MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
Members:» Members: 27
Latest member:» Latest member: Fahriye
Forum threads:» Forum threads: 12,390
Forum posts:» Forum posts: 13,218

Full Statistics Full Statistics

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)






Ya Deyyan Esmasının Fazileti Hakkında

Gece senli benli olmanın ifadesidir aslında.
Gecenin yarısından sonra “Ya Deyyan (c.c)…..” diyerek iste… Gecenin sessizliğinde seccadenin üzerinde yaşlı gözlerle “Ya Deyyan “de başla sözlere, dök içini alemlerin Rabb’ı olan Allah’a ve iste her ne ihtiyacın varsa Deyyan olan Allah’tan… Derdini, kederini, sevincini, ümitlerini, anlat “Ya Deyyan (c.c)…” diyerek… Görmesin seni hiç kimse, duymasın sesini kimseler, şeytan duymasın duanı, melekler bile duymasın gecenin bir yarısı sadece Sen ve duan “Ya Deyyan…”


Kaynak: Hızır Dokunsun Dualarına

Ya Deyyan esması anlamı : Kullarının hiçbir amelini zayi etmeden karşılığını veren. Ey amelin karşılığını eksiksiz veren. Kıyamet günü, herkesin dünyada iken yaptıklarının hesabını ve hakkını en iyi bilen ve kulların hiçbir amelini zayi etmeden karşılığını veren.
Ben azîm-üş-şân (şânı büyük, çok yüce) herkese mücâzât eden (karşılığını veren) deyyânım. (Hadîs-i kudsî-Sahîh-i Buhârî)
Ben azîm-üş-şân (şânı büyük, çok yüce), melik-i deyyânım. Benim verdiğim rızkı yiyip de, bana ortak koşanlar ve bana değil de putlara ibadet edenler nerededirler? O kimseler benim verdiğim rızk ile kuvvetlenip de bana asi olurlar (karşı gelirler). Cebbar (zorba kimseler) ve zalimler (zulm edenler) nerededirler? Kibirlenen (büyüklük taslayanlar) ve övünenler nerededirler? (Hadîs-i kudsî-Dürret-ül-Fâhire).

Ya Deyyan esması ebced değeri ve zikir sayısı : 75

Ya Deyyan : دَيَّانْ

Fazilet ve esrarı :
1-) Ay deberan (Ayın dördüncü durağı) menzilinde iken Fatiha suresi
بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ ﴿١
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٢
الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ ﴿٣
مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ ﴿٤
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ﴿٥
اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ ﴿٦
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ ﴿٧
Okunuşu :
1-) Bismi’llâhi’r-ahmâni’r-Rahîm.
2-) Elhamdü lillâhi rabbil’alemin
3-) Errahmânir’rahim
4-) Mâliki yevmiddin
5-) İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în
6-) İhdinessırâtel müstakîm
7-) Sırâtellezine en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn
Anlamı :
1-) Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
2-) Hamd o âlemlerin Rabbi,
3-) O Rahmân ve Rahim,
4-) O, din gününün maliki Allah’ın.
5-) Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti.
6-) Hidayet eyle bizi doğru yola,
7-) O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların
ve o sapmışların yoluna değil.
Ardından Hadid suresi 3. ayeti
هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Okunuşu :
Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Anlamı :
O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.
Okuduktan sonra 2 rekat hacet namazı kılınır. Namazdan sonra ,
55 defa Ya Daim,
65 defa Ya Deyyan İsm-i şerifleri okunur.
Ardından Allah-u Teala’dan rızk, mal ve bereket istenir.
2-) Aşağıda sayılan isimleri 3 er kere okuyanın meşru her dilek ve haceti amel hasıl olur.
3 er defa elvaha ya vedudu
3 er defa ya hannanu
3 er defa ya mennanu
3 er defa ya deyyanu
3 er defa Ya sübhanü

5
Kalplerde kabul bulmak ve bir kimseyi yanına getirtmek için
Ve es’elüke biesmâike
Yâ Hannân
Yâ Mennân
Yâ Deyyân
Yâ Gufran
Yâ Burhan
Yâ Sultân
Yâ Sübhân
Yâ Müste’ân
Yâ Ze’l-menni ve’l-beyân
Yâ Ze’l-emân
سُبْحَانَكَ يَا لآَ اِلٰهَ اِلآَّ اَنْتَ اْلاَمَانُ اْلاَمَانُ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne hallisnâ mine’n-nâr.


Allah’ım ben, ismin hakkına sana el açıyor (yalvarıyorum,
Ey çok şefkatli,
Ey çok iyilik ve ihsan sahibi,
Ey (hiç bir ameli) karşılıksız bırakmayan,
Ey (yolunu kaybedenler için delil,
Ey gerçek saltanat sahibi,
Ey (salih kullarını) hoşnut eden,
Ey (günahları) bol bol bağışlayan,
Ey (bütün eksikliklerden kusurlardan) münezzeh olan,
Ey kendisinden yardım dilenen,
Ey ihsan ve beyan sahibi
Bütün kusurlardan münezzehsin, Senden başka ilah yok. Eman ver bize. Bizi cehennemden kurtar.


Not : Cevşen dua alıntısıdır.

Category: Allah’ın isimleri Borç ve rızk duaları Dilek ve hacet duaları Korunma duaları Sevgi ve saygı kazanma duaları Etiketler:Cehennem azabından korunmak için okunacak dua, el Deyyan, Her türlü meşru dilek için okunacak dua, Her türlü meşru istek için okunacak dua, Kalplerde kabul bulmak için okunacak dua, Rızk artırmak için okunacak dua

Kaynak : Mucize dualar


ESMA-ÜL HÜSNADAKİ MÜKEMMEL ÖZELLİKLER


B’ismi-llâh-ir Rahmân-ir Rahıym… Esmâ’sıyla (muazzam, muhteşem mükemmel özellikleriyle) varlığımı yaratan, ismi Allâh olan Rahmân Rahıym’dir!

Bilelim ki, “isim” yalnızca, dikkati o isimlenene veya o isimle isimlenmişteki bir özelliğe işaret için kullanılır!

İsim, asla isimle işaret edileni bütünüyle anlatmaz ve açıklamaz! Yalnızca kimliğe veya bir özelliğe işaret eder!

Belki isim, çok özellikler taşıyana sadece dikkati yöneltmek için kullanılır.

Öncelikle şu gerçeği çok iyi fark edelim… “Allâh isimleri” olarak bildirilen özellikler, ötelerde bir tanrının çeşitli cici – güzel isimleri midir? Yoksa bir “varlık – vücud sahibi” kabul edilenlerin tüm özelliklerini, asılları itibarıyla “yok”ken; “zıll = gölge” varlığına verilen isimden ve açığa çıkan özelliğinden dolayı, duyu ve şartlanmanın ayrı bir varlık verdiği; gerçekte ise “Allâh” ismiyle işaret edilenin yaratış özelliklerine dikkat çekmek için midir?

Seyreden, seyredilen, seyir; aynı TEK’tir!

Bu realite fark edilip kavranıldıktan sonra, konunun “Allâh isimleri” diye bilinen yanına gelelim.

“Zikir = insana hakikatini hatırlatıcı” olarak bildirilen Kur’ân-ı Kerîm, gerçekte, tümüyle “Ulûhiyet”i anlatan “El Esmâ ül Hüsnâ”nın açılımıdır! İnsanın “hatırlaması” istenilen, kendisine talim edilmiş olan “esmâe külleha”dır! Yani, “var”lığını meydana getiren, “bildirilen isimlerin özelliklerinin tamamı”! Bunların bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilmiş, bir kısmı da Rasûlullâh tarafından açıklanmıştır. Bu yüzdendir ki, asla, her şey bu doksan dokuz isimden ibarettir, denemez! Misal verelim… Rab, Mevlâ, Kariyb, Hallak gibi bazı isimler Kurân’da mevcut olmasına rağmen doksan dokuz isim arasında sayılmamıştır. “Yefalu ma yurîd” âyetinde bildirilen İrade sıfatının (dilediğini oluşturma) adı olan “Müriyd” ismi de gene bu isimler arasında bildirilmemiştir. Buna karşın Celiyl, Vâcid, Mâcid gibi bazı isimler ise doksan dokuz isim içinde var olmasına karşın, Kur’ân-ı Kerîm’de geçmez. İşte bu yüzdendir ki, Allâh ismiyle işaret edilenin, ilminde seyrini oluşturan “Esmâ mertebesi” olarak tanımlanan isimlerini (özelliklerini – Kuantum Potansiyel) doksan dokuz ile sınırlamak çok yanlış olur. Belki, insana hakikatini hatırlaması için bu kadar isim özelliği bildirilmiştir; hakikatini hatırlayıp yaşayan ise hadsiz hesapsız bilinmeyen başka isimlerin özellikleriyle yaşar; diyebiliriz. Ayrıca, cennet diye tanımlanan yaşam boyutunun dahi buna işaret ettiği söylenebilir. Evren içre evrenler gerçeğini var kılan sayısız özelliklere işaret eden isimlerden ise hiç haberimiz yoktur belki de!

Derin düşünce (Ulül Elbab = öze ermişler) indînde kullanılan “zıll vücud = gölge varlık” tanımlaması, o varlığın bizâtihi “var” olmayıp; algılayana GÖRE “Allâh isimlerinin bileşimi olarak” açığa çıkışına işaret eder.

Hatta gerçeği hakkıyla dillendirmek gerekirse, “Esmâ bileşimi” tanımlaması dahi bir mecazdır; çoklu algılayan anlayışları, Tek’il realiteye adapte içindir. Zira mutlak hakikat, her an yeni bir şe’nde olan “çok boyutlu tek kare resim” seyridir! “Esmâ bileşimi” denilen ise resimdeki bir fırça darbesi! Algılanan her “şey”, ismi nedeniyle, sanki Allâh’ın Esmâ’sı itibarıyla O’nun gayrı olarak sanılsa dahi, -O ötede tanrı olmadığı için-, hakikatte, o isimle isimlenmiş varlık, Allâh Esmâ’sı nedeniyle “var”lık olarak algılanandır! Bununla beraber, Esmâ ile işaret edilen ise, bölünmez, cüzlere ayrılmaz, cüzlerden oluşmamış mutlak Tek, sınırsızlık ve sonsuzluk kavramından dahi beridir; “Ahad-üs Samed”dir ve Kur’ân-ı Kerîm’de bir kere vurgulanır bu şekliyle! “Allâh HÛ, lâ gayrıhu!” Ki bunu beşer aklı havsalası kavrayamaz! Ancak, vahiy veya ilham ilmi – bilgisi olarak şuura yansır ve “seyri” oluşur! Akıl, mantık, muhakeme adım atamaz burada! Fikir yürütenin yolu dalâlet olur! Bu konunun tartışılması mümkün değildir! Tartışan ise, yalnızca cehli dillendirmek için var olandır! Cebrâil’in, “bir adım atarsam yanarım” diye dillendirdiği gerçekliktir bu husus! Fark edilmelidir ki, “Allâh Esmâ’sında İlim” özelliğine işaret eden isim vardır; Allâh’ın aklına işaret eden bir isim yoktur; çünkü bu muhaldir! Akıl, çokluk algılamasının oluşması için yaratılmış olan beyin işleyiş düzenine verilen isimdir! Esasen “Akl-ı küll” veya “Akl-ı evvel” tanımlamaları dahi mecazî ve izafeten kullanılır; gerçekte “İlim” vasfının açığa çıkması sisteminin aldığı isimden başka bir şey değildir. Birimin derûnundaki, hakikatindeki “ilim” boyutunun tanımlaması “Akl-ı küll”dür ki, “vahiy”in kökeni dahi budur. “Akl-ı evvel” ise tamamıyla yakıştırma bir tâbir olup, ehli olmayana Esmâ mertebesinin “şe’n”deki “ilim” boyutunu tarif için kullanılmıştır. “AN” içre geçerli “ilim”e işaret yollu olarak.

Esasen, Efâl mertebesi olarak algılanması dilenilmiş boyut, gerçekte, “her an yeni bir şe’nde” olan “Esmâ Mertebesi”nden başka bir şey değildir! “Madde” adıyla işaret edilen boyut aynıyla kuantsal boyuttur; algılama farkı farklı boyut zannını oluşturmaktadır. Seyreden, seyredilen, seyir; aynı TEK’tir! “Şarabı la yezâli” diye işaret edilen bu seyirdir; “cennet şarabı” tanımlaması dahi, bu seyre işaret eder! Çokluk algılaması içinde olanın ise bunun yalnızca bilgisini gevelemekten başka şansı yoktur!

Efâl – fiiller – kesret – çokluk algılaması yaşanan âleme gelince… Vücud, varlık yalnızca “Esmâ mertebesi” tanımlamasıyla işaret edilene aittir! İlmiyle ilmini ilminde seyretmektedir, ifadesi dahi “şe’n”i itibarıyla aynıyla “Esmâ” olan bu mertebedeki seyrine işaret etmektedir. Bu mertebede, ilimde yaratılmış sûretlerle, seyir ve tedbirât yürümekte olup; “âlemler vücudun kokusunu bile almamışlardır” uyarısı bu yüzden yapılmıştır. Zerre, bu mertebedeki seyreden, “küll” seyredilendir! İsimlerle işaret edilen kuvveler ise “melek” ismiyle tanımlanmıştır ki; “insan”ın dahi hakikati budur; farkındalığını yaşamak süreci ise “Rabbinin likâsına kavuşmak” diye anlatılmıştır! Bunu keşfettikten sonra, devamının gelmemesi ise feci cehennem yanışı olarak anlatılmıştır! Burası “Kudret” yurdudur, “kün” hükmü buradan çıkar; İlim mertebesidir; aklın burada geçerliliği yoktur! “Hikmet” yurdunun bâtınıdır! Hikmet yurdunda olup biten her şey ise akılla seyredilegelir; burada bilinçler konuşur! Efâl âlemi ise, bu boyuta (kudret yurduna) göre, tümüyle holografik (zıll – gölge) vücud – varlık ve yapıdır! Algılayanın algılama kapasitesine göre var olan paralel veya çoklu evrenler, içindekiler ile maden, nebat, hayvanat (insansı) ve cin âlemlerine ait tüm tedbirât ve tasarruf “mele-i âlâ” hükmü ile buradan açığa çıkar! Rasûller ve vârisleri velîler, “mele-i âlâ”nın yani Esmâ kuvvelerinin yeryüzündeki dilleridir! Bütün bunlar dahi, hep Esmâ mertebesinde ilimde olup biten seyirlerdir! “İnsan”ın hakikati dahi bu anlamda “melek”tir ve melek oluşunu hatırlamaya ve gereğini yaşamaya davet edilmektedir gerçekte! Bu konu çok daha derin ve detaylı bir konudur… Anlattığımız ilimden nasibi olmayan ise, farklı boyut ve mertebelerden seyri dillendiren anlatımı, çelişkili bulabilir. Ne var ki, biz, 21 yaşında 1966 yılında kaleme aldığımız “Tecelliyât” isimli kitabımızda dillendirdiğimiz şaşmaz doğrultudaki müşahedemizi, kırk beş yıllık süreçte, tahkike dayalı olarak, insanlıkla paylaştık kulluğumuzun sonucu olarak; kimseden maddi veya manevî bir karşılık beklemeden. Açıkladıklarımız, “el malı” değil, “Allâh hibesidir”! Şükrünü edâ etmem ise mümkün değildir! Bu nedenledir ki anlattıklarımızda hiçbir çelişki yoktur. Var sanılıyorsa bu, aradaki bağlantıları kurmaya yeterli veritabanı olmamasındandır!

Algılayanın algılama kapasitesine göre var olan evrenler

Evet, müşahedemiz bu realite ise…

“Allâh isimleri” konusunu nasıl anlamamız gerekir?

Bilelim ki…

“Allâh isimleri”, bilinç devrede olmaksızın şuurda açığa çıkıp (vahiy), daha sonra bilinç tarafından değerlendirilmeye çalışılan evrensel -kâinat anlamında değil, âlemler işareti doğrultusunda- özelliklerdir.

“Esmâ ül Hüsnâ” Allâh’ındır; o isimlerin işaret ettiği özellikler, TEK ve SAMED olarak bildirilen, Allâh adıyla işaret edilenin, Esmâ mertebesine, (Kuantum Potansiyele) zamansızlık – mekânsızlık boyutuna, “nokta”ya işaret eder… Dolayısıyla bu isimler ve bu isimlerin işaret ettiği anlamlar sadece O’nundur; beşer anlayışıyla kayıtlanamaz! Nitekim 23.Mu’minûn Sûresi’nin 91. âyetinde “SubhanAllâhi amma yesıfun= Allâh onların tanımlamalarından Subhan’dır (ötedir)!” buyurulur!

“O’na isimlerin mânâlarıyla yönelin… O’nun Esmâ’sında ilhada sapanları (Esmâ’yı beşerî değer yargılarıyla sınırlayanları; El Esmâ ve El Hüsnâ’nın ne olduğunu fark edemeyenleri ve “Ekberiyet”iyle Allâh’ı bilmeyenleri) terk edin! Yapmakta olduklarının karşılığını göreceklerdir.” (7. A’raf: 180)

“El Hüsnâ’yı tasdik ederse, böylece ona en kolayı kolaylaştırırız!” (92.Leyl: 6-7)

Hatta ihsan hâli (muhsin oluşun cezası) bile “El Hüsnâ”ya bağlanıyor…

“İhsan ehline, daha güzeli (El Hüsnâ) ve fazlası (Rıdvan) vardır… Onların vechlerini (yüzlerini – şuurlarını) ne kara toz zerresi (bencillik), ne de (hakikatlerinden ayrı düşmenin getirisi olan) zillet kaplar… Onlar sonsuza dek cennet ehlidirler!” (10.Yûnus: 26)

“Zâtı” itibarıyla “benzeri” olmayan; Esmâ’sının işaret ettiği özellikleriyle yarattıklarıyla kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî olan; “Ekberiyeti” ile sayısız “nokta”lardan bir nokta olan “çok boyutlu holografik tek kare resim” diye açıklamaya çalıştığımız “Esmâ mertebesi”nin “kesret – çokluk boyutu” olarak algılanışı olan -gerçekte tekil tümel- “fiiller” âlemini, “ilminde” var kıldığı özellikler ile yaratmıştır.

Daha derine gitmeden toparlayalım…

Allâh isimleri olarak vahiy yollu bildirilen özellikler, Dünya üstünde yaşayan “yeryüzü halifeliği”nin farkındalığına ermeye çalışan “zâlim ve cahil insan”ın algıladığının çok çok ötesinde, evrensel boyutların tümünü “yok”tan, “zıll – gölge” vücud olarak (holografik) “var” kılan özellikler tekilliğidir!

MUAZZAM, MUHTEŞEM, MÜKEMMEL özelliklerdir “Esmâ mertebesi”, tüm boyutsallığı ve içre varlıklarıyla evrenselliğin hakikati olarak!

Şimdi bir an, insanın algıladığı dünyasını düşünün!

Sonra da dar çerçeveli bakış açısı anlamındaki köylü bakışından arınmış olarak, en son bilgilerinizin oluşturduğu evrensellik anlayışıyla “başınızı (bakışınızı) kaldırıp semâya bir bakın” Kur’ân-ı Kerîm ifadesiyle!

Duyularınızla algıladıklarınız, evrensel azamet, ihtişam ve mükemmeliyet yanında nedir ki?

İşte bu gerçeklik dolayısıyla…

Umarım…

Allâh isimleri hakkında bugüne kadar düşünülüp konuşulup yazılmışların, yalnızca vahiy kaynaklı gelen BİLGİ’nin (Kitap’ın), arındığı kadarıyla bilinçlerimiz tarafından değerlendirilişi olduğunu aklımızdan çıkarmayarak; bu isimlerin işaret ettiği özelliklerin, tüm evrensellikte geçerli olduğunu; tüm yapıda her an yepyeni anlamları, açılımları meydana getirdiğini göz önünde tutarak konuya eğilebiliriz. Bu arada şunu vurgulayayım ki, “Ekberiyet“ başlıklı yazımda açıklamaya çalıştıklarım pek “oku”nmamış! Bahsettiğimiz Esmâ mertebesinin özelliklerinin, “Allâh” adıyla işaret edilen indîndeki, sayısız “nokta”lardan bir “nokta” ve dahi “Hakikat-i Muhammedî” veya “Ruh adlı melek” isimlerine bürünerek açığa çıkan “Kuantum Potansiyel”, sonsuz-sınırsız; ezeli ve ebedi olmayan Esmâ mertebesi özellikleri olduğu gibi; ayrıca, bu mertebenin ilminin, tüm evren içre evrenler olan “çok boyutlu tek kare resim” diye söz ettiğimiz olduğu da fark edilmemiş! Bu yüzdendir ki, hâlâ, Allâh, âlemlerdeki tek bir tanrı olarak algılanmakta devam ediyor! Oysa tüm seyir ve dillendirilenler yalnızca “nokta”mızla ilgilidir ki; Allâh yalnızca “Allâh”tır; “Ekber”dir! Subhanehu min tenzihiy!

Şunu da asla hatırdan çıkarmayalım ki, yazdıklarım kesinlikle olayın son noktası olmayıp, bu konuda yazılabileceklerin yalnızca mukaddimesi (giriş yazısı) mahiyetindedir. Bundan daha derininin açıkça yazılıp yayınlanması tarafımızdan mümkün değildir. Ayrıca ehlinin fark edeceği üzere, bu kadarı dahi bugüne kadar bu açıklık, netlik ve detayla yazılmamıştır. Konu ustura sırtı gibi ince ve keskindir, çünkü okuyan kişi hiç farkında olmadan ya ötede bir tanrı kavramına kayabilir; ya da çok daha kötüsü firavun misali, benliğiyle – bilinciyle ve dahi hayvani yapı olan bedeniyle hakikati sınırlama derekesine düşebilir!

Buraya kadar “El Esmâ” işaretinin neye olduğuna dikkat çekmeye çalıştık.

Şimdi gelelim “el Hüsnâ” olarak bildirilen muazzam, muhteşem ve mükemmel anlam ve özellik ihtiva eden isimlerin işaret ettiği özelliklere… Elbette “esfeli sâfîliyn” olan kelimelerin elverdiğince!

Burada öncelikle şu hususa dikkat gerekir kanımca.

