Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 1/5 - 1 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Latifelerin Açıklanması ve Zikri
#1
Oku-1 
Latifelerin Açıklanması ve Zikri

Bilindiği gibi insan gerçek yapısı on latifeden oluşmuştur. Bunun beşi emirler (melekut)
aleminden, diğer beş tanesi de madde (mülk) alemindendir.
Emir alemi arşın üstündedir; görüntü ve madde olmaksızın Allahu Teala’nın (c.c) emriyle
yaratılmıştır.
Alem-i mülk, alem-i halk denen madde alemi ise arşın altında hava küresine kadar olup beş
duyu ile anlaşılabilir.
Emirler aleminden olan beş latifeden biri insanî kalb’dir. Madde alemindeki yer, insanın sol
memesinin dört parmak altındadır. İkincisi insanî ruh olup sağ memenin dört parmak
altındadır. Üçüncü sır’dır ve sol memenin iki parmak üstündedir. Dördüncüsü hafa ismini
alır, sağ memenin iki parmak üstündedir. Beşincisi boyun çukurunun iki parmak altında
bulunan ahfa’dır. Bu latifeler İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretlerinin buyurduğu gibi nurdan
yaratılmıştır. Bunların varlığını keşif sahipleri de söylemektedir. Çünkü bu latifeler esas
yerlerine döndükten sonra yerleri boş olarak görülmektedir.
Gerçekten Allah-u Teala (c.c) bu latifelere kendi Rabbani kemalatından kemaliyet (olgunluk)
ve yetenek vermiştir. Bunlar emir aleminden madde alemine taşındıktan sonra, insan bedenine
konulurken, nefis onların nurlarını karartmış, kemalat ve yeteneğini de eksiltmiştir. Allah-u
Teala’nın (c.c) latifelere verdiği kemalat şu şekildedir:
- Kalb için zati tecelli ve huzuru yaratmıştır.
- Ruh için zati sevgi ve cezbeyi yaratmıştır.
- Sır için zati vahdeti (Cenab-ı Hakk’ı (c.c) bir bilmek) yaratmıştır.
- Hafa için istiğrak’ı,
- Ahfa için izmihlal’i yaratmıştır.
İstiğrak: Duygularla ve düşünceyle anlaşabilen tüm varlıkları, dağılmaksızın Allah-u
Teala’nın (c.c) Zati tecellisine batmış olarak; O’nun yüce zatını ise bütün yaratılanı kuşatmış
olarak görmek ve anlamaktır. Suya dalmış kişinin su, suyunda o kişi olmadığı gibi, suya dalan
kişi dalışının derinliğinde görülmez. İstiğrak halinde kul kuldur, Rabb de Rabb’dır. Yani
istiğrak halinde Allah-u Teala (c.c) gerçekten değil de, belirme ve ululuk yönünden tüm
varlıkları kuşatmış olarak algılanır.
İzmihlal (Kaybolma, dağılma): Tüm eşyayı Allah-u Teala’nın (c.c) ilahi varlığında dağılmış
ve yok olmuş olarak görmektir. Bu suyun sütün içinde kaybolduğu gibidir. Fakat bu da gerçek
birleşme değildir. Zira yaratılanla yüce yaratıcısının birleşmesine inanmak açıkça küfürdür.
Allah-u Teala’nın (c.c) varlığı kuvvetlidir, hükümrandır, mutlaktır ve yaratılanların varlığı
esastır.
Yaratılanlar ise O yüce varlığın gölgesidir, zayıf ve sonradan olmadır. Biz özellikle kalbin
O’na ileri derecede bağlı olması nedeniyle bu tanımlamayı kullanıyoruz, yoksa birleşme söz
konusu değildir.
Latifeler insan bedeniyle birleşince, nefs emirler aleminden olan beş latifeyi karartmış
nurlarını söndürmüş ve feyz alma kapısını kapatmıştır.
Bu kötü olay şunlara neden olmuştur:
- Kalbin zatî sevgisi ve huzuru dünya sevgisine, huzuruna ve olaylara bağlı kalmaya dönüştü.
- Ruhun zatî sevgisi dünya sevgisi ve nefsin hırslarına dönüştü.
- Sırrın vahdeti (birlik duygusu) nefsin kendini tek varlık olarak görmesine dönüştü.
- Hafa’nın istiğrakı dünyanın hazlarına dalmaya dönüştü.
- Ahfa’nın izmihlali ise dünya hırsına dalmaya ve dünya uğruna kendini yok etme durumuna
dönüştü.
Bunların sonucunda nefis kendi isteklerinden başka tüm kemalatları unutulmuş ve umursamaz
olmuş; sadece kendini görür hale gelmiştir.
