Thread Rating:
  • 11 Vote(s) - 2.91 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
ASYA’NIN BÖLGELERİ
#1
Oku-1 
   

ASYA’NIN BÖLGELERİ

Asya, dev büyüklüğü ve farklı karakteri yüzünden, çok kabaca beş büyük bölgeye ayrılmaktadır: Eski Sovyetler Birliği, şimdiki Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası olarak anılan bölge; Doğu Asya; Güneydoğu Asya; Güney Asya; Orta Doğu (Güneybatı Asya). İlerleyen sınıflarda bu bölgelerin her biri (fiziki ve beşerî özelikleri açısından) ayrıntılı olarak ele alınacağı için, genel özellikleri ile tanıtılmaya çalışılacaktır.

Asya, dev büyüklüğü ve farklı karakteri yüzünden, çok kabaca beş büyük bölgeye ayrılmaktadır:

Rusya Federasyonu, Orta Asya ve Kafkasları içine alan eski Sovyetler Birliği, şimdiki Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası olarak anılan bölge;
Çin, Tibet, Moğolistan, Kuzey ve Güney Kore ile Japonya’yı içine alan Doğu Asya;
Myanmar, Tayland, Kamboçya, Laos, Vietnam, Malezya, Singapur, Endonezya, Brunei ve Filipinler’i içine alan Güneydoğu Asya;
Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka, Nepal ve Bhutan’ı içeren Güney Asya;
Afganistan ile daha önce Orta Doğu olarak anılagelmiş –İran, Irak, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Arap yarımadasındaki diğer ülkeler- ülkeleri içine alan Güneybatı Asya.

4.1. Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası

1917-1991 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin hâkimiyetinde kalan ancak 1991’de bağımsızlıklarını kazanmış olan ülkeler (Baltık ülkeleri ve Gürcistan dışındakiler), 8 Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu'nun oluşturulması anlaşmasını imzaladılar; daha sonra (1993’de) Gürcistan’da topluluğa katıldı fakat 2009 yılında yeniden ayrıldı.

Rusya Federasyonu; 17.075.200 km2 yüzölçümü ile dünyanın ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun en büyük ülkesidir; dünyadaki kara kütlelerinin % 12’sini oluşturur. Bu dev boyutlardaki ülke, küçük bir prenslikten (Sibirya’ya, Orta Asya çöllerine ve Arktik Okyanus kıyılarına kadar uzanan) dev bir imparatorluğa dönüşmüştür. 1917 Devrimi ile birlikte Çarlık dönemi kapanmış, Komünistlerin zaferi ile sonuçlanan ayaklanmanın ardından devletin adı da değişmiş ve artık Sovyetler Birliği olarak anılmaya başlamıştır. Birlik onbeş ülkenin katılımı ile oluşmuş, Rusya da bu oluşum içindeki devletlerden biri konumuna gelmiştir. Fakat Sovyetler Birliği, özellikle 1985’den 1991’e kadar olan devrede yaşanan zorlu süreçten (bu süreç uluslararası literatüre iki Rusça kelimeyi -perestroyka/yeniden yapılanma ve glastnost/açıklık- kazandırmıştır) sonra, 1991 yılında parçalanmıştır.

Rusya Federasyonu’nda yerleşmeden dış politikaya kadar pek çok konuyu belirleyen temel unsurlardan birisi çevre koşullarıdır. Ülke topografik bakımdan oldukça sade bir görünüme sahiptir ve kabaca üç gruba ayrılabilir:

Düzlük alanlar ve ovalar; alçak tepeleri de içine alan bu alanlar Doğu Avrupa Ovası, Merkezi Rusya Ovası ve Batı Sibirya Ovası olmak üzere üç tanedir.
Platolar; başlıcalarını ülkenin kuzeyindeki Fenno-İskandinav Platosu, Onega Gölü’nden Ukrayna tepelerine kadar uzanan Merkezi Rusya Platosu, Yenisey ve Lena nehirleri arasında yer alan Orta Sibirya Platosu ve Baykal Gölü’nün güneydoğusunda yer alan Vitim Platosu oluşturur.
Dağlık Alanlar; Urallar, Kafkas, Altay-Sayan, Doğu ve Batı Sayan, Stanovoy, Sikhota-Alin, Verhoyansk, Çerski, Ohotsk-Çaun Dağları başlıcalarıdır. Dağ sıraları, ovaların karanın iç kısımlarına kadar uzandığı batı yarısına oranla, ülkenin doğu yarısında daha yoğundur.

Rusya’nın çevre koşulları ile ilgili olarak ilk akla gelen özelliklerinden biri “soğuk iklimi”dir. Çok geniş bir ülke olmasına rağmen, Karadeniz kıyıları ve uzak doğu bölgeleri dışında, iklim koşulları her yerinde büyük benzerlik gösterir: uzun ve şiddetli kışlar, kısa yetişme devresi, düşük ya da orta derecede yağış değerleri ve yaz ve kış arasındaki belirgin fark. İklim koşullarının belirlenmesinde iki özellik dikkat çeker: ülkenin Kuzey Kutbu’na yakın (topraklarının yarısından fazlası 600 kuzey enleminin kuzeyinde kalır) ve büyük kısmının denizden uzak konumu. Ülkedeki en şiddetli soğuklar Kuzey Buz Denizi kıyılarında değil, kış aylarında geniş kara kütlesinin denize oranla çok daha hızlı ısı kaybetmesi nedeniyle, daha güneyde ve kıta içinde görülmektedir. Yağışta ise büyük farklılıklar görülmektedir. En yüksek yağış değerlerine (600-800 mm), Atlas Okyanusu’ndan doğuya doğru hareket eden nemli hava kütleleri nedeniyle, Avrupa Rusyası’nın kuzeybatısında rastlanır. Ayrıca Kafkas Dağları’nın eteklerinde Karadeniz’e komşu dar subtropikal kuşak ile Büyük Okyanus kıyıları da nemlidir.

Rusya’daki toprak tiplerinin başlıcalarını tundra toprakları (Kuzey Buz Denizi çevresinde), podzolik topraklar (konifer ormanların bulunduğu alanlarda), çernozyomlar (otlu step formasyonunun bulunduğu alanlarda) ve kestane renkli topraklar (gerçek step alanlarında) oluşturur.

Rusya su kaynakları açısından zengindir; binlerce akarsuyun varlığı ülkeyi dünyanın en geniş su kaynaklarına sahip hâle getirmiştir. Akarsuların % 84’ü Urallar’ın doğusunda yer alırlar ve Kuzey Buz Denizi (başlıcalarıYenisey, Lena, İrtiş-Ob, Peçora, kuzey Dvina, Kolima ve İndigirka’dır) ile Büyük Okyanus’a (başlıcalarıAmur ve ana kollu Ussuri’dir) dökülürler. Hazar Denizi’ne dökülen Volga (birçok coğrafyacıya göre Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayırır), Azak Denizi’ne dökülen Don ile Rusya sınırından kuzeyde çıkarak Beyza Rusya ve Ukrayna’ya ulaşan Dinyeper diğer önemli akarsulardır. Rusya, özellikle kuzey ve kuzeybatı bölgeleri (özellikle Karelya kesimi) göller bakımından da zengindir. Bu bölgelerdeki göllerin büyük çoğunluğu buzul gölleridir ve başlıcalarınıLagoda, Onega, Peipus, Beloye, Topozero, Vyg ve İlmen oluşturur. Tektonik kökenli göllerin en büyükleri ise Baykal Gölü’dür.

Ülkenin doğal bitki örtüsünün dağılışı basit ve karakteristiktir. Ormanların kuzey sınırını sıcaklık, güney sınırını ise yağış ve nem koşulları çizer. Tundra (Kuzey Buz Denizi kıyılarında 50-450 km’lik bir kuşak boyunca ve Büyük Okyanus kıyısında oldukça dar bir alanda), konifer ormanları ya da tayga (batıda Finlandiya sınırından Büyük Okyanus kıyılarına kadar uzanan kuşakta, Sibirya’da, güney Urallar ve Kafkaslar üzerinde), karışık ve yayvan yapraklı ormanlar (daha çok Avrupa Rusyası’nda, Sibirya’nın güney kıyısı boyunca ve Çin sınırının güneydoğusunda), ağaçlı stepler (Avrupa Rusyası’nın kurak güney kısmında ve Batı Sibirya’da, Volga nehri boyunca) ve step formasyonu (Karadeniz’den ve Kuzey Kafkaslar’dan Altay Dağları’nın doğusuna kadar) geniş yayılış alanlarına sahiptirler.

Rusya Federasyonu 143.4 milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkeleri arasındadır. Nüfusun % 57’si Avrupa kesiminde (Urallar dâhil), % 43’ü de Asya kesiminde yaşar. Bu eşitsiz dağılışta doğal koşulların büyük etkisi vardır. Ülke dünyanın yerleşilmiş en soğuk alanlarından birisini oluşturmaktadır. Toplam arazisinin 2/3’ünü oluşturan kuzeyde nüfusun 1/15’i yaşar. Buna karşılık en önemli şehirler, sanayi ve tarım alanları yoğun nüfuslu Avrupa Rusyası’nda, güney Sibirya’da ve uzak doğu bölgelerinde bulunmaktadır. Rusya çok uluslu bir ülkedir. En kalabalık grubu % 85.3’lük bir orana sahip olan Slavlar (Ruslar, Ukraynalılar, Beyaz Ruslar) oluşturur. Slavlar dışında (sayısız küçük grupla birlikte) üç büyük etnik grup bulunur: Altay grubu, Ural grubu ve Kafkas grubu. Rusya’nın yerleşme kalıbı büyük ölçüde şehirlerden oluşur. Nüfusun olduğu gibi şehirlerin de büyük kısmı Avrupa kesiminde toplanmıştır. Başkent Moskova, eski başkent St. Petersburg, Novosibirsk, NijnıyNovgorod, Yekaterinburg, Volgograd, Omsk, Çelyabinsk, Ufa ve Kazan 1 milyon ve üzerinde nüfusa sahip başlıca şehirlerdir.