TETİKLEME SİSTEMİ

Bu isimlerin işaret ettiği özellikler her noktada tümüyle mevcuttur eksiksiz! Ne var ki, açığa çıkması dilenen özelliğe göre, kimileri kimilerine baskın hâle gelerek, tıpkı ekolayzırda yükselen kanalların öne geçmesi gibi, diğerlerinin önüne geçerek oluşumu meydana getirmektedir. Ayrıca belli isimlerin işaret ettiği belli özellikler, doğal olarak, otomatik olarak ilgili diğer isimlerin oluşumlarını tetikleyerek, akışı – oluşumu, “yeni şe’n”i meydana getirmektedirler. İşte bu olay, “Sünnetullâh” diye tanımlanan, evrensel Allâh kanunlarının -ya da basîreti kısıtlı olanların deyişiyle doğa kanunlarının- işleyiş mekanizmasını anlatmaktadır. Bu husus tahmin ve hayal edilemeyecek kadar azametli bir olaydır; ezelden ebede, tüm boyutlarıyla ve algılanan tüm birimleriyle her şey bu sistem içinde varlığını sürdürür! Evrensel boyutta veya insanın dünyasında, bilincinden açığa çıkan düşünceler dâhil, tüm fiiller bu sisteme göre oluşur. Buna kısaca “İsimlerin özelliklerinin ilgili ismin özelliğini tetiklemesi mekanizması” diyebiliriz. Yukarıda uyardığım üzere, bu isimlerin özelliklerinin açığa çıkış ortamı olarak -gerçekte TEK’il- bilebildiğiniz tüm evrenselliği düşünün. O evrensellik içinde algılayanın algıladığı her ortama ya da boyuta veya açığa çıkan birime göre, söz ettiğim “tetikleme” olayı geçerlidir! Bu sisteme göre de -neyin neyi meydana getireceği bilinmesi nedeniyle- ezelden ebede ne olup bitecekse “Allâh ilminde” mevcuttur! Bakara Sûresi sonundaki (2.Bakara: 284) “…Bilinçlerinizde (düşündüğünüz) ne varsa, açıklasanız da gizleseniz de, Allâh varlığınızdaki Hasiyb ismi özelliğiyle size onun sonuçlarını yaşatır…” uyarısı; Zelzele Sûresi’ndeki (99.Zilzâl: 7) “Kim zerre kadar hayır yaparsa, sonucuna erişir” ve de “Hasiyb” isminin işaret ettiği özellik, hep bu “tetikleme” mekanizmasını bize anlatmak içindir ki, açığa çıkan bir fiil veya düşüncenin sonucunun yaşanmaması mümkün değildir. İşte bu yüzdendir ki, geçmişimizde düşündüğümüz ya da ortaya koyduğumuz şükür ya da nankörlük bâbında her fiil mutlaka sonucunu yaşatmıştır veya yaşatacaktır! Bu konu üzerinde derin düşünülürse çok kapı açar ve çok sırlar fark edilir. “Kader sırrı” olarak bahsedilen konu dahi bu mekanizma ile ilgilidir!

Şimdi gelelim birer işaret-yön levhası hükmündeki özel “isim”lerin bize gösterdiklerine:

ALLÂH… Öyle bir isimdir ki… “Ulûhiyet”e işaret eder! “Ulûhiyet” hem “HÛ” ismi ile işaret edilen “Mutlak Zât” anlamını içerir; hem de “Zatî” İlim mertebesinde, ilmiyle ilmini seyir anlamında oluşmuş, “nokta”lar âlemlerini, her bir “nokta”yı oluşturan kendine özgü “Esmâ” mertebelerine işaret eder! “Zât”ı itibarıyla, “şey”in ayrı, “Esmâ”sı itibarıyla “şey”in aynı olan Allâh ismiyle işaret edilen; âlemlerden Ğaniyy ve benzeri olmayandır! Bu yüzdendir ki, “şey”i ve fiillerini Esmâ’sıyla yaratan Allâh ismiyle işaret edilen, Kur’ân-ı Kerîm’de “BİZ” işaretini kullanmaktadır. “Şey”de kendisinin gayrı yoktur! Bu konuda çok iyi anlaşılması gereken husus şudur: “Şey”den söz ettiğimizde “şey”in zâtı derken onun varlığını oluşturan “Esmâ mertebesinden” söz ederiz. “Şey”in zâtı hakkında tefekkür edilir, konuşulur. Allâh adıyla işaret edilenin Zâtı hakkında ise konuşmak muhaldir; yani kesinlikle olanaksızdır! Çünkü Esmâ özelliğinden meydana gelmişin, mutlak Zât hakkında fikir yürütmesi, “vahiy” yollu gelmiş bilgi ile dahi olsa -ki bu da olanaksızdır- mümkün olmaz! İşte bunu anlatmak sadedinde yolun sonu “hiç”likte biter, denmiştir!

HÛ… “HÛ’vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ HÛ”! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her “şey”in hakikatinin derûnu… Öylesine ki; Ekberiyet tecellisi sonucu önce “haşyeti”, sonucu olarak da “hiç”liği yaşatır ve bu yüzden de O’nun hakikatine erişilemez! “Basîretler ona ulaşmaz!” Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa işaret ismidir! Nitekim “ALLÂH” dâhil tüm isimler “HÛ”ya bağlı geçer Kurân’da! “HU ALLÂHu EHAD”, “HU’ver Rahmânur Rahıym”, “Hu’vel’Evvelu vel’Ahıru vez’Zahiru vel’Batın”, “HU’vel Aliyyül Aziym”, “HU’ves Semiy’ul Basıyr” ve Haşr Sûresi’nin son üç âyeti gibi! Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki “HÛ” ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir.

SON HATIRLATMA

Elbette ki “Allâh” ismiyle işaret edilen “EKBER”in “Esmâ ül Hüsnâ”sının anlamları bu kadar dar kapsamlı değildir! Bu yüzdendir ki, uzun yıllardır bu konuya hiç girmemiştim. Çünkü bu konunun hakkının verilmesi muhaldir – olanaksızdır! “Yansımalar” dolayısıyla bu konuya girmek zorunda kaldım. Rabbimden bağışlanma dilerim. Bu konuda nice eserler yazılmıştır. Biz bugünkü bakış açımız yönünden kısa ve akılda kalabilecek şekilde konuyu ele aldık. Belki deryadan bir damla sudur bu konudaki anlattıklarımız!

“SubhanAllâhi amma yasıfun!”

Bu çalışmamıza nokta koymadan, şu mutlak gerçeği bir kere daha vurgulayalım. Bütün bu açıkladıklarımız ve yazdıklarımız, kişinin kendisini, bedensellikten ve “ben”likten arındırdıktan sonra, “şuurda seyir” boyutunda yaşanacak olan şeylerdir.

Bu arınma – tezkiye olmadan, kişinin, bilgileri edinip tekrarlaması bir bilgisayarın tekrarlamasından farklı bir sonucu asla yaşatmaz!

Tasavvuf, dedi-kodu olmayıp bir yaşantıdır! Gıybet veya dedikoduyla ömür tüketen, şeytanın süslü gösterdiği amelle kendini avutandır. Kişinin bu bilgileri yaşamasının açık teyidi ise, onun için “yanma”nın kesinlikle bitmiş olup; hiçbir şeyin veya olayın onu üzüp kapsamamasıdır! Kişide şartlanmaların getirdiği değer yargılarına dayalı duygusallık yaşamı ve buna dayalı davranışlar olduğu sürece, o beşeriyetinin kemâlini yaşayan bir birim olarak ve yaptıklarının sonucunu yaşamaya devam ederek ölümsüzlük boyutuna geçer.

Bilgi uygulamak içindir. “Uygulanmayan ilim, insanın sırtındaki yüktür” farkındalığıyla işe kendimizden başlayalım.

Gecenin sonucunda kendimize şu soruyu soralım:

Bilgimize göre, gece uykuda geri dönüşü olmayan yolculuğa hazır mıyız? Dünyada bizi “yakan” olaylar bitti mi? Huzurlu, mutlu “kulluğu” yaşıyor muyuz? Cevap evetse ne mutlu! Değilse, yarına çok iş var demektir. Bu durumda sabah kalktığımızda, bu gece yatarken mutlu ve hazır olarak yatmak için neler yapmalıyım; diye düşünmemiz gerekmez mi?

Sahip olduğumuzu sandığımız her şeyi geride bırakarak gideceğimizin idrakı içinde günü değerlendirebiliyorsak şükürler olsun.

Ves Selâm.

“ALLÂH İLMİNDEN YANSIMALARLA KUR’ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ” isimli çalışmamda emeği geçen, ilminden yararlandığım değerli âlim ve hâl ehli İstanbul Cerrahpaşa Camii İmamı muhterem Hasan Güler Hocamıza huzurlarınızda teşekkürlerimi sunarım.

AHMED HULÛSİ

03 Şubat 2009


Allah ile kul arasına girilmez mi?

Allah ile kul arasına girilmez mi?

Sual: Günahların zararlarından ve kâfirlerin Cehenneme gireceklerinden bahsedilince (Allah ile kul arasına girilmez, Allah adına karar veremezsin) diye tepki gösteriyorlar. Dinin emrini bildirmek Allah adına karar vermek midir?
CEVAP
Az da olsa, iyi niyetli bazı kimseler, Allah ile kul arasına girilmez sözünü, (Müslümanlıkta, Hristiyanlıkta olduğu gibi, din adamlarının günah affetme yetkisi yoktur) anlamında kullanıyorlar. Ancak dinsizlerin ve fâsıkların söylediği anlamda, yani dinin emirlerini bildirmeyin, bize hatırlatmayın anlamında kullanmak dinimize aykırıdır. Öyle olsaydı, Allahü teâlâ, insanlara dinin emrini tebliğ edici Peygamberler ve kitaplar göndermezdi. Namaz kılmayan, içki içen, hırsızlık eden ve her türlü kötülüğü işleyenler, kendilerini temize çıkarmak için (Allah ile kul arasına kimse giremez) sözüne sığınıyorlar. Allah ile kul arasına girilmesini bizzat Allahü teâlâ kendisi istemektedir.

Kul diye başlayan bir çok âyet vardır. Kul kelimesi, de ki, söyle ki demektir. Mesela, (içki içmeyin, namaz kılın, kumar oynamayın) gibi birçok emir vardır. Bir tanesinin meali şöyledir:
(İnanan kullarıma söyle, namaz kılsınlar!) [İbrahim 31]

Peygamber efendimiz de, (Şu günahları işleyen Cehenneme gider) ve (Namaz kılmayanın ibadetlerine sevap verilmez) buyuruyor. (Ebu Nuaym)

Kimi de, (Namaz kılmadığım ve çeşitli günahlar işlediğim için beni Cehenneme atamazsınız) diyor. Evet atamayız. Ama Allahü teâlâ, (Şu günahları işleyenleri Cehenneme atarım. Kullarıma söyle, böyle günahlardan sakınsınlar) buyuruyor. Dinimizin böyle emirlerini söylemekle suçluyu Cehenneme atmış mı oluyoruz? Dinin emrini bildirmek din adamlarının görevidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin velisidir [dost ve yardımcısıdır]; iyiliği emreder kötülükten alıkoyar; namaz kılar, zekat verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet eder.) [Tevbe 71]

(Oğlum, namazı doğru kıl, emr-i maruf ve nehy-i münker yap! Bunları yaparken gelecek sıkıntılara katlan, çünkü bunlar, azmi gerektiren [kesin farz olan] işlerdendir.) [Lokman 17]

(Onların çoğu, günah, düşmanlık ve haram olan şeyleri yiyip içmekte yarışıyorlar. Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözlerinden ve haram olan şeyleri yiyip içmekten vazgeçirmeye çalışmaları gerekmez miydi? Ne kötü iş bu!) [Maide 62, 63]

Demek ki Allahü teâlâ, dinin emirlerini tebliğ için din adamlarını, âlimleri mesul tutmaktadır. Namaz kılmayan ve her türlü kötülüğü işleyene, (Allah’tan kork, namaz kılmamak büyük günahtır) dense, tepkisi artar ve daha fazla günah işler. Konu ile ilgili birkaç âyet meali:
(Ona [günahkâra] “Allah’tan kork” denilince gururu ona daha çok günah işletir. [Ceza ve azap olarak] Cehennem ona yetişir.) [Bekara 206]

(Rabbine suçlu olarak gelen, Cehenneme gider. Orada ne ölür, ne de yaşar.) [Taha 74]

(Gizli açık her günahtan sakının. Çünkü günahkâr, cezasını mutlaka çeker.) [Enam 120]

(Suçlulara, niye ateştesiniz denilince, “Namaz kılmazdık” derler.) [Müddessir 41-43]

Allah ile kul arasına girmek
Sual: Bir arkadaş, "Hristiyanlıkta Allah ile kul arasına papazlar giriyor. Müslümanlıkta Allah ile kul arasına kimse giremez. Benim içkime, zinama, hırsızlığıma kimse karışamaz" diyor. Bu arkadaşa nasıl bir cevap vermek gerekir?
CEVAP
Dinimizde kul ile Allah arasına girilmez diye bir kural yoktur. Papazlar günah affetmede Allah adına hareket ediyorlar. Dinimizde böyle bir şey yoktur. Allah adına günah affetmek yok. Yoksa Allah'ın emrini kullarına tebliğ etmek vardır. Suç işleyenleri cezalandırmak vardır. Kur'an-ı kerimde bir çok âyet var. Şu suçu işleyene şu cezayı verin diye. Eğer bu Allah ile kul arasına girmekse evet dinimizde kul ile Allah arasına girilir. Girilmesini Allah emrediyor.

Din adamı sınıfı
Sual: İslamda din adamı sınıfı var mıdır?
CEVAP
Din adamı sınıfından kasıt ne? Doktorlar, avukatlar, ilahiyatçılar gibi bir sınıftan mı bahsediliyor? Öyle ise elbette ilahiyatçılar diye bir sınıf vardır. Ama bunların Hristiyanlıkta olduğu gibi günah affetme yetkisi yoktur. Sadece dini tebliğ ederler o kadar. Gerçek âlim olanları da Resulullahın vârisleridir

Sual: Din adamlarının Allah ile kul arasına girmesi, Mekke müşriklerinin, lat, menat ve uzzaya bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapmalarından farksız değil mi?
CEVAP
Müslüman din adamı, müftüsü vaizi, imamı, Allah ile kul arasına girip de ne yapıyor? Namaz şöyle kılınır, oruç şöyle tutulur diyor. Bu Allah ile kul arasına girmek mi? Allah ile kul arasına girmek ise bunun ne mahzuru vardır? Allahü teâlâ, Peygamberini dini tebliğ etmek ile görevlendirmedi mi? Âlimler Resulullahın vârisleri değil mi? Dini tebliğ etmek emr-i maruf nehy-i münker yapmak Allah ile kul arasına girmek mi? Sonra Allah ile kul arasına girip de ne yapılıyor? Namaz anlatılıyor, hac anlatılıyor, hepsi bu. Bunda gocunulacak taraf ne? Müslüman din adamlarını müşriklere benzetmek, din düşmanlığından başka nedir? Din adamı dini öğretiyor, Allah’a yaklaştırmak için kendine mi taptırıyor? Müslümana müşrik yani puta tapan kâfir diyen, eğer kendisi Müslüman ise kâfir olur.

Emr-i maruf yapmak
Sual: Maide suresinin, (Ey iman eden kullarım! Kendinize bakın. Kendiniz doğru yolda oldukça, başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez!) mealindeki 105. âyeti, emr-i maruf yapmamak, kimseye karışmamak ve sadece kendimizi kurtarmak gerektiğini bildirmiyor mu?
CEVAP
Aksine emri maruf yapmayı emretmektedir, tefsirlerde, bu âyetin (Ey mümin kullarım! Emir ettiğim işleri, ibadetleri yapar ve emri maruf ve nehyi münker ederseniz, başkalarının yoldan çıkması, size zarar vermez) anlamında olduğu bildiriliyor. Kur’an-ı kerim Peygamber efendimize gelmiştir, muhatabı Odur. Dolayısı ile, Kur’an-ı kerimi tam ve doğru olarak sadece Peygamber efendimiz anlamış ve hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Bu âyet-i kerimeyi açıklayan hadis-i şerif şu mealdedir:

(İslamiyet'in emir ve yasaklarını anlatın! Bir kimse ucb eder [kendini beğenir], sizi dinlemezse, kendi halinizi ıslah edin.) [Berika]

Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmanın en güzel yolu, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının yayılmasına maddi ve manevi şekilde yardımcı olmaktır. Hiç değilse, bu kitapları komşuya, arkadaşa hediye etmelidir.


Allah Gözle Görülebilir mi? - Kalp Gözüyle Allah'ın Görülmesi - Ru'yetullah

Ve yine şöyle nakletmekte: “Nebi(sallallahu aleyhi ve alih) bir yerden geçerken bir kişinin ellerini göğe doğru kaldırıp dua ettiğini gördü. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurdu: “ellerini indir, çünkü asla ona eremezsin.[1]”

****

Yakub b. İshak şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Muhammed’e (İmam Hasan b. Ali el-Askerî aleyhi selâm) bir mektup yazarak şu soruyu sordum: "Kul, Rabbini görmeden ona nasıl ibadet edebilir?"

Mektubuma şu cevabı verdi: “Ey Ebu Yusuf! Bana ve atalarıma nimetler bahşeden Efendim, Mevlâ’m görülmekten münezzehtir.”

Ona bir de şu soruyu sordum: Resûlullah Rabbini gördü mü?

Bana şu cevabı gönderdi: “Allah Tebareke ve Teâlâ, peygamberinin kalbine azametinin nurundan istediğini göstermiştir.”

****

Asım b. Humeyd şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah  (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) ile Allah'ı görme meselesiyle ilgili olarak aktarılan rivayetleri müzakere ediyorduk.

Buyurdu ki: “Güneş, "kürsü"nün nurunun yetmiş cüzünden bir cüzdür. Kürsü; "arş"ın nurunun yetmiş cüzünden bir cüzdür. Arş; "hicab"ın nurunun yetmiş cüzünden bir cüzdür. Hicab; "setr"in nurunun yetmiş cüzünden bir tanesidir. Eğer doğru söylüyorlarsa bulutsuz bir günde (çıplak) gözleriyle güneşe baksınlar![2]”

****

İbn Ebu Nasr, Ebu'l Hasan er-Rıza’dan (İmam Ali b. Musa aleyhi selâm)şöyle rivayet etmiştir:

“Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlih) buyurdu ki:

“Beni bir gece göğe (miraca) götürdükleri zaman Cebrail beni bir yere ulaştırdı ki; oraya hiç adım atmamıştı. O anda önümdeki (perde) kaldırıldı ve Aziz ve celil olan Allah büyüklüğünün nurundan istediğini bana gösterdi.”

****

Abdullah b. Sinan, babasından şöyle rivayet etmiştir:

Bir gün Ebu Cafer’in (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) huzuruna gittim. O sırada haricîlerden biri içeri girdi ve şöyle dedi: "Ey Ebu Cafer! Neye tapıyorsun?"

—Allah’a dedi.

—Peki, O’nu gördün mü?" diye sordu.

—O’nu yalın gözle görmek mümkün değildir; fakat kalpler O’nu iman hakikatleriyle görür. Mukayeseyle bilinmez, duyularla algılanmaz, insanlara benzemez. Ayetlerle vasfedilir, alâmetlerle bilinir. Hükmederken zulmetmez. İşte Allah bu! O'ndan başka ilâh yoktur.” Adam çıkıp gitti bir yandan da şöyle diyordu:

Allah risâletini, temsil yetkisini kime vereceğini herkesten daha iyi bilir.

****

Ebu'l Hasan el-Mevsilî şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) dedi ki: “Yahudi din bilginlerinden biri, Emirü’l Mü'minin (Ali b. Ebu Talib salavatullahi aleyh)yanına geldi ve dedi ki: "Ey Müminlerin Emiri! Rabbine ibadet ederken O’nu gördün mü?"

Dedi ki: “Yazıklar olsun sana! Ben görmediğim rabbe ibadet etmem.”

—Peki, O’nu nasıl gördün?"

Dedi ki: “Yazıklar olsun sana! Çıplak gözler, O’nu algılayıp göremez; ancak kalpler iman gerçekleriyle O’nu görür.[3]”

****

Ahmed b. İshak şöyle rivayet etmiştir:

Üçüncü Ebu'l Hasan’a (İmam Ali b. Muhammed Hadi aleyhi selâm) bir mektup yazarak (Aziz ve celil olan Allah'ı) görme meselesi ve bu meseleyle ilgili olarak insanlar arasındaki görüşü sordum. Bana şu cevabı yazdı:

“Gören ile görülen arasında görmenin aştığı bir hava boşluğu olmadığı sürece görme eylemi gerçekleşemez. Gören ile görülen arasında bu boşluk ortadan kalktığı ve ışık olmadığı vakit görme gerçekleşemez. Bu da gören ile görülen arasında bir benzerliğin olduğu anlamına gelir. Çünkü gören, aralarındaki gerektirici sebep açısından görülenle eşit olduğu zaman bu, benzeşmeyi kaçınılmaz kılar. Bu da teşbihin ta kendisidir. Çünkü sebeplerle müsebbipler arasında kaçınılmaz bir bağlantı vardır.”

****

Muhammed b. Ubeyde şöyle rivayet etmiştir:

Ebu'l Hasan er-Rıza’ya (İmam Ali b. Musa aleyhi selâm) Allah'ın görülmesi meselesi ve bu hususta amme (Sünnî) ve hassa (Şii)'lerin aktardığı rivayetlerle ilgili soru içeren bir mektup yazdım ve bu konuyu bana açmasını istedim.

Bana kendi el yazısıyla şöyle yazdı: “Herkes, görme aracılığıyla tanımanın, bilmenin zorunlu olacağı hususunda görüş birliği içindedir ve buna karşı çıkan yoktur. Allah'ın gözle görülmesi caiz olursa zorunlu olarak O’nu tanımak da gerçekleşir. Bu tanıma da ya imandır ya da iman değildir. Eğer görme yoluyla gerçekleşen bu tanıma iman sayılırsa dünya yurdunda kanıtlar aracılığıyla gerçekleşen tanımanın iman sayılmaması gerekir; çünkü kanıt aracılığıyla tanıma, görme aracılığıyla gerçekleşen tanımanın karşıtıdır. O zaman da dünyada bir tek mümin olmazdı; çünkü hiçbiri yüce Allah'ı görmüş değildir. Eğer görme aracılığıyla gerçekleşen görme iman sayılmıyorsa o zaman kanıt yoluyla gerçekleşen tanıma, ahirette ya yok olacak veya olmayacak. Bu da gösteriyor ki Aziz ve celil olan Allah gözle görülmez; çünkü gözle görme bizim az önce tanımladığımız sonucu doğurur.”

