MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 17,778
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 19,385

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



İhsan Bilinci/İnsan Bilici

İnsan toplum içinde, toplumla iç içe yaşayan sosyal bir varlıktır. Alışverişten ticarete, arkadaşlıktan dostluğa, komşuluktan akrabalığa kadar uzanan her çeşit iş ve ilişkide; mahalleden beldeye, köyden şehire, gündüzden geceye her türlü zaman ve zeminde birbiriyle etkileşim halindedir. İletişim kurduğu kişilerle ya temeli sağlam ve samimi ilişkiler içerisindedir, ya da o ilişkiler temelsiz ve yüzeysel bir bağdan ibarettir.

Yapmış olduğu işler de aynı kurduğu ilişkilerle doğru orantılıdır. Ya ihsan bilinciyle hareket eder ki Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışır. Zira, “Her ne kadar, O’nu görmese de Allah onu görmektedir.” (Buhârî, “Tefsîr”, 31/2) Ya da insanlar bilsin diye iş tutar ki topluma gösterdiği yüzle takdir toplar. Zira ona göre, başkalarının onayından geçmek ve göze girmek, ancak filtrelenmiş işlerle gerçekleşir.

Kimileri “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Buhârî, Mağâzî, 35.) ilkesinden yola çıkarak konumuna ve sorumluluklarına dört elle sarılır. Zira o, aldıklarıyla değil verdikleriyle hayatına anlam katar. Kimileri de kendisine faydası olan ne var, hangisi menfaatine uygun, bunun derdiyle oradan oraya savrulur. Zira, çıkar odaklı her davranış kendi içinde dinmez fırtınalara dönüşür.

Kimileri, her ne işle mes'ul ise, elinden gelen gayreti gösterme şevkindedir. Zira, “...İşlerinizi iyi yapın. Şüphesiz Allah iyi iş yapanlar sever.” (Bakara, 2/195.) ilahi düsturuyla hareket eder. Kimileri de meşgul ettiği vazifesinin her anında görünme peşindedir. Zira emek vererek iş ortaya çıkarmak yerine, daha fazla nasıl görünürüme çaba sarfeder.

Kimileri, sahne arkasında bütün işi üstlenir, ekibi harekete geçirir, müsbet sonuca erdirir. Zira, bilir ki, “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.” (Necm, 53/39.) Kimileri de sahne önünü boş bırakmaz, rol yapma kabiliyetiyle kocaman alkış toplar. Zira, ona göre önemli olan harcanan efor değil, göz önünde olma ve gözde kalma ödülünün gerçekleşmesidir.

Kimileri, amel, eylem ve ibadetlerinde usule, gayeye, fıtrata uygun hal ve davranış sergiler. Zira, “Allah her konuda ihsanı emretmiştir...” (Müslim, Sayd, 57) ve yüce Allah, yapılan işin, sağlam ve iyi yapılmasından hoşnut olur. (Beyhâki, Şu'abu'limân,) Kimileri de günü kurtaran cüce gösterilerde bulunur ama bunu dev erdemlermiş gibi reklam eder. Zira o, küçücük işi marifet, azıcık aşı ziyafetmiş gibi gösterme eğilimindedir.

Kimileri, gündelik basit işleri iyi niyet, samimiyet ve güzel düşünceleriyle salih amele dönüştürebilir. Zira, onun nazarında “İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır.” (Hz. Ali) Kimileri de değerli olan her şeyi kötü niyetiyle, sahte maskesiyle, nahoş tavrıyla şekilciliğe çevirir. Zira, yapılan işin nitelik ve niceliğinden ziyade imaj ve sunumu onun için geçerlidir.

Ama unutmayalım ki, “Sonunda, gizliyi de açığı da bilenin huzuruna çıkarılacaksınız ve O size yapmış olduklarınızı haber verecektir.” (Tevbe, 9/105.) ayetinde geçen o hesap günü gelecek ve nihayetinde de “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim...” (Al-i İmran, 3/195.) ilahi fermanınca ihsan üzere iş kuran ile görünmekle var olanların farkı gün yüzüne çıkacaktır.


Kaynak

Diyanet Haber

Yıldız Mumyakmaz
Afyonkarahisar Adrb Koordinatörü
Allah’a Muhtaç, Allah’tan Uzak

Allah muhtaç değildir; fakat bütün varlık O’na muhtaçtır. Bu sebeple Allah kulunun peşinden gitmez, aksine kulunu kendi davetine çağırır. Kulun bu davete vereceği cevap, Allah’ın ona olan muamelesini belirler.

Peygamberimizin (sas) buyurduğu gibi;

“Yüce Allah buyuruyor ki: Kulum beni anarken ben onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.”

(Müslim, Zikir, 2)

Allah, kullarıyla doğrudan bağ kurmak ister; ne randevuya ihtiyaç duyar ne de aracıya. Zaman ve mekanla sınırlı değildir; her yerde ve her zamanda kullarını bekler. İşte bu sebeple, mülkünde hiçbir ortakçı bulunmadığını Kur’an’da defalarca vurgular ve ortak koşmayı en büyük günah olarak ilan eder.

“Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler.” (Bakara,2/186)

Anne rahminden itibaren insanı aşama aşama yaratan, onu sağlıkla dünyaya getiren ve her safhada yaşamı için gerekli bütün ihtiyaçlarını bedelsiz karşılayan Yüce Allah; zengin, cömert, vermekle tükenmeyen hazinelerin sahibi, güçlü ve her şeyi en iyi bilendir.