Kapladığı alan bakımından dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya, çoğu ülkeye göre daha yeknesak bir yapı göstermesine rağmen, coğrafi özelliklerini belirleyecek beş bölge ayırt edilebilmektedir:

Çekirdek Rusya; Rusya’nın ”kalbi” olarak nitelendirilir; ülkenin geniş nüfus kitleleri, lider şehirleri (Moskova, St. Petersburg), önemli sanayi alanları, yoğun ulaşım ağı ve tarım bölgelerini içine alır.
Doğu Sınır; Büyük Sibirya kütlesinin güney kesimini oluşturur. Şiddetli, keskin bir kara iklimi hüküm sürer. Bölge tüm tarihi boyunca Avrupa Rusyası’nın hammadde ihtiyacını karşılamıştır.
Kuzey Sibirya; Geniş, soğuk, ıssız, sert koşulları olan bir bölgedir. Büyük bölümü boştur; yerleşmeler azdır. Az sayıdaki bu yerleşmeler (İgarka ve Norilsk gibi) Yenisey Nehri boyunca uzanır. 1700’lü yılların başlarına kadar sürgün yeri olarak kullanılmıştır.
Uzakdoğu; Rusya’nın merkezine en uzak bölgedir; ulaşım yalnızca Transsibirya demiryolu ve ona paralel tek bir karayoluyla karşılanır; Rusya’nın Büyük Okyanus’a ve Asya-Pasifik bölgesine açılan tek çıkış noktasıdır.
Kaliningrad; Baltık Denizi üzerinden Rusya’nın Atlas Okyanusu’na açılan ticaret ve balıkçılık bölgesidir.

ORTA ASYA

Orta Asya; Hazar Denizi’nin kuzeyinde ve doğusunda, geniş çöller ve kurak otlaklarla kaplı olan, ancak doğu ve güneydoğu kenarlarında yüksek dağlarla sınırlanan bir bölgedir. Bu bölgede günümüzde beş bağımsız devlet yer almaktadır: Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan.

Orta Asya’nın fiziki coğrafyası, büyük mekânsal farklılıklar göstermektedir. Genel olarak bölgenin kuzeyinde ve batısında geniş yarı-kurak stepler ve çöller, doğu ve güneydoğusunda ise dağlar yer alır. Bölgenin % 25’ini kaplayan dağların tümü “Tanrı Dağları” adıyla anılmaktadır; kuzeyden güneye doğru Altay-Tarbagatay, Karlık-Kaz, Tiyen-Şan (Han Tanrı), Pamir-Alay, Kopet-Hindikuş ve Kuenlun-Kaş-Altun sıradağlarından oluşurlar. Bölgenin kuzeyinde, Orta Asya ile Batı Sibirya düzlüklerini birbirinden ayıran ve ortalama yükseltisi 200-450 m arasında değişen Kazakistan Eşiği uzanır. Kazakistan’ın fazla yüksek olmayan dağ ve tepelerle bozkırların birbiri ardına uzandığı kuzey bölgelerine Kazakistan Bozkırları ya da Kazak Adırlığı adı verilmektedir. Daha güneyde, geniş Batı Türkistan Düzlükleri ya da Turan Ovası uzanır. Genellikle ortalama yükseltisi 25-35 m arasında değişen az yüksek tepeler ve ovalardan oluşan Batı Türkistan Düzlükleri, orta kesiminde yer alan Aral Gölü ve Amuderya nehrinin belirlediği bir hat ile ikiye ayrılmaktadır. Hattın doğusunda kalan bölüm hemen tümüyle Kızılkum Çölü ile kaplıyken, batıda kalan bölümde Üst-yurt Plâtosu ve Karakum Çölü yer alır. Çöllerin kumulları dağlık alanlara doğru yerlerini dağ eteği ovalarına bırakırlar. Bunların en önemlileri, aynı zamanda bölgenin en önemli tarım ve yerleşme alanları da olan, Fergana ve Zerefşan Ovaları’dır.

Orta Asya yaklaşık 4 milyon km2’lik oldukça geniş bir alan kaplamasına rağmen iklim bakımından pek fazla çeşitlilik göstermez; bölgenin daha çok kuzey yarısını kaplayan geniş bozkırlarda hüküm süren (bozkır) ikliminin dışında, günlük ve mevsimlik sıcaklık farklarının çok büyük olduğu kontinental çöl iklimi egemendir. Bölgenin iç havzalarını kuşatan yüksek sıradağların okyanuslardan hareket eden nemli hava kütlelerinin iç kısımlara girmesine engel teşkil etmeleri ve yılın büyük bir kısmında hüküm süren antisiklonik rejim Orta Asya’nın çöl rejimine girmesinde rol oynayan başlıca faktörlerdir. Bölgede yağışlar, güneyden kuzeye doğru ve dağlık alanlarda nispeten artmakla birlikte, genelde düşüktür. Güneydeki havzalarda 25-100 mm kadar düşük olan yağış değerleri, Orta Asya’yı Kuzey Sibirya’dan ayıran bölgede 250-500 mm arasında değişir. Bölgede sıcaklık değerleri de, yağış değerlerinde olduğu gibi, kuzeyden güneye doğru değişmektedir. Kış mevsiminde Orta Asya’nın kuzeyinde (özellikle 420 kuzey enlemine kadar) Sibirya soğukları hüküm sürerken, güney kısımlarda kış mevsimi ılık geçer. Yaz mevsimi ise son derece sıcak ve kuraktır.

Orta Asya tümüyle bir kapalı havzayı oluşturmaktadır; yeryüzü şekilleri, yağışların düşük, buna karşılık buharlaşmanın şiddetli olması nedeniyle bölge akarsularının dışa akışları yoktur. Mevcut akarsular doğu-güneydoğudaki yüksek dağlardaki kar ve buzullarla beslenirler. Bölgenin en önemli akarsuları Siriderya (Seyhun) ve Amuderya (Ceyhun), İli, Zerafşan, Çu, Murhâb, Ticân, Sarısu, Turgan, Irgaz ve Uyıl’dır. Orta Asya’da, bazıları dünyanın en büyükleri arasında yer alan çok sayıda göl bu akarsularla beslenmektedir. Bu göllerin başlıcaları Aral Gölü, Balkaş Gölü, Issık Gölü ve Lop Gölü ile dünyanın en büyük iç denizi olan Hazar Gölü/Denizi’dir. Yalnızca bölgenin değil dünyanın da en önemli su kütlelerinden olan Aral Gölü, ticari pamuk tarımı için çevredeki çölü sulamak üzere kendisine akan akarsuların (Amuderya ve Siriderya’nın) yolunun değiştirilmesiyle kurumaya başlamıştır ve büyük bir çevre felâketine sahne olmaktadır.

Orta Asya ülkelerinin günümüzde toplam nüfusları 55 milyon dolayındadır. Nüfusun en yoğun olduğu yerleri, verimli alüvyal toprakları ve geniş sulama olanakları ile vahalar oluşturur. Vahaların çekiciliğini arttıran ve yoğun nüfuslu olmalarına yol açan bir diğer neden de, geçmişteki önemli ticaret yolları üzerinde olmalarıdır. Böylece, coğrafi konumlarının sağladığı bu olanakla, bütün tarihleri boyunca Uzak Doğu ve Batı Dünyası arasındaki geçit noktalarını oluşturarak gelişmişlerdir. Başlıca vahalar (Hokent, Semerkant, Buhara ve Fergana) Amuderya ve Siriderya nehirleri boyunca sıralanmaktadırlar. Orta Asya’da vahalardan sonra nüfusun toplandığı diğer alanları, havzaları çevreleyen dağların etekleri ile stepler oluşturur. Vahaların tarıma dayalı olan yerleşik hayatına karşılık, bu alanlarda hayvancılığa dayanan göçebe bir hayat tarzı hüküm sürer.

Orta Asya’nın ekonomik yapısında tarım her zaman önemli bir ekonomik faaliyet olmuştur. Pamuk bölgenin başlıca tarımsal ürünüdür ve vahaların hemen tümünü kaplar. Pamuk tarımının en önemli olduğu ve en geniş alan kapladığı ülke Özbekistan’dır. Vahalar dışında Orta Asya’nın büyük kısmı tarımsal faaliyet için çok kurak olmakla birlikte, kara toprakların devamında ve orta iklim kuşağı içinde yer alan Kazakistan’ın kuzey bölgeleri tahıl tarımı (daha çok Kuzey Kazakistan’da buğday) için çok uygundur. Bölgede tütün (tamamına yakını Kazakistan’da), şeker pancarı (Kazakistan’da, özellikle Çu vadisinde), dut ağaçları, üzüm bağları, sebzeler ve ılıman iklime özgü meyveler diğer önemli tarımsal ürünleri oluştururlar. Ayrıca meyve-sebze yetiştiriciliği de gelenekseldir. Geleneksel önemini koruyan bir diğer ekonomik faaliyet de hayvancılıktır; büyük ölçüde çiftlik hayvancılığına dönüşmekle birlikte göçebe çobanlar hayvanlarıyla hâl¬â bir otlaktan diğerine dolaşmaktadırlar.

