Thread Rating:
  • 85 Vote(s) - 2.91 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Minyatür Sanatı Nedir?
#1
Oku-1 


Minyatür Sanatı Nedir?

Minyatür, kendine has boyama tekniği ve anlatım dili ile çok ince işlenmiş, küçük boyutlu resimler ve bu tür resim sanatının adıdır.

Yaygın olarak, el yazması kitaplardaki metni görselleştiren, metinde yer alan bilgileri daha açık hale getiren kitap resimleri minyatür olarak bilinir. İşlenen temanın barındırdığı olayları görselleştirmek için olayı resme figürler halinde aktarmak ve figürler birbirini kapamayacak şekilde yerleştirme esastır.[1]

Batı el yazmalarındaki kitap resimleri dışında 13-19. yüzyıllar arasında İslam dünyasında "tasvir, tasvir-i humayun, şebih, suver, tarrahi, resm, resim, hurda(e) nakış, meclis, kalemişi" gibi adlar altında gerçekleştirilen sanat üretimleri de Türkçede 19. yüzyılın sonundan itibaren "minyatür" adıyla anılmıştır. Tarihî süreçte kitap sanatları ile bağlantısı olmaksızın tual, deri, duvar, aharlı kağıt, seramik, kemik, ahşap kutu ve kaplar, ipek gibi farklı malzemeler ve farklı amaçlar doğrultusunda ve kimi zaman anıtsal boyutlarda minyatür sanatı örnekleri verilmiştir.[2]
Kelimenin kökeni

Ortaçağ Avrupası'nda hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında metnin ilk harfinin etrafına Latince "minium" denen kızıl-turuncu boya ile "miniatura" denen süslemeler yapılırdı. Minyatür adının, bu kelimeden geldiği, zamanla Latince'de küçük anlamına gelen "minor" kelimesinin etkisi ile "küçük resim" anlamı kazandığı düşünülmüştür.[2]

Birçok kaynakta, Türk dünyasında eskiden beri minyatüre "nakış", nakış yapana da "nakkaş" denilmiş olduğu ifade edilse de [3] nakış, kitap resimleri dışında farklı sanat alanlarını bir arada ifade eden bir çatı ifadedir.[2] Küçük boyutlu resimler Osmanlı kaynaklarında tasvir, şebih, suver, âsâr, tarrahi, nigar, suret, hurde nakış, meclis gibi isimlerle anılmış; 19. yüzyılın sonundan itibaren bu resimler yayınlarda "minyatür" olarak yer almaya başlamıştır. Batıda minyatür tarzı resim yapan sanatçılara minyatari, minyatürist, minyatürcü denilmiş; Osmanlı'da ise minyatür tarzı resim yapan sanatçılara "nakkaş" genel adı altında "musavvir, ressam, tarrah, şebih nüvis, nigari, nigarende, meclis nüvis, nakş-bend, siyahkalem gibi isimler verilmiştir.[2]
Tarihçe

Bilinen en eski minyatürler Mısır'da rastlanan ve MÖ 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmaları da minyatürlerle süslenmiştir. Hristiyanlık yayılınca minyatür özellikle elyazması İncil'leri süslemiştir.

Avrupa'da minyatür sanatı 8. yüzyılın sonlarında gelişti. 12. yüzyılda minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve dinsel konulu minyatürlerin yanı sıra dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı.

Minyatür sanatı, geç Ortaçağda İran, Irak, Orta Asya ve Anadolu'da bulunan Türk ve Pers hanedanlıkları döneminde yüksek bir gelişmişliğe ulaştı.