****

Safvan b. Yahya şöyle rivayet etmiştir:

Muhaddis Ebu Karra, kendisini Ebul-Hasan er-Rıza’nın (İmam Ali b. Musa aleyhi selâm) huzuruna götürmemi istedi. Ben de onun için izin istedim, İmam bana izin verdi. Ebu Karra İmam'ın huzuruna girdi, ona helâl, haram ve çeşitli hükümlerle ilgili bir takım sorular sordu. Derken sorular tevhidle ilgili olmaya başladı. Ebu Karra dedi ki:

“Biz, Allah'ın görünmesini ve konuşmasını peygamberler arasında taksim ettiğini, konuşmayı Musa'ya ve görünmeyi de Muhammed'e ayırdığını rivayet ediyoruz.”

Ebu'l-Hasan (Ali b. Musa aleyhi selâm) dedi ki: “Gözler O’nu göremez.(Enam, 103)", "Bilgice O’nu kuşatamazlar. (Ta-ha, 110)" "O’nun gibi hiçbir şey yoktur. (Şura, 11)" diye Allah adına insanlara ve cinlere duyuran kimdir? Muhammed değil midir?”

Dedi ki: Evet, odur. “Nasıl olur da bir adam, bütün insanlara gelir ve onlara Allah tarafından gönderildiğini, onları Allah'ın emriyle Allah'a ibadet etmeye davet ettiğini bildirir. "Gözler O’nu göremez." "Bilgice O’nu kuşatamazlar." "O’nun gibi hiçbir şey yoktur." der, ardından ben, O’nu gözümle gördüm, bilgice algıladım ve O, beşer suretindedir, iddiasında bulunur.

Böyle bir iddiayı ileri sürmekten utanmıyor musunuz? Dinsizler bile O’nu bu şekilde itham etmemişlerdi: Allah, katından bir şey getiriyor sonra bu getirdiğinin aksini söylüyor diye suçlamamışlardı!”

Ebu Karra dedi ki: Ama O, şöyle de diyor: "Andolsun ki onu, inerken bir kere daha gördü. (Necm, 13)"

Ebu'l-Hasan  (aleyhi selâm) dedi ki: “Aynı surede onun neyi gördüğünü gösteren bir ayet vardır: "Gönlü gördüğünü yalanlamadı. (Necm, 11)" Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve âlih) kalbi, onun gözlerinin gördüğünü yalanlamadı. Sonra gözlerinin neyi gördüğünü haber veriyor ve diyor ki:"Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.(Necm, 18)" Allah'ın ayetleri Allah değildir. Çünkü Allah: "Bilgice O’nu kuşatamazlar." buyurmuştur. Gözler O’nu gördüğü zaman bilgice de kuşatılmış, algılanmış, tanımlanmış olur.”

Bunun üzerine Ebu Karra dedi ki: “Sen, rivayetleri yalanlıyor musun?”

Ebu'l-Hasan (İmam Rıza aleyhi selâm) dedi ki: “Rivayetler Kur'ân ile çeliştiği zaman onları yalanlarım. Müslümanlar şu hususta ittifak etmişlerdir:

"Allah, bilgice kuşatılmaz, gözler Onu görmez ve Onun gibi bir şey yoktur."

****

Abdullah b. Sinan, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm)"Gözler Onu göremez." ifadesinin anlamıyla ilgili olarak şöyle rivayet etmiştir:

“Burada kastedilen zihinlerin, tasavvurların O’nu kuşatamayacağı, kapsayamayacağıdır. "Doğrusu size Rabbinizden basiretler geldi[4]." (En'am, 104) Ayetinde gözle görmenin kastedilmediğini bilmez misiniz?

Yine: "Kim can gözünü açıp görürse faydası kendisine..." (En'am, 104) buyrulmuştur. Bundan maksat da insanın gözleriyle görmesi değildir.

Ayrıca: "Kim de kör olursa zararı kendinedir." ifadesi, gözlerin kör olması anlamında değil, zihnin kuşatamaması anlamında kullanılmıştır. Örneğin: Falan şiiri görür (şiirden anlar). Falan fıkhı görür, falan dirhemleri görür (paradan anlar), Falan giysileri görür derler. Allah, gözlerle görülmekten yücedir, münezzehtir,”

****

Ebu Haşim el-Caferî, Ebu'l Hasan er-Rıza’dan  (İmam Ali b. Musa aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

İmam'a: "Aziz ve celil olan Allah vasfedilir mi?" diye sordum:

—Kur’ân okumaz mısın? dedi.

—Okuyorum" dedim.

—Peki, "Gözler Onu göremez; hâlbuki O, gözleri görür." ayetini okumadın mı?” diye sordu.

—Evet, okudum." dedim.

—Peki, basiretlerin ne olduğunu biliyor musunuz?” dedi…

—Evet" dedim.

   —Nedir?” dedi.

—Gözlerin görmesi" dedim.

Buyurdu ki: “Kalplerin tasavvuru gözlerin görmesinden daha çoktur. Buna rağmen kalplerin tasavvur kapasiteleri Allah'ı kavrayamaz; ama o tasavvurları görür.”

****

Ebu Haşim el-Caferî şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Cafer b. Rıza’ya  (aleyhi selâm) dedim ki: "Gözler O’nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür." ayeti ne anlama gelir?

Buyurdu ki: “Ey Ebu Haşim! Kalplerin görmesi gözlerin görmesinden daha duyarlı ve kapsamlıdır. Sen zihinsel algılamanla Sind'i, Hindistan'ı ve gidemediğin daha birçok memleketi algılayıp tasavvur edebilirsin; ama onları gözlerinle göremezsin. Buna rağmen kalplerin tasavvur kapasiteleri Allah'ı kavrayamazlar, nerede kaldı gözler!”

****

İbrahim b. Muhammed el Hazzar ve Muhammed b. Hüseyin şöyle rivayet etmiştir:

Biz, Ebu'l Hasan Rıza’nın (İmam Ali b. Musa aleyhi selâm) huzuruna girdik ve dedik ki: Söylentilerde Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve âlih) Rabbi’ni "her bakımdan mükemmel, olgun, otuz yaşlarında ayakları yeşillikte bir genç şeklinde gördüğünü belirtiyor." buna ne dersin? Ayrıca dedim ki: Hişam b. Salim, Sahibut-Tak[5], el-Meysemî diyorlar ki: "Allah, göbeğine kadar boştur, bundan aşağısı doludur.[6]" Bu sözleri duyar duymaz derhal secdeye kapandı. Sonra dedi ki: “Seni tenzih ederim. Seni gereği gibi tanımadılar ve hak ettiğin şekilde birlemediler. Bu yüzden seni nitelemeye kalkıştılar. Seni tenzih ederim. Eğer seni bilselerdi; senin kendini vasfettiğin gibi vasfederlerdi. Seni tenzih ederim. Seni başkasına benzetmeye nasıl gönülleri elverdi?

Allah'ım seni; ancak senin kendini vasfettiğin sıfatlarla vasfederim. Seni yarattıklarına benzetmem. Sen, her türlü iyiliğe lâyıksın. Beni zalimlerden kılma.” Sonra bize döndü ve şunları söyledi:

“Zihninizde neyi tasavvur ederseniz Allah'ın ondan başka olduğunu bilin.”[7]Ardından şunları ekledi: “Biz Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve âlih) Ehl-i Beyt'i, orta yoldayız. Aşırılar bize yetişemez ve geride kalanlar da bizi geçemezler. Ey Muhammed! Şüphesiz Resûlullah, Rabbinin azametine baktığı zaman kendisi her bakımdan mükemmel, olgun, otuz yaşlarında bir genç suretindeydi. Ey Muhammed! Benim Rabbim yaratılmışların niteliklerine sahip olmaktan yücedir.”

Dedim ki: “Sana feda olayım! İki ayağı yeşillikler içinde olan kimdi?” Buyurdu ki: “O, Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) idi. Kalbiyle Rabbine baktığı zaman Rabbi onu, hicablar nuruna benzer bir nurun içine koydu ki hicapların gerisinde olan şeyler onun için açıklığa kavuşsun. Çünkü Allah'ın nurunun bir kısmı yeşil mi yeşil, bir kısmı kırmızı mı kırmızı, bir kısmı beyaz mı beyazdır. Ey Muhammed! Kitap ve sünnet neye şahitlik ediyorsa biz de onu söylüyoruz.”

****

Abdullah b. Sinan Ebu Abdullah’tan  (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

“Allah büyüktür, yücedir. Kullar Onu vasfetmeye güç yetiremezler, büyüklüğünün derinliğini kavrayamazlar. "Gözler Onu göremez. O gözleri görür. O lâtiftir, her şeyden haberdardır." O, nasıl, nerede ve bağlam (yön) ile nitelendirilemez.

Onu "nasıl" ile nasıl vasfederim? Nasıla nasıllık verip nasıl olmasını sağlayan O'dur? Keyfiyeti bizim için şekillendirmesi sonucu bildim.

Onu nasıl "nerede?" ile vasfederim ki? O, neredeyi mekân bağlamında var etmiştir? Mekânı bu şekilde belirlemesi sayesinde nerede kavramını bildim.

Onu nasıl bir "bağlam (heys=yön)" ile ilintili olarak vasfedebilirim ki? Bağlamı (yönü) bağlam yapan o'dur. Böylece bağlam (yön) olmuştur da bizim için var etmesi sayesinde bağlamı bildim. Allah Tebareke ve Teâlâ, her mekândadır ve her şeyin dışındadır. "Gözler O’nu göremez; ama O, gözleri görür. (Enam, 103)” o'ndan başka ilâh yoktur. Yücedir, büyüktür. “O, lâtiftir[8], her şeyden haberdardır.[9]”

****

Ubeyd b. Zurare babasından şöyle rivayet eder:

Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) size feda olayım, Allah Resulünün (sallallahu aleyhi ve alih) vahiy aldığı sırada geçirdiği baygınlık nedir? diye sordum.

Buyurdu ki: “Allah’ın ona tecelli ettiği, onunla Allah arasında kimsenin olmadığı andaki hâlettir.” Sonra şöyle buyurdu: “İşte o nübüvvettir. Ey Zurare! Alçak gönüllülükle Allah’a yöneldi.”

****

Murazim Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle duyduğunu rivayet eder:

“Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve alih) Rabbi Azze ve Celle’yi görüyordu.” Yani kalbiyle gördü. (bundan sonraki hadis bunu teyit etmektedir.)    

****

Muhammed b. El- Fuzeyl, Ebu’l Hasan’a (imam Musa Kazım aleyhi selâm)“Acaba Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve alih) Rabbi Azze ve Celle’yi gördü mü?” diye sorduğunu ve İmamın şu cevabı verdiğini rivayet eder:

“Evet, kalbiyle O’nu gördü. Aziz ve celil olan Allah’ın şu sözünü duymadın mı? “Gönlü gördüğünü yalanlamadı. (Necm, 11)” Yani gözüyle Onu görmedi belki gönlüyle gördü.”

****

Hafs b. Gıyas veya başkaları Aziz ve celil olan Allah’ın bu ayeti: “Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.” Hakkında sorduğunu İmamın (aleyhi selâm) şu cevabını verdiğini rivayet eder:

“Gökle yeryüzünün arasını altı yüz kanadıyla doldurmuş Cebrail’i (aleyhi selâm) yeşillik üzerindeki bir damla gibi ayağının üzerinde inciyle gördü.[10]”

****

İbrahim b. Ebu Mahmud şöyle rivayet eder:

Ali b. Musa Rıza’nın (aleyhi selâm) Aziz ve celil olan Allah’ın “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır. (Kıyamet, 22-23)” ayetinin açıklamasını şu şekilde yaptı: “Yani, parlayacak yüzler rablerinin onlara sevap vermesini bekleyecek.”

****

Ebu Basir, Ebu Abdullah’a (imam Cafer Sadık aleyhi selâm) “Allah” Azze ve Celle hakkında bana bilgi verir misiniz? Acaba Müminler kıyamet günü Onu görecekler mi? diye sorduğunu ve imamın (aleyhi selâm) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

“Evet, kıyamet gününden öncede Onu gördüler.” Dedim ki ne zaman? Dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet… (Araf, 172)” dediklerinde. Sonra bir müddet sessizce kaldıktan sonra şöyle buyurdu: “Kuşkusuz Müminler kıyamet gününden önce rablerini göreceklerdir. Acaba şu anda Rabbini görmüyor musun? Dedim ki: “Size kurban olayım sizden bu sözü rivayet edebilir miyim?” Dedi ki: “Hayır, eğer sen bu sözü rivayet edersen, senin dediklerinin anlamını bilmeyen cahil ve inkârcı kişi onu inkâr ederek teşbih eder ve kâfir olur. Kalple görmek gözle görmek gibi değildir. Allah teşbihçi ve inançsızların vasfedişlerinden münezzehtir.”  

****

Abdusselam b. Salih el-Herevî Ali b. Musa Rıza’dan (aleyhi selâm) şöyle rivayet eder:

Dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Hadis ehlinin naklettiği “Müminler cennetteki makamlarından Allah’ı ziyaret edecekler” hadisi hakkındaki görüşünüz nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Ey Ebu Salt! Allah Tebareke ve Teâlâ, elçisi Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve alih) peygamberler ve melekleri de dâhil bütün yaratıklarından üstün kılmıştır. Ona yapılan itaati kendine itaat, ona uymayı kendine uymak bilmiş, dünya ve ahirette onu ziyaret etmeyi kendi ziyareti saymıştır. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiştir. (Nisa, 80)” ve şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. (Feth, 10)” Ayrıca Resulü Ekrem’de şöyle buyurmuştur: “Kim beni sağken veya ölümümden sonra ziyaret ederse Allah’ı ziyaret etmiştir.” Peygamberin(sallallahu aleyhi ve alih) cennetteki derecesi herkesin derecesinden daha üstündür. Kim cennette bulunduğu derecesiyle kendi evinden Peygamberi(sallallahu aleyhi ve alih) ziyaret ederse Allah Tebareke ve Teâlâ’yı ziyaret etmiştir.”  

Dedim ki: “Ey Allah resulünün oğlu! “Lâ ilâhe illâllah” demenin sevabı Allah’ın yüzüne bakmaktır” diye nakledilen rivayet ne anlama geliyor?”

Dedi ki: “Ey Ebu Salt! Kim Allah’ı diğer yüzler gibi yüzle vasfederse kâfir olmuştur. Allah’ın yüzü, onun enbiyaları, resulleri ve hüccetleridir (aleyhi selâm). Onlar o kimselerdir ki onların sayesinde Allah’a, dinine ve O’nu tanımaya yönelinilir. Aziz ve celil olan Allah buyuruyor: “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak Rabbinin zâtı bâki kalacak… (Rahman, 26-27)” Ve yine Aziz ve celil olan Allah şöyle buyuruyor: “O’nun yüzünden (zatından) başka her şey helak olucudur. (Kasas, 88)” Müminlerin Kıyamet günü dereceleri için Allah'ın Enbiyaları, Resulleri ve hüccetlerine bakmaları, büyük bir sevaptır. Nebi (sallallahu aleyhi ve alih)şöyle buyuruyor: “Kim benim Ehl-i Beyt ve itretime kin güderse, kıyamet gününde ne o beni görecektir, ne de ben onu.” Yine buyurmuştur ki: “Sizin aranızda bazıları benden ayrıldıktan sonra, bir daha beni göremeyecektir.” Ey Ebu Salt! Allah Tebareke ve Teâlâ mekânla vasfedilmez, gözler ve vehimler O’nu kavrayamaz.”

Dedim ki: “Ey Allah resulünün oğlu!  Bana cennet ve cehennemle ilgili haber veriniz, acaba onlar şu anda yaratılmış mıdır?”

Dedi ki: “Evet, Allah Resulü göğe çıkarıldığı zaman cennete girdi, cehennemi de gördü.”

Dedim ki: “Bir grup, onların şu anda yaratılmayıp takdir edildiğini söylemekte.”

Dedi ki: “Ne onlar bizdendir, ne de biz onlardanız. Kim cennet ve cehennemin yaratıldığını inkâr ederse, şüphesiz Peygamber’i  (sallallahu aleyhi ve alih) ve bizi yalanlamış ve bizim velâyetimizden bir şey elde etmemiştir bu kişi ebedi olarak cehennem ateşinde kalacaktır. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “İşte bu, suçluların yalanladıkları cehennemdir. Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar. (Rahman, 43–44)” Nebi (sallallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurmuştur: “Miraç’a çıkarıldığım zaman, Cebrail elimi tutarak beni cennete dâhil ederek bana oranın hurmasından verdi, bende onu yedim. Daha sonra o sulbümde sperme dönüştü. Yeryüzüne döndükten sonra Hatice’yle yakınlaşmamdan sonra Fatıma’ya (selamullahi aleyha) hamile kaldı. Böylelikle Fatıma (selamullahi aleyha) beşeri bir huridir. Ben her ne zaman cennettin kokusuna özlem duyarsam kızım Fatıma’yı(selamullahi aleyha) koklarım.”

****

Abdullah b. Abbas Aziz ve celil olan Allah’ın “Ayılıp kendine gelince dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim. (Araf, 143)” ayeti hakkında şöyle diyor: “Seni görmeyi talep ettiğimden dolayı seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim, senin görülmeyeceğine inananların ilkiyim.”[11]

****

Hafs b. Kıyas en- Nehai el- Gazi şöyle rivayet eder:

Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) Aziz ve celil olan Allah’ın:“ Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça etti. (A’raf, 143)” bu ayetinin açıklamasını sordum.

Şöyle buyurdu: “Dağ denize battı ve kıyamet gününe kadar hareket halinde olacak.”

****

Muhammed b. El- Cehm şöyle rivayet ediyor:

Me’mun’un meclisinde idim, yanında Rıza Ali b. Musa’da (aleyhi selâm)bulunmaktaydı. Me’mun İmam Rıza’ya (aleyhi selâm) yönelerek şöyle sordu:

— Ey Allah Resulünün oğlu! Siz peygamberlerin (aleyhi selâm) masum olduklarını söylemiyor musunuz?

Buyurdu: Evet.

Sonra Kur’an ayetlerinden bazıları hakkında sorular sorduktan sonra sorusu buraya geldi: “Peki, o halde Aziz ve celil olan Allah’ın şu ayetleri hakkında ne diyorsunuz:

“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” Dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” Buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim. (Araf, 143)” Nasıl mümkün olabilir Kelimullah Musa b. İmran (aleyhi selâm) zikri yüce Allah’ın görülemeyeceğini bilmiyor ve ondan böyle bir istekte bulunuyor?

Dedi ki: “Kuşkusuz Kelimullah Musa b. İmran (aleyhi selâm) Allah Teâlâ’nın gözle görülmekten yüce olduğunu biliyordu. Fakat aziz ve celil olan Allah Musa ile konuşup onu, fısıldaşan kimse kadar kendisine yaklaştırdıktan sonra kavmine dönerek onlara aziz ve celil olan Allah’ın kendisiyle konuştuğunu, kendisine yakınlaştırdığını ve münacat ettiğini haber verdi. Dediler ki: “Senin duyduğun gibi biz de onun sesini duymadıkça sana inanmayacağız.” Musa’nın kavminin sayısı yedi yüz bin kişiydi. Onlardan yetmiş bin kişiyi seçti, sonra onların arasından yedi bin kişiyi seçti, sonra onların arasından yedi yüz kişiyi seçti ve son olarak onların arasından da yetmiş kişiyi rabbinin tayin ettiği vakit için seçerek Sîna Dağı’na doğru hareket ettiler. Onları dağın eteğinde bekleterek kendisi yalnız başına dağa çıktı. Allah Tebareke ve Teâlâ’dan kendisiyle konuşmasını ve onlara sesini duyurmasını istedi. Zikri yüce Allah onunla konuştu ve topluluk Allah’ın konuşmasını yukarıdan, aşağıdan, sağdan, soldan, önden ve arkadan duydular. Çünkü Aziz ve celil olan Allah ağaçtan ses oluşturmuş ve o sesi her taraftan duyacakları şekilde yaymıştı. Ama onlar dediler ki: “Allah’ı apaçık görmedikçe duyduğumuz sesin Allah’ın sesi olduğuna inanmayacağız.” Tekebbür ve azgınlık halinde Böylesine ağır bir lâf ettiklerinde, Aziz ve celil olan Allah onlara bir yıldırım gönderdi de zulümleri sebebiyle yakalayıp öldürdü. Musa (aleyhi selâm) dedi ki: Ey rabbim! İsrail Oğulları’nın yanına döndüğümde onlar: “Allah ile münacat etme iddian gerçek dışı olduğundan onları götürüp öldürdün dediklerinde, onlara ne diyeyim?” Allah onları diriltip Musa ile gönderdikten sonra onlar yine dediler ki: “Gerçekten eğer sen Allah’tan ona bakman için kendisini göstermesini istersen, O senin isteğini kabul eder ve sen de Onun nasıl olduğunu bize haber verirsin; biz de Allah’ı gerektiği gibi tanırız.” Musa (aleyhi selâm) dedi ki: “Ey kavmim! Allah gözle görülmez, onun niteliği yoktur; ancak ayet ve nişaneleri ile tanınır.” Onlarda dediler ki: Allah’tan bu isteğimizi istemezsen sana asla inanmayız.” Musa (aleyhi selâm): “Ey Rabbim! İsrail Oğulları’nın ne dediklerini duydun. Sen onların yararına olanı daha iyi bilirsin.” Dediğinde Ulu ve Yüce Allah, Musa’ya (aleyhi selâm) şöyle vahyetti: “Ey Musa! Onların istediklerini benden iste, seni onların cehaletinden dolayı sorgulamayacağım.” O vakit Musa (aleyhi selâm) dedi ki: ““Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” Dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” Buyurdu. Rabbi o dağa (nişanelerinin biriyle) tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim.” (kavmimin bilgisizliğinden tam bir bilgi ve marifetle sana dönüyor ve Kavmim içinde senin görülmediğine) inananların ilkiyim.[12]”

Me’mun: “Başarın Allah’tandır, bravo ey Ebul Hasan!

[1] — Elbette bu iki hadiste o kişilerin Allah’ı görme düşüncesi vardı yoksa elleri yukarı kaldırıp dua etmenin bir sakıncası yoktur tam tersi rivayetlerde bu şekilde dua edilmesi gelmiştir.

[2] — Çıplak gözle güneşe direkt olarak bakamayan insan nasıl olurda Allah’ı görebilme iddiasında bulunmaktadır.

[3] — Bu rivayetten anlaşılıyor ki, burada kastedilen görme, somut gözle görme olmadığı gibi, delil aracılığı ile elde edilen kalbî bir inanç da değildir.