Kullarına emrettiği namazdan da, mal ile verilen zekattan da Allah’a ulaşan bir menfaat yoktur. Namaz, kulun Rabbiyle bağ kurmasıdır. Allah ile gönül bağı kuran kimseye O da gönül huzuru verir. Böylece kazanan yine kul olur.

Bir fakire zekat yoluyla yapılan maddi destek, muhtaç kimsenin yararınadır; aynı zamanda kalpler arasında muhabbet ve sevgi köprüsü kurar. Bu ibadetten de Allah adına bir menfaat söz konusu değildir.

Kur’an’daki bütün emir ve yasakların arka planında, Allah’la bağ kurmak, insanı yüceltmek, toplumda sevgi ve barışı hakim kılmak vardır.

İnsanlık, sevgi, muhabbet ve muhtaçlara iyilik gibi topluma huzur katan değerlerin zayıflamasının temelinde, Allah’tan uzaklaşmış bir yaşam anlayışı yatmaktadır. Bugün üniversite okumuş, devletin ve ordunun başına geçmiş nice kimseler; bırakın mağdur ve muhtaçlara el uzatmayı, masum bebekleri enkazların altına gömmekten ve insanları açlığa mahkum etmekten çekinmeyen, dışarıdan bakıldığında adam sanılan fakat gerçekte yontulmamış kalaslardan farksızdır.

“Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir” (Münafikun,63/4)

Merhamet, sevgi ve şefkatin kaynağı Allah’tır. Bunlar hiçbir yerde satılmaz, borç olarak da kimseden alınmaz. Nasıl ki toprağın içine tohumu koyup üstünü örten çiftçiye, Allah ekinini verirse; aynı şekilde kalbine iman tohumunu ekip O’na yönelen kullarının gönlünde de sevgi ve merhameti yeşertir.

Yağmurun ölçülü indirilmesi, hayvanların süt vermesi, çiçeklerden balın oluşması gibi sayısız nimetler, hepsi Allah’ın kudretini ve insanlara olan rahmetini anlatan kanıtlardır. Sayısız iyiliklerine karşı kullarından O’nu tanımalarını ve O’na itaat etmelerini ister, başka bir menfaat beklemez.

Şöyle buyurur;

“Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım. Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da istiyor değilim.

Şüphesiz rızkı veren, sarsılmaz gücün sahibi olan yalnızca Allah’tır.” (Zariyat,56-58)



Kaynak

Diyanet Haber
Mahmut Göl
Sınav Sonuçları ve Hayat Yolculuğu

Ülkemizde milyonlarca genç kardeşimizin günlerce heyecanla beklediği Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları açıklandı. Kimileri arzuladığı bölüme girebilmenin sevincini yaşarken kimileri hedeflerinden uzak kalmanın burukluğunu hissetti. Bu tablo bize sadece eğitimle ilgili bir gerçeğin yanında aynı zamanda hayatın bütününe dair derin bir hakikati de hatırlattı: Hayat bir sınavdan ibarettir.

Hayatın Asıl Sınavı

Kitabımız Kur’an-ı Kerim, insanın dünyadaki varoluşunu sık sık “imtihan” kavramı üzerinden açıklar: “O hanginizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 67/2)

Bu ayet bize sınavların yalnızca sınıf kapılarından ibaret olmadığını sınavın hayatın her anında sürdüğünü göstermektedir. Üniversiteye giriş sınavı gençlerimiz için önemli bir dönemeçtir, bunun yanında insanın değerini belirleyen tek ölçüt değildir. Çünkü Allah katında üstünlük, diplomanın derecesiyle olmayıp takva ile ölçülmektedir. “Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (Hucurât, 49/13) Sevgili gençler ve değerli ebeveynler: hayat yolculuğunda YKS sonuçları bir durak olarak görülmeli nihai hedef olarak düşünülmemelidir.

Başarı ve Başarısızlık Kavramı

Modern dünyada başarı çoğunlukla akademik veya mesleki kriterlerle ölçülmektedir. Oysa İslam düşüncesinde başarı insanın Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmesiyle anlam kazanır. Ezanlarda tekrarlanan 'Hayya ale'l-felâh' ifadesi insanı maddi başarıların ötesine yönlendirip ebedi kurtuluşa çağırır. Genç kardeşlerim için önemli ayrım şudur: YKS'de istediği bölüme giremeyen kaybetmiş sayılmaz asıl kayıp, imkanlar içerisinde Allah'ı unutarak ahireti göz ardı etmektir!

Gençliğin Değeri

Hz. Peygamber (sas), kıyamet günü Allah’ın arşının gölgesinde bulunacak yedi sınıf insandan birinin “Rabbine ibadetle yetişen genç” olduğunu bildirir (Tirmizî, Züht, 53). Bu hadis gençliğin sadece dinamizmden ziyade yön tayini açısından da hayati bir dönem olduğunu ortaya koyar. Üniversiteye bismillah deyip başlayan genç, ders başarısıyla birlikte fikir, inanç ve ahlaki duruşuyla da yarınını şekillendirir.

Sınav Sonuçlarını Manevi Danışmanlık Açısından Değerlendirme

YKS sonuçlarını üç farklı başlık altında değerlendirmek mümkündür:

1. Kazananlar İçin Teşekkür ve Tevazu: Başarıya ulaşan genç kardeşlerim! Elde ettiğiniz bu başarıda kendi gayretlerinizin yanında Allah’ın lütfunun da etkili olduğunu aman ha unutmayın. Kitabımız Kur’an-ı Kerim, “Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artırırım” (İbrâhîm, 14/7) buyurarak şükrün yeni kapılar açtığını vurgular.