Madde aleminde olan beş latifenin temel özelliği eksiklik; karanlık ve kusurdur. Dört unsur
(elaman) toprak, su, ateş ve hava ile nefsi emmareden oluşan bu beş latifenin özellikleri
şunlardır:
- Toprak elemanlarının eksik yanı ibadetlere ilgisizlik, emirlere uymamak, yasakları
yapmaktır.
- Su elemanının eksik yanı nifak (iki yüzlülük) tır. Bu suyun bulunduğu kabın rengi ve şeklini
alması gibidir. İyi kişiler yanında iyi, kötü kişiler yanında kötü olur.
- Ateş elemanın eksik yanı nefsi sevmek ve onun uğruna kızmaktır. Bundan da çekememezlik,
hırs ve şehvet ateşi doğar.
- Hava elemanının eksikliği kibirdir. Bu da tüm yaratıklardan kendini üstün görerek Hakk’a
sırtını dönmektir.
- Nefsi emmarenin eksiği ise -Allah (c.c) korusun- ilahlık iddiasıdır. (Nefsin Tanrı olduğunu
ileri sürmesidir.)
İşte kalbin tüm hastalıklarının nedeni bu eksikliklerdir.
Cenab-ı Hakk (c.c) bir kulunu doğru yola getirmeye dilerse kerem ve iyiliğinden cezbe verir
ya da razı olduğu işler yaptırır; bundan da yine cezbe doğar. Cezbeden başka, kulunu nefsi
kemalata ermiş ve başkalarını kemale erdirebilen bir mürşidi kamille karşılaştırır; bu zatta onu
olgunlaştırarak gerçeğe erdirir. Bu mürşidi kamil latifelerin üzerinde zikri emreder. Zikre
devamla nefsin latifeler üzerindeki kötü etkisi kaybolur. Latifeler asıl makamlarına dönmeyi
isterler ve sonuçta ilk kemallerine kavuşurlar. Bu kavuşma yüce bir yolculukla olur:
Yeryüzünden kalbin makamı olan arş’ın dış yüzüne kadar dokuz bin yıldır. Kalbin
makamından emir alemindeki ruhun makamına kadar dokuz bin yıllık uzaklık vardır. Böylece
her makam arası dokuz bin yıl olduğuna göre yeryüzü ile ahfa latifesinin makamı arası kırk
beş bin yıllık uzaklıktadır. Ahfa latifesini makamı emir (melekut) aleminin sonudur. Daha
sonra latifeler emirler aleminden Allah (c.c) sıfatlarına doğru yükselme başlar. Çünkü sıfatlar
alemi, emirler aleminin aslının aslıdır. Sonra sıfatlar aleminden isimler alemine sonra şuun
(olaylar) alemine, oradan da ilahi zat’a yükselirler. Ancak sıfata kadar makamla, ondan
sonrasına da hal ile yükselme gerçekleşir. Makamla yükselme süreklidir ve kişiliğe mal
olmuştur; sabit ve değişmeyerek devam eder. Hal ise bunun tersinedir, gelip geçici bir
durumdur, kişilik yapısına mal olmuştur.
Latifeler makam ve kemallerine (asıl yerlerine) vardıkları zaman kalbin kemali olan tam
huzur; ruhun kemali olan tam cezbe; sırrın kemali olan tam birlik (vahdet); hafa’nın kemali
olan tam yokluk (benlikten arınma) ve ahfa’nın kemali olan tam izmihlal (ilahi varlıkta
kaybolma) kendiliğinden gerçekleşir. Bazen bu latifeler asıl yerlerine vardıkları halde mürid
bunu bilmez ve yorgunluğunu anlamaz. Fakat bu varışın belirtileri vardır ve bunlar
Nakşibendi kitaplarında etraflıca açıklanmıştır. Bazen latifelerin bir kısmı ilerler, diğer kısmı
ilerlemez. Yalnızca tam cezbe veya cezbe olmaksızın tam huzur olabilir. Buna seyr-i fillah
(Allah’ta (c.c) ilerleme), seyr-i ulvi (yüce ilerleme), seyr-i cezbe (cezbe de ilerleme) ve seyri afaki (ufuklarda ilerleme) denilir. Bu durumda birçok kez mürid sahiv (ayıklık) için mahiv
(yok olma) olur. Hatta kendisine görülenlerin ve hallerinin artışından dolayı kalbini ileri
derecede gayesine bağlayan mürid dünya ve ahiretle ilgili işlerini unutur. Bu durumda nefy ve
isbat zikrinin zamanı gelmiş demektir.

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi