MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
Members:» Members: 27
Latest member:» Latest member: Fahriye
Forum threads:» Forum threads: 17,858
Forum posts:» Forum posts: 20,546

Full Statistics Full Statistics

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)





Niloya'nın Evcil Karıncası 25 dakika


NİLOYA VE METE yardım KIZAĞI İLE İHTİYACI OLAN HAYVANLARI TAŞIYOR
   

Hava-Durumu-Wetter-V210220231731-N1

   

KUTUP TAKLASI MI GELiYOR KUTUPLAR MI DEĞİŞİYOR - ARAŞTIRMA DERLEME MAKALEM

KUTUP TAKLASI MI GELiYOR KUTUPLAR DEĞİŞİYOR DÜNYA'NIN MANYETİK ALANI KUTUPLAR NEREYE KAYIYOR

Dünya’daki son kutup kayması 780 bin yıl önce yaşanmış

DÜNYA'NIN MANYETİK ALANI DEĞİŞİYOR: KUTUPLAR NEREYE KAYIYOR?

Pusulanın iğnesi bir gün, kuzey yerine güneyi gösterecek. Gezegenimizin manyetik kutupları, binlerce yıl süren dönemlerin ardından, yer değiştiriyor. Bize olağandışı gibi görünen bu durum, aslında milyarlarca yıldır tekrarlanıyor. Ne var ki, insanoğlu tarihi boyunca böyle bir değişimle hiç karşılaşmadı. Dünya'nın manyetik alanı, bizi kozmik ışınım gibi tehlikelerden koruyan bir kalkan. Manyetik kutupların yer değiştirmesi sırasında, manyetik alanın önemli ölçüde azaldığı düşünülüyor. Bu nedenle, değişim sürecinin özellikle gezegenimizdeki yaşam üzerinde birtakım etkilerinin olması kaçınılmaz. Bilim adamları, şimdi yeni bir değişim sürecinin başlamak üzere olduğunu vurguluyorlar. Hatta birçoğuna göre, bu süreç çoktan başladı bile.

PERİYODİK TERSİNME

Manyetik alandan yalnızca pusulayla yönümüzü bulurken yararlanmıyoruz. Aslında, yeryüzündeki yaşamın ona bağlı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü manyetik alan, bizi uzaydaki zararlı ışınımdan korumakla kalmıyor, yeryüzünde ve denizlerde yaşayan birçok canlı, yönlerini bulabilmek için de manyetik alandan yararlanıyor. Peki, ya bu alan bir gün yok olursa, ya da tersinirse(yer değiştirirse) ne olur? Araştırmalar, gezegenimizin manyetik alanının düzenli olarak yer değiştirdiğini gösteriyor. Yer değiştirme süreci, 100 bin ila 1 milyon yılda bir gerçekleşiyor ve ortalama 5 bin yılda tamamlanıyor. Bu süreler bize uzun gibi görünebilir. Ancak yapılan son araştırmalar, yeni bir tersinmenin eşiğine gelmiş olabileceğimizin ipuçlarını veriyor.

Yer değiştirme(tersinme) sürecinde, manyetik alan ciddi bir kararsızlık yaşıyor. Hatta bu sırada, uzun bir süre iki kutuplu manyetik alanın şiddeti önemli ölçüde düşüyor. Çok kutuplu bir manyetik alan oluşuyor. Manyetik alanın şiddetinde son birkaç yüzyıl içinde gözlenen hızlı düşüş, bilim çevrelerinin dikkatini çekiyor. Geçmişle ilgili kayıtlara bakıldığında, böyle bir düşüşün bir kutup tersinmesi öncesi gerçekleşen tipik bir durum olduğu görülüyor.

OZON TABAKASININ BOZULMASI

Manyetik alanın şiddetinde ve biçiminde oluşacak değişiklikler, yüklü parçacıkların atmosfere giriş biçimini etkileyecek. Bu durum, kutup ışıklarına ilgi duyanları belki sevindirecek; ancak yeryüzüne ulaşan zararlı ışınımın önemli ölçüde artmasına neden olacaktır. Eğer bu durum atmosferdeki ozonun bozunmasına yol açarsa, morötesi ışınımın yeryüzüne daha fazla ulaşması kaçınılmaz olacaktır. Bu olayın elektronik alt yapıya vereceği zararın yanında; daha korkutucu olan, aşırı radyasyonun yol açacağı kanser ve genetik mutasyonlardır.

Bazı araştırmacılar, belli dönemlerde canlıların büyük bölümünün soyunun tükenmesini, manyetik kutupların değişim sürecine bağlıyorlar. Yeryüzüne ulaşan yüklü parçacıklar, ayrıca iletişim hatlarına ve yörüngede dolanan uydulara ciddi zararlar verebilirler.

PUSULANIN İBRELERİ DEĞİŞİR

Manyetik alanın kaybolması, manyetik kutupların yer değiştirme sürecinde orta noktaya karşılık geliyor. Yer değiştirme(tersinme) tamamlandığında, pusulaların ibreleri kuzey yerine güneye, Antarktika'ya yönelecek. Eski kayalar içine hapsedilmiş manyetik mineraller, son 100 milyon yıl içinde, yaklaşık 170 kere kutup yer değiştirmesi(tersinme) yaşandığını gösteriyor. Dünya'nın en son manyetik tersinmesi ise, 780 bin yıl önce yaşanmış. Dünya'nın eski zamanlarında, tersinim periyodunun her 100 ya da 1000 senede bir olduğu düşünülüyor.

JEOMANYETİZMA VE PALEOMANYETİZMA

Manyetik alanın tersinmesini ve zamanını araştıran bilim dalları vardır. Bu bilim dalları; Jeomanyetizma ve Paleomanyetizma'dır. Bu iki bilim dalı, Yer'in çekirdeğinden uzaya kadar Yer manyetik alanını, Yerküre yapısı, dinamiği ve gelişimini konu alan çalışmaları kapsar.

JEOMANYETİZMA

Jeomağnetizma uzmanları, günümüzde yerin magnetik alanını ölçerek, yermagnetik alanının kökenini araştırmaya çalışırlar.

Yer'in manyetik alanının özelliklerini kısaca açıklayalım: Havada yatay bir düzlem üzerinde, serbestçe hareket edebilen bir mıknatıs çubuğun veya aynı durumda olan pusula ibresinin, bir ucu sağa, sola hareket ettikten sonra; Yerküresi'nin coğrafik kuzey kutbuna yönelir. Ancak ibrenin hareketsiz duruma geldiği anda gösterdiği bu yön, tam olarak coğrafik kuzey kutup noktası değildir. Buna yakın yerin kuzey manyetik kutbudur ve bu iki nokta arasında 11,6 derecelik bir açı vardır. Pusula ibrelerinin gösterdiği yön ile, coğrafik kutup noktası arasındaki açıya, sapma açısı veya deklinasyon açısı denir ve (D) harfi ile gösterilir. Bu açı, her yerde farklı değerler alır. Sapma açısının sıfır olduğu yerlerde, pusula ibresi, aynı zamanda coğrafik kuzey kutbunu gösterir.

PALEOMANYETİZMA

Kayaçlardaki doğal kalıcı manyetizmanın yönlerinin ölçülerek, Yer'in manyetik alanının, jeolojik, arkeolojik ve kozmik geçmişteki durumunun incelenmesi yöntemine, paleomanyetizma denir.

Paleomanyetik araştırma, arazi üzerinde, çok sayıda yönlü kayaç örneği almakla başlar. Volkanik kayaçlarda birçok lav akıntılarından, sediment kayaçlarda ise, en az on binlerce senelik serilerinden değişik örnekler toplamak gerekir.

Paleomanyetizma uzmanları, kıtalar ve okyanuslardan elde edilen kayaç ve sedimanlarda varolan fosil(kalıntı) mıknatıslanmayı yorumlarlar. Bu kayaç ve sedimanlar; okyanus tabanı yayılması, kıtaların kayması ve yer manyetik alanın, kutup yer değiştirmeleri gibi kayıtları üzerinde barındırırlar. Jeomanyetizma ve paleomanyetizma çalışmalarında bir diğer anahtar kavram; manyetik minarelerin fiziksel ve kimyasal yapısıdır. Ayrıca elektromanyetik dalgalarla yer içinde yapılan indüksiyon, Gezegenimiz içindeki derin yapılar hakkında bize bilgi verir.

MANYETİK KUTUPLARIN DEĞİŞİM İZLERİ KAYALARDA

uygun yer kayalar. Manyetit ve hematit gibi demir oksitleri mıknatıslanma özellikleri sayesinde geçmişin kayıtlarını tutarlar. Yanardağ patlamaları sırasında akan lavlar, mıknatıslanma özelliği olan demir bileşiklerini de yeryüzüne taşır. Sıcak lavlar sıvı halde olduğundan, içerdikleri demir bileşikleri Dünya'nın manyetik alanına göre yönlenirler. Lav katmanı yaklaşık 580°C'ye soğuduğunda katılaşır. Ve hareket edemeyen demir bileşikleri, lavın katılaştığı andaki manyetik alanın yönünü kaydetmiş olurlar. Bu kayaların tarihlendirmesi yapılarak ve içerdiği demir oksit minerallerinin yönüne bakılarak, manyetik alanın ne zaman ne biçimde olduğu anlaşılabilir. Hatta manyetik alan şiddeti bulunabilir. Manyetik alan tersinmelerinin kronolojisi belirlenirken, ilk olarak yeryüzündeki kayaların geleneksel tarihlendirme yöntemleri kullanılarak yaşları bulunuyor. Bu, araştırmacıların kayaların ne kadar süre önce oluştuğunu, dolayısıyla ne zaman mıknatıslandıklarını bulmalarını sağlıyor.

OKYANUS TABANINDAKİ İZLER

Daha duyarlı ölçümler, okyanus tabanın tarihlendirilmesiyle yapılabiliyor. Okyanus tabanını oluşturan kabuk, çok düzenli ve sürekli bir biçimde oluşuyor. Okyanus ortası sırtlardan dışa doğru ilerleyen kabuktaki mıknatıslanma anormallikleri, gezegenimizin manyetik alanındaki değişimleri gösteriyor.

LAV AKINTILARININ YÖNÜ

Kutupların yer değiştirmesi süreçleriyle ilgili herkesin düşünce birliğinde olduğu bazı noktalar da var. Öncelikle, manyetik alanın şiddeti, tersinme sırasında, öncesine ve sonrasına göre düşük oluyor. Bu durum, Oregon'daki Steens Dağı'ndaki gibi lav akıntılarıyla oluşmuş katmanlardan elde edilen çok sayıda veriyle desteklenmiştir. Steens Dağı'ndan elde edilen veriler, o sırada meydana gelen tersinme sürecinin başka dönemlere ait başka kayıtlarda da olduğu gibi, toplam 5000 yılda tamamlandığını gösteriyor.

California Üniversitesinden Rob Coe ve ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezince yürütülen çalışmada, kutupların değişme süreci başından sonuna izlenebiliyor. Coe ve Prevot, alan yönünün çok daha kısa sürede önemli ölçüde değiştiğini gösterdi. Bu ancak, manyetik alanın birkaç gün gibi çok kısa bir süre içinde, önemli ölçüde yön değiştirmesiyle açıklanabilir. Lav akıntısı bir yerde biriktiğinde, dışarıdan içeriye doğru, alttan ve üstten soğumaya başlar. En son, birikintinin ortası soğur. Soğuma uzun sürmediği için, genellikle bir katmanın her yerinden alınan örnekler aynı yönü gösterir. Ancak, Steens Dağı'ndaki bu iki katmanın altından ve üstünden alınan örnekler bir yönü gösterirken, katmanların ortasından alınan örnekler, bir başka yönü işaret ediyor. Bu katmanlardan biri, katmanın soğuma süreci boyunca manyetik alan yönünün 80° kadar değiştiğini gösteriyor. Böyle bir katmanın, yaklaşık 13 günde soğuyabileceğini tahmin eden araştırmacılar, değişimin de bu süre içinde gerçekleştiği sonucuna vardılar. Coe ve Prevot'un Steens Dağı'ndaki verilerle ilgili bu ilk yorumları, 1995 yılında Nature dergisinde yayımlandı.

Özellikle bir konuda, manyetik alanın tersinmesini tetikleyen mekanizmanın ne olduğu konusunda hala kimsenin net bir düşüncesi yok.

MANYETİK ALAN ŞİDDETİ AZALIYOR VE KALKAN ZAYIFLIYOR

ABD'deki Minnesota Üniversitesinden Stefanie Brachfeld ve Subir Banerjee'nin, geçtiğimiz aylarda yayınladıkları veriler, gezegenimizin toplam manyetik alan şiddetinin, 500 yıl önce azalmaya başladığını ve bunun dikkate değer bir azalma olduğunu göstermektedir.Manyetik alanın azalması, şimdiden bazı yerlerde kendini belli ediyor. Örneğin, günümüzde ölçülen en düşük manyetik alan şiddeti, Atlantik Okyanusu'nun güneyinde bir bölgede bulunuyor. Bu bölge, yapay uydulara zarar verebilecek düzeyde, yüklü parçacıklar içeriyor.

Alçak yörünge de dolanan ve yörüngeleri bu bölgeden geçen uydularda bazı bozulmalar gözleniyor. NASA'nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi'nden Jim Heirtzler, gezegenimizin manyetik kutuplarındaki alan şiddetinin azaldığını söylüyor. Ve çok kutuplu hale gelmesi nedeniyle, birkaç yüzyıl içinde, belli bölgelerdeki manyetik alan şiddetinin, sıfıra kadar düşebileceğini ilave ediyor.

Normalde manyetosfer, bu parçacıklara karşı yeryüzünden yaklaşık 64.000 kilometre yüksekte, küresel bir kalkan oluşturur. Bu kalkanın zayıflaması, ya da manyetik alanın çok kutuplu hale gelerek parçalanması söz konusudur. Bunun sonucu olarak, Güneş rüzgarıyla gelen yüksek enerjili parçacıkların, atmosfere ulaşması, atmosferde ve yeryüzünde bazı yıkımlara yol açması bekleniyor.

CANLILAR ŞAŞKINA DÖNER

Manyetik kutupların değişme süreci, en çok canlılar etkileyecektir. Özellikle göç eden canlıların etkilenmesi kaçınılmaz. Çünkü bu canlılar, yönlerini bulurken büyük oranda manyetik alandan yararlanıyorlar. Yeryüzündeki türlerin büyük bölümünün, belli dönemlerde ortadan kalktığı biliniyor. Kuşlar, deniz kaplumbağaları, arılar ve balinalar gibi birçok tür bu değişimden etkilenecek. Ancak, bu canlı türleri birçok defa manyetik kutup tersinmelerini yaşamışlar.
Yeraltındaki sıcaklık dağılımı, sismik dalgaların kullanıldığı tomografi yöntemleriyle belirleniyor. Kırmızı bölgeler sıcak, mavi bölgelerse soğuk yerleri gösteriyor. 2750 km derinlikte, dış çekirdek-manto sınırındaki sıcak bölgeler, bu bölgenin ısıl yapısının düzgün olmadığını gösteriyor. Bu durumun, dış çekirdek ve mantodaki sıvı hareketini etkilediği ve manyetik alanda değişimlere sebep olduğu düşünülüyor
Yeraltındaki sıcaklık dağılımı, sismik dalgaların kullanıldığı tomografi yöntemleriyle belirleniyor. Kırmızı bölgeler sıcak, mavi bölgelerse soğuk yerleri gösteriyor. 2750 km derinlikte, dış çekirdek-manto sınırındaki sıcak bölgeler, bu bölgenin ısıl yapısının düzgün olmadığını gösteriyor. Bu durumun, dış çekirdek ve mantodaki sıvı hareketini etkilediği ve manyetik alanda değişimlere sebep olduğu düşünülüyor

KUZEY KUTBU KAYIYOR: "HANGİ HIZLA VE NEREYE?"

Dünya'nın kuzey manyetik kutbu, Kanada'yı 'terk etti'. En az 400 yıldır, Kanada'ya ait olan Dünya'nın manyetik kutbu, bu ülkeyi "terk etti". Bugünlerde Arktik'te bilim gezisini tamamlayan Kanada Doğal Kaynakları Jeomanyetik Laboratuvarı Başkanı Leri Nüitt Ottava şöyle diyor:

"Yer değiştirme özelliğine sahip olan manyetik kutup, örneğin XVII yüzyılın başından beri Kanada Arktiği'nin sınırları içerisindeyken, Kanada sınırlarının 200 mil dışına çıkmıştır. Hassas ölçümler, manyetik kutbun bizim sınırlarımızın dışına çıktığını göstermiştir, fakat hala eskisi gibi ona en yakın ülkeyiz."

1904 yılında kutup araştırmacısı Rual Amundsen, manyetik kutbun, Kanada Arktik bölgesinde olduğunu tesbit etmişti. Yaklaşık 1600 yılların sonundan beri Kanada'da bulunmaktaydı.

Kısa zaman öncesine kadar kutbun, kuzey ve kuzeybatı yönünde yılda 10 km ilerlediği sanılırdı. Fakat 2001 yılında bilim adamları, hızın yılda 40 km'ye ulaştığını ve XXI yüzyılın ortalarında, kutbun, Rusya topraklarında olabileceğini belirtmişlerdir.

Dünya'nın manyetik alanı zayıflamakta ve bilim adamlarına göre bu da, tüm canlı yaşam formu için tehlike oluşturmaktadır.

KUTUPLAR TAKLA MI ATACAK?

Dünya'nın manyetik alanı zayıfladıkça, gezegendeki tüm canlı varlıkları ciddi tehlike altına sokmaktadır. Bilim adamlarının hesaplarına göre bu süreç, yaklaşık olarak 150 yıl önce başlamış ve son zamanlarda hızlanmıştır. Şu anda manyetik alanı, %10- %15 zayıflamıştır. Uzmanlara göre bu olay, önümüzdeki dönemde manyetik alanların kuzey ve güney manyetik kutupları yer değiştirirken takla atması durumu ile ilgilidir.

Bu süreç devam ettikçe, gezegenin manyetik alanı giderek zayıflayacak, sonra pratik olarak yok olacaktır. Arkasından da, ters kutuplaşmaya sahip olarak yine ortaya çıkacak. Daha önce, kuzey kutbunu gösteren pusulanın okları, şimdi güney kutbunu gösterecektir. Çünkü konum değiştireceklerdir.

SONUÇ

Manyetik alan, Dünya yaşam formu üzerinde çok önemli etki etmektedir. Bir taraftan gezegeni uzayın derinliklerinden ve Güneşten gelen zararlı yüklenmiş parçacıklardan korurken; diğer taraftan da her yıl göç eden canlı varlıklara yol gösterici görev yapmaktadır. Bu alanın yok olması durumunda, hiç kimse tam olarak Dünya'da ne olabileceğini tahmin edememektedir.

Bundan 800 bin yıl önce hayatta olsaydınız o zaman jeomanyetik kutup değişimini birebir tecrübe edebilirdiniz…

Elinizdeki manyetiğe duyarlı pusula, kuzey olduğundan emin olduğunuz yönü size güney olarak gösterecekti. Bunun nedeni elinizdeki manyetik pusulanın fabrika ayarlarının Dünya’nın kutuplarını baz alarak ayarlanmış olmasıdır. Yani şu anda Dünya’nın jeolojik kuzey kutbuyla, manyetik kuzey kutbu aynı yöndedir. Manyetik kutupların değişimi gerçekleşirse pusulanın kuzey-güney işareti 180 derece hata payına sahip olacak. Yeni pusulalara ihtiyaç olacağı için bu durumdan belki de en çok pusula üreticileri fayda sağlayacak…

Dünya’daki son kutup kayması 780 bin yıl önce yaşanmış

Bilim insanları Dünya’nın kuzey-güney kutuplarının yer değişiminin ortalama 200.000 ila 300.000 yılda bir gerçekleştiğini, okyanus tabanlarından alınan tortu çekirdekleri sayesinde tespit edebiliyorlar. Yalnız aynı veriler bu değişimlerin rastgele görünen aralıklarla da meydana geldiğini işaret ediyor. Örneğin, en son meydana gelen Brunhes-Matuyama olarak isimlendirilen jeomanyetik yer değişim yaklaşık 780.000 yıl önce gerçekleşmiş.

Dünya'daki son kutup kayması 780 bin yıl önce yaşanmış
Dünyanın sonunu getirmeyecek!

Anlaşılan o ki bu değişim oldukça doğal bir jeolojik oluşum ve bazı haberlerde spekülasyon yapıldığı gibi Dünya’nın sonunu getirmeyecek! Peki bu değişimin bazı dramatik etkileri olabilir mi? Örneğin en çok sorulan sorulardan biri  de “Değişim esnasında ‘manyetik zırh’ hala Dünya’yı Güneş’in zararlı ışınlarından koruyabilecek mi?”
Kutup kayması sırasında manyetik alan olacak mı?

Manyetik kutupların değişimi esnasında manyetik alan sıfır olmayacak, fakat daha zayıf ve daha karmaşık olacaktır. Örneğin ekvator bölgesinde manyetik kutuplara sahip olunabileceği gibi “kuzey” ve “güney” manyetik kutbun eşzamanlı varlığı da söz konusu olabilir. Ayrıca, geçici ve tamamlanmamış değişimler de olabilir; örneğin manyetik kutuplar coğrafi kutuplardan – hatta ekvatordan geçip – uzaklaşabilir ve sonra eski yerine geri gelebilir. En son geçici (tamamlanmamış) değişim, Laschamp olayı, yaklaşık 41.000 yıl önce meydana gelmiştir.

Manyetik kutup kayması ile radyasyon seviyesi artabilir

Tüm bu değişimler esnasında zayıflayan ve karmaşıklaşan manyetik alan tabi ki Dünya yüzeyinde ve üzerinde güneşten kaynaklanan radyasyon seviyelerinin artmasına neden olacaktır. Fakat bizi hayatı anlamda endişelendirecek bir durum olmayacak. Zayıflatılmış bir manyetik kalkanla nelerin olabileceğini, anormal derecede büyük güneş enerjisi patlamalarının manyetik alanımızla etkileşimine dayalı olarak hareket eden jeomanyetik fırtınaların etkilerinden anlayabiliriz.

2003 yılında güneşte gerçekleşen şiddetli patlamaların sonucu Dünya atmosferine normalin çok üzerinde radyasyon parçacıkları girmiştir. Ekim ayının sonunda gerçekleşen bu olay bir nevi Cadılar bayramına hazırlık gibi olduğundan bu jeomanyetik güneş fırtınası Cadılar Bayramı Fırtınası olarak kayıtlara geçti. Cadılar Bayramı Fırtınası İsveç’te yerel elektrik ağ kesintilerine yol açmış, uydu tabanlı iletişim cihazlarına ve sistemlerine zarar vermiş ve uçakların kutuplara yakın yüksek enlemlerden kaçınmaları gerektiği uyarısı yapılmıştır. Tüm bunların yanı sıra bu fırtına kutup ışıkları  ile olağanüstü görsel bir şölen sunmuştur.

Peki bir sonraki jeomanyetik değişim ne zaman?

Gerçek olan şu ki bu değişim hızlanıyor ama çok yakın zamanda değil! Dünya’nın manyetik alanı ile ilgili yapılan gözlemler sonucunda bilim insanları yirminci yüzyılın başlarında yılda ortalama 10 mil yer değiştiren manyetik alanın şu anda yaklaşık yılda 40 mil yer değiştirdiğini tespit ettiler. Tüm bu verileri göz önünde bulundurarak yaklaşık 2000 yıl içinde bu değişimin gerçekleşebileceğini ön görüyorlar. Fakat kesin olarak bir tarih verebilmek (en azından şimdilik) oldukça zor gözüküyor.

Jeomanyetik değişim nasıl ve neden gerçekleşiyor?

Dünya’nın manyetik alanı, gezegenimizin sıvı çekirdeğinde, erimiş demirin yavaş yavaş hareket etmesine bağlı olarak meydana geliyor. Atmosfer ve okyanuslar gibi, bu sıvı demirin hareketi de fizik yasalarına tabidir. Bu nedenle, atmosfer ve okyanusa bakarak meteoroloji tahminlerini gerçekleştirebildiğimiz gibi, bu sıvı demirin hareketini izleyerek de “çekirdeğin durumunu” da tahmin edebiliyor olmamız gerekir. Atmosferi okyanusları direk gözlemleyebilmemize rağmen birkaç gün sonrası için hava tahminlerini tutturmakta zorlanmaktayız. Düşünün ki 3000 km yerin altında olan direk gözlem alamadığımız fiziksel bir olayla ilgili tahmin yapmamız gerekiyor!
Jeomanyetik değişimler tespit edilebilir mi?

En azından şu anda öncesine göre elimizde daha çok veri var. Uydular sayesinde manyetik alandaki değişimleri tespit edebiliyor olup bu da yerin derinliklerindeki sıvı çekirdeğin hareketi ile ilgili bilgi çıkarımlarında bulunmamıza yardımcı oluyor. Bir nevi bu veriler bizim yeraltı gözlüklerimiz oluyor. Yakın zamanda yapılan çekirdekteki jet-akımları keşfi buradaki dinamikleri daha iyi anlayabilmemiz adına bilim dünyası için oldukça heyecanlı bir keşifti.

Çok yakın zamanda çekirdek içinde jet akışının keşfedilmesi, aslında çekirdeğin dinamiklerini anlamamız yolunda ne kadar yol katettiğimizin oldukça güçlü bir göstergesi. Sayısal simülasyonlarla laboratuvar ortamında gerçekleştirilen deneyler birlikte analiz edildiğinde bu alandaki anlayışımız ivme kazanıyor. Belki de yer çekirdeği dolayısıyla manyetik değişim ile ilgili doğru tahminler yapabilmek düşündüğümüzden çok daha yakın!

Dünya’nın manyetik alanı zayıflıyor mu?

Avrupa Uzay Ajansı (ESA) uyduları tarafından yapılan gözlemler, Dünya’nın manyetik alanının hızla zayıfladığını gösterdi. Yaşanan değişim, manyetik kutup noktalarının yer değiştirmesine bağlanıyor.

Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından Dünya’nın manyetik alanını gözlemleyen Swarm projesi kapsamında elde edilen veriler, gelecek için endişe verici bilgiler sundu. Yörüngedeki uydulardan elde edilen en son veriler, Dünya’nın yüzeyinde 600 bin kilometrelik bir alana yayılan manyetik alana ait en zayıf bölgenin, Batı Yarımküre üzerinde genişlediğini gösterdi. Üç Swarm uydusunun analizleri, Hint Okyanusu üzerindeki manyetik alanın ise güçlendiğini ortaya koydu.

Bilim insanları, manyetik alanın neden zayıfladığı sorusuna henüz bir cevap bulamadı. ESA Swarm Projesi Müdürü Rune Floberghagen ise bu durumun ‘manyetik alanların yer değiştirmeye hazırlanmasından kaynaklanıyor olabileceğini’ söyledi. Uydulardan elde edilen veriler, kuzey manyetik kutup noktasının Sibirya’ya kaymakta olduğunu gösterirken, Floberghagen’in teorisi de desteklendi.

Livescience sitesine açıklama yapan Floberghagen, ‘bu tür bir yer değişiminin doğal olduğunu ve birkaç yüzyıl olmasa da binlerce yıl içinde yaşanacağını’ belirtti. Floberghagen geçmişte manyetik kutup noktalarının defalarca yer değiştirdiğini de not düştü.

manyetik jeomanyetik Hareketlenme giderek hızlanıyor!

Hareketlenme giderek hızlanıyor!

Birkaç yüz bin yılda yaşanan manyetik kutup noktalarının yer değişimi, kısaca pusulada kuzeyle güneyin yer değiştirmesi olarak tanımlanabilir. Bilim insanları, manyetik alanın yer değişimi esnasında gücünde de değişim olduğunu ancak günümüzde bu gücün fazlasıyla hızlı bir şekilde zayıfladığına dikkat çekti.
10 kat hızlandı

Manyetik alanın her yüzyılda yüzde 5 oranında zayıfladığı tahmin edilirken, en son ölçümler bu oranın 10 yılda bir gerçekleştiğini yani 10 kat hızlandığını gösterdi. Sonuçlar, bir sonraki manyetik kutup noktaları değişiminin beklendiği 2000 bin yıl sonra değil, daha erken gerçekleşebileceğine işaret etti.

Floberghagen ve meslektaşları, manyetik kutup noktalarının Dünya için kıyamet getireceği konusunda pek endişeli değil. Geçmişteki değişimlerin Dünya’da kitlesel yok olum veya radyasyon zararı yaşattığına dair kesin bir delil bulunmuyor. Ancak elektrik şebekeleri ve iletişim sistemlerinin manyetik alan değişiminden büyük hasar alabileceği düşünülüyor.

Dünya’nın çekirdeğinde bulunan etrafı erimiş metalle çevrili demir küre sayesinde ortaya çıkan manyetik alan, görünmez bir zırh gibi gezegenimizi kozmik radyasyondan koruyor. Manyetik alandaki değişimin erimiş metalin hareketinden kaynaklandığını belirten Floberghagen, “Amerika kıtası üzerindeki manyetik alan zayıflıyor olsaydı, bu çekirdeğin Amerika’nın altında kalan yüzeyinde erimiş metal akışının yavaşladığı anlamına gelirdi” örneğini verdi.

Dünya’nın manyetik alanı son zamanlarda hızla zayıflıyor ve gücünü yitiriyor. Peki manyetik kutuplar tersine dönecek mi? Pusulalar kuzey kutbu yerine, artık güneyi mi gösterecek? Bizi güneş rüzgarı ve kozmik ışınların yol açtığı ölümcül radyasyondan koruyan manyetik alan yok olursa soluduğumuz atmosfer de yok olacak mı? Yaşamın tehlikede olup olmadığını yeni bilimsel verilerle görelim.

Dünya’nın doğal kalkanı

Uzay Gemisi Dünya’nın tıpkı Yıldız Gemisi Atılgan gibi koruyucu kalkanı, gerçek bir güç alanı var ve buna Yer’in manyetik alanı diyoruz. Gezegenin erimiş demir-nikel dış çekirdeği ile katı demir-nikel iç çekirdeğinin birbirine sürtünmesi ve ısıyla etkileşmesiyle üretilen manyetik alan çizgileri kutuplardan uzaya yükseliyor.

Güney ve kuzey kutbundan dağınık saç telleri gibi çıkan manyetik alan çizgileri, yine kutuplarda birleşerek Yeryüzünü soğan kabuğu gibi saran çok katmanlı bir güç alanı oluşturuyor. Peki Yeryüzünü uzaydan kuşatan iki kutuplu dev bir mıknatıs gibi davranan manyetik alan, bizi uzaydan gelen ölümcül radyasyondan nasıl koruyor?

Dünya’nın manyetik alanını oluşturan güç çizgileri, güneş rüzgarı karşısında çok katmanlı soğan kabuğu gibi tek tek soyularak bizi zararlı radyasyondan koruyor.

Mıknatıslı Dünya

Yer’in manyetik alanı yüklü parçacıkları elektromanyetik kuvvetle etkiliyor. Elektronlar ve hidrojen çekirdekleri gibi enerjik parçacıkların yolunu büken güç çizgileri, bunları otobandaki bir araç gibi adeta kendi şeridinde gitmeye zorluyor. Böylece kozmik radyasyonun atmosfere çarparak zarar vermesini ve yeryüzüne ulaşarak insan DNA’sında kanserojen mutasyonlara yol açmasını önlüyor.

Bu da iyi bir şey; çünkü Güneş’ten ve uzayın derinliklerinden gelen yüksek hızlı parçacıklar Dünyamızı her saniye bombalıyor. Koruyucu manyetik alan bunların büyük kısmını saptırarak uzaklaştırıyor ve uzaya geri yansıtıyor; ancak Güneş Sistemi’ndeki diğer gezegenler o kadar şanslı değil:

    Örneğin, Mars’ın soğuyarak katılaşmış olan küçük çekirdeği, son 4 milyar yıldır gezegenin atmosferini koruyacak manyetik alanı üretemiyor. Bu nedenle güneş rüzgarı Mars atmosferini radyasyonla parçalayarak çoktan uzaya savurmuş ve tüketmiş bulunuyor. Gerçi Dünya’nın yerçekimi Mars’tan güçlü ve dolayısıyla atmosfer tutma kabiliyeti daha yüksek.

Ancak, aynı zamanda Güneş’e Mars’tan ortalama 220 milyon km daha yakınız ve bu da daha yoğun radyasyona maruz kalmamıza neden oluyor. Öyle ki Yer’in manyetik alanı olmasaydı atmosfer 4 milyar yılda büyük ölçüde incelirdi. Bu da bildiğimiz anlamında yaşamın oluşması ve yayılmasını engellerdi. Üstelik bilimsel veriler manyetik alanın gittikçe zayıfladığını ve belki de ters dönmek üzere olduğunu gösteriyor. Manyetik alan ters dönerse bize ne olacak?

Manyetik alan gittikçe güneye kayıyor

Dünya manyetik alanını kaybederse ne olur? Ölümcül kozmik ışınlar ve güneş rüzgarı yeryüzündeki yaşamın yok olmasına yol açar mı? Doğrusu bu sorunun kesin cevabını bulmak üzeriyiz. Yer’in manyetik alanı son zamanlarda hızla zayıflıyor ve bu da manyetik kutupların ters dönecek olmasına işaret ediyor olabilir. Bu ne demek derseniz; pusuluların günümüzde kuzeyi gösterdiğine dikkat edin.

Manyetik alan ters dönerse pusulalar güneyi gösterecek. Ancak, bu kuantum fiziğine tabi bir güç alanı olduğu için manyetik kuzey kutbu, İzmir’den İstanbul’a giden bir otomobil gibi yavaş yavaş yer değiştirmeyecek. Bunun yerine kuzey kutbundaki manyetik düğüm gittikçe zayıflayacak ve tıpkı bir elektronun spin yönünü değiştirmesi gibi aniden ters dönecek.

    Fizikçiler manyetik kutupların ters dönmesine yermanyetik tersinme diyorlar ki bu süreçte Yer’in manyetik alanı kısa bir süre için ortadan kalkabilir. Kısa süre derken de Dünya’ya göre çok kısa süre… Yoksa bizler binlerce yıl boyunca radyasyona karşı korumasız kalacağız. Bu da sağlık sorunlarına yol açmadan evvel, yeryüzündeki bütün elektronik cihazları yakarak uygarlığın çökmesine neden olabilir. Manyetik alanı olmayan bir dünya için yepyeni teknolojiler geliştirmemiz gerekecek.

Peki manyetik alanın zayıfladığını nereden biliyoruz derseniz ölçtük de ondan! Zaten Dünya’nın coğrafi ve manyetik kutupları örtüşmüyor. Örneğin, manyetik kuzey kutbu şimdilik Kanada’nın altında kalıyor; ama yılda 60 km hızla güneybatıya kayarak Rusya’nın altına yaklaşıyor. Peki bu kaymanın manyetik alanın tersine döneceğini gösterdiğinden nasıl emin oluyoruz? Yine aynı cevabı vereceğim: Gördük de ondan.

Yer’in manyetik alanı defalarca ters döndü

Yerkabuğundaki manyetik metalleri analiz eden yerbilimciler, manyetik alanın geçmişte defalarca ters döndüğünü ortaya çıkardılar. Nitekim Dünya’nın manyetik alanı son 84 milyon yılda 183 kez ters döndü. Bunun izlerini de yerkabuğundaki demir gibi ferromanyetik metaller katmanlarında bıraktı.

Ferromanyetik ve ferrimanyetik metaller, Dünya’nın manyetik kuzey-güney kutupları arasındaki güç çizgilerinin akış yönünde hizalanıyor. Böylece manyetik kutup kuzeyde iken oluşan maden yatakları kuzeyi ve güneyde iken oluşan yataklar da güneyi gösteriyor (buna mıknatıslanma diyoruz).

Kısacası bu metallerin kendi iç pusulası bulunuyor. Siz de bu hizalanmanın nasıl gerçekleştiğini görmek için bir kağıda demir tozu döküp mıknatıs tutabilir ve toz parçacıklarının görünmez manyetik alan çizgileri üzerinde nasıl dizildiğini bakabilirsiniz. Peki Yer’in manyetik alanı demiri ve diğer ferromanyetik metalleri nasıl mıknatıslıyor?


Yer’in manyetik alanı iki kutupludur

Öyle ki manyetik kuzey kutbundan yeraltına dalarak dış çekirdeğe ulaşan güç çizgileri, manyetik güney kutbundan yüzeye çıkarak tekrar kuzey kutbuna akıyor. Elektronları da bu akış yönünde taşıyor. Dünya’nın manyetik alanı ters döndüğünde enerji akışı da ters dönüyor.

Ancak, manyetik alanımızın iki kutuplu olmasının nedeni bizzat elektromanyetik kuvvetten etkilenen ve elektrik akımını oluşturan elektron parçacıklarının birer mikroskobik mıknatıs olmasıdır. Öyle ki elektronların da kendi çevresindeki dönme eksenine göre kuzey ve güney manyetik kutupları vardır.

    Ben de solak evren yazısında evrenimizdeki bütün elektronların sol elli olduğunu, yani uzaydaki hareket yönüne göre (vektör) hep soldan sağa döndüklerini söylemiştim. İşte elektronların ve Dünya’nın manyetik kuzey kutbu da soldan sağa dönüşe göre kuzeyde kalan noktadır.

Bunu bildiğimize göre Dünya’nın kutuplarının nasıl ters döndüğünü anlamak da kolay. Dış çekirdeği oluşturan elektronların büyük kısmı baş aşağı olduğu zaman manyetik kutuplar da ters dönüyor; çünkü elektronlar hangi yöne bakarsa baksın hep soldan sağa dönmek istiyor!


Demir atomlarının mıknatıslanması

Madem ki bütün elektronlar iki kutuplu birer minyatür mıknatıstır; öyleyse bir demir çubuk alarak görünmez bir çizgiyle çubuğu ikiye böler ve bir tarafındaki elektronların normal olarak dönmesini, diğer taraftaki elektronların da baş aşağı dönmesini sağlarsınız o demir çubuğu iki kutuplu standart bir düz mıknatısa (doğrusal mıknatısa) dönüştürmüş olursunuz.

Sonuçta manyetik kuzey kutbu olan elektronların büyük kısmı çubuğun sağında ve manyetik kutbu ters yönde (güneyde) olan elektronların büyük kısmı da çubuğun solunda dizilirse bu iki grubun eşyönlü manyetik alanları üst üste binerek birbirini güçlendirir. Böylelikle de demiri kendine çeken iki kutuplu bildiğimiz mıknatıs oluşur (elektronların polarize olması, kutuplanması).

    Dilerseniz bu iki paragrafı sindirerek tekrar okuyun. Az önce size mıknatısların nasıl üretildiğini anlattım. Özetle bir metaldeki atomların çevresinde dönen dış elektronların yaklaşık yarısının manyetik kuzeye ve diğer yarısının da manyetik güneye bakacak şekilde dönmesine mıknatıslanma veya manyetikleşme diyoruz ki isim hali manyetizmadır.