2. Umduğunu Bulamayanlar İçin Sabır ve Azim: Üniversite sınavına dokuz kez giren bir abiniz olarak söylüyorum: İnsanın istediği her şey hemen gerçekleşmeyebilir. Başarısızlık kesinlikle sürecin sonu olmayıp yeni fırsatlar için atılan bir adımdır. Hz. Peygamber (sas) “Mü’minin işi ne hoştur! Her işinde hayır vardır. Bu durum yalnız mü’mine mahsustur...” (Müslim, Zühd, 64) buyurarak olumsuz görünen durumların bile bir hayra vesile olabileceğini hatırlatır.

3. Tüm Gençler İçin Gelecek İnşası: Sınavın neticesi ne olursa olsun genç kardeşim şunu unutma “sen değerlisin”. Eğitim yolculuğu, sabır, azim, dua ve gayretle desteklendiğinde her genç kardeşimin kendi potansiyelini ortaya çıkaracağına inanılmalıdır.

Sınavı Hayata Taşımak

YKS sonuçları, gençlerimizin akademik hayatını belirleyen bir basamak olabilir. Üniversite kapıları açılsın ya da açılmasın asıl mesele kalplerin ufkunu açabilmektir. Kıymetli genç kardeşim, sınav sonucun seni umutsuzluğa ya da gurura yönlendirmesin. Her durumda Rabbine yönel, gayret etmeye devam et ve hayatın her alanında ahlaklı, erdemli, faydalı bir birey ol insanlığa. Çünkü hayat yolculuğunda en büyük kazanç, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Kal sağlıcakla.


Kaynak

Diyanet Haber Sizden Gelenler

Mehmet Pehlivan/Uşak İl Müftülüğü Din Hizmetleri Uzmanı
Alemlere Rahmet Hz. Muhammed (sas)

Bir gece… Sessiz, derin ve mahzun. Gökyüzü suskun, yeryüzü bekleyişte. Zaman, karanlıkla çevrili… Lakin o gece, karanlığın kalbine bir nur düştü. Sonsuzluğun rahmetle buluştuğu an işte o andı. O’nun gelişiyle başladı gerçek zaman. O’nun varlığıyla değişti kelimelerin anlamı, yüreklerin katılaşmış hali. Sessizliğin içinden gelen bu kutlu misafir, sadece bir beşer değil; affın, merhametin, ahlakın, adaletin adeta ete kemiğe bürünmüş haliydi.

O gece, gönüller bir başka çarptı. Varlık, derin bir nefes aldı. Gökyüzü secdeye vardı. Çünkü yeryüzü, bir Peygamber’in adımlarıyla şereflenmişti.

Dünyaya teşrif eden, insanlığın çöle dönmüş vicdanına yağan bir rahmet yağmuruydu. Kinle taşlaşmış kalpleri yumuşatan, cehaletin zincirlerini kıran bir nur. Yolu kaybolmuşlara rehber, sözü tükenmişlere söz, umudu sönmüşlere nefes idi.

O, Abdullah’ın yetimi, Amine’nin emaneti, Halilürrahman İbrahim (as)’ın duası ve müminlerin gözbebeğiydi.

"Bir müjdeci, bir şahit, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil" (Ahzâb, 33/45-46) olarak göndermişti Yüce Rabbimiz onu... O, insanlığın yolunu, insanların gönül ve zihinlerini aydınlatan bir kandildi. O, bir müjdeciydi. Allah’a hakiki anlamda kul olan, insani değerleri yaşayıp yaşatanlara büyük mükafatlar olduğunu haber veriyordu. Bir uyarıcıydı O. İnsana Rabbinden, fıtratından ahlak ve erdemden uzaklaşmamasını hatırlatıyordu.

İşte bugün Yüce Rabbimizin bütün alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (sas)’in dünyaya teşrif ettiği mübarek gece.

Bugün, beşeriyetin, en kutlu doğumuna şahitlik ettiği mübarek bir gün.

Bugün, yerlerin ve göklerin Muhammedi nura gark olduğu gündür.

Bugün, Ademoğlunun efkarını kaplayan cehalet bulutlarının bir kez daha dağılmaya mahkûm olduğu gün.

Ey gönlüm… Biraz sus ve dinle kalbinin sesini. Ellerini avuçlarının arasına al ve düşün gönlünün derinliklerini. Çünkü bu gece, söz değil, sevda konuşur. Bu gece, rahmetin ete kemiğe büründüğü, aşkın vücut bulduğu, ahlakın hayatla buluştuğu gecedir. Bu gece, secdelerin gözyaşıyla yıkandığı, O’nun ümmetinin içine acaba layıkıyla girebilir miyiz? diye düşüncelere gark olduğumuz, silkinme ve toparlanma gecesidir.

Bu gece, bir kandil gibi yansın içimizde. Peygamber sevdası, yüreğimizi yakarak aydınlatsın. Dualar arşa yükselsin, rahmetin serinliği gönüllerimize insin. İçimizdeki suskunluk, O’nun sesiyle dile gelsin. Sevgisiyle yoğrulsun kalbimiz; sabrıyla, affıyla, ümidiyle dolsun.

Ey Kutlu Elçi! Senin doğduğun gece, bizim yeniden veladet vaktimiz olsun. Bu Mevlid Gecesi, sadece bir hatırlama değil; bir uyanış, bir dönüş, bir arınma olsun.

Veladet-i Nebi, bizi Sevgili Peygamberimizin ahlakıyla mecz edilmiş bir gönül dünyasına taşısın; her nefesimiz onun izinde, her duamız onunla anlam bulsun.

