MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
Members:» Members: 27
Latest member:» Latest member: Fahriye
Forum threads:» Forum threads: 12,393
Forum posts:» Forum posts: 13,221

Full Statistics Full Statistics

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



Kıyamet Gününden Önce Görülecek Olan Duman:

Kıyamet Yaklaştıkça Ölümler Çoğalacaktır:

Kıyametten Önce Şiddetli Bir Yağmur Yağacaktır:

Henüz Meydana Gelmemiş Bazı Olaylar Vuku Bulmadıkça Kıyamet Kopmayacaktır

Kıyamet Alâmetlerinden Biri De, İnsanların Yüksek Binalar Yapma Yarışına Girmelidir

İlmin Azalması, Cehaletin Çoğalıp Yayılması Kıyamet Alâmetlerindendir:

Arap Diyarında Mal, Servet Ve Altının Fazla Derecede Artması Da Kıyamet Alâmetlerindendir:

Kıyamet Kopmadan Bazı Arapların İslâmdan Geri Döneceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Ahlâksız Ve Dinsiz Kimselerin En Fazla Dünyalığa Sahib Olmaları, Kıyamet Alâmetlerindendir:

İşlerin Ehil Olmayan Kimselere Verilmesi Kıyamet Alâmetlerindendir:

Kıyamet Alâmetlerinden Biri De Emanetin Zayi Olmasıdır:

Kıyametten Önce Vaktin Bereketsiz Kılınacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Değersiz Kimselerin Söz Sahibi Olmaları Kıyamet Alâmetlerindendir:

Âhir Zamandaki İnsanların Evsafı:

Anlatımın Bir Çeşidi Büyü Gibidir:

Kıyamet Ancak Şerli İnsanların Üzerine Kopacaktır:

Kıyametten Az Önce İnsanın Adamlığı Heder Olacaktır:

Tevhid Ehli Kimsenin Üzerine Kıyamet Kopmayacaktır:

Kıyamet Ancak Kötülüğe Karşı Çıkmayan Ve İyiliği Emretmeyen Kimselerin Üzerine Kopacaktır:

İnsanların En Şerlileri Kıyamet Koptuğunda Hayatta Bulunacak Olanlardır:

Kıyametin Yaklaşması

Geçmiş Zamana Oranla Kıyametin Vakti Yaklaşmıştır:

Kendi Zamanında Hayatta Bulunanlardan Hiç Birinin Yüz Sene Sonra Yeryüzünde Kalmayacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurmuş Olması:

Kıyametin Kopması Artık Yakındır:

Kıyametin Ansızın Ama Mutlaka Gelmesinin Yakın Olduğu.

Kıyamet Alâmetlerinden Bazıları1

Dünyanın Gitmeye, Ahiretin De Gelmeye Yüz Tutmuş Olması

Kıyametin Gelişi An Meselesidir:

Sûr Hadisi

Kıyamet Sahnesinin Veya Bir Bölümünün Tasviri:

Sûr Üflemeleri

Ölümünden Sonra Çürüyen Bedenden Geride Sadece Kuyruk Sokumu Kemiği Kalır:

Kıyamet Gününün Bazı Korkulu Halleri:

Ahir Zamanda İnsanları Önüne Katıp Mahşere Sevk Edecek Olan Ateş:

İnsanlar Kıyamet Gününde Üç Sınıf Hafinde Haşredilecektir:

İnsanlar Kıyamet Gününde Yalınayak, Çıplak Ve Sünnetsiz Olarak Hasredilirler:

Fasıl:

Fasıl:

Fasıl:

Diriliş Üflemesi:

Dirilişle İlgili Hadisler

Cesedlerîn Kabirlerinde Diriltilip Çıkarılmaları İçin Sûr´a Liflenecek Olan Kıyamet Günü, Bir Cuma Günüdür:

Kıyametin Kopma Vakti:

Toprak, Peygamberlerin Cesedlerini Çürütmez:

Kıyamet Gününde İlk Olarak Hz. Peygamberin Mezarı Açılacak Ve İlk Olarak O, Mezardan Çıkacaktır:

Kıyamet Gününde Dirilip Mezardan İlk Çıkacak Olan Kişi, RasÛlullah (s.a.v.)´dir:

İnsanların Yalınayak, Çıplak Ye Sünnetsiz Olarak Dirilip Haşredilecekleri Ve,O Günde İlk Olarak Kime Elbise Giydirîleceği:

Kıyamet Günü Kendisine İlk Elbise Giydirilecek Kimse İbrahim Halilullah Aleyhisselâmdır:

Kıyamet Gününde İnsan, Hayır Veya Şer Kendi Amel Elbisesi İçinde Dirilecektir:

Kıyametin Korkulu Hallerini Tasvir Eden Bazı Ayet-i Kerimeler:

Kıyametin Korkulu Hallerini Ve O Günde Vukubulacak Bazı Büyük Olayları Anlatan Ayet Ve Hadisler:

Kıyamet Gününde Allah´ın Gölgesiyle Gölgelenecek Olanların Bazıları:

Kıyamet Gününde Allah´ın Gölgesinin Altına Herkesten Önce Gidecek Olanlar:

Hz. Peygamberin Müminlere Büyük Müjdesi:

Büyüklük Taslayanlara Kıyamet Gününde Verilecek Bazı Cezalar:

Fasıl:

Kıyamet Gününün Uzunluğu Ve Bu Hususta Nakledilen Âyet Ve Hadisler:

O Kadar Şiddetli Ve Uzun Olmasına Rağmen Kıyamet Günü, Mümin İçin Farz Bir Namazı Kılmaktan Daha Hafif Olacaktır:

Zekât Vermeyenler İçin Hazırlanmış Azâbların Bazısı:

Kıyamet Günü Âsiler İçin Zor Ve Uzun, Takva Ehli Kimseler İçinse Kolay Ve Kısadır:

Peygamberlerden Sadece Rasûlullah (s.a.v.)´e Verilen Makam-ı Mahmud (Övülecek Makam):

Makam-ı Mahmud, Şefaat Makamıdır:

Allah´ın Hiç Bir Peygamberine Verilmemiş Beş Şey, Rasûlullah (s.a.v.)´e Verilmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) Kıyamet Gününde Âdem Oğullarının Efendisidir:

Rasûlullah (s.a.v.) Kıyamet Gününde Bütün Peygamberlerin İmamıdır:

İnsanlardan Dilenmek, Kıyamet Gününde Dilencinin Yüzündeki Etin Düşmesine Neden Olur:

Hz. Muhammed´ın Havuzu Hakkında Nakledilen Hadisler

Sahabe-İ Kirâm´dan Bazıları Kıyamet Gününde Bu Havuzun Var Olacağını Tasdik Etmiş Ve İman Edip Bu Hususta Hadis Rivayet Etmişlerdir:

Kevser, Cennette Rasûlullah (s.a.v.)´e Verilecek Olan Bir Nehirdir:

Ömer b. Abdülaziz´in Allah´tan Korkan Biri Olduğunu Gösteren Görünümler:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamber, Ümmeti İçin Havuzun Basma İlk Gelen Kimse Olacaktır:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamber, Ümmetinin Çokluğuyla Övünecektir. Kendisinden Sonra Birbirlerini Öldüren Kâfirler Olarak İslâm´dan Geri Dönmemelerini Tavsiye Buyurmuştur:

Rasûlullah (s.a.v.)´e Kasten Yalan İsnad Edenin Cezası Cehennemdir:

Fasıl

Kıyamet Gününde Her Peygamberin Bir Havuzu Olacak Ve Havuzundan Su İçenlerin Sayısı Fazla Olan, Diğerlerine Karşı Bununla Övünecektir:

Hz. Peygamberin Sünnetinden Yüz Çeviren Kimseleri, Melekler Kıyamet Gününde Havuzdan Geri Çevireceklerdir:

Hz. Peygamberin, Ümmetinin Dünyayı Kazanmak Amacıyla Birbirleriyle Yarışacak Olmalarından Korkması:

Kıyamet Gününde Havuz Başına İlk Gelecek Olan, Dünyada Susuzlara Su Veren Kimse Olacaktır:

Kevser Havuzundan İçen Artık Hiç Susamaz Ve Yüzü De Kararmaz:

Kevser Havuzunun Varlığını İnkâr Edenlere Allah Oradan Su İçirmesin:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamberin Ümmeti Diğer Peygamberlerinkinden Daha Kalabalık Olacaktır:

Hz. Peygamberin Kabri İle Minberinin Arası Cennet Bahçelerinden Bir Bahçedir:

Kıyamet Gününde Her Peygamberin Bir Havuzu Olacaktır. Peygamberimizinki, Diğerlerininkinden Daha Büyük Ve Su İçenleri De Daha Fazla Olacaktır:

Allah´ın Velileri, Allah´ın Peygamberlerinin Havuzlarından Su İçmeye Geleceklerdir

Fasıl

Hz. Peygamberin Gidilip Su İçilecek Olan Havuzu, Cehennem Üzerine Kurulan Köprünün Berisindedir. Bunun Aksini İfade Eden Hadisler Zayıf Ya Reddedilmiş Ya Da Tevil Edilmiştir:

Fasıl:

Alimler, Hz. Peygamberin Havuzunun Mizan´dan Önde Olduğunun Daha Doğru Bir Görüş Olacağını Söylemişlerdir:

Hz. Peygamberin, Kevser Havuzunun Enini Ve Boyunu Değişik Muhataplara Değişik Şehirlerin Adlarını Vererek Bu Şehirler Arasındaki Mesafelerle Kıyaslayarak Belirlemesi:

Noksanlıklardan Münezzeh Olan Yüce Rabbin, Kıyamet Gününde Davaları Halletmek Üzere Mahşere Gelmesi:

Yüce Rabbin Peygamberler Ve Diğerleri İle Konuşması:

Kıyamet Gününde Muhammed Ümmeti Diğer Ümmetlere Şâhidlik Yapacaklardır:

Noksanlıklardan Münezzeh Olan Yüce Allah´ın Kıyamet Gününde Âdem (a.s.) İle Konuşması:

Kıyamet Gününde İlk Çağırılacak Olan, Âdem (a.s.)´dır:

Hz. Peygamber, Kendi Ümmetinin, Cennetliklerin Yarısını Teşkiledeceğini Ümid Ederdi:

Noksanlıklardan Münezzeh Olan Yüce Allah´ın Nuh Peygamberle Konuşması Ve Risaleti Ümmetine Tebliğ Edip Etmediğini Sorması:

Kıyamet Gününde Muhammed Ümmetinin Diğer Bütün Ümmetlere Şâhidlik Yapacak Olması, Bu Ümmetin Adil Ve Şerefli Olduğunun İspatıdır:

Kıyamet Gününde İbrahim (a.s.)´in, Şahidlerin Başında Hesap Yerine Gelmesi:

Kıyamet Gününde Yüce Rabbin İsa (a.s.) İle Konuşması:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamberin Allah Katındaki Makamı Herkesinkinden Yüksek Olacaktır:

Yüce Rabbin Hesap Gününde Alimlerle Konuşması Hesap Gününde Alimlere İkramda Bulunması:

Aziz Ve Celil Olan Allah´ın Müminlere İlk Nutku:

Fasıl

Allah´ın Ahdine Ve Emanetine Hıyanet Eden Kimsenin Ahirette Payı Yoktur:

Terazinin Kurulması, Allah´ın Hesap Sorması, Cennet Ve Cehenem..

Cehennemden Bir Göz Çıkacak, Mahşerde Duran İnsanlara Bakacaktır:

Cehennemden Bir Boyun Çıkacak; Zorba, Putperest, Haksız Yere Adam Öldüren Herkesi Cehenneme Atacaktır:

Amel Terazisi:

Muhakeme Ve Hesaptan Sonra Amellerin Tartılması:

Terazinin İki Maddi Kefesi Olacak Ve Hiç Bir Şey Besmeleden Daha Ağır Basmayacaktır:

Kıyamet Gününde Kişi, Kendi Ameliyle Birlikte Aynı Terazide Tartılacak Mı .

Kıyamet Gününde Kelime-i Şehadetin Konulacağı Kefe, Günahların Konulacağı Kefe Karşısında Daha Ağır Basacaktır:

Güzel Ahlâk, Kıyamet Gününde Kulun Terazisine Konulacak En Ağır Şeydir:

Fasıl

Âlimlerin Kıyamet Gününde Kurulacak Olan Teraziyle İlgili Açıklamaları:

Terazi, Kıyamet Gününde Herkes İçin Söz Konusu Değildir:

Fasıl:

Kulların Allah´a Arz Edilmeleri, Amel Sayfalarının Uçuşması, Yüce Rabbin Kullarını Hesaba Çekmesi:

Hesaba Çekilen Mahvolur:

Fasıl:

Fasıl:

Fasıl

Kıyamet Gününde İlk Olarak Kan Davaları Karara Bağlanacaktır:

Kıyamet Gününde İlk Olarak Muhammed Ümmetinin Hesabı Görülecektir:

Kıyamet Gününde İnsanların Önce Hangi Davalarına Bakılacak, Kim Zorlu Hesaba Çekilecek Ve Kimin Hesabı Kolay Çekecek

Bir Arazi Parçasını Haksız Yere Ele Geçiren Kişi, Kıyamet Gününde O Arazi Parçası Yedi Kat Yerin Dibinde Onun Boynuna Dolandırılacaktır:

Resim Ve Heykel Yapanlar, Kıyamet Gününde Azâblandırılacaklardır:

Kıyamet Gününde Kula Beş Şey Sorulmadan Mahşer Yerinden Adım Atmasına İzin Verilmez:

Kıyamet Gününde Yer, Haberlerini Nasıl Anlatacak .

Kıyamet Gününde İnsanın Hesaba Çekileceği İlk Konu Namazdır. Bu Hesabı Düzgün Çıkarsa Diğer Bütün Amellerinin Hesabı Düzelir. Aksi Takdirde Bütün Hesabı Bozulur:

Kıyamet Gününde Zalimlerle Ödeşilecektir:

Allah´a Ortak Koşma Suçu Bağışlanmaz; Kullara Yapılan Haksızlıklarda Mutlaka Kıyamet Gününde Ödettirilir:

Kıyamet Gününde Kula Nimetlerin Hesabı Mutlaka Sorulacaktır:

Allah, Haksızlığatuğrayan Kuluna Cennetin Köşk Ve Nimetlerini Göstererek Onu, Kendisine Haksızlık Etmiş Olan Kimseyle Barıştırır:

Esma Binti Ebibekr´in Rivayeti:

Aziz Ve Celil Olan Allah, Emzirenin Çocuğuna Merhamet Edişine Nispetle Kendi Kullarına Daha Çok Merhamet Eder:

Bu Ümmetten, Hesap Vermeksizin Cennete Girecek Olanlar:

Kulların Hesap Yerinden Ayrılıp Kendilerine Tahsis Edilen Yerlerine Gitmeleri. Bir Kısmı Cennete, Bir Kısmı Da Cehenneme

Cennetliklerin Cennete En Son Girecek Olanı:

Sırat Köprüsünden Bahseden Diğer Âyet-i Kerime Ve Hadis-i Şerifler:

Kıyamet Gününden Önce Görülecek Olan Duman:



Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Muhammed! Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu, can yakan bir azâb-dır. İnsanlar: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Doğrusu artık biz inanan­larız" derler. Nerde onlarda öğüt almak Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler, "Belletilmiş bir deli" demiş­lerdi. Biz sizden azabı az bir sûre için kaldıracağız. Siz yine de eski inkarcı­lığınıza döneceksiniz. Onları çarptıkça çarpacağımız gün öcümüzü şüphesiz alırız." (Duhân, 44/10-16)

Tefsirimizde (İbn Kesir Tefsirinde) Duhân suresinin tefsirini yaparken bu ayetleri, okuyucuyu ikna´ edecek derecede açıklamıştık.

Buharı, İbn Mes´ud´un bu ayetleri şöyle tefsir ettiğini nakletmiştir: Ra-sûlullah (s.a.v.)´ın kendilerine beddua etmesi nedeniyle Kureyşliler maruz kaldıkları kıtlıkta şiddetli derecede açlık çekmekteydiler. Öyle ki onlardan biri, çektiği açlığın şiddetinden dolayı kendisiye gök arasında bir duman gö­rüyordu. [1]

Bu tefsir cidden gariptir. İbn Mes´ud dışında herhangi bir sahabinin bu ayetler böyle tefsir etmiş olduğuna ilişkin bir nakil yoktur.

Müteahhirin âlimlerden bazıları Ebû Şüreyha Huzeyfe b. Üseyd´in riva­yet ettiği hadisle çeliştiği için bu tefsiri reddetmeye çabalamışlardır. Mezkûr hadis şudur;

"Sizler on alâmeti görmedikçe kıyamet kopmayacaktır..." Rasûllah (s.a.v.) böyle buyururken, Deccal´dan, dumandan ve Dabbetü´l-arz´dan da söz etmişti (Bunları da o alâmetler arasında saymıştı.) [2]

Ebû Hüreyre´nin rivayet ettiği bir hadis de Rasulullah (s.a.v.) "Altı şey meydana çıkmadan salih amel işlemekte acele edin" buyurmuş ve o altı şey arasında Deccal´ı, dumanı ve Dabbetü´l-Arz´ı da saymıştı.

Yukarıda nakledilen her iki hadiste Sahih-i Müslim de merfu olarak ri­vayet edilmiştir. Merfu hadis, mevkuf olan her hadise nispetle kabule daha çok şayandır.

Kur´ân âyetlerinin açık anlamı, insanları bürüyen bir dumanın gökte meydana geleceğini göstermektedir. Bu, muhakkak surette meydana gelecek genel bir vakıadır. Yoksa İbn Mes´ud´un dediği gibi şiddetli açlıktan dolayı Kureyşin gözünde hayalen görülecek bir şey değildir. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:

"Ey Muhammed! Göğün insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir du­man çıkaracağı günü bekle." (Duhân, 44/10)

Yani o duman şiddetli açlık nedeniyle hayalen görülecek bir şey değil, aksine apaçık bir surette görülecek gerçek bir varlıktır.

"İnsanlar: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Doğrusu artık biz inanan­larız." derler." [3]

Yani o zamanın insanları, Rablerine bu duayı yaparak, bu sıkıntıyı üzer­lerinden kaldırmasını dilerler. Çünkü artık onlar imân etmiş olup kendilerine vaad edilen gaybi işlerin meydana gelmesini beklemeye koyulurlar. Oysa o aşamadan sonra görülecek olan şey, kıyamet günüdür. Allaha yönelerek ku­surlarını telafi amacıyla tevbe etmelerinin de kabulü için o dumanın kaldırıl­masını dilerler. Doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır.

Buharî... Ebü´d-Duhâ´dan rivayet etti ki; Mesruk şöyle demiştir: Bir ara Kinde´de adamın biri hadis naklediyor ve şöyle diyordu: "Kıyamet günü bir duman meydana gelecek, münafıkların gözlerini kör, kulaklarını da sağır edecektir. Mümin kişilerse nezleye yakalanır gibi olacaklardır."

Adamın bu sözünden ürkerek İbn Mes´ud´a gittik ve bu sözleri kendisi­ce aktardık. Yan gelip uzanmıştı. Öfkelenerek kalkıp oturdu ve şöyle dedi: Ey İnsanlar! Bir şey bilen kimse, bildiğini söylesin. Bilmeyense: "Allah da-na iyi bilir" desin. Kişinin bilmediği bir husus için, "Allah daha iyi bilir" de­desi de ilim sayılır. Doğrusu Yüce Allah, peygamberine şöyle buyurmuştur.

"Ey Muhammedi De ki:"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Kendi­liğimden bir şey iddia eden kimselerden de değilim." (Sâd, 38/86)

Kureyşliler İslama girmekten geri durmuşlardı. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.v.): "Allahım! Yusuf´un yedi kıtlık senesi gibi bir yedi kıtlık senesiyle bunlara karşı bana yardım et" diyerek Kureyşlilere beddua etmiş, onlar da kıtlığa maruz kalmışlar, ölümle yüz yüze gelmiş, leş ve kemik yemek mec­buriyetinde kalrrfışlardı. Öyle ki (şiddetli açlıktan ötürü) kişi, kendisiyle gök arasında bir duman görüyordu. Nihayet Ebû Süfyan ona gelip şöyle dedi: "Ey Muhammedi Sen, akrabalık bağlarını gözetmeyi başkalarına emredici olarak geldin ama kavmin ölümle yüz yüzedir. Bunlar için Allah´a duâ et." Onun böyle demesi üzerine Resûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeleri okudu:

"Ey Muhammedi Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir du­man çıkaracağı günü bekle. Bu, can yakan bir âzâbdır. İnsanlar: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Doğrusu artık biz inananlarız" derler." (Duhân, 38/10-12)

Geldiğinde ahiretin azabını da mı üzerinizden kaldıracağız !

Cenab-ı Allah, üzerlerindeki dünya azabını kaldırdı. Ama sonra kâfirlik­lerine tekrar geri döndüler. Ayetle buna şöyle değiniliyor:

"Onları çarptıkça çarpacağımız gün öcümüzü şüphesiz alırız." (Duhân. 44/16)

Cenab-ı Allah, Bedir savaşında onlardan öc almıştı. Azâb-ı ilâhi onların yakalarını bırakmayacaktı.

"Elif, Lâm, Mim. Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar, bu yenil­gilerinden sonra üç ilâ dokuz yıl arasında galib [4] geleceklerdir." (Rûm, 30/1-4)

Kıyamet alametlerinden dördü görüldü.

Ayın ikiye bölünmesi, dumanın görülmesi, (Kureyşli kâfirlerin mağlu­biyet görerek) yakalarına azabın yapışması ve Rumların galibiyetleri görül­dü. Buharı bunu birçok rivayet yolu ve müteaddit lafızlarla nakletmiştir. O Kindeli kıssacının, "Ayette sözü edilen duman, kıyamet gününde görülecek­tir." demesi güzel bir şey değildir. Zaten İbn Mes´ud da bu noktada onu eleş­tirmiş ve sözünü reddetmiştir. Ebû Şüreyh´dan, Ebû Hüreyre´den ve diğer sa-habîlerden rivayet edilen hadislerin de açıkça ifade ettikleri gibi; Dabbetü´l-arz, Deccal, Ye´cuc ve Me´cuc nasıl kıyametten önce görülecekler s e, aynı şekilde gökteki dumanda kıyametten önce görülecektir.

Kıyamet gününden önce çıkacak olan ateşe gelince, önceki sayfalar da geçen sahih hadiste de anlatıldığı gibi bu ateş, Aden şehrinin derinliklerinden çıkacak, insanları önüne katıp mahşer yerine sevkedecektir. Geceledikleri yerde onlarla birlikte geceleyecek, öğlen istirahati yaptıkları yerde onlarla birlikte istirahat edecek, onlardan geride kalanları da yiyecek (yakıp yok ede-cek)tir. [5]


Kıyamet Yaklaştıkça Ölümler Çoğalacaktır:



imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrf den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyametin kopma saati yaklaştığında ölümler çoğalacaktır. Öyleki adam, topluluğun yanına gelip, "Bugün sizden önce kimler öldü " diye sorar, onlar da, "Falan, falan ve falanca öldü." diye cevap verirler." [6]


Kıyametten Önce Şiddetli Bir Yağmur Yağacaktır:



Müsned adlı eserinde Hafız Ebubekir el-Bezzar Ebû Hüreyre´den riva­yet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Evlerin ve çadırların kurtulamayıp mutlaka kendisinden etkileneceği (şiddetli) bir yağmuru gök yağdırmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [7]

İmam Ahmed Vİ. Hanbel... Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlullah

(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Kıyametle ilgili) alâmetler, bir ipe geçirilmiş boncuk taneleri gibidir­ler. İp koptu (artık) bu alâmetler birbirinin ardısıra geleceklerdir." [8]


Henüz Meydana Gelmemiş Bazı Olaylar Vuku Bulmadıkça Kıyamet Kopmayacaktır



Önceki kısımlarda geçen hadislerde bu olayların bazısından bahsedil­mişti. Şimdi de başka olaylardan, kıyamet alâmetlerinden, kıyametin yaklaş­tığını gösteren belirtilerden bahsedeceğiz. Yardımına baş vurulacak olan zât, yüce Allah´tır. [9]


Kıyamet Alâmetlerinden Biri De, İnsanların Yüksek Binalar Yapma Yarışına Girmelidir



Önceki sayfalarda da nakledildiği gibi Buharî... Ebû Hüreyre´den riva­yet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar, yüksek binalar yaptırma yarışma girmedikçe kıyamet kopma-yacaktır. Davaları bir olan iki büyük İslâm ordusu büyük çapta bir muharebe yapmadıkça kıyamet kopmayacaktır. (Ulemânın azalıp yok olması nedeniy­le) ilim alınmadıkça (yok edilmedikçe), zelzeleler çoğalmadıkça, zaman bir­birine yaklaşmadıkça (geceyle gündüzün müddeti aynı olmadıkça), fitneler çoğalmadıkça, öldürme hadiseleri artmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Hep­si de yalancı olan ve kendilerinin Allah elçisi olduklarını iddia eden otuza ya­kın Deccal türemedikçe kıyamet kopmayac aktır. Kişi bir başkasının mezarı­nın yanından geçerken ona "Senin yerinde keşke ben olaydım" demedikçe kıyamet kopmayacaktır. Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıyamet kopma-yacaktır. Oradan doğduğunda ve insanlar onu bu halde gördüklerinde hepsi imân ederler. Ama daha önce inanmamış veya imâniyle bir iyilik kazanma­mış kimseye imân edişinin fayda vermeyeceği bir zamanda imân ederler, (ki bunun onlara bir yararı olmaz.) Parasının (zekâtım) kimin kabul edeceği hu­susunun para sahibini endişelendireceği kadar aranızda para çoğalmadıkça da kıyamet kopmayacaktır." [10]

Müslim de bir başka yoldan Ebû Hüreyre´den rivayet etmiştir.

Önceki sayfalarda geçen ve Ebû Hüreyre, Ebû Büreyre, Ebû Bekre ve diğerlerinden rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sizler geniş yüzlü, basık burunlu, yüzleri deri üstüne deri kaplan­mış kalkanları andıran ve keçe ayakkabı giyen Türklerle savaşmadıkça kıya­met kopmayacaktır." [11]

Türkler, Hz. İbrahim´in cariyesi Kantora´nın çocuklarıdırlar." [12]


İlmin Azalması, Cehaletin Çoğalıp Yayılması Kıyamet Alâmetlerindendir:



Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Enes´ten rivayet olundu ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İlmin ortadan kalkması, cehaletin etrafı kaplaması, zinanın yaygınlaş­ması, içki içilmesi, erkeklerin gidip (çok azalması) kadınların ortada kalma­sı da kıyamet alâmetlerindendir. Öyleki elli kadına bir erkek bakacaktır."[13]


Arap Diyarında Mal, Servet Ve Altının Fazla Derecede Artması Da Kıyamet Alâmetlerindendir:



Süfyân-ı Sevrî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Arap diyarı bitkili ve çayırlı meralarla nehirlere dönüşmedikçe, Fırat´ın suları çekilip te alt kısmında altundan bir dağ çıkmadıkça ve sizler onun için birbirinizle savaşıpta her yüz kişiden doksan dokuz kişi öldürülüp bir kişi kurtulmadıkça gece ve gündüzler sona ermeyecektir." [14]

Müslim de bunu bir başka kanalla Süheyl´den rivayet etmiştir. [15]


Kıyamet Kopmadan Bazı Arapların İslâmdan Geri Döneceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Devs kabilesinin kadınlarının Zülhalase putu (nu tavaf ederek) çevre­sinde kuyrukları titremedikçe (yani tekrar putperestlğe dönmedikçe) kıyamet kopmayacaktır. Zülhalase, Devs kabilesinin cahiliyete devrindeki putudur." [16]

Sahih-i Müslim´de... Hz. Aişe´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Lât ve Uzzâ´ya tapılmadıkça gece ve gündüzler sona ermeyecek (yani kıyamet kopmayacak)tır."

Hadisi rivayet eden Hz. Aişe diyor ki: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´e dedim ki: "Ey Allah´ın Rasûlu! Ben bu işin (yani puta tapma işinin) şu âyet nazil ol­duğunda artık sona ermş olduğunu sanıyordum:

"Putperestler istemese de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak için, pey­gamberini, doğruluk rehberi Kur´ân ve gerçek dinle gönderen O´dur." (Tevbe, 9/33)

^ Benim bu sözüme karşı Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bunlardan Al­an in dilediği işler olacak, sonra da Allah hoş bir rüzgar estirir. O rüzgâr se­bebiyle her tarafta kalbinde hardal tanesi ağırlığınca imân bulunan herkes 0 ur, ama hayırsızlar hayatta kalır ve babalarının dinine dönerler." [17]

Cüz´ el-Ensarî Hamid´den rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Abdullah b. Selâm, Rasûlullah (s.a.v.)´e kıyamet alâmetlerinin ilki hangisidir, diye sor­du. Rasûlullah (s.a.v.) de ona şu cevabı verdi:

"İnsanları doğudan batıya sevkedip götüren bir ateştir." [18] Ebû Zür´a´nın Ebû Hüreyre´den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) bir gün halk arasına girmişken bedevinin biri gelip ona imânın ne olduğunu sordu. (Bazı sorular daha sordu. Nihayet ona şu soruyu da sordu:)

— Ey Allah´ın Rasûlü, kıyamet ne zaman kopacak

— Kendisine sorulan, bunu sorandan daha iyi bilen biri değildir. Ama sana kıyametin bazı alâmetlerini anlatacağım: Cariye, kendi hanımefendisini doğurduğunda, yalınayakh, çıplak ve yoksul koyun çobanları insanlara reis olduklarında (kıyameti gözle). İşte bunlar, ancak Allah´ın bildiği beş bilin­meyen şeylerdendir."

Rasûlullah (s.a.v.) böyle dedikten sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: "Kıya­met saatini bilmek ancak Allah´a mahsustur. Yağmuru o indirir. Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öle­ceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır." (Lokman, 31/34)

Rasûlullah (s.a.v.)´e soru soran bedevi bundan sonra kalkıp gitti. Rasû­lullah (s.a.v.), "Onu bana geri getirin" dedi, ama oradakiler o adamı bulama­dılar. Bunun üzerine Allah Rasûlu buyurdu ki: "O Cibril´di. İnsanlara dinle­rinin emirlerini Öğretmek İçin gelmişti." [19]

Müslim bu konuda Hz. Ömer´den daha detaylı bir rivayette bulunmuş­tur. Yukarıdaki hadiste geçen "Cariye, kendi hanımfendi sini doğurduğunda" sözünün anlamı şudur: Ahir zamanda cariyeler saygı ve ihtişam belirten ke­limelerle anılıp gösterilecek ve büyük adamlar, hür kadınları bırakıp cariye­leri yataklarına alacaklardır. Bu nedenle cariyeyle ilgili ifadeleri şu ifadeler takib etmiştir: "Yalınayakh, çıplak ve yoksulların yüksek binalar yaptırma yarışına girdiklerini gördüğün zaman..." Yani onlar insanların reisleri olur­lar; malları çoğalır; itibarları uzak mesafelere ulaşır; yüksek binalar yaptırma yarışını kazanmaktan başka amaç ve himmetleri olmaz. [20]


Ahlâksız Ve Dinsiz Kimselerin En Fazla Dünyalığa Sahib Olmaları, Kıyamet Alâmetlerindendir:



Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Alçak oğlu alçak, dünyalıkta en fazla paya sahib olmadıkça kıyamet kopmayacaktir." [21]


İşlerin Ehil Olmayan Kimselere Verilmesi Kıyamet Alâmetlerindendir:



Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "İş, ehli olmayan kimseye bıra­kıldığında kıyametin kopmasını bekle." [22]

Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Her kabileye o kabilenin re­zilleri baş olmadıkça kıyamet kopmayacaktir." [23]

Bunu İslâmiyetin ilk zamanlarındaki fütuhatın çokluğu nedeniyle çok miktarda cariyenin ele geçirilmesi şeklinde izah edenlere göre bu, kıyametin yakın alametlerinden sayılmaz. Doğrusunu Allah bilir.

"E´-Ba´s ve´n-Nüşûr" adlı kitapta Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Müba­rek b. Fudale´den rivayet etti ki; Hasan şöyle demiştir: İlim tahsili için mem­leketimden çıkıp Kûfe´ye geldim. Orada Abdullah b. Mes´ud´la karşılaştım. Kendisine, "Ey Ebû Abdurrahman, senin bildiğin bir kıyamet alâmeti var mı " diye sordum. Şu cevabı verdi: Ben bunu kendisine sorduğumda Rasû­lullah (s.a.v.) bana şöyle karşılık vermişti:

"Evladın (ana-babaya karşı) kaba davranması, sıcak yağmurların yağ­ması, sırların açığa çıkması, yalancının doğrulanması, haine güven duyulma­sı, güvenilir kimsenin :hıyanette bulunması, her kabileye münafıkların ve her çarşıya günahkârlarıyla facirlerin baş olması, mihrapların yaldızlanması, gö­nüllerin harâb olması, erkeklerin erkeklerle, kadınlarında kadınlarla yetinme­si, dünyanın şen ve mamur yerlerinin harâb olması, harap yerlerinin de şen ve mamur olması, fitnenin zuhur etmesi, faiz yenilmesi, çalgı aletleri ve ha­zinelerin ortaya çıkması, içki içilmesi, güvenlik görevlilerinin çoğalması, kaş göz işaretleri ve dilleriyle başkalarını horlayıp alay edenlerin fazlalaşması, kıyamet alâmetlerindendir."

Beyhakî bu rivayetin senedinin zayıf olduğunu söylemiştir. Ancak bu hadisdeki lafızların çoğu, müteferrik başka senedlerle rivayet edilmiştir.

Ben derim ki: Bu kitabın baş tarafında "Ahir zamanda meydana gelecek bazı serler" adlı bir fasıl vardır. O fasılda bu hadisi teyid eden bazı nakiller vardır. [24]


Kıyamet Alâmetlerinden Biri De Emanetin Zayi Olmasıdır:



Sahih-i Buharî´de Atâ b. Yesar´dan rivayet olundu ki; Ebû Hüreyre şöy­le demiştr: Bedevi´nin biri, Rasûlullah (s.a.v.)´e, kıyametin ne zaman kopa­cağını sordu ve O´ndan şu cevabı aldı:

— Emanet zayi olduğunda kıyametin kopmasını bekle.

— Ey Allah´ın Rasûlü, emanet nasıl zayi olur

— İş, ehli olmayana bırakıldığında kıyametin kopmasını bekle." [25]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet kopmadan önce şer ve öldürme gün­leri görülecektir. O günlerde ilim yok olacak, cehalet ortaya çıkacaktır." [26]

İmam Ahmed b. Hanbel...´Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Adam ailesinin yanından dışarı çıktığında ayakkabısınııı bağı veya kırbacı veya değneği, kendisi evden çıktıktan sonra aile­sinin neler yaptığını kendisine bildirmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [27]

Yine İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; yırtıcı hayvanlar insanlala konuşmadıkça ve adamın kendi kılıcının ucu, ayakkabısının bağı kendisiyle konuşmadıkça, ailesinin (kendisi evden çıktıktan) sonra neler yap­tığını baldırı kendisine bildirmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [28]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sabit´ten rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Biz gökten yağmur yağdığı, yerden bitki bittiği ve elli kadının işine sadece bir erkeğin bakıp onlara kayyumluk edeceği vakit gelmedikçe kıyametin kopmayacağı hususunu kendi aramızda konuşuyor ve konuda varid olan ha­disleri birbirimize aktarıyorduk. O vakitte öyle bir durum meydana gelecek ki, kadın kendi kocasının yanına gittiğinde kocası (onu tanıyamadığı için) "Şu kadının bir kocası vardı" diyecek." [29] Hammad da bu hadisi bir defasında okumuş. Bunu Enes´in Hz. Peygamber´den bu kelime­lerle şüphe götürmez bir asliyetle rivayet ettiğini söylemişti.

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´en rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İlim ortadan kalkmadığı, cehalet etrafı kaplama­dığı, erkekler azalıpta kadınlar çoğalmadığı, öyleki elli kadına sadece bir er­keğin kayyumluk edeceği zaman gelmediği sürece kıyamet kopmayacaktır." [30]

Sahih-i Buharîde bunu teyid edici bir ri­vayet vardır. O rivayet, önceki sayfalarda geçmişti.

İmam Ahmed b. Hanbel... Zührî´den rivayet etti ki; Enes b. Mâlik şöy­le demiştir: Güneş göğün tam tepe noktasından batı tarafına meyledince Ra­sûlullah (s.a.v.) çıkıp (mescide geldi) öğlen namazım ildi. Selâm verdikten sonra minbere çıkarak kıyametten bahsetti ve kıyamet kopmadan önce bazı büyük olayların meydana geleceğini söyledi." Ravi, böyle dedikten sonra ha­disin tamamını nakletti. [31]


Kıyametten Önce Vaktin Bereketsiz Kılınacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuştur: "Zaman kısalıp da bir sene bir ay, bir cuma (bir hafta) bir gün, bir gün bir saat, bir saatte bir hurma yaprağının yanacağı bir süre ka­dar kısalmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [32]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dünya (yani içindekiler) alçak oğlu alçak olma­dıkça sonu gelmeyecektir." [33]

Bunun senedi sağlam ve kuvvetlidir. [34]


Değersiz Kimselerin Söz Sahibi Olmaları Kıyamet Alâmetlerindendir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyametten önce aldatıcı seneler olacaktır. O se­nelerde doğrular yalan, yalancılar doğru söyler, güvenilir kimse hıyanet eder, hâin kimseye güvenilir ve değersiz kimseler söz sahibi olurlar." [35] Ravilerden Şureyh dedi ki: "O senelerde değersiz kimseler işlere bakarlar."

Bu rivayetin senedi sağlamdır.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Koyun çobanlarının insanlara baş olduklarının, yalınayak, çıplak ve aç kimselerin bina yaptırma yarışına girdiklerinin, cari­yenin de hanımını veya efendisini doğurduğunun görülmesi, kıyamet alâmet­lerindendir." [36]

İmam Ahmed bj Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Boynuzlu hayvanın boynuzsuzu boynuzlamaya-cağı bir zaman gelmeden kıyamet kopmayacaktır."[37]

İmam Ahmed b. Hanbel bunu münferid olarak rivayet etmiştir ve bunun senedinde sakınca da yoktur.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İlim kabzedilip (alınmadığı), cehalet ortaya çık­madığı, herec çoğalmadığı sürece kıyamet kopmayacaktır." Herec nedir di­ye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.): "Öldürmektir" cevabını verdi." [38]

İmam Ahmed b. Hanbel bunu münferid olarak rivayet etmiştir ve bu ri­vayet, Müslim´in şartına uygundur.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Aranızda mal çoğalıp böllaşmadığı, öyleki mal sahib malının zekâtını kimin kabul edeceği hususunu endişeli bir şekilde düşünmeye başlamadığı, ilim elinizden alınmadığı, zaman yaklaşmadığı (geceyle gündüzün müddeti aynı olmadığı), fitne ortaya çıkmadığı, herec çoğalmadığı sürece kıyamet kopmayacaktır." Herec nedir Ey Allah´ın Rasûlü diye sorduklarında, "Öl­dürmedir öldürme." diye cevap verdi. [39]

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Davaları bir olan iki büyük İslâm ordu­su arasında büyük çapta bir muharebe olmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [40]

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hepsi de Allah elçisi olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı Deccal (size) gönderilmedikçe kıyamet kopmaya­caktır." [41]

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıya­fet kopmayacaktır. Oradan doğup ta insanlar onu bu halde gördüklerinde hepsi imân ederler. Ama daha önce inanmamış veya imânıyla bir iyilik ka­zanmamış kimseye artık imânının fayda vermediği bir zamanda imân etmiş olurlar (ki bununda onlara bir yararı olmaz)." Bu, Sahih-i Buharî´de mevcut­tur. [42]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmştur: "Beni hak dinle gönderene yemin ederim ki; (in­sanların) başlarına yere batma, taş yağmuruna tutulma ve başa yaratıkların suretine bürünme belası gelmedikçe bu dünyanın sonu gelmeyecektir." Ey Allah´ın Rasûlü, bu ne zaman olacak diye sorduklarında şu cevabı vermiş­ti: "Kadınların eğerlere bindiklerini, şarkıcı kadınların çoğaldığını, yalan şa­hitliğinin arttığını, erkeklerin erkeklerle, kadınların da kadınlarla yetindikle­rini gördüğünüzde..."[43]

Taberanî... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Akılların kaybolup fikirlerin eksilmesi, kıyamet alâmetlerindendir." [44]

İmam Ahmed b. Hanbel... Seyyar Ebü´l-Hakem´den rivayet etti ki; Ta­rık b. Şihâb şöyle demiştir: Abdullah b. Mes´ud´un yanında oturuyorduk, Adamın biri gelip "Namaza duruldu" dedi ve kalkıp gitti. Biz de kalkıp onun­la gittik. Mescide girdğimizde cemaatin mescidin ön kısmında rüküda oldu­ğunu gördük. O adam tekbir alıp rükûa gitti. Biz de tekbir alıp rükûa gittik. Sonra selâm verdi. Biz de selâm verdik. O ne yaptıysa biz de aynısını yaptık. Adamın biri hızla onun yanından geçti ve geçerken de ona "Selâm sana ey Eba Abdirrahman!" dedi. Kendisi de: "Allah doğru buyurdu. Rasûlü de O´nun buyruğunu tebliğ etti." dedi. Namaz kıldıktan sonra bizler eski yeri­mize döndük. O da evine gitti. Bizler oturup birbirimize, "Bunun o geçen adamın selâmını alırken, "Allah doğru buyurdu. Rasûlü de O´nun buyruğu­nu tebliğ etti" dediğini işitmediniz mi Bunun anlamını kendisine hanginiz soracak " diye sorduk. Tarık, "Ben sorarım ona" dedi ve evden çıkarken ona sordu. O da şu cevabı verdi: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Kıyamet kop­madan önce cemaat arasında özel olarak bazı kimselere selâm verilecek, ti­caret yaygınlaşacak, öyleki kadın ticarette kocasına yardım edecek, akraba­lık bağlan koparılacak, yalan şahitlikte bulunulacak, doğru şahitlik gizlene­cek, cehalet zuhur edecektir." [45]


Âhir Zamandaki İnsanların Evsafı:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah şeriatini yeryüzü halkının elinden alın­caya kadar kıyamet kopmayacaktır. (Şeriat alındıktan sonra) dünyada iyiliği benimsemeyen, kötülüğü reddetmeyen ayak takımı ve serseri kimseler kalır." [46]


Anlatımın Bir Çeşidi Büyü Gibidir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu öyle anlatımlar var ki büyüdür

(Büyü gibi etkiler insanı.) İnsanların en şerlileri, kıyamet koptuğunda hayat­ta bulunacak olanlar ile mezarlarını mescid edinenlerdir." [47]


Kıyamet Ancak Şerli İnsanların Üzerine Kopacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlullah´tan (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet ancak şerli insanların üzerine kopacak­tır." Bunu Müslim de... Süfyan´dan rivayet etmiştir. [48]


Kıyametten Az Önce İnsanın Adamlığı Heder Olacaktır:



Bu husus önceki sayfalarda nakledilen hadislerde anlatılmıştı. Bir ha-dis-i şerifte şöyle denmektedir: "(Kıyamet kopmadan önce) erkekler azalır, kadınlar çoğalır, öyleki elli kadına bir erkek bakar, o kadınlar o erkeğe sığı­nırlar ve o zaman insanlar, tıpkı hayvanlar gibi yollarda birbirlerinin üzerine atlarlar!"[49]

Bu konudaki hadisleri önceki sayfalarda sened ve lafızlarıyla nakletmiş­tik. Burada tekrarlamaya gerek kalmamıştır. Hamd, Allah´a mahsustur. [50]


Tevhid Ehli Kimsenin Üzerine Kıyamet Kopmayacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Yeryüzünde lâilâhe illallah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır."[51]

Müslim... Affan´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur: "Yeryüzünde Allah Allah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır." (Müslim, İman 234)

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah Allah diyen bir adamın üzerine kıyamet kopma­yacaktır."

Müslim de Abdürrezzak´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. [52]


Kıyamet Ancak Kötülüğe Karşı Çıkmayan Ve İyiliği Emretmeyen Kimselerin Üzerine Kopacaktır:



"Yeryüzünde Allah Allah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır." ha­disinin manâsı şöyledir:

a- "Allah Allah!.." sözü, kötülük yapan birini azarlamak için kullanılır. Kötülük yapanlar kınanmadığı ve bu sözle onlar protesto edilmedikleri za­man kıyamet kopacaktır. Kötülük yapanlar kınanmadıklarında demek ki iyi kimseler dünyada kalmamıştır. Kalanlar da iyiliği benimsemeyen, emretme­yen, kötülüğü protesto etmeyen ayak takımı serserilerdir.

b- "Allah, Allah" diyerek yeryüzünde artık Allah anılmadığı ve dünya­da O´nun adının bilinmedği bir zamanda kıyamet kopacaktır. Yani zaman bozulduğunda, insan nevi harâb olduğunda, küfür, fısk ve isyan çoğaldığın­da kıyamet kopacaktır. Bu durum bir başka hadiste de şöyle dile getirilmiş­tir: "Yeryüzünde Lâ ilahe illallah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır." [53]


İnsanların En Şerlileri Kıyamet Koptuğunda Hayatta Bulunacak Olanlardır:



Önceki kısımlarda geçen bir hadisin bir bölümünde bu durum şöyle an­latılmıştı:

"Yaşlı adam der ki: "Ben Lâilâhe illallah diyen bazı kimselerin zamanı­na ulaştım." Sonra iş daha da büyür, durum(un vehameti) daha da artar. Öy-leki yeryüzünde Allah adı tamamen unutulur, anılmaz ve tanınmaz olur. İşte onlar, insanların en şerlileridir ve kıyamet de onların üzerine kopar." Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet ancak insanların en şerlileri üze­rine kopar."[54]

Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "İnsanların en şerlileri, kıya­met koptuğunda hayatta bulunacak olanlardır." [55]

Abdülaziz b. Suheyb, Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanların cimriliği artacak, zamanın şiddeti fazlalaşacak ve kıyamet, ancak insanların en şerlileri üzerine kopacaktır." [56]

İmam Ahmed b. Hanbel... İshak b. Saîd b. Amr b. Saîd b. Âs´ın baba­sından rivayet etti ki; Aişe (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle di­yerek yanıma geldi: "Ey Aişe! Ümmetimin içinde bana en çabuk ulaşacak olanlar, senin kavmindir." Böyle dedikten sonra oturdu. Oturduğunda kendi­sine dedim ki:

— Allah beni sana feda etsin. İçeri girdğinde beni ürküten bir söz söy­ledin.

— Neydi O

— Ümmetimin içinde sana en çabuk ulaşanların kavmim olacağını söy­ledin.

— Evet.

— Ama neden

— Ölüm onları kendine çeker.

— Ondan sonra insanların durumu nice olacaktır

— Güçlülerinin zayıflarını yediği kanatsız çekirgeler gibi olacaklardır. Nihayet onlar bu haldeyken üzerlerine kıyamet kopacaktır."

Bunu İmam Ahmed b. Hanbel münferid olarak rivayet etmiştir. [57]


Kıyametin Yaklaşması



"Ben ve kıyamet (işaret parmağıyla orta parmağını göstererek) şu ikisi gibi yakınlıkta gönderildim." Bu hadisi Enes b. Mâlik rivayet etmiştir. [58]

İmam Ahmed b. Hanbel... Evzaî´den rivayet etti ki; İsmail b. Ubeydul-lah yani İbn Ebi´l-Muhacir ed-Dımışkî şöyle demiştir: Enes b. Mâlik, Velid b. Abdülmelik´in yanâıa geldi. Ona, "Kıyametle ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.)´den duyduğun nedir " diye sordu. O da şu cevabı verdi: Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim: "Siz ve kıyamet (işaret parmağıyla or­ta parmağını göstererek) şu ikisi gibisiniz." Bunu bu yolla İmam Ahmed münferid olarak rivayet etmiştir. [59]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Malik´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben ve kıyamet şöyle (işaret parmağıyla orta parmağını göstererek) gönderildim." Müslim de bunu tahric etmiştir. [60]

İmam Ahmed b. Hanbel... Muhammed b. Ali b. Hüseyin´den rivayet et­ti ki; Câbir b. Abdullah şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bize bir hutbe irâd etti. Allah´a lâyıkı olduğu veçhiyle hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"İmdi sözlerin en doğrusu Allah´ın kitabıdır. Yolların en faziletlisi Mu-hammed´in yoludur. İşlerin en şerlisi, sonradan ortaya çıkarılanlarıdır. Her bidat sapıklıktır."

Sözün şurasından sonra kıyamete değinirken askeri ihtar eden bir komu­tan edasıyla, öfkesi şiddetlenmiş ve yanakları kızarmış bir şekilde sesini yük­selterek şöyle dedi: "Size kıyamet geldi! (İşaret parmağıyla orta parmağını göstererek) Ben ve kıyamet şöyle gönderildim. Kıyamet size sabahleyin ve­ya akşamleyin gelecektir!" [61]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi bir yakınlıkta gönderildim." [62]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Ebû Cübeyre b. Dahhâk´tan rivayet etti ki; ûlll (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben kıyamet kısmında (döneminde) gönderildim." [63]


Geçmiş Zamana Oranla Kıyametin Vakti Yaklaşmıştır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Salim b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Abdul­lah b. Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´in, minber üzerindeyken şöy­le buyurduğunu işittim:

"Sizden önceki ümmetlere nispetle sizin (bu dünyada) kalacağınız süre, ikindi namazıyla güneşin batımı arasındaki zaman kadardır. Tevrat ehline Tevrat verildi. Onlar onunla amel ettiler. Öğlen vakti olduğunda artık aciz ol­dular. Kendilerine birer kırat (sevap) verildi. Sonra İncil ehline İncil verildi. Onlar da ikindi namazına kadar onunla amel ettiler. Onlara da. Birer kırat (sevap) verildi. Sonra size Kur´ân verildi. Sizde güneşin batışına kadar onun­la amel ettiniz. Size ikişer kırat (sevap) verildi. Tevrat ve İncil ehli: "Rabbi-miz! Bunlar bizden en amel işlediler, ama daha çok sevap kazandılar." der­ler. Cenab-ı Allah: "Sevabınızı vermekte size haksızlık ettim mi hiç " diye sorar. Onlar: "Hayır" diye cevap verince buyurur ki: "Bu, benim dileğime verdiğim lutfumdur." Buharı de Ebü´l-Yeman´dan böyle bir rivayette bulun­muştur. [64]

Buharı... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sizden önce göçüp giden ümmetlerinkine nispetle sizin (dünyada kalış) süreniz, ikindi namazıyla güneşin batışı arasındaki zaman kadardır. Bu (iki hadiste anlatılan) misâl, sizinle yahudi ve hıristiyanların (durumunu bil­diren) bir misâldir." [65]

İmam Ahmed b. Hanbel... Seleme b. Küheyl´den rivayet etti ki; Müca-hid şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)´in yanında oturuyorduk. O esnada gü­neşte -ikindiden sonra- Kuaykian dağının üst tarafmdaydı. [66] Bize şöyle bu­yurdu: Geçip gidenlerin ömürlerine nispetle sizin ömürleriniz, günün ancak şu kalan (kısa) kısmı kadardır." [67]

İmam Ahmed b. Hanbel... Kesir b. Zeyd´den rivayet etti ki; Muttalib b. Abdullah şöyle demiştir: Abdullah b. Ömer, Arafat´ta vakfe yapıyordu. Bir kalkan gibi batı ufkuna inmekte olan güneşe baktı. Ağladı. Ağlayışı şiddet­lendi. Yanında duran bir adam ona: "Ey Eba Abdirrahman, benimle birlikte burada defalarca vakfe yaptın, ama hiç böyle yapmamıştın. Şimdi ne diye böyle yapıyorsun " diye sordu, bunun üzerine Abdullah şöyle dedi: "Ey in­sanlar! Geçip giden zamana nispetle dünyanızın ömrü, şu gününüzün geçen kısmına oranla geride kalan kısmı kadardır." [68] Bunu İmam Ahmed b. Hanbel münferid olarak rivayet etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Haberiniz olsun ki sizden önceki ümmetlerinki­ne nispetle sizin ecelleriniz, ikindi namazıyla güneşin batışı arasında geçen Zaman kadardır." [69]

Buharı de bu manada ama daha geniş bir hadisi Hammad b. Zeyd´den rivayet etmiştir.

Hafız Ebu´l-Kasım et-Taberanî de... İbn Ömer kanalıyla Peygamber (s.a.v.Vden böyle bir hadis rivayet etmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki; dün­yanın geçen ömrüne nispele kalan ömrü çok azdır. Ama kalan bu az Ömrün miktarını Aziz ve Celil olan Allah´tan başkası bilemez. Masum Peygamberi­mizden bu hususta belirleyici bir hadiste nakledilmiş değildir ki, o hadise baş vurulsun ve dünyanın geçen ömrüne nispetle kalan ömrünün miktarı bilinsin. Ama şu muhakkak ki geride kalan ömür, geçene oranla gerçekten çok azdır.

Kıyametin ne zaman kopacağını bildiren bir hadis de varid olmuş değil­dir. Aksine âyet ve hadisler, bunu yaratıklardan hiç birinin bilmediğini, aksi­ne bu husustaki bilginin sadece Allah katında olduğunu ifade etmektedirler. Nitekim bu husustaki açıklamalar, yüce Allah dilerse müteakip cildin ilk bö­lümünde verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız, yüce Allah´tır. [70]


Kendi Zamanında Hayatta Bulunanlardan Hiç Birinin Yüz Sene Sonra Yeryüzünde Kalmayacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurmuş Olması:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebubekir b. Ebi Hayseme´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) hayatının sonunda yat­sı namazını kıldı, selâm verdikten sonra kalkıp şöyle buyurdu:

"Şu geceniz hakkında ne dersiniz Doğrusu bugün yeryüzünde bulunan­lardan hiçbiri yüz sene sonra hayatta kalmayacaktır."

Abdullah b. Ömer diyor ki: İnsanlar Peygamber (s.a.v.)´in bu sözünden paniğe kapılarak yüz seneden bahseden bu hadisi birbirlerine aktarmaya baş­ladılar. Oysa Peygamber (s.a.v.) şöyle demişti: "Bu gün yeryüzünde bulu­nanlar yüz sene sonra bulunmayacaktır." İnsanlar yüz sene sonra dünyada kimsenin kalmayacağını zannetmişlerdi. Halbuki Peygamber (s.a.v.), bu sö­züyle, kendi zamanındaki kuşağın yüz sene sonra hep ölmüş olacaklarını ifa­de etmek istemişti.

Buharı de bunu aynı sened ve lafızla Ebü´l-Yeman´dan rivayet etmiştir. Müslim de... Şuayb´dan böyle bir rivayette bulunmuştur. [71]

Sahabi bu hadisi kendi anladığı şekilde tefsir etmiştir. Tabii ki herkesten çok sahabi, hadisi iyi anlar. Sahabeye göre Peygamber (s.a.v.) bu sözüyle, o gün yeryüzünde yaşamakta olan kimselerin yüz sene sonra yeryüzünde olma­yacağını, böylece kendi zamanındaki kuşağın o zaman sona ereceğini kasdet-miştir.

Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Yaşayan kimselerin yüzsene son­ra hayatta olmayacağı sözü kimine göre sadece Peygamber (s.a.v.)´in zama­nındaki kuşağa mahsustur. Kimine göre bu söz her zaman ve her kuşak için geçerlidir. Oysa bu sözün, Peygamber´(s.a.v.)´in zamanındaki kuşağa özgü Ornası gerçeğe daha yakındır. Çünkü onlardan sonraki kuşaklarda yaşı yüzü aŞan insanlar görülmüştür. Nitekim bu hususu Tarih´te de anlattık. Ama ya-Ş1 yüzü aşan insanlar azdır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Hasan´dan rivayet etti ki; Câbir b. Abdullah şöyle demiştir: Vefatından bir ay önce Rasûlullah (s.a.v.)´e kıyametin ne za­man kopacağını sordular. Buyurdu ki:

"Siz bana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorsunuz. Buna dair bil­gi, ancak Allah kalındadır. Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki, bu gün hayatta bulunmakta olan bir kimsenin üzerinden yüz sene daha ge­çeceğini bilmiyorum." [72]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zübeyr´den rivayet etti ki; Câbir b. Ab­dullah şöyle demiştir: Vefatından bir ay önce Peygamber (s.a.v.)´in şöyle bu­yurduğunu işittim: "Bana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorsunuz. Bu­na dair bilgi ancak Allah katındadır. Allah´a yemin ederim ki bugün yeryü­zünde soluk almakta olan bir kimsenin üzerinden yüz sene daha geçmeye­cektir." [73]


Kıyametin Kopması Artık Yakındır:



Sahih adlı kitabında Müslim... Hz. Aişe´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Bedeviler Rasûlullah (s.a.v.)´in yanına geldiklerinde ona kıyametin ne zaman kopacağını sordular. O da onların en gencine bakıp şöyle buyurdu: "Eğer bu yaşarsa, kendini ihtiyarlamadan kıyamet kopar." [74]

Müslim... Sâbit´ten rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Yanında En-sar´dan Muhammed adında bir çocuk bulunan bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)´e: "Kıyamet ne zaman kopacak " diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi:

´´Eğer bu çocuk yaşarsa, umulur ki kendisi ihtiyarlamadan kıyamet ko­par." [75]

Müslim... Ma´bed b. Bilâl el-Arabî´den rivayet etti ki; Enes b. Mâlik şöyle demiştir: Adamın biri Peygamber (s.a.v.)´e: "Kıyamet ne zaman kopa­cak " diye bir soru sordu. Peygamber (s.a.v.) sustu, sonra Ezd-i Şenue kabi­lesine mensup önünde duran bir çocuğa baktı ve şöye dedi:

"Eğer bu (çocuk) yaşarsa, kendisi ihtiyarlamadan kıyamet kopar." [76] Enes dedi ki: O çocuk o gün benim yaşıtımda.

Müslim... Katâde´den rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Muğire b. Şu-be´nin benim yaşımdaki bir kölesi yanımıza geldi. Onu gördüğünde Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eğer bu hayatta kalırsa, ihtiyarlamadan kıyamet kopar." [77]

Buharı de... Hemmam´dan böyle bir rivayette bulunmuştur.

Bu rivayetler, Hz. Peygambere kıyametin kopma vaktinin bir kaç kez sorulduğunu ve onun da bu soruya müteaddit cevap verdiğini gösteriyor. Söylenmek istenen, o çocuğun ihtiyarlaması çağına varmadan asıl büyük kı­yametin kopacağı vakti belirlemek değildir. Asıl amaç, o zaman yaşamakta olan kuşağın, o çocuk ihtiyarlamadan sona ermiş olacağıdır. Nitekim bir ha­diste şöyle buyurulmuştur:

"Bana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorsunuz. Buna dair bilgi, ancak Allah katındadır. Allah´a yemin ederim ki, bu gün yeryüzünde soluk almakta olan kimselerin üzerinden yüz sene geçmeyecektir."[78]

Hz. Aişe´nin şu rivayeti de bunu teyid etmektedir: "(İşte o zaman) kıya­metiniz kopar." [79]

Bu şu demektir: Ölen bir kimse kıyametin hükmüne girer. Burçlar âle­mi, kıyamet âlemine yakındır. Onda dünyadan da benzer bir şeyler vardır. Ama daha çok ahirete benzer. Sonra dünyanın belirlenen ömrü nihayet bu­lunca Cenab-ı Allah kıyametin kopmasını emreder. Öncekiler ve sonrakler, belli günde bir araya gelmek için toplanırlar. Bununla ilgili olarak kitap ve sünnetten açıklamalar gelecektir. Kendisinden yardım dilenüece olan zât, yü­ce Allah´tır. [80]


Kıyametin Ansızın Ama Mutlaka Gelmesinin Yakın Olduğu



Kıyametin kesin olarak ne zaman kopacağını ancak yüce Allah bilir. Şimdi buna dair bazı ayetler nakledeceğiz:

"İnsanların hesab görme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ habersiz, hak-dan yüz çeviriyorlar." (Enbiyâ, 21/1)

"Allah´ın buyruğu gelecektir. Acele gelmesini istemeyen." (Nahl, 16/1)

"Ey Muhammed! İnsanlar senden kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır." (Ahzâb, 33/63)

"Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katından, inkarcılara gelecek ve savunulması imkânsız olacak azabı soruyor. Melekler ve Cebrail mikdarı elli bin yıl olan o derecelere bir günde yükselirler. Ey Muhammed! Güzel gü­ze sabret. Doğrusu inkarcılar azabı uzak görüyorlar. Ama biz onu yakın gör­mekteyiz. Gök, o gün, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa dö­ner. Hiç bir dost diğer bir dostunu sormaz. Onlar birbirlerine yalnız gösteri­lirler." (Meâric, 70/1-11)

"Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır." (Kamer, 54/1)

"Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece ta­nışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah´ı karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir. Zaten doğru yolda değillerdir." (Yunus, 10/45)

"Gerçekten kitabı ve ölçüyü indiren Allah´tır. Ne bilirsin, belkide kıya­fet saati yakındır. Ona inanmayanlar, acele olmasını bekler. İnananlar ise korku ile titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet gü­nü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler." (Şûra, 42/17-18)

"Sûra üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş ola­rak toplarız. "Siz dünyada sadece on gün eğleştiniz" diye, aralarında saklı saklı konuşurlar. Aralarında konuştuklarını biz daha iyi biliriz. En akıllıları: Sadece bir gün eğleştiniz"der." (Tâ-Hâ, 20/102-104)

"Allah onlara yine: "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız " der. "Bir gün veya daha az bir süre kaldık. Sayanlara sor." derler. Allah: "Pek az kaldınız, kes­ki bilseydiniz! Sizi boşuna yarattığımızı ve biz döndürülmeyeceğinizi mi sandınız " der." (Müminûn, 23/112-115)

"Ey Muhammedi Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soru­yorlar. De ki: "Onu ancak Rabbim bilir. Onun vaktini O´ndan başka belirte­cek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansı­zın gelecektir." Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onu bil­mek ancak Allah´ta mahsustur. Ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler." (A´râf, 7/187)

"Ey Muhammedi Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. Nerde senden onu anlatması Onun bilgisi Rabbine aiddir." (Naziât, 79/42-44)

"Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kı­yamet mutlaka gelecektir. Buna inanmayan ve hevesine uyan kimse seni on­dan ahkomasm, yoksa helak olursun." (Tâ-Hâ, 20/15-16)

"De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah´tan başka bilen yoktur." Ne za­man diriltileceklerini de bilmezler. Ahirete dâir bilgileri yeterli midir Hayır, ondan şüphe etmektedirler. Hayır, ona karşı kördürler." (Nemi, 16/65-66)

"Kıyamet saatini bilmek ancak Allah´a mahsustur. Yağmuru o indirir, Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarm ne kazanacağını bilmez ve hiç kim­se nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdâr­dır." (Lokman. 31/34)

Bu nedenledir ki bir bedevi kılığına bürünmüş olarak Cebrail, Hz. Pey­gambere kıyametin ne zaman kopacağım sorduğunda Hz. Peygamber ona şu cevabı vermişti: "Kendisine sorulan, bunu sorandan daha iyi bilen biri değil­dir." [81]

Yani bu soruyu soranlar da kendilerine sorulanlar da bu hususta bilgi ba­kımından aynı düzeydedirler. Çünkü soranın Arapça karşılığı olan (el-Sail) kelimesiyle sorulan kişi anlamına gelen (el-Mes´ûl) kelimelerindeki (el) lâm-ı tarifler ahd-ı zihnî lamları iseler o zaman (el-Sail)deki (el) ile Cebrail; (el-Mes´ul)daki (el) ile de Hz. Peygamber kastedilmiş olur ki ikisi de bu ko­nuda bilgi bakımından aynı düzeydedirler. Ama bu kelimelerin başlarındaki (el) lâm-ı tarifleri, cins ifade ediyorlarsa bu demektir ki; kıyametin ne zaman kopacağını soran ve kendilerine bu sorunun yöneltildiği herkes, bu konuda bilgi bakımından aynı düzeydedirler. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [82]


Kıyamet Alâmetlerinden Bazıları



Peygamber (s.a.v..) sadece Allah´ın bildiği beş gaybı konuyu anlatfıktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah´a mah­sustur." (Lokman, 31/34) (Buharî, Tcfsiru´l-Kur´ân, 31/6)

"O gerçek midir " diye senden sorarlar. De ki: "Evet, Rabbim hakkı için o gerçektir. Siz Allah´ı âciz kılamazsınız." (Yunus, 10/53)

"İnkâr edenler: "Kıyamet bize gelmeyecektir" dediler. Ey Muhammedi De ki: "Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbime andolsun ki, o saat si­ze muhakkak gelecekti . Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O´nun il­minin dışında değildir; Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık kitaptadır." Allah´ın, inanıp yararlı iş işleyenlere -ki onlar için mağ­firet ve cömertçe verilmiş nzık vardır - ve âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara- ki onlara iğrenç ve can yakıcı azâb vardır." (Sebe´, 34/3-4)

"İnkâr edenler, tekrar dirilmeyeceklerini ileri sürerler. Ey Muhammed! De ki; "Evet; Rabbime andolsun ki, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra, yap­tıklarınız size bildirilecektir. Bu, Allah´a kolaydır." (Teğâbim, 64/7)

Bu üç ayette Cenab-ı Allah, Rasûlüne, kullara karşı Rabbine yemin et­mesini emrediyor. Bu ayetlerin kendileri gibi bir dördüncüsü yoktur. Ama bu manâda âyetler çoktur. Yüce Allah buyurdu ki;

"Ölen kimseyi Allah´ın diriltmeyeceğ üzerine bütün güçleriyle Allah´a yemin ederler. Hayır; öyle değil, ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklamayı, inkâr edenlerin kendilerinin yalancı olduklarını bileceklerini, Allah gerçek­ten vaad etmiştir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Bir şeyin olmasını istedi­ğimiz zaman sözümüz sadece ona "ol" dememizdır ve hemen olur." (Nahl,16/38-40)

"Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yara­tılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir." (Lok­man, 31/28)

"Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Körle gören, inanıp yararlı iş iş­leyenlerle kötülük yapan bir değildir. Ne kadar kısa düşünüyorsunuz Kıya­fet günü mutlaka gelecektir. Bunda şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyor." (Ğâfîr, 40/57-59)

"Ey inkarcılar! Size yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir. Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir. Dağları yerleştirmiştir. Bun­ları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır." (Naziat, 79/27-33)

"...Biz onları kıyamet günü yüzükoyun, körler, dilsizler, ve sağırlar ola­rak hasrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa, hemen alevini artırırız. Bu, âyetlerimizi inkâr etmelerinin ve: "Ke­mik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz " demelerinin cezasıdır." (isrâ, 17/97)

"Gökleri ve yeri yaratan Allah´ın, onların benzerlerini de tekrar yarat­maya kadir olduğunu görmezler mi Onlar için şüphe götürmeyen bir süre tâ­yin etmiştir. Öyleyken zâlimler inkarcılıkta hâlâ direnirler." (İsrâ, 17/99}

"Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı Elbette olur. Çünkü O, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O´nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir; hemen olur. Her şeyin hüküm­ranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir." (Ya­sin, 36/81-83)

"Gökleri, yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah´ın, Ölü­leri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler mi Evet O, her şeye kadirdir." (Ahkâf, 46/ 33)

"Göğün ve yerin O´nun buyruğu ile ayakta durması O´nun varlığının belgelerindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün. Hemen çı­kı verirsiniz." (Rûm, 30/25)

"Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O´dur. Bu, O´nun için da­ha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O´nundur." (Rûm, 30/27) "Kendi yaratılışını unutur da: "Çürümüş kemikleri kim yaratacak" diye­rek, bize misal vermeye kalkar Ey Muhammed! De ki: "Onları ilk defa ya­ratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir." (Yasin, 36/78-79)

"Kupkuru gördüğün yeryüzünün, Biz ona su indirdiğimiz zaman hare­kete geçmesi, kabarması, Allah´ın varlığının belgelerindendir. Ona can veren Allah şüphesiz Ölüleri de diriltir. Doğrusu O her şeye kadirdir." (Fussilet, 41/39) "Ey İnsanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışı-sızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız. Böylece yetişip erginlik çağma varırsanız. Kiminiz öldürü­lür. Kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bil­mez olur. Yeryüzünü görürsün ki, kupkurudur; Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetişirir. Bunlar, yalnız Allah´ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün her şeye yetti­ğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah´ın kabirlerde ola­nı dirilteceğini gösterir." (Hacc, 22/5-7)

"Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe hainde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik. Kan pıhtı­sını bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğnemlik etten kemikler yarattık. Kemikle­re de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur! Sizler bütün bunlardan sonra ölürsünüz. Şüphesiz kı­yamet günü tekrar diriltilirsiniz. Andolsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımızdan habersiz değiliz." (Mü´minûn, 23/12-17)

Cenab-ı Allah, ölü toprağın baharda canlanmasını; ölüp parçalanmış, ufalanmış kemiklere ve toprağa dönüşmüş olan bedenlerin yeniden diriltile-ceklerine bir delil olarak gösteriyor. Aynı şekilde ilk yaratmayı da, haşirde yeniden yaratmaya bir delil olarak gösteriyor ve şöyle buyuruyor:

"Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten odur. Bu, O´nun içn da­ha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O´nundur." (Rûm, 30/27)

"De ki: "Yeryüzünde dolaşın. Allah´ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün. İşte Allah aynı şekilde âhiret yaratmasını da yapacaktır. Doğrusu Al­lah her şeye kadirdir." (Ankebût, 29/20)

"O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diril­tiriz. (Ey inkarcılar!) İşte sizde böyle diriltileceksiniz." (Zuhruf,43/ il)

"Rüzgârları göndürif) de bulutları yürüten Allah´tır. Biz bulutları ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmekde böyledir." (Fâtır, 35/9)

"Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atıla gelen bir sudan yaratılmıştır. Şüphesiz Allah, gizliliklerin ortaya çıkacağı gün, insanı tekrar yaratmaya kadirdir. O gün, in­sanın gücü de, yardımcısı da olmaz. Yağmurun dönüşünü sağlayan göğe ve yarılan yeryüzüne andolsun ki, doğrusu bu Kur´ân kesin bir sözdür. O, eğ­lence için değildir. Gerçekten onlar düzen kuruyorlar. Ben de bir düzen kur­maktayım. Ey Muhammed! Sen inkarcılara mehil ver. Onlara mukabeleyi bi­raz geri bırak." (Târik, 86/5-17)

"Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgarları gönderen Allah´tır. Rüz­garlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir. Su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz. Ölüleri de bunun gibi diriltip çıkarırız. Belki bundan ibret alırsınız.´ (A´râf,7/57)

"Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman dirilecek miyiz Bu, ihtimali olmayan bir dönüştür" dediler. Onlardan kimlerin ölüp toprağa karıştığını bi­liyoruz. Katımızda her şeyi unutulmaktan koruyan bir kitâb vardır." (Kat, 50/3)

"Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa biz mi yaratmaktayız Ölümü aranızda biz tayin ettik. Sizi ortadan kaldırıp benzer­lerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kim­se önümüze geçemez. Andolsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz. Yine de düşün­mez misiniz " (Vakıa, 56/ 58-62)

"Onları yaratan" mafsallarını pekiştiren biziz. Dilersek onları benzerle­ri ile değiştiriveririz." (insan, 76/58)

"Hayır, doğrusu onları kendilerininde bildikleri şeyden yaratını sızdır, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyileri-m getirmeye bizim gücümüz yeter Ve kimsede önümüze geçemez." (Meâric, 70/39-41)

"Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman yeniden mutlaka di-rileck miyiz " derler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan." Sana başlarım sallaya­rak: "Ne zamandır bu " derler. "Yakında olması mümkündür" de. Sizi çağır­dığı gün, O´na hamd ederek dâvetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız." (İsrâ, 17/49-51)

"Ufalanmış kemik olduğumuz zaman mı " Derler ki: "O takdirde bu za­rarına bir dönüştür." Doğrusu bir tek çığlık yetecektir. Hepsi hemen bir düz­lüğe dökülecektir." (Naziât, 79/11-14)

Cenab-ı Allah, ölülerin diriltilmesine Bakara sûresinde İsrail oğulları kıssasını anlatırken beş yerde değinmektedir. İsrâiloğulları buzağıya taptık­larında onlara şöyle denmişti:

"Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik." (Bakara, 2/56)

"Sığırın bir parçasıyla ona vurun" dedik. İşte böylece Allah ölüler diril­tir ve aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini gösterir." (Bakara, 2/73)

"Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını gör­medin mi Allah onlara "Ölün" dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir. Fakat insanların çoğu şükretmezler." (Bakara, 2/243)

"Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedim mi " Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek " dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı. Sonra diriltti. "Ne kadar kaldın " dedi. "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. "Hayır yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceği­ne bak, bozulmamış. Eşeğine bak; ve hem seni insanlar için bir ibret kılaca­ğız. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz" de­di. Bu ona apaçık belli olunca, "Artık Allah´ın her şeye kadir olduğuna inan­mış bulunuyorum" dedi." (Bakara, 2/259)

Ölenlerin yeniden diriltileceklerinden bahseden beşinci âyet de şudur:

"İbrahim: "Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster." dediğinde, "İnanmıyor musun " deyince de, "Hayır öyle değil, fakat kalbim iyice kan­sın" demişti. "Öyleyse dört çeşit kuş al, onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy. Sonra onları çağır koşarak sana gelirler. O halde Allah´ın güçlü ve hakîm olduğunu bil" demişti." (Bakara. 2/260)

Cenab-ı Allah ashâb-ı kehf kıssasında onların 300 güneş yılı yani 309 kameri yıl yattıktan sonra nasıl uyandırıldıklarını anlatırken şöyle buyurmuş­tur: "Böylece Allah´ın sözünün gerçek olduğunu ve kıyametin kopmasından şüphe edilemeyeceğini bilmeleri için, insanların onları bulmalarını sağla­dık." [83]


Dünyanın Gitmeye, Ahiretin De Gelmeye Yüz Tutmuş Olması



Kıyamet alâmetleri görüldükten sonra dünyalıların karşılaşacakları ilk şey, kıyametin kopması için sûra üflenmesi olacaktır. Şöyleki: Cenab-ı Al­lah, isrâfle emir verir, o da kıyametin kopması için sûra üfler. Ona bakılır. Yeryüzünde bulunanların tümü, boyunlarının bir tarafını kaldırıp bir tarafını indirerek bu büyük hadiseye kulak verirler. Bu öylesine büyüktür ki, insan­lara, içinde bulundukları dünya meşgalesini unutturur, onlara korku ve tedir­ginlik verir. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur.

"Sûra üfürüldüğü gün, Allah´ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da, korku içinde kalırlar. Hepsi Allah´a boyunları bükülmüş olarak gelirler. Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün. Oysa onlar bu­lutlar gibi geçerler. Bu herşeyi sağlam tutan Allah´ın işidir. Doğrusu o, yap­tıklarınızdan haberdârdır." (Nemi, 27/87-88)

"Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemekte­dirler." (Sâd, 38/15)

"Sûr´a üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür." (Müddessir, 74/8-10)

"O´nun sözü gerçektir. Sûr´a üfleneceği gün hükümranlık O´nundur. Görülmeyeni de görüleni de bilir o hakimdir, haberdârdır." (ErTâm, 6/73)

Bundan bir süre^sonra Cenab-ı Allah emir verecek, sûr´a üflenecek, O´nun diledikleri dışında göktekiler ve yerdekiler düşüp ölecek, sonra yine meir verecek, sûr´a yemden üflenecek, o zaman insanlar kalkıp (hesap ver­mek üzere) âlemlerin Rabbinin huzuruna gidecekler. Yüce Allah buyurdu ki:

"Sûr´a üflenince, Allah´ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra sûr´a bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar. Yeryüzü rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitâb açılır. Peygam­berler ve şâhidler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adalet­le hüküm verilir. Her kişiye, işlediği ödenir. Esasen Allah onların yaptıkları­nı en iyi bilendir." (Zümer, 39/68-70)

"Doğru sözlü iseniz bildirin bu vaad ne zamandır " derler. Çekişip du­rurlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı beklerler. O zaman artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler. Sûr´a üflenince, kabirlerinden rablerine dönebilirler. Sûr´a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çı­karlar. "Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler. Onlara: "İşte Rahman olan Allah´ın vaadettiği budur. Peygamberler doğru söylemiş­lerdi" denir. Tek bir çığlık kopar. Hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş olur. Artık bu gün kimseye hiç bir haksızlıkla bulunulmaz. İşlediklerinizden baş­kasıyla karşılık görmezsiniz." (Yasin, 36/48-54)

"Doğrusu bir tek çığlık yetecektir. Hepsi hemen bir düzlüğe dökülecek­tir." (Naziât, 79/13-14)

"Bizim buyruğumuz bir göz kırpması gibi anidir." (Kamer, 54/ 50)

"Sûr´a üflenince hepsini bir araya toplarız." (Kehf, 18/99)

"Sûr´a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbiri­ne çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır; O gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler. O gün Rabbinin arş´ını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir. Ey insanlar! O gün siz huzura alınırsı­nız. Hiç bir şeyiniz gizli kalmaz. (Hakka:, 69/13-18)

"Sûr´a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz. Gökler kapı kapı aÇüacaktır. Dağlar yürütülüp serap olacaktır." (Nebe´,78/18-20)

Sûr´a üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız." (Tâ-Hâ, 20/102)

Bu konuda nakledeceğimiz âyet-i kerimeler burada sona ermektedir.

İmam Ahmedb. Hanbel... Bişrb. Süfyan´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Amr şöyle demiştir: Bedevinin biri: "Ey Allah´ın Rasûlü, sûr nedir " diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "İçine üflenen bir boynuzdur." [84]


Kıyametin Gelişi An Meselesidir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Atiyye´den rivayet etti ki; İbn Abbas (r.a.) "Sûr´a üflendiği vakit" (Müddessir, 74/8) ayet-i kerimesini açıklarken şöyle de­di: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Ben nasıl rahat olabilirim ki, sûr´un sahibi sûr´u ağzına almış, alnını eğmiş, kendisine emir verilmesini bekliyor ki sûr´a üflesin." Sahabiler, "Ey Allah´ın Rasûlü, biz ne diyeceğiz " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) onlara şu buyruğu verdi: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. O´na güvenip dayan­dık." deyin." Bunu İmam Ahmed b. Hanbel münferiden rivayet etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben nasıl rahat olabilirim ki; Sûr´un sahibi sûr´u ağzına almış, alnını eğmiş, kulağını vermiş, kendisine emir verilmesini bekliyor (ki, Sûr´a üfle­sin)."

Müslümanlar: "Ey Allah´ın Rasûlü, biz ne diyelim " diye sorduklarında Rasûlullah (s.a.v.) onlara şu talimatı verdi: "Deyin ki: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Allah´a güvenip dayandık." [85]

Kitâb´ül-Ehval adlı eserinde Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben nasıl rahat olabilirim ki; Sûr´un Sahibi Sûr´u ağzına almış, alnını eğmiş, üflemesi için kendisine emir verilmesini bekliyor..."

Biz: "Ey Allah´ın Rasûlü, ne diyelim " diye sorduk. Buyurdu ki: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." deyin." [86]Ebû Hüreyre´nin Müsned´inde Ebû Ya´lâ el-Musılî şöyle demiştir: ... Ebû Saîd el-Hudrî, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben -yahut siz- (şüphe ravi Ebû Salih´e aittir) nasıl rahat olabilirim ki; Sûr´un Sahibi boynuzu ağzına almış, kulağını vermiş, yönünü çevirmiş, üf­lemesi için kendisine emir verilmesini bekliyor. Hemen üfleyecek!" Sahabi­ler: Ya Rasûlallah, biz ne diyelim diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.) onlara dedi ki: "Deyin ki: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Allah´a güvenip da­yandık." [87]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.), sûr sahibinden (yani İsrafil´den) bahsederken şöyle buyurmuş­tur: "Onun sağında Cebrail, solunda da Mikâil (a.s.) vardır."[88]

İbn Mâce... Ebû Saîd´den rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sûr sahiplerinin ellerinde iki boynuz vardır. (Üflemeleri için kendi­lerine) emir verilecek zamanı gözlerler." (İbn Mâce, Zühd 2/33)

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İki sûr üfleyicisi ikinci gök katmdadır-lar. Birinin başı batı ufkunda, ayaklarıysa doğu ufkundadır. Sûr´a üflemeleri için kendilerine verilecek üfleme emrini beklerler." Bunu İmam Ahmed b. Hanbe* münferid olarak rivayet etmiştir. [89]

Bu hadisin ravileri arasında adı geçen Ebû Mirye künyeli kişinin asıl adı Abdullah b. Amr el-İclî´dir. Kendisi meşhur ravilerden değildir. Bu hadiste sözü edilen iki melekten biri belki de İsrafil´dir ki, Sûr´a üfleyecek olan odur. Nitekim bununla ilgili açıklama Sûr hadisinde uzun uzadıya verilecektir. Meleklerin ikincisi ise nakura (o da Sur gibi bir şey) üfleyecek olandır. Sûr ve nakur, bir çok birimleri kapsayan bir cins adı olabilir. Bu meleklerden, ha­diste iki sur üfleyicisf diye bahsetmiştik. "İki üfleyici"nin arapça karşılığı olan "EI-Neffahân" kelimesinin başındaki lâm-ı tarif ahd-i harici içindir. Bu iki meleğe, üfleme işinde tabi olan göreceli başka melekler vardır. Doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır.

İbn Ebi´d-Dünyâ... Yezid b. Esamm´dan rivayet etti ki; İbn Abbas şöy­le demiştir: "Sûr sahibi bu göreve getirildiğinden beri gözünü kırpmamıştır. Gözleri iki parlak yaldız gibidir. Arş´ın bulunduğu tarafa bakar. Gözünü yumduğu takdirde, açamadan, üflemesi için kendisine emir verilir de göre­mediği için emri yerine getirememe korkusuyla gözlerini hiç yummaz." [90]


Sûr Hadisi
Kıyamet Sahnesinin Veya Bir Bölümünün Tasviri:



Müsned adlı eserinde Hafız Ebû Ya´lâ el Musılî... Ebû Hüreyre´den ri­vayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), ashabından bir guruba hitaben şöyle buyur­muştur: "Doğrusu Cenab-ı Allah göklerle yerin yaratılışını tamamladıktan sonra Sûr´u yaratıp İsrafil´e teslim etti. O, Sûr´u ağzına dayamış, gözlerini arşa dikmiş, (üflemesi için) kendisine emir verilmesini bekliyor."

Ebû Hüreyre diyor ki: Ben kendisine şu soruyu sordum:

— Ey Allah´ın Rasûlü, sûr nedir

— Boynuzdur.

— Nasıldır o

Ç°k büyüktür. Beni hak dinle gönderen zâta yemin ederim ki; onda-1 bir dairenin genişliği, göklerle yerin genişliği kadardır. Ona üç kez üfleyef t ..´ J^1 korku ve panik üflemesidir. İkincisi düşüp ölme üflemesidir. Çuncüsüyse âlemlerin Rabbinin huzuruna gidip toplanma üflemesidir. Ceva » ^an> İsrafil´e ilk üfleme için emir verir ve "Korku, panik üflemesini P der. Bu üfleme yapılınca gökteki ve yerdeki varlıkların -Allah´ın dile dikleri dışında- tümü paniğe kapılır. Üfleyişi uzatması, Allah tarafından Is-râfile emredilir. Ara vermeden uzunca üfler. Bu uzun üfleyiş hakkında Ce-nab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Bunlarda ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemekte­dirler." (Sâd, 38/6)

Dağlar, bulutlar gibi yürütülecek, serâb olacaktır. Yer de tıpkı denizde dalgalara tutulmuş bir gemi gibi üzerindekileri sarsacak, Arş´a asılı bir kan-dilmiş gibi ruhlar tarafından s ali anacaktır. Bilesiniz ki, Cenab-ı Allah bu du­rumu şöyle anlatmıştır:

"O gün bir sarsıntı sarsar. Peşinden bir diğeri gelir. O gün kalbler titrer." (Naziât. 79/6-8)

Yer, üzerindeki insanları sarsar; emzikli kadınlar çocuklarını unutur ha­mile olanlar yavrularını düşünürler. Çocuklar ihtiyarlar. İnsanlar paniğe ka­pılarak kanatlanır, uçarlar. Melekler karşılarına çıkarak onları tokatlar, geri döner, kaçarlar. Onları Allah´ın azabından koruyacak kimse yoktur. Birbirle­rine seslenirler. Onlar bu haldeyken yer, bir uçtan bir uca çatlayıp ikiye bö­lünür. Daha önce benzerini görmedikleri müthiş bir durumla karşılaşırlar. Öyle bir korku ve paniğe kapılırlar ki, miktarını ancak Allah bilir. Göğe ba­karlar... erimiş maden gibi olduğunu görürler. Sonra gök yarılır, yıldızlar et­rafa saçılıp düşer, güneş ve ay kararır. Rasûullah (s.a.v.) bu hususta şöyle bu­yurmaktadır:

"Ama ölüler bu olup bitenlerin farkına varmazlar."

Ebû Hüreyre dedi ki: "Sûr´a üfürüldüğü gün, Allah´ın diledikleri bir ya­na, göklerde olanlar da yerde olanlarlar da, korku içinde kalırlar." (Nemi, 27/ 87) Bu âyet-i kerîmede korku ve panikten "Allah´ın diledikleri" diye istisna edilerek etkilenmeyecek olanlar şehidlerdir. Korku ve panik ancak, dirileri etkiler. Şehidlerse Allah katında diri olup rızıklanırlar. Onlar o günün korku­sundan güvende olurlar. Bu korku ve panik, Cenab-ı Allah´ın şerli ve kötü kullara salacağı bir azâbdır. Bununla ilgili olarak O, şöyle buyurmuştur:

"Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur. Her ha­mile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün. Oysa sarhoş de­ğildirler. Fakat bu sadece Allah´ın azabının çetin olmasındandır." (Hacc, 22/1-2)

Allah´ın dilediği bir süre kadar azâb içinde dururlar. Ama bu azabın uzun süreceği muhakkaktır. Sonra Cenab-ı Allah, üflemesi için İsrafil´e emir verir. O da ikinci aşamadaki düşüp ölme üflemesini yapar, lifleyince, gökte ve yerde -Allah´ın dilediği dışındaki- herkes ölür. Canları çıktıktan sonra, ölüm meleği, güç ve kudret sahibi Allah´ın huzuruna gelerek şöyle der:

— Ya Rab! Gökte ve yerde -senin dilediklerinden başka- herkes öldü.

— (Gerçi Allah kimin hayatta kaldığını daha iyi bilir ama yine de sorar:} Kim hayatta kaldı

— Ya Rab ölümsüz ve diri olan sen hayatta kaldın. Arş´ını taşıyanlar Cebrail, Mikâil ve ben hayatta kaldık.

— Cebrail ve MikâÜ de ölsünler.

Bundan sonra Cenab-ı Allah Arş´ı konuşturur. Arş der ki:

— Ya Rab, Cebraîl ve Mikâil ölüyorlar, öyle mi

— Sus. Ben ölümü, arşımın altında bulunan herkese yazdım. Dolayısıy­la Cebrail ve Mikâil ölecektir.

Bundan sonra ölüm meleği, güç ve kudret sahibi Allah´ın huzuruna ge­lerek der ki:

— Ya Rab! Cebrail ve Mikâil öldüler. Ben ve Arş´ı taşıyan melekler ha­yatta kaldık.

— Arşımı taşıyanlar da ölsünler.

Arşı taşıyanlar da Ölürler. Yüce Allah arşa emir verir. Arş, Sûr´u İsra­fil´den alır. Bundan sonra ölüm meleği, güç ve kuvvet sahibi Allah´ın huzu­runa gelerek der ki:

— Ya Rab, arşını taşıyan melekler de öldüler.

— (Gerçi Allah kimin hayatta kaldığını daha iyi bilir ama yine de sorar:) kim hayatta kaldı

— Ya Rab, ölümsüz ve dizi olan sen hayatta kaldın. Bir de ben kaldım. -- Sen bir sebepten dolayı yarattığım bir yaratığımsm. Sen de öl. Ölüm meleği de ölür. Artık geride sadece bir, kahr edici güce sahip, tek,

her şey kendisine muhtaç olduğu halde kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, doğurmayan, doğurulmayan, bir tek dengi dahi bulunmayan, ezeli ve ebedi olan gökleri ve yeri kitap gibi düzen, sonra yeri ve göğü yayan, ardısıra üç kez saran Allah kalır. "Sonsuz gücün sahibi benim" der. Bunu da üç kez söy­ler. Sonra kendi kendine "Bugün hükümranlık kimin " diye sorar. Cevap ve­ren olmaz. Sonra yine kendi kendine şu cevabı verir: "Kahredici güce sahib olan tek Allah´ındır." Yer ve gökler götürülüp yerlerine başka yer ve gökler getirilir. Bunları dümdüz biçimde yayar. Yeri Ukaz panayırmdaki deri gibi uzatıp serer. Oradan ne çukur ne de tümsek kalır. Sonra Cenab-ı Allah mah-lukata bir ünleyişle ünler. Onlar eski hallerine dönerler. Toprağın bağrında olanlar bağrında; üstünde olanlar üstünde kalırlar sonra Cenab-ı Allah üzeri­nize, arşın altıdakileri indirir. Sonra yağmur yağdırması için göğe emir verir de kırk gün müddetle yağmur yağdırır. Öyleki yaratıkların üstünde oniki zi­ra´ yüksekliğinde su birikir. Sonra Cenab-ı Allah cesedlere, bitki bitirmeleri­ni emreder de cesedler bakla bitkisi gibi bitkiler bitirirler. Cesedleri tekâmül ettiğinde yüce Allah: "Cebrail ve Mikâil dirilsinler" der... Onlar dirilirler. Sonra Cenab-ı Allah ruhları çağırır da onlar gelirler; müslümanlann ruhları ışık saçar, diğerlerininkiyse saçar. Ruhların hepsini Allah kabzedip sûr´un içine atar. Sonra da ölülerin diriltilmeleri amacıyla sûr´a üflemesini isrâfile emreder. O üfleyince ruhlar arı gibi gelir, gökle yerin arasını doldururlar. Aziz ve Celil olan Allah: "Onur ve üstünlüğüm hakkı için her ruh, mutlaka bedenine dönsün" diye emreder. Bu buyruk üzerine bütün ruhlar, topraktaki bedenlerine girerler. Önce genizden içeri girip tıpkı zehirin ışınlan kimsenin içine yayılışı gibi bedene yayılırlar. Sonra üzerinizdeki (mezar) toprağı yan-«r ve dışarı çıkarsınız. İlk çıkacak olanınız benim. Sonra hızla akın ederek Rabbinizin huzuruna varırsınız.

"Gözleri dalgın dalgın çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak ka­birlerden çıkarlar. İnkarcılar: "Bu zorlu bir gündür" derler." (Kamer, 54/7-8.j

Yalınayak, çıplak ve sünnetsiz halde bir yerde yetmiş sene kadar bekler­siniz de size bakılmaz, hakkınızda hüküm verilmz. Göz yaşlarınız kuruyun-caya dek ağlarsınız. Sonra gözlerinizden kan akar. Gözyaşına ve kana batar­sınız. Yaşlar ağzınıza ya da kulaklarınıza kadar çıkar. Sıkıntıya düşer gürül­tü eder ve şöyle dersiniz: "Hakkımızda hüküm versin diye bizim için kim Rabbimizin huzurunda şefaatçi olur " Derler ki: "Bu hususla babanız Âdem´den daha liyakatli kim vardır ! Çünkü Allah onu kendi eliyle yarattı. Ona kendi ruhundan üfledi. Önce onunla konuştu." Böyle dedikten sonra Âdem´in yanma gider, kendilerine şefaatçi olmasını isterler. O, kabul etmez ve "Ben bunu yapacak durumda değilim"der. Ondan sonra birer birer diğer peygamberlerin yanına giderler. Ama hiç bîri şefaatçi olmayı kabul etmez.

Nihayet yanıma gelirsiniz. Ben de koşmaya başlar, nihayet Fahs´a gelir orada secdeye kapanırım. (Ebû Hüreyre): Fahs nedir, ya Rasulallah diye sorduğunda Rasulallah (s.a.v.) buyurdu ki: Orası Arş´in ayağının konduğu yerdir." Derken Cenab-ı Allah bana bir melek gönderir. O melek pazumdan tutarak beni kaldırır. Rabbim bana der ki:

— Ey Muhammedi

— Evet ey Rabbim, buyur.

— Nedir bu halin (Tabii O, benim halimi benden daha iyi bilir.)

— Ey Rabbim (günahkârlara) şefaatçi olacağımı bana vaad etmiştin. Şimdi onlar için şefaatçi olmamı kabul buyur ve bu kulların hakkında hüküm ver.

— Seni onlara şefaatçi kıldım. (Ey kullarım) Ben size gelip hakkınızda hüküm vereceğim.

Ben de dönüp insanların yanında dururum. Biz beklemekteyken gökten şiddetli bir ses duyarız. Göktekiler, yerdeki cin ve insanlar gibi dünyaya iner­ler. Onların ışığıyla yer aydınlanır. Saf halinde dururlar. Onlara: "Rabbimiz aranızda mıdır " diye sorarız. Onlar da: "Hayır ama gelmektedir" derler. Sonra bir o kadar daha gök halkı yere iner. Nihayet zorlu gücün sahibi kutlu ve yüce Allah ile melekler, bulut gölgeleri içinde inerler. O gün Rabbinin ar­şını sekiz melek taşır. Ama bugün arşı dört melek taşımaktadır. Ayakları ye­rin en alt tabakasının sınırına kadar uzanır. Göklerle yer onların kucağında, arş ise omuzlarında olacaktır. "Onur ve ezici güce sahib olan Allah, noksan­lıklardan münezzeh ve yücedir. Hükümranlığın ve yüksek âlemlerin sahibi olan Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Yaratıkları öldüren ama kendisi ölümsüz olan Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir." diyerek tespihatta bulunurlar.

Bundan sonra Cenab-ı Allah kürsüsünü yeryüzünün dilediği bir tarafına koyar sonra da şöyle seslenir: "Ey cinler ve insanlar topluluğu! Sizi yarattı­ğını günden şu güne kadar size kulak verip sizi dinledim, amellerinizi (yap­tıklarınızı) seyrettim. Şimdi de siz beni dinleyin. Size anlatılacak olanlar, sizin yaptıklarımzdır. Amel defterleriniz size okunuyor. Amel defterinde iyi şeyler bulan kimse, bundan ötürü Allah´a hamdetsin. Ama iyi şeyler bulma­yan kimse, sadece kendini kınasın."

Bundan sonra Cenab-ı Allah cehenneme emir verir. Bu emir üzerine oradan bir kısmı nurlu, bir kısmı zulümatlı bir topluluk çıkar. Sonra Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Ey suçlular! Bugün müminlerden ayrılın. Ey insano-ğulları! Ben size, şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. Bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi " Andolsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı. Akletmez miydiniz İşte bu, size söz verilen cehen­nemdir. Bugün inkârcılığmıza karşılık oraya girin." (Yasin, 36/59-64)

Cenab-ı Allah insanları birbirinden ayırır. Amel defterlerini almaları için ümmetlere çağrıda bulunur. Ümmetler, korkudan diz üstü çökmüş ola­rak görürsün. Her ümmet, kitabına çağrılır. Onlara denir ki: "Bugün size, iş­lediğinizin karşılığı verilecektir." (Câsiyc, 45/28)

Cenab-ı Allah çiftlerle insanlar dışındaki yaratıkları arasındaki davaları halleder. Yırtıcı hayvanlarla diğer hayvanlar arasındaki davaları hükme bağ­lar. Öyleki boynuzsuzun boynuzlarmdaki hakkını alır. Bu işleri tamamladık­tan ve hç birinin diğerinde hakkı kalmadıktan sonra bilcümle hayvanata: "Toprak olun" der. Bu durumu gören kâfir, "Keşke bende toprak olaydım" der. Bundan sonra Cenab-ı Allah, kullar arasındaki davalara bakar. İlk olarak kan davalarını ele alır. Allah yolunda öldürülenlerin tümü oraya gelirler. Öl­dürülen (şehid) kimseye, gelmesini Allah emreder. O da şah damarlarından kan fışkırmakta olan kesik başını alıp gelir ve "Yarab! Bu beni niye öldür­dü " diye sorar. Cenab-ı Allah ta -öldürme sebebini çok iyi bildiği halde- öl­dürene, onu niçin öldürdüğünü sorar. O da; "Ya Rab, üstünlük senin olsun diye onu öldürdüm"der. Allah da ona, "Doğru söyledin" diye cevap verir ve yüzünü göklerin nuru gibi parlak kılar. Sonra melekler onu hemen cennete götürürler. Sonra bundan başka amaçlarla öldürülenler gelirler. Cenab-ı Al­lah, öldürülmüş olana emir verir; o da şah damarlarından kan fışkırmakta olan kesik başını alıp gelir ve: "Ya Rab, bu beni niye öldürdü " diye sorar. Cenab-ı Allah onun öldürülme sebebini herkesten çok daha iyi bildiği halde, öldürene; onu niçin öldürdüğünü sorar. O da; "Ya Rab! Üstünlük benim ol­sun diye onu öldürdüm" diye cevap verir. Cenab-ı Allah ona "Kahr ol!" kar­şılığını verir.

