MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
Members:» Members: 27
Latest member:» Latest member: Fahriye
Forum threads:» Forum threads: 18,859
Forum posts:» Forum posts: 21,608

Full Statistics Full Statistics

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



Zikir Vakti - Zikir Saati - iftar Vakti Temalı Resim V27032024 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Zikir Saati,Vird Saati,iftar Saati,Tesbih,Saat,Köstekli Saat,iftar Vakti,Hurma,Bir Bardak Su,Su,iftariyelik,Zikir Vakti,Vird Vakti,Vird kitabi,Zikir Kitabi,Raşidi zikir Kitabi,iftar vakti,Ramazan,oruc,Dini Resim,dini,islam,islamic,islami,religiöse,religion,
Zikir Vakti - Zikir Saati - iftar Vakti Temalı Resim V27032024 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Zikir Saati,Vird Saati,iftar Saati,Tesbih,Saat,Köstekli Saat,iftar Vakti,Hurma,Bir Bardak Su,Su,iftariyelik,Zikir Vakti,Vird Vakti,Vird kitabi,Zikir Kitabi,Raşidi zikir Kitabi,iftar vakti,Ramazan,oruc,Dini Resim,dini,islam,islamic,islami,religiöse,religion,
Zikir Vakti - Zikir Saati - iftar Vakti Temalı Resim V27032024 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Zikir Saati,Vird Saati,iftar Saati,Tesbih,Saat,Köstekli Saat,iftar Vakti,Hurma,Bir Bardak Su,Su,iftariyelik,Zikir Vakti,Vird Vakti,Vird kitabi,Zikir Kitabi,Raşidi zikir Kitabi,iftar vakti,Ramazan,oruc,Dini Resim,dini,islam,islamic,islami,religiöse,religion,
Zikir Vakti - Zikir Saati - iftar Vakti Temalı Resim V27032024 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Zikir Saati,Vird Saati,iftar Saati,Tesbih,Saat,Köstekli Saat,iftar Vakti,Hurma,Bir Bardak Su,Su,iftariyelik,Zikir Vakti,Vird Vakti,Vird kitabi,Zikir Kitabi,Raşidi zikir Kitabi,iftar vakti,Ramazan,oruc,Dini Resim,dini,islam,islamic,islami,religiöse,religion,
Zikir Vakti - Zikir Saati - iftar Vakti Temalı Resim V27032024 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Zikir Saati,Vird Saati,iftar Saati,Tesbih,Saat,Köstekli Saat,iftar Vakti,Hurma,Bir Bardak Su,Su,iftariyelik,Zikir Vakti,Vird Vakti,Vird kitabi,Zikir Kitabi,Raşidi zikir Kitabi,iftar vakti,Ramazan,oruc,Dini Resim,dini,islam,islamic,islami,religiöse,religion,
Sidretü'l-müntehâ nedir?

Sidretü'l-münteha, yükselişteki son durakta bulunan ve cennetin girişindeki ağaç olarak tanımlanmıştır. Bazı hadislerde genişliğinin 70 arşın olduğu bildirilmiştir.

"Sidretü'l-münteha", son sedir anlamında Arapça tanım terkibidir. 7. kat gökte, Allah'a yaklaşmada varlıkların ulaşabileceği son sınır olarak kabul edilir.[kaynak belirtilmeli] İfade kaynağını Necm suresindeki bir ayetten alır. "Sidretül münteha" Arapça bir izafet terkibi olup “son sedir” veya "tenhadaki sedir" anlamına gelir.[kaynak belirtilmeli]

Dini anlatımlarda Arş, Kürsi, Levh-i mahfuz gibi Sidretül münteha da Tanrı'nın münezzeh (dinlerde sıklıkla rastlanan antropomorfizm gibi yaratılanlara benzememe, aşkınlık) sıfatıyla bağdaştırılmak amacıyla mahiyetinin bilinmediği ifade edilen nesnelerdendir. Arapçada Arş koltuk, kürsi sandalye, levh-i mahfuz ise korunmuş levha anlamlarına gelir. Tanrı'nın eşyaları olarak nitelendirilebilecek olan bu nesnelerin tasavvuf ehline göre bir vücudu, şekli ve renkleri yoktur.[kaynak belirtilmeli]

Mütercim Âsım Kamus adlı eserinde sidreyi meyveli bir ağaç olarak "Sidre, Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latifdir" şeklinde tanımlar.[kaynak belirtilmeli] Bazı araştırmacılara göre Sidre'nin meyveli bir ağaç olarak tarif edilmesi kelimenin kullanım şekli ve Kur'ani kullanım ile uyumsuz bir yaklaşımdır. Bu sebeple Sidre en yaygın ve bilinen çamgillerden sedir ağacı olarak tercüme edilmelidir.[1]

###########

Sözlükte “Arabistan kirazı denilen hoş gölgeli nebk ağacı” anlamındaki sidre ile (Kāmus Tercümesi, II, 385) müntehâ kelimesinden oluşan sidretü’l-müntehâ terkibi “son noktada bulunan sidre” demektir. Terim olarak “Hz. Peygamber’in Mi‘rac gecesi yanında ilâhî sırlara mazhar olduğu ağaç veya makam” diye açıklanabilir. Kur’an’da bir yerde sidretü’l-müntehâ (en-Necm 53/14), bir yerde yalnız sidre (en-Necm 53/16) şeklinde geçer. Sidr iki âyette de (Sebe’ 34/16; el-Vâkıa 56/28) “ağaç” mânasına gelmektedir. Çeşitli hadis rivayetlerinde yapraklarının yıkanmada kullanılması sebebiyle sidr, ayrıca âyetteki konumu itibariyle sidretü’l-müntehâ yer alır (Wensinck, el-Muʿcem, “sdr” md.).