Bu gecenin sessizliğinde, ümmet olmanın şuuruyla içimizi arındıralım; kalbimiz, onun aşkıyla çarpan bir sığınak, yolumuz ise onun izinde bir vuslat yolu olsun.

Bu mübarek gece, gönüllerimize O’nun merhametini nakşetsin; hayatımız O’nun örnekliğiyle güzelleşsin, dualarımız Sevgili’nin sancağı altında kabul bulsun.

Bu mübarek gece, kalplerimize Efendimizin (sav)’in muhabbeti düşsün; rahmetin en latif haliyle yüreğimizde yankı bulsun. O’nun kutlu doğumu, zamanın suskunluğuna bir rahmet, gönüllerimizin karanlığına bir nur olsun; bizleri, mekarim-i ahlakından şaşmayan sadık yoldaşlardan eylesin.

İşte Kutlu Nebi, on dört asır öncesinde insanlığın kararmış ufkuna bir güneş gibi doğmuştun. Cehaleti ilme ve bilgiye, zulmeti nura ve aydınlığa dönüştürdün. Kinle paslanan yürekleri, körelmiş vicdanları muhabbet ve merhametle yeniden inşa ve ihya ettin. Rabbimizin “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107.) mesajıyla takdim ettiği Fahr-i Kainat Efendimiz olarak bize affı, şefkati, insaf, sabır ve hoşgörüyü öğrettin. İçimizde bir yerlerde sönmeye yüz tutmuş insanlık kandilini yeniden tutuşturdun.

Ümmeti olmakla müftehir olduğumuz Rasûl-i Ekrem, bize hayat veren Kitab-ı Mübini, furkanı, mizanı ve hikmeti getirdi. O, Rabbimize, kainata ve insanlara karşı görevlerimizi öğretti. Hakkı, hakikati, adaleti, fazileti ve hidayeti hatırlattı. Allah'ın kelamını, örnek hayatıyla beyan etti ve onu yaşanan bir hayata dönüştürdü. Mekarimi ahlakı tamamladı. Kalpleri ve gönülleri birleştirdi. Kardeşliği dostluğu ve arkadaşlığı tesis etti. İnsanlığı mebde ve meadın bilgisiyle tanıştırdı. O, Kur’an’ı ve ahlaki değerleri hayata hakim kılandı. Hayatı ibadetle yoğuran hak ve hakikat birliğinin yegâne remziydi, doğru sözü davranışa geçirendi. O bizlere yetim ve öksüz kalışı, çaresizlik içinde çare, ümitsizlik içinde ümit oluşu, en zor zamanlarda bile hayata azimle tutunuşu öğretti.

Rahmet Peygamberi (sas) hayatı boyunca dürüstlüğü, güvenirliği, aldatmamayı, helal kazancı, alın terini, hak ve hukuku, hakkaniyeti, eşitlik ve adaleti öğretti bizlere. İyiliği, güzelliği, hayrı, ahlakı, samimiyeti, olgunluğu ve takvayı gösterdi bizlere. Kimsesizlerin kimsesi, mazlumların umudu, gariplerin yurdu olmayı öğretti bizlere.

Zaman aktı… Aradan yüzyıllar geçti. Ve bizler, O’nun izinde yürümek yerine, sadece sözde sevdik. O’nu sadece dillerde yaşatıp, gönüllerimize misafir edemedik. O'nun ahlakı hayatlardan çekilirken, kalpler katılaştı, kardeşlik zayıfladı, fıtrat suskunlaştı. Rasûl-ü Ekrem ırk, dil, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin hepimizi aynı Allah’a, aynı kitaba, aynı peygambere inanan, aynı secdeye baş koyan, aynı kıblede istikameti bulan kardeşler olarak ilan etmesine rağmen; bizler, kardeşlik ahlakını unuttuk, yüreklerimiz katılaştı. Rabbimizin gönüllerimize yerleştirdiği tertemiz fıtrata tam anlamıyla sahip çıkamadık.

Gönül dünyamız, çağın problemleriyle boğuşurken zaman zaman çaresizlik içinde çırpınmaktayız. Hayatın bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntıları ile mücadelede Resûlullah’ın rahmet yüklü damlaları tek umudumuz ve tutunacak dalımız değil midir?

İtiraf etmeliyiz ki İslam dünyasının dâhili ve harici sebeplerle içerisinde bulunduğu bugünkü durumu, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin (sas) mesajlarından, onun eşsiz örnekliğinin, ağızlardan gönüllere indirememekten, zihinlere, dimağlara iyice yerleştirememekten, hayata geçirilememesinden kaynaklanmaktadır. Bugün İslam coğrafyasının dört bir yanında özellikle Gazze’de katledilen masum canların, akan kanın, gök kubbeye yükselen feryatların sebebi bizim Şefkat Peygamberine hakkıyla ümmet olamayışımızdır.

Bu yıldönümü vesilesiyle bir daha hatırlamalıyız ki, nübüvvetin şifa dağıtan pınarları kıyamete kadar kurumayacaktır. Server-i kainat Efendimizin sünneti, cahiliye karanlığında boğulan sahipsiz bir toplumu nasıl ihya ettiyse, bugünün insanını da öylece sahil-i selamete ulaştıracak kudrettedir. Yeter ki bizler, onu mukaddes bir hatıra olarak sevgi ve hürmetle yad etmekle yetinmeyelim; rehberlik ve örnekliğine her daim başvurabilelim. Yeter ki bizler, O’na hayatımızın her safhasında yer verebilelim. Yeter ki, O’nun insanlık âlemine takdim ettiği değerlere hakkıyla riayet edelim.