Türkler'de minyatür geleneği Orta Asya'da Uygurlar döneminde İslam öncesinde ortaya çıkmıştı. Uygur halkları arasında yayılmış Mani dininin kurucusu, Müslümanların “Mâni-i nakkaş" diye andıkları bir ressamdı ve kitaplarını resimlerle süslemişti. Turfan'da eski bir Mani kütüphanesinin kalıntıları arasında arkeolog Albert von Le Coq tarafından bulunup 1923 yılında yayımlanan Maniheist Uygur minyatürleri, Selçuklu minyatürlerinin öncüsü kabul edilir.[4]

Selçuklu Hanedanının İran ile ilişkilerine bağlı olarak minyatür sanatı İran etkisinde kalmış; Osmanlı minyatür sanatı da Selçuklu ve İran minyatürlerinden etkilenmiştir.[1] İran ve Selçuklu etkisi 18. yüzyıla kadar sürdü. Fatih döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde ise Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî,Ahmetcan Barlas,Haydar Kay,İsmail Can,Gazi Capır, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar. Gene aynı dönemde, Behzad'ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul'a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı.Minyatür sanatı Osmanlı'da Kanuni Sultan Süleyman döneminde zirveye ulaştı. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkarak kendine özgü bir biçim geliştirmiştir. 19. yüzyıl başlarında yenileşme hareketleriyle birlikte minyatürde de batı resim sanatının etkileri görüldü.

Minyatür sanatının uygulama şekli yüzyıllar boyunca her toplumda değişiklikler gösterdi. Boyalar genellikle topraktan üretilmekte; renkleri üst üste kullanmak için boyalar su ile inceltilmekte; parlaklıklarını artırmak için ise içlerine yumurta sarısı katılmaktaydı. 18.yy.’a gelindiğinde ise yumurta sarısının yerini tutkal aldı. Osmanlı Devleti'nde özellikle padişahlara sunulan albümlerde boyanın yanı sıra altın ve gümüş kullanıldı.[4]

Baskı makinesinin bulunuşundan sonra Avrupa'da minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü.
Günümüz minyatürü
Minyatür yerini çağdaş resme bırakmış ancak geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Türkiye'de Süheyl Ünver'in çabalarıyla tekrar gün yüzüne çıkmış minyatür sanatı günümüzde Nilgün Gencer, Günseli Kato, Nusret Çolpan, Gülbün Mesera, Gülçin Anmaç ve yetişmekte olan birçok genç sanatçı tarafından icra edilmektedir.

Minyatür Sanatı Nasıl Yapılır?

Minyatür sanatının çok ince ayrıntıları bulunur. Dolayısı ile bu sanat büyük bir dikkat gerektirir. Dünyada bilinen ilk minyatürler Mısır'da papirüslerin üzerine işlenmiştir. Geleneksel Türk sanatları arasında yer alan minyatür sanatı Osmanlı döneminde de çok yaygın kullanılıyordu. Ayrıca minyatür sanatı parşömen, kağıt, fildişi, taş ve pek çok nesnenin üzerine işlenebilir. Bu sanatın amacı anlatılmak istenilen şeylerin küçük işlemeler ile anlatılmasıdır.

Bu sanat oldukça detaycılık istemektedir. Bu nedenle mutlaka çok ince ince çalışılması gerekir. Ayrıca minyatür sanatında genellikle yavru kedi kılından yapılan fırçalar kullanılmaktadır. Minyatür sanatında kullanılan boyalar ise topraktan yapılarak kullanılır. Bu boyalar da su ile inceltilir. Boyaların parlak olması için de yumurta sarısı katılır. Osmanlı sarayında yapılan minyatürlere parlaklık kazandırmak için gümüş ve altın tozu da kullanılmıştır. Minyatür sanatı hem göze hem de mantığa hitap etmektedir. Bu yönü ile de önemli sanat dallarından birisidir.

