11-01-2018, 11:38 AM
(Son Düzenleme: 04-12-2024, 07:50 AM, Düzenleyen: RasitTunca.)
Cennet Hakkında Bilmediklerimiz Bildiklerimiz
1-) Cennette erkeklere huri verilecektir. Kadınların ahiretteki evlilik durumu nasıl olacaktır?
Cennette çok eşlilik nasıl olacak? Bu konu ile ilgili ayetleri nasıl anlamalıyız?
Örneğin,
“… Ve onlara (cennetliklere) orada (cennette) temiz eşler vardır.” (Bakara, 2/25)
âyetinin tefsirinde Elmalılı’nın “Cennetlerde tertemiz, pam pak çiftler, eşler, yani erkekler için zevceler, kadınlar için zevcler vardır.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, tsz., I/276.) ifadesi, bazıları tarafından yanlış anlaşılarak erkeklere birden çok kadın (huri) verildiği gibi kadınlara da birden çok erkek (gılman) verileceği şeklinde değerlendirilmiştir.
Oysa burada anlatılmak istenen cennette kadın-erkek herkesin evli olması, temiz eşlere sahip olmasıdır. Erkekler ve kadınlar çoğul olarak zikredildiği için, onların eşleri olarak zikredilen zevceler ve zevcler de çoğul olarak zikredilmiştir. Yani her erkeğin temiz zevcesi ve her kadının da temiz zevci vardır denmek isteniyor.
Bu ifade, bir öğretmenin yıl sonunda talebelere hitaben, “Şimdi karnelerinizi dağıtacağım.” demesi gibidir. Bu ifadeden bir talebeye birden fazla karne verileceği manası çıkmaz. Aksine her birine bir karne verileceği anlaşılır. Talebeler çoğul olduğu için karne de çoğul olarak zikredilmiştir. Bu tür ifadeleri yanlış anlamada, konu hakkında bilgi sahibi olmamanın rolü büyüktür.
Kâinatın hadsiz feza boşluğunda Samanyolu Galaksisine mensup ve güneş sistemine bağlı şirin bir gezegen olan dünya memleketine imtihan için gönderilen insanlar, Kâinatın Yaratıcısını tanımak ve O’na iman ile ibâdet etmek için mükellef kılınmıştır.
Yaratılış gayesine uygun iman edip iyi ameller işleyen mü’minler, bütün semâvi kitaplarda cennetle müjdelenmiş ve orayı kazanmak için hayra ve iyiliğe teşvik edilmişlerdir.
Mükemmeliyetin ve güzelliğin her türlüsüne meyilli ve en yüksek derecesini aşk derecesinde arzulayan insan için, Kur’ân-ı Kerim’de cennet nimetleri açısından detaylı bilgiler verilmiş ve onun da ötesinde Allah’ın rızâsı vaâd edilmiştir.
Ruhânî ve hissî bütün nimetleri içinde barındıran cennet, aynı zamanda bedenî ve cismânî umum lezzetleri de ihtivâ eder. Yemek, içmek ve evlenmek cennetin en yüksek nimetleri sırasında gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerin beyânına göre; dünya hayatında kurulan âile hayatları, eşlerin her ikisi de cennete liyakat kazanmaları halinde ebediyen beraber olacak ve karı-koca münasebetleri sonsuza kadar cennette devam edecektir. Ancak, imandan nasibi olmayan ve inkâr üzerine ölen eş, Hazret-i Nuh ve Lût Aleyhisselâmların hanımları ve Âsiye’nin kocası olan Firavun da olsa ebediyen eşinden ayrı kalacak ve inkârının karşılığını dâimi olarak cehennemde çekeceklerdir.
İman ve salih amellerinden dolayı cennete giden mü’min kadınları, Cenâb-ı Hak rahmet ve kudretiyle her türlü dünyevî ârızalardan arındırarak, tertemiz eşler sûretinde kocalarına iâde edecektir. Hûrilerden daha güzel olarak yaratılan o dünyalı kadınlar, eşlerine ebedî bir hayat arkadaşı olacak ve hûrilere sultan yapılacaktır. Hiçbir kıskançlık ve rekâbet duygusu olmaksızın sonsuza kadar sevdikleriyle birlikte cennetten istifâde edeceklerdir.
Dünya hayatındayken evlenemeden âhiret âlemine göçen iman etmiş erkek ve kadınlar, cennette evlendirilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır. Fakat, çocuk olarak vefât edenler bu kayıttan âzâdedir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Vildânün muhalledun” tâbirinden anlaşıldığına göre, mü’minlerin bulûğ çağından önce vefât eden çocukları doğrudan cennete gidecek, lâkin dâimî çocuk olarak kalmak sûretiyle, çocuk sevmek ve okşamak zevkini anne ve babalarına tattıracaklardır.
Ancak, bulûğ çağından önce ebeveynin teşvikiyle, mecbur olmadığı halde namaz kılan ve oruç tutan çocukları Cenâb-ı Hak büyükler gibi yaratacak ve amellerinin karşılığı bu farkı onlara ihsan edecektir. Kâfirlerin ölen çocukları da cennete gidecek, fakat, hizmetçi olarak istihdam edileceklerdir. Akıl dengesi yerinde olmayanlarla hak dinden hâberdar olmayan Fetret Devri insanları da mükellef olmadıkları için cennete gidecek ve kusurlarından muâheze olunmayacaklardır.
Kur’ân-ı Kerim’in sadece bir âyetinde geçen gılman tâbiri vardır. 52. Sûre olan, Tûr Sûresi 24. âyetinde “Etraflarında, sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz gılmanlar dolaşır.” Sözlükte “çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmetçi” anlamına gelen gulâm kelimesinin çoğulu olan gılman, anlaşıldığı kadarıyla, Allah’ın (c.c) mü’min kulları için özel yarattığı ve vazifesi sadece hizmetkârlık olan cennet gençleridir. Onlar cennet ehline yiyecekler ve içecekler sunarlar ve bu vazifeyi görmekten mutluluk duyarlar.
Hûriler ise, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte “Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor.” denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman,
“İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” (Sözler s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
2-) Ahirette, cennette cinsel hayat var mıdır?
Kuşkusuz, cennette her lezzetin yanında cinsî ilişki de vardır. Kur’an’da kişilerin eşlerinden ve ayrıca hurilerden bahseden ayetler, dolayısıyla bu tür ilişkiden de söz etmiş oluyor.
Arap edebiyatında 40, 70 gibi sayılar, daha çok, bir şeyde fazlalığı ifade eder, çokluktan kinayedir. Hadiste, cinsi münasebetin dünyadakinden daha lezzetli olduğunun ifade edilmesi için, onun önemli bir unsuru olan cinsel güçle açıklanmıştır.
Abdullah b. Abbas, “Cennetin hiçbir nimeti dünyanınkine benzemez, yalnız bir isim benzerliği vardır.” şeklindeki ifadesi, cennetteki evlilik nimeti için de geçerlidir. Sonsuz bir hayatta, sırf dostlar için hazırlanmış bir mutluluk diyarındaki lezzetlerin derecesi, her türlü tanımlamanın üstünde ve ötesindedir. Oradaki güzellikler -hadiste ifade edildiği üzere
“Ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş ve ne de bir kimsenin aklından, hayalinden geçmiştir.”
Cenneti tam anlayamadığımız için bazı sorular aklımıza gelebilir; bu normaldir. Cennette:
1. İnsan bir anda pek çok yerde bulunabilecek.
2. Her insana bağlar ve saraylarla dolu dünya kadar geniş bir yer verilecek.
3. İnsanın istediği her şey olacağı gibi istemediği hiçbir şey de olmayacak.
4. Cenneti dünyanın ölçüleriyle anlamak mümkün değildir. Anne karnındaki çocuğun aklı olsa dünyayı anlattığımız zaman anlaması nasıl mümkün değilse, bu dünya da cennete göre anne karnı gibidir. Anlamamız mümkün değildir. Bu nedenle anne karnında sadece göbeğinden belenen bir insan, dünyada gözü, kulağı, ağzı, dili vs pek çok uzvuyla istifade etmektedir.
Cennette Cinsî Zevkler
"Gerçekten cennetlik olanlar, o gün eğlenceyle meşguldürler." (Yasin, 36/55)
"O cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, bu kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin. Onlar yakut ve mercan gibidirler." (Rahman, 55/56, 58)
Cinsiyetin insan hayatında önemli bir yer tuttuğu şüphesizdir. Kur'an'da vurgulandığı üzere (Rûm, 30/21) karşı cinsler hayatlarını birleştirmekle bedenî ve ruhî tatmin bulmaktadırlar. Aynı tatminin uhrevî hayatta da devam etmesi tabiidir. Cennet tasviriyle ilgili çeşitli ayet ve hadislere göre cennette hem dünya kadınları hem hûriler bulunacaktır. Ayetlerde geçen "tertemiz zevceler" ifadesi (Bakara, 2/25; Âl-i İmran, 3/15) hûrilerle birlikte dünya kadınlarını da kapsamına almaktadır.
"Orada (cennette) nefislerin arzu ettiği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır ve siz orada ebedi kalacaksınız." (Zuhruf, 42/71)
Cinsellik de nefislerin arzu ettiği şeylerdendir. Dolayısıyla ayet, cennette cinsel hayatın da bulunduğuna işaret etmektedir. Cennete giriş öncesinde mü'minlere uygulanacak bedenî ve ruhî arındırma operasyonu sonunda, kadınların cinsî hayatlarına olumsuz etki yapan, mutluluklarını bölen fizyolojik ârızaların ve ruhî depresyonların tamamen giderileceği anlaşılmaktadır. Çeşitli ayet ve hadislerde cennet kadınlarının güzelliği, zarafeti ve çekiciliği konusunda canlı tasvirler mevcuttur. Bir rivayette huriler, kendi ayrıcalıklarından söz edecekleri bir sırada cennetteki dünya kadınları, dünya hayatında işledikleri güzel ameller sebebiyle onlardan üstün olduklarını ifade edecekler ve onları susturacaklardır.
Bir erkeğin kaç eşe, özellikle kaç dünya kadınına sahip olacağı hususunda farklı görüşler ileri sürülmesine rağmen, bu konuda sahih rivayet Buhâri ile Müslim'de yer alan hadistir. Buna göre cennetteki her erkeğe "zarif ve şeffaf tenli" iki kadın verilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır. (Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 14). Kadınların ikisi de hûri veya dünya kadını olabileceği gibi birinin hûri, birinin de dünyalı olması muhtemeldir.
Cennetteki cinsî hayatla ilgili tasvirlerde güzellik, çekicilik vb. faktörler kadınlara nisbet edildiği halde bu tür tasvirlerin sağladığı özendirici sonuç ve avantajların genellikle erkekler için söz konusu edildiği ve kadının âdeta erkeğin zevklerini tatmin eden bir vasıta olarak gösterildiği şeklinde bir itirazın ileri sürülmesi mümkündür. Arap dilinde kadınlı erkekli bir topluluğa hitap edilirken veya onlara yönelik açıklamalar yapılırken müzekker / eril sigaların kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca hemen bütün toplumların sanat ve edebiyatlarında kadın zarafet ve câzibenin odak noktası olarak kabul edilmiş, aşk şiirleri ve diğer sanat alanlarının ana teması kadın olmuş, büyük bir çoğunlukla kadın talep eden değil; talep edilen konumunda bulunmuştur.
Aynı üslup ve yaklaşımın cennetteki cinsî hayatın tasvirinde de hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Kimsenin bekâr kalmayacağı cennet hayatında erkeğe -biri dünya kadını, biri de hûri olmak üzere- en az iki eş verileceği halde, kadının birden fazla kocaya sahip bulunmaması da aynı temaya bağlı olmalıdır. Gerçekten dünya hayatında kadın psikolojisi üzerinde sürdürülen çalışmalar, yapılan anket ve araştırmalardan onun monogam olduğu, gönül ve hayal âleminde sadece bir erkeğe yer verdiği anlaşılmıştır. Bu aynı zamanda insan türünün devamını sağlayan ana rahminin korunması, dolayısıyla nesebin tayini ve neslin bekası için de gereklidir.
Amaç, Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil; Allah'ın Rızasıdır
Bedenî ihtiyaçları gideren ve cismanî zevkler sağlayan cennet nimetleri, aslında cennet sakinleri için amaç değildir; ulaşılmak istenen asıl hedef Allah rızasıdır. İnsan için bu rızaya nail olmak, Allah'ın kendi katından bedene bahşettiği ruhu (Hicr, 15/29) yine O'na yöneltmek, O'nu müşahede etmek, O'nunla konuşmaktır.
Müslümanlar arasında minnet ve şükran duygularını dile getirmeye vesile olan en samimi ve en yaygın dua ifadesi, "Allah râzı olsun!" cümlesidir. Allah'ın dostları O'na en yakın olan, O'nun rıza ve muhabbetini kazanan, O'nu gönülden sevip rıza ve teslimiyetle en büyük mutluluğa erenlerdir. Cennet ve Allah rızası münasebetini dile getiren bir ayette,
"Allah mü'min erkeklerle mü'min kadınlara içlerinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler, Adn bahçelerinde güzel meskenler vaad etti. Allah'ın rızası ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük saadet budur." (Tevbe, 9/72)
denilerek uhrevî saadetin bu manevî unsurunun, maddî içerikli kavramlarla anlatılan diğer bütün nimetlerden daha değerli olduğu açıkça ifade edilmiştir.
"Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan râzı / hoşnut, O da senden râzı / hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" (Fecr, 89/27-30)
Sahih hadislerde belirtildiği gibi, bütün mü'minler cennetteki yerlerini aldıktan sonra Cenab-ı Hak kendilerine hitap ederek hallerinden memnun olup olmadıklarını soracak, onlar da son derece memnun olduklarını ifade edeceklerdir. Bunun üzerine Allah,
"Size bundan daha değerli bir şey veriyorum: Size rızamı saçıyorum, artık size gazabım bir daha dokunmayacak." diyecektir (Müslim, Cennet 9).
Cennet, (dolayısıyla cehennem ve ahiret hayatı) sadece ruhlar âleminde değil; ruh ve bedenden oluşan, ayrıca bağı bahçesi, nehri, yapısı vb. bulunan bir maddeler ve realiteler dünyasında başlayıp devam edecektir. Sadece Kur'an ayetleri çerçevesinde bile mevcut nasların içerdiği maddî unsurları, manevî ve ruhî anlatımlar veya sembollerle te'vil etmek mümkün değildir. İmam Gazzali, cennet zevklerinin hissî, hayalî ve aklî olmak üzere üçe ayrıldığını ve herkesin kendi kabiliyetine göre bunların tamamından veya bir kısmından faydalanacağını kabul etmiştir. Dünya hayatında özellikle hayalî ve aklî zevklerin kusuru olan kesintiler ahirette bertaraf edilip bu zevkler süreklilik kazandığında son derece câzip olurlar.
- Cennette Mahremiyet Nasıl Olacak?
Hadislerden anlaşıldığına göre cennette her bir insana beş yüz senelik, tahminen yeryüzü kadar bir yer verilecektir. Bu kadar geniş bir yerde bütün dostlarıyla beraber olacağı alemle hususi dairesi ayrı olacaktır.
Bunula beraber, bütün kötü huyların cennette yeri yoktur. Bu nedenle kıskançlık olmayacağı gibi helali olmayana şehveti de olmayacaktır. Nitekim, gözü olmayan göremiyor, duyması olmayan duyamıyor. Gözü olmayan birinin yanında sizi görmesinden rahatsız olur musunuz?.. Henüz şehevi duygusu gelişmemiş bir çocuğun, annenizin veya kız kardeşinizin yanında olmasından endişe eder misiniz.
Demek ki, cennette kötü düşünce ve huyların yeri yok. Onlar bu alemde imtihan için verilmiştir. Orada imtihana gerek olmadığından yerleri de yoktur. Sadece helaline olan şehvet duygusu başkasına kapalıdır. Bu nedenle kimse kimseden rahatsız olmayacaktır.
3-) Hadislerde rivayet edilen cennet kapıları nelerdir? Özellikle; ilim tahsil eden talebelerin gireceği bir cennet kapısı var mı; adı nedir?
Cennetin sekiz kapısı vardır. Hadislerde “Cennetin sekiz kapısı olduğu” açıkça ifade edilmiştir,(bk. İbn Hacer,VII/28).
Ebu Hureyre anlatıyor: Hz: Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:
“Kim Allah yolunda, malından iki şey harcarsa, cennetin kapılarından ‘Allah’ın kulu! Burası güzeldir, buradan girin.’ diye çağrılır. Namaz ehli olanlar / sürekli namazını kılanlar, Salat (namaz) kapısından çağrılır. Cihad ehli olanlar, Cihad kapısından çağrılır. Oruç ehli olanlar / sürekli oruçlarını tutanlar Reyyan (su içip kanan) kapısından çağrılır. Sadaka ehli olanlar /daima sadaka verenler, Sadaka kapısından çağrılır.” Bunun üzerine Ebu Bekir “Ey Allah’ın Resulü! Anam, babam sana feda olsun, bütün bu kapılardan çağrılması için kişinin ne yapması gerekir? Bu kapıların hepsinden çağrılacak kimse var mı?” diye sordu. Hz. Peygamber (a.s.m) “Evet, öyle ümit ediyorum ki, sen onlardan olacaksın.” buyurdu.”(Buharî, Savm, 4).
Bu hadiste, dört kapı zikredilmiştir: Salat, Cihad, Reyyan, Sadaka (Zekât).
Burada İslam esaslarından yalnız hac anılmamıştır. Şüphesiz onun için de hususî bir kapı vardır.(İbn Hecer, a.g.e). Geriye üç kapı kalır ki, onlar da şunlardır: İnsanları affedenlerin gireceği kapı “Affedenler / Af kapısı”, Bir hadiste “Cennetin bir kapısı vardır, ondan yalnız affedenler girecektir.” buyurulmuştur.(İbn Hacer, a.g.e).
Bir de hesabı, azabı olmayan tevekkül ehlinin gireceği, “Eymen” kapısı.
Diğer kapı ise, Zikir veya ilim kapısı.(a.g.e).
Özetlersek: Cennetin sekiz kapısı vardır: Salat, Cihad, Reyyan, Sadaka (Zekât), Hac, Af, Eymen (Sağ, mübarek) ve Zikir-İlim kapısı.
Demek ki, ehl-i ilim, İLİM kapısından girecektir.
“Her amel sahibi için ayrılan bir kapı vardır ki, onu işleyen kimse o kapıdan çağrılır.”(Müsned, II/449)
şeklindeki hadisten anlaşılıyor ki, her amelin kendine mahsus bir kapısı vardır. Oysa, ameller, sekizden çok daha fazladır. Buna göre, bu sekiz kapı, cennetin esas kapıları olan dış kapılarından sonra söz konusu olan iç kapılar şeklinde anlamak gerekir.(İbn Hacer, a.g.e).
Cennetler, Kur’ân’ın, Allah’a inanan ve kötülük yapmaktan sakınanlara vaad ettiği ebedî mülkler, memleketler ve yurtlardır. Bu konuda söz Kur’ân’ın ve Kur’ân Peygamberinindir (asm).
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vaad edilen Cennetin altlarından ırmaklar akar, yiyecekleri ve gölgelikleri dâimîdir.”1
buyuran Kur’ân bize Adn, Firdevs, Me’vâ ve Naîm Cennetlerinden haber verir.
Adn Cennetleri, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için hazırlanmış, ebedî, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde muhteşem köşkler bulunan, Allah’ın rızâsının her an berâber bulunduğu2; Rablerinin rızâsını dileyerek sabredenlerin, namaz kılanların, zekât ve sadaka verenlerin, iyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldıranların babalarıyla, eşleriyle ve çocuklarıyla girecekleri, meleklerin her kapıdan girerek selâm verecekleri3; diledikleri her şeyin içinde bulunduğu (4); altın bilezikler takınacakları, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyerek tahtlar üzerinde oturacakları5; yanlarında gözlerini eşlerine dikmiş yaşıt güzellerin bulunduğu6 ebedî mekânlardır.
Firdevs Cennetleri, îman edip sâlih amel işleyenlerin, içlerinde konaklarıyla birlikte ebedî kalacakları7; huşu içinde namaz kılanların, boş şeylerden yüz çevirenlerin, zekâtlarını verenlerin, iffetlerini koruyanların, emânetlere riâyet edenlerin, sözlerini yerine getirenlerin içlerinde temelli kalacakları ve vâris olacakları8 ebedî mülklerdir.
Me’vâ Cenneti, îman eden ve sâlih amel işleyenlerin varacakları, Allah’tan korkanların, Allah’ın verdiği rızklardan sarf edenlerin9 girecekleri; Hazret-i Muhammed’in (asm) gözünün gördüğünü gönlünün yalanlamadığı, Cebrâil (as) ile birlikte Sidre-i Müntehâ’da Allah’ın varlığının büyük delilleriyle (Âyet’ül-Kübrâ) berâber gördüğü10 bâkî memlekettir.
Naîm Cennetleri, Allah’a içten bağlı olan kulların girecekleri ve karşılıklı tahtlar üzerinde kurulacakları, kendilerine sayısız rızk ve meyvelerin ikrâm edileceği, baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk veren bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehlerin sunulacağı, yanlarında iri gözlü, bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş zevcelerinin bulunacağı11; hayırda ve iyilikte önde olanların12; ve Allah’a en çok yakın olanların girecekleri ve süslenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanacakları, ölümsüz gençlerin yanlarında baş ağrısı ve baş dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler, kadehler, seçecekleri meyveler ve arzu duyacakları kuş etleriyle dolaşacakları, yanlarında inciler gibi ceylan gözlülerin bulunduğu, boş ve günaha götüren bir söz duymayacakları, sâdece selâma karşılık “selâm” sözü duyacakları, dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölgeler altında, çağlayarak akan sular kenarlarında, bitip tükenmek bilmeyen ve yasak da edilmeyen meyveler arasında, yüksek döşekler üzerinde ebedî ziyâfetlere konacakları13 bâkî diyarlardır.
Bunlar, Kur’ân’ın Cennet âyetlerinden sâdece bir kaçı. Peygamber Efendimiz (asm) sekiz cennetten haber verir ve meselâ abdesti tam ve kâmil alarak, abdestin sonunda “Şehâdet Kelimesi” getirenlerin sekiz Cennetin kapısından dilediklerinden girebileceklerini müjdeler.14
Cennetin sekiz tabakasının sekizinin de damının Arş-ı Azam olduğunu beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, ehl-i cennetin, bulundukları Cennetler ayrı ayrı da olsa, berâber bulunmalarına mâni olmadığını, çünkü Cennetin sekiz tabakasının da derece bakımından birbirinden yüksek bulunduğunu kaydeder.15
İlim tahsil eden kimseyle ilgili, Ebu Davud’un Sünen’inde ise özetle şu hadisler yer almaktadır:
“İlime giden yol, cennete giden yoldur.”;
“Dolunay yıldızlardan ne kadar parlak ise, âlimler de gece gündüz ibadet eden zahidlerden o kadar üstündür.”; “Alimler, peygamberlerin vârisidir”;
“Birinden ilim istenir de, oda bildiğini öğretmezse, ahirette Cehennem ateşi ile cezalandırılır.”
Tirmizî ise, Sahih’inin “Kitabü’l-İlm” bölümünde şu genel anlamları içeren hadislere ver vermektedir:
“İlim peşinde koşmak, Cennete kapı açmaktır.”;
“İlim yolunda giden, o yoldan dönmedikçe Allah yolundadır.”
İbn Mâce’nin Sünen’inde ise, “Kitabü’l-İlm” bölümü olmamasına rağmen bu konuda çok önemli bir hadise rastlamaktayız:
“İlim peşinde koşmak her Müslüman için farzdır." 16
Buna göre hakiki ilim talebesinin cennetin bütün kapılarından gireceği ümit edilir.
Dipnotlar:
1. Ra’d Sûresi, 13/35;
2. Tevbe Sûresi, 9/72; Tâ-Hâ Sûresi, 20/76; Saff Sûresi, 61/12; Beyyine Sûresi, 98/8;
3. Ra’d Sûresi, 13/22,23,24; Mü’min Sûresi, 40/8;
4. Nahl Sûresi, 14/31;
5. Kehf Sûresi, 18/31; Fâtır Sûresi, 22/33;
6. Sâd Sûresi, 23/52;
7. Kehf Sûresi, 18/107;
8. Mü’minûn Sûresi, 23/1-11;
9. Secde Sûresi, 32/16, 17, 18;
10. Necm Sûresi, 53/11,12,13,14,15,16,17,18;
11. Sâffât Sûresi, 37/40-49;
12. İnfitâr Sûresi, 82/13;
13. Vâkıa Sûresi, 56/10-38;
14. Müslim, Tahâret, 6;
15. Sözler, s. 461.
16. İbn Mace, “Mukaddime”, 17, 224; I, 81 (Mısır, 1952). Diğer rivayetler için bk. Kenzu’l-Ümmal, X, 131; 28651-29654.
4-) Cennette evlilik nasıl olacaktır? Cennette verilecek huri ve gılman hakkında bilgi verir misiniz?
Cennette günah işlemek mümkün mü? Veya dünyada günah olan bir fiil cennette caiz olabilir mi?
Her yönüyle nezih ve temiz olan, sadece temiz, iyi ve güzel şeylerin toplandığı bir mekân olan cennette, dünyada günah addedilen şeylerin bulunması söz konusu değildir.
“Cennetlikler cennette ne bir boş söz ne de günah işitmezler.” (Vâkıa, 56/25),
“Orada boş sözler ve yalan işitmezler.” (Nebe’, 78/35)
ayetleri, cennette, değil günah sayılan fiillerin işlenmesi, günah şeylerden bahsedilmesinin hatta boş, manasız, malayani sözlerin konuşulmasının bile söz konusu olmadığını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Müttakiler dünyada iken Allah’ı görmedikleri halde bu tür fiillerden şiddetle kaçınırken, cennette her an Yüce Rablerinin huzurunda olduklarını müşahede ettikleri halde, dünya hayatında Allah’ın gazabını celbeden ve çeşitli kavimlerin helâkine sebep olan bir takım çirkin fiilleri ve bu fiilleri çağrıştıracak şeyleri işlemeleri asla düşünülemez.
Cennette dünyada günah addedilen bir takım çirkin fiillerin mübah olduğu düşüncesinde olan kimselere göre, bu fiiller hoş şeyler olup cennette ulaşacağı, şimdiden hayal edilebilecek fiillerdir.