  "Musa belirlediğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca, "Rabbim, kendini bana göster de sana bakayım." dedi. (Allah,) "Sen beni asla görmeyeceksin; ama şu dağa bak, eğer o yerinde kalırsa, sen de beni göreceksin." dedi." (Araf, 143) Ayette geçen "tecella" fiili "celâ" kökünden gelir görünme, ortaya çıkma anlamına gelir. Ayette geçen "dekken", "medkuken" anlamında kullanılmış ve un ufak edilmiş, yerle bir edilmiş demektir. "Harre" fiilinin kökü olan "hurûr," düşmek; "sa'ka," ölmek veya duyu organlarının donması ve algılama yeteneklerini yitirmeleri yolu ile bayılmak; "efâka" fiilinin kökü olan "ifâkat" ise, akıl ve duyu organlarının tekrar sağlıklı durumlarına dönmeleri demektir.

Ayetten çıkan anlam şudur: "Musa (kendisi için) belirlediğimiz vakitte (buluşma vaktinde) gelip de Rabbi (kendi kelâmı ile) onunla konuşunca, (Musa) dedi ki: Rabbim bana kendini göster de sana bakayım." Yani beni sana bakmaya muktedir kıl ki, sana bakıp seni göreyim. Çünkü görmek, bakmanın ve bakmak da imkânına kavuşturulmanın ve bu imkânı bulmanın sonucudur. "(Allah) dedi ki: Sen beni asla görmeyeceksin; ama şu dağa bak. "Musa Peygamber'in yakınında olan ve görebildiği bir dağa işaret ediliyor, "eğer o yerinde kalırsa, beni göreceksin." Yani sen beni görmeye dayanamazsın. O hâlde şu dağa bak. Ben ona tecelli edeceğim. Eğer o yerinde kalır ve beni görmeye dayanırsa, bil ki, bana bakmaya, beni görmeye dayanabilirsin. "Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça etti." Yani onu havaya dağıttı veya onu yerinden koparıp yürüttü. "Musa kendinden geçerek yere düştü." Gördüğü manzaranın dehşetinden ölü veya baygın durumda yere düştü. "Aydınca, 'Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin. Tevbe edip sana döndüm...' dedi." Yani yaptığım teklifi geri alarak sana döndüm. "Ben, inananların ilkiyim." Yani ben, senin görülmeyeceğine inananların başında gelirim. Ayetin zahirî anlamı budur.

  Eğer ayette sözü edilen görme ve bakma olayını normal avamca anlayışa göre değerlendirirsek, bunu gözle görme ve bakma anlamına algılarız. Hiç şüphesiz görme olayının gerçekleşebilmesi için görülen cismin şekil ve renk bakımından benzerinin taslak hâlinde görme cihazında oluşması gerekir.

  Kısacası, maddî görme olayının gerçekleşebilmesi için hem görülenin, hem de görenin maddî bir cisme ihtiyacı vardır. Oysa Kur'ân bize Allah'ın hiçbir bakımdan hiçbir şeye benzemediğini kesin bir dille öğretiyor. Allah, cisim veya cisim benzeri bir şey değildir; zaman, mekân ve yön kapsamına girmez. Ne dış dünyada ve ne zihinde hiçbir şey hiçbir bakımdan O'nun benzeri veya yaklaşığı değildir.

  Açıktır ki, böylesine yüce bir varlık, bildiğimiz anlamda bir görme olayının konusu olamaz, ne dünyada ve ne ahirette hiçbir taslakla (zihnî suretle) örtüşmesi düşünülemez. Peygamberlerin efendileri olan beş ulülazm peygamberden biri olan Musa gibi yüce bir peygamberin bu gerçeği bilmeyeceği düşünülemez. Ayrıca onun insan gözüne bağışlanacak olağan dışı bir güç sayesinde Allah'ı hareketten, zamandan, yönden ve mekândan, maddeden ve maddî niteliklerden münezzeh olarak görmeyi temenni edeceğini de varsayamayız. Çünkü böyle bir söz, ciddiyetten son derece uzak bir söz olur. Allah, maddî bir sebebe (meselâ göze) öyle bir güç verebilir ki, bu sebep özünü ve niteliğini kaybetmeyerek madde dışı, miktarla ve zamanla sınırlanamayan yüce bir varlıkla fonksiyonel ilişki kurabilir sözünün ne anlamı olabilir?! Bizim bildiğimiz ve maddî bir fonksiyon olan bu görme olayının maddeden hiçbir iz taşımayan bir varlıkla bağlantı kurması imkânsızdır. Buna göre eğer Musa Peygamber görme isteğinde bulunuyorsa, onun istediği görme şu bildiğimiz gözle görme değildir. Bunun gerektirdiği bir sonuç olarak Allah'ın Musa'nın cevabında imkânsız olduğunu bildirdiği görme de şu gözle görme değildir. Çünkü gözle görmenin imkânsızlığı, soru ve cevap konusu olmayacak derecede apaçık bir gerçektir.

Yüce Allah, bazı ayetlerde görmekten ve ona yakın anlamdaki olaydan söz ediyor ve bunun sabit olduğunu bildiriyor. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "O gün bazı yüzler, parlar güzelleşir ve Rablerine bakar." (Kıyamet, 22-23), "Gönül gördüğünü yalanlamadı." (Necm, 11), "Kim Allah'la kavuşmayı özlüyorsa, (bilsin ki,) Allah'ın (bu buluşma için) belirlediği vakit kesinlikle gelecektir." (Ankebût, 5), "Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? İyi bil ki onlar, Rableri ile buluşmaktan şüphededirler. İyi bil ki O, her şeyi kuşatmıştır." (Fussilet, 54), "Kim Rabbi ile buluşmayı özlüyorsa, iyi ameller işlesin ve kulluk görevlerinde hiç kimseyi Rabbine ortak koşmasın." (Kehf, 110)

  Bunlara karşılık görmenin imkânsız olduğunu bildiren ayetler de vardır. Şu ayetler gibi: "Sen beni asla görmeyeceksin." (Â'râf, 143), "Gözler O'nu görmez, O gözleri görür." (En'âm, 103)

  Acaba bazılarının söyledikleri gibi ayetlerde sözü edilen görmekten maksat, kesin bilgidir de bu bilginin kesinliğini vurgulamak için mi görme kavramı kullanılmıştır?

  Hiç şüphesiz bu ayetlerde kesin olan bir bilginin varlığı kanıtlanıyor. Fakat mesele bu kesin bilginin mahiyetini belirlemektedir. Çünkü biz her kesim bilgiyi, görme ve buluşma gibi görmeye yakın anlam taşıyan kavramlarla tanımlamıyoruz. Nitekim geçmişte İbrahim Peygamber'in, İskender'in ve Kisra'nın yaşadığını onları görmediğimiz hâlde biliyoruz. Yine Londra, Şikago ve Moskova adlı şehirlerin var olduklarını kesin olarak biliyoruz, ama onları görmüş değiliz. Fakat ne kadar vurgulamalı bir ifade kullanmak istersek isteyelim bu bilgiye görme demiyoruz. Meselâ sen, "Ben İbrahim Peygamber'in, İskender'in ve Kisra'nın var olduklarını onları görmüş gibi biliyorum." dersin; fakat "Onları gördüm" veya "görüyorum" demezsin. Bunların yanı sıra "Londra'nın, Şikago'nun ve Moskova'nın var olduklarını biliyorum." dersin; ama "Bu şehirleri gördüm" veya "görüyorum" demezsin.

  Bundan daha açığı temel aksiyomlar ve postulatlarla ilgili kesin bilgimizdir ki, bunlar genelleme niteliğinde olduğu için somut ve algılanabilir şeyler değildirler. "Bir, ikinin yarısıdır.", "Dört, çift sayıdır." ve "Tamlama, iki ayaktan oluşur." şeklindeki sözlerimiz gibi. Bunlar, bilgi diye tanımlamaları uygun olduğu hâlde asla görme diye adlandırmaları uygun olmayan kesin bilgilerdir.

  Akıl ve düşünce veya vehim ürünü bütün tasdiki hükümlerde de durum aynıdır. Husulî ilimler diye adlandırdığımız zihnî bulgular da böyledir. Bunlara bilgi adını veririz, fakat onları görme kavramı ile ifade etmeyiz. Onlardan "Onları biliyoruz" diye söz ederiz; ama "Onları görüyoruz" demeyiz. Eğer onlarla ilgili olarak görme kavramını kullanırsak, onu gözlemlemek ve bulmak anlamında değil, hüküm vermek ve kabul etmek anlamında kullanırız. ["Böyle görüyorum" ifadesini, "Böyle hüküm veriyorum" anlamında kullandığımız gibi.]

  Fakat bilgilerimiz arasında öyleleri var ki, onlar hakkında hiç tereddüt etmeden görme kavramını kullanırız. Meselâ, "Benim ben olduğumu görüyorum" ve "Şunu istediğimi, şundan hoşlanmadığımı, şunu sevdiğimi, şundan nefret ettiğimi, şunu arzu ettiğimi, şunu temenni ettiğimi görüyorum" deriz.

  Yani, "Kendimi buluyor ve doğrudan doğruya gözlemliyorum. Onunla aramda herhangi bir engel yok-tur", "Algılanabilir olmadığı gibi düşünce ürünü de olmayan iç isteğimi buluyor ve gözlüyorum", "İç dünyamda hoşlanmama, sevgi, nefret, arzu ve temenni buluyorum."

  Bu sözler,"Senin şunu sevdiğini ve şundan nefret ettiğini görüyorum" şeklindeki sözlerden farklıdırlar. Çünkü bu sözün anlamı, "Seni bir şekilde gördüm ki, bundan sende sevgi veya nefret olduğu sonucuna vardım" şeklindedir. Oysa insanın kendisinin bir şeyi istediği, bir şeyden hoşlanmadığı, bir şeyi sevdiği veya bir şeyden nefret ettiği şeklinde kendini gördüğünden söz etmesine gelince; o bu sözleri ile bu hâlleri vakıa olarak kendinde bulduğunu kastediyor, yoksa birtakım deliller aracılığı ile bu sonuçlara vardığını, akıl yürütme yolu ile varlıklarına hükmettiğini söylemek istemiyor. Tersine, insan bu hâlleri dolaysız olarak ve ip ucu niteliğindeki bir aracın kanıtlamasına başvurmaksızın kendi içinde bulmaktadır.

  İnsanın, bilinenleri objektif varoluşları ile bulması şeklinde tanımlayabileceğimiz bu tür bilgiler hakkında görme kavramı yaygın olarak kullanılır. Bunlar insanın kendi kişiliği, iç güçleri, kişilik nitelikleri ve psikolojik sıfatları ile ilgili bilgilerdir. Bunlar üzerinde herhangi bir yönün, zamanın, mekânın veya kendi dışında başka bir cismanî durumun müdahalesi yoktur. Bu gerçekleri iyi kavramak gerekir.

  Yüce Allah, görmekten söz ettiği her ayette bu görme ile birlikte bazı özelliklerden de söz ediyor, bu görmeye bazı nitelikler ekliyor. Bu durum bize gösteriyor ki, bu görme ile bizim de kendi aramızda görme diye adlandırdığımız bu bilgi türü kastediliyor. Şu ayette buyrulduğu gibi: "Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? İyi bilin ki onlar, Rableri ile buluşmaktan şüphededirler. İyi bilin ki O, her şeyi kuşatmıştır." (Fussilet, 54)

  Burada ilk olarak şu gerçek vurgulanıyor: Allah, her şeyde hazırdır veya her şeyde görülmektedir. O herhangi bir yöne, herhangi bir mekâna veya herhangi bir şeye mahsus değildir. Tersine her şeye şahittir, her şeyi kuşatmaktadır. Eğer bir şey Onu bulsa, Onu her şeyin zahirinde ve batınında, kendi vic-danında ve nefsinde bulur. Eğer Onunla bir buluşma olursa, bu nitelikte olur. Bu buluşma yön, zaman ve mekânın belirleyici olduğu cismanî bir buluşma tarzında olmaz. "Gönül gördüğünü yalanlamadı." (Necm,11) ayetinde görme olayının gönle izafe edilmesinde de bu yönde bir işaret vardır. Buradaki gönülden maksat, insanın algılayan nefsidir; yoksa göğüs boşluğunun solunda asılı duran et parçası değildir.

  Bunun bir başka benzeri, "Hayır, aslında onların işledikleri günahlar kalplerini paslandırmıştır. Hayır, o gün onlarla Rableri arasında perde çekilecektir." (Mutafifîn, 15) ayetleridir. Bu a-yet, onlar ile Allah arasında perde olan şeyin işledikleri günahların pası olduğunu kanıtlıyor. Bu pas onların kalpleri ile, yani kendileri ile Rableri arasına girerek onları Rablerini görme şerefinden alıkoymuştur. Eğer Rablerini görebilseler onu gözleri ile değil, kalpleri ile yani kendi benlikleri ile göreceklerdir.

  Allah, bazı ayetlerde gözlerle görmenin ötesindeki bir başka görme türünün varlığından söz ediyor. Şu ayetlerde buyurduğu gibi: "Hayır, eğer kesin bilgi ile bilseniz, cehennemi kesinlikle görürsünüz. Sonra da onu yakin gözüyle göreceksiniz." (Tekâsür, 7), "Böylece İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (Allah'ın onlar üzerindeki mutlak egemenlik ve saltanatını) gösteriyorduk ki (müşriklerle tartışırken kanıt getirebilsin) ve kesin inananlardan olsun." (En'âm, 75) Ayette geçen "melekut" kavramının nesnelerin iç yüzü olduğu, duyumsanabilen görünür tarafları olmadığı belirtilmişti.

  Bu gerekçeler şunu ortaya koyuyor: Yüce Allah, bazı ayetlerde göz aracılığı ile gerçekleşen duygusal görmenin ötesinde başka bir görme türünün varlığını açıklıyor. Bu, insanda var olan bir şuur türüdür. İnsan bu şuur aracılığı ile duyumsama ve düşünme aracı kullanmaksızın nefsi ile bir şeyin bilincine varır. İnsanın Rabbi ile ilgili bir şuuru vardır. Bu şuur düşünce ve delil kullanma yolu ile sağlanmış bir inançtan başka bir şuurdur. İnsan bu şuuru doğal olarak gönlünde bulur. İnsan ile bu şuur arasına hiçbir engel girmez. İnsanı bu şuurdan gaflete düşüren tek şey, nefsi ile ve işlediği günahlarla meşgul olmasıdır. Bununla birlikte bu gaflet, görülen ve var olan bir şeyden gafil olmaktır. Yoksa bilginin bütünü ile ve kökten kaybolması söz konusu değildir. Ayetlerde asla böyle bir şey yoktur. Ayetlerde bu bilgisizlikten gaflet diye söz edilir. Gaflet, bilginin bilgi ile kaybolmasıdır, yoksa bilginin kökten yok olması değildir. Ayetlerin açıkladığı ve akim açık delillerle doğruladığı gerçek budur. Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen rivayetler de bu gerçeği teyit etmektedir.

  Ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, görme ve buluşma diye adlandırılan bu bilgi türü, "O gün bazı yüzler taravetli, parlak olacaklar ve Rablerine bakacaklar." (Kıyamet, 22-23) ayetlerinde görüldüğü gibi, kıyamet günü salih kullar için gerçekleşir. Bu şerefe ermenin yeri orasıdır. Dünyada ise insan bedeni ile meşguldür, doğal ihtiyaçlarına dalmıştır, Rabbinin ayetleri aracılığı ile buluşma ve kesin bilgi yolunda yürümektedir, "Ey insanoğlu, sen Rabbine varan yolda didinip duruyorsun, sonunda O'na kavuşacaksın." (İnşikak, 6) ayetinde vurgulandığı gibi Rabbi ile buluşmaya varan yolda didinip durmaktadır. Rabbi ile buluşmadan bu bilgiye ulaşamaz. Dönülecek son merciin, varılacak son noktanın Allah olduğunu vurgulayan başka ayetler de vardır.

  Bu bilgi türü, yüce Allah'ın kendisi hakkında var olduğunu bildirdiği ve görme ve kavuşma diye adlandırdığı özel zarurî ilimdir. Bu adlandırmanın hakikat tarzında mı, yoksa mecaz tarzında olduğunun araştırması bizim için önemli değildir. Çünkü bilindiği gibi karineler maksadın bu yolda olduğunu gösteriyor. Eğer tabir hakikat nitelikli ise, bu karineler belirleyici karinelerdir. Eğer tabir mecaz nitelikli ise, karineler caydırıcı karinelerdir. Bu gerçeği böylesine orijinal bir şekilde açıklayan ilk kitap, Kur'ân'dır. Elimizdeki içerikleri ile daha önceki semavî kitaplar, Allah ile ilgili bu tür bir bilginin varlığından söz etmemektedir. Bu tür meseleleri ele alan felsefecilerin bize ulaşan incelemelerinde de bu tür bilgiye yer verilmiyor. Çünkü onlara göre huzurî bilgi, sadece bir şeyin kendisini bilmesidir. Bu bilgi türünü ilk kez İslâm bahsetmiştir. Dolayısıyla ilâhî bilgilerin netleşmesinde Kur'ân'a çok şey borçluyuz.

  Şimdi incelediğimiz ayete dönelim: "Musa belirlediğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca, 'Rabbim, kendini bana göster de sana bakayım.' dedi." ifadesi, Musa Peygamber'den (aleyhi selâm) gelen ve az önce açıkladığımız gibi zarurî ilim anlamı taşıyan bir görme isteğidir. Bilindiği gibi yüce Allah, Musa Peygamber'i, O'nun ayetlerini gözleyerek elde edilen bilgiyle özel olarak donattı. Sonra buna ek olarak onu peygamber seçmekle, arkasından kendisi ile konuşmakla onurlandırdı ki bu konuşma, ona işitme yolu ile Allah'a ilişkin bilgi kazandırdı. Bu ayrıcalıklar üzerine kendisine ek olarak görme yolu ile de bilgi bağışlanmasını istedi ki, bu bilgi türü, Allah'a ilişkin zarurî bilginin kemal derecesidir. Allah, isteklerin ve arzuların en hayırlı muhatabıdır.

Musa Peygamber'in (aleyhi selâm) istediği, bu tür görmedir; gözle görme anlamındaki görme değildir. Musa gibi büyük bir peygamber, her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah'ı bu şekilde görmenin imkânsız olduğunu bilmemekten yücedir. O Musa Peygamber ki, bu buluşma için seçtiği heyetin Allah'ı görmeyi istemeleri üzerine, "Hani siz, 'Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayız.' demiştiniz. Bunun üzerine, sizi yıldırım kapıverdi ve siz bakıyordunuz..." (Bakara, 55) "Aramızdaki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mi edeceksin?" (Â'râf, 155) diyerek bu kimseleri beyinsizlikle nitelemişti. Öyleyken kendisi beyinsizlikten kaynaklandığını söylediği bir istekte bulunmaya nasıl yeltenebilir? [el-Mîzan, c.8, s.370, 334-341-361]

[4] — Aslında bu kelimenin kökeninde yatan anlam, objeler dünyasında gözlemlenen şeyin zihne yansıması ve gerçeğine ulaşılması için algılayıcı güçlerin en güçlülerinden sayılan görme duyusu ile algılayıştır. Ayette geçen görme ve körlük, bilgi ve cehalet veya iman ve küfürdür. [el-Mîzan, c.7, s,434]

[5] — Ebu Cafer Muhammed b. Numan el-Ahvel

[6] — Hadis: Zayıf. [Allâme Meclisi, Mir'at'u'l-Ukul, c.l, s.347]

     [7] —  el-İhticac adlı eserde Hz. Ali'nin (a.s) bir hutbesinde şöyle buyurduğu kaydedilir. “Delili ayetleridir. Varlığı ispatıdır... Tasavvur edilen her şey O'nun tersinedir... Zatı ve özü bilinen, ilâh olamaz. O, delil ile kendine delâlet eden, bilgi ile kendine ulaştıran ilâhtır.» Bu hutbedeki en latif konulardan biri, şu güzel cümlede ifade edilmiştir: "Varlığı ispatıdır." Bu sözle şunu kastediyor: O'nu ispat edecek kanıt, bizzat O'nun dıştaki varlığıdır. Yani O, zihne girmez, akla sığmaz.

  "Tasavvur edilen her şey O'nun tersinedir." ifadesiyle kastedilen, O'nun zihinsel biçimden başka olduğu değildir. Çünkü bütün dış (objektif) varlıklar böyledir. Tam tersine maksat şudur:

  Yüce Allah, ne olursa olsun zihinsel tasavvurun hikâye ettiği, anlattığı şeyin tersinedir, o değildir. Dolayısıyla hiçbir zihinsel biçim O'nu kuşatamaz. Hatta O'nun kutsal katının bu tasavvurdan, yani" O her tasavvurun tersinedir" tasavvurundan da münezzeh olduğundan gaflet etmemelisin.

  "Zatı ve özü bilinen, ilâh olamaz."ifadesi, yüce Allah'ın herhangi bir bilgiye konu olmaktan, herhangi bir anlama ve algılamaya yenik düşmekten çok daha yüce olduğunu beyan etmek için serdedilmiştir. Çünkü zatı ve özüyle bizim bilgi ve tanımamıza konu olan her şey, bizden ve bilgimizden başka bir şeydir ki, bilgimize konu olabiliyor. Fakat Allah bizi de, bilgimizi de kuşatıcıdır: bizi de, bilgimizi de var edici, ayakta tutucudur. Böylece hiçbir şekilde kendimizi ve bilgimizi O'nun zatının kuşatmasından ve egemenliğinin kapsamında olmaktan kurtaramayız. Kurtaramayınca da O'nun hakkında, ayrı bir şeyin ayrı bir şeye olan bilgisi gibi bir bilgimizin olması mümkün değildir. Ali (a.s) bu gerçeği, "O, delil ile kendine delâlet eden, bilgi ile kendine ulaştıran ilâhtır." sözüyle beyan etmiştir.