Orta Asya, özellikle yeraltı zenginlikleri bakımından dünyanın önemli bölgeleri arasında yer alır. Hazar Denizi’nin doğusunda kalan alan rezerv ve üretim bakımından önemli kömür yataklarına (Kazakistan’da Karaganda, Lenger, Bay-Konur, Ber-Chogur Aktuba ve Dağcık’da, Özbekistan’da Fergana vadisindeki Gök-Yangak ve Angren’de) sahiptir. Bölgede önemli bakır (Kazakistan’da Cezkazgan, Balkaş, Kunrad, Leninogorsk ve Bozcagöl havzaları ile Özbekistan’daki Almalık havzası), demir (Kustanay, Ayat, Sarbay, Kaçar, Atasu, Karsak, Privralsk ve Sokolovsk) ve kurşun (Kazakistan’da Altay dağları yakınlarında) yataklarına da sahiptir. Bununla birlikte, son yıllarda petrol ve doğal gaz çıkarımı giderek daha önemli olmaya başlamıştır. Hazar Denizi’ndeki büyük petrol yatakları ve Türkmenistan’ın doğal gaz rezervleri bölgenin yakın geleceğinde önemli olacaktır. Fakat Orta Asya ülkeleri, dünya ekonomisi ile bağlantı kurabilecekleri (boruhatlarını da içeren) ulaşım ağlarına şiddetle ihtiyaç duymaktadırlar.

KAFKASLAR

Kafkaslar; Genel olarak, Eski Sovyetler Birliği’nin uzak güneybatı köşesinde Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki geniş bölgeye verilen isimdir. ”Kafkasya” adı da verilen bu bölge, çok geniş bir coğrafi bölge olmamasına rağmen, dünyadaki en kompleks beşerî ve fiziki kuşaklardan birisini oluşturmaktadır. Genel olarak birbirine paralel uzanan sıradağlardan oluşan bu bölge üç bölüme ayrılarak incelenebilir:

Kuzeydeki Bozkır Bölgesi ya da Kafkasönü; Büyük Kafkas Dağları’nın kuzeyinde kalan geniş bozkırları kapsamaktadır. Önemli bir tarım potansiyeline sahipti ve tahıl tarımı yapılan alanlar geniş yer kaplar.
Büyük Kafkas Dağları; genelde kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda yaklaşık 1.200 km.’lik bir kuşak hâlinde uzanan bu büyük sıradağlar, yükseklikleri birçok yerde 5.000 m.’nin üzerinde olan çeşitli sıradağlardan oluşmaktadır (en yüksek zirve 5.642 m’ye ulaşan Elbruz Dağı’dır).
Trans-Kafkasya; Kafkasların güneyinde yer alır. Bu bölgenin güneyini Volkanik Ermeni Plâtosu kaplar; Büyük Kafkas Sıradağları ve Ermeni Plâtosu arasında da, bölge nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı subtropikal vadiler ve kıyı ovaları uzanır. Arazi Trans-Kafkasya depresyonunun ötesinde tekrar yükselerek Türkiye ve İran’a bitişik engebeli bir bölgeyi ya da Küçük Kafkaslar’ı oluşturur.

Bölgede iklim koşulları, tümüyle yüzey şekillerine bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Kafkaslar’ın büyük kısmını kaplayan dağlık ve engebeli alanlarda oldukça sert bir karasal iklim hüküm sürer. Büyük Kafkas Dağları, aynı zamanda, kuzeyden gelen kutbi hava kütlelerini de engeller. Böylece, Karadeniz’in etkileri dağlar arasında kalan oluklar boyunca bölgenin iç kesimlerine kolaylıkla sokulabilmektedir. Yüksek Kafkas Sıradağları’nın güneyi, Gürcistan’ın vadileri ve alçak kıyı ovalarında nemli tropikal iklim hüküm sürer. Bu kesimlerde yumuşak kışlar ve sıcak yazlar, eski Sovyetler Birliği’nde hiçbir bölgede bulunmayan yüksek yağış (1.250-2.500 mm.) ile birleşir. Bu nedenle, bölgenin batısında Karadeniz’i sınırlayan alçak alan, sadece sınırları içinde kaldığı Gürcistan’ın değil tüm Kafkasya’nın en yoğun nüfuslu kısmıdır.

Kafkaslar günümüzde idari açıdan 3 bağımsız cumhuriyet -Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan- ve sayıları 10’u bulan “Özerk Cumhuriyet” ya da “Özerk Yönetim Birimi”ne bölünmüş olan, yaklaşık 23 milyon nüfuslu bir bölgedir. Kafkaslar’ın beşerî coğrafyasının en önemli özelliği, nüfusun hem etnik kökenleri ve kültürel gelenekleri hem de diller ve dinler açısından dünyanın en karmaşık bölgesi olmasıdır. Bölgenin nüfusunu etnik kökenleri açısından üç ana grupta incelemek mümkündür:

Kafkasya’nın Yerli Halkları ya da Kafkas Kavimleri: Gürcüler, Çerkezler (Abhazalardahil), Lazlar, Kabartaylar, Çeçenler, İnguşlar, Batlar, Avarlar, Dovgiler, Lezgiler ve Laklar’dır.
Hint-Avrupa Kavimleri: Svanları, Ukraynalıları, Rusları ve Osetleri kapsar.
Türk Kökenliler: Azeriler ile Kıpçak Türkleri olarak bilinen Kumuklar, Nogaylar, Karaçaylar, Balkarlar ve Kafkasya Türkmenleri bölgenin Türk kökenli nüfusunu oluştururlar.

Bölge diller ve dinler açısından da büyük bir çeşitlilik sunar: Bölgenin değişik yerlerinde, birkaç yüz kişinin konuştuğu dillerden sayıları milyonları bulan büyük ulusal toplulukların konuştuğu dillere kadar çok çeşitli diller konuşulmaktadır. Bu çeşitlilik çok eski çağlara kadar uzanmaktadır. Plinius, Romalıların bölgede işlerini ancak seksen çevirmenle yürütebildiğini belirtiyordu. Arap coğrafyacılar ise bölgeye Cebel’ül-Els (Diller Dağı) adını vermişlerdi. Yine, Evliya Çelebi de Seyahatnamesi’nin 7.cildinde Kafkas Dağları hakkında verdiği ilginç bilgiler arasında özellikle bu konuyu vurgulamıştı: “... Berzi kavmi bu yüksek dağın eteklerinde oturduklarından Acem tarihçileri bu büyük dağa Berzi Dağı (Kuh-El Berz ya da Elbruz Dağı) derler. Arap dilinde ise, dağların babası anlamında Ebu’l-Cibal’dir... Berz Dağı’nın etrafında onbir adet ülke sahibi padişahlar oturur. Kendilerine mahsus yetmiş çeşit lehçeleriyle konuşurlar. Değişik lisanlı insanlardır. Birbirlerinin kelime ve tabirlerini tercümanlar vasıtasıyla güçlükle anlarlar.” Azerbaycanlılar Müslümandır. Gürcüler, Ortodoks kilisesine mensupturlar. Ermeni kilisesi (Gregoryen Kilisesi) çok eski ve bağımsız bir Hıristiyan topluluğudur. Bu başlıca geleneksek dinler yanında, çok sayıda dinsel azınlık da vardır.

Kafkaslar’ın ekonomik yapısında tarım önemli bir yere sahiptir. Belirli bölgelerde sıcak iklim ürünlerinin yetiştirildiği ticari tarım faaliyetleri yapılır; özellikle Gürcistan eski Sovyetler Birliği’nde üretilen turunçgil ve çayın % 90’ından fazlasının karşılar. Arpa, buğday, darı ve mısır gibi tahıllar diğer başlıca ürünleri oluştururlar. Kafkaslar, maden kaynakları bakımından oldukça önemli bir ekonomik potansiyele sahiptir. Petrol ve doğal gaz bölgenin en değerli doğal kaynaklarıdır. Kafkaslardaki en önemli petrol yatakları, başlıca iki alanda toplanmıştır: Birincisi, Azerbaycan’ın başkenti Bakü çevresinde Hazar Denizi’nin altında ve kıyı boyunca; ikincisi de Çeçenistan’da Grozni’de dağların kuzeyinde. Petrol kaynaklarının geliştirilmesine, üretimin arttırılmasına ve dünya pazarlarına taşınmasına yönelik projelerin uygulanmasıyla, Kafkaslar’ın dünyanın can alıcı bölgelerinden biri olması mümkündür. Ancak, özellikle petrolün taşınması ile ilgili sorunlar giderek büyümektedir. Diğer yandan, Hazar Denizi, özellikle dünya havyar (mersin balığı yumurtası) üretiminin % 90’ından fazlasını karşılayan mersin balığı yatakları ile, önemli bir balıkçılık alanıdır. Sanayi faaliyetleri ise yalnızca küçük ölçekte değişik imalât sanayileri ile sınırlıdır. Sanayi tesislerinin tamamına yakını başkentlerde ya da hemen yakınlarında yer alır; Azerbaycan’da Bakü, Gürcistan’da Tiflis ve Ermenistan’da Erivan.

4.2. Doğu Asya

Doğu Asya’nın büyük bir kısmını tek başına bir ülke -Çin- kaplamaktadır. Çin, çok farklı fiziki ve beşerî coğrafi görünümlere sahip olan çok büyük bir ülkedir. Çin bir “dağlar ülkesi” olarak adlandırılmaktadır. Ülkenin topraklarının 2/3’si dağlar, tepeler ve yüksek platolarla kaplıdır. Çin’in topografyası, genel olarak, kuzeydoğuya, doğuya ve güneydoğuya doğru yükseltisini kaybeden eğimli ya da taraçalı bir yapıya sahiptir. En yüksek “doğal taraça”, 4.000 m’nin üzerinde yüksekliğe sahip olan Tibet-Kinghai Platosu’dur. Çin’in ve Güneydoğu Asya’nın bütün başlıca nehirleri (Brahmaputra, Salween, Mekong, Huanghe/Sarı Nehir ve ÇangKiang/Yangçe) bu platodan doğar. İkincisi, ortalama yükseltileri 1.00-2.000 m olan taraçalar ve platolar tarafından şekillendirilmektedir Bunlar, kuzeyden güneye doğru, Tarım Havzası, Moğolistan Platosu, Merkezi Çin Lös Platosu, Seçuan’ın Kızıl Havzası ve Yunnan-Guizhou Platosu şeklinde uzanış gösterirler. Üçüncüsü ise büyük nehirlerin aşağı çığırlarındaki ovalar ve alçak alanlardan oluşmaktadır. Ülke nüfusunun 2/3’sinden fazlası burada yaşar; burası Çin’in tarımsal ve endüstriyel merkezidir.