Ferromanyetik metalleri mıknatıslamanın ise iki yolu vardır: manyetik mıknatıslama ve elektriksel mıknatıslama. Sonuçta elektronlar elektromanyetik kuvvetten etkilenirler ve bu fizik kuvvetinin de elektrik yükü ile manyetik alandan oluşan iki temel özelliği vardır. Siz de elektronları elektrik alanı veya manyetik alanla dizebilirsiniz. Öyle ki dış çekirdeği oluşturan sıvı demir önce dinamo etkisiyle ürettiği elektrik alanı ile manyetize oluyor. Ardından demir yataklarını manyetize ediyor.

İlgili yazı: İnternetinizi Uçuracak En İyi 10 Modem
Dünyanın-manyetik-alanı-tersine-dönecek-mi
Bütün elektronlar iki manyetik kutbu olan doğal birer mikroskobik mıknatıstır.


Dünya’nın manyetik alan kaydı

Peki biz Dünya’nın manyetik alanının tersine döndüğü zamanları işaretleyen manyetik kaydı yerkabuğundaki demir yataklarından nasıl okuyoruz derseniz bunu yukarıdaki sürece benzer şekilde yapıyoruz. Nitekim iki tür mıknatıslama var ve bunlara geçici ile kalıcı mıknatıslama diyoruz ki adından da belli oluyor: Kalıcı mıknatıslama ferromanyetik metalleri mıknatıs haline getiriyor.

Özetle ferromanyetik metaller mıknatıslanabilen metallerdir; ama bütün elementlerin dış elektronları manyetize edilemez. Ancak, yerkabuğunun manyetik kaydını nasıl okuduğumuz görmek için bir detayı da bilmemiz gerekiyor. O da ferromanyetik ile ferrimanyetik arasındaki farktır:

    Bazen yerkabuğundaki demir atomlarının elektronları iki manyetik kutup ve dolayısıyla doğal mıknatıs oluşturacak şekilde ayrışıp dizilmez. Bu atomlar iç içe geçmiş olarak farklı yönlerde dizilebilirler ve bu karışık diziliş de mıknatısa dönüşmelerini engeller. İyi ki de engeller! Yoksa yerkabuğu kendi manyetik alanını oluşturur ve yolda yürürken bile bütün kredi kartlarımızı silerdi. ?

Kısacası Dünya’daki metal yataklarının büyük kısmı ferrimanyetik haldedir; ancak bunların elektronları genel olarak ya manyetik kuzeye ya da güneye bakar. Biz de toprak altındaki ferrimanyetik metal katmanlarının manyetik güneye baktığı dönemleri tespit ederek o zamanlarda Dünya’nın manyetik alanının ters dönmüş olduğunu söyleriz.
Manyetik kayıt ve kıtaların kayması

Bu konudaki en büyük yardımcımız ise kıtaların kayması ve birbiriyle çarpışarak yüksek dağları oluşturmasıdır. Bu dağlar normalde ulaşamayacağımız derinlikteki metalleri yeryüzüne çıkarır. Nitekim Dünya’nın manyetik alanının 84 milyon yılda 183 kez ters döndüğünü de bu şekilde ortaya çıkardık kiher 500 bin yılda bir kez ters döndüğünü ve pusulaların güneyi gösterdiğini görüyoruz.


En son 700 bin yıl önce ters döndü

Dünya’nın manyetik alanı son olarak 700 bin yıl önce ters döndü. Biz de son dönemlerde zayıflaması ve hızla Rusya’ya doğru kaymasından yola çıkarak manyetik alanın ters dönmesi yakındır diyebiliriz. Ne de olsa ortalama ters dönme süresini 200 bin yıl geçmişiz ama böyle dersek de yanılmış oluruz; çünkü manyetik alanın ters dönmesi periyodik değil, rastgele gelişen bir olaydır.

Öyle ki bugünkü ters dönme olasılığı ile 500 bin yıl önce ters dönme ihtimali istatistiksel olarak aynıdır. Öyleyse neden telaş ediyoruz? Bunun sebebi manyetik alanın hızla değişiyor olmasıdır. Dünyanın manyetik alanı son zamanlarda hızla Rusya’ya kayıyor ve bu da ters dönmek üzere olduğunu gösteriyor olabilir. Peki manyetik alanın ters dönme olasılığı nedir?

    Bunu görmek için Dünya’nın manyetik alanının nasıl oluştuğuna bakmamız lazım. Yukarıda genel olarak mıknatısların nasıl oluştuğunu gördük; ama Dünya’nın manyetik alanı, yerkabuğundaki metallerin mıknatıslanmasından çok daha farklı bir şekilde oluşuyor.

Manyetik alanı gezegenin dış çekirdeği oluşturuyor; ancak buna geçmeden önce bir noktaya daha dikkat etmemiz gerekiyor: Metal sıcaklığına… Mıknatıslanma elektronların dizilişine bağlıdır dedik; ama demiri ısıtıp eritirseniz atomların dizilişini bozarak manyetizmayı sıfırlarsınız. Bu durumda Dünya’nın sıcak çekirdeği nasıl manyetik alan üretiyor?
Dinamo etkisi ile

Sıvı dış çekirdek yüzde 80 oranında erimiş demirden oluşuyor. Katı iç çekirdek de aynı oranda demir içeriyor; ama iç çekirdek dev bir mıknatıs değil. Bu sebeple büyük ölçüde manyetize olmuş da değil. Öyleyse Dünya’nın manyetik alanı nereden geliyor? Dünya’nın manyetik alanını katı iç çekirdeğin çevresinde dönen sıvı dış çekirdek dinamo etkisiyle üretiyor. Şimdi dinamo etkisini görelim:


Arzın merkezine seyahat

Dünya’nın çekirdeğine doğru uzun ve derin bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? Merak etmeyin, yol uzun ve bunun için yerin 6000 km altına inmemiz gerekecek; ama anlatması çok daha kısa sürecek:

Dünya’nın iç içe geçmiş olan iki çekirdeği var ve sıvı dış çekirdek 2890 km derinde başlayarak 2400 km derine iniyor. Katı dış çekirdek ise 5290 km derinde başlayarak 1220 km derine, yani Yer’in merkezine ulaşıyor. Özetle dış çekirdek iç çekirdeği kalın ve yuvarlak bir kabuk gibi sarıyor.

    5430 santigratla neredeyse 5505 derecelik Güneş yüzeyi kadar sıcak olan iç çekirdek, gezegenin yüzde 20’si ve uydumuz Ay’ın yüzde 70’i büyüklüğünde olup kütlesi de Dünya’nın 1/60’na eşittir. Yoğunluğu 13 gram/cm3 ve basıncı da deniz seviyesinin 3,3 ila 3,6 milyon katıdır. Dış çekirdeğin sıcaklığı ise iç kesimlerde 3730–7730 dereceye ulaşır.

Dış çekirdeğin iç çekirdek kadar sıcak olmadığı halde sıvılaşmasının sebebi ise düşük basınçtır. Elbette ki dış çekirdeğin basıncı bizi ezip parçalamaya yeter. Öte yandan, iç çekirdeğin maruz kaldığı basınç o kadar yüksek ki 2440 km çapındaki bu dev demir-nikel topunun erimesine engel oluyor. Peki bu neden Dünya’nın manyetik alanı için iyi bir şey derseniz:


Manyetik alanı dengelediği için

Evet, sıvı dış çekirdek katı iç çekirdeğin çevresinde dönerek dinamo etkisi yaratıyor ve böylece Dünya’nın manyetik alanını üretiyor. Oysa çekirdek tümüyle erimiş olsaydı çok dengesiz ve girdaplı bir şekilde dönecekti. Bu da kutupları sürekli yer değiştiren çok kararsız bir manyetik alan üretecekti. Dolayısıyla yeryüzündeki canlıları kozmik ışınlardan korumakta yetersiz kalacaktı.

Nitekim son araştırmalar iç çekirdeğin son 600 milyon yılda katılaştığını, en azından bugünkü büyüklüğüne bu süre içinde eriştiğini gösteriyor. Bu durumda canlıları kozmik radyasyondan koruyan manyetik alanımız da son 600 milyon yılda yerine oturmuş olabilir.

Öyle ki Güneş’in zararlı morötesi ışınlarını kesen ozon tabakasının 2 milyar yıl önce oluşmasına ek olarak hayvanlar, bitkiler ve balıklar gibi karmaşık canlıların son 500 milyon yılda ortaya çıkmasının bir nedeni de manyetik alanın dengelenmesi olabilir. Peki manyetik alanı yaratan dinamo etkisi nedir?

Dünya bir dinamodur

Bir demir çubuğu alıp tıpkı rüzgar türbinlerinde olduğu gibi, silindir şekilli bobinlerin içinde döndürürseniz (yani demiri elektromıknatısların ürettiği sabit manyetik alan içinde döndürürseniz) elektrik üretirsiniz. Tabii bunun tersi de geçerlidir. Bir mıknatısı sabit elektrik alanı içinde çevirirseniz bu kez de manyetik alan üretirsiniz. Dünya’nın sıvı çekirdeği bu şekilde manyetik alan oluşturuyor.


Yer’in manyetik alanı ve dinamo etkisi

Oysa dış çekirdek standart bir türbinden çok daha karmaşık bir şekilde manyetik alan üretiyor. Sonuçta burada basit bir rüzgar gülünden değil, Dünya gezegeninden söz ediyoruz. Ben de manyetik alan oluşumunu daha iyi anlamamız için bunu bir otomobil motoruna benzeteceğim. Tıpkı motorun çalışma düzenini açıklar gibi manyetik alan üretimini de aşama aşama anlatacağım:

Öncelikle her motorun bir başlatma mekanizması vardır. Örneğin, benzinli motorlarda çalışma döngüsünü başlatmak için bujiyle elektrik vererek yakıtı ateşlersiniz. Tesla elektrikli otomobil motorları da pilden gelen enerjiyle çalışır. Peki dış çekirdek manyetik alanı üretmek için gereken enerjiyi nereden sağlıyor? Dünya’nın oluşumundan kalan zayıf manyetik alandan:

İlgili yazı: Çifte Sarmal DNA Neden Sağ Elli?
Dünyanın-manyetik-alanı-tersine-dönecek-mi
Dünya’nın manyetik alanı güneş rüzgarındaki zararlı parçacıkları kutuplara yönlendirir. Saptıramadığı parçacıklar kutuplardan gezegenin içine batar. Bunları Finlandiya gibi ülkelerde aurora (kutup ışıkları) olarak izleriz.


Manyetik motorun ana elemanları

Gezegenimiz cüce gezegenler, mini gezegenler, dev asteroitler ve hatta Theia adlı Mars büyüklüğündeki bir gezegenimsinin 4,48 milyar yıl önce eski Dünya’ya çarpmasıyla oluştu. Bütün bu şiddetli çarpışmalar gezegenin iç ısısını yükseltti. Ayrıca Dünyamız Güneş Sistemi’ni meydana getirecek gezegen öncesi diskte (dönerken tabak gibi düzleşmiş olan gaz ve toz bulutu) ortaya çıktı.

Bütün bunlar ne demek derseniz: Dinamo etkisi için hareketli parçalara ve başlangıç enerjisine ihtiyacımız var dedik. A) Hareketli parça dış çekirdektir ve dış çekirdeğin dönmesini gezegen öncesi diske borçluyuz. Bu disk saatin ters yönünde dönüyordu.

Dünyamız da öteden beri saatin ters yönünde dönüyor. Gerçi dış çekirdek Dünya’ya ters yönde, yani saat yönünde dönüyor (buna geri geleceğim); ama sonuç olarak dış çekirdek Dünya’nın kendi çevresinde dönmesi yüzünden dönüyor.  Bu da dinamonun hareketli parçasını üretiyor.

    B) Başlangıç enerjisi ısı enerjisidir. Sonuçta dünyamız gökcisimlerinin çarpışıp birleşmesiyle oluştu. Bütün bu süreçte yüksek ısı oluştu. Yerkabuğu kısa sürede soğuyup katılaştı; ama Dünya’nın iç kesimleri izole olduğu için fazla soğumadan bugüne kadar geldi. Özetle A ve B faktörleri Dünya’nın dinamosunu oluşturdu. Peki bu dinamo ile Yer’in manyetik alanını nasıl üretiriz?


Yer’in manyetik alanı nasıl oluşuyor

Önce dinamonun nasıl çalıştığını özetleyelim. Sonra bir otomobilin motorunun çalışma aşamaları gibi parça parça anlatırız:

    Dünya’nın gezegenin oluşumundan kalan zayıf bir manyetik alanı var.
    Dış çekirdek iç çekirdek çevresinde dönerken güçlü bir elektrik alanı üretiyor (dinamo etkisi)
    Bu elektrik alanı Dünya’nın orijinal zayıf manyetik alanı üzerinde dönerek daha güçlü bir manyetik alan oluşturuyor.
    İki manyetik alanın birleşmesiyle ikisinin toplamından çok daha güçlü olan global manyetik alan ortaya çıkıyor. Peki orijinal manyetik alan nasıl oluştu?

Burada 3 faktör var:

    Dünya gezegeni 4,54 milyar yıl önce oluşurken Güneş’in güçlü manyetik alanı gezegendeki ferromanyetik metalleri manyetize etti.
    Dünya kendi çevresinde dönüp katılaşırken bu manyetik alan gezegeni sarıp kalıcı oldu.
    4,48 milyar yıldan daha önce Dünya’ya çarpan Mars büyüklüğündeki Theia gezegeni Yeryüzü’nü tekrar eritti, ısıttı ve kendi çevresinde daha hızlı dönmesine yol açtı. Böylece orijinal manyetik alanı pekiştirerek dönme etkisiyle bütün gezegeni eşit sarmasını ve günümüze kadar silinmeden kalmasını sağladı.


Yer’in manyetik alanı ve dış çekirdek

Dış çekirdeğin dinamo etkisiyle dönmesini sağlayan temel neden, Dünya’nın iç kesimlerinin bugün de çok sıcak olmasıdır. Peki neden? Sonuçta Dünya çekirdeğinin 4,5 milyar yılda çoktan soğuyarak katılaşması gerekirdi. Bu faktörleri de sıralayalım:

    Dünya cüce gezegenler, mini gezegenler, asteroitler ile kuyrukluyıldızların çarpışıp birleşmesiyle oluştu. Bu çarpışmalar da yüksek ısı ürettiği için Yeryüzü başından beri sıcaktı.
    Theia çarpışması Dünya’nın kütlesini ve dolayısıyla enerjisini artırdı. Aynı zamanda gezegenin kendi çevresinde daha hızlı dönmesini sağladı. Bu da Dünya 2.0’ın daha sıcak olmasını sağladı.
    Theia’nın çekirdeği Dünya çekirdeğiyle birleşerek daha büyük ve ağır bir çekirdek üretti. Bu süreçte gezegenimizdeki radyoaktif elementlerin miktarını artırdı. Radyoaktif elementler de bozunurken daha çok ısı üretti ve üretmeye devam ediyor.
    Dünya’nın iri cüsseli bir gezegen olması soğumasını ayrıca geciktiriyor; çünkü büyük ve ağır cisimlerin iç kısımları çevreden daha kolay izole olur. Bu da iri cisimlerin iç sıcaklığını korumasını kolaylaştırır. 30 metre boy ile 50-150 tona erişen mavi balinalar işte bu kadar iri oldukları için derin deniz sularında üşümeden yüzerler.
    Dinamo etkisi Dünya’nın orijinal manyetik alanını güçlendirdi; ama yeterince güçlü bir manyetik alan üretmesi için ek bir ısı kaynağı daha kullanıyor. O da dış çekirdek ve iç çekirdek sınırında görülen sürtünme etkisi ve türbülanstır. Dünya’nın manyetik alanının ters dönmesi açısından buna aşağıda geri geleceğim.

Kısacası Dünya bir atom pilidir

Evet, Çernobil nükleer kazası, radyoaktif atıklar ve olası bir nükleer savaşta ortaya çıkacak radyasyon yüzünden nükleer enerjinin çevreyi kirlettiğini düşünebilirsiniz. Haklısınız; ama buna rağmen Dünyamız dev bir radyoizotop termoelektrik güç jeneratörü ve elektromıknatıstır.

Özetle Dünya’nın bugün Güneş’ten 22 milyar km uzakta olan Voyager 1 sondasını çalıştıran uzun ömürlü atom pillerinden (RTG) hiçbir farkı yoktur. Peki bu nasıl olabilir? Aslında basit: Radyoaktif elementler bozunurken ısı üretiyor. Bu da Dünya’nın orijinal ısısını artırarak dış çekirdeği eritiyor (radyoizotop termik güç santrali).

Sıvı dış çekirdek hem yüksek ısı nedeniyle, hem Dünya’nın kendi çevresinde dönmesi nedeniyle iç çekirdek çevresinde dönüyor. Böylece önce güçlü bir elektrik alanı (termoelektrik motor/dinamo) sonra da daha güçlü bir manyetik alan üretiyor (elektromıknatıs).

Ferrimanyetik metallerde elektronlar sıra sıra dikey diziler halinde bir kuzeyi, bir güneyi gösterir. bu metalin mıknatıslanmasını önler. Ancak, yeraltındaki demir yataklarının manyetik alanın ne zaman ters döndüğünü gösteren manyetik izler taşımasını sağlar.


Yer’in manyetik alanı ne kadar güçlü?

Manyetik alanımızın şiddeti yeryüzünde 25 ila 65 mikrotesladır (0,25−0,65 gauss). Oysa bu buzdağının görünen yüzü: Dış çekirdeğin üzerinde ise manyetik alan şiddeti 50 kat artarak 25 gauss’a erişiyor. Peki Dünya’nın manyetik alanı neden tersine dönüyor? Bunu anlamak için önce dış çekirdeğin neden ters yönde döndüğüne bakalım:

Dış çekirdeğin ürettiği elektrik alanı bir elektrik motoru gibi çalışarak iç çekirdeğin Dünya yönündeki dönüş hızını artırıyor. Böylece iç çekirdek Dünya ile aynı yönde ama biraz daha hızlı dönüyor. Öte yandan Newton’ın etki-tepki yasası gereği; aynı elektrik alanı, dinamo olarak çalışan dış çekirdeği ters yönde itiyor ve Dünya’nın ters yönünde dönmesine neden oluyor.

    Ancak, Dünya’nın oluşumundan kalan dış çekirdek aslında Dünya ile aynı yönde dönmek istiyor. Özellikle de Dünya’nın dönme hızı Theia çarpışmasıyla artmış olduğu için (aradan geçen zamanda yavaşlamasına rağmen) dış çekirdek ters yönde dönmeye direniyor. Bu nedenle ve elektrik alanının zorlamasıyla Dünya’ya ters yönde, ama Dünya’dan daha yavaş dönüyor.

Sonuç olarak iç ve dış çekirdeğin ters yönlerde farklı hızda dönmesi sıvı dış çekirdekte türbülans yaratarak manyetik alanın dengesizleşmesine yol açıyor. Öyleyse manyetik alanın ortalama her 500 bin yılda ters dönmesinin nedeni bu alanın biraz kararsız olmasıdır. Ancak, dış çekirdeğin çalkantılı bir şekilde dönmesine yol açarak manyetik alanı kararsızlaştıran başka faktörler de var. Nedir bunlar?


Pütürlü ve türbülanslı çekirdekler

Öncelikle iç çekirdek sanıldığı kadar pürüzsüz dev bir demir-nikel topu değil, pütürlü ve cüruflu bir küredir. Pütürlü olmasının sebebi ise basitçe katı metalden değil, kristalize metalden oluşmasıdır.

Sonuçta iç çekirdek eriyecek kadar sıcak; ama Dünya’nın merkezindeki yüksek basınç nedeniyle eriyemiyor. Ayrıca dış çekirdeğin son 600 milyon yılda katılaşmasıyla ortaya çıkmış bulunuyor. Bu da kristalize olarak parça parça katılaşmasına yol açıyor.

    İç çekirdeğin pütürlü ve engebeli yüzeyi, çevresinde dönen dış çekirdeğin de sürtünme etkisiyle çalkalanmasına yol açıyor. Sürtünme ek ısı üretiyor ve bu da çalkalanmayı artıyor. Dahası, dış çekirdeğin iç çekirdekle temas eden alt yüzünün bazı noktalarda daha sıcak olmasına neden oluyor.

Sonuçta dış çekirdeğin iç yüzündeki sıcaklık farkları türbülansı iyice artırıyor. Böylece sadece iç çekirdeğin parça parça katılaşarak pürüzlü olmasına sebep olmuyor. Aynı zamanda bazı yerlerinin kısmen eriyerek tekrar tekrar katılaşmasına yol açıyor. Bu da dış çekirdeğin girdaplar oluşturarak daha fazla çalkalanmasını sağlıyor. Bir pozitif geri besleme mekanizması oluşuyor ki bu da çok iyi bir şey:

Dış çekirdekten mantoya yükselen sıvı demir hortumları Dünya’nın manyetik alanını güçlendiriyor. Kıtaların kayması ve volkanik hareketlerle birlikte gezegene hayat veren ısıyı taşıyor.


Yerin manyetik alanı ve demir hortumları

Yukarıda Dünya’nın iç çekirdeğinin son 600 milyon yılda katılaşmasının manyetik alanı stabilize ederek güçlendirdiğini ve böylece balıklar, sürüngenler, ağaçlar gibi kompleks canlıların ortaya çıkmasını kolaylaştırdığını söylemiştim.

İşte bu süreç bir yandan dış çekirdekte türbülansı artırarak Dünya’nın manyetik alanının dengesizleşmesine yol açarken, diğer yandan da manyetik alanın güçlenmesi için gerekli dengeyi sağlayan katı iç çekirdeğin oluşmasına yardım ediyor! ? Nasıl oluyor derseniz; bilgelik yolundaki insanların kumsalda üst üste dizdikleri taşlar gibi bir denge durumu söz konusu.

Bir yandan manyetik alanı dengeleyip güçlendirecek bir katı iç çekirdek isterseniz. Öte yandan, çekirdeğin tümüyle soğuyup katılaşarak manyetik alan üretimini durdurmasını istemezsiniz. Peki ikisini birden nasıl yapacaksınız? Denge ile:

    Dış çekirdek çalkalanarak dönüyor. Bu nedenle parça parça katılaşıyor.
    Pütürlü iç çekirdek çalkalanmayı artırıyor ve bu da çekirdeğin kısmen eriyerek tekrar katılaşmasına neden oluyor.
    Sonuçta dış çekirdeğin soğuyarak katılaşması yavaşlıyor ve bu gecikme sayesinde, Dünya’mızı koruyan güçlü bir manyetik alan oluşturmaya devam edebiliyor.


Mantodaki elektrokimyasal akışkan kaya topakları dev gibidir. Dahası kıta boyunda olan bu şekilsiz şeyler, yerkürenin çalkantılı manyetik alanındaki dengesizliklerin belirtisi olabilir. Aynı zamanda ısıyı dengesiz şekilde yüzeye taşı(Zeker) volkanik faaliyetleri hızlandırıyor olabilir.


Yer’in manyetik alanı uzaya çıkıyor

Ancak, Dünya’nın güçlü manyetik alanının sadece bu şekilde ortaya çıktığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Dış çekirdeğin iç çekirdeğe dengesiz bir şekilde sürtünmesi tabii ki manyetik alanımızı güçlendiriyor; ama aynı zamanda, dış çekirdekte oluşan manyetik alanın yeryüzüne ve uzaya çıkmasını da sağlıyor!

Öyle ya, Dünya’nın manyetik alanı Dünya’nın içinde kalsaydı bizi zararlı kozmik ışınlar ve güneş rüzgarından nasıl koruyacaktı? Öyleyse dış çekirdeğin dinamo etkisiyle ürettiği manyetik alanın Dünya’ya nasıl yayıldığını ve soğan kabuğu gibi çok katmanlı bir güç alanı şeklinde gezegenimizi uzaydan nasıl sardığını görelim.

Dünyanın-manyetik-alanı-tersine-dönecek-mi


Yer’in manyetik alanı neden dikey?

Bu aslında düz mantık sorusu ve dikkatli düşününce siz de ne kadar kolay bir soru olduğunu göreceksiniz: Dünyamızın eksen eğikliği yaklaşık 23,5 derecedir. Kısacası Dünyamız, Güneş Sistemi’nin tutulum düzlemine neredeyse paralel olarak dönmektedir (Tutulum düzlemi, 4,54 milyar yıl önce Dünya’yı oluşturan gezegen öncesi gaz ve toz diskin orijinal dönüş açısıdır).

Öyleyse Dünya’nın manyetik alanının güç çizgilerinin de dış çekirdeğin çevresine, tıpkı çatala makarna sarar gibi; ama ekvatora paralel olarak sarılması gerekmez mi? Kısacası Dünya’nın manyetik alanının gezegenimize paralel olması gerekmez mi?

Sonuçta Dünya’nın oluşumundan kalan zayıf manyetik alanın güç çizgileri, tıpkı Jüpiter’in bulut kuşakları gibi gezegenimize paralel uzanıyor. Keza yerkabuğundaki ferromanyetik metaller ve mıknatıslar da gezegene paralel uzanıyor. Eh, dış çekirdek de Dünya ile aynı düzlemde dönüyor; yani Dünya soldan sağa dönerken dış çekirdeğin yukarıdan aşağı dönecek hali yok.
Öyleyse tekrar soruyorum

Neden sıvı dış çekirdeğin dinamo etkisiyle ürettiği manyetik alanın güç çizgileri, Dünya’nın enlemlerine değil de boylamlarına paralel uzanıyor? Neden manyetik alanımız yaklaşık olarak Dünya’nın coğrafi kutupları arasında gidip gelen dikey güç çizgileri oluşturuyor? Açıkçası pusulalar neden kuzeyi gösteriyor da örneğin Doğuyu göstermiyor? Şimdi bunu görelim:


Manyetik alanın donması

Dış çekirdek Dünya’ya paralel döndüğü için ürettiği manyetik alanın da paralel dönmesini bekleyebilirsiniz. Ancak, manyetik alan mekanik süreçlerle oluşsa da mekanik bir oluşum değildir. Manyetik alan elektromanyetik kuvvete tabidir. Bu bir.

İkincisi dış çekirdek önce elektrik alanı üretiyor ve bu da daha sonra manyetik alanı oluşturuyor dedik. Peki dış çekirdek manyetik alanı nasıl oluşturuyor? Kendi kendini mıknatıslayarak tabii! Yukarıda size mıknatısların nasıl oluştuğunu anlatmıştım. Bunlardan biri de metale elektrik vermekti.

Dış çekirdek de yüzde 80 oranında sıvı demirden oluşuyor ve kendi kendine elektrik veriyor. Şimdi, elektronların solak olması ve aynı zamanda mikro mıknatıslar olması yüzünden, ürettikleri elektrik alanı da her zaman manyetik alana dikey uzanır. Öyle ki elektrik alanı ve manyetik alan birbirine hep dik açı yapar. Peki ne yönde? Elektromanyetik alanın dalgalanma yönünde. Bakın burası çok önemli:


Yer’in manyetik alanı dikeydir

Dış çekirdek Dünya’ya dikey dönseydi dikey elektrik alanı ve yatay manyetik alan üretirdi. Oysa dış çekirdek Dünya’ya paralel döndüğü için yatay elektrik alanı üretiyor; yani elektrik alanı ekvatora paralel oluyor. Dolayısıyla manyetik alan da ekvatora dik oluyor ve Dünya’nın kutupları arasında gidip geliyor.

Böylece pusulaların neden Dünya’nın kutuplarını gösterdiğini anlamış oluyorsunuz. Şu anda pusulalar kuzeyi gösteriyor; çünkü güç çizgilerinden geçen elektronlar kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye akıyor (yani güç çizgileri yukarıdan aşağı akıyor ki buna daha sonra geleceğim).

Ancak, Dünya’nın bizi uzaydan koruyacak bir manyetik alan üretmesi için dikey güç alanı oluşturmak tek başına yeterli değil. Bir de dış çekirdeğin çevresini dikey bobinler ve portakal kabuğu gibi saran bu manyetik alanı genişletip uzaya çıkarmak gerek. Evet, elektrik-elektronik bölümü öğrencilerimin bildiği dinamo etkisinden, amfi etkisinden; yani manyetik alanın genliğinin artmasından söz ediyorum.

Bu nasıl oluyor?

Dış çekirdek kendi ürettiği elektrikle manyetize olduğu zaman, demir atomu elektronlarının yönü dikey yönelimde sabitleniyor. Ancak, elektronların dış çekirdekten daha hızlı dönmesi veya yandaki atomlara sıçraması mümkün olmuyor.

Ayrıca elektrik alanının dış çekirdeği Dünya’nın tersi yönde itmesi yüzünden, elektronların dönüşü de Dünya’dan geri kalıyor. Bu sebeple elektronların güç çizgileri, tıpkı çok kıvrılan telefon kablosu gibi Dünya’ya dolanarak gittikçe gerilen enerji düğümleri meydana getiriyor. Nihayet, düğümlenen güç çizgileri lastik gibi koparak uzaya sıçrıyor

    Ancak, bu çizgiler dev bir mıknatıs gibi davranan dış çekirdeğin güç alanının etkisinde kaldıkları için Dünya’ya doğru bükülerek geri geliyor. Özetle güç çizgileri güney kutbundan kopup kuzey kutbundan Dünya’ya geri dönerek dış çekirdeğe batıyor. Böylece Dünya’yı uzaydan saran koruyucu manyetik alan ortaya çıkıyor.

Biz de dikey manyetik alanın bilimsel açıklamasını yaptık; ama dikey manyetik alanı oluşturan mekanizmayı henüz açıklamadık. Bunun için de iç çekirdekten dış çekirdeğe doğru binlerce km yükselen ve tabanı onlarca km genişliğinde olan dev demir hortumlarını görelim.


Bırakın kıtaların kayması ve manyetik alanı, dış çekirdek aynı zamanda yaşamın kaynağıdır; çünkü çekirdek ısısı olmasaydı Dünya’nın ortalama sıcaklığı 0 derecenin üstüne çıkmazdı. Gezegenimiz alttan ısıtmalı bir yaşam stadyumudur.


Yer’in manyetik alanı ve demir hortumları


Doğrusu Kansas’ta fırtına mevsiminde göreceğiniz hortumlar, Dünya’nın çekirdeğinden yükselen erimiş demir hortumlarının yanında hiç kalır.

Bu hortumların oluşmasının sebebi ise 1) katı iç çekirdeğin pürüzlü kristalize yüzeyi üzerinde çalkalanarak dönen sıvı dış çekirdek, 2) Dünya’nın kendi çevresinde dönmesinin yarattığı merkezkaç etkisine bağlı savrulma (Coriolis etkisi) ve 3) dış çekirdeği Dünya’nın ters yönünde iterek sıvı demirin iyice kıvrılmasına yol açan güçlü elektrik alanıdır.

    Dünya’nın merkezindeki dev demir hortumları, maruz kaldıkları muazzam basınca rağmen aşırı sıcak ve enerjik oldukları için (4000 derece) yılda 10 km hızla yukarı yükseliyor. Dış çekirdeğin dış yüzeyine ulaşınca ise soğuyarak yerçekiminin etkisiyle iç çekirdeğe geri çöküyor. Aynı zamanda mantonun dış çekirdekle temas ettiği alt yüzeyindeki kayaları da ısıtarak buharlaştırıyor.

Kısacası sıvı dış çekirdek dev bir demir-çelik fırını gibi davranıyor: Katı mantonun sıvı dış çekirdekle buluştuğu yerdeki boşluktan kaynaklanan ani basınç düşüşü ve dış çekirdeğin yüksek ısısı nedeniyle, mantonun içindeki metaller eriyip ayrışıyor. Eriyen metaller cüruftan ayrışarak dış çekirdeğe batıyor. Çekirdeğin elektrik alanı ve homojen sıcaklığı metali bir arada tutuyor.
İç çekirdek neden pütürlü?

Öte yandan, yüksek sıcaklıktan homojen olarak etkilenmeyen ve üstelik yalıtkan olduğu için elektrik alanından da pek etkilenmeyen cüruf taneleri, dış çekirdeğin üzerinde yer alan manto tabakasının alt yüzeyine tersten kar gibi yağarak dibe batıyor. Cürufun ayrışması iç çekirdeğin kristalize olarak pütürlü bir şekilde parça parça katılaşmasında önemli rol oynuyor. Dahası pürüzlü yüzeyin erimiş demir hortumları oluşturmasını da kolaylaştırıyor. Peki ama neden hortumlara bu kadar odaklanıyorum?


Yer’in elektrik alanını hortumlar üretiyor

Yazının başından beri Yer’in manyetik alanını dış çekirdeğin ürettiği elektrik alanı oluşturuyor dedik. Oysa bu elektrik alanının nasıl oluştuğunu söylemedik. Sonuçta sıvı dış çekirdek hiç çalkalanmadan dönseydi bu kadar güçlü bir elektrik alanı da üretemezdi; çünkü elektrik alanı çalkantılı dış çekirdeğin içinde oluşan statik elektrik akımlarından meydana geliyor.

Statik elektrik de sürtünmeyle üretilir ve dış çekirdek katı iç çekirdeğe sürtünerek statik elektrik üretiyor. Elektrik akımlarını genişleten, güçlendiren ve bütün dış çekirdeğe yayarak nihayet global manyetik alanı oluşturmasını sağlayan asıl faktör ise dev sıvı demir hortumlarıdır.

Oysa katı iç çekirdek fazlasıyla pütürlü olmasaydı hortumlar da o kadar büyük ve güçlü olmazdı. İç çekirdeğin bu kadar pütürlü olmasını ise sadece dış çekirdeğin iç yüzeyindeki ısı farkları ve mantoya aşağıdan yukarıya kar gibi yağan cüruf topaklarıyla açıklayamayız. Pürüzlenmeyi artıran başka bir sebep olmalı. Şansımıza o sebebin ne olduğunu biliyoruz: Theia.

İlgili yazı: Hint Okyanusu’nda 200 Milyon Yıllık Kayıp Kıta Bulundu
Dünyanın-manyetik-alanı-tersine-dönecek-mi
Dünya’nın iç çekirdeği elmastan sert demir kristallerinden oluşuyor.


Yer’in manyetik alanı ve iç çekirdek

Dünya’nın biraz şekilsiz, eğri büğrü, çirkin, pürüzlü ve kusurlu bir iç çekirdek oluşturmasını, gezegenimize 20 milyon yaşında iken çarpan Theia adlı Mars büyüklüğündeki gezegene borçluyuz. Öyle ki çarpışmanın sonucunda Theia’nın içerdiği oksijen ve sülfür gezegenin çekirdeğine battı.

İç çekirdek oluşmadan önce ortaya çıkan ve sıvı dış çekirdeğin akışkanlığı yüzünden daha zayıf olan demir hortumları Dünya’daki volkanik faaliyetler ile kıtaların kaymasını tetikledi. Böylece oksijen yeryüzüne çıktı ve yanardağ püskürmeleriyle havaya karıştı. Ancak dikkat edin: Bu bitkilerin daha sonra üreteceği oksijen değil, Dünya’nın oluşumu sırasında biriktirdiği orijinal oksijendir.

    Her durumda, çekirdek tümüyle sıvı iken oluşan demir hortumlarının sağladığı ısı enerjisi ve bunun ürettiği termal taşınım hareketleri (yeraltındaki sıcak kaya katmanlarının kıtaların kaymasıyla birlikte yüzeye ulaşması) oksijen atomlarını çekirdekten temizleyerek yüzeye çıkardı.

Zaten demir hortumlarının ürettiği termal taşınım bunu yapmasaydı oksijen atomları dış çekirdeği adeta zehirler ve manyetik alan üretmesine engel olurdu. Öte yandan, Theia’nın içerdiği ek sülfür gezegene battı ve işte bu sülfür stoku iç çekirdeğin oluşmasında büyük rol oynadı:


Kristalize olarak katılaşan iç çekirdek

Öyle ki dış çekirdek ve onun alt kısımlarının katılaşmasıyla oluşan iç çekirdek, yüzde 10 oranında nikel ve yüzde 80 oranında demirden oluşuyor. Buna ek olarak Dünya’nın sülfür kaynağının yüzde 90’ı çekirdekte yer alıyor ve bu oran Ay kütlesinin yüzde 10’una karşılık geliyor.

İşte bu yüzden dış çekirdek dağınık bir şekilde ve yavaş yavaş katılaşıyor! Yine bu yüzden kristalize olarak katılaşan ve pürüzlü bir yüzeye sahip olan iç çekirdek, sıvı dış çekirdeğin daha çok çalkalanmasına neden oluyor. Böylece sürtünme yoluyla daha güçlü bir elektrik alanı ve manyetik alan üretmesini sağlıyor.

    Bu süreç aynı zamanda daha hızlı dönen, daha büyük ve güçlü sıvı demir hortumları oluşturuyor. Bu hortumlar da dış çekirdeğin ürettiği manyetik alan çizgilerinin düğümlenerek kopmasını ve uzaya sıçrayarak koruyucu güç alanı meydana getirmesini kolaylaştırıyor.

Oysa Theia Dünya’ya çarpamasa ve yazının başında saydığım etmenlere ek olarak yeryüzünün sülfür (yani arıtlması gereken cüruf) içeriğini artırmasıydı, çekirdek çok daha hızlı ve düzgün katılaşacaktı. Böylece gezegeni koruyan güçlü manyetik alan hiç oluşmayacak ve kompleks hayat belirmeyecekti.


Felaketin eşiğinden döndük

Nitekim Dünya’nın katı çekirdeği 600 milyon önce oluşmadan evvel, dış çekirdeğin ürettiği manyetik alanın aşırı zayıflayarak ortadan kalkmak üzere olduğunu saptamış bulunuyoruz. Bu felaketi önleyen tek şey ise yaklaşık 2400 km çapındaki katı iç çekirdeğin oluşmasıdır ve onun katılaşmasını 600 milyon yıl öncesine dek geciktiren şey de Theia çarpışmasıdır (iç çekirdek daha önce oluşsaydı dış çekirdek bugüne dek çoktan katılaşır ve manyetik alan üretimini durdururdu).

Oysa Theia çarpışması Dünya’yı aşırı ısıtarak kısmen buharlaştırdı. Böylece çekirdeği yeterince sarsarak ısıttı ve tam da gerektiği kadar cürufla kirletti. Özetle Dünya’nın güçlü manyetik alanını üreten iç çekirdeğin kök sebebi Theia’dır. Öyleyse iyi ki çarptın Theia!

    Biz de buraya dek manyetik alanın nasıl üretildiğini, şeklini nasıl aldığını ve ne kadar güçlü olduğunu anlattık. Manyetik kutupların hızla kaymakta olduğunu ve bu nedenle manyetik alanın ters dönebileceğini de belirttik. Peki manyetik kuzey bugün nerede Yeryüzünde nerede bulunuyor?

Doğrusu hızla kayarak yer değiştiriyor: Pusulaların iğnesi 2001 yılında Kuzey Kanada’daki Ellesmere adasını gösteriyordu. O zamandan beri manyetik kuzey kutbu Kanada’nın kutup bölgelerinden Rusya’ya doğru yılda 55 ila 60 km hızla kayıyor. 2019 yılında manyetik kuzeyin konumu 86,448° Kuzey ve 175,346° Doğudur.