Minyatür Sanatı Örnekleri Hakkında Bilgi

Minyatür sanatı soyut işlemelerin yapıldığı bir sanattır. Özellikle işlemelerin bazıları sanatı yapan kişi hakkında da bilgi verir. Ayrıca minyatürde durumların yanı sıra çeşitli olaylar da resmedilir. Özellikle geçmiş dönemlerde yapılan minyatürler tarihe ışık tutar. Bu minyatürler kültürler hakkında da ayrıntılı bilgi verebilir. Minyatür sanatının en önemli örnekleri Mısır uygarlığında ve Osmanlı Döneminde verilmiştir. Mısır uygarlığında yaşamdan izler taşıyan minyatür sanatı günlük hayat hakkında da tarihe ışık tutmuştur. Doğu kültüründe de yaygın olan minyatür sanatı Osmanlı döneminde ön plana çıkmıştır.

Özellikle saray hayatının ve savaşların resmedildiği minyatür sanatında hem padişahlar hem de yaşanan olaylar ile ilgili de detaylı bilgiler edinilmiş oluyor. Osmanlı döneminde saray sanatı olarak da bilinen minyatür hat ve ebru sanatı ile birlikte bir gelişim göstermiştir. Günümüzde de en fazla kullanılan minyatür sanatları arasında ebru sanatı yer almaktadır. Birbirinden farklı uygarlıklarda görülen minyatür sanatı yapılışı açısından benzer olsa da konuları bakımından tamamen zıtlık taşımaktadır.


Minyatür Nasıl Yapılır?


Peki, bolca sabır ve ince işçilik gerektiren minyatürler nasıl yapılır? Yüzyıllar öncesinden bugüne gelen ve hala canlılığını koruyan eserler, hangi tekniklerle ortaya çıkartılmıştır? Hemen şimdi vereceğimiz bilgilerle hayran kalmamanın elde olmadığı minyatürlerin nasıl ortaya çıkartıldığını öğreneceksiniz.

Evet, minyatürcü öncelikle kullanacağı malzemeyi (kağıt, fildişi, aharlı kağıt, parşömen) sert bir zemin (mermer) üzerine serer. Ve bunu fildişi çubuklar ya da mermer silindirlerle düzleyip parlatır. Önceden tasarlamış olduğu motifleri kağıt üzerine ıslak fırça yardımıyla çizer. Minyatürde daha önemli olan kişi daha büyük çizilir, yakınlık-uzaklık, perspektif- ışık gibi unsurdan bağımsız kalınır.

Minyatürcünün fırçası birkaç yavru kedi tüyünden ya da ondan daha uzun olan samur kılından yapılmış fırçalardır. Bu minyatür ustasının taslağı olacaktır. Taslak tamamlandıktan sonra ise ana hatlar, kırmızı ve siyah mürekkeple belirler. Bazı minyatür sanatçıları alt zemine ince altın tozundan oluşan ince bir tabaka sürerek minyatürün daha parlak, görünmesini sağlar. Bazıları ise resim yapılacak kağıdın üzerine bir çeşit zamk katılmış üstübeç sürer.

Ayrıca minyatürde kök boya, doğal toprak boya kullanılır, böylece boyaların birbirine karışmasının önüne geçilmiş olur. Nihayetinde ise taslak veya eskiz renklendirilir, tüy kalem adı verilen farklı kalınlıktaki fırçalarla minyatür tamamlanırdı. Boyaların sabit kalması içinse içerisine yumurta sarısı ilave edilmiştir. Bu teknik 14. ila 18. yüzyıl arasında uygulanmış, sonrasında yumurta sarısı yerine tutkal kullanılmaya başlamıştır. İşte özet olarak bu şekilde anlatılabilecek teknikler, minyatür yapım aşamalarını oluşturmaktadır.

Osmanlı Minyatür Sanatı Hakkında Öğrenilmesi Gerekenler Nelerdir?

Öncelikle, burada Osmanlı minyatür sanatı hakkında konunun ana hatlarıyla bahsedeceğimizi söyleyeyim. Yani minyatür sanatı ve Osmanlı ile ilgili en önemli noktalara değineceğiz. Evet, baktığımızda minyatür sanatının, II. Mehmed dönemi ile I. Süleyman dönemi arasında Osmanlı minyatür sanatı halini aldığını görüyoruz. Minyatür sanatına merakı olan II. Mehmed’in bu ilgisi minyatürün saraya girmesinde etkili olmuş ve minyatür 15. yüzyıldan sonra hızla gelişmeye başlamıştır.