Çin toprakları genelde farklı yükseltilere sahip bu bölümlerden oluşmaktadır. Bununla birlikte, adeta bir kıta büyüklüğünde alan kaplayan bu çok geniş topraklar dâhilinde, genel hatları ile birbirinden farklı 10 topografik ünite ayırt etmek mümkündür:

Tibet Yüksek Alanları,
Tiyenşan Dağları,
Moğolistan-Sincan Yüksek Alanları,
Moğolistan’ı Sınırlayan Yüksek Alanlar,
Doğudaki Yüksek Alanlar,
Doğudaki Düzlük Alanlar,
Merkezi Yüksek Alanlar,
Seçuan Düzlüğü,
Güneydeki Yüksek Alanlar,
Güneybatıdaki Yüksek Alanlar.

Çin büyüklüğündeki bir ülkede büyük sıcaklık farklıklarının ve birçok farklı iklim tipinin bulunması son derece doğaldır. Ülkenin kuzeyi ile güneyi arasındaki 490’lik enlem farkı ile batısındaki yüksek dağlar ve platolarla doğu ve güneydoğusundaki alçak ovalar arasındaki yükselti farkları iklim koşullarını büyük ölçüde etkileyen önemli faktörlerdir. Fakat asıl etkili olan, ülkenin geniş Pasifik Okyanusu ile Asya kıtasının kenarında yer alan konumudur. Başlıca iklim türlerinin dağılımı ve bunlarla ilgili yağış ve hava sıcaklığı koşulları özellikle belirgin muson mevsimine, kış ve yaz arasındaki rüzgâr terselmelerine bağımlıdır. Çin’in farklı bölgelerinde farklı yağış değerleriyle karşılaşılmaktadır: bazı istasyonlar 7.500 mm hatta daha fazla yağış alırken, bazılarında toplam yağış yalnızca 100 mm kadardır. Genelde Güney Çin nemlidir, Kuzey Çin yarı-nemlidir, ülkenin iç bölgeleri ise kuraktır. Kuzey ve Güney Çin arasındaki farklılıklar sıcaklık değerleri için de geçerlidir; Batıda yükselti nedeniyle sıcaklık düşer ve tümüyle tarımsal faaliyeti engelleyebilir; güneyde sıcaklıklar tarımsal faaliyetin tüm yıl boyunca sürdürülebileceği ve yılda iki hatta üç kere ürün alınabileceği değerlerdedir; merkezi alanlarda çoğu yerde yılda yalnızca yazın bir kere hasat yapılır (fakat kış mevsiminde de ürün alınabilen kesimler vardır).

Ülkenin kuzeyi ve güneyi arasındaki büyük fiziksel farklılıkları (özellikle klimatik) aynı zamanda bu iki bölge arasında tarımsal ve kültürel farklılıkları da beraberinde getirmiştir. Kuzey Çin’de pedokaller olarak bilinen kireç bakımından zengin topraklar bulunurken, Güney Çin pedalferler olarak bilinen kireç bakımından fakir, alüminyum ve demirin birikmiş olduğu topraklar yaygındır. Bu genel gruplandırmaya rağmen, Çin’de çeşitli toprak tipleri görülür. En verimli topraklar kuzey ve batı Mançurya’nın, güney Moğolistan’ın ve kuzey Tibet’in yarı-nemli step örtüsünün yayılış gösterdiği kesimlerinde görülürler. Güney Çin’de tarımsal alanın çoğu, taşkın ovalarının ya da deltaların genç alüvyal depoları üzerinde bulunur. Çin’de orijinal doğal bitki örtüsünün hâlâ korunduğu çok az alan (İç Moğolistan, Sincan ve Tibet’in stepleri ve çöl bitkileri, Mançurya’nın kurak otlakları ve orman alanlarının bir kısmı ve merkezi ve güney Çin’in dağlarındaki nispeten küçük ormanlık alan) kalmıştır. Büyük ölçüde ortadan kaldırılmış olan orman örtüsünü yeniden kazanabilmek (ve çölleşmeyi de önlemek amacıyla) Yeşil Kuşak olarak bilinen kitlesel bir ağaçlandırma projesi başlatılmıştır.

Çin tarih boyunca kaydedilmiş tüm bilgi ve verilerde dünyanın en yüksek nüfuslu ülkesi olmuştur (muhtemelen gelecekte de öyle olacaktır). 2010’da nüfusu 1.339.724.852’a ulaşmıştır. Üstelik bu dev boyutlardaki nüfus özellikle bazı devrelerde yüksek oranda artmıştır. 1960’larda tüm Doğu Asya ülkeleri için sorun hâline gelen büyüyen ve artış hızı yükselen bir nüfus, aşırı kalabalıklaşma korkusuna yol açmıştı. Bu dönemde ve izleyen yıllarda Çin “tek çocuk siyaseti”ni uygulamaya koydu. Çin nüfusu çok sayıda etnik gruptan oluşmaktadır; bu grupların en büyüğü, toplam nüfusun % 91.5’ini oluşturan Han’dır. Etnik azınlıklar ise 50’den fazla gruptan oluşurlar ve genellikle özerk bölgelerde ya da yönetim bölümlerinde yaşarlar.

Çin dünyada en çok nüfusa sahip ülke olmasına rağmen, ortalama nüfus yoğunluğu (km2’de 139 kişi) çok yüksek değildir ve bu ortalama yoğunluk dengeli dağılmamıştır. Bir Çin haritası üzerinde Heilonkiang Eyaleti’nin en kuzeydoğu noktasından Myanmar, Laos ve Çin’in birleştiği noktaya uzanan bir çizgi çekildiği takdirde, bu çizginin doğusunda ülke topraklarının yalnızca % 20’sinin kaldığı görülür fakat nüfusunun % 90’ı burada yaşar. Nemli bir özelliğe sahip bu alana genellikle Esas Çin denir. Çin’in nüfusunun ¾’ünden fazlası belli başlı dört akarsu havzasında toplanmıştır:

Kuzeydoğu Çin Ovası ya da diğer adıyla Liao-Songhua Havzası;
Kuzey Çin Ovası olarak anılan Aşağı Sarı Nehir (Huang He/HoangHo) Havzası;
ÇangKiyang (Yangçe) Nehri’nin yukarı ve aşağı havzaları;
Si (Batı) Nehri Havzası. Çin’in en büyük şehirleri ve sanayi alanları da buralarda yer alır. Çin bir yandan Şanghay ve Beijing gibi çok büyük şehirlere sahiptir ve nüfusun % 49.7’si (665.57 milyonu) şehirlerde yaşamaktadır, diğer yandan 674.15 milyonluk dev bir nüfus kitlesi (% 50.3’ü) hâlâ köylerde ve diğer küçük kırsal yerleşme birimlerinde yaşamakta ve geçimini topraktan sağlamaktadır.

Çin Halk Cumhuriyeti Asya’nın en güçlü ekonomileri arasındadır ve dünya ekonomisindeki rolü giderek artmaktadır. Ekonominin modernleşmesi, savaş sonrası komünist yönetim sırasındaki iç siyasal çatışmalar ve başka ülkelerle sınırlı ilişkiler yüzünden, 1970’lerin sonlarından itibaren başlamıştır. Çin, tamamen merkezî planlamaya dayalı olan ekonomisinde 1978 yılından itibaren “dışa açılma ve içerde ekonomiyi güçlendirme politikası”nın yürürlüğe girmesi ve Kültür Devriminin sona ermesiyle temel reformları gerçekleştirmeye başlamıştır: Pasifik kıyısında oluşturulan Özel Ekonomik Kuşaklar, ülkenin doğu kıyısı boyunca yer alan Açık Şehirler, Serbest Ticaret Bölgeleri ve Açık Sınır Şehirleri bunların en güzel uygulamalarıdır.

Çin’de tarım faaliyetlerinin MÖ yaklaşık 7500’de darı ve pirinç yetiştiriciliğiyle başladığı bilinmektedir; tarım ekonomideki önemini korumakta ve çalışanların % 40’ına yakını hâlâ tarımda istihdam edilmektedir. Çin’in tarımsal üretim bakımından dünyanın en önde gelen ülkesi olmasına rağmen, toplam arazisinin yalnızca yaklaşık % 15’i tarıma elverişlidir. Bu alan (dünya toplam ekilebilir arazisinin % 10’unu oluşturur) dünya nüfusunun % 20’sinden fazlasını besler; üstelik yaklaşık 1.4 milyon km2’lik bu alanın yalnızca % 1’i (116.580 km2) sürekli olarak ekilidir. Tarımsal arazi 200 milyon kadar haneye bölünmüştür, kişi başına yalnızca 0.6 hektar arazi düşer.

Çin’in ekili arazisinin yaklaşık % 75’i temel besin ürünlerine ayrılmıştır. Pirinç Çin’in en önemli tarımsal ürünüdür ve ekili arazinin yaklaşık % 25’ini kaplar; çoğunlukla Huang He’nin güneyinde, Yangçe Vadisi’nde, ZhuJiang deltasında ve Yunnan, Guizhou ve Seçuan eyaletlerinde yetiştirilir. Dünyanın en büyük tahıl üreticisi olan Çin’de “Güney Çin pirinç, Kuzey Çin buğday üretir”. Çin dünyanın en büyük buğday üreticisidir; dünya toplamının yaklaşık % 20’sini bu ülke vermektedir. Ancak, tüketiminde de önde gelen ülkeler arasında olduğu için, zaman zaman buğday satın alan dünya ülkeleri arasında yer alabilmektedir. Çin dünyanın en önemli pamuk üreticisidir. Pamuğun ülke çapın-da geniş bir yayılış alanı bulunmakla birlikte, özellikle Kuzey Çin Ovası’nın çeşitli kesimlerinde, Yangçe nehri deltasında, orta Yangçe vadisinde ve Sincan Uygur Özer Bölgesi’nde büyük öneme sahiptir. Çin’in dünya tarımındaki yerinde pamuk ve tütün de büyük öneme sahiptirler; dünya pamuk üretiminin % 40’ını ve tütün üretiminin % 43.4’ünü karşılamaktadır.