Sidretü’l-müntehâ terkibiyle ilgili olarak başlıca iki görüş ileri sürülmüştür. Daha çok kabul gören anlayışa göre sidretü’l-müntehâ semada bulunan, Mi‘rac gecesi yanında Resûl-i Ekrem’in ilâhî sırlara mazhar olduğu bir ağaçtır. Çünkü terkibin yer aldığı Necm sûresindeki âyetler Resûlullah’ın mi‘racıyla ilgilidir. Yaygın kanaate göre Hz. Peygamber Mi‘rac gecesi sidretü’l-müntehânın yanında aslî sûretiyle Cebrâil’i görmüştür. Sidretü’l-müntehâyı bürüyen şey ise Allah’ın nuru, melekler veya bilinmeyen başka şeylerdir (Fahreddin er-Râzî, XXVIII, 253). Sidretü’l-müntehâya bu ismin veriliş sebebi konusunda da çeşitli görüşler vardır. Cennetin son noktasında bulunması, aşağıdan yükselen ve yukarıdan inen şeylerin orada neticelenmesi, yaratılmışlara özgü bütün bilgilerin orada son bulması, ötesinin Allah’tan başkası için gayb âlemi olması gibi görüşler bunlardan bazılarıdır (Zemahşerî, VI, 48; Kurtubî, IX, 95). Taberî, farklı ihtimallerin hepsinin âyetin lafzına uygun olup tercih için kesin bir nakil bulunmadığından bunlardan birinin veya hepsinin mümkün olabileceğini belirtir (Câmiʿu’l-beyân, XIII, 53). Bu açıklamaların ortak noktası sidretü’l-müntehânın bir sınırı ifade etmesidir. Burası, Mi‘rac gecesi Hz. Peygamber’in mazhariyeti dışında büyük meleklerin ve peygamberlerin ötesine geçemediği, yaratılmışların ilminin ulaşabileceği son nokta olarak kabul edilir. Yaygın kanaate göre Hz. Peygamber Mi‘rac gecesi Cebrâil ile sidretü’l-müntehâya kadar gitmiş ve Cebrâil’in daha ileriye gitmesine izin verilmediği için kābe kavseyne olan yolculuğuna refrefle devam etmiştir (Âlûsî, XV, 14). Bu sebeple sidretü’l-müntehâ Cebrâil’in makamı sayılmıştır. Ayrıca bunun illiyyîn olduğu yolunda görüşler vardır (Taberî, XXIV, 209).

Sidre kelimesinin kökünde (seder/sedâre) “hayret anlamı” da bulunduğundan bu terkibe “en büyük hayret” anlamı verenler de olmuştur. Burası en çok hayret edilen bir makam olduğu halde Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği gibi Allah’ın resulü ne hayrete düşmüş ne de kendini kaybetmiş, gördüğünü tam ve doğru olarak algılamıştır (en-Necm 53/17). Bu görüşü aktaran Râzî ilk anlayışın daha isabetli olduğunu belirtir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVIII, 252-253). Sidretü’l-müntehâ, hadis rivayetlerinde beyan edildiği üzere cennetin son noktasında kendine özgü bir ağaç da olsa veya hayret makamı konumunda da bulunsa sınırlı idrak imkânlarına sahip insanların onun mahiyetini bilmesi mümkün değildir. Cebrâil’in bile idrak etmekten âciz olduğu gayb âlemine ait bu varlığın veya makamın sırrının Allah’a havale edilmesi en isabetli yoldur.

Tasavvufta da sidretü’l-müntehâ hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. İlk sûfîlerden Sehl b. Abdullah et-Tüsterî sidretü’l-müntehâyı “beşerî bilginin bittiği yer” diye tanımlamış, bunun Hz. Muhammed’in ibadetlerindeki nurdan oluştuğunu, ilâhî feyizlerin sidre üzerinde ona geldiğini ve ona metanet verdiğini söylemiştir (Tefsîr, s. 145). Aynülkudât el-Hemedânî’ye göre sidre rubûbiyyet ağacıdır, meyvesi ubûdiyyettir (Temhîdât, s. 276). Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre Resûl-i Ekrem, Hz. İbrâhim’in makamı olan yedinci semayı geçerek sidretü’l-müntehâya ulaşmış, sonra burasını da geçip kaderleri yazan kalemlerin çıkardığı sesleri işitecek bir noktaya yükselmiştir. Sidretü’l-müntehâ, peygamberler ve onlara tâbi olan mutlu insanların amellerinin sûretlerinin bulunduğu yerdir, bu sûretler kıyamete kadar burada muhafaza edilir. Bu amellerden yansıyan ışıltılar sidreyi bürümüş ve onu göz kamaştıran bir güzelliğe kavuşturmuştur. İbnü’l-Arabî sidretü’l-müntehâdaki nur kelebeklerinin ve dört nehrin özel anlamları olduğunu, ancak bunun mahiyetinin tam olarak bilinemeyeceğini, güçlü bir anlatım yeteneğine sahip bulunan Hz. Peygamber bu noktada susmayı tercih ettiğine göre insanların da susması gerektiğini söyler. Burada İbnü’l-Arabî’nin mi‘racla ilgili hususları bazı mânevî ve ilâhî hususların simgeleri olarak gördüğünü belirtmek gerekir (Fütûḥât, II, 369; III, 345; el-İsrâ ile’l-maḳāmi’l-esrâ, s. 109). Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin açıklamaları da bu yöndedir (Ḥüccetullāhi’l-bâliġa, s. 867).

###############

SİDRETÜ'L-MÜNTEHÂ'

Bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihayeti demektir.

Müntehâ kelimesi son, nihayet, bitiş anlamlarına gelmektedir. Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır. Mütercim Âsun Efendi meşhur Kamus'unda "sidre" kelimesini şöyle açıklamaktadır: "Sidre, Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latifdir".

Sidretül-müntehâ' şeklinde Kur'ân-ı Kerim'de Necm suresinin 14. âyetinde geçmektedir. Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'ını anlatan ve bir çok sahabeden rivayet edilen Hadis-i şerifte de geçmektedir. Hem Kur'ân'ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mirac'ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen Sidretül-Müntehâ', "Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve İstebrekın Cennetlerinin etekleri vardır", diye açıklanmış, Keşşâf'ta da Sidretül-Müntehâ' Cennetin nihayetinde ve sonundadır, diye geçmektedir.

Ayrıca Sidretül-Müntehâ', "Allahu Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkib "son sınır, son hudud veya sınırın sonu" diye anlaşılmıştır.

Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi'rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde sözkonusu edilmektedir: "...Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah'ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi tamamiyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah'ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... " (Müslim, İmân, 259).

İbn Mesud (r.a)'dan gelen rivayette de "Rasûlüllah (s.a.s) Sidretül-Müntehâ'ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor"dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre'nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" (en-Necm, 53/16) âyetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel'den başkası da şöyle diyor: "Yaratıkların ilmi "sidre'de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur" (Tirmizi, T. Suver 53).