  Yani, kendisine delâlet edecek delili, kendisine doğru kılavuzlayacak kılavuzu var edip kendisine delâlet etmesini, kılavuzlamasını sağlayan delil ve kılavuz, yine yüce Allah'ın kendisidir. Aynı şekilde bilginin kendisine ulaşmasını, kendisiyle bir tür ilintili olmasını sağlayan, yine yüce Allah'ın kendisidir. Bunun sırrı şudur: Her şey, ama bütün her şey, O'nun kuşatması ve hegemonyası altındadır. O hâlde bir şeyin O'na yol bularak O'nu kuşatması nasıl mümkün olabilir?! Oysa O, onun kendisini de, yol bulmasını da kuşatmış bulunmaktadır. [el-Mîzan, c.6, s. 135-137]

[8] — Latif: Bir şeyin içine sızabilen, nüfuz eden ince varlık demektir. [el-Mizan, c.7, s.419]

[9] — Enam, 103

[10] — Bu tür tabirler birçok rivayette yer almıştır. Eğer hadislerin, Masumlardan (aleyhimu’s selâm) naklolduğuna yakin edersek bu şekilde söylemek zorundayız: bu büyük zatlar yüce marifetleri açıklamak için kelime ve tabirlerin yetersizliğinden dolayı o zamanın insanlarının daha iyi anlayabileceği temsil, tabir ve kelimeleri kullanmak zorunda kalıyorlardı. Bundan dolayı mücerret ve manevî tabirleri maddi ve hissel kalıplarda dile getirmekteydiler. (mütercim)  

[11] - Ünlü Şii Alimi Şeyh Saduk (r.a) bu konu hakkında şöyle söylüyor: Şüphesiz Hz. Musa (aleyhi selâm) Allah azze ve celle’nin görülmesinin mümkün olmadığını biliyordu. Buna rağmen aziz ve celil Allah’tan kendisini ona göstermesini istemesi kavminin ısrarından dolayı idi. Bundan dolayı Hz. Musa (aleyhi selâm) rabbinden izin almadan kendisine ona göstermesini istedi ve dedi ki: “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!”  Rabbi dedi ki: “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o hareket halinde yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” Sözünün anlamı yani sen beni asla beni göremezsin. Çünkü dağ asla aynı anda hem sakin hem de hareket halinde olamaz. Bu Allah azze ve celle’nin şu sözü gibidir: “Deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler. (A’raf, 40)” Yani, devenin iğnenin deliğinden hiçbir zaman geçmeyeceği gibi onlarda hiçbir zaman cennete giremeyeceklerdir. “Rabbi o dağa tecelli edince” yani Allah ayetlerinden bir ayetle dağa zahir oldu. O ayet ise yarattığı nurlardan bir nurdu. O nurdan o dağa attığında Hz. Musa dağın o azamet ve görkemine rağmen sallanıp parçalanmasını görünce bayılarak yere yığıldı. Kendine gelip ayılınca: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim” dedi. Yani senin marifetine geri döndüm ve kavmimin beni seni görmeye zorlamalarından tövbe ediyorum. Bu tövbe günahtan kaynaklanan bir tövbe değildi. Çünkü enbiyalar küçük ve büyük günahlar işlemez ve ayrıca görme iznini almadan önce istekte bulunmaması farz değildi. Ancak istekte bulunmadan önce izin alması edeptendi. Bazıları Hz. Musa’nın izin aldığını ve Allah’ın da izin verdiğini rivayet etmişlerdir. Böylelikle Hz. Musa’nın kavmi Allah’ın görülemeyeceğini anlamış olacaklardı. “Ben tövbe edenlerin ilkiyim” sözünden amaçta Hz. Musa’yla birlikte olup da Hz. Musa’dan rablerini kendilerine gösterme isteğinde bulunanların arasından Allah’ın görülemeyeceğini anlayan ilk müminim demektir.    

Bu doğrultuda rivayet edilen ve şeyhlerimizin (rahmetullahi aleyhim) kitaplarında getirdikleri hadisler bana göre doğru hadislerdir. Bazılarının anlamını bilmeden okuyup onu yalanlayarak bilmeden küfre düşeceklerden korktuğumdan bu babda bu hadisleri getirmeyi uygun görmedim.

Ahmed b. Muhammed b. İsa kitabının nadirler kısmında ve Muhammed b. Ahmed b. Yahya’nın camii’sinde “ruyet”in anlamında kısmında getirdiği hadisler sahih hadislerdir. Hakkı yalanlayanlardan ve anlamına cahil olanların dışında kimse onları reddetmez. Kelimeleri Kur’an’ın kelimeleridir. Hadislerin her birinde teşbih ve tatil ekolü nefyedilerek tevhit ispat edilmektedir. Ancak İmamlarımız (salavatullahi aleyhim) bize insanların akılları ölçüsünde onlarla konuşmamızı emretmiştir.

Rivayetlerde gelen “ruyet” kelimesi ilim anlamındadır. Çünkü dünya şek, tereddüt ve düşünce yurdudur. Kıyamet günü olduğunda Allah’ın ayetleri ve sevap ve azap işleri kulları için belli olacak, tereddütler kalkarak Allah azze ve celle’nin kudretinin hakikati bilinecektir. Bunun tasdiki Allah azze ve celle’in kitabındadır. Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir (denir). (Kaf, 22)” Hadiste ‘Allah azze ve celle görülecektir’ gelmesinin anlamı yani yakini bir ilimle bilinecektir. Aziz ve celil Allah şöyle buyurmuştur: “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? (Furkan, 45)” ve Allah’ın bu buyruğu: “Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! (Bakara, 258)” ve şu buyruğu: “Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktıklarını görmedin mi? (Bakara, 243)” ve keza şu buyruğu: “Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? (Fil, 1)” Bu ayetler ve benzerlerinde geçen görmekten maksat kalp gözüyle görmektir, normal gözle değil. Allah azze ve celle’nin bu sözüne gelince ki şöyle buyurmuştur: “Rabbi o dağa tecelli edince” anlamı şudur: Allah azze ve celle dağın onunla seraba döndüğü, dağın un ufak olduğu ve parçalanarak toprağa dönüşmesini sağladığı ayetleriyle o dağa zahir oldu. Çünkü dağlar o ayetlerin ağırlığına tahammül edemediklerinden bu duruma düştüler. Denilmiştir ki o dağa ilahi Arş yansımıştır.

[12] - Araf, 143


İNSAN İLE ALLAH (C.C) ARASINDAKİ PERDELER

Hikem-i Atâiyye isimli kitaptan bazı sohbetlerimizde bazı maddeleri açıklamaya çalışmıştık. Şimdi yine aynı kitaba devam ediyoruz inşallah.

“Allah’ın “Kahhar” sıfatının bir delili de beraberinde olmayan bir şeyle seni perdelemesidir”

Allah (c.c) kadîmdir. O’nun dışındaki her şey, mevcudât hadîstir (sonradan yaratılmadır) O varken başka bir şey yoktur. Aslen mevcut olmayan bu şeylerin sana hakikî ve tek mevcut olan Allah’ı (c.c) perdelemesi O’nun “Kahhar” sıfatını gösterir. Fâni şeyin bâki olanı perdelemesi Kahr alametidir.

Muhterem kardeşlerim!

Meselâ size dedim ki burada ışık var. Fakat önüne bir perde çektiğimiz zaman ışığı göremiyoruz. Bu burada ışık yok demek değildir. Var fakat perdeli olduğu için göremiyoruz.

Aziz kardeşlerim, Allah’ın (c.c) varlığı zâtî’dir. Ezelî’dir, Kadîm’dir. Allah Teâlâ’dan başka bütün eşyaların varlığı, zâtî değildir, yani kendisinden değil de Allah’ın (c.c) yaratması iledir. Zâtî demek, Allah’ın (c.c) varlığı kendisinden olup, başka bir şeye ihtiyacı olmaması demektir. Oysaki, Allah Teâlâ’dan başka bütün eşyaların varlığı ise, Allah’ın (c.c) yaratması iledir. Yani Allah (c.c) yaratmasaydı, onlar olmazdı.

Muhterem kardeşlerim!

Her şeyin ayakta durması, Allah (c.c) ile olup, hiçbir şeyin müstakil varlığı yoktur. Yani şöyle bir misâl vereyim:

Eğer Allah (c.c) yedi kudretini bir saniye olsun kâinattan çekmiş olsa, bütün eşyalar altüst olur. Ne yer kalır, ne gök kalır, ne de dağ kalır. Hiçbir şey kalmaz. Bütün bunları tutan sadece ve sadece Allah’ın (c.c) yed-i kudretidir.

Bunun için, mademki bütün mevcudât, Allah’ın (c.c) varlığı ile var, o halde hiçbir şeyin Allah ile kul arasında perde olmaması gerekir. Fakat bununla beraber, çok kişiler ya mala veya evlada vs.ye takılarak Allah’ı (c.c) görmemezlikten geliyorlar.

İşte bunlarAllah’ın (c.c) “kahhar” vasfıdır. Allah (c.c) bizi muhafaza eylesin.

İnsan bir takım günahlar işliyor, hatta büyük günahlar işliyor. O günahlar kalbe perde oluyor. O zaman da insan Allah’ın (c.c) bu kudretini ve azâmetini unutuyor ve başka şeylere, mala, evlada vs. bağlı kalıyor. O ilahi nuru artık göremez oluyor ve Allah’a (c.c) karşı mahcub kalıyor.

Bütün bunlara sebep olan insanın isyanıdır. İnsan âsi olmaz ise, kalb temiz olursa, mutlaka Allah’ın (c.c) kudretini, azâmetini görecektir. Ancak, günah işleyince, bütün bunlardan mahrum kalıyor. Burada bir şeyi daha belirtmek istiyorum: Sadece günahlar kalbe perde olmuyor, günah ile birlikte, kalpte kibir, gurur, kendini beğenme gibi şeyler olursa, o zaman hicab devam ediyor ve Allah’a (c.c) dönmesi de çok zor oluyor.

Değerli kardeşlerim, işlenen günah ne kadar büyük olursa olsun, eğer işin içinde kibir ve nefis olmazsa, inşaallah en sonunda kişi tevbeye muvaffak oluyor. Hatta işlenen o günah çoğu kere, kişinin kendisini, hakir ve fakir görmesine sebep oluyor, ancak kibir olursa, dönmesi çok zor oluyor.

Meselâ ilk günah işleyen şeytan aleyhillâne, o işlediği günah, kibirden dolayı olduğu için hiç dönmedi. Âdem (a.s) ise, evet Allah’ın (c.c) emrine muhalefet etti ama kibirden dolayı etmediği için, O döndü ve tevbe etti.

“Her şeyi ortaya çıkaran O (c.c) iken bir şeyin O’nu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?”

Allah (c.c) aslında “zahir”dir. Basiret ile (kalp gözüyle) her şeyde görülebilir. Perde O’nda değil, görmeyenin gözlerindedir. Evet, daha önce de belirtmiştik ki, hiçbir şeyin varlığı müstakil değildir, bütün her şeyin varlığı Allah’ın (c.c) yaratması iledir. Hiçbir şey yok iken, onu var eden, ortaya çıkaran Allah (c.c) iken, Allah’ın yarattığı bir şeyi nasıl olur da Allah’a (c.c) perde olabilir?

Ancak daha önce söylediğimiz o günahlar ve kibir vs.den dolayı kalpte oluşan perdeler müstesna. Allah (c.c) aslında “zâhir”dir dedik, evet yaratılmış olan her şey Allah’ın (c.c) bir sıfatının tecellisidir. Allah (c.c) her şeyi yarattığı gibi, her şeyin devamı da Allah (c.c) iledir.

Meselâ, bir insan bir kâğıda bir şeyler yazar ve o yazı da öyle kalır. Ancak, Allah’ınki (c.c) öyle değil. O bu kâinatı yaratmış, yarattığı gibi de bu kâinatı ayakta tutuyor. Yani, kâinatın yaratılması Allah’ın (c.c) varlığına delil olduğu gibi, kâinatın ayakta duruyor olması da yine Allah’ın (c.c) varlığına delildir.

Meselâ, güneşin ve ayın bu şekilde durması, bu toprak ve üzerindeki bitkilerin bitmesi, yerin altındaki ve üstündeki suların akması hep Allah’ın (c.c) sayesindedir.

“Her şey için zâhir iken bir şeyin O’nu perdelemesi nasıl düşünülebilir”

Allah(c.c) her şey için “zâhir”dir. Her şey O’nu tanıyor ve hâl lisanıyla O’nu tesbih ediyor. Ama bunu ancak ârifler anlayabiliyor.



“Yedi gök, yer ve içindekiler O’nu tesbih ederler. Hiçbir şey yok ki O’nu tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.” (İsra-44)

Muhterem kardeşlerim, birincide, her şeyi izhar eden Allah’tır (c.c) dedik, ikincide, her şeyi ayakta tutan Allah (c.c) dedik. Şimdi ise üçüncü yani Allah’ın (c.c) her şeyde görünmesini açıklayacağız inşaallah.

Meselâ âsi bir insan görürsünüz. Bu insan da bile Allah’ın (c.c) bir vasfı vardır. Nedir o? O vasıf, Allah’ın vasıflarından “şedidül ikab”dır. Bir insan görürsünüz ki bu ise “mûti”dir. Onda Allah’ın “Rahîm” ve “Rahman” sıfatı vardır. Bir insan görürsünüz, tevbe ediyor. Onda Allah’ın (c.c) “Gafur” sıfatı var. Yani her şeyde Allah’ın sıfatlarından birisi vardır. Birisine baktığınız zaman Allah’ın (c.c) “Cemâl” sıfatını, ateşe baktığınız zaman “Celâl” sıfatını görürsünüz. Her neye bakarsanız bakın, her şeyde Allah’ın (c.c) sıfatlarından birini mutlaka görürsünüz. Yani bütün gördüğümüz eşya, güzelliği ve içindeki hikmetiyle, bize Allah’ın (c.c) sıfatlarını andırır. Bu duruma göre biz diyoruz ki:

“Allah her şey için zâhirken bir şeyin, O’nu perdelemesi nasıl düşünülebilir?”

Elbette düşünülemez.

Muhterem kardeşlerim, bütün ins, cin ve melekler, akıllarıyla daima Allah’ın (c.c) adaletini ve kudretini görürler. Bunlar gördükleri gibi, bunlardan başka her şeyde Allah’ı (c.c) tesbih ve takdis ederler. Burada, Ataullah İskenderî (k.s) diyor ki:

“Yalnız cin, ins ve melekler değil, Allah (c.c) bütün mahlukât için “zâhir”dir. Bütün mahlukât, Allah’ı (c.c) bilir ve tesbih eder.”

Demek ki, canlı, cansız her şey Allah’ı biliyor ve tesbih ediyor. Evet bizler işitmesek de onlar ve bütün mahlukât, Allah’ı (c.c) tesbih ediyorlar. Ancak evliyaullahtan bazı kişiler, bu tesbihleri işitebiliyorlar. Muhammed Emin Hoca adında bir meczub vardı. Dediğimiz gibi “meczub”tu ve hâl ehliydi. Bu meczup bazen yatağında yatarken, birden yatağından fırlar ve:

“Vay Emin vay! Yorgan ‘Allah’ diyor, yastık ‘Allah’ diyor, yatak ‘Allah’ diyor, sen nasıl yatağa girip mahrum kalırsın!”diye söylenirdi.

Sahabe-i Kirâm anlatıyor:

“Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mescid-i Nebevî’de hutbe verirken, bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbe irad ederdi. Daha sonra birisi, Resûlullah Efendimiz’e (s.a.v) bir minber yaptı ve hutbe irad etmek üzere Resûlullah Efendimiz (s.a.v) yeni yapılan minbere çıktığı zaman tıpkı develerin sesine benzer bir ses duyuldu. Mescid ağzına kadar dolu olduğu halde hepimiz bu sesi işittik. Hepimiz çok şaşırmıştık, çünkü, Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v) daha önceleri üzerine çıkıp hutbe okuduğu bu hurma kütüğü ağlıyor ve inliyordu. Daha sonra Resûlullah Efendimiz (s.a.v) minberden inerek hurma kütüğüne yaklaştı ve bir babanın evladına sarılması gibi onu kollarıyla sararak;

– İstersen hayatta kaldığım sürece, minbere çıkmayıp, senin üzerinde hutbe okuyayım, istersen de seni şu bulunduğun yere gömeyim kıyamette beraber olalım, dedi.

Hurma kütüğü bu iki tercihten ikincisini yani cennette Resûlullah (s.a.v) ile beraber olmak üzere bulunduğu yere gömülmeyi tercih etti.

Muhterem kardeşlerim, hurma kütüğü doğru tercihte bulundu. Kıyamette, Resûlullah (s.a.v) ile beraber olmayı tercih etmek büyük bir akıllılıktır.

Demek ki, Allah’ı (c.c) tanımayan hiçbir şey yok, ancak biz bilmiyoruz.

Şöyle bir kıssa daha anlatayım: Fil hadisesinde, Ebrehe Mekke-i Mükerreme’ye saldırmak istedi. Kâbe’yi yıkmak üzere gelirken Müzdelife ile Mina arasında konakladılar. Sabahleyin ordu harekete geçmek üzere kalktığında, ordunun en önündeki “Mahmud” isimli fil yürümedi, bu fil ne yöne çevrilirse gidiyor hatta koşuyor, ancak Kâbe tarafına döndürüldüğünde bir adım bile atmıyordu. Demek ki, o fil hidayet oldu ve o anda helak olmadı ama diğerleri hep helak oldu.

Demek ki, muhterem kardeşlerim, sadece insan, cin, melek değil, her şey Allah’ı biliyor.

“Hiçbir şey yok iken O zâhir idi. O halde bir şeyin O’nu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?”

O (c.c) ezelde binefsihi zâhirdi. Mahlukâtın zuhuru O’nun yaratmasıyladır. O aslında başkasıyla zahir olmaktan ve başkasının O’nu tanımasından da müstağnidir (bunlara muhtaç değildir). Hâl böyleyken başkası O’nu (c.c) perdeleyemez.

“O, her şeyden daha zâhir iken başkasının O’nu perdelemesi tasavvur edilebilir mi?”

Allah’ın (c.c) hâfi (gizli, görünmez) olması çok fazla zahir olduğu içindir. “Kibriya”sı (yüceliği) sebebiyle görünmezdir. O kadar zâhir ve yakındır ki zatı görülemez.



“İnsanı Biz yarattık, onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de Biz pekiyi biliriz. Çünkü biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf-16)

Allah’ın (c.c) yakınlığı mesafe cihetinden değil, ilim ve ihâta (kuşatma) cihetindendir.

Muhterem kardeşlerim! Bir insan gelip bize dese ki:

-Ben şu ışığı görüyorum ama Allah’ı (c.c) göremiyorum.

Biz ona deriz ki:

– Peki kardeşim sen o ışığı ne ile görüyorsun?

– Gözümüz ile,

– Peki bu gözü bize kim verdi?

– Allah (c.c),

Yine aynı yere geldik. Demek ki, Allah (c.c) her şeyde zâhirdir. Her şeyi Allah’ın (c.c) bize verdiği duyu organları ile hissederiz. Gözümüz ile görür, kulağımız ile işitir, burnumuz ile koku alır, elimiz ile tutar hisseder ve dilimizle tad alırız.

Ancak, Allah’ın (c.c) varlığını kalpteki “nur” ile idrak ederiz. Duyu organları ile değil.

“O (c.c) bir iken, başka hiçbir şey yok iken, bir şey O’nu (c.c) nasıl perdelesin?”

Allah (c.c) vacibul-vücut’tur. Ezelî ve ebedîdir ve bizatihi kâimdir. Başkaları ise caizul-vücuttur ve varlığı Allah’ın (c.c) iradesiyledir. Vücudiyyeti vacip olmayan şeyler hakîkatte “adem” (yok) hükmündedir. Olmayan bir şey O’nu (c.c) perdeleyemez.

Muhterem kardeşlerim!

Bunu sizlere daha önceleri de söyledim, bazı tasavvuf kitaplarında “vahdet-i-vücud” derken, Allah’tan (c.c) başka bir şeyin olmadığını söylüyorlar, ancak Hikem-i Atâiyye böyle söylemiyor. Yani, Allah’tan (c.c) başka bir şey yok demiyor. Allah (c.c) ile beraber başka hiçbir şey yok diyor.

Daha önce söylediğimiz gibi Allah’ın (c.c) varlığı zâti’dir. Ancak diğer varlıkların varlığı ise, Allah (c.c) iledir.

Biz her gün okuduğumuz Âyet-el Kürsî’de “Allah’tan (c.c) başka ilah olmadığını, O’nun (c.c) sağ olduğunu ve her şeyi ayakta tutanın Allah (c.c) olduğunu” söyleyerek bunu vurgulamış oluruz.

-Havadaki uçağı kim tutuyor?

-Denizdeki vapuru kim tutuyor? Her şeyi tutan Allah’tır (c.c).

Meselâ bir de şöyle misal verelim: Bir kişi yanındaki küçük çocuğunun elinden tutmuş yolda gidiyor. Burada çocuk elinden tutan kişinin tutması ile ayakta duruyor, yoksa onun tek başına ayakta durması mümkün değildir. Eli bırakılsa duramayacak ve düşecektir. İşte bütün kâinat ve mahlukât Allah (c.c) ile beraber değil, Allah’ın (c.c) tutması ile ayakta duruyor.

“O (c.c) sana her şeyden daha yakınken başka bir şeyin O’nu (c.c) perdelemesi nasıl düşünülebilir?”

Az önce zikredildiği gibi, O’nun (c.c) yakınlığı ilim ve ihata cihetindendir. Mesafe cihetinden değil. Çünkü Allah (c.c) mekân ve mesafeden münezzehtir. Allah (c.c) her şeyi görür, gizliyi de açığı da bilir. Allah (c.c) Kur’ân-ı Kerîm’de bize şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor. Biz de aklımız ile fikrimiz ile Allah’ı (c.c) düşünmeliyiz ve hiçbir şeyin O’nu (c.c) perdeleyemeyeceğini bilmeliyiz. Allah (c.c) her şeye her şeyden daha yakındır, ama ne ile yakın? İlmi ile, kudreti, iradesi ile yakındır.

Muhterem kardeşlerim!

Bir Arabî’ye “Allah’ın (c.c) varlığını ne ile biliyorsun?” diye sormuşlar. Buna cevap olarak Arabî şöyle demiş “Yolda giderken bir iz gördüğüm zaman biliyorum ki oradan bir adam geçmiştir. Bir deve pisliği görsem bilirim ki oradan bir deve geçmiştir. Peki bu kâinat, denizler ve ırmaklar Allah’ın (c.c) varlığına delalet etmez mi?” diye cevap vermiş.

“Allah’ın (c.c) o anda vermiş olduğu hâlin dışında bir hâli isteyen, cahillikten hiçbir şeyi terk etmemiş demektir”.