Sanayi faaliyetleri büyük bir hızla gelişmektedir; Çin, sanayi üretiminde 1990’da dünyanın ilk on ülkesi arasında 9. sırada alırken 2002’de dördüncü ve 2011’in sonunda da ilk sıraya yükselmiştir. Gelişme yolunda kaynaklarını büyük bir hızla tüketmektedir; maden kömürü, demir cevheri, bakır, kalay, çinko, boksit, tungsten ve antimon çıkarımında dünya toplamının önemli bir kısmını tek başına karşılamakta ve dünya ham petrolüretiminde ilk beş ülke arasında yer almaktadır. Ayrıca, dünya primer enerjisinin % 50.4’ünü üreten ilk beş ve % 40’ından fazlasını tüketen ilk üç ülke arasında yer almaktadır. Elektrik enerjisinde ise dünya toplamının yaklaşık % 17’sini tüketmekte ve tüketimini daha da arttırmaktadır. Günümüzde termik, hidroelektrik ve nükleer enerji sektörleri tüm sanayi sektörlerinin en hızlı büyüyenleridir; hidroelektriküretimi termik elektrik üretiminin yaklaşık 1/5’i kadar olmasına rağmen, Çin dünyada en çok hidroelektrik üreten ülkedir ve büyük baraj projelerine imza atmaktadır. Bunların en büyüğü Üç Boğaz Barajı’dır. Çin, dünyada avlanan balık ve diğer su ürünlerinin uluslararası ticaretinde de başta gelen ülkeler arasındadır. Ulaşım faaliyetleri de son yıllarda hızla gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. En önemli ulaşım sektörü olan demiryoludur; dünya demiryollarının ve yüksek hız hatlarının dağılımına bakıldığında, sırasıyla üçüncü ve ikinci sırada yer almaktadır.

Çin’in farklı coğrafi görünümler sunan çok geniş toprakları, her biri çeşitli alt bölgeleri de içeren, başlıca dört bölgeye ayrılmaktadır: (

Doğu Çin’in dağlık alanları ve akarsu havzaları ile Kuzeydoğu Çin; coğrafi görünüme, Pasifik Okyanusu’na dökülen üç büyük nehrin (Huang He, ÇangKiang/Yangçe) ve Si/Batı) havzaları egemendir. Aynı zamanda vadileri, ovaları ve soğuk Kuzeydoğu bölgesini de kapsar. Doğu Çin, genellikle AsılÇin olarak adlandırılır; burası çok büyük nüfus kümeleri, yoğun bir şekilde ekilip biçilen toprakları, sayısız köyleri ve kalabalık şehirleri ile “Gerçek Çin”dir.
Moğolistan Platosu (Moğolistan Stepleri); Asıl Çin ile Moğolistan arasındaki geçiş zonundan oluşur. Fiziki coğrafya açısından, bölge, büyük ölçüde geniş Gobi Çölü çanağının güney kenarını kaplamaktadır. Aynı zamanda, İç Moğolistan Özerk Bölgesi’nin toprakları ile denk düşmektedir.
Kinghai-Siang’ın (Tibet) yüksek platoları ve dağları; Çin topraklarının yaklaşık ¼’ünü kaplar ve Tibet Özerk Bölgesi ile komşu eyaletlerin kenar kesimlerini içine alır. Dünyanın en yüksek ve karlarla kaplı dağ sıraları ile yüksek platoları burada yer alır.
Sincan’ın çölleri; Kuzeybatıda, Rusya Federasyonu sınırındaki uzak ve izole Sincan’dır; günümüzde Sincan-Uygur Özerk Bölgesi olarak bilinmektedir. Sincan Tiyenşan Dağları ile ayrılmış iki çok büyük havza (Tarım Havzası /Taklamakan Çölü ve Çungarya Havzası) ile daha küçük birkaç havzayı kapsamaktadır.

Japonya; Asya’nın doğu kenarı boyunca, bir yay oluşturacak şekilde kuzeydoğudan güneybatıya doğru uzanan dağlık bir takımada grubu üzerinde yer almaktadır. Dört büyük ada Japonya’nın % 97’sini kaplar: En büyükleri merkezde yer alan Honşu’dur. Bu ada ülkenin ekonomik çekirdeği ve anakarasıdır. Diğer büyük adalardan Hokkaido kuzeyde, Şikoku ve Kyuşu güneybatıdadır. Honşu, Şikoku ve Kyuşu arasında İç Deniz uzanır; burası Japonya’nın ekonomik ve kültürel anacaddesidir.

Japon adalarının genel topografik kalıbını hafif engebeli tepelik alanlar, yüksek ve engebeli dağlar ve dağların denizlere bakan kenarlarında yer alan küçük ve birbirinden uzak ovalar oluşturur. Aslında Japonya’nın fiziki yapısı iki temel özelliğe sahiptir: “adasallık” ve “düz alanların sınırlı oluşu”. Ülkenin toplam arazisinin 3/4’ünü dağlar kaplar. Adalar o kadar genç bir topografyaya sahiptir ki, yamaçlar alışılmadık bir şekilde dik ve zirveler sivri uçludur. En büyük ve en önemli ovalar Honşu Adası’nda yer alır; ancak en genişleri olan Kanto/Tokyo Ovası bile yaklaşık 13.000 km2 alan kaplar. Japonya bu dağlık yapı dâhilinde çok sayıda (200’ün üzerinde) volkana sahiptir.

Japon adaları, aynı zamanda dünyanın sismik açıdan en aktif bölgelerinden birisi üzerinde de yer alırlar. Japonlar için en büyük potansiyel tehlike depremlerdir. Japonlar her 20-30 yılda bir yaşadıkları mekânı yeniden inşa etmeye alışkındırlar. Onları buna adaların Pasifik levhasının dünyanın tektonik açıdan en aktif kesimlerinden birisini oluşturan sınırı üzerinde -Pasifik Ateş Çemberi’nde- yer almaları zorlar. Japonya’yı etkileyen depremlerin bir kısmı çöken Pasifik levhasının iç kısmında gerçekleşirler. Mantonun aşağıya doğru hareket eden levhaya direncinin oluşturduğu çeşitli iç kuvvetler tarafından üretilen bu depremlerin odağı derinde (genellikle yüzeyden 150 km kadar aşağıda) yer alır. Pasifik ve Filipin levhalarının birbirine yaklaşması ile ilişkili depremler ise daha sığ bir odağa sahiplerdir. Bu depremler iki levhanın birleşme yerinde, Pasifik levhasının Filipin levhasının altına girdiği zon üzerinde (burada Filipin levhası bir kemer şeklini alır) ya da yakın zonlarda gerçekleşirler. Japon adaları dâhilinde yer alan başlıca sismik zonlar şunlardır: Kıta şelfi, Japon Denizi kıyısı, İç Deniz’in batısı, Biwa Gölü’nün ötesinde Osaka’dan Tsuruga’ya uzanan hat, Kuzey Kyuşu’dakiNasu volkanik zincirini izleyen hat, Fossa Magna ve FujiZonu ve Hokkaido’dakiİshikari Depresyonu. Fakat sarsıntılardan en çok etkilenen bölge, kıyının Avrasya levhasının kenarına yakın olması nedeniyle, güney-merkezi Honşu’dur

Ülkenin iklimini kıtasal ve denizsel etkilerin karışımı belirler: adaların Asya’nın Pasifik Okyanusu’na bakan doğu kıyısındaki lokasyonu, büyük enlemsel uzanışları (310 kuzey ve 450 güney enlemleri arasında yer alırlar), yüzey şekillerinin karmaşıklığı ve 3.000 m’nin üzerindeki yükselti farklılıkları, iklim koşullarında büyük çeşitliliklere yol açarlar. Bununla birlikte, Japonya’nın iklimini belirleyen tüm etkenlerin en önemlisi musonal hava kütleleridir. Sıcaklıklar genel olarak kuzeyden güneye gidildikçe yükselir. Gerçek bir kurak mevsim yoktur, yağış bol ve tüm yıl boyunca ürün yetiştirilmesi için yeterlidir. Topraklar genelde düşük bir verimlilik düzeyine sahiptir. Fakat diğer Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi, Japonya’da da genç alüvyal topraklar çok yüksek bir değer taşırlar; nüfusun taşkın ovaları ve deltalarda yoğunlaşmasının en büyük nedenlerinden birisi bu verimli toprakların varlığıdır. Bitki örtüsünün en önemli özelliği, farklı enlemlerde ve daha sıcak bölgelere özgü birçok elemanı da içeren, büyük bir çeşitlilik (palmiyeler ve orkidelerden akçaağaç ve çamlara kadar) sunmasıdır. Genelde kuzeyden güneye doğru kuşaklar hâlinde uzanan üç genel orman kuşağı belirlenmektedir: Kuzey ve Doğu Honşu’da yayılış gösteren “boreal ormanlar”; Güneybatı Hokkaido ve Honşu’nun kuzeyi ile daha güneydeki belirli yüksek alanlarda “ılıman ormanlar”, Honşu’da, yaklaşık Tokyo Ovası’nın bulunduğu enlemde deniz seviyesine kadar inen ve ülkenin güneybatısındaki alçak yamaçları ve ovaları kaplayan subtropikal ormanlar.