Bundan sonra her katile kısas uygulanır. Haksızlıklar telafi edilir. Za­limler, Allah´ın dilediği şekilde muamele görürler. Dilerse onlara azâb eder; dilerse merhamet eder. Bundan sonra Cenab-ı Allah, geride kalan diğer kul­ların davalarına bakar, kimsenin kimsede alacağı kalmaz, herkesin hakkını alıp sahibine verir, mazlumun zalimdeki hakkını alır. Öyle ki, süte su katmış olana da, sütünü halis kılmasını, katıksız hale getirmesini emreder. Cenab-ı Allah bu işleri bitirdikten sonra bir münadi, bütün mahlukata duyuracak bir sesle şöyle seslenir: "Herkes Allah´ı bırakıp da tapmış olduğu kendi tanrısı­nın yanına gitsin!" Her kim Allah´tan başkasına tapmışsa, tapındığı o şey, karşısına dikilir. O gün meleklerden biri Uzeyr (a.s.)´nı; biri de İsâ (a.s.)´ın kılığına bürünüp ortaya çıkar. Yahudiler Üzeyr´in kılığmdaki meleğe; Hris-tiyanlar da İsa´nın kılığmdaki meleğe tabi olurlar. Sonra tanrıları onları ate­şe çağırır. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Eğer bunlar tanrı olsalardı cehenneme girmezlerdi. Hepsi orada temeli kalacaktır.1´ (Enbiyâ, 21/99)

Geride -aralarında münafıklar da olmak üzere- sadece müminler kalır. Cenab-ı Allah onları dilediği şekilde hesap yerine getirir. Onlara: "Ey insan­lar! Herkes tanrısının yanına gitti. Siz de tanrınızın ve Allah´tan başka tap­tıklarınızın yanma gidin" der. Onlar da; "Yemin ederiz ki, bizim sadece Al­lah´ımız vardır. Dünyadayken O´ndan başkasına tapmazdık" diye cevap ve­rirler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah onları bir tarafa bırakır. Dilediği bir müddet böyle kalır. Sonra yine gelip onlara: "Ey insanlar! Herkes tanrısının yanına gitti. Siz de tanrınızın ve Allah´tan başka taptıklarınızın yanma gi­din." der. Onlar da: "Yemin ederiz ki, bizim sadece Allah´ımız vardır. Dün­yadayken O´ndan başkasına tapmazdık." diye cevap verirler.

Bunun üzerine Cenab-ı Allah paçaları sıvar, O´nun, kendilerinin rableri olduğunu anlayacakları şekilde tecelli edip azametini onlara gösterir. Bu te­celli karşısında hepsi yüz üstü secdeye kapanırlar. Münafıklarsa enseleri ye­re gelecek şekilde düşerler. Cenab-ı Allah onların bellerini sığır boynuzu gi­bi yapar. Sonra izin verir... Başlarını secdeden kaldırırlar.

Bundan sonra Cenab-ı Allah, cehennemin iki yakası arasına kıldan ince ve kılıçtan keskince, sırat köprüsünü kurar. Sıratın üzerinde çengeller, sivri demirler ve hurma dikeni gibi dikenler vardır. Sıratın alt tarafında kaygan bir köprü vardır. Oradan bir göz açıp kırpacak veya şimşek çakacak veya rüzgar esecek veya rahvan atla koşacak yahut koşucu bir adamın koşarak geçebile­ceği kadar kısa bir zamanda geçerler. Kimi salimen kurtulur. Kimi tırmala­narak kurtulur. Kimi de yüzüstü cehenneme atılır.

Cennetlikler cennet tarafına gönderildiklerinde; "Kim bizim için Rabbi-mizin katında şefaat eder ki Rabbimiz bizi cennete koysun !" derler. "Bu ise babanız Adem´den daha liyakatli kim vardır Çünkü Allah onu kendi eliyle yarattı. Ona kendi ruhundan üfledi. Önce onunlu konuştu."

Adem (a.s.)´in yanına gider, durumu ona anlatırlar. O da (cennette işle­diği) günahını onlara hatırlatarak şöyle der: "Ben bu işi yapabilecek durum­da değilim. Ama Nuh´un yanına gidin. Çünkü o, Allah´ın kullarına gönder­miş olduğu Resullerin ilkidir."

Nuh (a.s.)´ın yanına gider, durumu ona anlatırlar. Şefaatçi olmasını is­terler. O da bir şeyler söyler ve, "Musa´ya gidin. Ben bu isteğinizi yerine ge­tirebilecek durumda değilim" der. Musa (a.s.)´ın yanma gider, kendilerine şefaatçi olmasını isterler. O da bir günah işlemiş olduğunu söyleyerek, "Ben bu isteğinizi yerine getirebilecek durumda değilim. Siz, Allah´ın ruhu ve ke­limesi olan Meryem oğlu İsa´nın yanına gidin." der.

İsâ (a.s.)´ın yanına gider, ondan, kendilerine şefaatçi olmasını isterler. O da, "Ben bu isteğinizi yerine getirebilecek durumda değilim. Ama Muham-med (s.a.v.)´in yanına gidin."der.

Benim yanıma gelirler. Rabbim katında bana vaadedümiş üç şefaat hak­kı vardır. Hemen harekete geçer cennete gider ve cennet kapısının halkasını tutarım, kapının açılmasını isterim; kapıyı bana açarlar. Bana selâm verilir, merhaba denir. Cennete girip Aziz ve Celil olan Rabbime baktığımda secde­ye kapanırım. Yaratıklarından hiç birine vermediği kadar bana, kendisine hamd edip temcidte bulunmama izin verir. Ardından bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır, şefaatte bulun, şefatini kabul edeyim; iste ki sana vereyim." der. Başımı kaldırdığımda durumumu benden daha iyi bilen Allah bana "Ne­yin var Ne istiyorsun " diye sorar. Ben de: "Ya Rab! Bana, şefaat ve bulu­nabileceğimi vaadetmiştin. Cennetliklere şefaat etmeme izin verki cennete girsinler." derim. Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki: "Seni onlara şefaatçi kıldım. Cennete girmelerine izin verdim."

Beni hak dinle göpderen zât´a yemin ederim ki; sizler dünyada, cennet­liklerin cennetteyken kendi eş ve meskenlerinin tanıdıkları kadar kendi eş ve meskenlerinizi tanıyamazsınız."

Cennetliklerden her bir erkek, Allah´ın yarattığı şekildeki yetmiş iki (Huri) kadın ve iki de Âdem neslinden olan kadının kocası olur. Bu iki ka­dın, dünyada Allah´a yapmış oldukları ibadet sebebiyle Allah´ın dilediği di­ğerlerinin (yani hurilerin üzerine) efdal kılınırlar.

Cennetlik koca, (huri) eşlerinden birinin yakuttan mamul olan odasına girer. O kadın altın bir taht üzerinde oturacak, başında inciden yapılmış bir taç bulunacaktır. Odanın sündüs ve istebraktan yapılmış yetmiş basamaklı bir merdiveni vardır. Adam, elini zevcesinin omuzları arasına koyar. Sonra göğsüne bakar; elbisesinin altından cildini ve etini görür. Bacaklarının etine baktığında, yakut gerdanlığın tanelerinin içine geçirilmiş ipliği gördüğü gibi (kemiklerini ve iliklerini) görür. Kocanın ciğeri kadına, kadmmki de kocaya birer ayna gibi olur. Koca bu minval üzere karısının yanındayken, ikisi bir­birlerinden asla bıkmazlar. O esnada kocaya şöyle seslenilir: "Senin eşinden, eşinin de senden bıkmadığını anladık. Ancak senin bundan başka eşlerin de vardır." Bu çağrıyı duyduktan sonra eşinin odasından çıkar. Diğer eşlerine birer birer uğrar. Her birinin yanına vardığında eşleri kendisine: "Valahi cen­nette senden daha güzel biri yoktur. Cennette senden daha çok sevdiğim bir Şey yoktur." der.

Cehennemlikler cehenneme düştüklerinde Rabbinin yaratıklarından amelleri kendilerini helak etmiş bir gurup insan ateşe düşer. Ateş, kiminin ayaklarının üst tarafına geçmez. Sadece ayaklarını tutar. Kimini böğürlerine kadar tutar. Kiminin cesedinin tümünü tutar. Yalnız yüzü dışarda kalır. Al­lah, onun boynunu ateşe haram kılar. Ben: "Ya Râb! Ümmetimden ateşe dü­şünlere beni şefaatçi kıl." derim. Aziz ve Celil olan Allah: "Tanıdıklarınızı beşten çıkarın" diye emreder. Onlar, bir taneleri dahi içeride kalmıyacak şe­kilde ateşten çıkarlar. Sonra Cehab-ı Allah, şefaatte bulunmama izin verir. Şefaat etmeyen bir peygamber ve şehid kalmaz, hepsi şefaat ederler. Aziz ve Celil olan Allah: "Kalbinde bir dinar ağırlığınca imân bulunan her kimi bu­lursanız, onu da ateşten çıkarın" diye emreder. Boyleleri de bir taneleri dahi içeride kalmamacasına dışarı çıkarılırlar. Sonra Cenab-ı Allah şefaati kabul buyurup, "kalbinde bir dinarın üçte ikisi ağırlığınca imân bulunan kimseleri de, üçte bir dinar ağırlığınca imân bulunan kimseleri de, bir kırat ağırlığınca imân bulunan kimseleri de, bir hardal tanesi ağırlığınca imân bulunan kimse­leri de ateşten çıkarın." diye emreder. Bunlar, içeride bir taneleri dahi kalma­macasına ateşten çıkarılırlar. Öyleki, Allah rızası için sadece bir hayır işle­miş olan kimse de ateşte kalmaz. Hatta kendisi için şefaat edilmeyen ve hak­kında yapılan şefaatin kabul edilmediği bir kimse kalmaz. Allah´ın rahmeti­ni gördükten sonra kendisi için de şefaat edileceği ümidiyle İblis dahi ayak­ları üstüne dikilecek boyunu uzatıp kendini gösterir. Bundan sonra Cenab-ı Allah: "Merhamet edicilerin en fazla merhametlisi ben ve ben kaldım." der. Elini cehenneme sokar. Oradan sayısını ancak kendisinin bildiği miktarda in­sanı çıkarır. Taneleri andıran bu insanları Hayvan nehri denen bir nehire sa-vurur. Bunlar sel sularının getirdiğ çer çöp arasındaki taneler gibi biterler. Güneşe bakan tarafları yeşil, gölgede kalan taraflarıysa sarı olur. Biter ve in­ci taneleri gibi olurlar. Boyunlarına: "Bunlar, Rahmanın azâd ettiği cehen­nemliklerdir" ibaresi yazılır. Cennetlikler onları bu yazıdan tanırlar. Asla ha­yır işlemedikleri halde bunlar da cennette kalırlar."[91]

Hadisin buraya kadarlık kısmını Ebubekir el-Arabî, merhum Ebû Ya´lâ´dan rivayet etmiştir. Meşhur olan bu hadisi bir gurup imam kendi ki­taplarında rivayet etmişlerdir. Örneğin İbn Cerir, tefsirinde; Taberânî, Mu-tevvelâtında, Hafız el-Beyhakî, el-Ba´s ve´n-Nûşûr (327) adlı kitabında; Ha­fız Ebû Musa da Medine kıssacısı İsmail b. Rafi kanalıyla, el-Mütevvelat ad­lı kitabında bu hadisi rivayet etmiştir. Bunun bazı fadelerinde münkerlik ve ihtilaf vardır. Bu hadisin rivayet yollarını münferid bir cüzde açıklamış imdir.

Ben derim ki: Bu hadisin ravileri arasında adı geçen İsmail b. Rafi el-Medinî, hadis uyduranlardan değildir. Sanki o bu hadisi çeşitli yollardan ve müteferrik yerlerden derlemiştir. Kendi çağındaki önde gelenlerden bir gu­rup onun yanında hazır bulunmuştur. Ebû Asım en-Nebil, Velid b.Müslim, Mekki b. İbrahim , Muhammed b. Şuayb b. Sabur, Abduh b. Süleyman ve dğer bazı büyüklerden oluşan bir cemaat, kendisinden hadis rivayet etmiştir. Hafız b. Musa el-Medinî, yukarıdaki hadisi İsmail b. Rafi el-Medinî´den ri­vayet ettikten sonra şöyle demiştir: "Bu hadisin senedi her ne kadar eleştiril-mişse de bu hadisteki ifadelerin büyük bir kısmı, sabit senedlerle ayrı ayrı ri­vayet edilmiştir."

Hafız b. Musa el-Medinî böyle dedikten sonra mezkûr hadisin garip ta­raflarından bahsetmiştir.

Şimdi biz bu uzun hadisi kısım kısım ele alıp açıklamaya çalışacağız. Yardımı dilenilecek olan zât, yüce Allah´tır. [92]


Sûr Üflemeleri
Ölümünden Sonra Çürüyen Bedenden Geride Sadece Kuyruk Sokumu Kemiği Kalır:



Sûr´a üç kez üflenecektir. Birincisi insanlara korku ve panik veren üfle­me; ikincisi, insanların düşüp öleceği üfleme; üçüncüsü de dirilmelerini sağ­layacak olan üflemedir. Bununla ilgili açıklama, önceki kısımda nakl edilen sûr hadisinde uzun uzadıya verilmişti.

Sahih adlı kitabında Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İki üfleme arasında kırk gün vardır." Bu hadisi naklederken Ebû Hü-reyre´yi dinleyenler, kendisine şöyle sordular:

— Hadiste geçen kırktan kasıt, kırk gün müdür

— Bilmediğim koşuda konuşmam.

— Kırktan kasıt, kırk ay mıdır

—- Bilmediğim konuda konuşmam.

-— Kırktan kasıt, kırk sene midir

Şimdi bu hadisin yukarıda kalan kısmına devam edelim: "Sonra gökten bir su iner. (Ölü) insanlar, bakla biter gibi biterler (canlanırlar). İnsanın (öl­dükten sonra) kuyruk sokumu kemiği dışında her tarafı çürür. Kıyamet gü­nünde insanlar ondan terkib edilip (diriltilirler.)" [93]

İmam Ahmed b. Hanbel.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ademoğlunun her tarafı çürür ve onu toprak yer. Sadece kuyruk soku­mu kemiği kalır (çürümez.) İnsan ondan yaratılmıştır, ondan terkib edilecek­tir." (Müslim, 3/2271)

Bunu İmam Ahmed münferiden rivayet etmiştir ve bu rivayet, Müs­lim´in şartına uygundur.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanın kuyruk sokumu kemiği dışındaki her şe­yini toprak yer."

Kuyruk sokumu kemiği nedir, ya Rasûlallah diye sorduklarında şu ce­vabı verdi: "O bir hardal tanesi kadardır. İnsanlar (çürümelerinden sonra) o kemikten terkib edilirler." [94]

Burada söylenmek istenen, sûr´a yapılacak olan iki üflemedir. Bu iki üf­leme arasında kırk gün veya kırk ay yahut kırk senelik bir süre geçecektir. Allah bilir ya bu iki üflemeden biri, göktekilerle yerdekilerin düşüp ölmele­rini grçekleştirecek olandır. Diğeri de bu ölenlerin ölmelerini gerçekleştire­cek olandır. Diğeri de bu ölenlerin dirilip haşredilmelerini sağlayacak olan-üır- Bu iki üfleme arasında geçen süre zarfında bir yağmur yağacaktır.

Burada üzerinde durulan husuflardan biri de, insanın kendisinden yara­tıldığı ve kıyamette yine ondan terkib edilip canlandırılacağı kuyruk sokumu ^emiğidir. Belki de iki üflemeden kasıt, korku ve panik üflemesiyle, gökteki ve yerdekilerin düşüp ölmeleriyle sonuçlanan üflemedir. Burada anlatılmak istenen budur. Her hal-ü kârda bu iki üfleme arasında geçecek bir müddet ol­malıdır. Sûr hadisinde de anlatıldığı gibi o süre zarfında çok büyük olaylar cereyan edecektir. [95]


Kıyamet Gününün Bazı Korkulu Halleri:



Bu haüerden biri yerin, üzerindeki sağa sola sallayıp sarsmasıdır. Bu hu­susta yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yer­yüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insanın: "Buna ne oluyor " dediği za­man..." (Ziizâl, 99/1-3)

"Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur. Her ha­mile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş de­ğildirler. Fakat bu sadece Allah´ın azabının çetin olmasındandır." (Hacc, 22/1-21

"Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin-yalan olmadığı ortaya çıkacaktır. Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sar­sıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz:" (Vakıa, 56/1-7)

Bu korku ve paniğe düşürme üflemesi, kıyametin ilk başlangıcı olduğu­na göre "Kıyamet günü" adı, bütün bunları kapsayan uygun bir ad olur...

Buharî´nin Sahih´inde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğuna göre Ra-süıullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet muhakkak kopacaktır. Hem de iki kişi (satıcı ile müşteri) ku­maşı aralarında açıp yayarlar. Onu alıp satmadan ve dürmeden (ansızın) kı­yamet kopacaktır. Kıyamet muhakkak kopacaktır. Hem de kişi, sağmal deve­sini sağıp ta sütünü içmeye fırsat kalmadan kıyamet kopacaktır. Kıyamet muhakkak kopacaktır. Kişi havuzunu sıvayıpta içinden su içemeden kıyamet (ansızın) kopacaktır. Kıyamet muhakkak kopacaktır. Kişi lokmayı ağzına gö­türmüşken onu yiyemeden kıyamet (ansızın) kopacaktır." [96] Bu hadiste anlatılanlar, korku ve panik üflemesi öncesindeki durumlar olarak algılanmalıdır. Çünkü bu üfleme, kıyametin ilk başlangıcıdır.

Önceki sayfalarda nakledilen ve âhir zaman insanlarının evsafını anla­tan hadiste ifade edildiğine göre onlar, insanların en şerlileridir ve kıyamet, onların üzerine kopacaktır.

Önceki sayfalarda nakledilen ve İbn Rafi´in rivayet ettiği sûr hadisinde anlatıldığına göre iki üfleme arasında gök yarılacak, gökteki yıldızlar etrafa saçılacak, ay ile güneş kararacaktır. Allah bilir ya bu, göktekilerle yerdekile­rin düşüp ölmelerine neden olacak üflemeden sonra olacaktır. Bu hususta yü­ce Allah şöyle buyurmuştur:

"Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, herşeye üstün gelen tek Allah´ın huzuruna çıktıkları günde, sakın Allah´ın peygam­berlerine verdiği sözden cayacağını sanma. Doğrusu Allah güçlüdür, öc alandır. O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün. Gömlekleri katran­dan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir." (İbrahim, 14/47-49)

"Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman -ki gök boyun eğecektir- ..." (İnşikâk, 84/1-2)

"Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın biraraya getirildiği za­man, işte o gün insan: "Kaçacak yer nerede " der. Hayır, hayır, bir sığınak yoktur. Ey insan! O gün sen, Rabbinin huzuruna varıp durursun. O gün, in­sanoğluna önde ve sonda yaptığı ne varsa bildirir. Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir." (Kıyamet, 75/7-15)

Bütün bunların, göktekilerle yerdekilerin düşüp ölmelerine sebeb olacak üflemeden sonra vukubulacağı anlatılacaktır. Ama yeryüzünün sarsılması, buna bağlı olarak çatlayıp yazılması, insanların, yerin köşe bucağına kaçma­ları ise, korku ve panik üflemesinden sonra, göktekilerle yerdekilerin düşme­lerine neden olacak üflemeden önce olması münasiptir.

Yüce Allah, Firavun kavminden olan mümin kimsenin durumundan bahsederken şöyle buyuruyor: "Ey Milletim! Ah-ü figân gününden sizin he­sabınıza korkuyorum. Arkanıza dönüp kaçacağınız gün Allah´a karşı sizi ko­ruyan bulunmaz." (Gafir, 40/32-33)

"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah´ın verdği bir güç olmaksızın geçemez­siniz ki! Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Ey in­sanlar ve cinler! Üzerinize dumansız bir alev ve ateşsiz bir duman gönderilir de kurtulamazsınız. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlar­sınız " (Rahman, 55/33-36)

İmam Ahmed b. Hanbel´in müsnedinde, Sahih-i Müslim´de, dört sü-nen´de Ebû Şureyha Huzeyfe b. Üseyd´den rivayet olunan ve önceki kısım­larda geçen bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizler on alâmeti görmeden.kıyamet kopmayacaktır." Böyle dedikten son­ra Rasûlullah (s.a.v.), o on alâmeti saymış ve sonunda da şöyle buyurmuştur:

"... Bu alâmetlerin sonuncusu, Aden´in derinliğinden çıkarak insanları önüne katıp mahşere götürecek olan bir ateştir." (Müslim. 3/2226)

Bu ateş, âhir zamanda yeryüzünün her tarafındaki insanları önüne katıp, haşir ve neşir yeri olan Şam´a sevkedecektir.[97]


Ahir Zamanda İnsanları Önüne Katıp Mahşere Sevk Edecek Olan Ateş:



Buharı ve Müslim´in Sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar üç yöntemle haşredilecek-lerdir. Kimi rağbet ve imrenme havası, kimi de korkup kaçma havası içinde olacaktır. İkisi bir deve üstünde, üçü bir deve üstünde, on tanesi de bir deve üstünde olacaktır. Geride kalanlarıysa ateş, önüne katıp haşir yerine götürür. Giderken dinlendikleri yerde o ateşte onlarla birlikte dinlenir. Akşamladıkla­rı yerde onlarla birlikte geceler." [98]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sabit b. Enes´ten rivayet etti ki; Abdullah b. Selâm, Rasûlullah (s.a.v.)´e kıyamet alâmetlerinin ilkini sordu. Rasûlullah (s.a.v.) de ona şu cevabı verdi: "İnsanları doğudan alıp önüne katarak batıya götüren ve orada toplayacak olan bir ateştir..." (Buharî, Enbiyâ 1/4). Bu hadisin tamamı uzun olup sahih hadis kitaplarında mevcuttur. [99]


İnsanlar Kıyamet Gününde Üç Sınıf Hafinde Haşredilecektir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde insanlar üç sınıf halinde hasredilirler. Bir sınıf yaya, bir sınıf süvari, bir sınıf da yüzüstü haşr edilir."

"Ey Allah´ın Rasûlü, onlar yüzüstü nasıl yürüyecekler " diye sordukla­rında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Onları ayakları üstünde yürüten, yüzüstü yürütmeye de kadirdir. Yalnız onlar (bu halde giderlerken) yüzleri­ni tümseklerden ve dikenlerden sakınırlar." [100]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu hicretten sonra bir hicret daha olacaktır. (O hicrette) insanlar, İbrahim´in hicret ettiği yere çekilecek ve yer­yüzünde insanların ancak en şerlileri kalacaktır. Yerleri onları atacak; ateş onları domuz ve maymunlarla birlikte hasredecek, onların geceledikleri yer­de onlarla beraber geceleyecek, onların dinlendikleri yerde onlarla beraber dinlenecek, onların geride kalanlarım (yakıp) yiyecektir." [101]

El-Ba´s ve´n-Nüşûr adh kitabında Hafız Ebubekir el-Beyhakî.. Ebû Şu-reyha Huzeyfe b. Üseyd el-öıfarî´den rivayet etti ki; Ebû Zerr d-Ğıfarî;

"Biz onları kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak hasrederiz." (îsrâ, 17/97) âyet-i kerimesini okuduktan sonra şöyle dedi:

Doğru konuşan ve kendisine bildirilenlerin doğru olduğu zât (yani Ra­sûlullah) bana buyurdu ki: "Kıyamet gününde insanlar üç gurup halinde has­redilirler: Bir gurup yiyeceğini yemiş, giyeceğini giymiş, bineğine de bin­miştir. Bir gurup koşarak gider. Bir gurupta yüzüstü vaziyette melekler tara­fından sürüklenirler." Yanında bulunan bizler kendisine sorduk: Ey Allahın Rasülü, iki gurubu anladıkta şu koşarak gidenlere ne oluyor "Buyurdu ki: "Cenab-ı Allah bineklere âfet bırakır. Öyle ki binekli kimse kalmaz. Hatta ki­şiye sütü kesilmiş, sırtına semer vurulmuş develerle birlikte beğenilen hoş bir bahçe verilir." [102]

Müsned adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Humeyele el-Ku-Şeyri´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ya­yalar ve süvariler olarak şurada (Rasûlullah böyle derken eliyle Şam tarafını gösterdi.) haşredileceklerdir. (Kimi de) ağızlarına tıkaç konmuş olarak yüz üstü sürünerek Allah´a arzedilirler." [103] Tirmizî de bunu ri­vayet etmiş, hasen ve sahih bir hadis olduğunu söylemiştir.

Bu ifadeler gösteriyor ki; bu hadislerde sözü edilen haşir, dünyanın son demlerinde mevcud olan insanların, haşir yeri olan Şam diyarında toplanıp üç sınıf olarak haşredilmeleri demektir. Bir sınıf yiyeceğini yemiş, giyeceği­ni giymiş ve bineğine binmiştir. Bir sınıf bazan bineğe biner, bazan da yaya gider. Bunlar, önceki sayfalarda nakledilen bir hadiste anlatıldığı gibi; iki ki­şi bir deveye, üç kişi bir deveye, on kişi bir deveye -binek azlığından dola­yı- nöbetleşe binerler. Geride kalanlarını ateş, önüne katıp haşir yerine götü­rür. O ateş, Aden´in derinliklerinden çıkar, insanları arkadan kuşatır ve her taraftan onları önüne katıp sevkeder, mahşere götürür. Geride kalanlarını (yakıp) yer.

Bütün bu anlatılanlar, bu hadisenin, dünyanın son deminde vukubulaca-ğım göstermektedir. Bolea yenilip içilecek, düz sırtlı hayvanlara ve hörgüç-lülere binilecek, geridp kalanları ateş (yakıp) yiyecek. Demek ki bunlar, dün­yanın sonunda olacaktır. Eğer bunlar "ölülerin diriltilmesini sağlayan sûr üf­lemesinden sonra olacak" deniliyorsa bu mümkün değildir. Çünkü o zaman yürüyecek binek, yiyecek ve içecek, hatta ölecek kimse kalmaz. Toplanıla­cak yani hasredilecek geniş bir alanda kalmaz. Hayret hem de ne hayret ki; Hafız Ebubekir el-Beyhakî, bu hadisleri rivayet ettikten sonra bunlarda anla­tılan ´bineğe binme´ olayının kıyamet gününde olacağı yorumunu getirmiş, bunu sahih saymış, bizim söylediğimizi delil olarak göstermiştir: "Sakınan­ları o gün Rahmân´ın huzurunda O´na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suç­luları suya götürür gibi cehenneme süreriz." [104]


İnsanlar Kıyamet Gününde Yalınayak, Çıplak Ve Sünnetsiz Olarak Hasredilirler:



Yukarıdaki ayeti hadisle tefsir ederken ileri sürdüğü iddia nasıl doğru olabilir Oysa hadiste şöyle deniliyor: "Onlardan kimileri var ki; iki kişi bir deveye, üç kişi bir deveye, on kişi bir deveye (nöbetleşe) binerler." [105]

Bunun binek kıtlığından ötürü olduğu açıkça bildirilmiştir. Bu bildi­rimle yukarıdaki iddia uyuşmamaktadır. Doğrusunu Allah bilir ya o binekler, Cennetin necip develeridir ki; müminler haşir meydanında onlar binerek cen­nete gideceklerdir. Ama bu nöbetleşe olmayacaktır. Bununla ilgili açıklama ileride verilecektir.

Aralarında İbn Abbas, İbn Mes´ud, Âişe ve diğerlerinin de bulunduğu bir gurup sahabiden başka bir yolla gelen bir rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:

"Sizler, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah´ın huzurunda topla­nacaksınız." [106]

Yüce Allah da şöyle buyurmuştur:

"Yaratmaya ilk başladığımız gibi onu tekrar var edeceğiz." (Enbiyâ, 21/104)

Bu ayet ve hadiste anlatılan haşir, başka bir haşirdir. Bu, kıyamet gününde, ölülerin diriltildiği sûr üflemesinden sonra olacaktır. O esnada insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak mezarlarından kalkacaklardır. Aynı şe­kilde kâfirler de susuz olarak cehenneme sevk edileceklerdir.

Yüce Allah buyurmuştur ki:

"Biz onları kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak hasredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini arttırırız." (İsrâ, 17/97)

Bu durum mahşerden cehenneme götürülmeleri emredildiğinde vukubu-lacaktır. Bütün bunlarla ilgili açıklama yeri geldiğinde inşaallah verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah´tır.

Sûr hadisinde anlatılmıştır ki; korku ve panik üflemesinden ötürü mey­dana gelecek korkulu durumlardan ölüler haberdar olmayacak ve etkilenme­yecekler. Bu korkunç hallerden etkilenmeyeceklerini Cenab-ı Allah´ın bil­dirdiği kimseler, sadce şehitlerdir.

Çünkü onlar, Rablerinin katında diri olup rızıklanırlar. Bu olup bitenle­ri hissederler ama hiç ürkmezler. Göktekilerle yerdekilerin düşüp ölmesine neden olacak sûr üflemesi nedeniyle de bunlar düşüp ölmezler.

Tefsirciler, korku ve panik yani kıyamet üflemesi esnasında meydana gelecek korkulu hallerden etkilenmeyecek olan kimselerin hangileri oldukla­rı hususunda çeşitli görüşler ileri sürerek ihtilafa düşmüşlerdir. Hadiste yer alan sarih ifadeye göre bunlar şehidlerdir. Kimi, etkilenmeyecek olanların Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail olduğunu; kimi de bunların arşı taşıyan me­lekler olduklarını söylemiştir. Kimi de, "Etkilenmeyecek olanlar başkaları­dır" demiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Yine Sûr hadisinde anlatılmıştı ki; korku ve panik üflemesiyle, gökteki­lerle yerdekilerin düşüp ölmelerine neden olacak üfleme arasında insanlar uzun bir süre bu korkulu halleri müşahede edecekler; bu sebeple de -Allah´ın diledikleri hariç- göktekilerle yerdeki insanlar, cinler ve meleklerin tümü öleceklerdir. Kimileri bu hariç tutulanların Arşı taşıyan melekler olduğunu, kimi Cebrail olduğunu, kimi Mikâil olduğunu, kimi İsrafil olduğunu, kimi şehidler olduğunu, kimi de başkaları olduğunu söylemişlerdir. Yüce Allah buyurmuş ki: "Sûr´a üflenince, Allah´ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra sûra bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar." (Zümer, 39/68)

"Sûr´a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbiri­ne çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur. Kıyamet kopar. Gök yarılır; O gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler. O gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir. Ey insanlar! O gün siz huzura alınırsı­nız. Hiç bir şeyiniz gizli kalmaz." (Hakka. 69/13-18)

Sûr hadisinde şöyle denmişti:

"Cenab-ı Allah, İsrafil´e: "Herkesi düşürüp öldürecek üflemeyi yap" der. Bu emri alan İsrafil üfler ve bu nedenle göktekilerle yerdekilerin -Al­lah´ın diledikleri dışında- tümü düşüp ölür. Cenab-ı Allah, ölüm meleğine kimin sağ kaldığını kendisi daha iyi bildiği halde-: "Kim sağ kaldı " diye sorar. O da şu cevabı verir: "Diri ve ölümsüz olan sağ kaldın. Arş´ını taşıyan meleklerle Cebrail ve Mikâil sağ kaldılar." Cenab-ı Allah ona, Cebrail ile Mikâü´in ruhlarını kabzetmesini emreder. Sonra da Arş´ı taşıyanların ruhla­rını kabzetmesini emreder. En sonunda Azrail´e de ölmesini emreder. Azra­il, yaratıkların en son ölenidir." [107]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Cenab-ı Allah, ölüm meleğine şöyle buyurur: Sen de yaratıklarımdan birisin. Uygun gördüğüm bir sebepten dola­yı seni yaratmıştım. Öl ve sonra da hiç dirilme." [108]

Muhammed b. Kâ´b dedi ki: Cenab-ı Allah ona: "Öyle bir ölümle öl ki, sonra hiç dirilme!" dediğinde O, öyle bir çığlık atacak ki; o çığlığı gökteki-ler ve yerdekiler duyacak olsalar, korkudan mutlaka ölürler."

Ben derim ki: "Öyle bir öl ki, artık hiç dirilme." Bu Azrail´in ölümün­den sonra artık bir ölüm meleği olmayacaktır. Çünkü sahih hadiste de sabit olduğu gibi o günden sonra artık ölüm olmayacaktır. Sözünü ettiğimiz Sa-hih´deki hadiste şöyle buyurulmuştur:

"Ölüm, kıyamet gününde alaca bir koç suretinde getirilip cennetle ce­hennem arasında boğazlanacak, sonra da şöyle denilecektir: Ey Cehennem­likler! Orada ebedi kalın; size ölüm de yoktur. Ey cennetlikler! Orada ebedi kalın; size ölüm de yoktur."[109]

Bu hadis sonra da gelecektir. Ölüm meleği fânidir. Ölecek, ondan sonra da hiç ölüm meleği olmayacaktır. Doğrusunu Allah bilir. Bu sözü gerçekten peygamber efendimizin söylemiş olduğunu kabul edersek, bundan zahiren anlaşıldığına göre Azrail, öldükten sonra artık hiç dirilmeyecektir. Hadisin sahihliği varsayıhrsa o zaman böyle bir tevilde gerçeklik payı çok az olur. Doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır. [110]


Fasıl:



Sûr hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuş: "Herkes ölüp de sadece kahredici güce sahip bir, tek, her şey kendisine muhtaç olduğu halde kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan, doğurmayan, doğurulmayan, ezeli ve ebedi Al­lah bakî kalınca göklerle yeri kitap gibi dürer, sonra açıp yayar, sonra üç kez sarar ve üç kez "Ben zorlu gücün sahibiyim!" der, sonra üç kez; "Bu gün hü­kümranlık kimin " diye seslenir, kendisine cevap veren olmaz. Sonra kendi kendine cevap vererek şöyle der: "Bir ve kalır edici güce sahib olan Allah´ın­dır." [111]

Yüce Allah buyurdu ki:

"Onlar Allah´ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O´nun avucundadır. Gökler O´nun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." (Zümer, 39/67)

"Göğü kitap dürer gibi durduğumuz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız." (Enbiyâ, 21/104)

"O her şeyden öncedir. Kendisinden sonraya hiç bir şeyin knlmıyacağı sondur. Varlığı aşikârdır. Gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bi­lir." (Hadîd, 57/3)

"Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan Allah, kavuşma gününü ihtar et­mek için kullarından çıkarlar. Onların hiç bir şeyi Allah´a gizli kalmaz. "Bu gün hükümranlık kimindir " denir. Hepsi: "Gücü her şeye yeten tek Al­lah´ındır." derler. Bu gün herkese, kazandığının karşılığı verilir. Bu gün hak­sızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir." (Mü´min, 40/15-17)

Buharı ve Müslim´in Sahih´lerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cenab-ı Allah yeri tutar, göğüde sağ eliyle dürer, sonra da şöyle buyurur: "Ben hükümrânım, ben zorlu gücün sahibiyim, nerede yeryüzünün hükümdarları Nerede zorbalar, nerede bü-yüklenenler " [112]

Buharı ve Müslim´in Sahih´lerinde... İbn Ömer´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu yüce Allah, gökleri sağ eliyle tutar, sonra da, "Ben hükümrânım!" der." [113]

İmam Ahmed b. Hanbel´in Müsned´inde ve Müslim´in Sahih´inde... İbn Ömer´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) bir gün minber üzerinde şu âyet-i kerîmeyi okudu:

"Onlar Allah´ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O´nun avucundadır. Gökler O´nun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." (Zümer, 39/67)

Bu âyet-i kerimeyi okurken Rasûlullah (s.a.v.) elini öne ve arkaya doğ­ru hareket ettiriyor ve şöyle diyordu: "O zaman Rab da kendini onurlandırıp: "Ben zorlu gücün sahibiyim. Ben en büyüğüm. Ben hükümrânım. Ben güç­lüyüm. Ben cömerdim!" diyecektir." O esnada minber, Rasûlullah (s.a.v.)´i o kadar sarstı ki, neredeyse yere düşecek, dedik." [114]

Yukarıdaki âyet-i kerimeyi tefsirde (yani İbn Kesîr tefsirinde) açıklar­ken bu konuyla ilgili yeter miktar da hadisleri sened ve lafızlarıyla birlikte naklettik. Allah´a hamdolsun. [115]


Fasıl:



Sûr hadisinde anlatıldığına göre Cenab-ı Allah, kıyamet gününde bu yerler, başka yerlerle değiştirecek, yenilerini açıp yayacak ve Ukaz panayı­rında satılan deriler gibi serecek.

"Orada ne çukur, ne tümsek göreceksin." (Tâ-Hâ, 20/108)

Sonra Cenab-ı Allah insanları azarlar ve onlar da kendilerini bir değişik­lik içinde bulurlar:

"Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şe­ye üstün gelen tek Allah´ın huzuruna çıktıkları günde, sakın Allah´ın huzuruna çıktıkları günde, sakın [116] Allah´ın peygamberlerine verdiği sözden caya­cağını sanma." (İbrahim, 14/47-48)

Müslim... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.)´e; "Yerin ve göklerin değiştirildiği günde insanlar nerede olacaklardır " diye sorulduğun­da Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Karanlıkta ve köprünün (sıratın) ge­risinde olacaklardır." [117]

Bununla kastedilen, mezkur hadiste sözü edilen değişiklikten başka bir değişikliktir. Burada anlatılan, iki üfleme yani canlıların ölümüne yol açan üfleme ile canlıların dirilmesini sağlayan üflemeler arasında yeryüzünün işa­ret ve sınırlarını bozan ve yok eden değişikliktir. Bu durumda dağlar yürütü­lecek, yer sarsılacak, yeryüzü dümdüz hale gelecek, yeryüzünde burgaç, de­re ve tepe kalmayacaktır. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ey Muhammed! Sana dağları sorarlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek, orada ne çukur ne de tümsek göreceksin." (fâ-Hâ, 20/105)

"Dağlar yürütülüp serap olacaktır." (Nebe\ 78/20)

"Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyecekler." (Kari´a, 101/5)

"Yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur." (Hakka, 69/14)

"Bir gün dağları yürütürüz de yeri dümdüz görürsün. Hiç birini bırak­maksızın onları toplarız. Dizi dizi Rabbine sunulduklarında onlara: "Andol-sun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize geldiniz. Sizi toplamak için bir söz vermediğimizi iddia etmiştiniz değil mi "[118] denir." [119]


Fasıl:



Sûr hadisinde Rasûlullah buyurdu ki: "Sonra Cenab-ı Allah, Arş´m al­tından bir su indirir. Gökten kırk gün boyunca yağmur yağar. Öyle ki su, oni-ki zira´ yükseklikte üzerinize çıkar. Sonra bitmeleri (canlanmaları) için Ce­nab-ı Allah cesedlere emir verir. Onlar da küçük salatalıklar gibi biterler." [120]

Önceki sayfalarda da nakledildiği gibi, İmam Ahmed b. Hanbel ve Müs­lim... Abdullah b. Amr´dan rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sonra Sûr´a üflenir. Onu duyan herkes, boynunu kaldırıp indirir. Onu duyan ilk adam, havuzunu sıvamakta olan biri olacaktır. Duyunca dü-Şüp ölecektir. Onu işiten herkes mutlaka düşüp ölecektir. Sonra Cenab-ı Al­lah çisenti gibi bir yağmur yağdırır. O yağmur sebebiyle yaratıkların cesed-leri biter (canlanır). Sonra sûr´a bir kez daha üflenince o ölüler kalkıp bakı­dırlar. Sonra da: "Ey insanlar! Rabbinize gelin!" denir." [121]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "İki üfleme arasında kırk vardır." Yanında bulunanlar kendisine sordular:

— Ey Ebû Hüreyre, bu kırk gün müdür

— (Bilgim olmadığı için) açıklama yapamam.

— Bu kırk ay mıdır

— Açıklama yapamam.

— Bu kırk sene midir

— Açıklama yapamam.

Yukarıdaki hadise, kaldığımız yerden devam ediyoruz: "İnsanın kuyruk sokumu kemiğinden başka her şeyi çürür ve (toprağa karışan) cesed o kemik­ten terkib edilir (oluşturur ve diriltilir)."[122]

Müslim de... A´meş´ten böyle bir rivayette bulunmuş, ancak bu rivayet­te, üçüncü kez söylenen "Açıklama yapamam" sözünün ardına şu ekleme ya­pılmıştır: "Sonra gökten bir su iner (yağmur yağar ve insanlar (ölü cesedler) bakla biter gibi biterler. İnsanın kuyruksokumu kemiğinden başka her tarafı çürür. Onlar, kıyamet gününde o kemikten terkib edilir (ve diriltilirler)."(Müslim. 3/2271)

Ehvâlü Yevm´il-Kıyâme adlı kitapta Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Ebü´l-Âliye´den rivayet etti ki; Übeyy b. Kâ´b, şöyle demiştir:

"Kıyamet gününden önce altı alâmet görülecektir. İnsanlar çarşıların-dayken aniden güneş kararır. Onlar bu haldeyken dağlar da yerin üzerine dü­şerler. Yer sarsılıp hareket eder, her taraf karışır; panikten ötürü cinler insan­lara; insanlar da cinlere kaçıp sığınırlar. Binekler, hayvanlar, canavarlar ve kuşlar bir araya gelip birbirlerine karışırlar. Yabani hayvanlar bir araya top­lanır ve harekete geçerler. "Doğurması yaklaşmış develer başı boş bırakıldı­ğı zaman" sahipleri onları ihmal ederler. "Denizler kaynaştırıldığı zaman" cinler insanlara "Biz size haber vereceğiz. Denize gelin" diyecekler. İnsanlar oraya vardıklarında denizin alevlenmekte olan bir ateş olduğunu görürler. Onlar bu haldeyken yer öyle bir çatlayıp yarılır ki, çatlağın bir ucu yedinci yer tabakasına kadar iner; diğer ucu da yedinci gök tabakasına uzanır. Onlar bu haldeyken bir rüzgâr gelip onları öldürür." [123]

Ibn Ebi´d-Dünyâ... Abdurrahman b. Yezid b. Câbir´den rivayet etti ki; Atâ b. Yezid es-Seksekî şöyle demiştir:

"Cenab-ı Allah, Meryem oğlu İsa´nın ruhunu aldıktan ve kıyametin kop­ma saati yaklaştıktan sonra hoş bir rüzgâr estirir, bununla da her müminin ru­hunu alır. Geride şerli insanlar kalır. Onlar da eşekler gibi birbirlerinin üze­rine atlar (zina eder), kıyamet te işte onların üzerine kopar. Onlar bu haldey­ken Cenab-ı Allah yeryüzü sakinlerine bir zelzele gönderir de ayakları ve meskenleri sarsılır. Cinler, insanlar ve şeytanlar ortaya çıkarak çıkış yeri ararlar. Batı ufkuna gelirler, oranın kapatılmış olduğunu görürler. Orada mu­hafızlar olacaktır. Sonra insanların yanına dönerler. Onlar bu haldeyken kı­yamet saati üzerlerine doğar ve bir ünleyicinin şöyle ünlendiğini duyarlar: "Ey insanlar! Allah´ın emri (kıyamet) gelecektir. Acele gelmesini isteme­yin." Bu Çağrıyı kadın, kucağındaki bebekten daha iyi duyacak değildir. Son­ra Sûr´a üflenir. Göktekilerle yerdekilerin -Allah´ın diledikleri dışında- tü­mü düşüp Ölür." [124]

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ukbe b. Âmir´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Batı tarafından üzerinize kalkan gibi siyah bir bulut doğacaktır. O bu­lut yükseldikçe yükselecek ve her tarafı kaplayacak, sonra da bir ünleyici: •´Ey insanlar! Doğrusu Allah´ın emri gelmiştir!" diye ünler. Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; iki adam (alış veriş için) kumaşı açar­lar, düremeden kıyamet kopar. Kişi havuzunu sıvar, ondan su içmeden kıya­met kopar. Kişi sağmal ineğini sağar, sütünü içmeden kıyamet kopar." [125]

Muharip b. Dessar dedi ki: "Kıyamet gününde kendisinden taleb edilen bir şey olmadığı halde, gördüğü korkunç durumlardan ötürü kuş, kuyruğunu yere çarpar ve kursağındakilerİ de dışarı atar." (Ehvâlü Yevm´il-Kıyâme, 19)

İbn Ebi´d-Dünya... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününe baş gözüyle bakmaktan hoşla­nan bir kimse; Tekvîr, İnfitar ve İnşikâk surelerini okusun." [126]


Diriliş Üflemesi:



Yüce Allah buyurdu ki: "Sûr´a üflenince, Allah´ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sur´a bir daha üfle­nince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar. Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydın­lanır. Kitâb açılır. Peygamberler ve şâhidler getirilir ve onlara haksızlık ya­pılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir. Her kişiye, işlediği ödenir. Esa­sen Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir." (Zümer. 39/ 68-70)

"Sûr´a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz. Gökler kapı kapı açılacaktır. Dağlar yürütülüp serap oacaktır." (Nebe´, 78/18-20)

"Sizi çağırdığı gün, O´na hamdederek dâvetine uyarsınız ve kabirleri­nizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız." (İsrâ, 17/52)

"Doğrusu bir tek çığlık yetecektir. Hepsi hemen bir düzlüğe dökülecek­tir." (Naziâi. 79/13-14)

"Sûr´a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar. "Vah hâlimi­ze! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler. Onlara: "İşte Rahman olan Allah´ın vâd ettiği budur. Peygamberler doğru söylemişlerdi" denir. Tek bir çığlık kopar. Hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş olur. Artık bu gün kimse­ye hiç bir haksızlıkta bulunulmaz. İşlediklerinizden başkasıyla karşılık gör­mezsiniz." (Yâsîn, 36/51-54)

Sûr hadisinde anlatıldığına göre, canlıların düşüp ölmelerine neden ola­cak üflemeden sonra bütün mahlukat alt üst olacak, ölümsüz ve diri olan Al­lah baki kaldıktan -ki o, ezeli ve ebedidir- iki üfleme arasında göklerle yer bambaşka gökler ve yerle değiştirildikten sonra Cenab-ı Allah, bir yağmur yağdırarak o yağmurun suyuyla, mezarlarmdaki cesedleri diriltecek, tıpkı dünyadaki gibi bir canlılığa kavuşturacak. Bundan sonra şöyle buyuracaktır: ´Arş´ı taşıyan melekler dirilsinler." Onlar dirilirler. İsrafil´e emir verir... İs­rafil sûr´u ağzına alır. Sonra Cenab-ı Allah; "Cebrail ve Mikâil dirilsinler." diye emreder... Onlar da dirilirler.

Sonra Cenab-ı Allah, ruhları huzuruna çağırır. Gelirler. Müminlerin ruh­ları nûr saçar; diğeri erin inkiyse zulümat saçar. Hepsini kabzedip sur´a bırakır.

Sonra İsrafil´e, diriliş üflemesini yapmasını emreder. O da üfleyince ruhlar arı gibi ortaya çıkarak gök ile yer arasını doldururlar. Yüce Allah: "Onur ve üs­tünlüğüm hakkı için her ruh, dünyada canlandırdığı cesede dönsün" der. Ruh­lar cesedlere yönelirler genizlerden girip -ışınlan kimsenin cesedine zehirin yayılışı gibi- cesedlere yayılırlar. Sonra mezarınız açılır. Mezarı ilk açılacak olan, benim. Sizler, mezarlarınızdan hızla çıkar, boyun eğmiş vaziyette, çağrı­cının çağrısına zillet ve huşu içinde icabet- ederek koşar adımlarla Rabbinizin huzuruna gidersiniz. Oraya yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak varırsınız.

Kâfirler, "BU ZOrlu bir gündür" derler. [127]

Yüce Allah buyurdu ki: "Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, göz­leri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşar­lar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür." (Meâric, 70/43-44)

"Bir çağrıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün çığlı­ğı gerçekten duyarlar, işte o, kabirden çıkış günüdür. Doğrusu biz diriltiriz, biz öldürürüz, dönüş bizedir. O gün, yer yarılır, onlar çabucak ayrılır. Bu, bi­ze göre kolay bir toplanmadır." (Kaf, 50/41-44)

"Ey Muhammedi Öyleyse onlardan yüz çevir. Çağıranın görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün. Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi ya­yılmış, o çağırana koşarak kabirlerden çıkarlar. İnkarcılar: "Bu, zorlu bir gündür derler." (Kamer, 54/6-8)

"Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaraca­ğız." (Tâ-Hâ, 20/55)

"Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız." (A´râf, 7/25)

"Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır." (Nûh, 71/17-18)

"Sûr´a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz." (Nebe\ 78/18)

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ebü´z-Zür´a´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir:

"Kıyamette soğuk bir zemheri rüzgârı eser. Bu rüzgar bütün müminleri sararak ruhlarını alır. Sonra kıyamet (şerli) insanlar üzerine kopar. Gök ile yer arasında bir melek durup sûr´a üfler, gökteki ve yerdeki her canlı ölür. Bu iki üfleme arasında Cenab-ı Allah´ın, olmasını dilediği her şey olur. Son­ra Cenab-ı Allah, Arş´in altından bir suyu gönderir de bu su sebebiyle ölüle­rin iskelet ve etleri -tıpkı sulanan tarla gibi- biter (canlanır)."

Böyle dedikten sonra İbn Mes´ud şu âyeti okudu:

"İnsanları diriltmek de böyledir." (Fâtır, 35/9)

İbn Mes´ud´un sözlerini aktarmaya devam ediyoruz: "...Sonra melek, gök ile yer arasında durup sûr´a üfler. Her can, bedenine koşar, içine girip âlemlerin Rabbinin huzuruna varırlar..."

Vehb bin Münebbih´in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İnsanlar mezar­larında çürürler. Üfleme sesini duyduklarında ruhlar bedenlere girerler; maf­sallar birbirlerine bağlanır. İkinci üfleme sesini duyduklarında insanlar aya­ğa kalkıp başlarındaki saçı silkelerler ve mü´minler şöyle derler: "Ey noksan­lıklardan münezzeh olan yüce Rabbimiz, sana hakkıyla ibadet etmedik." [128]


Dirilişle İlgili Hadisler



Süfyân-ı Sevrî... Ebü´z-Zür´a´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir: "Çok soğuk bir zemheri rüzgârı estirilir. Yeryüzündeki bütün müminler o rüzgardan etkilenir (ölür). Sonra kıyamet, geride kalan (şerli) in­sanlar üzerine kopar. Sonra melek, gök ile yer arasında durup sûr´a üfler; gökteküerle yerdekilerin tümü ölür. Sonra bu iki üfleme arasında Allah´ın ol­masını dilediği her şey olur. Sonra Allah, Arş´ın altından yere bir su gönde­rir o suyla, ölülerin iskeletleri ve etleri, toprağın yağmur yağmasıyla ekin bi-tirişi gibi biter (dirilir)İer. Böyle dedikten sonra Abdullah b. Mes´ud şu âye­ti okudu:

"Bulutları yürüten, rüzgârları gönderen Allah´tır. Biz bulutlan ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir." (Fâtır, 35/9)

Sonra melek gök ile yer arasında durup sûr´a üfler. Her can kendi bede­nine koşup içine girer. Bütün bedenler kalkıp âlemlerin Rabbinin huzuruna giderler. [129]

İbn Ebi´d-Dünyâ.. Vekî´ b b. Adiyy´den rivayet etti ki; amcası Ebû Re-zîn şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (s.a.v.)´e, "Ey Allah´ın Rasûlü! Allah ölü­leri nasıl diriltir Yaratıklarında bunun bir işaret ve delili varmı dır " diye sordum. Buyurdu ki: "Ey Ebû Rezîn! Kuraklıktan telef olmuş, kupkuru hale gelmiş bir vadinin yanından geçtin mi Sonra o vadiyi, içinden sular akmak­ta olup etrafı yeşermiş halde de gördün mü " Bu sorusunu "Evet" cevabını vermem üzerine şöyle buyurdu: "Cenab-ı Allah, ölüleri de işte böyle diriltir. Yaratıklarında bunun işaret ve delili de budur işte." [130]

İmam Ahmed b. Hanbel... Süleyman b. Musa´dan rivayet etti ki; Ebû Rezîn el-Ukaylî şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´in yanına geldim. Kendi­sine, "Ey Allah´ın Rasûlü! Allah, ölüleri nasıl diriltir " diye sordum. Buyur­du ki:

— Diyarında kurumuş, çoraklaşmış bir toprağa uğradın mı Sonra bir daha uğradığında onu verimli ve bol ürünlü bir halde gördün mü

— Evet gördüm.

— Ölüleri diriltmek de işte böyledir.

— Ey Allah´ın Rasûlü! İmân nedir

—- İmân; Allah´tan başka ilâh bulunmadığına, bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed´in de O´nun kulu vericisi olduğuna, inanmandır. Allah ve Ra-lüü, kendilerinden başka her şeyden daha çok sevmendir. Allah´a ortak koşmaktansa ateşte yanmaya razı olmalısın. Nesebinden olmayan kimseyi de sırf Allah rızâsı için sevmelisin. Eğer bu evsafta olursan -sıcak bir günde su­samış kimsenin içine su sevgisinin girişi gibi- imân sevgisi senin içine girer:

— Ey Allah´ın Rasûlü! Ben, mümin olduğumu nasıl anlayacağım

— Ümmetimden bir kul bir iyilik yaparda o işin iyilik olduğunu ve bun­dan ötürü Cenab-ı Allah´ın kendisini mükâfatlandıracağını bilirse; bir kötü­lük yapar da o işin kötülük olduğunu anlar, bu nedenle mağfiret diler ve ken­disini ancak Allah´ın bağışlayacağını bilirse, o kişi muhakkak mümindir." [131]

Velid b. Müslim... Katâde´nin, "Bir çağırıcımn yakın bir yerden çağıra­cağı güne kulak ver," (Kâf, 50/41) âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini naklet-mistir:

Bir melek Kudüs´teki sahre (kaya)nın üstüne şöyle seslenir: "Ey çürü­müş kemikler ve dağılmış eklemler! Hesabınızın görülmesi için Allah, topar­lanıp bir araya gelmenizi size emrediyor!" Kabir azabı ancak göktekilerle yerdekilerin ölümüne yol açan üflemeyle diriliş üflemesi arasında mezarda-kileri rahat bırakır. Bu nedenledir ki kâfirler diriltildiklerinde; "Vay halimi­ze! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler. Müminler de onlara derler ki: "İşte Rahman olan Allah´ın vaad ettiği budur. Peygamberler doğru söyle­mişlerdi." (Yasın. 36/52)

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Sadaka b. Bekr es-Sa´dî´den rivayet etti ki; Ma´dî b. Süleyman şöyle demiştir: Ebû Muhkem el-Cisrî hikmetli bir kimse olup dostları, yanında toplanırlardı. Şu âyet-i kerîmeyi okuduğunda ağlardı:

"Sûr´a üflenince, kabirlerinden rablerine koşarak çıkarlar." Vay halimi­ze! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler." (Yasin, 36/51-52)

Bu âyet-i kerimeyi okuduğunda ağlar, sonra da şöyle derdi: Kıyametin korkunçluğu, akılları baştan almıştır. Allah´a yemin ederim ki, eğer sözlerin­den zahiren anlaşıldığı gibi (kâfir) millet mezarda uykuda olsalar, dirilişleri­nin ilk etabında "Vay halimize!" demezler. Bundan sonra mahşerde Allah´a sunulma ve kendilerinden hesap sorulma aşamalarında da büyük tehlikelerle karşılaşır ve kıyamet, olanca şeddetiyle üzerlerine kopar. Onlar mezarda uy­ku halinde değil, tersine elem ve azâb içinde olacaklardır. Onlar "Vay hali­mize!" deyip diriltildiklerinde daha büyük sıkıntı ve belâlarla karşılaşırlar. Eğer böyle olmasaydı onlar mezardaki azabı, müteakip azaba göre küçümse­yip "Vay halimize!" demezlerdi. Zaten Kur´ân´da bunun delili de vardır:

"Güç yetirilemeyen ve en büyük baskın bastırdığı zaman..." (Naziâı, 79/34)

Bu âyeti de okuduktan sonra Ebû Muhkem, sakalı göz yaşlarıyla ıslamn-caya dek ağlardı. [132]

Velid b. Müslim... Abdullah el-Hadremî´den rivayet etti ki; Ebû İdris el-Holanî şöyle demiştir: Cahiliyet devrinde insanlar Irak´la Şam arasında bil­ginlerin yanında toplandılar. Bilginlerden biri bu toplantıda kalkıp şöyle ded:

"Ey insanlar! Sizler mutlaka ölecek, hesap ve ceza yerine götürülmek üzere diriltileceksiniz." Bundan sonra adamın biri kalkıp şöyle dedi: "Arap panayırlarından birinde bir adamın bineğinden düştüğünü, develerin tabanla-rıyla, bineklerin tırnak ve toynuklarıyla, adamların da ayaklarıyla onu ezdik­lerini, geride vücudundan bir parmak ucu kadar dahi kalmadığını, (adamca­ğızın ölüp gittiğini) gördüm. Yemin ederim ki, Allah onu artık hiç diriltme-yecektir!"

Bilgin, o adama şöyle cevap verdi: "Siz fikri durmuş, aklı zayıf, ameli az bir kavimdensiniz. O çürüyen cesedi sırtlan alıp yese, sonra da su halde bir dışkı olarak dışarı atsa, sonra da köpekler gelip o pisliği yese ve yine dışkı ola­rak dışarı atsa ve o dışkılar toparlanıp pislikle geçinen hayvanların sahipleri­nin kazanlarının altına yakıt olarak sürülüp yakılsa, sonra o yakıtın külü, rüz­gar tarafından savurulsa, kıyamet gününde Cenab-ı Allah o cesedin parçaları­nı alıp götüren her şeye, o parçaları geri vermelerim emreder, o şeyler o par­çaları geri verirler; sonra Cenab-ı Allah ö cesedi ceza ve sevap için diriltir.

Velid, Abdurrahman b. Yezid b. Câbir´in şöyle dediğini nakletti: Cahi­liyet devrinin katı bilgililerinden biri, Rasülullah (s.a.v.)´e dedi ki:

— Ey Muhammedi Duyduğuma göre sen üç şey söylemişsin. Akıllı bir kimsenin, senin bu söylediklerine inanması düşünülemez: Sen araplarm ken­dilerinin ve atalarının taptıkları tanrıları terkedeceklerini, Kisrâ ve Kay-ser´in [133] hazinelerine sahib olacağımızı, öldükten sonra diriltileceğimizı söy­lemişsin.

— Sonra da kıyamet gününde senin elini tutacak ve bu söylediklerini sa­na hatırlatacağım.

— Ölüler arasında beni kaybetmeyecek ve beni unutmayacak mısın

— Ölüler arasında seni kaybetmeyecek ve seni unutmayacağım!

O bilgin yaşadı. Nihayet Rasülullah (s.a.v.) vefat etti. O da müslüman-ların Kisrâ ve Kayser´in hazinelerine sahib olduklarını gördü. Müslüman ol­du. İslâmiyeti güzelce yaşadı. Rasülullah (s.a.v.)´in kendisine vermiş olduğu cevabı büyük bir saadet muştusu sayan Hz. Ömer (r.a.) Mescid-i Nebevî´de o zâtı sık sık tebrik eder ve şöyle derdi: "Müslüman oldun. Rasülullah (s.a.v.) kıyamette elini tutacağını sana vâdetti. Rasülullah (s.a.v.)´in, elini tutacağı kimse Allah´ın izniyle mutlaka kurtuluşa ve mutluluğa kavuşur." [134]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Saîd b. Cübeyr´in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

As b. Vâü, çürük bir kemiği alıp Hz. Peygambere getirdi ve ona: "Ey Muhammed, Allah şu kemiği diriltecek mi !" diye sordu. Hz. Peygamber de °na şu cevabı verdi: "Evet... Hem de Allah seni öldürecek, sonra diriltecek, sonra da ateşe koyacaktır."

Bundan sonra da şu âyet-i kerime nazil oldu:

"Çürümüş kemikleri kim canlandıracak " diye bize misâl vermeye kal-kar. Ey Muhammedi De ki: "Onları ilk defa yaratan canlandıracaktır. O, her-türlü yaratmayı bilendir." (Yasin, 36/78-79)

"Andolsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz." (Vakıa, 56/62)

Bu, Âdem´in ve sizin yaratılışınızda-. Bunu doğrulamayacak mısınız [135]

İbn Ebi´d-Dünya, Ebû Cafer el-Bakır´m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Denilir ki; ilk yaratılışı görüpte öldükten sonraki yaratılışı (diriltilişi) ya­lanlayan hayret ederim. Şaşarım, hem de çok şaşarım o adama ki; kendisi her gün ve gecede (uykudan uyanıp) dirildiği halde ölüm sonrası dirilişi yalan­lar!./´

"Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O´dur. Bu, O´nun için daha kolaydır." (Rûm, 30/27)

Ebü´l-Aliye bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Tekrar diriltmek, Al­lah´a göre önce yaratmaktan daha ^olaydır. Aslında O´nun için ikisi de çok kolaydır." [136]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: "Kulum be­ni yalanladı. Böyle yapması uygun olmadı. Bana küfretti. Böyle yapması uy­gun olmadı. Beni yalanlaması, "Allah bizi ilk defa yarattığı gibi hadi bizi ye­niden yaratsın bakalım!" demesidir. Bana küfretmesi, "Allah çocuk edindi" demesidir. Oysa ben bir ve tekim. Her şey bana muhtaç olduğu halde ben hiç bir şeye muhtaç değilim. Doğurmadım, doğurulmadım. Bir tek dengi bulun­mayanım." [137]

Bu hadis, Buharı ve Müslim´in sahihlerinde de mevcuttur.

Aynı hadis kitaplarında şöyle bir hikâye vardır:

Adamın biri öldüğünde oğullarına, kendisini yakmalarını, külünün yarı­sını karaya, yarısını da denize savurmalarını vasiyet edip şöyle der: "Şayet Allah benim aleyhime takdirde bulunursa lyç kimseye yapmadığı azabı bana yapar."

Çünkü onun Allah katında kayıtlı bir tek iyiliği dahi yoktu. Ölünce oğul­lan vasiyetini yerine getirdiler. Sonra Cenab-ı Allah karaya emir verdi... Vü­cudunun karadaki parçaları toplandı. Denize emir verdi... Vücudunun deniz­deki parçaları toplandı. Ve adam tastamam bir vücudla ayağa kalktı. Rabbi, ona; "Böyle yapmana sebep neydi " diye sordu. Adam: "Sen daha iyi bilir­sin ki senden korktuğum için böyle yaptım" der. Rasülullah (s.a.v.), Cenab-ı Allah´ın o adamı bağışladığını söylemiştir."

Sali>€l-Mizzî!nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

´î€fün ortasında mezarlığa gittim. Mezarları seyrettim. Suskun bir millet Şifiydiler sanki. "Sübhanallah! Uzun süren bu çürümüşlüğün ardından sizi kim diriltip canlandıracak !" dedim. O çukurlardan birinden bana şöyle bir ses geldi: "Ey Salih!...

"Göğün ve yerin, O´nun buyruğu ile ayakta durması O´nun varlığının belgelerindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün. Hemen çı­kı verir s iniz." (Rûm, 30/25) Bu sesi duyunca vallahi hemen düşüp bayılmışım." [138]


Cesedlerîn Kabirlerinde Diriltilip Çıkarılmaları İçin Sûr´a Liflenecek Olan Kıyamet Günü, Bir Cuma Günüdür:



Bu konuda bir çok hadis vârid olmuştur:

İmam Mâlik b. Enes... Ebû Hüreyre´den rivayet ett ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kendisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür. O günde Âdem (a.s.) yaratıldı. O günde Âdem (a.s.) yeryüzüne indirildi. O günde töv­besi kabul edildi. O günde vefat etti. O günde kıyamet kopacaktır. Cuma gü­nünde bütün hayvanlar şafaktan güneş doğuncaya kadar acaba kıyamet ko­pacak mı diye korkularından kulaklarını verir dinlerler. Yalnız cinlerle insan­lar bundan gafildirler. Cuma günü bir vakit vardır. Müslüman kimse o vakit­te namazda olur, Allah´tan bir dilekte bulunursa, Allah mutlaka [139] dileğini ve­rir." [140]


Kıyametin Kopma Vakti:



Mucem´ül-Kebir adlı eserinde Taberânî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet, ancak ezan vakti kopar." Taberânî, bu hadiste geçen ezanla, [141] Sabah ezaninin kastedildiğini Söylemiştir.[142]

Müsned adlı eserinde İmam Muhammed b. İdris eş-Şafiî... Enes b. Mâ-Iik´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cebrail beyaz ve parlak bir aynayla Rasülullah (s.a.v.)´in yanına geldi. Rasülullah (s.a.v.), "Bu nedir " diye sor­du. Cebrail şu cevabı verdi: "Bu cumadır. Bununla sen ve ümmetin üstün kı­lındınız. Bu hususta insanlar, yani yahudi ve hıristiyanlar size tabidirler. Bu günde sizin için hayır vardır. Bu günde bir vakit vardır. Mümin kimse o va­kitte Allah´tan hayırlı bir dilekte bulunup duâ ederse, dileği mutlaka yerine gelir. Bizim katımızda Cuma, artırma günüdür." Rasülullah (s.a.v.), "Artır­ma günü nedir " diye sordu. Cebrail dedi ki: "Rabbin, firdevs cennetinde ge­niş bir vadi edindi. Orada misk tepeleri vardır. Cuma günü olduğunda oraya dilediği miktarda meleğini indirir. Çevresinde, üzerinde peygamber kürsüle­ri bulunan nurdan minberler vardır. Bu nurdan minberlerin etrafı, üzerinde yakut ve zebercedden taçlar bulunan altın minberlerle çevrilidir. Bunların üzerinde sıddıklarla şehidler otururlar. Kimi de bu minberlerin arkasındaki misk tepeleri üzerinde oturur. Yüce Allah: "Ben sizin Rabbinizim. Size ver­diğim sözü yerine getirdim. Benden isteyin ki size vereyim.

— Ey Rabbimiz! Senin hoşnutluğunu diliyoruz.

— Sizden hoşnut oldum. Dileğiniz olacak ve sizler için benim katımda daha fazlası vardır.

Bunlar Cuma gününü severler. Çünkü o günde Rableri kendilerine, dile­dikleri hayır ve iyilikleri verir. O, Rabbinizin Arş üzerinde istiva ettiği gün­dür. O günde Âdem (a.s.) yaratıldı. [143] O günde kıyamet kopacaktır." [144]


Toprak, Peygamberlerin Cesedlerini Çürütmez:



İmam Ahmed b. Hanbel... Evs b. Evs Es-SekafTden rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizin en faziletli günlerinizden bin de Cuma dır. Adem (a.s.) o günde yaratıldı; O günde vefat etti. O günde Sûr´a üflenecek; o günde göktekilerle yerdekiler düşüp ölecektir. Ogünde bana çokça salavât getirin. Szin salavâ-tınız bana sunulur." Ey Allah´ın Rasûlu! Sen (toprakta) çürüdükten sonra sa-lavatımız sana nasıl sunulur diye sorduklarında Rasülullah (s.a.v.) şöyle ce­vap vermişti: "Doğrusu Cenab-ı Allah, peygamberlerin cesedlerini yemesini (çürütmesini) toprağa haram kılmıştır." (Neseî, Cum´a 3/5)

Şeyhimiz (Zehebî)... Ebû Ürnâme b. Abdü´l-Münzir´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Günlerin efendisi ve Allah katında en muazzamı, Cuma günüdür. O, Allah katında Ramazan ve Kurban bayramlarından daha uludur. O günde beş özellik vardıjr: Allah o günde Âdem (a.s.)´i yarattı ve onu o günde vefat ettir­di. O günd^ bir vakit vardır. Kul o vakitte haram şeyler dışında ne dilerse, Allah dileğini verir. Kıyamet o günde kopacaktır. Allah´ın gözde melekleri, gök, yer dağ ve deniz, hepsi cuma gününden (yani o günün hakkını vereme: mek´en ve o günde kıyametin kopmasından) korkarlar." [145]

Tşberânî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Kıyamet, cuma günü sabah ezanı vaktinde kopacaktır."

Ebû Abdillah el-Kurtubî, Tezkire adlı kitabında, "Kıyamet, ramazanın ortasına denk gelen bir Cuma gününde kopacaktır" demiştir. Ama bunu ka­bul etmek için bir delile ihtiyaç vardır. [146]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Hasan´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İki gün ve iki gece vardır ki, yaratıklar onların benzerini duymamışlardır. Biri Ölünün mezardakilerle geçireceği ilk gecedir; çünkü daha önce öyle bir gece geçirmiş değildir. Diğeri de sabahında kıyametin kopacağı gecedir. O gün­lerden biri, Allah katından müjdecinin sana cennet ya da cehennem müjdesi­ni getireceği gündür. Diğeri de amel defterinin sana sağ ya da sol tarafından verileceği gündür." [147]

Abdi Kays, Harem b. Hayyan ve diğerlerinin, sabahında kıyametin kopa­cağı geceyi çok önemli ve muazzam bir gece olarak gördükleri rivayet edilir.

ibn Ebi´d-Dünyâ... Mâlik b. Miğvel´den rivayet etti ki; Humeyd şöyle demiştir: Hasan, bir Recep gününde mescitte elindeki küçük testiden su emi­yor, sonra emdiği suyu tükürüp derin derin soluk alıyor, sonra da yaslandığı yeri sarsarcasma ağlayıp şöyle diyordu: "Keşke kalbler dirilse; keşke kalbler ıslah olsa. Sabahında kıyamet kopacak olan gecede vay sizin halinize! Kıya­mete gebe olan gece, acaba hangisidir Yaratıklar kıyamet günü kadar gizli­liklerin açığa çıkacağı ve gözlerin ağlayacağı başka bir gün duymuş değildir­ler." [148]


Kıyamet Gününde İlk Olarak Hz. Peygamberin Mezarı Açılacak Ve İlk Olarak O, Mezardan Çıkacaktır:



Müslim b. Haccac... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde ben, Âdemoğlunun efendisiyim. Mezarı açılıp ilk olarak mezardan çıkacak olan benim, ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edi­len de benim."

Heşîm.. Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur;

"Kıyamet gününde ben, Âdemoğlunun efendisiyim. Bununla iftihar et­miyorum. Kıyamet gününde mezarı açılıp da ortaya çıkacak ilk kişi benim. Bununlada iftihar etmiyorum." (Müslim, 2/1782)

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sûr´a üflenir... Allah´ın diledikleri dışında, göktekilerle yerdekiler dü­şüp bayılırlar. Sonra yine üflenir. İlk ayılan ben olurum. O zaman Musa´nın Arş´ı tutmakta olduğunu görürüm. Bilemiyorum, acaba Tur dağında ilâhî te­celliden ötürü düşüp bayılması nedeniyle mi kıyametteki üflemeden sonra düşüp bayılmamıştır, yoksa benden önce mi uyanmıştır "

Sahih-i Müslim´de, Hz. Peygamber´in şöyle buyurduğu rivayet edil­mektedir:

"Mezarı ilk açılıp dışarı çıkacak olan benim. O esnada Musa´nın, arşın ayağını tutmakta olduğunu görürüm. Bilemiyorum; acaba benden önce mi uyanmıştır, yoksa Tur´daki düşüp bayılmasının karşılığı olarak mı kıyamet­te ki üfleme nedeniyle düşüp bayılmamıştır." [149]

İbn Ebi´d-Dünyâ... İbn Cüd´ân´dan rivayet etti ki; Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Ebubekir´le bir yahudi arasında bir çekişme oldu. Yahudi: "Musa´yı insanların üzerine seçkin kılan zât´a yemin ederim ki..." deyince Hz. Ebubekir onu tokatladı. O da (şikâyet) için kalkıp Rasülullah (s.a.v.)´in yanına gitti. Rasülullah (s.a.v.), ona şöyle dedi: "Ey yahudi ben, mezarı açı­lıp ilk çıkacak olan kimseyim. Çıktığımda Musa´nın Arş´a tutunmuş olduğu­nu görürüm. Bilemiyorum, acaba o benden önce mi dirilmiştir, yoksa Tur´daki düşüp bayılmasının ödülü olarak mı sur üflemesi anında düşüp ba­yılmamıştır."

Bu hadisin Buharî ve Müslim´de bir kaç varyantı vardır. Bunlardan ba­zısında anlatıldığına göre o yahudiyle çekişen kişi, Hz. Ebubekir değil de en-sardan bir adamdır. Doğrusunu Allah bilir. Bu varyantların en güzel ifadeli­si Şudur:

"Kıyamet günü olduğunda insanlar (dehşetten) düşüp bayılacaklar. İlk bayılan ve ayılan ben olacağım. Ayıldığımda, Musa´nın, Arş´m ayaklarını tutmuş olduğunu göreceğim. Bilemem; benden önce mi bayılıp ayıldı, yoksa Tur dağındaki bayılmasının mükâfatı olarak mı kıyamette düşüp bayılmadı " [150]

İleride de açıklanacağı üzere bu düşüp bayılma, Kur´an´da anlatılandan ayrı olup mahşer meydanında olacaktır. Yukarıdaki hadiste de anlatıldığı gi­bi bu düşüp bayılma, davalara bakmak üzere hesap yerine geldiğinde Yüce Rabbin tecellide bulunması nedeniyle vukubulacaktır. Mûsâ (a.s.)´ın Tur da­ğında düşüp bayılması gibi o esnada bütün insanlar düşüp bayılacaklardır. Doğrusunu yüce Allah daha iyi bilir.

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Hasan´dan rivayet ettiki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dirilip mezardan çıkacağımı, basımdaki toprakları sil­kelediğimi, dönüp baktığımda Musa´dan başkasını göremediğimi ve onunda Arş´a tutunduğunu görür gibi oluyorum. Bilemiyorum, acaba o benden önce mi dİrilmiştir, yoksa O, Cenab-ı Allah´ın, sûr üflemesinden etkilenmede müstesna kıldıklarından midir " (Ehvâlü Yevmi´-Kıyâme, 9 (îstidrâfcât), s. 319) Bu hadiste mürsel ve de öncekinden daha, zayıftır. [151]


Kıyamet Gününde Dirilip Mezardan İlk Çıkacak Olan Kişi, RasÛlullah (s.a.v.)´dir:



Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Abdullah b. Selâm´dan rivayet etti ki; Ra­sÛlullah {s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde ben, Ademoğullarının efendisiyim. Bununla iftihar etmi>orum. Mezarı açılıp ilk çıkacak olan, ilk şefaat edecek ve şefaati kabul edüccek olan benim. Elimde Livâ´ül hamd (denen sancak) bulunacaktır. Âdeme´de, onun aşağisındakilere de şefaat edeceğim." Bu hadisin tahrici ya­pılmamıştır, ancak senedinde sakınca yoktur. [152]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... İbn Ömer´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Mezarı açılıp ilk çıkacak olan kişi benim. Sonra Ebubekir, sonra Ömer´dir. Mezardan çıkışımın ardından Baki´ mezarlığındakilerin yanına gi­derim, onlar benimle beraber hasredilirler. Sonra Mekkelileri beklerim. On­lar da benimle beraber hasredilirler. Mekke ile Medine arasında hasredilece­ğim."

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Nafi´den rivayet etti ki; İbn Ömer şöyle de­miştir: RasÛlullah (s.av.) mescide girdi, sağında Ebubekir, solunda da Ömer vardı, ikisine yaslanmıştı. "Kıyamet gününde işte böyle diri(lip hasredilece­ğiz" dedi."

Ebubekir d Ebi´d-Dünyâ... Kâ´b´ül-Ahbar´ın şöyle dediğini rivayet et­miştir;

"Her şalak doğarken mutlaka gökten yetmiş bin melek iner, Hz. Pey­gamberin mezarını kuşatır, oraya kanatlarım vurur ve ona salât getirirler. Akşam olunca göğe çıkarlar. Bir o kadarı da yere iner, öncekilerinin yaptıkları­nı yaparlar. Nihayet yer yarılır, RasÛlullah (s.a.v.), kendisini ağırlayıp saygı gösteren yetmiş bin meleğin arasında mezarından çıkar."

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Yunus b. Seyf´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar yaya olarak haşir yerine gelirler. Ben, buraka binmiş olarak oraya gelirim. Bilâl da kızıl tüylü dişi bir deveye binmiş, önümde duracaktır. İnsanların toplandığı yere vardığımızda Bilâl ezan okumaya başlar. "Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasûluh" derken öncekiler ve sonrakiler onu tasdik ederler." [153] Bu, mürsel olarak rivayet edilmiştir. [154]


İnsanların Yalınayak, Çıplak Ye Sünnetsiz Olarak Dirilip Haşredilecekleri Ve,O Günde İlk Olarak Kime Elbise Giydirîleceği:



İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"İnsanlar Kıyamet günü yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak diritiecek-lerdir." O zaman Aişe dedi ki: Ya Rasülallah, nasıl olur çırılçıplak Peygam­ber (s.a.v.) buyurdu ki: "O gün herkesin kendine yetecek derdi vardır." (Abe­se, 80/37) (Neseî.Cenâîz, 4/H8). Bu hadisin bir benzerini de Buharı ve Müslim Sa-hih´lerine Hatim b. Ebî Sagîre rivayetiyle Aişe´den almışlardır. [155]


Kıyamet Günü Kendisine İlk Elbise Giydirilecek Kimse İbrahim Halilullah Aleyhisselâmdır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle demiştir: RasÛlullah (s.a.v.) bize vaaz verirken şöyle dedi:

"Ey insanlar! Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah´ın huzu­runda toplanacaksınız. "Yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan veril­miş bir söz olarak- onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız." (Enbiyâ: 104) (Müslim, 3/2194)

"Haberiniz olsun! Kıyamet gününde insanlar arasından kendisine elbise giydirilecek ilk kişi İbrahim (a.s.)´dır. Doğrusu ümmetimden bazı kimseler diriltecek ve alınıp sol tarafa götürülecek. Ben "Bunlar benim ashabımdır!" diyeceğim. Bana, "Bunların senden sonra neler yaptıklarını sen bilemezsin" denir. O zaman ben de, salih kulun (Hz. İsa´nın) dediklerini derim:

"Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şâhiddim. Beni ara­larından aldığında onları sen gözlüyordun. Sen her şeye şâhidsin. Onlara azâb edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü olan, hakim olan şüphesiz ancak sensin." (Mâide, 5/H7-H8)

"(Ey Muhammed! Ümmetim dediğin) şunlar, sen aralarından çıkıp ken­dilerinden ayrılalı beri topukları üstüne (küfre) geri döndüler ve bu hallerini
"Muhakkak ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Alah´ın huzu-runde hasredileceksiniz." [157]

Beyhakî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak Allah´ın huzurunda hasredilecek­siniz!" [158]

Zevcesi: "O zaman bizler birbirimize bakacak mıyız " diye sorunca Peygamber (s.a.v.) şu cevabı verdi: "O gün herkesin kendine yeter derdi var­dır." (Abese, 80/37) (Neseî, 4/114)

Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Abdullah b. Haris´ten rivayet etti ki; Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:

"İnsanlar iki sene müddetle ayakta, gözleri göğe dikilmiş halde yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir. Sıkıntılarının şiddetinden ötürü Cenab-ı Allah onları ağızlarına kadar tere boğar. Sonra "İbrahim´i giy­dirin" diye emreder. Ona ince beyaz ketenden mamul (biri alt biri de üst ol­mak üzere) iki cennet elbisesi giydirilir. Sonra Muhammed (s.a.v.) için ses­lenilir. Havuz onun için su fışkırtır. O havuz Eyle ile Mekke arasındaki me­safeyi kaplar. O havuzun suyundan içilir, yıkanılır. O gün susuzluktan insan­ların boğazı parçalanmış olacaktır.

Bununla ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana cennet el­biseleri giydirilir. Kürsünün üzerine çıkar, ya da sağında dururum. O gün ya­ratıklar arasında benden başka hiç kimse bu makama sahib olamaz. Bana: "İşte, sana verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir" denir."

Adamın biri kalkıp Rasûlullah (s.a.v.)´e; "Annenle baban için ümid etti­ğin bir şey var mıdır " diye s©rdu. Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Kabul edilir veya edilmez, ama ben onlara şefaat edeceğim. Fakat onlar için hiç bir şey ümid etmiyorum."

Beyhakî dedi ki: Hz. Peygamber bunu, müşrikler için mağfiret dileme ve münafıkların cenaze namazını kılma yasağının inişinden önce söylemiş ol­malıdır."

Kurtubî... Abdullah b. Haris´ten rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir: "Kıyamette ilk olarak Hz. İbrahim´e ince beyaz ketenden mamul iki cennet elbisesi giydirilecek, sonra da Arşın sağ yanında Muhammed (s.a.v.)´e de cennet elbisesi giy dirilecektir."

Tezkire adlı kitabında Ebû Abdillah el-Kurtubî... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamette ilk olarak İbrahim (a.s.)´a elbise giydirilecektir. Yüce Allah, "Halilime (dostuma) elbise giydirin!" diye emir verecek. Ona, nce beyaz keten­den mamul iki elbise giydirilir, sonra da Arşın karşısında oturur. Daha sonra bana elbisem getirilir. Elbisemi giyinip arşın sağ yanma dururum. Orada ben­den başkası duramaz. Bu nedenle öncekiler de sonrakiler de bana imrenirler."

Kurtubî... Ebû Zübeyr´den rivayet etti ki; Câbir şöyle demiştir: "Müez­zinler ve telbiyeciler kıyamet gününde ortaya çıkarlar. Müezzinler ezan okur, telbiyeciler de telbiye getirirler. Cennet elbiseleri önce İbrahim´e, sonra Mu-hanımed´e sonra da diğer peygamberlere, onlardan sonra ise müezzinlere giydirilecektir." Böyle dedikten sonra Câbir, hadisin tamamını okudu.

Bundan sonra Kurtubî, önce Hz. İbrahim´e cennet elbisesi giydirilişinin sebeblerini anlatmaya başlayıp şöyle demiş: "... Bu sebeplerden biri, tesettü­rü tam yapmak amacıyla don giymiş ya da ateşe atıldığı günde elbisesi çıka­rılıp soyulmuş olmasıdır. Doğrusunu Allah bilir." [159]

Beyhakî... Mü´minlerin annesi Şevde (r.a.)´den rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar (kıyamette) yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak dirilir (has­redilirler. Ter, çenelerine, hatta kulak yumuşaklarına kadar yükselir."

Şevde, "Eyvah! Ayıp yerlerimiz açığa çıkacak, birbirimize mi bakaca­ğız !" deyince Hz. Peygamber ona şu cevabı vermişti: "Buna bakamıyacak kadar meşgul olur insanlar. O gün herkesin kendine yeter derdi vardır." Bu hadisin senedi sağlamdır.[160]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Müminlerin annesi Ümmü Seleme´den riva­yet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar tıpkı ilk yaratıldıkları gibi yalınayak, çıplak ve sünnetsiz ola­rak haşredileceklerdir." Ümmü Seleme, ona şöyle sormuş:

— Ey Allah´ın Rasûlü! Öyle olunca birbirimize mi bakacağız

— O zaman insanlar başka şeyle meşgul olacaklardır.

— Meşguliyetleri nedir ki

— Amel defterleri açılacak. O defterlerde zerre ağırlığınca, hardal tane­si ağırlığınca olan ameller de kayıtlı olacaktır." [161]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Abdullah b. Abbas´tan rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak hasredileceksi­niz." [162]

İbn Ebi´d-Dünyâ da Ömer b. Şebbe´den böyle bir rivayette bulunmuş­tur. Ancak onun rivayetinde şu ifadeler de yer almaktadır:

"Kıyamet gününde kendisine ilk olarak elbise giydirilecek kişi, İbrahim (a.S.)´dir." [163]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Enes´ten rivayet etti ki; Aişe (r.a.); "Ey Al­lah´ın Rasûlü! Erkekler nasıl haşr edilecekler " diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.v.) de ona şu cevabı verdi:

— Yalınayak ve çıplak olarak hasredilecekler.

—- Desene kıyamet günü işimiz zor, vay halimize!

— Sen bunu niye soruyorsun O zaman sana zarar gelmeyeceğine dair °ana vahiy nazil oldu. Üzerinde elbise olsa da olmasa da farketmez.

— Peki bunun delili nedir çy Allah´ın Rasûlü

— "O gün herkesin kendine yeter derdi vardır." [164]

Hafız Ebû Ya´lâ el-Musılî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

´İnsanlar, tıpkı analarının kendilerini doğurduğu haldeki gibi yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir." (Müslim, 3/2194)

Yanında duran Aişe, Rasûlullah´a sordu:

— Anam babam sana feda olsun, erkeklerle kadınlar bir arada mı hasre­dilecekler

— Evet...

— Eyvah!..

— Niye şaşırıyorsun Ey Ebubekir´in kızı

— Erkeklerle kadınlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak hasredile­cekler ve birbirlerine bakacaklar, demene şaşıyorum.

— (Elini Aişe´nin omuzuna vurarak) ey Ebû Kuhafe´nin kızı! İnsanlar o gün birbirlerine bakamayacak kadar meşguldürler. Yemez, içmezler, gözleri donakalır, faltaşı gibi semaya dikilir. Bu durum kırk sene sürer. (O kadar çok terlerler ki;) ter kiminin ayaklarına kiminin bacaklarına, kiminin karnına, ki­minin de çenesine kadar yükselir. Uzun süre beklemelerinden ötürü böyle olur. Bundan sonra Cenab-ı Allah kullara merhamet eder. Gözde meleklere emir verir. Arşını alıp gökten yere getirir ve kan akıtılmadık, günah işlenme­dik bir mekân koyarlar. Arş, bembeyaz bir gümüş gibidir. Sonra melekler, ar­şın çevresini kuşatmış olarak ayağa kalkarlar. O gün, gözlerin Allah´a baktı­ğı ve O´nu gördüğü ilk gündür. Allah, bir münâdiye emir verir. O münâdi de, cinlerin ve insanların duyabileceği bir sesle şöyle çağırır: "Nerede falan oğ­lu falan oğlu falan !" Bu sesi, bütün hücreleriyle insanlar duyar, o münâdi, bulunduğu yerden çıkar. Allah onu insanlara tanıtır. Sonra onunla birlikte iyilikleri de ortaya çıkar. Allah, oradakileri bu iyilikleriyle tanır. Bunlar âlemlerin Rabbinin huzurunda durduklarında, "Nerede haksızlık yapanlar !" diye sorulur.1

Bir adamı ortaya getirirler (diğerleri de gelir.) Onlardan her birine, "Şundan ve bundan ötürü falan adama haksızlık ettin" denilir. O da, "Evet ya Rab" diye cevap verir. O gün suçluların, dillerinin, ellerinin ve ayaklarının, işledikleri suçlar nedeniyle kendi aleyhlerinde tanıklık yapacağı bir gündür. Zalimin sevapları alınıp zulm ettiği kimselere verilir. Bir dirhem veya bir di­nar alacağı olan kimse için zalimin sevapları alınır, mazluma verilir. Sevap­ları tükenir de yine ödeşme olmazsa o zaman mazlumun günahları alınıp za­limin defterine kaydedilir. Diğer mazlumlar gelip o zalimin sevaplarına talib olurlar, ama ortada bir şeyi kalmamışsa, "Bizim durumumuz ne olacak Baş­kaları bunun sevaplarını aldılar. Biz mahrum mu kalacağız " derler. Onlara "Acele etmeyin" denir. Bu defa kendilerinin günahları alınıp zalimin defteri­ne kaydedilir. Artık zulme uğrayan hiç kimsenin onda hakkı kalmaz. Cenab-ı Allah, bunu mahşerde duran herkese bildirir. Zalimin hesabı görülünce ken­disine: "Varacağın yer kızgın ateştir. Hadi oraya dön!" denir. O gün hiç kim­seye haksızlık edilmez. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir. O gün müşahede ettiği şiddetli hesaptan dahi kurtulamayacaklarını sanırlar. Ancak Aziz ve Celil olan Allah´ın koruduğu kimseler hariç." [165]

Bu ifadelerin tümü göz önüne alındığında bu hadis gariptir. Ama bir kı­sım ifadelerini teyid edici başka bazı sahih hadisler mevcuttur ki, bununla il­gili açıklama Allah dilerse yakında verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah´tır. [166]


Kıyamet Gününde İnsan, Hayır Veya Şer Kendi Amel Elbisesi İçinde Dirilecektir:



Ebû Seleme´den rivayet olunduğuna göre Ebû Saîd el-Hudrî, can çeki­şirken, kendisine yeni bir elbise getirilmesini istedi. Getirilen elbiseyi giydi. Sonra, "Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim" dedi: "Doğrusu müslüman kişi, vefat ederken üzerinde bulunan elbisesinin içinde dirilecek­tir." ;

Bu, Sünen adlı kitabında Ebû Davud´un... İbn Ebi Meryem´den rivayet ettiği bir hadistir. [167]

Beyhakî, insanların yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredilecek-lerine ilişkin Önceki sayfalarda geçen hadislerle çeliştiği için bu hadisi açık­lamaya çalışmış ve bu çelişkilere üç şık halinde cevap vermiştir:

1- Bu elbise, insanların dirilip mezarlarından çıkmalarından sonra çürü­yecek, haşir yerine geldiklerinde tamamen çıplak olacaklar, sonra kendileri­ne cennet elbisesi giydirilecektir.

2- Peygamberler, sonra sıddıklar, sonra da mertebeleri ne göre diğer in­sanlar elbiselerini giyindikten sonra her insanın giysisi, kendisi içindeyken vefat etmiş olduğu elbisenin cinsinden olacaktır. Sonra cennete girdiklerinde cennet elbisesi giyeceklerdir.

3- Burada sözü edilen elbiselerden kasıt, amellerdir. Yani kişi, üzerin­deyken vefat ettiği hayır veya şer ameli üzerinde dirilecektir. Nitekim Yüce Allah buyumuş ki: "Takva elbisesi ise bunlardan daha hayırlıdır." (A´râf, 7/26) "Elbiseni temiz tut." (Müddessir, 74/4)

Katâde, bu âyeti tefsir ederken: "Amelini ihlâslıca yap" demiştir.

Beyhakî bu son cevabı, Müslim´in... Câbir´den rivayet ettiği şu hadisle teyid etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kul, hangi işi yaparken vefat etmişse, yine o işi yaparak dirilecektir." (Müslim, Cennet, 3/83)

Yine Beyhakî.. Fudale b. Ubeyd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur: "Bu mertebelerden birindeyken vefat eden kimse, kıya­met günü yine o mertebede olduğu halde dirilecektir." [168]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Saîd b. Hani´den rivayet etti ki; Amr b. Es-yed şöyle demiştir: "Muaz, (can çekişmekte olan) karısının durumuyla ilgi­lenmemi söylöyip evden çıktı ve gitti. Kadın vefat etti, defnettik. Sonra Mu-az geldi. Geldiğinde defin işini tanımlamıştık. "Onu nasıl bir giysiyle def­ettiniz " diye sordu. Biz de "Onu elbisesiyle defnettik" deyince mezarın aÇılmasını istedi. Mezarı açtılar. Kadının elbisesini çıkarıp onu yeni bir kefene sarın. Çünkü onlar, kefenleri üzerlerinde iken haşredileceklerdir."[169]

Yine Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Velid b. Mervan´dan rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle demiştir: "Ölüler, kefenleri içinde haşredileceklerdir."

Ebü´l-Aliye, Ebû Salih el-Mizzî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Duyduğuma göre ölüler eski püskü kefenler içinde, çürümüş bedenler, de­ğişmiş yüzler, tozlu başlar, zayıflamış cesedlerle haşredileceklerdir. Yürek­leri, göğüslerinden ve boğazlarından uçacak gibidir. Nereye gideceklerini bi­lemezler. Bunu ancak haşir yerinden ayrıldıklarında öğrenirler. Ya cennete, ya da cehenneme götürülürler. (Cehenneme götürülenler), olanca sesleriyle şöyle bağırırlar: "Eyvah, biz nereye götürülüyoruz !. Eğer geniş rahmetinle bizi örtmezsen vay halimize!.. Ancak senin bağışlayabileceğin büyük suç ye günahlar(ımız)dan ötürü kalplerimiz daraldı!" [170]
İbn Kesir Hayatı Ve Eserleri

Aziz Ve Celil Allah´ın Muhammed Ümmetine Olan Rahmeti:

Hz. Peygamberin, Vukuunu Önceden Bildirdiği Bazı Hâdiseler

Mısır´ın Müslümanlar Tarafından Fethedileceğine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Bizans Ve Sasani Devletlerinin Bîr Daha Geri Dönmemecesine Yıkılacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Ömer (r.a)´in Öldürüleceğine Önceden İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Osman (r.a)´ın Belâlara Maruz Kalacağına Önceden İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Ammar b. Yâsir´in Şehid Edileceğine İşaret Buyurması:

Hz, Peygamber´in, Hilafeti Otuz Yıllık Bir Süreyle Sınırlaması:

Allah´ın Hz. Hasan Vasıtasıyla İki Büyük Müslüman Grubu Barıştıracağına Hz. Peygamber´in Önceden İşaret Buyurması:

Ümmü Haram Binti Melhan´ın Deniz Savaşında Öleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, İslâm Ordusunun Hind Ve Sind´e Kadar Gideceğine Önceden İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Müslümanların Türkler´le Savaşacaklarına Önceden İşarette Bulunması:

Bazı Çocukların Müslümanları Yöneteceklerine Ve O Zamanda Meydana Gelecek Bozgunculuklar:

Hz. Peygamber´in, KureyşIi On İki Halifenin İslâm Ümmetinin Başına Geçeceklerine Önceden İşaret Buyurması:

On İki KureyşIi Halifeden Kasıt, Hz. Peygamber´den Sonra Peşpeşe Gelenler Değildir

Alâmetler (Hicrî) 200. Seneden Sonra Görüleceğine Dair Nakledilen Rivayetler Sahih Değildir:

Nesillerin En Hayırlısı Hz. Peygamber´in Zamanında Yaşayanlar, Sonra Onları Takip Edenlerdir:

Beş Yüz Yıl Bahsi:

Hz. Peygamber´in, Yeryüzünde Bin Yıldan Fazla Kalmadan Kıyametin Kopacağını Söylemiş Olması Doğru Değildir:

Şam´a Bağlı Busra´daki Develerin Boynunu Aydınlatacak Bir Ateşin Hicaz Diyarında Ortaya Çıkacağına Dair Rivayet:

Hicretin 654. Senesinde Medine´de Uzun Süre Devanı Eden Bir Yangının Çıkması:

Zamanımızdan Sonra Meydana Gelecek Olayları Hz. Peygamberin Önceden Bildirmesi

Geçmiş Olaylara Ve Gelecekte Kıyamete Dek Meydana Gelecek Olaylara Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Vukubulacaklannı Hz. Peygamber´in Önceden Haber Verdiği Bazı Olayların Vukubulduklarına Huzeyfe´nin.