Kudret-i ilahî neyi takdir edip ortaya çıkarmış ise kişi en güzel ve en kâmil olarak onu bilmelidir. Allah (c.c) kişiyi bir halde bırakmışsa rıza göstermelidir. O (c.c) ne yapmışsa en güzel ve en kâmil olan odur. Ârife lazım olan edep, Allah’ın (c.c) yaptığına “keşke şöyle olsaydı” veya “olmasaydı” dememektir. Ârif, bir şeyin olmasını ister ve gayretini sarf eder ama istediğinin olmadığını gördüğünde kadere razı olur ve Allah’ın (c.c) takdirine saygılı olur. Bir hadîs-i kudsîde Mevlâ (c.c) şöyle buyurur:

“Kim kazama (hükmüme) razı olmaz ve belâma sabretmezse benden başka Rabb arasın” (Beyheki)

Abdullah b. Abbas (r.a) ve Abdullah b. Mesud (r.a) demişlerdir ki:

“Benim, bir ateşin korunu dilimle yalayıp yakacağı kadar yakıp, yakmayacağı yeri bırakması benim için, olan bir şey hakkında “keşke olmasaydı” veya olmayan bir şey hakkında “keşke olsaydı” dememden daha hoştur”.

Muhterem kardeşlerim!

Bizler Allah’ın (c.c) yeryüzündeki halifesiyiz, sorumluluk ve yükümlülüklerimiz var. Onun için bazı vakitlerde kendi işimizi-gücümüzü, bazı vakitlerde istirahatimizi, bazı vakitlerde ise yapmakla yükümlü olduğumuz ibadetlerimizi yapmalıyız. Meselâ; ezan okundu diyelim ne yapacağız? Hemen abdest alıp namazımızı kılacağız. Her şeyi uygun olan vaktinde yapmalıyız. Çalışmak zamanı çalışmak, istirahat zamanı istirahat, ibadet zamanı da ibadet etmeliyiz. Hatta zaman zaman da Nâfile ibadetlerimiz için zaman ayırmayı da unutmamalıyız. Meselâ hatme ve sohbet… vs. gibi.

Bütün zamanımızı dünyaya verip ahiretimizi unutmayacağız, bütün zamanımızı âhirete verip dünyamızı da unutmayacağız. Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında, sahabe-i kiram namaz vakti mescidi nebeviye gelip Resûlullah’ın (s.a.v) arkasında namaz kılar, Kur’ân okur, çalışır, cihat zamanı da cihat ederlerdi.

Demek ki, biz de her şeyin zamanı ne ise, zamanında o işi yapmalıyız. Meselâ sabah namazından sonra mutlaka bir miktar tesbih çekmek vs. gibi bir virdimiz olmalı çünkü bu da bizim bir ihtiyacımızdır.

“Amelleri boş vakitlere havale etmek nefsin bilgisizliğindendir”.

Tamamen boş kalıncaya ve iş kolaylaşıncaya dek amelleri geciktirmek büyük bir zaafiyettir. Çünkü vaktin idrak edilip edilmeyeceği meçhuldür.

Resûlullah (s.a.v) buyuruyor ki:

“Yarıncılar helak olmuştur”.

“Akıllı kişi; nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir. Aciz kişi ise, nefsini hevasına tâbi kılan ve Allah’tan (c.c) boş temennide bulunandır. Allah (c.c) affeder deyip kendini avutandır.” (Tirmizî)

Muhterem kardeşlerim!

Namaz kılmayan birisine soruyoruz, “Niçin namaz kılmıyorsun?” diyor ki; “hele bir emekli olayım, ondan sonra hep taat ve ibadet edeceğim”.

Hacca gitmeyen zengin birisine “Niçin hacca gitmiyorsun?” diye soruyoruz, o da bize “Ben daha gencim şimdi hacca gidersem, geldiğim zaman sorumluluklarımı yerine getiremem” diyor. Birisine soruyoruz “Sen neden tevbe almıyorsun?” o da bize “Ben şimdi tevbe alırsam yerine getiremem, hele bir yaşlanayım o zaman tevbe alırım” diyor.

İşte burada, Hikem-i Atâiyye diyor ki; “Amelleri geciktirme”. Yani, sen nasıl yemeğini geciktirmiyorsun, nasıl ki, bir dünyevî ihtiyacını geciktirmiyorsun, o halde ahiretlik amelini de geciktirme. Çünkü, ahiretlik amelini geciktirmek nefsin cehaletindendir. Acaba sen tehir ettiğin zaman kadar yaşayacak mısın? Allah (c.c) sana mal ve imkân vermiş o halde hemen hac vazifeni yerine getir. Tevbe alma fırsatını bulduğun zaman hemen tevbeni al. Taat ve ibadet vakti geldiği zaman, hemen namazını kıl. Allah (c.c) Kur’ân-ı Kerim’de “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyuruyor. O halde her şeyi vaktinde yap ve tehir etme.

Muhterem kardeşlerim!

Allah’ın (c.c) verdiği nimetlere gark olup, Allah’ı (c.c) unutmamak gerekir. Nimetlere dalıp vazifeleri ihmâl etmemek lazımdır. Çünkü ecelin ne zaman geleceği belli olmaz.
   

Selamün aleyküm arkadaşlar

Kirmiziisik-2

Peygamberimiz Buyurdularki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin.

Temiz agiz nedir: Müslüman kardeşinin diger kardeşine ettigi duadir yani onun agzi senin için bir günah işlememişdir senin agzindanda onun için günah işlenmemişdir.
işde Bu sebebten vakti olan kardeşlerimiz foruma girdiklerinde diger kardeşlerine Temiz ağız ile Dua ederse, dua edenin belki en fazla beş
dakikasini alir amma onun okudugu bu ayetler ve ettigi dua belki diger kardeşini bir beladan kurtarcak, yahut bir kazadan, yahut imani felfellediyse, onun imanina yeniden can gelcek, yahut onun annesi babasigecmişleri azapta ise, onlarin azabi haffileycek, belkide az bir günahlari kaldiysa, affedilip cennet bahcesine alincaklar.
Bunun için
Bu etkinligimiz Sayfayaya ve ve bu bölüme giren arkadaş biliyor ise yasin yahut yasinden bir parca veya 3 kulhu bir fatiha onuda bilmiyor ise bir fatiha onuda bilmiyor ise salavat onuda bilmiyor ise 3 ,5 besmele veya tekbir kelimei şehadet okuyup benden sonra Bu gün Bu Sayfaya veya buraya bu bölüme girenlerin Kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna hediye ettim diycek.ve ve her hafta hediye edersek,her ziyarette hediye edersek, bir gün burada 100 yasin veya hatim, yarin 200 yasin veya hatim olur, ve bir diger girdigimizde 250 yasin  veya hatim sevabina hergiren nail olur, ve bu bir sevap artiran kar ortakligi şirketi gibi olur.

Kirmiziisik-2

Bunun için ben bu hafta başlayip


Ben karoglan Hoca Benim ve S. T. nin ortak okudugumuz ve ve Kadir Gecesinden önce Bitirdigimiz HATMi ŞERiFDEN hasil olan sevabi
Rasulallah S.A.V efendimizin ve ehli ve ashabinin ruhuna hediye etim, Sonrada bütün Gelmiş Gecmişlerimizin Ruhuna ve Kendilerimizin Ruhaniyetine ve Ayrıca Mehdi ve cemaatinin kendilerinin Ruhaniyetine Gecmişlerinin Ruhuna hediye ettim.
sonrada Buraya şu andan sonra giren Ehli iman kimselerin her girişinde Kendilerinin Ruhaniyetine Gecmişlerinin Ruhuna hediye ettim.

Kabul Eyle,Vasil Eyle Ya Rabbi.

Kirmiziisik-2


Ben i.N. T. Sene icinde Başlayıp 2014 senesi Kadir Gecesi bitirdiğim HATMi ŞERiFDEN hasil olan sevabi
Rasulallah S.A.V efendimizin ve ehli ve ashabinin ruhuna hediye etim, Sonrada bütün Gelmiş Gecmişlerimizin Ruhuna hediye etim ve Ailemiz ve Kendilerimizin Ruhaniyetine hediye etim ve Ayrice Mehdi ve cematinin kendilerinin Ruhaniyetine Gecmişlerinin Ruhuna hediye ettim.
sonrada Buraya şu andan sonra giren Ehli iman kimselerin her girişinde Kendilerinin Ruhaniyetine Gecmişlerinin Ruhuna hediye ettim.

Kabul Eyle,Vasil Eyle Ya Rabbi.

Kirmiziisik-2


Ben Ben Karoglan Hoca Sene icinde Başlayıp 2014 senesi Ramazan Boyu okuduğum ve Kadir Gecesi bitirdiğim HATMi ŞERiFDEN hasil olan sevabi
Rasulallah S.A.V efendimizin ve ehli ve ashabinin ruhuna hediye ettim, Sonrada bütün Gelmiş Gecmişlerimizin Ruhuna hediye ettim ve Ailemiz ve Kendilerimizin Ruhaniyetine hediye ettim ve Ayrice Mehdi ve cematinin kendilerinin Ruhaniyetine Gecmişlerinin Ruhuna hediye ettim.
sonrada Buraya şu andan sonra giren Ehli iman kimselerin her girişinde Kendilerinin Ruhaniyetine Gecmişlerinin Ruhuna hediye ettim.

Kabul Eyle,Vasil Eyle Ya Rabbi.

Amiyn.

Kirmiziisik-2

<<<<<<<<<<<<< KAROGLAN >>>>>>>>>>>>>

Kirmiziisik-2

25. Kare ve insanin Kör Noktasi ve Decal,
Deccal ve Askerlerinin, insanlara, Müminlere ve Mehdi ve Askerlerine Müdahalesi


(Kar©glanin 20.05.2015 Vaazi)

6 Şaban 2015 Çarşamba

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ

لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلاَلاً فَهِيَ إِلَى الأَذْقَانِ فَهُم مُّقْمَحُونَ

وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ

Sadakallahul Aziym Yasin Suresi 6 - 7 - 8 - 9

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn.
Lekad hakkal kavlu alâ ekserihim fe hum lâ yu’minûn.
İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn.
Ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe agşeynâhum fe hum lâ yubsırûn

Meali:

Babalarida Kendileride, bakipda görmeyen gafil kavimlerin, nazarini celbetmen için.
Allah onlara son sözünü söylemiştir, onlar asla iman edemeyeceklerdir.
Biz onlarin gözlerine öyle bir açı koydukki bakarda görmezler,
ve yine akillarinada ayni anlayişi koyduk, duyarda muhakeme edip
anlamazlar.
Ve onların önlerine ve arkalarına set kılarak (çekerek) böylece
onları perdeledik. ve onlar, set cektigimiz o kör noktaya (25.kare) ye,
şaşi bakişi ile bakarlarda görmezler.

Sadakallahul Aziym Yasin Suresi 6 - 7 - 8 - 9

---oOo---


Allahümme salli ala Muhammedin ve ala elihi vesahbihi ve selleme, nebiyyen ve rasulen ve imamen ve emiren lil müminine,

Allahümme Salli ala Mehdi ve ala elihi ve sahbihi ve selleme,
vehüve imamen lil müminine, emiren lil müminine, hücceten lil müminine,
vehüve sahibulzaman.

Yolculuğumuza Başlıyoruz.

25.Kare hakkinda internetten buldugum kisa bilgi:

Araştırdığım kaynaklardan doğruluk payına emin oldum . Evet
bilim 1900 lü yıllardan buyana insan beyni üzerinde derin
araştırmalarına her geçen gün daha da hiz vermekte yeni yeni buluşlara
imza atmaktadır.İnsan bilinç altına –şuuruna etki eden bir tekniğin
kullanıldığı bunada “ subliminal Teknoloji yada 25.kare “ adı verdikleri
bilinmektedir. Gördüğümüz bir ânlık görüntü : 655 satır ve
frame/çerçeve denilen 24 küçücük kareden oluşur. Sinema şeridinde, saat,
dakika, sâniye olarak bir diziliş vardır. Her sâniyeden sonra bir
yabancı kare gelir ve bir sâniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran
büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda bir de
"control-track" denilen aralık vardır. İşte bu aralıktaki görüntüler
kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25inci kare oluşturulur ve
bu son kare olan 25inci kare ânlıktır. Yani görüntü sâniyede 1/24
olacakken, bu 1/25'e çıkar. Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir
ve ânında kaybolur. Genellikle göz ve beyne görünmez, daha doğrusu
görülür ama şuuraltında kalır. 25. karenin temel mantığı da mesajı
şuur-altına göndermek olduğu için, artık dünya sinema sanâyii’nde bu
tekniği kullanmayan yok gibidir. Yani sizler evlerinizde rahat
koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon kanalındaki herhangi bir
dizi/ film ya da bir belgeseli seyrederken aynı zamanda 25 karelerle
şuur-altınıza gönderilen mesajlara/ telkinlere/ saldırılara ma’ruz
kalabiliyorsunuz. Göz bunları görmüyor ama sâniyenin 3 binde biri gibi
bir zaman aralığında bu görüntü şuuraltına ulaşıyor, orada depolanıyor.
Bu gizli mesajlar sâyesinde, o reklâmı, diziyi, filmi ya da herhangi bir
resmi hazırlayan kişi/ yapımcı/ yönetmen kendi hedefine, niyetine ve
ideolojisine göre vermek istediği mesajı “25inci Kare”lerle şuuraltına
göndermiş oluyor. İşte 25. karenin ve subliminal reklamların temel
mantığı budur! Hedefteki kitlenin şuurlu tercih hakkını gaspederek,
onları gizlice zehirlemek! . Psikolog ve psikanilistlerin insanla ilgili
uyguladıkları, gözlemledikleri ve deneylerle ortaya koydukları bilgi ve
bulgulardan yola çıkarak “İnsanı nasıl etkileyebiliriz” sorusuna cevap
aradılar. İlk başta ticarî hedefler ve büyük şirketlerin mallarını halka
pazarlamanın bir yolu olarak gördüler bu şuur-altı telkinleri. Daha
sonra ise bu taktiği öğrenen her kişi ve her yapımcı kendi niyet, inanç
ve ideolojisine göre vermek istediği mesajları bu yolla insanlara zerk
etmeye başladılar. İşte o gün bugündür uygulanan 25inci kareler sâdece
bir insanı ya da bir topluluğu değil ; bütün insanlığı tehdit
edegelmektedir.


Dikkat interneten indirdigimiz veya
dinledigimiz videolarin ve şarkilarinda bir noktasinda bir kesilme ve
duraklama var, sonra devam ediyor, o duraklama icinde, neyi bize empoze
ediyor bu illuminatlar acaba.


Ve kafir deccal ve şeytan aleyhillane, yapacagini yapti, ve
bütün dünyaya müdahele edebiliyor, ve o hemde kör noktadan, ve kuranda
gecen bu yasin suresindeki ayeti, ve peygamberin mekkeden medineye
hicretinden önce, onu öldürmek için toplananlarin arasindan, onlarin
üzerine toprak sacip gecdigi hadisinin vacibi mutlaki olan "Yasin 9 "
ayeti mehdi bir zamanlar cokca okudugu için, burdaki SIRRI ilahiyi cözen
kafir Deccal , ve o 25. kareye artik, böyle subliminal mesaj yerine,
kendi askerlerini, transportasyon yöntemi ile gönderip gizliyor. ve
bilinki her mehdi askeriyin diyen, müminin diyenin evinde yaninda
yöresinde, bir deccal askeri şeytan uşagi vardir. yani şeytanin var
olmasina ragmen, bizim onu göremedigimiz nokta, yani 25. karede durup
bizim namazimiza yedigimize, ictigimize, sözümüze, fikrimize dahi
müdahale edebilen şeytan gibi, deccal ve askerleride müdahele edip,
dünyayi kargaşaya, kavgaya sokmakdadir. istedigine kavga ettirmekde
istediklerinide dost etmekdedir.


Meseleyi biraz daha anlamak için o anın tanığı Ebu Bekr Sıddık(ra)’a bir kez daha kulak kesilelim:

“Biz mağarada iken başlarımızın üstünde (bizi aramaya gelen)
müşriklerin ayaklarına baktım: ‘Ey Allah’ın Resulü! Bunlardan biri
eğilip de iki ayağı hizasından baksa bizi muhakkak ayak hizasının
altında görecektir’ dedim. Allah Resulü (sav): ‘Ey Ebu Bekr! Üçüncüsü
Allah olan iki kişiyi ne zannediyorsun?’ buyurdu.”

Yani Allahu Tealayida biz göremiyoruz, halbuki o bize şah
damarimizdan daha yakin oldugunu söylüyor, Kuran ayetlerinde Allah
genellikle üçüncü şahıs olarak anılır ve yani ikilinin Üçüncüsü Allah
dir. O Heryerdedir.

ve yine şeytan aleyhillane sonunda bu hikmetide Deccala ve askerlerine fisildadiki bunuda keşfedip cözdüler herhalde.

ve ben bizatihi yaşiyorum: biraz önce suya yani abdeste veya su
icmeye niyet ettimse, su moleküllerine müdahele eden deccal, suyu
bozuyor, ve su molekülleri sanki mikrowelle ile öldürülmüş vaziyette
elime akiyor veya icioyorum ve faidesi yok yani, ölü moleküller, yahut
da müdahele edilmiş, iyi ve yararli olacagina zehir olmuş vaziyette, o
yüzden şu siralar abdestten cok teyemmüm ile zikir fikir eder oldum.

ve bu siralar şu duaya başlamişdim onuda birakir oldum.

"Allhümme inni es elüke hayri ma fi hezel
(buraya her ne yiyceksek iceceksek giyeceksek veya yapacaksak onun ismi
gelcek) ve hayri ma hüve lehü, ve euzubike min şerri mafi hezel (buraya
her ne yiyceksek iceceksek giyeceksek veya yapacaksak onun ismi gelcek)
ve şerri ma hüve lehü."


bunu yapiyordum artik bu duamda calindi, bunada müdahele
edebiliyor. yani bu duanin manasi "Allahim bu "giyecegim veya yiyecegim
elma armut gömlek veya yapacagim iş her ne ise" onun hayrini senden
isterim şerrindende sana siginirim demekdir. kendimin zamana münhasiran
geliştirip ürettigim bir dua idi. bu durumlarda olan mehdi askerleri,
bir müddet kullanabilirler bu duayi.

---oOo---

Gecen Gün Tuvaletteyim ve iki defa tiksirdim ve ardina
tuvalette tefekkür ediyorum ardina elhamdülillah diyenmi demiyenmi diye
ve kiyas ettim ve namazda secde ayeti okuyanin secdeyi geciktirip,
namazin secdesi ile secde etmesini el aldim, ve dişari cikinca zaten
tuvalet duasinin ikinci kismi olan elhamdüyü okuyacan, o zaman okurun
dedim, ve hacetemi gördüm elhamdü demeden tuvaletten cikacakdim, sag
ayagi dişari atdim ve tuvaletin eşigine topugu carptim, topuk aciyinca
anladim, duuur elhamdü demeden cikma deniyor, döndüm adimimi geri iceri
aldim, elhamdülilah dedim ve sonra cikdim. o gün hic aklima gelmiyor
"aksirmak melekden, esnemek şeytandan" demiş Muhammed. böyle olunca ben
tuvallette aksirdim tiksirdim ise melek girmiş ve beni tiksirtmiş
olmazmiydi, hani bunu az önce yeniden tuvalete gidince tefekkür
edebildim ancak, gec kalan cevap biraz.

ve o cübbeli cabbalilarin dedigi gibi tuvalate melekler
girmezde kokusundan bilir olsa, Allah oraya hic ugramiyor olsa, bu kafir
şeytan ve deccal bütün tuzaklarini tuvalatte otak kurupda orda
yapardida, o zaman o tuzaklardan, ne müminler, ne melekler, nede Allah
haberdar olmazdi , halbuki Allah bize bu hadise ile diyorki, Allah
heryerdedir melekleride onun oldugu heryere girebilirler yani, öyle
tuvalete melekler girmez safsatasi yalan dolan yani.

---oOo---

Rabbimizin bize mucizeleri devam ediyor, ve recebi gördüm erken
geldi hidrellez erken geldi isra mirac erken geldide şaban ne oldu
derseniz vaazin başinda yazdigmiz gibi bugün şabanin 6 si, ve o sizin
mirac gecesi dediginiz gün şabanin biriydi o gün 27 receb falan degildi
yani. neden derseniz benim başka tandigim şaban yok, ve o gün uzun
süredir görmedigim Kemal Sunali gördüm, ve yani şabani ve böylece
şabaninda o gece başladigini bilmiş olduk, ve şaban dahi canli gezer
görünür insanlara. Sirada Berat ve Ramazan kaldi ondan sonrada Kadir
veya Kadiriye.

Kadiriyede yola cikmiş dünden gördük bile yani artik, kadiri
extra görmege gerek yok yani belkide, kadiriyeyi gördük, ve kadiri
görürüz O nun gecesindede.

---oOo---

Yine islamdaki yanliş bir ictihadda süt annelik konusunda ve
denmişki bir damla süt yutmuş olmasi yeterli o cocugun süt annesi olur
demişler . iyi pekiiiii

evli olupda yeni cocuk dogurmuş hanimi olan, herkes hanimi ile
cima ederken memeleri agzina alip öpüp emmişdir, ve emince ona süt
gelmezmi, ve o sütü tükürcekmi, yahut yuttuysa ne olcak peki, ve o kadin
onun süt annesi olur o zaman, ve süt anne ile nikah haram deniyor, ve o
adamin karisi nikahdan düşdümü, onu emince harammi oldu o kadin artik
ona haaa , islami böyle idiyotlar dini yapan ahmaklar nerde? bir cevap
versinler baken bir, hadis uyduran pislikler nerde? gösterin bana baken
bir , o halde kadinin bir yudum degil üc yudum sütünü icmeyen yokdur, o
kadin harammi oldu artik onlara, cevap bekliyon burda hadi cevap
veriniz.

---oOo---

Erken Kalk ki Evde Senin Borun Ötsün

Ey evde borusu ötmiyen kilibik horuzlar veya ördekler, yeniden
dogdugunuzdada kilibik olmak istemiyorsaniz, hayata erken başlayin, ve
ezanla birlikte kalkip namazinizi eda edin, ve eger evde kiliyrsaniz,
ezan okuyup kamet getirinki, erkenci horuz olun. Evde sizin borunuz
ötsün. Horuz olupda, birde ciftliginde eger, horuz degilde tavuklar
ötüyorsa, onlardan horuz falan olmaz, ancak kilibik ördekler olur.

---oOo---

Bazi Sünnetler Yanliş Yorumlaniyor


Yemekden önce ve sonra Tuz ymek hadisini el alip her yemekden
önce ve sonra tuz yemege kalkanlar var. yine Hz Alinin hergün 21 tane
kuru üzüm yiyen hasta olmaz dedigini duyup hergün hergün üzüm yiyenler
var.