Dünyanın manyetik alanı zaten ters

Bu yazıda manyetik alanın dış çekirdekteki çalkalanmalar yüzünden gittikçe zayıfladığını ve belki de ters dönmek üzere olduğunu gördük. Ancak, manyetik alan zaten terstir ve biz ters dönecek derken aslında düz dönecektir. Bu nasıl oluyor derseniz mıknatıslarla anlatalım:

    Elektromanyetizma yasalarına göre manyetik alan güç çizgilerinin çıktığı kutba manyetik kuzey ve bu çizgilerin mıknatısın diğer ucuyla birleştiği noktaya da manyetik güney denir. Dünya’nın manyetik alan çizgileri ise coğrafi güney kutbundan uzaya çıkarak coğrafi kuzeyden yeraltına batıyor.

Dolayısıyla evet, düzgün imal edilen bütün pusulalar güney yarımkürede bile coğrafi kuzeyi gösterir. Ancak, kuzeydeki manyetik kutup aslında manyetik güney kutbudur.

Peki biz neden kafa karıştırıcı şekilde manyetik kutupları ters gösteriyoruz derseniz, bunun sebebi pusulaların elektromanyetizma teorisinden önce keşfedilmiş olmasıdır. İnsanlar kuzey yarımkürede ortaya çıktı. Bu yüzden de buluşlarını coğrafi kuzeye göre adlandırıldı. O zaman toparlayacak olursak:

Dünyanın-manyetik-alanı-tersine-dönecek-mi
Yer’in manyetik alanı yaşam kaynağı


Böylece Dünya’nın sıvı dış çekirdeğinin ürettiği manyetik alanın gezegenimizin atmosferini ve bizi güneş rüzgarıyla kozmik ışınlardan nasıl koruduğunu gördük. Hatta soluduğumuz havanın bir kısmının da iç ve dış çekirdeğin tetiklediği volkanik faaliyetlerle yeraltından yüzeye çıktığını anladık.

Çekirdek olmasaydı kıtaların kaymasının görülmeyeceğini, bunun da Dünya’da yeni canlıların ortaya çıkmasını önleyeceğini fark ettik. Yeryüzünde karmaşık hayatın ancak Dünya’nın manyetik alanı sayesinde var olduğunu iyice belledik.

Ancak, Dünya’nın manyetik alanı eski zamanlarda defalarca zayıfladı ve tersine döndü ki çoğu zaman da neredeyse tersine döner gibi oldu fakat coğrafi kuzeyi göstermeye devam etti. Son araştırmalar ise manyetik alan ters dönecekse bile bunun gerçekleşmesine en az 22 bin yıl olduğunu gösteriyor. Bunun Dünya’nın buzul çağlarına yol açan yalpalamasıyla ilgili olabileceği de düşünülüyor; ama bu teori henüz kanıtlanmadı.

    Her halükarda manyetik alanın ters dönmesi, bugüne dek gezegendeki hayata pek zarar vermedi. Bu yüzden yakın gelecekte zarar vermesi de beklenmiyor. Öte yandan, manyetik alan Dünya’daki elektrikli ve elektronik cihazları güneş fırtınalarından koruyor. Bu sebeple bir sürpriz yapar da tersine dönerse daha korunaklı cihazlar üretmemiz gerekiyor.

Solar döngü

Solar döngü, Güneş döngüsü veya güneş manyetik aktivite döngüsü, Güneş aktivitesi güneş yüzeyinde gözlenen güneş lekeleri sayısındaki varyasyonları açısından ölçülen yaklaşık periyodik 11 yıllık bir değişimdir. 17. yüzyılın başlarından beri güneş lekeleri gözlenmiştir ve güneş lekesi zaman serisi herhangi bir doğal fenomenin en uzun sürekli gözlenen (kaydedilmiş) zaman serisidir.
"Sunspot Cycle 24 için geçerli tahmin 2013 yazında yaklaşık 69 maksimum düzeltilmiş bir güneş lekesi sayısı verir. Düzeltilmiş güneş lekesi sayısı Ağustos 2013'te 68,9'a ulaştı, bu yüzden resmi maksimum en az bu kadar yüksek olacak. Düzeltilmiş güneş lekesi sayısı son beş ay içinde tekrar bu ikinci zirveye doğru yükseliyor ve şimdi ilk zirve (Şubat 2012'de 66,9) seviyesini aştı. Birçok döngü çift doruğa ulaştı ama bu güneş lekesi sayısındaki ikinci zirvenin ilkinden daha büyük olduğu ilk döngüdür. Şu anda Döngü 24 içine beş yıl içinde bulunmaktadır. Şu anda öngörülen ve gözlenen boyut, 1906'nın Şubat ayında maksimum 64,2 olan Döngü 14'ten bu yana en küçük güneş lekesi döngüsüdür."[1]

Güneş lekelerinde 11 yıllık yarı-periyodikliğe eşlik eden Güneş'in büyük ölçekli dipolar (kuzey-güney) manyetik alan bileşeni de her 11 yılda bir takla atar; ancak, dipolar alanda zirve güneş lekesi sayısında zirve gerisinde, eski iki döngü arasında en az meydana gelen. Güneş radyasyonu ve güneş materyalinin ejeksiyon düzeyleri, sayısı ve güneş lekeleri boyutu , güneş patlamaları, ve koronal döngüler tüm senkronize bir dalgalanma sergilemektedir.

Bu döngü, Güneş'in görünüşündeki değişiklikler ve auroralar gibi karasal fenomenler tarafından yüzyıllardır gözlemlenmiştir. Güneş lekesi döngüsü ve geçici aperatiser süreçler tarafından tahrik güneş aktivitesi uzay hava ve darbe uzay ve darbe uzay ve yer tabanlı teknolojilerin yanı sıra Dünya'nın atmosferi ve aynı zamanda muhtemelen yüzyıllar ve daha uzun ölçeklerde iklim dalgalanmaları oluşturarak Güneş Sistemi gezegenlerin çevre yönetir.
Güneş'te manyetizma evrimi

Güneş lekesi döngüsünü anlamak ve tahmin etmek, uzay bilimi ve evrenin başka yerlerinde manyetohidrodinamik fenomenlerin anlaşılması açısından önemli sonuçlar doğurarak astrofiziğin en büyük zorluklarından biri olmaya devam etmektedir.

Tanım

Güneş döngüleri yaklaşık 11 yıllık bir ortalama süresi var. Güneş maksimum ve güneş minimum maksimum ve minimum güneş lekesi sayımları dönemleri bakın. Döngüler en az bir den diğerine yayılır.

Gözlemsel tarih

Samuel Heinrich Schwabe (1789–1875). Alman astronom, güneş lekelerinin uzun gözlemleri ile güneş döngüsünü keşfetti

Güneş lekeleri ilk olarak 1609'dan itibaren Galileo Galilei, Christoph Scheiner ve çağdaşları tarafından sistematik olarak gözlemlenmiştir. Güneş döngüsü 1843 yılında Samuel Heinrich Schwabe tarafından keşfedildi , gözlemler 17 yıl sonra güneş lekelerinin ortalama sayısında periyodik bir varyasyon fark[2] . Ancak Schwabe 1775 yılında yazdı Christian Horrebow önce oldu: "bu yıl belirli bir dizi ders sonra, Güneş'in görünümünü sayısı ve lekelerin büyüklüğü ne olursa olsun kendini tekrarlar görünür" 1761 ve Kopenhag gözlemevi Rundetaarn itibaren yaptığı gözlemler dayalı.[3] Rudolf Wolf bu ve diğer gözlemleri derleyip inceledi, döngüyü 1745'e kadar yeniden inşa etti ve sonunda bu yeniden yapılanmaları Galileo ve çağdaşlarının on yedinci yüzyılın başlarındaki güneş lekelerinin ilk gözlemlerine itti.

Wolf'un numaralandırma şemasından sonra, 1755-1766 döngüsü geleneksel olarak "1" olarak numaralandırılır. Wolf bugün kullanılmaya devam eden standart bir güneş lekesi sayı indeksi, Wolf endeksi oluşturdu.

1645 ve 1715 arasındaki dönem, birkaç güneş lekeleri bir süre, Maunder minimum olarak bilinir , Edward Walter Maunder sonra, kim kapsamlı bu tuhaf olay araştırılmış, ilk Gustav Spörer tarafından kaydetti .

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Richard Carrington ve Spörer bağımsız döngüsünün farklı bölgelerinde farklı güneş enlemlerinde görünen güneş lekeleri fenomeni kaydetti.

Döngünün fiziksel temeli George Ellery Hale ve işbirlikçileri tarafından açıklığa kavuşturulmuştur, 1908'de güneş lekelerinin güçlü bir şekilde manyetize edildiğini göstermiştir (Dünya'nın ötesindeki manyetik alanların ilk tespiti). 1919'da güneş lekesi çiftlerinin manyetik polaritesinin:

    Bir döngü boyunca sabittir;
    Bir döngü boyunca ekvator karşısında ters mi;
    Kendini bir döngüden diğerine çevirir.

Hale'in gözlemleri, manyetik döngünün orijinal durumuna (polarite dahil) dönmeden önce iki güneş döngüsünü veya 22 yılı kapsadığını ortaya koymuştur. Hemen hemen tüm belirtileri polariteye duyarsız olduğundan, "11 yıllık güneş döngüsü" araştırma odağı olmaya devam etmektedir; ancak, 22 yıllık döngünün iki yarısı genellikle aynı değildir: 11 yıllık döngüler genellikle Wolf'un güneş lekesi sayılarının daha yüksek ve daha düşük toplamları arasında geçiş (Gnevyshev-Ohl kuralı).[4]

1961'de Harold ve Horace Babcock'un baba-oğul ekibi güneş döngüsünün güneş üzerinde bir bütün olarak ortaya çıkan bir spatiotemporal manyetik süreç olduğunu belirledi. Onlar güneş yüzeyi güneş lekeleri dışında manyetize olduğunu gözlemledi, bu (zayıf) manyetik alan ilk bir dipol sipariş etmektir , ve bu dipol güneş lekesi döngüsü ile aynı dönemde polarite ters uğrar. Horace'ın Babcock Modeli, Güneş'in salınımlı manyetik alanını 22 yıllık yarı-sabit bir periyodikliğe sahip olarak tanımladı. ve poloidal güneş manyetik alan bileşenleri arasındaki salınımlı enerji değişimini kapsamaktadır.
Rudolf Wolf (1816–1893), İsviçreli astronom, güneş aktivitesinin tarihsel yeniden inşasını on yedinci yüzyıla kadar gerçekleştirdi.
Döngü geçmişi
11,400 yıl içinde güneş aktivitesinin yeniden inşası. 8.000 yıl önce eşit derecede yüksek aktivite dönemi işaretlenmiştir.
Radyokarbonda kaydedilen güneş aktivitesi olayları. Şu anki dönem sağda. 1900'den beri değerler gösterilmez.

Son 11.400 yıl içinde güneş lekesi numaraları karbon-14tabanlı dendroclimatology kullanılarak yeniden inşa edilmiştir. 1940'larda başlayan güneş aktivitesi düzeyi istisnai - benzer büyüklükte son dönem yaklaşık 9.000 yıl önce meydana geldi (sıcak Boreal döneminde)[5].Güneş, son 11.400 yılın sadece ~10'u boyunca benzer şekilde yüksek bir manyetik aktivite seviyesindeydi. Hemen hemen tüm önceki yüksek aktivite dönemleri mevcut bölüm daha kısa idi. Fosil kayıtları Güneş döngüsünün en az son 700 milyon yıldır istikrarlı olduğunu göstermektedir. Örneğin, Erken Permiyen sırasında döngü uzunluğu 10.62[6] yıl ve benzer neoproterozoic olduğu tahmin edilmektedir.[7]

2009 yılına kadar, 28 döngünün 1699 ve 2008 yılları arasında 309 yıla yayıldığı ve ortalama 11,04 yıl süre verdiği düşünüldü, ancak araştırmalar bunların en uzununun (1784-1799) aslında iki döngü olabileceğini gösterdi.[8] Eğer öyleyse ortalama uzunluk sadece 10,7 yıl civarında olacaktır. Gözlemler 9 yıl kadar kısa ve 14 yıl kadar gözlemlendiği için ve 1784-1799 döngüsü iki katına çıkarsa, iki bileşen döngüsünden birinin uzunluğu 8 yıldan az olmalıdır. Önemli genlik varyasyonları da oluşur.

Güneş aktivitesi tarihsel "büyük minima" bir listesi vardır.

Son döngüler

Döngü 25


Güneş Döngüsü 25 Aralık 2019'da başladı.[9] Çok zayıftan orta büyüklükten orta dereceye kadar değişen farklı yöntemlere dayanan güneş lekesi döngüsü 25[10] için çeşitli tahminler yapılmıştır. Bhowmik ve Nandy (2018) tarafından veri odaklı güneş dinamosu ve güneş yüzey akısı taşıma modellerine dayanan fizik tabanlı bir tahmin, mevcut minima'daki güneş kutup alanının gücünü doğru tahmin etmiş gibi görünüyor ve 24.[11] Özellikle, güneşin önümüzdeki on yıl içinde Maunder-minimum benzeri (pasif) bir duruma düşme olasılığını dışlarlar. 2019'un başlarında Güneş Döngüsü 25 Tahmin Paneli tarafından ön konsensüs yapıldı. NOAA'nın Uzay Hava Tahmin Merkezi (SWPC) ve NASA tarafından yayınlanan güneş döngüsü 25 tahminlerine dayanan panel, Güneş Döngüsü 25'in Güneş Döngüsü 24'e çok benzeyeceği sonucuna vardı. Onlar Döngüsü 25 önce Güneş Döngüsü minimum uzun ve derin olacağını tahmin, Döngüsü 24 önceki minimum gibi. Onlar gözden geçirilmiş güneş lekesi sayısı açısından verilen 95-130 bir güneş lekesi aralığı ile 2023 ve 2026 yılları arasında güneş maksimum gerçekleşmesi bekliyoruz.

Döngü 24

Güneş döngüsü 4 Ocak 2008'de başladı[12], erken 2010 yılına kadar minimal aktivite ile. Döngüde "çift tepeli" güneş maksimum. İlk zirve 2011'de 99'a, 2014'ün başında ise 101'e ulaştı.[13]

Döngü 23

Bu döngü 11,6 yıl sürdü, Mayıs 1996'da başlayan ve Ocak 2008'de sona erdi. Güneş döngüsü sırasında gözlenen maksimum düzeltilmiş güneş lekesi sayısı (aylık güneş lekeleri sayısı on iki aylık bir dönemde ortalama) 120,8 (Mart 2000) ve en az 1,7 idi.[14] Bu döngü boyunca toplam 805 gün boyunca güneş lekeleri yoktu.[15][16]
Olaylar

Güneş döngüsü manyetik aktiviteyi yansıttığı için, güneş lekeleri ve koronal kütle atımları dahil olmak üzere çeşitli manyetik olarak güneş olayları tahrik edilen güneş döngüsünü takip eder.

Güneş lekeleri

Güneş'in görünen yüzeyi, fotosfer, daha fazla güneş lekesi olduğunda daha aktif bir şekilde yayılır. Güneş parlaklığının uydudan izlenmesi, Schwabe döngüsü ile parlaklık arasında tepeden tepeye yaklaşık% 0,1'lik bir genlik ile doğrudan bir ilişki ortaya koydu. Büyük güneş lekesi grupları Dünya'nın görünümü boyunca döndüğünde, 10 günlük bir zaman ölçeğinde parlaklık% 0,3'e kadar azalır ve büyük güneş lekesi gruplarıyla ilişkili faktörler nedeniyle 6 aya kadar% 0,05'e kadar artar.

Günümüzde en iyi bilgi, güneş "yüzey" manyetik alanının görülebildiği MDI manyetogramı gibi SOHO'dan (Avrupa Uzay Ajansı ve NASA'nın ortak bir projesi) gelmektedir. Her döngü başladığında, güneş lekeleri orta enlemlerde belirir ve ardından minimum solar değere ulaşılana kadar ekvatora gittikçe yaklaşır. Bu desen en iyi sözde kelebek diyagramı şeklinde görselleştirilir. Güneş görüntüleri enlemsel şeritlere bölünür ve güneş lekelerinin aylık ortalamalı kısmi yüzeyleri hesaplanır. Bu, renk kodlu bir çubuk olarak dikey olarak çizilir ve süreç, bu zaman serisi diyagramını oluşturmak için her ay tekrarlanır.[17]

Koronal kütle çıkarma

Güneş manyetik alanı koronayı yapılandırır ve ona güneş tutulmaları zamanlarında görülebilen karakteristik şeklini verir. Karmaşık koronal manyetik alan yapıları, güneş yüzeyindeki sıvı hareketlerine ve güneşin iç kısmındaki dinamo hareketiyle üretilen manyetik akının ortaya çıkmasına tepki olarak gelişir. Henüz ayrıntılı olarak anlaşılmayan nedenlerden dolayı, bazen bu yapılar stabiliteyi kaybederek gezegenler arası boşluğa koronal kitle püskürtmelerine veya morötesi ve X-ışını radyasyonunun yanı sıra enerjik parçacıkların ani lokalize manyetik enerji salınımının neden olduğu parlamalara yol açar. Bu patlama olayları, Dünya'nın üst atmosferi ve uzay ortamı üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir ve şu anda uzay havası olarak adlandırılan şeyin temel itici güçleridir. Koronal kütle atımlarının ve işaret fişeklerinin meydana gelme sıklığı, döngü tarafından büyük ölçüde değiştirilir.

Herhangi bir boyuttaki işaret fişekleri, solar maksimumda minimumda olduğundan 50 kat daha sıktır. Büyük koronal kütle püskürtmeleri, maksimum güneş enerjisinde günde ortalama birkaç kez meydana gelir ve güneş minimumda birkaç günde bire kadar düşer. Bu olayların boyutu, hassas bir şekilde güneş döngüsünün aşamasına bağlı değildir. Aralık 2006'da solar minimuma çok yakın olan üç büyük X-sınıfı parlama; 5 Aralık'taki bir X9.0 parlaması, rekordaki en parlak olaylardan biri olarak duruyor.

Desenler

Üç güneş döngüsüne genel bir bakış, güneş lekesi döngüsü, galaktik kozmik ışınlar ve yakın uzay ortamımızın durumu arasındaki ilişkiyi gösterir.
2.300 yıllık Hallstatt güneş enerjisi değişim döngüsü

Waldmeier etkisi, daha büyük maksimum genliklere sahip döngülerin maksimum değerlerine ulaşmanın, daha küçük genlikli döngülerden daha az zaman alma eğiliminde olduğu gözlemini adlandırır.[18][19] Maksimum genlikler, önceki döngülerin uzunluklarıyla negatif olarak ilişkilidir, bu da tahmine yardımcı olur.[20] Güneş maksimumları ve minimumları, güneş döngülerinden daha büyük zaman ölçeklerinde de dalgalanmalar sergiler. Artan ve azalan eğilimler, bir yüzyıl veya daha uzun süre devam edebilir.[21]

Schwabe Döngüsü, adını Wolfgang Gleißberg'den alan 87 yıllık (70-100 yıllık) Gleissberg döngüsünün bir genlik modülasyonu olduğu düşünülmektedir.[22] Gleissberg döngüsü, bir sonraki güneş döngüsünün, 2010'da yaklaşık 145 ± 30'luk bir maksimum düzleştirilmiş güneş lekesi sayısına sahip olduğunu (bunun yerine 2010, döngünün minimum solar değerinden hemen sonraydı) ve sonraki döngünün 2023'te maksimum yaklaşık 70 ± 30'a sahip olduğunu ima etti. Korona ve Heliosfer'deki manyetik alanlardaki asırlık varyasyonlar, buz tabakaları ve ağaç halkaları gibi karasal rezervuarlarda depolanan Karbon-14 ve berilyum-10 kozmojenik izotopları kullanılarak [23] ve köprü oluşturan Jeomanyetik fırtına aktivitesinin tarihi gözlemleri kullanılarak tespit edilmiştir.[24]

Bu varyasyonlar, güneş atmosferinin tepesinden Heliosfer'e [25] manyetik akının ortaya çıkışını ölçmek için manyetik akı süreklilik denklemleri ve gözlemlenen güneş lekesi sayılarını kullanan modeller kullanılarak başarıyla yeniden üretilmiştir, bu da güneş lekesi gözlemlerinin, jeomanyetik aktivitenin ve kozmojenik izotopların Güneş aktivitesi varyasyonlarının yakınsak bir anlayışını sunar.
Varsayımlı döngüler

Yaklaşık 11 yıllık güneş lekesi döngüsünden daha uzun periyotlarla güneş aktivitesinin periyodikliği önerilmiştir: 210 yıllık Suess döngüsü (diğer adıyla "de Vries döngüsü", adı sırasıyla Hans Eduard Suess ve Hessel De Vries'den alınmıştır) radyokarbon çalışmalarından kaydedilmiştir, ancak 400 yıllık güneş lekesi kaydında "Suess Döngüsüne dair çok az kanıt" görünmektedir.

Hallstatt döngüsünün (adını Avrupa'da buzulların ilerlediği soğuk ve yağışlı bir dönemin adı verilen) yaklaşık 2.400 yıl sürdüğü varsayılıyor.[26][27][28] Henüz isimlendirilmemiş bir döngü 6.000 yılı aşabilir.[28]

105, 131, 232, 385, 504, 805 ve 2.241 yıllık karbon-14 döngülerinde, muhtemelen diğer kaynaklardan türetilen döngülerle eşleşen gözlenmiştir.[29]

Damon ve Sonett [30], 208 ve 88 yıllık karbon 14 tabanlı orta ve kısa vadeli varyasyonlarını önermişlerdir; 208 yıllık dönemi modüle eden 2300 yıllık bir radyokarbon dönemi öneriyor.[31]
Güneş manyetik alanı

Güneş'in manyetik alanı, atmosferini ve dış katmanlarını korona boyunca ve güneş rüzgarına kadar yapılandırır. Uzay-zamansal değişimleri, çeşitli ölçülebilir güneş olaylarına yol açar. Diğer güneş olayları, birincisi için enerji kaynağı ve dinamik motor görevi gören döngü ile yakından ilgilidir.

Etkileri
Güneş


Güneş lekesi sayı indeksi, TSI, 10.7cm radyo akısı ve parlama indeksinde görülen aktivite döngüleri 21, 22 ve 23. Her miktar için dikey ölçek, TSI ile aynı dikey eksende fazla çizmeye izin verecek şekilde ayarlanmıştır. Tüm miktarların zamansal varyasyonları, faza sıkı sıkıya bağlıdır, ancak genliklerdeki korelasyon derecesi bir dereceye kadar değişkendir.

Yüzey Manyetizması

Güneş lekeleri sonunda çürür ve fotosferde manyetik akı bırakır. Bu akı, türbülanslı konveksiyon ve büyük ölçekli solar akışlarla dağıtılır ve çalkalanır. Bu taşıma mekanizmaları, yüksek güneş enlemlerinde manyetize bozunma ürünlerinin birikmesine yol açar ve sonunda kutup alanlarının polaritesini tersine çevirir (yukarıdaki Hathaway / NASA / MSFC grafiğinde mavi ve sarı alanların nasıl tersine döndüğüne dikkat edin).Güneş manyetik alanının iki kutuplu bileşeni, maksimum güneş enerjisi süresi boyunca kutupları tersine çevirir ve güneş minimumda tepe gücüne ulaşır.

Uzay
Uzay aracı


CME'ler (koronal kütle püskürtmeleri), bazen güneş kozmik ışınları olarak da bilinen yüksek enerjili protonlardan oluşan bir radyasyon akışı üretir. Bunlar uydulardaki elektronik ve güneş hücrelerinde radyasyon hasarına neden olabilir. Güneş proton olayları ayrıca elektronik cihazlarda tek olaylı çöküş (SEU) olaylarına neden olabilir; aynı zamanda, maksimum güneş enerjisi sırasında azalan galaktik kozmik radyasyon akışı, parçacık akışının yüksek enerjili bileşenini azaltır.

CME radyasyonu, Dünya'nın manyetik alanının ürettiği kalkanın dışında kalan bir uzay görevindeki astronotlar için tehlikelidir. Gelecekteki görev tasarımları (örneğin, bir Mars Misyonu için) bu nedenle, astronotların böyle bir olay sırasında geri çekilmeleri için radyasyon korumalı bir "fırtına barınağı" içerir.

Gleißberg, ardışık döngülere dayanan bir CME tahmin yöntemi geliştirdi.[32]

Olumlu tarafı, maksimum güneş enerjisi sırasında artan ışınım, Dünya atmosferinin zarfını genişleterek, düşük yörüngeli uzay kalıntılarının daha hızlı bir şekilde yeniden girmesine neden oluyor.
Galaktik kozmik ışın akışı

Güneş püskürtmesinin gezegenler arası uzaya dışa doğru genişlemesi, galaksinin başka yerlerinden güneş sistemine giren yüksek enerjili kozmik ışınları dağıtmada etkili olan aşırı plazma yoğunlukları sağlar. Güneş patlaması olaylarının frekansı döngü tarafından modüle edilir ve buna göre dış güneş sistemindeki kozmik ışın saçılma derecesini değiştirir. Sonuç olarak, iç Güneş Sistemindeki kozmik ışın akışı, genel güneş aktivitesi seviyesi ile bağıntılıdır.[33] Bu anti korelasyon, Dünya yüzeyindeki kozmik ışın akısı ölçümlerinde açıkça tespit edilir.

Dünya atmosferine giren bazı yüksek enerjili kozmik ışınlar, ara sıra nükleer parçalanma reaksiyonlarına neden olacak kadar moleküler atmosferik bileşenlerle yeterince sert çarpışır. Fisyon ürünleri, Dünya yüzeyine yerleşen 14C ve 10Be gibi radyonüklitleri içerir. Konsantrasyonları, ağaç gövdelerinde veya buz çekirdeklerinde ölçülebilir ve güneş aktivitesi seviyelerinin uzak geçmişe yeniden yapılandırılmasına izin verir.[34] Bu tür rekonstrüksiyonlar, yirminci yüzyılın ortalarından bu yana genel güneş aktivitesi seviyesinin son 10.000 yılın en yüksekleri arasında yer aldığını ve bu süre zarfında farklı sürelerde bastırılmış faaliyet dönemlerinin tekrar tekrar meydana geldiğini gösteriyor.

Atmosferik
Güneş ışınımı


Toplam güneş ışıması (TSI), Dünya'nın üst atmosferinde meydana gelen güneş ışımalı enerji miktarıdır. TSI varyasyonları, uydu gözlemleri 1978'in sonlarında başlayana kadar tespit edilemezdi. 1970'lerden 2000'lere kadar uydularda bir dizi radyometre fırlatıldı.[35] TSI ölçümleri on uyduda 1360 ila 1370 W / m2 arasında değişiyordu. Uydulardan biri olan ACRIMSAT, ACRIM grubu tarafından başlatıldı. Örtüşmeyen ACRIM uyduları arasındaki tartışmalı 1989-1991 "ACRIM boşluğu", ACRIM grubu tarafından +% 0,037 / on yıl artış gösteren bir kompozite dönüştürüldü. ACRIM verilerine dayanan başka bir seri, PMOD grubu tarafından üretilir ve −% 0,008 / on yıl düşüş eğilimi gösterir. Bu% 0,045 / on yıllık fark, iklim modellerini etkiliyor.

Güneş ışıması döngü boyunca sistematik olarak değişir , hem toplam ışıma hem de ilgili bileşenlerinde (UV'ye karşı görünür ve diğer frekanslar).[36] Güneş parlaklığı, güneş enerjisi maksimum döngüsü ortasında, terminal güneş enerjisi minimumundan yüzde 0,07 daha parlaktır.[37] 1996-2013 TSI varyasyonunun birincil nedeni (% 96) fotosferik manyetizma gibi görünmektedir.[38] Ultraviyole ışığın görünür ışığa oranı değişir.[39]

TSI, güneş manyetik aktivite döngüsü ile faz olarak değişir ve genliği yaklaşık% 0.1, yaklaşık 1361.5 W / m2 ("güneş sabiti") civarında bir ortalama değer ile değişir.[40] Ortalama% −0.3'e kadar olan varyasyonlar, büyük güneş lekesi gruplarından ve +% 0,05'lik büyük faktörlerden ve 7-10 günlük bir zaman ölçeğindeki parlak ağdan kaynaklanmaktadır (TSI varyasyon grafiklerine bakınız).[36] Uydu çağı TSI varyasyonları küçük ama tespit edilebilir eğilimler gösterir.[41]

Güneş lekeleri ortalama fotosferden daha koyu (daha soğuk) olsa bile TSI güneş maksimumda daha yüksektir. Bunun nedeni, güneş maksimumları sırasında güneş lekeleri dışındaki mıknatıslanmış yapılar, örneğin fasulalar ve ortalama fotosferden daha parlak (daha sıcak) olan "parlak" ağın aktif öğeleri gibi. Soğutucuyla ilişkili ışık açığını topluca aşırı telafi ediyorlar, ancak daha az sayıda güneş lekesi var. Güneş dönüşü ve güneş lekesi döngüsü zaman ölçeklerindeki TSI değişikliklerinin birincil nedeni, bu radyal olarak aktif güneş manyetik yapılarının değişen fotosferik kapsamıdır.

Ozon üretimi ve kaybı ile ilgili UV ışınımındaki enerji değişiklikleri atmosferik etkilere sahiptir. 30 hPa atmosferik basınç seviyesi, 20-23 arasındaki güneş çevrimleri sırasında güneş aktivitesiyle fazda yüksekliği değiştirdi. UV ışınımındaki artış, daha yüksek ozon üretimine neden olarak stratosferik ısınmaya ve stratosferik ve troposferik rüzgar sistemlerinde kutuplara doğru yer değiştirmelere neden oldu.[42]

Kısa boylu dalga radyasyon

Bir güneş döngüsü: 30 Ağustos 1991'den 6 Eylül 2001'e kadar bir güneş lekesi döngüsü sırasında güneş aktivitesindeki değişimi gösteren on yıllık Yohkoh SXT görüntülerinin bir montajı. Kredi: ISAS'ın (Japonya) Yohkoh görevi ve NASA (ABD).

5870 K sıcaklıkta, fotosfer aşırı ultraviyole (EUV) ve üzerinde bir oranda radyasyon yayar. Bununla birlikte, Güneş atmosferinin daha sıcak olan üst katmanları (kromosfer ve korona) daha kısa dalga boylu radyasyon yayar. Üst atmosfer homojen olmadığından ve önemli manyetik yapı içerdiğinden, güneş ultraviyole (UV), EUV ve X-ışını akısı döngü boyunca belirgin şekilde değişir.

Soldaki fotoğraf montajı, Japon uydusu Yohkoh tarafından 30 Ağustos 1991'den sonra 22. döngünün zirvesinde, 6 Eylül 2001'de 23. döngünün zirvesinde gözlemlendiği gibi yumuşak X-ışını için bu varyasyonu göstermektedir. Örneğin SOHO veya TRACE uyduları tarafından gözlemlendiği gibi, solar UV veya EUV radyasyon akışında döngü ile ilgili farklılıklar gözlemlenir.

Toplam güneş radyasyonunun yalnızca küçük bir bölümünü oluştursa da, güneş UV, EUV ve X-ışını radyasyonunun Dünya'nın üst atmosferi üzerindeki etkisi çok büyük. Solar UV akısı, stratosferik kimyanın önemli bir faktörüdür ve iyonlaştırıcı radyasyondaki artışlar, iyonosferden etkilenen sıcaklığı ve elektriksel iletkenliği önemli ölçüde etkiler.

Güneş radyo akışı

Santimetrik (radyo) dalga boyunda Güneşten emisyon, esas olarak aktif bölgeleri örten manyetik alanlarda hapsolmuş koronal plazmadan kaynaklanmaktadır.[43] F10.7 endeksi, gözlemlenen güneş radyosu emisyonunun zirvesine yakın, 10.7 cm'lik bir dalga boyunda birim frekans başına güneş radyosu akısının bir ölçüsüdür. F10.7 genellikle SFU veya güneş akısı birimlerinde ifade edilir (1 SFU = 10−22 W m − 2 Hz − 1). Dağınık, radyoaktif olmayan koronal plazma ısıtmanın bir ölçüsünü temsil eder. Genel güneş aktivitesi seviyelerinin mükemmel bir göstergesidir ve güneş UV emisyonları ile iyi ilişkilidir.

Orta dalga ve düşük VHF frekansları da etkilenmesine rağmen, güneş lekesi aktivitesi, özellikle kısa dalga bantları olmak üzere uzun mesafeli radyo iletişimleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Güneş lekesi aktivitesinin yüksek seviyeleri, daha yüksek frekans bantlarında gelişmiş sinyal yayılmasına yol açar, ancak bunlar aynı zamanda güneş gürültüsü ve iyonosferik rahatsızlıkların seviyelerini de arttırır. Bu etkiler, artan güneş radyasyonu seviyesinin iyonosfer üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır.

10,7 cm'lik güneş akısı, noktadan noktaya karasal iletişimi engelleyebilir.[44]

Bulutlar

Kozmik ışın değişikliklerinin döngü üzerindeki etkilerine dair spekülasyonlar potansiyel olarak şunları içerir:

İyonizasyondaki değişiklikler, bulut oluşumu için yoğunlaşma çekirdeği görevi gören aerosol bolluğunu etkiler.[45] Güneş miniması sırasında daha fazla kozmik ışın Dünya'ya ulaşır ve potansiyel olarak Bulut yoğunlaşma çekirdeklerinin öncüsü olarak ultra küçük aerosol parçacıkları oluşturur.[46] Daha fazla miktarda yoğunlaşma çekirdeğinden oluşan bulutlar daha parlaktır, daha uzun ömürlüdür ve daha az yağış üretme olasılığı yüksektir

Kozmik ışınlardaki bir değişiklik, belirli bulut türlerinde artışa neden olabilir ve Dünya'nın aklını etkileyebilir.

Özellikle yüksek enlemlerde, kozmik ışın varyasyonunun karasal alçak irtifa bulut örtüsünü etkileyebileceği (yüksek irtifa bulutlarıyla korelasyon eksikliğinden farklı olarak), kısmen güneşle çalışan gezegenler arası manyetik alandan (ve galaktik geçişten) etkilenebileceği öne sürüldü. daha uzun zaman dilimlerinde kollar), ancak bu hipotez doğrulanmadı. Daha sonraki makaleler, bulutların kozmik ışınlarla üretilmesinin çekirdeklenme parçacıklarıyla açıklanamayacağını gösterdi. Hızlandırıcı sonuçları, bulut oluşumuna neden olacak kadar yeterli ve yeterince büyük parçacıklar üretemedi; bu, büyük bir güneş fırtınasından sonraki gözlemleri içerir. Çernobil'den sonraki gözlemler herhangi bir indüklenmiş bulut göstermemektedir[47]

Karasal
Organizmalar


Güneş döngüsünün canlı organizmalar üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Bazı araştırmacılar insan sağlığı ile bağlantılar bulduklarını iddia ediyorlar.

300 mm’de Dünya'ya ulaşan ultraviyole UVB ışığının miktarı, koruyucu ozon tabakasındaki değişiklikler nedeniyle güneş döngüsüne göre% 400'e kadar değişir. Stratosferde ozon, O2 moleküllerinin ultraviyole ışıkla bölünmesiyle sürekli olarak yenilenir. Minimum güneş enerjisi sırasında, Güneş'ten alınan ultraviyole ışığın azalması ozon konsantrasyonunda bir azalmaya yol açarak artan UVB'nin Dünya yüzeyine ulaşmasına izin verir.[48]

Radyo iletişimi

Skywave radyo iletişim modları, radyo dalgalarını (elektromanyetik radyasyon) iyonosferden bükerek (kırarak) çalışır.[49] Güneş döngüsünün "zirveleri" sırasında iyonosfer, güneş fotonları ve kozmik ışınlar tarafından giderek daha fazla iyonlaşır.[50] Bu, radyo dalgasının yayılmasını, iletişimi kolaylaştırabilecek veya engelleyebilecek karmaşık şekillerde etkiler. Skywave modlarının tahmini, ticari deniz ve uçak iletişimi, amatör radyo operatörleri ve kısa dalga yayıncıları için büyük ilgi görmektedir. Bu kullanıcılar, bu güneş ve iyonosferik varyanslardan en çok etkilenen Yüksek Frekans veya 'HF' radyo spektrumundaki frekansları işgal eder. Güneş enerjisi çıkışındaki değişiklikler, iletişim için kullanılabilen en yüksek frekansın sınırı olan maksimum kullanılabilir frekansı etkiler.[51]
İklim

Güneş aktivitesindeki hem uzun vadeli hem de kısa vadeli varyasyonların potansiyel olarak küresel iklimi etkilediği öne sürülüyor, ancak güneş varyasyonu ve iklim arasındaki herhangi bir bağlantıyı göstermenin zor olduğu kanıtlandı.

İlk araştırmalar hava durumunu sınırlı başarı ile ilişkilendirmeye çalıştı , ardından güneş aktivitesi ile küresel sıcaklık arasında ilişki kurma girişimleri izledi. Döngü aynı zamanda bölgesel iklimi de etkiler. SORCE'nin Spectral Irradiance Monitor'ünden alınan ölçümler, solar UV değişkenliğinin, örneğin ABD ve kuzey Avrupa'da daha soğuk kışlar ve minimum güneş enerjisi sırasında Kanada ve güney Avrupa'da daha sıcak kışlar ürettiğini göstermektedir.

Önerilen üç mekanizma güneş varyasyonlarının iklim etkilerine aracılık ediyor

Toplam güneş ışığı ("Işınım zorlaması").

Ultraviyole ışıma. UV bileşeni toplamdan daha fazla değişiklik gösterir, bu nedenle UV orantısız bir etkiye sahip (henüz bilinmeyen) bazı nedenlerden ötürü, bu iklimi etkileyebilir.

Güneş rüzgarının aracılık ettiği galaktik kozmik ışın değişiklikleri, bulut örtüsünü etkileyebilir.

Güneş lekesi döngüsü varyasyonunun% 0.1'i, Dünya'nın iklimi üzerinde küçük ama saptanabilir etkilere sahiptir.[52][53] Camp ve Tung, güneş ışınımının, güneş maksimum ve minimum arasında ölçülen ortalama küresel sıcaklıkta 0.18 K ± 0.08 K (0.32 °F ± 0.14 °F) varyasyonuyla ilişkili olduğunu öne sürüyor.[54]

Diğer etkiler arasında buğday fiyatları ile bir ilişki bulan bir çalışma ve Paraná Nehri'ndeki su akışı ile zayıf bir korelasyon bulan bir diğeri bulunmaktadır.[55] Yüz milyonlarca yıl önce ağaç halkası kalınlıklarında ve bir gölün dibindeki katmanlarda on bir yıllık döngü bulundu.

Mevcut bilimsel fikir birliği, özellikle de IPCC'ninki, güneş varyasyonlarının küresel iklim değişikliğini yönlendirmede yalnızca marjinal bir rol oynadığı yönündedir , çünkü son zamanlarda ölçülen güneş enerjisi değişiminin büyüklüğü, sera gazlarından kaynaklanan zorlamadan çok daha küçüktür. Ayrıca, 2010'lardaki ortalama güneş enerjisi aktivitesi 1950'lerdekinden daha yüksek değildi (yukarıya bakın), oysa ortalama küresel sıcaklıklar bu dönemde önemli ölçüde arttı. Aksi takdirde, güneşin hava üzerindeki etkilerini anlama düzeyi düşüktür.