Ey Allah’ın Resûlü!

Salat-u selam, tahiyyat-u ikram, her türlü ihtiram Sana, âline, ashabına ve yolundan gidenlere olsun. Veladet-i Nebin rahmetinle bizi yeniden sarıp sarmaladığı bir başlangıç olsun. Ellerimiz duaya, gönlümüz ümmete, kalbimiz sana dönsün ey Resûl!

Ey Alemlerin Rabbi olan Yüce Rabbimiz!

Bizi Habibinin yolunda sabit kıl.

Kalbimizi O’nun sevgisiyle dirilt.

Hayatımızı O’nun örnekliğiyle güzelleştir.

Ve bizi, ahirette O’nun sancağı altında toplanabilen kullarından eyle. Amin...



Kaynak

Diyanet Haber
Aliye Doruk
Ailenin Geçimini Sağlamak

Ebu Mesud el-Bedrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Bir insan Allah’ın rızasını umarak aile efradı için harcamada bulunursa bu, o kimse için bir sadakadır” (Buhari, İman, 41;Müslim, Zekat, 48).

Tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadar toplumların yaşam biçimi ve kültürüne göre farklılıklar gösterse de genel itibari ile ailenin geçimi erkeklere ait olmuştur. Aile hayatı içerisindeki iş bölümünde ekonomik durumun da el vermesine göre erkekler, geçimin temini ile sorumlu tutulmuşlardır. İslam kültür ve geleneğinde de bu husus aynı şekilde devam etmiştir.

Bu durum kadının çalışmaması gerektiği veya ailenin geçim sorumluluğundan kadının sorumlu olmadığı sonucunu da doğurmaz. Günümüz yaşam biçiminde kadınlar da toplumun her alanında erkekler gibi çalışma hayatının bir parçası olmuşlardır. Bu durum, dinin ya da kültürün onlara yüklediği bir sorumluluktan ziyade değişen şartlar ile alakalı bir durumdur.

Kadınların eğitimlerini tamamlamaları, aldıkları eğitimin ve sorumluluğun gereğini yerine getirme arzusu onları, sosyal hayatın içerisinde görünür kılmıştır. Ailenin geçimine katkı sunmak, hayatın zorluklarına birlikte göğüs germe ve kadının kendi ayakları üzerinde var olma mücadelesinin bir sonucu olarak iş hayatında kadınlar da var olmuşlardır.

Hadisi şerifte ifade edilen husus, kadın olsun erkek olsun her kim, ailenin geçimini sağlamak için bir çaba içerisinde olur ve kazandıklarını aile fertleri için harcarsa bu durum sadaka yerine geçmektedir. Bakmakla yükümlü olduklarımızın dışındaki ihtiyaç sahipleri için yaptığımız harcamaların sadaka olarak değerlendirildiğini biliyoruz. Fakat burada bakmakla yükümlü olduklarımız için bile yaptığımız harcamalardan sevap elde edeceğimiz bildirilmektedir.

Kişinin eşi için, çocukları için yaptığı harcamalar da sevap kategorisinde değerlendirilmektedir. Akşam sofraya oturduğumuzda yediklerimiz sadaka, sabah uyandığımızda kahvaltı soframız sadaka, aldığımız elbiseler, oyuncaklar, içecekler sadaka. Aile yapısının korunması adına kişilerin teşvik noktasını değerlendirince hayret etmemek elde değil. Sadaka dağıtmak için dışarıya bakmanıza gerek yok. Eşinize ve çocuklarınıza güzel bir söz, tatlı bir tebessüm bile sadakadır.

Peki bu harcamaları elde etmek için çalıştığımız fiziki zaman nasıl değerlendirilecek? İş yoğunluğu, yorgunluğu, alnımızdan süzülen bir damla ter, bedenimizde hissettiğimiz halsizlik ve zihnimizde hissettiğimiz yorgunluk süresince geçirdiğimiz zaman da sadakadır. Helal bir kazanç için gün boyu, işinin hakkını vererek çalışan kişi, bu süre boyunca tek arzu ve hedefi ailesinin geçimine katkı sunmak olduğundan sevap hanesini doldurmaktadır.

Bu sadakaların bir karşılığının da olması gerekmektedir. Eşlerin birbirine karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri bu sadakanın karşılığıdır. Ev işlerinde eşlerin birbirlerine yardımcı olmaları sadakaların katsayısını arttırmaktadır. Çocukların yaşlarının gereği olarak okullarına devam etmeleri bu sadakanın karşılığıdır. Eğitimlerinin yanında çocukların kendi aralarında iyi anlaşmaları ve ebeveynlerine karşı saygılı olmaları da bu sadakaların karşılığıdır. Elbette ki sadakalarımızın karşılığını rabbimiz bizlere verecektir. Fakat bizim de iyiliği karşılıksız bırakmamamız gerekmez mi?

Eşlerin birbirine iyi davranması sadaka, ailenin geçimine katkı sunmak sadaka, eğitimimizi tamamlamak sadaka, iyi bir kul olmak sadaka ve iyi bir insan olmak da sadakadır. Sadakalarımıza sadakatle sahip çıkalım.



Kaynak

Diyanet Haber

İdris Kalay
Gönülleri Titreten Sevda: Hz. Muhammed Mustafa (sas)

İnsanlık tarihine baktığımızda iz bırakan nice insanlar görürüz. Kimisi kılıcıyla, kimisi kalemiyle, kimi mülküyle, kimi de saltanatıyla iz bırakmıştır. Ama bir isim vardır ki, gönülleri titreten sevdasıyla çağları aşmıştır. O, doğumunun hicri 1500. yılını kutladığımız alemlere Rahmet Hz. Muhammed Mustafa (sas).