Yani ilac niyetine alinan hic birşey devamli alinmaz. sadece
hasta oldukca alinmalidir. cünkü bugün üzüm yarin kabak derken hergün
biraz karpuz biraz hiyar biraz avucado biraz findik biraz ceviz neremize
aldircaz bütün bunlari dokturlar diyor, her gün bir avuc ceviz,biride
diyor hergün bir avuc badem, biride diyor hergün biraz cörek otu
neremize aldircaz bu dünyayi dolduran bütün yemekleri yiyecekleri. Allah
o kadar ceşitli yiyecekler halketmişki saymakla bitmezken hangi birini
midemize sigdiralim. o yüzden hadisler , yani sünnetler ilac gibidir,
bazisi: bazi iyi olmayan hastalara verilen ilaclar gibi devamli alinir,
amma bazilarida, sadece hasta olunca alinan ilaclar gibidir, alinir ve
birakilir , yani öyle hergün hergün olmaz, bütün hadisler ve sünnetler
için gecerlidir bu kural.

---oOo---

Biz diyoruzki "la ilahe illallah" diyen cennete gider, bazi
ahmak hocalarda diyorki "muhammedun rasulullah" demiyen cennete gidemez.


nasil olur bu Cennetin tapuisu muhammedin elindemiki
başkalarini cennete sokmasin. muhammedden önce isa vardi, ve isa ümmeti
ve 12 havari muhammedun rasulullahmi diycekde cennete gitcek, hayir
onlar la ilahe illah dediler ve isayi peygamber kabul ettikleri için
cennete gidecekler. yine ibrahim ümmeti ismail ümmeti, hepsi O ndan
önce, ve onlarin da ehli iman ümmetleri vardir elbet, onlar ne zaman
muhammedun rasulullah diyecekler. oysaki hz ibrahim muahedun
rasulallahmi dedi de cennete yol aldi, yeniden bir ibrahim olarak, bir
anneden dogdu. hayir onlar "La ilahe illallah ibrahim halilulah" dedi ve
cenneti buldu. ve onun imanli ümmetide böyle oldu, ve fakat hepimiz
kiym ettik dedik. ve yine bugün mümin olanlara din sadece islam deniyor,
ve öyle olsa hiristiyan cocuk dogmazdi, dünde bugünde bir hiristiyan
veya bir yahudi cocuk doguyorsa, o cocugun menisini oluşturan yani
tohumunu oluşturan maddeler işde "muhammedun rasulullah" degilde "isa
ruhullah" veya "musa kelimullah" diyenler, ve böylece musa ümmeti veya
isa ümmeti olrak dogdular ve cennet gibi anne buldular ve yine baba
buldular yani.

---oOo---

Kenan paşa vefat edince, Bülent Ersoy demişki: "O bana zulmetti" manasinda bir laf etmiş ve "sonunda bütün rütbesi elinden gitdi." demiş.

Götveren, götü kaptiran ipnelere pirim veren kimdi: illuminati .

ipneleri ve Lutileri cezalandiran ve yasaklayan kimdi? Muhammed
ve Allah. sen o dilinden düşürmedigin Allahami karşisin, yoksa
muhammedemi, yoksa onlarin sözünü söyleyen ve uygulayan Kenan paşayami ,
Ahmetler Ahmetdendir kurali geregi "Ahmet (Muhammed) Kenan" paşayami
itiraz ediyon. "Köpeklerin duasi gecseydi gökten kemik yagardi" demiş atalar. ipnelerin Lutilerin duasi makbul olsaydi, dünya hepten (:::) ve Luti olurdu zaten.

Ve Allah kainattaki yaklaşik bütün atomlara koydugu kural ile
yine bu dünyada üc tür insan halketmiş. birisi arti sayilar olan :
1,2,3,4,.. gibi ileri dogru cikintili zekeri tiki olan erkekler, ve
sonra yine eksi sayilar gibi: eksi1, eksi2, eksi3,... gibi ice ve dibe
dogru rahimi olan kadinlar, ve birde atomun nötrü gibi sifir etkisiz
eleman olan, ne tikebilen nede tikilebilen göt insanlar nötr ve nonoşlar
yaratmiş, ve sen nötrlügünü bilde öyle konuş, eger göt oldunsa götü
kaptirmamaya bak, yoksa bir daha dogunca cehennem ehlinden olursun ve
ölüncede cehenneme dogru yol alirsin, yani götten cikan bok yoluna gider
helaya gidersin yani. senin Kenan paşaya konuşabilcek ne hakkin, nede
hukukun var, sen konuşcak en son kişi olabilirsin ancak. Eger sen Lut
askeriysen haline şükreder, Lut lugun kiymetini bilirsin. yok götü
kaptiripda birde ona buna cemkirirsen o zaman yasakli (:::) Luti yani
homolardan olursun.

ve senin baban veya deden işde Muhammedin hadisi olan vusta yol
hadisi
ni veya ayetini yanliş yorumlamiş ve sen işde öyle bir
meyvasinki, ne tikebilen nede tikilebilen, halbuki vusta yol öyle
degildir. ya erkek olcan rahman tabiatli yada kadin gibi rahim tabiatli
olcan. yani orta yol öyle hic günah işlememek degil, gecenki vaazdda
dedigimiz gibi yani. yani bazen günah bazen sevap ve nefsinde üzerimizde
hakki oldugnu unutmayacan, ve kadinla evlenmek ve cima etmek sünnetdir,
ve erkekligin geregidir, kadinlikda merhamet ve verici ve verimli
toprak olmakdir Anne olmakdir, bunun ortasini arayan sen gibi evlat
bulur işde.

---oOo---

Rabbim Mehdi ve Askerlerine dogruyu bulup dogruya ittiba etmeyi nasip eylesin.

Amiyn


Elfatiha maassalavat.

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

--OoO--


Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 20 Mayıs 2015 Çarşamba

Original Kar © glan

Hayat Enerjisi - Ahiret Enerjisi ve Ölüm ve Hayata Gec Kalanlar

(Kar©glanin 12.05.2015 Vaazi)

27 Receb 2015 Salı

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ

---oOo---

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا


Sadakallahul Aziym Bakara Suresi 185 - Elemneşrah suresi 5 - 6

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra.

---oOo---

Fe inne maal usri yusran. inne maal usri yusrâ.

Meali:

Allah toplam hepinizin (Mümin ve müşrik, münafik,kafir bile
olsa) iyiligi için ugraşandir , o sizin zorluk güclük ve kötülügünüzü
istemez.

---oOo---

Allah iyilikle veya kolaylikla, güclük ve kötülügü birleşik
kilmiştir, veya beraber, şahid ve meşhud eylemişdir, ve yine veya zevc
eylemişdir. Evet muhakkak her zorluk ve kötülügün, bir iyilik veya
kolayligi vardir.

Sadakallahul Aziym Bakara Suresi 185 - Elemneşrah suresi 5 - 6

Allahümme salli ala Muhammedin ve ala elihi vesahbihi ve
selleme, nebiyyen ve rasulen ve imamen ve emiren lil müminine, vel mehdi
hüve hüve.

Yolculuğumuza Başlıyoruz

Yukardaki ayet irregular formdadir, ve bizim dedigimiz sag ve
iyiler üstün ve önce gelir kuralina ters bir gramatikde gelmiş bu ayet.
ve önce zorluk güclük ve kötülük manasidna olan "El usr" önce gelmiş ve
sonra kolaylik ve iyilik manasidaki "El yusr" gelmiş yani bunlar
kainatta ters duran bir yer olmali degilmi. yani kainati alemin haritasi
insan bedenine bakinca, bunlar ters durmali yani, ve bir iş kolayda
olsa, zorda olsa, onun kolay veya zor olmasi ellerle belli olur, ve
ellerimiz kafamiza oranla ters durup havaya bakacagina yere bakiyor,
yani irregular form normalinde iyi olan üst olsaydi amin derken elimizin
üstünü yukari tutardik, halbuki amin derken ise, elimizin icini yukari
tutariz. yani neresiymiş orasi anladiniz degilmi yani ellerimiz. ve
Allah buyuruyor: biz güclük ve kolayligi birbirine eş ve kardeş veya
zevc eyledik diyor. evet elimizin ici ve dişi bibirine "maal"
olmuş yani birleşik olmuş, nerde bir güclük var, kafasi calişip
becerikli olan birisi, onu elleriyle, hayira cevirebilirmiş demekdir bu,
ve eller işde hem zorlaştiran yerimiz, hemde kolaylaştran yerimiz.

Allah buyuruyor " Ben sizlerin tamami için, hayri murad ederim, kolaylik murad ederim" ,
yani sizin işlerinizi kolaylaştiririm buyuruyor , cünkü Allahdan gayri
bir nesne yok ise, eller kollarda da Allah var, ve elimizle, Allah bizim
işlerimizi, el ve kol olarak kolaylaştirir, hatta o kimse bir kafir
olsa bile, o kafire onun eli kolu, o nun kafirlik yapmakda iken, eli
kolu, iki yardimicisidir. bu bir kafirilik icadi için olsa veya, bir
mümini öldürmek için olsa, hatta bir peygambere veya onun kitabina
saldiri bile olsa, onun eli kolu o kafire itaat edip, o kafirlik
ederken, ona yardimci olur, ve "Allah hepimizin iyiligini murad eder" ne demekdir bunuda kisaca anlamiş olduk.

---oOo---

Ve bu günler "LATE" Günleri Allahini peygamberini ve Mehdiyi seven, "Late" Gec kalanlara müsamaha göstersin.

Yani "LATE= LUT" günleri latince LUT demekdir LATE

ve hz Lutun karisi isyankar cikinca Allah iki elci gönderip
arinda bakmadan bu köyü terket dönüp bu karimdir diye karina bile bakma
denildi. ve ve o millet hememn helak edildiki ve

işde insan olacak tohum meninin icindeki spermalar dogmak için
ana rahmine girince yumurtaya dogru süratle yüzerler, ve peki
yetişemeyenler ne olur, onlar boşunami üretildi, boş işmi yani bu
binlerce tohum : Elbette hayir ve işde onlar hayata gec kalanlar yani
Late olanlar yani müminligi yakalayamayanlar ve sonradan kafir olanlar
isyan edenler olarak yeniden hayat bulurlar onlar. ve Hz LUT un karisi
isyankar cikinca ve Hz Lut un cinsel ihtiyaci giderermek için yapilan
mastürbasyon ile helaya atilan tohumlar, yani terslige atilan tohumlar.
mastürbasyon olmasada cinsel ilişkide dogacak kadar yumurtaya
ulaşamayan, veya engellenen meni ve tohumlarin, ilişki sonrasi kadin
veya erkek tarafindan gidip yikama ve temizlenme ile helaya birakilmasi.
yani terslige birakilmasi ve böylece terslikde biten mor kirmizi sari
güller. işde BRiANNA diye bir romanyali şarkici var ve o cikiş klibinde
bir mor kiyafet giymiş ve sanki isyanmi ediyor, yoksa üzgünmü yoksa,
mutlumu beli belirsiz yani, hayata gec kalipda gec acan mor gül ve
almanca Annamari veya misir dilinde Hannamari veya türkce meryemin
annesi hanne annemiz demekdir.o yüzden anal ilişki yasak ve ve terslige
tohum atmak iyi görülmemiş ve muhammed demişki "Terslik gülüne itibar etmeyiniz"
ve kadini ile anal ilişki kurmayi Kuran degil Muhammed kerih görmüş, ve
Muhammed demişdirki " Karısı ile ters ilişkiye giren bizden degildir."
dedigi rivayet ediliyor. halbuku "hannemari" isimli misirli bir cariyesi
vardi, ve o hanna mari idi ve hanne mari veya anna mari veya brianna
yani mor gül demekdir. mor gül tersde acan gül demekdir.Yasak olan
Lutilik: erkegin erkekle birleşmesidir. yoksa kuranin bakara suresi 222
ve 223 ayetinde bildirildigi üzre temizlendiken sonra kadininiza
istediginiz gibi yaklaşip getirebilirsiniz "fe tü" yani "eta, ye ti, fe tü"
burda Allah kadinla anal ilişkiyi yasaklayacaksa niye resmen acikca
"dübürden yaklaşmayin" diye bizzat yazmadida bizi böyle karmaşik
düşüncelere sokdu. namaz farz ise kuranda namaz kilin diye belirtir,
oruc varsa orucu tutun diyor, niye kadinla anal ilişki yasaksa resmen
acikca , oruca oruc , dedigi namaza namaz dedigi gibi , kadinada
dübürden yaklaşmayin yazmiyor. ne diyor temiz oldukca temizlendikce
istediginiz yoldan yakinlik yapin diyor, fakat işde terslik gülüne
itibar etmeyin diyen muhammed ve yine anal ilişki yapan bizden degildir
demekle işde mümin kimselerde yarişi kazanamyan spermalar işde kafir
veya münafiklarda yarişi kazanabilir ve onlar bizden degildir zaten, ve
işde ters kelimesi orada "harese" kelimesinden türemiş olsa, harese
pulluk demekmiş, ve kadin için o sizin topraginiz diyorsa, topragi
sürmenin tersi nasil oluyur, biri Alah aşkina bana söylesin, saga dogru
topragi pullukla sürüncemi ters, sola dogru sürüncemi, ileri dogru
sürüncemi, veya geri dogru sürüncemi ters, ters hangi taraffi oluyor
eger kadin topraksa ona temizlendiken sonra isteginiz yoldan varip onuda
getirin diyor. fakat işde gübre veye ters tohumu yakar ve ve ters
sadece toparkla kariştirilarak verirlir ekilmiş tohuma bitkiye, sade
terse gömülen bir bitkiyi ters yakar atar ve yeşeremez. kuran hüccetdir
ve bir harami böyle daletdede birakmaz. ve kuranda tam hüküm olmayan
hicbirşeyi kimse tefsir edip haramdir helaldir diye hüküm bicemez.
Allahin yerine hüküm koyamaz şayet bu muhammed bile olsa. Ve yine altin
haramdir diye kuranda hicbir yerde gecmezken, muhammedin altin hadisini
ele alip, haramdir diye hüküm konmuş. Allah resmen niye altin haramdir
demedide, yahut muhammed zamaninda altinmi icad olmadiydida altin
haramdir diyemdide kiypitti haa ., aaaa ahmak insanoglu, haram olsa
haram demezmiydi.

DiKKAT VAAZA YENi EKLENTi :

Allahu Teala insan bedeninde yani kainati alemin haritasi insan
bedeninde her peygambere bir yer vermişdir. ve melek grubunu temsil
eden bir yer vermişdir. ve LUT aleyhisselamada insanin kanilizasyon
sistemi olan barsak ve dübür yolunu vermiş, ve orasi LUT aleyhisselamin
insan bedenindeki makamiinin oldugu yerdir. ve eger sen bizim bu
yazdiklarimizdan cesaret alipda akşam hanimina harisden yani tersden
vurdunsa, sabah olunca ertesi akşama kadar evinin kanalizasyon sistemi
tikanairsa anlaki sen LUT aleyhisselamin yoluna arabayi parkettin, ve
yol tikandi ve artik ugraşabilirsin kanal temizlemekle, yani varsa
cesaretin bok ayiklamaya vur gec o zaman. yahut akşam hanima arkadan
vurdundsa ertesi gün işe giderken ya senin arabaya yada hanimin arabaya
biri gelir arkadan vurup kaza yaparsan o zman şaşma bu kazada nerden
geldi diye anlaki akşam sen ters vurdun hanimin kasaya, ve geldi bir lut
askeride senin arabaya ters vurdu yani. yani LUT yolunu kullancak adam
önce getirisi oldugu kadar gideride oldugunu hesap etsinde öyle bu
masaya oturup kumar oynasin yani.

(: ))))))

Ters köşeye attim degilmi topu . sabret gör daha neler var.

---oOo---

ve htm yazilimda < br > demek bosluk demekdir veya boş
satir demekdir. yani gül yapraklari arasindaki degil yani < P >
degil katmanlari arasindaki boşluk yani < br > veya <BR >


Raşid veya "R" veya mehdide işde Html ve PHP de yerini böylece "B" ile birlkite almişdir yani "< BR > "RABiA"

Raşid erkek versiyonu Rabia dişi versiyonu yine "A" si Hz. Ayşe
yine "B" gül veya kadinda gögüs memeler veya erkek ve kadinda ortak
olan popo dersek olmaz cünkü po po yani < P > yimiş yani B gögüs
ve meme onun önüne birde Büyük "R" gelince kül katmanlari arasindaki
boşluk yani gülü gül yapan yeri katmer gül yapan yeri. halbuki "P"
bedende esi olmayan yeri temsil ediyor yani kalbin karşisi boş yani tek P
ve popo ise iki yuvarlák ile tam olur yani "B" ile yani BOBO olur o
zaman hatta boooo sunada gerek yok sadece "B" . yine gögüslere almanca
yani "BH" yani sütyen demekdir yani "B" meme gögüsü temsil ederr yine
popoyu yani insanin gül acan yerlerini.

LUT aleyhiisleam "L" harfinin birinci mes ulu ve sahibi olmuş ve "L" yide yaratan Allah

ve hayata gec kalanlar dogamayanlar, yani cinsel ilişkide
yumurtaya ulaşamayanlar , ve Allahin hicbirşeyi zayi etmedgini bilen bir
insan, o tohumlarinda zayi edilmeyecegini iyi ve iyi bilmelidir. ve
onlar kainattaki mor gülller olarak veya ,... olarak acarlar ve sonra
onlar tekrar bir beden bulup yeniden hayata gelme yolculugu yaparlar.
ve gecenki dedigimiz gibi biz bazen günah bazen sevap işleriz yani
muhammed elektrigi adinin harfi "M" de oldugu gibi dalgali elektrik
bazen pick yapip en üst seviyede dindar bir aziz bazen bir günahkar gibi
en dibe inen ve ordan pullugunu daldirip bir tohum daha yüze cikaran
muhammed ümetiyiz, ve topraga daldirmadan dipden tohum cikmaz tohumu
topragain üstüne sacarsan topraga tutunamaz, kökü olmaz, amma kayanin
üstündede tutunan keciler vardir elbet. ve işde Muhamed ve Nuh elektrigi
yani dalgali su, dalgali hava, ve yine rahmet yagarken ise, bir cizgi,
sonra kesik bir cizgi, daha sonra bir kesik cizgi daha, ve elektrikte
buna gleichstrom denilir yani, yagmur veya rahmet elektrigi yani pil
elektrigi. ve hal böyle olunca osiloskopda yaşayan insanin elektrigi,
dalgali elektrik resimi gibi gösterilir ve yine ahirete gecerken önce
yagmur elektrigine döner kesik kesik cizgi, sonra tek düz cizgi
oluverince öldü denilir.yani ahirete gecdi demekdir, artik tek cizgi
olunca, ve öldü demekdir bu. hayat ve yaşamak demek: günah ve sevap
işledikce ve dalgalandikca olan birşey. Eger sen muhammed gibi günahsiz
olan dersen, bu dünyadan bekaya göcmen lazim, önce günahsiz bazen bir
durup devam edersin, sadece kesik cizgi oursun sonrada direk ölüverirsin
artik günah işleyebilceksevab işleyebilcek bile bir canin kalmaz, hayat
ise dalgalandikca devam edendir. öyleyse günahda sevapda insan için be
azizlerim.


o yüzden evliyalar demişki "siz yeterki viz viz yapin, bali yapacak olan Allahdir, ari bal yapmaz" demişlerdir. siz hayata icinde günahi ile sevabiyla dalgalanmaya devam edin o yüzden.

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Sleyhi ve Sellem Buyurdular:

"Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı."

(Müslim, Tevbe, 9)

---oOo---

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Sleyhi ve Sellem Buyurdular:

“Bütün âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.”

(İbn Mâce, Zühd, 30)

---oOo---

“Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.”

(İbn Mace, Zühd 30)

Allahu Teala ve Tekaddes Buyurdular:

“De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük
etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.
Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, çok affedicidir,
merhamet ve ihsanı fazladır.”

(Zümer, 39/53)

Ey mehdi ve cematti, dünya döndükce, güneş üstümüze dogdukca, günahda işleseniz sevabda, umutlarinizi tüketmeyiniz.

---oOo---

gelelim mirac bahsine: buraya kadar bize recebi gördüm hiziri
gördüm dedin, hadi şimdi miracda gördünmü, mirac ne günü diyenler
cikabilir. ve mirac demek erkek, esra demek kadin, yani seyyid ve
seyyide yani mirac görebilirsin veya esra israda görebilirsin. ve bizim
kiz evladimizin ismi isra yani bize her gün mirac ve isra var. biz beş
vakit mirac ederiz zaten, ey siz mehdi cemaati siz bakin artik en son ne
zaman mirac ve isra gördünüz, veya ikisinide birden gördünüz. yani
sizin miraciniz ne zaman. senin ibadetlerin en son ne zaman allaha vardi
bir bakin kendinize. mirac sana bana göre degişir az önce esra erolun
doguma bakdim ve hicriye cevirdim diyorki 18 receb yani miracda öyle
fix 27. gece falan degilmiş yani, esra erol 18 recebse, bizim
evladimdizda bir başka dogum tarihine sahip, yani birak öyle miladi
takvimin cakişmamasini hicri takvim dahi ertesi sene ayni güne
denkgelmez yani sabit degil yok öyle yagma miracda mirac edivermek,
mirac demek senin namazlarinin Allaha kadar varabildigi zaman demek.
eger sen namazlarda, veyl namazi kiliyorsan senin miracini cok bekleriz
be azizim. o yüzden esra erolun dogumu 18 recebse, o sene mirac ve isra
olayi 18 recebe denk gelmiş yani ,....

isranizi ve Miracinizi arayip bulun ve namazinizi rahmana vasil ediniz.

olurda olur o gün namaziniz yükselir rahmana, olurda olur
yaptiginiz bir sadaka veya iyilik veya iyi bir sözünüz . yahutta o gün
yaptiginiz bir günah ve zulum yükselmiş oluverir Allah muhafaza.

israniz ve Miraciniz mübarek olsun.

Amiyn

Elfatiha maassalavat.

--OoO--

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve etûbu ileyk.


Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 12 Mayıs 2015 Salı

Original Kar © glan

Halilullah Makamı - ilyas Makamı - Hızır Makamı - Hıdrellez

(Kar©glanin 08.05.2015 Vaazi)

23 Receb 2015 Cuma

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِّن قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِن مِّتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

Sadakallahul Aziym Enbiya Suresi 33 - 34 - 35

Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirrahmenirrahim

Ve huvellezî halakal leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(kamere), kullun fî felekin yesbehûn.