İstanbul’un fethinden önce Edirne’de bir nakkaşhane yaptıran padişah, fetihten sonra da Topkapı Sarayı’nın bahçesine bir nakkaşhane yaptırmıştır. Yine aynı dönemde İtalya’dan getirilen sanatçılardan yeni teknikler öğrenilmiş, İtalyan sanatçı Costanzo da Ferrara’nın yaptığı ünlü portre Osmanlı nakkaş ustalarının dikkatini çekmiştir. Kısa süre sonra da Nakkaş Sinan Bey II. Mehmed’in portresini yapmış, portre ve minyatür sanatının birleşmesiyle Osmanlı minyatür sanatı doğmuştur. Bir saray sanatı olarak gösterilen minyatür için özel nakkaşhaneler yapılmış, buralarda hem eğitim verilmiş hem de minyatüristler eserlerini ortaya çıkarmışlardır.

Osmanlı minyatür sanatında Osmanlıların etkileşim içerisinde bulunduğu topluluklardan da etkilenilmiştir. Fatih Sultan Mehmed döneminden 19. yüzyıla kadar çok sayıda eser yapılmış ve birçoğu günümüze kadar ulaşmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Osmanlı minyatür sanatında pek çok yenilik denenmiş, minyatür sanatı önemli tarihi olayları resmetmek için kullanılmış, hatta bu görev “şehnamecilik” adı altında resmi bir görev haline gelmiştir.

Mesela; Kanuni dönemindeki ünlü minyatürcülerden bir tanesi, hemen hepinizin Muhteşem Yüzyıl isimli diziden aşina olduğu Matrakçı Nasuh Efendi’dir. Ve son olarak Osmanlı dönemine ait sayısız minyatürün Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenmektedir. Sonuç olarak; Osmanlı minyatür sanatı hakkında bilinmesi gereken belli başlı şeyler bunlardır.

Osmanlı’dan Bugüne Ünlü Minyatür Sanatçıları ve Eserleri

Minyatürden o kadar bahsetmişken, ünlü nakkaşlara ve eserlerine değinmemek olmazdı. İşte bu nedenle size biraz da Osmanlı’dan bugüne ünlü minyatür sanatçılarından bahsetmek istiyorum. Sinan Bey, Baba Nakkaş, Matrakçı Nasuh Efendi, Horasanlı Aka Mirek, Reis Haydar, Mustafa Çelebi, Süleyman Çelebi, Levni, Selimiyeli Reşid, Gazi Capır, İsmail Can, Nigari ünlü nakkaşlardır.

İşte önemli minyatür sanatçıları ve örnek eserleri:

Matrakçı Nasuh

Yukarıda da belirttiğim gibi Matrakçı Nasuh (1480-1564) ismine yabancı olmadığınızı düşünüyorum. Bir döneme damgasını vuran Muhteşem Yüzyıl isimli dizide Matrakçı Nasuh ismini epey duymuştuk. Peki, Matrakçı Nasuh’un ünlü bir minyatür sanatçısı olduğunu biliyor muydunuz? Evet, gerçek adı Nasuh Bin Karagöz El-Bosnavi’dir. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde eserler vermiştir.
Levnî

Osmanlı dönemindeki ünlü minyatür sanatçılarından bir diğeri olan Levnî ise II. Mustafa ve III. Ahmat döneminde başnakkaşlık yapmıştır. Gerçek adı Abdülcelil Çelebi olan Levnî bu lakabını Farsça’da renk ve boya anlamına gelen levn kelimesinden almıştır. Osmanlı minyatürüne pek çok şey katan sanatçı, eserlerinde kullandığı taktiklerle batı tarzına yaklaşmış olduğunu göstermiştir. Minyatürün yanı sıra ayrıca Osmanlı padişahlarının portrelerini de yapmıştır.
Nusret Çolpan