Böyle bir kimse, bu tür büyük günahları basit görecek, bu fiilleri dünyada iken işleyenlere sadece,, aceleciler nazarıyla bakacaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de cennet hurilerinin cinsel yönüne işaret eden,
“Onlara kocalarından önce hiç bir insan ve cin dokunmamıştır.” (Rahmân, 55/56),
“Biz o cennet kadınlarını ashab-ı yeminden olan kocalarına düşkün bakireler kıldık.” (Vâkıa, 56/36-38)
gibi ifadeler bulunurken, ne âyetlerde ne de hadis-i şeriflerde gılmanın cinselliğini çağrıştıran herhangi bir ifade yoktur. (Bursevî’nin izahına göre, Cennet çocuklarının sadece saçılmış incilere benzetilip, bu teşbihe ilaveten hurilerin saklı yumurtalara da benzetilmesinde cennet çocuklarından faydalanmanın hurilerin aksine sadece dış görünüşleriyle (zahirleri) itibarıyla olduğuna (dünyada olduğu gibi gönle sürur ve neşe katmalarına) işaret vardır. Çünkü hurilerin benzetildiği saklı beyaz yumurta rengin beyazlığıyla beraber tatma lezzetini de ifade eder. Buradan cennette livata olmadığı, böyle bir şeyi caiz görenin iddiasının batıl olduğu anlaşılır. (Ruhu’l-Beyân, IX, 321; X, 273)
Âyet ve hadislerin ışığında vildân ve gılman kelimelerini incelediğimizde, bu kelimelerin -kadın ve erkek- cennetliklere ait, cennet çocukları ve hizmetçileri için kullanıldığını görürüz.
Kur’an-ı Kerim’de geçen VİLDAN kelimesi hangi manada kullanılmıştır? ĞILMAN dan farkı nedir?
“Cennetliklerin etrafında, ebedî kılınmış vildân (çocuklar) dolaşıp hizmet ederler.” (Vâkıa, 56/17) ve,
“Etraflarında, ebedî kılınmış vildân (çocuklar) hizmet için dolaşır durur. Onları gördüğünde, etrafa saçılmış inciler sanırsın.” (İnsân, 76/19)
ayetlerinde geçen vildân kelimesi, çocuk doğurma ve çocuk sahibi olma manalarına delalet eden v-l-d kökünden gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de bu kökten gelen pek çok fiil ve isim kullanılmıştır. (velede, yelidu, elidu, vulide, yuled; veled, evlad, valid, valide, valideyn, velid, mevlud, vildan.)
Bunlardan biri olan vildân, velîd’in çoğulu olup (Maverdî, V, 450; Râzî, XXIX, 131) mevlud (doğurulmuş) manasındadır.
Fakat, mevlud olmalarından sarf-ı nazarla (ana-babalarına nisbeti düşünülmeksizin) küçük çocuklar için kullanılır olmuştur. (Râzî, XXIX, 131) Velid’in ise, doğumu yaklaşmış çocuk için kullanıldığı söylense de (Bursevî, X, 273) bebek manasına geldiği daha açıktır.
Çünkü âyette Hz. Musa (as)’nın bebeklik dönemi için kullanılmıştır. (Şuarâ, 26/18) Bu kelime hem kız hem de erkek çocukları için kullanılır. Lügatlerde velid’e, sonraki dönemlerde bu kelimeye izafe edilmiş ikinci ve üçüncü mana olarak köle ve genç hizmetçi manaları da verilmiştir. (bk. Kuraşî, Kamus-i Kur’ân (veled maddesi), el-Mu’cemu’l-Vasit (veled maddesi)
Vildân kelimesi, ele alacağımız iki âyet dışında, üçü Nisâ (75, 98, 127. âyetler), biri Müzzemmil (17. âyet) sûrelerinde olmak üzere dört âyette daha geçmektedir. Müfred şekli olan velid ise bir âyette (Şuarâ, 26/18) geçmektedir.
Nisâ sûresindeki üç âyetten ilk ikisinde vildân kelimesi mustaz’aflar (Mekke’de zor durumda bulunan hicret edememiş Müslümanlar/ mustaz’afine mine’r-ricali ve’n-nisai ve’l-vildân) içinde, üçüncüsünde de yine yetim kadınların yanında çaresiz çocuklar manasında (el-müstaz’afine mine’l-vildân) üçüncü grup olarak zikredilir. [Mehmet Çakır, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçesi isimli meâlinde Nisa, 127. ayete “Kur’ân’da çaresiz erkek çocuklar için de fetvalar var…” şeklinde mana vermiş, ayetteki vildan’a erkek çocuklar manası vermiştir. Bu eserin tenkidini yapan Akdemir’in de belirttiği gibi, (bk. Hikmet Akdemir, “Kur’ân-ı Kerim ve Türkçesi” adlı Çeviriye Dair Bazı Değerlendirmeler” Marife, yıl: 5, sayı:2, s. 91) ayetteki vildan kelimesi tağlib yoluyla kız çocuklarını da içine almaktadır . Dolayısıyla vildanı mutlak manada çocuklar olarak çevirmek daha doğrudur.]
Müzzemmil sûresinde ise kıyametin dehşeti anlatılırken zikredilir:
“İnkâr ettiğiniz takdirde, çocukları (vildân) ihtiyarlatan bir günden nasıl korunacaksınız!?” (Müzzemmil, 73/17).
Vâkıa, 56/17 ve İnsân, 76/19. âyetlerdeki vildân kelimesine verilen manalara göz attığımızda ise şunları görüyoruz: Çocuklar, cennet çocukları, evladlar, gencecik uşaklar, gençler, civanlar, delikanlılar, hizmetçiler, genç hizmetçiler, genç nedimler, gençlikler.
Görüldüğü gibi bu âyet hakkında da benzer meâller söz konusudur. Bu meâller içinde bizce en isabetli olanları çocuklar veya cennet çocukları ifadeleridir. Çünkü vildân kelimesinin çocuklar manasına delaleti açıktır.
Özetle, "vildân"ın manasının çocuklar olduğu hususunda ihtilaf söz konusu değildir.
"Ğılmân" kelimesi erkek çocuklar için kullanıldığı, "ğılmânun lehum" ifadesi malikiyet manasında alınarak, “onlara ait olan ğılmân” manasını ihtiva ettiği ve hadislerde de cennetliklerin çok sayıda hizmetçileri olacağı bildirildiği için, bu çocukların cennette hizmet için yaratılmış oldukları düşünülebilir.
Vildân ise, hem erkek hem de kız çocuklarını kapsadığı ve kelime kök itibariyle doğumu çağrıştırdığı için bu çocukların cennetliklerin dünyada buluğ çağına ermeden vefat eden ve bunlara ilaveten bazı hadis-i şeriflerde dile getirilen, arzu ettikleri takdirde bir hamilelik sıkıntısı olmadan cennetlikler için yaratılan kendi çocukları olabilir… [Müfessirlerin ve İslam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre cennette tenasül/çoğalma yoktur. Ancak bazı rivayetlere göre dünya hayatındakinden farklı bir surette çocuk sahibi olma söz konusudur. Ebu Saidi’l-Hudrî’den nakledilen bir rivayete göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Cennette mü’min, çocuk arzu ettiğinde, hamli, doğumu ve yaş alması bir anda oluverir.” (Tirmizî, Cenne, 23; İbn Mâce, Zühd, 39; Dârimî, Rikak, 11; İbn Hanbel, III, 9)].
Bazılarına göre, cennette cinsel hayat vardır, ancak bunun sonucunda çocuk olmaz. Mücahid, Tavus ve İbrahim en-Nehai bu kanaattedirler. Nitekim Ebu Rezin el-Ukaylî Peygamberimizden şöyle rivayet etmiştir:
“Cennette cennet ehlinin çocukları olmaz.”
İshak b. İbrahim ve başkaları ise, yukardaki hadiste belirtildiği gibi, Cennette mümin, çocuk arzu ettiğinde istediği gibi, bir anda oluverir, ancak arzu etmez demişlerdir (Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 104). Burada, “ancak arzu etmezler” kaydının hadisin devamı değil de, Peygamberimizin ifadesini nakleden İshak b. İbrahim ve başkalarına ait olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde böyle bir ifadenin (hadisin) hiçbir manası olmaz. Olmayacak bir şeyi olacakmış gibi teferruatlı bir şekilde anlatıp ardından böyle bir şeyin olmayacağını söylemenin abes bir ifade olacağı açıktır. Çünkü mana öyle olsaydı, hamli, doğumu ve yaş alması kayıtlarına yer verilmez, sadece “istense olurdu” gibi bir ifade kullanılırdı. Ayrıca, eğer manasındaki in edatı yerine, kat’iyet ifade eden iza edatının kullanılmış olması da arzu edilenin olacağını göstermektedir. Dolayısıyla bizce böyle bir değerlendirme, cennet ehlinin çocukları olmayacağına dair rivayet esas alınarak yapılmış tekellüflü bir tevildir. Bu konudaki rivayetler şöyle cem edilebilir: Cennet bildiğimiz manada hamilelik vs. yoluyla bir tenasül yeri değildir. Dünyadaki gibi çocuk sahibi olma yoktur. Ancak istendiğinde bir anda çocuk sahibi olunabilir...
Bu durumda dünya hayatında çocukları olmasa da, bütün cennetliklerin, cennette diledikleri kadar çocuk sahibi olmaları söz konusudur.
Cennetlikler dünyadaki yaşlarına bakılmaksızın gençler sûretinde inşa olunacakları gibi, cennetlik çocuklar da, vefat yaşları ne olursa olsun çocukluğun en güzel çağında ana-babalarına ebedî bir eğlence, sürur kaynağı ve göz aydınlığı olmak üzere yeniden inşa edileceklerdir. (Cennet çocuklarının farklı yaşlarda inşa edilmeleri de mümkündür. Çünkü çocukluğun her bir evresinin ayrı bir güzelliği ve tatlılığı vardır. Cennet çocukları için vildan ve ğılman kelimelerinin kullanılmasında bu duruma işaret edildiği de düşünülebilir. Böylece vildanın küçük ğılman ise daha genç çocuklar için kullanılmış olması muhtemeldir.)
Dünya hayatındaki en büyük manevî zevklerden birisi hiç şüphesiz sevimli, neşeli küçük çocuklardır. Bu durum, cennet hayatının en güzel yönlerinden birisinin bu çocuklar olacağına işaret etmektedir.
Cennet hizmetçilerinin çocuklar manasındaki ğılmân kelimesiyle ifade edilmesindeki hikmet nedir?
Cennetliklerin eşleriyle beraber olacakları ortamlarda, gençlerin yerine çocuk görünümlü hizmetçiler bulunması daha uygundur. Çocukların hizmeti daha rahatlatıcıdır. Çocukların hizmet için daha hareketli, enerjik oldukları da bir gerçektir. Ayrıca cennette yorulma olmayacağı, keza bütün işler zevkle yapılacağı için bu hizmet onlara asla ağır gelmeyecek, aksine bu işten büyük bir lezzet alacaklardır denilebilir.
Ğılmân ifadesinin, mahiyetleri bizce meçhul olan bu hizmetçilerin, bizim anlayış seviyemize uygun hale getirilmiş bir hitap şekli olduğu düşünülebilir…
Dolayısıyla bu hizmetçilerin ğılmân (çocuklar) olarak isimlendirilmesi onların tamamen farklı bir mahiyet ve keyfiyette, erkek veya kadınlıktan, cinsiyet ve cinselliği çağrıştıran şeylerden, tamamen uzak bir görünüm ve tabiatte, sûret ve sirette yaratıldığına işaret sayılabilir.
Bizce cennetliklerin içecek kaplarının billur-gümüş (kavarira min fıdda) olarak tavsif edilmeleri, bu kapların çok farklı bir keyfiyette olduğuna delalet ettiği gibi, bu kelime (ğılmân) da, hizmetçilerin yaş ve cinsiyetinden çok, onların masumiyetini, çocuk görünümlü olduklarını, ama güç ve kuvvetçe hizmet için son derece elverişli kimseler olduklarını ifade etmektedir. İbn Abbas’ın, “Cennette dünyadaki şeylerin ancak isimleri vardır.” (yani mahiyetleri çok daha farklı ve üstün niteliktedir) sözü de bu kanaatimizi desteklemektedir.
Vildan, eğer cennette dünyadan giden ergenliğe ulaşmadan ölen çocuklar ise, bunların anne babalarına hizmetçi yapılmaları nasıl açıklanabilir?
Âyetlerde, vildân’ın da cennetliklere hizmet ettiğinin belirtilmesinden hareketle, -vildân’ın cennetliklerin çocukları sayıldığı takdirde- bu durumun hizmet etmekle bağdaşmayacağı söylenebilir.
Bizce, bu çocukların ana-babalarına hizmeti ihtiyaçtan kaynaklanan bir durum olmayıp, nimetlerin onların eliyle sunulmasında ayrı bir tat ve güzellik olduğu içindir.
Hizmetçi kelimesinin zihinlerde çağrıştırdığı mana ile bu çocukların hizmeti arasında önemli farklar olduğu kanaatindeyiz. Bu çocukların hizmeti sıradan bir hizmetçilik değil anne ve babalarına olan sevgi ve düşkünlüklerini göstermeye yönelik bir hizmettir. Hizmetten çok bir nevi lezzettir. Bu hizmetle hem kendileri büyük bir zevk almaktadırlar hem de anne ve babaları.
Hareketsiz bir çocuğa karşın hareketli, enerjik çocuk daha sevimlidir. Çocukların hareketliliği, anne ve babalarının etraflarında dönüp durmaları, sağa sola koşuşmaları onların güzelliğine ve sevimli olmalarına ayrı bir güzellik katar.
Nitekim, İnsân, 76/19. âyette bu hizmetçi çocukların etrafa saçılmış incilere benzetilmesi, onların çokluğunu, meclis ve evlerde sürekli bir faaliyet, hareket ve çeşitli hizmetler içinde olduklarını ve keza renklerinin saflığını ve güzelliklerini ifade etmektedir. İncilerin dizili oldukları ipten sıyrılarak etrafa saçılmasıyla parıltılarının birbirine yansıması sebebiyle ayrı bir güzelliği, gönle hoş gelen, sürur veren ayrı bir özelliği vardır. Bilhassa altın veya ipek sergi üzerine saçılırsa çok daha güzel bir görünüm arz ederler. Sedefinden yeni çıkarılarak etrafa saçılan henüz el değmemiş, üzerine toz konmamış yaş ve taze olan incilerin sürur veren ayrı bir güzelliği vardır.
[Taberî, XII, 370; Maverdî, VI, 171; Zemahşerî, IV, 119; İbnu’l-Cevzî, VII, 219; VIII, 149; Kurtubî, XIX, 93; İbn Kesir, IV, 487; İbn Kayyım, Hadi’l-Ervah, s. 309; Bursevî, IX, 196; X, 273; Alûsî, XXVII, 34; XXIX, 161. Maverdî, bu teşbihin çocukların çokluğunu ifade ettiğine dair görüşün Katade; renklerinin saflığını, görünüşlerinin hoşluğunu ifade ettiğine dair görüşün ise Süfyan-ı Sevri’ye ait olduğunu belirtir (a.y).]
Kur'an da geçen “…hiç el değmemiş hizmetçiler” mealindeki ayetleri nasıl anlamamız gerekir?
Tûr, 52/24. âyet,
“Hizmetleri için de kendilerine mahsus, hiç el dokunmamış, guya sedeflerinde gizlenmiş inciler gibi gılmanlar etraflarında devreder.”
(Bu meâlde muhtemelen, İbn Cubeyr’dan nakledilen ve İbnu’l-Cevzî, Bursevî ve Alûsî’nin tefsirlerinde yer alan cennet hizmetçilerinin, sadeflerinde saklı (korunan) el değmemiş incilere benzetildiğine dair rivayetten faydalanılmıştır.) şeklinde olup “hiç el dokunmamış” ifadesi “inciler”’e ait bir sıfat olarak zikredilmişken, art niyetli biri tarafından (Bu iddia ateizmi savunan bir internet sitesinde dile getirilmiş olup iddia sahibinin ismine yer verilmemiştir. Bu tür iddialar hakkında bilgi edinmek için, arama motoruna “gılman” yazarak karşılaşacağımız bazı sitelere bakılabilir.) gılmanların sıfatı olarak ele alınmış ve şöyle denilmiştir:
“Burada gılmanlar, yani genç oğlanlar hiç el dokunmamış olarak ifade edilmiştir.” Böylece, fitne arayan nazarlar bu ifadeyi arzu ettikleri şekilde anlamak istemişler, başkalarının eli değmemiş ama sahiplerinin eli değecek gibi yorumlamışlardır.
Halbuki el değmemiş ifadesi, saklı inciler ifadesini açıklamak için olup incilerin güzelliğini, saflığını belirtmek için yapılmış bir açıklamadır. Yani saklı (sadefindeki) incilere ait bir sıfattır. Bu anlayışta her ne kadar kötü niyetli olmanın rolü büyük olsa da, meâlin maksûdu ifade etmede yetersizliği de ortadadır.
Bu âyette gılmanların cennetliklerin etrafında hizmet için dolaştıklarının belirtilmemesi de bu tür yanlış anlamalara kapı aralamaktadır. Bu hizmetçilerin sadeflerinde saklı incilere benzetilmeleri, onların saflığını, temizliğini, beyazlıklarını, güzelliklerini ve değerli olduklarını dile getirmek içindir. (Taberî, XI, 492; Zemahşerî, IV, 24; Râzî, XXVIII, 218; Alûsî, XXVII, 34.) Ayette, “ğılmanuhum” değil de “ğılmanun lehum” denilmesinde şöyle bir nükte zikredilir: Eğer ğılmanuhum (hizmetçileri) denilseydi, dünya hayatında bir kimseye hizmet eden kişi aynı kişiye cennette de hizmet edeceği endişesine kapılarak sürekli olarak o kimseye tabi olacağı düşüncesiyle mahzun olurdu. (Alûsî, a.y). Cennette her şey nihâyet derecede güzel olduğu gibi bu hizmetçilerin de güzel olması tabii bir durumdur.
Cennette çok eşlilik nasıl olacak? Bu konu ile ilgili ayetleri nasıl anlamalıyız?
Örneğin, “… Ve onlara (cennetliklere) orada (cennette) temiz eşler vardır.” (Bakara, 2/25) âyetinin tefsirinde Elmalılı’nın “cennetlerde tertemiz, pam pak çiftler, eşler, yani erkekler için zevceler, kadınlar için zevcler vardır” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, tsz., I, 276.) ifadesi bazıları tarafından yanlış anlaşılarak erkeklere birden çok kadın (huri) verildiği gibi kadınlara da birden çok erkek (gılman) verileceği şeklinde değerlendirilmiştir.
Oysa burada anlatılmak istenen cennette kadın-erkek herkesin evli olması, temiz eşlere sahip olmasıdır. Erkekler ve kadınlar çoğul olarak zikredildiği için onların eşleri olarak zikredilen zevceler ve zevcler de çoğul olarak zikredilmiştir. Yani her erkeğin temiz zevcesi ve her kadının da temiz zevci vardır denmek isteniyor.
Bu ifade, bir öğretmenin yıl sonunda talebelere hitaben, “Şimdi karnelerinizi dağıtacağım.” demesi gibidir. Bu ifadeden bir talebeye birden fazla karne verileceği manası çıkmaz. Aksine her birine bir karne verileceği anlaşılır. Talebeler çoğul olduğu için karne de çoğul olarak zikredilmiştir. Bu tür ifadeleri yanlış anlamada, konu hakkında bilgi sahibi olmamanın rolü büyüktür.
Örneğin İslam hakkında bilgi sahibi olmayan bir kimse meâllerde, pek çok âyette geçen “rabbuhum” kelimesinin Türkçe karşılığı olan “rableri” (Örnek olarak bk. Bakara, 5; Al-i İmrân, 169; Mâide, 66; En’âm, 1; A’râf, 77; Enfâl, 2; Tevbe, 21…) ifadesini okuduğu zaman, bu ifadeden onların birden çok rabbi olduğu zannına kapılabilir. Ama İslam’ın tevhid dini olduğunu bilen bir kimse asla böyle bir yanlış anlamaya kapılmaz ve bu meâldeki rableri ifadesinin o insanların Rabbi manasında olduğunu, yani çoğul ifadesinin Rabb’e değil de insanlara (onlara) ait olduğunu derhal anlar.
Ayrıca âyetin siyak ve sibakından da gerçek mananın ne olduğunu anlamak zor değildir. (Bu durum kelimenin Arapça aslıyla ilgili olmayıp Türkçe’nin yapısı gereği, “ler-lar” çoğul ekleri almasından kaynaklanmakta ve bazı âyetlerin çevirisinde bu tür problemlere sebep olabilmektedir. Bu konuda bk. Dücane Cündioğlu, Kur’ân Çevirilerinin Dünyası, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 32.) Ayrıca burada şunu da belirtelim ki, âyetteki ve-lehum fiha ezvacun mutahharatun ifadesinin açık manası erkeklere temiz zevceler verileceğidir. Ancak Elmalılı, erkekler için kullanılan hum zamirini tağlib olarak değerlendirerek kadınları da bu zamirin şumûlüne dahil etmiştir.
Cennette bir kadının bir tek kocası olacağına veya birden çok kocası olmayacağına dair açık bir delil var mı?
Bizce, böyle bir soruya açık bir şekilde “Evet, vardır!” cevabını vermek mümkündür.
Şöyle ki: Çeşitli hadis-i şeriflerde dünyada iken, kocasının ölmesi sebebiyle ikinci bir erkekle evlenmiş olan bir kadının cennette hangisiyle (öncekiyle mi sonrakiyle mi?) olacağına dair Ümm-ü Habibe’nin Peygamberimize yönelttiği soruya karşın, Peygamberimiz, güzel ahlaklı olanla birlikte olacağını bildirmiştir.
Başka bir rivâyette ise, kadının dünyada evlendiği kimseler hakkında muhayyer bırakılacağı ve dilediği birisine eş olacağı bildirilmiştir. Diğer bir rivâyette de, son evlendiği kimsenin eşi olacağı ifade edilmiştir. (Nitekim Hz. Muaviye, kocası ölen Ümmü’d-Derda ile evlenmek istediğinde, Ümmü’d-Derda bu teklifi kabul etmemiş ve gerekçesini şöyle açıklamıştır:
"Ebu’d-Derda bana, “Kadın cennette son kocasının olacaktır. Dolayısıyla benden sonra başkasıyla evlenme.” dedi." (Rivayetler için bkz. Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 103).
Bu rivâyetler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kadının, güzel ahlaklı olan, kendisine karşı iyi davranan kocasını tercih edeceği açıktır. En son evlendiği kimseye eş olması ise, eşlerin her biri güzel ahlaklı olup, birini diğerine tercih edememesi durumu için söz konusu olabilir.
Burada bizim için önemli olan bu rivâyetlerin her birinin, cennette bir kadının birden çok erkeğin eşi olmayacağına, birden fazla erkekle bir arada olamayacağına dair açık delaletidir.
Çünkü eğer bir kadın cennette birden çok erkekle beraber olsaydı, öncelikle dünyada iken evlenip de kendisi gibi cennete girmiş olan dünyevî kocalarıyla birlikte olurdu. Kadının, o erkeklerden sadece birisinin eşi olacağının belirtilmesi, cennetteki evlilik hayatının sadece o erkeğe münhasır olacağının apaçık delilidir. Karşı iddiada bulunanlar, zannî bilgiler ve indî mütalaalar yerine sağlam deliller getirmelidirler.
Cennette Erkeklere Huri Verilmesi
Hem dünya imtihanını kazanıp cennete girmeye layık olan takvalı bir kadın hurilerden üstün olacaktır. Huriler bir nevi cariye veya hizmetçi gibi cennetlik olanlara hizmet edecektir. Gılmanlarda böyledir. Dünyadan giden kadınlar ise hizmetçi konumunda olmayacak erkeğin eşi ve kendisine hizmet edilen konumunda olacaktır. Cennetteki ahvali ora şartlarına göre değerlendirmelidir.
Peygamber (s.a.s) de Cennet ehlini şu şekilde tasvîr etmektedir:
"Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet arasında ne ihtilaf vardır ne de düşmanlık; gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah'ı tesbih ederler." (Buhârî, Bed'ül-Halk, 59, Sıfâtü'l-Cenne).
Şu kadar var ki, dünyada iken iman etmiş ve salih kullar sınıfına girmiş kadınlar "hûrîler"den de üstündürler. Çünkü onlar bir taraftan şeytanlarıyla, diğer taraftan nefisleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Onlar, bu mücadelede galip gelerek, Hakk'ın rızasını kazanmış ve Cennete girmeyi hakketmişlerdir. Hûrîler ise kendi amelleri dolayısıyla cennete girmiş değiller. Allah onları, diğer nimetler gibi Cennet ehli için yaratmıştır. Peygamber (s.a.s)'in aşağıdaki hadisi bunu teyid etmektedir.
Ümmü Seleme, Peygamber (s.a.s)'e bir gün, "Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa Cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah (s.a.s); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir." diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin?" deyince O, şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için." (Tabarânî'den naklen; Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur'ân Terc., VI. 81).
Hûriler, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte “Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor” denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman şöyle diyor:
“İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır.’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” (Sözler s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
5-) Cennette kadınlara erkek hizmetçi olan gılmanların verilmesinin hikmeti nedir?
Kâinatın hadsiz feza boşluğunda Samanyolu Galaksisine mensup ve güneş sistemine bağlı şirin bir gezegen olan dünya memleketine imtihan için gönderilen insanlar, Kâinatın Yaratıcısını tanımak ve O’na iman ile ibâdet etmek için mükellef kılınmıştır.
Yaratılış gayesine uygun iman edip iyi ameller işleyen mü’minler, bütün semâvi kitaplarda cennetle müjdelenmiş ve orayı kazanmak için hayra ve iyiliğe teşvik edilmişlerdir.
Mükemmeliyetin ve güzelliğin her türlüsüne meyilli ve en yüksek derecesini aşk derecesinde arzulayan insan için, Kur’ân-ı Kerim’de cennet nimetleri açısından detaylı bilgiler verilmiş ve onun da ötesinde Allah’ın rızâsı vaâd edilmiştir.
Ruhânî ve hissî bütün nimetleri içinde barındıran cennet, aynı zamanda bedenî ve cismânî umum lezzetleri de ihtivâ eder. Yemek, içmek ve evlenmek cennetin en yüksek nimetleri sırasında gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerin beyânına göre; dünya hayatında kurulan âile hayatları, eşlerin her ikisi de -cennete liyakat kazanmaları halinde- ebediyen beraber olacak ve karı-koca münasebetleri sonsuza kadar cennette devam edecektir.