Güneş döngüsü ayrıca, üst termosferik seviyelerdeki yoğunluğu etkileyerek Düşük Dünya Yörüngeli (LEO) nesnelerinin yörüngesel bozulmasını da etkiler.[56]

Güneş dinamosu

11 yıllık güneş lekesi döngüsünün, 22 yıllık Babcock-Leighton güneş dinamo döngüsünün yarısı olduğu düşünülmektedir; bu, aynı zamanda güneş plazma akışlarının aracılık ettiği toroidal ve poloidal güneş manyetik alanları arasında salınımlı bir enerji değişimine karşılık gelir. her adımda dinamo sistemine enerji. Güneş döngüsü maksimumda, dış poloidal dipolar manyetik alan, dinamo döngüsü minimum gücüne yakındır, ancak takoklin içindeki diferansiyel dönüş yoluyla üretilen bir iç toroidal dört kutuplu alan, maksimum gücüne yakındır. Dinamo döngüsünün bu noktasında, Konveksiyon bölgesi içinde yüzen yukarı yükselme, toroidal manyetik alanın fotosfer boyunca ortaya çıkmasına neden olarak, zıt manyetik kutuplarla kabaca doğu-batı hizasında olan güneş lekeleri çiftlerine yol açar. Güneş lekesi çiftlerinin manyetik polaritesi, Hale döngüsü olarak bilinen bir fenomen olan her güneş döngüsünü değiştirir.[57][58]

Güneş döngüsünün azalan fazı sırasında, enerji iç toroidal manyetik alandan dış poloidal alana kayar ve güneş lekelerinin sayısı azalır. Solar minimumda, toroidal alan buna uygun olarak minimum güçte, güneş lekeleri nispeten nadirdir ve poloidal alan maksimum güçtedir. Bir sonraki döngü sırasında, diferansiyel dönüş, manyetik enerjiyi poloidalden toroidal alana, önceki döngünün tersi olan bir polarite ile geri dönüştürür. Süreç sürekli olarak devam eder ve idealleştirilmiş, basitleştirilmiş bir senaryoda, her 11 yıllık güneş lekesi döngüsü, Güneş'in geniş ölçekli manyetik alanının kutupluluğundaki bir değişikliğe karşılık gelir. Güneş dinamo modelleri, güneşin içindeki diferansiyel dönme, meridyen sirkülasyon ve türbülanslı pompalama gibi plazma akısı taşıma işlemlerinin, güneş manyetik alanının toroidal ve poloidal bileşenlerinin geri dönüşümünde önemli bir rol oynadığını göstermektedir (Hazra ve Nandy 2016). Bu akı taşıma işlemlerinin görece güçlü yönleri, güneş döngüsünün fiziğe dayalı tahminlerinde önemli bir rol oynayan güneş döngüsünün "hafızasını" da belirler. Özellikle Yeates, Nandy ve Mackay (2008) ve Karak ve Nandy (2012), güneş döngüsü belleğinin kısa olduğunu ve bir döngüden fazla sürdüğünü belirlemek için stokastik olarak zorlanmış doğrusal olmayan güneş dinamosu simülasyonlarını kullandılar, bu nedenle sadece doğru tahminlerin mümkün olduğunu ima ediyorlar. sonraki güneş lekesi döngüsü için ve ötesine değil. Güneş dinamo mekanizmasındaki kısa bir döngü belleğinin bu varsayımı daha sonra Munoz-Jaramillo ve diğerleri tarafından gözlemsel olarak doğrulandı. (2013).[59][60]

Takoklin uzun zamandır Güneş'in geniş ölçekli manyetik alanını oluşturmanın anahtarı olarak düşünülse de, son araştırmalar bu varsayımı sorguladı. Kahverengi cücelerin radyo gözlemleri, büyük ölçekli manyetik alanları da koruduklarını ve manyetik aktivite döngüleri gösterebileceklerini göstermiştir. Güneş, konvektif bir zarfla çevrili bir ışıma çekirdeğine sahiptir ve bu ikisinin sınırında takoklin bulunur. Bununla birlikte, kahverengi cüceler ışıma çekirdeği ve takoklinlerden yoksundur. Yapıları, çekirdekten yüzeye uzanan güneş benzeri konvektif bir zarftan oluşur. Takokline sahip olmadıkları için yine de güneş benzeri manyetik aktivite sergiledikleri için, solar manyetik aktivitenin sadece konvektif zarfta üretildiği öne sürülmüştür.[61]
Gezegenlerin tahmin edilen etkisi
Yıllar boyunca yayınlanan birçok spekülatif makale ile gezegenlerin güneş döngüsü üzerinde bir etkiye sahip olabileceği uzun süredir teorize edilmiştir. 1974'te bu fikre dayanan Jüpiter Etkisi adlı en çok satanlar vardı. Örneğin, Güneş'in derinliklerinde küresel olmayan bir takoklin katmanına gezegenlerin uyguladığı torkun güneş dinamosunu senkronize edebileceği öne sürüldü.[62] Bununla birlikte, sonuçlarının yanlış uygulanmış düzleştirme yönteminin, örtüşmeye yol açan bir artefaktı olduğu gösterilmiştir.[63] Yine de, gezegensel kuvvetlerin güneş üzerindeki varsayılan etkisini (bariz merkezin etrafındaki hayali hareketi dahil) öneren çalışmalar, bunun için niceliksel bir fiziksel mekanizma olmasa da ara sıra ortaya çıkmaya devam ediyor.[64] Bununla birlikte, güneş değişkenliğinin esasen stokastik ve tek bir güneş döngüsünün ötesinde öngörülemez olduğu bilinmektedir,[65] bu da güneş dinamosu üzerindeki deterministik gezegensel etki fikriyle çelişir. Dahası, modern dinamo modelleri, herhangi bir gezegensel etki olmaksızın güneş döngüsünü tam olarak yeniden üretir. Buna göre, güneş dinamosu üzerindeki gezegensel etkinin marjinal olduğu ve Occam'ın jilet ilkelerine aykırı olduğu düşünülmektedir.

Kutup taklasında Kelvin modeli

Selamünaleyküm
bu makalemiz Kutup taklasında Kelvin modeli

daha önceki makalelerimizde bahsettiğimiz güneşin batıdan doğmasına az bir süre kaldı dediğimiz meseleyi kelvin'de şöyle açıklamış

demiş ki gerçek 0 noktası -272 derecedir ve kainatın bir ucu ya da en son ucu en uzak noktası -272 derecedir demiş

ve Kelvin termometresi diye bir termometre vardır orada 0 noktası -272'den başlar

Halbuki bir daire çizdiğimizde, ve aynı dünya gibi ortasına ekvator çizgisi çizdiğimizde, yani çap çizgisi, ve Sağ taraf doğu, ve 0 noktası aldığımızda, karşı tarafta 180 derece demektir dairede, ve 90 derece kuzey kutbu, ve 90  derecenin karşısı olan 180 derecede Güney Kutbu demek olur. bugünkü kutupların bulunduğu bölgeler olaraktan, 90 derecede Rusya bulunmakta, 0 noktası güneşin ilk doğduğu yer demek, Ve o yüzden doğu ve, Çin Japonya güneşin ilk doğduğu yer olaraktan ele alınır, yani sıfır noktası, ve onun tam karşısı Amerika ve San Francisco gibi bir yerde batı, vahşi batı, yani Amerika 180 derece karşısı,
ve bu bugünkü sistemdeki kutuplar ve 90 derece Rusya'nın karşısı da Antartika alt Kutup

Fakat Kelvin demiş ki : -272 derece kainatın diğer ucu, ve 0 noktası demiş. Bunu trigonometri de, 0 noktası Çin'i aldığımız zaman, yani dairedeki Çapın sağ tarafına aldığımız zaman, ortadan geçen çizginin sağ tarafına aldığımızda, saatin ters yönünde bir açı aldığımızda, bu  yani  artı 90 derece, ve artı 180 derece, ve artı 270 derecedir, 270 derece antartika'yı gösterir, fakat Kelvin diyor ki eksi 272 derece, hal böyle olunca,
Bu sefer açıyı sağdan sola Yani, saat yönünde değil de, tövbe tövbe saat yönüne ters değil de, saat yönünde bir açı çizdiğimiz zaman, ve sıfırı sağ tarafta Çin aldığımızda, Aşağıdan yukarı 3 çeyrek çizdiğimizde 270 derece Rusya'nın olduğu yer demek olur, Rusya'nın olduğu yeri 2 derece son çeyreğe geçmek demektir -272 derece. o zaman -272 derece yani Rusya'yı geçince 2 dereceye geçince sıfır derece demekse, Burası Yani biz, yaratılıştan bu yana, yahut da Peygamberimizden bu yana, 1400 sene daha yükselmişiz, Kainat açılmış açılmış, ve biz gelecekteki Yıldızlar idik, o gün gökyüzündeki yıldızlar idik, bugün o yıldızların olduğu yere vardık, ve Bizim Dünyamız o yıldızların olduğu yer oldu, yani semada yükseldik, Kainat açıldı, ve Peygamberimiz Miraç'ta, Miraç ederken, Cebrail Aleyhisselam ile bir sınıra geliyorlar, o sınırın ismi "sidretül münteha"

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ١مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ٢وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ٣اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ٤عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ٥ذُومِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ٦وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ٧ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ٨فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ٩فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ١٠مَا كَذَبَ الْفُؤٰ۬ادُ مَا رَاٰى١١اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى١٢وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ١٣عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى١٤


1.Ven necmi izâ hevâ.
2.Mâ dalle sâhıbukum ve mâ gavâ.
3.Ve mâ yentıku anil hevâ.
4.İn huve illâ vahyun yûhâ.
5.Allemehu şedîdul kuvâ.
6.Zû mirratin, festevâ.
7.Ve huve bil ufukil a’lâ.
8.Summe denâ fe tedellâ.
9.Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.
10.Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.
11.Mâ kezebel fuâdu mâ raâ.
12.E fe tumârûnehu alâ mâ yerâ.
13.Ve lekad raâhu nezleten uhrâ.
14.İnde sidratil muntehâ.

Necm Suresi

yani varılacak en uzak veya en son nokta, münteha, Nihayet, Yani nihayet, en son, Nihaye varılacak en uzak veya en son nokta, Oraya vardığında, Cebrail Aleyhisselam diyor ki, ben buradan öteye bir adım geçersem, Yanarım, Ya Muhammed, buradan öteye, sen yalnız gideceksin, diye, Peygamber Efendimizin yalnız olarak tan yürümeye teşvik ediyor, Çünkü bizim bulunduğumuz bu bölgede, cebrail'i Biz görsek, hepimizin aklı Çıldırır, yahut da, Cebrail Aleyhisselam'a saldıranlar olur, bilmeyenler olur, Uzaylıları düşürdük, UFO düşürdük diyenler var Mesela bugün, yakaladık, onlara saldırdık, onlara bize saldırdı diyenler var, Cebrail'in ne surette ve nasıl olduğunu bilmeyip anlamayan insanlar, Cebrail Aleyhisselam'a saldırır, veyahut da Cebrail Aleyhisselam'a zarar veremezler fakat, cebrail Aleyhisselam onlarla savaşmak durumunda kalır, onlara zarar vermek durumunda kalır, yahut da o zarar vermek durumunda kalır, kendini müdahale etmek için, o yüzden Cebrail Aleyhisselam, bizim bu semanımıza geçemiyor, buraya geçmiyor, ancak sadece,ilk vahiy geldiğinde, hıra dağında, Peygamber Efendimize, Nur Dağı'nda, bir defa olaraktan, Aslı suretinde gözükmüş.

işte biz en nihaya nokta, sidratil muntehâ dayız,  Demek ki  taa varılacak en son nokta, kainatın en uzak noktası, yani kelvin'in dediği -272 derecede ki  yere geldik, döne döne, döne döne, kutuplar işte döndü, ve güneş battığı yerden doğacak noktaya geldi, Burası -272 derece, az bir yer kaldı, Hatta ben bunu daha önceki vaazım da anlatmıştım, yani Kutup taklasına yani Güneşin battan doğmasını az bir süre kalmış, Çünkü Kelvin modelinde, son çeyrek Yaşanmıyor, eksi 272 den önce denilince 360° dereceye varılmıyor en son nokta 360 değil eksikliği eziyet çıkıyor olunca 1.90'lık yani çeyrek dairedeki bir çeyrek yaşam daha ileri gidilmiyor demektir bu. Bizim geldiğimiz yerdeki Kutup taklasından -272 derece, yani bunu ölçtüğümüz zaman, bize Rusya'nın içinde bir yeri verir, Orası 0 noktası olursa, yani, yeni takladaki Çin'in olduğu yeri, yani güneşin ilk doğduğu yer, Rusya olursa, o zaman 90 derece açılı yerde, Amerika San Francisco olur, yani Kuzey Kutbu Amerika San Francisco bölgesi ve, o alt bölgeler Kuzey kutbunu temsil eder, Onun tam karşısı zıttı 180 derecede, yani Çin Japonya'da, Güney kutbunu temsil eder, ve bugün Rusya'nın bulunduğu yer Doğuyu temsil eder, 0 olduğu için, sıfırın karşısı olan 180 derecede, Afrika yani, Rusya 90 derece olduğu için, iki çeyrek daha ileri gittiğimizde Afrika yani Amerika'nın bir çeyreği 180° daha illeri gittiğimizde, Afrika'da, şu anki Amerika'nın olduğu yere geçmiş olur, yani kutupları Bu şekilde bir takla atar, Yani elektriği ilk bulanlar, elektriğin akımının sağdan sola olduğunu keşfetmişler, daha sonra elektriğin bir akımı daha bulunmuş, ve soldan sağa Aktığını fark etmişler ya bu demek oluyor ki, Peygamber silsilesi, Adem Aleyhisselam'da n Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya doğru, sağdan sola, aynı kur'an-ı Kerim'in yazılış sistemi gibi, sağdan sola bir akış sistemi vardı, fakat en sonunda Mehdi Aleyhisselam var, Mehdi Aleyhisselam artık sonra vardığı için, sondan ileri gidebilecek bir yeri yok, geri dönmesi lazım, o da soldan sağa bir yol ilerlemekte, yani sondan başa doğru bir yol ilerlemekte, bu da demek oluyor ki peygamberin dönüş yönü saate ters istikamette, yani Kabe'yi tavaf şeklinde, fakat Mehdi Aleyhisselam'a gelince, Kutup taklası olduğu için, Güneş batıdan doğacağı için, artık daha gidilecek yer yok sidratil muntehâ da olduğumuz için, burası sidre, Buradan geri dönmemiz lazım zaten, işte kıblenin ve  Kabe'nin ve kıblenin ve kutupların değişmesini sebebi, gidebilecek daha bir yerimiz yok, Kainatta ki gidilebilcek en uzak nokta sidratil muntehâ ve buradan Geri dönmemiz, ancak soldan sağa bir dönüşle dönersek, Dünyamız tekrar, Aynen çıktığı yerden yahutta mevsim 21 aralik olunca ki dönence gibi galksideki dönence, tekrar geri inmeye başlar aşağı doğru bir dönüş şeklinde,  bir ilerleme olur, Ve bu da böyle bir dönme sisteminde, işte takla atıldığında, Kelvin'in dediği -272 derece 0 noktasıdır meselesinde, kutuplar yukarıda anlattığım gibi bir değişime maruz kalır, yukardaki skizelere bak, böyle olur velhasıl kelam, bugünkü makalemizin meselesini Dilim döndüğü kadarn bu kadar anlatabildim.

Bilim adamlarına, din adamlarına, insanlığa sesleniyorum, Kurtuluş Mehdi'nin olduğu yerdedir, diğer yerleri, sel deprem, veya benzeri afetler, bu kutup taaklasından dolayı yok edecek olabilir, ve Peygamberimiz mehdi'ye işaret etmiş, Peygamberimiz kendi vechine konuşmaz. O Vahiy ile konuşur buyuruyor kur'an-ı Kerim'de, Öyle olunca, Allah'ın bildirdiğine göre, Kurtuluş Mehdi'nin olduğu yerdedir,  kalplerinizde İman varsa, Mehdi kimdir Bilmeniz, ve mehdi'ye doğru gitmeniz, Hatta Peygamberimiz öyle demiş ki işte, Kutup taklası olduğu zaman, "The Day After Tomorrow" dedik işte, Amerika Kar kış kıyamet yani Kuzey kutbu olacak, "ICE AGE" öyle bir durumda Kurtuluş Mehdi'nin yanında olacağı için, karda sürünerek bile olsanız demiş, mehdi'ye gidin, Halbuki Arabistan'da Peygamberimiz kar görmüş mü, kar nedir hic bilmiş mi, Nereden bildi de

"karda sürünüyor bile olsanız mehdi'ye gidin"

İbn-i Mes'ud -radiyallahu anh- anlatıyor:

"Biz, Resulullah Aleyhisselâm'ın yanında iken Benî Hâşim'den bir grup genç geldi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onları görünce, gözü doldu ve rengi değişti. Ben: Ey Allah'ın Resul'ü! Şimdiye kadar, mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)" dedim. Şu cevabı verdiler:

"Biz öyle bir Ehl-i Beyt'iz ki, Allah bizim için dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beyt'im benden sonra belâ, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, doğu tarafından beraberlerinde Siyah Bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat) isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beyt'imden bir adama tevdi edecekler. Bu (Emîr) de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın)"

(İbn-i Mâce: 4082)

dedi Demek ki bir bildiren bir gösteren cenab-ı mevlamız var. Cenabı mevlamız böyle buyurduysa, hak söz haktan gelir, hakka gider, Hakkı tutup kaldıranlar, hakkı bilenler, ve mehdi'yi tanıyanlar, imanla olanlar mehdi'ye doğru gelsin...

Ve kuşaklardan da Zero kuşak, yani z kuşak, ya da Zero kuşak, 0 kuşak demek, işte 0 çizgisi, yani sıfır çizgisi değişmekte, 0 noktasına yani sidreye varıldığında, z kuşak, ya da zero kuşak, cinsiyetsiz, meleklik Makamı, yani en uzak nokta, Melek insanoğlunun erişebileceği en uzak nokta, ve ondan sonra, az bir şey sağa geçti mi 0,001 mesela, sıfırdan büyük, yahut da öbür tarafa geçtiğin zaman,  minus 0,0001, yine 0'dan küçük demek, öyle olunca, işte bunu da bizim oralarda, Gökkuşağı çıktığı zaman, o gökkuşağının altından geçen, erkekse kız olur, kız ise oğlan olur diye tarif etmişler. İşte bu sıfır çizgisine gelmiş oluyoruz, bu sıfır çizgisi gökkuşağının oluştuğu çizgi, yani o çizgi sıfır çizgisini temsil ediyor, ve bizim kainatımızın yükselerekten, artık renklerin hepsi bir, nihayet renklerin, yolların, insanların, çeşitlerin en son haddesi, ve burada artık çeşitlilik yok, her şey eşit, sıfırda her şey eşittir, Yani terazideki, iki Kefeli terazideki, ne Sağ taraf ağdırması, neden sol tarafın ağrıdırması, terazinin dengede durması için, eşit olması lazım İki kefeninde, ve bu eşit olduğunda, ortadaki o gösterge birbirini dengelediğinde, işte orta denge noktasını temsil eder, aynı bu tahterevalli'deki Orta noktayı, ve sıfırı temsil eden, 0 işte dengeyi sağlayan, yani yoktan var eden Allah'ın, kainatı ilk defa var ettiği 0 noktası, Big bang'in başladığı yer demek olur, ve oraya varmış bulunuyoruz, Kutup taklası attığında ve Güneş batıdan doğduğundan Big bang'ın başladığı yere varmış oluyoruz, ve oradan Ötesi de artık, erkekler kız, kızlar oğlan olması demek, yani "dönme" travestilerin başlaması, Ondan sonra da, artık iki üç dört diyerekten çoğalma, ve büyüme uzama, erkeklik ve kadınların tekrar insanlara verilmesi. Yani şeytan aleyhillâne den, ondan önce işte, Melek cinslerinin erkekliği dişiliği yoktur, o şeytan aleyhillâne kendi kıçına kuyruğuna sokup da üredi diyor, O yüzden erkeklik ve dişilik olmayınca, yani tenasül uzvu olmayınca, üremek için kuyruğunu kullanmış, işte kurbağa veya benzeri Hayvanlardan kuyruk kopar, ve ondan sonra kalan bölüm kurbağayı oluşturur, işte "ögelena"terliksi hayvan, veya kamçılı hayvan da da aynı sistem vardır, tek hücreli üreme, ve sonra Allahu Teala'nın ikrami ile Çok hücreli üremeye geçme devresi, işte 0 noktası ve -1 veya +1 olaraktan eşeyli üreme, daha önce 0 noktasında eşeyli üreme yok, Zero kuşak, yani z kuşak, Tek hücreli ve Zero, 0 noktasına sıfır kutbuna kainatın en uzak noktasına eksi 272 dereceye varmak üzereyiz, Rabbim insanlığa yardım etsin, Allah muhafaza, hepimizi helak edipte, bu kainatı kapamaz İnşallah, bir Kurtuluş, bir çıkış verir, ben inanıyorum bir çıkış verir, Mümin kullarına sonunda diyor Salih kullarım mirası Devri alacak

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِى ٱلزَّبُورِ مِنۢ بَعْدِ ٱلذِّكْرِ أَنَّ ٱلْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِىَ ٱلصَّٰلِحُونَ

Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn.

Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da, “Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.

(Enbiyâ Suresi 105. Ayet)


Demek ki iyi Amel işleyen kimseler, Mehdi'nin yanına gidip, kurtuluşa erecek inşallah, O söz hak söz ise, kur'an-ı Kerim hak ise, Demek ki Salih amel işleyenler, güzel ameller işleyenler, iyi insanlar, mehdi'yi bilip tanıyacak, ve mehdi'ye gidecekler, ve bu kapanışta, bu kapanışta kurtuluşa erecek olan, ümmeti Necat onlar olacak...

Selamünaleyküm

Bu şekilde söylemiş ve izah etmiş olalım



BU BiR KAROGLAN RAŞiT TUNCA
ARAŞTIRMA DERLEME MAKALESiDiR


Raşit Tunca

Schrems, 21.02.2023

Kaynak ve Dipnotlar :

1) Bilim ve Teknik, Haziran, 2004.
2) Discovery (Bilim ve Teknik, Ekim 2005).
3) İstanbul.edu.tr/yerküre/jeomag
1)Multidecadally resolved polarity oscillations during a geomagnetic excursion
2)Young inner core inferred from Ediacaran ultra-low geomagnetic field intensity (pdF)
3)Magnetic Pole Reversal Happens All The (Geologic) Time
4)Generation of the Earth’s magnetic field – In depth
5)khosann.com
6)indigodergisi.com
7)yaklasansaat.com
8)rasittunca.org
9)Wikipedia
   

KURAN'DAKi ÖNEMLi KELiMLER KAVRAMLAR VE MANALARI KURAN TERiMLERi BiLGiSi

Kur'an Kavramları

 
ABD
''Abd'' kelimesinin tam karşılığı kölelik ve kulluktur. Bir güce, otoriteye, mala-mülke, gösterişe veya herhangi bir kişiye kul-köle olmaktır. İradî bağlılığa kulluk, gayr-i iradî bağlılığa kölelik denir. İstılahî anlamda böyle temel bir farklılık vardır. İbadet, kulluğun gösterilmesi manasında bu kelimeden türetilmiştir. Yine ibadethaneye mabet, ibadete layık tek otoriteye de mabut denmiştir. Ayeti Maûn sûresi ile birlikte düşündüğümüzde, '' Ben sizin kulluk ettiğiniz nesnelere/putlara, nefsinize, paraya, gösterişe, makama, mala mülke, kul köle olmam.'' manası ortaya çıkar. (Kâfirûn:2)
ACEM
Acem kelimesi “dili iyi konuşmamak, anlatımda eksikliğin, pürüzün olması, açık seçik olmayan,derdini anlatmada acemi” demektir. Acem,195. âyetteki “arabiyyen”in tam zıddıdır. Arabiyyen apaçık, acem(ce) ise açıklayamayan/kapalı demektir. Sözü güzel anlamayan ve konuştuğunu açıkça anlatamayan kimseye de Arap olsun veya olmasın acem denirdi. Ancak bu kelime sonraları anlam daralmasına uğrayarak sadece Arap olmayan ve Arapça konuşamayan kimseleri belirtmek için kullanılır olmuştur. Özetle Arap, düzgün-fasih-açık seçik demek iken acem,düzgün açıklayamayan, sözü karıştıran,ağdalı bir dil ve gereksiz süslemelerle dolambaçlı laflarla manayı boğan demektir. (Şuarâ:199)
AHD
Ahd, mastar olarak “bir şeyin yerine getirilmesini emretmek,tâlimat vermek, söz vermek” manalarına gelir. Karşılıklı sözleşmeye de ahitleşme denir. Vefâ, verilen söze sevgi ve muhabbetten dolayı bağlılık göstermek, riâyet etmektir. Sadakâtte böyle bir muhabbet şartı aranmaz.Verilen söz vereni mesuliyet altına aldığından dolayı bu söze riâyet göstermemek vefâsızlıktır, beklentileri boşa çıkaran bir güvensizliğe sebeptir.İman özü itibari ile güvenilen ve güven veren olduğundan ahde vefâ, sebât, riâyet  (verilen sözde durmak) İslâmî şiarlardan biri ve belki de en ehemmiyetli olanlarındandır. (İsrâ:34)
Ahd; söz vermek, emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük,itimat veren söz, yemin, misak, bir şeyi korumak anlamlarına gelir. Bir şeyiher durumda koruyup gereğini yerine getirmek demek olan ahitte hem yemin, hemde kesin söz verme anlamı vardır. Yemin, ahdin dinî ve kutsî yönünü; söz vermede ahlâkî yönünü teşkil eder. Âyette geçen ‘ahidnâ fiili’ “vahyini, mesajlarını ulaştırmak” anlamında yapılan ‘gönüllü sözleşme’ şeklinde anlaşılmalıdır. Zira Allah’ın elçiliği zorla gerçekleşen bir görev değil, bir tekliftir. Bu teklifin kabul edilmesi Allah’la yapılan ahittir. Bu ahdin temeli Allah’ın emir ve yasaklarına öncelikle resûlün uymasıdır. Hz. Âdem’in ‘yasak ağaca’ Allah’ın “Yaklaşmayın!” demesine rağmen yaklaşması bu ahdin tek taraflı bozulması manasındadır. (Tâhâ:115)
ÂHİRET
Âhiret, Kurân-ı Kerim’de en çok geçen terimlerden biridir.Kelime anlamıyla, sonra, sonradan gelen, daha sonra olacak olan demektir. Kurân bu kelimeyi, karşıtı olan ûla (önceki,önce olan) kelimesi ile birlikte de sık kullanır. Bu âyette âhiret ve dünya kullanılsa idi, bunu ölüm sonu ve ölüm öncesi ceza olarak anlardık. Ancak burada ömrünün son kısımları ve ondan önceki sürece âtıfla ‘’âhireti velûla/er veya geç, önünde sonunda’’ gibi deyimsel bir anlamla dünyadaki bir durduruluş hâlinin söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. İnsanlara zorbalık yapıp onları birer mal gibi gören tüm müstekbirler doğru bir direnişle ibretlik bir akıbete çarptırılmalıdır. Bu tür diktatör ve Firavunlara karşı yapılan mücadelede aceleci olunmamalı, onların âciz ve zayıf anları gözlenerek fırsat kollanmalıdır. Hz. Mûsa ve Hz. Harun Firavun’a karşı 4-5 yıllık bir stratejik beklemenin arkasından harekete geçmişlerdir.(Nâziât:25)
AKL
Akl; bağ, düğüm kelimelerinden gelmektedir. Bu manada akletmek, toplanan verileri birbirine bağlayıp sağlıklı hükümler çıkarmaktır. Bu kelime, Kurân’da 49 kez ve geçtiği her yerde fiil hâlinde geçer. Aklı devamlı olarak fiil/eylem halinde kullanan Kurân, akletmenin, yani aklı doğru kullanmanın önemine dikkat çekmektedirler. Sonuç olarak insanın zekâsını doğru yönde kullanmak için parçaları bir araya getirmesine Kurân akletmek der. (Şuarâ:28)
ALAK
Alak, alâka’nın çoğuludur. Alâka, yapışıp ilişmek de­mektir. Bir yere yapışıp/alâka kurup beslendiğinden sülüğe de alak değil "alâka" denir. Aynı şekilde rahimdeki embriyoya da,anneye göbek kordonu ile bağlı olmasından dolayı “alâka” denmiştir. Askı ve askıda durmak miglak kelimesi ile anlatılır. Kurân’da sadece burada kelime “alak”olarak geçer. Geçtiği diğer 4 yerde hep alâka şeklinde yuvarlak “te” ile gelmiştir ki bağlam anne karnında asılı duran embriyo demektir. Âyetteki "alak" ile diğer âyetlerde geçen “alâka” kelimesinin aynı anlamda olduğunu düşünemeyiz, çünkü kelime burada çoğul-müzekker diğerlerinde ise tekil-müennes gelmiştir ve bağlamlar farklıdır. Okumak ve eğitimle insanın embriyodan yaratılmasının doğrudan bir bağlantısı yoktur. O zaman ‘’alak’’ bu bağlamda neyi ifade eder? Aluk, yavrusunu sevip ona bağlanan deveye denir. "Alak",manevî olarak, ilgi, muhabbet ve sevgi mânasında bağlı; ancak bu bağ ve ünsiyetle beslenerek insan olabilen gibi bir manaya ulaşılabilir. Rahimdeki embriyonun/bebeğin ölmemesi ve beslenmek için nasıl ki göbek kordonuna ihtiyacı varsa, insanlığın da büyümesi için öğrenmeye, bilgilenmeye, vahye ihtiyacı vardır. Allah, beşeri topraktan insanı da sevgi ve alâkadan yaratmış, vahiyle rızıklandırmıştır. Bir bakıma beşer toprakla, insan ilgi ve sevgiyle yaşar. (Alak:2)
ARŞ
Arş, nüzul sürecinde ilk kez Tekvir sûresinde geçer. Lâfzen “taht, tavan ve yüksek mekân”, mecazen de “şan, şeref, onur, itibar ve hükümranlık” gibi anlamlara gelir. Arş kelimesi Kurân’da, “Allah’ın bütün varlık üzerindeki mutlak hüküm ve iktidarını” ifade eder ve genellikle O’nun âlemleri yaratmasına ilişkin bir açıklamayla bağlantılı olarak geçer.(Bkz Tâhâ 5) Allah’ın arşa istivası, onun mülkünde tek söz hakkına sahip olması demektir. “Sellü arş“, ‘’Mülkü yıkıldı, dağıldı.’’ demektir. Mülkü kıvamında, işleri yolunda ve mülkünün işleyişi muntazam ve sağlıklı olduğunda“istave ale’l-arşi ” veya “istekare ala şeri­ri mülkih” denilir. Ona her şeyden verilmiş dendikten sonra büyük bir koltuğu, oturağı veya tahtı var demek bağlamla alâkasız ve gereksiz bir bilgi gibi durmaktadır. Ona her şeyden verilmiştir.Neden? Çünkü ‘’Onun güçlü, kararlı ve azametli bir iktidarı, hükümranlık ve yönetimi var.’’ şeklinde anlamak bağlama daha uygundur. (Neml:23,  Tâhâ:5)
ÂYET
Âyet, “alâmet, delil, ders” anlamlarına gelir. Her ne kadar meallerin birçoğunda âyet kelimesi mucize olarak tercüme edilse de Kur’an’da mucize kelimesi hiç geçmemektedir. Arapça bir kelime olan mucize, acz kökünden türemiş, if’al babından ismifâil, müfred, müennes bir kelime olup “insan aklını ve kudretini âciz bırakan şey” demektir. Bu kavram Batı dillerine Lâtince “miraculum” kelimesinden, “harika şey, şaşılacak şey” anlamıyla “miracle” olarak geçmiştir. Mucize kelimesi, ehli kitabın olağanüstü, abartılı mitolojik dinî anlatımlarının etkisiyle Hicri 2. asır itibariyle İslam literatürüne girmiştir. Emevi halife adaylarını eğitmek için Hicri ilk asırda yazılan siyer kitaplarında mucize kelimesine rastlamamaktayız. Âyetelkübra kullanımı; işâret, delil veya alâmetin büyüğü, herkes tarafından kolaylıkla müşahede edilen olabildiği gibi özel uzmanlık ve araştırma isteyen kevnî âyetlerin varlığını da hatırlatmaktadır.(Tâhâ:23)
Âyetimizdeki ruh Hz. Meryem’in babasız bir çocuk doğuracağı bilgisi/kelimesidir. Bu bilgiyi taşıyan elçiye de Kur’an ruh demektedir. "Ey Meryem! Muhakkak ki Allah kendinden bir kelime ile seni müjdeliyor.” (Âli İmran:45)Âyetteki katımızdan bir kelime, gaybî bilgi olan çocuğunun olacağı ilahi bilgisidir. Bu bilgi,hayatını bambaşka bir yöne çevirerek ona ruh katacaktır. (Meryem:17)
AZÂB
Âyette geçen azabın kök manası mahrûmiyettir. Dilimizde kullandığımız azap, Arapçada elîm ile karşılanır. Âyette önce mahrûmiyetin kötülüğü ifade edilerek bunun dünyada olduğu, sonraki cümlede ise bu mahrûmiyetin âhirette hüsran ile sonuçlanacağı belirtilmiştir. Mahrûmiyet her zaman kötü değildir. Mesela oruç tutarken sudan ve yemekten mahrûmiyet ruhaşifa olabilmektedir. Âyetteki kötü mahrûmiyet, zekât ve paylaşma ile insanı insan yapan değerlerden mahrûmiyettir. İnsanlığını kaybeden aslında her şeyini kaybetmiş, dünya ve âhiret saadetinden mahrûm kalıp ziyana uğramış, iflas etmiştir. “Hüsr” ile anlatılmak istenen tam da budur. (Neml:5)
Aynı kökten, ‘hükkâm, muhkem,tahkim, ihkâm, mahkeme, hâkimiyet, hükümet’ gibi kavramlar da türemiştir. Hepsi farklı anlamlara gelse bile, hepsinde de işi sağlam yapma, zarara engel olma,hikmetle, fayda ve maksada uygun şekilde yapma, tutarlı olma, yerinde iş yapma,yetki altına alma, hükmünü yürütme anlamları ortaktır. (Tin:8)
AZÎZ-ALÎM
Azîz; izzet ve şeref sahibi,Alîm ise her şeyi tüm künhüne varıncaya kadar bilen demektir. Hükmü, hesabı Azîz ve Alîm olan Allah’a bırakmak ilmin izzetindendir. Ayrıca hükmü Allah’a bırakmak bizleri koruyacaktır. (Neml:78)
BÂTIL
Bâtıl, “be-ta-le” fiil kökünden gelir. Lügatta bu fiil; boşa gitmek, gerçek olmayan, neticesiz,yalan, sahte, anlamlarına gelmektedir. Kurân iktidarların geçiciliği ile alâkalı sûreyi Rumların mağlubiyet ve galibiyetiyle başlatmış, tabiattaki oluşve bozuluşa dikkat çekerek verilen imkânların emanet olduğu şuurunu tesis için son saat ve hesap gününe konuyu getirmiştir. Oluş ve bozuluş yasalarına dikkat çekerek yeniden dirilmeyi bir âyet olarak ifade etmiştir. Allah’ın fıtrata yerleştirdiği insanî değerleri örtenlerin ölmeyecekmiş gibi yaşadıkları, buna karşılık hesabını verme korkusu ile sorumluluk bilinci kuşanan muttakîlerin yaptıklarını bâtıl, boş görme yanılgılarını göstermiştir. Bu tutumun en büyük zararı yine yapana olacaktır. (Rûm:58)
BE’S
Be’s; güç, kuvvet, hızlı savaş, sıkıntı, azab ve harb ehli gibi mânalara gelir. Merhamet ile başlayan, barışa, selâma ve teslimiyete çağıran Hz. Süleyman’ın mektubu ile baskı, zorbalık ve güce tapan melleler arasında kalan Belkıs, savaşın getirisi kadar kaybettirdiklerini bir sonraki âyette hatırlatarak kararının da gerekçesini şöyle ifade eder: (Neml:33)
BEŞER
Beşer, “beşere’nin” çoğulu­dur. Derinin, özellikle insan deri­sinin dış yüzleri mânasına da ge­lir. İnsana “beşer” denmesinin sebebi bakıldığında derisinin gözükmesidir. Hayvanlarda ise derileri ya yün ya da tüylerle örtülüdür. Beşer ile insanın maddî, fizikî ve bedenî ihtiyaçları kastedilir. Âyette insan değil de beşer kullanımı önemli bir detaydır. Zira beşerin insan olması için sadece beden yeterli değildir. Beşerî alt yapı, ilahî bilgi olan ve hayata anlam ve amaç katan ruhla desteklenmelidir. Bizlere düşen beşer doğup insan olarak hayatımızı tamamlamaktır. (Rûm:20)
BEYYİNE
Beyyine, açık ve kesin delil demektir. İktidarın emanet olduğunu unutmak hem o imkânlardan istifade edeceklere bir haksızlık hem o imkânlarla kendini kaybedenlerin kendilerine yaptığı zulümdür. Kurân tarihin bir âyet gibi okunmasını sürekli emreder. Tarih okumalarının en önemli getirisi ‘kendimizi ve içinde yaşadığımız şimdiki zamanı mutlaklaştırma’ hastalığından bizi kurtarmasıdır. Birçok insan, medeniyet ve iktidarın gelip geçtiği bu fani dünyada şimdi ve buradayı yaşayan insan, hafızasını yitirmiş şekilde sadece anı yaşama derdine düşmemelidir. Kendini merkeze koyan bu bakışın tek sebebi âciz ve sonlu olduğu hakîkatinin/âyetinin üstünü örtecek kadar kibirli olmaktır. (Rûm:9)
BİRR
Birr kelimesi her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsân,itaat, doğruluk, bol bol iyilik demektir. Kelime, bu geniş anlam alanıyla her türlü iyiliği, ihsânı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır. Birr kelimesinin aslı berr kelimesidir. Lügat anlamı“kara parçası, kıt’a” demek olan berr kelimesi,“deniz” anlamına gelen bahr kelimesinin karşıt anlamlısıdır. Yani bahr suyun dolduğu boşluk, berr boşluğu dolduran kara parçası manasındadır. Bu iki kavram bir arada fi’l-berri ve’l- bahri, karada ve denizde şeklinde bir deyim olarak da kullanılır. Daha çok karasal bir kültüre sahip Arap coğrafyasında kara, denize göre yaşam alanı olarak görüldüğünden denizlere açılma çok geç dönemlere denk gelmektedir. Aynı kökten türemiş olan teberru, fiil olarak“iyi olmak, iyilik yapmak” anlamına gelir. Türkçede de herhangi bir sosyal yardım amacıyla yapılan yardım ve iyilikler teberru kelimesiyle ifade edilir. Birr kelimesi isim olarak kullanıldığı gibi, ismifâil olarak da kullanılır ve bu takdirde “çok iyilik yapan” anlamına gelir. Kurân böyle kimseleri burada olduğu gibi berr kelimesinin çoğulu olan ebrâr kelimesi ile tanımlamıştır. (Bkz.  Abese:16, İnsan:5) İyilik özü itibariyle el-Berr olan Allah’ın yarattığı insana fıtraten kodladığı bir yetidir. Başkasına iyilik eden iç dengesini daha hızlı kurduğundan en başta kendine iyilik etmiş olur. İç ve dış dengenin yakalanması paha biçilemeyen bir nimettir. O yüzden ebrâr olanlar nimet içinde yüzmektedir. Ebrâr olan yediği yemekten, içtiği sudan, hatta aldığı nefesten bile lezzet alır. (İnfitâr:13)
CAHÎM
Cahîm, çok kızışmış ateş kelimesinden gelir. Hz. İbrahim’i öldürmek için hazırlanan ateşe de Kur’an Saffat: 97’de cahîm demektedir. Bağlamda bu ateşin görülmesi 5. âyetteki kesin bilgi şartına bağlanmıştır. Ancak öldükten sonra yaklaştırılan cehennemin görülmesi için ilim şartı yoktur. Dolayısıyla, mahşerde herkes tarafından zorunlu olarak görülecek olan cehennem ile âyette sözü edilen cahîm aynı şey değildir. Kur’an cehennem değil de cahîm, hutame veya sekar isimlerini kullanıyorsa orada mutlaka dünyevî bir karşılık aranmalıdır. Cahîm; çoğaltma yarışı, tüketim çılgınlığı, konfor, israf, kaynak arayışına ülkeleri yönlendirmekte bu da nükleer ve diğer silahlar ile savaşı çoğaltma ile dünyayı cehenneme çevirmektedir. Çoğaltma tutkusu dünyayı olduğu kadar insanın kendi iç dünyasını da cehenneme çevirir. Bunu ilmelyakîn bilmek bizi tedbire yönlendirecektir. Bu olmazsa zaten ilerde dünya kaynakları kuruduğunda aynelyakîn olarak da bu hakîkat müşahade edilecektir. (Tekâsür:6)
CEBBÂR
Cebbâr, cebirden mübalağalı ismifâildir. Yani çok cebredici, istediğini yapmaya mecbur bırakan,boyun büktüren demektir. Cebbar, başkaları üzerine musallat olan zorba mânasında da kullanılmıştır. Başkasını zorla kontrol altına alana da cebbar denir. Bu kendi yaşıtına, akranına üstünlük tasladığındandır. Eğer bir hurma ağacı yaşıtlarından büyük olursa “nahletuncebberah” denir. (Şuarâ:130)
CEHÂLET
Cehâlet, Türkçede bilgisizlik anlamına gelir. Kur’an’da türevleriyle birlikte 24 kez geçer.Kur’an bu fiili ve bunun türevleri olan ‘câhil’, ‘câhiliyye’, ‘cehâlet’,‘cehûl’ kelimelerini kullanmaktadır. ‘Cehûl’ çok câhil, ‘cehâlet’ ise bilmemehâlini, cehl içinde olma durumunu ifade eder. Türkçede ‘câhillik’; cehâlet,bilgisizlik, bilmeme, ilimden ve olgun davranıştan uzak, biraz da genç ve tecrübesiz kimse anlamında kullanılmaktadır. Âyetteki cehâlet had ve hudut bilmeme hâlidir. Beşeri insan yapan bilmek değil, bilgiyi vakarla yaşamaktır. Kendini bilmezlerin sataşmalarına selam denmesi istenir; zira Rahmân’ın kulları savaş için değil merhamet için zamanlarını kullanmalıdır. Daha öncelikli, daha onurlu ve daha üstün değerlerle ilgilenen bu şahsiyetler, vaktini ve emeğini uygun olmayan bir işte harcamamalıdırlar. Selam; barış, huzur, esenlik, saadet, af, mağfiret mânalarını kapsar. Bu âyetteki, “selâm” tazim, saygı ve tanışma selamı değil, vakarı korumak için vedalaşma ve uzaklaşma selamıdır. Cahillerin laf atmasına,seslenmelerine verilen barış ve esenlik telkini aslında kişinin duyguları ile değil, selim akıl ile hareket ettiğini göstermektedir. Bu tavır kötülüğü iyilik ile savmaktır. “İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar.” (Kassas:54) “O müttakîler ki bollukta ve darlıkta infak ederler ve kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını afvedicidirler, Allah da muhsinleri sever.” Âli İmran:134. Rahmân olan Allah’ın has kullarının ilk özelliği bilgili olmalarına rağmen bilmenin kibrine kapılmayıp tevazulu olmaları, cehâletin karşısında vakarlarını bozmamalarıdır. (Furkân:63)
CİNN
Cin, ''c-n-n'' kökünden  türemiştir. Aynı kökten gelen cennet, toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer demektir. Cinnet; aklın, fikrin saklanması, delirmek demektir. Cenin, ana karnında saklandığı için bu adı almıştır. Cünnet; kalkan demektir ki kişiyi oktan, mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir. Canan; duyu organlarından saklandığı için kalp anlamında kullanılmıştır. Görüldüğü gibi ''Cinn'' kelimesinin bütün eski ve yeni sözlüklerde ortak manası görünmeyen, bilinmeyendir. Her insan, şeytani duygu ve düşünceler oluşturabilecek potansiyeldedir.  Sûre bunlara karşı tedbir alınması ve şerrinden Allah’a sığınılması gerektiğini hatırlatır. Bu sığınmayı da, İlahi terbiye/Rab ve yönlendirme/Melik esmaları ile ifade etmiştir.  Bu yapılmazsa görünen görünmeyen düşmanlar insanın birtakım nesnelere, kişilere, duygulara, hazlara köle olmasına ve onları ilahlaştırmasına yol açacaktır. (Bkz. Furkan: 43) (Nas:6)
Cinn,  çoğul olarak kabul edilmiş tekilinin de “cinnî” kelimesi olduğu söylenmiştir. Bu kelime ce-ne-ne kökünden türemiş olup asıl anlamı, bir şeyin duyulardan uzak, saklı olmasıdır. Örtülü olan her şey cin’dir. Cennehü’l-leylü ‘Gece onu örttü.’, ecennehü ’Onu örttürdü.’, cenne’aleyhi ‘Üzerine örttü.’şekillerinde kullanılır. Cenin, cânan, cünne vs. hepsi c-n-n kökündendir vetemel anlamı gizli, örtülü, saklı demektir. (Neml:5)
DABBE
Dabbe, hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve haşereler için kullanılır. Bunun yanı sıra içkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün sirayeti gibi, hareketi gözle fark edilemeyecek kadar yavaş ilerleyen şeyler için de kullanılır. Dabbenin, ilerleme ve hareket vurgusunu, Kurân’da şöyle okumaktayız: “Allah, bütün dabbeleri (hareket eden canlıları) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Doğrusu Allah'ın gücü her şeye yeter.” (Nur:45)Görüldüğü gibi âyet canlıları, hayat formu olan “hay” kelimesiyle değil de (hayvan da buradan gelir) hareketliliklerini anlatmak için dabbe (debelenen) kelimesi ile bu yüzden ifade etmiştir. Buradan ‘dabbe’nin,‘hay’ gibi bir hayatı değil hareketliliği öncelemek için kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Onların üzerine sözün vuku bulması Allah’ın vaad ettiği son saattir. Son saatte dünyayı arka arkaya küresel olarak sarsacak çok şiddetli depremlerden Zilzâl sûresinde şöyle bahsedilir: “Arz, o şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığında. Ve arz, ağırlıklarını dışarı çıkardığında. Ve İnsan der ki: “Ne oluyor buna? O gün arz onlara Rabbinin vahyetmesi ile haberlerini anlatacak.” (Zilzâl:1-6) Neml 82 ile Zilzâl sûresindeki konu aynıdır. İkisinde de arzdan çıkan ve sarsıntılara sebep olan volkanik aktivitenin, insanlara yalanladıkları son saati, hareket ve hâli ile haber vermesi/ihbar etmesi anlatılmaktadır. Türkçedeki Deprem “depremek” fiilinden türetilmiştir. Kökü“vurmak”, “ayağıyla vurmak” anlamındaki “tep” fiilinden gelir. Aynı kökten“tepmek”, “tepik”, “tepki”, “tepinme” gibi kelimeler üretilmiştir. “Hareket etme”, “kımıldama’’yı anlatan “tepremek” Türkiye Türkçesinde “depre-mek”olmuştur. Yer kabuğunun alttan vurma ile debelenme gibi üstekileri sarsmasına deprem denmiştir. Arapçada depreme Zilzâl denmesinin sebebi, zelle’nin, mutât hareketler için kullanılmasıdır. Bundan dolayı zelzele, kendisinde tekrar mânası mevcut olduğu için, depremin yatay ve sürekli hareketini ifade eder. Dabbe ise yer kabuğunun dikey yükselişidir,debelenmesini ifade etmektedir. (Neml:82)
Paylaşmak fıtrî bir âyettir ve insanı hayvandan ayıran üst bir meziyettir. Âyetlerden yüz çevirmenin altında yatan asıl sebep beşerî yanın bencillikle insanî yana galip gelmesidir.
 