Mürre'nin Abdullah'tan rivayetine göre "Rasulullah (s.a.s) İsrâ gecesinde Sidretü'l-Müntehâ'ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir..." (Müslim'den naklen, Kurtubî, XVII, 94).

Enes'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ben Sidretü'l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki hâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim. Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil'dir" diye cevap verdi" (Kurtubî (Darekütnî'nin lafzıyla Müslim'den naklen), XVII, 94).

Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir (et-Tehanevi, Keşşafu İstılâhati'l fünün, İstanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer).

Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Mi'rac gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cibril geride kalmış; Rasulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: "Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir..." (Keşşafu İstilâhati'l-Fünun, "Sidretü'l-Müntehâ" maddesi).

Sidretü'l-Müntehâ' denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez.

Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü'l Müntehâ'yı, buraya kadar zikredilen mânâlarını yanı sıra, "hayret-i küsvâ" diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığın, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir.

Öyleyse biz âciz insanların Sidretü'l-Müntehâ'yı kesin olarak "şudur veya budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivayete göre, sadece Peygamberimize "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir. Sidretü'l Müntehâ'dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allahü Teâlâ'dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allahü Teâlâ'nın "Zât Âlemi" diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız doğru olmayabilir.

#############

Sidretü'l-müntehâ nedir?

Sidretü'l-müntehâ, son sidre demektir ve izâfi bir terkiptir.

Münteha: İsm-i mekân ya da mimli mastar olan bu kelime, "nihayet sidresi" veya "son sınır sidresi" anlamını ifade eden bir isimdir.

Sidre, daha evvel de geçtiği gibi ağaç demektir. Kamus Tercemesi'nde sidre ile ilgili şu bilgiler vardır:

"Sidr, in kesri ve n sükunu ile okunur. Nebk ağacına verilen bir isimdir. Buna "Arabistan kirazı" da denir ki, Trabzon hurması da aynı nevidendir. Bu kelimenin müfredi sidre, çoğulu, siderât, sidirat, sider ve südür şeklinde gelir. Adı geçen bu ağaç, iki çeşittir. Birisi büstânî (bahçeye mahsus)dir ki meyvası hoş olup yapraklarıyla da yıkanılmaktadır. Diğeri de berrî (toprağa mahsus)dir ki bunun meyvesi tatsızdır. Her ikisinin de gölgesi gayet koyu, hoş ve hafiftir."

Bu kelime de ayrıca bir hayret mânâsı da vardır. Seder ve sederat, göz kamaşmak ve hayran olmak demektir. Bunun binâ-i nev'isi de bir nevi hayrete düşmeyi ifade eder. Bu sebeble müfessirler sidretü'l-müntehâyı, her iki mânâyı da gözeterek tefsir etmişlerdir. Bu konudaki farklı yorumları şöyle sıralamak mümkündür:

1. Sidretü'l-müntehâ, yedinci semada bir hadise göre de altıncı semada Arş'ın sağ tarafında bulunan bir nebk ağacıdır ki müttakilere vaad edilen cennetin nehirleri (bk. Muhammed, 47/15) onun altından çıkar. Hz. Peygamber (asm)'in meyvesini tacın püsküllerine, yapraklarını da fil kulaklarına benzeterek tavsifde bulunduğu bu ağaç hakkında şunları söylediği rivayet edilmiştir:

    "Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yol alsa yine katedemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter."

    "Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yüz sene gitse katedemez. Bir yaprağı bütün ümmetin üzerini örter."

gibi haberler nakledilmiştir. Bu haberler, söz konusu ağacı, mahlukatın cisim ve boyutları bakımından aldıkları son şekil, ve emir âleminin sınırına dikilmiş bir ağaç, bir "oluşum ağacı" olarak göstermektedir.

İbnü Mes'ud'dan gelen bir rivayette onun şöyle dediği görülür:

"Sidretü'l-Müntehâ, cennetin uc kısımlarında bulunan bir yerdir. Üzerinde ise Sündüs ve İstebrak'ın etekleri vardır."

Keşşâf'da da "Sidre-i Müntehâ sanki cennetin bitiş noktasındadır." şeklinde bir ifade vardır.

İbnü Abbas ve Ka'b'dan nakledildiğine göre Sidre-i Müntehâ, arşın altında bulunan bir ağaçtır ki, melekler, nebiler ve mahlukat içinde bulunan âlimlerin ilmi sonuçta ona ulaşır. Ondan ötesi ise gaybdır, Allah'tan başkası bilemez.

Dahhâk'tan yapılan bir rivayette de şöyle denilir: "Allah'ın her emri ona ulaşır, ondan daha ileri geçemez."

Görüldüğü gibi bütün bu sözler, müntehâ kelimesinin ifade ettiği anlamı açıklayıcı mahiyettedir.

2. Fahreddin Râzî de tefsirine ikinci sırada kaydettiği bir görüşte şunları söyler: "Sidre, 'Rakib'den 'rikbe' gibi bina-i merre olarak alınırsa bu takdirde sidre-i müntehâ, hayret-i kusuâ (en son hayret) manasını ifade eder."

Yani akılların, daha fazla hayret tasavvur edilmeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Hz. Peygamber (asm) hayrete düşmedi, şaşmadı, kendisini kaybetmedi ve gördüğünü gördü, demektir. Ancak yine de Râzî, sahih olarak, ilk verdiği rivayeti kabul etmektedir.


#############

Tefsirlerdeki açıklamalar göz önüne alındığında sidre, Hz. Peygamber Allah’ın huzuruna varmadan önce cennetü’l-me’vâda Cebrâil’i yanında bıraktığı mübarek bir ağaçtır. Abdülvâsi Çelebi’nin mi‘râciyyesinde bu ağaç, “O yerden geçtik ve gördüm bir ağaç / Ol ağaçtır bu gökler başına taç ... / Dedim bu ne acâib müntehâdır / Dedi bu da o sidrü’l-müntehâdır” mısralarıyla tanıtılır. Sidre aynı zamanda Cebrâil’in makamıdır.