Japonya’nın nüfusu 127 milyonu (2010’da 127.4 milyon) aşmıştır. Nüfusu hızla artmamasına rağmen, yapısındaki ve dağılışındaki değişimler sosyal ve ekonomik içerikleri açısından büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Japonların nüfus kontrolü deneyimleri en olgun başarı –belki de aşırı başarı- örneği olarak görülmektedir. Doğum oranındaki ve daha sonra da nüfus artış oranındaki düşüşler artık alarm vermektedir. Ortalama ömür uzamıştır, fakat nüfus hızla yaşlanmaktadır. Japonya’da nüfusun dağılışı yüzey şekilleri ile yakından ilişkilidir. Düzlük ve verimli topraklara sahip olan alanlar ile alüvyal ovalar yoğun nüfuslanmışlardır. Böylece, nüfus, Tokyo Ovası’ndan güneye –Osaka’ya doğru uzanan ve İç Deniz ile kuzeybatı Kyuşu’nun her iki kıyılarını da içeren düzensiz bir kuşakta, ülkenin Pasifik kıyısı boyunca yoğunlaşmıştır. Japonların % 78.9’u şehirlerde yaşamaktadır. Bu ülkede şehirleşmenin en çarpıcı özelliği, şehirsel nüfusun ülkenin küçük bir kısmında, batıda Kitakyuşu/Şimonoseki’den doğuda Tokyo’ya kadar uzanan çekirdek alan üzerindeki şehirlerde yoğunlaşmış olmasıdır.

Japonlar doğal çevre koşullarının olumsuzluğun, adaların oldukça küçük bir alan kaplamasına ve kaynakça fakir olmalarına rağmen ekonomik mucizelerini gerçekleştirmişlerdir. Ekonomide görülmemiş büyüme oranlarına erişilmiş, bu da sanayi faaliyetlerindeki hızlı gelişmeye dayanmıştır. Sanayi faaliyetleri belirli alanlarda yoğunlaşmıştır: Kanto Ovası (Tokyo, Yokohama, Kawasaki), Kansai kesimi, Nagoya, Kitakiyuşu, Niigata, Toyoma ve Muroran. Japonya’nın % 16’sında tarım yapılabilmektedir. Bir yandan tarım alanları başka kullanışlara sahne olurken diğer yandan da daha önce elverişli olmayan alanlarda tarım faaliyetleri hızla yaygınlaşmaktadır. Bununla birlikte, yetiştirilen ürünler çoğaltılmış ve verimde önemli artışlar sağlanmıştır.

Japonya, büyüklükleri, gelişmeleri ve fiziksel yapıları bakımından birbirinden farklılıkları büyük fakat kendileri küçük olan bölgelerden oluşmaktadır:

Hokkaido; Japonya’nın en kuzeyde yer alan adasıdır.
Tohoku; Honşu’nun kuzeyinde yer alan ve güneydeki çekirdek alan ile kuzey sınır bölgesi arasında geçiş zonunu oluşturan bölgedir.
Merkezi ve Güneybatı Japonya; Ülkenin nüfusu, tarım ve sanayi faaliyetlerinin çok büyük kısmının toplandığı subtropikal kalbidir.

Doğu Asya’nın doğusundaki Kore Yarımadası iki ülke tarafından paylaşılmaktadır. Kore 1910-1945 yılları arasında yaşanan Japon işgali altında kalmış, daha sonraSovyetler Birliği ve ABD kuvvetleri adaya çıkartma yapmış, kuzey ve güneyin farklı siyasal rejimleri benimsemesi ve Kore Savaşı’nın ardından Kuzey ve Güney Kore olmak üzere ikiye bölünmüştür.

Kuzey Kore (resmî adıyla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti); Topraklarının yaklaşık % 80'i dağ sıralarından ve platolardan oluşur. Ülkenin kuzeydoğusunu ortalama yüksekliği 1.000 m'yi bulan Kema Platosu kaplar; platonun kuzey kenarında ülkenin en yüksek noktası Pektu Dağı (2.774 m) yükselir. Orta kesimden ise kuzey-güney doğrultusundaki Nangim Dağları geçer. Bu dağlardan güneybatıya doğru birbirine paralel dağ sıraları uzanır. Aralarındaki geniş akarsu vadileri, Pyongyang ve Çeryang kıyı ovalarıyla birleşir. Bu kıyı ovaları (özelikle Pyongyang) ülkenin en yoğun nüfuslu kesimlerini oluştururlar. Kuzey Kore’nin nüfusunun (22.8 milyon) eşitsiz dağılışı dışındaki bir diğer önemli özelliği de etnik açıdan son derece homojen bir yapı göstermesidir (% 99.8'ini Koreliler oluşturur).

Kore Yarımadası’nın güney bölümünde ise Güney Kore yer alır. Güney Kore’nin arazisinin büyük kısmı dağlıktır ve tarıma elverişli değildir. Daha çok ülkenin batısında ve güneybatısında yer alan düzlükler toplam alanın % 30 kadarını oluşturur. Güney Kore başlıca dört bölgeye ayrılır:

yüksek dağlar ve dar kıyı ovalarıyla kaplı doğu bölgesi;
geniş kıyı ovaları, nehir havzaları ve yuvarlanmış tepelerden oluşan batı bölgesi;
dağlar ve vadilerle kaplı güneybatı bölgesi;
Nakdong Nehri’nin geniş havzasının egemen olduğu güneydoğu bölgesi.

Kuzey Kore gibi Güney Kore’nin nüfusu (48.9 milyon) da etnik yapı ve konuşulan diller açısından homojendir. Nüfusun büyük kısmı (% 85 kadarı) şehirlerde yaşar. Güney Kore “Asya’nın Kaplanları” olarak adlandırılan ve 1060’lardan beri dünyanın ekonomisi en hızlı büyüyen ülkelerinden birisidir. Ekonomisi büyük ölçüde uluslararası ticarete bağlıdır; dünyanın 6. en büyük ihracatçısı ve 10. en büyük ithalatçısıdır.


Moğolistan; Doğu Asya’nın kuzeyinde yer alır. Moğolistan 1911 yılında Çin’in Mançu Hanedanı'nın yıkılışı sırasında bağımsızlığını ilan etmiş, fakat bağımsızlık mücadelesi 1915’e kadar sürmüştür. Kore gibi Moğolistan da ikiye bölünmüştür. İç Moğolistan Çin’in hâkimiyetinde bir özerk bölge hâline getirilirken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Dış Moğolistan’da Moğolistan Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve Moğolistan 1945’te bağımsızlığını ilan etmiştir. Moğolistan 1.564.116 km2 yüzölçümü ile dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesi, fakat (2.8 milyon) aritmetik yoğunluklar açısından en seyrek nüfuslu ülkedir.

Moğolistan dağlık bir ülkedir. Dağlar kuzey ve batıda geniş alan kaplar (ortalama yükseltisi 1.580 m), güney ve güneydoğusunda ise Gobi Çölü yer alır. Ülkenin büyük kısmında yağışın az olduğu ve büyük sıcaklık farklılıklarının görüldüğü sert bir karasal iklim hüküm sürer. Ülkenin en büyük şehri başkent Ulanbator’dur ve toplam nüfusun % 38'i bu şehirde yaşar. Moğolistan hızla şehirleşmektedir; şehirlerde yaşayan nüfusun oranı günümüzde % 60’ı geçmiştir. Geri kalanın büyük çoğunluğu (% 30 kadarı) geniş alanlar kaplayan bozkırlarda göçebe gruplardan oluşur. Bu büyük ülkede tarımsal alan kısıtlıdır; 1990’dan sonra ekonomik yapıda önemli değişiklikler görülmesine rağmen, devlet çiftlikleri tarımsal (özellikle buğday yetiştiriciliğinde)üretimdeki önemlerini korumaktadırlar. Gelişmekte olan sanayi faaliyetleri Ulanbator ve yeni kurulan Darhan’da yoğunlaşmıştır. Moğolistan bakır, maden kömürü, tungsten, molibden, altın ve kalay gibi yeraltı kaynaklarına sahiptir; Erdenet’de yer alan bakır yatakları Asya’nın en önemli bakır yatağıdır (dünyada da ilk on sırada yer alır).

4.3. Güneydoğu Asya

Güneydoğu Asya’da çevresel faktörler yaşam ile arazi arasındaki ilişkinin anlaşılıp yorumlanmasında çok önemli bir role sahiptirler. Bölgenin Asya anakarası üzerinde kalan bölümü engebeli bir topografik yapıya sahiptir. Bölgenin kuzeyinde, Himalaya Dağları’nın doğu ucu güneye doğru keskin bir açı ile kıvrılarak bölgeye girer ve kuzey-güney doğrultusunda uzanan dağ sıraları şeklinde uzanır. Bunların en batıda olanı Arakan Sıradağları’dır ve Burma-Hindistan sınırını oluşturur. Daha doğudaki ikinci dağlık sırayı, Burma ile Tayland arasındaki sınırı belirledikten sonra Malay yarımadasına doğru uzanan dağlar oluşturur. Anakara üzerindeki üçüncü dağ sırası Annam Sıradağları’dır; dördüncü dağ sırası da, güneydoğuya doğru yönelerek Vietnam’ı Çin’den ayıracak şekilde uzanmaktadır.