Ancak, imandan nasibi olmayan ve inkâr üzerine ölen eş, Hazret-i Nuh ve Lût Aleyhisselâmların hanımları ve Âsiye’nin kocası olan Firavun da olsa, ebediyen eşinden ayrı kalacak ve inkârının karşılığını dâimi olarak cehennemde çekeceklerdir.
İman ve salih amellerinden dolayı cennete giden mü’min kadınları, Cenâb-ı Hak rahmet ve kudretiyle her türlü dünyevî ârızalardan arındırarak, tertemiz eşler sûretinde kocalarına iâde edecektir. Hûrilerden daha güzel olarak yaratılan o dünyalı kadınlar, eşlerine ebedî bir hayat arkadaşı olacak ve hûrilere sultan yapılacaktır. Hiçbir kıskançlık ve rekâbet duygusu olmaksızın, sonsuza kadar sevdikleriyle birlikte cennetten istifâde edeceklerdir.
Dünya hayatındayken evlenemeden âhiret âlemine göçen iman etmiş erkek ve kadınlar, cennette evlendirilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır. Fakat, çocuk olarak vefât edenler bu kayıttan âzâdedir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Vildânün muhalledun” tâbirinden anlaşıldığına göre, mü’minlerin bülûğ çağından önce vefât eden çocukları doğrudan cennete gidecek, lâkin dâimî çocuk olarak kalmak sûretiyle, çocuk sevmek ve okşamak zevkini anne ve babalarına tattıracaklardır. Ancak, büluğ çağından önce ebeveynin teşvikiyle, mecbur olmadığı halde namaz kılan ve oruç tutan çocukları Cenâb-ı Hak büyükler gibi yaratacak ve amellerinin karşılığı bu farkı onlara ihsan edecektir.
Kâfirlerin ölen çocukları da cennete gidecek, fakat, hizmetçi olarak istihdam edileceklerdir. Akıl dengesi yerinde olmayanlarla, hak dinden hâberdar olmayan Fetret Devri insanları da mükellef olmadıkları için cennete gidecek ve kusurlarından muâheze olunmayacaklardır.
Kur’ân-ı Kerim’in sadece bir âyetinde geçen "gılman" tâbiri vardır. Tûr sûresi 24. âyetinde şöyle geçmektedir:
“Etraflarında, sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz gılmanlar dolaşır.”
Sözlükte “çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmetçi” anlamına gelen "gulâm" kelimesinin çoğulu olan gılman, anlaşıldığı kadarıyla, Allah’ın (c.c) mü’min kulları için özel yarattığı ve vazifesi sadece hizmetkârlık olan cennet gençleridir. Onlar cennet ehline yiyecekler ve içecekler sunarlar ve bu vazifeyi görmekten mutluluk duyarlar.
Hûriler ise, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte şöyle denilmiştir:
“Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor.”(Buharî, Bed’u’l-halk,8; Müslim, Cennet, 14; Tirmizî, Kıyame, 60)
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman şöyle demektedir:
“İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” (Sözler, s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
İlave bilgi için tıklayınız:
- HÛRÎ, HÛRİLER
- Cennette evlilik nasıl olacaktır? Huri ve Gılman hakkında bilgi verir misiniz?..
6-) Cennet hayatının özellikleri nelerdir? Cennet de olsa, sonsuz hayat sıkıcı olmaz mı?
Cennet hayatını dünya hayatına göre değerlendirdiğimiz zaman hataya düşmüş oluruz. Cennet hayatında insanlar bütün sıkıntılardan ve insana sıkıntı verecek hasletlerden arındılacaktır. Cennet nimetleri sonsuz olduğundan ve cennette bir sonraki anımız bir öncekinden daha güzel geçeceğinden, orada bir sıkıntı ve ülfet olmayacaktır.
Ayrıca cennette makam sabit olmayacak, sürekli insanın makamı yükselecek; aldığı lezzet aynı olmayacak, bir şeyden aldığı lezzet sürekli artarak devam edecek. Bu sebebten cennette kısır döngü tarzında bir sıkıntı olmayacaktır.
Cennette İstenen Her Şeyin Olması
Evrende var olan her şey Allah'ın sonsuz gücünü ve sonsuz kudretini yansıtır. Allah dünyada imtihanın bir gereği olarak her şeyi bir kanun ile yaratmakta ve tüm olup bitenleri insan aklının kavrayabileceği makul sebep-sonuç ilişkileri içinde göstermektedir. Bundan dolayı insanlar bir meyve gördüklerinde, bunun bir tohumdan gelişen ağacın zaman içinde verdiği meyve olduğundan şüphe duymazlar. Elbette ki Allah'ın kanununa göre dünyada meyvenin sebebi budur, fakat unutmamak gerekir ki Allah dilediği takdirde tüm evreni sebeplerden bağımsız da yaratabilir. Allah, dilediğini dilediği şekilde ve zamanda, örneksiz olarak yaratan, hiçbir şeye ihtiyaç duymayandır. Dolayısıyla Allah'ın yaratması için de hiçbir sebebe, araca, aşamaya ihtiyaç yoktur.
Dünyada her şeyin belli sebeplere, doğa kanunlarına bağlı olması insanları yanıltmamalıdır. Allah tüm bu sebeplerin yaratıcısı olarak bunlardan tamamen münezzehtir. Nitekim cennette sebeplere bağlı yaratılış kalkacağı için, ağaçtan kopan meyvenin yerine yenisi hemen geri gelecek, hiçbir eksilme olmayacaktır.
Sebepleri de sonuçları da yaratan Allah'tır. Örneğin bir ağacın gölgesine baktığımızda bu gölgenin sebebinin Güneş ışınlarının yansıma açısı olduğu bilgisine sahibizdir. Gölge Güneş'in bir sonucudur, fakat Güneş'i gölgeye sebep kılan Allah'tır. Bu durum bir âyette şöyle bildirilmektedir:
"Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra Biz Güneş'i ona bir delil kılmışızdır. Sonra da onu tutup Kendimize ağır ağır çekmişizdir." (Furkan, 25/45-46)
"... Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide, 5/119)
Dünyada bu şekilde her şeyi sebep sonuç ilişkisi içinde yaratması Allah'ın bir sanatıdır ve Rabbimiz'in bu tecellileri sonsuzdur. Allah her şeyi istediği anda, istediği şekilde yaratabilir veya dilediği her şekle çevirebilir. Evreni yoktan var eden Allah, dilediği zaman da dünyada kavramaya çalıştığımız kanunları ve sebepleri kaldıracaktır. Salih Müslümanlar cennette akıllarına gelen, hoşlarına giden her şeyi isteyebilecek, istemeleriyle birlikte Allah'ın izniyle bunlara anında sahip olacaklardır. Gerek kendileri, gerekse çevreleri istedikleri şekil ve surette olacak, her istediklerini yapıp, en zevk alacakları nimetler içinde yaşayacaklardır. Üstelik bunların hiçbiri bir ihtiyacı karşılamak, bir eksikliği gidermek, bir kusuru örtmek amacıyla da olmayacak, sadece Allah'tan bir nimet ve güzellik olarak cennet ehlinin zevk almaları için olacaktır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bu konuda hadislerde verilen örneklerden bir kısmı şöyledir:
Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Cennette at var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
"Allah Teala Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır." buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de:
"Cennette deve var mı?" diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:
"Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır." (Tirmizi, Kütüb-i Sitte, XIV/431)
Hadiste bildirilen "canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey" bizim dünyadaki ufkumuzla, hayal gücümüzle sınırlı değildir. Kur'an'da Allah,
"... orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." (Zuhruf, 43/71)
âyetiyle bu nimetlerin zenginliğine dikkat çekmiştir. Bu konuyla ilgili diğer âyetler ise şöyledir:
"... Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de sizindir." (Fussilet, 41/31)
"... Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar. "(Enbiya, 21/102)
Hepimizin dünyada isteyip de kimi zaman vakit ayıramamaktan, kimi zaman da risk taşımasından ötürü yapamadığımız pek çok şey vardır. Örneğin çok hızlı araba ya da motorsiklet kullanmak kimileri için heyecan verici bir zevk olabilir; kimileri ise uzun saatler derin sulara dalmak ya da yüksek dağlarda kayak yapmak, paraşütle yüzlerce metre yüksekten atlamak gibi tehlikeli sporlar yapmak isteyebilir. Ancak bunların hepsi kişinin hayatını risk altına sokan spor dallarıdır.
"Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir. Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç. Onlar cennetlerdedirler..." (Müddessir, 74/38-40)
Pek çok kişi de profesyonel olarak müzik aleti çalabilmek, resim yapabilmek gibi özel yeteneklere sahip olmak isteyebilir. Bu gibi şeyler yeteneğin yanı sıra kimi durumlarda teknik bilgi ve uzun süren bir eğitim gerektirir. Cennette ise bir kimse dilediği her şeye sahip olabileceği için istediği anda hiçbir çaba sarf etmeden, yetenek gibi bir sebebe bağımlı olmaksızın böyle bir imkana sahip olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Kur'an âyetlerinde ve hadislerde, cennette Allah'ın dilemesi ile nefsin arzuladığı her şeyin mümkün olacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla insanların ancak hayal edebilecekleri, ama dünyada mümkün olmayan şeyleri yaşamaları da mümkün olabilir. Örneğin at üzerinde uçmak dünya şartlarında imkan dahilinde değildir, ancak hadislerde dikkat çekildiği gibi, bu da Allah'ın dilemesiyle cennette mümkündür. Bir hadiste isteyen kişinin uçabileceğinden şu şekilde bahsedilmektedir:
"Eğer nasip olur da cennete girersen, 'Kızıl yakuttan bir beygire bineyim.' dersen binersin. 'Uçayım dersen uçarsın.' " (Ramuz el-Ehadis-1, s. 149/5)
Bir başka hadiste ise cennetteki nimet genişliği hakkında Peygamberimiz (asm) şöyle buyurur:
"Allah Teâla Hazretleri ferman etti ki: 'Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.' " [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 4419/1]
Cennette İstenen Şeylerin Anında Olması:
Dünyada güzel bir yemek isteyen bir kimsenin, bunun için emek ve zaman harcaması gerekecektir. Hiçbir girişimde bulunmadan, daha aklından geçirdiği anda bu yiyecekleri önünde hazır olarak bulması ihtimali ise nefsinin çok hoşuna gidecek bir durumdur. Ne var ki bu, dünya şartlarında mümkün değildir. Ancak vaat edilen cennet ortamında satın alma, emek ve zaman harcama gibi pek çok sebep ve aşama ortadan kalkarak, nimetler insanın en çok hoşuna gidecek şekilde sunulur. Bir hadiste bu durum şöyle bir örnekle aktarılmıştır:
"Cennette senin canın kuş isteyecek. Hemen kızartılmış olarak önüne getirilip konacaktır." (Büyük Hadis Külliyatı, V/414/10123)
Bir rivâyette Peygamberimiz (asm)'in şöyle bir hadisi haber verilir:
"... kuşun etinden yemek o kimsenin hatırına gelir ve bunun üzerine hemen çeşitli et yemekleri halinde onun önüne varır. Cennet ehli ondan istediği kadar yer. Doyduğu zaman, kuşun kemikleri toplanır. Sonra uçar, dilediği gibi cennette otlamaya başlar." (Tezkire-i Kurtubi, I/58)
Öte yandan cennet ortamında bir kimse ne isterse yapabileceği için hadiste de bahsedildiği gibi, dilediği takdirde çalışmaya ihtiyacı olmadığı halde zevk için tarımla bile uğraşması mümkündür:
Peygamberimiz (asm)'in çöl halkından olan bir adamla konuşurken, sorularına şöyle cevap verdiği rivâyet olunur:
"Bir adam (cennette) ziraat yapmak için Rabbinden izin isteyecek. Rabbi ona diyecek ki: 'Sen arzuladığın hâl üzerine değil misin?' O da şöyle diyecek: 'Evet. Fakat ben ziraati seviyorum.' diyecek. Ona izin verilecek, hemen tohum ekecek bir anda ekin verecek, büyüyecek, harmanı yapılıp, dağlar gibi mahsul yığılacak..."[(Buhari), Büyük Hadis Külliyatı, V/413/10119)
İstendiği Gibi Suret Değiştirebilme:
İnsanlara yüzleri ve fizikleri ile ilgili tercih imkanı sunulsa, kuşkusuz herkes kusursuz bir görünüşe sahip olmayı ister. Çünkü insanın ruhu güzellikten zevk alacak şekilde yaratılmıştır ve her zaman en kusursuz olanı, en mükemmeli arar. En ufak bir detaydaki kusur bile gözüne çarpar, dikkatini çeker. Ne var ki insan aradığı kusursuz güzelliği dünyada tam olarak hiçbir zaman bulamaz. Bir kişi dünyanın en güzel insanı da olsa kaçınılmaz olarak yaşadığı acizlikler, hastalıklar ve en önemlisi ölümlü olması onun bu güzelliğine gölge düşürür. Çünkü imtihanın bir gereği olarak dünyada hemen her şey eksik ve kusurlarla birlikte yaratılmıştır. Bu eksik ve kusurların insanların ahirete yönelmeleri ve cennet hayatını özlemeleri açısından çok büyük hayır ve hikmetleri vardır.
İnsanın hoşuna giden kusursuzluğun ve güzelliğin gerçek yeri ise Cennettir. Allah cennette kişiyi kusursuz güzellikte ve onun en hoşuna gidecek surette yaratacaktır. Üstelik bu güzellik tek bir suretle sınırlı değildir. Allah cennetteki kullarına istedikleri zaman istedikleri sureti seçebilecekleri bir imkan verecek, bu şekilde cennet ehli her istediğinde farklı bir güzelliğe sahip olabilecektir.
"... Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de sizindir." (Fussilet, 41/31)
Peygamber Efendimiz (asm) müminlerin cennetteki çarşılardan beğendikleri surete gireceklerini bir hadisinde şöyle haber verir:
"Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın suretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o surete girer." (Tirmizi, Kütüb-i Sitte-14, s. 434/17]
Gece Olmaması:
Gece, dünya hayatında insanlar için bir dinlenme vakti olarak yaratılmıştır. Cennette uykuya ve dinlenmeye ihtiyaç kalmayacağı için, gecenin karanlığına da ihtiyaç olmayacaktır. Cennette gecenin olmadığı hadislerde şöyle bildirilir:
"Cennette gece yoktur. O, ışık ve nurdan ibarettir..." (Ramuz el-Ehadis-2, s. 366/4)
Uyku Olmaması:
Uyku insanın dünyada yaşadığı acizliklerden biridir. Tüm insanlar uykuya ihtiyaç duyacak şekilde yaratılmışlardır ve ne kadar isteseler de buna karşı direnemezler. Dahası vücut uykusuz kaldığında hastalıklara karşı direnci düşer, kişi yorgun bir görünüm alır.
Öte yandan uykuya harcanan vakit de azımsanamayacak kadar uzundur. İnsan, yaklaşık olarak ömrünün üçte birini uykuda geçirir. Bu aynı zamanda dünyada zaten kısa olan ömrünün çok büyük bir bölümünü bir nevi ölü gibi geçirdiği anlamına gelir. Nitekim Kur'an'da,
"Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir..." (Zümer, 39/42)
âyetiyle uykunun bir tür ölüm olduğu haber verilmiştir. Fakat cennette uyku, yorgunluk gibi acizlikler yoktur. Allah,
"Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz..." (Hicr, 15/48)
âyetiyle bu gerçeği kullarına bildirmiştir. Bir hadiste ise cennette uykunun olmadığı şöyle açıklanmıştır:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Cennet ehli uyur mu?" diye sordular. Şöyle buyurdu: "Uyku, ölümün kardeşidir. Cennet ehli uyumazlar." (Büyük Hadis Külliyatı, V/414/10125)
Anlaşmazlık Olmaması:
Cennet ehlinin en önemli özelliklerinden biri de ahlaklarının çok güzel olmasıdır. Bir hadiste cennetteki müminlerin huylarının güzelliğine şöyle dikkat çekilmiştir:
"Ben, cennet bahçelerinde, cennetin üstünde ve cennetin alt tarafında birer köşke şu kimse için kefilim ki, o haklı olduğu hâlde mücadeleyi terk eder, şaka için de olsa, yalanı söylemez ve insanlar(a örnek olması) için ahlakını güzelleştirir." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 152/6)
Vicdanını kullanan, Allah'tan korkup sakınan kişilerin bulunduğu bir ortamda herkes rahat eder. Güzel ahlakın yaşanmadığı bir yerde ise çekişme, kıskançlık, kavga, kızgınlık, kin, alay, alınganlık vardır. Kur'an ahlakından uzak yaşayan kimseler, bu kötü ahlak özelliklerinden ötürü, kendi elleriyle cehennemi hatırlatan bir ortam oluştururlar.
"Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar."(Hicr, 15/47)
Huzurlu, mutlu, güven dolu bir ortam içinde dostça, kardeşçe, hoşgörü ile yaşayabilecekken, dünyevi hırsların peşinde, kendi istek ve tutkularına kapılarak çok büyük bir nimet kaybına uğramış olurlar. Müslümanlar için ise dünyada sabırlı, itidalli, akıllı, makul, dengeli, affedici, şefkatli, sevgi dolu, güzel ahlaklı olmanın derin bir imani zevki vardır. Bir mümin bu güzel özellikleri kendinde gördüğünde ayrı bir haz alır, başka müminlerde gördüğünde bunlardan da ayrı bir zevk alır. Sonsuza kadar sürecek olan bu hoşnutluk, zevk ve güzellikler cennette de artarak sürer. Peygamber Efendimiz (asm)'in hadislerinden birinde cennetteki bu ortam şöyle tarif edilir:
"... Kalpleri, tek bir kimsenin kalbi gibidir. Aralarında ihtilaf, husumet yoktur... "(Kütüb-i Sitte-14, s. 449/3)
Benzer başka bir hadiste de cennet ehlinin ahlakından şöyle bahsedilmektedir:
"Onların ahlakı bir tek kişinin ahlakı üzeredir." (Tezkireti'l-Kurtubi, s. 329/579)
Nitekim Allah Kur'an'da cennetine layık gördüğü mümin kulları için,
"Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr, 15/47)
buyurarak, onların yaşadıkları candan ve samimi dostluğa dikkat çeker.
Üzüntü, Sıkıntı Gibi Olumsuzlukların Olmaması:
Üzüntü, sıkıntı gibi insanlara azap veren ruh halleri, din ahlakından uzak yaşayan kimselerde sıkça görülür. Allah'ın her şeyi bir kader üzerine, hayırla yarattığını göz ardı eden bu kimseler aksilik, zorluk gibi görünen olaylar karşısında korku ve paniğe kapılırlar. Allah'a tevekkül etmedikleri için sıkıntıya düşer, hayıflanır, hatta sağlıklarına zarar verecek derecede büyük bir üzüntü yaşarlar. Oysa insan kendisi için neyin hayır neyin şer olacağını bilemez, ancak Allah bilir. Bir âyette bu gerçek şöyle bildirilir:
"... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara, 2/216)
Dünyada zorluk, sıkıntı gibi görünen bir durum ahirette kişinin cennetine vesile olacak bir güzelliğe dönüşebilir. Bunun bilincinde olan müminler, dünyada karşılaştıkları sıkıntı ve zorluk gibi görünen olumsuzlukları imanlarının gücü ile kendilerinden uzaklaştırırlar. Allah'a teslim olmanın, yarattığı her şeyden razı olmanın rahatlığı ve huzuru içinde, karşılaştıkları her olayı Allah'ın yarattığı bir güzellik olarak değerlendirirler. Bu yüzden cennet umudu taşıyan müminler dünyevi hiçbir şeyi olumsuzluk olarak değerlendirmezler. Cennette ise Allah'ın rahmetiyle, sonsuza kadar üzüntü, sıkıntı, endişe gibi duygulardan uzak yaşayacaklardır. Hadislerde cennetteki bu nimet şöyle haber verilir:
"... Her kaygının da arkası kesilecektir. Cehennem ehlinin kaygısı müstesna..." (Ramuz el-Ehadis-2, s. 342/15)
"... onlar şöyle diyecekler: 'Biz ebedileriz, asla helak olmayız, biz mutlu kişileriz, asla kederlenmeyiz.' ..." (Tirmizi, Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409/10099)
"... Orada hiçbir dert ve tehlike yoktur..." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 170/1)
İncil'de ise bu konu şöyle yer alır:
"... Beyaz kaftan giyinmiş olan bu kişiler kimlerdir, nereden geldiler?"... Bana dedi ki, "Bunlar, o büyük sıkıntıdan geçip gelenlerdir... Bunun için, Allah'ın tahtının önünde duruyorlar... Taht üzerinde oturan, çadırını onların üzerine gerecektir... Allah onların gözlerinden bütün yaşları silecektir." (Yuhanna'ya Gelen Esinleme, 7. bölüm, 13-17)
Allah Kur'an'da müminlerin bu huzurlu ruh hallerini şöyle bildirmektedir:
"Allah'ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir." (Âl-i İmran, 3/170)
"Derler ki: 'Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.' " (Fatır, 35/34)
"Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir." (İnsan, 76/11)
"Nimetin parıltılı sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın." (Mutaffifin, 83/24)
Daha önce de belirttiğimiz gibi, dünyada var olan hemen her şey imtihanın bir gereği olarak özellikle eksik ve kusurlu yaratılmıştır. Müminler dünyada karşılaştıkları tüm zorluk ve sıkıntılara güzel bir sabır gösterir, Allah'a tevekkül ederler. Peygamberimiz (asm) hadislerinde kişinin ancak cennete girdiğinde gerçek anlamda rahata kavuştuğunu haber vermiştir:
"Ancak cennete giren rahata kavuşur." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 138/13)
"Cennet ebedi bir ikamet halinde parıldayan bir nur, yaygın bir koku, çok iyi inşa edilmiş bir köşk, akan bir ırmak, olgun bir meyve, yeşillik, neşe, serinlik, tazelik mahallidir."
[bk Prof. Subhi Salih, Ölümden Sonra Diriliş (Çevr. Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük), Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2004, s. 232]
7-) İnsanlar cennette kaç yaşında olacaklardır?
Bazı rivayetlerde cennet ehlinin otuz veya otuz üç yaşında olacağı bildirilmiştir. (bk. Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 101) Ancak bu yaş ifadesi dünyanın yaşına göre değildir. Yani nasılki insan en mükemmel yaş olarak bu dönemde bulunur. Onun gibi insan cennette olması gereken en mükemmel durumda bulunacak demektir. Yoksa oraları buralarla değerlendirmek değildir.
Hz. Enes’ten yapılan rivayete göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:
“Cennet halkı kıyamet günü Âdem’in suretinde, otuz üç yaşında, bıyıklı, bedenleri kılsız ve karagözlü bir sima hâlinde haşr edilirler. Sonra cennette bulunan bir ağacın yanına götürülürler ve ondan elbise giyinirler, artık ne elbiseleri eskir ve ne de gençlikleri kaybolur.”(Kenzu’l-Ummal, H. No: 39383).
Diğer bir rivayette ise şu ifadelere yer verilmiştir:
“(Ruh üflenmiş) bir düşükten bir pirifâniye kadar (cennetlik olan) her kes otuz üç yaşında, Âdem’in suretinde, Yusuf’un güzelliğinde, Eyyub’un ahlakında bıyıklı, bedenleri kılsız ve karagözlü bir simayla haşr edilirler.”(age, H. No: 39384).
İmam Şa’ranî konuyla ilgili şu bilgileri vermektedir:
“Âlimler, dünya kadınlarının cennette bir yaşta olacaklarını, Hurilerin ise büyük-küçük (nefislerin arzu ettiği şekilde) çeşitli yaşlarda olacaklarını söylemişlerdir."
"Nebe sûresinde cennetliklere ihsan edilen nimetlerden bahsedilirken de cennet hurilerine atıfta bulunularak “ve kevâibe etrâbâ” buyrulmaktadır. Bu âyetteki “kevâib” gençliğin en ilk ve en güzel dönemini ifade etmekte olup, ergenliğinin ilk demlerindeki genç kızlar demektir. “Etrâben” ifadesi ise aynı yaşta (yaşıt) manasındadır.” (Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 101)
Bu gibi âyet ve hadislerden yola çıkarak şunları söyleyebiliriz:
Cennette her şey en güzel ve mükemmel hâlde olacağı gibi, cennetlikler de en güzel ve en mükemmel bir surette olacaklardır. Hadislerde ifade edilen yaşlar, insanın ruh ve beden bakımından en güzel dönemini ifade etmektedir. Çünkü cennet hayatı ebedî olup ihtiyarlama da yoktur. Yani bir nevi bu mükemmellikten kinayedir denilebilir. Yani insanların cennetteki durumları dünyadaki daha kâmil ve sağlam çağda oldukları bünyelerine benzetilmiştir.
Cennette inşa edilip yaratılan huriler ise Allah’ın müminlere nimetleri cümlesinden olup, cennetliklerin arzularına en güzel şekilde hitap eder bir görünümdedirler. Nitekim, Nebe suresindeki âyette, bir kızın en güzel çağı tasvir edilmiştir. Çünkü insanın en güzel çağı gençlik, bedence en sağlam ve en güzel olduğu dönem de bu gençlik yıllarının ilk dönemleridir.
Yaşın 33 olmasındaki hikmet, insanların olgunlaşmış, gücüne kavuşmuş, maddî-manevî donanımları mükemmelleşmiş bir yaştır. Allah’ın 99 isminin 33’ün katı olması, tespihlerin adedinin 33’er olması, 33 sayısına bir değer de vermiş olabilir. Amme suresinde cennetteki kadınların "yaşıt" olduklarını ifade eden “Etraba” kelimesinin 33 numaralı âyette zikredilmesi de konuyla ilgili -tevafuk penceresinden- ince bir letafet göstermiştir.
Cennete gidenler ile cehenneme gidenlerin durumu farklıdır. Birileri cennette en üst düzeyde istifade etmeye münasip olarak, diğerleri ise cehennemde azap çekmeye uygun olarak yaratılacaklardır.
Cennete gidenler birbirini tanıyacaklardır. Yani herkes kim olduğunu bilecek. Ancak bir anda binler yerde bulunabilecektir. Ayrıca burada naylon portakal ile gerçeği arasında ne kadar fark varsa, buradaki cennetlikler, cennettekilerin naylon hâlidir. Oradakini anlaması için görmesi ve yaşaması gerekir. Yoksa anlaması mümkün değildir.
İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse de öyle dirilir. Bu nedenle insanların dünyada işledikleri günahlara göre dirileceğini bildiren rivayetler vardır. Herkes kim olduğunu bilecek, ancak günahının durumuna göre farklı olacaktır.
