medîne’ye hareket edildi.

Bir Karoglan Başağaçlı Raşit Tunca Makalesi

Schrems, 17.05.2021

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)