Tanıklık Etmesi:

Dünyanın Geçen Ve Kalan Ömrünü Bildiren Isrâiliyat Haberlerinin Aslı Esası Yoktur:

Kıyametin Yaklaşması:

Kıyamet Gününde Müslümanın, Sevdiği Kimseyle Birlikte Haşrolunacağı:

Ölenin Kıyameti Kopar:

Gaybın Anahtarları Beştir. Bunları Ancak Yüce Allah Bilir:

Hz. Peygamber, Kıyametin Ne Zaman Kopacağım Bilmez:

FİTNELERİN ÖNCE ÖZET OLARAK, SONRA DA DETAYLI OLARAK ANLATILMASI BAHSİ

Hayır Ve Şerrin Birbirlerini İzleyeceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

İslâmiyetin Başlangıçta Olduğu Gibi Tekrar Garip Hale Geleceği:

Ümmetlerin Bölünmesi:

Fitnelerin Ümmeti Böleceğine, Kurtuluşun İse Cemaate Sarılmakta Olduğuna Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

İslâm Ümmeti Sapıklıkta Bir Araya Gelmez:

Fitne Zamanında Bir Kenara Çekilmeye İzin Verilmiştir:

Ölümü Temenni Etmek Yasaklanmıştır:

Ulemanın Ölümüyle İlim Ortadan Kalkacaktır:

Kıyamete Dek Bu Ümmetin Hak Yolda Sebat Edecek Bir Fırkasının Mevcud Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Cenab-ı Allah´ın Yüz Senede Bir Bu Ümmete Dinî Bir Müceddid Göndereceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:

Hz. Peygamber´in Bildirdiği Bazı Kıyamet Alametleri:

İlmin Ahir Zamanda İnsanlar Arasından Kalkması:

HZ. PEYGAMBER´İN BAZI SERLERİN MEYDANA GELECEĞİNE İŞARET BUYURMASI

Mehdî, Ahir Zamanda Gelecek Doğru Yolu Gösterecek Hidayet Rehberi Bir Halifedir. Ancak Rafızîlerin İddia Ettikleri Şekilde Samarra´da Yer Altından Çıkması Beklenen Biri Değildir. Bunun Aslı, Hakikati Ve Hatta İzi Yoktur.

Mehdî´nin Geleceğine İlişkin Rivayet Edilen Hadisler:

Kendi Şerefli Ailesinin Bazı Yorgunluk, Sıkıntı Ve Korkulu Hallerle Karşılaşacağını Hz. Rasûlün Önceden Haber Vermesi:

MEYDANA GELEN VE AHİR ZAMANDA DAHA DA ÇOĞALIP ARTACAK OLAN ÇEŞİTLİ FİTNELER..

Bozgunculuk Çoğalınca, Aralarında Salih Kimseler Bulunsa Bile Tüm Toplum Helak Olacaktır:

İslâm Toplumunun Tam Ortasında Fitnelerin Kaynayacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Her Geçen Zaman Bir Sonrakinden Hayırlıdır:

Sakınılıp Uzak Durulması Gereken Bazı Şiddetli Fitnelerin Meydana Geleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Emanet Duygusunun Kalplerden Kaldırılması:

Fitnenin Doğu Tarafından Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:

Dirilerin Ölülere İmreneceği Kadar Fitnelerin Çoğalacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:

Kıyametten Önce Bazı Arap Kabilelerine Puta Tapıcılığın Geri Döneceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Arap Topraklarının Muazzam Servetler Fışkıracağına, Bu Nedenle İnsanlar Arasında Düşmanlık, Çekişme Ve Savaş Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Kıyamet Kopmadan Çok Deccalların Ortaya Çıkacağına, İnsanların Oyalanıp Dalgın Oldukları Bir Vakitte Kıyametin Aniden Kopacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Cehennemliklerden İki Sınıfın Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

İyiliği Emredip Kötülüğü Menetme Görevini Yapmamaya Ruhsat Verici Bazı Gerekçeler:

İnsanların Bölük Bölük Dinden Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Mahvedici Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağını Bildirmesi. O Zaman Dinini Tutan, Ateş Közünü Tutmuş Gibi Olacaktır:

Çokluklarına Ve Nüfuslarının Fazlalığına Rağmen Müslümanları Horlayıp Hegemonyaları Altına Almak Amacıyla Bütün Milletlerin Karşıt Bir Cephe Oluşturacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Öldürücü Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına Kurtuluşun Da Bu Fitnelerden Uzaklaşmakta Ve Yollarından Uzak Durmakta Olduğuna Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Ahlâkı Yok Eden Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına İşaret Buyurması Öyle Ki, O Zaman İnsan, Yanında Oturan Arkadaşına Dahi Güvenmeyecektir:

Çeşitli Fitnelerin Ortaya Çıkacağına, Bunlardan Kurtuluşunsa Toplumdan Soyutlanmak Olduğuna Hz. Peygamber´in İşareti:2

Fitne Koptuğunda Eziyetlere Tahammül Etme Ve Kötülüklere Katkıda Bulunmamak Hususunda Hz. Peygamber´in Verdiği Öğüt:

Bazı Müslümanların Putperestliğe Döneceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması

Ahlas Fitnesi:

Bazı Fitnelerin Meydana Geleceğine, O Esnada Dil Darbesinin Kılıç Darbesinden Daha Etkili Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Kostantiniye´nin Rumiye´den Önce Fethedileceğine Hz. Peygamberin işaret Buyurması:

Bazı Beldelerin Yıkılacaklarına Ve Yıkılış Sebeplerine Hz. Peygamberdin İşaret Buyurması:

KIYAMET ALAMETLERİNİN MÜTEADDİT OLUŞU..


Kıyamet Öncesi Alâmetler:

Altı Olay Meydana Gelmeden Önce Müminlerin Hemen Salih Amel İşlemelerini Hz. Rasûlün Taleb Etmesi:

Kıyamet Kopmadan On Alâmet Görülecektir:

Aden´in Derinliklerinden Çıkacak Olan Fitne Ateşi:

Rumlarla Yapılıp Kostantiniyye´nin Fethiyle Sonuçlanacak Olan Savaş:

Mesih (A.S), Deccal´ı Öldürmeden Veya Hayır Ve Nuru, Batılı Ve Karanlığını Mağlub Etmeden Kıyamet Kopmayacaktir:

Kuvvetli Bir Azim Ve Samimi Bir İmanla Söylenen "Lailahe İllallahü V Illahü Ekber" Sözü, Kaleleri Yıkar Ve Şehirleri Fetheder:

Müslümanların Rum İllerini Fethedip Bir Çok Ganimete Sahip Olacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Müslümanların Bazı Adaları, Rum İllerini Ve Fars Ülkesini Fethedeceklerine, Müslümanların Hak Davalarının Deccalın Batıl Davasını Mağlub Edeceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Rumların Bazı Güzel Özellikleri:

Rumların En Fazla Nüfusa Sahip Bir Millet Oldukları Zamanda Kıyamet Kopar:

Kudüs´ün Şen Ve Mamur Olması Esnasında Medine´nin Harab Olmaya Yüz Tutacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Medine-İ Münevvere Vebadan Ve Deccal´dan Korunacaktır:

Medine-İ Münevvere´nin Uzun Süre Şen Ve Mamur Kalacağına Hz. Peygamber´în İşaret Buyurması:

İleride Çıkacak Bazı Buhranlar Nedeniyle Medinelilerin Şehri Terkedeceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

EN SONDA GELECEK MESİH-İ DECCAL´DAN ÖNCE, ÖNCÜ MAHİYETİNDE BAZI YALANCI DECCALLARIN ORTAYA ÇIKACAKLARINA DAİR BİR GİRİŞ.

Kıyametten Önce Peygamberlik İddiasında Bulunan Bazı Yalancıların Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

İslâm Ümmetinde Bazı Cehennem Davetçileri Görüleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Deccal İle İlgili Hadisler Üzerine İbn Sayyad Hakkında Gelen Bazı Rivayetler:

Hz. Peygamberin Deccal´a Karşı Müslümanları Uyarması Ve Onun Bazı Niteliklerini Anlatması:

Deccal´m Ateşi Cennet, Cenneti De Ateştir:

Hz. Peygamberin, Ümmetini Deccal´m Beraberindeki Kuvvet Ve Fitne Sebeplerine Aldanmaktan Uyarması:

İbn Sayyad, Büyük Deccal Değildir. O Ancak Çok Sayıda Görülecek Olan Küçük Deccallardan Biridir:

Fatıma Binti Kays´m Deccal Hakkındaki Hadisi

Cessase İle Deccal´m Görüldüklerine İlişkin Temim Ed-Dârî´den Gelen Bir Rivayet:

FATIMA BİNTİ KAYS HADİSİ

İbn Sayyad, Medine Yahudilerindendir:

Rasûlullah (S.A.V)´ın Söylemesi Mümkün Olmayan Ve Aklen Reddedilen Bazı Kabul Edilmez Rivayetler:

Nüvas b. Sem´ân´ın Aynı Manâda Ama Daha Detaylı Olarak Rivayet Ettiği Hadis:

Bazı Garaip Ve Acaipliklerle İlgili Olarak Söylenen Ve Rasûluilah´a İsnad Edilen Bazı Sözler:

Zahirî Anlamı Bırakılarak Te´vil Edilmesi Gereken Bir Hadis:

Deccal Hakkında Yayılan Hadisler:

Dünyada Deccal Fitnesinden Daha Büyük Bir Fitne Yok mudur .

Müslümanların Yahudilerle Savaşıp Onları Mağlub Edeceklerine, Hatta Yahudilerin, Müslümanların Kılıcı Karşısında Gizlenecek Bir Yer Bulamayacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Senedi Ve Metni Garip Bir Hadis:

Tesbih, Tehlil Ve Tekbir Cesedler İçin Azık Olamaz:

Deccal, Mekke-İ Mükerreme Ve Medine-İ Münevvere´ye Giremeyecektir:

Dininizin En Hayırlısı En Kolay Olanıdır:

Mekke-i Mükerreme Ve Medine-i Münevvere, Allah´ın Emriyle Melekler Tarafından Korunacaktır:

Yüce Peygamberimizin Benî Temim Kabilesinin Faziletine Tanıklık Etmesi:

Allah Katında Deccal Çok Değersizdir:

Kur´ân-ı Kerim´de Deccal´dan Niçin Açıkça Söz Edilmiyor .

Deccal’dan Korunma Yolu.

Allah´a İhlaslıca Sığınmak, Kişiyi Deccal´ın Fitnesinden Korur:

Kehf Suresinin Son On Ayetini Ezberleyip Onlarla Amel Etmek Kişiyi Deccal Fitnesinden Korur:

Şerefli Medine Ve Mekke´de İkamet Etmek, Kişiyi Deccal Fitnesine Karşı Korur:

Lânetli Deccal´ın Kısa Biyografisi:

Deccal´ın -Allah .Kahretsin Onu- Evsafı:

Tuhaf Ve Garip Bir Haber:

Reddedilen Bir Hadis:

Bir Hurafe Hadis Daha:

Ahir Zamanda Hz. İsa´nın Dünya Semasından Yeryüzüne İnişi:

Hz. İsâ Öldü Mü Yoksa Diri Diri Göğe Mi Kaldırıldı .

Deccal’la İlgili Olarak Önceki Kısımlarda Nakledilmemiş Olan Hadisler

Kıyamet Kopmadan Meydana Gelecek Bazı Garip Olaylar:

Kıyametten Önce İbadet Azalacak, Mal Ve Para Çoğalacak:

Peygamberler Baba Bir Kardeşlerdir:

Peygamber (s.a.v) Efendimiz, İnsanlar Arassnda Hz. İsa´ya En Yakın Olandır:

Allah Rasûlu Mesih İsa´nın Ve Ahirzaman İnsanlarının Evsafı:

YE´CUC VE ME´CUC´UN ORTAYA ÇIKIŞI

Hz. Peygamberdin Araplara Yaklaşan Bir Şerre İşaret Buyurması:

Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışı:

Ye´cuc Ve Me´cuc, İnsanlardan Bir Kısımdır:

Kâbe-i Müşerrefe´nin Çarpık Ayaklı Melun Zü´s-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:

Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışından Sonra Da Hac Ve Umre Yapanlar Olacaktır:

Kıyametin Kopmasından Önce Hac İbadeti Terk Edilecektir:

Allah´ın Şerefli Kıldığı Kabe´nin Melun Zü´ş-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:

Kıyametten Önce Kahtan Mıntıkasında Bir Zalimin Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Deccal, Mekke Ve Medine´ye Giremez.

Yerden Bir Yaratığın (Dabbet´ül-Arz´ın) Çıkıp İnsanlarla Konuşması:

Kıyametten Önceki On Alâmet:

GÜNEŞİN BATI UFUKTAN DOĞMASI

"Bilen, Bildiğini Söylesin, Bilmeyen Sussun´

Güneş Batı Ufkundan Doğuncaya Dek Geceleri İbadetle Geçiren Müslümanlar Hep Var Olacaktır:

Düşman Kendileriyle Savaşmaktayken Muhacirlerin Hicretleri Kabul Edilmez:

ÖLÜM ÖTESİ TARİHİ

İmâduddîn Ebu´1-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesîr, Dımaşk civarındaki Bus-râ´nın köylerinden birinde 701/1301 senesinde doğdu. Babası, köyünün ha­tibi idi. İbn Kesîr çokjküçük yaşta iken (703/ 1303) babasını kaybetti. Küçük yaşta yetim kalan îbn Kesîr´i ağabeyi Abdulvahhâb terbiyesine aldı. 706/1306 senesinde ağabeyi ile birlikte Dımaşk (Şam)a yerleşti. İlk ibtîdaî bilgileri ağabeyi olan büyük kardeşinden aldı. Daha sonra, Burhanuddin el-Fezâri, Kemaluddin b. Kâdi (Şahba) Şihne´den fıkıh öğrendi. el-Kasım b. Asâkir, İshâk, el-Âmidî, Muhammed b. Zirâd, İbnu´r-Radî ve İbn Teymiyye gibi alimlerden ilim tahsil etti ve kendisini yetiştirdi. Genç yaşından itibaren eserler yazmaya başlamış, Hadis, Fıkıh, Târih ve Tefsir sahalarında kaleme aldığı eserler sağlığında insanlar arasında şöhret bulmuş, yaygınlaşmıştı. Tehzîbu´l-Kemâl sahibi el-Mizzî´ye mulâzamat etti ve nihayet onun kızı ile evlenerek ona da damat oldu. Mısır´dan el-Karâfî, ed-Debbüsî, el-Vânî ve el-Hutenî gibi âlimler müellifimize icazet verdiler.

Hadis ve Tefsir ilimlerinde çok geniş bir kültüre sahipti. Böyle bir kül­türe sahip olması sebebiyle, Şam´da uzun yıllar, çeşitli medreselerde İslâmî ilimleri ve özellikle de hadis okutmuştur. İbn Tangrıberdî, onun el-Medrese-tu´n-Necîbiyye´de ders verdiğini zikreder. ed-Dimeşkî, en-Nuaymî ve ed-Dâvûdî´de, ez-Zehebi´nin vefatından sonra Ümmü Salih meşihatına tayin edildiğini, es-Subhî´nin vefatından sonra da Eşrefiyye Dam´1-Hadisinde kı­sa bir süre ders verdiğini kaydederler.

Kendisini yetiştirip, tedris hayatına atıldıktan sonra pek çok öğrenci ye­tiştirmiş, İbn Hacer gibi alim bir zâtın hocalığı payesine erişmiştir.

Şam civarında doğan, orada yetişen ve büyük bir üne kavuşmuş olan mü­ellifimiz İbn Kesîr, zamanında İslâmî ilimler alanında iyi bir konuma sahip­ti. İlminin genişliğine devrindeki alimler ve talebeleri şehadet ederler. Zehe-bi: "O imam, müftî sağlam bir muhaddis, alim, iyi bir Fakih, nakilci bir mü-fessir idi. Onun faydalı tasnifleri vardır." demektedir. İbn Hacer: "O hadisle­rin rical ve metinlerini tedkik ile, meşgul oldu. Pek çok faydalı şeyler hazır­ladı. Sağlığında eserleri yayıldı. Ölümünden sonra da insanlar onun eserle­rinden faydalandılar..." demiştir.

İslâmî ilimlerin, tarih, hadis, tefsir gibi yönlerinde şöhrete ulaşan bu za­tın, genç yaşlarda, eserler yazmaya başladığı ve bu eserlerinin sağlığında in­sanlar tarafından kullanıldığı, öldükten sonra da istifade edilme bakımından değerinden birşey kaybetmediği ifade edilmiştir. İbn Kesîr´in başlıca eserle­ri şunlardır:

1. Tefsiru´1-Kur´ani´l-Azim,

2. el-Bidâye ve´n-Nihâye fi´t-Tarih

3. el-İctihad fi Talebi Fadli´l-Cihad

4. FedâüVl-Kur´an ve Tarihu Cem´ihi

5. Ahâdîsût-Tevhîd

6. el-Bâisu´1-Hasâis

7. et-TekmîI fi Marîfet´is-Sikat ve´d-Duafâ ve´1-Mecâhil.

8. Tabakâtu´ş-Şafiiyye

9. Menakıbu´1-İmam-eş-Şafiî.

10. Muhtasaru İbn Hacib

11. Edilletüt-Tenbih fi Fıkhiş-Şafiiyye.

12. el-Ahkâm alâ Ebvâb´it-Tenbih

Tarafımızdan tercüme edilen Kitabu´l-Fiten ve´1-Melâhim, (Ölüm Ötesi Tarihi) ise âyet ve hadîsler ışığında, kıyamet alametleri, haşr ve ahiret haya­tı hakkında ayrıntılı bilgiler içermektedir.

Kaynakların beyanına göre, İbn Kesîr, ömrünün sonlarına doğru gözle­rini kaybetmiş, 774/1373 senesinde 74 yaşındayken Şam´da vefat etmiştir.

Mehmet KESKİN Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Allah´ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed´e, O´nun âline ve asha­bına olsun.

İmdi bu kitap; Hz. Peygamberin ahir zamanda meydana geleceğini bil­dirdiği fitnelerden, savaşlardan, kıyamet alâmetlerinden; kendiliğinden ko­nuşmayan, konuşması sadece bildirilmiş bir vahiy olan, doğru sözlü, sözü doğrulanmış efendimizin haber vermesi sebebiyle inanılması gereken kıya­met öncesi görülecek büyük olaylardan bahsetmektedir.[1]


Aziz Ve Celil Allah´ın Muhammed Ümmetine Olan Rahmeti:



Ebû Davud ... Ebû Musa el-Eş´arî´den rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bu ümmetime rahmet edilmiştir. Ahirette azap görme­yecektir. Dünyadaki azabı ise fitneler, depremler ve öldürme olacaktır." [2]

Hz. Peygamberin geçmişe ilişkin gaybî haberleri bildirdiğini önceki kı­sımlarda anlatmış; yaratılışın başlangıcı, peygamberlerin kıssaları ve eski za­manlardaki savaşlardan bahsederken bunu detaylı olarak açıklamıştık. Bu­nun ardısıra Hz. Peygamberin siretini, yaşayışını, günlerim, savaşlarını nak­letmiştik. Şemailini, peygamberlik delillerini açıklamıştık. Bunun peşisıra onun geleceğe ait haber verdiği ve sonra da ayniyle vaki olan olayları anlat­mıştık. Nitekim bu olaylar, içinde bulunduğumuz zamandan önce meydana gelmiş olup insanlar tarafından ayân-beyân müşahede edilmiştir. Bunları Hz. Peygamberin siretinin "Peygamberlik delilleri" bölümünde Özet olarak anlat-mışımdır. Her zamandan ve hadiseden bahsederken, meşhur kişilerin ölümü­nü anlatırken, konuyla veya kişiyle ilgili hadisleri naklettim. Ayrıca yıllar iti­bariyle halifelerin, vezirlerin, emirlerin, fakihlerin, salih insanların, şairlerin, tüccarlapn, ediplerin, kelamcıların, görüş sahiplerinin ve asalet sahibi üstün şahsiyetli diğer kimselerin yaptıkları işleri de detaylı olarak anlattım. Daha önce naklettiğimiz hadisleri buralarda tekrarlasaydık konu gerçekten çok uzayacaktı. Ancak yeri geldiğinde bunlara kısa ve ince bir şekilde işaret ede­cek, sonra asıl maksadımızı anlatmaya başlayacağız. Yardımına baş vuru-acak olan zât, yüce Allah´tır. [3]


Hz. Peygamberin, Vukuunu Önceden Bildirdiği Bazı Hâdiseler


Hz. Peygamberdin, Kendisinden Sonra Ebubekir (r.a.)´in İslâm Ümmetini Yöneteceğine İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber, geri dönmesi için bir kadına emir verirken kadın; onun öleceğini imâ edercesine, "Ya geldiğimde seni bulamazsam " deyince kadı­na şu cevabı vermişti: "Eğer beni bulamazsan Ebû Bekir´e gel." [4] Bu hadisi Buharî rivayet etmiş ve Hz. Peygamber´den sonra idarenin başına Ebubekir (r.a.) geçmiştir.

Hz. Peygamber kendisinden sonra halife olsun diye Ebubekir (r.a.) için bir mektup yazmak istemiş, ancak daha sonra onun ilk iman eden ve fazilet­li biri olduğunu bildiklerinden ashabının onu bırakıp da başkasını halife seç­meyeceklerini bildiğinden ötürü mektubu yazmaktan vazgeçmiş ve şöyle bu­yurmuştur:

"Allah ve mü´minler, Ebû Bekir´den başkasına razı olmazlar." [5] Gerçekten de Hz. Peygamber´in dediği gibi oldu. Ayrıca şu vasiyette de bulunmuştur: "Benden sonrakilere Ebubekir ve Ömer´i vasiyet ediyorum." Bu hadisi Ahmed b. Hanbel (5/385), İbn Mâce [6] ve Tirmizî [7] rivayet etmiş; İbn Yemân da sahih ve hasen olduğu­nu söylemiştir,

Hülasa Hz. Peygamber´den sonra ve tıpkı onun dediği gibi Ebû Bekir; ondan sonra da Ömer halifeliğe geçmiştir. [8]


Mısır´ın Müslümanlar Tarafından Fethedileceğine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



İmam Mâlik.....Kâ´b b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Mısır´ı fethettiğinizde kıpfîlere (başka bir rivayete göre [9] MlSir halkına) İyi davranın. Çünkü onlara verilmiş bir ahid ve onların (bize) akrabalığı [10] vardır."[11]

Nitekim Hz. Ömer´in zamanında hicretin 20. senesinde Amr b. Âs, Mı­sır´ı fethetti.

Sahih-i Müslim´de anlatıldığına göre Ebû Zerr (r.a.), Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Kırat´tan [12] söz edilen bir diya­rı fethedeceksiniz. (Fethettiğinizde) oranın ahalisine iyi davranın. Çünkü on­lara verilmiş bir ahid ve onların (bize) akrabalığı vardır."[13]


Bizans Ve Sasani Devletlerinin Bîr Daha Geri Dönmemecesine Yıkılacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in Sahihlerinde yer alan bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "(Bizans İmparatoru) Kayser öldükten sonra baş­ka bir kayser; (Sasani hükümdarı) Kisrâ öldükten sonra başka bir kisrâ gel­meyecektir. Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; onların ha­zinelerini Allah yolunda harcayacaksınız." [14]

Bu ihbar, Hz. Peygamber´in bildirdiği gibi ayniyle vaki oldu. Şöyle ki; Ebû Bekir, Ömer ve Osman´ın zamanlarında Bizans İmparatoru Herakli-us´un Şam ve Cezîre´deki hakimiyeti sona erdi. Sadece Anadolu toprakları onun hakimiyeti altında kaldı. Oysa Araplar Şam ve Cezire´yle birlikte Ana-doluya da hakim olan kimselere Kayser diyorlardı. İşte bu hadis-i şerifte Şamlılara, Bizans hakimiyetinin artık kıyamete dek Şam´a tekrar dönmeye­ceği müjdesi verilmektedir.

Kisrâ´ya gelince o, Hz. Ömer´in zamanında hakimiyetindeki toprakların çoğunu kaybetmiş; Hz. Osman´ın zamanında, başka bir rivayete göre ise hic­retin 32. yılında hükümranlığını tamamen yitirmişti. Hamd ve minnet Al­lah´adır. Çünkü Hz. Peygamber, kendisine göndermiş olduğu mektubunu yırttığını duyunca, "Allah da onun hükümdarlığını yırtıp parçalasın!" diye beddua etmiş ve bedduası tahakkuk etmişti. [15]


Hz. Peygamber´in, Ömer (r.a)´in Öldürüleceğine Önceden İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in Sahihlerinde nakledildiğine göre A´meş ile Cami b. Raşid, Huzeyfe (r.a)´nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir; «Hz. Ömer´in yanında oturmaktaydık. Bize şöyle bir soru sordu:

"Hanginiz Rasûlullah´in fitneyle ilgili hadisini biliyor " Ona: "Ben bili­yorum" dedim. Bana; "Haydi, oku bakalım. Doğrusu sen cür´etlisin" diye karşılık verince dedim ki: "Rasûlullah (s.a.v), adamın ailesinde, malında, ço­cuğunda, komşusunda meydana gelecek fitneyi anlatmış ve bu fitneler için namazın, sadakanın, iyiliği emredip kötülüğü menetmenin keffaret olacağını söylemişti." Hz, Ömer bu defa şöyle dedi:

— Ben bunu kasdetmiyorum. Benim kasdettiğim, deniz gibi dalgalana­cak olan fitnelerdir. Sana onları soruyorum.

— Ey müminlerin emiri, seninle o fitneler arasında kilitli duran bir kapı vardır.

— Söylesene ne olur; o kapı açılacak mı, yoksa kırılacak mı

— Kırılacak!

—- Öyleyse artık ebediyyen kapatılamaz, değil mi

— Evet, Öyle.» [16]

Şekik b. Seleme diyor ki: «Biz, Huzeyfe´ye; "Hz. Ömer o kapının kim olduğunu biliyor gibiydi. Öyle değil mi " diye sorduğumuzda şu cevabı ver­di´ "Evet. Çünkü ben ona, demagoji olmayan sahih bir hadis rivayet ettim!"» Bundan sonra Huzeyfe´ye kapının kim olduğunu sormaya korktuk. Ona sor­ması için Mesruk´u devreye soktuk. Mesruk ona, fitneler karşısındaki kapalı kapının kim olduğunu sorduğunda, "Ömer´dir!" cevabını verdi. Bunun doğ­ruluğu, Hz. Ömer´in hicrî 23. senede şehid edilmesiyle ortaya çıktı. Artık in­sanlar arasında fitneler meydana geldi. Onun öldürülmesi, insanlar arasında fitnenin yayılmasına neden oldu. [17]


Hz. Peygamber´in, Osman (r.a)´ın Belâlara Maruz Kalacağına Önceden İşaret Buyurması:



Hz. Peygamber, Osman (r.a.)´ın, başına gelecek musibetler mukabilinde cennete gireceğini haber vermiş ve öyle de olmuştur. (Bk. Müslim, Fedailu´s-Saha-be 28, 29.) Osman (r.a.); evinde kuşatma altına alınmış, sabretmiş, bunun kar­şılığını Allah´tan beklemiş ve nihayet şehid edilmişti. Allah ondan razı olsun. Şehid edilişinden bahsederken, çok önceleri Hz. Peygamber´in, onun şehid edileceğini duyuran ve bildiren hadislerini nakletmişizdir. O hadislerde bil­dirilen hususlar ayniyle vaki olmuştur. Cemel ve Sıffîn savaşlarından bahse­derken de, vuku bulmalarından çok önceleri Hz. Peygamber´in bu savaşların vuku bulacağını ve bunlarda meydana gelecek fitneleri haber verdiğine dair hadisleri nakletmiştik. Yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah´tır. [18]


Hz. Peygamber´in, Ammar b. Yâsir´in Şehid Edileceğine İşaret Buyurması:



Hz. Peygamber, çok önceleri Ammar´ın şehid edileceğini haber vermiş ve gerçekten de Ammar, şehid edilmişti. [19]

Hz. Ali´nin öldürdüğü, kendilerine gazaplandığı ve tevbe edenlerini ha­yatta bıraktığı Haricîler´e gelince, bu konuda nakledilen hadisler cidden çok­tur. Bu hususu önceki kısımlarda detaylı olarak anlatmıştık. Hamd ve minnet Allah´adır. Hz. Ali´nin şehid edilişinden bahsederken de konuyla ilgili mez­kûr hadisi çeşitli varyantlarıyla aktarmıştık. [20]


Hz, Peygamber´in, Hilafeti Otuz Yıllık Bir Süreyle Sınırlaması:



imam Ahmed, Ebû Davud, Neseî ve Tirmizî.....Sefine´den rivayet etti­ler ki Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Halifelik benden sonra otuz yıl­dır. Ondan sonra hükümdarlık olacaktır." [21]

Bu otuz yıl; Ebubekir es-Sıddık´ın, Ömer el-Faruk´un, Osman eş-Şehid´in ve Ali b. Ebi Talib eş-Şehid´in halifelik zaman­larını kapsamaktadır. Ali b. Ebi Talib´in halifeliği altı ay sürdü. Sonra oğlu Hasan hilafete geçti. Hicrî 40. vSenede otuz yıllık süre dolunca Hz. Hasan, Muaviye b. Ebi Süfyan lehine halifelikten feragat etti. Müslümanlar bunun üzerine Muaviye´ye biat ettiler. Onun etrafında toplandılar. Bu nedenle o se­neye, Cemaat Senesi denildi. Nitekim bu hususu da önceki kısımlarda tefer­ruatlı olarak anlatmıştık. [22]


Allah´ın Hz. Hasan Vasıtasıyla İki Büyük Müslüman Grubu Barıştıracağına Hz. Peygamber´in Önceden İşaret Buyurması:



Buharı, Ebû Bekre´den rivayet etti ki; yanında Hz. Hasan dururken min­berde Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bu oğlum seyyid (efendi ve li-der)dir. Allah bunun vasıtasıyla müslümanlardan iki büyük grubu barıştıra­caktır." Nitekim Öyle de Oldu. [23]


Ümmü Haram Binti Melhan´ın Deniz Savaşında Öleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Ümmü Haram binti Melhan´dan riva­yet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v), denizdeki savaşlarının iki grupta ya­pılacağını, Ümmü Haram´ın birinci gruptakilerle olacağını söylemiştir. Hic­retin 27. senesinde Ümmü Haram, Muaviye´yle birlikte Kıbrıs savaşına ka­tılmıştı. O zaman Muaviye, Kıbrıs´a savaşmaya gitmek için Hz. Osman´dan izin istemişti. Hz. Osman izin verince o, Müslümanları gemilerle Kıbrıs´a götürmüş ve şiddet kullanarak orayı fethetmişti. Bu savaşa gitmekteyken Ümmü Haram, denizde vefat etmişti. Muaviye´nin zevcesiyle birlikte Fahite binti Kurze bulunuyordu. [24]

ikinci gruba gelince; bunlar hicretin 52. senesinde Muaviye´nin hakimi­yeti zamanında İstanbul´u kuşatmaya gitmişlerdi. Muaviye bu askerlerin ba­şına oğlu Yezid´i komutan olarak atamıştı. Yezid´in beraberinde Ebû Eyyub el-Ensari gibi önde gelen sahabîler de vardı. Bu zat İstanbul´da vefat etmiş ve komutan Yezid b. Muaviye´ye, kendisini mümkün olduğunca düşmanın deniz tarafındaki surlarına en yakın olan yerde atların ayak bastıkları yere defnetmesini vasiyet etmişti. Yezid, onun bu vasiyetinin gereğini yaptı.

Buharı ... Ümmü Haram´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: «Ümmetimin deniz savaşı yapacak olan ilk ordusuna (cennet) va-cib olmuştur.

Ümmü Haram diyor ki: Ben kendisine sordum:

— Ya Rasûlallah, ben o orduda bulunacak mıyım

—- Sen o ordudaki askerler arasında olacaksın.

Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v); "Kayser´in şehrine (İstanbul´a) savaş­maya gidecek olan ümmetimin ilk ordusu bağışlanmıştır." deyince ben kendişine; "Ya Rasûlallah, ben de aralarında bulunacak mıyım " diye sordum.

"Hayır-" diye cevap verdi.» [25]


Hz. Peygamber´in, İslâm Ordusunun Hind Ve Sind´e Kadar Gideceğine Önceden İşaret Buyurması:



İmam Ahmed... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Doğ­ru s jzlü dostum Rasûlullah (s.a.v) bana dedi ki: "Bu ümmetten bir (savaş) grubu Sind´e ve Hind(istan)´a gidecektir." Eğer ben bu orduyla oralara gidip şehid olursam ne âlâ. Eğer dönersem o zaman ben, Allah´ın cehennemden azâd ettiği hür Ebû Hüreyre olurum.» [26]

Yine İmam Ahmed... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v) Hind(istan) gazasını bize va´d etti. Eğer ben o gazada şe­hid olursam, şehidlerin en hayırlısı olurum. Geri dönersem de ben (Cehen­nemden azâd edilmiş) hürriyetine kavuşmuş Ebû Hüreyre olurum." [27]

Müslümanlar Hicretin 44. senesinde Muaviye döneminde Hindistan´a bir akın düzenlemişlerdi. Orada birçok olaylar cereyan etmişti ki onları de­taylı olarak Önceki kısımlarda ani atmış izdir.

Hicretin 400. yılı sınırlarında Gazne´nin ve oraya bağlı yerlerin sahibi büyük ve mutlu hükümdar Sultan Mahmud da Hindistan´a bir sefer düzenle­miş, orada takdire şayan meşhur işler yapmıştı. Orada Somınat adıyla bilinen büyük putu kırmış, üzerindeki takı ve kılıçlan alıp ganimet elde etmiş, olarak ülkesine salimen geri dönmüştü. Bu arada Emeviler´e bağlı valiler de Sind ve Çin ülkelerinin uç noktalarında Türkler´le savaşıyorlardı. Türkler´in Büyük Kaan´ım mağlub etmiş, ordusunu dağıtmış, malına ve mülküne el koymuş­lardı.

Türkler´in evsaf ve eşkâline ilişkin hadisler nakledilmiştir. Biz bunlar­dan bazısını özet olarak aktaracağız. [28]


Hz. Peygamber´in, Müslümanların Türkler´le Savaşacaklarına Önceden İşarette Bulunması:



Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Siz ayakkabıları keçe olan bir kavimle savaşmadikça; gözleri küçük, yüzleri kırmızı, burunları küçük, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi olan Türkler´le savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Bu iş­ten en fazla tiksinen hayırlı insanların da bu işe dahil olduklarını göreceksi­niz. İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliyet döneminde hayırlı olanları, İslâ­miyet döneminde de hayırlı kimseler olacaklardır. Sizden birinize öyle bir zaman gelecek ki, beni görmesi, mal ve ailesinin bir misli artmasından daha ÇOk hoşuna gidecektir." [29]

Buharı ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizler Acemlerden kırmızı yüzlü, basık burunlu, deri üstüne de­ri kaplanmış kalkan gibi yüzleri olan ve keçeden yapılma ayakkabılar giyen Huzistanh ve Kirmanlılarla savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [30] Süfyân b. Uyeyne, bunların Bariz halkı olduklarını söylemiştir. [31] Belki de Bariz onların, günahların ve fasıklıkların irtikâb edil­diği pazarlarıdır.

imam Ahmed b. Hanbel... Amr b. Sa´leb´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet alametlerinden biri de, sizin geniş yüz­lü bir kavimle savaşmanızdır. Onların yüzleri -deri üstüne deri kaplanmış-kalkanlar gibidir." [32]

Sahabîler Türkler´le savaşmış, onları yenilgiye uğratmış, mallarını gani­met edinmiş, kadınlarını ve çocuklarını esir almışlardı. Kelimelerin açık an­lamından anlaşıldığına göre bu hadiste sözü edilen savaşın kıyamet alâmet­lerinden biri olması gerekiyor. Eğer kıyamet alâmetinin» kıyametin kopma­sından kısa bir süre önce meydana gelmesi gerekir denilecek olursa, o zaman demek ki, Müslümanlarla Türkler arasında yemden büyük bir savaş olacak­tır ki bunun sonunda da Ye´cüc ile Me´cüc ortaya çıkacaktır. Nitekim bun­larla ilgili açıklama daha sonra yapılacaktır. Ama eğer kıyamet alâmetleri, kıyametin kopmasına yakın bir zamanda meydana gelmelidir denmeyecek kadar genel bir kavramsa, o zaman, kıyametin kopmasından çok önceleri meydana gelmiş olsa bile bu da meydana gelmiş diğer alâmetlerden biri ola­rak kabul edilir. Şu kadar ki, bunun, Hz. Peygamber´in zamanından sonra meydana gelmiş olması gerekir. Nitekim Öyle de olmuştur. Bu konuda nak­ledilen hadisler üzerinde düşünüldüğünde bu gerçek ortaya çıkacaktır. Nite­kim bu husus, inşaallah ileride de anlatılacaktır.

Hz. Hüseyin´in, Yezid zamanında Kerbela´da şehid edileceğine ilişkin hadislerle Emevi halifelerinden ve Abdülmuttalib soyundan gelen gençler­den bahseden hadisleri önceki kısımlarda nakletmiştik. [33]


Bazı Çocukların Müslümanları Yöneteceklerine Ve O Zamanda Meydana Gelecek Bozgunculuklar:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin helaki, bazı gençlerin eliyle olacak­tır." [34]

Mervan dedi ki: "Bu sözün söylendiği mecliste, yanımızda idarenin ba­şına geçmiş bir kimse yoktu henüz. O gençlere Allah la´net etsin. Allah´a ye­min ederim ki, ´O gençler falan kabiledendir, falan ailedendir´ demek iste­seydim bunu diyebilirdim. İktidara gelmelerinden sonra babamla birlikte Mervanoğulları´nın yanma giderdik. Onların çocuklara bey´at ettiklerini gö­rürdük. Hatta onlardan bazıları, kundaktaki çocuğa bile bey´at ederlermiş. Ben, "Yoksa şu bey´at ettikleriniz, Ebû Hüreyre´nin sözünü ettiği gençler ol­masınlar. Çünkü bu hükümdarlar birbirlerine benzerler." dedim. Bu konuda nakledilen hadisler gerçekten çoktur. Bu hadisleri "El-Bidâye ve´n-Niha-ye"adlı kitabımızın "Peygamberlik Delilleri" bölümünde açıklamalı olarak nakletmiştik.

Sakif kabilesinden çıkacak biri yalancı, diğeri katil iki kişi hakkında va-rid olan hadisi de önceki kısımlarda nakletmiştik. Yalancı, Abdullah b. Zü-beyr zamanında Kûfe´de ortaya çıkan Muhtar b. Ebû Ubeyd´dir. Katil ise, Abdullah b. Zübeyr´i öldüren Haccac b. Yusuf es-Sakafî´dir. Hicretin 302. senesinde hakimiyeti Emeviler´den aldıklarında Abbasiler´in ortaya getirdik­leri siyah bayraklarla ilgili hadis de önceki kısımlarda nakledilmişti. O za­manda halifelik, Emevîlerin son halifesi Mervan b. Muhammed b. Mervan b. Hakem b. Ebi´l-Âs´tan, hadiste kendisinden açıkça söz edilen Seffah Ebü´l-Abbas Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdülmutta-lib´e geçti. Bu, Abbasilerin ilk halifesiydi. Kendisinden bahseden hadis, Ah­med b. Hanbel´in Müsned´inde yer almaktaydı. Emeviler´in son halifesi Mervan´a, "Eşek Mercan" anlamına gelen Mervan el- Himar deniliyordu. Çünkü Hariciler´le yaptığı savaşlarda teri kurumaksızın muharebeye devam ediyor ve savaşın zahmetlerine katlanıyordu. Ca´d b. Dirhem el-Mutezüî´nin öğrencisi olduğu için kendisine Mervan el-Ca´dî de deniliyordu.

Ebû Davud et-Tayâlisî... Muâz b. Cebel´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah bu işi (İslâmiyeti) peygamberlik ve rah­metle başlattı. Bu daha sonra hilafet ve rahmete, sonra izzet ve hürmete (ki­bir ve tasalluta), sonra da ısırıcı bir hükümdarlığa ve ümmet içinde fesada dö­nüşecektir. O hükümdarlık ve fesat sebebiyle (helal olmayan) tenasül organ­larını, içkileri ve ipeği helal sayacak, bu hususta yardımcı olacaklardır. Aziz ve Celîl olan Allah´ın huzuruna çıkıncaya dek ebediyyen rızıklanacaklardır." [35] Beyhakî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur:

"Peygamberlerden sonra, Allah´ın kitabıyla amel eden ve Allah´ın kul­larına adaletle hükmeden halifeler gelecektir. Halifelerden sonra, intikam alan, adamları öldüren, mallan seçip alan hükümdarlar gelecektir. Kimi in­sanlar kötülüğü eliyle değiştirecek, kimi diliyle, kimi de kalbiyle değiştire­cektir. Bunun ötesinde imandan bir şey yoktur." [36]

Sahih-i Buharî´de nakledildiğine göre Ebû Hüreyre, Peygamber (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İsrailoğulları´nı peygamber­ler idare ederlerdi. Her bir peygamber vefat edince ardından bir başka pey­gamber gelirdi. Doğrusu benden sonra peygamber gelmeyecek, ancak birçok halifeler gelecektir." Kendisine, "Yâ Rasûlallah, şu halde o zaman ne yapma­mızı emredersin " diye sorduklarında da şöyle buyurmuştu: "İlk halifeye, sonra sırasıyla diğerlerine biat edin ve haklarını verin. Çünkü Allah da onla­ra, idareleri altında bulunan kimselere nasıl davrandıklarını soracaktır." [37]

Sahih-i Müslim´de nakledildiğine göre Abdullah b. Mes´ud, Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Her peygamberin rehberliğiy-le hidayet bulan, onun sünnetine uyan havarileri olmuştur. Onlardan sonra kötü evlatlar gelecek ve yapmadıklarını söyleyecek, kötü dedikleri işleri ya­pacaklardır." [38]


Hz. Peygamber´in, KureyşIi On İki Halifenin İslâm Ümmetinin Başına Geçeceklerine Önceden İşaret Buyurması:



Buharî ve Müslim´in Sahihlerinde anlatıldığına göre Câbir b. Semüre, Peygamber (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "On iki halife ola­caktır. HepSİ de Kureyş´tendir." [39] Ebû Davud...., Câbir b. Semüre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de KureyşIi olan on iki halife gelip geçinceye dek bu ümmetin işi yolunda gitmeye ve düşmanlarına karşı gaibiyetleri devam edecektir." Başka bir rivayette ise hadisin son kısmı şöyle gelmektedir: "... Bu din ayakta durmaya devam edecektir." Hz. Peygamber böyle buyururken sahabîler; "Sonra ne olacak " diye sormuşlar, o da: "Sonra çatlaklar meyda­na gelecek" diye cevap vermişti. Yukarıdaki iki hadiste müjdelenen on iki halife, Rafizilerin masum olduklarını yalan ve iftirayla iddia ettikleri on iki imam değildir. Çünkü bunların çoğu bu ümmete halife olmadıkları gibi baş­ka bir ülkede de yönetimin başına geçmiş değillerdir. Bunlardan sadece Hz. Ali ile oğlu Hasan, Müslümanların başına geçmişlerdir. Allah ikisinden de razı olsun. [40]


On İki KureyşIi Halifeden Kasıt, Hz. Peygamber´den Sonra Peşpeşe Gelenler Değildir:

KureyşIi on iki halifeden kasıt, Hz. Peygamber´den sonra Emevî Devle-ti´nin kuruluşuna kadar peşpeşe gelen halifeler değildir. Çünkü Sefîne´nin ri­vayet ettiği, "Halifelik benden sonra otuz senedir." [41] mealindeki hadis -her ne kadar Beyhakî tarafından zayıf görülmüşse de- bunu imkânsız kılmaktadır. Otuz seneden sonra ise hükümdarlık dönemi başlamaktadır. Kitabımızın, Peygamberlik Delilleri bölümünde, yukarıdaki hadisi burada tekrarlamaya ihtiyaç bırakma­yacak şekilde açıklamıştık. Hamd ve minnet Allah´adır. Ama Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, oğlu Hasan, Ömer b. Abdülaziz, cumhur-u ammeye göre bu KureyşIi on iki halifelerdendir. Abbasi halifelerinden bazıları da bu kap­sama dahildir. Diğerleri de zamanla gelecektir. Geleceği müjdelenen Mehdî de bunlardan biri olacaktır. İleride de açıklanacağı gibi onun geleceği, hak­kında varid olan hadislerde müjdelenmektedir. Kendisine güvenilip dayanı­lacak ve yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah´tır. Birçokları da bizim bu dediklerimizi söylemişlerdir. [42]

Alâmetler (Hicrî) 200. Seneden Sonra Görüleceğine Dair Nakledilen Rivayetler Sahih Değildir:


İbn Mâce... Ebû Katâde´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu-urmuştur: "Alâmetler iki yüz (üncü sene)den sonra görülecektir." [43] Bu sahih değildir. Şayet sahih ol-´´a bile bu, Kur´ân´ın yaratılmış olduğunu söyleme nedeniyle İmam Ahmed b Ha´.bel ile arkadaşları olan diğer hadis imamlarının karşılaştıkları fitnele­re yorulabilir. Nitekim bunu yerinde detaylı olarak açıklamıştık.

Raviliği münker olan Rüvad b. Cerrah... merfu olarak Huzeyfe´den riva­yet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: «(Hicretin) iki yüz (üncü se­nesinden sonra sizin en hayırlınız, arkası hafif olandır. "Arkası hafif olan ne demektir, ya Rasûlallah " diye sorduklarında, "Ailesi ve çocuğu olmayan­dır " diye cevap verdi.» Bu münker bir hadistir. [44]


Nesillerin En Hayırlısı Hz. Peygamber´in Zamanında Yaşayanlar, Sonra Onları Takip Edenlerdir:


Buharî ve Müslim´in Sahihlerinde anlatıldığına göre Şu´be... İmran b. Husayn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmeti­min en hayırlısı zamanımdakilerdir. Sonra peşleri sıra gelenlerdir. (Ravî İm-rân dedi ki: Bilemiyorum, Rasûlullah, kendi zamanındaki nesilden sonra iki mi yoksa üç nesilden mi bahsetti ) Sizden sonra öyle bir kavim gelecek ki; şa­hitlikleri istenmeyecek ama şahitlik edeceklerdir... Hainlik edeceklerdir, ken­dilerine güvenilmeyecektir.. Adak adayacaklar ama adaklarını yerine getirme­yeceklerdir. Onlarda şişmanlık görülecektir." [45]

Beş Yüz Yıl Bahsi:


Ebû Davud... Sa´d b. Ebi Vakkas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin Rabbi katında yarım gün bekletilmeden kurtulacağını umuyorum." Sa´d´a; "Yarım gün ne kadardır " diye soruldu­ğunda, "Beş yüz yıldır." diye cevap verdi. Eğer bu hadisin merfu olarak ri­vayeti sahih ise ümmetin hesabının görülmesi bu süreyi geçmeyecektir. Doğ­rusunu Allah bilir. [46]


Hz. Peygamber´in, Yeryüzünde Bin Yıldan Fazla Kalmadan Kıyametin Kopacağını Söylemiş Olması Doğru Değildir:


Hz. Peygamber´in yer altında bin seneden fazla beklemeden kıyamet ko­pacağı şeklinde halk çoğunluğunun söylediği söz asılsızdır. [47] Bu güvenilir ha­dis kitaplarında yer almadığı gibi, büyük-küçük hiçbir eserde de bunu görmuş değiliz. Hz. Peygamber´in kıyametin kopma zamanını belirleyen bir ha­disi de sabit değildir. Ancak o, inşaallah ileride açıklayacağımız bazı kıya­met alâmetlerinden sozetmiştir. [48]


Şam´a Bağlı Busra´daki Develerin Boynunu Aydınlatacak Bir Ate­şin Hicaz Diyarında Ortaya Çıkacağına Dair Rivayet:



Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Hicaz diyarında, Busra´daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş görülmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [49]


Hicretin 654. Senesinde Medine´de Uzun Süre Devanı Eden Bir Yangının Çıkması:


Kendi zamanındaki hadisçilerin şeyhi ve tarihçilerin üstadı Şeyh Şiha-büddin Ebû Şame´nin anlattığına göre Hicretin 654. senesinin Cemaziyelahir ayının beşinde Cuma günü Medine-i Nebevîye´nin bazı vadilerinde 4 fersah uzunluğunda ve 4 mil genişliğindeki bir alanı kaplayan büyük bir yangın çık­mış; bu ateş, kayaları eritip adeta kurşuna, sonra da siyah kömüre dönüştür­müştü. İnsanlar bu ateşin aydınlığında geceleyin Medine´den Teyma´ya ka­dar gidebilîyorlardı. Yangın bir ay devam etmişti. Medineliler bu durumu tu­tanakla tespit etmişler ve hakkında şiirler yazmışlardı. Bunları önceki kısım­larda nakletmiştik. Dımaşk´taki Hanefîlerin kâdilkudatı Sadreddin Ali b. Ka­sım el-Hanefî´nin, Busra´daki Hanefîlerin müderrisi olan babası Şeyh Safiy-yüddin´den naklen bana anlattığına göre, Busra varoşlarından bir bedevi, Hi­caz´da çıkan yangının verdiği aydınlık sebebiyle Busra´daki develerin bo­yunlarını geceleyin görebildiklerini sabahleyin ona bildirmiştir. [50]


Zamanımızdan Sonra Meydana Gelecek Olayları Hz. Peygamberin Önceden Bildirmesi


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zeyd el-Ensarî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v) bize sabah namazını kıldırdı. Sonra minbere çık­tı. Öğlene kadar bize hitapta bulundu. Sonra indi. İkindiyi kıldırdı. Sonra yi­ne minbere çıktı. Gün batıncaya dek bize hitapta bulundu. Olmuş ve olacak şeyleri bize anlattı, bildirdi. Biz de o anlattıklarını hafızamıza yerleştirdik." [51]


Geçmiş Olaylara Ve Gelecekte Kıyamete Dek Meydana Gelecek Olaylara Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:


Sahih-i Buharî´nin "Bed´ül-Halk" bölümünde... Tarık b. Şihab´dan riva­yet olunur ki; Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle buyurmuştur: "Rasûlullah {s.a.v) kalkıp bize yaratılışın başlangıcından bahsetti. (O kadar çok açıklamalarda bu­lundu ki), nihayet cennetlikler yerlerine, cehennemlikler de yerlerine girdiler. Bunu kafasına yerleştiren yerleştirdi. Unutan da unuttu." [52]

Ebû Davud, Sünen´inin Kitabü´l-Fiten kısmının başında Osman tarikiy­le... Huzeyfe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v) kalkıp bize hitap etmeye başladı. Kıyamete kadar olacak her şeyi bize anlattı. Söy­lediklerini ezberleyen ezberledi, unutan da unuttu. Bu arkadaşlarım da o söy­lenenleri biliyorlardır. Onun bize anlatmış olduğu şeyler arasından şimdi bir olay meydana gelince, bir adamın kayıplara karışmış bir tanıdığını görünce hemen tanıyışı gibi ben de o olayın meydana geleceğini Rasûlullah´ın önce­den bize bildirmiş OİduğunnU hatırlıyorum." [53]


Vukubulacaklannı Hz. Peygamber´in Önceden Haber Verdiği Bazı Olayların Vukubulduklarına Huzeyfe´nin
Tanıklık Etmesi:


Buharı... Ebû Nasre´den rivayet etti ki; Ebû Saîd şöyle demiştir: "Rasû­lullah (s.a.v) bir gün bize ikindi namazını kıldırdı. Sonra kalkıp gün batımı-na dek bize hitapta bulundu. Kıyamete dek olacak şeylerden bize anlatmadık bir şey bırakmadı. Anlattıklarını ezberleyen ezberledi; unutan da unuttu. Söylediklerinden biri de şuydu: "Ey İnsanlar! Doğrusu dünya yeşil ve tatlı­dır. Allah sizi orada halef olarak bıraktı. Yaptıklarınıza bakmaktadır. Dünya­dan sakının. Kadınlardan sakının..* Gün batınıma az kalmıştır. Geçmiş zama­na msbetle dünyanın geride kalan ömrü, bu gününüzün gecen kısmına nisbet-e kalan kısmi kadardır." [54]

Bu hadisin ravüerinden Ali b. Zeyd b. Hadcan et-Teymî´nin garip ve münker rivayetleri vardır. Ama rivayet etmiş olduğu bu hadisin sahihliğini teyid eden başka varyantlar da vardır [55] Evet, dünyanın az bir ömrü kalmıştır. Ama ne kadar ömrü kaldığını net ve kesin olarak belirle­yemeyiz. Bunu ancak onur ve üstünlük sahibi yüce Allah bilir. [56]


Dünyanın Geçen Ve Kalan Ömrünü Bildiren Isrâiliyat Haberlerinin Aslı Esası Yoktur:


Dünyanın ne kadar zamandan beri var olduğunu da yüce Allah´tan baş­kası bilemez. Dünyanın şu kadar bin ve şu kadar yüz seneden beri var oldu­ğu şeklinde İsraillilerin ve Ehl-i Kitabın kaynaklarında yer alan ifadelerin İs­railliler ve Ehl-i Kitap tarafından uydurulmuş asılsız şeyler olduğunu birçok âlim kesin olarak bildirmiştir. Onların bunu yaptıklarını söylemek, yerinde­dir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Dünya, ahiret cumalarından bir cuma­dır." Bunun da senedi sahih değildir. Kıyametin ne zaman kopacağını kesin olarak ifade eden hadislerin hiçbirinin senedi sabit değildir. Zira yüce Allah buyurmuş ki:

"Ey Muhammedi Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. Nerde senden onu anlatması Onun bilgisi Rabbine aittir. Sen sadece kıya­metten korkanı uyaransın. Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar." (Nâziât, 79/42-46)

"Ey Muhammed! Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soru­yorlar. De ki: "Onu ancak Rabbim bilir. Onun vaktini O´ndan başka belirte­cek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramıyacağı o saat, sizlere ansı­zın gelecektir." Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onu bi-mek ancak Allah´a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler." (A´raf, 7/187)

Bu konudaki âyet ve hadisler çoktur. Yüce Alah buyurdu ki: "Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır." (Kamer, 54/1-2) Sahih bir hadiste şöyle buyurulmuş­tur: "Ben şunlann birbirine yakınlığı gibi kıyamete yakın bir zamanda gön­derildim." (Hz. Peygamber böyle buyururken, işaret parmağıyla orta parma­ğını göstermiştir.) [57]

Kıyametin Yaklaşması:


Bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Az kalsın kıyamet benden önce kopacaktı." [58]Bu da dünyanın geçen ömrüne nisbetle kıyamet saatinin yaklaştığını gösteriyor. Yüce Allah buyurdu ki: "İnsanların hesab görme zamanı yaklaştı. Fakat on­lar halâ habersiz, haktan yüz çeviriyorlar." (Enbiyâ, 21/1)

"Allah´ın buyruğu gelecektir; acele gelmesini istemeyin." (Nahl, 16/1) "O´na inanmayanlar, acele olmasını beklerler. İnananlar ise korku ile tit­rerler ve onun gerçek olduğunu bilirler." [59]


Kıyamet Gününde Müslümanın, Sevdiği Kimseyle Birlikte Haşrolunacağı:


Sahih hadiste anlatıldığına göre bedevinin biri Hz. Peygamber´e kıya­metin ne zaman kopacağını sormuş. Hz. Peygamber de;; "Kıyamet mutlaka kopacaktır. Sen onun için ne hazırladın " diye sormuş. Bedevi; "Allah´a ye­min ederim ki; ya Rasûlallah; ben çok namaz kılmak, çokça (sahih) amel iş­lemek ;ibi bir hazırlık yapmadım. Ancak Allah´ı ve Rasûlünü seviyorum." dive cevap verince Hz. Peygamber; "Sen sevdiğinle beraber olacaksın." diye karşılık vermişti. Müslümanlar bu hadise sevindikleri kadar hiç bir şeye se-VİnmemİŞİerdİ.[60]


Ölenin Kıyameti Kopar:


Bir hadiste analtıhiığına göre Hz. Peygamber´e kıyametin ne zaman ko­pacağı sorulunca yanında duran bir çocuğa bakarak şu cevabı vermiş: "Bu çocuk ihtiyarlamadan kıyamet size gelip çatacaktır." [61] Yani Hz. Peygamber´in zamanında yaşayan nesil, o çocuk ihtiyarlamadan son ferdine kadar ölüp ahiret âlemine göçeceklerdir. Nitekim bazı kimseler "Ölenin kıyameti kopar" derler. Bu anlamda söylenirse bu söz doğrudur. Bazı inançsızlar ise bunu söylerken batıl olan bir manâya işaret ederler. Asıl büyük kıyamet ise, önceki ve sonraki nesillerin aynı platformda bir araya gelmeleri vaktidir. Ne zaman kopacağını sadece yüce Allah´ın kendisinin bildiğini beyan buyurdu­ğu kıyamet işte budur. [62]


Gaybın Anahtarları Beştir. Bunları Ancak Yüce Allah Bilir:


Sahih bir hadiste sabit olduğuna göre Peygamber (s.a.v), "Gaybın anah­tarları beştir. Onları ancak yüce Allah bilir." dedikten sonra şu âyet-i kerime­yi okumuş: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah´a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir. Her şeyden ha­berdardır." [63]


Hz. Peygamber, Kıyametin Ne Zaman Kopacağım Bilmez:


Cebrail (a.s) bir bedevî kılığında Hz. Peygamber´e gelip İslâm´ı, imânı, sonra da ihsanı sorduğunda Hz. Peygamber ona bunların cevabını vermişti. Ona kıyametin ne zaman kopacağını sorunca, "Kendisine sorulan, bunu so­randan daha iyi biliyor değildir." diye cevap vermişti. Cebrail (a.s), "Öyley­se bana kıyametin alâmetlerini anlat" deyince Hz. Peygamber ona; metin, se-ned ve eşkâlleriyle ileride nakledilecek olan hadislerde anlatıldığı biçimde kıyamet alametlerini anlatmıştı. [64]

FİTNELERİN ÖNCE ÖZET OLARAK, SONRA DA DETAYLI OLARAK ANLATILMASI BAHSİ

Hayır Ve Şerrin Birbirlerini İzleyeceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Buharı... Ebû İdris el-Havlanî´den rivayet etti ki; Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: İnsanlar Hz. Peygamber´e hayrı soruyorlardı. Ben de bana bulaşmasından korktuğum için şerri ona soruyordum.

Ona dedim ki:

"Ya Rasûlallah. Biz şer ve cahiliyet içindeydik. Allah bize bu hayrı getirdi. Bu hayırdan sonra artık şer var mıdır " Bana şu karşılığı verdi:

“Evet.”

“Peki o serden sonra bir hayır gelecek midir ”

“Evet ama o, katıksız bir hayır olmayacaktır.”

— O hayrı bulandıran şey nedir

— Bir kavim benim yolumdan başka bir yola koyulacaktır. İyilikleri ol­duğu gibi kötülükleri de olacaktır.

— O hayırdan sonra bir şer gelecek midir

— Evet. Cehennem kapısında duran bazı cehennem dâvetçileri olacak­tır. Çağrılarına uyanları cehenneme atacaklardır.

— Onların niteliklerini bize anlatır mısın

— Onlar bizim kavmimizden olup bizim dilimizle konuşacaklardır.

— Öyle bir durumla karşılaşırsam ne yapmamı emredersin

— Müslümanların cemaatinin ve imamının yanından ayrılma.

— Müslümanların cemaati ve imamı yoksa ne yapayım

— Bir ağacın kökünü ısıracak olsan bile o fırkaların tümünden uzak dur. Ölüm seni yakalayıncaya dek o halde dur." [65]


İslâmiyetin Başlangıçta Olduğu Gibi Tekrar Garip Hale Geleceği:


A´meş... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlııllah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "İslâmiyet garip olarak başladığı gibi tekrar garip hale gele­cektir. Gariplere ne mutlu " "Garipler kimdir " diye sorulduğunda, "Kabile­lerden uzak duranlardır." diye cevap verdi. [66]

Ümmetlerin Bölünmesi:


İbn Mâce... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Ümmetim ise yetmiş Üç fırkaya bölünecektir." [67]


Fitnelerin Ümmeti Böleceğine, Kurtuluşun İse Cemaate Sarılmakta Olduğuna Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Amr b. Osman... Avf b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Biri cennette yet­mişi cehennemde olacaktır. Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki. ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecek, bunlardan biri cennette, yetmiş ikisi cehennemde olacaktır." Kurtuluşa eren fırkanın hangisi olduğunu sor­duklarında onların "ehl-i cemaat" olduğunu söylemiştir. [68]

İbn Cemaa... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu İsrâiloğulları yetmiş bir fırkaya bölündüler. Benim ümmetimse yetmiş iki fırkaya bölünecektir. Biri dışında hepsi ateştedir. (Kurtuluşa eren) o bir fırka ise cemaattir."[69]

İmam Ahmed bj Hanbel... Muaviye b. Ebi Süfyan´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin! Sizden önce Ehli Kitap yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmetse yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yet­miş ikisi cehennemde, biri ise cennette olacaktır. O bir fırka cemaattir." [70]

Hâkim´in Müstedrek´inde anlatıldığına göre Hz. Peygamber´e, "Kurtu­luşa eren o bir fırka kimlerdir " diye sorduklarında Hz. Peygamber: "Bugün ben ve ashabımın tutmuş olduğu yolu tutanlardır." diye cevap vermiştir, [71]

Huzeyfe´nin rivayet ettiği hadiste anlatıldığına göre fitne vukuunda kur­tuluşa ermek için çare, cemaate tabi olmak ve idareciye itaatte bulunmaya devam etmektir. [72]

İslâm Ümmeti Sapıklıkta Bir Araya Gelmez:


Abbas b. Osman ed-Dımaşkî... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki: Rasû­lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, ümmetim sapıklıkta bir araya gelmeyecektir. İhtilâfı gördüğünüzde büyük topluluğun yanında yer alın." [73] Ancak bu hadis zayıftır. Çünkü bunu rivayet edenler arasında yer alan Muaz b. Rüfaa es-Sülâmî´yi birden fazla hadis imamı zayıf görmüştür. Bazı rivayetlerde ise şöyle denmektedir: "Büyük topluluğun, hakkın ve ehl-i hak­kın yanında yer alın." Ehl-i hak, ümmetin büyük topluluğudur. Özellikle bu, Islâmiyetin ilk zamanlarında böyleydi. O kuşakta bid´at ehli kimseye rastlan­mazdı. Ama son çağlarda hakkı destekleyen ve hakkı yerine getiren kimseler yine de yok olmayacaktır. [74]

Fitne Zamanında Bir Kenara Çekilmeye İzin Verilmiştir:


Huzeyfe b. Yeman´ın rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber, fitne zama­nında müslümanların büyük topluluğunun ve imamının yanında yer alınmasim, büyük topluluğun ve imamın bulunmaması durumunda ise şu tavsiyeye uyulmasını emretmiştir: "O zaman bir ağacın kökünü ısıracak olsan bile bü­tün bu fırkalardan uzaklaş. Ve ölüm gelip seni yakalayıncaya dek bu halde dur." [75] "İslâmiyet garip olarak başladığı gibi tekrar garip hale gelecektir." me­alindeki sahih hadis, önceki sayfalarda geçmişti [76] Şöyle bir hadis de nakledilmiştir: "Allah Allah di­yen bir kimse bulunduğu sürece kıyamet kopmayacaktır." [77]

Kısaca demek istediğimiz şudur ki; fitneler ortaya çıktığında insanlar­dan uzaklaşıp uzlete çekilmek caiz olur: Nitekim bir hadiste şöyle buyurul-muştur: "İtaat edilen bir cimrilik ve uyulan bir keyfi düşünce ve heves görür­sen ve herkesin kendi görüşünü beğendiğine şahid olursan o zaman kendi işi­ne bak; halkın İşini bırak." [78]

Buharı... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Çok sürmez (öyle fitneler ve fenalıklar ortaya çıkacak ki) bir müs-lürnanın en hayırlı malı, -kendi dinini fitnelerden kurtarmak için- dağ başla­rında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlardan ibaret) olacaktır." Başka zamanlarda her ne kadar yakaslanmışsa da böyle bir du-rurnla karşılaşıldığında ölümü temenni etmek caiz olur. [79]


Ölümü Temenni Etmek Yasaklanmıştır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri ölümü temenni etmesin. Eceli gelme­den ölümü istemesin. Kişi ölünce ameli kesilir. Kişinin ömrünün uzaması an­cak hayrını fazlalaştırır." [80]

İmam Ahmed b. Hanbel´in Müsned adlı eserinde Muaz b. Cebel (r.a.)´dan rivayet ettiği rüyayla ilgili uzunca bir hadis, fitne anında ölümü te­menni etmenin caiz olduğuna delil teşkil etmektedir. Mezkur hadisin bir ye­rinde şöyle denmektedir:

"Allahım! Senden hayırlı işler yapmayı bana nasib etmeni, beni bağışla­manı ve bana merhamet etmeni diliyorum. Bir kavmi fitneye uğratmak dile­diğinde beni o fitneye düşürmeden canımı al. Allahım! Seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi, seni sevmeye yaklaştıracak olan amellerde bulunmayı bana nasib et." [81] Bu hadisler, insanların başına çok şiddetli bir zamanın geleceğini, o za­manda dünyanın her yerinde veya bazı taraflarında müslüm ani arın hakkı ayakta tulacak bir cemaatinin bulunmayacağına birer deli olmaktadırlar. [82]


Ulemanın Ölümüyle İlim Ortadan Kalkacaktır:

Sahih hadiste anlatıldığına göre Abdullah b. Amr, Rasûlullah (s.a.v)´in öyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah ilmi insanların elinden çekip ala­rak ortadan kaldıracak değildir. Ama âlimlerin ölümüyle ilmi ortadan kaldı­racaktır. Nihayet (dünyada) âlim kalmayacak, o zaman insanlar cahil reisle­ri başlarına geçirecekler, o reislere sorular sorulacak, onlar da ilimsiz fetva vererek hem kendileri sapacak, hem de başkalarını saptıracaklardır." [83]


Kıyamete Dek Bu Ümmetin Hak Yolda Sebat Edecek Bir Fırkasının Mevcud Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

"Ümmetimden bir fırka hak yolda sebat etmeye hep devam edecektir. Kendilerini desteksiz ^ırakanlar ve muhalefet edenler onlara zarar veremez. Nihayet onlar bu haldeyken Allah´ın emri gelecek (yani kıyamet kopa­caktır." [84]

Cenab-ı Allah´ın Yüz Senede Bir Bu Ümmete Dinî Bir Müceddid Göndereceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:


Hepsi de hadis ehli olan Abdullah b. Mübarek ve birçok imamın yanısı-ra Ebû Davud... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur:

"Doğrusu Cenab-ı Allah, her yüz senenin başında bu ümmete dinî işle­rini yenileyecek birini (bir müceddidi) gönderecektir." [85] Her kavim kendi imamlarının bu hadiste sözü edilen müceddid olduğunu id­dia etmiştir. Doğrusunu Allah bilir ya bu hadis; tefsirci, hadisçi, fıkıhçı, gra­merci, dilci vb. her gruptan ve her sınıftan âlimleri kapsamaktadır. Abdullah b. Arnr´ın rivayet ettiği, "Allah ilmi insanlardan çekip alarak ortadan kaldı­racak değildir. Ancak âlimleri vefat ettirerek ortadan kaldıracaktır." mealin­deki hadise gelince Allah bilir ya bu açıkça gösteriyor ki; Cenab-ı Allah ken­dilerine bahşettikten sonra ilmi, ilim adamlarının kalbinden çekip alacak de­ğildir. [86]

Hz. Peygamber´in Bildirdiği Bazı Kıyamet Alametleri:


İbn Mâce... Enes b. Mâlik´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v)´den duyduğum ve benden sonra kimsenin size nakletmeyeceği bir ha­disi size nakledeyim mi Onun şöyle buyurduğunu işittim: "İlmin ortadan kalkması, cehaletin açıkça ortaya çıkması, zinanın yaygın hale gelmesi, içki içilmesi, erkeklerin yok olup kadınların ortada kalması, öyleki elli kadının durumuyla sadece bir erkeğin ilgilenecek olması, kıyamet alâmetlennden-d""-" [87]

İlmin Ahir Zamanda İnsanlar Arasından Kalkması:



İbn Mâce... Huzeyfe b. Yeman´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İslâmiyet, eskiyen elbisenin nakışlarının silinişi gibi si­linip yok olacaktır. Öyleki oruç nedir, namaz nedir, ibadet nedir, sadaka ne­dir bil inmeyecektir. Onur ve üstünlük sahibi olan Allah´ın kitabı bir gecede yok olup gidecektir. Ondan bir ayet dahi geride kalmayacaktır. Geride insa­nlardan bazı ihtiyar ve acuzeler kalacak ve onlar şöyle diyeceklerdir: "Baba­larımızın şu lailahe illallah kelimesini söylediklerini gördük. Bunu biz de söylüyoruz." [88] Bu hadisi nakletmekte olan Huzeyfe´ye ora­da hazır bulunan Sıla, "Onlar namazın, orucun, ibadetin, sadakanın ne oldu­ğunu bilmediklerine göre lâilahe illallah demelerinin onlara ne yaran ola­cak " diye sormuş, o zaman Huzeyfe ondan yüzünü başka tarafa çevirmiş, Sıla sorusunu üç kez yinelemiş, Huzeyfe de her üç defasında yüzünü başka tarafa çevirmiş, sonunda Huzeyfe ona dönüp üç kez, "Ey Sıla, lailahe illallah kelimesi onları ateşten kurtaracaktır," demişti.[89]

Bu da ahir zamanda ilmin ortadan kalkacağını, hatta Kur´an-ı Kerim´in mushaflardan ve kalplerden silineceğini, insanların bilgisiz kalacaklarını, yaşlı ihtiyar ve acuzelerin, "lailahe illallah diyen kimselerin zamanına yetiş­tik!" diyeceklerini, kendilerinin de ibadet etmek ve Allah´a yaklaşmak ama­cıyla bu kelimeyi söyleyeceklerini, salih amel ve faydalı ilim gibi meziyetle­ri olmasa da bu kelimeyi söylemelerinin kendilerine farz olacağını bildir­mektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Hadiste geçen "Lailahe İllallah kelimesini söylemek onları ateşten kur­tarır." sözü, ateşe girmelerinden sonra bu kelimenin onları ateşten çıkaraca­ğı anlamına gelebilir. Öyleyse şu kudsî hadis de bu manada yorumlanabilir:

"Onur ve üstünlüğüme yemin ederim ki; zaman içinde bir gün olsun la­ilahe illallah diyeni muhakkak cehennemden çıkaracağım!" [90]

Nitekim bununla ilgili açıklama şefaat bahsinde verilecektir. Bu sözle başka bir kavim de kastedilmiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir. Hülasa ahir zamanda ilim ortadan kalkacak, cehalet çoğalacaktır. Bu hadiste ahir zaman insanlarının cehalet nedeniyle ayaklarının kayacağı bildirilmektedir ki, bu da -Allah korusun- Yüce Rabbin yardımından yoksun kalmak demektir. Sonra insanların cehalet ve sapıklığı, dünya hayatı sona erinceye dek artmaya de­vam edecektir. Nitekim bu husus, sözü doğrulanmış, doğru sözlü Rasûlullah (s.a.v)´in hadisinde de bildirilmiştir: "Allah Allah diyen bir kimse bulundu­ğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Kıyamet, ancak kötü insanların üzeri­ne kopacaktır."[91]


HZ. PEYGAMBER´İN BAZI SERLERİN MEYDANA GELECEĞİNE İŞARET BUYURMASI


Sünen adlı eserinin Kitabü´I-Fiten bölümünde İbn Mâce... Abdullah b. Ömer´den şöyle bir rivayette bulunmuştur: Rasûlullah (s.a.v) bize taraf yöne-lip şöyle buyurdu: "Ey muhacirler topluluğu! Müptela olacağınız beş şey var ki onlara müptela olmanızdan Allah´a sığınıyorum: Bir kavimde fuhuş orta­ya çıkarsa, mutlaka onlar arasında geçmişlerinde görülmemiş salgınlar ve sancılar yayılır. Eksik ölçüp tarttıklarında mutlaka kurak senelere, kıtlığa ve sultanın zulmüne maruz kalırlar. Mallarının zekâtını vermediklerinde mutla­ka yağmurdan yoksun kalırlar. Hayvanlar olmasa onlara hiç yağmur yağmaz. Allah´ın ve Rasûlünün ahdini bozduklarında Allah mutlaka onlara yabancı­ları olan düşmanlarını musallat kılar. Düşmanları, ellerindekini alırlar. Yöne-ticeleri Allah´ın kitabıyla hükmetmeyipte Allah´ın indirdikleriyle alay ettik­lerinde Cenab-i Allah mutlaka aralarında iç savaş meydana getirir." Sadece İbn Mâce´nin rivayet ettiği bu hadiste gariplik vardır. [92]

Tirmizî... Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebi Talip´ten rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetim onbeş şeyi yaptığı takdirde üzerine belâ iner." Onbeş şeyin ne olduğu sorduklarında şöyle açıklamıştı: "Ganimetler belli bir gurup arasında dönüp dolaştığında, emanetler ganimet kılındı (yağmalandı)ğında, zekât angarya sayıldığında, adam karısına itaat edip annesine karşı geldiğinde, arkadaşına iyi davranıp babasına cefa ettiğin­de, mescitlerde sesler yükseldiğinde, kavmin en rezili liderleri olduğunda, ki­şiye kötülüğünden korkulduğu için ikram edildiğinde, içki içildiğinde. ipek(li giysiler) giyildiğinde, şarkıcı kadılar ve çalgı aletleri edinildiğinde, bu ümmetin sondakileri öncekilerine lanet okuduğunda kızıl bir rüzgarı, yere batmayı veya insanların başka yaratıkların kılıklarına büründürülmesini bek­leyin." [93]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v) bize sabah namazım kıldırdı. Namazdan sonra adamın bi­ri ona, "kıyamet ne zaman kopacak " diye yüksek sesle sordu. Adamı azar-~yjP Sınarak "Sus!" dedi. Ortalık aydınlanınca gözlerini semaya dikip.

Gökleri yükselten ve tedbirini alıp idare eden zât, noksanlıklardan münez-^e|jJe yücedir." dedi. Sonra da "kıyametin ne zaman kopacağını soran neree. diye sordu. Adam dizleri üstüne çömelerek, "Anam babam sana feda ol­sun. Soruyu sana soran benim!" dedi. Bunun üzerine Rasûlallah (s.a.v) şöy-le karşılık verdi:

"İdareciler zulmettiklerinde, yıldızların falı) doğrulandığında, kader ya­lanlandığında, nihayet emanetler ganimet kılındı (yağmalandi)ğında, sadaka (zekât) angarya sayıldığında, fuhuş arttığında kavmin helak olur (kıyamet kopar)." [94]

Tirmizî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Ganimet belli bir gurup arasında dönüp dolaştığında, emanetler ganimet kılındı (yağmalandı)ğında, zekât angarya sayıldığında, (dini ilim) dini hizmetten başka amaçlarla öğrenildiğinde, adam karısına uyup annesine karşı geldiğinde ve arkadaşını kendine yakın kılıp babasını kendinden uzak­laştırdığında, mescitlerde sesler yükseldiğinde, fasik insanları kabilenin başı­na geçtiğinde, kavmin en rezili lideri olduğunda, kişiye kötülüğünden kor­kulduğu için ikram edildiğinde, şarkıcı cariyeler ve çalgı aletleri edinildiğin-de, içkiler içildiğinde, bu ümmetin sondakileri öncekilerine lanet okudukla­rında kızıl bir rüzgarı, yere batmayı veya insanların başka yaratıkların taş yağmuruna tutulmayı, ipi kopmuş teşbih taneleri gibi alâmetlerin peşpeşe gelmesini bekleyin." [95] Bu garip bir hadistir.

Tirmizî böyle dedikten sonra... İmran b. Husayn´dan rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bu ümmette yere batma, başka yaratık­ların kılığına büründürülme ve taş yağmuruna tutulma vardır." Bu ne zaman olacak, ya Rasûlallah diye sorulduğunda şu cevabı vermişti: "Şarkıcı kadın­lar ve çalgı aletleri ortaya çıktığında, içkiler içildiğinde..." Tirmizî, bunun garip bir hadis olduğunu Söylemiştir.[96]

Tirmizî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Ümmetim salınarak kibirlice yürüdüğünde, Bizans ve Sasani hü­kümdarlarının çocukaln onlara hizmet ettiğinde Allah, hayırlılarını şerlileri­ne musallat kılar." Bu garip bir hadistir. [97]

Tirmizî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Yöneticileriniz en hayırlılarınız ve liderleriniz en müsamahakâr­larınız olduğunda, işleriniz kendi aranızda şûra ile yürütüldüğünde yerin üs­tü sizin için daha hayırlı olur. Yöneticileriniz en şerlileriniz ve zenginleriniz en cimrileriniz olduğunda, işleriniz kadınlara bırakıldığında yerin altı sizin çin üstünden daha hayırlı olur." [98] Tirmizî bu hadisin garip ol­duğunu söylemiştir. Ravîlerden Salih el-Mizzi, salih bir insandır, ama onun muteber sayılamayacak garip rivayetleri vardır.

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasu­iullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Mudarhlar Allah´ın kullarını o kadar vura­caklar ki, Allah´a ibadet eden biri kalmasın. Müminlerde onları öyle vura­caklar ki onları savunan çıkmayacaktır." [99]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes (r.a.)´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar mescitlerde karşılıklı övünüp böbürlen-medikçe kıyamet kopmayacaktır." [100]

Kıyamet alâmetleriyle ilgili olarak İbn Mes´ud´un rivayet ettiği hadis 1 de nakledilecektir. O hadiste şu ifadeler de yukarıdakine ek olarak yer al-´ âktadır: "... Mihraplar süslenip yaldızlanmadıkça ve kalpler içi boşalıp çü-rümedikçe kıyamet kopmayacaktır."

İmam Ahmed b. Hanbel... Zadan Ebû Ömer´den rivayet etti ki; Alîm övle demiştir: Bir satıh üzerinde oturmaktaydık. Yanımızda Peygamber (sav)´- ı ashabından biri de oturmaktaydı. (Ravilerden Yezid b. Mervan, o sahabinin Anes el-Gıfari olduğunu sandığını söylemektedir.) İnsanlar tauna vakalanıp ölüyorlardı. Anes, "Ey Taun, beni de al!" dedi ve bu sözünü üç kez vineledi. Alîm ona dedi ki: "Neden böyle diyorsun Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyurmamış mı "Sizden biri ölümü temenni etmesin. Çünkü ölünce ameli sona erer. Artık geri dönmek istese de dünyaya geri dönemez." Anes de ona şu karşılığı verdi: Ben Rasuiullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Sefihler başa geçtiğinde, güvenlik görevlileri çoğaldığında, hâkime rüşvet verildiğinde, tenkitler hafife alındığında, akrabalık bağları koparıldı-ğında, anlama bakımından onlardan geride olmakla birlikte Kur´an´ı müzik aracı edinip onu, eğlendirmek amacıyla insanlara sunan bir gurup ortaya çık­tığında hemen ölümü isteyin." [101]

Bu hadisi yalnızca İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. [102]


Mehdî, Ahir Zamanda Gelecek Doğru Yolu Gösterecek Hidayet Rehberi Bir Halifedir. Ancak Rafızîlerin İddia Ettikleri Şekilde Samarra´da Yer Altından Çıkması Beklenen Biri Değildir. Bunun Aslı, Hakikati Ve Hatta İzi Yoktur.


Bizim vasfını verdiğimiz Mehdî´ye gelince, Rasuiullah (s.a.v)´den riva­yet edilen hadislerde anlatıldığına göre o ahir zamanda ortaya çıkacaktır. Ha­dislerinde gösterdikleri gibi öyle sanıyorum ki onun ortaya çıkışı, Hz. isa´nın yere inişinden önce olacaktır. [103]


Mehdî´nin Geleceğine İlişkin Rivayet Edilen Hadisler:


İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Ali´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dünya´nın bir günlük ömrü kalmış olsa bile Cenab-ı Al­lah, zulümle dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracak olan bizden bir adamı (size) gönderecektir." Ebû Nuaym´ın ifadesine göre Rasuiullah (s.a.v), yuka­rıdaki hadiste "Bizden..." değil de "Benden bir adamı..." demiştir. [104]

imam Ahmed b. Hanbel...başka bir yolla Hz. Ali´den rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Mehdî bizden ey ehl-i beyt! Allah onu bir gecede [105] ıslah edecektir."[106]

Ebû Davud... Ebû İshak´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, oğlu Hazreti Hasan´a bakıp şöyle dedi: "Doğrusu bu oğlum -RasûluHah (s.a.v)´ın adlandırdığı gibi- efendi ve liderdir. Bunun soyundan; adı peygamberiniz (s.a.v)´in adına uyan, sureten değil de ahlaken ona benzeyen bir adam ortaya çıkacak ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır." [107]

Ebû Davud es-Sicistanî, Sünen adlı kitabında müstakil olarak Mehdî bö-ümü düzenlemiş olup bu bolümün başında, Câbir b. Semüre´nin Rasûlullah (s.a.v)´den rivayet ettiği şu hadise yer vermiştir: "Hepsinin etrafında ümme­tin toplanacağı oniki halife başınıza geçinceye dek bu din ayakta duracaktır." Başka bir rivayette ise; "On iki halifeye kadar bu din güçlü kalacaktır." de­nilmektedir. Hz. Peygamber böyle buyurduğunda oradakiler tekbir alarak bir gürültü meydana getirdiler. Bundan sonra hafif bir sesle bir kelime daha söy­ledi. Babama, "Rasûlullah (s.a.v) ne dedi " diye sordum. "O halifelerin hep­si de Kureyş kabilesindendir." dedi, diye karşılık verdi. [108] Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Peygamber böyle buyurduktan sonra evine döndüğünde Kureyşlüer yanına gidip kendisine, "Peki sonra ne olacak " diye sormuşlar; o da, "sonra gedikler meydana gelecektir." cevabı­nı vermişti. [109]

Ebû Davud... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dünyanın bir günlük ömrü kalmış olsa bile Cenab-i Al­lah o günü uzatır ki; (insanları hidayete erdirmek için) adı adıma, babasının adı babamın adına uyan, benden (veya ehl-i beytimden) birini, (yani Meh-dî´yi insanlığa) göndersin. O gönderilen de zulüm ve haksızlıkla dolmuş olan yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracaktır." [110] Süfyan´ın rivayet ettiği hadisteyse şöyle buyurulmaktadır: "Ehl-i bey­timden adı adıma uyan bir adam, araplara hükümrân olmadıkça dünya git­mez (veya sona ermez)." [111]

Tirmizî... Ebû Hüreyre (r.a)´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dünyanın bir günlük ömrü kalmış olsa bile, ehl-i beytimden olup adı adıma uyan bir adamın, idarenin başına geçmesi için Allah o günü uzatır." Bu, sahih ve hasen bir hadistir. [112]

Ebû Davud... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Mehdî bendendir. Geniş alınlı ve şahin burunludur. Zulüm ve haksızlıkla dolmuş olan yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracak ve ye­di yıl süreyle hüküm sürecektir." [113]

Ebû Davud... Ümmü Seleme´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Mehdî benim neslimdendir. Fatıma´nın evlâdındandır." [114]

Ebû Davud... Hz. Peygamber´in zevcesi Ümmü Seleme´den rivayet etti ki; Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir halifenin vefatı zamanında ihti­laf meydana gelecek. MedineHler´den bir adam kaçıp Mekke´ye gidecek.

endisi istemediği halde Mekkeli bir gurup insan eglip onu ortaya çıkaracak, Hacer-i Esved ile Makam-ı İbrahim arasında ona biat edeceklerdir. Şam´dan bir heyet ona gönderilecek; bu heyet, Mekke ile Medine arasındaki çölde ye­re batacaktır. İnsanlar bu durumu görünce Şam abdalan ve Irak çeteleri de gelip ona biat edeceklerdir. Sonra Kureyş´ten bir adam ortaya çıkacaktır. (Benu) Kelb kabilesi onun dayılarıdır. Bu adam, kendisine biat edilen şahsın ve taraftarlarının üzerine bir birlik gönderecek, bu birlik onları mağlub ede­cektir. Benu Kelb kabilesinin yeğenine biat etmeyen ziyanda olacaktır. Ku-reysli bu adam, malı taksim edecek, Peygamberinin sünnetine uygun biçim­de insanları idare edecek, böylece İslâmiyet sebat bulup yerleşecektir. (Ku-revşli lider) yedi yıl başta kalacak, sonra vefat edecek, müslümanlar da na­mazını kılacaklardır."[115]

Ebû Dâvud... Hz. Ali´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Maverâünnehir´den Mansur´un öncü birliklerinin başında Haris b. Harran adında bir adanf ortaya çıkacak ve Kureyşlüer´in Rasûlullah´a destek verişleri gibi o da Hazreti Muhammed ailesine destek verecektir. Her mümi­nin ona yardımcı olması (veya çağrısına uyması) vaciptir." [116]

İbn Mâce... Abdullah b. Haris b. Cüz´ ez-Zebidî´den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğudan bazı insanlar çıkıp Mehdî´ye destek (onun otoritesine güç) vereceklerdir." [117]


Kendi Şerefli Ailesinin Bazı Yorgunluk, Sıkıntı Ve Korkulu Hallerle Karşılaşacağını Hz. Rasûlün Önceden Haber Vermesi:


İbn Mâce... Alkame´den rivayet etti ki; Abdullah şöyle demiştir: "Bir ara Rasûlullah (s.a.v)´in yanında oturuyorduk. Gözleri yaşardı. Yü­zünün rengi değişti. Kendisine; "Yüzünde hoşlanmadığımız bir değişiklik görüyoruz ya Rasûlallah " dedim. Buyurdu ki: "Bizler öyle bir hâne halkıyız ki, Cenâb-ı Allah, bizler için ahireti dünyaya tercih etmiştir. Benden sonra ehl-i beytim belâ, ürkütme ve kovulmayla karşılaşacaktır. Nihayet doğu tara­fından, beraberlerinde siyah bayraklar bulunan bir kavim gelecek, ekmek is­teyecekler ama kendilerine verilmeyecektir. Derken savaşacaklar, muzaffer olacaklardır. Bu defa istedikleri kendilerine verilecek, ama onlar kabul etme­yecekler. Kendilerine verilenleri ehl-i beytimden bir adama vereceklerdir. O adam, zulümle dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracaktır. Sizden onun za­manına ulaşacak olan kimse, kar üzerinde sürünerekte olsa onun yanına git­sin." [118]

Bu ifadelerde Abbasilere işaret edilmektedir. Nitekim el-Bidaye ve´n-Nıhaye (Büyük İslâm Tarihi)nde Hicretin 132. senesi olaylarından bahseder­ken de bu hususa dikkat çekmiştik. Yine bu ifadelerde Mehdînin, Abbasi devletinden sonra ortyaa çıkacağına, onun ehl-i beytten, Hz. Fatıma´nın, son­ra Hasan ve Hüseyin´in neslinden, olduğuna da işaret vardır. Nitekim Hz. Ah den rivayet edilen hadiste de bu husus açıkça belirtilmiştir. Doğrusunu AUah bilir.

İbn Mâce... Sevban´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Sizin hazinenizin yanında üç kişi Öldürülecektir. Bunların üçü de halife çocuğudur. Ama hilafet hiç birine nasib olmayacaktır. Sonra doğu ta­rafından siyah bayraklar ortaya çıkacak; onlar daha önce hiç bir kavmin yap­madığı şekilde sizinle savaşacaklardır. O siyah bayraklıların liderini gördü­ğünüzde -kar üstünde sürünerek te olsa gidip- ona biat edin. Çünkü O, Al­lah´ın halifesi Mehdî´dir." [119]

Bunu sadece İbn Mâce nakletmiştir. Bu hadis, senedi kuvvetli olup sa­hihtir. Açıkça anlaşılıyor ki; bu hadiste sözü edilen hazine, Kabe´nin hazine­sidir. Halife evladından üç kişi, ele geçirmek için geldikleri o hazinenin ya­nında öldürülecek, nihayet ahir zaman olacak ve Mehdî ortaya çıkacaktır. Doğudaki beldelerden çıkacaktır. Yoksa Rafızî cahillerinin iddia ettikleri gi­bi Samarra´da yer altından çıkacak değildir. İddialarına göre şu anda o, Sa-mara´da yer altındadır. Ahir zamanda ortaya çıkacak diye beklemektedirler. Bu saçma ve çok ta desteksiz bir söz olup, şiddetli bir şeytanî hevesten dola­yı söylenmiştir. Çünkü ne kitaptan, ne sünnetten herhangi bir delil ve burha­na dayanmamaktadır. Sahih bir akli delili ve güzel karşılanabilecek bir daya­nağı yoktur.[120]

Tirmizî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Horasan´dan siyah bayraklar çıkacak, bunları hiç bir şey geri çe-viremeyecek, nihayet gidip İlya´ya (Kudüs´e) dikilecektir." [121]

Bu garip bir hadistir. Bu hadiste sözü edilen siyah bayraklar, Ebû Müs-lîm el-Horasanî´nin eline alarak geldiği ve hicretin 132. senesinde Emevi devletini yıkarken kullandığı bayrak değildir. Aksine bu, Mehdî Muhammed b. Abdullah el-Alevî el-Fatımî el-Hasenî (r.a.)´nin eline alıp geleceği siyah bayraklardır. Mehdî´nin kendisi daha önce doğru yolda değilken Cenab-ı Al­lah onu bir gecede irşad ve ıslah edip doğru yola iletecek, doğu beldelerinde­ki bazı kimselerle onu takviye edecektir. Onlar da Mehdî´nin hakimiyetinin kurulmasına yardımcı olacak, devletinin temellerini güçlendireceklerdir. On­ların da bayrakları siyah olacaktır. Siyah renk ve bu renkteki bayrak, vakar ifade eder. Çünkü Rasûlullah (s.a.v)´in Ukab adlı bayrağı siyahtı. Irak´tan geldiğinde Halid b. Velid o bayrağı Medine´nin doğusundaki tepeye dikmiş­ti. Şimdi o tepeye Ukab tepesi anlamında Seniyetü´1-Ukab denmektedir. Ora­sı Bizans ve Arap hris ti yani arından olan kâfirler için azab olmuştu. Muhacir ve Ensardan olan Allah´ın mümin kulları ile onların beraberlerindekiler ve kıyamete dek onlardan sonra gelip onların yolunda yürüyecekler için de gü­zel sonun temellerini atmıştı. Hamd Allah´adır. Aynı şekilde Rasûlullah (s.a.v)´de fetih gününde başında siyah bir miğfer olarak Mekke´ye girmişti.

Raska bir rivayete göre ise başındaki miğferin üzerine siyah bir sarık sarmış azivet.te Mekke´ye girmiştir. Allah´ın salât-ü selâmı onun üzerine olsun.

Hülasa diyeceğimiz şu ki; ahir zamanda ortaya çıkacağı vaadedilen, öv-vülmüş Mehdî, doğu beldelerinde ortaya çıkacak ve hadiste de açıkça bildi­rildiği gibi Kabe´nin yanında kendisine biat edilecektir. Ben Mehdî´yle ilgi­li olarak müstakil bir hadis cüz´ü derledim. Allah´a hamd olsun.

İbn Mâce... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur:

"Ümmetimde Mehdî meydana çıkacaktır. Süresi kısa olursa yedi, uzun olursa dokuz yıl olacaktır, onun zamanında ümmetim, daha önce misli duyul­mamış bir nimete mazhar olacaktır. Toprak, ürünlerini verecektir. O ürünler­den hiç bir şey saklanıp biriktirilmeyecektir. O gün mal üst üste yığılacakür. Adam kalkıp, "Ey Mehdî, ver" diyecek; o da "Al." diyecektir."[122]

Tirmizî... Ebû Sı4dık en-Naci´den rivayet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöy­le demiştir: "Peygamberimiz (s.a.v)´den sonra bazı olaylar olmasından kork­tuk. Bunu ona sorduk. O da buyurdu ki: "Ümmetimde Mehdî meydana çıka­cak, beş veya yedi yahut dokuz sene yaşayacaktır. Adam gelip ona; "Ey Mehdî ver" diyecek; o da taşıyabileceği kadar malı eteğine bırakacaktır." [123] Bu, hasen bir hadistir. Hadisin ravilerinden Ebû Sıddık en-Naci´nin asıl adı Bekir b. Amr´dır. Bekir b. Kays olduğu da söylenir. Bu da Mehdî´nin süresinin en fazla dokuz en az beş veya yedi yıl olduğunu göste­riyor. Belki de o, reayasına küme küme, bol bol mal verecek olan halifedir. Doğrusunu Allah bilir. Onun zamanında meyveler çok , ekinler bol, mal faz­la, sultan otoriter, din dimdik ayakta, düşman mağlub, hayır da sürekli ola­caktır.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den şöyle bir rivayette bulunmuş­tur: Adamın biri "Allah´a yemin ederim ki; başımıza geçen her yönetici mut­laka bir öncekinden daha şerli olmaktadır." deyince ben ona şöyle karşılık verdim: "Rasûlullah (s.a.v)´den bir şey duymuş olmasaydım ben de senin de­diğini derdim. Ama ben, Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu duydum: "Öyle bir emîriniz olacak ki; size parayı saymadan küme küme verecektir. Kendisinden istenildiğinde, "al" diyecek, eteğini yere yayıp içine para boşal­tacaktır." Rasûlullah (s.a.v) böyle derken üzerindeki kaim dokumalı futayı çıkarıp -durumu tasvir etmek için- yere yaydı. Sonra uçlarından tutup topla­dı ve alıp yürüdü." Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbel nakletmiştir. [124]

İbn Mâce... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Biz Abdülmuttalib oğullan yani ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî cennetliklerin efendileriyiz." Bu, münker bir hadistir. [125]

Sünen adlı eserinde İbn Mâce... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İş gittikçe şiddetlenecek, dünya ardını dönüp gidecek, insanlar cimrileşecektir. Kıyamet, ancak şerli insanların üzeri­ne kopacaktır. Mehdî de Meryem oğlu İsa´dan başkası değildir." [126] Bu, İmam Şafii´nin şeyhi Muhammed b. Halid el-Cündî es-San´anî el-Müezzin´Ie meşhur olmuş bir hadistir. Birden fazla kişi bunu kendisinden rivayet etmiştir. Hâkim´in iddia ettiği gibi bu meçhul birravi değildir. İlk ba­kışta bu hadis, Mehdî´nin Meryem oğlu İsâ (a.s)´dan başkası olduğunu ispat­lamak için naklettiğimiz hadislere muhalif görünmektedir. Bu, Hz. İsa´nın yeryüzüne inişinden önceki zaman için doğrudur ve anlamı da açıktır. Doğ­rusunu Allah bilir. Ama Hz. İsa´nın yeryüzüne inişinden sonraki duruma ge­lince, bunu düşündüğümüzde bir terslikle karşılaşmamaktayız. Aksine hadis­te de belirtildiği gibi Mehdî´nin Hz. İsa´nın kendisi olacağı açıkça ve de kat´ı olarak anlaşılacaktır. Ama bu demek değildir ki Hz. İsa´dan başkası Mehdî (hidayet rehberi) olamaz. [127]


MEYDANA GELEN VE AHİR ZAMANDA DAHA DA ÇOĞALIP ARTACAK OLAN ÇEŞİTLİ FİTNELER



Bozgunculuk Çoğalınca, Aralarında Salih Kimseler Bulunsa Bile Tüm Toplum Helak Olacaktır:



Buharî... Ümmü Habibe´den rivayet etti ki; Zeynep binti Cahş şöyle de­miştir: Peygamber (s.a.v), yüzü kızarmış olup şöyle diyerek uykudan uyan­dı: "Lailahe illalah. Yaklaşan bir serden ötürü Arapların vay haline! Bugün Yecüc ve Mecüc´ün şeddinden şöyle bir gedik açıldı!" Ravî sözün şurasında işaret parmağını yılan başı gibi dibe doğru kıvırarak doksan veya yüz raka­mının işaretini yaptı. Yani ümmetin başına gelecek umumi belaların az bir kısmını gördüm, demek istedi: "Aramızda salih insanlar bulunurken de mi helak olacağız " diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi: "Kö­tülükler çoğaldığında evet..."[128]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Bugün Yecüc ve Mecüc´ün şeddinden bir gedik açıldı!" sözün şurasında ravî Vüheyb parmağıyla doksan rakamının işaretini yaptı. [129]

Buharî... Hind binti Haris el-Firasiye´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v)´in zevcesi Ümmü Seleme şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), ürkmüş bir halde şöyle diyerek uykudan uyandı: "Sübhanallah! Bu gece hazinelerden neler indi neler! Allah, fitnelerden neler indirdi neler (bir bilseniz!) Hücrele­rin sahibelerini (eşlerimi), namaz kılmaları için uyandıracak kimse yok mu Dünyada nice giyinik kimse var ki, ahirette çıplak kalacaktır." [130]


İslâm Toplumunun Tam Ortasında Fitnelerin Kaynayacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Buharî ve Müslim... Üsame b. Zeyd´den rivayet ettiler ki; Peygamber (s.a.v), Medine´nin yüksek binalarından birinin üstüne çıkarak, "Benim gör­düklerimi görüyor musunuz " diye sordu. Sahabiler, "Hayır" cevabını verin-e de şöyle buyurmuştur:

"Evlerinizin arasına yağmur yağar gibi fitnelerin yağdığını görüyorum![131]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Zaman kısalacak (bereketi kalmayacak), ilim ekşitecek, cimrilik kalıcı olacak, fitneler meydana gelecek, kargaşa çoğalacaktır." "Kargaşa, na­sıl bir şey, ya Rasulallah " diye sorduklarında, "öldürmedir, öldürme!" diye cevap verdi. [132]


Her Geçen Zaman Bir Sonrakinden Hayırlıdır:


Buharî... Zübeyr´den rivayet etti ki; Adiyy şöyle demiştir: Enes b. Mâ-lik´e giderek Haccac (b. Yusuf es-Sakafi)´den gördüğümüz eziyetleri kendi­sine şikâyet ettik. Bize şu tavsiyede bulundu: "Sabr edin. İnsanların ulaştık­ları her zaman, mutlaka bir öncekinden daha kötüdür. Bu hal, Rabbinizin hu­zuruna çıkmanıza kadar devam edecektir. Ben bunu Peygamberiniz (s.a.v)´den işittim." Tirmizî de bunu Sevrî´nin hadisinden rivayet ederek sa­hih ve hasen olduğunu söylemiştir. Halk ise bunu başka bir kalıpla naklede­rek, "Her sene daha rezil olursunuz." demektedir. [133]


Sakınılıp Uzak Durulması Gereken Bazı Şiddetli Fitnelerin Meydana Geleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Öyle fitneler meydana gelecek ki; o zaman oturmakta olan, ayakta duran daha hayırlı olacaktır. Ayakta duran, yürüyenden daha hayırlı olacak­tır. Yürüyen, koşandan daha hayırlı olacaktım Bu fitneler, kendisine bulaşanı yere yıkıp mağlup eder. Bu fitneler meydana çıktığında, bir sığmak veya ko­runak bulan, hemen oraya Sığınsın." [134]


Emanet Duygusunun Kalplerden Kaldırılması:


Buharî... Zeyd b. Veheb´den rivayet etti ki; Huzeyfe (r.a) şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v) bana iki şey söyledi: Bunlardan birini gördüm. Diğeri­ni görmeyi de gözlüyorum. Rasûlullah (s.a.v.) bana (emanetin nasıl indiğni şöyle) bildirdi: "Emanet, salih kimselerin gönüllerinin derinliğine iner. Son­ra o kullar Kur´an´dan bilgi alırlar. Daha sonra sünnetten öğrenirler." Rasû­lullah (s.a.v) bana emanetin geri kaldırılışını da şöyle bildirdi: "Kişi (gece) uykusunu uyur. O uyurken emanet, hafızasından silinip alınır da emanetin eseri, rengi uçuk bir nokta halinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o kişi bir uy­ku daha uyurken emanetin kalan kısmı da alınır, Bunun eseri ve yeri de bal­ta sallayan bir işçinin avucundaki kabarcık gibi kalır. (Bir zaman sonra o da söner gider.) Şu halde emanet, senin ayağına düşürdüğün bir kıvılcımın düş­tüğü yeri şişirtip, senin onu bir kabarcık halinde görmen gibidir, Halbuki bu kabarcıkta bir şey yoktur.

Bu durumda halk birbirleriyle alışveriş etmek ve medenî münasebette bulunmak için (zor bir günün) sabahana erişmiş bulunur. Hiçbir kimse ema­neti edâ etmek imkânını bulamaz. Şöyle ki; Kâh falanoğulları içinde eminb kjm vardır. (Emaneti ona veririm) denilir. Kâh birisinin lehine: "O ne akıl­lıdır, ne tedbirlidir, o ne zariftir, o ne kahramandır." diye tanıklıkta bulunu­lur. Oysaki hakkında propaganda yapılan şahsın kalbinde hardal tanesi kadar iman eseri yoktur.

Huzeyfe (r.a.) diyor ki: Öyle bir zamanla karşılaştım ki; o (saadetli ve emanetli) devirde ben kiminle alışveriş edeceğim diye tasalanmazdım. Çün­kü medenî münasebette bulunacağım kimse müslümansa onu, İslâm dini (ba­na hıyanet etmekten) men ederdi. Eğer hristiyan veya yahudi ise onu, (bulun­duğu yerin) valisi hıyanetten men ederdi. Bugün ise ben filan ve falandan başka kimseyle alışveriş edemez oldum." [135]


Fitnenin Doğu Tarafından Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:


Leys... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur: "Dikkat edin! Fitne şuradan, şeytanın boynuzunun (ya da güneşin boy­nuzunun) çıktığı yerden gelecektir." Bunu Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Taberanî de rivayet etmiştir. [136]


Dirilerin Ölülere İmreneceği Kadar Fitnelerin Çoğalacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:


Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Kişi, bir başkasının mezarına uğrayıp ´keşke ben bunun yerinde ol­saydım.´ demedikçe kıyamet kopmaz." [137]

Kıyametten Önce Bazı Arap Kabilelerine Puta Tapıcılığın Geri Döneceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Devs kabilesi kadınlarının Zül-halase (putu) etrafında tavaf ede ede kuyrukları titremedikçe kıyamet kopmayacaktır. Zül-halase, Devs kabilesi­nin Cahiliyet devrinde taptığı puttur." [138]


Arap Topraklarının Muazzam Servetler Fışkıracağına, Bu Nedenle İnsanlar Arasında Düşmanlık, Çekişme Ve Savaş Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Fırat (nehrinin suyu çekilerek) kıymetli altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim o zaman orada bulunursa ondan bir şey alma (ya uğraşma)sın! (Çünkü o zaman dünyanın ömrü sona ermiş olacaktır)."[139]

Bu hadisin Ukbe tarikiyle... Ebû Hüreyre´den rivayet edilen başka bir varyantında ise şöyle denmektedir: "...... altından bir dağı ortaya çıkarması zamanı yaklaşıyor." [140]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Fırat´ın suları çekilip altundan bir dağı ortaya çıkarmadıkça kı­yamet kopmayac aktır. O altunları ele geçirmek uğruna insanlar birbirleriyle savaşırlar. Savaşa katılan her yüz kişinin doksandokuzu öldürülür. Her kişi, "O kurtulanın ben olacağımı umuyorum" diyecektir." [141]

Müslim, Abdullah b. Haris b. Nevfel´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ubeyy b. Ka´b´la birlikte Hassan´m yüksek binasının gölgesinde duruyor­dum. "Dünyayı (mal ve zenginliği) ele geçirmek için insanlar boğaz boğaza girmeyi sürdüreceklerdir" dedi. Ben "Evet" deyince sözlerini şöyle sürdürdü: Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim: "Fırat´ın suları çekilip altun­dan bir dağı ortaya çıkarması zamanı yaklaşıyor. İnsanlar bunu duyunca he­men oraya giderler" yanında duran biri, "Bırakalım da insanlar gidip hepsini alsmar" deyince Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Onun üzerine savaşacak­lar ve savaşan her yüz kişiden doksan dokuzu ölecektir." [142]


Kıyamet Kopmadan Çok Deccalların Ortaya Çıkacağına, İnsanların Oyalanıp Dalgın Oldukları Bir Vakitte Kıyametin Aniden Kopacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "İki büyük (İslâm) ordusu birbiriyle savaşmadikça kıyamet kopma-yacaktır. Bu iki toplumun ikisi de aynı iddiada oldukları (ikisi de İslâmiyet ve hak iddiasında buundukları) halde aralarında büyük bir savaş olacaktır. Yine otuza yakın yalancı deccallar türemedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bunların hepsi ´Ben Allah´ın peygamberiyim´ diye iddiada bulunacaktır. Yi­ne ilim çekilip alınmadıkça, depremler çoğalmadıkça, zaman birbirine yak­laşıp geceyle gündüz bir olmadıkça, fitneler ortaya çıkmadıkça, adam öldür­me vak´aları çoğalmadıkça, aranızda mal çoğalıp sel gibi akmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Mal o kadar çoğalacak ki; mal sahibi malının zekâtını kim kabul eder diye endişelenecek, öyleki bazı kimselere zekât vermek isteyecek, fakat zekât arzettiği kimse: Benim zekâta ihtiyacım yok! diyecek. Yine in­sanlar yüksek binalar yapma yarışına girmedikçe ve bir kimse başkasının mezarının yanından geçerken "Keşke bunun yerinde ben olsaydım!" diyerek (ölümü temennî etmedikçe) kıyamet kopmayacaktır. Güneş batı tarafından doğmadıkça yine kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar bu durumu görünce top­tan iman edecekler, ama bu iman, daha önce iman etmemiş olan, yahut ima­nında hayır ve fazilet kazanmayan kimselerin imanlarının kendilerine fayda vermediği bir zamanda yapılan bir imandır.

Muhakkakki kıyamet kopacaktır. Hem de (alım, satım için) bayi ile müşteri, aralarında elbise açacaklar da alışveriş tamamlanmadan (ansızın) kı­yamet kopacak da o elbisenin dürülmesine fırsat kalmayacaktır. Yine mu­hakkakki kıyamet kopacaktır. Hem de sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye sütü içme imkânı doğmadan (ansızın) kopacaktır. Yine kıyamet mu­hakkak kopacaktır. Hem de kişi havuzunu sıvayıp onaracak, fakat havuzun suyunu kullanma imkânı doğmadan kıyamet (ansızın) kopacaktır. Yine Mu­hakkak kıyamet kopacaktır. Hem de yemeğe oturan kişinin, lokmayı ağzına götürmesine fırsat kalmadan (ansızın) kopacaktır." [143]

Müslim... Ebû İdris el-Havi anî´den rivayet etti ki; Huzeyîe b. Yeman şöyle demiştir: Allah´a yemin ederim ki; kıyamete kadar meydana gelecek bütün fitneleri herkesten çok bilen kişi benim. Bu konuda Rasûlullah (s.a.v)´in başkalarına anlatmadığı bir sırrı bana vermesine engel hiç bir hu­sus bende yoktur. Ama o, benim de aralarında buunduğum bir meclis (cema­atına) fitnelerden bahsederken özellikle üç fitneden söz etti ki, bunlar mah­vetmedik hiç bir şeyi bırakmazlar. Bazı fitneler yaz rüzgarları gibidir. Fitne­lerin bazısı küçük bazısı da büyüktür. Rasûlullah (s.a.v)´in kendilerine fitne­lerden bahsettiği cemaatte bulunanların tümü (bu dünyadan göçüp) gittiler. Geride sadece ben kaldım." [144]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Irak, dirhem ve kafîzinden [145]yoksun kalacaktır. Şam, müdlerin-den [146] ve dinarından yoksun kalacaktır. Mısır, irdeb [147] ve dinarından yoksun ka­lacaktır. Başladığınız yere geri döneceksiniz. Başladığınız yere geri dönecek­siniz." Hadisin ravisi Ebû Hüreyre, hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: "Bu sözün söylenişine Ebû Hüreyre´nin eti ve kanı şahit oldu." [148]

İmam Ahmed... Harirî´den naklederek Ebû Nasre´nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: Câbir´in yanında duruyorduk. Bize dedi ki: "Yakın bir zaman­da Iraklılara artık dinar ve ölçekler gelmeyecektir." kendisine "Bu hangi ta­raftan olacaktır " diye sorduk. "Bizans tarafından onlar yoksun bırakılacak­lar" diye karşılık verdi. Azıcık sustuktan sonra şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: "Ümmetimin son zamanında öyle bir halife gelecek ki, parayı saymadan yığın yığın verecektir (halkına)."

Ravilerden Hariri diyor ki: Ben Ebû Nasre ile Ebü´l-Alâ´ya, "Bu halife Ömer b. Abdülaziz olmalı" dedim. "Hayır" diye cevap verdiler. [149]

İmam Ahmed b. Hanbel,.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Zaman size uzadı artık. Yakın zamanda öyle bir kavim gelecek ki, Allah´ın gazabı (üzerlerine inmiş bir hal) ile sabahlar ve fitne (içine düşmüş bir hal) ile de akşamlarlar.Elerinde sığır kuyruğu gibi (kamçılar) Olacaktır." [150]


Cehennemliklerden İki Sınıfın Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Cehennemliklerden iki sınıf var ki, onları henüz görmüş değilim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi kırbaçlar vardır. O kırbaçlar­la insanlara vururlar. Bir de giyinik (gibi) çıplak kadınlar olacak ki; kendile­ri (cehenneme) meylettikleri gibi başkalarını da meylettirirler. Başkaları Ho­rasan´ın buhtî develerinin meyilli hörgüçlerini andırır. Onlar, kokusu şu ka­dar ve şu kadar mesafeden hissedilen cennete giremezler, kokusunu dahi ala­mazlar." [151]

İyiliği Emredip Kötülüğü Menetme Görevini Yapmamaya Ruhsat Verici Bazı Gerekçeler:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Mekhul´den rivayet etti ki; Enes b. Mâ­lik şöyle demiştir: Hz. Peygamber´e; "Ya Rasûlallah, iyiliği emredip kötülü­ğü menetme görevini ne zaman bırakabiliriz " diye soruldu. O da buyurdu ki: "İsrâiloğulan´nda çıkan şeyler sizde de çıkarsa... fuhuş büyüklerinizde. ilim rezillerinizde, hakimiyet de küçüklerinizde olduğu zaman (bu görevi bı­rakabilirsiniz)." [152]


İnsanların Bölük Bölük Dinden Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Ammar´dan rivayet etti ki; Câbir b. Ab­dullah´ın komşusu şöyle demiştir: Bir yolculuktan dönmüştüm. Câbir b. Ab­dullah, bana selâm vermek için yanıma geldi. Ona, insanların bölünmelerin­den ve çıkardıkları hadiselerden bahsetmeye başladım. Câbir ağlamaya baş-ladı. Sonra dedi ki; Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim: "İnsan­lar Allah´ın dinine bölük bölük girdiler ve bölük bölük de dinden çıkacak­lar!" [153]


Hz. Peygamber´in, Mahvedici Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağını Bildirmesi. O Zaman Dinini Tutan, Ateş Közünü Tutmuş Gibi Olacaktır:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Yaklaşan bir serden ötürü Arapların vay haline! Karanlık gecenin (zifiri karanlık) parçaları gibi fitneler ortaya çıkacaktır. O zamanda adam mümin olarak sabahlar; kâfir olarak akşamlar. O gün dinine tutunan kimse, ateş közü (ya da diken) tutmuş gibi olur." [154]


Çokluklarına Ve Nüfuslarının Fazlalığına Rağmen Müslümanları Horlayıp Hegemonyaları Altına Almak Amacıyla Bütün Milletlerin Karşıt Bir Cephe Oluşturacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Rasûlullah (s.a.v)´in Sevban´a hitaben şöyle buyurduğunu işittim: "Ey Sevban! Yeyicilerin yemek çanağının üzerine üşüşmeleri gibi milletlerin üzerinize üşüşmeleri zamanında ne yapacaksın !"

Sevban: Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah. Acaba sayımızın azhğ´ndan ötürü mü bu böyle olacak diye sorunca, Rasûlullah (s.a.v); "Ha­yır. Aksine o gün nüfusunuz çok olacak, ama kalblerinize gevşeklik bırakı­lacaktır." cevabını verdi. "Gevşeklik nedir ya Rasûlullah " diye sorması üze­rine Rasûlullah (s.a.v) şu karşılığı verdi: "Dünyayı sevmeniz ve savaştan hoşlanmamanızdır." [155]


Öldürücü Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına Kurtuluşun DaBu Fitnelerden Uzaklaşmakta Ve Yollarından Uzak Durmakta OlduğunaHz. Peygamberin İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Vâbise el-Esedî´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Kûfe´deki evimdeydim. Bir de kapımda bana "Esselâmü aleyküm" denildiğini işittim. Ve aleykümüs selam, girin dedim. Adam içeri girince, gi­renin Abdullah b. M^s´ud olduğunu gördüm. Kendisine, "Ey Abdurrah-man´m babası, bu saatteki ziyarette ne oluyor " diye sordum. Öğlenin en sı­cak vaktiydi. Bana, "gündüz bana çok uzun geldi. Kendisine hadis rivayet edecek birini bulayım dedim" dedi ve bana, Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle bu­yurduğunu nakletmeye başladı: "Fitneler meydana gelecek. O zaman uyu­makta olan, uzanmış olandan; uzanmış olan, oturmakta olandan; oturmakta olan, ayakta durandan; ayakta duran, yürümekte olandan, yürümekte olan, binek üzerinde bulunandan, binek üzerinde bulunan, koşmakta olandan daha hayırlı olacaktır. Bu fitneler nedeniyle öldürülenlerin tümü ateştedir!"

Ravi Abdullah b. Mes´ud diyor ki: O zaman ben, Rasûlullah (s.a.v)´e şöyle sordum:

— Ya Rasûlallah bu durum ne zaman meydana gelecektir

— Kargaşa günlerinde... Öyle ki o zamanda kişi, yanında oturmakta olan arkadaşına güvenmeyecektir.

— O zamana kavuşacak olursam ne yapmamı emredersin

— (O işlerden uzak dur) nefsini ve elini geride tut. Evine gir.

— Ya Rasûlallah ya adam (bana kötülük etmek için) evime girerse ne yapayım

— Kapını kilitle (ki girmesinler).

— (Buna rağmen) evime girerlerse ne yapayım

— O zaman mescidine gir ve böyle yap. (Rasûlullah böyle derken, sağ eliyle sol elinin bileğini tuttu) ve bu halde ölünceye dek, "Rabbim Allah´tır" de. [156]


Hz. Peygamber´in, Ahlâkı Yok Eden Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına İşaret Buyurması Öyle Ki, O Zaman İnsan, Yanında Oturan Arkadaşına Dahi Güvenmeyecektir:


Ebû Davud... İbn Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "(O fitneler nedeniyle) öldürülenlerin tümü ateşte olacaktır." Bu­nu İbn Mes´ud´dan dinleyen Vâbise diyor ki: Ben İbn Mes´ud´a sordum:

— Bu fitneler ne zaman olacak ey İbn Mes´ııd

— Kargaşa günlerinde... Öyle ki o zamanda insan, yanında oturmakta olan arkadaşına güvenmeyecektir.

— O zamana kavuşursam ne yapmamı tavsiye edersin

— Dilini tut. Evine kapanan demirbaşlardan ol!

Vâbise diyor ki: "Hz. Osman öldürüldüğünde kalbim adeta yerinden fır­layıp uçtu. Hemen bineğime binip Dımaşk´a geldim. Huzeym b. Fatik el-Esedî ile karşılaştım. Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah´a yemin ederek, "Ben bu hadisi Rasûlullah (s.a.v)´den duydum" dedi. [157]

Çeşitli Fitnelerin Ortaya Çıkacağına, Bunlardan Kurtuluşunsa Toplumdan Soyutlanmak Olduğuna Hz. Peygamber´in İşareti:


Ebû Davud... Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Doğrusu bazı fitneler ortaya çıkacaktır. O esnada uzanıp yat­makta olan, oturandan; oturan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen, koşandan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır." Ebû Bekre, "O za­man ne yapmamı emredersin Ya Rasûlallah " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v) şöyle cevap vermiş: "Devesi olan, devesinin yanına; koyunu olan, ko­yunun yanına; arazisi olan, arazisinin yanına gitsin. Bu gibi mallan olmayan kılıcını alıp keskin tarafıyla taşa vursun. Sonra elden geldiğince kurtulmaya çalışsın." [158]

Müslim de Osman es-Sehham kanalıyla böyle bir rivayette bulunmuştur.

Ebû Davud... Hüseyin b. Abdurrahman el-Eşcaî´nin bu hadisle ilgili ola­rak Sa´d b. Ebi Vakkas´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v) bu hadisini irâd ederken kendisine şöyle sordum:

— Ya Rasûlallah (suikastçi) evime girip beni öldürmek için elini bana uzatırsa ne yapayım

— Adem (peygamber)in oğlu gibi ol.

Rasûlullah (s.a.v) böyle buyurduktan sonra: "Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam..." (Maide, 5/28) âyetini okudu. [159]

İmam Ahmed b. Hanbel... Bişr b. Saîd´den rivayet etti ki; Hz. Osman´ın şehadeti fitnesi esnasında Sa´d b. Ebi Vakkas dedi ki; Rasûlulah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Birtakım fitneler meydana gelecektir. O zamanda oturmakta olan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen, koşandan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır." Sa´d b. Ebi Vakkas diyor ki: Ben kendisine; "Ya (suikastçi) evime girip beni öldürmek için bana elini uzatırsa ne yapmamı em-redersin^ ya Rasûlallah " diye sorduğumda Rasûlullah (s.a.v) bana şu cevabı verdi: "Adem (peygamber)in oğlu gibi ol." [160]

Tirmizî de böyle bir rivayete bulunarak bunun hasen bir hadis olduğunu söylemiştir. [161]


Fitne Koptuğunda Eziyetlere Tahammül Etme Ve Kötülüklere Katkıda Bulunmamak Hususunda Hz. Peygamber´in Verdiği Öğüt:


Ebû Davud...Ebû Musa el-Eş´ari´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet kopmadan önce zifirî gecenin yoğun karanlı­ğını andıran fitneler meydana gelecektir. O zamanda kişi mümin olarak sa-ahlar, kâfir olarak akşama erer. Mümin olarak akşamlar, kâfir olarak saba­ha erer. O esnada oturmakta olan, ayakta durandan; yürümekte olan, koşan­dan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır. O durumda yaylarınızı kırın, kiriş­lerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşlara vurun. (Suikast için) birinizin yanı­na girilecek olursa, o biriniz, Âdem (peygamber)in en hayırlı oğlu gibi dav­ransın [162] (karşı saldırıya geçmesin)."[163]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Samit´ten rivayet etti ki; Ebû Zerr (el-Gıfarî) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bineğine bindi. Beni de ter­kisine aldı. Sonra da şcwle buyurdu:

— Ey Ebû Zerr! de bakalım; yatağından kalkıp mescidine gidemeyece­ğin kadar şiddetli bir açlık (belâ) insanların başına gelirse ne yaparsın

— Allah ve Rasûlü daha iyisini bilir.

— Sabret ey Ebû Zerr. İnsanlar şiddetli bir ölüme maruz kalırlarsa ne yaparsın

— Allah ve Rasûlü daha iyisini bilir.

— Sabret ey Ebû Zerr. İnsanlar birbirlerini öldürüp de evin taşları kana batarsa ne yaparsın

— Allah ve Rasûlü daha iyisini bilir.

— (O zaman) evinde otur, evinin kapısını kendi üzerine kilitle.

— Yine de beni rahat bırakmazlarsa silahımı (elime) alayım mi

— O zaman sen de onların içinde bulunduğu duruma ortak olmuş olur­un. Ama kılıcın ışıltısının seni rahatsız etmesinden korkarsan abanın ucunu üzüne kapa ki, saldırgan (seni Öldürmekle) hem kendi günahkâr olsun, hem e senin günahına girmiş olsun." [164]

Ebû Davûd... Ebû Musa´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Önünüzde (ileride) gecenin zifirî karanlıkları gibi fitneler mey­dana gelecektir. O zamanda kişi mümin olarak sabahlar, kâfir olarak akşama erer. Mümin olarak akşamlar, kâfir olarak sabaha erer. O zaman oturmakta olan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır." Ebû Musa, "O zaman ne yapmamızı em­redersin Ya Rasûlallah " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı vermiş­ti: "O zaman evinize kapanın." [165]


Bazı Müslümanların Putperestliğe Döneceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Sevban´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Cenabı Allah bana yeryüzünün uçlarını yak­laştırdı da yeryüzünün doğularını ve batılarını gördüm. Şüphesiz ümmetim, yeryüzünün bana gösterilen sınırlarına kadar hâkim olacaktır. Bana altın ve günüş hazineleri verildi. Ben Rabbimden, ümmetimin kıtlık nedeniyle helak edilmemesini, nefislerinden başka bir düşmanın onlara musallat kılınmama-sını diledim ki, düşmanları onları istilâ edip alçaltmasm. Aziz ve Celil olan Rabbim buyurdu ki: "Ey Muhammed! Reddedilmeyecek bir hüküm verdim. Ümmetine şöyle bir ayrıcalık verdim: Onları kıtlıkla helak etmeyeceğim. Kendi nefislerinden başka bir düşmanı onlara musallat kılmayacağım. Diyar­ları arasında bulunanlar onlara karşı birleşecek olsalar bile onlara musallat olupta onları alçaltmayacaklardır ki; birbirlerini helak edemesinler ve birbir­lerini esir alamasınlar. Ümmetim için en çok saptırıcı liderlerden korkuyo­rum. Ümmetimin içine kılıç konulursa, artık o kılıç kıyamete kadar üzerle­rinden kalkmaz. Ümmetimden bazı kabileler müşriklere katılmadıkça ve üm­metimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ümme­timde otuz yalancı ortaya çıkacak ve hepsi de peygamber olduklarım iddia edeceklerdir. Ben son peygamberim. Benden sonra peygamber gelmeyecek­tir. Ümmetimden bir grup hak yolda olmaya devam edecektir. Muhalifleri onlara zarar veremeyeceklerdir. Nihayet (bu haldeyken) Aziz ve Celil olan Allah´ın emri gelecek (kıyamet kopacak)tır." [166]

Ahlas Fitnesi:[167]


Ebû Davud... Ömer b. Hanı el-Anesî´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v)´in yanında oturuyorduk. Fitneler­den bahsetti. O kadar çok anlattı ki, ahlas fitnesine de değindi. Oradakilerden biri, "Ya Rasûlallah, ahlas fitnesi nedir " diye sordu. Buyurdu ki: "Ailenin ve malın yağmalanması, kaçma ve firarın sonra da bolluk ve afiyet fitnesinin meydana gelmesidir. O fitnenin ayıp ve fesadı (yahut siyaha çalan bulanıklı­ğı) benim evladım olduğunu iddia eden bir adamın ayaklarının altından çıka-caktır. Oysa o benden değildir. Benim dostlarım ancak takvâlı kimselerdir.

Sonra insanlar bir adamın etrafında birleşip barışacaklar ama bu barış, uyluk kemiğinin kaburga kemiği üzerinde duruşu gibi yani kalıcı ve istikrarlı olma­yacaktır. Sonra bütün insanları kapsayan kapkara bir fitne meydana gelecek­tir. Bu ümmetin bu fitnenin tokadını yemeyen bir tek ferdi dahi kalmayacak­tır. Hatta "Fitne sona erdi" dendiğinde bile yeniden başlayacaktır. O zaman­da kişi mümin olarak sabahlar ama kâfir olarak akşama erer. Nihayet insan­lar iki kampta toplanacak... Bunlardan biri iman kampıdır ki, orada nifak ol­mayacaktır. Diğeri de nifak kampıdır ki, orada iman olmayacaktır. Bu du­rumla karşılaştığınızda o günde veya ertesi günde Deccalin gelmesini gözet­leyin." [168]

Ebû Davud... Abdullah b. Amr b. Âs´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Çok sürmez, öyle bir zaman gelecek ki, insanlar o zamanda kalburda elenir gibi elenecekler. Siz o durumda ne yapacaksınız O zaman insanların ahidleri karışmış, kendileri de ihtilafa düşmüş olup şu ha­le gelecekler." Böyle d^ken Rasûlullah (s.a.v) parmaklarını birbirine geçir­di. Orada bulunanlar, "O zaman ne yapalım da fitneden kurtulalım ya Rasû­lallah " diye sorduklarında şu cevabı verdi: "Uygun (ve meşru) gördüğünü­zü alır, çirkin (ve gayr-ı meşru) gördüklerinizi bırakırsınız. Sizi ilgilendiren işlere bakar, halkı ilgilendiren işleri bırakırsınız." [169]

Ebû Davud... İkrime´den rivayet etti ki; Abdullah b. Amr b. Âs şöyle de­miştir: Rasûlullah (s.a.v)´in çevresinde oturuyorduk. Bir ara fitneden bahse­dilince buyurdu ki: "İnsanların ahidlerinin birbirine karıştığım, emanet (duy­gularının hafiflediğini ve şu hale geldiklerini (böyle derken parmaklarını birbirine geçirdi) gördüğünüzde ne yapacaksınız !"

O zaman ben kalkıp, "Allah beni sana kurban etsin. Söyle, ne yapayım o zaman " diye sordum. Buyurdu ki: "Evine kapan, dilini tut. Meşru gördü­ğünü al, meşru görmediğini bırak. Kendi işine bak. Başkalarının işini bırak." [170]


Bazı Fitnelerin Meydana Geleceğine, O Esnada Dil Darbesinin Kılıç Darbesinden Daha Etkili Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Ebû Davud... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Fitne meydana gelecek ve bu fitne Araplara isabet ede­cektir. Bu fitnede öldürülenler cehennemdedir. (O zamanlarda) dil darbesi kılıç darbesinden daha etkili olacaktır." [171]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdurrahman b. Abdi Rabbil Kabe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kabe´nin gölgesinde insanlara hadis okumakta olan Abdullah b, Ömer´in yanında oturuyordum. Şöyle diyordu: Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Bir menzilde mola verdik. O esnada Rasûlul­lah (s.a.v)´in münadisi bizleri toplantıya çağırdı. Yanına vardığımızda Rasû­lullah (s.a.v) İnsanlara hitab ediyordu: "Ey insanlar! Benden önce her ne ol­muşsa Cenab-ı Allah´ın, kendileri için hayırlı olduğunu bildiği herşeyi kullarina bidirmesi, onlar için şerli olduğunu bildiği her hususta da onları uyarma­sı hak olmuştur. Haberiniz olsun ki, bu ümmetin afiyeti evvelindedir. Ümme­tin son dönemindekilerine peşpeşe belâ ve fitneler gelecektir. Bir fitne gele­cek; o zaman mümin ´işte bu beni helak edecek olan fitnedir´ diyecektir. Sonra bu fitne yok olup etraf durulanacak. Daha sonra başka bir fitne gele­cek, "Bu fitne, evet bu fitne beni helak edecek olandır" diyecek; bir başka fit­ne daha gelecek, "Bu, bu beni helak edecek olandır" diyecek, sonra o fitne de yok olup etraf durul anaç aktır. Ateşten uzaklaşıp cennete girmek isteyen kimse, Allah´a ve ahiret gününe inanmış haldeyken canını versin. Kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa insanlara da öyle davransın. Bir imama biat edip eliyle ve kalbiyle ona bağlanan kişi, gücü elverdiği takdirde (veya elver­diğince) Ona İtaat etsin." [172]

Ravi Abdurrahman diyor ki: Ben, bunu dinlerken başımı ayaklarımın arasına koyup Abdullah b. Ömer´e şöyle dedim: "Amcanoğlu Muaviye, hak­sız nedenlerle insanların mallarını yememizi, birbirimizi Öldürmemizi emre­diyor. Oysa Cenab-ı Allah şöyle buyurmuş: "Ey inananlar! mallarınızı ara­nızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yeyin." (Nisa, 4/29)

Ben böyle deyince Abdullah başını önüne eğdi. Kısa bir süre öyle dur­du. Sonra başım kaldırıp şöyle dedi: "Allah´a itaatte ona uy. Allah´a isyanda ona karşı çık" Kendisine "sen bunu Rasûlullah (s.a.v)´den mi duydun " diye sordum. Şu cevabı verdi: "Evet kulaklarımla duydum. Kalbim de ezberledi bu sözleri." [173]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin zalime; ´Sen zalimsin´ demekten korktuğunu gördüğünüzde artık onların iyileşmesinden ve iyileştirmelerin­den umudunuzu kesin." [174]

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: "Ümmetimde taş yağmuru, yere batma ve başka yaratıkların suretine bürünme (felaketi) meydana gelecektir!" [175]

Ebû Davud... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sağır, dilsiz ve kör, (şerri her tarafa yayılan, insanların akılla­rını ve kalplerini haktan, hakkı söylemekten, saptıran) fitneler meydana ge­lecektir. Bu fitnelere bulaşan, çarpılıp yıkılır. Bunların vukuu zamanında dil darbeleri kılıç darbelerinden daha etkili olacaktır." [176]


Kostantiniye´nin Rumiye´den Önce Fethedileceğine Hz. Peygamberin işaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû KatU´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abdulah b. Ömer´in yanında duruyorduk. Kendisine Kostantiniye ve Rumi-ye şehirlerinden hangisinin daha önce fethedileceğini sorduklarında (evde duran) halkalı bir sandığın getirilmesini istedi. Getirilen sandığı açıp içinden bir kitap çıkardı ve şöyle dedi: Bir ara Rasûlullah (s.a.v)´in çevresinde oturmuş yazıyorduk. O esnada kendisine Kostantiniye ve Rumiye şehirlerinden hangisinin daha önce fethedileceğini sordular. Şöyle cevap verdi: "Hırakl´m şehri yani Kostantiniye daha önce fethedilecektir."[177]


Bazı Beldelerin Yıkılacaklarına Ve Yıkılış Sebeplerine Hz. Peygamberdin İşaret Buyurması:


Ancak bu işaret mevzu (uydurma) olduğu apaçık belli olan bir hadiste yer almaktadır:

Tezkire adlı kitabında Kurtubî... Huzeyfe b. Yeman´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:"Yeryüzünün etrafında yıkılış başlaya­cak, nihayet Mısır da yıkılacaktır. Basra yıkılmadan Mısır yıkılmayacaktır. Basra´nın yıkılışı su baskınıyla, Mısır´ın yıkılışı Nil´in kurumasıyla, Mekke ve Medine´nin yıkılışı açlıkla, Yemen´in yıkılışı çekirgeyle, Übülle´nin [178] yı­kılışı kuşatmayla, Fars´ın yıkılışı çapulcular sebebiyle, Türklerin yıkılışı Deylemliler sebebiyle, Deylemlilerin yıkılışı Ermeniler sebebiyle, Ermenile­rin yıkılışı Hazarlılar sebebiyle, Hazarlıların yıkılışı Türkler sebebiyle, Türk­lerin yıkılışı yıldırımlar sebebiyle, Sind´in yıkılışı Hindliler sebebiyle, Hin­distan´ın yıkılışı Çin(liler) sebebiyle, Çin´in yıkılışı kıtlıktan, Habeşistan´ın yıkıhşı sarsıntıdan, Zevrâ´nın [179]yıkılışı Süfyanî sebebiyle, Revha´nın[180] yıkı­lışı yere batma, Irak´ın yıkılışı da öldürme şeklinde olacaktır."[181]

Bunu Ebü´l-Ferec b. Cevzî de rivayet etmiş ve; "Endülüs´ün de yıkılışı­nın kısır bir rüzgarla olacağını duydum" demiştir. [182]


KIYAMET ALAMETLERİNİN MÜTEADDİT OLUŞU



İmam Ahmed b, Hanbel... Câbir´in babasından rivayet etti ki; Abdullah b. Amr şöyle demiştir: Abdullah b. Ömer´in yanma gittim. Abdest alıyordu. Ba­şını Önüne eğmişti. Başını kaldırıp bana baktı ve şöyle dedi: Ey Ümmet! Siz­de altı alamet vardır. (Bunlardan biri) Peygamberinizin vefatıdır. (Böyle der­ken sanki yüreğim yerinden kopmuştu.) Rasûlullah (s.a.v) buyurmuştu ki: "Bu alametlerden birincisi, üzerinize bol miktarda mal (ve para) yağacak (yani zen­gin olacaksınız). Öyle ki adama on bin (dinar) verilecek. Yine de bunu az bul­up kızacaktır. (Bu alâmetlerden) ikincisi, sizden her kişinin evine girecek olan fitnedir. Üçüncüsü; insanların, koyun kırkıhrken düşen yün parçaları gibi yere düşüp ölmeleridir. Dördüncüsü Rumlar´la ateşkes yapmanızdır. Kadının hami­leliği kadar yani dokuz ay süreyle sizin için toplarlar, sonra adaleti sizden da­ha iyi uygularlar. Beşinci alamet de iki (şık)dır." Ravi Abdullah b. Ömer diyor ki: "Ya Rasûlallah, Kostantiniye mi yoksa Rumiye mi daha önce fethedilecek­tir " diye sordum. "Kostantiniye..." diye cevap verdi." [183]

Bu hadisin senedinde geçen raviler bakımından şüphe vardır. Ancak bu hadisin sıhhatini te´yid eden başka bir rivayet vardır: Buharı... Ebû İdris´ten rivayet etti ki; Avf b. Mâlik (r.a.) şöyle demiştir: Tebük Savaşı esnasında Ra­sûlullah (s.a.v)´e uğradım. Deriden bir çadırdaydı. Şöyle buyurdu:

"Kıyametten Önce (şu) altı alameti say: Ölümüm, sonra Kudüs´ün fethi, koyun kırkımı (esnasında yünlerin yere dökülüşü) gibi insanları (yere döken ve) yakalayan bir Ölüm. Sonra malın bollaşması ki, kişiye yüz dinar verilse bile azımsayıp kızar. Sonra bir fitne ki, Arapların içine girmedik bir evini bı­rakmaz. Sonra sizinle Rumlar arasında bir barış yapılacak. Sonra onlar barı­şı bozup her birinin altında on iki bin asker olmak üzere seksen bayrak altın­da Üzerinize gelirler." [184]


Kıyamet Öncesi Alâmetler:


İmam Ahmed b. Hanbel...Cübeyrb. Nazir´den rivayet etti ki; Avf b. Mâ­lik el-Eşcaî şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v)´e uğrayıp selâm verdim. Bana şöyle dedi:

— Sen Avf mısın

— Evet.

— İçeri gir.

— Tüm olarak mı yoksa kısmen mi gireyim [185]

— Tüm olarak gir. Ey Avf, kıyamet öncesinde altı alâmeti say. Bunla­rın ilki benim ölünıümdür."

Ben ağlamaya başladım. O kadar ağladım ki, Rasûlullah (s.a.v) beni sus­turuyordu. Bu birinci alameti kastederek bana dedi ki:

— Bir, de.

— Bir.

__İkincisi Kudüs´ün fethidir. İki, de.

— İki.

— Üçüncüsü Ümmetimin bir ölüm salgınına yakalanmasıdır. Öyle ki

koyun kırkarken (yünlerin yere düşüşü) gibi insanlar yere düşüp ölecektir.

Üç, de.

— Üç.

— Dördüncüsü ümmetimde meydana gelecek olan en büyük fitnedir.

Dört, de.

— Dört.

__Beşincisi, aranızda mal (ve paran)m dolup taşmasıdır. Öyleki, adama

yüz dinar verilse dahi bunu azımsayıp kızacaktır. Beş, de.

— Beş.

— Altıncısı, sizinle Rumlar arasında yapılacak olan barıştır. Seksen ga­ye ile üzerinize geleceklerdir.

— Gaye nedir

— Bayraktır. Her bayrağın altında on iki bin askerleri olacaktır. O gün müslümanların çadırları, Dımaşk denen bir şehre bağlı Gota mıntıkasında olacaktır." [186]

Ebû Davud... Ebû Derdâ´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Savaş gününde müslümanların çadırı, Şam bölgesinin Dımaşk adındaki en hayırlı şehrinin yanındaki Gota mıntıkasında olacaktır." [187]

İmam Ahmed b. Hanbel... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Altı şey kıyamet alametlerindendir: Ölümüm, Kudüs´ün fethi, insanları koyunun yün kırpıntısı gibi yakalayıp yere düşüren ölüm (salgını), her müslümanın evinin içine girecek olan bir fitne, kişiye bin dinar verildiği halde bunu azımsayıp kızması, Rumların (ahde uymayrp) hı­yanet ederek her birinin altında on iki bin askerin bulunduğu seksen bayrak­la (üzerinize) yürümeleri." [188]


Altı Olay Meydana Gelmeden Önce Müminlerin Hemen Salih Amel İşlemelerini Hz. Rasûlün Taleb Etmesi:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Güneş batı tarafından doğmadan, Deccal gelme­den, duman çıkmadan, Dabbetti´1-arz gelmeden, siz ölmeden, kıyamet kop­madan hemen (salih) amel İşleyin." [189]

Müslim de benzer bir hadisi... Ebû Hüreyre´den nakletmektedir: Rasû-lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Güneş batı tarafından doğmadan, Deccal gelmeden, duman çıkmadan, Dabbetü´1-arz gelmeden, kıyamet kopmadan hemen (salih) amel işleyin." [190]


Kıyamet Kopmadan On Alâmet Görülecektir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Tufeyl´den rivayet etti ki; Huzeyfe b. Esed şöyle demiştir: Biz kendi aramızda kıyamet konusunu müzakere etmek­teyken Peygamber (s.a.v) çıkageldi ve sordu:

— Neyi müzakere ediyorsunuz

— Kıyameti müzakere ediyoruz.

— Sizler şu on alâmeti görmeden kıyamet kopmayacaktır: Duman, Dec­cal ve Dâbbet´ül arzın ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Meryemoğ-lu İsa´nın inmesi [191], Yecuc ile Mecuc´un zuhuru; biri doğuda, biri batıda, bi­ri de Arap yarımadasında olmak üzere üç (yere) batma hadisesinin meydana gelmesi. Bu alâmetlerin sonuncusu ise doğu tarafından çıkıp insanları haşre-dilecekleri yere sevkedecek bir ateştir." [192]


Aden´in Derinliklerinden Çıkacak Olan Fitne Ateşi:



İmam Ahmed b. Hanbel... Huzeyfe b. Üseyd kanalıyla İbn Şureyhe el-Gıfariden şu hadisi rivayet etmiştir: "Aden´in derinliklerinden bir ateş çıka­cak ve bu ateş insanları haşromnacakları yere sevkedecek; geceledikleri yer­de onlarla birlikte geceleyecek, dinlendikleri yerde onlarla birlikte dinlene­cektir." Raviler bu ateşi tefsir ederlerken kimi bunun Meryem oğlu İsa (a.s) olduğunu, kimi de bunun esip onları denize dökecek bir fırtına olduğunu söy­lemiştir. [193]


Rumlarla Yapılıp Kostantiniyye´nin Fethiyle Sonuçlanacak Olan Savaş:



O zamanda Mesih Deccal ortaya çıkacak, sonra da Meryem oğlu İsa , b-r gyn dünya semasından sabah namazı vaktinde Şam´daki Emevi Ca­ ii iki Büü bll ililinin doğu tarafındaki beyaz minaresine inecektir. Bütün bunlarla ilgili Açıklamalar sahih hadislerde verilmiştir.

f nam Ahmed b. Hanbel... Zi Mahmer´den rivayet etti ki; Peygamber a v) söyle buyurmuştur: "Rumlarla güvenli bir barış yapacaksınız. Siz ve onlar, onların gerisindeki bir düşmanı mağlub edecek, selamete erecek ve ga­nimet elde edeceksiniz. Sonra Merc-i Zi Telul´a ineceksiniz. Rumlardan bir adam kalkıp haçı tutup yükseltecek ve "en galib olan haçtır" diyecek; müs-lümanlardan bir adam ona karşı harekete geçip onu öldürecektir. O esnada ahdi bozup hıyanet edecekler ve savaşlar meydana gelecektir. Size karşı as­ker toplayacak, her birinin altında on bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzerinize geleceklereUr!" [194]

İmam Ahmed b. Hanbel... Evzâî´den rivayet ettiği bir hadiste şöyle bu-yurulduğunu nakletmektedir: "O esnada ahdi bozup size karşı savaş meyda­na gelecektir." [195]

Sahih-i Buharî´de Avf b. Mâlik´ten nakledilen ve önceki sayfalarda ge­çen hadisteyse şöyle denmektedir:

"Her birinin altında oniki bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzeri­nize geleceklerdir." [196]

Muaz´dan rivayet edilen hadiste de böyle denmektedir:

"Her birinin altında oniki bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzeri­nize geleceklerdir." [197]

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Katâde´den rivayet etti ki; Esir b. Câbir şöyle demiştir: Kûfe´de kızıl bir fırtına esti. Önemsemediğim bir adam geldi (ve yanında durduğum Abdullah b. Mes´ud´a seslenerek) şöyle dedi: "Ey Abdullah b. Mes´ud, kıyamet saati gelip çattı!" Abdullah bir yere yaslanıp uzanmıştı. Kalkıp oturdu ve; "Miras paylaşılmadan ve ganimet nedeniyle se­vinilmeden kıyamet kopmaz. (Sonra eliyle Şam tarafını göstererek:) Düş­man, Müsümanlara karşı asker toplar; Müslümanlar da onlara karşı asker toplarlar." Ben kendisine: "Düşman kelimesiyle Rumları mı kastediyorsun " diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Evet Rumlar´ı kastediyorum. O savaşınız esnasında şiddetli bir irtidat hareketi görülecektir. Müslümanlar düşmana karşı ölümü göze alan bir askeri birliği sürer. Bunlar her zaman galip olarak dönen askerlerdir. Savaşa tutuşurlar. Derken araya gece engeli girer. İki ta­raf ta berabere kalır. Bu askeri birlik görev dışı olur. Müslümanlar ikinci bir askerî birliği ölüme gidercesine düşmana karşı sürer. Bunlar da her zaman galib olan askerlerdir. Savaşa tutuşurlar. Bunlar da düşmanla yenişemez be­rabere kalırlar ve görev dışı olurar. Müslümanlar düşmana karşı ölümü göze alan bir askeri birliği sevkedery Bunlar da her zaman galib olan askerlerdir. avaşa tutuşurlar. Derken araya gece engeli girer. İki taraf ta yenişemeden nur. Bu askeri birlikte görev dışı olur. Dördüncü günde yedekte kalmış olan tüm müslüman askerleri düşmana hücum eder. Allah, düşmanı hezime­te uğratır. Miktarını bilmediğimiz (veya mislini duymadığımız) kadar çok düşmanı öldürürler. Öyle ki kuş onların yanından uçarken arkalarına geçme­den düşüp ölür. Benî Erb kabilesi -ki sayıları yüz kişidir- müslümanlara sal­dırır, onlar da öldürülür, geride sadece bir adamları kalır. Bu durumda hangi ganimetten ötürü sevinilir veya hangi miras paylaşılır ! Müslümanlar bu hal­deyken bundan daha büyük bir savaşın koptuğunu duyarlar. Yardım isteyen biri gelip Deccalın arkalarında çoluk çocuklarına saldırdığını söyler. Bunu duyar duymaz ellerindeki ganimeti bırakır ve Deccal´ın bulunduğu tarafa yö­nelirler. Keşifçi olarakta on süvariyi sevkederler." Rasûlullah (s.a.v) sözün şurasında buyurdu ki: "Ben onların ve babalarının adlarını, atlarının rengini biliyorum. Onlar o gün yeryüzündeki en hayırlı süvarilerdir."[198]

Kıyamet alâmetlerinin sayılmasıyla ilgili olarak önceki sayfalarda Cü-beyr b. Nüfeyr kanalıyla Avf b. Mâlik´in Peygamber (s.a.v)´den rivayet et­miş olduğu şu hadisi de nakletmiştik: "... Kıyamet alametlerinin altıncısı, si­zinle Rumlar arasında yapılacak olan bir barıştır. Her birinin altında on iki bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzerinize gelirler. O gün müslüman-lann çadırları, Dımaşk denen bir şehrin Gota adlı mıntıkasında bulunacak­tır." Bunu İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. [199]

Ebû Dâvud... Ebû Derdâ´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Savaş gününde Müslümanların çadırları, Şam bölgesinin en ha­yırlı şehirlerinden Dımaşk denen şehrin yanındaki Gota mıntıkasında olacak­tır." [200]

Abdullah b. Ömer´in Kostantiniye ve Rumiye´nin fethiyle ilgili olarak rivayet ettiği hadis de önceki sayfalarda nakledilmişti. [201]


Mesih (A.S), Deccal´ı Öldürmeden Veya Hayır Ve Nuru,Batılı Ve Karanlığını Mağlub Etmeden Kıyamet Kopmayacaktir:



Müslim.... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Rumlar A´mâk veya Dabik´e [202] inmeden, o gün yeryüzünün en hayırlılarından Medineli askerler karşılarına çıkmadan kıyamet kopmaya-caktır. O zaman iki tarafın safları karşı karşıya geldiklerinde Rumlar, "Bizi ve bizden esir olanları başbaşa bırakın ki onlarla savaşalım" derler. Müslü­manlar, "Vallahi kardeşlerimizi sizin elinize bırakmayız!" derler. Rumlarla savaşırlar. Müslümanların üçte biri cepheden kaçar. Allah asla onların tevbe-lerini kabul etmez. Üçte biri şehit düşer. Onlar, Allah katında şehitlerin en üstünüdürler. Geri kalan üçte biri ise muzaffer olur, asla fitneye düşmezler ve Kostantiniye´yi fethederler. Onlar ganimetleri paylaşıp kılıçlarını zeytin ağacına asmışlarken, şeytan onlara yüksek sesle seslenerek, "Mesih (Deccal) arkadan ailelerinize saldırdı!" der. Onlar da geri dönerler. Ama bunun aslı yoktur. Şam´a geldiklerinde Deccal ortaya çıkar. Müslümanlar savaşa hazır-lanıp safları düzenlemekteyken namaza durulur. Meryemoğlu İsâ (a.s) inip lara imamlık eder. Allah´ın düşmanı (Deccal) onu gördüğünde tuzun suda °nv i gibi erir. İsa (a.s) onu bıraksa, tamamen yok oluncaya dek eriyip gi-Hr* Ama Allah, İsâ Peygamberin eliyle onu öldürtür. Onun kanını İsâ Pey-samber´in mızrağında onlara gösterir." [203]


Kuvvetli Bir Azim Ve Samimi Bir İmanla Söylenen "Lailahe İllallahü V Illahü Ekber" Sözü, Kaleleri Yıkar Ve Şehirleri Fetheder:


Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur:

"—- Bir tarafı karada bir tarafı denizde olan bir şehir duydunuz mu

— Evet ya Rasûlallah.

— Beni İshak´tan yetmiş bin kişi oraya savaşa gitmeden kıyamet kop-mayacaktır. Oraya vardıklarında ordugâh kurarlar. Ama silahla savaşmaz ve bir ok dahi atmazlar. İYalnız "Lâilahe İllallahü Vallahü Ekber" dediklerinde şehrin bir tarafı (öyle sanıyorum ki, denizdeki tarafı, dedi) düşer. İkinci kez "Lâilahe İllallahü Vallahü Ekber" dediklerinde şehrin diğer tarafı düşer. Üçüncü kez "Lâilahe İllallahü Vallahü Ekber" dediklerinde kapılar onlara açılır, içeri girip ganimet elde ederler." Onlar ganimeti paylaşırlarken kendi­lerine bir imdat dileme sesi gelir ve bu sesin sahibi; "Deccal ortaya çıktı!" der. Onlar da her şeyi bırakıp geri dönerler. [204]


Müslümanların Rum İllerini Fethedip Bir Çok Ganimete Sahip Olacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İbn Mâce.... Amr b. Avn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Müslümanların en küçük mertebe sahibi idarenin başına geçme­dikçe kıyamet kopmayacaktır." Rasûlullah böyle dedikten sonra, "Ey Ali, Ey Ali, Ey Ali!" diye seslenecek, Hz. Ali, "Buyur, anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah!" dedikten sonra Rasûlulah (s.a.v), sözüne şöyle devam ede­cektir: "Sizler Rumlarla savaşacaksınız. Sizden sonrakiler de onlarla savaşa­caklardır. Nihayet Allah yolunda kınayıcının kınamasından korkmayan Hi-cazhların seçkinlerinden olan önde gelen Müslümanlar, üzerlerine yürüye­cek, teşbih ve tekbirlerle Kostantiniye´yi fethedeceklerdir. Daha önce misli görülmemiş miktarda çok ganimet elde edecekler, öyleki ganimetleri kalkan­lara koyup paylaşacaklardır. O esnada biri gelip, "Ülkenizde Mesih (Deccal) ortaya çıktı!" diyecektir. Bilesiniz ki o söz yalandır. O sözü kabul eden de, reddeden de pişman olacaktır." [205]


Müslümanların Bazı Adaları, Rum İllerini Ve Fars Ülkesini Fethedeceklerine, Müslümanların Hak Davalarının Deccalın Batıl Davasını Mağlub Edeceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Müslim... Nafi´ b. Uyeyne>den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Denizdeki adaya [206] sefer düzenleyeceksiniz. Allah, oranın fethini müyesser kılacaktır. Sonra Fars ülkesine sefer düzenleyeceksiniz. Allah oranın da fethini müyesser kılacaktır. Sonra Rûm´a, (Bizans´a) sefer düzen­leyeceksiniz. Allah oranın da fethini müyesser kılacaktır. Sonra Deccal´la sa­vaşacaksınız. Allah sizi ona karşı galib kılacaktır." [207]


Rumların Bazı Güzel Özellikleri:



Müslim.... Müstevrid el-Kureşî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Rumların en kalabalık nüfusa sahip oldukları bir za­manda kıyamet kopacaktır!" Müstevrid bu hadisi rivayet ederken yanında bulunan Amr b. As kendisine; "Söylediklerine dikkat et!" diye uyarıda bu­lunmuş, o da; "Ben Rasûlullah (s.a.v)´den duyduğumu söylüyorum" diye karşılık vermiş, bunun üzerine Amr b. As şöyle demişti: "Rumlardan bahde-siyorsan şunu bil ki, onlarda dört meziyet vardır:

1- Onlar fitne anında insanların en dayanıklısıdırlar.

2- Musibetten sonra en çok toparlananlardır.

3- Kaçıştan sonra hemen saldırıya geçenlerdir.

4- Onlar düşküne, öksüze ve zayıfa hayır yaparlar.

Bunlara beşinci bir güzel özellik de eklenmelidir ki o da, hükümdarların zulmüne şiddetle karşı koymalarıdır." [208]


Rumların En Fazla Nüfusa Sahip Bir Millet Oldukları Zamanda Kıyamet Kopar:



Müslim... Müstevrid el-Kureşî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Rumlar insanların en fazla nüfusa sahip milleti oldukları bir zamanda kıyamet kopacaktır." [209]

Müstevrid´in böyle bir rivayette bulunduğunu duyduğunda Amr b. As ona; "Senin Rasûlullaha isnad ettiğini söyledikleri bu hadisler nedir !" diye sormuştu. O da; "Ben Rasûlullah (s.a.v)´den duyduğumu söyledim." diye ce­vap vermiş, Amr da şöyle demişti: "Bunu dediğine göre şunu da bil ki; onlar fitne esnasında insanların en dayanıklısı ve musibet anında da en sabırhsıdır-lar. İnsanların en hayırlısı, düşkünlerine ve zayıflarına iyilikte bulunandır."

Bu da Rumların ahir zamanda Müslüman olacaklarını gösteriyor. Önce­ki sayfalarda geçen bir hadiste de ifade edildiği gibi belki de Kostantiniye ba­zı Rumlar tarafından fethedilecektir. O hadiste anlatıldığına göre Kostantini-ye´ye Benî İshak´tan (İshak oğullarından) yetmişbin kişilik bir ordu sefer dü­zenleyecektir. Rumlar Hz. İbrahim´in oğlu İshak´ın oğlu Is´in soyundandir-lar. Rumların bir kısmı, Beni İsrail´in amcazadeleridir. Bilindiği gibi İsrail, Hz. İshak´ın oğlu Hz. Yakub´un bir başka adıdır.

Rumlar ahir zamanda İsrâiloğulları´ndan daha hayırlı olacaklardır. Dec-cal´e yetmiş bin Isfahan yahudisi tabi olacaktır. Onlar, Deccal´ın yardımcıla­rıdır. Bunlar, yani Rumlar bu hadiste övülmüşlerdir. Umulur ki onlar Mer m 0 hu Mesih (a.s) vasıtast-yla Müslüman olacaklardır. Doğrusunu Allah

İsmail b. Ebi Üveys... Amr b. Avf´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) sövle buyurmuştur: "Rumlarla savaşacaksınız. Sizden sonra Hicazlı mümin­ler de onlarla savaşacaklardır. Nihayet Cenab-ı Allah, teşbih ve tekbir-ler(iy)Ie Kostantiniye ve Rumiye´nin kaleleri yıkılarak fetih(ler)ini müyesser kılacaktır. Daha önce elde edemedikleri kadar ganimete sahib olacaklar, öy­le ki kalkanlarla (ölçerek ganimetleri) paylaşacaklardır. Sonra bir ünleyici medet dilercesine: "Ey müslümanlar! Mesih Deccal, ülkenizde, çoluk çocu­ğunuzun arasındadır!" diye ünleyecek, insanlar malı bırakacaktır. Kimi ala­cak kimi bırakacak. Alan da bırakan da pişman olacaktır. "Şu ünleyen kim­di " diye soracaklar, ama kim olduğunu anlayamayacaklardır. "Kudüs´e bir öncü birliği gönderelim. Eğer Deccal ortaya çıkmışsa bu öncüler bize haber getirirler" diyeceklerdir. Öncüler Kudüs´e gidecek, orada Deccal´i göreme­yecek, aksine halkın sjükûnet içinde olduğunu görecek ve, "O ünleyici mut­laka önemli bir haber vermek için ünlemiş olmalı. Hadi bırakın bu ganimet­leri sefere azmedin. Hep birlikte Kudüs´e gidelim. Eğer Deccal oradaysa, Al­lah bizimle onun arasında hükmünü verinceye kadar kendisiyle savaşırız. Eğer orada yoksa zaten orası sizin beldenizdir. Şayet oraya dönerseniz de oranın insanları sizin aşiretinizdir." diyeceklerdir. [210]


Kudüs´ün Şen Ve Mamur Olması Esnasında Medine´ninHarab Olmaya Yüz Tutacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



İmam Ahmed b. Hanbel.... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kudüs´ün şen ve mamur olması esnasında Medi­ne harab olacaktır. Savaş´çıkınca Kostantiniye fethedilecektir. Kostantiniye fethedilince Deccal ortaya çıkacaktır." Rasûlullah (s.a.v) böyle derken, ken­disiyle konuşmakta olduğu adamın baldırına ya da omuzuna vurarak sözünü şöyle sürdürdü. "Bu söylediğim, senin şurada (veya şöyle) oturuşun gibi ger­çektir." [211]

Bu sağlam bir sened ve hasen bir hadistir. Bu hadisin üzerinde doğruluk nuru ve peygamberlik heybeti vardır. Burada söylenmek istenen şey, Decca-l´ın ortaya çıkışından önce Medine´nin tümden harâb olacağı değildir. Bu an­cak ahir zamanda olacaktır. Nitekim bununla ilgili açıklama sahih hadislerde de verilecektir. Aksine Kudüs´ün şen ve mamur olması, peygamber şehri Medine´nin yıkılmasına neden olacaktır. Sahih hadislerde de sabit olduğuna göre Deccal, Medine´ye giremeyecektir. Şehrin kapılarında yalın kılıç duran melekler, onun içeri girmesine mani olacaklardır. [212]


Medine-İ Münevvere Vebadan Ve Deccal´dan Korunacaktır:



Buharı.... Ebû Hüreyre´denerivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Medine´ye veba ve Deccal giremez."[213]

Camiü´t-Tirmizî´de rivayet olunduğuna göre Hz. İsâ vefat ettiğinde, Peygaber (s.a.v) Efendimizin hücresine (mezarının bulunduğu odaya) defne­dilecektir. [214]


Medine-İ Münevvere´nin Uzun Süre Şen Ve Mamur Kalacağına Hz. Peygamber´în İşaret Buyurması:



Müslim.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Evler (yani Medine´nin evleri) İhab´a, (ya da Yehab´a) ulaşa­caktır." [215] (Yani Medine şehri büyüyecek ve evleri İhab (ya da Yehab) mıntı­kasına kadar uzanacaktır.) [216]

Medine-i Münevvere´nin bu mamurluğu, Kudüs´ün şen ve mamur hale gelmesinden önce olacaktır. Ve bu uzun bir müddet sürecek, sonra da tüm­den harap olacaktır. Nitekim nakledeceğimiz hadisler de bunu göstermekte­dirler. [217]


İleride Çıkacak Bazı Buhranlar Nedeniyle Medinelilerin Şehri Terkedeceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Kurtubî... Hz. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Medine halkı şehirlerini terkedecek, sonra oraya dönüp şenlendire­cekler, öyle ki şehir (insanlarla) dopdolu hale gelecektir. Sonra yine şehirle­rini terkedip gidecekler ve artık ebediyyen oraya geri dönmeyeceklerdir." [218]

Ebû Saîd´den merfu olarak rivayet edilen hadiste de aynı şeyler ifade edilmekte, Velid ise rivayetinde buna şu ifadeyi eklemiştir: "Halk, en verim­li olduğu bir zamanda Medine´yi terkedip gidecektir." Peki o ürünleri kim yi­yecek diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı vermişti: "Kuşlar ve yırtıcı hayvanlar...." [219]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Halkı, Medine´yi en verimli ve iyi durumdayken bırakıp gide­cek, şehri çevrede dolaşmakta olan kuşlar ve yırtıcı hayvanlar dolduracak, sonra Medine´ye gelmek üzere Müzeyne´den iki çoban, davarlarına seslene seslene yola koyulacak, geldiklerinde şehri ıssız, bomboş bulacaklar, Veda tepesine geldiklerinde ise yüz üstü yere kapaklanacaklardır." [220]

Huzeyfe, bir rivayetinde diyor ki: "Ben Rasûlullah (s.a.v)´e bazı şeyler sordum. Ancak Medineliler´i şehirden çıkaran sebebi sormadım."

Ebû Hüreyre´nin rivayet ettiği başka bir hadiste şöyle denmektedir: "Halk Medine´yi terkedip giderken şehrin ürünlerinin yarısı henüz taze hal­de olacaktır." Kendisine, "Ey Ebû Hüreyre, onların şehirden çıkıp gitmeleri­ne sebep nedir " diye sorduklarında, "kötü adamlar..." diye cevap vermiştir. [221]

Ebû Davud... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle huv<;rmuştur: "Büyük savaş, Kostantiniye´nin fethi ve Deccal´ın ortaya çıkı- Bütün bunlar yedi aylık bir sürede olacaktır." [222]

İmam Ahmed b. Hanbel ile Ebû Davud... Abdullah b. Büsr´den rivayet ettiler ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Savaş ile şehrin fethi ara­sında "İti yıllık bir süre vardır. Yedinci yılda Deccal ortaya çıkacaktır." [223]

İbn Mâce bu hadisi... Bakiyye b. Velid´den bu şekilde rivayet etmiştir; ancak bunun önceki hadisle bağdaştırılması müşküldür. Ama bunu, "savaşın başlangıcıyla sona erişi arasında altı yıl geçmiştir. Savaşın sona ermesiyle şehrin, yani Kostantiniye´nin fethi arasında kısa bir süre geçecektir. Öyle ki savaşın sona ermesinden itibaren Kostantiniye´nin fethi ile Deccal´ın ortaya ´-ıkışı yedi ayda gerçekleşecektir." şeklinde tevil etmek mümkündür. Doğru­sunu Allah bilir.

Tirmizî... Yahya b. Saîd´den rivayet etti ki; Enes b. Mâlik şöyle demiş­tir: "Kostantiniye´nin fethi, kıyametin kopmasıyla beraberdir." [224]

Rivayet senedinde adı geçen Mahmud b. Gaylan, bunun garip bir hadis olduğunu söylemiştir. Kostantiniye (İstanbul), Bizans şehri olup Deccal´ın ortaya çıkışı esnasında fethedilecektir. Burası Peygamber (s.a.v)´den sonra sahabe zamanında fethedilmiştir. Bu hususta şüphe vardır. Çünkü Muaviye oraya oğlu Yezid komutasında -aralarında Ebû Eyyub el-Ensârî´nin de bu­lunduğu- bir ordu sevketmiş, ancak fetih gerçekleşememişti. Kendi devlet ve hakimiyetleri zamanında Mesleme b. Abdülmelik b. Mervan da orayı kuşat­mış, ancak o da fethedememiş ama Kostantiniye´de bir mescid yaptırılması şartıyla, Bizanslılar´la barış yapmıştı. Nitekim bu husus, önceki kısımlarda detaylı olarak anlatılmıştır. [225]


EN SONDA GELECEK MESİH-İ DECCAL´DAN ÖNCE,ÖNCÜ MAHİYETİNDE BAZI YALANCI DECCALLARINORTAYA ÇIKACAKLARINA DAİR BİR GİRİŞ



Allah hepsini kahretsin. Varacakları yeri de cehennem ateşi kılsın. [226]


Kıyametten Önce Peygamberlik İddiasında BulunanBazı Yalancıların Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Müslim... Câbir b. Semtire´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyametten önce (bazı) yalancılar ortaya çıkacaktır." [227]

Hadisi rivayet eden Câbir de; "Bunlardan sakının" demiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyametten önce yalancı (peygamber)ler ortaya çıka­caktır. Yemame sahibi, San´a sahibi el-Absî, Himyer sahibi ve Deccal, bun­lardandır. Deccal, fitne bakımından bunların en büyüğüdür." Bu hadisi riva­yet eden Câbir; "Bazı arkadaşlarım bunların otuz kadar kişi olduklarını söy­lerler" demiştir.

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Hepsi de Allah elçisi olduğu iddiasında bulunan otuz kadar Deccal gönderilmedikçe (ortaya çıkmadıkça) kıyamet kopmayacaktır." [228]

Müslim... başka bir kanalla Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de Allah elçisi olduğu iddiasında bulunan otuz kadar Deccal gönderilmedikçe (ortaya çıkmadıkça) kıyamet kopmaya-caktir." [229]

Yine Ebû Hüreyre´den yapılan buna benzer başka bir rivayette Peygam­ber (s.a.v.)´in; ".... ortaya çıkmadıkça..." buyurduğu rivayet edilmiştir. [230]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de Allah elçisi olduğu iddiasında bulunan otuz Deccal ortaya çıkmadıkça, mal (ve para) bollaşıp taşmadıkça, fitne mey­dana gelip herec ve kargaşa çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır." Ebû Hü-reyre dedi ki: "Herec nedir " denildiğinde Peygamber (s.a.v) üç kez tekrar­layarak, "Öldürmektir, öldürmektir, öldürmektir" dedi. [231]

Ebû Davud... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de Allah´a ve Rasûlüne yalan isnad eden otuz yalancı Deccal ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır."[232]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber öyle buyurmuştur: "Kıyametten önce hepsi de "Ben Peygamberim" îr a V otuza yakın Deccal ortaya çıkacaktır." Bu, senedi sağlam olan hasen hkhadİStir. [233]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ümmetimde yalancı Deccallar ortaya çıkacaktır. Onlar ne sizin ne de babalarınızın duymadığı sonradan çıkma (bid´atvari) özleri size getirecekler (söyleyecekler)dir. Sakının onlardan ve dikkatli olun ki sizi aldatmasınlar!" [234]

Müslim... Sevban´dan rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur: "´Ümmetimde otuz yalancı ortaya çıkacak, hepsi de kendisinin peygam­ber olduğunu iddia edecektir. Oysa ben son peygamberim. Benden sonra peygamber gelmeyecektir."

İmam Ahmed b. Hanbel´in rivayetine göre Ebü´l-Velid şöyle demiştir: Adamın biri İbn Ömer´^ müt´ayı sormuş ve yanında kadınların müt´ası bu­lunduğunu söylemiş, İbn Ömer de ona şu cevabı vermiş: "Allah´a andolsun ki bizler, Rasulullah (s.a.v)´ın zamanında (inanç hususunda) şüpheli değil­dik. Zina da etmezdik. Allah´a yemin ederim ki ben, RasÛlullah (s.a.v)´ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyamet gününden önce Mesih Deccal ve otuz ya da daha fazla yalancı (peygamber) ortaya çıkacaktır." [235]


İslâm Ümmetinde Bazı Cehennem Davetçileri Görüleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Taberanî... İbn Ömer´den böyle bir hadis rivayet etmiştir. [236]

Hafız Ebû Ya´lâ.... İbn Ömer´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Ümmetimde hepsi de cehenneme davet edecek olan yetmiş küsur davetçi vardır. İsteseydim Onların ve kabilelerinin adlarını size bildirir­dim." [237] Bu hadisin senedinde sakınca yoktur. Çünkü aynı senedle İbn Mâce, avuçlayarak su içmeye dair bir hadis rivayet etmiştir.

Hafız Ebû Ya´lâ... Hırs b. Abdurrahman´dan rivayet etti ki; Ebü´l-Celas Şöyle demiştir: Hz. Ali´nin Abdullah b. Sebe´e şöyle dediğini işittim: "Yuh sana! Allah´a yemin ederim ki ben, Rasuluîlah (s.a.v)´in bana söyleyip de in­sanlardan gizlediğim hiçbir sözünü bırakmadım (hepsini açıkladım.) Onun Şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyametten önce otuz yalancı görülecektir" ve ey Abdullah, doğrusu sen de o yalancılardan birisin!" [238]

Ebû Ya´lâ... Enes´ten rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş-r- Deccal´dan önce yetmiş küsur deccal ortaya çıkacaktır." [239] Bunda gariplik vardır. Sahih kitaplarda geçen bu husus-*akı rivayetin doğruluğu daha sabittir. Doğrusunu Allah bilir.

Rasulullah (s.a.v)´in açıklama yapmasından önce insanlar Deccal´dan çok söz edince Rasulullah (s.a.v) bu hususta bir açıklama yapma gereğini duymuştu. İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasulul­lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İmdi hakkında çok konuştuğunuz şu adam (Deccal) hakkında şöyle bir açıklamada bulunacağım. Doğrusu o, kıyamet­ten önce ortaya çıkacak otuz yalancıdan biridir. Mesih´in korkusunun ulaş­madığı hiçbir belde kalmayacaktır." [240]

Yine Ahmed b. Hanbel.... Haccac kanalıyla Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasulullah fs.a.v) şöyle buyurmuştur: "O (Deccal), kendisinden önce or­taya çıkacak olan otuz yalancıdan biridir. Mesih´in korkusunun girmeyeceği hiçbir şehir kalmayacaktır." [241]

İmam Ahmed b. Hanbel.... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Deccal´in ortaya çıkmasından önce al­datıcı bazı seneler görülecektir. O senelerde doğru kimse yalan, yalancı kim­se de doğru konuşacaktır. Güvenilir kimse hıyanet edecek; hâin kimse ise gü­venilir olacaktır, O zamanda Ruveybide söz sahibi olacaktır." "Ruveybide nedir " diye sorduklarında Rasulullah (s.a.v) şöyle cevap vermiş: "O, hor ve hakir bir fasıktır. Halkın idaresinde söz sahibi olur." [242]

Bu hadisin senedi sağlamdır. Bunu bu senedle sadece İmam Ahmed b. Hanbel nakletmiştir. [243]

Deccal İle İlgili Hadisler Üzerine İbn Sayyad Hakkında Gelen Bazı Rivayetler:



Müslim... İbn Şihab´dan rivayet etti ki; Selem b. Abdullah şöyle demiş­tir: Rasulullah (s.a.v) birlikte Abdullah b. Ömer b. Hattab ve bir cemaat, İbn Sayyad´ın yanına gittiler. Onu (Mescid-i Nebevi´nin karşısındaki) Mağale oğullan kasrının yanında çocuklarla oynarken buldular. İbn Sayyad o günde bulûğa ermeye yaklaşmıştı. Yanına gelenlerin farkında olmamıştı. Derken Rasulullah (s.a.v), eliyle onun sırtına vurdu ve ona şöyle dedi:

— Benim Allah Rasulü olduğuma şehadet eder misin

— (Rasulullah´a biraz baktıktan sonra) senin, ümmîlerin Rasûlü olduğu­na şehadet ederim. Peki sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet eder misin

— Allah´a ve O´nun Rasullerine inandım. Sen ne görüyorsun

— Bana bir doğru bir de yalancı geliyor.

— Sen işi karıştırmışsın ve ben senin için bir şey gizlemişim.(Nedir o )

— Gizlediğin o şey ruhh (veya Duhh)tur.[244]

— Defol ve haddini bil!"

Orada bulunan Hattab oğlu Ömer (r.a.), "Ya Rasulallah, izin ver de şu­nun boynunu vurayım!" deyince Rasulullah (s.a.v) şu cevabı vermişti:

— "Eğer bu o (yani Deccal) ise sen kendisine güç yetiremezsin. Eğer o değilse (şu halde) kendisini öldürmende fayda yoktur." [245]

Böyle dedikten sonra Rasulullah (s.a.v) ve Übeyy b. Kâ´b, İbn Sayyad´m bulunduğu hurmalığa gittiler. Rasulullah (s.a.v) hurmalığa girince ağaçların dal ve yapraklanyla kamuflaj yaparak İbn Sayyad´ın kendisini görmesine en->1 oldu. îbn Sayyad kadife bir yatak üzerine uzanmıştı. Oradan anlaşılama-vacak derecede hafif bir ses duyuluyordu. îbn Sayyad´ın annesi, Rasulullah (s a v); hurma yaprakları ve dallarıyla kamuflaj yapmaktayken gördü ve oğ­luna: "ey Saf (Saf, İbn Sayyad´ın adıdır) İşte Muhammed burada!" dedi. Bu­nu duyan İbn Sayyad ayağa kalktı. Rasulullah da onun annesine; "Keşke bı-raksaydın da konuştukları anlaşılsaydı." dedi. [246]

Sonra Rasulullah (s.a.v) kalkıp cemaate bir hutbe irâd etti. Allah´ı lâyı-kı veçhiyle övdükten sonra Deccal´dan bahsederek şöyle buyurdu: "Ben sizi ona (Deccal´a) karşı uyarıyorum. Kavmini ona karşı uyarmamış hiçbir pey­gamber yoktur. Doğrusu Nuh da kavmini ona karşı uyarmışı. Ama ben size onun hakkında hiç bir peygamberin demediğini diyorum. Bilesiniz ki; onun bir gÖZÜ kördür. Oysa; Allah kör değildir." [247]

İbn Şihab´ın bazı sahabilerden naklen anlattığına göre Rasulullah (s.a.v), bir gün insanları Deccal´a karşı uyarırken şöyle buyurmuştur: "Doğ­rusu onun iki gözünün arasına ´kâfir´ diye yazılmıştır. Onun amelinden hoş­lanmayan herkes (veya her mümin kişi) o yazıyı okur. Bilesiniz ki hiç biri­niz ölmeden önce Rabbini göremeyecektir."[248]


Hz. Peygamberin Deccal´a Karşı Müslümanları Uyarması Ve Onun Bazı Niteliklerini Anlatması:



Müslim... İbn Ömer´den rivayette bulunarak dedi ki: Rasûllah (s.a.v,), cemaatin ortasında Deccal´dan bahsetti, sonra da sözünü şöyle sürdürdü: "Şüphesiz Allah kör değildir. Ama Mesih-i Deccal´ın sağ gözü kördür. Onun gözü sanki yuvasından fırlamış bir üzüm tanesidir." [249]

Müslim... Enes´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ´Yalancı ve tek gözlüye (Deccal´a) karşı ümmetini uyarmamış hiç bir pey­gamber yoktur. Onun bir gözü kördür. Ama Rabbiniz kör değildir. Onun (Deccalm) iki gözünün arasına kâfir (kelimesi) yazılıdır." [250]

Buharı de Şube´den böyle bir rivayette bulunmuştur. Müslim... Enes´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Deccal´ın gözü ve kaşı yoktur gözlerinin arasına kâfir (kelimesi) yazılmış-ter. Sonra kafirler bu kelimeyi hecelerler. Müslümanlarsa (rahatlıkla) okur-ar" [251]

Müslim... Huzeyfe´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöye buyur-üştur: "Ben Deccal´ın beraberinde neler olduğunu kendisinden daha iyi bi-yonım. Onunla beraber iki nehir vardır. Bunlardan biri gözler önünde akan, bembeyaz sulan olan bir nehirdir. Diğeri gözler önünde akan alevli bir ateş nehridir. Sizden biri şayet o zamana ulaşırsa, ateş oarak gördüğü ırmağa gel­sin. Gözünü yumup başım eğsin ve içsin. Aslında (ateş gibi görünen o nehir) soğuk bir sudur. Deccalın gözlerinin (çukuru yoktur) yeri dümdüzdür. Göz­lerinin üzerinde kalın bir deri parçası vardır. Gözlerinin arasına kâfir (keli­mesi) yazılıdır. Onu yazı bilen bilmeyen her mümin [252] okur."[253]


Deccal´m Ateşi Cennet, Cenneti De Ateştir:



Buharı ve Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Dikkat edin! Size Deccal hakkında hiç bir peygamberin kendi kavmine vermediği bilgileri vereceğim: Onun bir gözü kördür. Onun beraberinde Cennet ve Cehennem gibi şeyler gelecektir. Cennet dediği şey cehennemdir. Nuh´un kendi kavmini Deccal´a karşı uyardığı gibi ben de sizi ona karşı uya­rıyorum." [254]


Hz. Peygamberin, Ümmetini Deccal´m Beraberindeki Kuvvet Ve Fitne Sebeplerine Aldanmaktan Uyarması:



Müslim... Müslim b. Münkedir´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Câbir b. Abdulah´ın, "´İbn Sayyad, Deccal´ın tâ kendisidir" diye yemin ettiğini gördüm. Kendisine ´sen bu hususta Allah adına yemin mi ediyorsun " diye sormam üzerine şu karşılığı verdi: "Hz. Ömer´in Rasûlullah (s.a.v.)´in yanın­da bu hususta yemin ettiğini işittim. Rasûlullah (s.a.v.) ona bu hususta karşı çıkmadı." [255]

Nafi´den rivayet olunduğuna göre İbn Ömer (r.a.), Medine yollarından birinde İbn Sayyad´la karşılaşıp onu öfkelendirecek ve adeta sokağı doldura­cak kadar şişmesine neden olacak bir söz söylemişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre İbn Ömer (r.a.) kendisini kızdıran o sözü söyleyince İbn Sayyad yüksek sesle eşek gibi anırmış, İbn Ömer de sopası kırılıncaya dek onu dövmüş, sonra da bacısı ve aynı zamanda mümin­lerin annesi Hz. Hafsa´mn evine gitmişti. Hz. Hafsa ona; "İbn Sayyad´dan ne istedin Sen, Rasûllah (s.a.v.)´in "O (Deccal) ancak duymuş olduğu bir öfke­den çıkar" dediğini duymamış mısın " [256]


İbn Sayyad, Büyük Deccal Değildir. O Ancak Çok Sayıda Görülecek Olan Küçük Deccallardan Biridir:



Bazı alimler dediler ki: Bazı sahabiler, İbn Sayyad´ın Deccal olduğunu sanıyorlardı. Oysa ki o Deccal değildir. O ancak küçük bir adamdır.

Sahih hadiste sabit olduğuna göre İbn Sayyad, Mekke-Medine arasında Phl Sâîd´le yolculuk etmekteyken insanların kendisine; "O Deccaldır" de-´ elerinden ötürü rahatsız olduğunu şikayetvarî bir dille ifade etmiş, sonra Pbû Saîd´e şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.v.), "Deccal Medine´ye giremez" de-edi mi Oysa ben Medine´de doğdum. Onun çocuğunun olmayacağım Ra-"ılullah söylemiş; oysa benim çocuğum vardır. Rasûlullah, "O kâfirdir" de­di Oysu ben müslüman oldum. Ama bununla beraber onu en iyi tanıyan ve verini en iyi bilen adam benim. Ama Deccallık bana teklif edilse ben buna hayır demem!" [257]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebu´l-Vedâk´tan rivayet etti ki; Ebû Saîd şöy­le demiştir.

İbn Sayyad´dan bahsedildi, Hz Peygamberin yanında. Ömer (r.a.) dedi ki: "İbn Sayyad, yanına vardığı her şeyin kendisiyle konuştuğunu iddia edi­yor." [258]

Kısaca diyeceğimiz şudur ki: İbn Sayyad, kesinlikle ahir zamanda çıka­cak olan Deccal değildir. Zira bunun böyle olduğu hususunda Fatıma binti Kays el-Fihriye´nin rivayet ettiği bir hadis vardır. Bu hadis bu konuda kesin bir ölçüttür. Doğrusunu Allah bilir. [259]


Fatıma Binti Kays´m Deccal Hakkındaki Hadisi



Müslim... Âmir b. Şürahil eş-Şa´bî´nin şöye dediğini rivayet etmiştir: Dahhâk b. Kays´m bacısı ve ilk muhacirelerden Fatıma binti Kays´a, Nam-dan´ın şöyle sorduğunu işittim: "Kendisinden başka hiç kimseye dayanma­dan direkt olarak Rasûlullah (s.a.v.)´den duyduğum bir hadisi bana nakleder misin " Fatıma da ona şöyle dedi:

"Muğire ile nikahlandım. O zaman kendisi Kureyş´in en hayırlı gençle-rindendi. Rasûlullah (s.a.v.)´le birlikte yaptığı cihadın evvelinde vuruldu. Vefat edince beni Rasûlullah (s.a.v.)´in bir kaç ashabı arasından Abdurrah-man b. Avf istedi. Rasûlullah (s.a.v.)´in; "Beni seven Üsame´yi sevsin" de­diği bana nakledilmişti. Rasûlulah (s.a.v.) bu hususta benimle konuştuğunda ben ona; "Evlenmem konusunda yetki senindir. Beni dilediğinle evlendirebi-Hrsin" dedim. Bana dedi ki:

Ummü Şerik´in evine taşın. Çünkü o Ensardan olan zengin bir kadın­dır. Allah yolunda çok infakta bulunur. Ona çok misafirler konuk olur. — Olur, onun evine taşınırım.

—- Hayır, hayır, öyle yapma. Çünkü Ümmü Şerik´in evine çok misafir-er gelir. (Sen oradayken) korkarım ki, başörtün düşer veya eteğin açılır da apakların görünür ve millet senin görmeni istemediğin bazı yerlerini görür. yısı mi sen amcanoğlu Abdullah b. Amr b. Ümmü Mektum´un evine git.

O, Benî Fihr kabilesindendir. Benî Fihr, kendisinin de mensub olduğu R, r^ş kabilesinin bir koludur. Bern araya gittim. İddetimi tamamladığımda ulh (s.a.v.)´in münadisi (duyurucusu)nin, "Haydin namaza!" diye duyuru yaptığım işittim. Hemen mescide gittim. Rasûlullah (s.a.v.)´e tabi ola­rak namaz kıldım. Ben, erkeklerin arkasındaki kadın saflarında duruyordum. [260]


Cessase İle Deccal´m Görüldüklerine İlişkin Temim Ed-Dârî´den Gelen Bir Rivayet:



Rasûlullah (s.a.v.) namazını kıldıktan sonra minbere oturdu. Gülüyordu "Herkes namaz kıldığı yerinden ayrılmasın" diyerek söze başladı. Sonra, "Si­zi niçin topladığımı biliyor musunuz " diye sordu. "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dediler. Buyurdu ki: "Allah´a andolsun ki sizi bir şeye imrendirmek ve­ya bir şeyden korkutmak için burada toplanmış değilim. Ancak Temim ed-Dâri hristiyan bir adamdı. Gelip biat etti, müslüman oldu. Size Mesih-i Dec-cal hakkında anlattıklarıma uygun düşen bazı şeyler anattı bana. Şöyle ki: Temim ed-Dârî, Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişiyle birlikte bir ge­miye binip deniz yolculuğuna çıkmış. Denizde dalgalar bir ay süreyle onları oynatmış, sonra denizdeki bir adaya demir atmışlar. Ada, (göz görüşüne gö­re) güneşin battığı yerdeymiş. Geminin kenarına oturmuş ve oradan da ada­ya çıkmışlar. Saç ve tüylerinin çokluğu nedeniyle önü ve arkası ayırdedile-meyen çok saçlı ve tüylü bir yaratık onları karşılamış. Ona sormuşlar:

— Hey! Sen kimsin, nesin

— Ben Cessase´yim.

— Cessase nedir (kimdir)

— Ey millet. Kilisedeki şu adamın yanına gidin. O, sizin haberlerinize hasrettir.

Bize bir adamın verince kendisinin şeytani bir yaratık olmasından kork­tuk. Acele o tarafa gittik. Nihayet kiliseye girdik. Orada daha önce mislini görmediğimiz irilikte bir adam gördük. Elleri boynuna, dizleri de ayak to­puklarına demir zincirle bağlanmıştı. Sıkı tutulmuştu başlan. Kendisine sor­duk:

— Hey! Sen kimsin, nesin

— Birşeyler söyleyecekseniz siz bana kim olduğunuzu söyleyin.

— Biz arabız. Bir gemiye binerek denize açıldık. Denize tam şiddetli ol­duğu bir zamanda karşılaştık. Dalgalar bir ay süreyle bizi denizde oynattı. Sonra şu adanıza sığındık. Geminin kenarına oturduk ve adanıza çıktık. Ada­da saç ve tüylerinin çokluğu nedeniyle önü ve arkası ayırd edilemeyen çok saçlı ve tüylü bir yaratıkla karşılaştık. Kendisine kim olduğunu sorduğumuz­da, Cessase olduğunu ifade ederek şöyle dedi: "Kilisedeki şu adama gidin o, sizin haberlerinize hasrettir." Biz de çabucak sana yöneldik. Yanından ayrıl­dığımızda onun şeytanî bir yaratık olmasından korktuk.

Bundan sonra kilisedeki adamla aramızda şöyle bir konuşma geçti:

— Bana Beysan hurmalığından bahsedin.

— Oranın nesini öğrenmek istiyorsun

— Oradaki ağaçlar meyve veriyorlar mı

__ Evet.

— Yakında o ağaçlar meyve vermez olacaktır.

__Bana Taberiye gölünden bahsedin.

— Oranın nesini öğrenmek istiyorsun

___ Orada su var mı

— Hem de çok...

— Yakında o göl kuruyacaktır.

— Bana Zuğar pınarından bahsedin.

— Oranın nesini öğrenmek istiyorsun

— Orada su var mı Ahalisi o pınarın suyuyla ekin ekiyor mu

— Evet, pınarın suyu çoktur. Yöre insanları o pınarın suyuyla ekin eki­yorlar.

— Bana ümmilerin peygamberinin yaptıklarını anlatın.

— Mekke´den çıktı Medine´ye yerleşti.

— Araplar onunla savaştılar mı

— Evet.

—- Onlara ne yaptı, nasıl davrandı

—- Peşine düşen araplara galib oldu, onlar da kendisine boyun eğip ita­at ettiler.

— Gerçekten böyle mi oldu

— Evet.

— Onların kendisine boyun eğip itaat etmeleri, kendi yararlarmadır. Şimdi de ben size kendimden söz edeyim. Ben Mesih-i Deccal´ım. Yakında ortaya çıkmam için bana izin verilecek, ben de çıkıp yeryüzünde dolaşaca­ğım. Kırk gece içinde uğramadık yer bırakmayacağım. Yalnız Mekke ve Me­dine hariç. O iki beldeye girmem yasaktır. O şehirlerden birine girmek iste­diğimde, elinde yalın kılıcı olan bir melek karşıma çıkar ve beni geri çevirir. O şehirlerin bütün giriş yerlerinde koruyucu melekler vardır."

Rasûlullah (s.a.v) minberde Temim´in bu sözlerini naklederken basto­nuyla minbere vurup "Tiybe kelimesiyle Medine kastediliyor. Ben size bun­dan bahsetmiş miydim " diye sordu. Cemaat, "Evet" cevabını verince sözü­nü şöyle sürdürdü: "Temim´in anlattıklarına hayret ettim. Onun sözleri, be­nim Mekke ve Medine hakkında size anlattıklarıma uyuyor. Dikkat edin Me-sıh-i Deccal Şam veya Yemen denizinde, hayır hayır doğu tarafındadır!" Böyle derken Rasûlullah (s.a.v) eliyle doğu tarafını gösterdi. (Hadisin ravisi Fatıma diyor ki:) Ben bunu Rasûlullah (s.a.v)´den böyle duyup [261] ezberledim. [262]


FATIMA BİNTİ KAYS HADİSİ



İmam Ahmed b. Hanbel,..Mücalid´den rivayet etti ki; Âmir şöyle demiş­tir: Medine´ye geldim. Fatıma binti Kays´a uğradım, Buna şunları anlattı: Kocam beni Rasûlullah (s.a.v)´in zamanında boşadı. Rasûlullah onu bir se-riyyede gazaya gönderdi. Kayınbiraderim evden çıkmamı istedi. Ben de id-det süresince o evde barınma ve nafaka hakkım olduğunu söyledim. Kabul etmedi. Bunun üzerine ben de Rasûlullah´a gidip, kocamın beni boşadığıni, kayınbiraderimin beni evden çıkarmak istediğini, evde barınmama ve nafa­kamı almama engel olduğunu söyledim. O da kayınbiraderimi çağırtıp; "Fa­tıma binti Kays´la olan probleminiz nedir " diye sordu. Kayınbiraderim, ko­camın beni üç talakla boşamış olduğunu söyleyince Rasûlullah bana dedi ki: "Bak, ey Kays´ın kızı (Fatıma!) Kocasının evinde barınma ve nafaka alma hakkı, ancak ric´î talakla boşanmış olan kadın için vardır. Ama kocasının tekrar kendisine dönmesi imkânsız olacak şekilde boşanan kadın için bu hak yoktur. Şujıalde kocanın evinden çık, falan kadının evine yerleş."[263]

Ravi Amir´in ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v) bundan sonra Fatıma´ya şöyle demiş: "İbn Ümmü Mektum´un evine yerleş. Çünkü o amadır, seni gö­remez. [264] Sonra ben seni evlendirmeden kimseyle evlenme." Kureyşli bir adam benimle evlenmeye talib oldu. Ben de Rasûlullah (s.a.v)´e gidip bu hu­sustaki emrini sordum. Bana dedi ki:

-— O Kureyşli adamdan daha çok sevdiğim biriyle evlenmez misin

— Evlenirim ya Rasûlallah. Beni istediğin kimseyle evlendirebilirsin.

Beni Üsame b, Zeyd´le evlendirdi." Ravî Âmir diyor ki: Ben yanından kalkıp gitmek istediğimde Fatıma bana şöyle dedi: "Otur da sana Rasûlullah (s.a.v)´den bir hadis nakledeyim: Günlerden bir gün Rasûlullah (s.a.v) evin­den çıkıp sıcağın şiddetli olduğu bir zamanda öğlen namazını kıldı. Namaz­dan sonra oturup vaktini insanlara ayırdı ve şöyle dedi:

"Oturun ey insanlar. Ben burada herhangi bir korku veya panik nedeniy­le oturup konuşuyor değilim. Yalnız şu var ki, Temim-i Dârî bana gelip bir haber verdi. Sevinçten, memnuniyetten ve gözümün aydınlanmasından ötü--"len isürahatime mani oldu. Peygamberinizin sevincini size yaymak (si-7 s°evtfi.ime ortak etmek) istedim.

Temim´in bana anlattığına göre amcazadelerinden bir grup, deniz yolcu-" na çıkmışlar. Denize açıldıklarında fırtınaya yakalanmışlar. Rüzgar on-1 n tanımadıkları bir adaya sığınmak mecburiyetinde bırakmış. Geminin ke-a oturmuş, sonra da adaya çıkmışlar. Adaya çıktıklarında, kadın mı er­kek mi ol-uğu belirsiz, her tarafı tüylü bir yaratıkla karşılaşmışlar, ona selâm vermişler, selâmlarını aldıktan sonra ona demişler ki: __Bİze bir haber vermeyecek misin

— Size ne haber veririm, ne de haber sorarım. Ama şu görmekte oldu­ğunuz kilisede, sizden haber sormaya ve size haber vermeye hasret biri vardır.

— Sen nesin ve kimsin

— Ben Cessase´yim.

Temim´in amcazadeleri, yürümeye başlamış, nihayet kiliseye varmışlar­dı. İçeri girdiklerinde siki sıkıya bağlanmış olup üzüntüsünü açığa vuran, ay­nı zamanda çokça şükreden bir adamla karşılaşmış, ona selâm vermişler, o da selâmlarını alıp kendilerine sormuş:

— Siz kimsiniz

— Araplardan bazı kimseleriz.

—- Araplar ne yapıyorlar Peygamberleri ortaya çıktı mı

— Evet.

-— Ne yaptılar ona

— İyi yaptılar. Ona iman ettiler, onu tasdik ettiler.

— Böyle yapmaları onların hayrınadır.

— Araplar ona düşman oldular ama Cenab-ı Allah onu onlara galip kıldı.

— Bugün Arapların bir tek ilâhı, bir tek peygamberi mi var Hepsi itti­fak halinde midirler

— Evet.

— Zuğar pınarı ne durumda

— iyi durumdadır. Yöre halkı onun suyunu içiyor, onunla ekinlerini su-luyorlar.

— Amman´la Beysan arasındaki hurmalık ne durumda iyi durumdadır. Her yıl ürünleri devşirilip yeniyor.

— Taberiye gölü ne durumda

— Suyla doludur.

_ (Göğüs geçirip yemin etti) Eğer buradan çıkarsam Allah´ın ayak bas­madık hiç bir yerini bırakmayacağım yalnız Mekke ve Medine hariç. Benim ukmüm oraya geçmez." Ravinin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v), Te-ım m bu hadisim naklederken şu saplamayı yapmış. "Deccal Medine´ye s emez. Benim sevincim(e neden olan sözler) burada sona eriyor. Kendisin­in başka ilâh bulunmayan Allah´a yemin ederim ki; Medine´nin dar olsun lİv1SUn bütün yolarında, düzlük ve tepelerinde kıyamete dek duracak kı.lıciı melekler koruyuculuk yapacaklardır. Bu nedenle Deccal Medi- girip halkın üzerine varamayacaktır."

Hadisin râvisi Âmir diyor ki; Ebû Hüreyre´nin oğlu Muhriz´le karşılaş­tım. Ona Fatıma binti Kays´ın bu hadisini aktardım. Bana dedi ki: "Babam Ebû Hüreyre´nin de bana bu hadisi aynen aktardığına tanıklık ederim. Ancak onun aktardığı hadisin bir yerinde Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş: "Me-sih-i Deccal, doğu denizindedir."

Sonra Kasım b. Muhammed´le karşılaştım. Ona da Fatima´mn rivayet ettiği bu hadisi naklettim. Bana şöyle dedi: "Hz. Aişe´nin de bana bu hadisi aynen aktardığına tanıklık ederim. Ancak o, şunu da söylemişti: "Hare­meyn´e, yani Mekke ve Medine´ye girmek, Mesih-i Deccal´a yasaktır." [265]

Ebû Davud... Ebû Seleme´den rivayet etti ki; Fatıma binti Kays şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bir gece yatsı namazını geç kıldı. Sonra çıkıp şöyle dedi: "Temim-i Dârî´nin bana anlattığı bazı şeyler, zamanında yanını­za gelmeme mani oldu. Temim, denizdeki bir adaya varmış, orada saçını yer­den sürümekte olan bir kadınla karşılaşmış. Ona sormuş:

— Sen nesin ve kimsin

— Ben Cessase´yim. Şu köşke git.

Adam köşke vardığında orada saçını yerden sürümekte olan, orada zin­cirlere vurulmuş olup yerle gök arasında sıçrayıp düşmekte olan bir adamla karşılaşmış; ona şöyle sormuş:

— Sen kimsin

— Ben Deccal´im. Araplar ne yapıyorlar Peygamberleri ortaya çıktı mı

— Evet çıktı.

— Ona itaat mi ettiler yoksa isyan mı

— İtaat ettiler.

— Bu, onların hayrınadır." [266]

Ebû Davud... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) bir gün minber üzerinde şöyle buyurmuştur:

"Bir ara bir gurup insan denizde yolculuk yapmaktayken azıkları tüken­mişti. Kendilerine bir ada görünmüştü de ekmek bulmak amacıyla adaya çık­mışlar ve karşılarına Cessase çıkmıştı...