Nasıl ki birbirine benzeyen tohumlar toprağa atıldığı zaman toprağın üzerinde şekli, tadı ve görüntüsü farklı olduğu gibi, haşirde insanların yeniden dirilmesi de bunun gibi olacaktır. Kimisi fevkalade mükemmel ve güzel iken, kimisi de son derece kötü ve çirkin olacaktır.
8-) Cennette Aile Olacak mı?
Dünyadaki mü'min eşlerin cennette beraber olmaları mümkündür. Çünkü cennet nimetlerinden birisi de aile hayatıdır. Burada evli olan eşler oarada da birbirleriyle evleneceklerdir.
Mü'min olan aile fertlerinin cennette birlikte bulunacaklarını haber veren ayetlerde, cennete girmeyi hak eden eşlerin orada beraber olacakları özellikle vurgulanmaktadır.
Cinsiyetin insan hayatında önemli bir yer tuttuğu şüphesizdir. Dünya hayatında karşı cinsler hayatlarını birleştirerek ruhi tatmin bulmaktadırlar. Aynı tatminin cennet hayatında da devam etmesi tabiidir. Cennet tasvirleriyle ilgili çeşitli ayet ve hadislerde, cennet hayatının dünyadaki insani duygular paralelinde kurulacağına işaret edilerek, cennette herkesin mutlaka eşi olacağı ve aile mutluluğunun orada da süreceği ifade edilmektedir.
Cennet hayatı dünya hayatından tamamen farklıdır. Cennet hayatının iki temel özelliği vardır: Arzulanan her şeye ulaşmak ve sonsuzluk. Kur'an-ı Kerim'de bu husus şöyle ifade edilmektedir:
'Gönüllerin özleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey orada vardır. Siz orada ebediyen kalacaksınız." (Zuhruf, 43/71)
Birçok âyet ve hadis, cennet hayatının oraya özgü bir hayat olduğunu, dünya hayatının kıstaslarıyla bunu tam olarak kavramanın mümkün olmayacağını göstermektedir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cennette kadınlar dünyadaki eşiyle evlenmek zorunda mıdır? Sadece bir evlilik yaşamışsa, dünyadaki eşinin yerine başka bir erkek seçme hakkı var mıdır?
9-) Cennette kadınların durumu hakkında bilgi verir misiniz? Kadınlara da huri gibi erkek verilecek mi, birden fazla erkekle evlenebilecek mi?
Fani hayatın sona ermesinden sonra ebedî bir saadet başlayacak. Orada Allah'ın rahmeti, lütuf ve ihsanı bütün haşmetiyle tecelli edecektir. İşte bu ebedî saadetin ve sonsuz nimet ve güzelliklerin merkezi cennettir. Cennet hem mü'min erkeklerin, hem de mü'min kadınların nimetler içinde yüzdüğü bir mekândır. Yani cennetin nimetlerinden erkekler kadar kadınlar da istifade edecek, bütün nimet ve ihsanlar her iki cinse de verilecektir.
Cennet ve cennetlikler en güzel ve tatlı bir şekilde Kur’ân'da anlatılır. Çoğu yerde mü'min erkeklerle birlikte, mü'min kadınlar da zikredilir. Meselâ, Tevbe Sûresinin 72. âyetinin meali şöyledir:
"Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara devamlı kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası için en büyük mükâfattır. İşte büyük kurtuluş budur."
Cennetlikler ve cennet nimetleri Kur'ân'da anlatılırken cennet ehli için "müttekiler (Allah'tan hakkıyla korkanlar)" ifadesi geçer. Bu kelime hem erkekler, hem de kadınlar için müşterek kullanılır. Biri öbüründen ayırd edilmez, ayrı tutulmaz.
Hadis-i şeriflerde geçen ifadeler de hem erkekler, hem de kadınlar içindir. Bütün müjdeler, taltifler, nimetler, ikramlar herkese aynıdır. Bir hadisin meali şöyle:
"Cennet ehli cennete girdiklerinde bir vazifeli şöyle seslenir: Şüphe yok ki, siz cennette ebedî yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Hastalanmayacak ve devamlı sıhhatli bulunacaksınız. Sonsuz nimetlere mazhar olacak ve hiçbir zaman hüzün ve keder görmeyeceksiniz."1
Başka bir hadis-i şerifte de cennet ehlinin bir hâli şöyle anlatılır:
"Muhakkak, sizden biriniz cennetin en alt derecesinde bulunsanız bile, ona Allah'ın emri ile melekler tarafından, 'Gönlünden geçenleri iste!' denir. O da devamlı temenni eder durur. Bunun üzerine ona, 'Kalbinden geçenleri tamamen temenni ettin mi?' diye sorulur. 'Evet' cevabı verince, 'Muhakkak temenni ettiğin şeyler bir misli fazlasıyla sana verilecek' denir."2
Esas itibariyle cennetin nimetleri hem erkek, hem de kadın mü'minler için müşterek iken, bazı hususlarda her iki cins de birbirlerinden üstünlüklere sahiptirler. Bu üstünlüklerin bir kısmı erkeklere mahsus iken, büyük bir kısmı da kadınlara mahsustur. Kur'ân'da cennetlik kadınlar "Ezvâcün mutahharatün" yani "temiz kadınlar" olarak vasfedilir. Bu ifadenin içinde şu mânâlar saklıdır: Cennet kadınlara mekân ve meskendir. O kadınlar o yüksek cennette lâyıktırlar. Aynı zamanda Cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların güzellikleri de artar. Ve Cennet onlarla güzelleşir ve süslenir.3
Yani cennetlik kadınlar, cennetin güzelliğine güzellik katmakta, Allah'ın ebedî yurdunu süsleyen canlı bir unsur olmaktadır. Bu "mutahharatün (temiz)" ifadelerinden ayrıca şu mânalar çıkıyor:
"Dünya kadınları cennete girdikten sonra kötülüklerden, kıskançlık ve benzeri çirkin huylardan arınacaklar, içleri de dışları gibi berrak ve ter temiz olacak, güzellikte hurileri geçecekler."
Peygamberimiz (asm) cennetlik kadınları şöyle anlatır:
"Onların vücutlarının güzelliği ile letafetinden dolayı her birinin baldırındaki kemiğin iliği etinin üstünden görünür. Onların aralarında ne ihtilâf vardır, ne düşmanlık, ne de çekememezlik."4
Yani cennet ehli kadınlar güzellikte o kadar ileride bulunuyorlar ki, sadece bir tek tırnağı dünyaya görünse güneşin ışığını kapatacak kadar parlaklıkta olan hurilerden daha güzel olacaklar. Bir kadının bundan daha güzel bir şey tahayyül etmesi mümkün müdür?
Cenab-ı Hak hem erkek, hem de kadın mü'minlere kalblerinden geçenlerin bir misli fazlasını vereceğine göre, nimet ve ihsanın derecesini siz düşünün. Artık bu kadar lütuf ve ikramdan sonra "Allah, cennette bir erkeğe çok sayıda huri veriyor da, cennet ehli kadınlara neden böyle bir imkân verilmiyor?" denmez. Cennette "yok yoktur." Allah insan fıtratına en uygun şekilde her türlü nimet ve ihsanı verecek, kimseyi mahrum bırakmayacaktır.
Esas mesele Allah'ın rızasına nail olmak, ebedî saadete liyakat kazanmak, fâni dünyadan imanlı olarak ayrılıp, cennetin kapısına ulaşabilmektir.
Dipnotlar:
1. Müslim, Cennet 22.
2. Müslim, îman: 301.
3. Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü'l-İcaz, s. 175.
4. Müslim, Cennet: 14-17.
10-) Adn cenneti ile Firdevs cenneti arasındaki fark nedir? Adn cennetine kimler girer, Firdevs cennetine kimler?
Hangi cennete hangi şahısların ve şahsiyetlerin gireceğini söyleyecek durumda değiliz. Bunu ancak Allah bilir.
Kur’an’da yaklaşık 170 defa tekil veya çoğul olarak cennetten söz edildiği halde, Firdevs cennetinden iki defa, Adn cennetinden ise on bir defa bahsedilmiştir. Bu da gösteriyor ki, Kur’an’da mükâfat yeri olarak nazara verilen “sekiz adet” cennettir. Bunların hepsi de çok güzeldir.
“Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad etti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar! Hepsinden âlâsı ise Allah’ın kendilerinden razı olmasıdır. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur.”(Tevbe, 9/72)
mealindeki ayette, genel cennetlerle Adn cennetlerinin aynı kategoride sayılması, cennete gidenlerin ayırıcı vasıflarına değinilmeden ifade edilmesi, bu söylediklerimizin kanıtıdır.
Adn cennetine girenlerin vasıfları belki de en geniş şekliyle Rad suresinin 19-24. ayetlerinde yer almıştır. Bu konudaki anahtar kelime “Ulu’l-elbab” (akıllı kimseler)dir. Akıllı kimselerin özellikleri olarak da; “Allah’a verdikleri sözü tutan, emirlerini yerine getiren, O’ndan korkan, kötü hesapla karşılaşmaktan endişe eden, Allah’ın rızasını esas alan, namaz kılan, gizliden ve açıktan Allah yolunda harcayan, kötülüğü iyilikle savmaya çalışan...” kimseler söz konusu edilmiştir.
Görüldüğü gibi, bu özellikler sadece ADN cennetine girenlerin değil, aynı zamanda genel olarak cennete gidenlerin temel özellikleridir.
Firdevs cennetine gidenlerin özellikleri de genel olarak cennete gidenlerin aynı özellikleridir.
“İman edip makbul ve güzel işler yapanlara gelince, onlara da konak olarak Firdevs cennetleri hazırlandı.”(Kehf, 18/107),
mealindeki ayette bu gerçeğe işaret etmektedir.
İkinci kez tekrarlanan Firdevs cennetinin geçtiği yerde (Müminun, 23/1-11) ise, anahtar kelime olarak “iman” esas alınmıştır. Ve iman eden / müminlerin vasıfları da yaklaşık ADN cennetine girenler için kullanılan aynı vasıflardır.
Bu iki ayrı cennetin sakinleri için referans verilen anahtar kelimeler ve vasıflar dikkate değerdir. ADN cenneti için “Akıl”, Firdevs cenneti için “İman”ın zikredilmesi, akıl-iman ilişkisine de ışık tutmaktadır. Demek ki gerçekten akl-ı selime sahip insanlar mutlaka iman edeceklerdir. Çünkü İslam’da genel olarak bütün davalar, hükümler akla tasdik ettirilmektedir. Bu yüzdendir ki, “Aklı olmayanın dini de olmaz” denilmiştir. Geriye kalan ortak vasıflar ise, “amel-i salih” kavramıyla ifade edilir ki, Allah’ın emirlerine riayet, yasaklarından uzak durmak demektir.
Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadîs-i şerife göre, Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuşlardır:
“Kim Allah'a ve elçisine îmân eder, namazı kılar, zekâtı verir ve ramazânı oruçlu geçirirse; ister Allah yolunda hicret etsin, isterse doğduğu yerde otursun; Allah'ın onu cennete koyması kendisi için bir haktır.”
"Ey Allah'ın Rasûlü, bunu insanlara müjdelemeyelim mi?" diye sordular. Allah Rasûlü şöyle buyurdu:
"Cennette yüz derece vardır ki; Allah Teâlâ bunları Allah yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derece arasında gökle yer arası kadar mesafe vardır. Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyiniz. Muhakkak ki o, cennetin ortası ve en yüksek yeridir. Onun üstü Rahmanın arşıdır ki cennet ırmakları oradan kaynar.”(Buharî, Tavhid, 22; Müslim, İmare, 46).
Hadiste “Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyiniz...” ifadesi her mümin için geçerlidir. Herkes isteyebilir ve Allah’ın lütfüyle oraya girebilir.
Hz. Peygamber (a.s.m)’in ümmetine Firdevs cennetini istemelerini salık vermesi ise, ümmetine karşı gösterdiği vefakârlığın bir örneğidir. Ayrıca, Efendimiz (a.s.m) zaten, kendisi dahil hiç kimsenin kendi ameliyle cennete gidemeyeceğini öğretmiştir. Onun cennetin hangi bölümü olursa olsun, ilahî bir lütuf olacağını ders vermiştir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Cennetten istifade farklı mı olacaktır?
Cennetin tabakaları hakkında bilgi verir misiniz?
11-) Cennet nasıl olacaktır? Cennette selamlaşmanın dışında sohbet edemeyecek miyiz?
Cennet her türlü lezzetin olduğu bir yerdir. Taşıyla torağıyla hayattar olan cennet, insanın her arzusunun yerine getirildiği sonsuz saadet yerdirir. Böyle bir saadet, sadece konuşmakla olmaz.
Cennet; âhiret âleminin saadet köşesi... Cennet; nimet ve ihsan deryası, lezzet ve huzur ülkesi... Cennet; rıza beldesi, dârüsselâm. Rabb-ı Rahimimizin rahmetine erenlerin karargâhı...Her türlü noksan ve kusurdan münezzeh olan Rabbimiz, bizlere de elimizden geldiğince günahlardan kaçınmamızı, kötülüklerden temizlenmemizi emrediyor. Tâ ki, bizi bütün kötülüklerden ve kötülerden arı olan dârüselâmına erdirsin...
- Kötü inançların orada yeri yok: Küfür, şirk, dalâlet gibi...
- Oraya kötü huylar da giremiyor: Yalan, gıybet, iftira gibi...
- Orada noksanlık da bulamazsınız: Hastalık, yorgunluk, uykusuzluk gibi...
- O beldenin lügatine giremeyen kelimeler var: Ah, of, keşke, eyvah gibi...
- O dârüsselâm bunların hepsinden uzaktır...
Ucuna bucağına nazarımızın erişemediği, büyüklüğünü hayalimizin kavrayamadığı bu kâinat bizim imtihan salonumuz. İnsan, mum ışığında, kuru bir tahtanın üstünde ve elinde bir simitle de imtihan olabilir... O halde bu âlem niçin bu kadar muhteşem... Bu kadar çeşitli sebzeler ve meyveler de ne demek?
Koca güneş imtihan lâmbamız... Bu hal bize geniş bir ufuk açıyor. Keyfiyetini bilemeyeceğimiz âhiret âleminin ne kadar harika olduğunu uzaktan uzağa hayalimize gösteriyor... İmtihan salonu böyle büyük, böyle güzel, böyle muhteşem olursa, saadet ve mükâfat diyarı nasıl olur!?.. İmtihanda bu kadar nimetlere mazhar olursak, kim bilir cennette ne gibi ihsanlarla karşılaşacağız...
"Dünya âhiretin tarlasıdır.”
buyuruyor Allah Resulü (a.s.m.). Tarla gönül eğlendirme yeri değildir. Tarlada meşakkat vardır, yorulma vardır. Ve tarlada zaman en iyi şekilde değerlendirilir...
Bu hadis-i şerifi ile Resulûllah Efendimiz (a.s.m.) bizlere bu dünya tarlasından en güzel, en verimli biçimde istifade etmemizi tavsiye ediyor. Ve yine, ekeceğimiz şeylerin burada bir çekirdek iken ötede sümbülleneceğini bire bin, yetmiş bin ve daha fazla meyveler vereceğini müjdeliyor bize... Müminin yemesi, içmesi, konuşması, dinlemesi, tefekkür etmesi, hepsi birer çekirdek gibi. Bunlar helâl dairesinde işlenirlerse birer cennet ağacı olacaklar...
Dinî ve ilmî bir sohbete katılan insan, orada, o tarlada çok şeyini ekiyor. O mecliste geçen fâni dakikalarına bedel ebediyet kazanıyor. Dinlediği sözlere bedel, cennet sohbetlerini dinlemeğe aday oluyor. Anlamasına, tefekkür etmesine bedel, cennetteki anlayış ve tefekkür gücüne güç katıyor. Seyrettiği mü’min çehrelere bedel, cennette nuranî simalarla karşılaşmağa dua etmiş oluyor...
Helâl lokma yiyen insan, yemesini cennet hesabına ekmiş oluyor. Daima hakkı söyleyen, doğruyu haykıran insan, söz nimetini cennet namına ekmiş oluyor. Fiil, hal ve söz âlemimizdeki bütün sermayemizi bu mânâda değerlendirebilsek, her amelimize karşılık akıl almaz mükâfatlara erecek, cennetimizi buradan hazırlayacak, oradaki azığımızı buradan göndermiş olacağız...
Rabbimiz bize o beldeyi şöyle müjde veriyor:
“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaat buyurdu... Orada ebedî olarak kalacaklar. Hem de adn cennetlerinde hoş meskenler var... Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür... İşte asıl büyük saadet de budur.” (Tevbe, 9/72)
Cennet ırmakları için, tertemiz su ırmakları, süt ırmakları, bal ırmakları gibi tefsirler yapılıyor. Ve daha ifade edilemeyen nice ırmaklar... Bu ırmakların küçük misalleri dünyamızda da mevcut. Dünyamızda da her gün bir süt nehri akıyor... Ama biz bu nehrin tamamını birden göremiyor, ancak, memelerden dökülen kısmına vakıf olabiliyoruz... Nil, Dicle, Fırat gibi bu nehirler de, asırlardır bitmeden tükenmeden akıyorlar... Bizi cennet ırmaklarından ve adn cennetlerindeki hoş meskenlerden haberdar eden ve o beldelere hazırlanmaya teşvik buyuran Rabbimiz, âyet-i kerimenin sonunda şu ulvî ders ile kalbimizi rızasına çeviriyor; bütün amellerimizi ihlâsla yapmamızı ders veriyor: “Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük saadet de budur.”
Babasının sözünü, sadece onun rızasını kazanmak için, severek yerine getiren bir çocukla, bu emri, meselâ, çikolata gözeterek tutan diğer bir çocuk arasındaki fark ne kadar büyüktür!.. Bu inceliği yakalayan ve hayatlarını bu şuurla değerlendiren müminlerin ebedî lütuftan hisseleri, kat kat fazla olacaktır.
Bir de bu ilâhî haberin bütün cennet ehli için geçerli olan şu yönü var: o saadet yurdunun bahtiyar misafirleri bir nimete mazhar olduklarında: “Bu, Rabbimin benden razı olduğunun bir nişanı, bir alâmetidir.” diye düşünerek, ulvî bir haz duyarlar. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Mektubat’ında bu mânâyı ne güzel dile getirir:
"Bir padişah-ı zîşânın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde yüz belki bin elmanın lezzetinin fevkinde bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder...”
Demek ki cennette hem maddî nimetlerden istifade edilecek, hem de onların çok üstünde manevî hazlar tadılacak... Bunu böyle değerlendirmeyip cenneti sadece ruhanî telâkki etmek, âhiretle ilgili bütün âyetlerin ruhuna ters düşen yanlış ve noksan bir anlayış olur.
Ruh cennet köşkünü ve hurilerini sadece seyreder... Cennet ırmaklarına bakmakla yetinir... Onların şu veya bu nehir olması onu pek ilgilendirmez. Bu takdirde, dünya nimetlerinden sonsuz denebilecek kadar üstün olan cennet nimetleri, tam tersine dünya nimetlerinden çok aşağı düşmez mi?.. Cennette süt nehrini seyretmektense bu dünyada bir bardak süt içmek daha iyi değil midir?..
Ruh böyle noksan bir cennetle tatmin olmaz... Böyle bir anlayış sadece, haşrin cismanî olmasını aklına sığıştıramayanların vehimlerini tatmin eder; o kadar... Maddî ve manevî her türlü lezzetin asıllarıyla dolu olan cennet yurduna sırattan gidiliyor... Sıratı salimen geçenler cennet kapılarına ulaşıyorlar. Âhiretteki her şey gibi, bu sırat hâdisesinin de çekirdeği dünyada. Bu dünyada bütün işlerini Allah’ın emri üzere yürütenler, dilleriyle daima doğruyu ifade edenler, âhiret âleminde, sıratı salimen geçeceklerdir...
Sıratın sağından da solundan da düşülse altı cehennem. Bu hakikatin da dünyada çekirdeği mevcut... İfrat da insanı helâk ediyor, tefrit de... Yâni aşırılığın her iki cinsi de insana felâket hazırlıyor...Demek ki insan, daima bir eliyle ifratı, diğeriyle tefriti bir kenara itecek ve bir ömür boyu böylece kulaç kulaç yol alacaktır ki, cennete varabilsin; o saadet mahalline ulaşabilsin.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cennet de olsa, sonsuz hayat sıkıcı olmaz mı?..
12-) Cennetteki huriler cinsel amaçlı mı verilecek?
Hûriler, Rahman-ı Zülcemâlin mü'min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak "İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar" olarak anlatılan hûriler, "erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar" tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte "Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor." denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman şöyle diyor:
"İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. 'Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır' âyetinin hakikatini gösteriyorlar." (Sözler, s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü'min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
Kur'ân-ı Kerim'de cennet hurilerinin cinsel yönüne işaret eden ayetler vardır:
"Onlara kocalarından önce hiç bir insan ve cin dokunmamıştır." (Rahmân, 55/56),
"Biz o cennet kadınlarını ashab-ı yeminden olan kocalarına düşkün bakireler kıldık." (Vâkıa, 56/36-38)
Cennette mümin erkeklere verilen huriler, sadece cinsellik için verilmeyecektir.
13-) Cennetin tabakaları hakkında bilgi verir misiniz?
İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i, Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır.
İslâm literatüründe cenneti ifade etmek üzere kullanılan isimleri ve cennet tabakalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Cennet: Ebedî saadet yurdunu ifade etmek üzere Kur'an'da, çeşitli hadislerde ve diğer İslamî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. Kur'an'da yüz kırk yedi yerde geçmektedir. İslam literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Diğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde, cennetin çok sayıdaki ayette çoğul şekliyle de (cennât) yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil; tamamının adı olduğunu gösterir.
2. Cennetü'n-Naîm: On üç ayette geçmektedir. Arapça'da "refah, huzur, mutlu hayat" anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir muhtevaya sahip olan naîm, insana mutluluk veren maddî ve manevî bütün güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre cennâtü'n-naîm; mutluluklarla dolu cennetler manasına gelir.
"Beni cennetü'n-naîmin vârislerinden kıl." (Şuarâ, 26/85)
3. Adn cenneti: En belirgin anlamı ile ikamet etme, ikamet edilen yer demek olan adn, on bir ayette kullanılmıştır. Adn'in, cennetin belli bir bölümünün adı olduğu veya çoğul şeklinde kullanılışına bakarak, onun tamamını ifade eden bir isim olduğu anlaşılır.
"Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlukatın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan O'na saygı gösterenler içindir." (Beyyine, 98/7-8)
4. Firdevs: Özellikle, içinde üzüm bulunan bağ bahçe anlamına gelir. İki ayette geçer. Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir isim olabileceği gibi, onun ortası, en yüksek ve en değerli bölgesinin özel adı da olabilir.
"Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs cennetleri vardır." (Kehf, 18/107)
5. Hüsnâ: İyilik yapanlara Allah tarafından daha büyük bir iyilikle karşılık verileceğini, ayrıca buna bir de ilave (ziyade) yapılacağını ifade eden Yunus 26. ayetindeki hüsnâ (daha güzel, daha iyi, en güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Ayetteki "ziyade"den maksat da, cennetten Allah'ı görme şerefine nail olmaktır.
"Güzel davrananlara hüsnâ (daha güzel karşılık), bir de ziyade/fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır." (Yûnus, 10/26)
6. Dârüs's-Selâm: Maddî ve manevî âfetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden korunmuş olma manasındaki selâm ile dâr/yurt kelimesinden oluşan bu terkip, iki ayette cennetin adı veya tabakası olarak zikredilmiştir. Cennetin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir. Gerçek esenliğin ancak cennette bulunabileceği, sonsuz hayatın, ihtiyaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer vermeyen şeref ve üstünlüğün, eksiksiz bir sıhhatin sadece orada mevcut olduğu anlaşılır.
"Halbuki Allah, Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidayet buyurur." (Yûnus, 10/25)
7. Dârü'l-Mukame: Asıl durulacak yer, ebedî ikamet edilecek yurt manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah'a hamd ve şükür sırasında bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir olmalıdır.
"O (Rab) ki lütfuyla bizi Dârü'l-Mukameye / asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç gelecektir." (Fâtır, 35/35)
8. Cennetü'l-Me'vâ:
"İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ cennetleri vardır." (Secde, 32/19)
Bu isimlerin dışında, "ev, konak, şehir, ülke" anlamlarına gelen "dâr" kelimesi, Kur'an'da dâru'l-huld (ebediyet / sonsuzluk yurdu), dâru'l-âhire (âhiret yurdu), âkıbetü'd-dâr, ukbe'd-dâr (dünya yurdunun sonu) terkipleriyle cennet anlamında kullanılmıştır.
Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın "Nâim Cennetleri" veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamber (asm)'in dilinden ifade olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber (asm)'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek, çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir [Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul (t.y.), V/4033].
Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber (asm) tarafından haber verilmektedir (Müslim, İmâre, 116). Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad (544/1149) birinci görüşü tercih etmiştir [en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), XIII/28].
Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber (asm), Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...). Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar" buyurmaktadır. (Buhârî, Cihad 4)
Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak yorumlar ve bu görüşüne,
"Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık." (Bakara, 2/143)
ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, VI/539). Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir.
Diğer taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim (el-Aynî, aynı yer).
Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır. (Ayrıca bk. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI/37-38)
14-) Cehennemden çıkıp cennete giren insanların üzerinde cehennem izi olacak mı?
Öncelikle cennet üzüntü ve elem yeri değildir. Kesinlikle bu kimseler cehennemden çıktıkları bilinse dahi cennete girdiklerinde bir elem hissetmezler. Bundan dolayı üzüntü duymayacaklardır.
Hadislerde cehennemden çıkanların üzerinde cehennemden kalan yanık izi olmayacağı bidirilmiştir.
1. Ebu Said'den: Resulullah (asm) buyurdular ki:
"Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de yaşarlar. Lakin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe duçar olan bir kısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yanıp kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra: 'Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün.' denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler."[Müslim, İman 306, (185)]
2. Musa ibnu İsmail Vuheyb'den, o Amr ibnu Yahya'dan, o babasından o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiğinde Allah Teala: 'Kimin kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında iman varsa onu çıkarın.' diye buyurur. Bunlar kavrulmuş kömür olmuş bir halde çıkarılırlar. Hayat nehrine atılırlar. Selin getirdiği yığındaki tanenin bitmesi gibi bunlar orada biterler."
Resulullah Aleyhisselâm ayrıca şöyle buyurdu: "Onu görmez misiniz, nasıl sarı ve kıvrak bir vaziyette biter." (Buharî, Rikak, 51)
3. Bu hadisi Buharî, Kitabul-İman'ın, "İman Sahiplerinin Ameller Yönünden Birbirlerine Üstünlüğü" başlıklı babında rivayet ediyor:
İsmail îbnu Ebi Uveys ibni Abdullah el-Esbahi el-Medeni (Daru'l-Hicre İmamı, İmam Malik'in kızkardeşinin oğlu), İmam Malik'den, o Amr ibnu'l-Yahha el-Mazinî'den, o babasından, o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü anh'den Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cennet ehli cennete cehennem ehli de cehenneme girer. Allah Teala: 'Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında iman olanı (cehennemden) çıkarın.' diye buyurur. Bunlar kararmış vaziyette çıkarlar, Haya veya Hayat -burada imam Malik şüpheye düşmüştür- nehrine atılırlar. Selin kıyısındaki tanenin bitmesi gibi onlar da bu nehirde biterler. O tanenin nasıl sarı ve kıvrak bir şekilde bittiğini görmediniz mi?"(Buharî, İman, 15)
Hadislerin Şerhi:
"Kimin kalbinde bir hardal tanesi kadar iman varsa..." Yani asıl tevhid inancına ilave olarak, yani kimin iyilik niteliğinde bir imanı varsa, demektir, iman maddi bir şey olmadığı için ağırlık veya hacimle hesab edilemez. Burada kastedilen ameldir. Ameller cevherler ile temsil edilirler. Buna göre, iyilik kefesindeki ameller, beyaz, parlak cevherler şeklinde, günah kefesindeki ameller ise siyah, karanlık cevherler şeklinde görünürler.
"Kalbinde (hardal tanesi) kadar imanı olanı cehennemden çıkarın..." sözünden imam Gazali: "İmanın gerçeğini anlamış, ancak, şehadet kelimesini söylemesine ölümün engel olmuş olduğu kimselerin cehennemden çıkarılacağı" hükmünü çıkarmıştır.
İmam Gazali doyar ki: Ancak bir kimse, şehadet kelimesini söylemeye muktedir olur da ölünceye kadar söylemez, bununla birlikte kalbiyle inanırsa bunun, şehadet kelimesini söylemekten kaçınması, namaz kılmaktan kaçınması gibi sayılır. Cehennemde ebedî olarak kalmaz. Ancak tersi de olabilir. Gazali'nin dışındakiler, diliyle söylememesinin ebedî cehennemde kalmasını gerektireceği görüşündedirler. Burada, yani bu görüşe göre, hadiste geçen "kalbinde" sözünün teviline ihtiyaç vardır. Buna göre bu söz "Gücü olursa kalbindeki imanı dili ile de söylemesi şartı ile" manasına alınır.
Bu iki ihtimal şundan kaynaklanıyor: İmanı dil ile de söylemenin imandan sayılacağı ve dolayısıyla bu yapılmadan iman tamam olmayacağı görüşünde ihtilafa düşülmüştür. Alimlerden bir grup bu görüşü kabul etmektedir. İmam Şemsuddin ve Fahru'l-îslam görüşte olanlardandır. Yahut imanın dil ile söylenmesi dünyevi hükümlerin uygulanması için şarttır. Bu da tahkik ehli alimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Hadis ve ayet metinleri ise bu konuda biraz kapalı bir durum (müteşabih) arz etmektedir. Taftazanî de böyle söyleyenlerdendir.
Bu hadisi Müslim, Kitabu'l-İman'da da rivayet etmiştir. Ancak Buharî'nin rivayetindeki senet Müslim'in rivayetindeki senetten daha kısadır. (Yani Buharî'nin rivayetinde ravi sayısı daha azdır ki, buna uluvv denmektedir. Çünkü bu durumda hadisin sıhhat derecesi artmaktadır. -Mütercim). Bu hadisi, Nesâî de rivayet etmiştir.
Bu hadis Mürcie'nin görüşünün yanlışlığını ortaya koyuyor. Çünkü hadiste iman olsa da, günahın kişiye zarar vereceği bildiriliyor. (Mürcie ise imanla birlikte günahın zararı olmayacağı görüşünü savunuyor). Hadis aynı zamanda, büyük günah işleyenlerin ebedî cehennemde kalacağını ileri süren Mutezile ve aynı görüşü paylaşanların iddiasının yanlışlığını da ortaya koyuyor.
4. Suveyd ibnu Saîd, Hafs ibnu Meysere'den, o Zeyd ibnu Es-lem'den, o Ata ibnu Yesar'dan, o da Ebu Saîd el- Hudrî'den rivayet eder ki: ...
... Sonra Yüce Allah: 'Tekrar gidin, kalbinde bir dinarın yarısı ağırlığında hayır bulduklarınızı çıkarın.' diye buyurur. Kalabalık bir topluluk daha çıkarırlar. Sonra:
'Ey Rabb'imiz, orada iyilik sahibi hiçbir kimse bırakmadık.' derler. Ebu Saîd Radıyallahü Anh dedi ki; Eğer siz beni bu hadis hususunda doğrulamıyorsanız, isterseniz şu ayeti okuyun:"
"Allah bir zerre ağırlığınca bile zulmetmez, eğer iyilik olursa onu kat kat yapar ve kendi, katından büyük bir karşılık verir." Allah Azze ve Celle bütün bunlardan sonra:
'Melekler şefaat etti, peygamberler şefaat etti, mü'minler şefaat etti, sadece rahmet edicilerin en merhametlisinin şefaati kaldı.' diye buyurur. Bundan sonra cehennemden bir avuç (Kabza) alır, oradan hiç hayır nedir bilmeyen bir topluluk çıkarır. Bunlar kömürleşmiş bir haldedirler. Bunları cennetin girişlerinde bir nehire atar. O nehire 'hayat nehri' denilmektedir. Selin getirdiği yığındaki tanenin çıkması gibi oradan çıkarlar. Görmez misiniz, taşın veya ağacın güneş yönüne gelen tarafı hafif sararmış ve yeşilimsi olarak görünür. Gölge tarafına gelen kısmı ise beyaz olur. Oradakiler:
'Ey Allah'ın Resulü, sen âdeta, sahrada çobanlık yapmış gibisin.' dediler. (yani sahra ahalisi gibi her şeyi gayet güzel örneklendirerek ve sahradaki benzerleri ile açıklayarak anlatıyordu) Resulullah Aley-hisselâm sözüne şöyle devam etti:
'İnci gibi çıkarlar. Boyunlarında mühürler vardır. Cennet ehli onları tanır. Bunlar Allah'ın azadlılarıdır, işledikleri bir amel olmaksızın, önden gönderdikleri bir hayır bulunmaksızın Allah onları cennete koymuştur.' Sonra Cenab-ı Allah onlara:
'Cennete girin, gördükleriniz sizindir.' diye buyurur. Onlar: 'Ey Rabb'imiz, alemlerden kimseye vermediklerini bize verdin' derler. 'Size Benim katımda bundan daha üstünü vardır' denilir. Onlar: 'Ey Rabb'imiz, bundan daha üstün ne olabilir?' derler. Yüce Allah: 'Rızam, artık bundan sonra Ben ebediyen size kızmam.' diye buyurur."(Müslim, İman, 302)
Hadislerde cehennemden çıkanların haya veya hayat nehrinde yıkandıktan sonra inci gibi parlayarak çıkacakları da ifade edilmektedir. Bunların üzerinde cehennem izi yoktur.
Üzerlerinde bir hatem bulunacağı ifadesi olan rivayet ise "Boyunlarında mühürler vardır." Et-Tahrir müellifi diyor ki: Burada mühürler ile kastedilenler, onların tanınması için boyunlarına asılan şeylerdir. Sadelikleri, temizlikleri, yüzlerindeki sevinç ve güzellik dolayısıyla da "inci gibi" olarak vasfedilmişlerdir. Çünkü artık üzerlerinde ateş ve yanık izi kalmayacaktır. En doğru olanı Allah bilir.
"Bunlar Allah'ın azadlılarıdırlar." Yani bir kimsenin şefaati ile olmaksızın, Allah Teala'nın kendi fazlı ve ihsanı ile çıkarılan bu kimselere cennettekiler "Bunlar Allah'ın azadlılandır" derler.
"İşledikleri bir amel, önden gönderdikleri bir hayır olmaksızın Allah onları cennete koymuştur." Yani Allah Teala, onları sadece imanları dolayısıyla, iman dışında hiçbir güzel amelleri bulunmamasına rağmen cennete koymuştur.
"Şu gördüklerinizin hepsi sizindir." Yani gördüklerinizin mülkiyeti ve ondan istifade hakkı size aittir. Onlar sadece kendilerine ayrılan nimetleri göreceklerdir.
"Ey Rabb'imiz alemlerden kimseye vermediklerini bize verdin." Yani cehennemliklere vermediğini bize verdin. Ama kendilerinden önce cennete girmiş olan cennetlikler, elbette onlardan daha çok nimete sahip olurlar. Onlar bu sözü zan üzere de söylemiş olurlar. Çünkü o anda kendilerine verilen şey gözlerine büyük görünür.
"Size benim katımda bundan daha üstünü vardır." sözünü duyunca, kendilerine verilenin üstünde, hissedilir bir nimet nasıl olur diye hayret ederler. Allah Teala da, kendilerinden razı olduğunu ve bir daha ebediyen onlara gazab etmeyeceğini bildirir. Elbetteki Allah Teala'nın rızası nimetlerin en büyüğüdür. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de: "Allah'ın onlardan razı olması ise hepsinden büyüktür. îşte büyük kurtuluş budur." diye buyuruyor. (Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi).
İmam Müslim, Kastallanî'nin Hamişine (haşiye) göre C.2, s.l28'de, "Şefaatin İsbatı ve Tevhid Ehlinin Cehennemden Çıkarılması" başlıklı babda şöyle demektedir:
Harun ibnu Saîd el-Eyll, Abdullah ibnu Vehb'den, o Malik ibnu Enes'den, o Amr ibnu Yahya ibni İmare'den, o babasından o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Teala cennet ehlini cennete sokar, dilediğini de kendi rahmeti ile sokar. Cehennem ehlini de cehenneme sokar. Sonra: 'Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında iman bulduğunuzu (cehennemden) çıkarın.' diye buyurur. Bunlar kömürleşmiş, kavrulmuş bir vaziyette çıkarılırlar. Hayat ırmağına atılırlar. Selin kenarındaki tanenin bitmesi gibi orada biterler (hayat bulurlar). Onu görmediniz mi nasıl sarı kıvrak bir şekilde çıkar." (Müslim, Iman 304)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cehennemden çıkacak kişinin alnında iz olcak mı?..
15-) Allah Teala'yı cennette herkes görecek mi; cehenneme girip daha sonra cennete giren kişi de görecek mi?
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye (Ashab, Resulullah'a) sordular. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu. Ashab:
"Hayır!" deyince:
"Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar sordu. Ashab yine:
"Hayır!" deyince:
"Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek." (Müslim, Zühd 16)
Cerir İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir dolunay gecesi, aya baktı ve:
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek)."[Buhârî, Mevakitu's-Salat 6, 26, Tefsir, Kaf 1, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633); Ebu Davud, Sünnet 20, (4729); Tirmizî, Cennet 16, (2554)]
AÇIKLAMA:
1. Ehl-i Sünnet uleması, cennet ehlinin rü'yetullaha mazhar olacağına, gökte dolunayı görürcesine Rab Teala'yı gözleriyle göreceğine inanır ve bu hususta ittifak ederler. Allah'ın görülmesinin, cennet ehlinin mazhar olacağı en büyük nimet olacağı belirtilmiştir. Nitekim sadedinde olduğumuz hadis, Allah kendini gösterdiği müddetçe cennet ehlinin diğer nimetlere iltifat etmeyeceğini belirtir. Bu iltifat etmeme hali, rü'yetin onların hepsinden üstün bir nimet olduğunu ifade eder.
2. Hadisten, ahirette Allah'ı, kadın ve erkek bütün cennet ehlinin göreceği hükmü de çıkarılmıştır.
3. Cennet’te hiç kimseye üzülme yoktur. Cehennemden çıkan kişi de Allahı görecektir.
4. İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Cennetliklerin en aşağı derecesinde olan kimsenin durumu; bahçelerini, hanımlarını, bol nimetlerini, hizmetçilerini ve koltuklarını bin senelik mesafeye kadar uzanmış olarak görecek ve sabah akşam Allah’ın kendilerine bir ikramı olarak Allah’ın yüzünü göreceklerdir."
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu ayeti okudu:
“Bazı yüzler o gün Rablerine bakarken mutluluktan parlayacaktır.” [(Kıyame, 75/22-23) (Müsned: 4395)]
İlave bilgi için tıklayınız:
Peygamberimiz (s.a.v) Rabbimizle konuştuğunda şeklen görmüş mü yoksa Peygamberimiz (s.a.v) Rabbimizin sesini duyup mu konuşmuş?..
16-) Cennette çocuk, anne ve babası ile aynı yaşta olacaksa anne ve babasına, nasıl anne ve babası gibi davranabilir?
Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Vildânün muhalledun” tâbirinden anlaşıldığına göre, müminlerin bulûğ çağından önce vefât eden çocukları doğrudan cennete gidecek, lâkin dâimî çocuk olarak kalmak sûretiyle, çocuk sevmek ve okşamak zevkini anne ve babalarına tattıracaklardır.
Çocuğunu kaybettiği halde buna sabreden Müslüman’a, Cenab-ı Allah’ın verdiği mükâfat Ebû Musa (ra) tarafından naklediliyor: “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah Teâlâ meleklerine:
- Kulumun çocuğunun ruhunu mu aldınız, buyurur. Melekler:
- Evet, derler. Allah Teâlâ:
- Kulumun gönül meyvesini (ciğerparesini) mi kopardınız, buyurur. Melekler:
- Evet, derler. Allah Teâlâ:
- Peki, kulum ne dedi?, buyurur. Melekler:
- Sana hamdetti ve ‘innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn’ diye istircâda bulundu, derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
- O halde kulum için cennette bir ev yapın ve adını da “hamd evi” koyun! buyurur.” (Tirmizi, Cenaiz 36)
Bazı rivayetlerde insanın ahirette otuz üç yaşında olacağı bildirilmiştir. Ancak bu yaş ifadesi dünyanın yaşına göre değildir. Yani nasıl ki insan en mükemmel yaş olarak bu dönemde bulunur. Onun gibi insan cennette olması gereken en mükemmel durumda bulunacak demektir. Yoksa oraları buralarla değerlendirmek değildir.
Küçük yaşta ibadet eden çocukların da ibadetlerine mükafat olması için, yetişkin olarak cennetin nimetlerinden istifade edecektir. Onların yetişkin olması anne ve babasının yanında olmasına mani değildir. Nitekim bu dünyada bile çocuk ne kadar yetişkin olsa da anne ve babasının ona olan şefkat ve sevgisi devam etmektedir.
İlave bilgi için tıklayınız:
İnsanlar cennette kaç yaşında olacaklardır?..
17-) Cennet hayatında kocamıza huriler ve sevabına göre cennet kadını verileceği doğru mu ve hurilerle cinsel münasebette bulunacaklar mı? Eşimizin sadece bizimle birlikte olma iltimali yok mu?
Hûriler, Rahman-ı Zülcemâlin mü'min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak "İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar" olarak anlatılan hûriler, "erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar" tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte "Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor." denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman şöyle diyor:
"İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. 'Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır' âyetinin hakikatini gösteriyorlar." (Sözler s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü'min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
Kur'ân-ı Kerim'de cennet hurilerinin cinsel yönüne işaret eden:
"Onlara kocalarından önce hiç bir insan ve cin dokunmamıştır." (Rahmân, 55/56),
"Biz o cennet kadınlarını ashab-ı yeminden olan kocalarına düşkün bakireler kıldık." (Vâkıa, 56/36-38)
Cennette mümin erkeklere verilen huriler sadece cinsellik için verilmeyecektir.
Cennette kıskançlık gibi duygular olmayacağı için, böyle bir isteğiniz olmayacaktır. Hem dünya imtihanını kazanıp cennete girmeye layık olan takvalı bir kadın hurilerden üstün olacaktır. Bunlar bir nevi cariye veya hizmetçi gibi cennetlik olanlara hizmet edecektir. Gılmanlarda böyledir. Dünyadan giden kadınlar ise hizmetçi konumunda olmayacak erkeğin eşi ve kendisine hizmet edilen konumunda olacaktır. Cennetteki ahvali ora şartlarına göre değerlendirmelidir.
Peygamber (asm) de cennet ehlini şu şekilde tasvîr etmektedir:
"Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet arasında ne ihtilaf vardır ne de düşmanlık; gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah'ı tesbih ederler." (Buhârî, Bed'ül-Halk, 59, Sıfâtü'l-Cenne).
Şu kadar var ki, dünyada iken iman etmiş ve salih kullar sınıfına girmiş kadınlar "hûrîler"den de üstündürler. Çünkü onlar bir taraftan şeytanlarıyla, diğer taraftan nefisleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Onlar, bu mücadelede galip gelerek, Hakk'ın rızasını kazanmış ve Cennete girmeyi hakketmişlerdir. Hûrîler ise kendi amelleri dolayısıyla cennete girmiş değiller. Allah onları, diğer nimetler gibi Cennet ehli için yaratmıştır. Peygamber (asm)'in aşağıdaki hadisi bunu teyid etmektedir.
Ümmü Seleme, Peygamber (s.a.s)'e bir gün "Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah (asm); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir." diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin?" deyince O, şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için." (Tabarânî'den naklen; Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur'ân Terc., VI. 81).
İlave bilgi için tıklayınız:
-Cennette erkeklere huriler var ama kadınlar için ne var- denilmekte, bu konudaki görüşleriniz nelerdir?..
18-) Cennet ve cehennem yaratılmış mıdır? Yaratıldıysa yeri nerededir?
Ehl-i sünnet inancına göre cennet ve cehennem yaratılmışlardır ve şu an mevcuddurlar.(1)
Kur’an’ın ifadesine göre, cennetln genişliği yer ve gök arası kadardır.(2) Yine Kur’an’ın ifadesine göre cennet müttekılere,(3) cehennemse kâfirlere(4) hazırlanmıştır. Her ikisi de Miraç gecesi Peygamberimize (s.a.v.) gösterilmiştir.(5) Olmayan bir şey sakinleri için hazırlanabilir ve gösterilebilir miydi?
Ayrıca cennetin varlığı Âdem kıssasıyla da sabit olmakta, cehennemin halen mevcudiyeti de onunla kıyaslanmaktadır.(6)
Cennetin yukarıda arşın altında, cehennemin aşağıda yerin altında(7) olduğunu söyleyenler olmuş ise de kesin şuradadır, demek mümkün olmamıştır. Her ne kadar Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.”(8) buyurmuş ise de bunu, her şeyden önce Kendisini ve kabr-i şeriflerini ziyaretin önemi ve fazileti noktasında söylenmiş bir hadis olduğu şeklinde anlamamız lazım geldiğine inanmaktayız.
Bununla beraber kıyametin kopup, yerin başka bir mahiyet almasından sonra cennetin, hadiste işaret edilen yerde veya o yerin doğrultusunda a’la-i ılliyyinde olabileceği de ihtimalden uzak görülmemelidir.
Bediüzzaman’a Göre Cehennemin Yeri
Bediüzzaman, “De ki: her şeyin bilgisi Allah katındadır.”(10) “Gaybı Allah’dan başka kimse bilmez.”(9) mealindeki âyetleri dersinin başına koyduktan sonra “Cehennem nerededir?” diye bi soru sorar.
Cehennemin yeri bazı rivayetlerde “yerin altı”denilmiştir. Yer küresi, yıllık hareketiyle ileride haşir meydanının etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ikidir. Biri küçük cehennem, diğeri de büyük cehennemdir. Küçük cehennem büyük cehennemin çekirdeğidir. İleride küçük cehennem büyük cehenneme inkılab edecek ve büyük cehennemden bir menzil olacaktır.
Küçük cehennem yerin altında, yani merkezindedir. Çünkü kürenin altı merkezidir. Coğrafya alimlerince bilinmektedir ki, her otuz üç metre kazıda bir derece sıcaklık artar. Yerin yarı çapı altı bin küsur kilometre olduğuna göre, merkeze kadar bu sıcaklık iki yüz bin dereceyi bulur... Bu ateş, dünya ateşinden iki yüz defa daha şiddetlidir. Küçük cehennem, büyük cehenneme ait bir çok görevleri dünyada ve berzah âleminde yapmıştır. Âhiret âleminde ise yer küre, sakinlerini yıllık hareketiyle etrafında daire çizdiği haşir meydanına döker. Tabii ki içindeki küçük cehennemi de büyük cehenneme teslim eder. Mu’tezilenin bazı imamları: “Cehennem sonradan yaratılacaktır.” demiş olsalar da onların bu sözleri yanlıştır. Cehennem yaratılmıştır. Fakat hal-i hazırda tamamiyle inbisat ve sakinlerine tam münasip bir tarzda henüz inkişaf etmemiştir.
Kaldı ki gayb perdesinin içindeki ahiret âlemine ait menzilleri bu dünya gözümüzle görmek ve göstermek için ya kâinatı küçültüp iki vilayet şekline getirmeli, ya da gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalıdır. İkisi de şu an mümkün olmadığına göre öyleyse âhiret âlemine ait menzilleri de, bu dünya gözümüzle görmek mümkün olmayacaktır. Fakat bazı rivayetlerin işaretiyle ahiretteki cehennemin bu dünyamızla münasebeti vardır. Mesela, yazın şiddetli sıcaklığına “min feyhi cehennem” yani “cehennemin kaynamasındandır” denilmiştir.
Sözün özü: Cehennemin yerini tesbit noktasında Bediüzzaman’ın görüşlerni şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Kadîr- i Zülcelâl’in mülkü çok geniştir. Allah’ın hikmeti nereyi uygun görmüş ve göstermişse büyük cehennem oraya yerleşir.
2. Büyük cehennem, yerin yıllık dönüşünün çizdiği dairenin altındadır. Bu cehennem, kimi zaman yerin merkezindeki küçük cehenneme görevlerini yaptırmıştır.
3. Yerin merkezindeki küçük cehennem, büyük cehennemin çekirdeğidir. Hikmetli Yaratıcı, dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte sakladığı ve vakti geldiğinde de çekirdekten ağacı çıkardığı gibi; yer kürenin kalbindeki küçük cehennem çekirdeğinde de büyük cehennemi saklar ve vakti geldiğinde de ondan büyük cehennemi çıkarır.
4. Cennet ve cehennem hilkat ağacından ebediyyet tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise dalın en uç noktasıdır. Hem kâinat silsilesinin iki neticesidir. Neticelerin yerleri silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, ağırı aşağı tarafında; nurlusu ve ulvisi de yukarı tarafındadır. Hem şu işler selinin ve yerin manevî ürünlerinin iki ambarıdır. Ambarın yeri ise ürünün çeşidine göre, fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede akan seyyal mevcudatın iki havuzudur. Havuzun yeri ise, selin durduğu ve biriktiği yerdir. Yani pislikleri ve zirzibili aşağıda, temizleri ve güzelleri ise yukarıdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecelligâhıdır. Tecelligâh is her yerde olabilir. Rahman-i Zülcemal ve Kahhar-i Zülcelâl nerede isterse tecelligâhını orada açar.(11)
Dipnotlar:
1. Ömer en-Nesefî, Akaidü'n-nesefi, s. 8; Ebü’l- Münteha, Şerhu fıkhi’l- ekber, s.26.
2. Al-i İmran, 3/133.
3. Al-i İmran, 3/133.
4. Bakara,2/24; Al-i İmran, 3/131.
5. Buharî, Nikâh, 88; Rikak, 16; Tirmizî, Cehennem,11; Ahmed b. Hanbel, IV/429.
6. TDV İslâm Ansiklopedisi, VII/185.
7. age., VII/229.
8. Buharî, fî mescid-i Mekke, 5.
9. Mülk, 67/26.
10. Neml, 27/65.
11. Daha geniş bilgi ve orijinali için bk.Nursî, Said, Mektubat, s.8-10.
19-) Cennette çoğalma var mı? Yani orada çocuk sahibi olmak mümkün mü?
Müfessirlerin ve İslam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre cennette tenasül (çoğalma) yoktur. Ancak bazı rivayetlere göre dünya hayatındakinden farklı bir surette çocuk sahibi olma söz konusudur. Ebu Saidi’l-Hudrî’den nakledilen bir rivayete göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Cennette mü’min, çocuk arzu ettiğinde, hamli, doğumu ve yaş alması bir anda oluverir.” (Tirmizî, Cenne, 23; İbn Mâce, Zühd, 39; Dârimî, Rikak, 11; İbn Hanbel, III, 9)
Tirmizî, bu hadisin garib olduğunu söyleyerek zayıflığına dikkat çekmiştir.
Bazılarına göre, cennette cinsel hayat vardır, ancak bunun sonucunda çocuk olmaz. Mücahid, Tavus ve İbrahim en-Nehai bu kanaattedirler. Nitekim Ebu Rezin el-Ukaylî Peygamberimiz (asm)'den şöyle rivayet etmiştir:
“Cennette cennet ehlinin çocukları olmaz.” (Tirmizi, Cennet 23, 2566)
İshak b. İbrahim ve başkaları ise, hadiste belirtildiği gibi, Cennette mümin, çocuk arzu ettiğinde istediği gibi, bir anda oluverir, ancak arzu etmez demişlerdir. (Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 104).
Burada, “ancak arzu etmezler” kaydının hadisin devamı değil de, Peygamberimiz (asm)’in ifadesini nakleden İshak b. İbrahim ve başkalarına ait olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde böyle bir ifadenin (hadisin) hiçbir manası olmaz.
Olmayacak bir şeyi olacakmış gibi teferruatlı bir şekilde anlatıp, ardından böyle bir şeyin olmayacağını söylemenin abes bir ifade olacağı açıktır. Çünkü mana öyle olsaydı, "hamli, doğumu ve yaş alması" kayıtlarına yer verilmez sadece “istense olurdu” gibi bir ifade kullanılırdı.
Ayrıca, eğer manasındaki “in” edatı yerine, kat’iyet ifade eden iza edatının kullanılmış olması da arzu edilenin olacağını göstermektedir. Dolayısıyla bizce böyle bir değerlendirme, cennet ehlinin çocukları olmayacağına dair rivayet esas alınarak yapılmış tekellüflü bir tevildir.
Bu konudaki rivayetler şöyle cem edilebilir:
- Cennet bildiğimiz manada hamilelik vs. yoluyla bir tenasül yeri değildir.
- Dünyadaki gibi çocuk sahibi olma yoktur. Ancak istendiğinde bir anda çocuk sahibi olunabilir...
- Cennet çocuklarının farklı yaşlarda inşa edilmeleri de mümkündür. Çünkü çocukluğun her bir evresinin ayrı bir güzelliği ve tatlılığı vardır.
- Cennet çocukları için vildan ve ğılman kelimelerinin kullanılmasında bu duruma işaret edildiği de düşünülebilir. Böylece vildanın küçük, ğılmanın ise daha genç çocuklar için kullanılmış olması muhtemeldir.
20-) Cennette kadınlar istediği kişiyle evlenebilir mi? Mesela Fatih Sultan Mehmed ile evlenmek isteyebilir mi? "Kişi sevdiği ile beraberdir." hadisinden ve cenette her istediğinin mümkün olmasından yola çıkarak, hanımlara eş seçimi hakkı verilecek midir?..
Cennet ehli, makamına uygun olarak her şeyi isteyebilir. Öncelikle herkesin dünyadaki eşiyle nikahlanması söz konusudur. Hiç evlenmeyenler için ise durum farklı olabilir... Ayrıca cennette isteyeceği bir şeyi bu dünyada hak etmesi gerekir. Fatih Sultan Mehmed'in manevi makamına yetişen bir bayanın istemesi olabilir. Ancak bu konuda kesin bir şey söylemek doğru olmaz. Cenneti dünya gözüyle düşünmemek gerekir. Burada istenilenler orada istenilmeyebilir.
Bu hususta şu nokta hatırdan hiç çıkarılmamalıdır:
Cennette birlikte olacak hanımla bey, dünyadaki zaafların sahibi hanımla beyin aynısı olmayacaktır. İkisi de ayetin tabiriyle "tathir" olmuş, yani her türlü maddi manevi kirlerden, kusur ve çirkinliklerden tümüyle temizlenmiş olarak cennette birlikte olacaklardır. Hatta hayallerinde olan hanım ve bey nasıl idiyse, ikisi de aynen öyle duruma çıkacaklar, birbirlerini mutlu edecek cennet genciyle Cennet hurisi görüntüsüne gireceklerdir. Dünyada var olan bazı sevgiyi gölgeleyici görüntülerden de tümüyle arınmış halde buluşacaklardır cennette...
Böylece, beyin dünyadaki hanımı, her manasıyla hayran kalacağı bir cennet hurisi haline geleceği gibi, hanımın dünyadaki beyi de her manada hayran kalacağı bir cennet genci haline gelecek; dünyadaki gölgeli mutluluklarını cennette gölgesiz şekilde, daha ileri safhada yaşama imkanı bulacaklardır.
Bu sebeple dünyadaki sevgilerini yalnız gençlik devresine ait geçici dış güzelliğe bağlamamalılar. Yaşlandıkça gelişen, cennette ebedi hayat arkadaşlığını kazandıracak olan iman ve ahlak güzelliğine kilitlenmeliler ki, aile sevgisi ömür boyu sürmekle kalmasın, ebedi hayat arkadaşlığına dönüşme özellik ve güzelliği kazansın...
İlave bilgi için tıklayınız:
Cennette eşlerin durumu nasıl olacak?..
21-) Cennette gece-gündüz, kış-yaz gibi doğa olayları var mı?
Kaynaklarda görebildiğimiz kadarıyla, cennette söz konusu doğa olayları yoktur. Adı geçen doğa olaylarının, güneş sisteminde yer alan yerkürenin hareketi ve onu çevreleyen atmosferle ilgili olduğunu düşündüğümüzde, böyle olayların cennette bulunma ihtimalinin olmadığı görülür.
Aslında –hikmetle bakıldığında- beka aleminin zaman çarkının dışında kalması, onun sonsuza dek devam etmesinin de bir gereğidir. Çünkü, zaman seline kapılan her şey ölüme mahkumdur. Cennette ölüm olmadığına göre, bu anlamdaki bir zamandan da söz edilemez. Oysa, doğa olaylarının hemen hepsi zaman mefhumuna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanların dinlenmek, rahat etmek için tercih ettikleri mekanlar da hep doğal güzelliklerle iç içedirler. İnsanın doğal güzellik arayışı içinde olmasının sebeplerinden biri, Allah'ın insanı
"Çeşit çeşit 'inceliklere ve güzelliklere' (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler." (Rahman Suresi, 55/48)
ayetiyle bildirdiği cennet güzelliklerinden zevk alacak şekilde yaratmış olmasıdır.
Tüm doğa güzelliklerinin yanı sıra cennet ortamında dünyadakinden farklı olarak ne sıcak ne de soğuk olan, insan nefsinin en hoşlanacağı tam kararında bir iklim olacağı da Kur'an'da bildirilmiştir:
"…Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız." (Nisa Suresi, 4/57)
Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde mevcut beyanlara dayanarak cennet nimetlerinin ana özelliklerini şu şekilde tespit etmek mümkündür:
1. Sonsuz lüks ve konfor.
2. Sürekli barış ve huzur.
3. Cennet ehlinin hem bedenî, hem ruhî bakımdan son derece güçlü ve yetenekli olmaları.
4. Manevî tatmin (rızâ).
5. Allah’ı görmek, O’nunla konuşmak.
6. Bütün bunları saran bir ebediyet.
Dinler tarihine dair araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde ölüm sonrası hesaplaşmanın, ceza veya mükâfatın varlığının kabul edildiğini göstermiştir. Genel olarak İslâm âlimlerinin cennet tasviri hakkında benimsedikleri görüş, onun mahiyetinin bilinemeyeceği şeklindedir. Çünkü mü'min kullar için ahiret hayatında hazırlanmış mutluluk vesilelerinin hiç kimse tarafından tahayyül edilemeyeceğini ifade eden ayetten (Secde, 32/17) başka, kudsi hadis olarak rivayet edilen meşhur metin de bu hususu açıkça belirtmektedir:
"Ben, sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer zihninin tasavvur edemeyeceği mutluluklar hazırladım." (Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 2-5)
Dünya hayatında beş duyu ve akıl alanlarındaki idrakler, tabiat şartlarıyla kayıtlı olduğuna göre naslarda geçen tasvirleri aynı şartlar çerçevesinde veya hayal gücüyle değiştirerek algılamak gerekir. Nitekim bazı ayetlerde, cennet ve nimetleriyle ilgili dünya ve ahiret idrakleri arasında benzerliklerin bulunduğu ifade edilmiştir (Bakara, 2/25; Muhammed, 47/6). İbn Abbas'tan yaygın olarak rivayet edilen
"Cennette isimlerden başka dünyayı andıran hiçbir şey yoktur." (Makdisi 1/194)
ifadesi, ikisi arasındaki mahiyet farklılığını belirten bir söz olsa gerektir.
Cennetin, göklerin ve yerin “arz”ı/genişliği kadar olduğunu ifade eden ayetlerin (Âl-i İmran, 3/133; Hadid, 21) tefsiri için şu farklı görüşler ileri sürülmüştür:
1. Cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olduğunu ifade eden bir benzetmedir. Buna göre arz; en, yani genişlik demektir. Bir alanın dar cephesini genellikle onun genişliği oluşturduğuna göre cennetin uzunluğu bu teşbih çerçevesinde çok daha fazla olacaktır.
2. Cennet, dünya hayatında insanoğlu tarafından kavranabilen kâinat kadar değerlidir.
3. Madde âleminin insan idrakine sunuluşu gibi cennet de onun bilgi ve idrakine sunulmuştur
Bununla ilgili bir hadiste, Allah yolunda cihad edenlere hazırlanan cennetin “yüz derece” olduğu ve her derecenin gökle yer arasındaki mesafe kadar birbirinden uzak bulunduğu haber verilmiştir. (Buhâri, Cihad 4; Müslim, İmâre 116). Sahip oldukları nimetler açısından farklı mekânlar olduğu anlaşılan bu derecelerin imanın hasletleri (şubeleri) kadar yetmiş küsür olacağı, bu hasletleri kendisinde toplayanların bütün dereceleri elde edeceği de söylenmiştir.
Cenneti tasvir eden bazı ayetler, orada su pınarlarının da bulunduğunu haber verir:
“Kötülüklerden korunanlar bahçelerde, gölgelerde ve pınarların başında bulunacaklardır.” (Hıcr, 15/45; Mürselât, 77/41).
Rahman ve Ğâşiye surelerinde, akan pınarlardan söz edilmekte, diğer bazı ayetlerde de cennet ehlinin bu pınarlardan su içeceği haber verilmektedir (bk. Rahman, 55/50, 66; Ğaşiye, 88/12; İnsan, 76/6, 18; Mutaffifin, 83/28).
Sözlük anlamı “bağ, bahçe” olan cennette ağaçların bulunması doğaldır. Çeşitli ayetlerde gölgelerden, dallardan, sarmaş dolaş olmuş koyu yeşilliklerden, meyveleri kolayca toplanabilen ağaçlardan bahsedildiği gibi, özel olarak hurma, nar, reyhan, kiraz, muz gibi ağaç ve bitkilerden de söz edilir. (Rahman, 55/12, 68; Vâkıa, 56/28-29). Buhâri ile Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (sav) "cennette, idmanlı ve hızlı bir binicisinin, gölgesinde yüz yıl koştuğu halde sonuna ulaşamayacağı kadar büyük bir ağacın bulunduğunu" ifade etmiştir (Buhâri, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 6-8) Fahreddin Râzi'nin de belirttiği gibi Tuba kelimesine "ebedî saadete vesile olan her güzel şey" manası verildiği takdirde bağ, bahçe ve ağaçlar da dahil olmak üzere her imkân kelimenin kapsamına alınmış olur.
Bir hadislerinde Rasülullah (s.a.s.) cennetin gümüş ve altın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refah içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını, ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder. (et-Tâc, c. 5, s. 402)
İslam dini Allah’ın seçkin kullarına nasıl bir cennet hayatı vaad etmektedir? Bu hayatın konu ile ilgili nasların birleştiği ve önemle vurguladığı iki özelliği vardır: Arzulanan her şey ve ebediyet. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:
“Gönüllerin özleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey orada vardır. Ve siz orada ebediyen kalacaksınız.” (Zuhruf, 43/71)
Dünya hayatında duyu organlarıyla algılanamayan meleklerin insanlara hizmet ettiği, onları koruduğu, Allah yolunda yürüyenler için esenlik dilediği Kur’an’ın çeşitli beyanlarından anlaşılmaktadır. Ahiret âleminde melekler inançlı ve dürüst insanlara görünmeye başlayacaklar ve yeni hayata intibakları sırasında korku ve üzüntüye düşmemelerini telkin ederek onlara şöyle diyeceklerdir:
“Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Canlarınız ne isterse, gönlünüz ne dilerse burada sizin için hazırdır. Bütün bunlar, merhamet eden ve bağışlayan Allah’ın bir ikramıdır.” (Fussılet, 41/30-32).
Hz. Peygamber (sav), çeşitli münasebetlerle cennetteki sınırsız imkân ve mutluluklardan söz ettiğinde yanında bulunanlar zaman zaman cennette at, deve vb. şeylerin de bulunup bulunmadığını sormuşlar, o da,
“Allah sizi cennete koyarsa orada canınızın arzuladığı ve gözünüzün hoşlandığı her şeyi bulursunuz.” (Tirmizî, Sıfatü’l-cennet 11)
şeklinde cevap vermiştir. Hz. Peygamber (sav), cennet hayatının imkân ve nimetlerinin genel anlamda fevkalâde olduğunu belirtmekle birlikte ayrıntılı tasvirlere girmemiştir. Cennet halkının arzu ettiği her şeyin gerçekleşeceği ilkesine karşı, “başkalarına zarar verici, erdemsiz, çelişkili oluşu sebebiyle imkânsız şeyler talep edilirse durum ne olacak?” şeklinde teorik olarak bir itiraz ileri sürülebilirse de, cennete girecek insanlar fizyolojik ve psikolojik kusurlardan arınmış olacaklarından, pratikte böyle bir talebin vuku bulmayacağı açıktır.
Buhâri, Müslim ve Tirmizî’nin çeşitli rivayet kanallarından aktardıkları hadislere göre (Buhâri, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 14-22; Tirmizî, Sıfatü’l-cennet 7) mü’minler dolunay veya parlak yıldızlar gibi ışıklar saçarak cennete girecekler, orada diledikleri gibi yiyip içtikleri halde abdest bozma ihtiyacı hissetmeyecekler, sümkürüp tükürmeyeceklerdir. Aldıkları gıdaların sindirimi hoş kokulu geğirti ve terden başka bir külfet getirmeyecektir. Cennet halkına yorgunluk ve usanç gelmeyeceği için (Fâtır, 35/35) uykuya da ihtiyaç duymayacaklardır. Cennet ehlinin imkânlarını dile getiren bir hadiste onlara şöyle nida edileceği kaydedilir:
“Daima sağlıklı olacak, asla hastalanmayacaksınız; sonsuza kadar yaşayacak, hiç ölmeyeceksiniz; her an gençliğinizi koruyacak ve hiçbir zaman ihtiyarlamayacaksınız; sürekli nimetler içinde olacak ve asla güçlükle karşılaşmayacaksınız.” (Müslim, Cennet 22)
Konu ile ilgili hadislerin bazı rivayetlerinde cennete girecek erkeklerin ataları Adem’inki gibi bir bünyeye sahip olacakları, hatta 60 arşın boyunda bulunacakları anlatılır. Ayrıca bu erkeklerin daima 33 yaşında olmakla birlikte bıyıkları yeni terlemiş sakalsız gençler görünümü arzedeceklerinden de söz edilir. Kadınların ise çok güzel tenli ve çok değerli elbiselere bürünmüş halde bulunacakları ifade edilir.
22-) Cennette kadınlar dünyadaki eşiyle evlenmek zorunda mıdır? Sadece bir evlilik yaşamışsa, dünyadaki eşinin yerine başka bir erkek seçme hakkı var mıdır?
Konuyla ilgili şu özet bilgileri vermek mümkündür:
a. Asıl olan her karı-kocanın cennette de bu arkadaşlıklarının devam etmesidir.
b. Bekâr olarak ölen bayanlar da arzuları doğrultusunda birileriyle evlendirilir.
c. İki veya daha fazla erkekle evlenmiş bir kadın orada -diğer kocalarıyla evlenmesi, ilk kocasından boşanmakla değil, onun ölümü üzerine gerçekleşmişse- ilk eşiyle, -bir görüşe göre son eşiyle- evlenecektir. Bununla beraber, kocalarından daha çok beğendiği ile de evlenebilir. (bk. Alusî; Duhan, 44/54. ayetin tefsiri)
d. Cennette herkese istediği verileceğine göre, dünyada iken evli olanların biri diğerini ister, diğeri onu istemezse (böyle bir şuur ve talep olacaksa) isteyene benzeri verilir, istemeyen serbest kalır ve istediğini alır.
- Şunu unutmamak lazımdır ki, cennette asla üzüntülü bir durum söz konusu değildir. Orada kim, kiminle evlenirse evlensin, onun için eşinden daha güzel, daha sevgili kimse olmayacaktır. Buradaki üzüntüler, özlemler, orada söz konusu değildir. Diğer bir ifadeyle orada ya dünyadan kalma özlemler, hasretler, vuslatlarla giderilir veya onlardan eser kalmaz, yeter ki cennete girelim. Onun için cennete gitmenin ön şartı olan takvada, yani Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmede yarışmak gerekir.
İlave bilgiler için tıklayınız:
- Cennette evlilik hadisesi nasıl olacaktır?
- Kadınların cennette evliliği.
- Bu dünyada eşini sevmeyen kişinin durumu.
- Cennet nasıl olacaktır?
- Cennette cinsel hayat olacak mı?
23-) Cennette herkes aynı mı olacak, güzellik dereceleri olacak mı? İnsanlar bu dünyadaki güzel ya da çirkin suretleriyle mi cennette var olacaklar? Böyle güzellik ve çirkinlik kavramı olacaksa, bu neye göre belirlenecek? Hurilerin hepsinin tipi aynı mı olacak
Cevap 1:
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir konu vardır: Cennete girenlere verilecek beden elbisesi buradaki değildir; oraya özel ve oraya layık yeni bir elbise verilecektir. Bu açıdan dünyadayken hoş görülmeyen hiç bir şey orada olmayacaktır.
Yer altında bir çekirdeğe, aklı olsaydı da, toprağın üstündeki meyveli mükemmel ağacın nasıl olduğunu sorsaydınız, nasıl tarif edecekti? İşte biz de toprak altında olanlar olarak cennet bahçesinde nasıl bir ağaç olacağımızı anlamamız imkansız gibi bir şeydir. Nitekim Efendimiz (asm.) Cenneti “Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insanın kalbine gelmiştir.” buyurarak ne güzel tarif etmiş.
Madem ki cennette bütün lezzetler bütün mertebesiyle bulunacaktır. Ve madem ki bir mümine dünya kadar bir mülk verilecek, içi de saraylar ve bahçelerle doludur. Ve madem ki bir insan bir anda binler yerde aynı anda bulunacaktır.
Öyleyse orada yok yok olacaktır. İnsanın istediği her şey her mertebesiyle olacaktır. Allah’ın hikmeti nasıl isterse ve insanın memnuniyeti nasıl olacaksa öyle olacaktır.
Cennet apayrı bir alem. Bu dünyada Allah'ın bir veli kulu birçok mekanda birlikte bulunup sohbet edebildiğine göre, cennette Allah Resulü (asm) bütün müminlerle aynı anda görüşebilir ve sohbet edebilir. Belli bir mekanda bulunması ve oraya sadece belli mertebedeki kimselerin ulaşarak kendisiyle görüşmeleri söz konusu değildir.
Cennette müminler de bir anda birçok zatın sohbetinde bulunabilecek, bir anda çok farklı zevklere, lezzetlere mazhar olabilecekler O alemi bu dünyada anlamamız mümkün değil. Şu var ki, cennette aynı sohbetten her müminin alacağı feyiz ve sürur farklı olacaktır.
Bediüzzaman Hazretlerinin şu misaliyle bu hakikate bakılabilir. Aynı sofrada bulunan ve aynı nimetleri yiyen insanların tad alma duyguları birbirinden farkıl ise, görünüşte aynı şeyleri yeseler bile aldıkları lezzet birbirinden farklı olacaktır. Buna göre, biz ihlasımızı, ibadetimizi, takvamızı, güzel ahlakımızı inkişaf ettirmek için çaba gösterelim, ta ki o alemdeki hisssemiz ziyade olsun.
Dünyada güzel ve çirkin kavramları vardır. Ancak her şeyiyle hayattar olan cennette çirkin diye bir şey yoktur.
Hadislerden anlaşıldığına göre cennette her bir insana beş yüz senelik, tahminen yeryüzü kadar bir yer verilecektir. Bu kadar geniş bir yerde bütün dostlarıyla beraber olacağı alemle hususi dairesi ayrı olacaktır.
Bunula beraber, bütün kötü huyların cennette yeri yoktur. Bu nedenle kıskançlık olmayacağı gibi helali olmayana şehveti de olmayacaktır. Nitekim, gözü olmayan göremiyor, duyması olmayan duyamıyor. Gözü olmayan birinin yanında sizi görmesinden rahatsız olur musunuz. Henüz şehevi duygusu gelişmemiş bir çocuğun annenizin veya kız kardeşinizin yanında olmasından endişe eder misiniz.
Demek ki, cennette kötü düşünce ve huyların yeri yok. Onlar bu alemde imtihan için verilmiştir. Orada imtihana gerek olmadığından yerleri de yoktur. Sadece helaline olan şehvet duygusu başkasına kapalıdır. Bu nedenle kimse kimseden rahatsız olmayacaktır.
Cennet Nasıl Bir Yerdir?
Cennet; âhiret âleminin saadet köşesi... Cennet; nimet ve ihsan deryası, lezzet ve huzur ülkesi... Cennet; rıza beldesi, dar-üs-selâm. Rabb-ı Rahimimizin rahmetine erenlerin karargâhı...Her türlü noksan ve kusurdan münezzeh olan Rabbimiz, bizlere de elimizden geldiğince günahlardan kaçınmamızı, kötülüklerden temizlenmemizi emrediyor. Tâ ki, bizi bütün kötülüklerden ve kötülerden arı olan dar-üs-selâmına erdirsin...
Kötü inançların orada yeri yok. Küfür, şirk, dalâlet gibi...
Oraya kötü huylar da giremiyor. Yalan, gıybet, iftira gibi...
Orada noksanlık da bulamazsınız. Hastalık, yorgunluk, uykusuzluk gibi...
O beldenin lügatine giremeyen kelimeler var: ah, of, keşke, eyvah gibi...
O dar-üs-selâm bunların hepsinden uzaktır...
Ucuna bucağına nazarımızın erişemediği, büyüklüğünü hayalimizin kavrayamadığı bu kâinat bizim imtihan salonumuz. İnsan, mum ışığında, kuru bir tahtanın üstünde ve elinde bir simitle de imtihan olabilir... O halde bu âlem niçin bu kadar muhteşem... Bu kadar çeşitli sebzeler ve meyveler de ne demek?
Koca güneş imtihan salonumuzdaki lâmbamız... Bu hal bize geniş bir ufuk açıyor. Keyfiyetini bilemeyeceğimiz âhiret âleminin ne kadar harika olduğunu uzaktan uzağa hayalimize gösteriyor... İmtihan salonu böyle büyük, böyle güzel, böyle muhteşem olursa, saadet ve mükâfat diyarı nasıl olur!?.. İmtihanda bu kadar nimetlere mazhar olursak, kim bilir cennette ne gibi ihsanlarla karşılaşacağız... “Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyuruyor Allah Resulü ( a.s.m.). Tarla gönül eğlendirme yeri değildir. Tarlada meşakkat vardır, yorulma vardır. Ve tarlada zaman en iyi şekilde değerlendirilir...
Bu hadis-i şerifi ile Resulûllah Efendimiz (a.s.m.) bizlere bu dünya tarlasından en güzel, en verimli biçimde istifade etmemizi tavsiye ediyor. Ve yine, ekeceğimiz şeylerin burada bir çekirdek iken ötede sümbülleneceğini bire bin, yetmiş bin ve daha fazla meyveler vereceğini müjdeliyor bize... Mü’minin yemesi, içmesi, konuşması, dinlemesi, tefekkür etmesi, hepsi birer çekirdek gibi. Bunlar helâl dairesinde işlenirlerse birer cennet ağacı olacaklar...
Dinî ve ilmî bir sohbete katılan insan, orada, o tarlada çok şeyini ekiyor. O mecliste geçen fâni dakikalarına bedel ebediyet kazanıyor. Dinlediği sözlere bedel, cennet sohbetlerini dinlemeğe aday oluyor. Anlamasına, tefekkür etmesine bedel, cennetteki anlayış ve tefekkür gücüne güç katıyor. Seyrettiği mü’min çehrelere bedel, cennette nuranî simalarla karşılaşmağa dua etmiş oluyor...
Helâl lokma yiyen insan, yemesini cennet hesabına ekmiş oluyor. Daima hakkı söyleyen, doğruyu haykıran insan, söz nimetini cennet namına ekmiş oluyor. Fiil, hal ve söz âlemimizdeki bütün sermayemizi bu mânâda değerlendirebilsek, her amelimize karşılık akıl almaz mükâfatlara erecek, cennetimizi buradan hazırlayacak, oradaki azığımızı buradan göndermiş olacağız...
Rabbimiz bize o beldeyi şöyle müjde veriyor:
“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaat buyurdu... Orada ebedî olarak kalacaklar. Hem de adn cennetlerinde hoş meskenler var... Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür... İşte asıl büyük saadet de budur.” (Tevbe, 9/72)
Cennet ırmakları için, tertemiz su ırmakları, süt ırmakları, bal ırmakları gibi tefsirler yapılıyor. Ve daha ifade edilemeyen nice ırmaklar... Bu ırmakların küçük misalleri dünyamızda da mevcut. Dünyamızda da her gün bir süt nehri akıyor... Ama biz bu nehrin tamamını birden göremiyor, ancak, memelerden dökülen kısmına vakıf olabiliyoruz... Nil, Dicle, Fırat gibi bu nehirler de, asırlardır bitmeden tükenmeden akıyorlar... Bizi cennet ırmaklarından ve adn cennetlerindeki hoş meskenlerden haberdar eden ve o beldelere hazırlanmaya teşvik buyuran Rabbimiz, âyet-i kerimenin sonunda şu ulvî ders ile kalbimizi rızasına çeviriyor; bütün amellerimizi ihlâsla yapmamızı ders veriyor:
“Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük saadet de budur.”
Babasının sözünü, sadece onun rızasını kazanmak için, severek yerine getiren bir çocukla, bu emri, meselâ, çikolata gözeterek tutan diğer bir çocuk arasındaki fark ne kadar büyüktür!.. Bu inceliği yakalayan ve hayatlarını bu şuurla değerlendiren müminlerin ebedî lütuftan hisseleri, kat kat fazla olacaktır.
Bir de bu ilâhî haberin bütün cennet ehli için geçerli olan şu yönü var: o saadet yurdunun bahtiyar misafirleri bir nimete mazhar olduklarında: “Bu, Rabbimin benden razı olduğunun bir nişanı, bir alâmetidir.” diye düşünerek, ulvî bir haz duyarlar. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Mektubat’ında bu mânâyı ne güzel dile getirir:
"Bir padişah-ı zîşânın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde yüz belki bin elmanın lezzetinin fevkinde bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder...”
Demek ki cennette hem maddî nimetlerden istifade edilecek, hem de onların çok üstünde manevî hazlar tadılacak... Bunu böyle değerlendirmeyip cenneti sadece ruhanî telâkki etmek, âhiretle ilgili bütün âyetlerin ruhuna ters düşen yanlış ve noksan bir anlayış olur.
Ruh, cennet köşkünü ve hurilerini sadece seyreder... Cennet ırmaklarına bakmakla yetinir... Onların şu veya bu nehir olması onu pek ilgilendirmez. Bu takdirde, dünya nimetlerinden sonsuz denebilecek kadar üstün olan cennet nimetleri, tam tersine dünya nimetlerinden çok aşağı düşmez mi?.. Cennette süt nehrini seyretmektense bu dünyada bir bardak süt içmek daha iyi değil midir?..