O’nunla yaşayanlar, O’nu öyle severdi ki bir tebessümüne dünyaları değişirlerdi. O’nunla bir kere oturmak, bir kez göz göze gelmek, bir defa sohbetinde bulunmak için nice mesafeler katederlerdi. O'nun, evinden çıkmasını dört gözle bekler, bir yere oturduğunda da yanından ayrılmak istemezlerdi. O konuştuğunda başlarına kuş konmuş kadar dikkatli dinlerlerdi. Çünkü O’nun ağzından çıkan her kelime hayat verirdi. O’na karşı duydukları muhabbeti “Anam babam sana feda olsun!” sözüyle ifade ederler ve bu uğurda feda etmeyecekleri hiçbir şey olmadığını her defasında gösterirlerdi. Uhud Savaşı’nda Resulullah’a gelen oka elini uzatarak parmakları parçalanan ve seksenin üzerinde yara alan Talha b. Ubeydullah, Peygamber sevdası uğruna sadece bedenini değil gerektiğinde ruhunu da feda edebileceğini gösteren sahabelerden sadece biriydi. Onun en azılı düşmanlarından olan Ebu Süfyan bile bu sevgiye olan hayranlığını şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar arasında Muhammed'in sevildiği kadar sevilen hiç kimse görmedim!” (İbn Hişam, Siret, III, 118.)

Efendimizin sevdasıyla kavrulan Ashabın, O’nsuz geçen günlerde yaşadıkları hasret, bir annenin yavrusuna, çölde susuz kalan birinin suya olan hasretinden çok daha derindi. Gelin bu hasreti anlatan Hz. Sevban ile ilgili şu hadiseyi hatırlayalım: Hz. Sevban, kabilesine yapılan bir baskın sırasında esir alınarak Medine’deki köle pazarında satışa çıkarılmıştı. Rahmet Peygamberi onu satın alıp “Artık ailenin yanına dönebilirsin.” diyerek hürriyetine kavuşturdu. Artık hür biri olarak sevinç içinde olması gereken Sevban hıçkırıklara boğularak: “Ya Resulallah! Sensiz bir hayatı ben ne yapayım?” deyip Resûlullah’ın yanında kalmıştı. Bir gün, Hz. Peygamber bu azatlı köleyi üzgün ve rengi solmuş bir halde görünce sebebini sordu. Bitkin bir halde olan Hz. Sevban’ın boğazı düğümlendi, gözleri doldu ve şöyle dedi: “Ya Resulallah! Ne ağrım sızım ne de hastalığım var. Medine’de olmama rağmen seni biraz görmediğimde dünyam kararıyor, ne yaptığımı bilemiyorum, kendimi garip hissediyorum. Sonra ahiret aklıma geliyor, daha çok hüzünleniyorum. Cennette sen bir peygamber olarak yüce makamlarda olacaksın. Ben ise cennete girsem bile daha aşağı mertebelerde olacağımdan ve senden mahrum kalacağımdan korkuyorum. Bu durum beni kahrediyor.” Şefkat Peygamberi tebessüm ederek Hz. Sevban’ı şu sözlerle müjdeledi: “Kişi, sevdiği ile beraberdir.” (Buhari, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165)

Göklerin müjdelediği, yerin bağrına bastığı, insanlığın da hayran kaldığı Efendimizi andığımız bu günlerde, gelin biz de gönüllerimizi O’nun sevgisiyle diriltelim. Yuvalarımızı, işlerimizi, sohbetlerimizi, dualarımızı O’nun adıyla bereketlendirelim. Çocuklarımızın kulaklarına ninni niyetine O’nun adını fısıldayalım. Gündemimizin ilk sırasında hep O olsun. Arkadaşlarımızla, O’nun nasıl arkadaşlık yaptığını konuşalım. O’nun doğruluk ilkelerini ticaretimizde nasıl hakim kılabileceğimizi tartışalım. Bulunduğumuz her yerde O’nu konuşalım ki etrafımıza kokusu yayılsın, gönüllere muhabbeti dağılsın. Zira O’nun muhabbeti kalbe düştü mü, o kalpte kin bulunmaz, nefret barınmaz. Karanlık yerini aydınlığa bırakır. O’nun sevgisiyle yananlar merhametle kucaklar, adaletle hükmeder, doğrulukla ayakta durur. O’nun izinden gidenler asla yolunu kaybetmez. O’nun nuruyla aydınlanan bir ömür, bu dünyada huzur, ahirette kurtuluştur.

Rabbim, Efendimizin sevgisiyle kalplerimizi diriltsin. O’nun ahlakını hayatımıza nakşetsin. Bizi O’nun izinden ayırmasın. Dünya gözüyle göremediğimiz Efendimiz (sas)’e, ahirette bizi komşu eylesin.


Kaynak

Diyanet Haber
Vahit Demiral
Tahnik ne demektir? Tahnik nasıl yapılır? Tahnik yapmanın hükmü nedir?

Tahnik ne anlama gelmektedir?

Sözlükte “damak” anlamındaki hanek kökünden türeyen tahnîk terim olarak “ağızda yumuşatılan hurmanın veya bal gibi tatlı bir maddenin yeni doğmuş ve henüz süt emmeye başlamamış bebeğin damağına sürülmesi” demektir.

    Kelime, tahnîk uygulamasında hurmanın damakta ezilmesini ifade ettiği gibi bu işin eğitimle ilgili yönüne de işaret eden bir mâna taşımaktadır.