Sidre huzûr-ı ilâhîye varan yol üzerinde bir sınır kapısı gibidir. Abdülvâsi Çelebi bunu, “Girü (tekrar) refref gelip götürdü beni / O sidre katına irürdi (ulaştırdı) beni // ... // Revan sidre katına girü vardım / Ki tahfîf isteyü yüz yere vurdum” beyitleriyle ortaya koymuştur. Allah katından gönderilenler orada aracılara (melekler) aktarılarak dünyaya ulaştırılır, yukarıya çıkacak veya aşağıya inecek her şey o sınırdan alınıp verilir. Mi‘râciyyelerde Cebrâil’in, “Lev denevtü ünmületen leharaktü” (buradan bir parmak dahi ileri geçersem yanarım) dediği bu sınır çizgisini aşma konusunu Receb Vahyî, “Giderek sidreye geldi iki hemrâh-ı şefîk / Olamam ben sana artık dedi Cibrîl refîk” beytiyle anlatır. Bir hadise göre sidre ağacının yaprakları fil kulağı gibi, meyveleri testi veya dağ tepesi kadar iridir (Müsned, III, 164; IV, 207; Buhârî, “Ṣalât”, 1). Halilnâme’deki, “Onun bir yaprağı dünyâyı küllî / Bürür baştan başa her câyı küllî” beyti sidrenin bu özelliğini ifade etmektedir. Ayrıca sidre, altında yüz atlının gölgeleneceği kadar uludur.

İslâm kültüründe sidre etrafındaki bilgiler âyet ve hadislerdeki mâlûmatla sınırlı kalmamış, İsrâiliyat’a kadar uzanan değişik verilerle karışarak çeşitlenip zenginleşmiştir. Bunlar, Arap ve Fars şairlerinin farklı algılayış biçimleri ve hayal dünyalarının katkılarıyla abartılarak Türk divan edebiyatına intikal etmiştir. Türk edebiyatında sidre, divan mazmun ve remizleri arasında verimli bir malzeme sahası haline dönüşmüş, ayrıca tasavvufî anlayışların geliştirdiği yorumlarla bu alana mahsus terimler olarak değişik mânalar kazanmıştır.

Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında müstakil beyitler yanında na‘tlarda, mesnevilerde, cennet hakkında bilgi veren ansiklopedik edebî eserlerde, Hz. Peygamber’e dair çeşitli eserlerde bu hususta zengin örneklere ve anlatımlara rastlanmaktadır. Türk dinî mûsikisinde mevlid ve mi‘râciyyeler yanında bazı âyinler, na‘tlar, tevşîhler, ilâhi ve nefeslerde de sidreyle ilgili bilgilere daha çok tasavvufî anlayış çerçevesinde yer verildiği görülmektedir. Şair ve yazarların sidre hakkındaki bilgileri, dinî ölçülere bağlılıkları, zâhir ve bâtın telakkileri, İsrâiliyat’la ilgili kanaatleri, tasavvufî kimlik ve anlayışları yanında hayal dünyalarının belirlediği sınırlar içinde temas ettikleri bu konu Ârif, Nahîfî, Yenişehirli Ömer gibi şairlerin mi‘râciyyelerinde genişçe yer almış, Receb Vahyî gibi şairler ise konuyu sadece birkaç beyitte işlemiştir.

Sidre hakkındaki hadislerden hareketle İslâmî kaynakların çoğunda cennetten çıkan, ikisi zâhir, ikisi bâtın dört nehrin bu ağacın altından doğduğu bilgisi yer almıştır. Sanatkârın yaşadığı yerlerdeki nehirlerin bölgeler üzerindeki etkileri ona farklı isimleri çağrıştırmış, böylece ortaya Nil, Fırat nehirleri yanında Dicle, Seyhan ve Ceyhun adları da çıkmıştır. Bunlardan bâtın olan iki cennet nehri selsebîl ile kevser veya tesnîmdir. Nahîfî şu beyitlerde bunu anlatır: “Kim iki nehr-i ferih-efzâ-yı can / Sidrenin aslından olurdu revan // Sâf ü latîf ol iki nehr-i cemîl / Olmuş idi kevser ile selsebîl.” Halk kitlelerinin inancına göre mübarek olduğu kadar dünyadaki en büyük nehirlerden olan Nil ve Fırat zâhir nehirlerdir. Abdülvâsi Çelebi bu anlayışı mi‘râciyyesinde, “Onun dibinde dört ırmak akar / İkisi zâhir uş dünyâya çıkar // Birisi Nîl’dir birisi Fırat uş / İkisi dahi uçmağa akar hoş” beyitleriyle aktarmıştır. Mi‘râciyyelere göre sidrede bulunan meleklerin saçlarındaki incilerin içinde nur denizleri de yer almaktadır.

Sidre ağacı edebî eserlerde cennette mevcut iki ağaçtan biri olan tûbâ ile beraber anılır. Her ikisi de divan edebiyatında sevgilinin boyunun uzunluğunu ve endamının güzelliğini ifade eden birer remizdir. Mehmed Necib Efendi’nin hilyesindeki, “Kadd-i tûbâsı idi sidre-makam / Enbiyâ zümresine oldu imam” beyti bu beraberliğin ötesinde Hz. Peygamber’in boyu için “kadd-i tûbâ”, derecesi için “sidre-makam” tabirinin kullanılışına da örnektir. Cem Sultan’ın sevgilinin vasıfları için, “Görelden sidre kaddini çemende tûbî-i cennet / Dedi kim kadd-i bâlâda bu resme müntehâ olmaz” beyti, cennet-sidre-tûbâ-kad-müntehâ kelimeleri üzerine tenâsüp sanatıyla geliştirilmiş, maddî bir anlatımın pek güzel örneklerinden biridir.

Gelibolulu Gurûrî’nin, “Sidre vü tûbâ değil arş-ı muallâdan geçer / Hakkā kim pervâz ederse şehper-i tevhîd ile” beyti, “Allah’ın birliğine hakkıyla inanıp onu zikretmek suretiyle tevhid kanatlarını takan kişiler, sadece sidre ve tûbâ ağaçlarının bulunduğu yerden değil arş-ı muallâdan bile ötelere yükselir” anlamıyla tevhidin değerini vurgulamaktadır. Sidre ağacı ayrıca ululuğu, gölgesinin genişliği, altından nehirlerin doğması, meyvelerinin iriliği, meleklerin makamı olması, inci ve nur denizlerinin üzerinde yer alması gibi sebeplerle müslüman halk kültüründe her türlü maddî ve mânevî zenginliğin kaynağı olarak kabul edilmiştir. Bektaşîlik inancında sidretü’l-müntehâ, “hayyü lâ-yenâm”ın (daima diri ve uyanık olan) Allah’ın huzuruna çıkılırken selâmlanması gereken önemli makamlardan biridir. Nitekim Bektaşî nefeslerinden birinde şöyle denmektedir: “Dedi rehber işte hayyü lâ-yenam / Gayri yoktur benim hizmetim tamam / Sidretü’l-müntehâ dördüncü selâm / Âdâb ü erkânla durdum hû deyü.”