DARB
Darb, bir şeyi başka bir şeye sertçe vurmaya denir. Darbu-derehim, çekicin vurduğu nokta-i nazarından para basımına denmiş,Türkçemize darphane olarak geçmiştir. Darb aynı zamanda “çeşit”manasınadır. Nitekim Arapçada, “Bu şeyler aynı darptandır, yani, bunları aynı çeşit say denilir. (Râzî) Bu nedenle ‘darbımesel’kullanımına her tür çeşitli örnek, farklı farklı ayırt edici misal manası verilmiştir. Ayrıca darbımesel, vaktiyle bir olay ve tecrübe münasebetiyle söylenmiş olup atasözü di­ye dilden dile dolaşan veciz söz­lere de denir. (Rûm:58)
DİN
Din, “deyn” kökünden gelir ve manası borçluluk bilincidir. Din günü, insanın Allah’a, insanlara ve diğer mahlûklara olan sorumluluklarını ve borçlarının sorgulanacağı hesap günüdür. Nüzul kelimesi bu âyette “misafire takdim edilen yemek” anlamındadır. Misafir misafirliğini bilmezse hak ettiğini bulmasından şikâyet etmemelidir. Cehennemliklerin yediklerinin ziyâfet olarak nitelenmesi ince bir göndermedir. Dünyada emeksiz elde edilen menfaatin, insana lezzetli ve çekici gelmesine bir göndermedir.Aslında yetim malı yiyenler, halkın sırtından kendine ziyâfet çekenler, zehir zıkkım yediklerinin farkında olmalıdır.
DUA
Dua; davranış ve söz ile istemektir. Onlar istekleri duymazlar, duymazlıktan gelirler. Çünkü insanları hep isteyen konumunda tutmak isterler ki haddi zatında sistem insanların muhtaçlığı üzerinden dönmektedir. İstenen güçlü, isteyen âcizdir. Âyet alt tabaka insan profilinden bahsetmektedir. Âyette geçen “İnkâr edecekler.” cümlesinden anlaşılan o ki istenen kişiler cansız putlar değil, o sistemin egemenleridir. Ayrıca bu sistemin içinde tüm algı yolları öyle kapanmış ki hiç kimse bu durumun tam olarak farkında değildir. İşte bu sebeple kimse bu aldanma ortamını Allah gibi haber veremez, fark ettiremez.(Fâtır:14)
Düşman; görünmeyen, gizli, sinsi duygu ve düşünceler olduğu gibi bunlara mağlup olmuş çevrenizdeki şeytansı insanlar da olabilir.
EBÂBİL
Ebâbil; bölük bölük, alay alay, gurup gurup, peş peşe, birbiri ardınca, katar katar, fırtına gibi, cemaat, topluluk demektir. Araplar“Develerin grup grup gelmesine” “Câet ibilike ebâbile” derlerdi. Ebabil hakkında bazı âlimlerin görüşleri şöyledir: Abdullah b. Mesud’a göre “bölük bölük”tür. Abdullah b. Abbas ve Dahhak’a göre “birbirini takip edenlerdir.”Mücahid’e göre “bir araya toplanmış, birbirini takip eden, bölük bölük”tür.
ECDÂS
Ecdâs, kabir mânasına gelen cedes kelimesinin çoğuludur. Kabir de Arapça bir kelimedir çoğulu kubûr şeklinde gelir. Bu şekilde Âdiyât sûresinde geçmiştir. Kubûr için kabirler mânası verdiğimizden ''ecdas' için de kabirler mânası vermek kanaatimizce doğru olmayacaktır. Zirâ Kur’an’da eş anlamlı kelime kullanılmamaktadır. Eğer kelimeler farklı seçilmişse bu mutlaka bir hikmete mebnidir. Burada bulundukları yerlerden, mevzilerinden Rabbe doğru bir yönelme söz konusudur. (Yâsin:51)
ECEL
Ecel; bir vakit, bir za­man dilimi, süre veya bir vaktin sonu demektir. Misalen “Şu borç bir sene süreyle sınırlandırılmış­tır.” denildiğinde bir sene, bir ecel­dir. “Ecel geldi.”denildiği zaman da senenin sonunun geldi­ği anlaşılır. “Ecelin müsemma”da takdir edilmiş, belirlenmiş ecel demektir. Bu zaman dilimi körü körüne,kaderci bakışla değil, Allah’ın; bireyin ve toplumun hayatını devam ettirebilmesi için elzem olan sünneti/yasaları kanunları ile açıklanmalıdır. Ecel, insan için kullanıldığı gibi, bir ümmet, bir topluluk için de kullanılabilir. Bir insanın eceli olduğu gibi bir toplumun da eceli vardır. Sürelerini dolduran ümmet ve uluslar, tarih sahnesinden silinir ve egemenliklerini kaybeder, başka ulus ve yönetimlerin egemenliği altına girerler. (Bu konuyla ilgili bkz. A’râf:34, Yunus:49, Hicr:5, Mü’minûn:43) (Tâhâ:129)
ECELİN MÜSEMMA
Ecelin müsemma” da takdir edilmiş, belirlenmiş ecel demektir. Kâinat sonsuz değildir. Onun da bir gün eceli gelecektir. Gökler ve yerin bir amaç için yaratıldığının şuuruna varmak kişinin kendisi ile alâkalı bir varoluşsal tefekkürle meyvesini verir. “İleride biz onlara hem âfakta hem kendilerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki nihayet onun hakk olduğu onara tebeyyün edecek.” (Fussiler:53) ‘Yaratılan her şeyin bir amacı ve yaşam süresi varsa insana tanınan süre içinde onun varlık amacı ne olmalı?’ sorusuna âyet son cümlesi ile cevap vermektedir. Yani bu amaç, var edeninin huzuruna dönme bilinci olmalıdır. Zâhiri güç ve iktidarların mutlaklık iddialarının nasıl değiştiğini sûrenin ilk âyetleri örneklendirdikten sonra şimdi genel kaide verilmektedir. (Rûm:8)
ELEM
Elem, aşırı acı demektir. Türkçemize geçen bir kelimedir. Azabun elim, çok acı veren azab demektir. Azab,elem kelimesinden daha özel bir anlam taşır. Çünkü azab, “sürekli elem”demektir. Bundan dolayı her azab bir elemdir. Her elem bir azab değildir. Râzî’nin de dediği gibi, bu ifâde biçimi, elem verici azabın sözü edilenlerden çok daha şiddetli ve sürekli olduğuna işarettir. (İnsan:31)
ESFELESÂFÎLÎN
Esfelesâfîlîn tamlaması ise en güzel bir şekilde, yani bedende yaratılan, nimet ve imkânlar verilen insanın bu bedeni er ya da geç terk edip öleceği ve verilen bedenin geldiği yere iade olunacağı hatırlatılmaktadır. Sanıldığı gibi esfelesâfîlîn; aşağılık, bayağı, rezil ve sefih manasında olumsuz bir kullanım değil; en altta, zeminde olan arz/yer ve toprak manasındadır. Kur’an insanın inşasının arzdan olduğunu ve bunun amacının ölüm gelmeden önce tevhide bağlı kulluk olduğunu Hz. Sâlih’in dilinden şöyle ifade eder: “Ey kavmim! Allah’a kul olun. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Sizi arzdan/yerden yaratan ve orada, size imar ettiren O’dur.” Hud:61.
ESSÂAT
Es-sâ’at kelimesi, Allah tarafından bilinen ve kararlaştırılmış olan zaman anlamına gelir. Kurân’da, Allah’ın bu dünya için belirlediği sürenin sonunda kozmik düzenin değişim ânına “es-sâ’at”denmektedir. Bu ifadeler kozmik değişimin bitişi ile başlayan ilâhî yargılama arasındaki sürecin atlandığını gösterir. Mücrim/suçlu kullanımı önemlidir.Suçluların suçları bir sonraki âyete şöyle ifade edilir: (Rûm:11)
ES-SAMED
Es-Samed, her şeyin dayandığı ilk sebep ve son gaye, her şey zatına dayanan, zatı hiçbir şeye dayanmayan, hiç ihtiyacı olmayıp tüm ihtiyaçları gideren manalarına gelmektedir. Es-Samed ismi, taşıdığı çift boyutlu mana ile hem zata, hem fiile bakar. Birinci mana hiçbir şeye muhtaç olmayan, hiçbir şeye dayanmayan, parçalanmayan bütün iken diğer manası ise her şeyin kendisine dayandığı, herkesin kendisine muhtaç olduğudur. Sumde, toprakta yerleşmiş çok büyük ve sert kaya demektir. Bu kaya, hiçbir şeye dayanmadan durduğundan Samed’e hiçbir şeye ihtiyacı olmayan denmiştir. Ayrıca bir ve bütün oluşundan parçalanmaz, dağılmaz manalarını da veren olmuştur. Bağlam ile düşündüğümüzde Allah bir eşe ve evlada ihtiyaç duymayan tekliğin hakkını verendir. Ehad, nekira olarak gelmiştir, azamet içerir. Allah’ın zatına mahsus olan bu tekliği, kulun tam olarak kavrayamayacağına delâlet eder. Samed’in marife olarak gelmesi tahsis ifade eder. Cümleye “yalnızca Allah Samed’dir” vurgusu katar. Es-Samed ismi, tanrının bir şeye girdiği (hulul) veya bazılarının tanrıyla birleştiği (ittihad) türünden her türlü akidevî sapmayı kökten ret eder. (İhlâs:2)
ETRÂB
Etrâb kelimesinin lügat anlamı “aynı zamanda doğmuş, birbirinden farkı olmayan” demektir. (Lisanü’l-Arab) Hepsi bir ayarda, bir seviyede demektir. Bazen cennet nimetlerini,(Nebe:33, Vakıa:37)bazen de buradaki gibi cennetlikleri niteler. Bir ortamı cennet yapan; gelir seviyesi, kültür, bilgi, kalite vs. gibi niteliklerde uçurumların olmamasıdır. Dünyada da insanlar, genelde kendileri gibi kişilerle arkadaşlık yapmak ister. Zîra kişilik ve dünyaya bakış olarak birbirlerine yakınlık ve denklik aranır. Ortak payda artıkça paylaşım ve arkadaşlık artar. (Sâd:54)
 
EVVÂB
Evvâb, bir tür dönüştür. Evb ancak iradesi olan canlıların dönüşü için kullanılır. Rucû ise hepsini kapsar. Bu kelime de çokça dönen, çokça yönelen anlamına gelir. Günahlardan pişman olup çokça dönmeve istiğfar etmeyi; tefekkür ile Allah’a çokça dönmeyi, yönelmeyi ifade eder.(krş Sâd:44, İsrâ:25) Hafîz, çokça koruyan demektir. Allah’a verdiği kulluk sözünü koruyan, kendini günahtan muhafaza eden; hayr, iyilik ve paylaşma gibi değerlerini her durumda koruyan demektir. Her ikisi de mübalâğa kalıbında birer sıfat olan 'Evvâb ve Hafîz' kelimeleri birlikte “çokça yönelen ve çokça muhafaza eden” anlamına gelir. Bu kelimelerin ifade ettiği mânalar, aynı zamanda daha önce geçmiş olan “muttakî” kelimesinin de tefsiri mahiyetindedir. Zirâ muttakî kötülüklerden sakınarak iyiliğe yönelen ve bu hâlini koruyanlardır. (Kaf:32)
EZVÂC
Ezvâc kelimesi, “zevc”in çoğuludur. Halık ve mahluk arasındaki en önemli farklardan biri hâlıkın tek mahlûkun çift/eş olmasıdır. Deprem ve dağlar anlatımı aslında ezdat olan etki ve tepki prensibini anlatır. Dünya bu tarz eşve zıtlıklarla yaratılmıştır. İtme-çekme kuvvetlerinden, proton-antiprotonların, nötron-anti nötron, anyon-katyon gece-gündüz dengesine kadar dünya muazzam bir mizan ile yaratılmıştır.(Nebe:8)
FADL
Fadl; iyilik, fazîlet, erdem, lütuf demektir. Faddalnâ, ‘Biz fazîletli, iyi kıldık.’ demektir. Bu erdemler bir üstünlük olduğu için ‘faddalnâ’ kelimesi birçok Kurân mealinde dolaylı manada ‘üstünlük, üstün kıldık’ şeklinde meallendirilmiştir. Kurân meallerinde bu dolaylı manaya çok başvurulmuştur. Hucurât 13’teki “ekremekum”, Âli İmran:139’daki “a'levne”, burada ve Kurân’ın pek çok yerinde kullanılan “faddalnâ” üç ayrı kelime olmasına rağmen ekseriyetle meallerde 'üstünlük' anlamında tercüme edilmiştir. Oysa üstün/gâlip gelme anlamıyla -ki bu da kategorik/hiyerarşik/kastsal bir üstünlük değildir- sadece Âli İmran sûresindeki 'a'levne' kelimesini  ‘üstün/gâlip gelme’ olarak karşılamak doğru olacaktır. Zira âli, âlâ üstün demektir. Bu yüzden burada fadl kelimesinin doğrudan ilk manasının verilmesi tercih edilmiştir. (İsrâ:21)
FATR-FITRAT
Fatr kelimesi ise ilk olarak parmak uçlarıyla devenin memelerinden süt sağmak eylemi için kullanılmış, ancak zaman içinde bu anlam genişleyerek bir şeye müdahale etmek sûretiyle onun oluşumunu sağlamak anlamında yerleşmiştir. (Lisanül Arab)
Fetara, ilk önce parmak uçlarıyla devenin memelerinden süt sağma eylemi için kullanılmış, ancak zaman içinde ‘bir şeye müdahale etmek sûretiyle bir oluşum başlatmak’ manasında anlam genişlemiştir. Devenin azı dişi, damağı yarıp göründüğünde söylenilen“fetara nabe’l-bair” sözü bundan dolayıdır. Bu anlama göre fatır kelimesi “içinde gizleneni ortaya çıkarmak içinyarıp açmak, meydana getirmek, kapalı olmaktan çıkıp görünür olmak’’ anlamına gelir. Tohumun filiz verip içindeki potansiyeli açığa çıkarması gibi manalara da gelmektedir. Semâ denen uzayın tamamının da şu an bir noktadan (big bang) başlayarak süreç içinde yaratıldığı düşünülmektedir. “İzâs semâun fetarat” ifadesiyle uzayın yaratılıp ortaya çıktığı anının anlatıldığı anlaşılmaktadır. Benzer bir anlatım Fâtır sûresinin ilk âyetinde de göze çarpmaktadır. Aynı kökten gelen fıtrat, yaratılıştan insana nakşedilendir. Kurân insanın fıtrat üzerine yaratıldığını söyler(Rum:30). Buna göre Allah’ın, insanı üzerinde yarattığı fıtratın bir yönü,yaratıştan her insanın özüne yerleştirdiği hakîkate olan eğilimi ve onu bulma yönündeki potansiyel yazılımıdır. İnfetarat kelimesi ‘infial’ kalıbında mastar olup ‘açılarak ortaya çıkmak’ demektir. Pasajda evrenin ilk yaratılışına âtıfla ilk oluşumlara değinilmeye devam edilecektir. (İnfitâr:1)
Fıtrat, fatr kelimesine ‘te’ harfinin ilavesiyle yapılan bir isim mastardır. Sözlükte, belli yeteneklere ve yatkınlığa özde sahip oluş, bunun müdahale ile gelişerek ortaya çıkması, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy hâlinde kendini göstermesidir. (Rûm:30)
 