1952 ile 2008 yılları arasında yaşayan minyatür sanatçısı Nusret Çolpan, Matrakçı Nasuh’u örnek alarak kendine has bir tarz yaratmıştır. Teknikleriyle minyatür sanatını çağdaşlaştıran ismin eserleri önemli müzelerde sergilenmektedir.
Nakkaş Nigârî (Haydar Reis)


Asıl adı Haydar Reis olan Nakkaş Nigarî ise 1494 ile 1572 yılları arasında yaşamıştır. Ünlü kişilerin minyatürlerini yapmış ve bu nedenle de portre minyatüründe başarılı eserler vermiştir. Örneğin; Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa, II. Selim gibi ünlü isimlerin portrelerini yapmıştır.
Abdullah Buhari

18. yüzyılda yaşamış olan ünlü Türk minyatür ustası Abdullah Buhari’nin eserlerinin çoğu Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenmektedir. Gerçekçi anlayışla yaptığı eserlerinde tek figürleri ve çiçek çalışmaları göze çarpmaktadır.
Refail

I. Mahmut, III. Osman, III. Mustafa ve I. Abdülhamid dönemlerinde eserler veren sanatçı, onu kitap resminden tuvale geçen ilk Osmanlı sanatçısı yapmıştır.
Haydar Hatemi

1945 Güney Azerbaycan doğumlu olan Haydar Hatemi ise Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamakta olan Osmanlı minyatür tekniğinin hayatta olan son temsilcilerindendir. Osmanlı devletini ve İstanbul’u tasvir eden pek çok eseri bulunmaktadır.
Nakkaş Sinan Bey

15. yüzyılda yaşayan minyatür sanatçısı daha çok Fatih Sultan Mehmed’i gül koklarken tasvir ettiği çalışmasıyla tanınmaktadır. Ve sanatçının bu eseri Osmanlı’da görülen batı etkisinin ilk örneklerinden biri olmuştur. Fatih döneminde İtalya’ya gönderilen sanatçı, oradaki tarzdan etkilenmiş ve Osmanlı’ya geri döndüğünde eserlerinde batı tekniklerini kullanmıştır.
Nakkaş Osman

16. yüzyılda Osmanlı Sarayı’nın başnakkaşı olan Nakkaş Osman ise tarihsel gerçeklere odaklanan bir minyatür sanatçısıdır. İstanbul’daki günlük hayatı, esnafları ve şehirdeki gösterileri anlatan çalışmalarıyla, tarihi yansıtmış ve eserleri bir belge niteliğinde görülmüştür.
Seyyid Lokman

Yaklaşık 30 yıl boyunca sarayda hizmet veren Seyyid Lokman ise Nakkaş Osman ile birlikte çalışmış bir ustadır. I. Süleyman, III. Selim ve III. Murat dönemlerinde sarayın şehnamecisi olarak görev yapmış ve çok sayıda eser vermiştir.
Süheyl Ünver

1898-1986 yılları arasında yaşayan minyatür ustası, hayatının büyük bölümünü okumak, araştırmak, öğrenmek, öğretmek, el yazması eserler üretmek, şiirler makaleler yazmakla geçirmiştir. Sanatçı kişiliğinin yanı sıra aynı zamanda bir bilim insanı olan Süheyl Ünver, pek çok dil bilmesi, minyatür ustası olması gibi özellikleri ile çok yönlü bir sanatçı olarak anılmaktadır. Zaten minyatürün sanatının ülkemizde devam ettirilmesini sağlayan isim de Süheyl Ünver’dir. Yaptığı çalışmalarla minyatürün yeniden gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır.