Sidrenin Hz. Peygamber ve Cebrâil için müştereken kullanılan “sidre-nîşîn, sidre-menzil, sidre-mensub, mâh-ı sidre-peymâ” gibi şekilleri yanında “hayret-nişîn-i sidre” tamlamasıyla beraber sevgili için “sidre-kad, sidre-kāmet” şekilleri de kullanılmaktadır. Karamanlı Nizâmî’nin, “Kāmetin sidre tapun hûr ü dudağın kevser / Kûyunun her tarafı cennet-i a‘lâ mı değil” beyti, sidre ile birlikte zikredilmesi gereken diğer unsurlara da yer vermesi bakımından dikkat çekmektedir.

###############


Sidretül Münteha, göğün yedinci ve son katında olduğuna inanılan bir yer ya da bir inanışa göre bir ağaç (hünnap ağacı)’tır. Miraç gecesi Cebrail’in Hz. Muhammed’e ikinci duyurusunu (vahiy) burada yapmış olduğuna inanılır.

Sidretürl Münteha, bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihayeti demektir. Sözlükte ise “Arabistan kirazı denilen hoş gölgeli nebk ağacı” anlamındaki sidre ile müntehâ kelimesinden oluşan sidretü’l-müntehâ terkibi “son noktada bulunan sidre” demektir. Terim olarak “Hz. Muhammed’in Miraç gecesi yanında ilâhî sırlara mazhar olduğu ağaç ya da makam” diye açıklanabilir. Kurân’da bir yerde sidretü’l-müntehâ , bir yerde yalnız sidre şeklinde geçer. Sidr iki âyette de “ağaç” mânasına gelmektedir. Çeşitli hadis rivayetlerinde yapraklarının yıkanmada kullanılması sebebiyle sidr, ayrıca âyetteki konumu itibariyle sidretü’l-müntehâ yer alır.

Mütercim Âsun Efendi meşhur Kamus’unda "sidre" kelimesini şöyle açıklamaktadır:

"Sidre, Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latiftir".

Ayrıca Sidretül-Müntehâ’, "Allah’ın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Muhammed’e refakat eden Cebrâil de Hz. Muhammed’i buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Allah’ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkip, "son sınır, son hudut ya da sınırın sonu" diye anlaşılmıştır.

Sidretü’l-müntehâ terkibiyle ilgili olarak başlıca iki görüş ileri sürülmüştür. Daha çok kabul gören anlayışa göre sidretü’l-müntehâ semada bulunan, Miraç gecesi yanında Hz. Muhammed’in ilâhî sırlara mazhar olduğu bir ağaçtır. Çünkü terkibin yer aldığı Necm sûresindeki âyetler, Hz. Muhammed’in miracıyla ilgilidir. Yaygın kanaate göre Hz. Muhammed, Miraç gecesi sidretü’l-müntehânın yanında aslî sûretiyle Cebrâil’i görmüştür. Sidretü’l-müntehâyı bürüyen şey ise Allah’ın nuru, melekler ya da bilinmeyen başka şeylerdir.

Sidretü’l-müntehâya bu ismin veriliş sebebi konusunda da çeşitli görüşler vardır. Cennetin son noktasında bulunması, aşağıdan yükselen ve yukarıdan inen şeylerin orada neticelenmesi, yaratılmışlara özgü bütün bilgilerin orada son bulması, ötesinin Allah’tan başkası için gayb âlemi olması gibi görüşler bunlardan bazılarıdır. Taberî, farklı ihtimallerin hepsinin âyetin lafzına uygun olup tercih için kesin bir nakil bulunmadığından bunlardan birinin ya da hepsinin mümkün olabileceğini belirtir.Bu açıklamaların ortak noktası sidretü’l-müntehânın bir sınırı ifade etmesidir. Burası, Miraç gecesi Hz. Peygamber’in mazhariyeti dışında büyük meleklerin ve peygamberlerin ötesine geçemediği, yaratılmışların ilminin ulaşabileceği son nokta olarak kabul edilir. Yaygın kanaate göre Hz. Muhammed, Miraç gecesi Cebrâil ile sidretü’l-müntehâya kadar gitmiş ve Cebrâil’in daha ileriye gitmesine izin verilmediği için Kabe Kavseyn'e olan yolculuğuna refrefle devam etmiştir.

Ortadoğu ve Levant bölgesinde Sidr olarak bilinen bir başka ağaç türü, Arabistan kirazı Ortadoğu ve Levant bölgesinde Sidr olarak bilinen bir başka ağaç türü, Arabistan kirazı
Sidre kelimesinin kökünde (seder / sedâre) “hayret anlamı” da bulunduğundan bu terkibe “en büyük hayret” anlamı verenler de olmuştur. Burası en çok hayret edilen bir makam olduğu halde Kurân-ı Kerîm’de belirtildiği gibi, Hz. Muhammed, ne hayrete düşmüş ne de kendini kaybetmiş, gördüğünü tam ve doğru olarak algılamıştır. Bu görüşü aktaran Râzî ilk anlayışın daha isabetli olduğunu belirtir. Sidretü’l-müntehâ, hadis rivayetlerinde beyan edildiği üzere cennetin son noktasında kendine özgü bir ağaç da olsa ya da hayret makamı konumunda da bulunsa sınırlı idrak imkânlarına sahip insanların onun mahiyetini bilmesi mümkün değildir. Cebrâil’in bile idrak etmekten âciz olduğu gayb âlemine ait bu varlığın ya da makamın sırrının Allah’a havale edilmesi en isabetli yoldur.