Nitekim Talha b. Ubeydullah’ın Hz. Ömer’e, “Sosyal işler seni eğitti ve sana tecrübe kazandırdı” derken, “Kad hanneketke’l-umûr” ifadesini kullanması (İbnü’l-Esîr, I, 452) bunu doğrulayan bir örnektir. Tahnîkin bu terim anlamı dışında ölünün çenesinin bağlanması, abdestte çenenin altının su ile temas edecek şekilde meshedilmesi, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde sarığın etrafına sarılan tülbendin çenenin altından bir veya iki defa dolanması gibi mânaları da vardır (Mv.F, X, 276).

Tahnik yapmanın hükmü nedir?

İslâm’dan önce de uygulanan tahnîk bir Arap âdeti olduğundan ibadet değil âdet sünnetleri arasında sayılmalıdır (M. Revvâs Kal‘acî, I, 445). Fakat bu âdet Hz. Peygamber tarafından onaylandığı ve bizzat uygulandığı için müstehap kabul edilmiştir (Nevevî, XIV, 122-123; Mv.F, X, 276).

Tahnik nasıl yapılır?

Hz. Âişe annemiz yeni doğan bebeklerin Resûl-i Ekrem’e getirildiğini, onun hayır ve bereket duasında bulunduğunu, adlarını koyduğunu ve ağzında iyice yumuşattığı kuru hurmayı damaklarına sürdüğünü anlatmaktadır (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 116).

Peygamber Efendimiz (sas), yeni doğan, hatta henüz doğmayan bazı çocuklara özel ilgi göstermiş, hamile olan baldızı Esmâ bint Ebû Bekir’e Hz. Âişe ile haber göndererek doğacak çocuğun adını kendisinin koyacağını söylemiştir. Çocuk doğunca ona Abdullah adını vermiş, kendi ağzında yumuşattığı hurma ile tahnîk yapmıştır (Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 45). Muhacirler Medine’ye gelince yahudilerin onlara büyü yaptığı, bu yüzden çocuklarının olmayacağı şeklinde bir dedikodu çıktığı için, Medine’de dünyaya gelen ilk muhacir çocuğu olması dolayısıyla Abdullah b. Zübeyr’in doğumu müslümanlar arasında büyük bir sevince yol açmıştır.

Resûlullah (sas), küçük yardımcısı Enes’in yeni doğan kardeşini de “tahnîk” denilen bu gelenekle karşılamıştır. Annesi Ümmü Süleym’in, bebeği henüz emzirmeden önce kendisine verip Peygamberimiz’e (sas) gönderdiğini anlatan Enes, sözlerine şöyle devam etmektedir: “Resûlullah’ı bulduğumda zekâtlık hayvanları damgalamakla meşguldü. Beni görünce, "Galiba Ümmü Süleym doğum yaptı." dedi ve hemen elindeki damga âletini bıraktı. Ben de bebeği onun kucağına koydum. Medine’nin acve hurmasından bir tane isteyen Allah Resûlü (sas), hurmayı eriyene kadar ağzında çiğneyip yumuşattıktan sonra bebeğin ağzına tuttu. Hurmanın tadını alan bebek yalanmaya başlamıştı. Bunun üzerine, "Ensarın hurmayı nasıl sevdiğine bir bakın!" buyuran Resûlullah, yavrunun yüzünü okşadı ve ona Abdullah ismini verdi.” (Buhârî, Edeb, 109)

Hz. Hasan ile Hüseyin, Abdullah b. Ebû Talha, İbrâhim b. Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Münzir b. Ebû Üseyd es-Sâidî, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm, Sinân b. Seleme el-Hüzelî, Abdullah b. Hâris b. Amr el-Kureşî, Abdullah b. Hâris b. Nevfel, Abdurrahman b. Zeyd b. Hattâb el-Adevî, Muhammed b. Nübayt, Yahyâ b. Hallâd ez-Zürakī ve Nu‘mân b. Beşîr, Resûlullah’ın tahnîk yaptığı kişiler arasındadır.

    Bedreddin el-Aynî’ye göre hurma ile tahnîk yapma çocuğun inançlı olmasını sağlama ve Allah’tan lutuf beklentisi içinde olma düşüncesine dayanmaktadır.
    Resûl-i Ekrem (sas) hurma ile mümin arasında benzerlik kurmuş, hurmanın çekirdeğine varıncaya kadar faydalı olması gibi müminin de her zaman faydalı işler yaptığını söylemiştir (ʿUmdetü’l-ḳārî, XXI, 84).
    Tahnîk uygulamasıyla çocuğun ruh ve beden açısından sağlıklı olması hedeflenmekte, duasından bereket umulan sâlih bir kul tarafından karakter eğitiminin ilk adımı atılan çocuğun midesine de ilk defa helâl ve tatlı bir besinin girmesi arzulanmaktadır.
    Tahnîk yapan kimse erkek veya kadın olabilir, ancak onun sâlih ve nezih bir kişi olmasına ve hastalıklı bulunmamasına dikkat edilmelidir.
    Günümüzde tahnîk uygulaması Türkiye’de ve çeşitli İslâm ülkelerinde farklı isimler altında ve değişik biçimlerde sürdürülmektedir.


Kaynak

Diyanet Haber
Diyanet İşleri Başkanlığına, İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Safi Arpaguş atandı.

Diyanet İşleri Başkanlığına, İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Safi Arpaguş atandı.

Cumhurbaşkanı Recep T a y y i p Erdoğan’ın imzasıyla yayımlanan kararnameyle Diyanet İşleri Başkanlığı görevine İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Safi Arpaguş atandı.

Arpaguş’un Atama Kararı, 18 Eylül 2025 tarih ve 33021 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı.


[Resim: safi-arpagus.jpg]


Prof. Dr. Safi ARPAGUŞ Kimdir?

1967 yılında Amasya/Gümüşhacıköy'de doğdu.

1985 yılında Gümüşhacıköy İmam-Hatip Lisesi’nden, 1990 yılında M.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

1992 yılında M.Ü. İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi olarak akademik hayata başladı.

1994 yılında Yüksek Lisansını; 2001 yılında Doktorasını tamamladı.

2008 yılında Doçent, 2014 yılında Profesör oldu.

2011-2021 yılları arasında M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevinde bulundu.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 38. Maddesi ve 15 Ekim 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle (Karar 2021/498) İstanbul Müftülüğü görevine atandı.

M.Ü. İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim dalı öğretim üyesi ve Anabilim Dalı Başkanıdır.

Çalışma alanı İslam Tasavvuf Tarihi, kavramları ve kurumlarıdır.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevî ve Mevlevîlik konularında çalışmaları mevcuttur.

Yayınlanmış kitap, makale ve tercümeleri vardır.

Çalışmalarından bazıları şunlardır:

-Mevlânâ ve İslâm,

-Mevlevîlik’te Manevî Eğitim;

-Hüseyin Azmi Dede; Risaleler.

-Aziz Mahmud Hüdâyi, Sohbetler;

-Ahmed Avni Konuk, Mesnevî-i Şerif Şerhi, -Heyet-, I-XIII;

-İsmail Rüsûhî Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ;

-Tâhirü’l-Mevlevî, Yenikapı Mevlevihanesi Postnişini Şeyh Celaleddin Efendi.


Kaynak

Diyanet Haber
Montgomery Ceket ve Paltolar Hakkında Kapsamlı Bilgiler


Genellikle "Duffle Palto" olarak da bilinen Montgomery Ceket, kendine özgü tasarımı ve zengin tarihiyle klasikleşmiş bir dış giyim parçasıdır. İsmi, II. Dünya Savaşı'nın ünlü İngiliz Generali Bernard Montgomery'den gelmektedir ve bu palto, onun sıkça giydiği bir model olarak ünlenmiştir.
Tarihçesi

Montgomery ceketin kökeni, 19. yüzyılın sonlarına doğru, soğuk denizlerde görev yapan İngiliz Donanması askerlerine dayanır. Donanmanın sert hava koşullarına dayanıklı, pratik ve sıcak bir giysiye ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç, ceketin karakteristik özelliklerinin ortaya çıkmasını sağladı:

    Pratiklik Odaklı Tasarım: Askerlerin kalın eldivenlerle bile kolayca açıp kapayabilmeleri için ahşap veya boynuzdan yapılmış, ip veya deri ilmekli iliklere sahip özel düğmeler (kapaklı düğmeler) kullanılmıştır.

    Askeri Kullanım:
Ceket, özellikle I. ve II. Dünya Savaşları sırasında, İngiliz Donanması'nın standart askeri teçhizatlarından biri haline geldi. Dayanıklı yapısı ve sıcak tutan kumaşı sayesinde askerler tarafından sıkça tercih edilmiştir.

Savaşın ardından, askeri fazlalık ürün olarak sivil halka satılmaya başlanan bu paltolar, özellikle öğrenciler ve entelektüeller arasında popülerlik kazandı. Bu dönüşüm, Montgomery ceketi askeri bir üründen, bir moda ikonuna dönüştürdü.
Ayırt Edici Özellikleri

Montgomery ceketi diğer paltolardan ayıran ve onun zamansız bir parça olmasını sağlayan temel özellikler şunlardır:

    Kapüşon: Genellikle sabit ve geniş bir kapüşona sahiptir. Bu, orijinal tasarımda denizci şapkalarının üzerine kolayca giyilebilmesi için tasarlanmıştır.

    Kapama Mekanizması: En belirgin özelliği, ahşap veya boynuz şeklindeki kapaklı düğmelerdir. Bu düğmeler, kalın jüt halatlar veya deri ilmekler ile bağlanır ve cekete karakteristik bir görünüm kazandırır.

    Kumaş: Geleneksel olarak kalın, sıkı dokunmuş yün kumaştan (duffle cloth) yapılır. Bu kumaş, rüzgara ve soğuğa karşı yüksek koruma sağlar.

    Cepler: Ön kısımda genellikle iki büyük, yama cep bulunur. Bu cepler hem işlevseldir hem de ceketin rahat ve sportif tarzını vurgular.

    Geniş Kesim: Ceket, içine başka katmanların (kazak, yelek vb.) giyilebilmesi için bol ve rahat bir kesime sahiptir.

Modern Tarzı

Günümüzde Montgomery ceket, sadece bir kışlık giysi değil, aynı zamanda zarif ve rahat bir stilin simgesidir. Klasik, düz renklerin (lacivert, deve tüyü, kömür grisi) yanı sıra canlı renklerde de üretilmektedir. Genellikle rahat pantolonlar, kot pantolonlar ve şık botlarla kombinlenerek hem günlük hayatta hem de daha resmi olmayan ortamlarda kullanılabilir.

Montgomery ceket, pratikliği, tarihi ve zamansız şıklığı bir araya getiren nadir giyim parçalarından biridir ve gardıropların vazgeçilmezleri arasında yer almaya devam etmektedir.

Kaynak

Gemini

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)