Ve mâ cealnâ li beşerin min kablikel huld(hulde), e fe in mitte fe humul hâlidûn.

Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn

Meali:

Geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Hepsi
feleklerinde (yörüngelerinde, kendi sistemleri icinde) devir daim eder
dururlar.

Senden öncekileride ilk haline dahil etmedikmi (döndürmedikmi)
biz. öldüklerinde onlarida o ilk hallerine dahil edecek (döndürcek) olan
biziz.

Her can ölümü tadacaktır, sizi imtihan olsun diye iyilik ve kötülüklerle sınarız. Sonunda hepiniz bize döndürüleceksiniz.

Sadakallahul Aziym Enbiya Suresi 33 - 34 - 35

Allahümme salli ala Muhammedin ve ala elihi vesahbihi ve
selleme, nebiyyen ve rasulen ve imamen ve emiren lil müminine, vel mehdi
hüve hüve.

Yolculuğumuza Başlıyoruz

Hidrellezi geride biraktik, fakat yine Rabbimin bize gösterdigi
mucizeleri devam ediyor. ve ben 5 mayis günü arabamin lastiklerini
degiştirmeye gitdim ve orada HIZIR ile karşilaştim yani HIZIR isimli bir
ademoglu ile karşilaşdim. ve gecenki receb olayini bilen, bunuda cözmüş
olur, biz dahi bunu onunla kiyas ettik, ve demek olurki, "Hidrellez günü Hizir ile ilyas buluşurmuş"
işde kim HIZIR ile buluşdu? ben. ben ilyas oda Hizir makamina girdik.
ve 5 Mayis Hidrellez günüydü, sizlerden yine belki bazilarniz bu
kerameti tadip bildiler. bazinizda şartlanmiş vaziyette, hidrellezi
illaki 6 mayisda oluyor sanip, 6 mayisi beklediniz. halbuki 5 mayis
hizir ile ilyas buluşdu, ve o gün Hizir isimli akrabasi olupda her gün
veya iki güne bir görenler degilde, uzun zaman sonra ilk defa HIZIR
isimli arkadaşini, akrabisni görenler , belkide bizimle bu kerameti
taddilar ve ilyaslik makamina erdiler.

HIZIRLIK makami

ilyaslikdan sonraki makamdir. ve HIZIR olan, Allahi o kadar yakinen
bilirki, ve aynen Allahu tealanin yaninda zaman ve mekanin hepsinin
hazir vaziyette durdugu gibi, HIZIR da onlari hazir vaziyette bulur
yani, mesela ben, bunu yazarken iki saat sonra ne olcak? Allah
bildirmedikce bilemem. amma HIZIR için, o iki saat degil, kiyamete kadar
olan ve olcaklar onun önünde hazir vaziyette durur. ve O, eger gerekli
görürse, zamanin ve şahislarin failiyetlerinin zamanda ve mekandaki
akişina müdahele edip degiştirebilir.

Halilullah makami ise, bir alt

makam ve O kimse, Allaha o kadar yakinki, ve yakinen bilirki, Allahdan
ona gelen mesajlar, vahiyler o dereceki, baştaki ayette gectigi gibi,
hayirlarda şerlerde sadece bir imtihan meselesi, yani bu öz evladinin
cani söz konusu olsa bile yani. ve hal bölye olunca HIZIRLIK Allahin
öyle bir kulu ki, ona "bunu öldür, veya şuna yardım et" deyince, daha
sözü ikiletmeden, orda hazir olup bitip, yardım ise yardım edip, zarar
verilcekse zarar vermekle memurdur. işde bu makama cikmadan önce
halilullah makami vardir işde, bu hakdan gelen vahiyi duymaya başlanilan
yer, ve burda tilsim, bu vahiydeki yapman gereken emir, hatta öz
evladin hakkinda, veya kendin hakinda, veya ehlin akraban hakindada
olabilir, amma emir demiri keser kurali geregi, emre itaat edebilen
kimseler bir üst makam olan HIZIR makamina cikarlar.

Amma burdaki tehlike, ayni ibrahimin oglunu kesmesi olayini,
icinde hastalik haline getiren dogulu bir adam, bir belgeselde
anlatildi, evladini kesmiş. ve bu mahkeme kayiltari ile sabit, ve o adam
demiş " Bana oglunu keseceksin" dediler demiş. halbuki Allah işde
ismaili kesilmkeden bir koç ile bagişlamiş, o olay sadece, ibrahimin
Allaha güvenci yakinen tammidir degilmidir sinanmak için, ve Hz. ibrahim
yakin biligisine sahip oldugunu, Ismaili kurban edcecek dereceya
varmasi sonucu ispat etmiş. ancaak işde burda o ses şeytanlardan ve
cinlerin iyileri veya kötülerinden de gelebilir, ve seni
kandirabilirler. ve bu gün ibrahim aleyhisselam bir pisikiyatra görünse
ve dese, böyle böyle ona deli raporu verip deli diyeceklerdir. amma biz
kurandan Hz ibrahimin, deli amma, Allah delisi oldugunu biliyoruz. yani
evladini kescek kadar deli, Amma Allah delisiki, Allahin emrine itaatin
bu kadar zor ve zahmetlisini kabullenebilmek zor iş yani. ve böyle bir
yakine ulaşanin ondan sonraki makami HIZIR makami artik. ve onun bütün
faaliyetleri vahiy ile, ve yakin biligisi ile olurki, ve Allah "as " derse asip "kes" derse kesebilcek kadar cevik kuvetli ve yakin bilgisi olan ve felekleri görebilme yetenegi verilen kimse demekdir.

---oOo---

Ceviklikden bahsedince işde Engin Noyan Ezan duasi için diyorki "insani dik ve diri tutan Namazin Rabbi" diyor
yani namaz, işde insan yaşlaninca ve calişip spor yapmayinca, kaslari
cözülme gösterir, ve cocuklaşip gücsüzleşir demişdik. işde beş vakit
namazin gayelerinden biride Engin Noyan in dedigi gibi insani dik ve
diri kuvetli tutmak icindir. ve her secde şinav cekmekdir, ve günde beş
vakit ile en az kac şinav cekmek yeterli imiş onu ögreniyoruz, ve yine
ruku bel hareketi, yine tahiyatta ayaklarin parmaklirinin kibleye
dönmesi,yien selam vererek saga sola kafayi cevirmek, boyun kaslari
için, yine tahiyattan kalkarken parmak esnetme hareketi ve sonra ziplama
ile ayaga kalkma hareketi hepsi, insani yaşli piir dede olsada, bütün
kaslarini, spor yaptirtip, O kimsenin, ölüm gelene kadar gücden
düşmesine, muhtac duruma düşmesinie engel olmak icindir. yani "insani
dik ve diri tutan namazin Rabbinin " kullarina ikrami yani. Namaz öyle
kücümsencek bir amel degildir, binlerce fazileti ve faydasi vardir. ve
işde o bazi insanlarin kullandigi "iman kuveti ile aykda" dedikleri,
namazin spor Kuvveti ile, yaşlansada kaslari cözülmeyip, Ayakda
kalabilenler demekdir.

---oOo---

Gecen Mesut Yar in programina katilan Sezen Aksu, birinci
agizdan anlatti : "kuantum hikayesini duydum ve ögrendim, ve o gün
yukardaki aynanin karşisina gecdim, ve kendimi motive ediyordum, ve sen
güclüsün kuvvetlisin diyordum. ve merdivenden yuvarlandim ayagimi
kirdim." dedi.

insanin kiramen katibin melekleri iki yanindaki melekler, namaz
kilinca, onun namazini alip, semalari kat kat gecerek, cenabi mevlaya
götürürlermiş. eger namaz yalniş, şuursuz ve noksansa daha birinci kat
semayi gecemezmiş, ve alip gelip o kimsenin başina calarlarmiş o
namazini. işde sezen quantum ögreniyorda, yaptigina itimadi yok. yani
iman demek :Allaha peygamerlere,... inanmak tamamda, esaaaasen iman
inanmak güvenmek demekdir.

Daha önce yazdigimiz vaazlarimzda gecen bir peygambere Allahin ,
"senin ümmetin iman etmedikleri için onlara azap edecen, sen inanan
ümmetini ve ehlini köyün ortasina topla, ve etrafiniza bir cizgi cizin,
ve orda icinde durun, ben sizi onunla korurum ve digelerini helak
edecegim" diye vahyetti ve o peygamber ve ümmeti öyle yapip o deynekle
cizilen bir cizginin ardinda rabbimizin oldugunu, ve O nun, onlari o bir
cizgilye koruyucagina inandilar ve onlarin bu imanini, yani ona
inanmalarini zedeyebilcek, hicbir nesne yok. ve böylece onlar o cizgi
ile kurtuldu ve allah o inancsiz ümmeti helak etdi, yine hz peygamber
bir gazaada, yani savaşda sulari kalmayinca, askerleri sulamak için,
getirin kalan suyu dedi, ve ve bir eline kalan suyu aldi, diger elinin
parmaklarini acip uzatdi, ve kalan suyu üsütüne dökdü ve parmklarindan
beş pinar fişkirip bütün askerlere su icirdi , amma burdaki tilsim ise,
kalan suyu ve parmaklarini kullanmasi, yani bunu yaptiki, onu gören
ashab, onun böyle bir şey yapacagini akillarinda hayal edip inandilar ve
O ndan zaten bir mucize bekliyorlardi hepsi, ve oda onlarin inanci ve
imani ile bu mucizeyi gösterdi. yani o ashabin öyle inanmalari bunu
böyle yapti. yineMuhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem bir gece
mescidde ders veriyordu, ve gaz lambasinin gazyagi bitti, ve baktiki
karanlikda kalcaklar, ve muhammed Ebubekre dedki: "kandilin icine tükür"
dedi ve Ebubekr şek şüphe etmeden icine tükürdü ve kandil günlerce
yandi ve ve taaaki bir mendebur, Ebubekrin evinin yanindan gecerken hic
kandil tükrükle yanarmi diye, imani bozup şom agizlilik edesiye kadar, o
kandil sönmedi. yani iman demek saf olarak, şeksiz şüphesiz inanmak
demekdir kardeşlerim. Yine insan hasta olunca , hastayi hap, ilac,
doktur iyi etmez, iyi eden senin inanman, iyi olcagina bir sebeb bulup,
bu sebeb bu bir ilac veya bitki veya doktur olsun, onun sebebiyle iyi
olacagina inanip, bu imanina sakin ha sakin leke ve şüphe getirmemen ile
olur. ne zaman " hic tükürek ile kandilmi yanar"
deyip imanin bozuldu, bilki o tedavi boşa gider . ey Sezen Aksu! önce
yaptigina iman et, inan. vallahi quantum demek iman demekdir, amma
gavurcasi qunatum, biz müslümanlar saf iman deriz ona. yani safca
inanmak, inanirsan olmayacaklar, keremet ve mucize ile oluverir. ve
ayrica işde "iyilik yap kötülük bekle" derler
neden?= cünkü Allah herşeyi zevc halinde, yani ciftler olarak
yarattigini kuranda beyan ediyor. sag el ile sol el , aci ile tatli,
gece ile gündüz , musa ile firavun, ibrahim ile nemrut gibi. ve sen bir
iyilk yaptinsa, bilki onun meşhudu olan bir kötülk zevci ve eşi vardir,
unutma bunu ve o yüzden iyilik karşiliginda sana bir kötülük yapan
cikar, ve her kötünüde karşisinda bir iyi vardir. tam ziddini alirsak
ve ve biz müminler iyilikle emrolunduk, ve kafirler ise katlarda
yatlarda cünkü onlarin ettigi kötülügün zevci iyilik oldugundan, onlar
islah olsun diye onlari iyilik bulur, yatlar katlar bulur, bilzer ise
cennetin yoluna dizilmiş olan cileleri ceke ceke cennete dogru gideriz.
onlarsa ceheneme dogru giden yolun üzerindeki iyi şeyleri toplaya
toplaya cehenneme dogru giderler . ve ey sezen şunuda ögren ve sen bir
iyilk yaparsan, senin amelin bir cocukda ruh olcak demekdir, ve o cocuk
bedenini bulunca, istermisin onun elvenecek bir eşi, kiz arkdaşi
olmasin, ve müzmin bekar ömür gecirsin. yani herşey ziddi ile müsamma ve
zevc zevc, o yüzden eski evliyalar başlarina bela gelmeyince "herhalde
Allah bizi unuttu" diye korkarlamiş. ve yine ey sezen! gece namazi kilan
kimse şeytanin gözünü kör eder.

Gece veya gündüz sadaka veren, şeytanin bacagini kirip ya felc eder , yada sakat eder.

ve sen gece namazina devam edip şeytani kör edecegine, ve
sadaka verip şeytanin bacagini kiracagina, şeytan senin bacagini
merdivenden yuvarlayip kirmiş, "Acaba nerede yalniş yapiyon demek yokmu?

---oOo--

şeytanin Peygamber Efendİmİz (s.a.v.) İn sorularina verdİğİ cevaplar:

Soru: oturma arkadaşın kimdir?

Cevap: faiz yiyen

Soru: dostun kimdir?

Cevap: zina eden

Soru: yatak arkadaşın kimdir?

Cevap: sarhoş

Soru: misafirin kimdir?

Cevap: hırsız

Soru: elçin kimdir?

Cevap: sihirbaz

Soru: gözünün nuru nedir?

Cevap: karı boşamak (eşini boşayan)

Soru: sevgilin kimdir?

Cevap: cuma namazını terkedenler

Soru: kalbini kim kırar?

Cevap: allah yolunda cihada koşanlar

Soru: senin cismini ne eritir?

Cevap: tevbe edenler

Soru: ciğerini ne parçalar?

Cevap: gece ve gündüz allah’a yapılan istiğfar

Soru: yüzünü ne buruşturur?

Cevap: gizli verilen sadaka

p. gözlerini ne kör eder?

Cevap: gece namazı

Soru: başını ne eğdirir?

Cevap: cemaatle kılınan namaz

Soru: sana göre insanın en saadetlisi kimdir?

Cevap: namazı bilerek kasten bırakanlar

Soru: sana göre insanların en kötüsü kimdir?

Cevap: cimriler

Soru: seni işinden ne alıkoyar?

Cevap: ulema meclisleri

Soru: yemeğini nasıl yersin?

Cevap: sol elin parmak uçlarıyla

Soru: sam yeli estiğinde ve sıcaklar kavurduğu zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?

Cevap: İnsanların tırnakları arasında

Soru: rabbinden neler talep ettin?

Cevap: 10 şey istedim

---oOo---

Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin SECERET' ÜL KEVN eserinden özetlenerek alınmıştır.

Şeytanın Hileleri

Muaz b, Cebel rivayet ediyor :

- Bir gün Resullullah (s.a) ile beraberdik. Ansardan birinin
evinde toplanmıştık.. Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık.

Bu arada, dışarıdan bir ses geldi :

- Ev sahibi..... içerdekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var.

Resullullah (s.a) Efendimiz,

-Bu seslenen kimdir bilir misiniz?

-En iyi bilen ALLAH ve Resuludur.

- O, lain iblistir. 'Şeytandır' Allah'ın laneti onun üzerine olsun.

Hz. Ömer :

-Ya Resullullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.

- Dur ya Ömer, biliyomusun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet
verilmiştir... Öldürmeyi bırak. Kapıyı ona açın gelsin... O buraya
gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size
anlatacaklarını iyi dinleyiniz.

Kapı açıldı...

Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi
kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış.
Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına
benziyordu.

Sonra, şöyle bir selam verdi ;

-Selam ya Muhammed; selam size ey cemaat-i müslimin.

-Selam Allah'ındır ya lain. Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?

-Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.

-Nedir o mecburiyetin ?

-İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki;

"Allah-ü Taâlâ sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve
zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl
kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir
bir ona. Sonra o sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin."

Sonra ... Allah-ü Taâlâ buyurdu ki :

"Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu sölemezsen... seni kül
ederim; rüzgara savurur... Düşmanlarının önünde, seni rüsvay ederim."



İşte ... böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. Arzu
ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap
vermezsem;düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki , düşmanlarımın
eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.

Halk Arasında En Çok Sevmedikleri

Bundan sona Resullullah (s.a.) Efendimiz şöyle sordu :

-Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir ?

Şeytan şu cevabı verdi :

-Sensin ya Muhammed. Allah' ın yarattıkları arasında senden daha
çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra senin gibi kim olabilirki?

-Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?.

-Müttaki bir gence ki ... varlığını Allah yoluna vermiştir.



-Sonra kimi sevmezsin?

-Kendisini sabırlı bildiğim şüpheli işlerden sakınan alimi ...

-Sonra ?

-Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı adet eden kimseyi.

-Sonra ?

-Sabırlı olan bir fakiri ki ; ihtiyacını kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez.

-Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nerden bilirsin ?

-Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim
ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu
sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı ,
onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.

-Sonra kim ?

-Şükreden zengin.

-Peki, ama zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın ?

-Onu görürsem ki , aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki: şükreden bir zengindir.

İbadet Esnasında Şeytanın Hali

Resullullah (s.a.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu :

-Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?

-Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.

-Neden böyle olursun; ya lain ?

-Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.

- Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun ?

-O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.

-Peki ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun ?

-O zaman da çıldırırım.

-Peki, ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun ?

-O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.

-Peki ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır ?



-Ha, işte.. o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline, ve beni ikiye böler.

-Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Ebamürre ?

- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki ;

1-Allah-ü Teala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.

2-O, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.

3-Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı , cehennemle arasında bir perde yapar.

4-Allah-ü Teala, belayı sıkıntıyı ve ahları ondan defeder

---oOo---

Saf iman Adem safiyullah ve havva gibi inanmak, uyanik iman ise neye iman ettgini inandigini bilerek yapilan imandir.

Adem ve havva o kadar safdilarki şeytanada inandilar, oysaki
imanin güclü olani, kime neye iman edip inandigini sorgulayip bilmek,
ve senin iman ettigin veya iman edecegin alemlerin rabbi, bunu
bilmekdir, yine sözüne kitabina inandigin onun rasuludür.

---oOo---

Microsofta yeni yazilimindaki hataya uyari: "4 Temel Yasa"

insan nefes alirken:


[1] ya burundan alir agizdan geri verir. yani 2 yi birleştirip 1 yapar
[2] yahut agizdan alip burundan verir: yani 1i ikiye bölüp 2 tane bir yapar yani oda 2
[3] yahut burundan alip burundan veririr: yani 2=2
[4] yahut agizdan alip agizdan verir yani 1=1



---oOo---

Hz Ebu Bekr kendini övenlere karşi demişki: "Rabbim beni
onlarin bildiginden dah hayirli kil ve onlarin bilmedikleri günahlkarimi
affeyleve vebeni bundan dolayi muhaeze etme cezalandirma"

Bizde diyoruzki bizi övenlere veye yerenlere karşi:

Ben ne beni övenlerin beni yücelttigi kadar yüce bir dagim,
nede yerenlerin alcalttigi kadar alcak biriyim, bunu onlara beni onlarin
gözünden düşürmeden onlara anlativer. bazen en dürüst olurum, bazen
yalan bile söylerim, bazen dürüst dogrucu olurum, bazen hirsiz olup
belkide calarim, bazen bol zikir namaz niyaz ederim, bazen acip kuran
bile okuyamaz olurum, yani velhasil kelam bende "o, bu, şu " gibi
Allahin bir kuluyum.

Rabbim sen buyurmadinmi "Ben kulumun zanni üzreyim" diye

Zannetmek ve birini övmk onu kesmekdir diyen muhammed, ondan
böyle dedi. cünkü zan etmek onu ya yüce dag yada yerip alcak yapmakdir
.şeyh ucmaz mürid ucurur kurali yine. büyü ve sihirin tamami bu kuraldir
yani, ayni imanin insani iyi ettigi gibi birkac densiz cinci ve ve onu
yaptiran ahmagin birisini hasta olcak veya düşcek diye zannetmeleri ile
gönderdikleri elektirigin, o saglam kimsenin ayagina dolanmasi, ve
"kulumun zanni üzeriym" ayetinin tezehür etmesidir ve hal böyle olunca
büyünün careside yine imandadir ve

para ile iman kimdedir bilinmez yasasi ve böyle olunca sen
hirsiz zannedersin en dgru alim cikabilir her gördügünü hizir her geceyi
kadir bil söylentisi yani.

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ

Sadakallahul Aziym Kalem Suresi 51

Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirrahmenirrahim

Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn

Meali:

Muhakkak ki o hakikat bilgisini inkâr edenler, Zikri
(hakikatlerini hatırlatıcıyı) işittiklerinde az kalsın bakışlarıyla
seni devireceklerdi! ve diyorlardiki o cinlendi delirdi.

Sadakallahul Aziym Kalem Suresi 51

yani nazarda böyledir kötü gözle bakmak, yani kötü zan ve
düşüncenin qunatum etkisi, düşünce gücü, yani iman veya quantum gücü.
iyide olabilir kötüde olabilir, hepside birer imtihandir yine.

kim bu gücünü hayirdan yana kullancak, kimde şerden ve kafirlikden yana, yani Allah halife edeceklerini sinar, "Allah olsa ne yapacak iyilikmi kötülükmü" diye.

---oOo---

Güzellik iyilik iman ve dürüstlük, en güzel mümin ve
müslümanlara yakişirken, quntumu bulan, gavur dediklerimiz olmuş,
düşüncenin gücüne iman eden onlar olmuş.

ve bugün bir video gördüm, "hangimiz daha hayvaniz"
yarişmasini insanlar kazanmiş. ve videoda bir karga insan müsveddesi
hayvanlarin attigi dozeleri cöpleri alip, cöp konteynesine atiyor. yani
hayvanlar bile anladi arif olduda, bizim müslüman gecinen hayvanlar,
daha tepişip itişip kakişmakda, velhsail hayvanligi artik, hayvanlar
degil insanlar kazanir olmuş, ve bu insan müsveddesi, tepişip birbirini
öldüren, oraya buraya cöp atan hayvanlarin, yeniden dogduklarinda hayvan
olacaklari kesinleşmiş , ve o insanlik kazanmiş karga gibi hayvanlarin
da insan olacaklari kesin ve kesin gözüküyor.

Rabbim mehdi ve cemaatinin quantumlarini, düşnce güclerini
hayir yolda kullanmalrini, ve insanligi kazanmalarini nasip etsin, ve
onlari hayvanlikdan da berii eylesin.

--OoO--

Amiyn

Elfatiha maassalavat.

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve etûbu ileyk.


Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 08 Mayıs 2015 Cuma

Original Kar © glan

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)