Tasavvufta da sidretü’l-müntehâ hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. İlk sûfîlerden Sehl b. Abdullah et-Tüsterî sidretü’l-müntehâyı “insanî bilginin bittiği yer” diye tanımlamış, bunun Hz. Muhammed’in ibadetlerindeki nurdan oluştuğunu, ilâhî feyizlerin sidre üzerinde ona geldiğini ve ona metanet verdiğini söylemiştir. Aynülkudât el-Hemedânî’ye göre sidre rubûbiyyet ağacıdır, meyvesi ubûdiyyettir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre Hz. Muhammed, Hz. İbrâhim’in makamı olan 7. semayı geçerek sidretü’l-müntehâya ulaşmış, sonra burasını da geçip kaderleri yazan kalemlerin çıkardığı sesleri işitecek bir noktaya yükselmiştir.

Sidretü’l-müntehâ, peygamberler ve onlara tâbi olan mutlu insanların amellerinin sûretlerinin bulunduğu yerdir, bu sûretler kıyamete kadar burada muhafaza edilir. Bu amellerden yansıyan ışıltılar sidreyi bürümüş ve onu göz kamaştıran bir güzelliğe kavuşturmuştur. İbnü’l-Arabî sidretü’l-müntehâdaki nur kelebeklerinin ve dört nehrin özel anlamları olduğunu, ancak bunun mahiyetinin tam olarak bilinemeyeceğini, güçlü bir anlatım yeteneğine sahip bulunan Hz. Muhammed, bu noktada susmayı tercih ettiğine göre insanların da susması gerektiğini söyler. Burada İbnü’l-Arabî’nin miraçla ilgili hususları bazı mânevî ve ilâhî hususların simgeleri olarak gördüğünü belirtmek gerekir. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin açıklamaları da bu yöndedir.

Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi’rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde söz konusu edilmektedir:

"...Sonra beni Sidretül-Münteha’ya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemen’in) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah’ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi tamamıyla bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah’ın yarattıklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... ".

İbn Mesud’dan gelen rivayette de Resûlullah, Sidretül-Müntehâ’ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre’nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" âyetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel’den başkası da şöyle diyor:

"Yaratıkların ilmi "sidre’de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur".

Mürre’nin Abdullah’tan rivayetine göre "Resûlullah, İsrâ gecesinde Sidretü’l-Müntehâ’ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir...".

Enes’in rivayetine göre Hz. Muhammed, şöyle buyuruyor:

"Ben Sidretü’l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki hâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim.

Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil’dir" diye cevap verdi".

Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir.

Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Miraç gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cebrail geride kalmış; Hz. Muahmmed, geri kalmasının sebebini sormuş, Cebrail şöyle cevap vermiştir:

"Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir...".

Sidretü’l-Müntehâ’ denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve insanî ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez.

Biz âciz insanların Sidretü’l-Müntehâ’yı kesin olarak "şudur ya da budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivayete göre, sadece Hz. Muhammed’e "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına izin verillmiştir. Sidretü’l Müntehâ’dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allah’tan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allah’ın "Zât Âlemi" diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir.

#############

Necm Sûresi 13-18: Ve lekad reâhu nezleten uhrâ, inde sidretil muntehâ, indehâ cennetul mevâ. İz yagşes sidrete mâ yagşâ, mâ zâgal basaru ve mâ tegâ. Lekad reâ min âyâti rabbihil kubrâ.

Meâli: Doğrusu o bir tenezzül içinde bütün her yerde hakikatleri gördü. Sidretü’l-Müntehâ’da. Varılacak yer olan huzur O’nun katında. Bütün her şeyi nuruyla kaplayanı, tüm tecellilerin geldiği o yeri anladığında, basireti kaymadı ve ikiliğe düşmedi. Doğrusu o Rabbinin yüceliğini delilleriyle gördü.

Sidret’ül-müntehâ’da ki sidre: s,d,r kökünden gelir. sadr, sidre oradan gelir.

Sidre: Ağaç, tüm kainatın geldiği asıl kaynak, gönül alemi,

Müntehâ ise: Nihayet, son , son nokta, varılacak yer

Sidretü’l-müntehâ: Hakk halk birliği, âmâ buutu, halkiyetin kaynağı, son ağaç, gönlün sonsuz boyutu, kainat ağacının tohum boyutu,

Ruhların vücud elbiselerini henüz giymedikleri, tüm özlerin bir arada bulundukları, varlıkların var olmadan önce bir bütünlük içinde oldukları kaynağın adıdır sidretü’l müntehâ.

Varlığın geldiği kaynak

Ama varlığın varlık olarak olmadığı kaynak

Nurun, Ruhun doğduğu kaynak

Hiçlik, âmâ buutu,

Tüm kainatın, tüm varlığın Allah’ta bir tohum misali bulunduğu sistem.

Tüm varlığın bir bulut misali bir bütünlük içinde bulunduğu öz.

Nasıl ki bir tohumda o ağaca ait tüm nitelikler gizli bir halde varsa, o tohum toprağa düşüpte filiz verip ağaç meydana geliyorsa, yani o ağacın henüz vücud bulmadan önceki hâli tohumda varsa, bu kainat da var olmadan önce Allah buutunda tastamam vardı.

İnsan bir sperm ile yumurtanın döllenmesinden meydana gelir. İnsana ait tüm özellikler o yumurtada vardır.

Genetik kombinasyonunda insana ait tüm nitelikler tüm özellikler o genetik sistemde yazılıdır. Ve insan o sistemden şekillenir ve dünyaya gelir.

Madde alemi var olmadan önce mâna aleminde vardı.

İşte, Sidretü’l-müntehâ:

Allah’a ait sistem

Sonsuzluk boyutu

Nurun, Ruhun doğduğu kaynak

Âmâ buutu

Hakk Halk birliği,

Muhammed nurunun geldiği kaynak

Tüm varlığın geldiği kaynak,

Kainat ağacının tohum boyutu

Allah tüm kainatı, sidretü’l-müntehâ’dan var etti.

Ahsen-i takvim üzere varoluş, sidretü’l-müntehâ’dan başlar

Nur ve Ruh yazılımı,”Nun” sırrıdır.

Beşeri vücud yönü yazılımı ise “Kalem” sırrıdır.

Âmâ buutundan Ehad buutuna,

Ehad buutundan Nur buutuna,

Nur buutundan Ruh buutuna,

Ruh buutundan Beşer buutuna yazılımın adıdır Ahsen-i Takvim üzere varoluş.

İşte tüm sistemin geldiği kaynak, Sidretü’l Müntehâ’dır.

Varlık var olmadan önce Sidretü’l Müntehâ’da belirlenir.

Orada Nurlanır.