Bu yüksek alanlar tarafından çevrelenmiş olan vadilerde, Güneydoğu Asya’nın büyük nehirleri uzanır: Burma’nın Irravadi ve Salven nehirleri, Tayland’ın ÇaoPhraya nehri, Kamboçya ve Vietnam’ın Mekong nehri ve Vietnam’ın Kızıl nehri. Kıtasal Güneydoğu Asya’nın bu büyük nehirleri bazı benzer özelliklere sahiptirler: Binlerce kilometre uzunluktadırlar (örneğin Irravadi ve Salven 2.250 km’den uzun, Mekong 4.160 km); yukarı yataklarında oldukça dardırlar ve az sayıda kola sahiptirler; denize doğru aktıkları kısımlarda, normal durumun tersine olarak, oldukça genişlerler ve suları bollaşır; şiddetli muson yağışları nedeni ile çok miktarda su taşırlar; jeolojik şartların kontrolündedirler -örneğin, Salven ve Kızıl nehirlerin aktığı yapısal çukurlar bunun en belirgin ve kuvvetli delilidirler; Salven dışında hepsi çok geniş bir deltaya sahiptir. Deltaların çoğu her yıl 45-90 m arasında (Irravadi ve Mekong 60 m) denize doğru ilerler. Güneydoğu Asya’nın iç kısımları, depremlerin görülmediği ve temelini eski kütlelerin oluşturduğu artık dengeye oturmuş bir alandır. Güneydoğu Asya’da 3 tip arazi şekli görülmektedir: Genç tektonik ya da volkanik dağlar, parçalara ayrılmış peneplenler (Burma’da Şan Plâtosu, Tayland’da Korat Plâtosuve Kamboçya’da Kamboçya Fincan Tabağı olarak adlandırılan alçak bölüm) ve daha yakın geçmişe ait alüvyal ovalar.

Güneydoğu Asya’nın iklimi yaz ve kış musonlarının bir ürünüdür. Yaz aylarında, güneybatıdan esen muson rüzgârları (yaz musonları) bölgenin üzerini yoğun bulutlarla kaplar ve yoğun yağış (bazı yerlerde 5.000 mm) bırakırlar. Kış aylarında ise, daha kuru ve daha soğuk olan kuzeydoğu yönlü musonlar (kış musonları) bu yöne bakan yamaçlar haricinde, daha az yağmur bırakırlar. Bölge genelinde sıcaklıklar her zaman yüksektir ve beşerî faaliyetler üzerindeki etkisi de (yalnızca ayrı bir soğuk mevsimin görüldüğü Kuzey Vietnam dışında) sınırlıdır. Asya’nın hiçbir kısmında sıcaklıklar yıl boyunca Güneydoğu Asya’da olduğu kadar birbirine yakın değildir. Ekvatora yakın kısımlarda ve deniz seviyesinde, ortalama aylık sıcaklıklar arasındaki fark yalnızca 2-3 derecedir. Buna karşılık günlük sıcaklık farkları çok daha büyüktür (örneğin Singapur’da gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı 220C’ye kadar çıkar).

Güneydoğu Asya’da bitki örtüsü (beşerî faaliyetin yoğun olduğu deltalar, kıyılardaki alçak alanlar ve alüvyal vadiler dışında) yağış rejimine bağlı olarak değişmektedir. Bölgede yağışın (2.000 mm’nin üzerinde) ve nemin bol olduğu yerlerde son derece yoğun ve her zaman yeşil tropikal yağmur ormanları, yağışta musonlara özgü değişikliklerin görüldüğü yerlerde tropikal ormanlar kadar sık olmayan ve yapraklarını döken muson ormanları uzanır. Muson ormanları özellikle kereste elde edilmesinde önemli bir yeri olan tik (teak) ağacının yetişme alanlarıdır. Bölgede kauçuk, hindistan cevizi, hurma ve kapok ağaçları ile çay ve kınakına gibi türleri kapsayan suni ormanlar da oluşturulmuştur. Orijinal ormanlarının tahrip edildiği yerlerde ise bunların yerini “imperata” çayırları almıştır; ayrıca turbalıklardaki bataklık ormanlarına ya da bazı yerlerde kıyıları sınırlandıran mangrov ormanlarına kadar içlerinde binlerce türün barındığı çok daha değişik formasyonlar da görülmektedir. Güneydoğu Asya’da üç 3 toprak tipi görülmektedir: Volkanik topraklar (bazik karakterdekiler pirinç tarımı için son derece önemlidir), lateritler (daha çok Tayland’ın doğusu, Kamboçya ve Borneo’da) ve alüvyal depolar.

Güneydoğu Asya’nın nüfus dağılış kalıplarının kuzey ve batıdaki dev komşularından farklı olmasına ve bölgenin göçmenlerin oluşturduğu dalgalardan etkilenmemesine neden olan faktörler başlıca iki grupta toplanmaktadır. Birincisi, bölgenin sınırları boyunca iç kısımlara ulaşmayı engelleyen doğal engeller vardır. Batıda kuzeydoğu Hindistan’la kuzeybatı Myanmar arasındaki sınır boyunca uzanan ve yoğun ormanlarla kaplı dağlar ve tepeler önemli bir engeldirler. Myanmar’ın kuzeyinde haşin ve ürkütücü Tibet bulunurken, ülkenin kuzeydoğusu ve Laos’un kuzeyini yüksek Yunnan Plâtosu kaplar. Bölgeye girişin nispeten kolay olduğu tek yer, Güneydoğu Çin yolu ile Vietnam’a geçiştir. Gerçekten de bu geniş yol boyunca önemli miktarlarda göç ve bağlantılar gerçekleşmektedir. Ayrıca bölgenin kendi içinde de bağlantı kurmayı güçleştiren engeller vardır. Bölge içinde kuzeyden güneye doğru uzanan paralel sırtlar, verimli vadiler arasındaki doğu-batı doğrultulu ilişkileri önemli ölçüde engellemektedir. bölgede tarım şartlarının sınırlı olmasıdır. Bölgenin çoğu beşerî yerleşmeler üzerinde etkili olan tropikal yağmur ormanları ile kaplıdır. Musonal yağmur rejimleri ile savan ikliminin görüldüğü kısımlarda da tarım üzerinde etkili olan birçok sınırlayıcı etken vardır: toprakların genellikle kuvvetli yağmurlarla aşırı derecede yıkanmaları, yüksek buharlaşma oranları, uzun kuraklıklar, düşük verimlilik, yağmurun emilmeden toprak üstünde kalmasıyla ilgili yüksek oranlar ve erozyonla ilgili sorunlar. Fakat yüzyıllardır bu şartlar altında tarım yapan bir Güneydoğu Asyalı köylü çiftçi için, tüm bunlar “hiçbir şey”dir.

Güneydoğu Asya’da nüfusun en belirgin özelliği eşit dağılmamasıdır. Bölgede nüfusun yoğunlaştığı alanların başında başlıca nehirlerin alüvyal topraklardan oluşmuş vadi ve deltaları gelir. Bu alanlarda nüfus yoğunlukları kilometrekarede 500’ün çok üzerindedir. Myanmar’da Tibet sınırının yakınından doğan ve Andaman Denizi’ne döküldüğü yerde bir delta oluşturan Irravadi, Tayland’da ülkeyi bir uçtan diğerine kat eden ve Tayland Körfezi’ne dökülen ÇaoPraya, Güney Vietnam’da Çin içlerindeki yüksek dağlardan doğan ve tüm Hindiçin yarımadasını geçen Mekong nehri ile Kızıl nehrin deltaları Güneydoğu Asya’nın anakarada kalan kısmında en yoğun yerleşilmiş alanlardır. Özellikle Vietnam’daki Tonkin ovası en yoğun nüfuslu alanlardan birini oluşturur. Bölgede volkanik toprakların bulunduğu alanlar da alüvyal topraklar üzerindekine benzer nüfus yoğunluklarına sahiplerdir. Daha çok takımadalarda -Selebes (Sulawesi) adasının güneyinde, Sumatra’nın bazı kıyı kesimlerinde, Filipin adalarının bazılarında ve özellikle Cava ile Bali adalarında- derin, koyu renkli ve zengin volkanik toprak formasyonlarının tarımsal faaliyetler için çok uygun şartlar sunduğu alanlar son derece yoğun nüfuslanmışlardır. Bunlar arasında Cava adası en çok dikkat çekenidir. Adadaki sayısız volkanların 17 tanesi aktiftir ve bu volkanlardan çıkan küllerle toprak sürekli doğal olarak gübrelenir. Örneğin, 1962’de Bali’deki GunungAgung volkanı patladığında büyük miktarlardaki kül Cava’da 2 mm kalınlığında bir tabaka hâlinde depo edilmiş, yollar ve çatılar 3 aydan fazla küller altında kalmış ve çiftçiler bu külleri sepetlerine doldurarak tarlalarını gübrelemişlerdi. Adanın verimli volkanik toprakları üzerinde 120 milyon kişi yaşar -bu tüm Endonezya adalarında yaşayan nüfusun yaklaşık 2/3’ü ve tüm bölge nüfusunun 1/4’ü kadardır. Bölgenin nüfus dağılım haritası incelendiğinde, Malaya yarımadasının batı kıyısı boyunca yayılış gösteren, fakat ne alüvyal ne de volkanik topraklarla ilişkili olmayan nispeten yoğun nüfuslu bir kuşak göze çarpar. Bu, Güneydoğu Asya’da nüfusun toplanma alanları için üçüncü bir kaynağı gösterir: plântasyon ekonomisi. Gerçekten de Avrupalıların bölgeye tanıttığı plântasyonlar hiçbir yerde Malaya’da olduğu kadar ekonomik coğrafyayı değiştirmemişlerdir. Kuşkusuz modern Malezya’nın plântasyon ekonomisi olmaksızın bu derece yoğun nüfuslanmış bir çekirdek alan olarak gelişebileceğini söyleyebilmek güçtür. Güneydoğu Asya’da özellikle yağmur ormanları ile kaplı olan yüksek alanlar nüfusun en seyrek olduğu kısımlardır. Geniş alanlar kaplayan ormanlık alanlar, daha önce tarımsal faaliyet için açılmış bir alanın yeniden kendine gelebilmesi ve ıslah edilebilmesi için yıllar boyunca terk edilmesi gerektiğinden, yalnızca dağınık ve az sayıdaki nüfusu besleyebilmektedirler. Geçime dayalı göçebe tarımsal faaliyetlerin hâkim olduğu bu alanlarda, bazen avcılık ve toplayıcılık gibi faaliyetler geçim tarımına eşlik etmektedirler.