Hadisin ravisi Câbir diyor ki: "Ebû Seleme´ye, Cessase´ninkim olduğu­nu sordum. Onun saçlarını ve tüylerini yerden sürümekte olan bir kadın ol­duğunu söyledi. Cessase onlara ileride görünmekte olan köşkteki bir adamın yanına gitmelerini salıklamıştı. Yanına gittikleri adam onlara Beysan hurma­lığını ve Zuğar pınarını sormuştu. O adam Mesih-i Deccal´dı. Câbir, İbn Say-yad´ın Deccal olduğuna tanıklık etti. Ben, İbn Sayyad´ın müslüman olduğu­nu, Medine´ye girdiğini, sonra da öldüğünü (bu nedenle onun Deccal olama­yacağını) söyledim. Ama Câbir, buna rağmen onun yine de Deccal olduğunu söyledi." Bu cidden garip bir rivayettir.[267]

Hafız Ebû Ya´Iâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) minber üzerine oturup şöyle buyurdu: Temim bana bir şeyler anlattı. (Böyle Temim´i mescidin bir köşesinde gördü.) Ona, "Ey Temim, bana an-^ M ,rmı halka da anlat" dedi. Temim söze şöyle başladı: *at l "Biz bir adadaydık. Önü ve arkası birbirinden ayırd edilemeyen bir hay-karşılaştık. Bize, "Benim yaratılışıma ve tipime şaşıyorsunuz. Şu kili-TSa sizinle konuşmayı arzulayan biri var" dedi. Kiliseye girdiğimizde to-S£ Harından kulaklarına kadar zincire vurulmuş bir adamla karşılaştık. Burun •İlklerinden biri tıkalı, göz çukurlarından biri dümdüz (olan tek gözlü biri) Kim olduğumuzu sordu. Kendimizi ona tanıttık. Taberiye gölünün duru­munu sordu. Eski halde olduğunu söyledik. Beysan hurmalığını sordu. Onun da eski halde olduğunu söyledik. "Şu iki ayaklarımla yeryüzünün her tarafı-u dolaşacağım, sadece İbrahim´in beldesi (Mekke) ile Tıybe´ye girmeyece­ğim" dedi. Rasûlullah (s.a.v), Tıybe´nin Medine şehri olduğunu söyledi." Bu cidden garip bir hadistir. Ebû Hatim; "Bu metin bir rivayet değildir" dedi. [268]


İbn Sayyad, Medine Yahudilerindendir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zübeyr´den rivayet etti ki; Câbir b. Ab­dullah şöyle demiştir: Medine´de Yahudilerden bir kadın, kör gözlü ve sivri dişli bir çocuk doğurdu. Rasûlullah (s.a.v), onun Deccal olmasından korktu. Onun bir kadife örtü altında fısıldamakta olduğunu gördü. Annesi onu Rasû-lullah´m yanma getirerek ona, "Ey Abdullah! Bu Ebü´l-Kasım´dır. Kadife­nin içinden çık ta kendisiyle görüş" dedi. Rasûlullah (s.a.v.), annesine, "Al­lah kahretsin, ne olmuş ki sana Bıraksaydın da fısıldamakta olduğu şeyleri açıklasaydı" dedi. Sonra da İbn Sayyad´ın kendisine sordu:

— Ey İbn Sayyad, ne görüyorsun

— Hakkı görüyorum, batılı görüyorum. Su üzerinde Arş´ı görüyorum.

— Ben sana bunarı sormuyorum. Benim Allah Rasûlü olduğumu şeha­det ediyor musun

— Ben Allah´a ve O´nun bütün rasûllerine iman ettim."

Rasûlullah (s.a.v) böyle dedikten sonra onu bırakıp gitti. Sonra ikinci kez bir hurmalıkta onun yanma geldi. Annesi onu Rasûlullah´a yaklaştırdı ve ona "Ey Abdullah! Bak, Ebü´l-Kasım buraya gelmiş" dedi. Rasûlullah (s.a.v) de annesine; "Allah kahretsin, ne olmuş ki sana Bıraksaydın da fısıldamak­ta olduğu şeyleri açıklasaydı." dedi.

Rasûlullah (s.a.v) onun Deccal olup olmadığını anlamak için onun fısıl-adıgı bazı kelimeleri işitmek istiyordu. Ona sordu: - Ey ibn Sayyad, ne görüyorsun

Hakkı görüyorum, batılı görüyorum, su üzerinde Arş´ı görüyorum. - Benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun ~ Asıl sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun İb s Allaha ve Rasûllerine imân ettim."

lah , n ^ayyad´ın sözleri birbirine karışıp anlaşılmaz hale gelince Rasûlul-Hattab h- °nU bırakıP Şiui- Üçüncü ve dördüncü kez de Ebubekir, Ömer b.ır grup Muhacir ve Ensarla birlikte -ki beraberinde ben de vardım-

İbn Sayyad´ın yanına geldi. Rasûlullah bizden önce onun yanına vardı. Onun söylediği bazı sözleri duymak ümidiyle acelece yanına vardı ama annesi, Ra-sûlullah´tan önce oğlu İbn Sayyad´ın yanına yetişip, "Ey Abdullah! Bak Ebü´I-Kasım geldi" dedi. Rasûlullah ta ona: "Sana ne oldu! Allah seni kah­retsin. Bıraksaydın (fısıldamakta olduğu kelimeleri) açıklasaydı!" dedi. Son­ra dönüp İbn Sayyad´a sordu:

— Ey İbn S ay yad! Ne görüyorsun

— Hakkı görüyorum, batılı görüyorum, su üzerinde Arş´ı görüyorum.

— Benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun

— Asıl sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun

— Ben Allah´a ve Rasûllerine iman ettim. Ey İbn Sayyad, senden gizle­diğimiz iki şey var. Nedir onlar

__Duhh´tur.[269]

— Defol, defol!.."

Orada hazır bulunan Ömer b. Hattab; "Ey Allah´ın Rasûlü, izin ver de şunu öldüreyim" deyince Rasûlullah (s.a.v) ona şu karşılığı vermişti:

"Eğer bu Deccalsa, bununla uğraşacak olan sen değilsin. Deccal´ın hak­kından ancak Meryemoğlu İsâ gelecektir. Eğer bu Deccal değilse bizimle ah­di olan bir adamı öldürmeye hakkın yoktur." [270] Hadisin ravisi Câbir diyor ki: "Rasûlullah (s.a.v), İbn Sayyad´ın Deccal olmasından korkardı hep." [271] Bu cid­den garip bir rivayettir.[272]

İmam Ahmed b. Hanbel... Şakîk b. Seleme´den rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir: Biz bir ara Rasûlullah (s.a.v) ile beraberken, oyun oynamakta olan bir kaç çocuğa uğradı. Aralarında İbn Sayyad da vardı. Ra­sûlullah (s.a.v) ona dedi ki:

— Elleri topraklanasica! (Yoksul düşmesi için yapılan bir beddua.) Be­nim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun

— Asıl sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun [273]

Orada hazır bulunan Hz. Ömer, "Bırak da şunun boynunu vurayım ya Rasûlallah" deyince Rasûlullah (s.a.v) ona şu cevabı vermişti: "Eğer bu, ken­disinden korkulan (Deccal) ise, kendisine güç yetiremezsin." [274]


Rasûlullah (S.A.V)´ın Söylemesi Mümkün Olmayan Ve Aklen Reddedilen Bazı Kabul Edilmez Rivayetler:



İbn Sayyad hakkında nakledilen hadisler çoktur. Bunların bazısında onun Deccal olup olmadığı hususunda tereddüde düşüldüğü görülmektedir. Doğrusunu Allah bilir ya bu hadislerin, Deccalm durumu ve belirlenmesi hu­susunda Rasûlullah´a vahiy gelmesinden önce söylenmiş olması muhtemel­dir.

Temim-i Dârî´nin bu konudan kesin bir ölçüt teşkil eden hadisi önceki

sayfalarda nakledilmişti. İbn Sayyad´ın Deccal olmadığını gösteren bazı ha­disleri nakledeceğiz. Yşüce Allah daha bilgili ve daha hikmetlidir.

Buharı... Salim b: Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Bir ara ben ayakta Kabe´yi tavaf etmekteyken saçları düz olan ve ba­şından (su) damlayan yahut akan esmer bir adam gördüm. "Kimdir bu " de­dim. "Meryemin oğludur" denildi. Sonra yüzümü döndürüp baktığımda iri yarı, kızıl tenli, başı traşh, tek gözlü bir adam gördüm. Ona en çok benzeyen kişi, Huzaa kabilesinden İbn Katun adındaki adamdır." [275]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Deccal, dinin zayıfladığı ve ilimden yüz çevirildiği bir dönemde orta­ya çıkacaktır. Onun kırk gecesi vardır. O süre zarfında yeryüzünü dolaşacak­tır. O sürenin birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir cu­ma (yani bir hafta) gibidir. Diğer günleriyse sizin şu günleriniz gibidir. Onun bindiği merkebinin iki kulağının arasındaki genişlik kırk zira´dır. [276] İnsanla­ra, "4Ben sizin Rabbinizim!" diyecektir. Onun bir gözü kördür. Rabbinizin gözü kör değildir. İki gözünün arasına heceli olarak "Ke-fe-re" yazılıdır. Ya­zı bilen bilmeyen her mü´min o yazıyı okur. O her suyun ve kaynağın başı­na gelir. Sadece Mekke ve Medine´ye giremez. Çünkü Allah oraları ona ya­saklamıştır. Bu iki beldenin kapılarında melekler dururlar. Beraberinde dağ­lar kadar ekmek vardır. O zaman insanlar kıtlık içinde olacaktır. Kendisine tabi olanlar hariç. Beraberinde iki nehir vardır. Bunları ben onlardan daha iyi bilirim. Nehirlerden birine cennet, diğerine de cehennem der, Cennet dediği nehire sokulan kişi oranın cehennem olduğunu görür. Cehennem dediği ne­re sokulan kişi ise oranın cennet olduğunu görür. Onunla beraber şeytanlar olacağını da duydum. O şeytanlar insanlarla konuşurlar. Onun beraberinde büyük bir fitne vardır. İnsanların gözleri önünde göğe emir verir, yağmur ya­ğar. Yine insanların gözleri önünde bir adamı öldürür, sonra da diriltir. İn­sanlara da, "Bunu Rabden başkası yapabilir mi " diye sorar. İnsanlar korkuy­la Şam´daki Duhan dağına koşarak giderler. Deccal gelip onları şiddetli bir kuşatma altına alır, bitkin ve bitap hale getirir. Sonra seher vakti Meryem oğ­lu Isâ (gökten) iner ve; "Ey İnsanlar! su yalancı ve murdara karşı çıkmanıza engel olan nedir !" der. İnsanlar da, "Bu, diri bir adamdır" diyerek koşup ge­lirler ve (seslenen kişinin) Meryem oğlu İsa olduğunu görürler. Namaz için ayağa kalkılır. Kendisine, "Ey Ruhullah, imamlık yapmak için öne geç" de­nilir. O da, "İmamınız öne geçip size namaz kıldırsın" der. Sabah namazını kıldıktan sonra Deccal´m üzerine yürürler. Yalancı (Deccal), Meryemoğlu İsa´yı görünce tuzun suda eriyişi gibi erir. İsâ (a.s) üzerine gidip onu öldürür. Öyleki taşlar ve ağaçlar, "Ey Allah´ın ruhu! Şurada da bir yahudi var!" diye seslenirler. İsâ peygamber, DeccaTa tabi olanların tümünü öldürür." [277]

"İnsanlar sana fetva verseler de sen fetvayı kendi kalbine sor." [278]


Nüvas b. Sem´ân´ın Aynı Manâda Ama Daha Detaylı Olarak Rivayet Ettiği Hadis:



Müslim... Cübeyr b. Nüfeyr´den rivayet etti ki; Nüvas b. Sem´an şöyle demiştir: Bir sabah Rasûlullah (s.a.v) bazan tahkir edip bazan da önemli gös­tererek Deccal´dan uzun uzadıya bahsetti. Öyle ki, biz onun (yakındaki) hur­malıkta olduğunu sanır olduk. Akşamleyin yanma vardığımızda bizim bu zanna kapıldığımızı anladı ve "size ne olmuş " diye sordu. Biz de; "Ya Ra-sûlallah, sabahleyin bazan önemsizmiş gibi göstererek, bazan da çok önemli olduğuna işaret ederek bize Deccal´i teferruatlı bir şekilde anlattın. Öyle ki biz onun (yakındaki bir) hurmalıkta olduğu zannina kapıldık." diye cevap verdik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) bize şöyle buyurdu: "Sizin için en çok korktuğum şey, Deccal´dan başkasıdır. Eğer ben sizin aranızdayken o çı­karsa hepinizin yerine ben onunla uğraşırım. Ama ben aranızda yokken çı­karsa, o zaman herkes kendi adına onunla uğraşsın. Allah benim her müslü-man üzerindeki halifemdir. (Yani onları Allah korur.) Deccal, çirkin denecek derecede aşırı kıvırcık saçlıdır, gözü patlaktır. Ben onu Abdüluzzâ b. Ka-tun´a benzetiyorum. Sizden biri ona ulaşırsa ona karşı Kehf sûresinin baş kıs­mını okusun. O, Şam ile Irak arasındaki bir alanda ortaya çıkacaktır. Sağa dönüp fesat çıkaracak, sola dönüp fesat çıkaracaktır. Ey Allah´ın kulları se­bat edin." Nüvas b. Sem´an diyor ki: "Ey Allah´ın Rasûlü, Deccal yeryüzün­de ne kadar kalacak " diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Kırk gün kalacak. Bi­rinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir cuma (bir hafta) ka­dar, diğer günleri de sizin şu günleriniz kadar olacaktır."

"Ya Rasûlallah, bir sene kadar olan o (birinci) gün de, normal günlerden bir günün namazını kılmak bizim için yeterli olur mu "diye sorduk. "Hayır.

Vakitlerinin hesabını yaparak kılın." diye cevap verdi. "Onun yeryüzündeki ne kadardır " diye sorduk. Şöyle cevap verdi: "Rüzgarın önüne kattığı aerrıur gibidir. Halkın yanına gelir. Onları kendisine iman etmeye çağırır. Onlar da çağrısına uyup ona imân ederler. Göğe emir verir; gök yağmur yağ-H rır Yere emir verir; yer bitki bitirir. Akşam olunca halkın sürüleri hörgüç-leri büyümüş, memeleri süt dolmuş, böğürleri dolmuş olarak dönüp gelir. Sonra yine halka gelir. Onları kendisine iman etmeye çağırır. Sözünü redde­derler. Yanlarından ayrılıp gider. Sabah olunca yoksullaşırlar; ellerinde hiç bir mallan kalmaz. Deccal bir harabeye uğrar. Harabeye "Hazinelerini çi-kar"der. Arıların kraliçe arının peşinden kovandan ardarda çıkışları gibi o ha­rabeden peşpeşe hazineler çıkar. Sonra Deccal, gençlik (ve zindelik) dolu bir adamı yanına çağırır. Onu biz darbeyle ikiye böler ve parçaları bir ok atımı mesafesi kadar birbirinden uzağa düşer. Sonra onu çağırır. (Ölen o insan) yü­zü aydınlanıp gülerek yanına gelir. O bu haldeyken Cenab-ı Allah, Meryem oğlu Mesih´i gönderir. Mesih (yani İsa Peygamber), iki parçalı elbisesiyle Dımaşk´m doğusundaki beyaz minareye ellerini iki meleğin kanatları üzeri­ne koymuş olarak iner. Başını eğdiğinde su damlar. Kaldırdığında başından inci taneleri gibi su damlacıkları yuvarlanıp düşer. Mesih İsa´nın nefesini hisseden her kâfir mutlaka ölür. Onun nefesi, gözlerinin görebidiği kadar uzak mesafelere ulaşır. Deccalı kovalar. Nihayet onu (Kudüs yakınlarındaki) Lüd (şehrinin) kapısında yakalar ve Öldürür.

Sonra Meryem oğlu İsâ, Cenab-ı Allah´ın kendilerini Deccal´ın şerrin­den koruduğu bir topluluğa gelir; yüzerini sıvazlar ve onlara, cennetteki de­recelerinden bahseder. O bu haldeyken Cenab-ı Allah kendisine; "Kimsenin kendileriye savaşmaya güç yetişemediği bazı kullarımızı ortaya çıkardım. Onları Tur dağına götür" diye vahyeder. Bundan sonra Cenab-ı Allah Ye´cuc ve Me´cuc´u meydana çıkarır. Onlar her tepeden akın akın inip gelirler. İlk baştakileri Taberiye gölüne uğrar, oradaki suyu içerler. Sondakileri oraya ge­lir ve "bir zamanlar burada su vardı" derler. Allah´ın peygamberi İsa ve as­habı gelir. Öyleki o günde onlara ait bir öküz kellesi sizlerden biri için yüz dinardan daha hayırlı olacaktır. Allah´ın peygamberi İsâ ve ashabı, Allah´a rağbet ederler (O´na yönelirler). Bunun üzerine yüce Allah, Deccal´ın ve adamlarının boyunlarının hayvan burunlarına musallat olan kurtçukları salar da onlar hep birlikte ölüp leş haline gelirler. Sonra Allah´ın peygamberi İsâ ve ashabı yeryüzüne inerler. Deccal´ın ve adamlarının leşlerinden çıkan ko­kular yeryüzünün her tarafını kaplamış olduğundan, pis kokmayan bir karış-lık yer dahi bulamazlar. Allah´ın peygamberi İsâ ve ashabı Allah´a yönelip rağbet ederler.

Sonra Cenab-ı Allah Deccal ve adamlarının üzerine buhti develerinin boynu gibi (iri) kuşları salar da onları Allah´ın diediği yerlere yıkıp öldürür­ler. Sonra Cenab-ı Allah üzerlerine bir yağmur yağdırır. O yağmurdan ne bir ev ne de bir çadır kurtulamaz. Q yağmurla Allah yeryüzünü yıkar. Ayna gi­bi (tertemiz ve parlak) yapar. Sonra yere, "Ürününü bitir ve bereketini geri ver" denilir. O gün topluluk narlardan yer ve kabuklarının yığınında gölgele­nirler. Sütte bereketlenir, Öyleki bir sağmal deve (nin sütü) bir cemaate ye­ter. Bir sağmal inek (in sütü) bir kabileye yeter. Bir sağimal koyun (un sütü) bir boya yeter. Onlar bu haldeyken Cenab-ı Allah hoş bir rüzgar estirir. On­ları koltuklarının altından yakalar. Her müminin ve müslümanın ruhunu alır. İnsanlarının şerirleri, eşekler gibi (halktan utanmadan açıkça) fuhuş yaparlar. İşte kıyamet onların üzerine kopar." [279] Abdurrahman b. Yezid b. Câbir de aynı senedle böyle bir hadis rivayet eder. O, rivayetinde, "Bir zamanlar burada su vardı" ifadesinden sonra şu ila­veyi yapmıştır; "Sonra Ye´cuc ve Me´cuc yollarına devam eder, nihayet Ku­düs´ün Humr dağına varır ve şöyle derler: "Yeryüzündeki 1 eri öldürdük. Ge­lin goktekileri de öldürelim." Böyle dedikten sonra oklarını göğe fırlatırlar. Cenab-ı Allah da oklarını kana bulanmış olarak onlara geri çevirir."[280]

İbn Hacer´in rivayetindeyse şöyle bir ifade yer almakta: "Ben öyle kul­larımı indirdim ki, kimse onlarla savaşmaya güç yetiremez." Kâ´b´dan ve başkalarından gelen rivayetteyse şu ifadeye rastlanıyor: "(O iri) kuşları onla­rı öldürüp Mehîl´e atar." İbn Câbir, "Mehîl neresi " diye sorduğunda Kâ´b, "güneşin doğduğu yerdir." cevabım vermişti.

İbn Mâce... aynı senedle Zeyd bin Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar Ye´cuc ve Me´cuc´un yaylarım, okları­nı ve kalkanlarını yedi yıl süreye yakıt olarak kullanacaklardır." [281]

İbn Mâce... Ebû Züra eş-Şeybâni Yahya b. Ebi Amr´dan rivayet etti ki; Ebû Ümame el-Bahilî şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bize bir hutbe irâd etti. Çok uzun süren bu hutbesinde bize Deccal´dan bahs etti ve ona karşı bi­zi uyarıp şöyle buyurdu:

"Cenab-ı Allah´ın Adem Peygamberin zürriyetini yer yüzüne yayıp da­ğıtmasından bu yana Deccal´ınki kadar büyük bir fitne meydana gelmiş de­ğildir. Allah´ın gönderdiği her peygamber, insanları Deccal´a karşı mutlaka tedbirli olmaya çağırmıştır. Ben son peygamberim. Siz de son ümmetsiniz. O mutlaka sizin zamanınızda ortaya çıkacaktır. Eğer ben aranızdayken çıkarsa ben her müslümanı ona karşı savunurum. Ama benden sonra çıkarsa o zaman herkes kendini ona karşı savunsun. Allah, benim her müslüman üzerindeki halifemdir (O´ndan sizi korumasını isteyeceğim). Deccal Şam ile Irak arasın­daki bir mahalde ortaya çıkacak, sağda- ve soda fesat çıkaracaktır. Ey insan­lar, sebat edin. Benden önce hiç bir peygamberin yapmadığı şekilde size Deccalın vasıflarını anlatacağım. O ilk konuşmasında "Ben peygamberim" diyecek, oysa benden sonra peygamber gelmeyecektir. İkinci konuşmasında "Ben Rabbinizim" diyecek, oysa siz, ölmeden Rabbinizi göremezsiniz. Dec-cal´ın bir gözü kördür. Halbuki Aziz ve Celil olan Rabbiniz kör değildir. Deccal´m gözlerinin arasına kâfir kelimesi yazımıştır. Yazı bilen bilmeyen her mümin o kelimeyi okur. Onun fitnelerinden biri, beraberinde bir Cennet ve bir de Cehennem bulunmasıdır. Onun Cehennemi Cennettir. Cenneti de Cehennemdir. Onun ateşiyle imtihan edilen (cehennemine atılan) kimse, Al­lah´tan medet dileyip Kehf suresinin baş kısmını okusun. O zaman tıpkı İb­rahim peygambere olduğu gibi ateş, onun için serin ve selamet olur. Onun fitnelerinden biri de bir bedeviye şöyle demesidir:

— Ölmüş olan anne ve babam diriltirsem benim, senin Rabbın olduğu­ma şehadet eder misin

— Evet.

Bundan sonra onun iki şeytanı, o bedevinin annesiyle babasının kılığına girerek bedevinin karşısına çıkar, ona: "Ey oğulcuğum, buna tabi ol. Çünkü bu senin Rabbindir!" derler. "

Onun fitnelerinden biri de bir adama saldırıp öldürmesi, testereyle ikiye biçip herbir parçasını bir tarafa atması, sonra da yanındakilere şöyle demesi­dir: "Şu kuluma bak$ı hele. Ben bunu şimdi dirilteceğim ama sonra kendisi, benden başka bir rabbi olduğunu iddia edecektir." Gerçekten de Deccal´ın öldürdüğü o adamı Cenab-ı Allah diriltir. Melun ona "Rabbin kimdir " diye sorar; adamda şu cevabı verir: "Rabbim Allah´tır. Sen de Allah´ın düşmanı Deccal´sm! Allah´a yemin ederim ki daha önceleri seni bugünkü kadar iyi görüp tanımış değildim, (seni şimdi daha iyi tanıyorum.)" Ravî Ebû Saîd´in ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), sözün şurasında şöyle demiştir: "O adam cennette ümmetimin en yüksek derecelisidir." Ebû Saîd, o adamın Hz. Ömer olduğu görüşünde olduklarını söylemiştir. Şimdi Ebû Râfi´in rivayet ettiği hadise, kaldığımız yerden devam edelim:

"Deccal´ın fitnelerinden biri de göğe emir verip yağmur yağdırması; ye­re emir verip bitki bitirmesidir. Onun fitnelerinden biri de, bir kabileye uğra­ması, kabiledekilerin onu yalanlaması, bu nedenle onların meralarda otlanan hayvanlarının tümünün ölmesidir. Sonra onun bir başka kabileye uğraması, kabiledekilerin onu tasdik etmesi, bunun üzerine onun göğe emir verip yağ­mur .yağdırması, yere emir verip bitki bitirmesidir. Nihayet aynı günde davar sürüleri eskisinden daha semiz, daha iri (çok yediklerinden ötürü) böğürleri daha da dolgun, memeleri daha dolgun olarak akşamleyin eve dönerler. Dec­cal, ayak basmadık ve hükmü altına almadık bir yer bırakmaz. Sadece Mek­ke ve Medine´ye giremez. İçeri girmek için bu şehirlerin hangi girişi yerine gelirse gelsin, mutlaka karşısında yalın kılıç duran melekleri bulacaktır. Ni­hayet çorak arazinin (Sebha´nın) bitimi noktasındaki Zureybin ahmez´e (kı­zıl tepeciğe) iner. O zaman Medine ve ahalisi üç sarsıntı geçirir. Medine´de bir tek münafık erkek ve kadın kalmaz; hepsi onun yanma giderer. Böylece körüğün demirdeki pislikleri ayıkladığı gibi Medine´deki pislik (münafık)ler de ayıklanmış olur. O güne kurtuluş günü denir." Hz. Peygamberin yanında duran Asker kızı Ümmü Şerik; "Ey Allah´ın Rasûlu, o gün de araplar nerede olacaklar " diye sorunca Hz. Peygamber şu cevabı vermişti:

"O günde (Medine´de) araplar azdır. Çokları Kudüs´te bulunacaktır.

İmamları salih bir adam olacaktır. Bir ara imamları öne geçip sabah namazı­nı kaldırmaya başlar. O esnada Meryem oğlu İsâ yanlarına iner. Namaz kıl­dırmakta olan kişi imamlığı ona bırakmak için geri çekilir. İsâ peygamber, elini onun iki omuzu arasına indirip, "Öne geç, namazını kıldır. Çünkü bu ka­met senin için yapılmıştır" der. İmam namazı kıldırır. Namaz tamamlandık­tan sonra İsâ peygamber, "Kapıda durun"der. Kapı açılır kapının gerisinde beraberinde yetmiş bin yahudiyle Deccal durmaktadır. Hepsi şallı ve kılıçla­rı da süslüdür. Deccal ona bakınca tuzun suda eriyişi gibi erimeye başlar ve kaçıp gider. İsâ (a.s.) ona; "Ben sana bir darbe vuracağım. Elimden kurtula­mazsın!" der ve doğu kapısının yanında onu yakalayıp öldürür. Böylece Ce-nab-ı Allah, yahudileri hezimete uğratır. Onlar Allah´ın yaratmış olduğu taş, ağaç, duvar ve hayvan, her ne bulurlarsa arkasına gizlenirler. Ama Cenab-ı Allah, (arkasına gizlenmiş oldukları) o şeyi konuşturur. Yalnız ğarked [282] ağa­cı konuşmaz (onları ele vermez). Arkasına gizlendikleri diğer şeyler; "Ey Al­lah´ın müslüman kulu, işte burada bir yahudi var! gel öldür onu." derler. Onun (Deccal´m) zamanı kırk senedir. Birinci senesi yarım sene, ikinci se­nesi bir ay, bir ayı da bir Cuma (bir hafta) gibidir. Diğer günleri kısadır. Bi­riniz Medine´nin bir kapısında sabahlar, ama diğer kapışma ulaşamadan ak­şam olur."

"O kısa günlerde namazı nasıl kılacağız ey Allah´ın Rasûlü " diye so­rulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı vermişti: "O günlerde namaz için vakit hesaplaması (normal günlere kıyaslama) yaparsınız. Tıpkı şu uzun gün­lerdeki gibi vakit ayarlaması yapın, sonra namaz kılın."

Rasûlullah (s.a.v.), sözüne devamla şöyle demişti. "Meryem oğlu İsâ, ümmetimin içinde âdi bir hakem ve dürüst bir imam (devlet başkanı) olacak­tır. Haçı kırıp parçalayacak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, zekâtı bı­rakacak, koyundan ve deveden zekât almayacak, öfke ve kızgınlıkları orta­dan kaldıracak, her zehirlinin zehirini çekip alacaktır. Öyleki çocuk, elini yı­lanın ağzına sokacak, ama yılan ona zarar vermeyecektir. Çocuk, aslanı ko­valayacak ama aslan ona zarar vermeyecektir. Koyunlar arasında kurt, ko­yunları koruyan köpek gibi olacaktır. Kabın suya doluşu gibi yeryüzü barış­la dolacaktır. Herkesin sözü bir olacak, Allah´tan başkasına ibadet edilmeye­cek, savaş sona erecek, Kureyş´in hâkimiyeti elinden alınacak, yeryüzü gü­müş bir masa gibi olacak, sınır ve işaretler yok olacaktır. Âdem (a.s.)´in za­manında olduğu gibi ekinler bitecek (bereketlenecek), öyleki, bir topluluk bir salkım üzümün üzerinde toplanacak, onu yiyerek doyacaktır. Bir gurup insan bir narın üzerine toplanacak, onu yiyecek doyacaktır. Bir sığır şu kadar para­ya yükselecek, ama bir at bir kaç dirheme inip ucuzlayacaktır. "At niçin ucuzlayacak ya Rasûlallah " diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şu ceva­bı vermişti: "Savaş için ata artık ebediyyen binilmeyecek de ondan." "Sığırı pahalılaştıran sebep nedir " diye sorulunca da Rasûlallah (s.a.v.) şu cevabı vermişti: "Yerin tümünü sürmek gerektiği için..."

Deccal´ın çıkışından önce ki üç yılda şiddeti bir kıtlık ve kuraklık olacak­tır, O süre zarfında insanlar büyük bir açlığa maruz kalacaklardır. Cenab-ı Al­lah göğe, yağmurlarının birinci yılda üçte birini alıkoymasını, yere de bitkit lerinin birinci yılda üçte birini alıkoymasını emreder. Sonra ikinci yılda gö­ğe yağmurlarının üçte ikisini alıkoymasını, yere de bitkilerinin üçte ikisini alıkoymasını emreder. Sonra üçüncü yılda göğe, yağmurlarının tamamını alı­koymasını; yere de bitkilerinin tamamını alıkoymasını emreder. Bu emirlere uyulur. Sonunda hiç yağmur yağmaz çiğ dahi düşmez. Bitki ve hiç bir yeşil­lik bitmez. Bir damla dahi su kalmaz. Bütün tırnaklı canlılar ölür. Allah´ın diledikleri hariç o zaman insanlar neyle geçinirler diye sorulduğunda Rasû­lullah (s.a.v.) şu cevabı vermişti: "Tehlil, tekbir, tespih ve tahmid ile geçinir­ler. Bu, onlar için yemek yerine geçer." [283]


Bazı Garaip Ve Acaipliklerle İlgili Olarak Söylenen Ve Rasûluilah´a İsnad Edilen Bazı Sözler:



İbn Mâce... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Ümmetimden bir gurup, düşmanlarına karşı hep galip olacak ve onları kahredecek tir. Kendilerine muhalefet edenler ve karşılaştıkları geçim sıkıntısı onlara zarar vermeyecektir. Nihayet onlar bu haldeyken kıyamet ko­pacaktır." Ey Allah´ın Rasûlu, o gurup nerede bulunacaktır diye soruldu­ğunda, Rasûlullah (s.a.v.), "Onlar Kudüs´te ve Kudüs´ün civarında buluna­caklardır." diye cevap vermişti. [284]


Zahirî Anlamı Bırakılarak Te´vil Edilmesi Gereken Bir Hadis:



Müslim... Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe´den rivayet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: Bir gün Rasûlullah (s.a.v.), bize Deccal hakkında uzunca bir şeyler anlattı. Söz arasında şöyle demişti: "Deccal gelecektir. Ama onun Medine girişlerine girmesi yasaklanmıştır. Sadece Medine yakın­larındaki bazı çorak arazilere kadar gelir. O zaman karşısına insanların en ha­yırlısı (veya en hayırlılarından biri) çıkar... Ona; "Şehadet ederim ki sen, bi­ze Rasûlullah (s.a.v.)´in anlatmış olduğu Deccal´sın." der. O zaman Deccal, "Şunu öldürüp sonra da diriltirsem artık bu işte (davamın hak oluşu hususun­da) şüphe eder misiniz " diye sorar. "Hayır" demeleri üzerine o adamı öldü­rür, sonra diriltir. Diriltirken de o adam şöyle der: "Allah´a yemin ederim ki, daha önce hiç bir zaman şimdiki kadar seni iyi görüp tanımış değildim. (Se­nin Deccal olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum)." Böyle demesi nedeniyle Deccal onu öldürmek ister, ama güç yetiremez." Ebû İshak dedi ki: "O ada­mın HlZir (a.S.) olduğu Söylenir." [285]

Müslim... Ebû Saîd el-Hudri´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal ortaya çıkacak, müminlerden bir adam onun üzerine gidecek, o müminin karşısına Deccal´ın karakolları çıkacak, ona; "Sen bizim Rabbimize imân etmiyor musun " diye sorarlar. O, "Rabbimizde gizlilik yoktur" deyince, şunu ödürün derler. Sonra da kendi aralarında birbirlerine; "Rabbimiz (yani Deccal) kendisi dururken hiç birimizin adam Öldürmemesi­ni bize emretmedi mi " derler. Sonra Deccal´ın yanma giderler. Mümin adam onu görünce, "Ey insanlar, işte bu Rasûlullahın anlatmış olduğu Dec-cal´dır!" der. Bunun üzerine Deccal onun başını ve yüzünü yaralamalarını adamlarına emreder ve; "Yakalayın! Kafasını kırın, yüzünü imân etmiyor musun " diye sorar. Mümin; "Sen, yalancı Mesih´sin" deyince, Deccal emir vererek onu testereyle apış arasına kadar yardırır. Sonra da adamın (ikiye bö­lünen) vücudunun iki parçası arasında yürür ve (yerde yatmakta olan) cese­de; "Kalk!" der. Cesed, sapasağlam bir şekilde ayağa kalkar. Sonra adama, "Bana imân ediyor musun " diye sorar. Adam da; "Seni(n yalancı itlesin ol­duğunu) daha iyi tanıdım. Ey insanlar! Bu, bana yaptığını artık hiç kimseye yapamaz!" der. Deccal onu boğazlamak için yakalar. Boynundan kürek ke­miğine kadar bakır bir çubuk saplar, yine de ona güç yetiremez (öldüremez). Ateşe atmak için ellerini ve ayaklarını tutar. İnsanlar onu ateşe attığını sanır­lar. Ama aslında onu cennete atar." [286] Rasulullah (s.a.v) bu mümin adam hak­kında şöyle buyurmuştur: "İşte bu, âlemlerin Rabbi katında en büyük şeha-det mertebesine yükselen kişidir." [287]


Deccal Hakkında Yayılan Hadisler:



İmam Ahmed b. Hanbel... Muğire b. Sübey´den rivayet etti ki; Amr b. Harîb şöyle demiştir: Ebû Bekr es-Sıddık, yakalandığı hastalıktan kurtulup evinden dışarı çıktı, insanlarla görüştü. Bir hususta mazeret beyan etti ve; "Biz sadece hayır ve iyilik amaçlamıştık. Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki;

"Deccal, doğuda Horasan denen bir yerde ortaya çıkacaktır. [288] Ona bazı kavimler tabi olacaktır. Onların yüzleri, deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibidir." [289]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir: Hz. Peygamberin yanında Deccal´dan bahsettik. Uyumak­taydı. Yüzü kızarmış halde uyanıp şöyle buyurdu:"Sizin için, Deccal´dan çok daha korktuğum başka bir şey vardır." Böyle derken bir kelime daha söyle­di. [290]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sa´d b. Ebi Vakkas tarikiyle rivayet etti ki;

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Benden önce her peygamber, ümme­tine Deccal´ın vasıflarını anlatmıştır. Onu benden öncekilerden hiçbirinin an­latmadığı şekilde size anlatıp vasıflandıracağım. Onun bir gözü kördür. Aziz ve Celil olan Allah kör değildir." [291]

Tirmizî... Ebû Ubeyde b. Cerrah´tan rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kavmini Deccal´a karşı uyarmayan hiçbir peygamber yoktur. Ben de sizi ona karşı uyarıyorum."

Ebû Ubeyde (r.a.) diyor ki; Böyle dedikten soma Kasulullah (s.a.v) bize Deccal´ın evsafını anlattı. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü:

"Belki de beni ve sözlerimi görüp işitenlerden bazılarını Deccal´i göre­ceklerdir." O gün kalblerimiz nasıl olacaktır, ya Rasûlallah diye sordukla­rında Rasulullah (s.a.v) şu cevabı verdi: "O gün kalbleriniz bugünkü gibi ve­ya daha hayırlı olacaktır." [292]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdurrahman b. Ebzî´den rivayet etti ki; Ab­dullah b. Habbab şöyle elemiştir: Rasulullah (s.a.v)´den hadis nakletmekte olan Übeyy b. Kâ´b, yanında Deccal´dan bahsedildiğinde şöyle dedi: "Deccalın gözlerinden biri cam gibidir. Kabir azabından Allah´a sığının." [293]

İmam Ahmed b. Hanbel... Mücalid´den rivayet etti ki; Ebü´l-Vedâk şöy­le demiştir: Ebû Saîd el-Hudrî, "Haricîler Deccal´la karşılaşacaklar mı " di­ye sorduğunda ben ona şu cevabı verdim: Hayır. Çünkü Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ben, bin veya daha çok (peygamber)in sonuncusuyum. (Al­lah tarafından) gönderilip te kendisine tabi olunan her peygamber, ümmetini mutlaka Deccal´a karşı tedbirli olmaya çağırıp uyarmıştır. Onun durumu benden önce hiçbir peygambere açıklanmadığı kadar bana açıklanmıştır. Onun bir gözü kördür. [294] Şüphesiz, Rabbiniz kör değildir. Deccal´ın sağ gö­zü kör, pırtlak ve açıktır. Kireçle sıvalı bir duvarın üzerindeki balgam gibi­dir. Sol gözüyse parlak bir yıldız gibidir. Onun yanında her lisandan (bilen adamlar) vardır. Onun beraberinde yemyeşil bir cennet sureti vardır ki için­de sular akar. Bir de duman tutan (kapkaranlık) siyah bir cehennem sureti Vardır." [295]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal gelecek, yeryüzünün Mekke ve Medine dışındaki her tarafına ayak basacaktır. Medine´ye geldiğinde şehrin her giriş yerinde melek safları görecek (içeri giremeyecek); cerf denen çorak yere ge­lecek, orada çadırını kuracak, bu nedenle Medine üç kez sarsılacak, bunun üzerine her münafık erkek ve kadın onun yanma [296] gidecektir."[297]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu DeccaTın sol gözü kördür. O gözünün üzerin­de kalınca bir deri parçası vardır. [298] İki gözünün arasına kefere (veya kâfir) yazılıdır." [299]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal, İsfahan yahudileri arasından çıkacaktır. Beraberinde başlarında taç bulunan yetmiş bin yahudi bulunacaktır." [300]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´ın gözleri kördür (göz çukurlarının yeri düm­düzdür). İki gözünün arasında kâfir yazılıdır. (Böyle dedikten sonra Rasûlul­lah, ke-fe-re şeklinde heceledi.) O kelimeyi her müslüman okur." [301]

İmam Ahmed b. Hanbel...Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´ın bir gözü kördür. Oysa Rabbiniz kör değildir. Gözlerinin arasına kâfir yazılıdır. O kelimeyi, yazı bilen bilmeyen her mümin kişi okur." [302]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "(Allah tarafından) gönderilen her peygamber, ümmetini mutlaka yalancı ve tek gözlü Deccal´a karşı uyarmıştır. Oysa Rab­biniz kör değildir. Deccal´ın gözlerinin arasında kâfir yazılıdır." [303]

İmam Ahmed b. Hanbel... Saîd b. Cehman´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.)´in azatlısı Sefine şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bize bir hutbe irâd etti. Hutbesinde şöyle buyurdu: "Haberiniz olsun! Benden önce ümme­tini Deccal´a karşı uyarmamış hiçbir peygamber yoktur. Onun sağ gözü kör­dür. O gözünün üzerinde kalın bir perde vardır. İki gözünün arasında kâfir kelimesi yazılıdır. Onunla beraber biri cenneti, diğeri de cehennemi olan iki vadi gelecektir. Cehennem olarak bilinen vadisi cennet; cennet olarak bilinen vadisi ise cehennemdir. Beraberinde peygamberlere benzeyen iki melek te olacaktır. [304] İstesem onların ve babalarının adlarını da bildirebilirim sizlere. Biri sağında, biri de solunda duracaktır ki, bu bir fitnedir. Deccal, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim Ben öldüren ve dirilten değil miyim " diye sorar. Me­leklerden biri ona; "Yalan söylüyorsun!" der. Ama o meleği arkadaşı dışın­da hiç kimse duymaz. Arkadaşıda ona, "Doğru söylüyorsun" der. İnsanlar, bu meleğin diğerine söylediği bu sözü duyar ve deccala hitaben, onu tasdik etmek için söylediğini zannederler ki, bu bir fitnedir. Sonra Medine´ye gir­mek üzere yola revan olur. Giriş yerine geldiğinde içeri girmesine izin veril­mez. Kendisi de, "Burası o adamın (yani Hz. Peygamber´in) şehridir." der.

Sonra yola koyulur. Şam´a gelir. Nihayet Cenab-ı Allah onu Efik boğazının «anında helak [305] eder."[306]

Yakub b. Süleyman el-Fesevî... Ebû Leylâ´dan rivayet etti ki; Cebbare b Ümeyye şöyle demiştir: Hasta olan Muaz b. Cebel´i bir gurup insan ziya­rete geldi. Ona, "Rasûlullah´tan işitip de unutmadığın bir hadisi bize naklet" dediler. Beni oturtun, dedi. Bazısı elini tuttu, bazısı da (kendilerine yaslan­ması içir) geçip arkasında oturdular. Sonra şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Ümmetini Deccal´a karşı uyarmamış hiç bir peygamber yoktur. Ben de sizi ona karşı tedbirli olmaya çağırıyorum. Onun bir gözü kördür. Aziz ve Celil olan Rabbim ise kor değildir. Gözlerinin arasında kâfir kelimesi yazılı­dır. O kelimeyi yazı bilen bilmeyen herkes okur. Onunla beraber cennet ve cehennem vardır. Cehennemi cennet, cenneti de cehennemdir."

Şeyhimiz Zehebî, ´,´Deccal" adlı kitabında... Semüre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyl^ buyurmuştur: "Deccal´ın sol gözü kördür. O gözü-ıün üzerinde kalın bir perde vardır,"

Ben derim ki: Bu hadis, bu rivayet zinciriyle ne müsned´de ne de Kü-tüb-ü Sitte´de yer almaktadır. Şeyhimiz Zehebî´nin bunu meşhur bir kitaba dayandırması daha uygun olurdu. Başarıya ulaştıran, Allah´tır. [307]

İmam Ahmed b. Hanbel... Esved b. Kays´tan rivayet etti ki; Basrâlı Sa­lebe b. Abbad el-Abdî şöyle demiştir: Bir gün Semüre´nin hutbesini dinle-iim. Hutbesinde güneş tutulması namazıyla ilgili hadisi naklederek şöyle de­li: Rasûlullah (s.a.v.), güneş tutulması namazını kıldırdıktan sonra bir hutbe râd etti. Hutbesinde şunları söyledi:

"Allah´a yemin ederim ki otuz yalancı çıkmadan kıyamet kopmayacak-tır. Sonuncuları tek gözlü, sol göz çukurunun yeri dümdüz olan Deccal´dır. Gözü, tıpkı Ebû Yahya´nınki gibidir. Ortaya çıktığında kendisinin AUah ol­duğunu iddia edecektir. Ona iman edip onu tasdik eden ve ona tabi olan kim­senin önceki salih amelleri kendisine fayda vermez. Onu inkâr edip yalanla-yansa, önceki kötülüklerinden ötürü azaplandırılmaz. [308] O, harem ve Kudüs dışında her yere ayak basacaktır. O zaman müminler Kudüs´te kuşatma altı­na alınacak ve şiddetli bir sarsıntıya maruz kalacaklardır. Sonra Allah onu (Deccal´ı ve beraberindeki yahudileri) helak edecektir. Öyleki duvar yıkıntı­ları ve ağaç kökleri; "Ey Mümin! Şurada bir yahudi ve şurada da bir kâfir var, gel de öldür!" diyecektir. Ama siz, önemi nefislerinizde çok büyüyen bazı olayları görmeden bu durumu göremeyeceksiniz. O zaman kendi aranızda çocuklarınızın bu durumlardan size bahsedip etmediklerini soracaksınız. Dağlar yerinden oynamadıkça da bu durumu göremeyeceksiniz." [309]

Tirmizî ile İbn Hibban ve Müstedrek adlı eserinde de Hâkim, bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Semiire b. Cünade b. Cündüb´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Deccal ortaya çıkacaktır. Onun sol gözü kördür. O gözünün üzerinde kaim bir perde vardır. O, anadan doğma körleri ve alacalıları şifâya karıştıracak, ölüleri diriltecek ve "Ben Rabbinizim!" diyecektir. Ona; "Sen benim Rabbimsin" diyen kişi fitneye dü­şecektir. "Rabbim Allah´tır" diyen ve bu uğurda ölen kişi, onun fitnesinden kurtulur. Artık o kişi için fitne ve azâb olmaz. Deccal, Allah´ın dilediği süre kadar yeryüzünde kalır. Sonra Meryemoğlu İsâ, Muhammed´i ve onun dini­ni tasdik edici olarak batı tarafından gelir, Deccaİ´ı öldürür. Sonra da kıya­met kopar." [310]

Taberanî... Semüre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

"Doğrusu Mesih-i Deccal´m sol gözü kördür. O gözünün üzerinde kalın bir perde vardır. Anadan doğma körleri ve alacakları iyileştirir, ölüleri diril­tir ve "Ben sizin Rabbinizim" der. Allah´a sığınıp "Rabbim Allah´tır" diyen, sonra da ölünceye dek bu imanından vazgeçmeyen kimseye azâb ve fitne yoktur. "Rabbim sensin" diyense fitneye düşer. Deccal, Allah´ın dilediği sü­re kadar yeryüzünde kalacak, sonra Meryem oğlu İsâ Muhammed´i ve dini­ni tasdik edici olarak doğu tarafından gelecek, sonra da Deccal´ı Öldürecek­tir." Bu garip bir hadistir. [311]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Eslem´den rivayet etti ki; Câbir b. Abdul­lah şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) harre mıntikasındaki yollardan birinin üst başına geldi. Biz de yanındaydık. Buyurdu ki: "Deccal ortaya çıktığında Medine ne güzel bir diyar olacaktır! Medine´nin her bir girişine geldiğinde orada bir melekle karşılaşacak ve şehire giremeyecektir. Hal böyle olunca Medine, ahalisini üç kez sarsacak; o zaman her münafık erkek ve kadın çıkıp Deccai´ın yanına gidecektir. Ona gidenlerin çoğunu kadınlar teşkil edecektir, O gün kurtuluş günüdür.

Çünkü o günde Medine şehri, tıpkı körüğün demirdeki yaramaz unsur­ları ayıklayışı gibi, içindeki pislikleri ayıklayıp atacaktır. Deccal´la beraber yetmiş bin yahudi bulunacaktır. Her adamından birinin üzerinde bir taylesan ve süslü bir kılıç olacaktır. Deccal, çadırım arkların birleştiği yerde (Medine yakınında) kuracaktır... Kıyamet kopuncaya dek Deccal fitnesinden daha bü­yük bir fitne olmamıştır ve olmayacaktır da. Ümmetini ona karşı uyarmayan hiç bir peygamber yoktur. Hiç bir peygamberin (onun hakkında) ümmetine vermediği bir haberi size bildireceğim. (Sonra Rasûlullah elini gözlerinin üzerine koyarak dedi ki): "Şehadet ederim ki, Allah kör değildir." [312]

Abdullah b. Ahmed... Şa´bî´den rivayet etti ki; Câbir şöyle demiştir; Ra-Hah (s.a.v) Deccal´dan bahsedip şöyle dedi: "Şüphesiz Deccal´ın bir gö-SU kördür. Oysa Rabbiniz kör değildir." [313]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b, Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s a v) şöyle buyurmuştur: "Deccai´ın bir gözü kördür. O, yalancıların en şiddetlisidir." [314]

Müslim... Câbir´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur: "Ümmetimden bir grup, Meryemoğlu İsâ (yeryüzüne) ininceye dek hak­ka sahip olmaya devam edecektir." [315]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v), Deccal hakkında şöyle buyurmuştur: "Onun bir gözü kör olup kendi­si murdar, alçak ve parlak renklidir. Başı, kısa boylu bir yılanı andırır. İnsan­lardan Abdüluzzâ b. Katan´a en çok benzeyen odur. Şüphesiz sizin Rabbiniz kör değildir." [316]

İmam Ahmed b. Hanbel, Haris b. Üsame ve İbn Muallâ... İsrâ hadisiyle ilgili olarak İbn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v), Deccalı rüyada değil, uyanık iken baş gözüyle görmüştür. İsa´yı ve İbrahim´i de aynı şekilde görmüştür. Kendisine Deccaİ´ı sorduklarında Ra­sûlullah (s.a.v) şu cevabı vermişti: "Onu gördüğümde gözlerinden biri pırt­laktı. Parlak bir yıldızı andırıyordu. Saçları da ağaç dallan gibiydi." [317]


Dünyada Deccal Fitnesinden Daha Büyük Bir Fitne Yok mudur



İmam Ahmed b. Hanbel.,. Hişâm b. Âmir el-Ensarf den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Âdem´in yaratılışından kıyametin kopmasına kadar (geçecek zaman içinde) Deccal´dan daha büyük bir fitne vardır." [318]

imam Ahmed b. Hanbel... Hişâm b. Âmir´in, komşularına şöyle dediğiıı nakleder: Siz beni bırakıyor ve RasÛlullah´ın yanında benim kadar hazır unmayan ve onun hadislerim benim kadar hıfzetmeyen kimselerin yanma

"ÂHOr^UnUZ´ DoSmsu ben> Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim:

dem´in yaratılışından kıyametin kopmasına kadar (geçecek zaman içinde)-cccü´dan daha büyük bir fitne vardır." [319]

Imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Dehma´dan rivayet etti ki; Hişâmdar h"11 §°yle demiStir: siz beni bırakıyor ve Rasûlullahm yanında benim kalulü&aZlr bulunmayan ve onun hadislerini benim kadar hıfzetmeyen bir top1 y&nına gidiyorsunuz. Doğrusu ben, O´nun şöyle buyurduğunu işittim: ´´Âdem´in yaratılışından kıyametin kopmasına kadar (geçecek zaman içinde) Deccal´dan daha büyük bir olay vardır." [320]

İmam Ahmed b. Hanbel... Hişâm b. Âmir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Deccal´ın başının ardında eğri yol var­dır, eğri yol vardır. Onla "Rabbim sensin" diyen fitneye düşer. "Yalan söy­lüyorsun. Benim Rabbim Allah´tır. Ben O´na tevekkül ettim" diyene ise Deccal zarar veremez (veya fitne veremez)."[321]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´m menzili (Medine yakınındaki) şu çorak arazide olacaktır. (Medine´den) çıkıp onun yanına gidenlerin çoğunluğunu kadınlar teşkil edecektir. Öyleki adam; karısının, annesinin, kız kardeşinin ve halâsının yanına dönecek, Deccal´ın yanma gitmelerinden korktuğu için on­ları bağlayacaktır. Sonra Cenab-ı Allah müslümanlan Deccal´ın üzerine sa­lacak, müslümanlar onu ve taraftarlarını öldüreceklerdir. Öyleki yahudi, ağa­cın ve taşın altına gizlenecek, o ağaç ve taş, müslümanlara; "Şurada altımda bir yahudi var, gel de öldür onu!" diyecektir." [322]

İmam Ahmed b. Hanbel... Salim´den rivayet etti ki; İbn Ömer şöyle de­miştir: Rasûlullah (s.a.v) kalkıp cemaate hitap etti. Allah´ı lâyıkı olduğu veç­hiyle övdü. Sonra Deccal´dan bahsederek şöyle dedi: "Doğrusu ben sizi ona karşı uyarıyorum. Kavmini ona karşı uyarmayan hiçbir peygamber yoktur. Nuh da kavmini ona karşı uyarmıştır. Ama ben, hiç bir peygamberin kendi kavmine (bu hususta) söylemediğini size söyleyeceğim. Bilesiniz ki, onun bir gözü kördür. Oysa ki Allah kör değildir." [323]


Müslümanların Yahudilerle Savaşıp Onları Mağlub Edeceklerine, Hatta Yahudilerin, Müslümanların Kılıcı Karşısında Gizlenecek Bir Yer Bulamayacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Yahudiler sizinle savaşacaklar ama siz onları mağlub edeceksiniz. Öyle ki taş bile; ´Ey müslüman! Arkamda bir yahudi var gel de Öldür onu!´ diyecektir." [324]

İmam Ahmed b. Hanbel... Muhammed b. Zeyd´den yani Ebû Ömer b. Muhammed´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Biz veda haccından bahsediyorduk. Ama bunun Rasûlullah´la vedalaşmak olacağının farkında değildik. Veda haccı yapılırken Rasûlullah (s.a.v) bir hutbe irâd et­ti. Hutbesinde MesüVi Deccal´dan uzun uzadıya bahsetti ve şöyle buyurdu: "Allah´ın gönderdiği her peygamber, ümmetini Deccal ´a karşı mutlaka uyar­mıştır. Nuh, ümmetini ona karşı uyarmıştır. Nuh´tan sonraki peygamberler de ümmetlerini ona karşı uyarmışlardır. Ancak Deccal´ın durumuyla ilgili bir husus onlara gizli kalmıştır. O husus size gizli kalmayacaktır. Doğrusu Dec-cal´ın bir gözü kördür. Oysa Rabbiniz kör değildir." [325]

İmam Ahmed b. Hanbel... îbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´ın evsafım ümmetine bildirmeyen hiç bir peygamber yoktur. Ben de benden önceki peygamberlerden hiç birinin açık­lamadığı Deccal´la ilgili bir vasfı size açıklayacağım: Onun bir gözü kördür. Oysa Cenab-ı Allah kör değildir. Deccal´ın sağ gözü, çukurundan pırtlamış bir üzüm tanesi gibidir." Bu hadisin senedi sağlam ve hasendir. [326]

Tirmizî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; kendisine Deccal hakkında soru yöneltilen Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Haberiniz olsun ki, Aziz ve Celil olan Rabbiniz kör değildir. Oysa Deccal´ın, sağ gözü kördür. Çuku­rundan pırtlamış bir üzüm tanesi gibidir (o gözü)." Bu sahih ve hasen bir ha­distir. (Tirmizî, Fiten 60.)

İmam Ahmed b. Hanbel... Katâde´den rivayet etti ki; Şehr b. Havşeb şöyle demiştir: Muaviye´nin oğlu Yezid´e biat etmemize dair emir geldiğin­de Şam´a geldim. Avf el-Bekkâlî´nin kaldığı yeri bana bildirdiler. Yanma vardım. O esnada bir adam daha oraya geldi. İnsanlar onun oturması için, si­yah ve kırmızı renklerden dokunmuş desenli bir kilim serdiler. Gelen adam Abdullah b. Amr b. Âs´tı. Avf onu görünce konuşmasına son verip sustu. Sö­ze başlayan Abdullah dedi ki: Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işit­tim: ´´Hicretten sonra bir hicret daha olacaktır. İnsanlar, İbrahim´in hicret et­tiği yere meyledeceklerdir. Yeryüzünde sadece insanların şerlileri kalacaktır. Yerleri onları dışarı atacaktır. Ateş onları asi ve günahlârlarla ve domuzlarla bir arada toplayacaktır. Ateş onların geceledikleri yerde geceleyecek, istira­hat ettikleri yerde istirahat edecektir. Geride kalanı ise (yakıp) yiyecektir." Ravi Abdullah b. Ömer, bu hadisi naklettikten sonra şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu işittim:

"Doğu tarafında ümmetimden öyle bir gurup ortaya çıkacaktır ki; Kur´an okuyacaklar ama (okudukları), köprücük kemiklerinin ilerisine geç­mez. Onlardan her bir nesil ortaya çıktığında sonu getirilip yok edilir. (Rasû­lullah bu cümleyi on defa tekrarladı) onlardan her bir nesil ortaya çıktığında sonu getirilip yok edilir. Nihayet artakalanlarının arasından Deccal çıkar." [327]


Senedi Ve Metni Garip Bir Hadis:



Ebû´l-Kasım et-Taberanî... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.), Deccal hakkında şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın bir gözü kördür. Oysa Allah kör değildir. Deccal ortaya çı­kacak, yeryüzünde kırk sabah kalacak; Kabe, Kudüs ve Medine dışındaki her konağa uğrayacaktır. Onun bir ayı bir Cuma (hafta); bir cuması (haftası) da bir gün gibidir. Onunla beraber bir cennet ve bir de cehennem vardır. Cehen­nemi Cennet, Cenneti de Cehennemdir. Beraberinde bir ekmek dağı ve bir su nehri vardır. Allah´ın ondan başkasına musallat kılmayacağı bir adamı yanına çağırır. Adama: "Benim hakkımda ne diyorsun " diye sorar. Adam; "Sen Allah´ın düşmanısın, sen çok yalancı olan Deccal´sm!"der. Bunun üzerine Deccal bir testere getirtir. Tepesine koyup biçmeye başlar ve ikiye böler. Sonra da onu diriltir ve ona; "Şimdi ne diyorsun " diye sorar. Adam da şu cevabı verir: "Allah´a yemin ederim ki, önceleri seni şimdiki kadar iyi görüp tanımış değildim. Şimdi daha iyi tanıyorum seni. Sen, Rasûlullah (s.a.v.)´in bize haber verip anlattığı Aziz ve Celil olan Allah´ın düşmanı Deccal´sın!" (Adamın böyle cevap vermesi üzerine) Deccal ona bir kılıç darbesi vurur, ama ona güç yetiremez ve, "Şunu yanımdan uzaklaştırın" der." [328]

Şeyhimiz Zehebi, bunun garip bir hadis olduğunu söylemiştir. [329] Yakub b. Âsim tarafından rivayet edilen ve Deccal´in yeryüzünde ne kadar kalaca­ğından Hz. İsa´nın yeryüzüne inişinden bahseden hadis, ileriki sayfalarda ge­lecektir. [330]


Tesbih, Tehlil Ve Tekbir Cesedler İçin Azık Olamaz:



İmam Ahmed b. Hanbel... Şerh b. Havşeb´den rivayet etti ki; Esma bin-ti Yezid el-Ensariye şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) benim evimdeydi. Deccal´dan bahsederek dedi ki: "Ondan önce üç yıl süren bir kuraklık ola­caktır. Kuraklığın ilk yılında gök, yağmurlarının üçte birini; yerde bitkileri­nin üçte birini alıkoyacaktır. İkinci yılında gök, yağmurlarının üçte ikisini; yerde bitkilerinin üçte ikisini alıkoyacaktır. Üçüncü yılda ise gök, yağmurla­rının tümünü; yer de bitkilerinin tümünü alıkoyar. (Ve yağmur yağar, ne de bitki biter.) Dişli, tapanlı hiç bir canlı kalmaz, hepsi ölür.

Deccal´ın en şiddetli fitnelerinden biri şudur: Bir bedevi gelir. Deccal ona der ki: "Ne dersin, anne ve babanı sana dirilteyim mi Benim, senin Rab-bin olduğumu bilmiyor musun !" Bedevi, "Evet sen benim Rabbimsin" der. (Annesi ve babası ölmüş oldukları halde) şeytan ona, annesinin ve babasının kılığına bürünerek görünür."

Böyle dedikten sonra Rasûullah (s.a.v.) def-i hacette bulunmak üzere dı­şarı çıktı. Döndüğünde millet, onun anlattığı şeylerden ötürü keder ve üzün­tü içindeydi. Kapının iki halkasını tutarak; "Ey Esma! Yeter artık dur baka­lım" dedi. Ben kendisine; "Ey Allah´ın Rasûlü! Deccal´ı anlatmakla yürek­lerimizi ağzımıza getirdin" dedim. Buyurdu ki: "Eğer ben hayattayken o çı­kacak olursa onunla ben uğraşırım. Ama benden sonra çıkacak olursa, benim yerime Rabbim her mümini ona karşı korur." Ey Allah´ın Rasûlü! Allah´a yemin ederim ki; biz hamurumuzu yoğuruyoruz. Onu ekmek haline getire­meden hemen acıkıyoruz. O günde (kıtlık nedeniyle) müminlerin durumu niCe olacaktır diye sorduğumda buyurdu ki: "Göktekilere (azık olarak) yeten teşbih ve takdis, onlara da [331] yetecektir."[332]

İmam Ahmed b. Hanbel... Esmâ´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Meclisimde hazır bulunan ve söylediklerimi işiten buradaki dinleyici-ler, burada hazır bulunmayanlara tebliğ etsinler. Bilesiniz ki Allah´ta kusur yoktur; kör değildir. Deccal kördür; iki gözünün arasında kâfir kelimesi ya­zılıdır. Yazı bilen bilmeyen her mümin o kelimeyi okur." [333]

İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Deccal´ın ortaya çıkışından önce bir kıtlık görüleceğini anlatırken yanında hazır bulunanlar, "O gün hangi mal daha hayırlıdır " diye sormuş­lar, o da şu cevabı vermişti: "Siyahi köle... Çünkü o) sahibine su getirip içi­rir. Yemeğe gelince (o gün) yemek yoktur." O gün müminlerin yiyeceği ne­dir diye sordukarında^la şu cevabı vermişti: "Tekbir, teşbih, tahmid ve te-hildir." Hz. Aişe; "O gün araplar nerede olacaklar " diye sorunca da Rasû­lullah (s.a.v.), "O günde araplar az sayıda olacaklardır" diye cevap vermişti."[334]

Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş olup bu hadisin se­nedinde gariplik vardır. Esma ve Ebû Ümame tarafından rivayet edilen ve daha önce geçen hadis de bunun garip olduğunu teyid etmektedir. Doğrusu­nu yüce Allah daha iyi bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Salih´ten rivayet etti ki; Hz. Aişe şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) eve geldiğinde ağlıyordum. Bana "seni ağlatan nedir " diye sordu. "Ey Allah´ın Rasûlü, Deccal´ı hatırladım da onun için ağ­ladım" demem üzerine şöyle buyurdu: "Eğer ben hayattayken çıkarsa sizin yerinize ben ona yeterim. Eğer benden sonra ortaya çıkarsa, bilesiniz ki Rab-biniz kör değildir (onun hakkından gelir). Deccal, İsfahan yahudüeri arasın­dan çıkar; derken Medine´ye gelir. Şehrin bir ucuna iner. O zaman Medine şehrinin yedi kapısı olacaktır. Her bir giriş yerinde ikişer melek duracaktır. Medine´nin şerlileri çıkıp onun yanma gidecek. O da (onlarla birlikte) Şam bölgesindeki Filistin şehrinin Lüd kapısına gidecek; Meryem oğlu İsâ (yer­yüzüne) inip onu öldürecektir. Sonra da İsâ, adil bir İmam (devlet başkam) ve dürüst bir hakem olarak yeryüzünde kırk sene müddetle kalacaktır." [335]


Deccal, Mekke-İ Mükerreme Ve Medine-İ Münevvere´ye Giremeyecektir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Deccal, Mekke ve Medine´ye giremez." [336]

Sahih-i Buharî´de nakledildiğine göre Hişam b. Urve.... Esma binti Ebû Bekir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) güneş tutulması namazından sonra irâd ettiği hutbesinde şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu yakın bir zamanda fitneye maruz kalacağınız bana vahiy yo­luyla bildirildi." "Bu, Mesih-i Deccal fitnesinden önce vuku bulacaktır" mı dedi yoksa Bunların hangisini dediğini bilemiyorum. [337]

Müslim... Ümmü Serik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur;

"Doğrusu insanlar Deccal´dan kaçacak, öyleki dağ başlarına çıkacaklar­dır." Ey Allah´ın Rasülü! O gün araplar nerede bulunacaklar diye sordum. "O gün onlar azdır" diye cevap verdi. [338]

İbn Veheb... Urve´den rivayet etti ki; Ümmü Seleme şöyle demiştir: Bir gece Deccal´ı düşündüm, uyuyamadım. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.)´in yanına gidip durumu anlattım. Buyurdu ki: "Böyle yapma. Eğer ben aranız-dayken ortaya çıkarsa, sizin yerinize Allah beni onun karşısına çıkarır ve ben onun hakkından gelirim. Eğer ben öldükten sonra ortaya çıkarsa, iyi insanla­rı korumak için Allah onun hakkından gelir." Böyle dedikten sonra Rasûlul­lah (s.a.v.) kalkıp sözünü ayakta devam ettirdi: "Ümmetini ona karşı uyarma­yan hiç bir peygamber yoktur. Ben de sizi ona karşı önlem almaya çağırıyo­rum. Onun bir gözü kördür. Oysaki Cenab-ı Allah kör değildir." Zehebî, bu hadisin senedinin kuvvetli olduğunu söylemiştir. [339]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ali b. Zeyd´den rivayet etti ki; Ebû Nadre şöyle demiştir: Bir Cuma günü mushafımızı onunkiyle karşılaştırmak ama­cıyla Osman b. Ebi´l-As´ın yanına geldik. Namaz vakti olduğunda yıkanma­mızı söyledi yıkandık. Esans getirildi. Süründük; sonra mescide gittik. Dec­cal´ı anlatmakta olan bir adamın yanına oturduk. Sonra Osman b. Ebi´l-Âs geldi. Ayağa kalktık, kendisi oturunca biz de oturduk. Dedi ki: Ben Rasûlul­lah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Müslümanların üç şehri olacaktır. Bunlardan biri iki denizin birleştiği yerde, biri Cezire´de, biri de Şam´da olacaktır. İnsanlar üç ürküntü geçire­cekler ve Deccal, insanların arasında ortaya çıkacaktır.

Doğu tarafından süratle koşup gelecektir. İlk uğrayacağı yer, iki denizin birleştiği yerdeki şehir olacaktır. O şehrin ahalisi üç guruba bölünecektir. Bir gurup Şam´da ikamet edecek, olup bitenlere seyirci olacak; bir gurup bede­vilere katılacak; bir gurupta kendilerinden sonraki şehire gidecektir. Decca-l´ın beraberinde yetmiş bin taraftan bulunacak; Hepsi de taçlı olacaktır. Be­raberindekilerin çoğunluğunu Yahudiler ve kadınlar oluşturacaktır.[340]

Sonra diğer şehire giderek; oranın ahalisi de üç guruba bölünecek, bir gurup Şam´da ikamet ederek olup bitenlere seyirci kalacak, bir gurup bedevilere katılacak, bir gurupta yakınlarında Şam´ın batısında bulunan şehire gi­decektir. Müslümanlar Efik geçidine meyledecek, davar sürülerini (meraya) salacaklar ancak davarları musibete uğrayıp helak olacaktır. Bu onları daha bir sıkıntıya sokacak, şiddetli bir açlığa ve bitkinliğe maruz kalacaklardır. Öyleki, onlardan biri yayının kirişini yakıp (pişirip) yiyecektir. Onlar bu hal­deyken seher vakti bir ünleyici; "Ey insanlar! İmdadınıza yeten (ğavs) gel­di!.." diye üç kez yüksek sesle ünler. Birbirlerine "ne bu karnı tok bir adamın sesidir" derler. Sabah namazı vaktinde Meryem oğlu İsâ (a.s) yeryüzüne iner. Müminlerin emiri ona; "Ey Ruhullah, öne geç de namaz kıldır" der. İsâ (a.s) da; "Bu ümmet birbirlerinin emindirler" deyince emir öne geçip namaz kıl­dırır. Namazdan sonra İsâ (a.s) mızrağını alıp Deccal´in üzerine gider. Dec­cal onu görünce kurşun gibi erimeye başar. İsâ (a.s), mızrağını onun meme­sinin alt tarafına saplayıp öldürür. Adamları da hezimete uğrarlar. O gün on­lardan birini dahi gizleyen bir şey bulunmaz. Öyleki (arkasına duldalandık­ları) ağaç; "Ey mümhvşurada bir kâfir var!"; taş da; "Ey mümin, şurada bir kâfir var!" der." [341]

İmam Ahrned´in rivayetindeki ip uçlarından anlaşıldığına göre, bu ha­diste sözü edilen şehirlerden biri Basra, biri de Kûfe´dir.

İmam Ahmed b. Hanbel...Saîd b. Cehman´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Ebi Bekre şöyle demiştir: Babam şu mescitte (yani Basra mescidinde) ba­na hadis naklederek dedi ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Ümmetimden bir gurup Basra denen bir yere konup yerleşecek, sayıla­rı orada artacak, hurmalıkları çoğalacak, sonra ufak gözlü Kanturaoğulları, [342] Dicle denen kendilerine ait olan Dicle köprüsüne gelip konacaklar, o zaman müslümanlar üç fırkaya ayrılacaklar; bir fırka develerin kuyruğunu tutup çö­le gidecek ve helak olacaktır. Bir fırka kendi canından korkup geride kala­caktır. Bunlara öncekiler aynı durumdadırlar. Ama üçüncü fırka, ailelerini ve çoluk çocuklarını arkalarında bırakacaklardır. İşte bunların faziletlileri şehid olacaktır. Allah, geride kalanlarına fethi müyesser kılacaktır."[343]

Ebû Davud... Abdullah´ın babası Büreyde´den rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Ufak gözlü (Türk)ler üzerinize geleceklerdir. (Müsümanlar) onları üç kez geri püskürtecekler, nihayet onları Arap yarımadasına ulaştıracaklardır. Birinci püskürtmede onların kaçanları kurtulacak, ikincisinde bazısı kurtula­cak, bazısı helak olacak; üçüncüsündeyse kökleri kazınacaktır!" [344]

Sevrî... Zehr´den rivayet etti ki; İbn Mes´ud şöyle demiştir: "Deccalın ortaya çıkışı esnasında insanlar üç guruba ayrılacaktır. Bir gurup ona tabi olacak, bir gurup yavşan otunun bittiği bir diyara gidecek, bir gurupta Irak´ın deniz kıyısını tutacaktır. Deccal onlarla, onlar da Deccal´la savaşacaklardır. Nihayet müminler Şam köylerinde toplanacak, bir öncü birliği göndereceklerdir. Bu birliğin içinde doru (ya da alaca) atlı bir süvari bulunacaktır. Bun­ların hepsi öldürülecek, biri dahi geri dönmeyecektir." [345]

Hanbel b. İshak... Abdullah b. Bişr´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Gören (ya da sözüme yakın olan) kimse, (yani beni gö­rüp duyanlar) DeccaTın zamanına ulaşacaktır." [346]

Şeyhimiz Zehebi Ebü´z-Zari´, bu hadisin münker olduğunu, maruf ol­madığını söylemiştir. Ebû Ubeyde´nin önceki sayfalarda nakledilen hadisi de bu hususu teyid etmektedir.

Taberanî...Yezid b. Abdurrahman´dan rivayet etti ki; Seleme b. Ekva´ şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v)´e birlikte Akik tarafından geliyorduk. Se-niyye´ye vardığımızda buyurdu ki:

"Allah´ın düşmanı Mesih´in mevkilerine bakıyorum. O gelip falan yere konaklayacak, biraz dinlendikten sonra topluluklar gelip yanında yer alacak (ve ona tabi olacak) 1 ardır. Medine´nin her giriş yerinde şehri koruyan bir ya da iki melek bulunacaktır. Deccal´ın beraberinde biri cennetin, diğeri de ce­hennemin olmak üzere iki suret ve bir de insanların (ölmüş) anne ve babala­rının kılığına bürünen şeytanlar bulunacaktır. Bu şeytanlardan biri, diri bir insana; beni tanıyor musun Ben senin babanım veya kardeşinim veya falan akrabamın, ben (falan zamanda) ölmemiş miydim Bu bizim Rabbimizdir, buna tabi ol, diyecek. Allah ona dilediği hükmü verecek, müslümanlardan bi­rini üzerine gönderip onu susturacak, konuşturmayacak ve; "Ey İnsanlar! Bu yalancıdır. Sizi aldatmasın. Bu çok yalan söyler. Sözleri batıldır. Şüphesiz Rabbiniz kör değildir!" der. Deccal da ona, "Bana tabi olsana" der. (Adam onu reddedince) Deccal onu ikiye böler, parçalarım birbirinden ayırır ve (ya­nında duranlara): "Sizin için bunu tekrar eski haline döndüreyim mi " der. O adamı Allah diriltir. Ama adam, eskisine nispetle Deccal´ı daha çok tekzib eder ve ona daha çok söver. Der ki: "Ey insanlar! Siz müptela olduğunuz bir belâ ve meftun olduğunuz bir fitne gördünüz. Bakın, eğer bu doğru biriyse beni tekrar öldürüp diriltsin. Bilesiniz ki bu çok yalancıdır!" Deccal onun, as­lında cennet olan bu cehenneme atılmasını emreder. Sonra da çıkıp Şam ta­raflarına gider." [347] Bu hadisin rivayet sene­dinde adı geçen Musa b. Ubeyde el-Yezidî zayıf bir râvidir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Mihcen b. Edra´dan rivayet etti ki; Rasülul­lah (s.a.v), bir gün insanlara irâd ettiği bir hutbesinde şunları söylemiştir: "Kurtuluş günü... Kurtuluş günü nedir (biliyor musunuz )" Bu sözünü üç kez tekrarladı. Kendisine, "Kurtuluş gün nedir " diye sorduklarında şu ceva­bı verdi: "Deccal gelip Uhud dağına çıkar. Medine´ye bakar ve adamlarına, "şu beyaz kasrı biliyor musunuz Bu Ahmedin mescididir" der. Sonra Medi­ne´ye gelir. Şehrin girişlerinden herbirinde yalın kılıç duran bir melekle kar­şılaşır. Cürufun çorak arazisine gidip orada çadırını kurar. Sonra Medine üç kez sarsılır. Medine´nin münafık ve fasık erkekleriyle kadınlarından hiç biri şehirde kalmaz. Hepsi çıkıp onun yanına giderler. Kurtuluş günü, işte o gün­dür." [348]


Dininizin En Hayırlısı En Kolay Olanıdır:



İmam Ahmed b. Hanbel...İbn Ebi Recâ´dan rivayet etti ki; Mihcen b. Edra´ şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v) elimden tutup benimle birlikte Uhud dağına çıktı ve oradan Medine´ye bakıp şöyle dedi: "Vay, yazık! Medine, be­nim göz aydınlığımdır. Onu en iyi hade (veya hallerin en hayırlısında) bıra­kıyorum. Buraya Deccal gelecek ve şehrin kapılarının her birinde yalın kılıç duran bir melek bulacak, bu nedenle içeri giremeyecektir." Böyle dedikten sonra Rasülullah (s.a.v), elimden tutmuş olarak oradan indi ve mescide gir­di. Orada bir adam namaz kılmaktaydı. "Kim bu " diye sorunca ben o ada­mın iyiliklerini söyleyip övdüm, Bana; "Sus, kendisine duyurma, yoksa onu mahvedersin!" dedi. Sonra kadınlarından birinin odasına geldi, elini elimden çekti ve şöyle buyurdu:

"Doğrusu dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır. Doğrusu dininizin en hayırlısı en kolay olanadır."[349]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Müslümanlar Yahudilerle savaşmadan kıyamet kopmayacaktır. Müslü­manlar onları öldürecektir. Öyleki Yahudiler, taşların ve ağaçların arkasına gizlenecek; ağaçlar ve taşlar; "Ey Müslüman, ey Allah´ın kulu! Şurada ar­kamda bir Yahudi var, gel öldür onu!" diyeceklerdir. Yalnız garkad [350] ağacı hariç. (Bu onları ele vermeyecektir.) Çünkü o, Yahudilerin ağacıdır." [351]

Müslim de aynı senedle Kuteybe´den şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Sizler Türklerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktir." [352]

Allah bilir ya bu hadislerden zahiren anlaşıldığına göre, Türklerle yine Yahudiler kastedilmiştir. Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce´nin Ebû Bekr es-Sıddık´tan rivayet ettikleri hadiste de ifade edildiği gibi Deccal, ya-hudilerdendir.

İmam Ahmed b. Hanbel...Ebû Seleme´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim: "Şüphesiz, Deccal, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi olan yetmiş bin ta­raftarıyla Havran ve Kirman´a inecektir." [353] Bu, hasen bir hadis olup senedi sağlam ve kuvvetlidir.

Hanbel b. İshak... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v), in­sanlara bir hutbe irâd ederek Deccal´dan bahsetti ve şöyle buyurdu:

"Ümmetini Deccal´a karşı uyarmayan hiç bir peygamber yoktur. Ben­den önce hiç bir peygamberin vasıflandırmadığı şekilde onu size vasıflandı­racağım: Onun bir gözü kördür. İki gözünün arasında kâfir kelimesi yazılı­dır. Yazı bilen bilmeyen her mümin o kelimeyi okur." [354]


Mekke-i Mükerreme Ve Medine-i Münevvere, Allah´ın Emriyle Melekler Tarafından Korunacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Medine ve Mekke, meleklerce çembere alınacaktır. Bu şehirlerin her giriş yerinde bir melek duracaktır. Buralara Deccal ve veba giremez." [355]

Bu cidden gariptir. Mekke´nin bu bağlamda anılmış olması hiç bilinme­mektedir. Veba da aynen böyle... Doğrusunu Allah bilir.

Ebû Davud... Ubade b. Samit´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Size Deccal´dan bahsettim. Ama yine de anlamamanızdan korktum. Doğrusu Deccal; kısa boylu, kaba, sert, saçları (dikenli çalı gibi) kı­vırcık, tek gözlü, göz çukuru basık biridir. Eğer onu tanıyamazsınız bilin ki; Aziz ve Celil olan Rabbiniz kör değildir." [356]


Yüce Peygamberimizin Benî Temim Kabilesinin Faziletine Tanıklık Etmesi:



Buharı ve Müslim... Ebû Zür´a´dan rivayet ettiler ki; Ebû Hüreyre şöy­le demiştir: Oldum olası Benî Temim kabilesini üç şeyden ötürü severim:

1- Rasûlullah (s.a.v)in onlar hakkında şöyle buyurduğunu işittim: "On­lar, ümmetimin Deccal´a karşı en şiddetlileridir."

2- Onlardan toplanan zekât getirildiğinde Rasûlullah (s.a.v); "Bu, kav­mimin sadaka (zekât)larıdır" demişti.

3- Hz. Aişe´nin yanında o kabileden bir cariye vardı. Rasûlullah (s.a.v), Hz. Aişe´ye; "Bunu azâd et. Çünkü bu, İsmail (a.s)in evladındandır." [357]

Ebû Davud... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Deccal´dan bir şey işiten, ondan uzaklaşsın. Allah´a yemin ederim ki; adam onun yanına gelir, ortaya attığı şüphelerden dolayı onun mü­min olduğunu sanır ve ona tabi olur." [358]

İmam Ahmed b. Hanbel... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´dan bir şey işiten, ondan uzaklaşsın. Deccal´dan bir şey işiten, ondan uzaklaşsın. Çünkü adam ona gelir, mümin olduğunu sanır. Ondaki şüpheli durumlar nedeniyle yanında bulunmaya de­vam eder, nihayet ona tabi olur." [359]

Süfyân b. Uyeyne... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal yemek yer, çarşılarda dolaşır." [360]


Allah Katında Deccal Çok Değersizdir:



Müslim... Kays b. Hazim´den rivayet etti ki; Muğire b. Şube şöyle de­miştir: Hz. Peygamber´e Deccal´ı benden daha çok soran olmadı. Sordum.

Şu cevabı verdi: "Ondan sana ne zarar gelecek Şüphesiz o, sana zarar vere­mez." Ey Allah´ın Rasûlü! Onun beraberinde yiyecekler ve nehirler olacağı­nı söylüyorlar, demem üzerine Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi: "O, Allah katında bundan daha değersizdir [361] (Bunlara sahip olacak kadar değerli değil­dir)."[362]

Şüreyh b. Yunus... Kays´tan rivayet etti ki; Muğire b. Şube şöyle demiş­tir: Hz. Peygamber´e, Deccal´ı benden daha -ok soran biri olmadı. Bana, "Sorun nedir " diye sordu. Dedim ki: "Onun beraberinde ekmek ve et dağla­rıyla bir su nehri var, diyorlar." Hz. Peygamber şu cevabı verdi: "O, Allah katında bundan daha değersizdir. (Bunlara sahib olacak kadar değerli değil­dir.)" [363]

Müslim... Kays´tan rivayet etti ki; Muğire b. Şube şöyle demiştir: Hz. Peygamber´e, Deccal´ı benden daha çok soran biri olmadı. Hz. Peygamber bana; "Sualin nedir ", diye sorunca dedim ki: "Onun beraberinde dağlar ka­dar ekmek ve et, bir |e bir su nehri olduğunu söylüyorlar." Buyurdu ki: "O, Allah katında bundan daha değersizdir (Bunlara sahib olacak kadar değerli değildir.)" Buharî ve Müslim tarafından aktarılıp Huzeyfe ve diğerlerince ri­vayet edilmiş olan hadislerde anlatıldığına göre; Deccal´in suyu ateş, ateşi de soğuk bir sudur. Onun yanındaki harika şeyler hakikatte mevcud olmayıp sa­dece göze görünen (hayali) şeylerdir. İbn Hazm, Tahavî ve diğerlerinden olu­şan bir gurup ulema bu hadise dayanarak Deccal´in gözbağcı olduğunu, o za­manda insanlara göstereceği harikaların asılsız ve hayali şeyler olduğunu söylemişlerdir.

Mutezile´nin lideri Şeyh Ebû Ali el-Cübbâî, Deccal´in göstereceği hari­kaların gerçek olmayıp hayalî olduğunu, aksi takdirde bir büyücünün harika-sıyla peygamberin harikasının birbirine karışacağını söylemiştir. Kadı İyaz ve başkaları ona cevaben demişler ki: Deccal tanrılık iddiasında bulunacak­tır. Bu da insan olma vasfına aykırı bir şeydir. Şu halde onun harikalar gös­termesi imkânsız değildir.

Haricî, Cehmiye ve Mutezile´nin bir bölümü gibi bir çok fırkalar, Dec-cal´ın ortaya çıkacağına dair rivayetleri ve bu konuda nakledilen hadisleri tü­müyle red etmişlerdir. Böyle yapmakla onlar hiçte uygun bir iş yapmış olma­dılar. Çünkü böylelikle onlar ulema zümresinden uzaklaşmış oldular. Zira Rasûlullah (s.a.v)den bir kaç kanalla mütevatir olarak gelen sahih haberleri reddetmişlerdir. [364] Biz bunlardan, insanları ikna etmeye yetecek kadarını ön­ceki sayfalarda nakletmiştik. Kendisinden yardım dilenilecek zât, Yüce Al­lah´tır.

Önceki sayfalarda geçen hadislerden açıkça anlaşıldığına göre Cenab-ı Allah, Deccal´ın ortaya çıkışı esnasında yanında meydana getireceği harika­larla kullarını imtihan edecektir. Emri altına girenler için Deccal, göğe emir verip yağmur yağdıracak; yere emir verip bitki bitirecek; o bitkileri kendileri ve davarları yiyecek, (meraya giden davarları) onlara semiz olanı dönecektir. Deccal´ın çağrısına uymayıp emrini reddedenlere gelince onlar, kuraklı­ğa, kıtlığa, yokluğa, hastalığa, davarlarının ölüp yok olmasına; mal, can ve ürün azalmasına maruz kalırlar.

Onun fitnelerinden de, arıların kraliçe arının peşinden ardarda gidişi gi­bi yerdeki hazinelerinde peşpeşe ona gelmesi, o (bilinen) genci Öldürüp di-riltmesidir. Bütün bunlar gerçektir, asılsız değildir. Ama Cenab-ı Allah, kul­larını imtihan etmek için o zamanda bu gibi şeyleri meydana getirir. Bu fit­ne nedeniyle birçok kimse sapar, bir çok kimse de hidayete erer. Şüpheliler kâfir olur. Allah, inanaların da imanını artırır. Kadı İyaz ve diğerleri, aşağı­daki şu hadisi bu manâya yormuşlardır: "O, Allah katında- bundan daha de­ğersizdir." Yani O, Allah´ın mümin kullarını saptıracak harikalara sahih ola­cak değerde değildir. Bu olamaz. Çünkü onun zahirî bedeninde noksanlık, kendisinde de zulüm ve fücur vardır. Her ne kadar yanında harikalar görülse de o böyle bir durumdadır. İki gözünün arasında apaçık bir şekilde kâfir ke­limesi yazılıdır. Şeriat sahibi Hz. Peygamber bunu heceli olarak "Ke-fe-re" şeklinde telaffuz etmiştir ki, bu da o yazının manevi değil maddi olarak ya­zıldığını kanıtlamaktadır. Nitekim bazı insanlar o kelimenin, Deccal´ın alnın­da manen yazılı olduğunu söylemişlerdir. Onun gözlerinden biri kör olup çir­kin bir şekilde dışa doğru pırtlamiştır. "O gözü (su üzerinde) duran bir üzüm tanesi gibidir" sözünün manâsı işte budur. Yani o gözü fersizdir. Başka bir hadiste gözünden bahsedilirken "O, kireçle sıvalı bir duvar üzerindeki bal­gam gibidir" yani şekli çok çirkindir, denmektedir. Onun gözüyle igili olarak başka bir hadiste şöyle denmektedir: "Onun sağ gözü kördür, sol gözü gibi­dir." Ya bu rivayetlerden biri sağlamca hıfz edilmiş değildir; ya da kör diye tercüme ettiğimiz aver kelimesi fer eksikliği ve kusur anlamına gerilektedir. O zaman her iki gözünde de fer eksikliği ve kusur mevcuttur. O zaman her iki gözündede fer eksikliği ve kusur mevcuttur, demenin yanlış bir yanı ol­maz. Taberanî´nin aşağıda nakledeceğimiz rivayeti de bu şekilde manâlan-dırmayı takviye etmektedir:

Taberanî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Deccal´ın saçları (çalı gibi) kıvırcıktır, Kendisi alçak ve kusurlu yara-tıhşlı olup genizden konuşur. Başı ağaç dalı gibi olup sağ gözü gömük, diğeriyse su üzerinde duran bir üzüm tanesi gibi (pırtlak)dır." [365] Süfyan-ı Sevrî de Simâk´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. Ancak Önceki sayfalarda geçen bir hadiste, "Onun diğer gözü parlak bir yıl­dız gibidir" denmektedir. Şu halde onun bir gözü gerçekten kör, diğeri ise pırtlakık kusuru ie arızalıdır, şeklinde bir manâ vererek hadisler arasında uyum sağlayabiliriz. Doğruyu en iyi bilen, yüce Allah´tır. [366]


Kur´ân-ı Kerim´de Deccal´dan Niçin Açıkça Söz Edilmiyor



Adamın biri şöyle bir sual sormuş: Deccal´ın fücur ve şerri çok, fitnesi yaygın olduğu, tanrılık iddiasında bulunduğu; bütün bu hususlar yalan ve if­tira olduğu, bütün peygamberler ümmetlerini ona karşı uyardıkları halde ni­çin Kur´ân-ı Kerim´de ondan söz edilmemiş, insanlar ona karşı uyarılmamış, adı açıkça anılmamış, yalan ve inadı tenkid edilip açığa vurulmamış !

Buna bir kaç yönden cevap verilebilir:

1- Kur´ân-ı Kerîm´in şu âyetinde Deccal´a işaret edilmiştir: "Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya imanıle bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez."(En´âm, 6/158)

Tirmizî, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken... Ebû Hüreyre´den rivayet et­ti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şey ortaya çıktığında daha önce inanmamış veya imamyla bir iyilik kazanmamış olan kimseye artık imân etmesi fayda vermez. (O üç şey şunlardır:) Deccal, Dabbetü´1-arz, gü­neşin batıdan doğmasıdır." Tirmizî, bu hadisin sahih ve hasen olduğunu söy­lemiştir.

2- Önceki sayfalarda anlatıldığı ve bundan sonra da anlatılacağı gibi Meryem oğlu İsa, dünya semasından yeryüzüne inecek ve Deccal´ı öldüre­cektir. Kur´ân-ı Kerim´de de onun inişinden bahsedilmektedir:

"Ve "Meryemoğlu Mesih´i -Allah´ın elçisi- öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler. Bu husustaki bilgileri an­cak sanıya uymaktan ibarettir. Kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu kendi katma yükseltti. Allah güçlüdür, Hakimdir. Kitab ehlinden, ölme­den önce, İsa´ya inanmayacak yoktur. O, -gerektiği gibi inanmadıkların­dan,- kıyamet günü onların aleyhine şâhid olur." (Nisa, 4/157-159)

Bu ayeti kerimede geçen "Ölmeden önce" sözüyle Hz. İsa´nın kastedil­miş olduğunu tefsirde (yani İbn Kesir tefsirinde) belirtmiştik. [367] Yani O, yer­yüzüne inecek, hakkında birbirine zıt görüşler ileri sürerek ihtilafa düşen ki­tab ehli kimseler ona iman edeceklerdir. Örneğin hristiyanlar onun tanrı, ol­duğunu iddia ederlerken yahudiler onun (haşa) gayr-ı meşru bir çocuk olaraki. ğduğunu söylemişlerdir. Ama o, kıyamet gününden önce yeryüzüne inin­ce her iki tarafta ona isnad ettikleri şeylerin asılsız birer yalan ve iftira oldu­ğunu kesin bir şekilde anlayacaklardır.

Şu halde Kur´ân-ı Kerîm´de Meryem oğlu İsâ Mesih´in yeryüzüne ine­ceğinin bildirilmesi, hidayet rehberi ve Mesihi Hz. İsa´nın zıddı ve sapıklı­ğın lideri Mesih-i Deccal´ın da inecek olmasına bir işarettir. Çünkü birbirine zıt iki şeyden birini söyleyince diğerini söylemeye gerek kalmadığı, arapla-rın âdetindendir. Nitekim bu husus ilgili bahiste de anlatılacaktır.

3- Kendisini önemsemiş olmamak için Cenab-ı Allah, Kurân-ı Kerim´de Deccal´ın adını açıkça anmamıştır. Zira o, tanrılık iddiasında bulunacaktır. Böyle birinden bahsetmemek; yücelik, ululuk ve azamet sahibi, noksanlıklar­dan münezzeh olan Allah teâlânın durumuna aykırı değildir. Deccal, Kur´ân´da anılmayacak derecede hor, hakir ve zelil olduğu için, onun dava­sı da Kur´ân´da anlatılmamış ve ona karşı önlem alınması bildirilmemiştir. Ancak Peygamberler, Aziz ve Celil olan Cenab-ı Rabbül alemin´den güç ala­rak Deccal olayını ümmetlerine açıklayarak onları ona karşı tedbirli olmaya çağırmışlardır. Onun yanında saptırıcı fitneler ve harika gibi görünen asılsız şeyler bulunacağını söylerek ümmetlerini ona karşı uyarmışlardır.

Bu durumda peygamberlerin konuyla ilgili ihbarları ile yetinilmiştir. Takva sahiplerinin önderi ve insanlığın efendisi Hz. Âdem´den bu yana tüm peygamberlerin onun hakkında bilgi vermiş olması, Deccal´ın Kur´ân´da Al­lah tarafından anlatılmasına gerek bırakmamıştır. Zaten kendisi o kadar önemli biri de değildir. Cenab-ı Allah onun hakkında haber ve bilgi görevi­ni yüce peygamberlere vermiştir.

Firavun da Deccal gibi yalan ve iftiradan ibaret olan iddialarda bulundu­ğu halde Kur´an-ı Kerimde ne diye ondan bahsedilmiştir Ayrıca Firavun; "Sizin en yüce Rabbiniz benim" (Naziât, 79/24) ve, "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum." (Kasas, 28/38) demiştir, diye­cek olursanız:

Cevaben deriz ki: Firavun´un işi bitmiş ve yalanı her mümin ve akıllı kiş itarafından açıkça anlaşılmıştır. Deccal olayı, ileride vukubulacak bir olay­dır. Gelecekte kulları imtihan etmek maksadıyla meydana çıkacak bir hadise olduğundan ve kendisi de Allah tarafından önemsenmeyip tahkir edilmek is­tendiğinden dolayı Kur´ân´da kendisinden bahsedilmemiştir. Çünkü yalan olması nedeniyle bu, anılmayacak kadar değersiz bir olaydır. [368] Bu nedenle ona karşı bir uyarı yapılmamıştır.

Çok açık ve seçik olan bir şeyin adım söylemeye bazan gerek kalmaz. Nitekim Ölüm hastalığında Hz. Peygamber, Ebubekir es-Sıddik´i halife ola­rak tavsiye etmek amacıyla yazı yazmak istemiş sonra bundan vazgeçip şöy­le buyurmuş". "Allah ve müminler Ebubekir´den başkasını kabul etmezler." [369]

Değeri ve kadrinin yüceliği Sahabilerce açıkça bilindiğinden ötürü Ebu­bekir´in halifeliği için tavsiye mektubu yazmaktan vazgeçmişti. Hz. Peygam­ber, S;-habilerinin onu bırakıpta bir başkasına yönelmeyeceklerini biliyordu. Gerçekten de öyle oldu. Bu nedenledir ki bu hadis (El-Bidaye ve´n-Nihaye adlı kitabımızın) Peygamberlik delilleri bölümünde de geçtği gibi bir çok yerde nakledilmiştir, işlemekte olduğumuz konu da bu türdendir. Şöyleki: Peygamber (s.a.v.)´in, Deccal´ın ortaya çıkacağını açıklamış olması, Kur´ân´da ondan açıkça söz edilmesine ihtiyaç bırakmamıştır. Onun ortaya çıkacağına dair malumat o kadar açıktır ki, daha fazla bilgi vermeye gerek bırakmamaktadır. İdd^ia ettiği tanrılık iddiasına nispetle Deccal, açık denecek derecede kusurlu, pis-ve yerilecek haldedir. Cenab-ı Allah, böyle birinin mü­min kulları için tehdid oluşturamayacağını, onların Allah´a imanlarını, Rasû-lune teslimiyetlerini, hakkı tasdiklerini ve batılı redlerini daha da artıracağı­nı bildiğinden ötürü onu Kur´ân´da anmamıştır. Bu nedenledir ki, Deccal´ın Önce öldürüp sonra dirilttiği mümin kişi, kendisine şöyle diyecektir: "Allah´a yemin ederimki seni şimdi daha da iyi tamdım. Sen, bize Rasûlullah (s.a.v.)´in kendisinden bahsetmiş olduğu kör ve yalancı (Deccal)sın!" Bu ha­dis, Sahih-i Müslim´de de yer almaktadır. Bazılarının anlattıklarına göre Deccala böyle diyecek olan mümin kişi, Hızır (a.s.)´dır. El-Cami adlı eserin­de Kadı İyaz da bunu Ma´mer´den nakletmektedir.

Müsned adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel, Sünen adlı eseride Ebû Davud, Cami adlı eserinde Tirmizî... Ebû Ubeyde´den rivayet ettiler ki; Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beni görüp sözlerimi işiten kimsenin ona (Deccal´aJ ulaşacağını tahmin ediyorum." [370]

Bu görüşte olanlar bu hadisten takviye almaktadırlar. Ama bunun sene­dinde gariplik vardır. Belki de Peygamber (s.a.v.) efendimiz ikinci şıkta an­lattığımız Deccal´la ilgili hususlar kendisine açıklanmadan önce bu hadisini irâd etmiştir. Doğrusunu Allah blir.

Hz. Hızır kıssasında insanların, Hz. Hızır´ın hayatı hakkında söyledikle­rini naklettik. Oysa onun vefat ettiğini o kısımda nakletmiş olduğumuz delil­leriyle ispatladık. Meseleyi iyice anlamak isteyenler, (Elbidaye ve´n-Nihaye adlı kitabımızın) kısasül enbiya bölümündeki Hz. Hızır bahsine bakabilirler. Doğruyu en iyi bilen, yüce Allah´tır. [371]


Deccal’dan Korunma Yolu


Allah´a İhlaslıca Sığınmak, Kişiyi Deccal´ın Fitnesinden Korur:



Bu hususta bir kaç yoldan rivayet edilen sahih hadislerde anlatıldığına gö­re Rasûlullah (s.a.v.), namaz sonrası yaptığı dualarda Deccal fitnesinden Al­lah´a sığınır ve şu duayı okur, ümmetime de böyle yapmalarını emretmiştir:

"AÎlahım! Cehennem azabından, kabir fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden, Mesih-i Deccal fitnesinden sana sığınıyoruz." [372] Bu duâ; Enes, Ebû Hüreyre, Aişe, İbn Abbas, Sa´d, Amr b. Şuayb´ın dedesi­nin rivayet ettikleri hadiste mevcuttur. [373]


Kehf Suresinin Son On Ayetini Ezberleyip Onlarla Amel Etmek Kişiyi Deccal Fitnesinden Korur:



Şeyhimiz Ebû Abdillah ez-Zehebi, Deccal´dan Allah´a sığınmayla ilgili duanın Hz. Peygamberden mütevatir olarak rivayet edildiğini söylemiştir. Nitekim Ebû Davud... Ebû Derda´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Kehf sûresinden on ayet ezberleyen kimse, Deccal´ın fitnesinden ko­runmuş olur." [374]

Yine Ebû Davud... Katâde´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kehf suresinin başındaki âyetlerden ezberleyen kimse Deccal´dan ko­runmuş Our." [375]

Ebû Davud yine Katâde´den rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyuruldu-ğunu nakletmektedir:

"Kehf suresinin sonundan on ayet ezberleyen kimse, Deccal´ın fitnesin­den korunmuş olur." [376]

Deccal´dan uzak durmak gerektiği de İmran b. Husayn´dan rivayet edi­len şu hadisle emredilmektedir: "Deccal´ı duyan ondan uzaklaşsın."

Bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mümin ki­şi Deccal´ın yanına gelir. Onun mümin biri olduğunu sanır. Ortaya attığı şüp­heli şeyler nedeniyle ona tabi olur." [377]


Şerefli Medine Ve Mekke´de İkamet Etmek, Kişiyi Deccal Fitnesine Karşı Korur:



İnsanı Deccal fitnesinden karşı koruyan şeylerden biri de Medine ve Mekke´de -Allah oraları şereflendirsin- ikamet etmektir. Buharı ve Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet ettiler ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Medine´nin giriş yerlerinde (koruyucu) melekler vardır. Oraya taun ve Deccal giremez." [378]

Buharı... Ebû Bekir´den rivayet etti ki Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Mesih-i Deccal korkusu Medine´ye girmez. O gün de oranın yedi kapı­sı olacak ve her kapısında ikişer melek duracaktır." [379]

Tirmizî... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal Medine´ye gelir. Meleklerin orayı korumakta olduklarını görür. İnşaallah oraya ve taun ne de Deccal girer." [380]

Bir sahih hadiste de şöyle Duyurulmuştur:

"Doğrusu o (yani Deccal) Mekke´ye ve Medine´ye giremez. Orayı me­lekler korur."

Çünkü bu ikisi şerefli mekânlardır. Buralar, ona karşı güvenli haremler­dir. O, (yani Deccal) geldiğinde Medine yakınındaki çorak araziye konaklar. O zaman Medine şehri, ahalisini üç kez sarsar. Bu sarsıntı ya maddi, ya da manevi olacaktır. Bu hususta ileri görülmüş iki kavil vardır. O vakitte her mü­nafık erkek ve kadın, Medine´den çıkıp onun yanma gider. Böylece Medine şehri pisliklerini atmış olur ve şehir güzel kokularım etrafa yayar. Bu husus önceki sayfalarda geçefl bir hadiste de anlatılmıştır. Doğrusunu Allah bilir. [381]


Lânetli Deccal´ın Kısa Biyografisi:



O, âdemoğullarından biridir. İnsanlar için bir imtihan olsun diye Cenab-ı Allah ahir zamanda onu yaratacaktır.

"O, bu misalle bir çoğunu saptırır, bir çoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır." (Bakara, 2/26)

Tarih´inde Hafız Ahmed b. Ali el Abâr, Deccal´ın künyesinin Ebû Yu­suf olduğunu, Mücalid kanalıyla Şa´bî´den rivayet etmiştir. Ebû Davud´un Hz. Ömer´den, Câbir b. Abdullah´tan ve diğer sahabilerden naklen ifade et­tiğine göre Deccal, İbn Sayyad´ın kendisidir.[382]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın anne ve babası otuz sene çocuksuz dururlar. Bundan sonra tek gözlü, zararı çok fazla, faydası çok az, gözleri uyuyan arna kalbi uyuma-´an bir oğulları doğar."[383]

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) onun anne ve babasının evsafı-U anlatarak şöyle demiştir:

"Babasının etleri sarkık, burnu da gaga gibi uzundur. Annesi de meme­leri iri bir kadındır."[384]

Sonra Medine´de yahudilerden birinin çocuğu doğduğunu duyduk. He­men Zübeyr b. Avvam´la birlikte evlerine gittik. Ebeveyninin yanına vardı­ğımızda onların, tıpkı Rasûlullah (s.a.v.)´in anlattığı evsafta olduklarını gör­dük. Bebeğin de güneş altında yere serilmiş bir sesle fısıldayarak konuştuğu­mu gördük. Durumu ebeveynine sorduğumuzda dediler ki: "Otuz sene çocuk­suz bekledik. Çocuğumuz olmuyordu. Sonra tek gözlü, çok zararlı ve az faydalı şu oğlumuz doğdu." Ebeveyninin yanından çıkarken bebeğe uğradık. Bi­ze; "Ne durumda olduğunuzu biliyorum" dedi. Kendisine; "konuştuklarımı­zı duydun mu " diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Doğrusu benim görüşlerim uyur, ama kalbim uyumaz." Sonra onun İbn Sayyad olduğu ortaya çıktı."[385]

Bunu Tirmizi, Hammad b. Seleme´den rivayet ederek hasen bir hadis ol­duğunu söylemiştir. Ben derim ki: Bu, cidden münker bir hadistir. Doğrusu­nu Allah bilir.

İbn Sayyad, Medine yahudilerindendi. Lakabı Abdullah´tı. Saff olduğu da söylenir, Asıl adı Saff idi. Ama müslüman olduğunda Abdullah adını al­dı. Oğlu Ammare b. Abdullah, tabiilerinin büyüklerindendi. Mâlik ile diğer­leri ondan hadis rivayet etmişlerdir. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Sahih kavle göre Deccal, İbn Sayyad´dan başkasıdir. İbn Sayyad´a gelince o, deccallardan biriydi. Sonra tevbe edip müslüman olduğunu açıkladı. Allah onun kalbini ve yaşantısını daha iyi bilir.

Deccal´a gelince -ki onun fitnesi çok büyüktür- O, Fatıma bint Kays´ın rivayet ettiği hadiste kendisinden söz edilen kimsedir. Bu hadiste Rasûlullah (s.a.v.), Sahabilere Temim-i Darî´nin başından geçen bir serüveni anlatmış­tır. Bu hadiste Cessase´nin hikâyesi anlatılmaktadır. Ahir zamanda müslü-manların Kostantiniye denen Bizans şehrini fethetmelerinden sonra Decca-l´ın ortaya çıkmasına Allah tarafından izin verilecektir. O, ilk olarak İsfa­han´daki ´Yahudiye´ denen bir mahallede ortaya çıkacak; silahlı, yeşil şallı yetmiş bin İsfahan yahudisi etrafında toplanıp ona yardımcı olacaktır. Aynı şekilde yetmiş bin tatar ve bir kısım Horasan halkı da kendisine yardımcı ola­caktır. İlk başta zorba bir hükümdar suretinde ortaya çıkacak, sonra peygam­berlik, ardından da tanrılık iddiasında bulunacak; bu davasında ayak takımı cahil halk tabakasından bazı kimseler kendisine tabi olacak, Allah´ın doğru yola ilettiği salih kullan ve takvah taraftarlarıyla ona muhalefette bulunarak iddialarını reddedeceklerdir. Deccal peşpeşe beldeleri, kaleleri, mıntıkaları ve bölgeleri ele geçirecek, Mekke ve Medine dışında süvari ve piyadeleriyle uğramadık bir yer bırakmayacaktır. Yeryüzünde kalış müddeti kırk gündür. Birinci günü bir yıl, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir Cuma (hafta) kadar, diğer günleriyse normal günlerimiz kadar olacaktır. Ortalama olarak o, yer­yüzünde bir yıl, iki buçuk ay kalacaktır. Cenab-ı Allah onun eliyle bir çok harikalar yaratacak ve o harikalar sebebiyle de yaratıklarından dilediğini sap-tıracaktir. Müminlerse o harikalar karşısında inançlarında sebat edecek, imanlarına iman, hidayetlerine hidayet katacaklardır. Hidayet Mesihi olan Meryem oğlu İsâ, sapıklık mesihi olan Deccal´m zamanında Dımaşk´taki (şimdiki Emevi Camiinin) doğu minaresine inecektir. İnince de etrafında müminler toplanacak, Allah´ın takvâlı kullan ona sarılacaktır. Meryem oğlu İsâ Mesih onları yanına alıp Deccal´ın üzerine yürüyecektir. O zaman Ku­düs´e yönelip gitmekte olan Deccal´ı ve adamlarını Efik geçidinde yakalaya­cak, ancak Deccal orada kaçıp gidecek, Hz. İsâ onu Lüd kapısında yakalayaak ve şehîre girmekteyken ona; "Sana mutlaka bir darbe vuracağım. Benden kurtu´amazsın!" di)´ecek, Deccal onu görünce tuzun suda eriyişi gibi erime-başlayacak, Hz. İsa da onu Lüd kapısında mızraklayıp öldürecektir. Bir kaç kanaldan rivayet edilen sahih hadislerin de delalet ettikleri gibi Deccal orada ölecektir. Allah ona lanet etsin. Bu konudaki hadisler Önceki sayfalar­da nakledildiği gibi bundan sonra nakledilecektir.

Tirnizî... Mücemma´ b. Cariye´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) söyle buyurmuştur: "Meryem´in oğlu, Deccal´ı Lüd kapısında öldürecektir." [386]

İmran b. Husayn... Zührî´den rivayet etti ki; Salim´in babası şöyle de­miştir: Hz. Ömer, bir yahudiye Deccal´ı sordu. Yahudi şöyle cevap verdi:

"O yahudi olarak doğdu ki Meryem´in oğlu onu Lüd kapısında öldürsün." [387]


Deccal´ın -Allah .Kahretsin Onu- Evsafı:



Önceki kısımlarda geçen hadislerde anlatıldığına göre onun bir gözü kör, rengi çok parlak, ama pis ve çirkin, saçı da çoktur. Bazı hadislerde kısa, bazı hadislerde ise uzun boylu olduğu ifade edilmektedir> Önceki sayfalarda Câbir´den rivayet edilen bir hadiste anlatıldığına göre eşeğinin kulaklarının arasındaki mesafe kırk zira´dır. Başka bir hadisteki ifadeye göre ise yetmiş kulaçtır. Ancak bu hadis sahih değildir. Önceki hadisin sahih olup olmadı-ğmdaysa ihtilaf vardır. Marifet´üs-Sahabe adlı kitapta Abdan... Hut el-Ab-dî´den rivayet etti ki; Mes´ud şöyle demiştir: "Deccal´ın eşeğinin kulağı yet­miş bin kişiyi gölgelendirir." Şeyhimiz Hafız ez-Zehebî, Hut el-Abdî´nin meçhul bir ravi, rivayet edilen hadisinse münker olduğunu söylemiştir.

Deccal´ın gözlerinin arasında kâfir kelimesi yazılı olup her mümin o ke­limeyi okuyacaktır. Başının ardında da yollar ve yollar vardır.

Hanbel b. İshak... Eyyup´tan rivayet eti ki; Ebû Kalabe şöyle demiştir: Mescide girdim. İnsanların bir adamın etrafında toplanmış olduklarını gör­düm. Adamın şöyle dediğini işittim: Ben, Rasûlullah(s.a.v.)*iri şöyle buyur­duğunu duydum:

"Doğrusu benden sonra yalancı ve saptırıcı (Deccal) ortaya çıkacaktır. Onun başının ardında eğri yoîlar ve eğri yollar vardır." [388] Burada eğri yollar diye tecüme ettiğimiz ´hubük´ kelimesi, Zariyat su­resinde de geçiyor: "İçinde yörüngeler bulunan göğe andolsun..." (Zariyât, 51/7)

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s-a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadir gecesi sapıklık Mesihini (Deccalı) iyice görüp tanıdıktan sonra çıkıp yanınıza geldim. Mescidin kapısının önündeki >oşlukta iki kişinin arasında görünüyordu. Araya girmek için o iki adamı bi^z uzaklaştırdım. Ama şimdi o iki kişinin kim oldukları bana unutturuldu. adır gecesine gelince o geceyi, Ramazanın son onundaki tekli gecelerde

aştırın. Sapıklık mesihine gelince; onun bir gözü kördür, alnı açık, gerdanı >enıŞ> sırtı da biraz kamburdur. Katan b. Abdüluzzâ´ya benzemektedir."

Katan; "Ey Allah´ın Rasûlu; onun bu benzerliği bana zarar verir mi " di­ye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Hayır. Sen müslüman bir adamsın. Oysa kâfir biridir." [389]

Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbei rivayet etmiştir. Senedi de ha-sen´dir.

Taberanî... Hallad b. Salih´ten rivayet etti ki; Süleyman b. Şihâb el-Kay-sî şöyle demiştir: Ashabtan Abdullah b. Mağnem bana konuk olarak geldi. Hz. Peygamberden bana hadis naklederek onun şöyle buyurduğunu söyledi: "Deccal´da gizlilik yoktur. O doğu tarafından gelecek, hakka davet ede­cek, kendisine bu yüzden tâbi olunacak, bazı kimselerin üzerine gidip sava­şacak, onları mağlub edecek, bu tutumunu sürdürecek, nihayet Kûfe´ye gelip orada Allah´ın dinini ortaya koyacak (destekleyecek) ve onunla amel edecek, bu davranışından ötürü sevilecek, bundan sonra "Ben peygamberim!" diye­cek, bu yüzden her akıl sahibi ondan ürküp ayrılacak, bunun ardısıra bir müddet bekleyecek, sonra "Ben Allahım!" diyecek, Allah ta onun iki gözü­nü kör edecek, kulaklarını koparacak, gözlerinin arasına kâfir (kelimesi) ya­zılacak, (bu) hiç bir müslümana gizli kalmayacak, kalbinde hardal tanesi ka­dar iman bulunan herkes kendisinden ayrılacak; yahudiler, mecusiler, hıristi-yanlar ve şu müşriklerden olan acemler onun taraftarları olacaklardır. Bun­dan sonra Deccal, halkın gözleri önünde bir adamı çağıracak, (askerlerine) onu öldürmelerini emredecek ve adam öldürüp parçalanarak organları birbi­rinden koparılacak, onu bu haliyle insanlar da görecekler sonra adamın bir­birinden koparılıp ayrılmış olan organları yanyana getirilecek, Deccal değne-ğiyle ona vuracak, hemen ayağa kalkacak, Deccal ona; "Allah benim, Öldü­ren ve dirilten benim!" diyecek. Bu, insanları büyülemek için yapılan bir si­hirdir, Bununla bir şey yapılamaz. [390]

Ali b. Ebi Talib (Kerremellahü vechehu)dan, rivayet olunduğuna göre kendisi, Deccal hakkında şöyle demiştir: "O, Safi b. Sayid´dir. O, kuyruğu kesik bir eşeğe binmiş olarak İsfahan yahudileri arasından çıkacaktır. Eşeği­nin iki kulağı arasındaki mesafe kırk zira´, bir toymığundan diğer toynuğu arasındaki mesafe dört geceliktir. Eli göğe ulaşır Deccal´ın. Önünde duman­dan bir dağ vardır. Arkasindada başka bir dağ... İki gözünün arasına kâfir (kelimesi) yazılmıştır. "Ben sizin en yüce Rabbinizim!" der. Kendisine riya­kârlar ile veled-i zinalar tabi olacaktır." Bunu ed-Deccal adlı kitapta Ebû Amr ed-Danî rivayet etmiştir ki, senedi sahih değildir bu rivayetin. [391]


Tuhaf Ve Garip Bir Haber:



Nuaym b. Hammad -Kitab´ül Fiten´de- Abdullah b. Mes´ud´dan riva­yet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın iki kulağı arasındaki mesafe kırk zira´dır. Eşeğinin bir adımı, üç günde gidilebilen bir mesafe kadardır. O, sizden birinin su kanalına dalı­şı gibi denize (rahatlıkla) dalar. Ve insanlara şöyle der:

— Ben âlemlerin rabbiyim. Güneş benim iznimle döner. Onu durdurma­mı ister misiniz

— Evet. Güneşi durdurur. Öyleki bir gün, bîr ay kadar, ikinci gün bir Cuma (bir hafta) kadar uzar.

— Güneşi çabuk hareket ettirmemi ister misiniz

—- Evet.

(Çabuk hareket ettirince de) bir gün, bir saat kadar olur. Bir kadın gelip ona der ki:

— Ya Rab! Oğlumu, kardeşimi ve kocamı dirilt. (Deccal; oğlunun, kar­deşinin ve kocasının suretine bürünmüş şeytanları o kadına gönderir.) Öyle­ki evi şeytanlarla dolan o kadın, (oğlu, kardeşi ve kocası sanarak) şeytanları kucaklar.

Bedeviler de Deccal´a gelip derler ki:

— Ya Rab! (ölen) develerimizi ve koyunlarımızı dirilt. Deccal onlara ölen deve ve koyunlarının -hem de aynı yaşlarda- şekillerine bürünmüş şey­tanlar verir.

Onlar da, "Eğer rab olmasaydı, ölülerimizi diriltemezdi" derler. Decca­l´ın beraberinde şimşek ve yağmur dağları, hiç soğumayan sıcak et dağı, su nehri, bostan ve sebze dağı, ateş ve duman dağı vardır. "Bu benim cennetim, bu cehennemim, bu yiyeceğim, buda içeceğimdir"der. Elyesa´ (a.s.) da onun yanında durup insanları uyararak: "Bu, yalancı Mesih´tir. Sakının kendisin­den. Allah ona lanet etsin"der. Ve Cenab-ı Allah´ta ona, DeccaFın kendisine ulaşamayacağı kadar bir hafiflik ve sürat verir. Deccal, "Ben âlemlerin Rab­biyim" dediğinde insanlar ona, "yalan söylüyorsun!" derler. Elyesa´(a.s-) da, "insanlar doğru söylüyorlar"der.

Deccal Mekke´ye uğradığında (girişte) büyük bir yaratıkla karşılaşır. Ona, "Sen kimsin " diye sorar. O da; "Ben Cebrailim. Allah senin rasûlünün haremine girmene engel olmamı için beni gönderdi"der. Yine Mekke´ye uğ­radığında Mikâille karşılaşır ve (gerisin geri) kaçar. Sabah olunca da Mekke ve Medine´deki münafıklar şehirden çıkıp yanına giderler. Kostântiniye´yi fetheden ve kudüste birbirlerine ısınıp kenetlenen müslümanlara, (Deccal´ın ortaya çıktığını bildirmek için) uyarıcı gider. Deccal o müslümanlardan biri­ni yakalayıp, "Bu, kendisine güç yetiremeyeceğimi iddia edyor. öldürün şu­nu!" der. Adamı öldürüp yere yatırdıktan sonra, "Ben bunu dirilteceğim" der. Sonra o ölüye, "Kalk bakalım" der. O da Allah´ın izniyle dirilip kalkar. Al­lah, o ölüden başkasının dirilmesine izin vermez. Öldürüp te sonra dirilttiği o adama Deccal; "Seni öldürüpte diriltmedim mi " diye sorar; adam da şu cevabı verir: "Şimdi seni daha da fazla tekzib ediyorum. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), senin beni öldüreceğini sonra da Allah´ın izniyle dirileceğimi bana müjdelemişti." Adamın cildinin üstüne bakır levhalar konur. Sonra Deccal, görevlilerine, "Bunu şu haliyle ateşime atın!" der. Allah, ateşe atılan adamı uyarıcı adama dönüştürür. Bu nedenle insanlar onun hakkında şüpheye dü­şerler. Bundan sonra Deccal acelece Kudüs´e gider. Efik geçidinin üst tara­fına çıktığında müslümanlara zulmeder. Sonra müslümanlar "İşte imdadını­za koşan (ğavs) geldi!.." diye bir sesleniş duyar ve, "Bu tok bir adamın sözüdür"derler. Yeryüzü, rabbinin nuruyla aydınlanır. Meryem oğlu İsâ iner. Ve: "Ey müslümanlar! Rabbinizin buyruklarına karşı gelmekten sakının. O´nu teşbih edin" der. Dediğini yaparlar. Deccal ve adamları kaçmak isterler. Ce­nabı Allah, yeri onlara daraltır. Lüd kapısına geldiklerinde İsa peygamberle karşılaşırlar. Deccal İsâ peygambere bakınca Isa peygamber ona, "Hadi na­maz kıl der." O da, "Ey Allah´ın peygamberi, namaz kılındı" der. İsâ pey­gamber, "Ey Allah´ın düşmanı. Sen âlemlerin Rabbi olduğunu iddia ediyor­sun. Namazı kim için kıldın " der ve elindeki gürz ile ona bir darbe vurarak onu öldürür. Yardımcılarından herhangi bir şeyin arkasına gizlenenleri, dul­dalandıkları o şey; "Ey mümin! Bu Deccaldır. Gel Öldür şunu!" der. Müslü­manlar kırk sene rahat yaşarlar. Hiç kimse (bu süre zarfında) ölmez ve has­talanmaz. Adam koyununa, "Duaya git. Orada otlan ve doğur" der. Davar sü­rüleri (başkalarına ait) ekinler arasından geçerken bir başak dahi yemez. Yı­lanlar ve akrepler kimseye eziyet etmezler. Kulenin kapılarında canavarlar durur, ama kimseye eziyet vermezler. Mümin kişi buğdayı eline alır, sürül­memiş yere serper, buna rağmen bire yediyüz oranında ürün elde eder. Müs­lümanların yaşantısı bu minval üzere devam eder. Nihayet Ye´cuc ve Me´cuc şeddi yıkılır. Onlar da taşkınlık eder ve bozgunculuk yaparlar. Müslümanlar onlara karşı imdat dilerler, ama çağrılarına cevap verilmez.

Tur-i Sina halkına Cenab-ı Allah Kostantiniye fethini müyesser kılar. Onlar duâ ederler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, yerden ayaklı bir hayvan çı­karır. Bu hayvan kulaklarına girer, hepsi ölür. Cifeleri nedeniyle yeryüzü ko­kuşur. Pis kokmaları nedeniyle, ölüleri dirilerinden daha fazla rahatsız eder insanları. İnsanlar Allah´tan medet dilerler. Bunun üzerine Cenab-] Allah, Yemen tarafından tozlu bir fırtına estirir. Bu yüzden insanlar keder ve duman içinde kalırlar gribe yakalanırlar. Üzerlerindeki sıkıntı üç gün sonra ortadan kalkar. Leşleri denize atılır. Çok geçmeden güneş, batı ufkundan doğar. Ar­tık kimsenin tevbesi kabul edilmez. İblis de secdeye kapanarak; "İlâhî bana emret de dilediğin kimseye secde edeyim" diye yalvarıp yakarır. Şeytanlar etrafında toplanıp ona; "Efendimiz, kime yalvarıp yakarıyorsun " diye sorar­lar, o da şu cevabı verir: "Rabbimden beni diriliş gününe dek hayatta bırak­masını dilemiştim, işte güneş te batı ufkundan doğdu. Bu, malum vakittir."

Artık şeytanlar yeryüzünde görünmeye başlarlar. Öyleki kişi, "Bu beni yoldan çıkaran arkadaşımdı, onu rezil rüsvay eden Allah´a hamdolsun." der. İblis, ağlayarak secde etmeye devam der. Derken Dabbe (tül arz) çıkıp onu secde halindeyken öldürür. Bundan sonra müminler kırk sene daha yaşarlar. Her diledikleri kendilerine verilir. Kendilerine ilişilmez. Dabbetülarz´ın çıkı­şından itibaren geçen kırk sene tamamlanınca ölüm, hızlı bir şekilde onlara döner. Öyleki mümin kalmaz. Kâfir, "Keşke biz de müminlerden olaydık. Tevbemiz kabul edilmez" derler. Yollarda eşekler gibi birbirlerine karışır (zina eder)ler. Öyleki adam yol ortasında kendi anasıyla cinsel ilişkide bulu­nur. Hatta biri çıkar, biri iner. En iyileri, "Bu işi yaparken keşke biraz yol or­tasından kenara çekilseniz" diyendir. Bu hallerini devam ettirirler. Artık doSanların hiç biri nikâhlı evlilik mahsulü olmaz. Sonra Allah kadınları kısır-laşünr. Otuz sene müddetle çocuk doğmaz. Hepsi veled-i zina ve de insanla­rın en şerlileri olurlar. Bu hal kıyamet kopuncaya dek devam eder."

Taberanî de Abdurrahman b. Hatim el-Muradî kanalıyla Nuaym b. Hammad´dan böyle bir rivayette bulunmuştur. [392]


Reddedilen Bir Hadis:



Şeyhimiz Hafız ez-Zehebî... Hasan´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın eli bulutlara kadar uzanır. Denize girdiğinde sular (ancak) dizlerine kadar ulaşır. Batı ufkuna giderken güneşle yarışır ve onu geçer. (Dağlar ve) tepeler onunla beraber yürürler. Alnında ucu kırık bir boynuz vardır. Bedenine mızrak, kılıç ve kalkana varıncaya kadar bütün silahların re­simlerini yapmıştır." Şeyhimiz rivayet edilen zayıf bir hadis olduğunu söyle­miştir. [393]


Bir Hurafe Hadis Daha:



Kitab´ül İmân adlı eserde İbn Mendeh... Huzeyfe´den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben, Deccal´la beraber bulunan şeyleri kendisinden daha iyi bilirim. Onun beraberinde iki nehir olacaktır. Nehirler­den birinde görünüşte alevlenen ateş olacaktır. Diğerinde de bembeyaz su vardır. Sizden ona ulaşan kimse, gözlerini yumup onun beraberindeki ateş nehrinden içsin. Çünkü orada serin su vardır. (Su gibi görünen) diğer nehir­den uzak durun. Çünkü o fitnedir. Bilesiniz ki, onun gözlerinin arasına kâfir kelimesi yazılmıştır. Yazı bilen bilmeyen herkes o kelimeyi okur. Gözlerin­den biri (kör olup göz çukuru) dümdüzdür ve üzerinde kalınca bir deri par­çası vardır. Ahir ömründe o, Ürdün vadisindeki Efik tepesinin üstüne çıka­cak. Orada Allah´a ve ahiret gününe iman etmiş herkeste o tepeye çıkacak­tır. Deccal, müslümanların üçte birini öldürecek, üçte biri kaçacak, üçte biri de orada kalacaktır. Aralarına gece girer (ve savaşa ara verilir). Müminler birbirlerine derler ki: "Ne duruyorsunuz Rabbinizi razı etmek için kardeşle­rinize kavuşmak istemez misiniz Yanında fazla azığı bulunan, onu kardeşi­ne versin. Tan yeri ağardığında hemen namazınızı kılın. Sonra düşmanınızın üzerine yürüyün." Namaza kalkıp da imamları kendilerine namaz kıldırdığı esnada İsâ peygamber yeryüzüne iner. Namaz tamamlandıktan sonra; "Be­nimle Allah´ın düşmanının arasından çıkın" der. Deccal da İsâ Peygamberin karşısında tuzun suda eriyişi gibi erimeye başlar. Allah müslümanları ona musallat kılar. Müslümanlar onu öldürürler. (Taraftarları da taşların ve ağaç-´arın ardına kaçıp gizlenirler.) Öyleki taşlar ve ağaçlar; "Ey Allah´ın kulu; ey «luslüman! Şurada bir yahudi var, gel de öldür onu!" diye seslenirler.

Müslümanlar galib olurlar, haç kırılır, domuz öldürülür, cizye kaldırılır. Müslümanlar bu haldeyken Cenab-ı Allah Ye´cuc ve Me´cucu ortaya çıkar.

Öndekileri sudan içerler ama sondakileri geldiklerinde su bulamazlar. Çün­kü öndekiler suyu kurutmuş olup bir damla dahi bırakmamışlardır. Sondaki-ler "Burada şu eseri varF´derler. Allah´ın peygamberi (İsâ) ve adamları onla­rın peşinde olacak, derken onlar Filistin´in Bab-ı Lüd şehrine girerler. "Yer-yüzündekileri yendik. Gelin göktekileri de öldürelim." derler. Bundan sonra Cenab~ı Allah peygamberini çağırır. Deccalın adamlarının boğazında bir ya­ra meydana getirir. Hepsi ölürler bu yüzden. Pis kokulan müslümanları ra­hatsız eder. İsâ peygamber onlara beddua eder. Yüce Allah da bir rüzgâr es­tirerek onların bütün leşlerini denize attırır." [394]

Şeyhimiz Zehebî bu rivayetin senedinin düzgün olduğunu söylemiştir. Bence bunun ifadelerinde gariplik ve münker şeyler vardır. Doğrusunu yüce Allah daha iyi bilir. [395]


Ahir Zamanda Hz. İsa´nın Dünya Semasından Yeryüzüne İnişi:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Bu, bir de inkârlarından Meryem´e büyük bir iftirada bulunmalarından ve: "Meryem oğlu İsâ Mesih´i -Allah´ın elçisi- öldürdük" demelerinden Ötü­rüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle göründü. Ay­rılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler. Bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir. Kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hakimdir." (Nisa, 4/157-158)

İbn Cerir (et-Taberî), Tefsirinde.,. Saîd b. Cübeyr´den rivayet etti ki; İbn Abbas, aşağıdaki ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir: "Kitab ehlinden, ölme­den önce, İsa´ya inanmayacak [396] yoktur." (Nisa, 4/159)

Bu âyette geçen "Ölmeden Önce" sözüyle Meryem oğlu İsâ kastedilmek­tedir.[397]

Bu rivayetin senedi sahihtir. Avfî de İbn Abbas´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. [398]


Hz. İsâ Öldü Mü Yoksa Diri Diri Göğe Mi Kaldırıldı



"Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." Ebû Mâlik dedi ki: "Meryem oğlu İsâ şimdi Allah katında hayattadır. [399] Ama yeryüzüne indiğinde hepsi ona imân edecektir." Bunu İbn Cerir (et-Ta­berî) rivayet etmiştir. [400] İbn Ebi Hatim´in ondan yaptığı rivayete göre adamın biri, "Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inan­mayacak yoktur" âyetinin manâsını Hasan´a sormuş, o da şu cevabı vermiş: Hz. İsâ ölmeden bütün kitab ehli ona inanacaktır. Allah, İsa´yı kendi katına yükseltti. Kıyamet günü gelmeden, onu öyle bir konumda gönderecektir ki. iyi-kötü herkes ona inanacaktır.

Katâde, İbn Duame, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem ve başkaları da böyle demişlerdir. İleride de nakledileceği gibi bu hususta teyid edici ve Ebû Hüreyre´den rivayet edilmiş olan bir hadis, Buharı ve Müslim´in sahihlerin­de mevcuttur.

Bu ifadelerde anlatılmak istenen husus, Hz. İsa´nın şu an gökte yaşa­makta olduğudur. Gerçek, cahil ehl-i kitabın iddia ettikleri şekilde onun çar­mıha gerildiği değildir. Aksine Cenab-ı Allah onu kendi katına yükseltmiş­tir. Mütevatir hadislerin de gösterdikleri gibi Cenab-ı Allah, kıyamet günün­den önce onu dünya .semasından yeryüzüne indirecektir. Bu husus, önceki sayfalarda geçen Deçcal´la ilgili hadislerde açıklanmıştır. İleriki sayfalarda da ele alınacaktır. Kendisinden yardım dilenilen ve kendisine güvenilip da­yanılan zât, yüce Allah´tır. Güç ve kuvvet, ancak aziz ve hakim, ulu ve yüce Allah iledir. O ki kendisinden başka tanrı yoktur. Yüce Arş´ın Rabbidir.

"Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." Bu ayette­ki "Ölmeden önce" sözüyle; "Ehl-i kitaptan olan herkes ölmeden önce Hz. İsa´ya inanacak" manasının kastedilmiş olduğunu, İbn Abbas ile diğerlerinin söyledikleri rivayet edilmiştir. Eğer bu rivayet sahihse, yukarıda anlattıkları­mıza ters düşmektedir. Manâ ve sened bakımından sahih olan, bizim anlat-tıklanmızdır. Tefsirimizde (yani İbn Kesir tefsirinde) bunu yeterince anlat-mışızdır. Hamd ve minnet Allah´adır. [401]


Deccal’la İlgili Olarak Önceki Kısımlarda Nakledilmemiş Olan Hadisler



Müslim... Numan b. Salim´den rivayet etti ki; Yakub b. Asım b. Urve şöyle demiştir: Adamın biri, Abdullah b. Amr´ı ziyaret ederek ona, "Naklet­mekte olduğun şu hadis nedir hele Kıyametin falan zamanda kopacağını söylüyormuşsun. Öyle mi " diye sormuş. Abdullah b. Amrda ona şu cevabı vermiş: "Sübhanallah (ya da) lâilahe illallah (yahut buna benzer başka bir şey söyleyerek söze başlamış:) Hiç kimseye hiç bir zaman hadis nakletmemeye niyet etmiştim. Ama yakında hüzün verici bir durumla karşılaşacağınızı söy­lemiştim. (Böyle dedikten sonra sözüne devamla demişti ki:) Rasülullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Ümmetimin içinde Deccal çıkacak, kırk gün veya kırk ay veya kırk se­ne kalacak, sonra Cenab-ı Allah, tıpkı Urve b. Mes´ud´a benzeyen Meryem oğlu İsa´yı gönderecek, O da Deccali arayıp yakalayacak ve öldürecektir. Bundan sonra insanlar, -iki kişi arasında düşmanlık olmaksızın- yedi yıl da­ha kalacak (yaşayacak), sonra Cenab-ı Allah Şam tarafından soğuk bir rüz­gar estircek, bu nedenle de kalbinde zerre ağırlığınca hayır veya iman bulu­nan hiçbir kimse yeryüzünde kalmayacak hepsi ölecektir. Öyle ki sizden bi­ri dağın içine girse bile bu rüzgar oraya girip onu yakalar ve öldürür! İnsan­ların şerlileri hayatta kalırlar. Onlar da kötülük yapmakta kus gibi hafif, ar­zuladıklarını ele geçirmekte canavar karakterli olurlar. İyilikleri iyi, kötülük­leri de kötü karşılamazlar. Şeytan karşılarına geçer kendisine uymaları için onlara çağrıda bulunur onlarda, "Biz ne emrediyorsun " diye sorunca onla­ra; puta tapmalarını emreder. Bu haldeyken onlara bol rızık gelir. Geçimleri hoş olur. Bundan sonra sûra üflenir. Herkes boyun kaldırıp indirir (düşüp ölür). Sûrun sesini en başta devesinin havuzunu sıvamakta olan bir adam du­yar, düşüp ölür. Sonra Cenab-ı Allah bir yağmur yağdırır. Bu bir çisenti gi­bidir. Bununla ölü insanların cesedleri dirilir. Sûra ikinci kez üflenince de ölü cesedler kalkıp bakışıp dururlar. Sonra da, "Ey insanlar! Rabbimize gelin" denilir. "Onları durdurun. Çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır." Sonra, "Ateşten çıkarın" denilir. "Kaçta kaçı " diye sorulunca, "Her bin kişiden do­kuz yüz doksan dokuzunu çıkarın" diye cevap verilir. Bu, çocukların (saçla­rının ağarıp) ihtiyarladıkları ve paçaların sıvandığı zorlu bir günde (kıyamet gününde) olacaktır." [402]


Kıyamet Kopmadan Meydana Gelecek Bazı Garip Olaylar:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Meryem´in oğlu adil bir İmam (devlet başkanı) ve hakkaniyetli bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, barışı geri getirecek, kılıçları orağa dönüştürecek, her zehirlinin zehirini gi­derecek, gökteki rızık inecek, yerdeki bereket çıkacak, öyle ki çocuk yılanla oynayacak ta yılan ona zarar vermeyecek, kurtla koyun birlikte yayılacak ta kurt koyuna zarar vermeyecek, aslanla inek birlikte yayılacak ta aslan ineğe zarar vermeyecek." İmam Ahmed´in rivayet ettiği bu hadisin senedi sağlam, kuvvetli ve düzgündür. [403]


Kıyametten Önce İbadet Azalacak, Mal Ve Para Çoğalacak:



Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Nefsim kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; yakın za­manda Meryemin oğlu adil bir hakem olarak size inecek, haçı kıracak, do­muzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, malı (ve parayı) bollaştıracak, öyle ki hiç kimse malı (ve parayı) kabul etmeyecek, dahası, bir secde dünyadan ve içindeki şeylerden daha hayırlı olacaktır." Bu hadisi naklettikten sonra Ebû Hüreyre, "Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun"dedi: "Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur. O, -gerektiği gibi inanmadıkların-_ kıyamet günü onların aleyhine [404] şâhid olur." (Nisa, 4/159)

Hbubekir b. Merdeveyh... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s a v ) şöyle buyurmuştur: "Yakında Meryem oğlu içinizde adil bir hakem lacak Deccali öldürecek, domuzu öldürecek, haçı kıracak, cizyeyi kaldıra­cak arayı bollaştıracak, öyleki bir secde, dünyadan ve dünyadaki şeylerin tümünden daha hayırlı olacaktır." Bu hadisi naklettikten sonra Ebû Hüreyre´, "Dilerseniz şu âyeti kerimeyi okuyun" dedi:

"Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." (Nisa, 4/159) Yani Meryem oğlu İsâ ölmeden önce kitab ehli ona imân edeceklerdir." Ebû Hüreyre bu sözünü üç kez tekrarladı. [405]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Meryem oğlu İsâ inip domuzu öldürecek, haçı yok edecek, namaz onun için cem edilip kılınacak, (Bolca) para verecek, o kadar ki artık kimse (para­yı) kabul etmeyecek, haracı kaldıracak, ravha´ya inecek, oradan (Mekke´ye gidip) hac veya umre ya da her ikisini birlikte yapacak." Bu hadisi naklettik­ten sonra Ebû Hüreyre şu âyet-i kerimeyi okudu: "Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur. O, -gerektiği gibi inanmadıklarından- kı­yamet günü onların aleyhine şâhid olur." (Nisa, 4/159)

Bu hadisi Ebû Hüreyre´den nakleden Hanzele diyor ki: "İsâ (a.s.) ölme­den kitab ehli ona iman edecektir." Ebû Hüreyre böyle dedi. Ama bunun, onun sözü mü yoksa Hz. Peygamberin hadisi mi olduğunu bilmiyorum." [406]

imam Ahmed b. Hanbel ve Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsâ Ravha´da kalacak, oradan (Mekke´ye gdip) hac veya umre veya ikisini bir arada yapacaktır." [407]


Peygamberler Baba Bir Kardeşlerdir:



Buharî.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah(s.a.v.), şöyle buyur­muştur:

imamınız sizden biri iken Meryem oğlu İsâ size indiğinde durumunuz nice olacaktır " [408]

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Pey§amberler baba bir kardeşlerdir. [409] Anaları ayrıdır. Dinleri birdir. sınd´ yem °§m İsa´ya insanların en yakınıyım. Çünkü benimle onun araa peygamber yoktur. O, yeryüzüne inecektir. Onu gördüğünüzde (iyicetan bakıp) tanıyın. Orta boylu, pembe tenli olup üzerinde açık kırmızı renkli (alt­üst) iki giysi olacaktır. Başına ıslaklık isabet etmiş olmasa bile başından su damlayacaktir. Haçı kırıp paralayarak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıra­cak, insanları islâma davet edecektir. Allah onun zamanında İslâm dışındaki bütün ümmetleri helak edecektir. Allah onun zamanında Mesih-i Deccalı öl­dürecektir. Sonra yeryüzüne güvenlik gelecek, öyleki; aslanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar koyunlar birlikte otlayacak, çocuklar da yılanlar­la oynayacak, (bu minval üzere) İsa kırk sene kalacak, sonra vefat edecek ve müslümanJar cenaze namazını kılacaklardır."[410]

Ebû Davud da Katâde´den aynı hadisi rivayet etmiştir. Bu rivayetin de senedi sağlam ve kuvvetlidir. [411]


Peygamber (s.a.v) Efendimiz, İnsanlar Arassnda Hz. İsa´ya En Yakın Olandır:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Ben Meryem´in oğluna (İsa´ya) insanların en yakınıyım. Peygamberler aynı babanın evlatlarıdır. Benimle onun (yani İsa´nın) arasında peygamber yoktur." [412]

Buharî... Muhammed b. Süfyan kanalıyla Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben dünya ve ahirette Meryem oğlu İsa´ya insanların en yakınıyım. Peygamberler baba bir kardeşlerdir. Anaları ayrıdır. Ama dinler birdir." [413]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İsrâ gecesinde İbrahim, Musa ve İsâ (a.s.) ile görüştüm. Kıyametin kopması meselesini müzakere ettiler. Bu konuda karar verme işini İbrahim´e havale etiler. O; "Benim bu konuda bilgim yoktur" dedi. Bunun üzerine bu konuda karar verme işini Musa´ya havale ettiler. O da; "Benim bu konuda bilgim yoktur" deyince bu konuda karar verme işini İsa´ya havale ettiler. O bu konuda şöyle dedi:

"Kıyametin ne zaman kopacağını Allah´tan başka kimse bilemez. Aziz ve Celil olan Rabbimin bana bildirdiğine göre Deccal ortaya çıkacak ve ya­nında iki kdıç bulunacaktır. Ben görünce kurşun gibi eriyecektir ve beni gör­düğünde Allah onu helak edecektir. (Taraftarlar gizlenecek) öyle ki taşlar ve ağaçlar, "Ey müslüman, altımda bir kâfir var. Gel de öldür onu!" diyecektir. Aziz ve Celil olan Allah onları helak edecek, sonra insanlar kendi beldelerine ve vatanlarına döneceklerdir. O zaman Ye´cuc ve Me´cuc, çıkıp her tepeden akın ederek gelir, onların beldelerine ayak basarlar. Her neyin yanına gelirler­se onu mutlaka yer, hangi suyun yanına uğrarlarsa onu mutlaka içerler. Son­ra insanlar (beldelerine) dönerler; durumdan şikâyetçi olup Allah´a duâ eder­ler. Allah ta onları (yani Deccal´in adamlarını) helak edip öldürür. Öyleki onpis kokusu yerin her tarafını doldurur. Cerıab-ı Allah bir yağmur yağdıcesedlerini sular altında bırakır, nihayet onları denize atar. Aziz ve Celillan Rabbimin bana bildirdiğine göre bu olaylar vukubuldugunda kıyamet, doğurmak üzere olan bir kadın gibi olacaktır ki, kocası o kadının ne zaman kendisine sürpriz yapıp doğuracağını bilemez." İbn Mâce de Avvam b. HavL´den böyle bir rivayette bulunmuştur. [414]


Allah Rasûlu Mesih İsa´nın Ve Ahirzaman İnsanlarının Evsafı:



Buharî ve Müslim´in sahihlerinde sabit olduğuna göre Ebû Hüreyre, Ra­sûlullah (s.a.v.)´ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"İsrâ gecesinde Musa ile karşılaştım. (Böyle derken de evsafını anlattı:) Onun uzun boylu ve düz saçlı olduğunu gördüm. Tıpkı Şerve kabilesinin (o iri yan) adamlarına benziyordu. İsa´yla da karşılaştım (Böyle derken de ev­safını anlattı ve şöyle dedi:) Onun hamamdan (yeni) çıkmış gibi kızıl tenli bir adam olduğunu göfdüm." [415]

Buharî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Musa, İsâ ve İbrahim´i gördüm. îsâ; kızıltenli, kıvırcık saçlı ve geniş göğüslüydü. Musa ise iri yarı, düz saçlı biriydi. Tıpkı (Hindistan´daki) Zutt kabilesinin adamlarına benziyordu." [416]

Buharî ve Müslim... Nafi´den rivayet ettiler ki; İbn Ömer şöyle demiş-r: Rasûlullah (s.a.v.) bir gün halk arasında Mesih-i Deccal´dan bahsederek öyle buyurdu: "Hiç şüphe yok ki, Allah kör değildir. Haberiniz olsun ki; Mesih-i Deccal´in sağ gözü kördür. Onun gözü su üzerinde duran bir üzüm tanesi gibidir. Ben uyurken rüyada Cenab-ı Allah, Kabe´nin yanında bana bir adam gösterdi. O, esmerlerin en güzeli gibiydi. Saçları omuz arasına kadar uzanmıştı ve dümdüzdü. Başından su damlıyordu. Ellerini iki kişinin omuz­larına dayamış halde beyti tavaf ediyordu. "Kim bu " diye sordum. "Meryem oğlu Mesih´tir" dediler. Onun arka tarafında saçı kısa ve kıvırcık, sağ gözü kör birini de gördüm. Tıpkı İbn Katan´a benziyordu. Ellerini bir adamın omuzlarına dayamış halde beyti tavaf ediyordu. "Kim bu " diye sordum. "Mesih-i Deccal´dır" dediler." [417]

UbeyduUah da Nafi´den böyle rivayette bulunarak yukarıdaki rivayeti teyid etmiştir.

Sonra Buharî... Zührî´den rivayet etti ki; Salim´in babası şöyle demiştir: Hayır vallahi, Rasûlullah (s.a.v.), İsa´nın kızıltenli olduğunu söylemedi, ak­sine şöyle buyurdu: "Bir ara ben Kabe´yi tavaf etmekteyken esmer tenli, düz saçlı bir adam gördüm. İki adamın arasında yavaşça yürümekteydi. Başından su damlıyordu (yahut dökülüyordu.) "Kim bu " dedim. "Meryem oğlu Me­sih´tir" dediler. Gidip diğer tarafa baktığımda kızıltenli, iri yarı, kıvırcık saç­lı, sağ gözü kör bir adam gördüm. Gözü, su üzerindeki üzüm tanesi gibi pırt­laktı. "Kim bu " dedim. "Deccal´dır" dediler. İnsanlar arasında ona en yakın benzerlikte olan İbn Katan´dı." [418]

Ziihrî dedi ki: îbn Katan, Huzaa kabilesinden olup cahİHyet döneminde ölmüştür. Nüvas b. Sem´an´ın rivayet ettiği hadiste de kendisinden bahsedil­mişti önceki sayfalarda.

Şimdi yukarıdaki hadise, kaldığımız yerden devam ediyoruz: "Meryem oğlu Mesih, ala çehre bitkisiyle boyalı (alt ve üst) iki giysi giyinmiş ve elle­rini iki meleğin kanatlarının üzerine koymuş olarak Dımaşk doğusundaki be­yaz minareye iner. Başını eğdiğinde başından su damlar. Kaldırdığındaysa başından inci taneleri gibi sular yuvarlanır. Onun nefesinin kokusunu alan her kâfir, imkânı yok, mutlaka ölür. Onun nefesi gözlerinin görebildiği me­safeye kadar ulaşır." [419]

Hz. İsa´nın, Şam´ın doğusundaki beyaz minareye ineceğini bildiren en meşhur hadis budur. Bazı kitaplarda okuduğuma göre o, Şam´daki Emevi Camiinin doğusundaki beyaz minareye inecektir. Bu konuda hıfz edilen ha­dis belki de sadece budur. Hadisin ravisi bunu kendi anlayışına göre yorum­lamıştır. Şam´da, Emevî Camii´nin doğu minaresinden başka bir doğu mina­resinin var olduğu bilinmemektedir. Bu konuda en lâyık ve en münasip olan manâlandırma da budur. Çünkü Hz. İsâ, namaza durulduğu esnada yere ine­cek, kendisine, "Ey müslümanların imamı; ey Ruhullah, öne geç te namaz kıldır" diyen imama o; "Sen öne geç. Çünkü bu kamet senin (imamlığın) için yapılmıştır."der. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. İsâ, kendisine bu teklifte bulunan imama şu cevabı verecektir: "Sizler birbirlerinizin emirleri­siniz. Cenab-ı Allah bu ümmete ikramda bulunur."

Mezkûr minare zamanımızda hicretin 741. senesinde beyaz taşlarla ye­niden yapılmıştır. Bu, yerindeki eski minareyi yakan hristiy ani arın parasıyla yeni minarenin inşa edilmesi, belki de peygamberliğin apaçık delillerinden biridir. Şöyleki: Cenab-ı Allah bu minareyi yaptırmada hristiyanların parası­nı sarfettirmiştir ki; Hz. İsâ bu minarenin üzerine insin de domuzu öldürsün, haçı kırsın, onların verecekleri cizyeyi kabul etmesin. Ama onlardan İslama girecek olanların İslâmiyetini kabul edecek, İslama girmeyenleri öldürecek­tir. O gün yeryüzündeki diğer kâfirlere de aynı hüküm uygulanacaktır. Bu, Hz. Mesih hakkında verilen haberlerdendir. Onun şeriati bunu emredecektir. O şu bizim tertemiz şeriatimizin ahkâmını tatbik edecektir. Önceki sayfalar­da nakledilen bazı hadislerde de anlatıldığı gibi o Kudüs´e, başka bir rivaye­te göre Ürdün´e, başka bir rivayete göre de Müslümanların askerlerinin top­landığı garnizona inecektir. Önce de geçtiği gibi bu, Müslim´in bir rivayetin­de yer almaktadır. Doğrusunu Allah bilir.

Önceki sayfalarda da nakledildiği gibi Abdurrahman b. Âdem´in Ebû Hüreyre´den rivayet ettiği bir hadiste şöyle denmektedir: "... Ve o (İsâ) yere inecektir. Onu gördüğünüzde iyi tanıyın. O orta boyludur. Kırmızıyla beyaz arası (pembe) tenlidir. Üzerinde açık kırmızı renge boyanmış (alt ve üst) iki giysi olacaktır. Üzerine ıslaklık isabet etmemiş olsa da sanki başından su damlar. Haçı kırıp parçalar, domuzu öldürür, cizyeyi kaldırır. İnsanları İsla­ma davet eder. Allah onun zamanında İslâm dışındaki bütün dinleri yok eder.

Ve onun zamanında Mesih-İ Deccal´ı helak eder. Sonra yeryüzüne güvenlik iner. Öyleki; aslanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar koyunlarla birlik­te yayılır, çocuk yılanlarla oynar ve ona zarar vermezler (Bunların hiçbiri di­ğerine zarar vermez.) Hz. İsâ bu minval üzere yeryüzünde kırk sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar cenaze namazını kılarlar." [420] Buna İmam Ahmed b. Hanbel ve EbuDavud rivayet etmiştir. Sahih-i Müslim´de Abdullah b. Ömer´den rivayet edilen bir hadiste anlatıldığına gö­re Hz. İsâ, yeryüzünde yedi sene kalacaktır. Bu durumda iki hadis birbiriyle çelişir görünmektedir. Ancak bu yedi senelik süre onun yeryüzüne inişinden sonraki ikamet müddeti olarak, daha önce göğe kaldırılmadan önceki hayat müddetine eklenecek olursa -ki gerçekten de ömrü 33 sene idi- toplam kırk sene eder. Meşhur rivayet bu şekildedir. Doğrusunu Allah bilir.

Sahih hadiste sabi| olduğuna göre Hz. İsa´nın zamanında Ye´cuc ve Me´cuc ortaya çıkacak, kendi duasının berektiyle onları bir gecede helak edecektir. Bu husus önceki kısımlarda anlatıldığı gibi daha sonra da anlatıla­caktır. Yine hadiste anlatıldığına göre o, yeryüzüne indikten sonra ikameti zarfında hac da edecektir.

Muhammed b. Kâ´b el-Kurezî dedi ki: "İndirilmiş kitaplarda anlatıldığı­na göre Ashab-ı kehf, Hz. İsa´nın havarileri olacak ve onunla birlikte hacce-deceklerdir."

Kurtubî ahir zamandaki savaşlardan bahsederken Tezkire adlı kitabının sonunda ahiret ahvalini anlatıp şöyle demiştir: "Hz. İsâ, Medine-i Nebevi-ye´de vefat edecek, cenaze namazı orada kılınacak ve Hz. Peygamberin hüc­resine (mezarının yanma) defnedilecektir." Hafız Ebü´l-Kasım b. Asâkir de böyle demiştir. [421]

Ebû İsa et-Tirmizî de Cami adlı eserinin "Kitabü´l-Menakıb" bölümün­de bu hadisi rivayet etmiştir.

Zeyd b. Ahzem et-Tâî... Abdullah b. Selâm´m dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Tevrat´ta Hz. Muhammed´in evsafı anlatılmakta ve Mer­yem oğlu İsa´nın da onun yanma defnedileceği yazılıdır. Ebû Mevdud "Beyt´de bir mezar yeri kalmıştır" dedi." Bu, hasen ve garip bir hadistir. Os­man b. Dahhâk da böyle demiştir. Tirmizi´nin ifadesine göre bu zâtın asıl adı şöyledir: Dahhâk b. Osman el-Medinî et-Tecibî. Yüce Allah rahmet etsin. [422]


YE´CUC VE ME´CUC´UN ORTAYA ÇIKIŞI



Hz. İsâ, Deccal´ı öldürdükten sonra Ye´cuc ve Me´cuc ortaya çıkacak­tır. Onun duası bereketiyle Cenab-ı Allah Ye´cuc ve Me´cuc´u bir gecede tü­müyle helak edecektir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ye´cuc ve Me´cuc´un sedid yıkıldığı zaman her dere tepeden boşanır­lar. Gerçek vaad yaklaştığında, inkâr edenlerin gözleri beleriverir: "Vah bi­ze! Bundan önce gaflet içindeydik, hayır, zâlimdik" derler." (Enbiya, 21/96-97)

Zü´1-Karneyn kıssasıyla ilgili olarak da yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda iki dağın arasına varınca, orada nere­deyse hiç laf anlamayan bir millete rastladı. Dediler ki: "Zü´1-Karneyn! Doğ­rusu Ye´cuc ve Me´cuc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi " "Rabbimin bana ver­dikleri sizinkinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onla­rın arasına sağlam bir sed yapayım. Bana demir kütleleri getirin" dedi. Bun­lar iki dağın arasını doldurunca: "Körükleyin" dedi. Demirler akkor haline gelince: "Bana erimiş bakır getirinde üzerine dökeyim." dedi. Artık Ye´cuc ve Me´cuc bunu ne aşabildiler ve ne de gelip geçebildiler.

Zü´1-Karneyn; "İşte bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu yerle bir eder. Rabbimin verdği söz gerçektir"dedi.

Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sûr´a üf­lenince hepsini bir araya toplarız." (Kehf, 18/92-99)

Tefsirde (İbn Kesir tefsirinde) Zü´1-Karneyn kıssasını ve onun iki dağ arasında demirle tunç karışımından sağlam bir sed yapışından bahsetmişiz-dir. O bu şeddi yaptıktan sonra şöyle demişti: Yeryüzünde bozgunculuk ya­pan bir kavimle insanların arasına bu şeddi bir engel olarak koyması, Rabbi­min rahmetidir. Bu şeddin yıkılışı için takdir buyurduğu vade dolunca sed, yıkılacak ve yerle bir olacaktır. Rabbimin verdiği söz gerçektir. Mutlaka ye­rine gelir. Şeddin yıkıldığı günde onları bırakırız, bu yüzden dalgalar halin­de birbirlerine girerler. İnsanların arasına karışıp taşkınlık eder, her tepeden akın akın gelirler. Sonra kıyametin kopması için sûra üflenir. Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

"Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddi yıkıldığı zaman her dere tepeden boşanır­lar. Gerçek vaad yaklaştığında, inkâr edenlerin gözleri beleriverir." (Enbiyâ,21/96-97)

Nüvas b. Sem´an´la diğerleri tarafından Deccal´ın ortaya çıkışı ve İsâ Mesih´in yeryüzüne inişine dair rivayet edilen hadislerde Ye´cuc ve Me´cuc hakkında yeterli bilgi verilmiştir. [423]


Hz. Peygamberdin Araplara Yaklaşan Bir Şerre İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Zeynep binti Cahş´m şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a.v.) benim yanımda uyudu. Sonra yüzü kı­zarmış olarak uyandı. Uyanırken de şöyle diyordu: "Lâ ilahe illallah. Yakla­şan bir serden ötürü arapların vay haline! Bu gün Ye´cuc ve Me´cuc´un şed­dinden şöyle bir gedik açıldı. (Böyle derken de iki parmağını halka yaptı.)"

Başka bir rivayette anlatıldığına göre parmaklarıyla yetmiş veya doksan işareti yapmıştır.

Zeynep binti Cahş (r.a.) diyor ki: "Ey Allah´ın Rasûlu! Aramızda salih kimseler bulunduğu halde mi helak olacağız " diye sordum. Buyurdu ki: "Evet, pislikler çoğalınca..."[424]


Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışı:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğu­na göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmştur:

"Bu gün Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddinden bir gedik açıldı." Böyle der­ken Rasûlullah (s.a.v.) parmaklarıyla doksan işareti yaptı. [425]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ye´cuc ve Me´cuc hergün şeddi kazarlar. (Ge­dikten) güneş ışınlarını gördüklerinde amirleri, "Hadi dönün artık yarın ka-zarsınız"der. Ertesi gün oraya geldiklerinde şeddin eskisinden daha sağlam olduğunu görürler. (Bu hal uzun bir zaman böyle devam eder.) Nihayet va­deleri dolupta Cenab-ı Allah onları insanların üzerine göndermek istediğin­de yine kazarlar. (Gedikten) güneş ışınlarını gördüklerinde âmirleri, "Hadi dönün artık. İnşaallah yarın kazarsınız "der. (Bu defa sözüne inşaallah keli­mesini ekler.) Ertesi gün oraya geldiklerinde geldiği, bıraktıkları halde bulur­lar. Kazmaya başlarlar (gedik açılır) ve çıkıp insanların üzerine gelirler. Su­ları kuruturlar. İnsanlar onlardan korunmak için kalelerine sığınırlar. Ye´cuc ve Me´cuc göğe oklarını atarlar. Cenab-ı Allah´ta enselerine bir kurtçuk mu­sallat eder, böylece onları gebertir."

Sonra Rasûlulah (s.a.v.) şöyle demiştir: "Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki ölen Ye´cuc ve Me´cuc´un etlerini (yeyip) kanlarını (içerek) yeryüzündeki hayvanlar semizlenirler." [426]

İmam Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce bu hadisi başka kanallar­la Katâde´den rivayet etmişlerdir. İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim de Kâ´bü´1-Ah-bar´dan buna yakın ifadede bir rivayette bulunmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur´ "Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddi yıkılır ve on-!ar ortaya çıkarlar. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki: "Her dereden tepeden boşanırlar." İnsanlar onlardan korkup kaçar, şehirlerine ve kalelerine sığınır, davarlarını da yanlarına alırlar. (Ye´cuc ve Me´cuc) yeryüzünde dolaşır, su­ları içer (tüketirler). Öyleki onlardan biri, suyu tükenen nehire uğradığında "Bir zamanlar burada su vardı" der. İnsanların hepsi (onlardan korktukları için) şehirlere ve kalelere sığınır. Ye´cuc ve Me´cuc´un sözcüleri, "Yeryü-zündekilerin işini bitirdik, kaldı göktekiler"der. Sonra onlardan biri mızrağı­nı sallayıp göğe fırlatır. Belâ ve fitne (yani imtihan) için mızrakları kana bu­lanmış olarak onlara geri döner. Onlar bu haldeyken Cenab-ı Allah çekirge­nin boynunda çıkan kurtçuğa benzer bir kurtçuğu boyunlarına musallat kılar ve (bir gün) hepsi ölmüş olarak sabahlarlar. (Kendilerinden çıt çıkmaz) ses­leri duyulmaz. Müslümanlar; "Şu düşmanın ne yaptığına gidip bakmak için canını bize satacak (feda edecek) biri yok mu " derler. Adamın biri sevabını Allah´tan bekleyerek kendini ölüme adayıp ortaya çıkar; Ye´cuc ve Me´cuc´un bulunduğunu yere iner ve hepsinin birbiri üstüne yığılı vaziyette ölmüş olduklarını görür ve: "Ey Müslümanlar topluluğu, müjdeler olsun si­ze! Cenab-ı Allah sizin düşmanlarınıza yetti, (onların haklarından gelmiştir)" diye ünler. Müslümanlarda bu müjdeyi duyunca şehirlerinden ve kalelerinden dışarı çıkar, davarlarını mer´aya salarlar. Davarlarının yedikleri şey sadece Ye´cuc ve Me´cuc´un etleri olacaktır. Böylece davarları, merada yedikleri ot­tan daha fazla derece de semİZİeyeCektİr." [427]

İbn Mâce de... Muhammed b. İshak´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. Senedi de sağlamdır.

Nüvas b. Sem´an´ın rivayet ettiği hadiste de Hz. İsa´nın doğudaki bab-ı lüd yanında Deccal´ı öldürmesi anlatıldıktan sonra şöyle denilmektedir: "On­lar bu haldeyken Cenab-ı Allah, Meryem oğlu İsa´ya vahyederek: "Ben bazı kullarımı ortaya çıkardım. Onlarla savaşmaya gücün yetmez. (Sana tabi olan) kullarımı Tur´a götürüp koruma altına al" diye emir verir. Bundan sonra Al­lah, Ye´cuc ve Me´cuc´u ortaya salar. Onlar şu ayette anlatıldığı gibi, "Onlar her dereden tepeden boşanırlar". Hz. İsâ ve ashabı bu olay üzerine Aziz ve Celil olan Allah´a yönelir (duâ eder)ler. Allah da Ye´cuc ve Me´cuc boyun­larına kurtçukları musallat kılar. Hepsi bir tek kişi ölmüş gibi hep birlikte ölürler. Hz. İsâ ve ashabı (yine) Aziz ve Celil olan Allah´a yönelir (duâ eder)ler. Bunun üzerine Allah da Ye´cuc ve Me´cuc´un üzerine buhti deve­lerinin boyunları kadar kuşları salar. Bu kuşlar onları alıp Allah´ın dilediği yerlere atarlar." [428]

Kâ´bü´l-Ahbar dedi ki: "Kuşlar onları güneşin doğduğu yerde Mehil de­nen bir mıntıkaya atarlar."

(Şimdi hadis´e kaldığımız yerden devam edelim:)

"Allah bir yağmur gönderir. O yağmurdan ne bir ev, ne de bir çadır giz­li kalır. (Hepsi isabet alır) kırk gün süren yağıştan sonra yeryüzü ayna gibi olur. Toprağa "ürününü ver bereketini geri getir." denilir. (Meyveler o kadar büyük olur ki,) o gün bir topluluk sadece bir nar yer (ve duyar), o narın ka­buğunda da gölgelenirler.

Onlar bu haldeyken Cenab-ı Allah onların koltuklarının altına hoş bir rüzga´ estirir ve böylece her müslümanın (ya da her müminin) ruhunu alır. İnsanların şerlileri hayatta kalır. Onlar da eşekler gibi birbirne karışır (alenen zina ederler). Kıyamet de onların üzerine kopar." [429]

Hz. Muhammed, Hz. İbrahm, Hz. Musa ve Hz. İsa´nın toplanıp kıyame­tin ne zaman kopacağı konusunu görüşmeleri, bu hususta sözü Hz. İsa´ya vermek iyle ilgili olarak Müdebber b. Ubade´nin, İbn Mes´ud´dan rivayet ettiği hadiste şöyle denmektedir:

"...Kıyametin kopma zamanını derseniz, bunu Allah´tan başkası bilmez. Rabbimin bana bildirdiğine göre Deccal ortaya çıkacak, beraberinde iki kılıç bulunacak, beni görünce kurşun gibi eriyecek, beni gördüğünde Allah onu helak edecektir (Adamları, taşların ve ağaçların arkasına gizlenecek) öyleki taşlar ve ağaçlar: "Ey Müslüman, altımda bir kâfir var, gelde öldür onu!" di­yecekler, Allah onların tümünü helak edecek; bundan sonra insanlar kendi vatanlarına dönecek, 0 esnada Ye´cuc ve Me´cuc her tepeden boşanırcasına gelecek, insanların vatanlarına ayak basacak, yanına vardıkları her şeyi tüke­tecek, uğradıkları her suyu içeceklerdir. Sonra insanlar dönüp onlardan şikâ­yetçi olarak, onlara beddua edecek, Allah´ta Ye´cuc ve Me´cuc´un tümünü helak edip öldürecek, yeryüzünün her tarafı onların pis kokusuyla dolacak, Allah bir yağmur yağdıracak, cesedlerini sürükleyip denize atacaktır.

Rabbimin bana bildirdiğine göre bu olaylar olduğunda kıyamet, süresi­ni doldurmuş olupta gece veya gündüz doğuracağı ailesince bilinmeyen ha­mile kadın gibi olacaktır (Yani kıyametin eli kulağında olacaktır o zaman)."[430]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Harmele´den rivayet etti ki; teyzesi şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), akrep ısırdığı için parmağım sarmış olarak bize bir hutbe irâd etti; hutbesinde şöyle buyurdu: "Siz düşmanınız bulunmadığı­nı söylüyorsunuz. Oysa siz geniş yüzlü,küçük gözlü kumral saçlı, yüzleri de­ri üstüne deri kaplanmış kalkanları andıran ve her dereden tepeden boşalıp gelecek olan Ye´cuc ve Me´cuc´un ortaya çıkışı zamanına dek düşmanla sa­vaşmaya devam edeceksiniz." [431]

Ben derim ki: Ye´cuc ve Me´cuc, Âdem (a.s.)´in neslinden olan Türk­lerden iki guruptur. Nitekim sahih bir hadiste sabit olmuş ki; Cenab-ı Allah kıyamet gününde şöyle buyuracaktır:

— Ey Âdem!...

— Buyur AUahım.

— (Yüksek sesle) Ateşe gönderilecekleri ateşe gönder.

— Ne kadarını

— Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzunu ateşe; bir kişiyi de cen-nete gönder.

O günde küçük çocuğun saçı ağanp ihtiyarlar, gebe kadınlar da çocuk-•arını düşürürler. O zaman denilirki: "Müjdeler olsun size. Yerinize feda ol-^ak üzere Ye´cuc ve Me´cuc çıktı."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise onlara şöyle denilecektir: "İçi­nizde iki topluluk var ki, her neyin içine girerlerse onu mutlaka çoğaltırlar. (Bilesiniz ki;) onlar Ye´cuc ve Me´cuc´dur." Bu hadis, çeşitli rivayet yollan ve lafızlarıyla ileride gelecektir.

Sonra onlar, yani Ye´cuc ve Me´cuc, Havva (as.)´dandırlar. Bazılarıysa onların Havva´dan değil de Âdem (a.s.)´den olduklarını söylemişlerdir." [432]

Güya Âdem (a.s.) rüyada ihtilâm olmuş da dölsuyu toprağa karışmış ve Cenab´i Allah, Ye´cuc ve Me´cuc´u bu karışımdan yaratmış. [433] Bunu doğru­layacak bir delil yoktur ve bu hususta, sözünün kabul edilmesi vacib olandan (yani Rasûlullah´tan) bir hadis nakledilmiş değildir. Doğrusunu Allah bilir ya onlar Hz. Nuh´un oğlu ve Türklerin babası Yafes´in soyundan gelmekte­dirler. Önceleri yeryüzünde yaşıyor, başkalarına eziyet ediyorlardı. Bunun üzerine Zü´1-Karneyn onları sed dahilindeki mekânlarında muhasara altına aldı. Ve çıkmalarına yüce Allah izin verinceye dek orada kalacaklardır. On­ların durumu, önceki sayfalarda geçen hadisler de anlatılmıştır. [434]


Ye´cuc Ve Me´cuc, İnsanlardan Bir Kısımdır:



Bunlar da tıpkı küçük gözlü, şahin burunlu, kumral saçlı soydaşları olan Türklere benzerler. Şekil ve renkler aynıdır. Bunların bazısının çok uzun hur­ma ağacı gibi veya ondan daha uzun olduğunu, bazısında ufak tefek şeyler kadar kısa olduğunu, bazısının da iki kulağı olup kulaklarından biriyle örtün­düğünü, diğerini de döşek gibi altına serdiğini söyleyen de bilmediği bir işe girişmiş ve delili olmayan bir şeyi söylemiş olur. Hatta bu konuda şöyle bir hadis te varid olmuştur: "Ye´cuc ve Me´cuc´dan biri kendi zürriyetinden (doğmuş) bin kişi görmeden ölmez." Bunun sahih olup olmadığını ancak Al­lah bilir.

Taberanî... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; peygamber (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Doğrusu Ye´cuc ve Me´cuc, Âdem oğullarındandirlar. Sahverildikle-rinde insanların yaşantısını alt-üst ederler. Onlardan bir adam, geride bin ve­ya daha çok evlat bırakmadan ölmez. Onların gerisinde te´vil, marsu mensik adında ÜÇ Ümmet vardır." [435]

Bu, garip bir hadistir. Belki de ravî Abdullah b. Amr´ın sözüdür. [436] Doğ­rusunu Allah bilir.

İbn Cerir... Şube´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ebi Yezid şöyle demiş­tir: İbn Abbas, oyun oynarken birbirinin üstüne sıçrayan çocuklar gördü ve "Ye´cuc ve Me´cuc işte böyle çıkacaklardır" dedi. [437]


Kâbe-i Müşerrefe´nin Çarpık AyaklıMelun Zü´s-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:



"Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddi yıkıldığı zaman..." [438] mealindeki ayet-i ke­rimeyi tefsir ederken Kâ´b´ül-Ahbar´dan rivayet etmiştik ki; Zü´s-Sevika­teyn ilk olarak Hz. İsâ zamanında Ye´cuc ve Me´cuc´un öldürülmelerinden sonra ortaya çıkacaktır. Hz. İsâ onun üzerne yedi sekiz yüz kişilik bir öncü birliği sevk edecektir. Bu birlik hareket halindeyken Cenab-ı Allah Yemen taraflarından hoş bir rüzgar estirir ve bu rüzgarla bütün müminlerin ruhunu kabzeder, sonra ayak takımı kimseler hayatta kalır ve bunlar da hayvanlar gi­bi birbirlerinin üzerine sıçrarlar.

Kâ´b dedi ki: İşte p zaman kıyametin kopması çok yakındır.

Ben derim ki: Önceki kısımlarda nakledilen sahih bir hadiste de anlatıl­dığı gibi Hz. İsâ, yeryüzüne indikten sonra haccedecektir. [439]


Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışından Sonra Da Hac Ve Umre Yapanlar Olacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Sa´d´dan rivayet etti ki; Rasûlullah

(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ye´cuc ve Me´cuc´un ortaya çıkışından sonra da bu Beyt, hac ve umre İçin Ziyaret edilecektir." [440]


Kıyametin Kopmasından Önce Hac İbadeti Terk Edilecektir:



Abdurrahman... Katâde´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Beytin hac çin ziyareti terkedilmedikçe kıyamet kopmayacak-tir." [441]

Ebubekir el-Bezzar... Ebû Saîd el-Hudrf den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beytin hac için ziyareti terkedilmedkçe kıyamet kopmayacaktir." [442]

Ben derim ki: Bu hadislerle, Ye´cuc ve Me´cuc´un ortaya çıkışından sonra da Beytin hac ve umre için ziyaret edileceğini bildiren hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Ye´cuc ve Me´cuc ortaya çıkışından, onların öldü­rülmesinden, Mesih (a.s.) zamanında insanların güven içinde olup rızıkları-nın bollaşmasından sonra Cenab-ı Allah hoş bir rüzgâr estirerek her mümin kişinin ruhunu kabzedecek, Allah´ın peygamberi isâ (a.s.) vefat edecek, Müslümanlar onun Cenaze namazını kılacak, Rasûlullah (s.a.v.)´ın mezarı­nın yanına defnedilecek, sonra Kabe, -her ne kadar Kâ´b´ın dediği gibi isa´nın zamanında ortaya çıkmışsa da ondan sonra- Zü´s-Sevikateyn tarafın-jan^yıkılacak (ve artık haccedilmeyecek)tir. [443]


Allah´ın Şerefli Kıldığı Kabe´nin Melun Zü´ş-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Habeşli Zü´s-Sevikateyn, Kabe´yi tahrib edecek, zinetlerini yağmalayacak, örtüsünü çıkaracaktır. Ben onu mafsalları eğik, daz­lak bir kimse olarak kazma ve küreğiyle Kabe´ye vurmakta olduğunu görür gi­bi oluyorum."[444]

Bu hadisin senedi sağlam ve kuvvetlidir.

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Onu çarpık ayaklı, siyah tenli bir kimse olarak Kabe´yi taşlarını birer birer sökerek yıkarken görür gibi oluyorum." [445]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Zü´s-Sevikateyn, Habeşli olup Allah´ın beytini yıkacaktır." [446]

Müslim de... Abdülaziz b. Muhammed ed-Deraverdî´den böyle bir riva­yette bulunmuştur. [447]


Kıyametten Önce Kahtan Mıntıkasında Bir Zalimin Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



Yine aynı senedle rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Kahtan´dan bir adam çıkıp da insanları asâsıyla önüne katma­dıkça kıyamet kopmayacaktır."[448]

Bu hadisi hem Buharî hem de Müslim değişik senedlerle Ebû Hürey­re´den rivayet etmişlerdir. Ortaya çıkacağı bildirilen bu adam, Zü´s-Sevika­teyn olabilir. Ama bir başkası da olabilir. Çünkü Zü´s-Sevikateyn Habeşlidir, bu zalimse kahtan´lıdır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kölelerden Cehcah adında bir adam hükümdar olmadıkça gece ve gün­düz SOna ermez." [449]

Müslim de... Ebubekir el-Hanefî´den böyle bir rivayette bulunmuştur. Ceh­cah, Zü´s-Sevikateyn´ın adı olabilir doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ömer b. Hattab´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mekke halkı (şehirlerini terkedip) çıkar, son­ra çok azı hariç oraya uğramaz (veya oradan geçmez) ler. Sonra şehir yine (insanla) dolar. Yine oradan çıkar ve artık ebediyyen oraya uğramazlar." [450]


Deccal, Mekke Ve Medine´ye Giremez



Medine-i Nebeviye´nin sakini (Hz. Muhammed)´ne salat-ü selâmların en üstünü ve en faziletlisi olsun. Sahih hadiste sabit olduğuna göre -ki bu ha­dis önceki sayfalarda da geçmişti- Deccal´ın Mekke ve Medine´ye girme im-

kâm olmayacaktır. Medine´nin giriş yerlerinde, Deccal´ın şehre girmesine engel olmak için koruyucu melekler bulunacaktır. Sahih-i Buharî´de... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Medine´ye Mesih-i Deccal ve veba giremez." [451]

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Deccal, Medine dışında çadır ku­racak, şehir halkı üç kez sarsılacak, bundan sonra şehirdeki tüm münafık ve fasık erkeklerle kadınlar çıkıp onun yanına gidecek; tüm mü´min ve müslü-man erkeklerle kadınlarsa şehirde kalıp sebat edecektir. O güne kurtuluş gü­nü denilir. Medine hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "O hoş ve temizdir... Pislik ve murdar şeyleri atar. Güzel kokusu etrafa saçılır." [452]

Yüce Allah da bu hususta şöyle buyurmuştur: "Kötü kadınlar, kötü er­keklerle, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar, iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar." (Nûr, 24/26)|.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki: Medine-i Münevvere Deccal´ın za­manında şen ve mamur olacaktır. Allah elçisi İsâ Mesih´in zamanında da şen ve mamur olacaktır. Hatta İsâ Mesih (a.s.) orada vefat edecek ve oraya gö­mülecektir. Sonra insanlar orayı bırakıp gideceklerdir. Nitekim bu husus ön­ceki kısımda da anlatılmıştı.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ömer b. Hattab (r.a.)´dan rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yolcu, Medine çevresinde dolaşacak, sonra da "Burada çok sayıda mümin vardı." diyecektir." [453]


Yerden Bir Yaratığın (Dabbet´ül-Arz´ın) Çıkıp İnsanlarla Konuşması:



Yüce Allah buyurdu ki: "Kendilerine söylenmiş olan [454] başlarına geldiği zaman, yerden bilmedikleri bir yaratık çıkartırız. Onlarla konuşarak, insanla­rın âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler." (Nemi, 27/ 82)

Bu âyet-i kerimeyle ilgili açıklamayı tefsirde (yani îbn Kesir tefsirinde) yaptık. Orada konuyla ilgili hadislerin de yetecek miktarını naklettik. Eğer onları burada da topluca nakletmiş olsaydık güzel ve yeterli olurdu. Allah´a hamdolsun.

İbn Abbas, Katâde ve Hasan dediler ki: "Yukarıdaki âyet-i kerimede ge-Çen (ve, "Onlarla konuşarak" diye meallendirdiğimiz) tükellimühüm kelime­si, onlarla her hangi bir şekilde hitab eder, demektir."

İbn Cerir (et-Taberî) ise şöyle demeyi tercih etmiştir: "Bu kelimenin an­lamı, onlara hitab ederek şöyle demesidir: ´İnsanlar âyetlerimize kesin olarak inanmıyorlar.´ " İbn Cerir bunu Atâ ve Ali´den nakletmiştir. Ancak bunun üzerinde ihtilaf vardır. İbn Abbas ise bu hususta şöyle demiştir: "Tükellimü-hüm kelimesi, onları ortaya çıkarır anlamına gelmektedir, yani kâfirin alnına "Kâfir"; müminin alnına da "Mümin" kelimesini yazar. Bu kelime, onlara hi­tab eder anlamına da gelebilir."

Bu kavil iki kanaldan nakledilmekte olup güzel ve sağlamdır. Böylece iki manâyı da kapsamış olmaktadır. Doğrusunu Allah bilir. [455]


Kıyametten Önceki On Alâmet:



Önceki sayfalarda da geçtiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Müslim ve Sünen sahipleri, Ebû Şüreyh, Huzeyfe b. Üseyd´den rivayet ettiler ki; Rasû-lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Siz on alâmeti görmeden önce kıyamet kopmayacaktır. {O alâmetler şunlardır): Güneşin batı ufkundan doğması, duman, Dabbe(tü´l-arz), Ye´cuc ve Me´cuc´un çıkışı, Meryem oğlu İsa´nın ve Deccal´ın çıkışı, biri batıda bi­ri doğuda olmak üzere üç kez yere batma olayının görülmesi, bir de Aden´in derinliklerinden bir ateşin çıkması. Bu ateş, insanları önüne katıp sürer, on­ların geceledikleri yerde yanlarında geceler, öğlen istirahati yaptıkları yerde yanlarında istirahat eder." [456]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Deccal, duman ve Dabbetü´1-arz ortaya çıkmadan, kıyamet kop­madan ve kendiniz ölmeden önce salih ameller işleyin." [457]

İbn Mâce... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmşu-tur: "Şu Altı şey vukubulmadan önce salih ameller işleyin: Güneşin batı uf­kundan doğması, duman, Dabbetü´1-arz ve Deccal´ın ortaya çıkması, sizin (ferdî) Ölümünüz ve kıyametin kopması." [458]

Ebû Davud et-Tayalisî... Abdullah b. Ubeyd´den rivayet etti ki; Abdul­lah b. Mes´ud ailesinden bir adam şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Dabbetü´l-arz´dan bahsederek şöyle dedi: "Zaman içinde onun üç çıkışı ola­caktır. (İlk defasında) çölün en uç tarafında çıkacak ve ünü Mekke´ye ulaş-mayacaktır. Uzun bir zaman gizlendikten sonra çölün Mekke´ye yakın bir ye­rinde çıkacak, ünü çölde yükselip (yayılacak) ve haberi Mekke´ye girecektir.

Sonra bir ara insanlar Allah katında en hürmetli ve en mükerrem mescid olan Mescid-i Harâm´dayken korkunç bir halde aniden Hacer-i Esved ile Makam-i İbrahim arasında böğürerek ve başındaki toprakları silkeleyerek karşılarına çıkar. İnsanlar onu görünce kimi dağınık, kimi toplu halde onun yanından kaçışırlar. Müminlerin topluluğu kalır. Allah´ın takdirinden kaçıp kurtulamayacaklarım anlarlar. Dabbetü´1-arz apaçık bir şekilde karşılarında görünür. Yüzlerini aydınlatır, adeta parlak bir yıldıza dönüştürür. Arkasını dönüp yeryüzünde koşmaya başlar. Kovalayan, onu yakalayamaz. Ondan kaçan da kurtulamaz. Öyleki adam Allah´a sığınarak arka taraftan ona yaklaşır. Adama; "Ey falan! Namaz kılmıyor musun " diye sorar. Adam ön tarafına geçer bu defa da adamın yüzüne bir alamet koyar, sonra da kaçıp gider. İn­sanlar mal ve parada ortak olurlar. Şehirlerde dost ve arkadaş olurlar. Mümin ile kâfir apaçık halde birbirinden ayırdedilip tanınır. Öyleki: Mümin: "Ey kâ­fir! Hakkımı öde." der. Kâfir de: "Ey Mümin! Hakkımı öde." der."[459]

Bunda gariplik vardır. İbn Cerir de bunu Yeman´dan merfu olarak riva­yet etmiştir. İbn Cerir´in bu rvayetinde anlatıldığına göre Dabbetü´1-arz, Hz. İsa´nın Kabe´yi tavaf edişi esnasında yerden çıkacaktır. Ancak o rivayetin se­nedinde şüpheli şahıslar vardır. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Mâce... Abdullah b. Büreyde´den rivayet etti ki; babası şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.) beni, badiyenn Mekke yakınındaki bir yerine götürür­dü. Etrafında kum bulunan kurak bir yere vardığımızda Rasûlullah şöyle bu­yurdu: "Dâbbe (tül aii) buradan çıkacaktır." Gösterdiği yerin derinliği bir ka­rış, genişliği de bir [460] fitr kadardı."[461]

İbn Büreyde dedi ki: "Ben bir kaç sene sonra hacca gittiğimde bize orayı gösterdiler. Genişliği ve derinliği değneğimle ölçtüm. Şu kadar olmuştu. Yani zamanla derinlik ve genişliği, Dabbenin çıkabilmesine elverişli olacak kadar genişliyordu. Doğrusunu Allah bilir. Abdürrezzak el-Muammer, Katâde´den rivayet etti ki; İbn Abbas, Dabbetü´1-arz hakkında şöyle demiştir: "Dâbbe; tüy­lü bir hayvan olup dört ayaklıdır. Tihame vadilerinden birinden çıkacaktır."

Saîd b. Mansur da, Osman b. Matar kanalıyla İbn Abbas´tan aynı sözle­ri rivayet etmiştir.

İbn Ebi Hatim... Atiyye´den rivayet etti ki; Abdullah b. Abbas şöyle de­miştir: "Dâbbetülarz, Safa tepesindeki bir yarıktan at gibi koşarak üç günde çıkacaktır. Ve ancak üçte biri ortaya çıkabilecektir."[462]

Abdullah b. Amr şöyle demiştir: "Dâbbe, bir kayanın altından çıkacak­tır. Doğuya yönelip imleyecek, sesini oraya ulaştıracak; sonra yemene yöne-Hp ünleyecek, sesini oraya ulaştıracak, sonra Mekke´den çıkıp yola koyula­cak ve (Mekke´ye iki konak mesafedeki) Usfan´a varacaktır."

Bundan sonra ne olacak diye sorduklarında Abdullah b. Abbas, "Bilmi­yorum" cevabını vermişti:

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Dabbetü´1-arz, (Lut kavminin şehri) Sedum´un alt tarafından çıkacaktır."

Bunlar birbirine zıt kavillerdir. [463] Doğrusunu Allah bilir.

Beyhakî´nin rivayetine göre Ebû Tufeyl şöyle demiştir:

"Dabbetü´1-arz, Safa veya Merve tepesinin altından çıkacaktır."

İbn Ebi Hatim... Ebû Meryem´den rivayet ettiki; Ebû Hüreyre şöyle de­miştir:

"Dabbetü´l-arz´da her renk vardır. İki boynuzu arasındaki mesafe, süva­ri için bir fersah kadardır."

Rivayete göre Müminlerin emiri Ebû Talib oğlu Ali (r.a.) şöyle demiş­tir: "Dâbbetülarzın başı, tüyü, toynağı, kuyruğu ve sakalı vardır. O üç gün içinde at koşar gibi süratle yerinden çıkacaktır. (Buna rağmen ancak) üçte bi­ri ortaya çıkar onun." Bunu İbn Ebi Hatim rivayet etmiştir.[464]

İbn Cüreyc´in rivayetine göre Ebû Zübeyr, Dabbetü´l-arzın tasvirini ya­pıp şöyle demiştir: "Başı sığır başı, gözü domuz gözü, kulağı fil kulağı, boy­nuzu keçi boynuzu, böğürü kedi böğürü, kuyruğu koç kuyruğu, ayaklan de­ve ayağı gibidir. İki mafsalın arası on iki zira´dır. Onunla birlikte Musa´nın asası, Süleyman´ın mührü de ortaya çıkar. Musa´nın asası, Süleyman´ın mührü de ortaya çıkar. Musa´nın asâsıyla yüzüne beyaz bir nokta koymadık bir mümin bırakmayacaktır. Sonra o beyaz nokta yayılıp yüzün her tarafını ağartır. Süleyman´ın mührüyle de yüzüne siyah bir nokta koymadık bir kâfir bırakmayacaktır. Sonra o siyah nokta yayılıp yüzün her tarafını karartır. (Böylece müminler ve kâfirler birbirlerini rahatlıkla tanırlar) öyleki insanlar çarşılarda alışveriş yaparken "Ey Mümin, bu kaça Ey kâfir, bu kaça " diye sorarlar ve öyleki ev halkı sofralarına otururlar. Aileden kimin mümin, kimin kâfir olduğunu (birbirlerinin yüzüne bakıp) bilirler. Sonra Dabbetü´1-arz on­lara der ki: "Ey falan! Müjde, sen cennetliksin. Ey falan! Sen de Cehennem­liksin." Bu durum Cenab-ı Allah´ın şu kavl-i şerifinin tahakkukudur: "Ken­dilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bilmedikleri bir ya­ratık çıkartırız. Onlarla konuşarak insanların âyetlerimize kesin olarak inan­madıklarını söyler." (Nemi, 27/82)

Önceki kısımlarda da naklettiğimiz gibi Ebû Nuaym´m kendi tasnifi olan Kitabü´l-Fiten ve´1-Melâhim´de Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet ettğine göre Dabbetü´1-arz, lanetli ve kovulmuş İblis´in soyundandır. Bunun sıhhat derecesini Allah bilir.

Müslim... Ebû Zür´a´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Amr şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.)´den duyduktan bu yana şimdiye dek unutmadığım şöyle bir hadisi dinleyip ezberledim:

"(Kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğması ve kuş­luk vaktinde Dâbbe(tülarz)ın insanların karşısına çıkmasıdır. Bunlardan hangi­si önce görülürse, diğeri de çok kısa bir süre sonra görülür."[465]

Yani bunlar, alışılmadık alâmetlerin ilkidirler. Her ne kadar Deccal´ın ortaya çıkışı, Hz. İsa´nın gökten inişi, Ye´cuc ile Me´cuc´un zuhur edişi bun­dan önceyse de bunlar alışılmış şeylerdir. Çünkü bunları ve benzerlerini gör­mek, insanların alışık oldukları şeylerdir. Ama Dâbbetül-arz´ın garip ve alı­şık olunmayan bir şekilde ortaya çıkışı, insanlarla konuşması, onlara iman veya küfür damgasını vurması, adet dışı bir durumdur. Güneşin alışık olun­mayan bir şekilde batı ufkundan doğması nasıl ki semavî alametlerin ilkiyse, Dabbetü´l-arzın da bu şekilde ortaya çıkması, arzî alâmetlerin ilkidir. [466]


GÜNEŞİN BATI UFUKTAN DOĞMASI



Güneş batıdan doğduktan sonra tevbe edenin tevbesi kabul edilmez.

Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin gelmesini mi yahut Rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar Rab­binin bir takım mucizeleri geldiği gün, insan daha önce inanmamışsa veya imâniyle bir iyilik kazanmamış s a, imânı ona fayda vermez. Onlara: "Bekle­yin, doğrusu biz de bekliyoruz" de." (En´âm, 6/158)

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.), aşağıdaki şu âyet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir:

"Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün, insan daha önce inanmamış­sa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imânı ona fayda vermez."[467]

Mucizelerin geldiği günden kasıt, güneşin Batı ufkundan doğduğu gün­dür."

Tirmizî´nin rivayetine göre Vekî´, bunun garip olduğunu söylemiştir.

Buharı bu ayeti tefsir ederken... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıyamet kopmaz. İnsanlar onu böyle görünce yeryüzündeki herkes imân eder. Ancak bu öyle vakitte yapılacak ki daha önce inanmamış kimseye bu vakitteki imâ­nı fayda vermeyecektir." [468]

Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Batı ufkundan do­ğup da insanlar onu bu halde gördüklerinde -kişiye imânının fayda vermedi­ği bir zamanda- hep birlikte imân ederler." Böyle buyurduktan sonra Rasû­lullah (s.a.v.) En´âm suresinin -yukarıda naklettiğimiz- 158. âyetini okudu. [469]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şey görüldüğünde, daha Önce inanmamış ve­ya imanıyla bir iyilik kazanmamış olan kimseye imânı fayda vermez. (O üç Şey şunlardır:) Güneşin batı ufkundan doğması, duman ve Dabbetü´1-arz." [470]

Müslim de bunu Veki´den jivayet etmiştir. Yine Müslim, Tirmizî ve ibn Cerir birkaç kanaldan bu hadisi Fudayl b. Gazvân´dan rivayet etmişlerdir. [471]


"Bilen, Bildiğini Söylesin, Bilmeyen Sussun´



Bu hadis birkaç yolla Ebû Hüreyre´den ve bir sahabî topluluğundan nak­ledilmiştir.

Ebû Şüreyha Huzeyfe b. Üseyd, Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğu­nu rivayet etmiştir: "Sizler on alâmeti görmedikçe kıyamet kopmayacaktır. (O alâmetler şunlardır:) Güneşin batı ufkundan doğması, Dâbbe, Ye´cuc ve Me´cuc, Meryem oğlu İsâ ve Deccal´ın ortaya çıkması, biri doğuda, biri ba­tıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yere batma olayını meyda­na gelmesi ve Aden´in derinliklerinden bir ateşin çıkması. Bu ateş insanları önüne katıp götürür. Onların geceledikleri yerde beraberlerinde geceler; öğ­len istirahati yaptıkları yerde beraberlerinde istirahat eder." [472]

Önceki sayfalarda bir kaç kez nakledildiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Müslim ve Sünen sahipleri de rivayet etmişlerdir.

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Altı şey meydana gelmeden önce salih ameller işlemekte acele edin. (Bu alâmetlerden şunları saydı): Güneşin batı ufkundan doğması, duman ve DabbetÜ´1-arz." [473]

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğu­na göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Güneş batınca nereye gidiyor, bunu biliyor musun " Ben "hayır" diye cevap verince Rasûlullah buyurdu ki: "Gider, Arş´ın altında secdeye kapa­nır. [474]Sonra (batıdan doğmak için) izin ister. Yakında ona, "Geldiğin yerden geri dön" denilecektir. Bu, daha önce inanmamış veya imamyla bir iyilik ka­zanmamış olan kimseye imanın fayda vermediği bir zamanda olacaktır." [475]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zür´a b. Amr b, Cerir´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Müslümanlardan altı kişi Medine´de, kıyamet alâmetleriyle ilgili hadis nakletmekte olan Mervân´ın yanına gidip oturdular. Onun, "Kı­yametin ilk alâmeti, Deccal´ın ortaya çıkmasıdır" dediğini işitince kalkıp Abdullah b. Amr´ın yanına gittiler. Kıyamet alâmetleriyle ilgili olarak Mer-vân´dan duyduklarını ona aktardılar. O da dedi ki: Mervân gerçeği söyleme­miştir. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´in şu hadisini kendisinden duyup ezberledim: "(Kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğması ve bir kuşluk vaktinde Dâbbe (tü´l-arz)ın insanların karşısına çıkmasıdır. Bunlar­dan hangisi önce görülürse, diğeri de çok kısa bir süre sonra görülür." [476]

Sonra Abdullah b. Amr dedi ki: (Bu zât kitapları çok okurdu): Öyle sa­nıyorum ki, bu iki alemetlerin ilk olarak ortaya çıkacak olanı, güneşin batı fkundan doğmasıdır. Çünkü her batışında Arş´ın altına gidip secdeye kapa­nır ve geri dönmek için izin ister, Cenab-ı Allah ona bu izni verir. (Yani mu-tad şekilde doğudan doğmaya devam eder). Nihayet batıdan doğmak için izin isteme vakti olunca gidip Arş´ın altında secdeye kapanır, izin ister; isteğine cevap verilmez. Sonra geri dönmek için izin ister, kendisine cevap verilmez. Derken geceden Allah´ın dilediği kadar bir süre geçer ve güneş, geri dönü­şüne izin verilse bile doğu ufkuna ulaşamayacağını anlar ve "Ey Rabbim, do­ğu ufku ne kadar da uzaktır bana! Ben insanlara (doğu ufkundan) nasıl ula­şabilirim " der. Nihayet ufuk bir çember gibi olur. Güneş, geri dönmek için izin ister. Kendisine, "yerine dön ve d°ğ" denir. O da insanlara batı ufkun­dan doğar." Abdullah b. Amr böyle dedikten sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: "Daha önce inanmamış veya imâniyle bir hayır kazanmamış kimseye imânı fayda vermez" (En´am, 6/158)

Ebû Davud ve İbn.Mâce... Abdullah b. Amr´dan rivayet ettier ki; Rasû-!ullah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "(Kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğması ve bir kuşluk vaktinde Dâbbe(tü´l-arz)ın insanların karşısına çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce görülürse, diğeri de çok kısa bir Süre sonra görülür." [477]

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi bu hadislerde sözü edilen alâmet­lerden kasıt, alışılmış olmayan alâmetlerdir. Bunlar, yerleşik âdetlere muha­lif olan alâmetlerdir. Örneğin yerden bir çeşit bir hayvanın (Dabbetü´l-arz´ın) çıkıp insanlala konuşması, onları Mü´min ve kâfir diye birbirinden ayırıp belirlemesi, güneşin batı ufkundan doğması bu tür alâmetlerdendir, güneşin batı ufkundan doğması, Dâbbetülarzın ortaya çıkmasından önce ola­caktır. [478] Bu, muhtemel ve münasiptir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu husus, Taberanî´nin el-Mucem adlı eserinde rivayet ettiği garip bir hadiste ele alınmaktadır. Şöyle ki:

Ebu´l-Kasım et-Taberânî..: Abdullah b. Amr b. Âs´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Güneş batı ufkundan doğduğunda İblis secdeye kapanarak yüksek ses­le şöyle bir çağrıda bulunur: "Ya Rab! Emret de dilediğin kimseye secde ede­yim" yardımcıları etrafında toplanarak: "Ey efendimiz, bu panik niye !" di­ye sorarlar. O da şu cevabı verir: "Rabbimden beni sadece belirli bir vakte kadar ertelemesini (hayatta bırakmasını) dilemiştim." Bundan sonra Safa te­pesinin yarığından Dabbetü´1-arz çıkar. İlk adımını Antakya´ya atacak, îblis gelince İblis´i tokatlayacaktir." [479]

Bu, cidden garip bir rivayettir. Bu hasidin merfu rivayetinde de münker-lik vardır. Belki de bu, Abdullah b. Amr´ın Yermuk Savaşında ele geçirdiği, içinde ehl-i kitaba ait kitapların bulunduğu iki küpün içindeki kitaplardan alınmıştır. [480] Abdullah, bu kitaplardan garip şeyler naklederdi.

Önceki kısımlarda da geçtiği gibi el-Fiten adlı eserde Ebû Nuaym b. Hammad´ın, İbn Mes´ud´dan yaptığı rivayete göre Dabbetü´1-arz, İblis´i öl-dürecetir. Bu, en garip haberlerdendir. Doğrusunu Allah bilir.

Talut b. Abbad... Südâ b. Aclân´dan rivayet ett ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

´Doğrusu (kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğ-masıdır."[481]


Güneş Batı Ufkundan Doğuncaya Dek Geceleri İbadetle Geçiren Müslümanlar Hep Var Olacaktır:



Tefsir´inde Hafız Ebubekir b. Merdeveyh... Abdullah b. Ebi Evfâ´dan ri­vayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlara, sizin şu geceleriniz gibi üç geceye denk olan bir gece gele­cektir. Böyle olduğunda nafile ibadet yapmakta olan kimseler bunu anlarlar. Biri kalkıp hizbini okur, sonra uyur, sonra kalkıp hizbini okur, sonra uyur. Onlar bu haldeyken insanlar birbirlerine ünlerler. Bunlar "Bu ne haldir " di­ye sorarlar. Korku içinde mescidlere koşarlar. Sonra onlar güneşin doğup gö­ğün ortasına kadar geldiğini, sonra dönüp batıdan doğduğunu görürler. İşte o zaman, (daha önce inanmamış veya imâmyla bir iyilik kazanmamış olan) kimseye imânı fayda vermez."