FELEK
Felek, daire veya yuvarlak cisim anlamına gelir. Yün eğireceğinin yörüngesinin de, yuvarlak olduğu için, “felek”diye adlandırıldığı, yine yuvarlak bir yüzey olan ve çadırın direğinin çadırı delmemesi için direğin ucuna konan yuvarlak, odundan yapılmış düz nesneye de,“Çadırın feleği” denildiği söylenmektedir. (Razi) Felek, dairevi ve küresel herşeyi kapsar. (Taberî) Felek kelimesi gemilerin seyri sefer rotasına benzediği için gemi mânasına gelen fulk’ten türetildiği söylenmiştir.(Rağıb) (Yâsin:40)
FESÂT
Fesât kelimesi sözlükte ‘bozulmak,çürümek ve orijinalliğini kaybetmek’ gibi anlamlar taşıyan f-s-d kökünün türemiştir. Fesâdın karşıtı salâh/düzelme, ifsâdın/bozmanın karşıtı da ıslâh/iyileştirmedir. Sâlih amel de buradan gelir. Kurân’da fesât kelimesi genel olarak Allah’ın belli bir ölçüye göre yaratıp öylece sürmesini dilediği fıtrî ve evrensel düzenin herhangi bir şekilde bozulmasını ifade eder.  Kurân, yeryüzünde hâkim kılmak istediği barış ve selâmete dayalı İslamî yaşama biçimine karşı çıkan girişimleri bozgunculuk sayar. Dünya barışını bozanlar, yeryüzünde ifsât çıkaranlardır. Karada ve denizde doğal dengenin bozulması da ifsâttır. Yani mevsimlerin bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların kirlenmesi, suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin bozulması, ozon tabakasının zayıflaması ve delinmesi, buna bağlı olarak yüksek radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması, tüm bunların sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir. Hazza dayalı tüketimi esas alan paylaşımdan yoksun yaşam tarzı faiz sistemini doğurmuş, faize dayalı kapitalist sistem ‘sonsuz istekleri’ karşılayabilmek için dünyanın ‘kısıtlı’ yer üstü ve yer altı kaynaklarını hızla tüketip tabiatı kirletmiştir. Bunun sonucu olarak temiz su kaynakları, solunacak temiz hava ve yenilecek doğal ve sağlıklı yiyecek temini her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Böylece ortaya çıkan biyolojik ve psikolojik komplikasyonların insan sağlığını ciddi olarak tehdit ettiği bilimsel çalışmalarla da teyit edilmiştir. İşte Kurân’ın zamanüstü oluşunun bir delili de bu tarz ufuk âyetlerdir. (Rûm:41)
FİTNE
Fitne kelimesinin aslı ‘fetn’dir.“Fetn” sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin cevherini cürufundan ayırmak için onları ateşte eritmek demektir.Bu nedenle fitne, imtihanın en ağırıve en zorudur. Kısaca “fitne” deneme ve imtihana tâbi tutmak, sınamak, maddî vemanevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme gibi anlamlara gelir. Eğer Mekke, terk edilmezse bir daha âyet alamayacakları da 59’da şöyle ifade edilmişti: “Bizim âyet göndermemize mâni olan, ancak evvelkilerin onu yalanlamış olmalarıdır.” İsrâ sûresinin ilk âyetinde ifade edilen âyetleri göstermek içinyürü/t/menin (rüyânın) gerçekleşmemesi durumunda âyetlerin gönderilmesine mâni olacak bir konjonktürün oluşacağı imâ edilir. İlk muhataba yapılan teklif şudur: Peygamberinizin âyet almaya devam etmesini ve aranızda yaşamasını istiyorsanız ona gösterdiğimiz rüyaya (öngörüye, vizyona, gelecek ile ilgili hedefe)uyun! Yoksa “âyetleri yalanlamış ve hayatı kendi ellerinizle cehenneme çevirmiş olacaksınız!” Konunun Âdem-İblis kıssasına getirilip yasak ağaç ve insanların imtihanına bağlanması manidardır. “Ve onlardan güç yetirdiklerini, onunla aldat. Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara vaad et.” (İsra:64)Şeytânın insanı aldatma argümanlarının dünyalıklar üzerinden anlatılması,peygamberin gördüğü rüyeti, vizyonu, hedefi onların dünyalıklar yüzünden görememeleri ve bu dünyalıkların nimet değil cehennem azığına dönüşeceği uyarısıdır. Hz. Âdem yasak ağaca yaklaşarak cennetinden olduğu gibi Mekkelilere de Allah’ın uyarısına rağmen verimli hurmalıklarından, mal ve evlatlarından kopmayıp ona yaklaşırlarsa hayatlarının cehenneme dönüşeceği ihbarı yapılır. (İsrâ:60)
Fitne kelimesinin aslı “fetn”dir. “Fetn” sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin sahte olup olmadığını anlamak için onları ateşte eritmektir. Metalin maruz kaldığı ısı ve basınca benzetilerek kişi ve toplumların sosyal manada baskı ve zorluklara maruz kalması olarak anlam genişlemiştir. (Neml:47)
FUÂD
Fuâd; Kurân-ı Kerîm’de 16 yerde zikredilir. Kelime manası “ısınmak, aktif hale gelip tutuşmak”demektir. Bir şeyin aşırı sıcak ve hararet üzere çevrilmesi, bulunmasıdır. Fuâd,idrak manasında olup çoğulu ef’ideh şeklinde gelir. Kurân’da kalp merkezfuâd bu merkezin içindeki duruma göre aktifleşen bölgelerlübb bu bölgelerdeki cevheri oluşturan noktasal temel birimlerdir. Maalesef beynin farklı fonksiyonlarını bilmeyen lügat, meal ve tefsirler; farklı köklerden gelen ve farklı bağlamlarda kullanılan bu kelimeleri kalp ve türevleri ile açıklamaya çalışmışlardır. Oysa insanın düşünme merkezi/kalbi olan beynindeki fuâdlar beynin loblarıdır. İrâde fuâdı (frontal/ön lob), duyu fuâdı (parietal lob vs.), görme ve görsel yorumlama ve okuduğunu anlamada oksipital lob olarak isimlendirilmiştir. Bu farklı isim ve işlevlerin bulunduğu bölgenin tamamına da ‘sudûr’ denmektedir. Âyette duyma değil de işitme (sem), bakma (nazar) değil de görme (basar) kullanılması bunun zihnî değerlendirmesine âtıfla fuâdın fonksiyonlarına bağlanmıştır. (İsrâ:36)
FÜCÛR
Fücûr; fıtratın, insanı insan yapan değerlerin tahrip olup yırtılması olarak ifade edilebilir. Bu şekilde vicdan, merhamet ve sağduyu gibi yetileri yırtıp atanlara “fâcir” denir.Bu kelimenin çoğulu da füccâr veya fecere şeklinde ifade edilir. İnsanlığın dışa yansıması nasıl ki “takva” ya da “amelisâlih”ise, kötülüğün ve suçun dışa yansıması da fücûrdur. Kelime bu âyette ebrâr kelimesinin zıddı olarak gelmiştir. Bu yüzden mana “kötüler, zâlimler, ahlâksızlar ve suçlu câniler” olarak anlaşılmalıdır. (Krş. Abese:42, Şems:8) (İnfitâr:14)
GAFLET
Gaflet, bir şeyi yeterli ölçüde dikkat ve özen göstermediği için terk ve ihmal etmek, bir şeyin gerekliliği ortada iken idrak edememek,aldanmak, fark etmemek, boş bulunmak gibi anlamlara gelir. Bir önceki âyette tilâvet edilen yazılı ilkeler varken; burada seyredilen, gözlemlenen âyetlerden bahsedilir. İlke, kanun, kural ve Allah’ın yasalarından gafletin sonucunda insanı ve toplumları bekleyen felâketlere karşı bizi önceden nezirlerle uyaran Rabbe hamd olsun. (Neml:93)
GAYB
Gayb; gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, gözden kaybolmak anlamında “ğâbe” fiilinden mastar veya gizlenen, hazırda olmayan şey mânasında isim veya sıfat olarak kullanılır. “Ğâbe anni: Benden gizlendi.” demektir.Genel olarak duygulardan ve insan ilminden gizli olan her şey için kullanılır. Gaybın zıddı “şehâde“dir. Bilinen görünen demektir. Gaybın sınırlarını bu “şehâde” belirler. Rağıb el-Isfahani gaybı, “duyular çerçevesine girmeyen şey” tarzında açıklamıştır. Gayb mutlak ve mukayyet olmak üzere ikiye ayrılır.Mutlak olan burada ifade edildiği gibi sadece Allah’ın bildiği yeniden dirilme zamanıdır. Mukayyet olan ise bir şarta, engele bağlı gaybî alanlardır. Bu engel veya şart ortadan kalktığında gayb alanındaki şehâdet alanına geçmiş olur. Gaybın esası, mevcut olmamak değil; herhangi bir sebeple fark edememektir. Dirilmenin zamanı değil şuuru önemlidir. Bir önceki âyet, kesin bilgiye ulaştıran delil ve hüccet manasındaki burhân ile bitince burada konu gaybî alanındaki bilgi ve şuura getirilmiştir. Kişi neyi bildiği kadar neyi bilemeyeceğinin de şuurunda olmalıdır. Buradan şu anlaşılmaktadır ki şirk bilgisiz ve delilsiz olarak gaybı taşlamaktır. (Şuur için BkzŞu’arâ:113)Burada gayb olan gözlem, deney ve teknolojiyle bilinemeyecek olan gelecektir.Bu bilgiyi sadece ve sadece vahiy verebilir. (Neml:65)
Görüldüğü üzere kâfir; hakkı,hakikati, gerçekleri, birtakım menfaatler uğruna bâtıl ile örtendir. Maûn sûresinin ardından gelen Kâfurun sûresinde sözü edilen '' Ey kâfirler!'' hitabı iç bağlam ve nüzul ortamı düşünüldüğünde yetimi itip kakan miskini doyurmaya teşvik etmeyip en ufak yardımı bile esirgeyen; imanın, insanî değerlerin,vicdanın, paylaşmanın üstünü, kendi rant ve çıkarları uğruna örtenler manasına gelmektedir. Kafîr bu tutumu ile yaşam tarzı ve dini yalanlamaktadır. (Bkz.Maun:1) (Kâfirûn:1)
ĞAFÛR
Ğafûr; insanların günahlarını,hata ve suçlarını çokça bağışlayan, bir manada hiç yapmamış sayan anlamına gelir. (Burûc:14)
ĞILMAN
Ğılman, ğulam’ın çoğulu olup Kurân’da bir yerde geçer. Daha çok on yaşın üstündeki çocuklar hakkında kullanılır. “Vildân” ise Kurân’da altı yerdegeçer, evlâdın çoğulu demektir. Ğılman da, vildân da cinsellikle ilgili bir bağlamda kesinlikle kullanılmaz. Akıl baliğ olmadan ölen evlât veya çocukların cennetteki neşvesi, koşuşturmaları saçılmış incilere benzetilerek şöyle anlatılır: “Ve genç kalanlar (vildânun muhalledûn)onların etrafında dolaşırlar. Sen onları gördüğün zaman saçılmış inciler sanırsın.” (İnsan:19) Çocuğun varlığı bir ortamı tamamlayan, mutluluğu artıran önemli bir unsurdur. Aslında çocuklar cennet nimetidir. Cennetvârî bir sosyal yaşam için olmazsa olmaz olan aile ve çocukların özgürce eğlenebildiği yaşam alanları oluşturulmalıdır. (Tûr:24)
HABÎR
El-Habîr, her şeyin iç yüzünden en iyi haber alan, her şey hakkında en iyi haber veren demektir. Allah için el-Habîr iki anlama gelir: Birincisi, haber alan manasına gelir. Bu sıradan bir haber alma durumu değil, bir şeyin iç yüzünden tüm ayrıntısıyla ve en iyi biçimde haberdar olma durumudur. İkincisi, haber veren manasına gelir. Bu haber vermesıradan bir haber verme durumu değil, bir şeyin kimsenin görmediği ve bilmediği iç yüzünden/görünmezinden haber verme durumudur. Şu âyet Habîr isminin bu anlamını çok güzel ifade eder:  Ve sana bu haberin benzerini dahi verebilecek bulunmaz.  (Fâtır:14) Allah Hz. Nûh’tan sonraki kavim,topluluk ve şehirlerin kötü akıbetlerini bu yasa ile bize haber verir ki basiret gösterip aynı hatalara düşmeyelim. (İsrâ:17)
HÂKİM
Hâkim kelimesi de hikmetle yapan,haksızlığa engel olan demektir. Bir şeyin iyice araştırılıp soruşturulmasından sonra verilen karara “hüküm” denir. Mahkemelerde hâkimlerin verdiği karar gibi;filan adam, “Bu konuda şöyle hükmetti.”, “Falancanın hükmü şöyledir.” denilir.Sözü geçmek, hükmünü yürütmek, kuvvetli ve güç sahibi olmak anlamlarına da gelir.
HAKÎM
Hakîm; ‘h-k-m’ kökünden türeyen bir ismi fâildir. Bir şeyi ıslah etmek için men etmek, herhangi bir yanlışı önlemekdengeli davranmak, isabetli karar vermek manalarına gelir. Hakemetun; ata vurulan demirden gem anlamındadır. Sahibinin atı kontrol altına alıp dizginlemesi, maksadına uygun bir şekilde kullanmak için onagem veya yular vurulması demektir. Kur’an nefsî arzuları ve şeytanî istekleri dizginleyen, insanı dosdoğru yolda tutan hakîm/hikmetli bir kitaptır. Hakîm Rabbimizin de bir ismidir. Hep hikmetle hükmeden, her hükmünde tam isabet kaydeden, her şeyi yerli yerince hikmetle yapan demektir. “Zira gökte de ilah olan yerde de ilah olan yalnızca O’dur; ve O Hakîmdir, Âlimdir.”(Zuhruf43:84) Allah’u Te’âlâ gökteki ilahlığını, yarattıklarına hâkimiyeti olan uluhiyetiyle, yerdeki ilahlığını da sonsuz ilminden bir cüz olan kelâmıyla göstermiştir. (Yâsin:2)
HAKKELYAKÎN
Hakkelyakîn” tamlaması, “var (sabit), gerçek, doğru”anlamındaki “hak” ile “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki “yakîn”kelimelerinden oluşan bir terim olup kesinlik bakımından ilmelyakîn ve aynelyakînin de ötesinde en son merhaleyi teşkil eden, yaşanarak öğrenilen en kıymetli tecrübe olarak açıklayabiliriz. İlmelyakin, bilgialarak öğrenmek; aynelyakîn, gözlem yaparak öğrenmek; hakkelyakîn ise son mertebe olup yaşayarak öğrenmektir. Kur’an olay ve kıssaları öyle bir anlatır ki insan sanki onu görüyor, hatta olayın içinde yaşıyor hissedebilir. Bu nedenle kıssalar değerlendirilirken hakkelyakîne ulaşmanın yolu empati yapabilmektir. Bazen inananlar, bazen resûller bazense inkar edenlerin yerine kendinizi koyup konuyu değerlendirdiğinizde çok daha gerçekçi bir hisse almanıza vesile olacaktır. Ayrıca bu ifadeyle Kur’an’da saçma sapan şeylerin,hakka, adâlete aykırı şeylerin bulunmadığı; onda şüpheli, çelişkili bir şey olmadığı, içinde ne varsa hayatta karşılığı olan ve hepsinin de kesin bilgi ile sağlamasının yapılabileceği vurgusu vardır. Bu sebeple vahiy, yaşanan gerçeğin taa kendisidir. (Hâkka:51)
HÂLİD
Hâlid kelimesi“huld” kökünden türemiş olup “dışarı çıkmadan sürekli evde kalan, bekası devam eden, kalıcı olan” anlamlarına gelir. Araplar değişimi ve bozulması uzun zaman alan her şeyi“hulud” sıfatı ile nitelerler. Havalid, sacın üzerine konduğu taşlara denir. Bu, hâlini uzun süre bozmadan korumasından dolayıdır. (Rağıb) Bu kelime,bulunulan hâlin kesintiye uğramadan devam ettiğini anlatır. Yaşlanma, yıpranma ve bozulmanın olmayışıdır. (Bkz.A’râf:176, Krş. Nebe:23) (Tâhâ:76)
HALÎFE
Halîfe, dilsel olarak “arka” demek olan h-l-f kökünden ismifâil kalıbında bir kelimedir. Aslı halîfetün olan kelimenin sonundaki te harfi mübalâğa için olup kelime halk arasında halîfe şekline dönüşmüştür. Türkçedeki “kalfa” kelimesi de halîfe kelimesinin değişime uğramış bir biçimidir. Hilâfet kelimesi ise, “zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçmek” demektir. Sâd 26. âyette ise,Hz. Dâvûd’un insanlar arasında hak ile hükmetmesi için yeryüzünde halîfe kılındığı bildirilerek halîfeden ne kastedildiğine açıklık getirilir. Yeryüzünü imar eden ve çalışmasını bir sonraki nesle aktararak ilmî teknolojiyi ilerleten demektir. (Neml:62)
HALK
Halk kelimesinin yaratmayı ifade eden "haleka" kökü, Kurân-ı Kerim'de 259 yerde kullanılmıştır. “Halk” kelimesi, özellikle evrenin ve insanın yaratılışıyla ilgili olarak Kurân'da önemli bir yer tutar. Bedi isminden farklıdır. Bedi emsalsiz/örneksiz yaratan, bir ham madde olmadan sıfırdan yaratan demek iken “Halk” bir ham maddeden başka bir ürün ortaya koymaktır. Bu nedenle hem fiil, hem isim olan kelime Kurân’da hep Allah'a izafe edilmemiştir. Âli İmran 49, Mâide,110’da Hz. İsa'ya yaratıcılık yani bir şeyden başka bir şey elde etme, icat etmek, yapmak mânasında da kullanılmıştır. Allah nasıl ki hakîkî semi, basîr, hâlık ise insan da işitir, görür ve bir icat eder, sanat eseri ortaya koyabilir. (Alak:1)
HAMÎM
Hamîm, çok sıcak olan sudur. Ter de teşbih yoluyla hamim diye adlandırılmıştır. Hamam ve humma da buradan gelir. Cehennemdeki muamele dünyadakinin misli ve tam karşılığıdır. Bir önceki âyette başkalarının, kamunun malını, servetini hortumlamak anlatılırken burada Allahualem onların alın teri, zihin terine de uzanan emek hırsızlığının sonucuna bir gönderme olabilir. (Vâkıa:54)
HANÎF
Hanîf, hanef mastarından bir sıfattır. Ayaklarının birinde eğiklik olan kişiye aynı kökten gelen “ahnef” ismi verilirdi. “Hanef” çarpıklıktan doğruluğa meyildir. Zıddı doğruluktan eğriliğe, haktan haksızlığa meyletme olan “cim”ile “cenefdir”. Hanîf kavramının asıl mânası “eğriliği bırakıp doğrusuna giden, meyleden” demektir. (Rûm:30)
HAŞYET
Haşyet, havf’tan farklıdır. Havf ta korkulanın büyüklüğü, haşyette ise korkanın küçüklüğüne dikkat çekilir. Haşyetteki korku, merhametten mahrumiyet endişesinden kaynaklanan bilinçli bir korkudur. (Kaf:32)
HELÂK
“Helâk”in sözlük anlamı, mahvolmak, yok olmak, yıkıma uğramaktır. Burada tutum, beden ve sıhhat olarak çok daha kuvvetli ve sağlıklı nice neslin zaman karşısındaki çaresizlikleri hatırlatılmakta ve ölümden kaçamadıkları vurgulanmaktadır. (Kaf:36)
HEVÂ
Hevâ, nefsin her türlü istek ve meyli demektir, buna keyf de denir. Hevânın temel anlamı boş ve anlamsız, değersiz demektir. Hava da buradan gelir. (Bkz. Furkan:43) Bu âyette aklı bilgi ile beslememenin hevâyı güçlendirip zulme yol açacağı uyarısı yapılmaktadır. Peki, herkesin bencil ve câhilce, hayvanî isteklerine tapınırcasına Allah’a ortaklar koştuğu ortamlarda ne yapılmalıdır? Bu sorunun cevabını 60 âyetlik Rûm sûresinin merkez âyeti şöyle cevaplar: (Rûm:29)
HİDÂYET
Hidâyet, dalâletin zıddıdır. Kelimenin kökü çölde yolunu bulmaya denir. Kurân; bir yol, kurtuluş veya çıkış isteyenlere hem mübîn, hem yol gösterici, hem de içinden çıkılmaz sorulara umut barındıran cevaplar verdiği için müjdedir. (Neml:2)
HÛR
Hûr kelimesi Kurân’da ilk defa Rahmân 72’de geçer. Ahver ve havra‘nın her ikisinin de çoğulu olmasından dolayı hem eril hem dişil anlama gelir. Havâri de buradan gelir. Havvertuş-şey, bir şeyi beyazlaştırmak ve yuvarlaştırmaktır. Bu âyetteki ‘ıyn kelimesi ise göz demektir. Hûr ile birleşince temiz bakışlı, iyi niyetli vildânların bir vasfı olarak burada karşımıza çıkmaktadır. Zira hûrinin 17. âyetteki yaşlanmayan gençlerden sonra ikram edilen nimetler ve bunu sunanların ismi değil sıfatı olarak anlaşılması bağlama daha uygun görünmektedir. Şimdi vildânların yani hizmet edenlerin bir vasfı daha zikredilecektir. (Vâkıa:22)
Hûr kelimesi Kurân’da ilk defa Rahmân 72’degeçer. Ahver ve havra‘nın her ikisinin de çoğulu olmasından dolayı hem eril hem dişil anlama gelir. Havâri de buradan gelir. Havvertuş-şey, bir şeyi beyazlaştırmak ve yuvarlaştırmaktır. Bu âyetteki ‘ıyn’ kelimesi ise göz demektir. Hûr ile birleşince temiz bakışlı, iyi niyetli vildân ve ğılmân’ın bir vasfı olarak burada karşımıza çıkmaktadır. (Tûr:20) (Bkz. Tûr:24)
HÜKM
Hükm kelimesinin sözlük anlamı;yargı ve yargıda bulunmak, hükmetmek, karar vermek, idare etmek, ata gem vurmak demektir. Hakem, bu konuda uzman kişidir. Ve iki taraf arasında hakemlik yapmaya ehil olmayı gerektirir. Hikmet, en güzel şekilde hakkı teslim etmek demektir. Rağıb’ın açıklamasıyla “İlim ve akılla hakka isabet etmek demektir.” (Tin:8)
İBDA
İbda, “örneği geçmemiş olan bir şeyi meydana getirmek ve yapmaktır”. Hakîkî ibda hiçbir örneği olmadan yaratmadır. Hiçbir örneği olmadan icad edilen, örneksiz güzellikte, fevkalade şeye, ibda edilmiş, (bedaatle) sıfatlanmış anlamında bedi’denildiği gibi, bunu meydana getiren ve ibda âdeti olan yapıcı mübdiye de bedi’ denilir. Bazı sıfatlar kullara layık görülemeyecek kadar özeldir. Rahmân nasıl ki sadece Allah ise bedi de sadece ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Zira hiç kimse örneksiz ve mükemmel bir şey ne söyleyebilir ne de ortaya koyabilir. Dünyada söylenen ve yapılan her şeyin bir benzeri veya örneği mutlaka vardır. Bu nedenle zamanın ve mekânın bedisi sadece ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. (Rûm:11)
İBLİS
İblis, anlamı yönünden hayırsız olan, zarara uğrayıp iflas eden manalarına gelmektedir. İblis kelimesi Kurân-ı Kerim’de 11 yerde geçer. Şeytan kötülüğün sıfatı iken, İblis kötülüğün sembolü ve özel ismidir. (Şuarâ:95) (Bkz. Tâhâ:116)
İblis; hayırsız olan,zarara uğrayan, iflas eden, şaşkınlığa düşen mânalarına gelmektedir. İblis kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 11 yerde geçer. İblis tıpkı Âdem gibi özel/sembol bir isimdir. Kim kötülüğe hizmet eder şeytanî duygu ve düşüncelere boyun eğerse ona kul olmuş demektir. Bu hâlin sürekliliği insanı da iblisleştirecektir. Ya beşer ilahî bilgi olan rûhu kullanıp yeryüzünün halifesi olacak ya da insana boyun eğmeyen güce/şeytansı duygu ve düşüncelere boyun eğerek iblisleşecektir.
İBRET
İbret, sözlükte“geçmek, aşmak” anlamındaki “abr” kökünden gelir. İbret, kavram olarak görünenden görünmeyene geçmek, olayların dış yüzüne bakıp onlardaki hikmeti kavramaya çalışmak, olaylardan ders alıp stratejiler üretmek demektir. (Nâziât:26)
İDRAK
İdrak, bir şeyi en özel nitelikleri ile ve bir bütün hâlinde kavramaktır. İlim daha geniş bir kavramken idrak, anlamanın bir noktada yoğunlaşmasıdır. Dildeki asıl kullanımı itibariyle idrak kelimesi, “bir şeyin olgunlaşması ve tam olması“ anlamına gelir. Daha sonra anlam genişleyerek idrak anlamında kullanılmıştır.(Hâkka:3)
İHSÂN
İhsan, iyilik kastı ve fayda sağlama niyeti ile yapılan güzel davranışlardır. Fazl ise; mecburi bir sebep olmaksızın birine lütufta bulunmaktır. İhsan ise, mecburi olarak yapılabildiği gibi mecburi olmadan da yapılabilir. (Mürselât:44)
İhsân, ‘hasene’ kelimesinden türemiştir. Bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsân;iyilik etme, güzel davranma, ikram etme, lütuf, bağış, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. (Bkz Mürselât:44, Rahmân:60, A’râf:56)
İLÂH
İlâh kelimesi “dünyevî işlerde, yasal ve siyasal alanda istediğini yapma hakkını kendinde gören kişi veya otorite” mânasına gelir. (Şuarâ:29)
EL-İlâh; ulûhiyetin kaynağı, eşsiz ve benzersiz mabut manalarına gelmektedir. İlahi terbiye ve yönlendirme, Allah’tan başka ilah edinip şirk şerri ile parçalanmanın panzehiridir. İlk esma rububiyet, son esma uluhiyet ile alâkalı ilen ortadaki ''Melik'' esması rububiyet ve uluhiyetin eşsiz yönetilmesine bir atıftır. Zira “O gökte de İlâhtır yerde de İlâhtır.” (Bkz. Zuhruf: 84) (Nas:1)
İLHAM
İlham, damla damla yutmak anlamına gelir. İlham vahiyden farklıdır. Vahiy, dışarıdan duyulmayacak şekilde fısıldamak, gizli bir şekilde bilgilenmek iken ilham, aşama aşama öğrenilenler ile edinilen tecrübevî bilgidir ve kesbîdir. Vahiy, dışarıdan belli olmayan, tecrübe ile elde edilemeyecek, fıtrî ve vehbî bilgi anlamındadır. Nahl 68'de arıya ilham değil vahyedildiği ifade edilmiştir. Zira arı, tecrübe ile damla damla kazandığı bir ilhamla bu bilgiyi edinmez. (Şems:8)
İMÂM
İmâm sözlükte; önde olan,kendisine uyulan, lider, önder demektir. “İmâm” kelimesi, anne demek olan“el-ümm” kelimesinden türemiştir. “Ümmet” kavramı da aynı kökten türer. Kur’an’ın adlarından biri de ‘Ümmü’l Kitab’tır. Yani kitapların anası, kaynağı,kökü vardır. (Bkz. Zuhruf:1-4). (Yâsin:12)
İncir ve zeytin(Suriye, Filistin,bir bütün olarak Akdeniz bölgesine, civar yerlere), Sina Dağı ve emin beldeye yemin edilerek; geçmişte yaşamış peygamber ve insanlar, şimdi yaşayan ve gelecekte Kurân'a muhatap olacak tüm insanlar, yukarıdaki âyetlerde ''ahsenitakvim ve esfelesâfîlîn'' kavramlarıyla dile getirilmiş olan insanın elementer yaratılış yolculuğundaki en güzel kıvamda yaratılışı ve sonrasında ölüp toprak oluşu anlamında, yaratılışın kendisiyle başladığı başlangıcın en başlangıcı, en alt ve ilk noktası olan toprağa iade edilişi/döndürülüşü hakikatine şâhit gösterilmektedir. Bütün insanlar, toprakla(esfelesâfîlîn)başlayan bu elementer yolculuktaki en güzel kıvamdaki yaratılışa(ahsenitakvim) ve en alt duruma(toprak-esfelesâfîlîn) iade edilişine hem gözleriyle, hem de bizzat kendi bedenleri ve ölüp toprak olmalarıyla şahitlik etmektedir.  Bu bağlamda esfelesâfîlîn, insanın elementer yaratılış sürecindeki en altta/en dipte yer alan toprağa dönüş olarak algılanmalıdır. İade edilmek de, bu ilk hâle döndürülmeye işaret eder. Özetle ahsenitakvim ve esfelesâfîlîn ifadeleri, elementer yaratılış döngüsünü ifade etmektedir. ( Elementer YaratılışDöngüsü:  esfelesâfîlîn-ahsenitakvim-esfelesâfîlîn/toprak-insan-toprak) (Tin:5)
İNFÂK
İnfakın, nüzul sürecinde ilk geçtiği yer muhtemelen burasıdır. Kur’an’da türevleriyle birlikte 73 yerde geçmektedir. Usulümüz gereği bu tarz Kurânî kavramların ilk geçtiği yerlerde geniş bilgi veriyoruz.
Bu kelime; ne-fe-ka kökünden türemiştir. Elden çıktı, bitti, tükendi anlamlarına gelir. “Nafaka”; harcanan para veya ihtiyaçların tamamı için gerekli kazanç anlamında kullanılır. İnfakise; malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak anlamındadır.Allah yolunda harcamaya infak denir. Kur’an’da sadece üç şey “fi sebilillah”denilerek Allah yoluna nispet edilir: Bunlar cihat, infak ve hicrettir. İnkârcı tavır, sadece vereceğine takılmıştır. Alacağını düşünmemektedir. Onun için de diyor ki “Allah istese doyuracağını biz mi doyuralım”. Gariplerin,ihtiyaç sahiplerinin hakkını vicdanını örterek vermeyenlerin cevabı, Allah’ın kendilerine doyacağından fazlası ile rızıklandırmasını görmezlikten gelerek verilen bir cevaptır. Er-Rezzak olan Allah rızkı yeterince yaratmıştır, ancak açgözlüler bu pastadan büyük payı kaparak başkalarını açlığa ve yoksulluğa sürüklemektedir. Bu kamusal adaletsizliğin birey açısından bir nebze olsun dengelenmesinin yolu, infak denilen ve içine sadaka ve zekâtı da alan karşılıksız paylaşmaktır. (Yâsin:47)
İNSAN
İnsan kelimesi; üns, ünsiyet,yakınlık kökünden türemiştir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hem cinsleriyle bir arada yaşama anlamında insanın sosyal yanına âtıf iken, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifâde eder.  Kur’an’da; görünen, ünsiyet kuran ''ins'' kökünün zıddı “cin”dir. Veya sosyal varlığın zıddı; vahşi, anti sosyal vs.dir. Zıtlarından anlaşıldığı gibi vurgular bağlama göre değişir. İnsan kelimesinin,bir de “nesy” unutmak fiilinden geldiği söylenir. İnsan unutan varlık olduğu için böyle denmiştir. Ancak İnsan sûresinde tarih sahnesine çıkan, sosyalleşen,anılmaya değer bir şeyler ortaya koyan anlamında insandan bahsedilir. (İnsan:1)
İnsan, kendisinde var olan akıl,irade, bellek, dikkat, merak, korku, düşünce gibi zihinsel melekleri (güçleri)arasında, sadece İblis üzerinde tam kontrole sahip değildir. Yani İblis; bilinçdışı, insanın kontrol edemediği bir unsurdur. Bu iki unsur ne yazık ki zamanla ilahlaştırılmıştır. Eski İranlılar iki tane ilahın varlığına inanırlardı.Birine iyilik tanrısı Yezdan; ötekine de kötülük tanrısı Ehremen (şeytan)derlerdi. Kur’an, İblis’i de yoldan çıkaran şeytanî duygu ve düşüncelerinden bahsederek şeytanın/kötülüğün bir tanrı değil, bir düşman olduğunu şöyle ifade eder: ‘’Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o, size apaçık bir düşmandır.’’ (Yasin:60) İblis, şeytanî vasıfları üzerinde bulundurarak karakter hâline getiren sembol isim iken; Âdem, ilahî bilgi ile meleklere boyun eğdiren ilk adamdır. (Tâhâ:116)
İNZAL
İnzal, indirmek manasına gelir. Bu kelimeyle aynı kökten gelen nüzûl;yüksekten aşağı inmek, düşmek demektir. Tenzîl ise inişin sürekliliğine işarettir. Kur’an için kullanıldığında parça parça, âyet âyet, sûre sûre inişe vurgu yapılmaktadır. ''Tenzîl''den bahsedildiğinde vahyin indirilişine,Allah’tan gelişine, asıl kaynağına atıfta bulunulurken; ''inzal''den bahsedildiğinde içeriğine, kadir ve kıymetine, metod ve hükümlerine atıfta bulunulduğunu söyleyebiliriz. (Ayrıntılı bilgi için Bkz. Kadr:1) (İnsan:23)
İSM
İsm, işleyeni kınanmaya ve cezai müeyyideye müstahak kılan günah demektir. Çoğulu 'âsâm'dır. “Esime” fiil şeklidir; sıkıntılı bir hâle, günaha düşmek manasına gelir. (Necm:32)
İSRÂ
İsrâ’nın sonu “ya” harfi olan “sera” kelimesinden türetildiği kabul edilirse “gece yürütmek” mânasınadır. Eğer sonu ‘vav‘li olan “serv”kelimesinden türetildiği kabul edilirse ‘yükseltmek, onur, şeref’ mânasına gelir. Kurân’da resûllerin kendisine inananlar ile yaptığı gece yürüyüşlerinin hiçbiri yükselmek manasında kullanılmadığı için buradaki İsrâ'yı yükselmek olarak anlamak hatalı olur. Kelime esir, esâret kelimesi ile aynı köktendir.Zira Kurân’da esir manasında da(اَسْرٰى) kullanılmıştır (Bkz. Enfâl:67). O zaman İsrâ sıradan bir gece yürüyüşü değil, esaretten kurtulmak için yapılan özgürlük yürüyüşü anlamına gelmektedir. Kelime Kurân’da birkaç yerde geçer.Hepsinde de “gece gizlice özgürlüğe ve kurtuluşa yapılan yürüme” anlamındadır.“Fe esri bi ehlike” (Hemen gecenin bir kısmında aileni yürüt)” (Hicr:65 Ayrıca bkz. Hûd:81, Tâhâ:77, Duhân: 23) Bazıları ise bu kelimeye ısrarla ‘yükseldi ve götürdü’ gibi anlamlar verir. Bu mâna kelimeden kaynaklanan bir husus değil İsrâ olayına ön yargılı bakış açısı ve yaşanılanlara olağanüstülük katma isteğiyle ilgilidir. Burak denen vasıtaya binip gittiğine dair ön kabul İsrâ kelimesinin anlamına hatta âyetin tamamına olmadık manalar yüklenmesine sebep olmuştur. Bu meallendirme hataları ve ön kabuller âyeti iyice anlaşılmaz hâle getirmiştir.Giden, ilerleyen, yürüyen, kulun kendisidir. Mekkeli müşriklerin 26 Safer (9Eylül 622) Perşembe günü suikast kararı aldıklarını öğrenen Hz. Muhammed gece yarısı Hz. Ali’yi, Hz. Ebu Bekir’in evine göndererek haber vermiştir. Böylece ikisi o gece şehri ayrı ayrı terk ederek Sevr mağarasında buluşmuşlardır. İsrânın/gece yürüyüşünün amacı Mescid-iAksa’ya, yani Allah’a ibadet ve secde edilen uzak yere-Yesrib’e- gitmektir.Bunu başarmak için Hz. Muhammed aksi istikametteki Sevr mağarasına gece yürümelidir. Süreç Kurân’da şöyle anlatılır: “Eğer o (Peygamber’e) yardım etmezseniz, iyi bilin ki, Allah ona vaktiyle yardım ettiği gibi yine edecektir: Hani kâfirler onu gözden çıkardıklarında, ikinin ikincisi olarak mağarada iken arkadaşına: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir!” diyordu. İşte o zaman Allah ona yardım etti, üzerine huzur veren emniyet ve rahmetini indirdi,onu göremediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin bâtıl sözlerini (planlarını)alçalttı. Allah’ın davası ise zâten her zaman yücedir. Çünkü Allah, Azîzdir, Hâkimdir.” (Tevbe:40)
İZZET
İzzet, insanın yenilmesine engel olan şeydir. Bu onun hakkında üstünlük, şeref ve haysiyetli olmasını sağlayan imkânları da ifade eder.Düşmanı karşısında galip gelen kimse için de ‘izzetli’ denilmiştir. (Neml:34)
KÂHİN
Kâhin, gele­cek zamanda olacak şeylerden ha­ber alıp vermekle uğraşan ve giz­li, esrarlı olanı bilme iddiasında olan kişidir. Araplarda birkaç çeşit kâhin vardı. Bunlardan kimisi, cinden kendisine tâbi olup haber getirenlerin olduğunu iddia ederdi.Kimisi de, soran kişinin sözünden, eylemin­den, duruşundan, hâlinden hareketle geçmişte olan bir hadiseyi ortaya çıkaracağını iddia ederdi. Böyle kişilere,daha çok “ar­râf” denilirdi. Arrâflar, çalınan  ve yitik şeyin yerini bildikleri­ni iddia ederdi.Bu kitap, ne ses gösterisi, ne de cifir ve ebcetle olmadık kehanetler uydurmak için inmiştir. Yalnızca hay olanları uyarmak için indirilmiş bir hatırlatmadır. Bkz. (Yasin:69-70) (Hâkka:42)
KERÎM
Kerîm,  ikram demektir; ancak bu ikram “kendi türünün en iyisi” olan bir ikram şeklinde tanımlanır (Lisanül Arap). Allah’ın da el-Kerîm diye bir esması vardır. Manası,ikramında sınır tanımayan, keremi çok kaliteli olan demektir. Peki buradaki kerîm Resûl kimdir? Müfessirlerin çoğunluğu Resûlullah hakkında söylenilen şair ve kâhin söz­lerini dikkate alarak bu âyetteki kerîm elçiden maksadın Hz. Peygamber ol­duğu kanaatine varmışlardır. Ancak aynı kalıp Tekvir sûresinin 19. âyetinde şöyledir: “Şüphesiz o, kerîm bir Resûl’ün sözüdür.Kuvvetli, arş sahibinin katında makamı vardır. Orada kendisine itaat edilir, güvenilirdir. (Tekvir:19-21)O, gayb konusunda cimri değildir. (Tekvir:24) PekiKur’an Cibril’in mi yoksa Peygamberin mi sözüdür? Gerçekte Kur’an Allah’ın kelâmıdır. Nitekim 43. âyette âlemlerin Rabbi katından indirilmiş olduğu açıkça ifade edilmiş, elçinin buna kendinden ekleme ve bundan çıkarma yapamayacağı hatırlatılarak sözün asıl sahibi hatırlatılır. Buna göre Cebrail ve Hz. Peygamber Allah’ın kelâmını kullarına ulaştırmada elçi oldukları için bu âyette söz onlara nispetle kullanılmıştır. Burada Kur’an “elçi sözü” olarak nitelenmiştir. Elçi sözü, katışıksız ve elçiye ait olmayan, elçiyi gönderen otoritenin ifadesidir. Elçi buna ekleme, bundan çıkarma yapamaz, kendisine öğretilenleri gizleyemez. “Elçinin sözü”elçiye ait değil elçiye emanettir. (Bkz. Hakka:44-48) Bu ifadelerin tercihi,mesajı getirenin üzerindeki düşmanlığı azaltmak içindir. Elçi kendine ait olanı değil, ikram edileni olduğu gibi ulaştırana denir. (Hâkka:40)
KEVKEB
Kevkeb kelimesi ‘kebbe’den türetilmiş olup lügatte “ait olduğu sistem ile hareket eden parça” demektir. Ve kelime daha çok “büyük yıldız ve gezegen toplulukları’’manasına gelir. Ayrıca her şeyin kevkeb’i büyük olanıdır. Necm ise büyük-küçük bütün yıldızlar için genel bir isimdir. Kevkeb sabittir ve yok olmaz. Kevkeb yıldızların büyük bir çekim kuvvetiyle çekilerek bir küme oluşturduğu galaksiler, necm ise bu galaksileri oluşturan yıldızlar manasındadır. Kurân’ın indiği dönemde büyük yıldız kümeleri biliniyordu. Zira Dünya’dan çıplak gözle toplamda dört galaksi, iki tanesi iseaynı anda görülebilmektedir. Kuzey Yarım Küre’den Samanyolu'nu ve Andromeda'yı(M31) görebilirken, Güney Yarımküre’den Büyük ve Küçük Macellan Bulutları'nı görebiliriz. Şu anda 200 milyar galaksi, her galakside ortalama 200 milyar yıldız, 100 milyar gezegen olduğu tahmin edilmektedir. Dünyabenzeri 5 ile 10 milyar arası gezegenin varlığı hesaplanmıştır. Dünya’nın içinde bulunduğu galaksimizin çapı 100 bin ışık yılı iken disk şeklindeki Samanyolu galaksimizin kalınlığı da bin ışık yılı olarak hesaplanmıştır. Aklın anlamakta zorlandığı bu büyüklükteki galaksilerle uzayın dolu olması Kebir olan Allah’ın yaratışı karşısında küçüklüğümüzü hatırlatmaktadır. Kevkeb kelimesinin Kurân’da geçtiği diğer âyetlerin hepsine yıldızların giderek yoğunlaştığı,ortası parlak disk şeklindeki yıldız kümeleri (galaksiler) manası verildiğinde mananın iç bağlama daha çok uyduğu görülecektir. “Gece onun üzerini örtünce, bir kevkeb gördü. “Bu benim Rabbim.” dedi. Fakat kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.”dedi.” (Enam:76) Genç İbrâhîm, gece diğer yıldızlardan farklı olan gök cisimlerini sıralamaktadır. Ay da tıpkı kevkeb gibi yıldızlardan farklıdır. Başka bir âyette “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûru, içinde misbah (lâmba)bulunan kandil gibidir. Misbah, sırça içindedir. Sırça (cam), kevkeb gibi parlayan inci gibidir.” (Nûr:35) (İnfitâr:2)
KEVSER
Kevser lügatte, alabildiğine, aşırı derecede çok” demektir. Kevser kelimesi Arapçada somut şeylerin çokluğu için kullanıldığı gibi, soyut kavramların çokluğu için de kullanılır. Aynı kökten olan ve bir sonraki sûrede zikredilen “tekasür” olumsuz bir biriktirme ve çokluğu ifade ederken “kevser” olumlu bir çokluğu, bolluk bereketi ifade eder.
Kevser; Duhâ, İnşirah ve Fetih sûrelerindeki leke (senin için) ifadesiyle tahsis edilen lütuflar haricinde “ke” verdik ifadesi ile düşünürsek kevser, vahiy, nübüvvet, ve hikmeti de kapsayan hayır ve iyiliklere bir atıf olabilir. (Kevser:1)
KISSA
Kıssa,  esas olarak “izlemek”, “izi tâkip etmek” anlamına gelmektedir. Kehf 64 ve Kasas 11’de bu anlamda kullanılmıştır. Kıssa daha çok, bir haberi nakletme, bir olayın önemli yerlerini seçerek atlamalı olarak anlatma, hikâye etme demektir. Kıssa dilimize de girmiş bir kelimedir. “Kıssadan hisse” ve “bir kıssa bin hisse” gibi tâbirler Türkçede sıkça kullanılır. (Neml:76)
KIST
Kıst, genellikle “adâlet” diye açıklanmıştır. Böyle açıklanmış olmakla beraber “kıst” kelimesi tam olarak “adâlet” demek değildir. Çünkü “adâlet”,“bire bir karşılık, denge, denklik,eşitlik” demek iken, “kıst” kelimesi “nasip,hak edilmiş olan pay” demektir. (Lisanül-Arab) Burada, ölçüp tartma konusundaki uyarı, terazi ve metre gibi fizikî olanından tasavvur ve akıl gibi manevî olanına kadar, tüm ölçme ve değerlendirme araç ve yöntemlerini kapsar. (İsrâ:35)
Kıst,  genellikle “adâlet” diye açıklanmıştır. “Kıst” kelimesi tam olarak “adâlet” demek değildir. Çünkü adâlet “birebir karşılık, denge,denklik, eşitlik” demek iken, “kıst” kelimesi “nasip, hak edilmiş olan pay” demektir.(Lisanül-Arab) Adâlet zaten Arapçadır ve Kurân’da geçer. “İnnaallâhe ye’murubil’adli vel-ihsâni… /Muhakkak ki Allah adâleti, ihsanı… emreder.’’ (Nahl:90) Adl/adâlet bazen gizli olabilir. Fakat kıst açıkça ortaya konulur. Kıstas kelimesi de bu köktendir. Yine Türkçemizde kullandığımız taksit(hakkı olan bir şeyi belli zamanlara pay pay bölmek) kelimesi de bu köktendir. (Şuarâ:182)
KIYÂMET
Kıyâmet; kalkmak, dikilmek, doğrulmak ve dirilmek anlamlarına gelir. Âyet, dünyada yapılanların hesabının hesap günü sorulacağı manasında olup son saat manasında değildir. Şirk, “şerike” fiilinden mastardır.Şirk ve aynı kökten gelen şirket, müşareket, sözlükte mülk ve saltanatta ortak olmak demektir. Bir şeyin birden fazla kişiye ait olduğunu ifade ederler.Falcılara, astrolojiye, burçlara inananlarda, çarpık da olsa bir inanç vardır.Bu inançları olmasa zaten bu tarz metafizik konularla aldatılamazlar. (Fâtır:14)
KİTAP
Kitap, iki şeyi birbirine dikmek anlamına gelen “ketb” mastarından türetilmiştir. Harfleri bir birine tutarak anlamlı kelimeler oluşturma sonucunda elde edilen metnin tümüne denir. Bir araya gelip toplandığından dolayı askerî birliğe de "ketîbe" denilir. (Sâffât:147)
Kitap, iki şeyi birbirine dikmek anlamına gelen“ketb” mastarından türetilmiştir. Harfleri birbirine tutarak anlamlı kelimeler oluşturma sonucunda elde edilen metnin tümüne denir. Bu manadan hareket edersek yapılan amellerin bir araya getirilmesine kitap, amel defteri veya âhiret sicili diyebiliriz. Yapılanların ayrıntılı bilgisinin, düzen ve sıra ile muhatabına hatırlatılmasıdır. (İnşikâk:7)
KURÂN
Kurân kelimesinin nüzûl sürecinde ilk geçtiği yer burasıdır. Kurân, fiil olarak"gufrân" ölçü­sünde okumak manasına gelen bir mastardır. Rağıb’a görede "Kurân lafzı "karae"fiilinden türemiş "Küfran, Reyhan" gibi  bir mastardır. Toplayıp bir araya getirme manasına gelen "el-kar" kelimesinden türemiştir. Karae kelimesi anlam olarak “okumak, öğrenmek, bellemek” gibi manalara sahiptir. (Bkz. Alak:1) Kelimeye okumak manası verilse bile her okumanın amacı öğrenmek olduğu için okumanın anlamı bile öğrenmektir. Bu kökü Kurân şeklinde mastara dönüştürdüğümüzde “öğreti” şeklinde bir mana çıkmaktadır. Fakat öğreti kelimesi genel bir anlamdır ve öğretinin, duyma ve görme yoluyla olduğu gibi daha birçok farklı şekli vardır. İşte karae kökünden gelen “öğreti” kelimesinin taşıdığı mana “okuma yoluyla elde edilen öğreti” şeklindedir. O zaman Kurân okuma ve anlama yoluyla size öğreten demektir. Bu ilâhî öğreti bazen İncil, bazen Zebûr, bazen de Tevrat şeklinde karşımıza çıkar ve Kurân hepsine birden kitap der. Alak sûresindeki oku, öğren emrine, burada o eğitim ve öğretimin zaman ve nasıllığına bir gönderme vardır. Âyetler 23 yıllık süreçte yapılacak metodu önceden öğretmektedir. Müzzemmil sûresi Hz. Muhammed’in şahsına münhasır emir ve öğretileri içerse de işaret ve delâlet olarak, resûlün misyonunu sürdürmek durumunda olan Kurân davetçilerini de muhatap almaktadır. Kısaca; Kurân mutlaka tertîl ile okunmalı ve Kurân'ın ağır bir sorumluluğu yüklediği asla akıldan çıkarılmamalıdır.(Müzzemmil:4)
KURBA
Kurân’da akraba kavramı “akrabîn”şeklinde geçer. “Sana ne infâk edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne infâk ederseniz işte o, anne-baba ve akrabalar (akrabîne) ve yetimler ve miskinler ve (ibnissebîli) yol çocuklarına. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o takdirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.” (Bakara:215) “Kurba’’ya akraba manası verilmesinin sebebi akrabaların da insana diğer insanlardan daha yakın olmasıdır. Kelimenin asıl anlamı ‘yakın olan’ demektir.Garip ise bu manadan türetilmiştir. Yakını, akrabası, sahibi olmayan, yakında olan kimsesiz demektir. Âyette; yakında olan, bilindik, tanıdık sahipsizler “garipler” şeklinde meallendirilmiştir. Çalışma gücü olduğu hâlde iş bulamadığı için muhtaç duruma düşmüş, yoksulluğun kendisinde mesken tuttuğu suskunlara da miskin denmiştir. İbn oğul, sebîl yol demektir. İbnissebîl; yol oğlu,yolcu, yolda kalmış, yeri-yurdu, barınağı sokaklar olanlardır. Sokağa atılmış,yola terk edilmiş evsizler ve köprü altı çocukları anlamındadır. “İbnissebîl”tabirini Abduh “yola terk edilmiş çocuk,kimsesiz çocuk” anlamında alır. Bir fıkıh terimi olarak ibnissebîl; kendi memleketinde zengin bile olsa, yolculuk sırasında fakîr ve muhtaç duruma düşen kimselere de denmektedir. (Rûm:37)
KÜFR
Küfr, bir şeyi örtmek anlamına gelir. Bu fiili yapana da “kâfir” denmektedir. Bu anlamıyla tohumu toprağa eken ve böylece onu örtüp gizleyen çiftçiye “küffar” denir. Kılıcı örttüğü için kınına, karanlığı örttüğü için geceye, yıldızları örttüğü için buluta da kâfir denir. Günahların örtülmesi için yapılması gerekeni yapmaya da aynı kökten gelen “keffaret” kullanılmıştır. (Bkz. Bakara:45.) Bir şeyi hiç yapılmamış gibi örtmek ve kapatmaya da “tekfir” denmiştir. Tekfir eden karşısındakinin imanını kapatmak istemektedir. Bu, Rabbimizin istemediği bir hükümdür; zira tekfir,teslim olan/müslim ile suçluyu/mücrimi bir tutmak olur ki bu yanlış bir hükümdür. (Bkz. Kalem:35-36)
MAL
Mal, “meyl” kökünden gelir. Meyl,orta yolu bırakıp iki taraftan birine yönelmek demektir. Bu meyil iyilik için olabileceği gibi kötülük için de olabilir. (Hümeze:2)
Meâric sûresinde, insanlığa Allah’a muhatap olacağı olgunluğa ulaşması ile vahyedildiği ve bu dönemin 50 bin yıllık bir dönem olduğu hakîkati yüksek bir belagat ile ifade edilir. Bununda amacı insanların din ile aldatılmamaları isteğidir. Kâhinlere, falcılara,medyumlara aldanıp geleceği/gaybı bildiğini iddia edenlerle resûllerin karıştırılmaması gerektiği gerçeği hatırlatılmaktadır.(Meâric:4)
Mekke’ye 45 km uzaklıkta yorgun düşmüş ordunun üzerine dağlara çekilen gruplar/ebabil havadan/tayran peş peşeve düzenli olarak ne atıyorlardı? Bu sorunun cevabını da bir alttaki ayetten okumaktayız. (Fil:3)
MEKR-KEYD
Mekrsinsi plân ve tuzak,hile manasındadır. Keyd, mekr’den daha kuvvetlidir. Biri sana “Şunu yapabilirim.” dediğinde bu mekr olmaz; ancak karşı tarafın bilmemesi durumunda mekr olur. Keyd ise bilinsin-bilinmesin bir başkasına zor kullanarak kötülük yapmaktır. Mâkir, mekr yapan kişidir ve kötülüğü, mağdûrun bilmediği bir yer ve yönden getirir. Bu âyetlerin vahyedildiği tarihlerde Mekke'de de benzer bir durumun ortaya çıkmış olması dikkate değer bir durumdur. Hz. Muhammed’e suikast plânı hayata geçirildiği takdirde, Hz. Sâlih gibi, Hz. Muhammed’in de cinayetin arkasını arayacak bir"velîsi" vardır ve bu "velî" amcası Ebû Tâlib'dir. Yani,eğer Mekke müşrikleri tasarladıkları saldırıyı gerçekleştirip emellerine ulaşabilirlerse, Peygamberimizin mensup olduğu Beni Haşim kabilesinin reisi Ebû Tâlib, kabilesi adına bu cinayeti işlemiş olanlara karşı bir kan davası iddiası ile ortaya çıkacak ve hak arayacaktır. Ama cinayet, çeşitli kabilelerden müteşekkil bir çete tarafından işlenirse fâil bulunamayacak, dolayısıyla Haşimoğulları’nında olaya karışan kabilelerin hepsiyle birden savaşması mümkün olmayacağından konu kapanacaktı. Mekke kodamanlarının plânladıklarının tarihin tekerrürü şeklinde Kurân’da sunulması, onların sinsi planlarını hicrete kadar deşifre etmekteydi. Hz. Muhammed diğer Nebî kıssalarının ardından pasajın sonunda şöyle teselli edilir: “Ve artık onlara üzülme! Ve onların kurduğu plânlardan bir sıkıntı içinde olma!” (Neml:70) Bir ülkede yönetim ve istihbarat ne kadar sağlıklı çalışırsa Hz. Süleyman örneğinde olduğu gibi orada, çete ve örgütlerin faaliyetleri o kadar kısıtlanır. Ancak istihbaratınız zayıfsa iftiralar, masum insanları çete veya örgüt kurmayla suçlama ve fâilimeçhûller o oranda artacaktır. (Neml:50)
MEKRÛH
Mekrûh sözlükte “çirkin bulmak, kötü görmek, istememek, meşakkat, sıkıntı, zorluk” gibi anlamlara gelen kerh kökünden türer. Mekrûhkelimesi “içerisinde zorluk ve sıkıntı bulunan, hoşa gitmeyen, çirkin ve kötü görülen şeyler” demektir. Bu âyet ve bağlamında kötülüklere sebep olan tutum ve davranışlar manasındadır. 22 ile 37. âyetler arasında dile getirilen mekrûh davranışları şu şekilde sıralayabiliriz:
1-Allah’la birlikte başka ilâhlar peyda etmenin oluşturduğu sınıfsalcı toplumun ürettiği düzenin kerih sonuçlar doğurup kötülüklere sebep olması. (İsrâ:22)
2-Ana babaya kötü davranmanın mekrûh görülmesi. (23-24)
3- Islâh edici amellerin sâlih niyetlerle yapılmaması (25)
4-İmkânların gariplerle miskin ve sahipsizlerle paylaşılmaması (26)
5- İhtiyaç sahiplerine hakkını verirken saçıp savurma, doğru hedefe ulaştıramama (27)
6- İsteyen bir kişiyi geri çevirirken onu incitme (28)
7- Cimrilik yapmamak, saçıp savurmamak (29)
8- Çocuklarınızı rızık endişesiyle ördürmeye kalkmamak (31)
9- Zinâya yaklaşmamak (32)
10- Haklı bir gerekçeye dayanmaksızın Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymamak (33)
11- Yetimin malına güzel ve uygun olmayan bir şekilde yaklaşmamak (34)
12- Verdiğiniz her (meşru) söze sâdık kalmak (34)
13- Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutmak, tartıp değerlendirdiğinizde dosdoğru kıstas ile tartıp değerlendirmek(35)
14- Bilgisizce, araştırıp öğrenilmeden birtakım konuların peşinden düşüp spekülasyonlar üretmek (36)
15- Kendini ayrıcalıklı zannedip kibir ve böbürlenmeyle, insanlara çalım satarak dolaşmak (37) (İsrâ:38)
MELÂİKE
Melâike, melek kelimesinin çoğuludur. Arap dil bilim uzmanları “melek” sözcüğünün kökeni ile ilgili olarak “kuvvet, yönetim gücü” anlamındaki “melk” kökünden türemiş olduğunu söyler. “Mim” ek olmayıp sözcüğün aslındandır. “Mülk, milk, mâlik ve melik” sözcükleri de bu kökten türemiş ve anlamlarını da bu kökten almıştır. Meleğin bir şeyi yönetmekle görevli güçler olduğunu söyleyebiliriz. (Tâhâ:116)
MELİK
Melik, sözlükte “sahip ve mâlik olmak” anlamındaki milk, mülk,melk kökünden türeyen melik kelimesinin çoğulu mülûk’tür. Hz. Süleyman’ı tanımayan Belkıs, meliklerin mülklerini bu şekilde büyüttüklerini hatırlatmaktadır. Erkek melleler zorba, kaba kuvvet ve savaş mantığı ile bakıp tek taraflı, hedefe odaklı iken; bayan yönetici annelik duyguları ile çok yönlü düşünerek arkada kalan kasabaların da bu savaştan olumsuz etkilenebileceğini ifade etmektedir. (Karye için bkz. Yâsîn:13) Tıpkı kraliçe karıncanın kolonisini koruma girişiminde olduğu gibi. Belkıs da halkını korumaktadır. Zira Süleyman ve orduları Sebe şehrinin yakınındaki Karınca Vadisi’ne kadar gelmişlerdir. (Neml:34)
METÂ
Metâ, kendisinden hemen lezzet alınan menfaattir. Kısaca metâsâbit, kâmil vedâim olmayandır. Zıddı nâimdir. Meta, dünyalık gıdalar için kullanıldığından, bu besinlerin geçiciliği de bir anlamda hatırlatılıyor demektir. En’âm kelimesinin tekili “ne’ame” şeklinde gelir. Daha çok develere mahsus bir isimdir. Bu kelime nimetle aynı köktendir. Deveye bu kelimenin verilmesinin nedeni Arapların yanında en büyük nimet oluşundandır. Tüm evcil hayvanları da kapsadığı söylenir. Çünkü yumuşaklık mânasına gelen “nuumet”den alınmadır. (Nâziât:33)
MİSKÎN
Miskîn, yoksulluğun mesken tuttuğu suskunlar garibanlar demektir. Türkçeye 'sürünen' olarak çevrilebilir. Metrabe, toprak demek olan 'turâb' kelimesinden mimli mastardır ve topraklan makanlamına gelmektedir. Âyette geçen 'zâ metrabe' deyimi, Türkçede “toza toprağa bulanmak” tabiriyle ifade edilen, fakîrlik ve şiddetli ihtiyaçtan kinâyedir. Yani, fakîrliğinden ve muhtaçlığından dolayı, üzerinde kendisini örtecek,altında da yere serecek bir şeyi olmadan toprağa yapışmış, aşırı yoksul, miskin demektir. Bu tür yoksullar için Türkçede “sürünmek” tabiri kullanılır. (Beled:16)
MUBÎN
Mubîn kelimesi sözlükte “kapalılığı ortadan kalkıp açıklığa kavuşmak” anlamındaki beyn (beynûnet) kökünün “if‘âl” kalıbından türeyerek “vuzuha kavuşan, açık seçik olan; açıklığa kavuşturan, açıklayan” mânalarına gelir (Lisânü’l-ʿArab, “byn” md.). Âyette“arabbiyyen” ile açık, fasih, anlaşılır kastedilmişken; mubîn ile açıklığa kavuşturan, açıklayan manası verilmiştir. Sonuç olarak açık ve açıklayıcı bir lisân ile Kurân, uyarıcılardan olması için emîn bir resul ile indirilmiştir. (Şuarâ:195)
MUHÎT
Muhît; kuşatmak, sarmak ve çevrelemek gibi anlamlar taşıyan ''h- y -t'' kökünün türemiş şeklidir. Hait,bir yeri çevreleyen duvar demektir. El-Muhît, her şeyi kuşatan sıfatlarının tüm tecellileriyle varlığı kuşatan demektir. İhâta, kuşatma demektir. Bu kelime cisimler için kullanıldığı gibi ilimle kuşatmayı da ifade eder: “Şüphesiz Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.” (Talâk:12) (Burûc:14)
MUHSİN
Muhsin kelimesinin nüzûl sûrecinde ilk geçtiği yer muhtemelen burasıdır. Sürekli ihsanda bulunan demektir. İhsan; yaptığı işi en iyi biçimde, güzel ve noksansız yapmaya denir. İhsan kelimesi, “husn” kökünden türemiş “ahsene” fiilinin mastarıdır. Muhsin kelimesi de bu fiilin ismifailidir, yani bunu ahlâk haline getirenlere denir. 
MURSEL
‘’Mursel’’ kelimesi irsâl kökünden türemiş olup “gönderilmişler” anlamındadır. Yine irsâl kökünden türemiş olan ‘’ersele’’ fiili, öznesi Allah olmak üzere “peygamber gönderdi/gönderir, bulut gönderdi/gönderir, rüzgâr gönderdi/gönderir” biçimlerinde Kurân’da birçok kez yer almıştır. Bu kök anlamı nedeniyle el-murselîn kelimesi tefsirlerde“bulutlar, rüzgârlar ve peygamberler” olarak değerlendirilmiştir. Bu manada “mursel”; gönderilen her âyet, alâmet ve işareti de kapsar. (Şuarâ:160)
MUSALLÎN
Musallîn; Allah'ın değerlerine sahip çıkıp destek olan ve Allah'a yönelenler manasındadır. Zıddı ile kullanımı Kıyamet sûresinin 31-32. âyetlerinde “sallâ/yöneldi - tevellâ/yüz çevirdi” şeklinde formülize edilmiştir. Ancak bağlamda bu yönelmenin Allah için olmayan sahte, gösterişçi bir görüntü olduğu anlaşılmaktadır. Burada Allah’ın değerler sistemine yöneliyormuş gibi yapıp sadece görüntü verenler kınanmıştır. (Mâun:4)
Musallîn; Allah'ın değerlerine sahip çıkıp destek olan ve Allah'a yönelenler manasındadır. Zıddı 17. ayette “edbera ve tevellâ” önemsemedi yüz çevirdi şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca Kıyamet sûresinin 31-32. âyetlerinde “sallâ/yöneldi - tevellâ/yüzçevirdi” şeklinde kullanılmıştır. Burada Allah’ın değerler sistemine yönelerek gereğini yapanlar manasındadır. (Meâric:22)
MUTMAİN
Mutmain; tatmin olmak,doygunluğa ulaşmak gibi manalara gelmektedir. Kullanıldığı bağlama göre doyumun nesnesi değişmektedir. Bakara 260'da Hz. İbrahim’in ölülerin nasıl diriltildiğine dair bilgisel bir tatmin ve iknadan bahsedilirken, Rad 28’de dünyada insanı tatmin edecek, gaybî sorularına cevap bularak doyuma ulaştıran tek kaynağın Allah’ın zikri olduğu ifade edilmiştir. Görüldüğü gibi mutmainlik eksikliğin, açlığın olduğu bu dünya için kullanılan bir kavramdır. Bu ayette ise ''mutmain'' kavramı ile, bağlamla uyumlu olarak dünyalıkların aşırı sevilmesi sonucu yetimlerin, miskinlerin mallarını helal-haram demeden yiyen, mal ve servet ile tatmin olmak isteyen kişinin tasvir edildiği görülmektedir. Burada sanıldığı gibi , genel olarak Kuran'daki çift anlatım üslubu gereği, iç huzura ermiş,tatmin olmuş iyi bir portre çizilmemektedir. Baştan sona aynı /tek portreden bahsedilmektedir. Sonraki ayetlerle düşünüldüğünde doyumsuzlukla tatmin olmuş nefsin kulluğa ve bu kulluğun neticesinde cennete girmeye daveti söz konusudur.Olup biten her şey de bu dünyada gerçekleşmektedir.  Kısaca, sûrenin ilk ayetinden son ayetine kadar karanlıkta kalmayı tercih edenlerin akıbetleri bir ibret olarak anlatılmış, aydınlığa, felaha ulaşmanın yollunun yetim ve miskini gözetip mal sevgisi ve biriktirme arzusunu tatmin etmekten vazgeçmek olduğu hatırlatılmıştır. Hatırlatma-Uyarı-Davet (Fecr:27)
MÜCRİM