Ruh böyle noksan bir cennetle tatmin olmaz... Böyle bir anlayış sadece, haşrin cismanî olmasını aklına sığıştıramayanların vehimlerini tatmin eder; o kadar...Maddî ve manevî her türlü lezzetin asıllarıyla dolu olan cennet yurduna sırattan gidiliyor... Sıratı salimen geçenler cennet kapılarına ulaşıyorlar. Âhiretteki her şey gibi, bu sırat hâdisesinin de çekirdeği dünyada. Bu dünyada bütün işlerini Allah’ın emri üzere yürütenler, dilleriyle daima doğruyu ifade edenler, âhiret âleminde, sıratı salimen geçeceklerdir...
Sıratın sağından da solundan da düşülse altı cehennem. Bu hakikatin da dünyada çekirdeği mevcut... İfrat da insanı helâk ediyor, tefrit de... Yâni aşırılığın her iki cinsi de insana felâket hazırlıyor...Demek ki insan, daima bir eliyle ifratı, diğeriyle tefriti bir kenara itecek ve bir ömür boyu böylece kulaç kulaç yol alacaktır ki, cennete varabilsin; o saadet mahalline ulaşabilsin.
Cevap 2:
Cennetteki hiç bir nimet bir öncekinin aynı değildir. Örneğin bir meyveyi yiyen bir mümin aynı yerde aynı meyveden bir daha yese, bu ikinci meyve bir öncekinden daha mükemmel ve daha lezzetli olacaktır. Bir meyvenin bile aynı olmadığı düşünülürse elbette bir mümine verilen eşlerin de asla aynı olmayacağı anlaşılır.
"İman edip güzel işler yapanlara müjdele: Onların, altından ırmaklar akan bahçeleri olacak. O bahçelerden ne zaman rızık olarak bir meyveyle nasiplenecek olsalar, Bu daha önce bize verilen rızık, derler; çünkü o rızık, benzer şekilde onlara verilmiştir. Onların orada tertemiz eşleri olacak; ve onlar orada ebedî kalacaklar." (Bakara, 2/25)
Cennette sunulan nimetlerin benzerliği konusunda yapılan yorumların başlıcaları şöyledir:
1) Âhirette iman ehline sunulan rızıklar, dünyadaki iyi işlerin meyvesidir. Âdetâ, dünyadaki iyi işler sevaba dönüşmüş ve Cennette rızık olarak verilmiştir. Onun için, Cennet ehli kendilerine verilen rızkı tanır ve "Bunlar, dünyada iken yaptığımız güzel işlerin sonucudur." derler.
2) Cennet nimetleri dünyadakine benzer şekilde sunulur; ancak lezzetleri arasında pek büyük fark vardır.
3) "Daha önce"den maksat, yine cennette, az önce verilmiş olan nimetlerdir.
Buna göre hiç bir nimet bir başkasının aynı olmayacaktır.
24-) Cennettekilerin sabah-akşam Allah'ı tespih edeceği bildirilmiştir. Cennette ibadet var mıdır?
- Ubudiyet (kulluk), Allah’ın yaptığına razı olmak; ibadet ise, Allah’ın razı olduğu şeyi yapmaktır. İbadet; namaz, oruç gibi belli bir takım şekillerle gösterilir, ubudiyet ise, insanda daimî bulunması gereken bir durumu ifade eder. Bu zaviyeden baktığımızda, insan için cennette ibadet olmadığını, fakat ubudiyet manasının devam edeceğini söyleyebiliriz.
- Cennette güneş olmadığına göre (İnsan, 76/13), gece-gündüz de olmaz. Oysa, dediğiniz gibi, bir hadiste “sabah-akşam” tabiri kullanılmıştır.
Nitekim, Buharî'nin rivayet ettiği bir hadiste,
“Cennet ehlinin kalpleri bir tek kalp olarak çarpar, hepsi de sabah-akşam Allah'ı tespih ederler.” (Buharî, Bed'u'l-Halk, 8)
diye ifade edilmiştir. Bu hadisten kaynaklanan iki soruya da şöyle cevap verilebilir:
- Hadiste söz konusu olan tespih, cennette zorunlu olarak yapılması gereken bir görev değildir. Cennet ehli bunu, çok yakından tanıdıkları, sonsuz lütuf ve ikramlarını gördükleri Rablerine karşı -büyük bir lezzet ve keyif alarak- içten duydukları vicdanî bir hazla yapacaklar. Nitekim, Müslim'in bir rivayetinde
“Cennet ehline -nefes alma işinin ilham edilmesi gibi- tespih ve tekbir ilham edilecektir.” (Müslim, cennet, 18-19)
denilmiştir. Nefes almak ne kadar zevkli ise, cennette Allah'ı tespih etmek de o kadar zevklidir. (bk. İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi)
- Hadiste geçen “sabah-akşam” ifadesi, insanların alışık olduğu bir zaman dilimi ölçüsüyle bir miktarı göstermeye yöneliktir. (bk. İbn Hacer, a.g.e) Yoksa akşam karanlığı olacağı anlamında değildir; devamlılığı ifade etmek içindir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Cennet de olsa, sonsuz hayat sıkıcı olmaz mı?
25-) Bu dünyada günah olan şeyler cennet hayatında serbest olacak mı? Burda içki, şarap vs. yasak, cennette şarap ırmaklarından bahsediliyor.
Her yönüyle nezih ve temiz olan, sadece temiz, iyi ve güzel şeylerin toplandığı bir mekân olan cennette dünyada günah addedilen şeylerin bulunması söz konusu değildir.
“Cennetlikler cennette ne bir boş söz ne de günah işitmezler.” (Vâkıa, 56/25),
“Orada boş sözler ve yalan işitmezler.” (Nebe’, 78/35)
ayetleri cennette, değil günah sayılan fiillerin işlenmesi, günah şeylerden bahsedilmesinin hatta boş, manasız, malayani sözlerin konuşulmasının bile söz konusu olmadığını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Müttakiler, dünyada iken Allah’ı görmedikleri halde bu tür fiillerden şiddetle kaçınırken, cennette her an Yüce Rablerinin huzurunda olduklarını müşahede ettikleri halde, dünya hayatında Allah’ın gazabını celbeden ve çeşitli kavimlerin helâkine sebep olan bir takım çirkin fiilleri ve bu fiilleri çağrıştıracak şeyleri işlemeleri asla düşünülemez.
Cennette, dünyada günah addedilen bir takım çirkin fiillerin mubah olduğu düşüncesinde olan kimselere göre, bu fiiller hoş şeyler olup cennette ulaşacağı, şimdiden hayal edilebilecek fiillerdir.
Böyle bir kimse, bu tür büyük günahları basit görecek, bu fiilleri dünyada iken işleyenlere sadece "aceleciler!" nazarıyla bakacaktır.
Peygamberimiz (asv)'in hadislerinde cennetteki nehirlerden sıkça bahsedilmektedir:
Cennet ırmakları, misk dağlarının yahut da misk tepelerinin altından çıkar." (Tezkireti'l Kurtubi, s. 307/501)
Cennette, bal denizi, şarap denizi, süt denizi ve su denizi bulunmaktadır. Diğer nehirler bunlardan çıkacaktır. (Tirmizi, Büyük Hadis Külliyatı-5, s.409/10097)
Hadiste, cennette baldan, sütten, şaraptan denizlerin olacağından bahsedilmektedir. Ancak burada bahsedilen süt, bal ve şarap dünyadakinden çok farklı, cennete has özellikleriyle yaratılmıştır. Cennette bunların her biri tertemiz, lezzet ve rahatlık veren içkilerdir. Örneğin cennette sunulan şarap, dünyadakilere benzememektedir. Cennet ehlini sarhoş etmeyecek, içenlerin şuurunu bulandırmayacaktır. Allah'ın cennet için hazırladığı içki,
"Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir." (Saffat, 37/46-47)
ayetleriyle Kur'an'da tarif edilmektedir.
Ayrıca bu örnekler -süt, bal ve şaraptan ırmaklar- cennette Allah'ın kendilerinden razı olduğu kullarını bekleyen çok farklı güzelliklerin olabileceğine işaret etmektedir. Süt çabuk bozulan bir besin olmasına rağmen, cennette sütten deniz ve ırmakların olması oradaki nimetlerin kusursuzluğuna çarpıcı bir örnektir. Cennet ehli dilediği takdirde böyle görüntülerin yaratılması Allah için çok kolaydır.
Bu nimetler tarif edilirken "ırmak ve deniz" ifadelerinin kullanılması da özellikle cennetteki bolluğu vurgulamaktadır. İnsanlar dünyada bu nimetleri hep sınırlı miktarlarda görürler. Kavanozlarda, cam şişelerde veya farklı ambalajlarda satın aldıkları bu ürünlerin cennette bir kaynak şeklinde karşılarına çıkması, bozulmadan, kirlenmeden, olabilecek en mükemmel lezzette kendilerine bol bol ikram edilmesi, heyecan verici bir nimet ve güzelliktir.
Kur'an'da da bu ırmakların özelliklerinden detaylı olarak bahsedilmektedir:
"Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır..." (Muhammed, 47/15)
Ayette süt, bal, şarap gibi birkaç nimet örnek olarak verilmiştir. Ancak insanın hoşuna giden herhangi bir nimetin ırmak şeklinde akması, su gibi bol, temiz olması, bozulmadan kalması da mümkün olabilir. Ayrıca Allah cennette içkilerin kadehlerle sunulduğunu ve bu içkilerden cennet ehlinin başların ağrımayacağını, kendilerinden geçip akıllarının çelinmeyeceğini bildirir. Allah bir başka ayette "Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır..." (Saffat, 37/45) şeklinde buyurmaktadır. Müminler için cennette "sonu misk olan, karışımı tesnimden, mühürlü, katıksız bir şarap" (Mutaffifin Suresi, 25-27) hazırlanmıştır. (Tesnim: Cennetteki çeşmelerden birinin adıdır.)
Ayetlerde de belirtildiği gibi bu içecekler aynı zamanda güzel kokular da içermektedir. Öte yandan cennette denizlerin altında, nehirlerin dibinde bizim hayal edemediğimiz olağanüstü güzellikler olabilir. Allah dileyenin nefes alma sorunu olmadan dalmasını, çıplak gözle berrak bir görüntüyle deniz altındaki güzellikleri görmesini mümkün kılabilir. Dünyada ancak belgeseller sayesinde haberdar olunan denizaltı güzellikleri, cennette müminlerin kolaylıkla görebileceği ve çok zevk alacakları şekilde olabilir.
Huriler bir nevi cariye veya hizmetçi gibi cennetlik olanlara hizmet edecektir. Gılmanlar da böyledir. Dünyadan giden kadınlar ise hizmetçi konumunda olmayacak, erkeğin eşi ve kendisine hizmet edilen konumunda olacaktır. Cennetteki ahvali ora şartlarına göre değerlendirmelidir.
Peygamber (asv) de cennet ehlini şu şekilde tasvîr etmektedir:
"Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehl-i cennet arasında ne ihtilaf vardır ne de düşmanlık; gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah'ı tesbih ederler." (Buhârî, Bed'ül-Halk, 59, Sıfâtü'l-Cenne).
Şu kadar var ki, dünyada iken iman etmiş ve salih kullar sınıfına girmiş kadınlar "hûrîler"den de üstündürler. Çünkü onlar bir taraftan şeytanlarıyla, diğer taraftan nefisleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Onlar, bu mücadelede galip gelerek, Hakk'ın rızasını kazanmış ve cennete girmeyi hakketmişlerdir. Hûrîler ise kendi amelleri dolayısıyla cennete girmiş değiller. Allah onları, diğer nimetler gibi cennet ehli için yaratmıştır. Peygamber (asv)'in aşağıdaki hadisi bunu teyid etmektedir.
Ümmü Seleme, Peygamber (asv)'e bir gün "Ya Rasûlüllah! Dünyadaki kadınları mı, yoksa cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah (asv); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir." diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin?" deyince O, şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için." (Tabarânî'den naklen; Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur'ân Terc., VI. 81).
Hûriler Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir.
26-) Cennette kadınlar tesettürlü mü olacak yoksa tesettürsüz mü?
Hadislerden anlaşıldığına göre cennette her bir insana beş yüz senelik, tahminen yeryüzü kadar bir yer verilecektir. Bu kadar geniş bir yerde bütün dostlarıyla beraber olacağı alemle, hususi dairesi ayrı olacaktır.
Bunula beraber, bütün kötü huyların cennette yeri yoktur. Bu nedenle kıskançlık olmayacağı gibi helali olmayana şehveti de olmayacaktır. Nitekim, gözü olmayan göremiyor, duyması olmayan duyamıyor. Gözü olmayan birinin yanında sizi görmesinden rahatsız olur musunuz? Henüz şehevi duygusu gelişmemiş bir çocuğun, annenizin veya kız kardeşinizin yanında olmasından endişe eder misiniz?
Demek ki, cennette kötü düşünce ve huyların yeri yok. Onlar bu alemde imtihan için verilmiştir. Orada imtihana gerek olmadığından yerleri de yoktur. Sadece helaline olan şehvet duygusu başkasına kapalıdır. Bu nedenle kimse kimseden rahatsız olmayacaktır.
Cennette kadınlar cennet elbiseleri giyeceklerdir. Ancak bu dünyadaki gibi tesettür mükellefiyeti yoktur. Ayetlerde de cennetteki elbiselerin ipekten ve süslemeli oldukları şöyle haber verilmiştir:
"Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır..." (İnsan, 76/21)
"Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri ipek(ten)dir." (Hac, 22/23)
Bu hususun hadîslerdeki tafsilatı ise şöyledir:
Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Kim cennete girerse nimetlere garkolur ve hastalanmaz. Elbisesi çürümez, gençliği tükenmez. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbinden geçmeyen nimetler vardır."(Müslim, Buhârî)
Kaliteli kumaşlardan yapılmış rahat ve güzel kıyafetler giymek herkesin hoşuna gider. Cennetteki çeşitli renk ve güzellikteki kıyafetler de insanın bu yöndeki zevkine hitap edecektir. Dünya şartlarında kıyafetler ne kadar güzel olurlarsa olsunlar hep bir eksiklik söz konusudur. Tüm giysiler zaman içinde eskir, renkleri solar, kişide ilk giydiği zamanlardaki beğeniyi uyandırmamaya başlar. Bir kişinin dünyada çok sayıda giysiye sahip olması da bir önem taşımaz, çünkü bu giyimlerden alınan zevk kişinin ömrü ile sınırlıdır. Ölümle birlikte diğer tüm eşyalar gibi bunlar da geride bırakılır. Oysa cennet giysileri hem kusursuz güzellik ve çeşitlilikte hem de sonsuza kadar kalıcıdırlar. Peygamber Efendimiz (sav)'in cennet giysilerinin bu özelliklerine dikkat çektiği bir hadisleri şöyledir:
"... Orada muazzam köşkler, geniş nehirler, bol ve olgun meyveler, güzel ve dilber zevceler (kadın, eş), ebedi pek çok ve renkli güzel elbiseler vardır. Orası yüksek, güzel ve selim yurtlardan parlak hayat sürülen bir yerdir..." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 170/1)
Ayrıca bu kıyafetler öylesine boldur ki, kimse bir eksiklik ve ihtiyaç hissetmeyecektir. Bir hadiste bu duruma şöyle dikkat çekilmiştir:
"... Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerinde gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür..." (Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563)
Cennet ehlinin giyecekleri de en rahat edecekleri şekilde yaratılmıştır. Giyilen kıyafetler, cennetteki kusursuzluk ve güzellik içinde hiçbir rahatsızlığa sebep olmaz. Dünyaya ait eksiklikler -kıyafetin solması, kırışması, kirlenmesi, eskimesi vs.- de cennette yoktur. Ayrıca cennette kıyafetlerin kumaşlarının dokunması, dikilmesi gibi hazırlık aşamaları da söz konusu değildir. Cennette Allah'tan bir nimet olarak her şey her zaman en mükemmel şekliyle hazırdır.
Cennetteki müminlerin kıyafetleri ile ilgili haber verilen diğer detaylar şöyledir:
"... Cennetin giyecekleri dokunmaz. Cennetin meyveleri yarılır da ondan elbise çıkar..." (Tezkire-i Kurtubi-1, s. 21)
"Cennette hurma ağaçlarının dalları yeşil zümrüttür. Budakları kırmızı altındır. Yaprakları cennet ahalisi için giyecek kıyafetleridir. Onun bir kısmı kısa (iç) elbiseleri, bir kısmı da içi astarlı dış elbiseleridir..." (Tezkireti'l Kurtubi, s. 314)
"... Üzerinde yetmiş kat elbisesi olur. En aşağısı Tuba ağacından yapılmış, gelincik çiçeği gibi..." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 99/8)
27-) Cennette bu dünyadaki hayatımızı hatırlayacak mıyız? Dünyada tanıdığımız insanları, akrabalarımızı eşimizi, arkadaşlarımızı ahirette de görebilecek miyiz ve gördügümüz insanlarla dünya hakkında yaşadıklarımızı hatırlayacak mıyız?
Ölüm ayrılık değildir. Cennet, mümin için başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere tüm peygamberlere, evliyalara ve müminlere, sevdiklerimize kavuşma yeridir.
Gerek berzah aleminde gerekse cennette bütün sevdiklerimizle beraber olacağız. Bu dünyadaki hayatımızda geçen güzellikler yok olmayacaktır.
Cennet nimetlerinden birisi de bu dünyadaki güzel anlarımızı orada canlı bir şekilde seyretmektir. Cennetteki bütün müminler birbirleriyle tanışacaklardır.
28-) Cennette Suret (yüz, beden) Çarşısı var mıdır? Varsa nasıl anlamak gerekir?
Belirtmek gerekir ki, gerçekte, ‘sûret çarşısı’na dair, iki ayrı kaynaktan gelen iki farklı hadis vardır. Tirmizî’de geçen ve Hz. Ali (ra) tarafından rivayet edilen hadise göre:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın sûretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete girer.” (Tirmizî, Cennet 15).
Müslim’de geçen ve Hz. Enes’in rivayet ettiği hadise göre ise:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları:
‘Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!’ derler. Erkekler de:
‘Sizler de, Allah’a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!’ derler.” (Müslim, Cennet 13).
İçinde yaşadığımız şu kâinatın en açık gerçeklerinden biri, gerçeklerin nisbî ya da göreceli niteliğidir. Bu kâinat, ya siyah ya beyaz, ya güzel ya çirkin, ya iyi ya kötü, ya aydınlık ya karanlık gibi mutlak, kesin ve keskin ayrımların diyarı değildir. Bilakis, siyahın ve beyazın, güzelliğin ve çirkinliğin, iyinin ve kötünün, aydınlığın ve karanlığın dereceleri vardır.
Kâinatın neden bu durumda yaratılmış olduğu sorusuna selim kalblerin ve müstakim akılların asırlar boyu veregeldiği ortak bir cevap vardır: Çünkü, kâinatın yaratılış amacı böyle bir derecelilik içinde gerçekleşir. Bu kâinat, kendi güzelliğini, mutlak ve sınırsız isim ve sıfatlarını görmek ve göstermek isteyen bir Zât-ı Zülcelâl tarafından yaratılmıştır; ve onun bu sırrı gerçekleştirmek üzere yarattığı insan, bunu ancak bir ‘nisbîlikler,’ ‘derecelilikler’ dünyasında gerçekleştirebilir. Zira insanın, bir yaratılmış olarak, yaratılmışlığının zorunlu sonucu olan sınırları vardır; bilgisi, algısı, bakışı, iradesi, gücü.. sınırlıdır. Dolayısıyla, kendisini ve kâinatı yaratan Zât’ı mutlak ilmi, iradesi ve kudreti ile kuşatıp kavrayamaz. Hakikatı, mutlak ve sınırsız bir biçimde karşısına çıktığında, tanıyıp tanımlayamaz. Bu durumda, hakikatı mutlak sûrette görmek yerine, göz kamaşmasıyla gelen bir körleşmeye maruz kalır, tıpkı güneş ışığına baktığımızda, görme kapasitemizin artmayıp, gözümüzün körleşmesi gibi... Bu sırdandır ki, kâinatı ve insanı yaratan Zât-ı Zülcelâl, âlemi ‘şiddet-i zuhurundan gizlenip azamet-i kibriyasından ihtifa ederek’ yaratmış; yani, mutlak isim ve sıfatlarını ‘göreceli,’ ‘dereceli’ bir sûrette tecelli ettirmiştir.
Kâinatta zıtların varlığı, işte bundandır. Bu kâinatı yaratan, güzel-çirkin, iyi-kötü, fayda-zarar, mükemmel-noksan, aydınlık-karanlık.. gibi zıtları birbirine karıştırarak müthiş bir çeşitlilik içinde kâinatı yaratmış; bize, bu nisbîlik üzerinden O’nun mutlak isim ve sıfatlarını tanıma imkânı sağlamıştır.
İnsanın kâinatın içindeki mevcudları meselâ güzellik açısından çok güzel, güzel, fena sayılmaz, çirkin, çok çirkin gibi bir sınıflamaya tâbi tutabilmesi, bundan dolayıdır. Elbette, bir adım ileri gittiğinde ‘güzel’ görmediği şeylerde dahi, bir kıyas unsuru olarak güzel şeylerdeki güzelliğin farkedilmesini sağlama gibi güzel bir özellik görür insan.
İnsanlık âlemine baktığımızda da, kâinatı kuşatan bu dereceliliğin insanlar arasında da değişik yansımalarını görürüz. İnsanlar, ne güç bakımından birbirine eşittir, ne akıl bakımından, ne duygu bakımından, ne ahlâk ve ne de güzellik bakımından. Güçlü-zayıf, akıllı-akılsız, iyi-kötü, duygulu-duygusuz, güzel-çirkin zıtları arasında değişik salınımlar sergiler insanoğlu. Bütün dünyaya iyi ahlâk örneği sunan insanlar kadar, ahlâkının kötülüğünden bütün dünyanın sakındığı insanlar da vardır. Gücüyle efsanelere kadar uzanmış insanlar çıktığı gibi, parmağını kıpırdatmaktan aciz insanlar da yaşamıştır. Güzelliğiyle dillere destan olanlar olduğu gibi, çirkinliğiyle şöhret bulmuş insanlar da vardır.
İnsanın bu ‘dereceli tecelliler’ tablosunun göze ve gönüle hoş gelen tarafına fazla bir itirazı yoktur. Buna karşılık, aklı bu ‘nisbîlik’ sırrını kabullense bile her insanın vicdanı bu tablonun ‘olumsuz’ gözüken tarafına dair sorular sormaktadır. Bilge bir insan olmak, iyi bir insan olmak, hatta güçlü bir insan olmak bir derece insanın iradesine, eldeki kabiliyetleri iyi kullanmasına bağlı olduğu için, vicdanın bu noktadaki sorularına cevap vermek nisbeten kolaydır. Ama özellikle güzellik, sonradan edinilen birşey olmadığı için, “İyi ama, çirkinlerin günahı ne?” sorusu öylece ortada kalmaktadır.
Üstelik, insan çalışıp gayret göstererek zekasını ve bilgisini, görgüsünü ve ahlâkını güzelleştirebildiği halde, güzellik çalışarak edinilen veya geliştirilen birşey değildir. Dahası, ‘estetik amaçlarla’ vücuduna cerrahi müdahalede bulunmak, hatta kaşını-gözünü aldırmak, Allah ve Peygamberi (asv) tarafından kesinlikle hoş görülmemiştir.
İnsanlık tarihine, hatta yalnızca kendi yaşadığı döneme ve kendi çevresine bakan her insan, vicdanını meşgul eden bu sorunun en azından şiddetinin hafiflemesini mümkün kılacak bir dizi gerçeği rahatlıkla kavrayabilir.
Meselâ, her insan, güzelliği kendisi için felâkete, pek güzel olmaması ise kendisi için bir saadete dönüşmüş pek çok insan görebilir. Çok güzel ama mutsuz insanların sayısı, pek güzel olmadığı halde mutlu insanların sayısından daha az değildir. Benzer şekilde, nice güzel insan, çevresinin ve kendisinin güzelliğine yönelik aşırı vurgusuyla, başkaca insanî kabiliyetlerini yeterince geliştirememiş durumdadır. Güzel ama huysuz, güzel ama şımarık, güzel ama kaprisli, güzel ama geçimsiz diye tanımlanan insanlara her insan çevresinde rastlayabildiği gibi; güzelliğe yönelik bir vurgudan veya güzelliğin verdiği bir güvenden dolayı aklî yeteneklerini geliştirmeye fazla özen göstermeyen insanların çokluğundan dolayıdır ki, meselâ ‘aptal sarışın’ diye bir deyim dillere yer etmiş durumdadır. Gerçekte ‘güzel’ insanlar, özellikle ‘sarışın güzel’ler akıl ve zeka itibarıyla ‘daha geri durumda’ yaratılmadıkları halde bu deyimin dillere bu kadar yerleşmiş olması, elbette anlamlıdır.
Tablonun pek güzel olmayanlar, hatta ‘çirkin’ denilecek durumda olanlar tarafında ise, bunun tam zıddı görüntülere rastlamak her zaman için olasıdır. Güzelliğiyle kaybedenler kadar tanıdık bir olgu, ‘pek güzel olmayışı’nı kazanca dönüştürenlerin varlığıdır. ‘Vasat’ bir güzelliği olan, hatta kimilerinin ‘çirkin’ gördüğü nice insan, kimi ahlâk, kimi akıl, kimi görgü itibarıyla nice güzele göre daha tercihe şayan durumdadır. Pek güzel olmayan güzel ahlâklı bir insanın dostlarının sayısı, güzel ama huysuz insanlardan kesinlikle daha fazladır. Güvenip dayanacağı düzeyde aşikâr bir güzelliği olmayışının sevkiyle bilimde, sanatta, maneviyatta daha ileri noktalara çıkabilmiş insanlar azımsanmayacak sayıdadır. Nitekim, Allah’ın onu yarattığı halden hoşnut olup, ‘dünyalar güzeli’ olmayışına şükreden pek çok insan olsa gerektir.
Kısacası, ne güzellik tek başına insana yetmektedir; ne de yeterince güzel olmamak. Bilakis, insanın hayat yolculuğunun iyiye veya kötüye doğru seyri, Allah’ın onu yarattığı hali nasıl değerlendirdiğine göre şekillenmektedir.
Ancak, bu vâkıa, insanın vicdanından kopup gelen o soruyu, şiddetinden epeyce şey kaybettirse de, büsbütün izale etmemektedir. En başta, hem güzel, hem akıllı, hem iyi ahlâklı insanların varlığı, insanın içinde ‘yeterince güzel’ görünmeyen, dahası ‘çirkin’ denilebilir durumdaki insanlar açısından, bu soruyu kalıcı kılmaktadır.