İbn Merdeveyh´in rivayetine göre Huzeyfe demiş ki; Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´e, "Güneşin batı ufkundan doğması nasıl olacak " diye sordum. Şöy­le izah buyurdu: "O gece, adeta iki gece kadar uzayacak, gece namazı kılan­lar o gecede uyanacak, önceki gecelerde yaptıklarım yapacaklar, Yıldızlar görünmeyecek, geceyi yerlerinde geçinecekler, ibadet edenler uyuyacaklar, sonra kalkıp namaz kılacaklar, sonra yine uyuyacak, kalkıp namaz kılacak­lar, sonra yine uyuyacak, kalkıp namaz kılacaklar, gece uzayacak, insanlar paniğe kapılacak, sabah bir türlü gelmeyecek, onlar bu halde güneşin doğu­dan doğmasını beklemekteyken güneş batıdan doğar. İnsanlar bu durumu gö­rünce imân ederler, ama imânları kendilerine fayda vermez."

Haşir ve neşirle ilgili olarak Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Sa´d b. İyas´-tan rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud bir gün meclisinde oturmakta olanla­ra: "Güneş, kara balçıklı bir suda batıyor." (Kehf, ı 8/ 86)

Bu âyetin neyi kasdettiğini biliyor musunuz diye sordu. Yanında bulunan­lar, "Bunu Alah ve Rasûlü daha iyi bilir" deyince Abdullah şu cevabı verdi:

"Güneş battıktan sonra secdeye kapanarak Allah´a teşbih ve tazimde bulnur. Sonra Arş´in altında durur. Doğuş vakti olunca doğmak için izin ister (ve doğar). Durdurulacağı gün olduğunda yine secdeye kapanıp teşbih ve tazimde bulunur. Doğmak için izin ister. Kendisine, "Ağır ol" denir; iki ge­ce kadar bekletilir. Teheccüd namazı kılanlar paniğe kapılırlar. Adam o ge­cede komşusuna seslenerek: "Ey falan! Bu gece bize ne oldu Doyasıya uyu­dum, yoruluncaya dek namaz kıldım." Ozaman güneşe: "Battığın yerden doğ" denilir. Bu hadise daha önce inanmamış veya imânıyla bir iyilik kazan­mamış olan kimseye imân edişinin artık fayda vermeyeceği bir günde mey­dana gelir." [482]


Düşman Kendileriyle Savaşmaktayken Muhacirlerin Hicretleri Kabul Edilmez:



İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Sa´di´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Düşman savaştığı sürece hicret fayda vermez."

Muaviye, Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Amr b. As, Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: "Doğrusu hicret iki çeşittir: Bi­ri şerri terketmendir. Diğeri de Allah´a ve Rasûlüne hicret etmendir. Tevbe kabul edildği sürece hcret kesilmeyecektir. Güneş batıdan doğuncaya kadar da tevbe hep kabul edilecektir. Güneş batıdan doğunca da kalpler, içlerinde­ki şeylerle birlikte kapatılıp mühürlenir ve artık insanların amelleri yeterli olur." [483]

Bu hadisin senedi sağlam ve kuvvetlidir. Kitap sahiplerinden bunu tah-ric eden olmamıştır.

İmam Ahmed ile Tirmizî´nin rivayet ettikleri, Neseî ile İbn Mâce´nin de sahih olduğunu söyledikleri bir hadiste Safvan b. Assai şöyle demiştir: Rasû­lullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işttim:

"Cenab-ı Allah batı tarafında bir kapı açmıştır. Tevbe için açılan bu ka­pının genişliği yetmiş (veya kırk) zira´dır. Güneş (batıdan) doğuncaya dek o kapı kapanmayacaktır." [484]

Mezkûr âyet-i kerîme [485] ile birlikte bu mütevatir hadisler, güneşin batı ufkundan doğmasından sonra kişinin imân veya tevbe etmesinin, kendisine yarar sağlamayacağının delilidir. Bu, ancak böyle olur. Doğrusunu Allah bi-h´r. Çünkü güneşin batı ufkundan doğması, kıyametin yaklaştığını gösteren en büyük alâmetlerdendir. O vakit, kıyamet günü yapılması gereken işler ya­pılır. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:

"Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Rabbinin gelmesini mi, yahut rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar Rab­binin bir takım mucizeleri geldiği gün, bir kmse daha önce inanmamışsa ve­ya imânıyle bir iyilik kazanmamışsa, imânı ona fayda vermez." (En´âm, 6/158)

"Şiddetli azabımızı gördüklerinde: "Yalnız Allah´a inandık; O´na koştu­ğumuz eşleri inkâr ettik" dediler. Ama, bizim şiddetli azabımızı görüp de öyIe inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah´ın kulları hakkında, öte­den beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkarcılar o zaman hüsranda kaldılar."(Gafir, 40/84-85)

"Onlar kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar. Şüphesiz onun âlemetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almala­rı neye yarar " (Muhammed, 41/18)

Beyhakî, Hâkim´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kıyamet alâmetleri­nin ilk görülecek olanı, Deccal´m ortaya çıkmasıdır. Sonra Meryem oğlu İsa´nın yeryüzüne inmesi, sonra Ye´cuc ve Me´cuc şeddinin yıkılması, son­ra Dabbe(tü´l-arz)ın yerden çıkması, sonra da güneşin batı ufkundan doğma-sıdır. Çünkü güneş batı ufkundan doğduktan sonra dünyadaki herkes imân edecektir. Eğer İsa´nın yeryüzüne inmesi bundan sonra olacaktır, denilse, bi­linmeli ki, o zaman dünyada kâfir kimse kalmayacaktır. Bu söylenen sözün doğruluğu şüphelidir. Çünkü dünyadaki insanların o günde imân etmelerinin -daha önce iman etmedikleri gerekçesiyle- kendilerine faydası olmayacak­tır. O günde iman veya tevbe eden kimse, şayet daha önce iman veya tevbe etmemişse, yeni imânı veya tevbesi kabul edilmez. Nitekim ahir zamanda Hz. İsa´nın yeryüzüne inişi kıssasında yüce Allah buyurmuş ki: "Kitâb ehlin­den, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." (Nisa, 4/159)

Yani İsâ (a.s.) yeryüzüne indikten sonra ama ölmeden önce kitab ehli kimseler -Onun Allah´ın kulu ve elçisi olduğuna kesin olarak kanaat getir­dikleri için zaruri olarak ona imân ederler. [486] Hristiyanlar onun Rablığmı id­dia etmekle iddialarının yalan olduğunu; Yahudiler de onun, Allah´ın Rasû-lü olduğunu, gayr-ı meşru ve nesebi şüpheli bir çocuk olmadığını anlarlar. Kendilerinden bazı melunlar, cürüm işleyerek onun hakkında böyle bir ifti­rada bulunmuşlardır. Allah´ın yakalayıcı gazap ve laneti üzerlerine olsun. [487]

[1] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 21-22.

[2] Ebû Davud, el-Fiten ve´1-Melâhim, 7.

[3] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 23-24.

[4] Buharî, el-Ah-kâm 51.

[5] Müslim, Fedâiiu´s-Sahabe i i.

[6] Mukaddime 11

[7] el-Menakıb 16,35

[8] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 25.

[9] Müslim, Fedailu´s-Sahabe 226; Ahmed b. Hanbel 5/174:

[10] Hâkim en-Neysaburî, el-Müstedrek, 2/603.

[11] Araplarla Mısırlılar arasındaki akrabalığın sebebi; Hz. İsmail´in annesi Hacer ile, Hz. Peygam­ber´in oğlu İbrahim´in annesi Mariye´nin Mısırlı olmalarıdır.

[12] Kırat: Mısır´da bir arazi ölçü birimi.

[13] Müslim, FedailuVSahabe 226. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 25-26.

[14] Buharı, el-Eymân 3; Müslim, el-Fiten75.

[15] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 26.

[16] Buharî, Mevakıtu´s-salât 4, Zekât 23; Müslim, İman 231.

[17] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 26-27.

[18] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 27.

[19] Bk. Tirmizî, el-Menâkıb 35.

[20] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 27.

[21] Ahmed b. Hanbel, 5/220, 221; Ebû Davud, es-Sünne 8; Tirmizî, el-Fiten 48.

[22] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 27-28.

[23] Buharı, es-Sulh 9, el-Fiten 20. Ayrıca bk: Ebû Davud, es-Sünne 12; cn-Nesaî, el-Cuma 27. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 28.

[24] Bk. Buharı, el-Cihad veVSiyer 23; Müslim, el-tmare 161.

[25] Buharı, el-Cihad ve´s-Siyer 93. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 28-29.

[26] Ahmed b. Hanbel, 2/369.

[27] Ahmed b.Hanbel, 2/229; Nesaî. el-Cihad 41

[28] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 29.

[29] Buharı, el-Menakıb, 25. Ayrıca bk: Buharî, el-Cihad 95, 96; Müs­lim. el-Fiten 62; Tirmizî, el-Fiten 40.

[30] Buharî, el-Menakıb, 25. Aynca bk: Ahmcd b. Haııbel, 2/319; Ebû Davud. el-Melahim 9; İbn Mâce, el-Fi-ien 36

[31] Müs­lim, el-Fiten 62.

[32] Ahmed b. Hanbel, 5/70; Buharî, el-Cihad 95.

[33] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 29-30.

[34] Ahmed b. Hanbel, 2/324; Buharî, e!-el-Fiten 3.

[35] Ebû Davud et-Tayalisî, el-Müsned.

[36] Beyhakî, Delâilü´n-Nübüvve 6/340.

[37] Bu­harî, el-Enbiya 50. Ayrıca bk: Müslim, el-İmare 44.

[38] Müslim, el-İman 80. Ayrıca bk: Ahmed b. Haııbel, 1/458. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 30-32.

[39] Buharı, el-Ahkam 51(Halife kelimesi yerine emir ke­limesi var); Müslim, el-İmare 10.

[40] Ebû Davud, el-Mehdî 1. Ayrıca bk: Müslim, el-İmare 7, 8, 9; Ahmcd b. Hanbel, 5/86 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 32.

[41] Ahmed b. Hanbel, 5/220,221; Ebû Davud, es-Sünne 8; Tirmizî, el-Fiten 48

[42] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 32.

[43] İbn Mâce, ^ Fiten 28. Ayrıca bk: Hakim, el-Müstedrek, 4/475

[44] Alauddin ei-Hindî, Kenzu´l-Ummal, 1 İ/222; Süyutî, el-Camiu´s-Sağir, 3/497 -Münavî´nin Feyzü´l-Kadir´i ile birlikte. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33.

[45] Buharî, el-Fiten 24; Müslim, el-Fiten 42. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33.

[46] Ebû Davud, el-Melahim 18. Aynca bk: Ahmed b. Hanbel, 1/170, 4/193. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33.

[47] Hz. Peygamber´in vefatı bin yıldan fazla bir zaman önce vuku bulmuştur. Ancak bu kitabın hicrî sekizinci yüzyılda yazılmış olduğunu göz önüne almak gerekir (Mütercim)

[48] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33-34.

[49] Buharı, el-Fiten 24; Müslim, et-Fiten 42. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 34.

[50] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 34.

[51] Ahmed b. Hanbel, 5/341; Neslim. el-Fiten 25. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 35.

[52] Buharı, Bed´ul-Halk 1.

[53] Ebû Davud, el-Fiten 1. Ayrıca bk: Ah­med b. Hanbel, 5/385, 389. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 35.

[54] Ahmed b. Hanbel, 3/61. Ayrıca bk: Tirmizî, el-Fiten 26.

[55] Bk: Müslim, ez-Zikr, 99.

[56] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 35-36.

[57] Buharî, cr-Rikak 39, et-Talak 25; Müslim, eî-Cuma 43; İbn Mâce, Mu­kaddime 7; Ahmcd b. Hanbel, 4/309. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 36.

[58] Ahmed b. Hanbel, 4/309, 5/348.

[59] Şûra, 42/18 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 36.

[60] Ahmed b. Hanbel, 3/168. Ayrıca bk: Buharî, el-Edeb96, el-Ahkam 10; Müs­lim, el-Birr 164;Tirmizî, ez-Zühd 50; Ahmed b. Hanbel, 3/104, İ10. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[61] Buharî, er-Rikak 42, ei-Edcb 95; Müslim, d-Fiten 136, 137, 138, 139; Ahmed b. Hanbel, 3/192, 213.

[62] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[63] Lokman, 31/34) (Müslim, el-İman 5, 7; Buharî, Tefsir (13) 1, (31) 2, el-İman 37; Nesaî, el-İman 6; Ahmed b. Hanbel, 2/24. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[64] Buharî. el-İman 37; Müslim, el-İman 1, 5; Ebû Davud, cs-Sünne 16; Nesaî, el-tman 6; Tirmizî. el-İman 4; İbn Mâce, Mukaddime 9; Ahmed b. Hanbel, 2/426. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[65] Buharî, el-Menakıb 25, el-Fiten 11; Müs­lim, el-îmare 5!. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 38.

[66] Müslim, cl-İman 232; Tirraizî, el-iman 13; Da´rimî, cr-Rikak 42: İbn Mâce, el-Fiten 15: Ahmed b. Hanbel, 1/184. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 38.

[67] Ebû Davud. es-Sünne 1; Tirmizî, el-îman 18; İbn Mâce, el-Fiten 17; Ahmed b. Hanbel. 2/332. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 38.

[68] İbn Mâce. el-Fiten 17. Ayrıca bk: Ahmec! b. Hanbel, 3/145.

[69] İbn Mâce el-Fiten 17.

[70] Ebû Davud. es-Sünne İ.

[71] Tir-mizî, el-tman İ8; SüyuSÎ, c!-Camtu´s-Sağir. 5/346, 347 -Münavı´nin Feyzü´l-Kadir´i ile birlikle.

[72] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 39.

[73] İbn Mâce, el-Fiten 8.

[74] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 39.

[75] Buharı, el-Fiten 11, el-Menakıb 25; Müslim, el-İmare 51; İbn Mâce, el-Fiten 13.

[76] Müslim, el-İman 232; Tirmizî, el-İman 13; Darimî, er-Rikak 42.

[77] Müslim, el-İman 66; Ahmedb. Hanbel, 3/162.

[78] Ebû Davud, el-Melahim 17; Tirmizî, et-Tefsir, 6/18; İbn Mâ­ce, el-Fiten, 21.

[79] Buharı, el-İman 12. ei-Fi-ten 14, er-Rikak 34; Ebû Davud, el-Fiten 4; İbn Mâce. el-Fiten, 21; İmam Mâiik, Muvatta, el-İs-ti´zan 16; Ahmed b. Hanbei, 3/6. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 39-40.

[80] Ahmed b. Hanbel. 2/350. Ayrıca bk: Müslim, ez-Zikr 13.

[81] Ahmed b. Hanbel, 5/243.

[82] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 40.

[83] Buharî, el-İlm 34. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[84] Buharı, et-Tevhid 29; İbn Mâce, Mukaddime 1. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[85] Ebû Davud, el-Melahim 1.

[86] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[87] Buharî, el-İlm 21; Müslim, el-İlm 9; İbn Mâce, e!-Fitcn 25. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[88] ibn Mâce. el-Fiten 26.

[89] İbn Mâce. Sünen. Kitab´iil-Fiten. 4049.

[90] Ahmed b. Hanbel, 3/29,41.

[91] Müslim. el-îman 234, el-Fitcn 131; Ahmed b. Hanbel, 3/Î62, 1/435; Suyıılî, el-CamiLiVSağir. 6/417. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 42.

[92] İbn Mâce, ei-Fiten 22.

[93] Tirmizî, ei-Fîten 38.

[94] Hcysemî, Mecmau´z-Zevaid, 7/328.

[95] Tirmizî, el-Fiten 38.

[96] Tirmizî, ei-Fiten 38. Ayrıca bk: Tirmizî, el-Ka-der 16; Ebû Davud, Melahim İÜ: İbn Mâce, el-Fiten 29.

[97] Tirmizî, el-Fiten 74.

[98] Tirmizî, el-Fiten 78.

[99] Ahmed b. Hanbel, 3/86.

[100] Ahmed b. Hanbel, 3/145; İbn Mâce, el-Mesacid 2; Nesaî, el-Mcsacid 2; Ebû Davud, Salâl 12; Darimî, Salât 123.

[101] Ahmed b. Hanbel, 3/494.

[102] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 43-45.

[103] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 45.

[104] Ahmed b. Hanbel, 1/99; Ebû Davud, el-Mehdî 1.

[105] Ahmed b. Hanbel, 1/84; İbn Mâce, el-Fiten 34.

[106] Allah bir gecede onun tevbesini kabui^decek, daha önce iyi yolda olmadığı halde onu iyi yo­la iletip ıslah edecektir. Doğrusu hidayetten ve tevfik-i ilahiden uzak olan Mchdî´nin bir gece­de ansızm ıslah edilip sabahleyin iyiliğe çağıran ve ümmeti kurtaran bir insan haline getiril­mesi hayret vericidir.

[107] Ebû Davud, el-Mehdî 1.

[108] Ebû Davud, el-Mchdî l.

[109] Ebû Davud. el-Mehdî I.

[110] Ebû Davud, ci-Mehdî ı. Ayrıca bk: Ahmcdb. Hanbel, 1/99.

[111] Ebû Davud, el-Mehdî 1; Ahmed b. Hanbel. 1/376; Tirmizî, el-Fiten 52.

[112] Tirmizî, d-Fiten52.

[113] Ebû Davud. Mehdî I.

[114] Ebû Davud, Mehdî 1; İbn Mâce, Fiten 34.

[115] Ebû Davud. Mehdî 1; Ahmed b. Hanbel, 6/316.

[116] Ebû Davud, Mehdî t.

[117] İbn Mâce. Fiten 34. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 45-47.

[118] İbn Mâce, Fiten 34.

[119] İbn Mâce, Fiten 34.

[120] Önceki .sayfalarda açıklanan bazı zayıf hadislerde anlatıldığı gibi Mehdi adında Allah´ın dini­ne davet edici birinin ortaya çıkacağına dair delaleti kat´î olan sahih bir delil yoktur burada. Bu nedenle biz Mehdî´nin, hak davetin batıl güdülere ve serlere karşı galip olacağı şeklinde bir rumuz ve sembol olduğu görüşüne meyletmekteyiz.

[121] Tirmizî, Fiten 79; Ahmed b. Hanbel, 2/365.

[122] ibn Mâce, Fi­ten 34.

[123] Tirmizî, Fiten 53.

[124] Ahmed b. Hanbel, 3/98.

[125] İbn Mâce, el-Fiten 34.

[126] ibn Mâce, el-Fiten 24.

[127] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 47-50.

[128] Buharı, Fiten 4, 28, Enbiya 7; Müslim, Fiten 1; Tirmizî, Fi­ten 23; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel, 6/428.

[129] Buharî, Fiten 28; Ahmed b. Hanbel, 2/341.

[130] Buharî, Fiten 6; Ahmed b. Hanbel, 6/297; Mâlik, Muvatta, Libas 8 . İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 51.

[131] Buharî, Fiten 4; Müslim, Fiten 9.

[132] Buharî, Fitcn 5; Müslim, İlim 11: İbn Mâce, Fiten 26. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 51-52.

[133] Buharî, Fiten 6. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 52.

[134] Buharî, Filen 9; Müslim, Fıten 12. Ayrıca bk: Ah-med b. Hanbcl, 1/169; Ebû Davud, Fiten 12. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 52.

[135] Buharî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, İman 230; Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27; Ahmed b. Hanbel, 5/383. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 52-53.

[136] Buharî, Fıten 16; Müslim, Fiten 45; Tirmizî, Fiten 79. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53.

[137] Buharî, Fiten 22; Ahmed b. Hanbel, 2/236, 531. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53.

[138] Buharî, Fiten 23; Müslim, Fiten 51. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53.

[139] Buharî, Fıten 24: Müslim. Fiten 30; Ebû Davud,MeIahim 13. Ayrıca bk: Tirmizî, Cenne 26; İbn Mâce, Fı­ten 25.

[140] Buharî, Fiten 24.

[141] Müslim, Fiten 29.

[142] Müslim, Fiten 32. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53-54.

[143] Buharî, Fiten 25. Bk: Müslim, Fiten 17; Tirmizî. Fiten 23; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbet, 6/428.

[144] Bk: Ahmed b. Hanbel. 5/388.

[145] Kafiz, Iraklıların ölçeğidir.

[146] Müd, Şamlıların ölçeğidir.

[147] irdeb Mısırlıların öiçeğidir.

[148] Müslim, Fiten 33.

[149] Müslim, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 67; Ahmed b. Hanbeî, 3/317.

[150] Müslim, Cenne 54; Ahmed b. Hanbel, 2/308, 323. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 54-55.

[151] Müslim, Cenne 52. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 55-56.

[152] Ahmed b. Hanbel, 3/187; İbn Mâce, Fiten 21. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56.

[153] Ahmed b. Hanbel, 3/343. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56.

[154] Ahmed b. Hanbel, 2/390, 391. Ayrıca bk: Tirmizî, Fiten 73. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56.

[155] Ahmed b. Hanbel, 2/359. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56-57.

[156] Ahmed b. Hanbel, 1/448, 449. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 57.

[157] Ebû Davud, Fiten 2. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 57-58.

[158] Ebû Davud, Fiten 2; Müslim, Fiten 13; Ahmed b. Hanbel, 5/39.

[159] Ebû Davud, Fiten 2.

[160] Ahmed b. Hanbel, 1/185; Tirmizî, Fiten 29.

[161] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 58.

[162] Ebû Davud, Fiten 2.

[163] Bu hadiste çok şeyler var. Çünkü İslâmın meşru kıldığı ve Hz. Peygamber´in de yapılmasını emrettiği, nefis müdafaası ilkesiyle çelişmektedir. Bu hadiste işaret edildiği şekilde zalim düş­manın ve saldırganın karşısında insanın canından olmasına yol açacak şekilde hareketsiz dur­mak, şer´an yasaklanmıştır. Bu durumda savunma yapmayan kişi, intihar etmiş sayılır. Zira yüce Aliah buyurmuş ki: "Size tecavüz edene, size tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin. Al­lah´tan sakının ve Allah´ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin" (Bakara, 2/194) "Zulüm gür-ükten sonra hakkını alan kimselere, işte onların aleyhine bir yol yoktur. İnsanlara zutmeden-leı´e, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır." (Şûra, 42/41) Yüce Pey­gamber de şöyle buyurmuştur: "Kanı uğruna öldürülen şehiddir." Bu nedenle biz bu hadiste uydurmanın eserini apaçık bir şekilde görmekteyiz.

[164] Ahmed b. Hanbel, 5/149; Ebû Davud, Fiten 2.

[165] Ebû Davud, Fiten 2. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 59-60.

[166] Ahmed b. Hanbel, 5/278: Müslim, Fi­ten 19; Ebû Davud, Filen 1; İbn Mâce, Fiten 9. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 60.

[167] Ahlas: Hıls kelimesinin çoğulu olup devenin sırtına konulan çul demektir. Bu adeta devenin sırtından ayrılmaz bir parça gibi kabul edildiğinden yukarıdaki fitneye bu adın verilmesi, o fit­nenin, indikten sonra insanların yakasını bırakmayacağı anlamını vermek içindir. Hattabî, son derece karanlık olaylara gebe oldukları için bu fitnelerin, koyu siyah renkli deve çuluna ben-zetildiklerini söylemiştir.

[168] Ebû Davud. Filen 1.

[169] Ebû Davud, Melahim 17; İbn Mâ­ce, Fiten 10; Ahmed b. Hanbel, 2/220, 221.

[170] Ebû Davud, Meiahim 17; Ahmed b. Hanbel, 1/212. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 60-61.

[171] Ebû Davud, Fiten 3.

[172] Tirmizî, Fiten 16; İbn Mâce, Fiten 12; Ahmed b. Hanbel, 2/212.

[173] Müslim, İmare 46; Ahmed b. Hanbel. 2/162. Ayrıca bk: İbn Mâce, Fiten 9; Ne-seî, Bey´at 25; Ebû Davud, Fiten 1.

[174] Ahmed b. Hanbel, 2/163, 190.

[175] Tirmizî,Fiten 21; İbn Mâce, Fiten 29; Ahmed b. Hanbel, 2/163.

[176] Ebû Davud, Fiten 3. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 61-62.

[177] Ahmed b. Hanbel, 2/186. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 62-63.

[178] Zcvf/´m a .ra´da bir Ver adl o|up dünya cennetlerinden biri sayılırdı.

[179] Revhâ MI Jî* ^ Mescid-´ Nebevî yanında bjr yer.

[180] Zevra Medine arasmda ve Medine´ye 30 ya da 40 mil mesafede bir yer.

[181] Bunda nübüuvvetın ruhu ve doğruluğunun yüceliği yoktur.

[182] Tezkire, 739 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 63.

[183] Ahmed b. Hanbel, 2/174.

[184] Buharı, Cizye 15; İbn Mâce, Fiten 25; Ahmed b. Hanbel, 6/25. Bk: Heysemî, Mecmau´z-Zevâid, 7/321. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 64.

[185] Belki de içerisi dar olduğu için Avf bu soruyu sormuş.

[186] Ahmed b. Hanbel, 6/25.

[187] Ebû Da­vud, Melahim 6.

[188] Ahmed b. Hanbel, 5/228. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 64-65.

[189] Ahmed b. Hanbel, 2/407; Müslim, Fiten 128.

[190] Ahmed b. Hanbel, 2/372; Müslim, Fiten 129. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 65-66.

[191] İsa Peygamber şimdiye dek sağ kaldı mı İnsanları Allah´ın dinine yeniden davet etmek için yeryüzüne inecek midir Yoksa onun inişinden kasıt, hak dinin, Allah´a yönelen ve toplumu kötülüklerden arındırmaya çalışan ihlaslı eller tarafından güçlendirilip yeniden yayılması mı­dır Bu hususta iki görüş vardır. Alimlerin bir kısmı bu görüşü, bir kısmı da diğer görüşü be­nimsemiştir. Deccal hakkında da bu şekilde ihtilafa düşülmüş olup kimi onun bir şahıs olup fesadı yayacağım, kullan tehdid edeceğini; Hz. İsa´nın gelip onu öldürmesine dek dini bir ya­sak veya ahlaki bir müeyyideyle karşı! aşmaksızm korkutma, imrendirme ve ifsad araçlarına sahip olacağını söylemektedir. Kimi de Deccahn kötülüğü ve fitnenin yayılması, fazilet duy­gularının zayıflaması için bir sembol olduğunu, nihayet İsa rumuzunu taşıyan hayır rüzgarla­rının ona karşı esip onu yok edeceğini söylemekledir. Bu hayır rüzgarları onu silip süpürecek, insanların elinden tutup onları hayır yoluna, adalet ve dindarlık caddesine götürecektir. Bu me-yanda hadiste değinilen ve insanları haşir yerlerine sevk edeceği, geceledikleri yerde onlara beraber geceleyeceği, dinlendikleri yerde onlarla beraber dinleneceği, onların geride kalanla­rını yakıp yok edeceği söyİcnen ateşten de bahsetmemiz uygun olacaktır. Bu, insanların dini­nin ve inançlarının sınanması anlamına gelmektedir. Bu, insanları her yerde gözetleyip onları hak ve hayırdan alıkoyan Bu ateşten kaçan kurtulur. Ama önlem almayanı, tembellik edip Önemsemeyeni; onun dinini ve inancını yakar. Onu şaşkınik ve kararsızlık gibi elem verici bir azaba maruz bırakır. Sonra o kişi Cenab-ı Allah´ın gazap ve intikamına maruz kalır. Böyle bir duruma düşmekten, âlemlerin Rabbine sığınırız.

[192] Ahmed b. Hanbel, 4/6; Müslim. Fiten 39. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 66.

[193] Ahmed b. Hanbe!,4/7. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 66.

[194] Ahmed b. Hanbel, 4/91.

[195] Ahmed b. Hanbel, 4/9!; Ebû Davud, Melâhim 2; İbn Mâce, Fiten 35.

[196] Buharî, Cizye 15.

[197] İbn Mâce, Fiten 25.

[198] Müslim, Fiten 37.

[199] Ahmed b. Hanbel, 6/25. Ayh-ca bk: Buharı, Cizye 15; İbn Mâce, Fiten 25, 35.

[200] Ebû Daud. Melahim 6; Ahmed b. Hanbel, 5/97.

[201] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 67-68.

[202] A´mâk ve Dabik: Halep yakınlarında iki yer.

[203] Müslim. Fiten 34. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 68-69.

[204] Müslim, Fiten 78. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 69.

[205] İbn Mâce, Fiten 35. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 69.

[206] Bundan kasıt Kıbrıs olmalı (Çeviren).

[207] Müslim. Fiten 38; Ahmed b. Hanbel, î/178. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 69-70.

[208] Müslim, Fiten 35; Ahmed b. Hanbel, 4/230. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 70.

[209] Müslim, Fiten 36.

[210] İbn Mâce, Fiten 38. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 70-71.

[211] Ahmed b. Hanbel. 5/245; Ebû Davud, Meiahim 3.

[212] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 71.

[213] Buharî, Medine 9, Fiten 27; Tîr-´ Flten 61- Ayrıca bk; Buharî, Bed´ul´-Halk 7, Fiten 26; Müslim, Fiten 123.

[214] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 71-72.

[215] İhab, ya da Yehab: Medine yakınında bir yer.

[216] Müslim, Fiten 43.

[217] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 72.

[218] Tezkire-i Kurtubî, 636.

[219] Ahmed b. Hanbel, 2/390, 3/341.

[220] Müslim, Hac 499; Ahmed b. Hanbel, 2/234.

[221] Tezkİre-i Kurtubî, 636.

[222] Ebû Davud, Melahim 4; Tirmiî Fiten 58; İbn Mâce- F´ten 35; Ahmed b. Hanbel. 5/234.

[223] Ebû Davud, Melahim 4; İbn Mâce. Fiten 35; Ahmed b. Hanbel, 4/189.

[224] Tirmizî, Fiten 58.

[225] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 72-73.

[226] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 74.

[227] Müslim, İmare 10. Fiten 83; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel, 2/429, 5/86, 87, 88.

[228] Buharî, Mena-kıb 25, Fiten 25; Müslim, Fiten 84; Tirmizî, Fiten 43; Ahmed b. Hanbel, 2/237.

[229] Müslim, Fiten 84; Ahmed b. Hanbel, 2/429.

[230] Ah­med b. Hanbel, 2/313.

[231] Ahmed b. Hanbel, 3/313.

[232] Ebû Davud, Melahim i6.

[233] Ahmed b. Hanbel, 2/429.

[234] Ahmed b. Hanbel, 2/349.

[235] Ahmed b. Hanbei, 2/95. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 74-75.

[236] Bk: Heysemî, Mecmau´z-Zevâid, 7/333.

[237] Ebû Ya´lâ ei-Mevsı!î, Müsned, 10/65.

[238] Ebû Ya´lâ ei-Mevsılî. Müs­ned, 1/349-350.

[239] Ebû Ya´lâ el-evsin, Müsned, 7/108.

[240] Ahmed b. Hanbel, 5/41.

[241] Ahmed b. Hanbel, 5/46.

[242] Ahmed b. Hanbel, 3/220.

[243] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 75-76.

[244] Ruhh: Yumuşak bir bitki. Duhh ise, duhan mucizesi anlamına gelebilir. Hülasa İbn Sayyad an­lamsız bir şey söylemiştir. Kâhinlerin âdeti böyledir.

[245] Buhari, cihad 178, Edeb 97; Müslim, Fiten 95; Tirmizî, Fiten 63.

[246] Ahmed b. Hanbel, 2/149.

[247] Buharı, Fiten 26; Müslim, Fiten 95; Ah­med b. Hanbel, 2/149.

[248] Müslim, Fiten 95. Ayrıca bk: Buhari, Hac 30, Libas 68, Fiten 26, Tevhid 17; Müslim, İman 270. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 76-77.

[249] Buharı, Tevhid 17; Müslim, Fiten 100.

[250] Müslim, Fiten 101. Bk: Buharı, Enbiya 3.

[251] Müslim, Fiten 103; Ahmed b. Hanbel, 3/211, 249.

[252] Müslim, Fiten 105. Bk: Buharı. Enbiya 50.

[253] Âlimler bu hadiste geçen yazının gerçek mi yoksa Deccal´deki bazı emarelere delalet eden bir kinaye mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Onun alnında yazılı kâfir kelimesini okumak­sa, mümin kişinin iman nuruyla aydınlanıp ilham bulması ve böylece hakikati şüpheye yer bı­rakmayacak şekilde görmesidir. Belki de bu tarif gerçeğe daha yakın ve yanlışlıktan uzaktır. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 77-78.

[254] Buharı, Enbiya 3; Müslim, Filen 109. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 78.

[255] Müslim, Fiten 94.

[256] Müslim, Fiten 98, 99. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 78.

[257] Bk: Müslim, Fiten 90.

[258] Ahmed b. Hanbel, 3/7p.

[259] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 78-79.

[260] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 79-80.

[261] Müslim, Fiten 119.

[262] Bu hadisin Üzerinde hayal ve uydurmacılık damgası vardır. Burada anlatılanları, her sözü ger-Çek olan ve kendi kafasından konuşmayan Hz. Peygamber´in söylemiş olması mümkün değil­dir. Hz. Peygamber büyük bir sahabe topluluğu karşısında minber üzerinde bunu irâd etmiş ol­saydı mütevatiren nakledilmiş olmasf gerekirdi. Ve bunu nakleden ravilerin sözleri birbirini tutardı. İfadeler de, hidayete erdirici peygamberi hikmetin çerçevesinde ve hak olan Muham­medi sözlerin kapsamında kalırdı. Ama ne gezer... Bunlardan eser bile yok. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 80-81.

[263] Kocasının kendisine dönmesi mümkün olmayacak şekilde boşanan kadının iddet nafakasının düşmesi, ulemanın ittifak ettiği bir hüküm değildir. îmam Ebu Hanife, hamile olsa da olmasa da bu durumdaki kadına-kocasının, iddet beklemek için kendisine tahsis ettiği evden çıkma­mış olması koşuluyla- her üç neviyle nafaka verilmesi gerektiği görüşündedir.

[264] Bu, Rasûlullahın şu hadisiyle çelişmektedir: Bir gün Rasûlullah´ın iki zevcesi yanmdayken İbn Ümmü Mektum yanına gelmişti. Rasûlullah, zevcelerine o mekândan kaikıp başka bir yere git­melerini emretmişti. Zevceleri, "Ya Rasülaîlah, o a´mâdır" deyince o, "siz de mi a´mâsımz !" demişti. Bu nedenle biz, Falıma binti Kays´ın rivayet ettiği hadisin sahih olmadığı hususunda İmam Ebu Hanife´nin görüşüne katılıyoruz.

[265] Ahmed b. Hanbel, 6/373, 374; Ebû Davud, Talak 39.

[266] Ebû Davud, Meiahim 15.

[267] Ebû Davud, Meiahim 15.

[268] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 82-85.

[269] Duhh. Bununla Duhan suresine işaret edildiğini söyleyenler olmuştur. Gerçekte bu. deccalla-rın ve gözbağcılann insanları saptırmak ve şaşırtmak için söyledikleri anlamsız sözlerdendir.

[270] Son Peygamber (s.a.v)´in karşısında peygamberlik iddiasında bulunan böyle bir deccalm ahdi mi olur ! İfade ve içeriği, sahihliğini reddeden böyle bir sözün sahih hadis olmasını akıl, ka­tiyetle reddediyor.

[271] Ahmed b. Hanbel, 3/368.

[272] Hakikaten var olduğunu farzetsek bile, yalanlarla yoğurulmuş bir çocuktan Rasûlullah (s.a.v) nasıl olur da endişe eder !..

[273] İbn Sayyad denen çocuk mükellef miydi Varolduğu iddia edilen böyle bir çocuğu Rasûlul-lah´ın karşına alıp ona böyle bir soru sorması, ona Önem vermesi aklen kabui edilebilir bir şey midir Cevabını almak için beklemesi, peygamberlik iddiası içeren kâfirane cevabına müsa­maha göstermesi akla muvafık mıdır Aiiah, çocuk peygamber gönderir mi Bunlar, dullarını doğru düşünceden soyutlamış olan kimselere, Öyle pek te ince sayılmayan bazı gerçekleri ört­müş olan tozları silkelemeleri için yöneltilen bazı sorulardır.

Doğrusu İbn Sayyad, bazı akıîlarca caiz görülen bir hurafedir. Bununla ilgili hikâye, Hz. Pey-gamber´e nispet edilen bazı kitaplarda geçiyor. Oysa Hz. Peygamber´den, hakikatin özünden başka bir söz çıkmış değildir. Bu hadisin esprisini, anlamını, maksadını ve ispatlamak istediği şeyi ciddiyet ve ibret gözüyle görüp anlamanın zamanı artık gelmiştir. İslâmî idrâklerimiz hatâ ve yanılgıdan kurtulsun diye bu hadisin senedini ve rivayet yolunu da ele aîmamız gerekiyor.

[274] Ahmed b. Hanbel, 1/457. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 85-87.

[275] Buharî, Fiten 26.

[276] Bu, Rasûlullah (s.a.v)´m söyleyeceği bir söz değildir. Onun böyle bir şeyi söylediğine dair id­diayı müsümanlann kabul etmemesi gerekir. Çünkü o, sadece hakkı ve gerçeğin özünü söyler. 9eı"Çeklerse akılla

uyum içinde olurlar. Onun böyle bir safsatayı söylemiş olması mumkun de­ğildir. Bu hususta bize en sağlıklı ve en güzel yöntemi O gösteriyor:

[277] Ahmed b. Hanbel, 3/367, 368.

[278] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 87-88.

[279] Müslim, Fiten 110; Ahmed b. Hanbel, 4/182; Tir-mizî, Fiten 59; İbn Mâce, Fiten 33.

[280] Müslim,Fiten 113.

[281] ibn Mâce, Fi­ten 33.

[282] Dikenli bir ağaç.

[283] İbn Mâce, Fiten 33. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 88-93.

[284] Ahmcd b. Hanbel, 5/269. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 93.

[285] Müslim, Fiten 112.

[286] Bu büyük fitne karşısında yığınca insan durabilecek midir Halkın gözü önünde öldürüp diril­tiyor! Sonra da ona aldandıklan için Allah, insanları cehenneme atıyor. O, kullarını böylesine büyük bir belaya maruz bırakmayacak kadar merhametlidir. Çünkü buna, ancak büyük iman sahipleri karşı koyabilirler. Deccal; iman için tehlikeli bu büyük silahlarla donatılarak kullara musallat edilecek kadar kıymete sahip değildir,-Allah katında.

[287] Müslim, Fiten 113. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 93-94.

[288] Deccal´ın çıkış yeri ve zamanı ve Onun İbn Sayyad mı yoksa bir başkası mı olduğu hususun­da muhtelif hadislerin rivayet edilmiş olması; Deccal´dan kastın, şerri işaret eden bir rumuz oduğunu gösteriyor. O şerrin güçleneceğini, zorba ve saldırgan olacağını, tehlikesinin her ta­rafa sıçrayacağım, zararının büyük olacağını, eza ve rahatsızlığının birçok araçlarla bir çok mekâna sirayet edeceğini, bazan belâ, fitne ve musibet haline geleceğini gösteriyor. Nihayet onun kötülük ateşi, hakkın ve Allah´ın kelimesinin egemen oluşuyla sönecektir. Doğrusu ba­tıl yok olmaya mahkûmdur.

[289] Ahmed b. Hanbel, 1/4; Tirmizî, Fiten 57; İbn Mâce. Fiten 33.

[290] Ahmed b. Hanbel, 1/98.

[291] Ahmed b. Hanbel, 1/176.

[292] Tirmizî, Fiten 53; Ebû Davud, Sünne 26.

[293] Ahmed b. Hanbel, 5/123.

[294] Deccal´ın son peygamberin diliyle çirkin olarak tasvir edilmesi; onun davet ettiği şeyin apaçık bir sapıklık olduğunu kalbi olan veya bu hadisi dinieyipte kulak veren kimsenin anlaması için­dir. Şayet onun biçimi düzgün olsaydı, işinin görünür yanı da düzgün olurdu. Bir adamın göz­lerinden birinin parlak bir yıldız gibi olup diğerinin duvar üzerindeki balgam gibi oluşu kadar çirkin bir manzara düşünülemez.

[295] Ahmed b. Hanbel, 3/79.

[296] Ahmed b. Han­bel, 3/191; Müslim, Fiten 123.

[297] Hakka karşı savaş açan her davanın destekJenmesi için kalplerin ve nefislerin çabucak hasta­lanacaklarına işaret edilmektedir bu sözle.

[298] Yani onun çirkinliği iik bakışta göze çarpar. Davasının yalan ve batıl oluşu da, akıllı insanlar tarafından apaçık bir şekilde görülür.

[299] Ahmed b. Hanbel, 3/115.

[300] Ahmed b. Hanbel, 3/224.

[301] Ahmed b. Hanbel, 3/211,229.

[302] Ahmed b. Hanbel, 3/350. Ayrıca bk: Müslim, Fiten 95, 101.

[303] Buharî, Fiien 26; Müslim. Fiten 101; Ahmed b. Hanbel, 3/103.

[304] Bu, fitnelerin şiddetlendiği zamanda hak davetçilerinin bulunacağını gösteren bir rumuzdur.

[305] Ahmed b. Hanbel, 5/221,222.

[306] Efîk: Havran´a bağlı bir köy olup Şam´a bağlı gur yolunda ve boğazın baş kısmında yer al­maktadır.

[307] Bk: Ahmed b.lanbel, 3/115.

[308] Zerre kadar iyilik yapanın, bu iyiliğinin karşılığını göreceği; zerre kadar kötülük yapanın da bu kötülüğünün karşılığını göreceği, İslâm´ın yerleşik kesin prensiplerindendir. Tanrılık iddiasın­da bulunanın çağrısını reddetmek yapılmasının gerekli olduğu bedihî olarak bilinen ödevler­dendir. Ama bu Ödevin yerine getirilmedi, kişinin tüm günahlarının yok edilmesi ve tüm kusur­larının örtülmesi sonucunu doğurmaz. Yalnız böyle birini yalanlamak, Deccal´a karşı yapılan bir cihad olarak telakki ediliyorsa o zaman bu, kişinin günahlarının bağışlanmasına vesile olur.

[309] Ahmed b. Hanbel, 5/16.

[310] Ahmed b. Hanbel, 5/13.

[311] Bk. Heysemî, Mecmau´z-Zevaid, 7/336.

[312] Ahmed b. Hanbel, 3/292.

[313] İbnEbi Şeybe, el-Musannef 7/488.

[314] Ahmed b. Hanbel, 3/333.

[315] Müslim, İman 247.

[316] Ahmed b. Hanbel. 1/240.

[317] Ahmed b.Hanbel, 1/374. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 94-99.

[318] Ahmed b. Hanbel, 4/20.

[319] Ahmed b. Hanbel, 4/19.

[320] Müslim, Fiten 126; Ahmed b. Hanbel. 4/21.

[321] Ahmed b. Hanbel, 4/20.

[322] Ahmed b. Hanbel, 2/67.

[323] Müslim, Fiten 95; Ahmed b. Hanbd, 2/149. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 99-100.

[324] Buharî, Menakıb 25; Müslim, Fiten 81.

[325] Ahmed b. Hanbel, 2/135.

[326] Ahmed b. Han­bel, 2/27.

[327] Ahmed b. Hanbe!, 2/199- bk: Ebû Davud, Cihad 3. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 100-101.

[328] Bk: Heysemî, Mecmau´z-Zevaid, 7/350.

[329] Bu hadisin metnindeki gariplik, senedindeki gariplikten daha büyüktür. İnsanları dinlerinden döndürüp fitneye düşürmek için bu derece şerli birini başlarına belâ etmeyi ve ancak az sayı­daki insanın karşı koyabileceği derecede büyük fitne sebeplerini ona vermeyi akıl kabul etmi­yor. Bununla ilgili bir hadis önceki kısımlarda geçmişti.

[330] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 101-102.

[331] Ahmed b. Hanbel, 6/455,456.

[332] Dünyamızda insanın yemeden içmeden yaşamasının mümkün olmayacağına daha önce işaret etmiştik. Bu nedenle Hz. Peygamberimizin böyle bir şey söylemiş olmayacağına inanıyoruz.

[333] Ahmed b. Hanbel, 6/456.

[334] Ahmed b. Hanbel, 6/76.

[335] Ah­med b. Hanbel, 6/75. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 102-103.

[336] Ahmed b-_Hanbel, 6/241.

[337] Buharî, Kusûf 10

[338] Müslim, Fiten 125

[339] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 7/351

[340] Deccal´in, zehirlerini saçmak için hıyanet ehli Vahudilerle şeytan tuzağı kadınlardan yararla­nacağına işaret edilmektedir. Yahudiler var olduklarından beri, murdar emellerine ve kötü amaçlarına kavuşabilmek için kadınları araç olarak kullana gelmektedirler.

[341] Ahmed b. Hanbel, 4/216-217

[342] Kantura oğulları ile Türkler kastedilmiştir.

[343] Ahmed b. Han­bel, 5/44-45

[344] Ebû Dâvud, Melâhim 9

[345] Heysemî, Mecmauz-Zevâid, 10/328

[346] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 7/350

[347] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid. 7/339-340

[348] Ahmed b. Hanbel. 4/338 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 103-106.

[349] Ahmed b. Hanbel, 4/338

[350] Garkad: Uzunluğu 1 ila 3 m. olan, gövdesi ve dalları beyaz bir ağaç.

[351] Ahmed b. Hanbel, 2/417

[352] Müslim, Fiten 65

[353] Ahmed b. Hanbel, 2/337.

[354] Bk. Ahmed b. Hanbel, 1/176. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 107.

[355] Ahmed b. Hanbel, 2/483

[356] Ebû Dâvud, Melâhim, 14; Ahmed b. Han­bel, 5/324 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 108.

[357] Buharî, Itk, 13; Megazi 67; Müslim, Fazâiü´s-Sahabe 198

[358] Ebû Dâvud, Melâhim 1

[359] Ahmed b. Hanbel, 4/431

[360] Ahmed b. Hanbel, 4/444 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 108.

[361] Müslim, Fiten 114; Ahmed b. Hanbel, 4/252.

[362] Deccal o kadar değersizdir ki; müminlerin kalberindeki iman temellerim sarsacak ve okulları­nı şaşırtacak harikalara Allah tarafından sahip kılınıpta destek görecek değildir.

[363] Müslim, Fiten 115

[364] Deccal hakkında nakledilen hadislerin tümünü reddetmek kabul edilir bir şey değildir. Çünkü bu hususta çeşitli yollardan gelen çok hadis vardır. Ancak kabul edilir ve makul olan, bu ha­dislerin bazısında yer alan ve hayatın tabiatı ile, beşerin maslahatıyla uyum sağlamayan ifade­leri reddetmektir. Kaldıki Deccal´ın; Allah´a yalan isnad eden, gerçekleri çarpıtan, amaçlarını gerçekleştirmek için cebir ve şiddet ile hayatın aldatıcı şeylerini kullanan şer davetçilerinin ortaya çıkacaklarına Hz. Peygamberin kullandığı işarî bir rumuz olması da mümkündür. Bu şer davetçilerine, iman kuvvetinden ve sağlam akideden pay almamış kimseier direnemezler. Bu deceallar, böylesi zayıf kimseleri ateşleriyle yakmak İçin, Önce bunlara (sahte) bir aydınlık gösterirler. İnsanları ateşe karşı koruyacak olan siper, ancak kalblerine yerleşmiş olan sağlam ve kuvvetli imandır. Bu da İnsanların dünyasında kişinin arzu ve korku dalgalarında, hareket­lerinde görünür.

[365] Taberanî, Mu´cemul-Kebir, l l/i 1712.

[366] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 108-111.

[367] Nefis, âyette geçen "ölmeden önce" sözüyle kitab ehli kimselerin kast edilmiş olduğundan ya­nadır. Arzu edilir ki kitab ehli kimseler1 bari can çekişirken, Ölmeden Önce işin gerçeğini anla­sınlar da bir insan, peygamber ve Allah elçisi olarak Hz. İsa´ya iman etsinler. Bu semavi di­nin de onayladığı bir imandır. Âyetin ifade ve akışından da anlaşılan budur.

[368] Nasıl böyle denebilir Oysa Hz. Adem´in yaratılışdaıı kıyamete kadar Deccal´dan daha büyük bir fitne olmayacağına dair hadisler varid olmuştur. Şu halde en iyisi, Deccal kelimesi şer, bühtan ve iftira rumuzu olarak algılamalı değil midir Böyle olunca da zaten Kur´an-ı Kerim ona tabi olmaktan onunla fitnelenmekten yasaklamıştır bizleri şu ayetlerle: "Ey Muhammedi Bundan böyle yalanlayanlara aldırma. Onlar sana indirilen âyetlerden be­ğenmediklerini bırakman .suretiyle senin kendileriyle uyuşmanı isterler. Böyle yapsan, seni överler. Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden, alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etrneyesin. Âyetlerimiz ona okunduğu zaman: "Öncekilerin masallaradır diyecektir. Onun havada olan burnunu yakında yere süreceğiz." (Kalem, 68/8-16.) "Yeryüzünü ıslah etmeyip bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin." (Şuarâ.26/150-152.) "İnkarcılara, iki yüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah´a güven, güvenilecek olarak Allah yeter." (Ahzâb, 33/48)

[369] Müslim, Fadailu VSahabe 11; Ebû Davud, Sünne 11; Ahmed b. Hanbel, 6/144.

[370] Tirmizî, Fiten 55; Ebû Dâvud, Sünne 26; Ahmed b. Hanbel, 1/195.

[371] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 111-113.

[372] Buharı, Ezan 149.

[373] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 114.

[374] Müslim, Müsâfirin 257; Ebû Davud, Melâhim 14

[375] Tirmizî, Fedâilu´l-Kur´ân 6

[376] Ahmed b. Hanbel 6/446

[377] Ahmed b. Hanbel, 4/441 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 114.

[378] Buharı, Fiten 27; Müslim, Hac 485

[379] Buharî, Fiten 26

[380] Buharî, Fiten 27; Tirmizî, Fiten 61

[381] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 114-115.

[382] Bu, hurafeden ibarettir. Bu sözlerde nütîüvvet aydınlığı ve gerçekliği yoktur.

[383] Bu, hurafeden ibarettir. Bu sözlerde nübüvvet aydınlığı ve gerçekliği yoktur.

[384] Bu da hurafe hadislerdendir.

[385] Tir-mizî, Fiten 63; Ahmed b. Hanbel, 5/40

[386] Tirmizi, Fiten 62; Ahmed b. Hanbel, 3/420

[387] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 115-117.

[388] Ahmed b. Hanbel, 4/20; 5/372

[389] Ahmed b. Hanbei, 2/291

[390] Bk. Heysemî, Mecme´uz-Zevâid, 7/340

[391] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 117-118.

[392] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 118-121.

[393] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 121.

[394] Bk. Kenzü´l-Ummâl, 14/314-316

[395] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 121-122.

[396] Taberî, Câmi´ul-Beyân, 4/18

[397] "Ölmeden Önce" sözüyle ehl-i kitabın kastedilmiş olması daha münasiptir.

[398] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 122.

[399] Hz. İsa´nın şu zamana kadar yaşadığı hususunda İslâm âlimleri ittifak etmiş değildirler. Bu hu­susta kesin bir nass yoktur. Şu halde Hz. İsa´nın şu anda Öldüğünü veya yaşadığını söylemek, müslümanın inanmakla yükümlü olduğu şeyler kapsamında değildir. Müslüman, bu iki kavil­den dilediğine inanabilir. Bunu tartışma konusu yapmamaları gerekir. İnanılması vacib olan husus, onun öldürülmediği ve aşılmadığıdır. Çünkü bu husus Kur´anda bildirilmektedir. Şurada apaçık bir Kur´anî gerçek Üzerinde düşünmemiz gerekmektedir. Şöyleki: Kur´ân-ı Ke­rim, yükseltme (Ref) kelimesini bir istisna dışında hep manevi yükseltme şan, şeref ve kıy­met yükselmesi anlamında kullanmıştır. O istisna da şu ayettedir: "İbrahim ve İsmail, Ka­be´nin temellerini yükseltiyordu."(Bakara, 2/127) Kur´ân´ın lafzını tefsir edecek ve üslubunu anlatacak en iyi müfessir, yine Kur´ân´ın kendisi­dir. Bu nedenledir ki biz, Hz. İsa´nın maddeten değil de manen yükseltilmiş olduğuna inanı-yor ve bu görüşü tercih ediyoruz. Bu, Hz. İsa´nın şan, şeref ve kıymetini daha da arttırır. Bu böyle olmalı ve böyle anlaşılmalı ki Hz. İsâ, Allah´ın peygamber ve elçileri arasında farklı ve türedi biri olmasın. Allah´ın kitabı, onun maddeten değil, manen yükseltildiğini anlatıyor. Maddi yükselme ile manevi yükselme arasında çok fark vardır.

[400] Taberî, Câmi´ul-Beyân, 4/18.

[401] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 122-123.

[402] Müslim, Fiten i 16 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 123-124.

[403] Ahmed b. Hanbel, 2/482-483 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 124.

[404] Buharı, Enbiyâ 49; Buyu1 102; Müslim, İman 242

[405] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 8/5

[406] Ah­med b. Hanbel, 2/290

[407] Müslim, Hac 216; Ahmed b. Hanbel, 2/513 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 124-125.

[408] Buharî, Enbiyâ 49; Ahmed b. Hanbel, 2/336

[409] Allah peySamberleri´ şeriatlerinin ışığını -teferruatta farklı olsalar bile- aynı kaynak-ra <\rat 5="" ar-="" ama="" Şeriatlerindeki="" teferruatlar,="" insanların="" bulundukları="" ortam="" ve="" ihtiyaçla-rag«redeg,ş,k="" farklı="" olabilir.
[410] Abmed b. Hanbel, 2/437; Taberî, Câmi´u-Beyân, 4/22-23

[411] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 125-126.

[412] Buharî, Enbiyâ 48

[413] Buharî, Enbiyâ 48

[414] Ahmed b. Hanbel, 1/375; İbn Mâce, Fiten 33 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 126-127.

[415] Buharî, Enbiyâ 48; Müslim, İman 272

[416] Buharî, Enbiyâ 48

[417] Buharî, Enbiyâ 48; Müslim, İman 274

[418] Buharî, Enbiyâ 48

[419] Müslim, Fiten 110

[420] Ebû Davud, Melâ-him 14; Ahbed b. Hanbel, 2/406

[421] Tezkire, 742

[422] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 127-129.

[423] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 130.

[424] Buharı, Enbiyâ 7; Müslim, Fiten 1 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 131.

[425] Buharı, Fiten 4; Müs­lim. Fiten 3

[426] Ahmed b. Hanbel, 2/510-511; Tir-mizî, TefsirıT-Kur´ân 18; İbn Mâce, Fiten 33

[427] Ahmed b. Hanbel, 3/77; İbn Mâce, Fiten 33

[428] Ahmed b. Hanbel, 3/7

[429] Ahmed b. Hanbel, 4/182

[430] Ahmed b. Hanbel, 1/375

[431] Ahmed b. Hanbel, 5/271

[432] Bk. Buharî, Tefsiru´l-Kur´ân, 22-1; Müslim, İman 379

[433] Bu, kabul edilmesi caiz olmayan merdud bir sözdür. Çünkü ilim ve akılla tersleşmektedir. Bu, hiçbir bilgiye dayanmadan Allah´a yapılan bir iftiradır. İslâmiyet bunu kesinlikte yasaklamış ve katiyetle haram kılmıştır.

Bilgisizce söz söylemenin yasaklığıyla İlgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Bilmedi­ğin şeyin ardına düşme."(İsrâ, 17/36)

"De ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hç bir delil indirmediği şeyi Allah´a ortak koşmanızı, Allah´a karşı bilmediğiniz şeyleri söyleme­nizi haram kılmıştır." (A´râf, 7/ 33)

[434] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 131-134.

[435] Bk. Heysemî, Mecmau´z-Zevâid, 8/6

[436] Bu ne hadistir, ne de Abdullah b. Amr´ın sözüdür.

[437] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 134-135.

[438] Enbiyâ, 21/96

[439] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 135.

[440] Buharî, Hac 47; Ahmed b. Hanbel, 3/28 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 135.

[441] Buharî, Hac 47

[442] Bk. Kenzu´l-Ummâl, 14/223

[443] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 135.

[444] Ahmed b. Hanbel, 2/220.

[445] Ahmed b. Hanbel, 1/228; Buharı. Hac 49

[446] Müslim, Fiten 59

[447] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 136.

[448] Buharî, Menakıb 7; Müslim, Fiten 60

[449] Müslim, Fiten 52; Ahmed b. Hanbel, 2/329

[450] Ah­med b. Hanbel, 1/23 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 136.

[451] Buharî, Fiten 27

[452] Ah­med b. Hanbel, 5/184, 187. 188

[453] Ahmed b, Hahbel, 1/20 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 136-137.

[454] Bu yaratık ne diye lisan-ı kal ile değil de lisan-ı hal ile konuşmasın Teklim kelimesinin, ko­nuşmanın yanısıra bir anlamı da yaralamaktır. Âyeti bu şekilde anlamamıza ne engel var Bu yaratıkla belki de insanı öldüren, ekin ve davarlarını telef eden mikroplar kastedilmiştir. Bu, insanın günah ve isyanına bir kısas ve misillemedir. Zararlı ve tehlikeli mikroplar, yer yüzü­nün her tarafım ve atmosferin her tabakasını işgal etmektedirler. Yaralayıp öldürmektedirler-ki bunda da -eğer kendilerini Allah´a yönelten kalblerî varsa- insanlar için öğüt vardır. Bu, onları terkettiklerı doğru yola iletir. Şu*halde lisan-ı hal, lisan-ı kal´den daha da etkilidir.

Sa­hih hadisleri ve Kur´an ayetlerinin mantığa, realiteye ve hayatın doğasına uygun olarak yo­rumlayıp açıklamak, hayal atmosferinde yüzmekten çok daha faydalıdır.

[455] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 137-138.

[456] Müslim, Filen 39; Ebû Davud, Melâhim 12; İbn Mâce, Fiten 28; Ahmed b. Hanbel, 4/7

[457] Müslim, Fiten 129

[458] Müslim, Fiten 128; İbn Mâce, Fiten 28

[459] Bk. İbn Ha-cer el-Askalanî, el-Metâiibu´1-Âliye, 4/343-344

[460] ibn Mâce, Fiten 31

[461] Fitr: Baş parmakla işaret parmağı tam açıldığında arada meydana gelen mesafe (çeviren)

[462] Bu sahih midir Hayır, ne sahihtir ne de sahihe yakındır.

[463] Birbirlerine zıt olmaları, Dabbetü´l-arzın insanları ve ürünleri yaralayıp hastalandıran ve tü­ketip telef eden zararlı mikroplar olduğuna dair görüşümüzü haklı çıkarmaktadır.

[464] Aklın böyle bir rivayeti doğrulaması nasıl mümkün olur Zeka ve sağlam fıtrat Örneği dahi mümin, Hz. Ali (kerremelfahü vechehü) nasıl olur da böyle bir şeyi söyler !

[465] Müslim, Fiten 118

[466] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 138-140.

[467] Tirmizî, TefsinTl-Kur´ân 6; Ahmed b. Hanbel, 3/31

[468] Buhari, Rikak 40; Müslim, İman 248; İbn Mâce, Fiten 32

[469] Buharî, Tefsir 6-9

[470] Müslim, Fiten 249; Tirmizî, Tefsir 6; Ahmed b. Hanbel, 2/445

[471] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 141.

[472] Müslim, Fiten 39; Ebû Davud, Melâhim 12; İbn Mâce, Fiten 28; Ahmed b. Hanbel, 4/7

[473] Müslim, Fiten 128; İbn Mâce, Fiten 28



[475] Bu-harî, Bed´u]-Halk4; Tefsir 36-1; Müslim, İman 250

[476] Ahmed b.Hanbei, 2/201

[477] Ebû Davud, Melâhim 12; İbn Mâce, Fiten 32

[478] Dâbbe kelimesini önceki sayfalarda, akıl ve hayat dini olan İslâm dininin sünnetine, akıl ve mantığa uygun bir şekilde açıklamıştık. Yine o sayfalarda işaret etliğimiz gibi Dabbeler yani mikroplar, insanların işledikleri günahlar nedeniyle çoğalıp etrafa yayılmışlardır. Dabbe, yü­rüyen her canlıdır. Yoksa gariplik ve tuhaflıklarla dolu belirli bir hayvan değildir. Bu, hayali aciz bırakacak şekilde gerçek olarak misâllendirilebilir.

[479] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 8/8

[480] Abdullah b. Amr, dindar, akıllı, zeki ve takvalı bir kimse olduğundan ötürü onun böyle hura­feleri aktarmış olacağına ihtimal vermiyoruz.

[481] Güneşin batıdan doğması, insanların alışık oldukları âdetlere ve dünya hayatının kanunlarına muhalif olan ilk semavî kıyamet alâmetidir.

İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 142-144.

[482] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 144-145.

[483] Ahmed b. Hanbel, 1/192

[484] Tirmizî, Deavat 98; Ahmed b. Hanbel, 4/240

[485] En´âm suresinin 158. âyeti.

[486] Belki de kitab ehli kimseler kendileri Ölmeden önce Hz. İsa´ya imân edeceklerdir. Bu husus­taki açıklama önceki sayfalarda yapılmıştı.

[487] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 145-146.
A) İMAN VE AMEL YÖNÜNDEN MÜMİNLER


Müminler imanda, tevhidde eşittirler. Bu eşitlik, iman edilecek şeyler itibariyledir. Küfür ile iman, körlük ile görmek gibidir. Hiç şüphesiz gözleri görenler, görmenin kuvveti ve zayıflığı bakımından farklıdırlar. Kimi kalın bir çizgiyi görür, ince bir çizgiyi görmez. Kimi yakını iyi görür uzağı göremez. Kimi de uzağı iyi görür, yakını göremez. Bunlar görme kuvvetinde farklı iseler de hepsi de görmektedir.

Bir kimsenin, benim imanım Peygamberlerin imanı gibidir, demesi caiz değildir. Yine, benim imanım Ebubekir ve Ömer (r.a)nın imanı gibidir, demek uygun deşildir. Kelime-i Tevhidin bir kalpteki nurunu ancak Allah (c.c.) bilir. Kimi kalpteki nuru, güneş gibidir. Kimi kalpte ay, kimi kalpte yıldız, kimi kalpte bir meşale gibidir. İman kuvveti, zahiri ameli kuvvete, batini ilmi kuvvete şamildir. Bu şekilde bu nurun etkisi, dünyada ameller ve ilim üzerinde; ahirette de ahiret halleri üzerinde görülür. Bu kelimenin nuru ve mertebesi arttıkça, şüpheleri ve şehvetleri kuvvetinında yok eder; belki de öyle bir noktaya getirir ki rastladığı her şüpheyi, şehveti, günahı yakar, imha eder.

Amelde üstünlük olabilir. Müslümanlar aynı şeylere inandıkları halde, yaptıkları ameller birisinde az, diğerinde yarım, bir diğerinde daha çoktur. Biri namazlarını kılar ama zekâtını vermede kusurludur. Diğeri namaz, zekât, hac diğer yükümlülükleri de yapar. Bir başkası emredilenleri yapar; ama yasak olduğu halde faizi de almaktan kurtulamaz. İşte bunlar, hepsi mümin olma noktasında eşit, amel bakımından farklıdırlar.


B) İMAN ARTMAZ VE EKSİLMEZ


İman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın noksanlaşması ancak küfrün artması ile; imanın artması da ancak küfrün noksanlaşması ile birlikte düşünülebilir. Bir şahsın, aynı anda hem mümin hem de kâfir olması nasıl düşünülebilir Bu görüş, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşüdür.

Yine "el - Fıkhu´l - Ekber" adlı kitabında şöyle diyor: "Gök ve yer ehlinin imanı artıp eksilmez. Bütün müminler, imanda ve tevhidde derece bakımından eşit olup, amel bakımından birbirlerinden üstün olabilirler."

Şöyle bir soru sorulabilir: Cenab-ı Hak Kur´an-ı Keriminde şöyle buyuruyor:

"İmanlarını artırsınlar için..." (el-Feth / 4) Bu ve benzeri ayetler yanında Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:

"İman, yetmiş küsur şubedir. En üstünü, "Lailâhe illallah" demek, en aşağısı da yolda eziyet veren şeyleri kaldırıp atmaktır. Utanmak da imandan bir şubedir." (Müslim, İman)

Bu soruya şöyle karşılık verilebilir: Bu ayet ve hadislerin hükmü, sahabe hakkında geçerlidir. Çünkü Kur´an, o devirde zaman içersinde ayet ayet iniyor, onlar da her inen ayete iman ediyorlardı. Bu da onların ilk durumlarına göre imanlarını arttırmış oluyordu. Bunlar bizim hakkımızda ise geçerli değildir. Çünkü vahiy kesilmiştir.


C) AMEL İMANDAN BİR PARÇA MIDIR



Amel imandan bir parça değildir. Eğer amel imandan bir parça olsaydı, amellerinde eksiği olan insanların imanlarının eksik olması gerekirdi. Oysa iman, bir parçadır, bölünmez, parçalanmaz; aynı zamanda artmaz.

Zira bazı Müslümanlar, beş vakit namazını kılarken cumaları ara sıra terk eder. Bazısı orucu terk eder. Bazısı zekâtı terk eder. Bunların amellerinde eksiklik vardır; ama amellerindeki eksiklikten dolayı imanlarında eksiklik yoktur. İnanılacak şeyler bir bütündür, birine inanmamak hepsine inanmamak gibidir insanı imandan çıkarır. Bu bakımdan iman eksilme ve artma kabul etmez. İmanın eksilmesi küfrün artması da olmaz. İman ile küfür bir kalpte toplanmaz.


D) AMELLERDE RİYA


Amellere riya karıştığı zaman, bu riya, o amelin Allah katındaki sevabını yok eder.

Ucub (kendini büyük görmek, ululamak) da amellerin sevabını yok eder.

"Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak, eziyet etmek suretiyle (malını insanlara gösterişte bulunmak için harcayanlarda olduğu gibi) iptal etmeyin." (Bakara/264)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:

"Allah Tealâ, içinde zerre kadar riya bulunan bir ameli kabul etmez." (Müslim)

İmam-ı Azam (r.a) sevabının yok olacağını söylemiş; ama amellerin iptal edileceğini söylememiştir. Bu ifade ile amellerdeki seva mükâfatın önemine işaret etmişlerdir.

Ucub (ululanmak) da böyledir. Her hangi bir amele ucub karıştığı zaman, onun Allah katındaki mükâfatını ve amelini riyada olduğu gibi iptal eder. Çünkü ucub yapan kimse, Allah´ın azabından emin olur; iman ve amellerinin yok olmasından emin olup korkmaz. Allah´ın azabından emin olmaksa küfürdür.


E) İNANILACAK ŞEYLERDE PROBLEMLE KARŞILAŞAN KİMSE NE YAPAR


İnsan, tevhit ilminin inceliklerinden herhangi bir şey üzerinde güçlük ile karşılaşınca o zaman, sorup öğreneceği bir âlim kişiyi bulana kadar Allah katında doğrusu hangisi ise ona inanması gerekir. Yani "Allah katında doğrusu hangisi ise ona inanıyorum" demesi gerekir. Fakat böyle bir âlim arayıp bulma işini tehir etmesi caiz değildir. Çünkü bu mesele kişinin bilmesi farz olan meseledir. Bu da iman ve imanın yok olması bilgisidir. Bu konuda, durup beklemekten dolayı özürlü kabul edilmez. Eşer şüpheye düşerek sormaz da beklerse, o taktirde kâfir olur. Zira beklemek, inanılması gerekli bir meseleyi tasdik etmeye engeldir. "Allah´a inandım, inanılması gerekli olan şeylere de inandım" derse, bu söz ile, icmali (kısa) iman gerçekleşmiş olur.


F) RU´YETULLAH (ALLAH´I GÖRMEK)


Allah Tealâ ahirette görülecektir. Müminler, Allah´ı cennette baş gözü ile keyfiyetsiz, bir şeye benzem, arada bir mesafe bulunmadan göreceklerdir.

Müminler, cennette oldukları halde Allah´ı göreceklerdir. Bu konu ile ilgili olarak Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Cennet ehli cennete girdiği zaman Allah Tealâ: "Bir şey istiyor musunuz Size nimetlerimi artırayım." buyuracak. Cennet ehli de: "Yüzlerimizi beyaz kılmadın mı, bizi cennete koymadın mı " diyecekler. Allah Tealâ da: "Evet" buyuracak. Bundan sonra, Allah ile aralarındaki perde açılacak, müminler Allah´ın yüzüne bakacaklar. Cennet ehline, Rablerine bakmadan daha büyük bir nimet verilmemiştir. Bundan sonra Rasülullah (s.a.v.):

"İyilik yapanlara, daima yaptıklarının daha iyisi azlası verilir." (Yunus / 26) ayetini okumuştur." (Müslim, K. İman)

Bu konuda Kur´an´dan delilimiz şu ayettir:

"O günde yüzler, parlak olduğu halde Rabbine bakacaktır." (Kıyame / 22)

Allah´a yakınlık ve uzaklık keyfiyetsizdir.

Allah´a uzaklık ve yakınlık, mesafe uzaklığı ve yakınlığı yönünden değil, belki keramet (üstünlük) ve zillet (önemsizlik) bakımındandır. Allah´a itaat eden kişi keyfiyetsiz olarak ona yakın, isyan eden kişi de yine keyfiyetsiz olarak ondan uzaklaşır.

Mesafe yönünden uzaklık veya yakınlık, varlığı kendinden olmayan ve bir yer ve yönde yerleşmiş olan yaratıklar hakkında düşünülebilir. Allah Tealâ ise mekândan, mekâna yerleşmekten ve bir yönde bulunmaktan münezzehtir.

Allah Tealâ´ya yakınlık ve uzaklıktan kasıt şudur: Kulun Allah´a yakın olması, kendi üstünlüğü, iyilik ve üstünlüğünün eseridir. Bunun gibi Allah´tan uzak olması, kendi zilleti, önemsizliği ve noksanlığındandır.


G) BÜYÜK GÜNAH İŞLEYEN DİNDEN ÇIKMAZ


Allah´a karşı büyük günah işleyen kimse, kâfir olmaz. Kul, işlediği günahla Allah itaatten çıkmış, isyan etmiştir. Ancak, imandan çıkmamıştır. Zira iman, ikrar ve tasdikten ibarettir. İkrar ve tasdik ise bakidir. Dolayısıyla iman devam eder. Ancak işlenen günah, küfrü gerektiriyorsa, o taktirde iman yok olabilir. Çünkü küfür imanı yok edicidir.

Günahkâr kullar eğer iman ile gitmişlerse, cehennemde günahları kadar yanacaklar; sonra da imanları sebebiyle cennete gireceklerdir.

O bakımdan bazı haramları işleyen din kardeşlerimizi hor görmemeli, onlara dinden çıkmış gözüyle bakmamalıyız. Bir din kardeşi olarak onların da o günah bataklığından kurtulmaları için yardım etmeliyiz.


H) TEVBE VE ŞARTLARI


Tevbenin kabulü, günahkârın cezasını düşürmek; aklen Allah Tealânın yapması gereken vacip bir vazife değildir. Bu, bilâkis onun merhametindendir, lütfundandır. Kabulü konusunda ise, kabul edileceği umulur; muhakkak kabul olunur denilemez. Bu konuda "Allah dilediğinin tevbesini kabul eder" (Tevbe/15) mealindeki ayet bize bunu anlatmaktadır.

Buna bir örnek, Peygamberimizle savaşa katılmayan kişiler samimi olarak tevbe etmişlerdi; fakat tevbeler hemen kabul edilmedi. Peygamber (s.a.v.)in onların kalplerinde olanı bilmediği ve Allah (c.c.)nun onlar hakkındaki hükümde bağımsızlığına saygılı olmasından dolayı onlar hakkında kendi başına bir hüküm vermedi. Allah´tan hüküm gelmesini bekledi. Allah (c.c)nun bu hükmü açıklamayı geciktirmiş olması, onları bir daha böyle bir işe dönmekten menetmek için olsa gerektir.

Küfürden dolayı yapılan tevbeböyle değildir. Bu tür tevbeler kesinlikle kabul edilir. Sahabe ve selef alimleri bunu söylüyorlar.

Ehl-i Sünnet âlimleri, tevbe edenin tevbesinin kabulünün kesin olmadığını söylemeleri şundandır: Tevbe, şartlarına uygun yapıldığı konusunda kesin bir bilginin bulunmadığından dolayıdır. Zira şartları tam olmayan tevbeler çoktur.

Kur´an-ı Kerim´de "İnsanlardan bir kısmı inanmadıkları halde Allah´a ve ahiret gününe inandık, derler." (Bakara/8)

Yine, "Allah tevbeleri kabul eder ve sadakaları (zekât ve öşür) alır" (şura/25) Allah Tealanın verdiği haber hak ve doğrudur. Bunu inkâr etmek küfürdür.

Peygamber (s.a.v) de şöyle buyurmuşlardır: "Günahlarından tevbe eden günahsız gibidir." (Ibn-i Mace)

İşlediği büyük günahlardan birine tevbe etse, tevbesi kabul edilir. Tevbe ettiği günahlardan ötürü azab edilmez.

Büyük günahlardan tevbe etmek, küçük günahlardan tevbe etme ıerine geçmez. Ehl-i Sünnette göre, büyük günahlardan tevbe eden küşinin küçük günahlardan azab edilmesi caizdir.

Haricilere göre ise, tevbesiz öldüğü taktirde Allah´a karşı isyan eden kişi, bu isyanı ister küçük olsun ister büyük olsun, kâfirdir. Cehennemde devamlı kalacaktır.

Mutezileye göre, işlediği günah büyük ise imandan çıkar; ama küfre girmez. Ancak böyle bir günahkâr, cehennemde devamlı kalacaktır. Büyük günahlardan kaçınmışsa, işlediği günah küçükse bundan ötürü müminin azab edilmesi caiz değildir. Eğer küçüklerle beraber, büyük günahları da işlemişse, o taktirde küçükler de affedilmez.

Onların bütün bu görüşlerine cevap olarak şu ayet-i kerime vardır: "Allah şirkten başka bütün günahları dilediği kimseler için mağfiret eder." (Nisa/48) Bu ayette, Allah Tealânın bazı günahkârların günahlarını tevbesiz olarak affedeceği işareti vardır.

Tevbenin şartları:

1- İşlediği günaha son vermek,
2- İşlediğine pişman olmak,
3- Artık o günaha dönmemeye azmetmek,

Eğer işlediği günah Allah´la kul arasında ise bu üç şart aranır. İşlediği günah kul hakkı ile ilgili ise şu şart da vardır:

4- Kul hakkından kurtulmak.


I) SAHABENİN FAZİLET SIRALAMASI



Peygamber (s.a.v)in ashabının en faziletlileri hulefa-i raşidindir. Onların da fazileti hilâfet sıralarına göredir. Sonra da cennetle müjdelenmiş on sahabenin diğerleri, sonra Bedir ashabı, Uhud ashabı, Hudeybiıede Bey´atü´ ridvan ashabı ve diğer sahabeler fazilette dereceye girerler.


J) SİHİR VE NAZAR


Sihir ve nazar haktır, vardır. Peygamber (s.a.v): "Nazar haktır" (Ebu Davud, Ibn-i Mace) buyurmuşlardır. Bir başka rivayette "Nazarın insanı mezara, deveyi de tencereye dolduracağı" ifade edilmiştir. Bir başka rivayette "Sihrin de hak olduğu" ifade edilmiştir. Falak suresinde de sihrin şerrinden Allah´a sığınmak gereği üzerinde durulur.

İmam-ı Maturidi, sihrin her çeşidinin küfür olmadığını belirtmiştir. Eğer inanılması gereken şeylerden bir şey inkâr ediliyorsa, küfürdür; inkâr eiyorsa küfür değildir. Eğer bir kişinin helâki, hastalanması, karı kocayı ayırma gibi büyüler küfür değildir. Ancak büyük günahtır.

Sihir yapan, kadın erkek büyücünün hükmü öldürülmektir. Çünkü bunlar fesat ve kötülük için çalışmaktadırlar. Küfür olan sihri yapan büyücülerdense sadece erkek olan katledilir, kadın katledilmez.


K) LEVH-İ MAHFUZDAKİ YAZI DEĞİŞİR Mİ


Yüce Allah Kur´an-ı Kerim´de: "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit kılar. Kitabın anası onun katındadır." (Ra´d) buyurarak günah işleyip de tevbe edenlerin günahını bağışlayacağını, tevbeyi ise sabit kılacağını ifade etmişlerdir.

Levh-i mahfuzda yazılanlar kulun sıfatıdır. Kul için bir halden diğer bir hale geçmek mümkündür. Bu sebeple kulun sıfatı değişir. Fakat Allah´ın kaza ve kaderi asla değişmez. Çünkü kaza hükmedenin sıfatıdır. Hükmedilen şey ise Levh-i mahfuzda yazılı bulunan şeydir.

Eş´ariler, Levh-i mahfuzda bulunan yazının değişmeyeceği görüşündedirler.


L) ALLAH ARŞA İSTİVA ETMİŞTİR


Kerramiye ve Müşebbihe taifesi, "Allah Tealâ, mekân yönünden Arş üzerinde yükselmiştir;ın ise yerleştiği bir karargâhı vardır, derler. Bunlar Allah Tealâyı inmek, binmek, gitmek ve gelmekle vasıflandırırlar.O bir cisimdir; fakat diğer cisimler gibi değildir." derler. Allah onların bu söylediklerinden beridir. Onlar, şu ayeti delil getirirler:

"Allah, Arşın üzerine istiva etmiştir." (Taha/5)

Ancak biz, şöyle diyoruz: Arş yok idi, o Allah´ın yaratması ile var oldu. O, ya Allah´ın büyüklüğünü göstermek için yaratıldı veya oturmak için. Üzerinde oturmak için yaratılmıştır demek caiz değildir. Çünkü, bir mahluka muhtaç olan varlık, yaratıcı olamaz. Bu ihtimal çürütülünce sıra gelir ikinci ihtimale. Bu ihtimal de Arşın üzerinde yükselmesinin yarattıkları üzerine büyüklük ve hükümranlığıdır. Allah´ın ise buna ihtiyacı yoktur.

Sonra, istivanın manası, idare ve hükümranlık yönünden yükselmektir. Zira her şey Arşın hükmü ve kudreti altındadır. Arş da Allah´ın kudret ve hükmü altındadır. Bu mesele, "Falanca, tahtın üzerine çıkıp ayaklarını uzattı." sözü gibi olur. Bu sözden, idare ve hükümranlığın o kimseye ait olduğunu ve bu işlerde kendisi ile çekişecek kimsenin bulunmadığını kastederler.

Nitekim bu manayı te´yid etmek için Allah Tealâ bir başka âyette şöyle buyuruyor:

"Rabbınız öyle bir Allah´tır ki, gökleri ve yeri yedi günde yarattı. Sonra Arş üzerine çıktı ve işleri oradan idare ediyor." (Yunus/3)


M) MÜTEŞABİH AYETLER TEVİL EDİLMEDEN KABUL EDİLİR


Kur´anda zikredildiği üzere Allah Tealânın eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah Tealâ bu konularda şöyle buyuruyor:

"Allah´ın eli kulların ellerinin üstündedir." (Feth/10)

"Sadece Rabbinin yüzü bakidir." (Rahman/27);

İsa (a.s.)dan hikâyeten:

"Benim nefsimdekini bilirsin; fakat ben senin nefsinde bulunanı bilmem." (Maide/116)

Allah´ın, kitabında zikrettiği bu sıfatlar, keyfiyetsiz sıfatlar olup, aslı bilinmekte, fakat vasfı bilinmemektedir. Bilinen asıl, teşabüh ve vasfını anlamaktan aciz olmak sebebiyle batıl olmaz. Bu konuda Imam-ı Ahmed b. Hanbel´in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu sıfatların keyfiyeti meçhul olup, onların nasıl olduklarından bahsetmek ise bid´attir."

Yukarıda zikredilen sıfatları, elden maksat, Allah´ın kudreti, yahut nimeti tarzında te´vil etmek, Allah´ın sıfatlarını iptal etmektir. Allah´ın sıfatlarını iptal etmek ise Mu´tezile ve Kaderiye taifesinin görüşüdür. Lâkin Allah´ın eli, keyfiyetsiz olarak sıfatıdır. Allah´ın gazap ve rızası da keyfiyetsiz olarak Allah´ın sıfatlarıdır. Yani bunların nasıl olduğunu biz bilemeyiz; ancak Allah kendisi bilir.

Nasslarda yer alan el, yüz, istiva... gibi sözcükler tevil edilemez. Çünkü Cenabı Allah bu kelimeleri özellikle kullanmış, bunların yerine; kudret, nimet, görme ve istilâ kelimelerini zikretmemiştir. Doğrusu Cenabı Allah el kelimesinden nimet ve kudret gibi iki manadan başkasını kastetmiştir. Bu sıfatlar, Allah hakkında müteşabih sıfatlardır. Cumhur-u Selefin görüşü budur. Onlar ayetlerde kesin bilinen aslı ispat ettiler, sıfatların müteşabih olan keyfiyeti konusunda sustular. Bununla beraber sıfatların keyfiyetini aramakla meşgul olmayı caiz görmediler. Nitekim Yüce Allah, gerçek bilgi sahiplerini şu şekilde vasıflandırmaktadır:

"İşte kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te´viline gitmek için Kur´an´ın müteşabih âyetlerine uyarlar. Halbuki o müteşabihin te´vilini yalnız Allah bilir. Derin ilme sahip olanlar ise: Biz ona inandık; açık ve kapalı bütün ayetler Rabbimiz tarafındandır, derler. Bunları ancak aklı tam olanlar iyice düşünür" (Al-i Imran/7)
A) KAZA VE KADER

Kaza ve kadere inanmak, iman esaslarından altıncısı ve sonuncusudur.

Alemdeki canlı cansız her varlığın, güneşin, ayın ve yıldızların yoktan yaratıldığını biliyoruz. Bütün bunların belirli bir düzen ve ölçüler içerisinde hareket ettiğini ve değişip durduğunu, zamanı gelince de yok olduğunu görüyoruz. Bu ince düzen bu sürekli oluş ve yaratılış bir tesadüfün eseri olamaz. İşte bütün bunları yapan sonsuz bir güç vardır ki, o da Allah tır. Onun bilgisi dışında hiçbir şey olamaz. Başlangıçtan sonsuza kadar ne olacaksa o, hepsini bilir.

Âlemde vuku bulan, cereyan eden her şey Allah´ın kaza ve kaderiyledir. Her şey, Allah´ın ilim, irade ve kudretinin eseridir, ilâhi kanuna tabidir. Her şeyde sebepler, bir takım ölçüler mevcuttur, bütün bunlar Allah´ın kaza ve kaderine uygun olarak meydana gelir. Allah bir sebep ve hikmete uygun olarak yaratır.

Kader, bir şeyin ölçüsüdür. Her varlık bir ilâhi ölçüye bağlıdır. Âlemdeki düzen ve istikrar, devamlılık ilâhi kaza ve kaderle mümkün olmaktadır.

Rabbımızın, olacakların hepsini, önceden bilip takdir etmesine (ölçüp, biçip belirli kılmasına) KADER denir. Bu, Allah ın ilim sıfatının sonucudur.

Yüce Allah ın takdir ettiği şeylerin zamanı gelince, Onun tarafından yaratılıp ortaya çıkmasına ise, KAZA denir. Bu da, Allah ın irade, kudret ve yaratma sıfatlarının sonucudur. şu halde kaza ve kadere iman, Allah ın ilim, irade, kudret ve yaratma (Tekvîn) sıfatlarına inanmak demektir.


B) KAZA VE KADERLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER


"şüphesiz ki biz, her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık." (Kamer/49),

"Allah her şeyi yaratmış ve her birine belirli bir nizam vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir." (Furkan/2),

"Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her hangi bir olay yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın. Doğrusu bunu bilmek Allah´a kolaydır." (Hadid/22),

"Ölümü aranızda biz tayin ettik..." (Vakıa/60),

"Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da bir takdire göre buraya geldin ey Musa!..." (Taha/40),

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den Hz.Ömer (r.a.)ın rivayet ettiği, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte, iman, İslâm ve ihsanın ne olduğunu Cebrail e anlatırken iman konusunda şu ifadeyi kullanmıştır: "İman, Allah´a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah´tan olduğuna inanmaktır." (Müslim/İman),

Bu hadiste kadere inanmanın iman esaslarından olduğu açıkça belirtiliyor. Bununla birlikte ilâhi bir sır olarak kabul edilen kaza ve kader konusunda Peygamberimiz, fazla konuşulmamasını, münakaşa edilmemesini, bu konuya fazla dalınmamasını tavsiye etmiştir.


C) İRADE


Kaza ve kadere iman, insanın durumunu tespit ve tayinde büyük önem kazanır. Her şeyden önce insanın iradesinin olup olmadığı söz konusu edilir.

İrade; istek, arzu, eğilim, kast, sevgi ve benzeri anlamlara gelir. Bir sıfat olarak kabul edilir. Bu sıfatla canlı fiillerini yapar. Her hangi bir işin meydana gelmesinde irade sıfatı ilk ve en önemli rolü oynar. İrade, istek olmayınca iş meydana gelmez.

İradeyi anlamanın iki yolu vardır:

Allah´ın ve insanın iradesi,

İnsanın iradesi.

a) Allah´ın ve insanın iradesi

Allah´ın iradesinin olduğu ve bu iradenin her şeyi kuşattığı malumdur. Allah mutlak irade sahibidir. Bu ilâhi iradenin varlığına akıl ve nakil (ayet ve hadisler) şahitlik etmektedir. Âlemde hiçbir şey, Allah´ın mutlak iradesinin dışında değildir.

İlâhi iradenin her şeyde hükümran ve söz sahibi olması bakımından, Allah´ın irade ve meşietine "Külli irade" denebilir. Bu bakımdan ilâhi irade, insanın iradesini de kuşatır.

İnsanın da iradesi vardır. İnsan bazen istekli, bazen isteksiz olur; bazen bir işi yapmak ister, bazen istemez. Bunlar onun iradesinin varlığının delilidir. İnsanın bu tarzda anlaşılan iradesi, Allah´ın yüce, mutlak, tarifi imkânsız iradesinin yanında çok küçük bir iradedir. Bu bakımdan insanın bu iradesine, Allah´ın külli, mutlak iradesi yanında "Cüz´i irade" denebilir.

b) İnsanın iradesi

İnsanın iradesinin olduğu kesindir. Bu irade, insan tek başına ele alındığında bağımsızdır, hürdür, bütündür, küldür.

İnsanda ortaya çıkan hareketler iki türlüdür:

1- İhtiyarî fiiller: Yapmak ve yapmamak kulun elindedir. Kul irade-i cüziyesi ile bunu ister. Allah (c.c) da yaratır. O yüzden kul, ihtiyari fiillerden (kendi yaptığı işlerden) sorumlu olur. Okumak, ders çalışmak, namaz kılmak, içki içmek... gibi. İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar ve bunları kendisi için iradi fiil haline getirir. Sözgelimi insanın önünde "camiye gitmek veya gitmemek" şeklinde iki tercih bulunsa, insanın bunlardan birini tercih etmesi istense, bu taktirde insanda hem külli iradenin, hem cüz´i iradenin varlığı görülür. Söz konusu insan, camiye gidip gitmeme noktasında külli, ikisinden birini tercih ettiğinde ise cüz´i iradesini kullanma halindedir.

Gerçekte insanın hayatı sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir. İnsan kendisinde bulunan irade-i cüz´iyesiyle Allah´ın emirlerine uygun veya ters tercihlerde bulunur. Allah (c.c.) da kulun tercihine uygun olarak o fiilleri yapma kudreti halk eder. O fiilleri isteyen ve yapan kul, fiillerinden de sorumlu olur. Bu fiillerinde kendisi tercih yaptığından fiillerinde mecbur değildir. Böylece tercihler hayat boyu kulun amellerini oluşturur.

2- Gayr-i ihtiyarî fiiller (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan sırf Allah ın yaratması ile olan hareketlerdir: İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi şeylerdir.


D) KAZA VE KADER KONUSUNDA GÖRÜŞLER



Kaza ve kader konusu, insan zihnini meşgul eden konuların başında gelir. Bu konuyla ilgili olarak ilk devirlerden itibaren çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Kaza ve kader konusunda başlıca üç görüş vardır:

a) Ehl-i Sünnetin görüşü

Ehl-i Sünnete göre insan, belli ölçülere göre hareket eden hür bir varlıktır. O, işlerini kendi irade ve ihtiyariyle yapar. Zorunlu fiiller dışında kendi isteğine bağlı olarak yaptığı işlerin emir olanlarından mükâfat, yasak olanlarından ceza görecektir. Allah´ın teklifleri, sevap ve ikabını gerektirecek işler bellidir. İnsan bunları seçme ve yapmada serbesttir.

Burada iki husus ortaya çıkmaktadır:

İnsan kendi irade ve ihtiyariyle yaptığı zorunlu olmayan fiillerden, başka bir deyimle, isteğe bağlı olarak seçimini kendi kendisinin yaptığı işlerden sorumludur. Bu fiillerin tümü teklif dairesine girer, sevap veya ikabı, mükâfat veya cezayı gerektirir.

Tek yaratıcı ancak Allah´tır. İnsanı, fiillerini ve her şeyi yaratan Allah tır. Çünkü "Allah her şeyin yaratanıdır." (Zümer / 62), "Sizi ve işlediklerinizi yaratan Allah´tır." (Saffat / 96)

İnsanda yaratma vasfı yoktur. O, fiilini seçme hürriyetine sahiptir. İnsanın seçimine göre yaratma Allah´a aittir. İnsan ancak kâsibtir, müktesiptir, fiillerini kesb eder, kazanır.

b) Cebriyenin görüşü

Ehl-i Sünnetin dışında yer alan Cebriye´ye göre insan fiillerinde yaptığı işlerde mecburdur. İnsanın iradesi, gücü yoktur. O fiillerini zorunlu olarak yapar. İnsanın fiilleriyle münasebeti, çöpün rüzgârla olan münasebeti gibidir. Fiiller insana nispet edilir. Kulların hareketleri cansız varlıkların hareketleri gibidir. Kulun fiillerinde ihtiyar sahibi olması, mucit ve halık olmasını gerektirir. Halbuki yaratıcılık yalnız Allah´a aittir.

Bu fırka, kaza ve kaderi nazara alarak kulun fiillerini yapmada mecbur olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Bununla Allah Tealâyı acizden tenzihe çalışırken diğer taraftan Allah Tealâya zulüm isnat etmişlerdir.

Bu görüşe göre insan, değersiz, şuursuz, akılsız, iradesiz bir varlık durumuna düşüyor. O âdeta cansız bir varlık haline geliyor. Böylece dinin, Peygamberin, kitabın, teklifin, ceza ve mükâfatın hiç bir değeri kalmıyor. Bu görüş sahipleri zaten zamanla yok olup gitmişlerdir. Ama zaman zaman hayatta aynı görüşü benimseyenlerle karşılaşmak mümkündür.

c) Mutezile nin görüşü

Mutezile, Cebriyenin görüşünün tam tersini savunur. Mutezileye göre insan irade ve güç sahibidir ,kendi fiillerinin yaraticisidir. Onlara göre insan, kendi fiillerini yaratirsa ancak hür ve sorumlu olur, ceza ve mükâfat ancak böyle tahakkuk eder.

Mutezilenin bu konudaki görüşünde aşiriliga gittigi görülüyor. Gerçekte insan cüz´i bir irade sahibidir. Allah ın bahşettiği bir kudretle fiillerini yapar; ama asla yaratıcı değildir, kendi fiillerinin halıkı olamaz. İnsan dilediğini seçme ve yapma hakkına sahiptir. Ama hiç bir zaman mutlak irade ve mutlak güç sahibi değildir.

Görüldüğü gibi, Ehl-i Sünnetin bu konudaki görüşü aşırılıktan uzak, Kur´an ve sünnetin ruhuna uygun orta bir yolu temsil etmektir.


E) HAYIR VE ŞER



Dinimizin, iyi, güzel ve yararlı gördüğü söz, düşünce ve davranışlara "HAYIR"; kötü, çirkin veya zararlı gördüklerine de "ŞER" denir. Dinimize göre; hayrı da, şerri de yaratan Yüce Allah tır.

Yüce Allah hayra razıdır; fakat şerre razı değildir.Yani Rabbımız, kötülüklerimizi beğenmeyerek iyiliklerimizi ise beğenerek yaratır. Çünkü Onun bilgisi ve yaratması dışında hiçbir şey olamaz.


F) İYİYE VE DOĞRUYA YÖNELME


Bir insan, "Allah böyle takdir etmiş, ben ne yapabilirim" deyip kötü davranışlarda bulunamayacağı gibi, tembel tembel de oturamaz. Çünkü insan, cüz î irade dediğimiz güçle, iyiyi veya kötüyü kendisi seçer. Yüce Allah, emir ve yasaklarıyla iyi ve kötü yolu göstermiş ve "İyi olana gidin, kötü olandan uzaklaşın" demiş; bu iki yoldan birini seçmekte insanı serbest bırakmıştır. İyi ve kötü yollardan birini seçmek insanın kendi isteğiyledir. Allah, insanın bu isteğine göre iyi ve kötüyü yaratır. Böyle olunca isteyen ve istemeyen insandır, yaratan ise Allah tır. Bunun için insana, irade ve gücünü kullanarak yaptığı davranışlardan sorumlu tutulacağı, âhiret gününde niçin kötü yolu seçtiğinin sorulacağı bildirilmiştir. İradesini iyiye, doğruya yöneltip iyi ve yararlı davranışlarda bulunanlar mükâfatını görecekler, kötüye yönelip kötü ve zararlı davranışlarda bulunanlar, tövbe etmeden ölürlerse cezasını çekeceklerdir.

Kötü çirkin davranışlarda bulunanlar, dünyada da bu kötü davranışlarının cezasını görürler. Bunun için insana yaraşan iradesini iyi, doğru ve yararlı olana yönelterek güzel davranışlarda bulunmak ve bu sayede hem dünyada hem de âhirette mutlu olmaktır. Dinimizin bütün emir ve yasakları insanın cüz î iradesine yön vermek içindir.


G) TEVEKKÜL


Bir amaca ulaşabilmek için gerekli olan bütün tedbirleri aldiktan sonra Allah a güvenmeye ve sonrasını Ona bırakmaya "Tevekkül" denir. Meselâ: Bir çiftçi önce tarlasını zamanında sürer, tohumu eker ve gerekli bütün yapım işlerini yapar, sonra da Allah a tevekkül eder. Yani "Takdir ne ise o olur, ben üzerime düşeni yaptim" diyebilir. Yoksa bunlarin hiç birini yapmadan "kader ne ise öyle olur, ben Allah a güveniyorum" demek, tevekkül değil tembelliktir.

Başka bir örnek daha verelim: Meselâ, bir öğrenci derslerine hiç çalışmadan "kaderim ne ise o olur, Allah dilerse sınıfımı geçerim" diyerek işi Allah a bırakamaz. Böyle bir davranış hem Allah a karşi gelmek olur, hem de kader inanci ile uyuşmaz. Halbuki önce derslere en iyi şekilde çalişmak, bütün konulari ögrenmek, işi ondan sonra Allah a bırakmak, Onun yardımını dilemek gerekir ki, işte bu tevekkül olur.


H) FERT HAYATI YÖNÜNDEN ÖNEMİ


Hayır ve şer, kaza ve kader, kâinatta olup biten şeylerin hepsi belirli kanunlar, belli sebepler ve ölçülü miktarlar dairesinde cereyan etmektedir. Allah her şeyi iradesiyle yaratır, var olan ve olup biten her şey Allah ın bilgisi ve iradesi altındadır.

İşte kaza ve kadere, hayır ve şerre iman, bu inancın sahibini daima çalışmaya ve emek harcamaya sevk eder. Çünkü kişi önüne ne çıkacağını, ileride ne olacağını bilmediğinden kendisini çalışmaya memur bilir. Doğuşundan itibaren kişinin kaderinin ne olduğu belli değildir. O bakımdan insana çalışmak ve kaderin var olduğuna inanmak düşer.

Kadere iman, insanlar felâketlerle baş başa kaldıkları zaman bir teselli kaynağı olur. İnsan üzüntülü olduğu zaman kaza ve kadere olan imanı onun imdadına yetişir. Arzu ettiği bir şeye kavuşamadığı ve ümitlerinin arasına engeller girdiği zaman, Allah ın takdirine olan imanı ve güveni ona destek olur, ümitsizliğe düşmez. Olanların bir ilâhî takdir gereği olduğunu bilir ve üzülmez.