Tüm varlığa Ruh üflendiği makam Ruh boyutudur.

Nurdan-Ruha, Ruh’dan beşeri alemi yolculuğa ve oradan dünya boyutunda beşer olarak görünür varlık

İşte insan denilen varlık kendi özünde Allah’a ait olan tüm sistemi taşır.

İnsanın bu hakikati idrak etmesi için kendinden kendine Seyr-î Sûluk yapması gerekir.

İşte bu Seyr-î Sûluk yolunda hakikatleri idrak eden, hayret ve zevk buutunu hisseden Tevhîd şuuruna ermiştir.

Artık hep O şuur üzere hareket eder.

İşte tüm sistemin geldiği kaynak, Sidretü’l Müntehâ’dır.

Allah bizleri, kendinden kendine Seyr-î Sûluk edenlerden eylesin.

Allah bizleri canımız efendimiz Hazreti Muhammed’in seyrettiği Sidretü’l Müntehâ’yı zevk edenlerden eylesin..

##########

Sidre-i münteha kelimesinin anlamı nedir? Sidre-i münteha kelimesine örnek cümleler...

Sidre-i müntehâ: Mi­râc yol­cu­lu­ğun­da Pey­gam­ber Efen­di­miz’e re­fâ­kat eden Ceb­râ­il -aley­his­se­lâm-’ın «Ben bun­dan son­ra bir adım da­ha atar­sam ya­na­rım» de­di­ği ve Pey­gam­be­r (s.a.v) Efendimiz’in, da­ha öte­si­ne Ceb­râ­il’siz ola­rak geç­ti­ği ma­kâm anlamına gelir.
SİDRE-İ MÜNTEHA KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

Muhakkak ki insan, Rasûlullah (s.a.v) karşısında, mânevî ürperişlerini ve bediî duygularını hissettiği, rûhunu dış dünyaya âit bütün çizgilerden
boşalttığı vakit, O’nunla aynîleşme yolundadır, rüşdünü ikmâl etmiştir. O’nu tam mânâsı ile kimse târif edemedi. Yaratılışını tanıyamadı.
Cebrâil (a.s) dahî sidre-i müntehâ’da:

“–Ben son hududumdayım, Sen devam et!” dedi.

*****

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mîrac gecesi, Cebrâîl -aleyhisselâm- dâhil, hiçbir mahlûkun hudûdunu aşamadığı Sidre-i Müntehâ’nın ötesine geçirildi. Cenâb-ı Hak ile arasında, kullarca telâkkîsi muhâl ve mahrem olan bir vuslat meydana geldi.

Bunlar, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in muhâtab oldukları iki büyük tecellînin bizim idrâk seviyemize indirilmiş bir ifâdesinden ibârettir.

*****

eşref-i mahlûkât olan Hazret-i Peygamber (s.a.v), Mîrâc’da, meleklerin en büyüğü olan Cebrâîl u’ın bile geçemediği hudûdun, yani Sidre-i Müntehâ’nın ötesine geçirilmiştir.

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri insanın varlık âlemine gelişini ve bu varlık âleminden yine Hakk’a dönüşünü ne güzel ifade eder:

Ezelden aşk ile biz yâne geldik!
Hakîkat şem’ine pervâne geldik!

Tenezzül eyleyip vahdet ilinden,
Bu kesret âlemin seyrâne geldik!



DiPNOTLAR

Kāmus Tercümesi, II, 385.

Müsned, III, 164; IV, 207.

Sehl et-Tüsterî, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (nşr. M. Bedreddin en-Na‘sânî), Kahire 1326/1908, s. 145.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XIII, 53; XXIV, 209.

Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, Ḥaḳāʾiḳu’t-tefsîr: Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (nşr. Seyyid Umrân), Beyrut 2001, II, 286.

Aynülkudât el-Hemedânî, Temhîdât (nşr. Afîf Useyrân), Tahran 1962, s. 276.

Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), VI, 48.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XXVIII, 252-253.

Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye, Kahire 1293, II, 369; III, 345.

a.mlf., el-İsrâ ile’l-maḳāmi’l-esrâ: Kitâbü’l-Miʿrâc, Beyrut 1408/1988, s. 23, 109, 247.

Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiʿ (nşr. Hişâm Semîr el-Buhârî), Riyad 1423/2003, IX, 95.

Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, İstanbul 1991, IV, 315.

Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, Beyrut 1403/1983, VII, 649-651.

Şemseddin eş-Şâmî, el-İsrâ ve’l-miʿrâc: Ḫulâṣatü’l-fażli’l-fâʾiḳ fî miʿrâci ḫayri’l-ḫalâʾiḳ (nşr. Hasan Ahmed İsbir), Beyrut 1424/2003, s. 294.

Şah Veliyyullah Dihlevî, Ḥüccetullāhi’l-bâliġa (nşr. Seyyid Sâbık), Kahire, ts. (Dârü’l-kütübi’l-hadîse), s. 867.

Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî (nşr. M. Hüseyin el-Arab), Beyrut 1417/1997, XV, 14; XXVII, 77-78.


- Kamus Tercümesi, II, 385.
- Müsned, III, 164; IV, 207.
- Taberî, Zemahşerî, Râzî, Kurtubî, Beyzâvî, Alûsî, Necm suresi 14. ve 16. ayetlerin tefsiri.

İlhan Ayverdi – Ahmet Topaloğlu, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 2005, III, 2791.

Müsned, III, 164; IV, 207.

Abdülvasi Çelebi, Halilname (haz. Ayhan Güldaş), Ankara 1996, s. 451-452, 466, 475.

Tecrid Tercemesi, X, 60-75.

Receb Vahyî, Minhâcü’l-mi‘râc, İstanbul 1315, s. 15, 20.

Ali Nihad Tarlan, Şeyhî Divanını Tetkik, İstanbul 1964, s. 157, 160, 225.

Harun Tolasa, Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 18-19.

Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râc-nâmeler, Ankara 1987, s. 56-59, 139, 279-283.

M. Yaşar Kandemir v.dğr., Riyâzü’s-sâlihîn: Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, İstanbul 1998, VII, 534-535.

İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, İstanbul 1999, s. 353.

Mustafa Uzun, “Fırat”, DİA, XIII, 33-34.