Mücrim; cürüm, suç, günah işleyen demektir. Mücrim kelimesinin ismifail oluşu bu işi devamlı yaptığını bildirir. Yani cürüm işlemek onun bir vasfı/karakteri olmuştur. Yoksa bir-iki suç işleyene bu isim verilmez. Âlim sihirbazların kitap yüklü merkep derekesinden cennetlik bir mümin olma derecesine yükselmelerinin tek sebebi, inandıkları değerleri ölümü pahasına yaşama, hayata geçirme gayretleridir. Belki de Allah bazı kötülüklerde kullanılan bu şahsiyetli insanların dualarına icabet olsun diye Hz. Mûsa’ya öncelikli olarak asâ âyetini öğretmiştir. “Firavun’a git çünkü o haddi aştı.” âyetine bu mazlûm insanlara yapılan zorlamalar da dâhil olabilir. (Allahualem) (Tâhâ:74)
Cennet gibi sosyal bir hayat için güçlü bir adâlet ve cezalandırma sistemi olmazsa olmazımız olmalıdır. Günde 3 öğün beslenerek semiren mahkûmların, taşkınlık yapmaları kaçınılmazdır. Sadece günlük protein, karbonhidrat, vitamin ve mineral ihtiyacını karşılayan, lezzetsiz içecek ve yiyecekler verilerek taşkınlıkların ve hapishane isyanlarının önüne geçilebilir. Ceza infaz evlerinde mutlaka suçlular işledikleri suç ve mağdur ettikleri insanlar oranında sınıflandırılmalıdır. Yiyecek ve içecekler bile bu sınıflandırmaya uygun verilmelidir.  Fizikî olarak güçlü mahkûmların zayıf ve yaşlılar üzerinde tahakküm kurması engellenmelidir. (Vâkıa:56)
MÜTREF
Mütref, dilediğini yapan ve nimetleri bencilce israf eden, rahatı ve şımarıklığı için her türlü azgınlığı sergileyen demektir. Arapça “Te-Ri-Fe” den gelir, fiil şekli de “etrafa”dır. Lügatte, ‘olumlu manada sulu ve taze oldu, kendine has bolluk içinde semirdi, bitkinin suyu bol oldu’ manâsınadır. Bu fiilden türeyen turfa, az bulunan ve kıymetli olan şey demektir. Türkçede“turfanda sebze veya turfanda meyve” şeklinde hâlen kullanılmaktadır. Turfanda mevsimin ilk yetişen ürünleridir. Olumsuz manada dünya kaynaklarını bencilce tüketerek semiren, dünyayı çocuklarından miras aldığını unutup kendi mülkü zanneden,ahlâkî bir endişe taşımadan zevke dayalı bir yaşam süren herkes mütreftir. İfrat ve tefrit de bu köktendir; aşırı gitmek, ölçüyü kaçırmak, eksiltmek,azaltmak demektir. Sosyolojik açıdan bir toplum harcayamayacağından,ihtiyacından fazlasını emeksiz elde ederse toplum çürümeye başlar. Tıpkı aşırı su verilen bir bitkinin köklerden başlayarak çürümesi gibi. (Vâkıa:45)
Mütref, dilediğini yapan ve nimetleri bencilce israf eden, rahatı ve şımarıklığı için her türlü azgınlığı sergileyen demektir. Arapça “te-ri-fe”den gelir, fiil şekli de “etrafa” dır. Lügatte, ‘olumlu manada sulu ve taze oldu, kendine has bolluk içinde semirdi, bitkinin suyu bol oldu’ manasındadır. Bu fiilden türeyen turfa, az bulunan ve kıymetli olan şey demektir.Türkçede “turfanda sebze veya turfanda meyve” şeklinde hâlen kullanılmaktadır.Turfanda mevsimin ilk yetişen ürünleridir. Olumsuz manada dünya kaynaklarını bencilce tüketerek semiren, dünyayı çocuklarından miras aldığını unutup kendi mülkü zanneden, ahlâkî bir endişe taşımadan zevke dayalı bir yaşam süren herkes mütreftir. İfrat ve tefrit de bu köktendir;aşırı gitmek, ölçüyü kaçırmak, eksiltmek, azaltmak demektir. Sosyolojik açıdan bir toplum harcayamayacağından fazlasını emeksiz elde ederse toplum çürümeye başlar. Tıpkı aşırı su verilen bir bitkinin köklerden başlayarak çürümesi gibi. Zevkler bireyi ve insan ilişkilerini çözerken, dert ve sıkıntılar insanları bir arada tutarak olgunlaştırır. Müşriklerin güçlerine rağmen mütref yaşamaları, sıkıntılarla birbirine kenetlenen müminlerin başarısına yardım etmiştir. Birlikte yaşamak için bencilliği bir kenara bırakıp paylaşmak olgunlaşmanın aslî şartıdır. Paylaşmadığımız her nimet zahmete dönüşerek bedenimizi ve insanlığımızı çürüten bir yüke dönüşecektir. Mütref yaşam, ihtiyaçlara değil zevklere dayalı yaşamdır. Hz. Muhammed’e ilk karşı çıkanlar mütref bir hayat yaşayanlardı. Azgınlaştıran zenginlikten ve bezdiren fakîrlikten kurtulmanın yolu sade bir yaşam tarzını benimsemektir. Dünya kaynakları açısından da bu en ideal olanıdır. Mütref yaşam bir tür bağımlılıktır. Bu bağımlılığın yolu haksız kazançla hakka girmekten geçer. “Emernâ”kelimesini “emmernâ” şek­linde okuyanlara göre âyetin mânası şöyle olmaktadır:“Bir ülkenin altını üstüne getirmek istediğimizde oranın şımarıklarını ve azgınlarına emir yetkisi ile iş başına getiririz.’’ şeklinde anlaşılmıştır. Âyetin baş kısmı, müfessirler tarafından şöyle de anlaşılmıştır: Bir ülkenin altını üstüne getirmek istediğimizde, o ülkenin varlıklı ve şımarmış kişilerini çoğaltırız. Bizce ikisi de doğrudur. Zira bunlar birbiri ile alâkalı unsurlardır. Biri olunca hâliyle diğeri de oluşacaktır. Eğer yaşadığınız toplumda mütref şekilde yaşayanlar fazlalaşıyorsa ve hukuka, siyasete, temel insanî ihtiyaçlara ve değerlere nüfuz ediyorlarsa artık sıradan halk için hayat yaşanmaz hâle gelecektir. Zira mütrefler şımarık tavırlarla size tepeden bakar,emreder, sizi aşağılar, elinizdekini alır ve yargı önüne bile çıkmadan saltanatlarına, dünya kaynaklarını bencilce sömürmeye devam edeceklerdir. Mütreflerin olduğu toplumlarda ekolojik denge ve gelir dağılımı bozularak uçurumlar oluşur. Canlılar ve dar gelirliler bu şartlar altında yaşam alanları daralarak daha da köleleşir ya da suça meylederek yine kendi gibi ezilen topluma zarar verir. İşte Kurân buna fesât demektedir. Allah’ın bu tarz toplumlarda yasası o kadar değişmezdir ki bunu İslamî inançtaki ülkeler de yapsa sonuç kaçınılmazdır. Ayaklar baş, başlar ayak olursa toplum hercümerç olarak alt üst olur. Bu sorun şehirleşme nimetinin yan tesiri, birlikte yaşamanın verdiği güç ve imkânlara yapılan bir nankörlüktür/şükürsüzlüktür. Mütrefleşme Hz.Nûh sonrası daha fazla şehirleşen nesillerin sorunu hâline gelmiştir ve maalesef akıbetler genelde aynıdır. (İsrâ:16)
NÂR
Nâr; bir şeyin ısıdan parlaması,kızararak aydınlatmasıdır. Devenin üzerine damga koymak anlamındaki `n-v-r’ kökünden türeyen bu kelimenin (çoğulu nîrân) sözlük anlamı ateş, görüş, alâmet, gövdeye basılan damgadır. Bunun Allah’a izafe edilerek kullanılması çok ilginç bir detaydır. Nâr, Allah’a izafe edilir. (Nârullah) Ancak, cehennem“cehennemullah” şeklinde hiçbir yerde asla Allah’a izafe edilmez. Yani Allah cehenneme sahip çıkmaz. “Ey Mâlik! Rabbin bizim üzerimize hüküm versin” diye seslendiler. (Malik): “Muhakkak ki siz,kalacak olanlarsınız.” dedi. Zuhruf:77 Âyette cehennemin sahibi olarak mâlik isimli bir meleğin zikredilmesi cehennemin Allah’a isnat edilmediğinin açık ve net bir ifâdesidir. “Allah’ın nârı/Allah'ın ateşi” sadece bu âyette kullanılır. (Hümeze:6)
NEBÎ
Nebî kelimesi, yükseklik anlamına gelen “nübüvvet” kelimesinden türemiştir. Buna göre “nebî“, her bakımdan yüksek bir makamdan önemli ve hayatî haber alan, bu haberi yaşamakla mükellef olan, insanlara doğru ve önemli haber getiren kimse demektir.  Nebî’nin çoğulu “enbiya” ve “nebiyyûn“dur. Nübüvvet, elçilik görevinin daha çok Allah’a bakan yönünü risâlet ise insanlara bakan yönünü ifade eder. (Meryem:30)
NEFS
Nefs; nefes alan, canlı manasındadır. İnsan mânasına ve tüm canlılar anlamına da gelir. Çoğulu“nüfus”tur, “enfus” formunda da gelir. “Külli nefsin zaikatul mevt“ âyetinde her nefes alan, yani her canlı ölmek zorundadır manası da vardır. Nefes,canlılık belirtisidir. Nifas, kadının nefes olan bir canlı dünyaya getirmesi manasında doğum yapmasıdır. Bir de bu âyetteki gibi ahiretteki insanı anlatan âyetlerde de 'nefs' kavramı kullanılır. Özetle nefs kişinin bedenle oluşturduğu bütün yani kendisi demektir. (Yâsin:54)
RABB
Er-Rabb; terbiye eden, terbiyesinde eşsiz benzersiz olan demektir. Rab mastarı “terbiye etmek” yani, “ıslah etmek, yetiştirmek, bakmak, göz kulak olmak” mânalarına gelir. Terbiye, bir şeyi basit halinden kemal noktasına doğru aşama aşama inşa edip geliştirmektir. Kemale ulaşmak için ilahi terbiyenin önemi vurgulanmaktadır. (Nas:1)
RESÛL
Resûl, elçi demektir. Kur’an’da bir yerden aldığı bilgiyi başka bir yere eksiltip arttırmadan olduğu gibi taşıyan elçilere resûl denmiştir. “Allah, meleklerden de insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah,işitendir, görendir.” (Hac:75) Allah’ın her şeyi işitip görmesine rağmen kulları ile olan iletişimini elçiler ile yapması onun görmediği, duymadığı gibi bir yanlış anlayışa sebep olmaması için âyetin sonu Allah’ın her şeyi işitip gördüğünü vurgulayarak sonlanmaktadır. Elçiye ihtiyacı olan insandır. Zira insan gayba imanla mükellef sınırlı ve âciz bir varlıktır. (Meryem:19)
Resûl, nüzûl sırasına göre ilk kez bu âyette resûl/elçi olarak zikredilmiştir. Bu kelime  "risl" kökünden türemiştir ve kök anlamı ‘saçak’tır. "Risl"sözlükte, yerine getirmek üzere gitmek, yumuşaklık ve kolaylık üzere göndermek demektir. "Resûl",hem gönderilen mesaj, hem de mesaj yüklenip götüren anlamında kullanılmıştır. Hz. Muhammed’e neden Kurân’ın indirileceği ve neden tertîl ile onu öğrenmesi gerektiği dolaylı örneklerle izah edilmektedir. Hz. Peygamber’in şâhitliği, onun mesajı mükellef olan kullara ulaştırması ve yaşayarak  “en güzel örnek/üsve-i hasene” oluşudur. (Bkz. Hac 78, Bakara 143, Ahzab 45)
Bazı araştırmacılar nebî kelimesi ileaynı kişiyi işaret etmesi bakımından resûl kelimesini eş anlamlı kabul edip nebîden ciddi bir farkının olmadığını söylemiştir. Fakat kelimelerin kullanıldığı yerlere ve bağlama bakarsak aralarında ciddi bir fark olduğu görülecektir. Resûl/elçi Kurân’da Allah’tan başkasının elçisi olarak da kullanılmıştır. (Bkz.Neml:38) Ancak Nebî, sadece Allah ile özel bir iletişimde olan, haberler alan insanlar için kullanılır.(Bkz. Ahzab:40) Zaten Nebî, seçilmiş kul ile Allah arasındaki iletişime; Resûl ise kul ile diğer kullar arasındaki iletişime bir göndermedir. Bağlamda elçinin risâleti iletme, sağlıklı ulaştırma görevi üzerinde durulduğundan resûl kullanılmıştır. Resûlün Türkçesi elçi, Nebînin Türkçesi ise peygamberdir. (Müzzemmil:15)
RIZIK
Rızık,  ‘ra-ze-ka’ fiilinden türemiş bir isimdir. Çoğulu erzaktır. Faydalanılması için verilen bağış, pay, hisse,nasip, haz, gıda ve mutlaka kendisiyle faydalanılan her şey anlamlarına gelir. Rızık boğazdan geçen azıktan çok daha geniş kapsamlıdır. Aldığımız nefes de dâhil her şey rızıktır. İntihar eden biri kendi iradesi ile hayat denen muhteşem rızkı elinin tersiyle itmiş olur. Bu dünyayı isteyene istediği verilir. Dünya ve âhireti de isteyene/dileyene her ikisi de verilir.(Bkz. Bakara:200-202) Burada belirleyici ve öncelikli olan kulun tercihidir. Eğer âyet ‘Allah dilediğine rızkı genişletir.’şeklinde meallendirilirse, bu kaderci bakışın önünü açıp yanlış anlaşılmalara sebep olacaktır. Oysa ‘dileyene’şeklinde meallendirilirse imtihanın,emeğin, çalışmanın, gayretin önemi vurgulanır ve kaderci bakış düzelir. “Muhakkak ki bunda, inanan bir kavim için âyetler vardır.” Hakîkî manada istemenin bu uğurda sarf edilen emeğin, çalışmanın, gayretin ne kadar değerli olduğuna inananlar için mutlaka âyet, ders ve deliller vardır. (Bkz. İnsan için, emeğinden başka bir şey yoktur. Necm:39) (Rûm:37)
RÛH
Rûh; vahiy ve vahyi Allah’ın seçtiği kimseye ulaştıran aracı melek, melekî güç anlamında kullanılır. Nitekim Cebrail, Kur’an’da “ruhul emin/güvenilir ruh” olarak nitelendirilir.(Ruh kelimesi hakkında geniş bilgi için bkz. Kadr:4) “Ve işte böylece sana emrimizden bir rûh vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun ve lâkin O'nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidayete erdiririz…” (Şura:52) Ruh,Kurân’ın genelinde hayata anlam ve amaç katan ilahi bilginin adıdır. Bakara sûresi 30 ve devamında anlatılan Hz. Âdem’e üflenen ruh da ilahi bilgi manasındadır. Ruh, Hz. Âdem’in hayatına yeryüzünün halifesi olma gibi bir amaç, anlam ve sorumluluk yüklemiştir. Hz. Meryem’in de hayatındaki bu anlam ve amaç arayışı onu toplumdan uzaklaşmaya itmiş olabilir. Gençlerdeki kimlik arayışı onların daha anti sosyal bir ruh haline bürünmelerine sebep olmaktadır. Yaşın ilerlemesiyle genç, kendine belirlediği ilkeler ve kimlik arayışını sonlandırıp istenen role doğru sosyalleşecektir.
SABIR
Sabır; direnmek, sıkıntılara göğüs germek, kararlı olmak demektir. Cemîl, olumlu özelliklerin bir arada olması/cem olmasıdır. ‘Sabrun cemîl’;Yusuf:18’de şikâyet etmeden, yük olmadan, safını kaybetmeden yapılan olumlu, iyi, güzel direnişlerin tamamına denir. Sadece iftiralara,sıkıntı ve zorluklara tahammül etmek değil, doğru olanı insanlara ulaştırmada da yapılan hikmetli mücadelenin adıdır sabrıcemîl. (Meâric:5)
SADR
Sadr, her şeyin ön ve baş tarafı manasındadır. Sadr-ı İslam: İslam’ın başı, ilk yılları. Sadru'l- Kelam: Sözün başı. Sadr-ı Azam ise başvezir manalarındadır. Görüldüğü gibi sadr sadece göğüs demek değildir. Âyette, hem duygulardaki hem de düşüncelerdeki vehimler kastedilmektedir. Bu ikisini kasıtla ayette sadrın çoğulu sudur kullanılmıştır. Kur’an bu iki merkezi birbirinden ayırmaktadır (Bkz. Ahzap: 4) (Nas:5)
SALÂT
Salât; namaz, dua, yöneliş manasında kullanılmakla birlikte lügat manası olan destek anlamında da kullanılır. “Kâme” ayağa kalkmak,dikilmek fiilinden türeyen “ekîmu, yukîmu, , kâimun, ekâmtum” kelimeleri ile birlikte geçer.  Salât hiçbir âyette Türkçede “namaz kılmak” mânasına gelen “eddâs’salâ, eddûs’salâ, edeytumus’salâ’’ yani “namazı eda etmek” gibi“eda” fiili ile birlikte kullanılmamıştır. Zira malumun ilamı abestir. (Neml:3)
SÂLİH
Sâlih, kelimesinin kökü sulh’tur. Sulh ve salâh Arap dilinde;bozgun, nefret, kötülük, kavga, çekişme ve didişmenin zıddı demektir. Barışı önceleyerek başkalarını ıslâh etmeyi hedefleyen tüm amellere sâlih amel denir. Sâlih amel yapanların imanlarının kabul edileceği ve bunların mümin olarak isimlendirilerek Allah’a geleceği ifade edilmiştir. (Tâhâ:75)
SECDE
Secde, bir anlamda üstün bir varlığın önünde, onu büyüklemek ve kendini o varlığın karşısında küçük görmek üzere saygıdan eğilmektir. Sihirbazların Hz. Mûsa’nın önünde eğilmesi, meleklerin Hz. Âdem’in önündeki secdesi gibidir. Secde kelimesinin ilk ortaya çıkışı, “devenin sahibini üstüne çıkarması için boynunu eğmesi” ve “meyve yüklü hurma dallarının, sahibinin rahat uzanıp toplamasına elverişli olarak eğilmesi” anlamındadır. Günümüzde ise secde denince ilk olarak, namazın erkânından olan ve ibadet kastı ile alnın yere konulması şeklinde yapılan eylem akla gelmektedir. Dolayısıyla da secde etmek eyleminden“ibadet etmek” anlamı çıkarılmaktadır. Hâlbuki secde kelimesinin esas anlamı,boyun eğmek, itaat etmek demektir. İbadet ve saygı için alnın yere konması ise,itaat ve boyun eğmenin sadece bir simgesidir. “Harrû sücceden” ifadesi bu saygının yere kapanarak yapılmasıdır ki Kur’an’da da geçer. “Onlara, Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman secdeye kapanır ve ağlarlar.” (Meryem:58) Râzî, Âdemoğlu’nun emrine amâde olan meleklerin özellikle “yeryüzü melekleri”olduğunu söyler. Hz. Âdem’in yeryüzünün halifesi olabilmesi için yeryüzünün güçlerinin/meleklerinin kendisine boyun eğmesi gerekmektedir. Bu güçlere yani tabiat kanunlarına boyun eğdirmenin tek yolu da ilahî bilgi ile donanmaktan geçer. Kur’an bu bilgiye hayata anlam ve amaç katan ‘rûh’ demektedir. (Tâhâ:116)
Secde, sözlükte eğilme ve boyun büküş demektir. Kurân’î ilkeleri kabullenmek, onlara inanmak manasında bir kullanım yapılmıştır. Ebû Müslim,bu âyetteki secde için ‘boyun eğmek ve itaat etmek’ mânasının kastedildiğini söylemiştir. (Râzî) Bu âyet okunduğunda secde etmenin vacip veya sünnet olmadığı kanaatindeyiz. Zira bir sonraki âyetteki tekzib/yalanlama, secdenin karşıtı olarak kullanılmıştır. (İnşikâk:21)
SELÂM
Selâm; barış, huzur, esenlik, saadet, manalarını kapsar. Bu selamete ulaşmanın şartı Rabb'in iznidir. O izin, Allah’ın emir ve yasalarına uygun davranmaya bağlıdır. Allah’a iman etmemiş birinin dahi fıtratına uygun yaşadığı, Allah’ın yasakladığı kötülüklerden uzak durduğu ve iyiliği de yaydığı ortam barış ve selamet ortamı olacaktır. 1, 4 ve 5. âyetlerde ''onu, onda ve o'' zamirleriyle kastedilenin vahiy olduğu anlaşılmaktadır. Esasen bu üç zamirle vurgulanan; vahyin bir yer, zaman ve insana inzal olduğunda o yer, zaman ve insanı nasıl değerli bir hâle getirdiğidir. Kadir Gecesi de bu değerini vahiyden almaktadır. Yoksa yer, zaman ve insanın tek başına bir değeri yoktur.(Kadr:5)
SEMÂ
Semâ kelimesi  ‘yükseklik, yücelik’anlamındaki es-sümüvv kelimesinin türevlerindendir. Her yüksek veyüce şeye es-semâ denilir. Gökyüzüne semâ denilmesinin sebebi yeryüzünden yukarıda olmasıdır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe de semâ denilir.Ayakkabının üstü semâ’dır, evin tavanı da semâ’dır. Hayvanın üst tarafına “semâ”, alt tarafına “ard” denmektedir. Demek ki “semâ” demek üst tarafımız, “ard” da alt tarafımızdır. (Lisanül-Arab)(İnşikâk:1)
Semâ, ‘yükseklik, yücelik’ anlamındaki ‘es-sümüvv’ kelimesinin türevlerindendir. Araplar ayakkabının üstüne bile semâ demektedir. Semâ, üzerimizdeki en yakın gök olacağı gibi içerdiği gök cisimleri ile birlikte tüm uzay manasında da kullanılır. (Bkz. Müzzemmil:18, Şems:5, Burûc:1, Târık:1, Nâziât:27) (İnfitâr:1)
SEVVÂ
Sevvâ kelimesinin aslı ‘s-v-y’ dir. Metre ve tartı gibi ölçümlerdeki denkliği anlatır. Seviye aynı köktendir. Aşağıda ya da yukarıda (ifrat veya tefritte) değil, düzgün bir seviyede mânasındadır. Bu âyette ise ölçülü ve amaçlı yaratılış mânasındadır. Çünkü Allah her şeyi bir amaca binaen yaratmıştır.Hiçbir şey boş yere değildir. Yani yarattı, sonra da yaratılış amacını içine koydu. Veya onu bir düzene koydu. (Nâziât:28)
Sevvâ,  “tesviye” kökünden gelir. Vücûdun en ideal şekilde düzenlenmesi, yararlanmaya hazır şekilde yapıldığını anlatır. Fe’adaleke; mutedil kıldı, dengeye ulaştırdı manalarına gelmektedir. İnsan olmayı becerebilmek için öncelikle yaratılışımızda var olan düzen ve denge hâline ulaşmamız gereklidir. Dengesizlik ve adâletsizlik fıtratla savaşmaktır. Kerîm olan Rabbin en öncelikli nimeti, ideal kul ve yeryüzünün halifesi olma potansiyelinde yaratılmış olmamızdır. Bu potansiyelin/fıtratın insanı gurura/aldatmaya düşürmemesi için sûre afâktaki âyetlerden enfûs âyetlerine güzel bir geçiş yapmıştır.(Bkz. Fussilet:53) (İnfitâr:7)
SIRÂT
Sırât; cadde, ana yol, işlek ve büyük yol anlamına gelir. Es-sırât,Allah’ın yolu demektir. Sırâtı müstakim, dosdoğru yol anlamındadır.İki nokta arasındaki en kısa çizgiye de denir. Kısaca hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğru demektir. Bu yol sapmaya ihtiyaç duyulmadan ilerlenen yol demektir. Kur’an-ı Kerim’de 32 âyette geçen sırâtı müstakiminKur’an’daki benze kullanımları şunlardır: Es-sıratu’s seviyy, düz yol(Tâhâ:135, Meryem:43). Sevâu’s-Sırât, yolun doğrusu (Sâd:22). Sebîlu’r-Reşad, muradaerdiren yol (A’râf:146, Mümin:38, 39). Sırâtımüstakimin Kur’an-ıKerim’deki zıddı sırâtı cahîm/cehennem yoludur. (Sâffât:23, Nisâ:168,169) (Meryem:34)
SİHR
Sihr kavramı, nüzûl sürecinde ilk defa Müddessir sûresinde geçmiştir. Kurân’ın belağatinin etkileyiciliğini göstermek ve arttırmak için vahiy düşmanının dilinden bir itham olarak kullanılmıştır. Türevleriyle birlikte Kur’an-ı Kerim’de 60 yerde geçer. Dilde, gizli bir sebeple insanın gözünü ya da aklını yanıltan şey demektir. Günümüzdeki karşılığı illüzyondur. İllüzyon, seyreden kişinin bir sihirbazın/illüzyonistin yaptıklarını farklı yorumlayıp algılaması temeline dayanır. Bu kelime aynı zamanda aldatmak manasına gelir. “Seharehu.’’, ‘’Onu aldattı.” demektir. Eğer Hz. Mûsa İsrailoğullarını alıp çıkarsa bu haber Mısır’da  yayılacak ve Firavun emeklerini sömürerek köleleştirdiği tebasını kaybedecektir ki, bu da Firavun’un iktidarının zayıflayarak saltanatını kaybetmesiyle sonuçlanacaktır. Bunu engellemek için Firavun ve kurmayları aşağıdaki teklifle gelir. (Tâhâ:57)
SUDÛR
Sudûr,  sadr’ın çoğuludur. Sadr, her şeyin önve baş tarafıdır. Sadrıislam, İslam’ın başı, ilk yılları mânasınadır. Sadrulkelam, söz başıdır. Âyetteki sadr kullanımı,sorunların temel çıkış noktasına/başına bir göndermedir. Âyette sadece ‘’Allahbilir.’’ denmemesi güzel bir detaydır. Rabb olan bilir ve öğretir. İlâhî yönlendirme ile terbiye olan göz, olayların âhirini görecek bir basîret kazanabilir.Dünyadan değil de âhiretten bakan, cilalanmış imajların altında yatan asılresmi görecektir. (Neml:74)
SULTÂN
Sultan,  “selata” kökünden gelir. Selata, nüfûz ve etki altına almak demektir. Sultan kelimesi de, bu kökten türemiştir.Üstünlük, ga­lebe çalma ve istilâ anlamında mastardır. Kurân’da “sultan”  genellikle üstünlük sağlayan, kendisine tâbi olunan, ikna edici ve güçlü burhan ve hüccet mânasına gelir. Şirkin aklî, ilmî, insanî hiçbir delili ve ikna edici mantıklı bir gerekçesi yoktur. (Rûm:35)
SÜBHÂN
Sübhân kelimesi  “gufrân” gi­bi mastardır. Şu halde sübhân kelimesi, noksanlıklardan ve acz sıfatlarından uzak­laşmak, arınmışlık anlamına gelmektedir. Bu nedenle sübhân kelimesi için tenzih, teşbih ve takdis anlamında sadece yüce Allah için kullanıldığından Allah’ın fiillerinden bir sıfat diyebiliriz. (Sâffât:159)
ŞER
Şer;sözlükte, istenmeyen, arzu edilmeyen, her açıdan kendisinden kaçınılan şey demektir. Şer; iblise, cehenneme, beşerlere, belâlara ve hastalıklara izâfe edilir; ancak asla Allah’a izâfe ve isnat edilerek kullanılmaz. Bu âyetlerde herkese amellerinin karşılığı verilecek denilmek yerine, herkes amellerini görecek (yerahu) denilmektedir. Yani bu âyetler ödül ve ceza ile ilgili değildir. Zaten 6. âyette insanların yaptıklarını görmeleri için toplanacakları bildiriliyordu. Yapılanları görüp hesaplaşıldıktan sonra ödül veya ceza belli olacaktır.(Zilzal:8)
ŞEYTÂN
Şeytân kelimesi iki köke dayandırılır. Bunlardan biri olan eş-şetanu, çok sağlam ve uzun ip, halat anlamına gelir. Şetanean, uzaklaştı; şatın, haktan uzaklaşan demektir.  Araplar gece sinsice gelip uyuyana zarar veren yılana da şeytan derlerdi. Eğer kelime ş-t-n değil de ş-y-t kökünden türetilmişse o zaman kök anlamı yanmak, öfkeden yanıp tutuşmak anlamına gelir. Kur’an’da şeytanın Allah ile ilişkisinde ‘iblis’ sıfatı ile anılır. Zirâ şeytan Allah karşısında umut kesmiş, iflas etmiştir. İblis’in insan ile ilişkisinde ’şeytan’ sıfatı kullanılır. İnsanı ayartan sinsi düşmandır. Bakara 34 ve 36 buna örnektir.Görünen ve görünmeyen insan ve cin her tür kötülük için kullanılır. Kurân’a göre şeytan insanın apaçık düşmanıdır. (Furkân:29)
Şeytân kelimesi, Arapça ‘ş-t-n’ fiilinden türemiştir. ‘Ş-t-n’ fiili, uzaklaşmak manasına gelen bir fiildir. Doğruluk, erdem, merhamet, güzellik, iyilik, paylaşım ve insanî değerlerin tamamından uzaklaştıran bütün fiillerin otak adıdır. Şeytân, İblis gibi özel birisim değil bir sıfattır. Şeytânlar bir ırk veya insandan farklı bir tür ismi değil ortak kötülüklerin tamamını ifade eden sıfatların genel adıdır. Kurân’ın indirilmesi, insanî değerleri yok eden ortak kötülükle savaşılması içindir. Kurân, şeytânî plânlara alet edilmemelidir. Zira onu şeytânlar indirmedi.(Şuarâ:210)
ŞİİR
Şiir kelimesi, Arapçada kökeni kıl/tüy/saç anlamına gelen şe’r (ş-a-r) kelimesine dayanır. Buğdaydan farklı olarak ucundaki ince kılçık sebebi ile arpaya da şair denilmiştir. Şair için bu kelimenin kullanılması onun ince zekâsından ve duyarlı bilgisinden dolayıdır. Yüzlerce tanımı yapılmış olan şiir kısaca bir benzetme sanatıdır. Sembol anlamına gelen şiarla da bağı bu sebeptendir. Şiir biraz daha duyguya yakın bir sanat olduğundan, âyet inanma ve güvenmeye atıfla sonlanmıştır. Zira Kurân’ın kafiyeli cümle sonları ve ses uyumu muhataplarını etkilemekteydi. Bu hissi etkilenmeye bakıp Kurân’ı bir şiire, resûlün de bir şaire benzetilmemesi gerektiği hatırlatılır. Amaç şiiri ve şairi kınamak değil Kurân’ın maksadının doğrudan bu olmadığını ortaya koymaktır. Kur’an’ı tecvit kurallarına uyarak sesi ve nağmeyi öne çıkarmaktan başka bir amaç gütmeyenlere,manayı önemsemeyenlere yapılan bir uyarı vardır. O uyarı da Kurân’ı; şiire, naata, kasideye indirgememektir. Saf mana üzerinden yapılan zannî/spekülatif yorumlar için de şöyle bir uyarı gelmektedir: (Hâkka:41)
ŞUÛR
Şu’ûr kelimesinden maksat açık duygu ile hissetmektir, dalgınlığın zıddıdır. İdrakin ilk basamağı, fikrin ilk varış derecesi, ilk doğuş hâline şuûr denir. Aynı kökten olan şiâr; işâret, sembol anlamına gelir. Şiâr, şuûru uyandırmak içindir. Semboller, dış görünüşlerinden çok daha büyük anlam ve değer taşır. Şâir kelimesi, hem muhatabında bir his ve düşünce uyandırmasına hem de şâirin ince zekâsı ve duyarlı bilgisine âtıfla kullanılır. (Şuarâ:113)
ŞÜKR
Şükr kelimesinin sözlük anlamı“Hayvanın yediği besini, verdiği süt ve semizliği ile belli etmesi” demektir.(Lisanü'l-Arab) Kelimenin bu anlamı biraz daha açılacak olursa şükür; “beslenen hayvanın, yediklerinin karşılığını maddeten vermesi”, yani “bir tavuğun yumurta, bir ineğin süt, bir koyunun yün vermesi ve her üçünün de et verecek şekilde semirmesi” olarak tanımlanabilir. (İnsan:3)
TAĞA
Tağâ, suyun yatağından taşması anlamına gelir. Câriye; suda akıp giden, hareket eden gemi manasında olup Nuh’un gemisine işaret eder. Çünkü geminin isimlerinden biriside câriyedir. El-Cerâr câriyeler/gemiler manasında Rahmân 24’te de kullanılmıştır. Zımnen, sizi gemi değil felâket gerçekleşmeden önce elçisine bildiren Rahmân olan Allah kurtardı. (Hâkka:11)
TAĞUT
Tağut; sınırı, haddi aşmak manasında tuğyandan türeyen bir sıfat olarak tanımlanmıştır. Kelimenin kökü olan “tağa’nın Kur’an’daki kullanımı, Hakka:11'de Nuh tufanı bağlamında suyun yatağından taşmasıdır. Alak 6. ayetteki “Yetğâ”; insanın sınırını/haddini bilmeme hâli iken, buradaki kullanım toplumsal ve sistemsel bir hak hukuk tanımamaya işaret etmektedir. Helak olan kavimlere verilen imkanlar yağmur gibi rahmet iken, onu yönetememek suyun yatağından taşması, sınırını aşmasına yol açmış, rahmeti zahmete dönüştürmüştür.  (Fecr:11)
TÂİR
Tâir, “kuş” manasına gelen tayr’dan gelmektedir. Araplar bir kuş uçurur, kuş sol tarafa uçtu­ğunda bunu uğursuz, sağa uçtuğunda uğurlu sayarlardı. Atâ b. Ebû Rebâh, bunun kuşlarla açılan faldan geldiğini söyler. Kısaca bu yönteme, kader ve kısmeti belirlemek ve geleceği okumak için başvururlardı (Râzî). Âyetteki ‘boynuna’ifadesi ise gereklilikten kinayedir. Meselâ “Bu iş boynumun borcu” demek gibi.Yapılan tercihlere kuşun değil, insanın karar verdiğine ve insanın amellerinin kendisinden ayrılmayacağı, talih, şans, alın yazısı, nasip, kısmet gibi söylemlerle sorumluluktan kaçılamayacağı, kişinin kendisinden tercihlerini uzaklaştıramayacağı, tercihlerinin kıyam günü karşısına ayrıntılı olarak serileceği, orada da yapılanların yapanla birlikte olacağı haber verilir. İsrâ olayının ardından gerçekleşecek hicretin senelere yayılan stratejik bir plân ile olması şansa, kısmete bırakılmaması gerektiği de vurgulanır. Zira insanlar genelde plânsızlık ve özensizlik sonucu maruz kaldıkları olumsuzluklara karşı kader, alın yazısı, nasip, şans, kısmet vs. kelimeler üretmiş ve bu bahanelerin arkasına sığınarak sorumluluktan kaçmış, öz eleştiriden uzaklaşmıştır.Tesadüfen/şansa veya alın yazısı olarak kimse ne cennete gidebilir ne de cehenneme düşebilir. Cennetvârî bir hayat da tesadüfî değildir. Uhud harbinde harp taktiğini tam uygulamayan ashâb, mağlup duruma düşünce “Bu nereden başımıza geldi?” dediler. Hz. Peygamber’in ‘’Nasip değilmiş, mukadderat, ilâhî takdir veya kaderimizmiş/alın yazımız!’’ demesi istenmedi ona Rabbimiz “De ki o, kendi yüzünüzdendir.” şeklinde vahyetti. (Bkz. Âli İmran:165) Dikkat edilirse âyette kuşu/tercihleri insanın kendine bağlayan “elzemnâ” fiilinin fâili Allah’tır. Demek ki amellerin boyuna yüklenmesi sorumluluğunu Allah üstlenmiş ve yapılanları kayıt altına aldırmıştır. Buradaki kitap âhiret sicili/amel defteridir. Buradan şu anlaşılıyor ki, adâletin tecellisi için suçun ve suçlunun sesli, görüntülü kaydının olması davaları hızlıca neticelenmesinde çok belirleyicidir. (İsrâ:13)
TAKVA
Takva, veka fiilinden gelir. Bu fiilin mastarı olan'vikaye, tevkıye, vikae' kelimeleri sözlükte, ‘bir şeyi korumak, himaye etmek, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak’ demektir. Bu bir anlamda zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymaktır. Kurân’dan önce takva kelimesi, insan ve hayvan gibi bir canlı varlığın kendini,dışarıdan gelebilecek bir zarara karşı savunması anlamına gelmekte idi. Vekâ fiilinin harfleri artırılmış kalıplarından ittikâ kelimesi ise "korumayı kabul etmek, acı ve zarar verecek şeyden sakınıp kendini korumaya almak" demektir. Bu âyette olduğu gibi kelime Kurân'da sözlük anlamıyla da kullanılmıştır. Takva ve ittikâ kelimelerinin ikisi de sözlük anlamları ekseninde kavramlaşmıştır. Bu kelimelerin türediği vekâ fiili ve türevleri Kurân'da tam 258 yerde geçmektedir. Allah’ın yasaları değişmediği için âfet geldiğinde iyi-kötü, inançlı-inançsız ayırt etmeyecektir. Bu yasayı Allah koyduğundan fâil Allah’tır. Hz. Sâlih’in kurtuluş önerisine inanan ve sakınanların kurtulduğu net olarak ifade edilmiştir. (Neml:53)
Tayran, havada uçan kanatlı kanatsız, canlı cansız her şeydir. Tare, fiil olup “uçtu” demektir. Tayr’ın ille de kanatlı olması şart değildir.Zira En’âm 38’de kanat ayrıca zikredilir. Havada bulutlar da uçar, kuş ve sinek de uçar. Ayrıca bakteriler, tohumlar, atılan oklar ve mızraklar da tayr kapsamına girer.
TEVİL
Te’vîl kelimesi, sözlük mânası itibariyle aslına dönmek anlamına gelen “evl” kökünden “tefil” vezninde mastar olup “döndürmek” ve “herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak”demektir. Te’vîl, bir lafzın arkasında yatan maksadı anlamaktır. Te’vîl, Kurân’ın indiği dönem Arapçasında, bir şe­yin akıbeti, ortaya çıkması,mahiyeti ve hakîkati” gibi anlamlara gelmektedir. Bu âyette te’vîl “bir yere varmak” anlamını ifade etmektedir. Furkân 33. âyetteki en güzel tefsir ile buradaki en güzel ve hayırlı te’vîlin bağlam farklılığına rağmen açıklama olarak meallendirilmesi eksik kalacaktır. Zira tefsirde âyetlerin iç ve dış bağlamı ile indiği döneme yapılan sefer sonucu gerçekleşen anlam varken te’vîlde bu mananın arkasındaki maksadın şimdi ve bugüne getirilmesi söz konusudur. Ahsen/güzel ve hayırlı te’vîl, doğru ve adâletli bir zihnî değerlendirme ile evrensel kıstaslara/âyetlere sâdık kalarak (vefâ göstererek) gerçekleşir. Tabiî ki insan zihninin doğru sonuca ulaşmasının yolu sadece doğru bir metotla konuyu ele alması değildir. Bir de sağlıklı bilgi ile onu beslemesi gereklidir. (İsrâ:35)
TEFEKKÜR
Tefekkür“düşünmek ve hatırlamak” anlamındaki fikr kökünden türemiştir. Fikrin kök anlamı ‘ovalamak ve parlatmak’tır. Kurân’da bu kavram fiil şeklinde 18 âyette geçmiştir. Olumlu, yapıcı ve hayırlı fikrin oluşum süreci olarak tanımlanabilir. Nitekim her insan şöyle ya da böyle düşünür; ama her düşünen kimse mütefekkir olarak nitelendirilemez. Zira tefekkür belli bir ilmî birikimin yanı sıra, aklın zihinsel yetenek ve dinamikleriyle ilintili bir eylem/durum olarak algılanmalıdır. Bu kalıp tıpkı diğer düşünme çeşitleri olan tedebbür, teakkul, tefekkuh ve tezekkür gibi külfet gerektirmektedir. (Rûm:8)
TEFSİR
Tefsir, Kurân’ın tamamında sadece bir kez geçer. Kelimenin nispet edildiği iki kök olan “Fesr” veya “Sefr” kelimelerinin her ikisi de açarak anlamak manasındadır. “Fesr” kelimesinde zahirî, somut, maddî bir açma anlamı varken; “sefr” kelimesinde ise manevî, soyut bir keşif, açma anlamı vardır.Tefsir, anlama ve yorumlama faaliyetine verilen bir isimdir. Bir üsteki âyetle birlikte okuduğumuzda peyderpey yaşanmışlıkların içine inen Kur’an; hayatı,insanı, imtihanı, dünyayı ve âhireti hak ve güzel bir örnekle tefsir eden bir Furkan’dır. Peygamber hayatı Kur’an’la tefsir etmektedir. Bu anlama ve açıklamada iki temel prensip vardır: İlki hak ve hakîkat temelli gerçekçi bir okuma ve anlayış, ikincisi ise estetik ve güzelliği içinde barındıran sanatsal bakıştır. (Furkân:33)
TEKÂSÜR
Tekâsür, mastar olarak “çok olmak, çoğalmak” demektir. Kevser ile aynı köktendir. Kevser olumlu, hayırlı bir çokluk iken tekâsür, kişiyi oyalayan, faydasız ve sonu olmayan biriktirme arzusunu ifade eder. İhtiyacından fazlasına sahip olma hırsı, paylaşma, kanaat gibi insanî değerlerden kişiyi uzaklaştıran bir açgözlülük halidir. (Tekâsür:1)
TERTÎL
Tertîl, bir şeyin tertibinin güzelliği demektir. Bu kelime bedevînin dilinde “bir şeyden birinin diğerine karışmaması, tarak dişi gibi simetrik ve düzenli olması” anlamına gelir. Bu durum ‘’muhkem, kuvvetli,sımsıkı olmanın zıddıdır.” Meselâ dişlerin tertîli “dişlerin seyrek bir şekilde düzene konulmuş, dizilmiş olması” demektir ve bu sözcük Arapçada “güzel dizilmiş dişler” manasında da kullanılır. Burada yer alan “tertîl” kelimesi,hem “bir şeyin parçalarını, bütünü meydana getirecek şekilde bir araya toparlayıp uygun bir düzen vermek” hem de “o bütüne iç tutarlılık sağlamak” anlamına gelmektedir. “Tertîl” kelimesi, Kurân’ın okunması anlamında kullanıldığı zaman“onun düşünülerek, sakin, ölçülü ve bütüncül biçimde okunması” gerektiğini ifade eder. (Furkân:32)
TESBİH
Tesbih, bir varlığın yaratılış gayesi istikâmetinde hareket etmesinin adıdır. Sebbih kelimesi sebbeha fiilinin emir kipidir. Bu kelimenin sülasi kökü ‘se-be-ha’ fiilidir. 'Se-be-ha' sözlükte yüzmek, uzaklaşmak, kulaç atmak gibi bir kök anlama sahiptir.‘Es-Sebhu’ suda ve havada hızlı yayılışı ifade eder. Atların hızlı koşması ‘sebh’ (sebhan) fiili ile anlatılmıştır. Bu manada, göklerde ve yerde ne varsa tüm varlıklar Allah’ı tesbih eder. Gülün kokuşu, suyun akışı, ateşin yakışı, bülbülün ötüşü, güneşin doğuşu, ayın batışı, bulutun yağmur yağdırması, ağacın meyve vermesi tesbihtir. Allah’ın yaratış gayesi istikâmetinde rolünü icra eden her şey ve her varlık Allah’ı tesbih ediyor demektir. (Sâffât: 143)
TEZEKKÜR
Tezekkür,  “düşünüp öğüt almak, ibret almak, ders çıkarmak” demektir. Bu kalıbın özelliği,külfet içermesidir. Neş’et, doğada bitkilerin topraktan çıkışıdır. Kışın ardından bahardaki dirilme üzerinde araştırma yapanlar, bunun farklı bir mekanizma ile insanlar için de gerçekleşme ihtimalinin yüksekliğini fark edeceklerdir. Önceki neş’et’ten kastın ilk beşerlerin yaratılması olmasından ziyade kuraklığın veya kışın arkasından gelen yağmurlarla toprağın ve tabiatın canlanmasıdır. Zira bir sonraki âyet bunu örneklendirerek açıklamaktadır. (Vâkıa:62)
ÜMMET
Ümmet, anne anlamına gelen ‘ümm’ kelimesinden türemiştir.“Ümm”, bir şeyin meydana gelmesine, terbiyesine, ıslâhına veya başlangıcına temel olan köküne verilen isimdir. “Ümm” kelimesi Kurân’da kelime anlamıyla hem anne, hem de ana, asıl, temel unsur anlamlarında geçmektedir. Ümmet kavram olarak, kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı ortak paydada bir arada yaşayan topluluklardır. (Diğer canlıların oluşturduğu topluluklar manasında bkz. En’am:38) Bu âyetteki ümmet vurgusu birbirine hakkı geçme ortak paydasında toplananlardır. (Neml:83)
ÜNS
Üns; ünsiyet, yakınlık demektir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” hemcinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını ifade eden sosyal yönüdür. Sosyalleşen insana “ins” yani tanınan, bilinen, yerli insanlar denir. Bu bir tür ismi değil insan türünün bir sıfatıdır. (Neml:5)
VAHİY
Vahiy; dışarıdan belli olmayacak şekilde fısıldamak, o kişiyi bir konu hakkında bilgilendirmek demektir. İlhamdan farklıdır. İlhamda, tecrübe sonucu aşama aşama edinilen bilgi ile yeni sonuçlara ulaşma söz konusudur.(İlham ve vahiy ayrımı için bkz. Şems:8). O hâlde âyetteki vahyolunanın vahyedilmesi ne demektir? Kanaatimizce vahyolunan, genel bir bilgi olan annelik güdüsüdür. Hz. Mûsa’nın annesine koruma içgüdüsünün doğmasıyla, annesi o ana özel daha güçlü bir şekilde yönlendirilmiş ve ona vahyedilmiştir. Buradaki vahiy kullanımı Nahl 68’deki arıya vahyedilmesi gibidir. Zira Hz. Mûsa’nın annesinin az kalsın kendini açığa vuracağı âyette şöyle ifade edilmektedir: “Ve Mûsa’nın annesi gönlü boş olarak sabahladı. Müminlerden olması için onun kalbini Bize bağlamasaydık, az daha (durumu) açığa çıkaracaktı. (Kassas:10) İçe doğan vahye rağmen tevekkülün tam gerçekleşmemesi, hem bu vahyin bir his gibi yönlendirme olmasından hem de soyut düşünme yetisinin sınırlı olduğu bir dönemde yaşamalarından olabilir. (Tâhâ:38)
VEDÛD
Vedûd, nüzul sürecinde ilk defa burada geçer. Bu kelime sevmek, arzu etmek ve istemek gibi anlamlar taşıyan''v-d-d'' kökünün türemiş şeklidir. Vedûd, ism-i fail sığasının verdiği mânaya göre “çok seven, hep seven” mânalarına gelir. Vedûd”un mevdûd (çok sevilen)anlamında olduğu da söylenmiştir. Allah kullarını çok sevdiği için, hatadan döneni hiç hata işlememiş gibi bağışlar. (Burûc:14)
VİLDÂN
Vildân, çoğul bir kelimedir, tekili velid’dir. Çocuk, genç mânasına gelir. Bu mânada “vildânun muhalledûn” ölümsüz gençler demektir. Mastar mânasına alınırsa “ebedi, kalıcı,yaşlanmayan, hâlinin bozulmadığı gençlik” anlamına gelir. Sabikûnlar,hayır ve iyilikte öne geçerek ölmez eserler bırakmış; insanlığın, erdemin yükselmesi için hizmet etmiş ve hizmete lâyık görülmüşlerdir. (Vâkıa:17)
VİZR
Vizr, ağır yük mânasındadır. Burada günahın yüklediği cezaî sorumluluk anlamındadır. Yani âhirette ceza çekecek kimse, hiç kimsenin günahının cezasını çekecek değil, herkes kendi suçunun cezasını çekecektir. Bu altın ilke Kur’an’da beş kez farklı bağlamlarda hatırlatılır. Bizde meşhur olan“Her koyun kendi bacağından asılır.” tâbiri bu hakîkati ifade etmektedir. Bu evrensel ilkenin fıkhî karşılığı, “Ukubette niyâbet câri olmaz.’’ilkesidir. Yani cezalarda vekillik geçerli olmadığı genel kuralıdır. Şu hâlde birisi,başkasının günahını boynuna almakla onu kurtaramaz, ancak kendi üzerine aldığının yani sorumluluğunun cezasını çeker. (Bkz. Necm:38) Bu ilke Hıristiyan doktrinini kesinlikle reddetmektedir. Hz. Âdem’in hatasını Hz. İsa çekemez. Bu durum akla, mantığa ve adâlete terstir. Bu âyette, sorumluluğun şahsî olduğu,yakını, sevdiği dahi olsa, hiç kimsenin başkasının günahını üstlenemeyeceği bildirilir. İslâm’a göre suç veya günahta verâset ve vekâlet yoktur. Hiç kimsenin günahı, başkasına asla yüklenemez. İnsanların işledikleri kötü fiillerinin vebali, yalnız kendilerinedir. Bu nedenledir ki ahlâkî sorumluluklar başka bir kişiye devredilmez. Halk arasında kullanılan ‘günahı vebali benim üzerime’ sözü Kurân’a taban tabana zıt bir tasavvurun ürünüdür. Hesap gününde günahkâr bir suçlunun günahı alınıp asla başka birinin günah kefesine eklenmez. Aynı şekilde sevapları da, o sevabı iyiliği yapmamış birine aktarılamaz.Hayatında hiç hırsızlık yapmamış birinin günah kesesine kul hakkı geçti diyebir hırsızın suçu/günahı asla eklenemez. Kur’an’a göre herkese ceza olarak yaptığının tam karşılığı eksiltilip arttırılmadan verilir. “Ve her nefis ne amel yaptı ise karşılığı tam verilir ve her ne yapıyorlarsa O bilendir.”(Zümer:70)Ayrıca, “Kıyam günü için adâlet terazileri kurarız. O zaman hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan her işi, bir hardal tanesi kadar da olsa, adâlet terazisine getiririz. Herkesin hesabını görmeye yeteriz.(Enbiya:47) İyilikler ödüllendirilirken suçlular layığını bulur. (Fâtır:18)
YEVM
Yevm, zaman olarak güneşin doğuş ile batışı arasındaki süreyi ifade eder. Bazen de süre dikkate alınmaksızın herhangi bir zaman dilimini anlatır. Bu kelime Kurân’da yerine göre “an, gün, devre, çağ, dönem” anlamlarında kullanılmıştır. Âyette geçen gün kelimesi dönem manasında şöyle ifade edilir: ''Ve and olsun ki, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattık.’’ (Kaf:38) Kuran gün kelimesini 24 saatlik zaman içinde, dönemler manasında, başı sonu belirli,müstakil zaman dilimleri için de kullanır. İnsanoğlunun 50 bin yıllık bir dönemine Allah’u Te’âla yevm (bir gün) demektedir. Pasajı bitirip bunun konuyla bağlantısını açıklayalım. ''Artık, cemîl bir sabırla sabret! Muhakkak ki onlar,onu uzak olarak görüyorlar ve Biz, onu yakın olarak görüyoruz.'' (Meâric:5-7) 50bin yıl ile kasıt insanlığın hangi dönemidir? İnsan sûresinin ilk âyeti ‘insanın tarih sahnesine çıkana kadar belli belirsiz uzun bir süre geçirdiğinden ve kayda değer hiçbir şey yapmadığından’ bahseder. Günümüzdeki araştırmalara göre de Kuran’ın ''dehr'' dediği süreden şöyle bahsedilir: İnsansılar, anatomik olarak 200.000 yıl önce Afrika'da ortaya çıkmış ve modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuşmuşlardır. Demek ki insanın tarih sahnesine çıkıp kayda değer bir şeyle ryapma süresi, aşağı yukarı 50.000 yıllık bir süreçtir. Beşerin rûh üflenerek yeryüzünün halifesi kılındığı tarih Allah’ın katında bir gün, bir dönemdir. İlk beşerler arasından seçilen ve vahiyle insanlığın sıçramasına yol açan Hz. Âdem ile son Nebî Hz. Muhammed arasındaki süre 50 bin yıldır. Âyeti, iç ve dış bağlamı ile düşündüğümüzde, Allah’tan haber alan nebîlerin yaşadığı dönem 50 bin yıllık bir dönemdir. Rabbimiz de bu döneme bir gün diyor. Geleceği bildiği sanılan kâhinler, Allah’la özel bir iletişimleri olduğunu iddia eden günümüzdeki mollalar, şeyhler, üstatlar, sahte peygamberler… Bunların gaybî bir bilgilenme/haber alma imkânlarının olmadığı, meleklerin ve rûhun (vahyin veya onu getiren elçi meleğin) 50 bin yıllık bir dönemde Allah ile insanlar arasında uruç (yükselme) ve inzali (inme/tenezzül) gerçekleştirdiği çok veciz bir dille Meâric 4. âyette ifade edilmiştir. Başka bir âyette son Nebî Hz. Muhammed'in ilk haber alışını, yine aynı ifadeler ile Kurân şöyle anlatır: ''Melekler ve rûh, onda (o gecede) Rabblerinin izniyle her bir emir için inerler.'' Kadr:4 Allah’ın, kullarını bilgilendirme bağlamında yine aynı kalıbı şu âyette de görmekteyiz: “Kullarından dilediği kişi üzerine “Benden başka ilâh yoktur.” tarzında uyarmaları için melekleri,emrinden rûh ile beraber indirir. Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun.” (Nahl:2)
ZAKKÛM
Zakkûm,  sözlükte “yutmak, bir şeyi nahoş şekilde yemek”gibi anlamlara gelir. Halk dilinde “çokacı, zehir zemberek, zehir zıkkım” vb. deyimlerle günlük hayatımızda da kullanılmaktadır. Yine Arap dilinde kelimenin aslı olan “ez-Zakm“‘’oburca yemek-içmek, yalayıp yutmak’’ anlamlarına da gelirdi. Zakkûm ağacının öz suyu zehirli olduğundan insan ve hayvanların yaklaşmadığı tehlikeli bir bitkidir. Kurân’da dört sûrede toplam 15 âyette zakkum kelimesi geçmektedir. (Bkz. Sâffât:62-68 ve Duhân:43-46) Bağlamdan anladığımız kadarıyla mütref bir hayat süren ve adâletin zaaflarını sûistimal eden, helal-haram demeden başkalarının hakkını gasp eden herkes aslında Kurân’î bir üslupla karnını zehir zıkkımla doldurmaktadır. (Vâkıa:52)
ZÂLİM
Zâlim kelimesini nüzûl sürecinde ilk geçtiği yer Kalem sûresinin 29. âyetidir. Bu kelime zulmet mastarının fâil(özne) ismidir. Zâlim; zulmeden, zulüm işleyen kimse demektir. Zulüm, bir şeyi kendisine ait olan yerin dışına koymaktır. Başka bir ifâdeyle bir şeyi yerinden etmektir. Bunun zıddı olan hikmet ise, bir şeyi âit olduğu yere koymak demektir. Hikmet adâleti beraberinde getirir. Fıtrî olanı kabul/secde,yaradılış amacına uygun davranmak/tesbih, kişiyi Allah’ın rahmetine dahil eden sırâtımüstakime ulaştıracaktır. (İnsan:31)
ZAN
Zan, tercih edilen inanç ve kanaat demektir. Bu kanaat,bilgisizlikten kaynaklanan şek, kuşku, sanı olabileceği gibi, ''yakîn''e (kesin bilgiye) de dayanabilir. Dolayısıyla bu kelime gerçeğe en yakın yorumu ifade edebildiği gibi gerçekten en uzak yorumu da ifade edebilir. Kur’an’da her iki şekilde de kullanılmıştır. Bu kelimenin Kur’an’da, nerede ve hangi mânada kullanıldığını anlayabilmek için bağlamına bakıp kelimenin içinde yer aldığı cümlenin övgü cümlesi mi, yoksa yergi cümlesi mi olduğuna dikkat etmek gerekir.Eğer cümle, anlam bakımından övgü cümlesi ise, yakîn/kesin bilgi anlamında;yergi cümlesi ise şek, sanı anlamında kullanılmış demektir. Şek, sanı manasında Necm 28, Yunus 36, Hucurat 12, İsra 36'da; doğruya yakın yorum,hayırlı kanaat, hüsnü-zan manasında Nur 12'de kullanılmıştır. (Necm:23)
ZEBÛR
Kalın yazıyla yazılan her kitaba, zebûr ismi verilir. Zebûr, Hz.Dâvûd’a inen kitaba özel isim olmuştur. Zebûr, Kurân’da toplam üç yerde geçmektedir. (Krş. Enbiya:105, Nisâ:163) Günümüzdeki durumu ise “Mezmûrlar” adı altında Tevrat içerisinde bir bölüm olarak yer almaktadır. Kitab-ı Mukaddes külliyatında ve Ahd-i Atik bölümü içinde yer alan “Mezmûrlar” diye zikredilen kitabın içinde 150 Mezmûr vardır. İlk Mezmûr “Ne mutludur o adama ki, kötülerin öğüdü ile yürümez ve günahkârların yolunda durmaz.” cümleleriyle başlamakta,150. Mezmûr da, “Bütün nefes sahipleri Rabbe hamd etsin, Rabbe hamd edin!”sözleriyle son bulmaktadır. Özellikle Hıristiyanların pazar ayinlerinde ve Süryani Ortodoksların namazlarında Mezmûr’dan seçilmiş parçalar okumayı ihmal etmedikleri bilinen bir husustur. (İsrâ:55)
ZELİL
Zelil, hor ve hakîr demek olup “zal“ın ötresi ile“züll” mastarından gelir. Zelül, kolaylıkla boyun eğen, zelil ise zorla boyun eğendir. (Neml:34)
ZENB
Zenb, sözlükte kuyruk anlamına gelen ‘zeneb’ kelimesinden türemiştir. Kişinin suçu işlediği anda değil de belirli bir süre sonra, hoş olmayan sonuçlar doğuran bütün fiiller hakkında kullanılır ki, meydana getirdiği sonuca göre değerlendirilen işler demektir. Buna göre Kur’an, kişinin yaptığı iş sonuç itibariyle ona vebal yüklüyor, ceza almasına sebep oluyor ve peşini bırakmayacak bir suçsa ona “zenb” demektedir. Kur’an’da tekil ve çoğul olarak sık sık kullanılan “zenb”in,  meallerde günah, suç ve vebâl olarak çevrilmesi bizce içerdiği manayı tam olarak karşılamamaktadır. Bu nedenle ''zenb''i ''peşini bırakmayan suç'' olarak meallendirmek daha isabetli görülmektedir. (Şems:14)
Zenb,  kuyruk anlamına gelen ‘zeneb’ kelimesinden türemiştir. İnsanın peşini bırakmayan günah, suç ve kabahat manasındadır. Çoğulu ‘zünûb’dur. Bu fiili işleyen kimseye müznib denir.Akıbeti kötü olan her söz ve fiil, ‘zenb’dir.
ZEVC
Zevc, çift ve eş demektir. Başka bir ifadeyle zevc, kendi cinsinden bir başkası ile beraber bulunan demektir. “Zevc” ikisinin değil, ikiden birinin diğerine göre ismidir. İkisine birlikte “zevcân”, “zevceyn” denilir. Zevc tam anlamıyla bizim “çift” dediğimiz değil, “eş” dediğimizdir. Yani çiftin her bir tekidir. Ezvâc ise, ‘zevc’in çoğuludur. Rağıb’a göre, iki yakının her birine deve bir diğerine benzer veya zıt olarak ilgili bulunan şeye de “zevc” denir. Bu itibarla dünyadaki şeylerin hepsi, bir zıddı, benzeri, herhangi bir terkip ve karşıtı bulunması nedeniyle çifttir. Mesela, cisim ve can, madde ve kuvvet, cevher ve araz, iç ve dış, dünya ve âhiret gibi. “Halaka’l-Ezvâc” (çiftleri yarattı) demek, bütün çeşit ve sınıflarıyla âlemi yarattı demektir. (Krş. İçin bkz. Yâsîn 36) Buna göre zevc kelimesinin anlamlarını şöyle tespit edebiliriz: 1-Eş(karı-koca), 2-Çift 3- Cins, tür, çeşit 4- Sınıf, grup, topluluk 5- Benzeri. Zevc kelimesi Kurân'da 81 yerde geçmektedir. Kelime 5 yerde fiil formunda, 17 yerde zevc (tekil), 7 yerde zevcân ve zevceyn (ikili), 52 yerde de ezvâc (çoğul)formlarında isimdir. (Tûr:20)
ZİKİR
Zikir; düşünme hatırda tutma, anma demektir. Önce tesbih sonra zikir sayılmıştır. Kur’an’da bu sıralama genelde bu şekildedir. Şöyle ki tesbih her şeyin ve herkesin doğasında bulunduğu için daha fıtrî iken; zikir sadece insana has bir düşünme ve akletme yeteneğidir. Tesbih yapanı korurken, zikir yapanla birlikte toplumu korur ve sorunlara çözümler sunar. Bu nedenle Allah’ın gönderdiği kitapların tamamının ortak adı zikir olarak isimlendirilmiştir. (Tâhâ:34)
ZİNÂ
Zinâ, bir kadınla veya kızla nikâhsız olarak cinsel temasta bulunmak demektir. Arapça “zenâ” fiilinden mastardır. Zinânın sözlük ve terim anlamı birdir. Zinâ eden erkeğe “zâni” kadına ise “zâniye” denir. (Bkz. Furkân:68) Hıristiyanlıkta zinâ, İsa Mesih’in dağdaki vaazında (Matta, 5) “Zinâ etmeyeceksin!” şeklindeki 7. maddesini yorumlamasıyla aydınlık kazanmıştır. Hıristiyanlar, on emrin zinâ ile ilgili yasağına uymaları yanında “Bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zinâ etmiştir” (Matta: 5/28)şeklindeki İncil cümlesini göz önünde tutmak ve eğer bir göz sürçmelere sebep oluyorsa onu çıkarıp atmakla yükümlü kılınmışlardır. Zinâ suçu ve cezası, M.Ö.1792–1750 yılları arasında hüküm sürmüş olan Babil kralı Hammurabi’nin yaptığı yasalarda da yer almıştır. Bu yasalar o dönemde Babil Devleti ile ittifak hâlindeki diğer 15 ülkede de uygulanmıştır. Bu devletler içinde meşhûr Asûr Krallığı da bulunmaktadır. Bu yasaların kaynağının ise daha önceki kent toplumlarına yüzyıllar boyunca yol göstermiş olan Sümer hukuku olduğu iddia edilmektedir. Ancak câhiliye döneminde erkekler çoğunlukla zinâyı ayıp saymazlar, hatta bununla övünürlerdi. Nitekim bu husus İmru’ul Kays’ın şiirlerinde açıkça görülmektedir. Yukarıdaki âyette “Zinâ etmeyin!” denilmeyip de “Zinâya yaklaşmayın!” buyrulması önemli bir husustur. Buna göre yalnız zinâ değil, kişiyi zinâ etmeye sevk eden yollar da yasaklanmıştır. Esasen bir kerebu yollara tevessül edildikten, yani insanı zinâ etmeye zorlayan ve cinsî arzuları kabartan bir ortama girildikten sonra bu arzuların ağır baskısı karşısında irâdenin gücü oldukça yetersiz kalır ve zinâdan korunmak son derece güçleşir. İnsanın bu psikolojik zaafını dikkate alan Kurân-ı Kerîm, prensip olarak önceden kötülüklere sevk edici sebepleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Buna seddizeria prensibi denir. Görüldüğü gibi İsrâ sûresi ilk âyetinden itibaren müminleri birlikte medenî bir şekilde yaşamaları için aile kurumunun tesisine ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesine dair evrensel ilkeler vaaz etmektedir. Bozuk kültür,içgüdü ve dış dürtülerin etkisi ile her an bedevîleşen muhatap medenîleştirilmeye devam edilecektir. (İsrâ:32)
ZULÜM
Zulüm, Allah’ın tayin ettiği sınırın dışına taşmak ve haddi aşmaktır.Zulüm, hakkı terk ederek bir şeyi, meşrû yerinden başka bir yere koymaktır. Bunun zıddı olan hikmet ise bir şeyi ait olduğu yere koymak demektir.Servet, yerinde kullanılmasa zulüm olur. İnsan yaratıcının istediği gibi yaşamasa kendisine ve çevresine zulmetmiş olur. Kendine, başkalarına ve mahlûkata zulmetme manasında zulüm çeşitli şekillerde olabilir. Aslında bunlara yapılan zulüm bunları yaratana yapılmış bir saygısızlık ve hadsizliktir.Yaratanı yaratandan ötürü seven, sayan böyle bir akıbete çarptırılmayacaktır. Artık konuşamamak, aslında suçlunun suçunu kabullenecek kadar objektif yargılandığını gösterir. Mahkemeyikübra anlatımlarının tamamı, beşeri adâlet ve yargılanma sistemine örnekler barındırmaktadır. Dünyada zâlimin zulmü yanına kalmazsa, adâlet, huzur, sulh ve sükûn hâkim olur. Zaten yeryüzünün halifesi olmak isteyen insanın ödevi de budur. (Neml:85)



Domino Santantonio'den "Take On Me DRUM COVER" Şarkısını Seyret izle Dinle


Şanatcının ismi : Domino Santantonio

Şarkının ismi : Take On Me - A-Ha | DRUM COVER

Yayınlayan Grup : Domino Santantonio

Yayınlanma Tarihi : 23 May 2021

Embed Etmek (Extern Sayfalarda Yayınlamak) Serbest mi : Evet




Domino Santantonio'den "Imanbek Remix DRUM COVER " Şarkısını Seyret izle Dinle


Şanatcının ismi : Domino Santantonio

Şarkının ismi : SAINt JHN - Roses (Imanbek Remix) | DRUM COVER

Yayınlayan Grup : Domino Santantonio

Yayınlanma Tarihi : 25 Nis 2020

Embed Etmek (Extern Sayfalarda Yayınlamak) Serbest mi : Evet




Lady Gaga'dan "Poker Face" Şarkısını Seyret izle Dinle


Şanatcının ismi : Lady Gaga

Şarkının ismi : Poker Face

Yayınlayan Grup : Lady Gaga

Yayınlanma Tarihi : 20 Ara 2009

Embed Etmek (Extern Sayfalarda Yayınlamak) Serbest mi : Evet

   

Su ve Yağmur Kalitesi Dünyamızın -V190220231615-N2


RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)