Bu dünyada hem güzellik, hem akıl, hem ahlâk bakımından insanlığa en güzel örnek olmuş olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâmın ahiret hayatına dair, nedense nazarlardan gizlenmiş, fazla şöhret bulmamış bir hadisi, bu soruya kalıcı bir cevap sunmaktadır. Bu hadisten öğrendiğimize göre, bu dünyada Allah onları hangi sûrette yaratmışsa o sûrete razı olan; güzelliğine güvenip yahut çirkinliğine kızıp isyana kalkışmayan; Allah’ın bu dünyada onu yarattığı hâl üzere kendi insanî kemalini bulup O’nun kendisini yaratış amacını gerçekleştirmeye çalışan her insanın buyur edileceği cennette, bir çarşı vardır. Ama bu çarşıda ne alış, ne de satış vardır. Bu çarşıda, erkek ve kadın sûretleri bulunur. Cennet ehli, oraya gider, beğendiği sûreti alır, ve o sûreti giyinmiş olarak cennetteki evine döner.
Bu hadis, bu dünyanın yaratılışındaki ‘derecelilik’ hikmetine binaen farklı sûretlerde yaratılan, bu derecelilikteki hikmeti kavramakla birlikte için için kendinden daha güzelleri görüp onların haline imrenen, yahut kendini güzel bulsa da yeterince güzel olmayanlar adına üzülen insanlara, müthiş bir duygusal açılım, ferahlık ve derinlik sunmaktadır.
‘Sûret çarşısı’ hadisinin de düşündürdüğü üzere, bu fani dünyada aslolan, ne güzelliğine, ne de yeterince güzel olmayışına kilitlenip kalmaktır. Bu imtihan dünyasında aslolan, özünü güzelleştirip, bizi ve kâinatı yaratan Rabbin hoşnutluğunu kazanmamızı sağlayacak ‘güzel eylem’lerde bulunmaktır.
Bu dünyada biz O’ndan razı olup O’nu bizden razı kılabildiğimizde, O bizi içinde ‘sûret çarşısı’nın da bulunduğu ebedî cennetlerde ağırlayacak; razı olduğu kuluna, çok hikmetlere binaen bu dünyada vermediği sûret güzelliğini orada sunacaktır.
Ne mutlu, güzelliğini nisyana yahut çirkinliğini isyana gerekçe kılmayıp, bu dünyada sîretini güzel kılıp yaşayışını güzel eyleyerek öte dünyada sûret çarşısının müşterisi olmaya hak kazananlara...
29-) Cennetteki istifademiz nasıl olacaktır; herkes aynı şekilde mi istifade edecektir?
Allah adili mutlaktır; hiç kimsenin amelini zayi etmez ve her kesin ameline göre mükafatlandırır. Bu bakımdan çok amel eden bir insanla az amel eden bir insan cennete gitse bile, ameli çok olanın makamı ve cennetten istifadesi diğerine göre elbette farklı olacaktır.
Tad alma duyusu az olan bir insan ile mükemmel olan bir insan aynı meyveyi yerlerse, iyi olanın aldığı lezzet diğerine göre çok farklı olacaktır. İşte cennette de durum böyledir. Her ikisi de cennette olmasına rağmen aldıkları zevk farklı olacaktır.
Kur'an’ı dinlerken bir peygamber ile bir medrese talebesi aynı yerde olsalar bile, aynı zevki ve lezzeti almayacaklardır. Onların aynı yerde olmaları zevklerinin de aynı derecede olmasını gerektirmiyor. Bu nedenle maddi ve manevi nimetlerin cennete layık olarak bulunduğu ahiret alemlerinde iki dost veya iki eş aynı yerde olsalar bile alacakları lezzet ve keyif aynı olmayacaktır. Beraber olmalarına engel yoktur.
Az önce arz ettiğimiz ve konumuzu ilgilendiren hadisi, Bediüzzaman söyle açıklıyor:
“Bir temsil ile şu ulvî hakikata şöyle bir işaret ederiz ki, meselâ: Gayet güzel ve şaşaalı bir bağda muhteşem bir zât gayet büyük bir ziyafet, gayet müzeyyen bir seyrangâh öyle bir surette ihzar etmiş ki:"
"Kuvve-i zaikanın hissedecek bütün lezaiz-i mat'umatı câmi', kuvve-i bâsıranın hoşuna gidecek bütün mehasini şamil, kuvve-i hayaliyeyi keyiflendirecek bütün garaibi müştemil ve hâkeza... bütün havass-ı zahire ve bâtınayı okşayacak ve memnun edecek herşeyi içine koymuştur."
"Şimdi iki dost var. Beraber o ziyafete giderler. Bir locada, bir sofrada oturuyorlar. Fakat birisinin kuvve-i zaikası pek az olduğundan cüz'î zevk alır. Gözü de az görüyor. Kuvve-i şâmmesi yok. Sanayi-i garibeden anlamaz. Hârika şeyleri bilmez. O nüzhetgâhın, binden ve belki milyondan birisini, kabiliyeti nisbetinde ancak zevkederek istifade eder. Diğeri ise bütün zahirî ve bâtınî duyguları, akıl ve kalb ve his ve latifeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkişaf etmiştir ki; o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letaifi ve garaibi ayrı ayrı hissedip zevkederek, ayrı ayrı lezzet aldığı halde o dost ile omuz omuzadır."
"Madem bu karmakarışık, elemli ve daracık şu dünyada böyle oluyor. En küçük ile en büyük beraber iken, seradan süreyyaya kadar fark oluyor. Elbette dâr-ı saadet ve ebediyet olan Cennet'te bittarîk-ıl evlâ dost dostu ile beraber iken, herbirisi istidadına göre sofra-i Rahmanürrahîm'den, istidadları derecesinde hisselerini alırlar."
"Bulundukları cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mani olmaz. Çünki Cennet'in sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı A'zam'dır. Nasılki mahrutî bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir, fakat birbirinin güneş görmelerine mani olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehadîsin mütenevvi rivayatı işaret ediyor.”(Sözler, Yirmi Sekizinci Söz)
Cennet Allah'ın bir lütfudur. Bir insan hayatı boyunca ibadet etsede yine cenneti ibadetleriyle kazanamaz. Ancak Allah'ın dilemesi ile cennete gidecektir. Bununla beraber ibadetler insanın cennetteki makamının yükselmesine vesile olmaktadır. Hiç ibadet etmeyen bir insanla ibadet eden bir insanın cennetteki makamları elbette bir olmayacaktır.
Hayatı boyunca günah ile iştigal etmiş ve hayatının son anlarında tövbe etmiş bir insanın tövbesini Allah kabuledebilir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki ağzından bir "elhamdulillah" fazla çıkmış bir insanla diğerinin cennetten alacağı lezzet bir olmayacaktır. Demek ki "Biz ibadet ediyoruz, diğeri etmiyor ve sonunda ikimizde aynı cennete gidiyoruz." şeklinde bir düşünce doğru değildir, şeytanın bir vesvesesidir.
30-) Cennette kadınlar tesettürlü mü olacak yoksa tesettürsüz mü? Açık olan insanlar cennete giremiyecek mi?
Cennetteki insanların kendilerine has fıtri elbiseleri olacaktır. Bu elbiseler dünya elbiseleriyle kıyaslanamayacak türdendir.
Kimin cennete kimin cehenneme gideceğini yalnızca Allah bilir. Bir insanın günahı olsa da cennete gidebilir, ancak bunu kesin olarak kimse bilmez.
Günahlardan temizlenmenin yolu bir daha o günahı yapmamak üzere samimi olarak tövbe etmektir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Başörtüsünün hükmü nedir? Başı açık gezmek insanı nasıl bir tehlikeye götürür?
Cennette kadınlar tesettürlü mü olacak yoksa tesettürsüz mü?
31-) Cennette her istediğimiz yerine gelecekse bir müddet sonra sıkılma olacak mı? Orada dünyadaki nimetlerden istifade edecek miyiz?
“İman edenler ve salih amel işleyenlere altlarından ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele. Onlar orada bir üründen rızık olarak verildiğinde, ‘bu daha önce bize verilen rızık gibidir’ derler. Onların benzerleri olarak sunulmuştur.”1
âyetinin tefsirinde, bu âyette geçen “daha önce verilen rızık” cümlesinde kapalı bırakılan “rızık” kelimesinin dört mânâya ihtimali olduğunu beyan eden Saîd Nursî, bu mânâları şöyle açıklar:
1. Rızıktan maksat “amel-i sâlih”tir. Dünyadaki salih ameller, yani Allah için yapılan güzel davranışlar, Cennette ebedî rızıklar tarzında sahiplerine ikram edilecektir. Cennet ehli bu ikramdan sonra, “Şimdi yediğimiz rızıklar, dünyada yaptığımız amel-i salihin neticesidir.” diyecekler. Yani dünyadaki salih ameller, Cennette cisimleşmiş birer sevap kesilmiştir. İşte amel-i salihle Cennet yemişleri arasında bu derece yakın bir bağ bulunmaktadır.
2. Rızıktan maksat dünyanın yiyecekleridir. Dünyada bize verilen yemek ve rızıklar bunlar gibidir, fakat zevkleri ve tatları arasında dağlar kadar fark var. Cennet ehlinin hayretleri bundandır.
3. Bu ürünler biraz önce yediklerimiz gibidir; ama mânâları ve tatları farklıdır. Demek suretlerinin aynı olmasıyla ülfet ve alışkanlık lezzeti veriyor; tatları ve zevklerinin farklı olmasıyla da yenilenme lezzeti veriyor. Cennet ehlinin sevinçleri bundandır.
4. Şimdi yediğimiz meyveler bu dallardaki meyvelerdir. Demek bir meyve koparıldığı zaman, yeri boş kalmıyor. Derhal yerine bir meyve peyda oluyor. Cennetin meyvelerinde noksanlığın olmayışı bundandır.2
İlave bilgi için tıklayınız:
Cennet de olsa, sonsuz hayat sıkıcı olmaz mı?..
Dipnotlar:
1. Bakara Sûresi, 2/25,
2. İşârât’ül-İ’câz, s. 203, 204
32-) Allah cennette herkese istediğini verecek mi yoksa sadece verdiğiyle mutlu mu edecek?
Her yönüyle nezih ve temiz olan, sadece temiz, iyi ve güzel şeylerin toplandığı bir mekân olan cennette, dünyada günah addedilen şeylerin bulunması söz konusu değildir.
“Cennetlikler cennette ne bir boş söz ne de günah işitmezler.” (Vâkıa, 56/25),
“Orada boş sözler ve yalan işitmezler.” (Nebe’, 78/35)
Âyetleri cennette, değil günah sayılan fiillerin işlenmesi, günah şeylerden bahsedilmesinin, hatta boş, manasız, malayani sözlerin konuşulmasının bile söz konusu olmadığını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Çeşitli hadis-i şeriflerde dünyada iken, kocasının ölmesi sebebiyle ikinci bir erkekle evlenmiş olan bir kadının, cennette hangisiyle (öncekiyle mi sonrakiyle mi?) olacağına dair Ümm-ü Habibe’nin Peygamberimiz (asv)'e yönelttiği soruya karşın, Peygamberimiz (asv), güzel ahlaklı olanla birlikte olacağını bildirmiştir.
Başka bir rivâyette ise, kadının dünyada evlendiği kimseler hakkında muhayyer bırakılacağı ve dilediği birisine eş olacağı bildirilmiştir. Diğer bir rivâyette de, son evlendiği kimsenin eşi olacağı ifade edilmiştir. (Nitekim Hz. Muaviye, kocası ölen Ümmü’d-Derda ile evlenmek istediğinde, Ümmü’d-Derda bu teklifi kabul etmemiş ve gerekçesini şöyle açıklamıştır: Ebu’d-Derda bana, “Kadın cennette son kocasının olacaktır. Dolayısıyla benden sonra başkasıyla evlenme.” dedi. (Rivayetler için bkz. Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 103).
Bu rivâyetler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kadının, güzel ahlaklı olan, kendisine karşı iyi davranan kocasını tercih edeceği açıktır. En son evlendiği kimseye eş olması ise, eşlerin her biri güzel ahlaklı olup, birini diğerine tercih edememesi durumu için söz konusu olabilir.
Burada bizim için önemli olan bu rivâyetlerin her birinin, cennette bir kadının birden çok erkeğin eşi olmayacağına, birden fazla erkekle bir arada olamayacağına dair açık delaletidir.
Çünkü eğer bir kadın cennette birden çok erkekle beraber olsaydı, öncelikle dünyada iken evlenip de kendisi gibi cennete girmiş olan dünyevî kocalarıyla birlikte olurdu. Kadının, o erkeklerden sadece birisinin eşi olacağının belirtilmesi, cennetteki evlilik hayatının sadece o erkeğe münhasır olacağının apaçık delilidir.
Mükemmeliyetin ve güzelliğin her türlüsüne meyilli ve en yüksek derecesini aşk derecesinde arzulayan insan için, Kur’ân-ı Kerim’de cennet nimetleri açısından detaylı bilgiler verilmiş ve onun da ötesinde Allah’ın rızâsı vaâd edilmiştir.
Ruhânî ve hissî bütün nimetleri içinde barındıran Cennet, aynı zamanda bedenî ve cismânî umum lezzetleri de ihtivâ eder. Yemek, içmek ve evlenmek Cennetin en yüksek nimetleri sırasında gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerin beyânına göre; dünya hayatında kurulan âile hayatları, eşlerin her ikisi de Cennete liyakat kazanmaları halinde ebediyen beraber olacak ve karı-koca münasebetleri sonsuza kadar Cennette devam edecektir. Ancak, imandan nasibi olmayan ve inkâr üzerine ölen eş, Hazret-i Nuh ve Lût Aleyhisselâmların hanımları ve Âsiye’nin kocası olan Firavun da olsa ebediyen eşinden ayrı kalacak ve inkârının karşılığını dâimi olarak Cehennemde çekeceklerdir.
İman ve salih amellerinden dolayı Cennete giden mü’min kadınları, Cenâb-ı Hak rahmet ve kudretiyle her türlü dünyevî ârızalardan arındırarak, tertemiz eşler sûretinde kocalarına iâde edecektir. Hûrilerden daha güzel olarak yaratılan o dünyalı kadınlar, eşlerine ebedî bir hayat arkadaşı olacak ve hûrilere sultan yapılacaktır. Hiçbir kıskançlık ve rekâbet duygusu olmaksızın sonsuza kadar sevdikleriyle birlikte Cennetten istifâde edeceklerdir.
Hûriler ise, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “Erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte şöyle denilmiştir:
“Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor.” (Buharî, Bed’u’l-halk,8; Müslim, Cennet, 14; Tirmizî, Kıyame, 60)
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman şöyle izah ediyor:
“İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” (Sözler s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
Hem dünya imtihanını kazanıp cennete girmeye layık olan takvalı bir kadın hurilerden üstün olacaktır. Huriler bir nevi cariye veya hizmetçi gibi cennetlik olanlara hizmet edecektir. Gılmanlarda böyledir. Dünyadan giden kadınlar ise hizmetçi konumunda olmayacak erkeğin eşi ve kendisine hizmet edilen konumunda olacaktır. Cennetteki ahvali ora şartlarına göre değerlendirmelidir.
Peygamber (asv) de Cennet ehlini şu şekilde tasvîr etmektedir:
"Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet arasında ne ihtilaf vardır ne de düşmanlık; gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah'ı tesbih ederler." (Buhârî, Bed'ül-Halk, 59, Sıfâtü'l-Cenne).
Şu kadar var ki, dünyada iken iman etmiş ve salih kullar sınıfına girmiş kadınlar "hûrîler"den de üstündürler. Çünkü onlar bir taraftan şeytanlarıyla, diğer taraftan nefisleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Onlar, bu mücadelede galip gelerek, Hakk'ın rızasını kazanmış ve Cennete girmeyi hakketmişlerdir. Hûrîler ise kendi amelleri dolayısıyla cennete girmiş değiller. Allah onları, diğer nimetler gibi Cennet ehli için yaratmıştır. Peygamber (asv)'in aşağıdaki hadisi bunu teyid etmektedir.
Ümmü Seleme, Peygamber (asv)'e bir gün "Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa Cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah (asv); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir." diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin?" deyince O, şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için." (Tabarânî'den naklen; Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur'ân Terc., VI/81).
"Cennet ehli cennete girdiklerinde bir vazifeli şöyle seslenir: 'Şüphe yok ki, siz Cennette ebedî yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Hastalanmayacak ve devamlı sıhhatli bulunacaksınız. Sonsuz nimetlere mazhar olacak ve hiçbir zaman hüzün ve keder görmeyeceksiniz."(Müslim, Cennet 22.)
Başka bir hadis-i şerifte de Cennet ehlinin bir hâli şöyle anlatılır:
"Muhakkak, sizden biriniz Cennetin en alt derecesinde bulunsanız bile, ona Allah'ın emri ile melekler tarafından, 'Gönlünden geçenleri iste!' denir. O da devamlı temenni eder durur. Bunun üzerine ona, 'Kalbinden geçenleri tamamen temenni ettin mi?' diye sorulur. 'Evet' cevabı verince, 'Muhakkak temenni ettiğin şeyler bir misli fazlasıyla sana verilecek' denir."(Müslim, îman: 301.)
33-) Allah'ı her gün görmek cennette mümkün müdür? Hangi derecede olmamız lazım Allah'ı her gün görmek için?
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
"O gün yüzler vardır, Rabblarına bakıp parıldayan." (Kıyamet, 75/22-23).
Abdullah b. Ömer, Resulullah'ın (asm) bu hususta şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Cennetliklerin en aşağı derecesinde olan bir insan, bahçelerine, hanımlarına, hizmetçilerine ve oturacağı koltuklara bin yıllık bir mesafeden bakacaktır. (Yani bin yılda gidilebilecek kadar bir sahaya sahib olacaktır) Cennetekilerin, Allah katında en üstünü ise her gün sabah akşam, Allah'ın yüzüne bakacaklardır." Resululah sonra: "O gün öyle yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar. Rablerine bakarlar." âyetlerini okudu.
Hz. Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Cennet ehli nimetler arasında yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab Teala'yı başlarının üstünde kendilerine yaklaşmış ve: "Ey cennet ehli, sizlere selam olsun!" dediğini görürler."
Resulullah devamla buyurdular:
"Rab Teala onlara, onlar da Rab Teala'ya bakarlar. O'na baktıkları müddetçe etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat etmezler. Bu hal onların nazarında Rabb Teala hicaba bürününceye kadar devam eder. Rab Teala hicaba bürünür, fakat Allah'ın nuru ve bereketi cennet ehlinin üzerinde ve makamlarında baki kalır."
AÇIKLAMA:
1. Ehl-i Sünnet uleması, cennet ehlinin rü'yetullaha mazhar olacağına, gökte dolunayı görürcesine Rab Teala'yı gözleriyle göreceğine inanır ve bu hususta ittifak ederler. Allah'ın görülmesinin, cennet ehlinin mazhar olacağı en büyük nimet olacağı belirtilmiştir. Nitekim sadedinde olduğumuz hadis, Allah kendini gösterdiği müddetçe cennet ehlinin diğer nimetlere iltifat etmeyeceğini belirtir. Bu iltifat etmeme hali, rü'yetin onların hepsinden üstün bir nimet olduğunu ifade eder.
2. Hadis, bir kısım kelamî münakaşalara müsait tabirler taşır: "Allah'ın başların üstünde görünmesi" ifadesi gibi. Burada Allah'a cihet ve mekan izafesi mevcuttur. Halbuki O, cihet ve mekandan münezzehtir. Şu halde bunu, mahiyetçe farklı olan ahiret âlemindeki bir hali, bizim me'lufumuz olan tabiratla ifade olarak anlayacağız. Rabbimizi ahirette göreceğiz. Bu kesin hâdise, dünyevî tabirlerle ifade edilmiş olmaktadır.
Keza Allah'ın, kullarına cennette bakması hadisesi de müteşabihtir. Zira Allah her an insanları görmektedir. Bu da, rahmetini daha kesif olarak tecelli ettirmesi şeklinde te'vil edilir.
3. Hadisten, ahirette Allah'ı, kadın ve erkek bütün cennet ehlinin göreceği hükmü de çıkarılmıştır.
4. "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cennet ehli, cennete girince, Allah Teala hazretleri sorar:
"Size ilave bir nimette bulunmamı diler misiniz?" Cennet ahalisi:
"Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koymadın mı (daha ne isteyeceğiz)?" derler. Bunun üzerine onlara hicab açılır. Cennet ahalisine bundan daha hoş bir şey verilmemiştir."
Aleyhissalâtu vesselâm sonra şu ayeti tilavet buyurdu. (Mealen): "İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzel iyilik, bir de ziyade vardır." (Yunus, 10/26).
5. Tecelli, genel ve özel olmak üzere iki kısımdır:
Genel tecelli, bir cuma günü kadar olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Allah Teâlâ cennet ehline her cuma günü tecellî eder." (C. sağir)
Özel tecellide cennettekiler eşit değildir. İlim ve ameldeki olgunluklarına göre görürler. En yüksek derecede olanlar, her zaman müşahede ederler. (Feraid-ül-fevaid)
Cennette aynı nimeti yiyen farklı kişilerin farklı zevkler alacakları beyan ediliyor. Herkes aynı cennetten, aynı nimetlerden imanı, ihlâsı, ameli, takvası nispetinde istifade edecek, haz duyacak, zevk alacak. Cennet nimetleri için verilen bu hüküm rü’yet için de geçerli. “Rabbiniz” ifadesi bize bu dersi de vermekte ve bu dünyada o’nun Kur’an'ını dinlemekle ve Resul-i Ekrem'ine (a.s.m.) itaat etmekle ruhumuz, kalbimiz, his dünyamız ve lâtifelerimiz ne derece terbiye görürse, bizde Rab ismi o kadar tecelli etmiş olacak ve hem cennet nimetlerinden, hem de rü’yet şerefinden de istifademiz bu ölçüde gerçekleşecek.
Detaylı bilgi için tıklayınız:
Cennette rü’yet yani Allah’ı görme olacak mıdır? Rü’yet hakkında İslâm alimlerinin görüşü nasıldır?
34-) Cennette şaraptan ırmak var; şarabı içenler sahoş olmaz mı? Cennete dört tane ırmak vardır. Biri sudan, biri sütten, biri şaraptan, biri baldan...
Su kaynakları bulundukları bölgeye bereket verir, orayı canlandırıp temizlerler. Ayrıca suya yakın mekanlarda iklim de hem yaşamaya daha elverişlidir, hem de insanların hoşlarına gidecek ılımanlıktadır. İşte bu nedenle insanların dinlenmek üzere seçtikleri mekanlar da deniz, göl ya da nehir kenarlarına yakın yerler olur. Nitekim Kur'an'da takva sahibi olanların Allah'tan bir nimet olarak "cennetlerde ve pınar başlarında" (Hicr, 15/45) oldukları bildirilmiştir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde cennetteki nehirlerden sıkça bahsedilmektedir:
"Cennet ırmakları, misk dağlarının yahut da misk tepelerinin altından çıkar." (Tezkireti'l Kurtubi, s. 307/501)
"Cennette, bal denizi, şarap denizi, süt denizi ve su denizi bulunmaktadır. Diğer nehirler bunlardan çıkacaktır." [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s.409/10097]
Hadiste cennette baldan, sütten, şaraptan denizlerin olacağından bahsedilmektedir. Ancak burada bahsedilen süt, bal ve şarap dünyadakinden çok farklı, cennete has özellikleriyle yaratılmıştır. Cennette bunların her biri tertemiz, lezzet ve rahatlık veren içkilerdir. Örneğin cennette sunulan şarap, dünyadakilere benzememektedir. Cennet ehlini sarhoş etmeyecek, içenlerin şuurunu bulandırmayacaktır. Allah'ın cennet için hazırladığı içki,
"Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir." (Saffat, 37/46-47)
ayetleriyle Kur'an'da tarif edilmektedir.
Ayrıca bu örnekler -süt, bal ve şaraptan ırmaklar- cennette Allah'ın kendilerinden razı olduğu kullarını bekleyen çok farklı güzelliklerin olabileceğine işaret etmektedir. Süt çabuk bozulan bir besin olmasına rağmen, cennette sütten deniz ve ırmakların olması oradaki nimetlerin kusursuzluğuna çarpıcı bir örnektir. Cennet ehli dilediği takdirde böyle görüntülerin yaratılması Allah için çok kolaydır.
Bu nimetler tarif edilirken ırmak ve deniz ifadelerinin kullanılması da özellikle cennetteki bolluğu vurgulamaktadır. İnsanlar dünyada bu nimetleri hep sınırlı miktarlarda görürler. Kavanozlarda, cam şişelerde veya farklı ambalajlarda satın aldıkları bu ürünlerin cennette bir kaynak şeklinde karşılarına çıkması, bozulmadan, kirlenmeden, olabilecek en mükemmel lezzette kendilerine bol bol ikram edilmesi, heyecan verici bir nimet ve güzelliktir.
Kur'an'da da bu ırmakların özelliklerinden detaylı olarak bahsedilmektedir:
"Takva sahiplerine vadedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rabblerinden bir mağfiret vardır..." (Muhammed, 47/15)
Ayette süt, bal, şarap gibi birkaç nimet örnek olarak verilmiştir. Ancak insanın hoşuna giden herhangi bir nimetin ırmak şeklinde akması, su gibi bol, temiz olması, bozulmadan kalması da mümkün olabilir. Ayrıca Allah cennette içkilerin kadehlerle sunulduğunu ve bu içkilerden cennet ehlinin başların ağrımayacağını, kendilerinden geçip akıllarının çelinmeyeceğini bildirir. Allah bir başka ayette,
"Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır..." (Saffat, 37/45)
şeklinde buyurmaktadır. Müminler için cennette "sonu misk olan, karışımı tesnimden, mühürlü, katıksız bir şarap" (Mutaffifin, 83/25-27) hazırlanmıştır. (Tesnim: Cennetteki çeşmelerden birinin adıdır.)
Ayetlerde de belirtildiği gibi, bu içecekler aynı zamanda güzel kokular da içermektedir. Öte yandan cennette denizlerin altında, nehirlerin dibinde bizim hayal edemediğimiz olağanüstü güzellikler olabilir. Allah dileyenin nefes alma sorunu olmadan dalmasını, çıplak gözle berrak bir görüntüyle deniz altındaki güzellikleri görmesini mümkün kılabilir. Dünyada ancak belgeseller sayesinde haberdar olunan denizaltı güzellikleri, cennette müminlerin kolaylıkla görebileceği ve çok zevk alacakları şekilde olabilir.