Minyatür Sanatı

Minyatür terimi, genel anlamıyla çok ince işlenmiş küçük boyutlu resimler ve bu türdeki resim sanatları için kullanılmaktadır. Minyatür kelimesinin, Latince "kırmızı ile boyamak" anlamına gelen “miniare” kelimesinden türetilmiş olduğu ve daha sonra Fransızca’ya “miniature” biçiminde geçtiği düşünülmektedir. Osmanlı dönemi kaynaklarına baktığımızda bu terimin yerine “tasvir” veya “nakış” sözcüklerinin tercih edildiği görülmektedir.

Minyatür sanatının en önemli özelliklerinden birisi, anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarılmakta olmasıdır. Bu nedenle minyatür sanatında perspektif kullanılmaz. Uzaklık ve boy, renk veya gölgelerle belirtilmez; minyatürler ışık, gölge, duygu ve Avrupai perspektifi olmayan resimlerdir. Kitabın sayfa oranına uygun, geometrideki “altın dikdörtgen” içinde kendine özgü “dikine” veya “yığma perspektif” denen bir teknikle resimlenirken; boy, kişinin önemine göre artar veya azalır. Bu, kâğıt üzerinde ön planda olanların alt tarafa, geridekilerin ise üst tarafa yerleştirilmesiyle gerçekleşir. Figürler birbirlerini tümü ile kapatmayacak şekilde düzenlenir. Konu mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara kadar işlenir.

Türk minyatürlerinin kendine özgü bir özelliği, renklerin çoğu kez soyutlama aracı olarak düz, parlak ve gölgelerden arındırılmış olarak kullanılmasıdır. Diğer bir özelliği ise, sayfa kenarlarında İran minyatürlerindeki gibi ağır bir tezhibe yer verilmemesidir. Minyatür sanatında genel olarak tarihî, edebi ve ilmî konular işlenirken; Türkler, çoğunlukla tarihi yansıtmayı tercih etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşlarını, seferlerini ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerindeki örneklerinden ayrı olarak gerçekçi bir üslupla ele alınmışlardır. Türk minyatürlerinin bu özelliği, bizlere yapıldığı dönemin örf ve âdetlerini, gelenek ve göreneklerini, giyim kuşamını olduğu kadar Osmanlı Türk tarihini de takip edebilme imkânı sunarken; bu eserlerin her birine de tarihi birer belge niteliği kazandırmıştır. Görsel sanat zenginliği açısından da İslam kitap sanatında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı minyatürleri, tarih, sosyoloji, kültür tarihi ve diğer alanlarda yapılan birçok araştırmada yararlanılan görsel belgeleri oluşturmalarının yanı sıra Cumhuriyet sonrası Türk resmine de esin kaynağı olmakla ayrıca değer kazanmaktadır.

Türklerde minyatürün Orta Asya’da Uygurlar döneminde (745-840) ortaya çıktığı düşünülmektedir. Sekizinci yüzyılın ortalarında Turfan bölgesinde Uygur Türklerinin meydana getirdikleri minyatürler daha sonra Türk minyatür sanatının kaynakları olmuştur. Günümüze ulaşan bazı minyatürlü yaprak parçaları, bu dönem minyatürlerinde Mani Dini’nin etkili olduğunu gösterir.

Türkler’in, İslamiyetten önce benimsemiş olduğu dinlerden en başta Manihenizm ve Budizm gelmektedir. Resmin söz kadar etkili olduğuna inanılan Mani dini, resim ve sanatı dinî terbiyenin esası ve vasıtası olarak kabul etmiştir. Dinsel törenlerde öykülerin, resmin önünde görsel malzeme desteği ile anlatılması kalıcılığı sağlamıştır.  Gezici derviş, bahşi veya kâtib adı verilen hocalar, güzel söz söyleme sanatı (hitabet), musiki, resim, matematik ve fen bilgilerini en iyi bilen ve öğreten kişilerdir. Halkla iç içe olan bu kişiler, bilgilerini topluma aktarmayı amaç edinmişlerdir. Her devirde geniş coğrafyalara yayılmış olan Türkler, Orta Asya’daki kendi kültürlerini bu ulu kişilerin aracılığı ile gittikleri yerlere taşımışlar, kalıcı izler bırakmıştır.