Kişi işlerinde başarılı olunca sevinir. Bu sevinci ile birlikte şımarmaz. Fazla sevinçten dolayı hayat dengesini kaybedip gururlanmaz. Alçak gönüllü olmayı elden bırakmaz. Bütün bu çalışma ve gayretlerin sonunda bunların Allah ın bir lütfü ve takdiri olduğunu hatırdan çıkarmaz. Kur an-ı Kerîm bu hususu bize şöyle belirtiyor:

"Size yeryüzünde veya nefislerinizde bir belâ dokunmaz ki, ancak o sizi yaratmazdan önce yazılmış olmasın. Ve bu da Allah a göre kolaydır. Bunu önceden mukadder ve yazılı olduğunu bilip elinizden çıkan (kaybettiğiniz) şeylerden dolayı üzüntüye düşmeyiniz ve elinize girenle de (kazandığınızdan dolayı) sevinip şımarmamanız için size beyan ettik. Allah övünen ve kibirlenenleri asla sevmez." ( Hadid sûresi /22 - 23. âıetler.)

Kadere iman, insanda kahramanlık ve yiğitlik duygularını kuvvetlendirir. İşlerin Allah ın takdir ettiği gibi olacağına imanı olan kimse yılmaz ve korkmaz.

Cömertlik ve iyilik hislerini arttırır, insanı eli açık yapar. İnsan düşünür, madem ki rızklar bellidir, Allah herkesin rızkını çalışmasına, çabasına göre takdir etmiştir. Aç kalırım endişesiyle cimrilik yapmaz, cömert olur, düşkünlere yardım eder, muhtaçları ve yoksulları maddî ve manevî yönlerden destekler.

Kâinatta bütün işlerin Cenab-ı Hak kın elinde olduğuna imanı olan kimse en güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır. Ölümden korkmaz, her zaman hakkı, adaleti, eşitliği, insan hak ve hürriyetlerini savunur. Her ne pahasına olursa olsun, Allah ın emirlerine uyar ve yasaklarından kaçınır.

İnsana bir felâket ve üzüntü geldiği zaman, hüzün ve kederden kendisini helâk etmez. İlâhî takdire razı olur.

Demek ki, yeryüzünde olup biten her şey, ilâhî bilgi ve takdir çerçevesindedir.
A) AHİRET NEDİR

Ahiret kelimesinin sözlük anlamı, son ve sonra olandır. Bu anlamda dünyanın sonuna ahiret denir. Terim olarak ahiret, ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam eden bir hayatın adıdır.

İçinde yaşadığımız dünyada bulunan her şey sürekli bir değişiklik göstermektedir. Her şeyin durmadan değiştiğini, eskidiğini, canlıların doğup, büyüyüp, gelişip,yaşlanıp öldüklerini, hep gözlemekteyiz.

Yaratılmış olan varlıkların zamanı gelince yok olmaları doğaldır. Çünkü Yüce Allah tan başka ölümsüz, kalici varlik yoktur. şu halde her şey belirli süreler içersinde varligini devam ettiriyor, sonra da yok oluyor. Bu varliklar arasinda kendisine verilen akil, irade ve güç sayesinde özel bir yere sahip olan insan da belirli bir süre yaşadiktan sonra ölmektedir. Işte insanin canli kaldigi, varligini sürdürdügü bu zaman süresine ömür diyoruz. Insan ömrünün belli bir zaman sonra Allah ın emriyle son bulmasına da ecel diyoruz. Dünyada her gün veya her an vakti gelen insanların ömürleri tükeniyor; diğer taraftan da yeni doğanlarla yeni hayatlar başlıyor. İşte bunlar gibi bu dünyanın da bir ömrü, bir sonu vardır. Dünyanın bu son bulma anına "Kıyamet kopması" diyoruz. Bundan sonra, Yüce Allah yeni bir âlem yaratacak, bütün ölüleri diriltecek ve hepsini "Mahşer" denilen yerde toplayacaktır. İşte bu yeni âleme "Ahiret" denir.

Ahirete, ahiret günü, kıyamet günü, din günü, ceza günü, son gün, diriliş (ba´s) günü gibi isimler de verilmiştir.

İnsana hayat ve canlılık veren ruh, insanın ölümü ile bedenden ayrılır ve ruhlar âlemine gider.

Kıyametin kopma zamanı gelince İsrafil adlı melek Allah ın emriyle Sûra üfleyecek bütün bu âlemin düzeni bozulacak, her şey alt üst olup taş üstünde taş kalmayacak ve bu dünya hayatı son bulacaktır.

İsrafil in Sûra ikinci defa üflemesiyle bütün ölüler dirilecek ve yeni bir âlem kurulacaktır. Burada insanlara dünyada yaptıkları bütün iyilik ve kötülükleri açıkça gösterilecektir. Sevabı, yani iyilikleri çok olanlar Cennete gideceklerdir. Günahı, yani kötülükleri çok olan Müslümanlar günahlarının cezasını görmek üzere Cehenneme gireceklerdir. Bunları Yüce Allah dilerse affeder, dilerse cezalarını çektikten sonra yine Cennete koyar. İnkâr edip iman etmeyenler ebedî olarak Cehennemde kalacaklardır.

İşte yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar sürüp gidecek olan hayata âhiret hayatı ve bu hayatın geçtiği âleme de âhiret âlemi veya öteki dünya denir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Sûra üflenince, Allah ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde, kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra Sûra bir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp, bakakalacaklardır." (Zümer: 68.)

Birinci Sûrda Allah ın dilemesiyle ölmeyip kalanlar, Cebrail, Mikâil, Israfil, Azraîl, veya hamele-i arş(Arşı taşıyan melekler), ya da Rıdvan melekleri, hûriler, cennetin hazînedarı olan Malik le cehennem bekçileri olan zebânîlerdir. Bu âyete göre " Sûr " iki defa üflenecektir: Birincisi ölüm üfleyişi, ikincisi de ba s (dirilme) üfleyişidir.


B) AHİRET GÜNÜNE NİÇİN İNANIRIZ



Ahiret gününe inanmak, iman esaslarindan beşincisidir. Ahirete inanmayan kimse gerçek mümin olamaz. Kur´an-i Kerimde müminlerin özellikleri sayilirken:

"Ey Muhammet, onlar sana indirilen kitaba da, senden önce indirilenlere de inanirlar; ahirete de onlar kesinlikle inanirlar" (Bakara / 4) buyrulmaktadir.

Bir başka ayette:

"Kim Allah´i, meleklerini, kitaplarini, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, mutlaka haktan çok uzak, derin bir sapikliga sapmiştir." (Nisa /136) buyrulmaktadir.

Önemine binaen Kur´an-i Kerimde birçok ayette Allah´a imandan hemen sonra, Ahirete iman zikredilmiştir.

"Allah´a ve ahiret gününe inanip salih amel işleyen kimselerin Rableri katinda büyük ecirleri vardir. Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar." (Bakara / 62),

"Insanlardan bazilari, biz Allah´a ve ahiret gününe inandik derler. Halbuki onlar inanicilar degildirler." (Bakara / 8) ayetlerinde oldugu gibi.

Çünkü ahirete inanan kimse, onun peygamberine, dolayisiyla meleklerine ve kitaplarina kolayca inanir. Allah ın yüce sıfatlarını öğrenince de, hayrın ve şerrin Allah´tan olduğuna ve her şeyi onun takdir edip yarattığına, yani kaza ve kadere de inanır. Ama tecrübe ve müşahede alanı dışında kalan ve sadece nakille, Allah ve Rasülünün haber vermesiyle bilinen yepyeni bir alemin ve hayatın, yani ahiret hayatının var ve hak olduğuna inanmak, daha büyük teslimiyet ister. Bu bakımdan, ahiret hayatına inanmak, iman esasları arasında önemli bir yer tutar.

Ahirete inanan kişi öldükten sonra tekrar dirileceğine, dünyadaki işlerinin karşılığı olan cennet ve cehenneme ve oradaki hayatın sonsuz olduğuna da inanır. Böyle bir inanca sahip olan kişi, yaptığı bütün işlerden sorumlu olduğunu, herkese hakkının burada verileceğini düşünür ve kavrar. Ahiret hayatındaki sonsuz mutluluğun, ancak bu dünyada kazanılacağını da bilir.

Bu dünya bir bakıma ahiretin tarlası gibidir. Burada ne ekersek orada onu biçeceğimize şüphe yoktur.

Ahiret inancı bize çok şeyler kazandırır. İnsanların birçoğu hayatı yalnız bu dünyadan ve kendi menfaatlerinden ibaret görürler. Mal, mülk, para onlar için her şeydir. Bu uğurda haksızlık bile yapabilirler. Daha çok kazanabilmek için başkalarına karşı acımasız olabilirler. İşte böyle insanlardan oluşan bir toplumda ahlâkı korumak güçleşir. Her türlü kötülük bu tür toplumlarda çoğalır.

İnançlı kimseler ise, bu dünyanın geçici olduğunu, ölümle her şeyin bitmediğini, öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, âhiret âleminin ebedî olduğunu, düşünürler ve bilirler. Böyle kişiler, bu dünyada daha bilgili ve ahlâklı olmağa çalışırlar. Doğru yollardan, yalana, hileye, rüşvete başvurmadan çalışarak kazançlarını artırırlar. Herkese yardım ederler, kimseye kötülük etmezler. Düzenli, mutlu, saygılı, merhametli olurlar. Adaletten ayrılmazlar, kimseye haksızlık ve eziyet etmezler.


C) AHİRETE İMANIN FERT VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ


Gerçekten uhrevî sorumluluk fikri, İslâm dininde bir asıldır. Fert ve toplum meselesi de bununla ilgilidir. İslâm dininde âhiret ve sorumluluk fikri, korku ve ümit, fertleri topluma bağlayan bir âmildir.

Ahirete iman, daha yüksek ve ebedî bir hayata imandır. Bu dünyaya, ilim ve fazilet kazanmak, bulunduğu hayattan daha ulvî ve ebedî bir hayata yükselmek için geldiğine ve o âlemdeki mutluluğun bu dünyada kazanacağı yüksek ilim ve faziletlere bağlı olduğuna iman etmiş olan bir insan ve toplum için şu tesirleri görülür:

1- Ahiret inancının gösterdiği yolu tutarak aklını, ahlâkını hakîki ve müspet ilimlerle aydınlatır.

2- Bilgisizliğin doğuracağı eksikliklerin gayeye erişmesine engel olacağından korkar. ahirete iman suretiyle Yüce Allah tarafından kendisine verilen aklî kabiliyetleri, insânî özellikleri yaratıldıkları gaye uğruna harcar.

3- İnsan, bu iman sayesinde her işinde doğruluktan ayrılmaz.

4- Para kazanıp zengin olmak isterse kazancını meşru yollardan kazanır.

5- Hile ve aldatma, vurgunculuk ve rüşvet yollarına yaklaşmaz.

6- Kendi hakkını bilir, başkalarının haklarını gözetmeyi bir borç sayar.

7- Vazifelerini tam anlamıyla vaktinde ve zamanında yapar.

8- Kazancını daima yerinde ve faydalı işlerde kullanır.

9- Bir mükâfat ve ceza gününün varlığı ve herkesin bu dünyadaki işinden dolayı Allah ın huzurunda sorguya çekilecekleri gerçeği âhirete iman etmiş olan kimselerin kalbine yer etmiş olur.

10- Milletler ve toplumlar arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir hale gelmesini kolaylaştıracak olan en büyük vasıta âhirete imandır. Bu iman fertlerin kalbinde ne kadar kuvvetli olursa, toplumlar arasındaki ilişkiler de o derece sağlam olur. Çünkü bu iman, her ferdi kendi sınırında durdurup başkasının sınırına geçirmez.

Ahirete iman, insanların kalbine barış hisleri saçan ezelî bir ruhtur. Çünkü barış hissi, adalet ve sevginin meyvesidir. Adalet ve sevgi ise güzel ahlâkın meydana getirdiği şeylerdir. Güzel ahlâk da âhirete imanının aşılamış olduğu bir özelliktir.


D) KABİR HAYATI



İnsan denilen yaratığın yaratılmasıyla başlayan ve değişik biçimlerde devam eden yaşam evreleri vardır. İlk önce ruh olarak yaratılan insanın birinci hayatı ruhlar aleminde başlar ana rahmine gelinceye kadar devam eder; ikinci hayatı, ruhlar alemindekinden farklı bir biçimde ana rahmindeki hayatı; üçüncü hayatı, ruhlar alemindekinden ve ana rahmindekinden de farklı dünyadaki hayatı; dördüncü hayatı, yine öncekilerden farklı bir biçimde kabir hayatı, beşinci ve son hayatı da ahiret hayatıdır.

İşte bir insan öldükten sonra, ahiretin kapısı olan kabir hayatına intikal eder. Kabir hayatı; kabirde vaki olacak sorularla başlar, ölünün kabrinde amellerine göre nîmetlere kavuşması veya azap olunmasıyla kıyamete kadar devam eden bir hayattır.

Dünya hayatı sona eren bir kimse ister bir kabre defnedilsin, ister denize atılsın, isterse hayvanlar tarafından cesedi parçalansın, yensin veya ateşte yansın, mutlaka Rabbinden, peygamberinden ve dîninden sorguya çekilecektir. Ölen kimseleri sorguya çekmek için Allah tarafından görevlendirilen meleklere "Münker ve Nekir" melekleri denir. Bu melekler her ölüye "Rabbin kimdir", "Dinin nedir", "Peygamberin kimdir" sorularını sorurlar. Mümin olanlar bu sorulara kolaylıkla cevap verirler ve o andan itibaren kabirleri genişler, güzelleşir ve cennet bahçelerinden bir bahçe olur.

Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara cevap veremezler. Onları da kabirleri, kaburgalarını kırıp birbirine geçirinceye kadar sıkar. Kabirlerinden cehenneme bir pencere açılır ve hak etmiş oldukları azabı, çeşitli şekillerde çekmeye başlarlar.

Kabirdeki sual, peygamberler, buluğa ermeden önce ölen çocuklar ve yine akıl baliğ olmadan önce delirenler ile Allah´ın dilediği kimseler hariç, herkese sorulur. Nimet veya azap ise sadece hak edenleredir.

Cenab-ı Allah, ölünün bedeninde lezzet ve elemi idrak edebilecek bir çeşit hayat yaratır da ölü bu biçimde ya nimetlere kavuşur veya azap görür.

Ölü kabre girince ruhu cesedine veya bedeninin parçalarından bir kısmına sirayet eder ve ölü bu sûretle bir çeşit hayata sahip olarak kendine yöneltilen soruları anlar, lezzet ve elemi anlamaya uygun bir duruma gelir. fakat ruhun bu sirayeti ölünün tamamen harekette bulunmasını gerektirmez. Farz edelim ki, ölüye soru yöneltildiği bir anda kabri açılacak olsa, kendisinde asla bir hareket ve üzüntü görülemez.

Ahiret hayatını dünyadaki hayata tamamen kıyas etmek doğru değildir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz: şöyle ki: Yanımızda iki kişinin uyumakta olduğunu farz edelim. Bunlar derin bir uykuya dalmışlar, kendilerinde hiçbir kımıltı görülmüyor. şimdi bunlardan biri tatlı bir rüya görüyor; güya en sevdiği arkadaşlarıyla beraber en güzel bir bahçedeymiş gibi... Bahçeyi süsleyen çiçeklerin güzel kokularından istifade ediyor, çeşitli ağaçların meyvelerinden kopararak tatlı tatlı yiyor. Hasılı kendisi pek neşeli bir halde bulunuyor. Aksine diğeri de, pek elemli bir rüya görüyor. Adeta bir takım caniler ile beraber ızdıraba, acı çekmeye hapsedilmiş... Hapishanenin her duvarından üzerine akrepler, yılanlar, vahşi hayvanlar saldırıyor. Bu durumda bedenî ve ruhî bakımdan sahip olduğu üzüntü sonsuz. Halbuki biz bu iki insanın sakin, sessiz, uykuya dalmış, hareketsiz bir halde olduklarını görürüz. Bunların ne neşelerini, ne de elem ve ızdıraplarını göremeyiz.

İşte bunun gibi bir ölü de kabrinde ya sıkıntı ve ızdıraba düşer, kabri kendi hakkında sıkıntı ve azap yeri olur. Veya refah ve rahata erişir, kabirde cennet nimetleriyle mükâfatlandırılır ve kabri bir cennet bahçesi olur. Artık onların âlemi başka bir âlemdir. Dünyada yaşayanlar o âlemin durumlarını anlayamazlar. Ancak bu hayata iman, bu durumları anlamayı kolaylaştırır.

Kabirdeki sual, azap ve nimeti anlatan Kuranda ayet ve manaca tevatür derecesine varan hadis-i şerifler mevcuttur.

Kur´an-ı Kerimde, Fir´avn ve hanedanı hakkında, onların her gün sabah akşam ateşle azap olunduklarını haber veren şu ayet-i kerime vardır:

"Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de: "Fir´avn´ın hanedanını azabın en şiddetlisine sokun." (Mümin/46) denir.

Konuyla ilgili hadis-i şerifler şunlardır:

Zeyd bin Sabit (r.a.)´den yapılan sahih rivayete göre, Resülullah (s.a.v.) Efendimiz Neccar oğullarına ait bir kabristandan geçerken binmiş olduğu katır ürktü, neredeyse Resülullah düşecekti. Orada ya altı, ya beş, ya da dört kabir bulunuyordu. Bunun üzerine Efendimiz sordu: "Bu kabirde yatanları bilen var mı" Bir adam ayağa kalkarak "Ben biliyorum.." deyince, Efendimiz: "Bunlar ne zaman öldüler" diye sordu. O da "Eşrat´ta (Cahiliyette) öldüler" diye cevap verdi. Efendimiz, "Birbirinizi defnetmeyi terk endişem olmasaydı, kabir azabından işittiğimi sizin de işitmeniz için Allah´a dua edip isterdim!" buyurduktan sonra bize döndü ve: "Kabir azabından Allah´a sığının!" diye uyarıda bulundu. Biz de: "Kabir azabından Allah´a sığınırız" dedik. Sonra tekrar bize: "Cehennem azabından Allah´a sığının!" diye emretti. Biz de: "Cehennem azabından Allah´a sığınırız" dedik. Sonra "Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah´a sığının!" buyurdu. Biz de: "Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah´a sığınırız" dedik. Sonra, "Deccal fitnesinden Allah´a sığının!" diye emretti. Biz de: "Deccal´in fitne-sinden Allah´a sığınırız" dedik. (Müslim)

İbn-i Abbas (r.a.)den rivayet edilmiştir: Resülullah (s.a.v.) iki kabre uğradı da:

"Hiç şüphesiz, bunlar azap görüyorlar. (Gözlerinde) büyüttükleri bir şey hakkında azap görmüyorlar. Evet, o günah büyüktür. Biri (iki kişinin arasını bozmak için) söz taşırdı. Diğerine gelince, idrar(ının üzerine sıçrayıp bulaşmasın)dan sakınmazdı" buyurdu. (Buhari)

Abdullah Ibn-i Ömer (r.a)den rivayet edilmiştir: "Sizden biriniz vefat ettiğinde sabah ve akşam ona kendi makamı gösterilir: Cennet ehlinden ise, cennet ehli makamlarından bir makam; cehennem ehlinden ise, cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ve ona: Burası senin (ebedi) durağındır. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir, denilir." (Buhari)


E) KIYAMET



Kıyamet denilen dünyanın sonu gelmezden önce bazı garip, olağanüstü olaylar zuhur eder ki, bunlara kıyamet alâmetleri denir. Bunlar kıyametin yaklaştığının ön belirtileridir. Zira kıyametin tam kopacağı zamanı ancak Allah (c.c) bilir. Kullar, bazı alâmetlerin zuhuru ile kıyametin yaklaştığını bilebilirler. Bu alâmetlerin meydana geleceğini Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermişlerdir.

Ancak, şunu belirtmeliyiz ki, kıyamet alâmetleri dediğimiz olayların olması, bizim bildiğimiz ve anladığımız manada olmayabilir. Yani o olaylar meydana geldiği ve alâmetler görüldüğü halde, biz onların farkında olmayabiliriz. Çünkü, kıyamet alâmeti olarak gösterilen hadiseler, çok kesin hatlarla tayin edilmiş değildir. Bundan dolayı alâmetin meydana gelişinin farkına varmamış olabiliriz. Öyleyse müslümana düşen, kıyamet alâmetlerini ve zamanını araştırmak değil, her an kıyamete hazır olmaktır. Çünkü ölümle insanın kıyameti kopacaktır. Ölümün ise geleceğini önceden haber veren alâmetleri, herkes için yoktur.

Kıyamet alâmetleri küçük ve büyük alâmetler olmak üzere iki grupta toplanır. Bu ayırış, İslâm alimleri tarafından şu iki nokta göz önünde bulundurularak yapılmıştır:

Küçük alâmet sayılanlar, insanların kendi iradelerine ve hareketlerine bağlı olanlardır. Bunlar insanların kendi fiilleri sebebiyle meydana gelen şerlerden ibarettir. Büyük olanlar ise, insan iradesine başlı olmayan alâmetlerdir.

Küçük alâmetler, zaman itibariyle daha önce meydana gelecektir. Kıyametin kopuşuna, büyüklere kıyasla daha uzaktırlar. Büyük alâmetler ise, kıyamete oldukça yakındırlar. Büyük alâmetler görüldükten sonra artık sayılı günlere girilmiş, dünya rayından çıkmış, mahvolmağa yönelmiş demektir.


F) MÜKAFAT VE CEZA


Ahiret gününe iman etmenin temelinde bu dünyada yapılanların öteki dünyada mükâfat ve ceza olarak karşılıklarının görülmesi vardır.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: "İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onun sevabını görecek; kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa onun cezasını görecektir." (Zilzal : 7 - 8.)

Hayat yolunda insanoğlunun üç (3) konağı vardır: Biri bu fânî âlemdir ki buna "Dünya" denir . İkincisi kabir âlemidir ki, buna "Alem-i Berzah" denir. Üçüncüsü ise, ebedî yaşayış âlemidir ki, buna da "Ahiret evi" denir.

Resûl-i Ekrem (sav)e nazil olan vahiyde üç konağın her üçünde de insanın mükâfat ve ceza göreceği bildirilmiştir. İnsan amellerinin cezasını ve mükâfatını başarısızlık ve başarı şeklinde görecektir. Sonra insan ruhu ikinci konağa geçecek; orada da insan kendi amellerinin görüntüsünü bir parça görecektir. Sonra bu mevcut dünyanın bütün işleri sona erecek, fânî âlemin bütün şekil ve görüntüsü silinip ortadan kalkacak, nihayet yeni bir âlem meydana gelecek; o zaman fânî insanlar ebediyete kavuşmak için uyanıp kalkacaklar, bütün amellerin tamamiyle karşılığını mutlaka göreceklerdir.

İnsanın ilk ceza göreceği yer bu dünyadır. Her ne kadar insanın iyilik ve fenalığının tam karşılığını öteki dünyada "Ahirete" bırakılmışsa da, yaptığı işlerin karşılığını bu dünyada da az çok görür. İnsan salih amel, iyi işler karşılığı olarak; izzet, şöhret, şan, şeref, sevgi, güven, refah, saltanat ve egemenliğe sahip olur. Aksine kötü amellerle, fena işlerle de zillet, rezalet, şerefsizlik, perişanlık, güvensizlik, korku, keder ve mahkumiyete uğrar. Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor:

"Bu dünyada iyilik edenler için iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha iyidir. Fenalıklardan sakınanların yurdu, en güzel, en mükemmel yurttur." (Nahl / 30 )

"Allah ın mescitlerinde, Allah ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışanlardan daha zalim kim vardır Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeğe hakları yoktur.) Bunlar için dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır." (Bakara : 114.)

"... Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de geçersiz sayılmıştır. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar." (Bakara: 217.)


G) HAŞR VE MAHŞER


Haşrin sözlük manası, toplamaktır; Mahşer de toplanılan yere denir. Terim manası ise, kıyamet gününde dirilmeyi(ba´si) müteakip mahlukatın bir araya toplanmasıdır.

Kuran da: "Bütün insanların bir araya toplanacakları gün" (Hud / 103), olarak nitelenen haşr için, "Sizi toplanma gününde bir araya getirdiği gün, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür." (Tegabün / 9) , "Onların hepsini bir gün toplarız" (Yunus / 28), "...o gün, suçluları korkudan gözleri göğermiş olarak toplarız." (Taha / 102), "Gözleri dönmüş olarak, dağılmış çekirgeler gibi, kabirlerinden çıkarlar ve çağırana doğru koşarlar." (Kamer /7-8) buyrulur.

Kıyamet günü Allah Tealâ yeryüzünü dilediği şekle sokar. Mahşer yeri, Peygamberimizin ifadesine göre: "Üzerinde hiçbir alâmet (dağ, deniz, bitki v.b.) bulunmayan, halis buğday unundan yapılmış yufka gibi beyaz ve parlak bir düzlük" (Buhari) olacaktır. Dirilişi müteakip mahlukat, hesap ve kısas için bu düzlükte toplanacak. Hesaplaşmadan sonra ise hayvanat toprak olacaktır.

Ba´s (diriliş) ve haşr, bazılarının dediği gibi sadece ruh ile değil, ruh ve cesetle birlikte olacaktır. Ahiretin varlığının ispatı konusunda da işaret edildiği gibi, insanları yoktan var eden Allah´ın onları, çürüyüp toprak olduktan sonra çürümüş parçalarını bir araya toplayıp diriltmeye de gücü yeter. Üstelik konu ile ilgili ayet ve hadislerin pek çoğunda bu husus açıklanmıştır.

Kur´an-ı Kerimde: "İnsan zanneder mi ki, biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyeceğiz. Evet biz, parmak uçlarını bile derleyip iade etmeğe kadiriz." (Kıyame / 3-4) buyurulur.

Mahşerde toplanan insanların o gün karşılaşacakları durum ve görecekleri muamelelerin, herkesin dünyadaki amellerine göre olacağı, Peygamber Efendimizin çeşitli hadislerinde haber verilmiştir. Bu konuda pek çok hadis vardır. Bunlardan bazılarında mahşerin sıkıntılı hali anlatılır; güneşin bir mil kadar yaklaştırılacağı ve bu dayanılmaz sıkıntıların, Peygamberimizin şefaati ile son bulacağı belirtilir.


H) AMEL DEFTERLERİ


Mahşerde herkes toplandıktan sonra insanlar için dünyada yazıcı melekler tarafından tutulan amel defterleri dağıtılır. Dünyada insanın yaptığı her şey, bu defterlerde bütün teferruatıyla kayıtlıdır. Unutulmamalıdır ki, bunları dünyadaki defter ve kitaplara benzetmek yanlıştır. Amel defterleri, bir kısım insanlara sağdan, diğer bir kısmına da soldan veya arkadan verilir.

Amel defterini sağdan alanlara "Ashab-ı yemin" denir ki, bunlar cennete girmeyi hak eden müminlerdir. Onların hesabı kolay ve sevinci fazla olacaktır. Sınıfını geçen örencinin karnesini alınca herkese göstermesi gibi, onlar da her önüne gelene, alın alın, kitabımı okuyun diye gösterirler.

Amel defterlerini soldan veya arkadan alanlara "Ashab-ı şimal" denir ki, bunlar, hesabı çetin olacak ve sonuçta cehenneme gidecek olanlardır. Bunlara defterleri verilirken: "Oku kitabını, bugün hesap görücü olarak sen kendine yetersin." (Isra / 14) yani defterini okuyunca hesap neticesinde nereye varacağını kendin de anlarsın, denir.


I) HESAP VE SUÂL



Mahşerde ilahi adaletin tecellisi için mahkeme kurulacak ve herkes yaptıklarından sorguya çekilecektir. Orada mutlak hakim olan Allah´ın huzurunda herkes hesap verecektir. Allah Tealâ aslında her şeyi bilmektedir. Amel defterlerini alan herkes de kendi yapıp ettiklerini en ince ayrıntılarına kadar görmüştür.

Ancak Allah Tealâ, herkese suçlarını bir bir itiraf ettirmek, azabı hakkettiğini göstermek için daha doğrusu böyle istediği için kullarını bir bir hesaba çeker. Ancak, bir anda insanlardan birinin hesaba çekilmesi, diğerlerinin hesabının görülmesine engel olmaz.

Ahirette insanların nelerden sorguya çekilecekleri bir hadis-i şerifte ana hatlarıyla açıklanır. Buna göre insan:

1- Ömrünü ne yolda tükettiğinin,

2- İlmini ne yolda kullandığının ve onunla hangi amelleri yaptığının,

3- Malını nereden kazanıp nereye harcadığının,

4- Cismini ne yolda yıprattığının hesabını mutlaka verecek, bu hesabı vermeden hiçbir yere gidemeyecektir.

Hesap ve sual esnasında, melekler tarafından tutulan amel defterleri yanında, insanın elleri, ayakları ve derilerinin de şahitlik edeceği Kuran da bildirilmiştir. (Fussilet /19-21; Yasin / 65)

O gün, kendilerine Allah ın bir lütfu ve dünyada yaptıklarına karşılık hesap ve sualden muaf tutulanlar da vardır.


J) MİZAN



Mizan, mahşer gününde herkesin amellerinin miktarını bildiren bir ölçüdür. Bu ölçü vasıtasıyla herkes kendi sevap ve günahının derecesini anlayacaktır. Gerçek mahiyetini sadece Allah ın bildiği mizanın varlığı Kuran la sabittir.

Kur´an´da bu konuda şöyle buyurulur: "Kiyamet gününde amellerin tartilmasi haktir, gerçektir. Tartilari aşir gelenler, işte onlar kurtulanlardir." (A´raf /8) "Biz kiyamet gününe mahsus adalet terazileri kuracagiz. Hiçbir kimse hiçbir Haksizliga ugratilmaz. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, yapilani ortaya koyariz. Hesap gören olarak biz yeteriz." (Enbiya /47)

Mizan, hiçbir kimsenin en küçük amelinin dahi zayi´ olmasina meydan vermeyen, tam manasiyla hakli ve adaletli bir ölçü aletidir. Herkesin ameli, mahiyetini bilmedigimiz bu aletle ölçülecektir. Iyilikleri agir gelenler cennete gönderilirler. Kötülükleri agir gelenler de cehenneme gönderilirler. Ancak cehenneme gidenlerden iman sahibi olanlar cehennemde sürekli kalmazlar. Günahlari kadar cehennemde ceza çektikten sonra cennete gönderilirler.


K) SIRAT



Lügatte yol demektir. Terim olarak sirat, cehennem üzerine kurulmuş olan son derece ince ve keskin bir köprüdür ki, herkes bunun üzerinden geçecektir. Cennete gitmek için sirattan başka yol yoktur. Ancak sirattan geçmek, geçen şahsin iradesine degil, dünyadaki yaşayişina, iman, amel, ihlâs ve ahlâkina baglidir.

Buna göre müminlerden bazilari derecelerine göre sirati göz kaymasi, şimşek, rüzgâr, kuş, yariş ati... hiziyla geçerken bazilari da zorluk çekecek veya tamamen geçemeyecektir. Kâfir ve münafiklar ise sirati geçemeyip cehenneme atilacaklardir.

Sirati ilk geçen ümmetin bizim peygamberimizin ümmeti olacagi da bu konuda gelen haberler arasindadir.


L) ŞEFAAT



Şefaat: Ahirette günahkâr olup ta cehenneme girme durumunda olan müminlerin affi, ibadet ve taat ehlinin daha büyük derecelere ulaşmasi için peygamberler ile ümmetin büyüklerinin Allah Tealâya yalvarmalaridir.

Beş çeşit şefaat vardir:

1. Şefaat-i uzma: En büyük şefaat demektir. Kiyamet günü mahşerdeki bekleyişin sona erip hesabin başlamasi için Peygamber Efendimizin bütün insanliga şefaatidir.

2. Bazi müminlerin hesap görmeden cennete girmelerini saglayan şefaat. Bu da Resülullah (s.a.v.)e mahsus olan bir şefaattir.

3. Cennette bazi müminlerin derecelerinin yükselmesi için olan şefaat

4. Günahlari sebebiyle cehenneme girecek olan müminlerin, cehenneme girmeksizin cennete girmelerini saglayan şefaat.

5. Cehenneme girmiş olan müminlerin, cezasini tam çekmeden affedilip çikarilmasi için olan şefaat.

Son üç maddede yer alan şefaate, Allah´in izniyle Peygamberimizin yaninda diger Peygamberler, ilmiyle âmil olan âlimler ve şehitler de yetkilidir.

Allah´in izni olmadan hiç kimse şefaat edemeyecegi gibi, Allah´in izin vermedigi hiç kimseye de şefaat edilmez. Şefaatte de ilâhi adalet daima gözetilir.


M) CENNET VE CEHENNEM


Ahiret hayatinda mükâfat görecek olanlarin toplanip yaşadigi yere cennet, ceza görecek olanlarin cezalarini çektikleri yere de cehennem denir.

Cennet, Allah ın sayısız nimetleriyle doludur. Bu manayı ifade eden değişik sıfatları vardır:

1. Cennet ün - naîm: Nîmetler bahçesi,
2. Cennet ül - huld: Dâimî bahçe,
3. Cennet-i adn: Dâimî kalınacak bahçe,
4. Cennet ül - me vâ: Barınılacak bahçe,
5. Firdevs: Bahçe,
6. Ravza: Çayır, çimeni bol olan yer,
7. Dâr ul - huld: Dâimî kalınacak yer,
8. Dâr ul - mukâme: İkâmet olunacak yer,
9. Dâr us - selâm: Emniyet ve selâmet yeri.

Kur an-ı Kerimde ve Hadîs-i şeriflerde cennet çeşitli yönleriyle anlatılıyor.

Cehennem: Cehennemde cismanî ve ruhânî iki çeşit ceza vardır. Kur an-ı Kerimde cismanî cezalar şu şekilde beyan olunmaktadır:

1- Kur an-ı Kerimde cehennem ateşinden ve bu ateşin yakıcılığından çeşitli defalar bahsedilmiştir. O derece ki, "Nar=ateş" sanki cehennemin ikinci ismidir. Buna yakın şu ifadelerle de Kur an da geçmektedir: "Sair = parlayan ateş" "Azab ül-harik = yakıcı azap".

2- Cehennemde gölge olmayacaktır. Hatta şöyle emir verilecektir: "Haydi, yalan saydığınıza doğru yürüyün. Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki onda gölgelik olmaz. Sizi alevlerden korumaz." (Mürselât: 29-31).

3- Cehennemde serinlik olmayacaktır. "Orada serinlik ve içecek şey tatmayacaklar." (Nebe : 24).

4- Cehennemde rahatlık getirecek olan ölüm de toktur. Cismin ferah bulacağı hayat da yoktur. "Oraya (cehenneme) giren ne ölür ne de yaşar".

5- Cehennemde içilecek yalnız kaynar su, cerahat ve irin vardır. "Ateşte daima kalacak olanlar, bağırsaklarını parça parça eden kaynar su içenler gibidir". (Muhammet: 15)

6- Yiyecek, acı meyveler "Zakkum" vardır. "... Yoksa öyle bir zakkum ağacına konmak mı hayırlı Biz bu ağacı zalimler için nimet kıldık. O ağaç cehennemin dibinde biter. Meyvesi yılanların başı gibidir. Onlar o ağaçtan yiyip karınlarını doyuracaklar, sonra üzerine kaynar sular içecekler, sonra dönüp gidecekleri yer cehennem olacaktır". (Saffât: 62 - 67.)

7- Yiyecek olarak vücuda hiç faydası olmayan " Kuru dikenler" vardır."Onların bütün yiyecekleri dikenden başka bir şey değildir. (Bu gıda) onları ne (doyurur), semirtir, ne de açlıktan kurtarır." (Gâşiıe:6-7.)

8- Ateşten elbiseler vardır."Kâfirler için ateşten elbiseler biçilmiştir" (Hacc: 19.)

9- Demirden oturacak yer ve yatak vardır."Onlar için demirden gürzler de vardır".

10- Boynunda halka ve zincirler vardır."Biz kâfirler için zincirler, lâleler (halkalar) alevli ateşler hazırladık". (Dehr: 4.) Bu saydığımız cismanî cezalardan başka öyle ruhânî cezalar olacaktır ki, bakanların gözleri dikilip kalacaktır. Birkaç ayetten örnek görelim: "O, Allah ın öyle bir ateşidir ki acısı yürekleri sarar." (Hümeze:6-7) "Onlar, uğradıkları gam ve kederden (duydukları acı ızdırapdan) dolayı içinden çıkmak istedikçe yine oraya iade olunurlar (Ve kendilerine) : Yanmanın azabını tadın! denilir." (Hacc:22)


N) A´RAF


A´raf, tümsek, tepe anlamına gelir. Terim olarak "A´raf " kelimesinin hangi anlama geldiği hususunda İslâm âlimleri farklı açıklamalar yapmışlardır:

1- Bir kısım âlimlere göre "A´raf" cennetle cehennem arasında bulunan sur (=Yüksek duvar)dan bir perdenin yüksek tepeleridir.

2- Bazılarına göre ise "A´raf", mizanda iyilik ve kötülükleri, yani sevaplarıyla günahları denk geldiği için cennet veya cehenneme girmeyenlerin kaldıkları yerin adıdır. Bunlar, Allah´ın izniyle, haklarında yapılan bir şefaatle daha sonra cennete gireceklerdir.

3- Diğer bazı âlimler ise "A´raf"ın, fetret devirlerinde ölenlerle, müşriklerin çocukları ve delilerin kalacakları yer olduğunu söylemişlerdir.

Kur´an-ı Kerimde "A´raf" sûresindeki "A´raf"la ilgili ayet şu mealdedir: "İki taraf (Cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde vardır. A´raf (burçlar) üzerinde de bir takım insanlar vardır ki, her iki tarafı da (yani cennetlik ve cehennemlik olanları) simalarından tanırlar. Cennetliklere "Size selâm olsun" derler. Bunlar, henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir. Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince de: "Rabbimiz, bizi zalimlerle beraber bulundurma" derler." (A´raf / 46-47)


O) HAVZ-I KEVSER


Ahiret günü Allah Tealâ, Peygamberlerine birtakım havuzlar bahşedecektir. Her Peygamber, ümmetinin cenneti hak etmiş olanlarına o havzın hoş kokulu ve lezzetli suyundan içireceklerdir.

Havz-ı Kevser adı, Peygamber Efendimize verilen havzın ismidir. "(Habibim) doğrusu biz sana kevseri verdik." (Kevser/1) ayeti buna işaret eder.

Peygamber Efendimizin havzı, diğer Peygamberlerinkinden daha büyüktür. İçenleri de daha çok olacaktır. Bu havzın suyu, sütten daha beyaz ve miskten daha hoş kokuludur. O dehşetli günde müminler bu sudan içip hararetlerini teskin edecekler ve bir daha susuzluk duymayacaklardır. Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyururlar: "Benim havzımın kenarları tam bir aylık yaya yolu genişliğindedir. Onun suyu sütten beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları da gökyüzünün yıldızları gibi çoktur. Ondan içen kimse hiç susamaz."
A) PEYGAMBER (RESÜL-NEBİ) KAVRAMI

"Peygamber" kelimesi Farsça bir kelime olup, haber getiren anlamındadır. Dilimizdeki anlam, Yüce Allah ın, emir, yasak ve hükümlerini kullarına bildirip açıklamak üzere, insanlar arasından seçip görevlendirdiği elçi demektir.

Kur an-ı Kerîmde peygamber kelimesinin yerine Resûl ve Nebî kelimeleri geçmektedir ki, elçi ve haber getiren anlamındadır. Dînî anlamları bakımından Resûl ile Nebî arasında fark vardır.

Resûl, Allah tarafından kendisine kitap gönderilmiş peygamber demektir.

Nebî, Allah tarafından kendisine kitap gönderilmemiş, fakat önceki peygamberlerin şeriatını tebliğ ile mükellef peygamber demektir. Nebîler de Cebrail aracılığı ile Allah tan vahiy almışlardır.

İman esaslarından biri de peygamberlere inanmaktır. Peygamberler, Allah ın seçtiği, eğittiği ve yetiştirdiği insanlardır. İnsan kendi çabaları ile, eğitim ve öğretimi ile peygamberliği elde edemez. Allah, peygamberliği dilediğine verir. Onlar, Allah ile kullar arasında elçilerdir. Yüce Allah ın, kullarına hak yolu göstermek için gönderdiği ilk peygamber Hz. Adem (a.s), sonuncusu Hz. Muhammet (s.a.v) ve bu ikisi arasında gelip geçen peygamberlerin hepsinin hak olduğuna, Allah tarafından gönderildiğine inanmak farzdır.


B) İNSANLARIN PEYGAMBERLERE OLAN İHTİYACI


İnsanlar kendi akıllarıyla Yüce Allah ın varlığını ve birliğini anlayıp kavrayabilirler. Fakat ona nasıl kulluk ve ibadet edileceğini, âhiretle ilgili işleri, oradaki ödül ve cezanın nasıl olacağını dosdoğru bilmezler. İşte insanların bu ihtilaçlarını karşılamak için Yüce Allah peygamberler göndermiştir. Onlara her şeyi bildirmiş ve onları insanlara doğru yolu göstermeleri için görevlendirmiştir.

Allah kendisinin varlığını, bir tek oluşunu, ortağının bulunmadığını Ona bu dünyada gözlerin ulaşamayacağını unutan, Allah ı taşlardan, heykellerden, putlardan ibaret sanan o insanları uyarmak için peygamberler göndermiştir. Peygamberler de bu gerçekleri o insanlara açıkça haber vermişlerdir. Fakat insanların alıştıkları bu şeylerden ve düşüncelerden uzaklaşmaları, peygamberlere inanarak onların Allah tan getirdiği haberlere uymaları kolay olmamıştır. Bununla beraber çoğunluk peygamberlere inanmış ve onların gösterdiği doğru yolda yürümüştür. Doğru yolu göstermek için gönderilmiş olan peygamberler, ahlâkı güzelleştirmek ve olgunlaştırmak için de güzel bir örnek olmuşlardır.

Peygamberlerin, biri Allah a karşi, digeri de insanlara karşi olmak üzere iki durumlari vardir. Peygamberlerin Allah la durumları Onun elçisi olmak ve vereceği emaneti yerine tam olarak ulaştırmaktır Peygamberler bu açıdan Allah a karşi sorumludurlar.

Peygamberlerin insanlara karşi olan durumlari da, Allah ın emirlerini ve yasaklarını bildiren bir elçi oluşlarıdır. Onlar yalnız bildirmekle, açıklamakla ve örnek olmakla görevli birer elçidirler. Bu görevlerini tamamıyla yaptıkları zaman, insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar. Onlar Allah tarafından kendilerine bildirilen inanç esaslarını, ibadet şekillerini, güzel ve çirkin, faydalı ve zararlı, doğru ve yanlış, iyi ve kötü şeyleri ayrı ayrı anlatıp açıklamışlar ve Allah tan aldıkları hiçbir şeyi gizli tutmamışlardır.

İnsanlar dünyada çalışmakla her şeye ulaşabilirler ve en yüksek mertebelere çıkabilirler, fakat peygamber olamazlar. Çünkü peygamberlik insanın kendi çalışma ve gayretine dayanan bir hüner değildir. Onu Yüce Allah dilediğine verir. Çalışıp çabalamakla peygamber olunmaz. Bu husus Kuran da " Allah peygamberliği kime vereceğini daha iyi bilir." ( En am : 124 ) âyeti ile açıklanmıştır.


C) VAHİY NEDİR


Vahyin lügat manası: Vahiy, işaret etmek, yazı yazmak, yazılmış nâme ve kitâbe, elçi göndermek, ilham etmek ve gizlice söz söylemek manalarına gelir.

Vahyin ıstılahı manası: Yüce Allah ın peygamberine dinî bir hükmü bildirmesi, onun kalbine nakşetmesidir.

Vahyin geliş şekilleri: Vahiy Hz. Muhammet (s.a.v)e çeşitli tarz ve şekillerde gelmiştir. Bunların başlıcaları şunlardır:

Vahyin en eski, yani ilk şekli Hz. Peygamber (s.a.v)in uyku halinde iken gördüğü sadık (gerçek) rüyalardır.

Hz. Peygamber sonradan bir hakikat olarak zuhur edecek olan hadiseleri bu rubaları ile daha önceden görmüş oluyordu.

Cebrail (a.s) görülmediği halde Hz. Peygambere çok net bir ses halinde gelen vahiydir. Bu çok net sesi Peygamberimiz çan sesine benzetmişti. Kendisine gelen vahyin en aşır şekli bu idi. Net ses bittiği zaman Hz. Peygamber Allah tarafından ve Cibrîl vasıtası ile bu şekilde vahy olunan sözleri aklında tutmuş oluyordu.

Cebrail (a.s) tarafından Hz. Peygamberin kalbine nefes (üflemek) suretiyle yapılan vahiydir.

Cebraillin insan sûretinde gelip, Peygamberimize vahiy getirmesidir. Hz. Peygambere en kolay gelen vahiy budur. Ekseriya "Dıhye" adındaki sahabî sûretine girerek gelirdi.

Cebrail in Hz. Peygambere uyku halinde iken vahiy getirmesidir.

Hz. Peygamberin uyanık bulunduğu sırada Cenab-ı Hak ile konuşma şeklinde vuku bulan vahidir.

Vahiy meleğinin kendi aslî sûreti üzere görünerek tebliğde bulunmasıdır. Bu sûretle vahiy, Hz. Peygambere yalnız iki defa vaki olmuştur.


D) PEYGAMBERLERİN SIFATLARI



Peygamberler bütün insanlar için takdir edilmiş olan her türlü iyi ve yüksek vasıflara sahiptirler. Nebîlik ve Resûllük şanına layık olmayan her türlü hallerden ve noksanlıklardan uzak bulunmuşlardır. Bu bakımdan peygamberler şu kemâl sıfatlarıyla vasıflandırılmıştır:

1- İsmet: Peygamberlerin her türlü gizli, açık günahlardan ve bu günahlara delâlet edecek hareketlerden uzak olmalıdır. İsmetin zıddı olan ma siyet (günahkâr olmak) peygamberler için düşünülemez. Çünkü onlar ilâhî bir egitimden geçmişlerdir. Eger onlar günah işleyip de günahsiz oluşlarina aykiri harekette bulunmuş olsaydilar, bizim de o yolda hareket etmemiz lâzim gelirdi. Çünkü biz onlara ve onlarin girdikleri ilâhî emirlere uymakla memuruz. Halbuki Yüce Allah kullarina günah işlemeyi, günahkâr olmayi emretmez. Bu bakimdan peygamberlerden asla günah olan söz ve davranişlar çikmamiştir.

2- Emanet: Peygamberler her bakimdan emin olup, kutsi, ilâhî vazifeleri hususunda ve diger işlerinde en dogru yolda bulunmalidir. Emanetin ziddi olan "hiyanet"ten uzaktirlar. Çünkü hâin olan bir kimse ilâhî sirlarin tecellî ettigi Nebîlik vazifesiyle şereflenemez.

3- Sidk: Peygamberler her hususta yani gerek dinî hükümleri teblig ve gerek diger emirleri haber verme hususunda dogru sözlü olmalidir. Peygamberlerin yalan söylemeleri men edilmiştir.Çünkü yalan en büyük günah oldugundan "ismet" ve "emanet" sifatlariyla bir arada bulunmaz. Eger, peygamberler yalanci olsalardi, Yüce Allah yalancilari tasdik etmiş olurdu. Halbuki yalanciyi tasdik -bir çeşit yalancilik oldugundan- Allah ın ilâhî şanında tasavvur edilemez.

4- Fetânet: Peygamberlerin fâtın, uyanık görüş ve zekâ kuvvetlerine sahip olmalarıdır. Onlar insanların en akıllısı, en zekîsidirler. Kendilerinde mutedil bir yaratılış, mutedil bir huy ve güzel bir hayat seyri tecelli etmiştir. Onların haklarında gaflet düşünülemez. Eğer en üstün fetânet ve zekaya sahip olmasaydılar ümmetlerine karşı delilleri ortaya koymaya kadir, onları ikna için güzelce mücadeleye muktedir olamazlardı. böyle bir hal ise risalet ve nübüvvetten kastedilmiş olan gayeye aykırıdır.

5- Şeriatı tebliğ: Peygamberlerin Allah tarafından bildirilen şeyleri ümmetlerine tamamen tebliğ etmeleridir. Bunun zıddı olan "dînî emirleri gizlemek" peygamberlerde yoktur. Çünkü tebliğine memur oldukları bir hakikati gizleyip değiştirserlerdi vazifelerine hiyanet etmiş olurlardı. Halbuki hiyanetle vasıflanmış olmaları ilâhî bir eğitimle men edilmiştir.

6- Adaletli olmak: Peygamberler her türlü işlerinde haktan ve adaletten ayrılmazlar. Hiçbir kimseye haksızlık yapmamışlardır. Adaletli olmanın zıddı olan "zalim olmak" peygamberler hakkında düşünülemez.

7- Erkek olmak: Kadınların yaratılış icabı peygamberlik gibi aşırı ve mes uliyetli bir vazifeyi yapmaları mümkün olmadığından onlardan peygamber gelmemiştir. Gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin erkeklerden seçildiğini Yüce Allah bize Kur an-ı Kerîmde açıklamıştır.


E) PEYGAMBERLERİN DERECELERİ


Bütün peygamberler peygamber olmaları bakımından eşittirler, aralarında fark yoktur. Ancak, kavimleriyle olan mücadeleleri, onların bazılarını diğerlerine üstün kılmıştır. Nitekim Kur´an-ı Kerim´de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah´ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri vardır..." (Bakara / 253)

Aralarında derece farklılıkları, birbirinden üstünlükleri olduğunu Allah´ın beyan ettiği peygamberlerin içinde "Ulu´l - Azm", azim sahibi peygamberler olduğunu yine Yüce Allah, kitabında şöyle açıklıyor:

"Ey Muhammet! Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret..." (Ahkaf /35)

Ulu´l - Azm peygamberler, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve Muhammet (a.s.)dır.

Kur´an-ı Kerimde şöyle ifade edilmiştir: "Hani biz peygamberlerden söz almıştık; sen (Muhammet (s.a.v.)den, Nuh´tan, İbrahim den, Musa´dan ve Meryem oğlu İsa dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz almıştık." (Ahzab /7)

Kısaca bu peygamberleri tanıtalım:

- Hz. Nuh (a.s): Hz. Nuh (a.s.) zamanında çoğalan insanlar Allah´ı tanımaz oldular. Putlara tapmağa başladılar. Hz. Nuh onları bir Allah a ibadete çağırdı. 950 sene yaşayan Nuh (a.s.) her türlü çağrı ve ikna metotlarını kullanarak kavmini hakka çağırdı. Ancak bu çağrıya kulak verenler bir gemiye sığabilecek kadar az bir topluluktu. Islahı kabil olmayan azgın ve sapık güruh ise helâkı hak etmişti. İlâhi bir emirle gemi yapıldı, inananlar o gemiye alındı. Bunlar arasında Ham, Sam, Yafes adında Hz. Nuh´un üç oğlu da vardı. İnanmayan ve puta tapanlar ise meşhur "Tufan" ile sulara gark olarak helâk oldular. Bu helâkten sadece Hz. Nuh a inananlar kurtuldu. Kur´an´da Hz. Nuh´tan şuara, Saffat ve Nuh surelerinde genişçe bahsedilir.

- Hz. Ibrahim (a.s.): Hz. Ibrahim, Nuh (a.s.)dan sonra "Ulu´l -Azm" peygamberlerin ikincisidir. Kâbe´nin banisi, Peygamber (s.a.v.)in büyük dedesidir. Peygamberimizden 2500-2600 yil kadar önce Nemrut zamaninda putperest Babillilere gönderildi. Kendisine on sayfalik bir kitap verildi. Nemrutla mücadelede bulundu, putlarla savaşti, ateşe atildi. Halilullah (Allah ın sevgilisi) olan Hz. İbrahim e bütün semavi dinler tazimde bulunur. Kur´an´da Al-i Imran, Bakara, Saffat, Ibrahim ve şuara surelerinde Hz. Ibrahim degişik yönleriyle anlatilmaktadir.

- Hz. Musa (a.s.): Peygamberimizden 1900-2000 yil kadar önce, Israilogullarina peygamber olarak gönderildi. Fir´avn´la mücadelesi, Kur´an´da genişçe anlatilir. Kendisine müstakil bir kitap olarak Tevrat gönderilmiştir. Kur´an´da özellikle Bakara, şuara, Taha, Neml, Kasas ve Kehf surelerinde Hz. Musa (a.s.)dan söz edilir.

- Hz. Isa (a.s): Israilogullarindan olan Hz. Isa (a.s), Hz. Meryem in oğludur. Babasız dünyaya gelişi bir mucizedir. Beşikteyken konuşmuş, 30 yaşındayken Israiloğullarına peygamber olmuş ve 33 yaşındayken semaya urûc etmiştir. Kendisine müstakil bir kitap olarak İncil gönderilmiştir. Peygamberimizden 600 yıl kadar önce yaşamıştır.

- Hz. Muhammed (s.a.v.): Bütün peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberimiz (s.a.v.), yaşadığı asırdan kıyamete kadar gelecek bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderildi. Milâdi 571´de doğdu, 610´da peygamber oldu, 632´de vefat etti. Böylece 23 sene peygamberliği süresince ilâhi emaneti büyük bir titizlikle ümmetine tebliğ etti. İlâhi kitap Kur´an-ı Kerim kendisine bir defada değil olaylar ve hadiseler gerektirdikçe gönderildi.

F) MUCİZELER VE DİĞER HARİKALAR


a. Mucize: Âciz bırakan, yapılması, meydana getirilmesi insan gücünün üstünde olan şey demektir.

Terim olarak mucize: Peygamberlik iddiasında bulunan kişinin, iddiasını te´yid ve tasdik için Allah´ın onun elinde gösterdiği alışılmış tabiat kanunları ve normal olaylar üstü, harikulâde bir hadisedir.

Mucizenin asıl sahibi Allah tır. Elçisinin doğruluşunu ispat için mucizeyi tasdik aracı olarak onun elinde gösterir.

b. Harika: Alışılmış olmayan, yaran, kesen anlamlarına gelir. Harika olayda, normali kesen olağanüstülük söz konusudur. Alışılmış olmamak harikanın niteliğidir. "Hariku´l - âde" deyiminde, her zaman vuku bulmayan, bilinenin dışındalık mutlaka vardır.

Bununla birlikte, mucize ile harika arasında bükük farklar vardır. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:

c. Mucizenin şartları:

1- Mucize ancak peygamber olan zattan sadır olur. Mucizede peygamberin meydan okuması vardır.Yalan yere peygamberlik iddia edenlerin mucize göstermeleri imkânsızdır. Bu da onun yalancı peygamber olduğunu ortaya koyar. Mucizeler Allah ın elçilerini tasdiki olduğundan, Allah ancak gerçek peygamberleri tasdik eder, yalancıları tasdik etmez.

2- Mucize, peygamberlik iddiasında bulunan zatın davasına uygun ve amacına münasip tarzda zuhur eder. Herhangi bir şekilde taklit edilemez, aynısı şu veya bu şekilde yapılamaz.

3- Mucize istek üzerine vuku bulur ve "Bu mucizenin bir benzerini getiriniz." denir. Ama hiç kimse buna güç yetiremez. Kur´an mucizesi bunu en güzel örneğidir.

4- Mucize gösteren nebi, en yüksek ahlâk ve fazilet esaslarınla mevsuftur. Kendi şahsi çıkarı mucizede asla görülmez. Mucizeyi davası uğruna kullanır. Her yönden ahlâk ve fazilet örneği olan nebinin, bizzat hayatı ve davranışları mucizedir. Bunun en güzel örneği Hz. Muhammet (s.a.v)in hayatı ve davranışları olan sünnettir.

d. Harikanın çeşitleri:

Mucizeden başka olan harika olaylar, çeşitli şekillerde ve şahıslarda ortaya çıkar. Bunların başlıcaları şunlardır:

1- Irhasat: Peygamberlik öncesi peygamber olacaklarda görülen harika olaylardır. Peygamberliğe hazırlık döneminde cereyan eden bu olaylar, peygamber olacağının ön habercisidir. Peygamber (s.a.v.)e bazı ağaçların ve taşların selâm vermesi, Hz. Isa (a.s)ın beşikte iken konuşması irhasata örnektir.

2- Keramet: Allah´ın veli kullarından sadır olan harikulâde hallerdir. Veliler, Allah´ın emirlerine uyan ve yasaklarından titizlikle kaçınan, Peygamber Efendimizin sünnetine tabi olan, ibadet ve taatta üstün züht ve takva sahibi olan Allah dostu saf ve samimi müminlerdir. Keramet bu gibi veli kullardan sadır olur. Evliyanın kerameti haktır. Keramet mucize gibi istenildiği anda değil, kendiliğinden Allah tarafından verilir.

3- Meûnet: Bazı müminlerde ortaya çıkan harikalardır. Bunlarda bir iddia söz konusu değildir. Bazı saf Müslümanların geçimlerinin kolay olması, belâ ve sıkıntılara düşmemesi, ilâhi yardıma mazhar olması bu türdendir.

4- Istidrac: Küfür ve günahı açık olan kişilerde görülen ve onların isteklerine uygun olarak ortaya çıkan harikalardır. Bunlar ancak Allah´ın fırsat vermesiyle mümkün olur. Yoksa istidrac sahibinin elinde bir şey yoktur. İlâhi hikmet gereği bu kişilere bu tür imkân verilir. Zalim ve günahkâr kişilerin başarıları istidrac türünden harikalardır. şeytanın, kıyamete kadar kendisine müsaade edilmesi; Firavunun 400 sene gibi uzun bir zaman yaşayıp baş ağrısı bile görmemesi; Nemrut ve benzerlerinin uzun seneler yeryüzünde saltanat sürüp arzu ve isteklerine erişmeleri ve bütün dünya nimetlerine kavuşmaları, hep bu kimseler için birer istidraçtır.

5- İhanet: Küfrü ve günahı açık olan kişilerin elinde ve onların isteklerine aykırı olarak cereyan eden harikalardır. Yalancı peygamber Müsellemetü´l - Kezzap suyu azalmış bir kuyuya suyunu çoğaltmak maksadıyla tükürmüş; fakat kuyunun mevcut suyu da kurumuştu. Allah (c.c.) bu tip kimseleri, davasında yalancı çıkartmak ve aşağılamak maksadıyla isteklerinin tersine harikalar yaratmıştır. Buna aynı zamanda "Hızlan" da denir.

Sihir ve büyü ise bu harika olaylardan sayılmaz. Sihir ve büyü de Allah´ın izni dahilinde meydana gelir. Belirli bir tekniği ve bilgiyi gerektiren sihir ve büyü dinen haram kılınmış, en büyük günahlardan sayılmıştır.


G) PEYGAMBERLERİN BİLDİRDİKLERİ DİNLERDE BİR OLAN ESASLAR


Peygamberlerin getirdikleri dinlere "Hak din" veya "Semavî din" denir. Hak dinin bir takım mümeyyiz vasıfları vardır:

- Hak din, bir peygamberin Allah tan vahiy suretiyle alıp insanlara bildirdiği hükümler ve kanunlar şeklinde oluşur.

- Hak din, kâinata mutlak olarak hakim olan bir Allah a îman ve Ona kulluk etme esasına dayanır.

- Hak din, uhrevî mesuliyeti (ahiret hayatını) kabulü ve buna imanı emreder.

- Hak din, nübüvvete (peygamberlik müessesine) iman esasına dayanır.

- Hak din, mukaddes bir kitaba dayanır.

- Hak din, meleklere imanı (manevî varlıkların var olduğunu kabul etmeyi) emreder.

- Hak dinde ibadet sadece Yüce Allah a tazîm ve Ona samimiyetle bağlanmak kastiyle yapılır.

- Hak dinde akla ve müspet ilme aykırı bir hüküm bulunmaz.

- Hak din, sosyal hayatta eşitliği, kardeşlik ve adaleti kökleştirmek ve her türlü imtiyazı ortadan kaldırmayı amaç edinir.

- Hak dinde, dînin genel kanunları, bir cemiyetin kurulmasını ve bu cemiyetin en mükemmel bir nizam üzere devam etmesini hedef olarak kabul eder.


H) KUR AN DA ADI GEÇEN PEYGAMBERLER


Vahiy meleği vasıtasıyla Yüce Allah tarafından gönderilen ilâhî emirleri ve yasakları insanlara bildirmekle vazifeli kimselere Kur an-ı Kerîm in dilinde "Nebî, resûl, beşir ve nezîr" adlari verilir. Bunlar her bakimdan üstün ve seçkin kimselerdir. Peygamberler günah işlemezler, yalan söylemezler, emanete hiyanet etmezler, Allah tan aldıkları emirleri olduğu gibi insanlara bildirirler. Çok zekî, uyanık ve mantıklı kimselerdir. Peygamberlerin bir kısmı bir kavme, bir bölgeye, bazıları da bütün âleme ve insanlığa gönderilmiştir. Bunların ne kadar oldukları bildirilmemiştir; sayılarını ancak Allah bilir. Kur an-ı Kerîmde peygamberlerin sadece bir kısmından bahsedilir. Onlar da şunlardır:

1. Hz. Adem (a.s)
2. Hz. Idris (a.s)
3. Hz. Nuh (a.s.)
4. Hz. Hûd (a.s)
5. Hz. Salih (a.s)
6. Hz. Ibrahim (a.s)
7. Hz. Ismail (a.s)
8. Hz. Lût (a.s)
9. Hz. Ishak (a.s)
10. Hz. Yakûb (a.s)
11. Hz. Yusuf (a.s)
12. Hz. Eyyûb (a.s)
13. Hz. şuayb (a.s)
14. Hz. Musa (a.s)
15. Hz. Harun (a.s)
16. Hz. Davut (a.s)
17. Hz. Süleyman (a.s)
18. Hz. Zülkifl (a.s)
19. Hz. İlyas (a.s)
20. Hz. El- Yesâ (a.s)
21. Hz. Yunus (a.s)
22. Hz. Zekeriya (a.s)
23. Hz. Yahya (a.s)
24. Hz. Isa (a.s)
25. Hz. Muhammet (s.a.v)

Bunlardan başka Kur an-ı Kerîmde isimleri geçen fakat peygamber olup olmadıkları hakkında kesin bilgi olmayanlar vardır ki; bunlar da şunlardır:

- Üzeyir
- Lokman
- Zü lkarneyn.

İslâm dininin inanç esaslarında Allah ın peygamberlerinden hiçbirisi diğerinden ayrılmaz. Hepsi peygamber olarak kabul edilir, her peygamberin getirdiği ve tebliğ ettiği dînin hak din olduğu benimsenir. Çünkü İslâm dininin îman esasına göre; gerçek din, semavî din tektir ve Allah tarafından elçiler aracılığı ile gönderilir.


I ) HZ. MUHAMMED (S.A.V.) IN SON PEYGAMBER OLUŞU

Yüce Allah Hz. Adem ile başlayan peygamberler zincirini Hz. Muhammed (s.a.v) ile sona erdirmiştir. Artik başka din, başka peygamber gelmeyecek; kiyamete kadar bütün dünyada Islâmiyet geçerli olacaktir.

Allah (c.c) Peygamber (s.a.v)i bütün insanliga peygamber gönderdigini şu ayetlerinde belirtiyor:

"De ki: Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah ın elçisiyim." (A raf:158.)

"Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik." (Sebe: 28.)

Yüce Allah ımız Islâmiyetin son din olduğunu da şu âyetinde haber veriyor:

"... Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm ı beğendim." (Maide: 3.)

Yine Rabb imiz kutsal kitabında Peygamberimiz (s.a.v)in son peygamber olduğunu ve Ondan başka peygamber gelmeyeceğini şu âyetiyle ilân ediyor:

"Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab: 40.)
A) KUTSAL KİTAPLAR

İslâmiyetin iman esaslarından biri de kitaplara imandır. Kitaplara iman etmek her müslümana farzdır.

Yüce Allah kullarına mutluluk ve saadet yollarını göstermek için içlerinden bazılarını peygamber seçmiş; onlardan bir kısmına melek vasıtası ile kitaplar indirmiş; yaşam kanunlarını koymuş, emirler ve yasaklar koymuş; iyiyi kötüyü, doğruyu eğriyi göstererek bunların sonuçları konusunda insanları aydınlatmıştır. Böylece insanlara her iki dünyada da mesut olmanın yolları gösterilmiştir. Bu ilâhî mesajların toplamına "İlâhî Kitaplar." veya "Semavî Kitaplar " denir.

İlâhî kitaplar, insan cihazının bütün hassasiyetini, yapılış özelliklerini muhafaza ederek sürdürebileceği ideal yaşam biçimi, hayat kanunları ve işleyiş kurallarıdır. Yaratılmışların en şereflisi olan insanın, gerek yaratanına, gerekse birbirlerine ve başka varlıklara karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl davranacaklarını ilâhî kitaplar bildirirler. Bilinmesi, inanılması gereken meseleleri ve ibadetleri insanlar, sırf kendi akılları ile bulamazlar. Öldükten sonraki hayat, âhiret ahvali, iman esasları, ibadet çeşitleri ve şartları, kardeşlik ve yardımlaşma şekilleri v.b. pek çok konularda insanlar mukaddes kitaplara müracaat etmek zorunda kalmışlardır. Eğer Cenab-ı Hak ilâhî kitapları göndermeseydi insanlar büyük bir vahşet içine düşerler, denizin ortasında rotasını yitirmiş bir gemiye dönerlerdi.

Ne yazık ki, Hz. Adem (a.s.)´den bizim Peygamberimize kadar gönderilen ilâhî kitaplar, peygamberlerine gönderildikleri şekilleri muhafaza edememişlerdir. Hiç değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşabileni sadece Kur an-ı Kerîmdir.

Biz kitaplara inanırken, onların Allah´ın gönderdiği ilk orijinal şekillerine inanırız. Onların hepsinin hak ve Allah tarafından olduklarına iman ederiz.


B) KİTAPLARIN ÇEŞİTLERİ


a. Sayfa halinde gelenler: Bunlara suhuf(sayfalar) denir.


10 sayfa Adem Aleyhisselâma
50 sayfa Şit Aleyhisselâma
30 sayfa İdris Aleyhisselâma
10 sayfa İbrahim Aleyhisselâma gelmiştir

b. Dört büyük kitap:

Tevrat: Musa Aleyhisselâma
Zebûr: Dâvut Aleyhisselâma
İncil: İsa Aleyhisselâma
Kur an: Muhammed Aleyhisselâma gönderilmiştir.


C) KUR AN-I KERİM


Kur anı Kerim son peygamber Hz. Muhammet (s.a.v.)e Allah tarafından Cebrail (a.s) aracılığı ile nazil olmuş mukaddes kitapların sonuncusudur. Kur an adı bizzat âyetlerde geçer. " Onlar hâlâ Kur anı gereği gibi düşünmeyecekler mi " ( Nisâ: 82 ).

Kur an-ı Kerîm, Müslümanların mukaddes kitabıdır. Tevrat, Zebur ve İncil de olduğu gibi Kur an da herhangi bir tahrif olmamıştır. Kıyamete kadar da olmayacaktır. Çünkü Allah ( c.c.) Kur anın muhafaza olunacağını bizzat vaat etmiştir. "Kur anı biz inzal ettik, şüphesiz koruyucuları da biziz." (Hicr:9)

a. Nazil Oluşu (Levh-i mahfuzdan yer yüzüne indirilişi)

Kur an-ı Kerîm, âyet âyet, sûre sûre, ihtiyaçlara cevap olarak 23 senede vahiy yoluyla Hz. Peygambere gelmiş, vahiy kâtipleri tarafından yazılmış, yüzlerce hâfız tarafından ezberlenmiş tevatür yoluyla hiçbir değişikliğe ve eksikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir.

Bu mübarek kitap, Peygamberimize 40 yaşında iken nazil olmağa başlamıştır. Milâdî 610 yılının 27 Ramazanında Cebrail (a.s)ın "Oku" emrini getirmesiyle Kuran ın nüzulü başlamış ve 63 yaşında tamamlanmıştır.

O lâfzı, manası, üslubu ve bütün yönleriyle Allah kelâmıdır. O, ebedî bir mucizedir. Hiçbir beşer sözüne benzemez.

Kur an-ı Kerîm 114 suredir. Kur anın ayetleri hususunda ise âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu itibarî olup, esasta bir fark yoktur. Bazı âlimler sûre başlarındaki besmeleleri ve mukattaa harflerinden bir kısmını müstakil âyet saymışlardır. Bazıları da secâvendle ayrılmış olan âyetleri iki ayrı âyet saydıklarından âyet sayısı değişik rakamlarla ifade edilmiştir. Bu Kuran ın kendisinde bir eksiklik veya fazlalık değil, var olanın değişik sayımıdır.

Ebu Amr ed-Dâni ye göre âyetlerin sayısı 6000 dir.
İsmail b. Cafer e göre âyetlerin sayısı 6214 tür.
Ehl-i Mekke ye göre âyetlerin sayısı 6219 dur.
Ehl-i Kûfe ye göre âyetlerin sayısı 6236 dır
Basralılara göre âyetlerin sayısı 6204 tür
Şamlilara göre âyetlerin sayisi 6226 dır
Zemahşerî´ye göre âyetlerin sayısı 6666 dır

Kur anın kelimeleri: 77439, harfleri: 332015 tir.

b. Toplanışı:


Peygamberimize Kur an âyetleri ve sûreleri geldikçe Efendimiz (s.a.v) bunları yanında olan ashabına okurdu. Ashap hem duyduğu Kur an âyetlerini ezberler hem de bir tarafa yazarlardı. Ayrıca nazil olan âyetleri yazmakla vazifeli Müslümanlar vardır ki bunlara "vahiy kâtipleri" denirdi. Böylece Kur an-ı Kerîm, Peygamberimizin sağlığında çok sayıda Müslüman tarafından ezberlenmiş, yazılmış ve vahiy kâtipleri tarafından da yazı ile kaydedilmişti. Ancak ayrı ayrı olan sayfalar toplanmış değildi.

Peygamberimizin vefatından sonra ilk halife Hz. Ebû Bekir zamanında Yemâme savaşlarında 70 kadar hafız şehit olmuştu. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir e müracaat ederek bizzat Peygamberin sağlığında onun lisanından ezberlenmiş olanlar ölüp gitmeden Kuran ın kitap halinde bir araya getirilmesini teklif etti. Hz. Ebû Bekir bir süre düşünüp, istişare ettikten sonra vahiy kâtiplerinden Zeyd bin Sabit in başkanliginda bir komisyon kurarak titiz bir çalişma yapti. Böylece âyet ve sûreler Hz. Peygamberin, vahiy kâtiplerine bildirdiği tertip üzere bir araya getirildi.

Kur an-ı Kerîm böylece toplanmıştır. Vefatına kadar Hz. Ebû Bekir de kalmış olup sonra ikinci halife Hz. Ömer e geçmiş, daha sonra Hz. Ömer in kızı ve Peygamberimizin eşi olan Hz. Hafsa ya geçmiştir. Titizlikle korunan bu nüsha kutsal bir emanet olarak Hz. Osman a intikal edince ilk nüsha esas olmak üzere adedi çoğaltılarak yediye çıkarılmış ve Müslümanların nüfuz bakımından çoğunlukla oturmakta olduğu büyük şehirlere gönderilmiştir. Bu çoğaltılan nüshalar da büyük bir şuur ve dikkatle muhafaza olunmuştur. Böylece Kur an bir yandan ezber (hıfz) yoluyla bir yandan da toplanıp yazılarak tevatüren (yalan söylemelerine imkân olmayan çok sayıda kalabalık tarafından günümüze kadar bir harf bile tahrif olunmadan) gelmiştir.

Kuran a sevgi ve saygı duymak, gösterdiği yoldan gitmek, her müslümanın borcudur. Kur an yolu, saadet ve hak yoludur.

c. Özellikleri:

Allah Teâlâ Kur an-ı Kerîm e bir takım özellikler vermiştir ki, başka hiçbir kitapta bulunmaz:

Tarihî belgelere ait bütün şartları, içinde toplayan yegâne mukaddes kitap, Kuran dır.

Lâfız ve manası ile beraberce Cenab-ı Hak tarafından vahy olunmuş olup bu konuda Cebrail (a.s) ve Muhammet (s.a.v) sadece vasıta olmuştur. Kur an, Allah Teâlâ nın ezelî kelâmıdır.

Peygamberden zamanımıza kadar tevatür yoluyla nakledilmiş ve tevatür yüz binlerce, milyonlarca insan tarafından zamanımıza kadar devam ettirilmiştir.

Kur an kolayca öğrenme özelliğine sahiptir.

Kur an hem lâfız, hem mana bakımından mucizedir. İnsanda hayranlık uyandıran bir eşsizliğe sahiptir ve benzeri, insanlar tarafından yapılamayacaktır.

Kuran ın bir başka özelliği ise dünyada başardığı büyük değişikliktir. O, (23) yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda yüzyıllar boyunca kökleşip yerleşmiş olan putperestlik ve buna bağlı yüzlerce ahlaksızlığı ve yüz kızartıcı ahlâksız adetleri kökünden silip süpürmüştür. Kuran ın en mühim özelliklerinden biri insan ruhunda meydana getirdiği büyük tesir ve buna paralel olarak yaptığı inkılâptır.

Kur an da çok kısa âyetlerde, çok büyük hakikatler dile getirilmiştir.

Namazlarda zorunlu olarak, namaz dışında hükümlerini öğrenip anlamak gayesi ile sürekli olarak okunur.

Kur an, başka kitaplar gibi belli bir millete ve belli bir zamanin ihtilaçlarini karşilamak üzere degil bütün zamanlarin ihtiyacini karşilamak üzere ve bütün insanliga gönderilmiştir.

Hakiki mümin Allah Teâlânin bütün kitaplarina inanir ve Hak Teâlânin insanlara son kitabi olan Kur an-ı Kerîme sarılır, onun hükümlerine riayet etmeğe çalışır. Kuran ın üstünlüğüne dair Peygamberimizin hadis-i şerifleri çoktur. Peygamberimizin Kur an-ı: "... Allah ın metin bir ipi, açık bir nûru, hikmet dolu bir zikri ve sırat-ı müstakîmdir.. Alimler ona doymaz mattakiler ondan usanmaz, onun ilmini bilen ileri gider, onunla hükmeden adalet eder. Ona sıkı sarılan doğru yola hidayet bulur." hadisi ile ne güzel tanıtmıştır! İslâm âlimleri Kuran ın üstün özelliklerini tanıtmak için ciltler dolusu eserler yazmışlardır
A) MELEKLERİN TARİFİ

Melekler, gözle görülmeyen, yemeyen, içmeyen, çeşitli şekillere girebilen, günah işlemeyen, Allah ın nurdan yaratıklarıdır. Kur an-ı Kerîmde meleklerden çok bahsedilir. Biz bu âyet-i kerîmelerden birkaçını zikretmekle yetinelim:

"... Onlar Allah ın şerefli kullarıdır. Allah ın sözünden önce söz söylemezler ve Onun emrine göre hareket ederler." (Enbiya Suresi: 26 - 27. ayetler)

"O melekler ki Allah Teâlâya, kendilerine emrettikleri şeylerde asla âsî olmazlar, emir olundukları şeyleri yaparlar." ( Tahrim Suresi: 6. âyet ).


B) MELEKLERİN ÖZELLİKLERİ


- Devamlı olarak Allah a ibadet ve itaatle meşgul olurlar,

- Iyilik yaparlar, kötülük yapma kabiliyetleri yoktur,

- Allah a asla isyan etmezler, karşi gelmezler,

- Erkek ve dişileri yoktur,

- Yemezler ve içmezler,

- Uyumazlar, bizim gibi istirahata muhtaç degildirler,

- Gözle görülmezler,

- Evlenmek ihtiyaci onlarda yoktur.

- Nurdan yaratilmişlardir.

- Yorulmak, usanmak nedir bilmezler.

- Gençlik, yaşlilik gibi durumlara onlarda rastlanmaz.

- Bir anda en uzak mesafelere gidebilirler,

- Kanatlari vardir; fakat bu özelliklerini, bizim bildigimiz kanatlarla karşilaştirmamiz dogru olmaz.

- Yerlerde, göklerde, her yerde vardirlar ve her birinin kendisi ne ait vazifeleri vardir. Bu vazifeleri hakkiyla yaparlar.

Biz melekleri göremeyiz; çünkü her şeyin varligi kendine göredir. Bizim göremedigimiz daha nice varliklar var! Ruhumuzu, aklimizi görebiliyor muyuz Ama ruhumuz vardir, ayni zamanda akilliyiz. Aklimizi göremiyoruz diye kendimizi akilsiz sanabilir miyiz Işte melekler de ruh gibi, akil gibi nûrânî bir varlıktır. Sağlam bir akıl bize nasıl doğru yolu gösterirse melekler de bizi hep iyiliğe yönelten kuvvetlerdir. Meleklerin varlığını bütün peygamberler ve ilâhî kitaplar haber vermişlerdir. İlâhî kitaplar peygamberlere melekler vasıtası ile gelmişlerdir. Bunun için, melekleri inkâr etmek aynı zamanda peygamberlerin peygamberliklerini ve ilâhî kitapları da inkâr demektir. Bu ise küfürdür. Böyle bir duruma düşmekten şiddetle kaçınmak lâzımdır.


C) MELEKLERİN ÇEŞİTLERİ


Meleklerin, yapmış oldukları iş ve emr olundukları vazifelere göre çok çeşitleri vardır. Fakat bunların en başında dört büyük melek vardır.

1. Cebrâil Aleyhisselâm: Cenab-ı Hak ile peygamberleri arasında elçilik vazifesi ile emr olunmuştur. Bütün peygamberlere Cenab-ı Hak vahyini bu melek ile bildirmiştir. Bütün meleklerin başı olarak Cebrâil ( a.s )dan Kur an da "Rûhu l - Kudüs, Rûhul Emîn" gibi şerefli isimlerle bahsedilir.

2. Mikâil Aleyhisselâm: Yaratiklarin (mahlûkatın) rızklarına kâinatta meydana gelecek olaylara, tabiat olaylarını yönetmeğe;hastalık, şifa, rahmet, bereket ve benzeri şeylerin kullara ulaştırılması gibi vazifelerle emr olunmuştur.

3. İsrafil Aleyhisselâm: Kıyametin kopması için bir de tekrar diriliş için olmak üzere iki kere sûr üfürmekle vazifelidir. Kur an da şöyle bahsedilir:

"Sûr üfürülünce, Allah ın dilediğinden başka göklerde ve yerde ne varsa hepsi öleceklerdir. Sonra sûr bir kere daha üfürülür. Onlar hemen ayağa kalkarak bekleşirler. " ( Zûmer Sûresi: 68. âyet ).

4. Azrail Aleyhisselâm: Eceli gelenlerin, Allah ın izni ile ruhlarını almakla vazifelidir. Dilimizde buna " can almak " denir. Nitekim Kur an da da şöyle buyrulur:

"...Size memur olan ölüm meleşi caninizi alacak, ondan sonra da Rabb inize döndürülüp götürüleceksiniz." ( Secde Sûresi: 11. âyet ).

Bunlardan başka yapmiş olduklari vazifelere göre şu melekleri sayabiliriz:

Suâl melekleri: Bunlar Münker ile Nekir adli meleklerdir. Ölü, mezara konup üzerine toprak atildiktan sonra bu melekler gelip "Rabb in kimdir Dinin nedir Kitabın nedir Peygamberin kimdir" sorularını sormakla vazifelidirler.

Hafaza Melekleri: Bunlar insanları muhafaza eden meleklerdir.

Kirâmen Kâtibîn: Bunlar insanların iyi ve kötü amellerini yazmağa memur meleklerdir. Öyle ki, bunlar insanların hayatının tamamını, gecesini gündüzünü filme alırcasına kaydederler.

"Halbuki sizin üzerinizde bekçiler vardır. Bunlar şerefli kâtiplerdir. Sizin bu işlediklerinizi bilirler." ( Infitar Sûresi: âyet 10 - 12 ).

Bunlardan başka "Hamele-i arş melekleri, cennet ve cehennemde görevli olan melekler" gibi daha pek çok çeşitli vazifeler gören melekler vardır. Bir de bazı melekler vardır ki, "Karûbiyyun veya Mukarrabûn" adını alırlar. Bunların vazifesi Allah a ibadettir. Yaratıldıkları gün ibadete başlamışlar, Allah ın dilediği güne kadar da ibadete devam edeceklerdir.


D) MELEKLERE İMANIN, FERT VE TOPLUM HAYATINDAKİ ETKİLERİ


Müslümanlıkta itikat esaslarından her biri, bir amel ve hareketin temelidir. Bu nedenle iman esaslarının yaşanması gerekir. Melek inancı, tabiî olarak günlük hayatta insanı daima iyi işler yapmağa, doğru kararlar vermeğe ve dürüst olmağa yöneltir. Bir kere yaptığı iyiliklerin ve kötülüklerin "Kiramen Kâtibîn" melekleri tarafından tespit olunduğunu, kaydedildiğini, bilinçli olarak kavrayan insan, her halde amel defterine kötülük yazılmasını istemez. Attığı her adımın ilâhî bir gözetim altında olduğuna inanan insanların kıyamet gününde Rabb ına karşı kara yüzlü çıkmak istemez. İşte melek inancının temelinde insanı iyiliğe sürükleyen böyle itici bir kuvvet vardır. Meleklere inanan insan bilir ki, kendisini iyiliğe çağıran, meleğin sesidir. Kötülüğe çağıran ise, şeytanın sesidir. Cenab-ı Hak kullarına karşı o kadar merhametlidir ki, insana düşman olan şeytana mukabil insana yardımcı ve şeytanın hilelerine karşı onu koruyucu olarak sayısız melekler yaratmıştır. Bu melekler insanlara günlük hayatta daima "Salih ameller = iyi ve faydalı işler" yapmalarını ilham ederler. Nitekim Peygamber Efendimizin şu mübarek sözleri daima hatırlarımızdan çıkmasın:

"O fiskosları yapan, aklını çelmeğe çalışan şeytandır. Ve gizli ses de onun bu sesidir. Bundan Allah a sığınmak gereklidir.

Eğer içinden gelen ses, hak ve hayra çağırıyorsa bilsin ki o ses, melek tarafındandır, Allah tandır. Bundan ötürü Allah a hamdetsin ve o yolu tutsun!"

Buna göre ahlâkî olgunluklar, rûhî yükselmeler ve iyilik sahibi olmalar, meleklere şuurlu olarak îman etmekle olur. Bunlara iman edilmedikçe ve bu imanin şefkatli sesini kalbimizde hissetmedikçe ahlâk güzelligine kavuşamayiz, rûhî yüksekliği elde edemeyiz.


E) CİNLERIN MAHİYETİ



Rabb ımızın yaratmış olduğu gözle görülmeyen başka varlıklar daha vardır ki; bunların başında cinler gelir. Cin Allah Teâlânın tekliflerine muhatap olan ve insanların gözle göremedikleri varlılıklardır. Bunların Allah a iman edenleri bulunduğu gibi inkâr edenleri de vardır. Allah a ilk isyan eden "İblis = şeytan"ın da cinler taifesinden olduğu bilinmektedir.

Cinler hava ile karışık alevli bir ateşten yaratılmışlardır. Cinler, çeşitli sûretlere girmeye ve zor işleri yapmağa güçleri olan varlıklardır. Kısa zamanda bir yerden başka bir yere gidebilme özellikleri vardır.

Peygamberimiz (s.a.v.) hem insanlara hem cinlere peygamber olarak gönderilmiştir. Kuran ı cinlere de okuyarak Allah ın emirlerini onlara öğretmiştir.
A) ALLAH VARDIR

Günümüzde insanlar kendi yaptıkları füzelerle aya gidip geliyorlar, uzayda inceleme ve araştırmalar yapıyorlar. İnceleme, araştırma aletlerini uydular halinde yörüngelerine yerleştirerek bu uçsuz bucaksız evren hakkında yeni bilgiler ediniyorlar. Bu uyduların aracılığıyla her türlü haberleşmeği gerçekleştiriyorlar. Biz evimizde oturup telefonla Almanya, Amerika, Avustralya gibi uzak, yakın, ülke ve kıtalardaki yakınlarımızla konuşabiliyoruz. Evdeki televizyonumuzla dünyanın her yerinde olup biten her şeyi anında görüp öğreniyoruz. Diğer taraftan gözle görülmeyecek kadar küçük varlıkları da mikroskop denilen, küçük canlıları milyonlarca defa büyüten aletlerle inceleyerek bunlar hakkında pek çok bilgiler elde ediyoruz. Bütün bu araştırma ve bilgiler sayesinde insanlar daha mutlu ve sağlıklı bir hayata sahip olabiliyorlar. Bilgilerimiz arttıkça her şeyi içine alan bu evrenin büyüklüğünü, sarsılmaz düzenini her geçen gün, düne göre daha iyi anlıyoruz.

Demek ki evren hakkındaki meraklarımız da artmağa devam edecektir. Bununla beraber evren hakkındaki meraklarımız da her gün artacaktır. Öyle ise bu evrende görüp öğrendiğimiz hassas düzen kimin eseridir Etrafımızda bulunan her şey, kullanıp yararlandığımız her türlü eşya kendiliğinden meydana gelmemiştir. Her şeyin bir yaratıcısı, meydana getireni vardır. Sınıfınızdaki tahtada bir yazı ve çizilmiş bir resim gördüğünüz zaman bunu yazanı ve çizeni araştırırsınız. Bu yazı ve resmin kendiliğinden çizildiğini söyleyemezsiniz. Öyle ise her şeyin bir yapıcısı, var edip ortaya getireni vardır. Yediğimiz ekmek, okuduğumuz kitap kendiliğinden bu hale gelmemiştir. İşte evrendeki her şeyin meydana gelip var olması, kusursuz bir hareket içinde bulunmaları, aksamayan bir düzenle varlıklarını sürdürmeleri kime aittir "Gökleri ve yerin sırları Allah a aittir." (Şûra Sûresi, 12. âyet.)

Biz yüce Allah ın varlığına, bir tek oluşuna ve Kur an-ı Keriminde geçen bütün sıfatlarına her türlü şüphe ve tereddütten uzak olarak kesin bir şekilde inanıyoruz.


B) ALLAH´IN SIFATLARI


Yüce Rabbımız Kur an-ı Keriminde kendisini daha iyi anlayıp kavrayabilmemiz için bir takım sıfatlarla nitelendiğini bize haber vermiştir. Bu sıfatları daha iyi değerlendirebilmek için üç kısımda ele almamız gerekir.


I. Allah ın Zâtî Sıfatları


Bu sıfatlar yalnızca Allah a mahsus olan, başka varliklarda bulunmayan sifatlardir. Bunlari şöyle siralayabiliriz:

1- Vücûd: Allah ın var olması demektir. Onun varlığı kendindendir, var olması kendi zâtının varlığı gereğidir. Diğer varlıklar gibi kendisini var edecek bir başkasına ihtiyacı yoktur. Zaten başkasına muhtaç olan ilâh olamaz. Allah ın varlığı her şeyden öncedir. Halbuki etrafımızda gördüğümüz bütün varlıklar sonradan meydana gelmiştir. Sonradan var olanlar, adından anlaşılacağı üzere bir başkası tarafından var edilmişlerdir; yani bunlar var olabilmeleri için Allah ın kendilerini var etmesine muhtaçtırlar. Yüce Allah kendisinden olan bu varlığını devam ettirmek için de hiç bir yere ihtiyaç duymaz. Onun yok olduğu hiçbir an düşünülemez.

2- Kıdem: Allah ın varlığının ezelî olması, başlangıcının evvelinin, öncesinin olmaması demektir. Hiçbir şey yok iken, bu evren yaratılmadan önce de O vardı. Allah ın varlığı şu anda, önceki tarihlerde başlamıştır demek asla doğru olmaz. Böyle bir tarih vermek ancak sonradan olan varlıklar için söz konusudur; çünkü onlar önce yok iken sonradan varolmuşlardır. "O, her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı apaçıktır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir." (Hadid Sûresi: 3. âyet.)

3- Bekâ: Allah ın sonsuza deşin ebedî olarak varolması demektir. Allah ezelden beri varolduğu gibi sonraya doğru da, ebediyen varolacaktır. Onun için yokluk, yok olduğu an düşünülemez. Bu ancak sonradan bir başkası tarafından var edilenler için söylenebilir; çünkü onlar önce yok iken, sonradan varolmuşlardır. " Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir, gelip geçici, yok olucudur. Ancak Yüce ve Cömert olan Rabb ımızın varlığı bâkîdir, ebedidir, son bulmaz." (Rahmân Sûresi: 26-27. âyetler.)

4- Vahdaniyet: Allah ın bir ve tek olması demektir. O zâtında, sıfatlarında ve işlerinde bir olup eşi, benzeri ve ortağı olmayandır. İslâmiyet Allah ın tek oluşu inancı üzerine kurulmuş bir dindir ve bu özelliği ile diğer ilâhî dinlerle aynıdır. " Ey Muhammet deki: Allah bir tektir, O hiçbir yere muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey Ona denk değildir." (İhlâs Suresi.)

5- Kıyam Bi-nefsihi: Varlığının kendisinden olması demektir. O varlığı için bir iken Allah kendi zâtının gereği olarak vardı. Varolması varlığını devam ettirmesi için hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şeyin yaratıcısı olan Allah dilerse onları var eder, varlıklarını devam ettirir, dilerse yok eder. " Allah, Ondan başka tanrı olmayan diri ve her an yaratıklarını gözetip duran, hiçbir şeye muhtaç olmayandır." (Al-i Imran Sûresi: 2. âyet.)

6- Muhâlifetün li l - Havâdis: Sonradan olanlarla benzememek demektir. Allah sonradan varolan varlıkların hiçbirine benzemez. Biz Onu nasıl düşünürsek düşünelim, O bu düşündüklerimizden, hatır ve hayalimizden geçen şeylerin hepsinden başkadır ve hiçbirisine benzemez. "Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir." (Şûra Sûresi: 11. âyet.)


II. Allah ın Sübûtî Sıfatları


Bu göreceğimiz sıfatların benzerleri sınırlı ve vasıtalı olarak insanlara verilmiş olsa da, Allah ın kendisine has olan bu sıfatları sınırsızdır ve herhangi bir vasıtaya muhtaç değildir.

1- Hayat: Allah ın diri ve canlı olması demektir. Allah ezelî ve ebedî olan hayat ile diri ve canlıdır. Onun için ölüm, uyku, dalgınlık, gaflet gibi şeyler asla düşünülemez; çünkü bu ve benzeri şeyler eksikliktir, güçsüzlüktür. O daima hayat sahibidir. " Ölümsüz, diri olan Allah a güven, Onu özenerek tesbih et." (Furkan Sûresi: 58. âyet.)

2- İlim: Allah ın her şeyi bilmesi demektir. Evrendeki hiçbir şey Onun bilgisinin dışında değildir. Allah ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. Onun ilmi ezelîdir, sınırsızdır, hiçbir şey Onun ilminin dışında meydana gelmez. İnsanların ilmi ise, sonradan kazanılan, belli ve sınırlı bir ilimdir. " Görüleni de görülmeyeni de bilen, yücelerin yücesi olan Allah a göre, aranızdan sözü gizleyen ile açığa vuran ve geceye bürünerek ( gecenin karanlığına ) gizlenip gündüz ortaya çıkan arasında fark yoktur." (Râd Sûresi: 9-10. âyetler.)

" İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da yerde olanları da bilir. Allah ın her şeye gücü yeter." (Al-i Imran Sûresi: 23. âyet.)

3- İrade: Allah ın dilemesi, istemesi demektir. Allah, dilediği gibi hükmeder, istediğini yapar ve bunları yerine getirmek için hiçbir şeye muhtaç değildir. Hür serbest olarak dilediğini yapar, dilediğini yapmaz. Evrendeki her şey Onun bu sıfatı ile yaratılmakta ve meydana gelmektedir.

"Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece OL demektir ve o hemen oluverir." (Nahl Sûresi: 40. âyet.)

4- Kudret: Allah ın gücü olması, istediği her şeyi yapabilmesi demektir. Allah ın evrende dilediği gibi hükmetmesi, tercihini kullanmaya gücünün, kudretinin yetmesi demektir. Allah ın sonsuz, bitmek, tükenmek bilmeyen kudreti ve gücü vardır. Onun ezelî olan güç ve kudretinin dışında kalan hiçbir şey yoktur. Dilerse bu evren gibi daha bir çok evrenler yaratmağa gücü yettiği gibi, yaratıkları bir anda yok etmeğe de gücü yeter. Yıldızlara, aya, güneşe bakarak bu gücün büyüklüğünü, sınırsızlığını, ebediliğini daha iyi kavrarız.

"Şüphe yok ki Allah her şeyi yapmağa, her şeye güç yetirmeğe kâdirdir." (Bakara Sûresi: 20. âyet.)

5- Semi: Allah ın her şeyi işitip duyması demektir. Onun işitmesine hiçbir şekilde sınır ve kısıtlama yoktur. İnsanlar belli şiddetteki sesleri işitebilirler. İşitmek için bir takım araçlara ve organlara sahip olmak gerekir. Arada hava olmasa, insanlar birbirlerini duyamazlar. Allah ın işitmesi doğrudan doğruyadır. Bu türlü araçlara, organlara ihtiyacı yoktur.

"Şüphe yok ki Allah işitendir, bilendir." (Bakara Sûresi: 181. âyet.),

"Bilin ki, Allah işitir ve bilir." (Bakara Sûresi: 244. âyet.)

6- Basar: Yüce Allah ın her şeyi görüp gözetmesi olmak demektir. Onun görmesinden hiçbir şey uzak ve gizli değildir, göremeyeceği hiçbir şey ve yer yoktur. Onun görmesine uzaklık, yakınlık veya aşırı aydınlık gibi yaratıklarla ilgili şeylerin hiçbir şekilde etkisi olmaz. Her yerde olup biten her şeyi görür, bilir ve anında haberi olur.

"Allah yaptıklarınızı hakkıyla görür." (Enfal Sûresi: 244. âyet.)

7- Kelâm: Yüce Allah ın konuşması ve söylemesi olmak demektir. Allah ın konuşması, sese ve harflere ihtiyaç duymadan olur. Bu ezelî ve ebedî olan sıfatı ile peygamberlerine söylemiş emirler vermiş yasaklarını bildirmiştir. İşte böylece ilâhî kitaplar meydana gelmiştir. Yüce Allah ın konuşamaması, dilsiz olması asla düşünülemez.

"Allah Musa ya da hitap ile konuştu." (Nisa Sûresi: 169. âyet.)

8- Tekvin: Yüce Allah ın yoktan var edip yaratması demektir. şu evrende var olan ve varlığını devam ettirmekte olan her şeyi O, ezelî ve ebedî olan tekvin sıfatının gereği olarak yaratmıştır. Allah ın yaratmak, yaşatmak, rızkları vermek, bol bol nimetler ihsan etmek, ödüllendirmek, cezalandırmak, affetmek, öldürmek, diriltmek gibi bütün işleri bu sıfatının gereğidir.

"Allah önce mahlûkatı yaratır, ölümden sonra onu tekrar diriltir. Sonunda Ona döneceksiniz." (Rûm Sûresi: 11. âyet.)


III. Allah ın Fiilî Sıfatları



Yüce Allah ın fiilî sıfatları pek çoktur; bunların hepsini saymak mümkün değildir. Ancak bunlara birkaç örnek vermekle yetinelim.

Halk: Yaratmak demektir. Bütün varlıkları yaratan Hz. Allah tır. Hiçbir mahlukun herhangi bir şeyi yaratmağa gücü yoktur.

İnşa: Yoktan var etmek demektir. Evrendeki tüm varlıkları yoktan var eden Yüce Allah tır. Yaratıklarınsa yoktan var etme gücü yoktur.

İbda´: Yüce Allah´ın, aslı ve benzeri olmaksızın icat etmesi demektir.

İhya: Yüce Allah ın diriltmesi demektir. Bir yaratığa can verip onu yaşama ulaştırmak, diriltmek ancak Allah a mahsustur.

İmate: Yüce Allah ın öldürmesi, hayata son vermesi demektir. Bir yaratığa can veren Hz. Allah dilediği zamanda onun yaşamına da son verir.

Terzîk: Yüce Allah ın rızk vermesi demektir. Allah (c.c.) Rab ol-masının gereği sayısız çeşit ve ihtiyaçta olan mahlukatın rızkını da yaratır. O, yaşamlarını devam ettirebilmeleri için muhtaç oldukları besinleri yoktan var edip onlara sunar.

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)