Kaynaklar

Wikipedia
TDV İslâm Ansiklopedisi
Cihad TUNÇ
Sorularla İslamiyet
tevhidikuranmeali
İslam ve İhsan
toragizbiz
Allah Muhammed Yazılı PSD Grafik Tasarımları V260320242123P2 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Button;Web Button;Glossy Button;Orbs Button;Badge;Dügme;Web dügme;Allah Yazılı;Allah;Calligraphy;Allah Yazılı Web Button;Allah Yazılı Web dügme;Allah Yazılı PNG Logo;
Dini;Dini Resim;Dini Fotoğraf;Dini Grafik Tasarım;islami;islami Resim;islami Fotoğraf;Dini Grafik;Dini Calligrafi Resim;Dini Calligrafi Grafik;Hat Yazılı;Hat Yazılı Resim;Arapça Hat Yazılı Resim;Allah;Allah Yazılı Resim;Muhammed;Muhammed Yazılı Resim; Ayet;Ayet Yazılı resim;Kuran Yazılı Resim;Religious;Religious Painting;Religious Photography;Religious Graphic Design;Islamic;Islamic Painting;Islamic Photography;Religious Graphic;Religious Calligraphy Painting;Religious Calligraphy Graphic;Calligraphy Writing;Calligraphy Picture;Arabic Calligraphy Picture;Allah;Allah Written Picture;Muhammad ;Muhammad Written Image; Verse;Verse Written Picture;Quran Written Picture;Religiös;Religiöse Malerei;Religiöse Fotografie;Religiöses Grafikdesign;Islamisch;Islamische Malerei;Islamische Fotografie;Religiöse Grafik;Religiöse Kalligraphiemalerei;Religiöse Kalligraphiegrafik;Kalligraphieschrift;Kalligraphiebild;Arabisches Kalligraphiebild;Allah;Allah geschriebenes Bild;Muhammad ;Muhammad Geschriebenes Bild; Vers; geschriebenes Versbild; geschriebenes Koranbild;Red;Orange;Green;Turquoise;Blue;Purple;Pink;Rot, Orange, Grün, Türkis, Blau, Lila, Rosa;Kırmızı; Turuncu; Yeşil; Turkuaz; Mavi; Mor; Pembe;Fon Resimi;Cadres;Rahmen;Çerçeve:Arka Fon;
Allah Muhammed Yazılı PSD Grafik Tasarımları V260320242123P1 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Button;Web Button;Glossy Button;Orbs Button;Badge;Dügme;Web dügme;Allah Yazılı;Allah;Calligraphy;Allah Yazılı Web Button;Allah Yazılı Web dügme;Allah Yazılı PNG Logo;
Dini;Dini Resim;Dini Fotoğraf;Dini Grafik Tasarım;islami;islami Resim;islami Fotoğraf;Dini Grafik;Dini Calligrafi Resim;Dini Calligrafi Grafik;Hat Yazılı;Hat Yazılı Resim;Arapça Hat Yazılı Resim;Allah;Allah Yazılı Resim;Muhammed;Muhammed Yazılı Resim; Ayet;Ayet Yazılı resim;Kuran Yazılı Resim;Religious;Religious Painting;Religious Photography;Religious Graphic Design;Islamic;Islamic Painting;Islamic Photography;Religious Graphic;Religious Calligraphy Painting;Religious Calligraphy Graphic;Calligraphy Writing;Calligraphy Picture;Arabic Calligraphy Picture;Allah;Allah Written Picture;Muhammad ;Muhammad Written Image; Verse;Verse Written Picture;Quran Written Picture;Religiös;Religiöse Malerei;Religiöse Fotografie;Religiöses Grafikdesign;Islamisch;Islamische Malerei;Islamische Fotografie;Religiöse Grafik;Religiöse Kalligraphiemalerei;Religiöse Kalligraphiegrafik;Kalligraphieschrift;Kalligraphiebild;Arabisches Kalligraphiebild;Allah;Allah geschriebenes Bild;Muhammad ;Muhammad Geschriebenes Bild; Vers; geschriebenes Versbild; geschriebenes Koranbild;Red;Orange;Green;Turquoise;Blue;Purple;Pink;Rot, Orange, Grün, Türkis, Blau, Lila, Rosa;Kırmızı; Turuncu; Yeşil; Turkuaz; Mavi; Mor; Pembe;Fon Resimi;Cadres;Rahmen;Çerçeve:Arka Fon;
Allah Muhammed Yazılı PSD Grafik Tasarımları V260320242122P1 Serisi

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Button;Web Button;Glossy Button;Orbs Button;Badge;Dügme;Web dügme;Allah Yazılı;Allah;Calligraphy;Allah Yazılı Web Button;Allah Yazılı Web dügme;Allah Yazılı PNG Logo;
Dini;Dini Resim;Dini Fotoğraf;Dini Grafik Tasarım;islami;islami Resim;islami Fotoğraf;Dini Grafik;Dini Calligrafi Resim;Dini Calligrafi Grafik;Hat Yazılı;Hat Yazılı Resim;Arapça Hat Yazılı Resim;Allah;Allah Yazılı Resim;Muhammed;Muhammed Yazılı Resim; Ayet;Ayet Yazılı resim;Kuran Yazılı Resim;Religious;Religious Painting;Religious Photography;Religious Graphic Design;Islamic;Islamic Painting;Islamic Photography;Religious Graphic;Religious Calligraphy Painting;Religious Calligraphy Graphic;Calligraphy Writing;Calligraphy Picture;Arabic Calligraphy Picture;Allah;Allah Written Picture;Muhammad ;Muhammad Written Image; Verse;Verse Written Picture;Quran Written Picture;Religiös;Religiöse Malerei;Religiöse Fotografie;Religiöses Grafikdesign;Islamisch;Islamische Malerei;Islamische Fotografie;Religiöse Grafik;Religiöse Kalligraphiemalerei;Religiöse Kalligraphiegrafik;Kalligraphieschrift;Kalligraphiebild;Arabisches Kalligraphiebild;Allah;Allah geschriebenes Bild;Muhammad ;Muhammad Geschriebenes Bild; Vers; geschriebenes Versbild; geschriebenes Koranbild;Red;Orange;Green;Turquoise;Blue;Purple;Pink;Rot, Orange, Grün, Türkis, Blau, Lila, Rosa;Kırmızı; Turuncu; Yeşil; Turkuaz; Mavi; Mor; Pembe;Fon Resimi;Cadres;Rahmen;Çerçeve:Arka Fon;

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)