Uygur Devleti'nin dağılmasından sonra bu hareket devam etmiş ve Selçuklu Türkleri tarafından geliştirilerek ilk İslam minyatürleri oluşturulmuştur. Türklerin Bağdat, Mısır, Suriye gibi diğer ülkelere gelmesiyle ilk Arap minyatürleri görülmeye başlanır. 11. yüzyıldan itibaren Bağdat’tan Anadolu’nun içlerine kadar uzanan çeşitli sanat merkezlerinde yapılmış olan birçok eserde yerel sanat görüşünün yanında Bizans ve Orta Asya resim sanatının etkileri izlenmektedir.

İslam kültüründe ise anıtsal resim sanatı yalnızca Emeviler döneminde, 7. ve 8. asırlarda var olabilmiştir. Bu dönemde fethedilen yeni topraklardaki kadim kültürlerin yüzyıllar boyunca kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa geçilmiş, bunun sonucunda da bazı dinî ve sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasani sanat geleneklerinin etkisini yansıtan naturalist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır.

Buna karşın dokuzuncu asırda birtakım değişmeler yaşanmıştır. Kuran-ı Kerim’de resmi yasaklayan herhangi bir ayet olmamasına rağmen dönemin kimi din âlimlerince yapılan hadis yorumları dolayısıyla canlı varlıkların resminin yapılmasının günah olduğu yargısına varılmış ve dolayısıyla bu türdeki tasvirlerin yapılması yasaklanmıştır. Söz konusu dönemden itibaren yapı süslemesi niteliğindeki duvar resimleri ve mozaikler yerlerini kitap süslemelerine bırakmıştır. Abbasiler döneminde ise bu konudaki görüş değişiklikleri dolayısıyla tekrar kitap resimlenmeye başlanmıştır. Bu dönemde antik kaynaklı bilimsel eserlerin çevirileri yapılıyor, bu yoğun çeviri faaliyetleri sırasında bir yandan da kitaplarda yer alan resimler soyutlaştırılarak kopya ediliyordu. Öte yandan, dönemin sevilen edebiyat kitapları tasvirlerle süsleniyor ve bu tasvirlerde gölge oyununu andıran şematik kalıplar kullanılıyordu aittir.

12. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa’da çok güzel ve görkemli minyatürler yapıldı. Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü.

Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi. Selçukluların İran ile ilişkilerine bağlı olarak minyatür sanatı İran etkisinde kaldı. Mevlana’nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti. Osmanlı Devleti döneminde ise 18. yüzyıla kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü. Fatih döneminde (1451-1481), padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde (1481-1512) de Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu meşhur olmuştur. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî, 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır.

Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkmış ve kendine özgü bir biçim geliştirmiştir. 18.yüzyılın başlarından itibaren Batılılaşma akımı sonucunda, Avrupa resmi kurallarının değerlendirilmesiyle geleneksel teknikle gölgeli boyanan hacimli nesneler ve derinlik kazandırılmış unsurlarla, üç boyutlu tasarımlar ortaya çıkarılmıştır. Aynı asrın sonlarına doğru tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboya ile yer değiştirmesiyle birlikte yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran tekniklerle resmedilmiştir. Bu dönemde tasvir, kitap sayfalarından duvar ve tuval yüzeylerine taşmıştır. 19. asrın başında ise Osmanlı minyatürü artık önemini yitirmektedir. Bu dönem sanatçıları, geleneklerden kopmaksızın ortaya koydukları eserlerde, Batı etkilerini yeniden yorumlama çabalarıyla, Tanzimat sonrası açılan okullarda başlatılan Batı resmi eğitimiyle yaygınlaşacak olan yeni resim geleneğinin öncüleri olmuşlardır.

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)