Bölge nüfusunun çoğunluğu kırsal alanlarda yaşar. Tarımsal yerleşmelerin en ortak şekli toplu ya da çekirdekleşmiş köylerdir. Fakat bunlar farklı tip (örneğin Merkezi Burma’daki surlu köyler) ve büyüklüklere (örneğin Merkezi Tayland’daki köyler büyük, Endonezya’da Cava ve Sumatra’da ya da kıtasal Güneydoğu Asya ve Kalimantan’ın yüksek alanlarındaki köyler ise daha küçük tiplerini oluştururlar) sahiplerdir. Şehirler ise bölgenin bir ucundan diğerine benzer arazi kullanılış kalıpları sergilemektedirler:

hepsi hızlı bir nüfus artışına sahne olurlar;
varlıkları son derece azalmakla birlikte, yabancılar hâlâ şehirlerin ticari yaşamlarında karar verici rol oynamaktadırlar.
büyük kıyı şehirleri hem başlıca limanlar olarak dış ticaret ve denizcilik faaliyetlerine hizmet verirler hem de iç kısımlardaki toplama-dağıtma faaliyetleri için de birer merkez hâline dönüşmüşlerdir.
hepsi birbirine benzer şehir içi arazi kullanılış kalıpları sergilerler. Bölge ülkelerinin hemen tümünde şehirsel nüfusun büyük bir kısmı “başlıca şehir”de (ya da “primate city”de) yaşamaktadır.

Güneydoğu Asya’da üç tarımsal sistem yaygındır:

Göçebe tarım faaliyeti; Vietnam ve Laos’da Annam Sıradağları, Tayland’ın doğusu, Burma’daki dağlık alanlar, Kalimantan (Borneo), IrianJaya, Sumatra’nın büyük kısmı ile Malay yarımadasının doğusunda ormanlarla kaplı yüksek alanlarda yaşayan kabile gruplarının önde gelen ekonomik faaliyetidir. Ağaçların kesilip yakılmaları ve bunların külleri ile toprağın verimliliğinin arttırılmasına dayanır; verim ya da alınan ürün miktarı azaldığında da bu alanları terk edilir ve başkan bir yerde aynı döngü tekrarlanır. Fakat çevre üzerindeki etkileri (özellikle ormanların tahribi) konusunda önemli tartışmalar bulunmaktadır.
Sulamalı pirinç tarımı; bölgede tarımsal faaliyetin en ortak ve en yaygın şeklidir. Delta ovaları, vadiler ve taraçalandırılmış yamaçlar gibi yoğun olarak ekili alanların çok büyük kısmında sulamalı pirinç tarımı (paddy) yapılmakta ve bölge dünyanın pirinç üretim (Güney Asya ile birlikte % 90’ın fazlası) merkezi olarak görülmektedir.
Plântasyon Tarımı; bu ticari tarım türü bölgede Avrupalılar tarafından başlatılmıştır. Günümüzde en önemli ürünler kauçuk, palmiye yağı, kahve, çay, tütün ve hindistan cevizidir.

Güneydoğu Asya farklı özellikler sunan ormanlarında çeşitli kaynaklara sahiptir. Bölgede geniş yayılış gösteren tropikal yağmur ormanlarından elde edilen kereste ürünleri (tik, abanoz, sandal ve daha çok Filipinler’e özgü maun) ülkelerin çoğu için büyük öneme sahiptir. Özellikle Malezya, Endonezya, Filipinler, Myanmar, Tayland ve Vietnam’da ormanlardan faydalanma ekonomik yapıda büyük öneme sahiptir. Bölge, diğer yandan, aralarında metal madenler ve fosil yakıtların da bulunduğu, bazı önemli maden kaynaklarına da sahiptir. Bu kaynakların en çok bilineni, başlıca üretim kuşağının Malay Yarımadası ve komşu adalarda yer aldığı kalaydır. Ayrıca bakır (Filipinler’in kuzeyinden başlayarak Moluk Adaları’na ve Yeni Gine’de Bougainvill’e kadar uzanan alanda), nikel (Endonezya ve Filipinler’de yoğunlaşmıştır), demir (Malaya ve Filipinler’de) ve petrol (Endonezya, Malezya, Brunei, Myanmar, Tayland, Vietnam ve Filipinler’de) yatakları da bölgesel öneme sahiptir. Güneydoğu Asya’da sanayi faaliyetleri ise sömürge döneminde gelişmeye başlamış ve 20. yüzyılın son çeyreğinde bu gelişme kuvvetlenmiştir.

4.4. Güney Asya

Güney Asya başlıca beş bölgeye ayrılabilir:

Hindistan;
batı, Pakistan’da odaklanır;
doğu, Bangladeş’te odaklanır;
güneydeki adalar –Sri Lanka ve Maldivler ve
Keşmir’den Nepal ve Bhutan’a kadar olan kuzeydeki dağlık alan.

Fizyografik bölgeler açısından bakıldığında ise, açıkça kendisini belli eden üç büyük bölge ayırmak mümkündür:

Kuzeydeki Dağlık Alan: Kuzeybatıdaki Hindu Kuş ve Karakurum sıradağlarından başlayıp ortada kalan Himalayalarla uzantısını Bhutan’daki dağ sıralarına ve en doğudaki Hint eyaleti ArunaçalPradeş’e kadar sürdürür. Fakat bölgenin en büyük ülkesi Hindistan’da asıl ağırlığını hissettiren bu alt-bölge değil, aşağıda ele alınan diğer iki bölgedir.
Akarsu Havzalarının Düzlükleri: Çoğu kez genel bir adla “Kuzey Hindistan Ovası “olarak da anılan bu kuşak:
Pakistan’ın aşağı İndus vadisinden (bu alan Sind olarak bilinir) başlar, daha sonra
Hindistan’da Ganj nehri vadisinin yarattığı geniş ovayı içine alır ve doğuda
Bangladeş’te Ganj ve Brahmaputra’nın birleşerek yarattığı büyük çifte deltaya doğru doğuya uzanır.
Güney Platosu: Hindistan yarımadası, esas olarak, dev DekkanPlatosu’nun egemen olduğu bir alandır. Dekkan (“Güney” demektir) doğuya doğru eğrilmiş ve bu yüzden de en yüksek kesimleri batıda yer almıştır. Dekkan’ın kuzeyinde başka iki plato daha uzanır: Batıda Merkezi Hint Platosu ve doğuda da Chota-Nagpur Platosu. Bu platonun kenarları aynı zamanda da Gatlar denilen (sözcük olarak anlamı tepeler –bir başka anlamı da merdivenler) dağlarla belirlenmiştir ve Gatlar oldukça dar kıyı ovalarına doğru inerler.

Doğu Asya ülkeleri 1.5 milyara yaklaşan toplam nüfuslarıyla dünyanın en büyük iki toplanma alanından birisini (diğeri Doğu Asya) oluşturmaktadırlar. Güney Asya, aynı zamanda da, dünyanın bilinen en eski medeniyet-kültür ocaklarından birisidir ve daha sonra Britanya sömürge imparatorluğunun da köşe taşlarından birisi olmuştur.

Güney Asya olarak ayrılan bölgede yer alan ülkelerin kendilerinin başka yerlerden ayırt edilmelerini sağlayan özellikleri vardır ve bunların bazıları oldukça çarpıcıdır. Kısaca özetlemeye çalışarak bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

Nepal, Dünyanın Tek Hindu Krallığı’ydı –28 Mayıs 2008’de “Cumhuriyet” hâline gelmesine karar verildi. Bununla birlikte, önemli fiziki coğrafya özellikleri de vardır: Bunların başında da yükselti gelir: en alçak nokta 70 m’de başlar ve çok kısa bir mesafe içinde en yüksek nokta 8,850 m’deki Everest Tepesi’ne tırmanır. Dünyanın en yüksek 10 zirvesinden 8’i burada yer alır; “Üçüncü Kutup” denilen Everest de burada alır. Diğer dağların büyük kısmı yine 8.000 m’nin üzerindedir.

Bhutan, Dünyanın Tek Budist Krallığı’dır. Küçük Bhutan Krallığı bir yüksek dağlar ve derin vadiler ülkesidir. Güneyde Hindistan sınırında 12 ile 16 km arasındaki genişlikte Duars denilen dar bir alçak alan, bir ova uzanır. Kuzeyde İç Himalayalar denilen yüksek dağlar geniş ve derin vadilerle parçalanmış durumdadır. En uzak kuzeyde ise Büyük Himalayalar burada da 7.000 m’nin üzerinde yükselirler. Yüzyıllarca dış dünyadan yalıtılmış olarak kalmış; krallık hiçbir zaman yabancı istilasına uğramamış ya da başkaları tarafından fethedilmemiştir.

Sri Lanka, “Güney Asya Trajedisi” olarak anılan bu ada-ülke ekonomik sorunlar kadar, bazıları Hindistan ve Pakistan’ınkiyle aynı fakat bazıları onlarınkinden değişik siyasal sorunlarla da uğraşmak zorundadır. Sri Lanka Hindistan Yarımadası’na yakınlığı ve okyanusla bağlantılı ticaret ve fetihlere açık olmasından kaçınılmaz bir şekilde etkilenmiştir. Tamillerle Sinhalezlerin çatışmasından dolayı burada oluşmuş olan “devlet içinde devlet” ya da “insurgentstate” modeli yakın yıllarda (Küba, Nikaragua, Peru gibi) başka ülkelerde de görülmüştür.

Bangladeş’e yapılabilecek ilk yakıştırma “Şanssız Ülke” olmaktadır. Bangladeş, gerçek bir fizikiyerdir; neredeyse tek bir bölgeden oluşmuştur: tümü, popüler bir deyimle “deltaik”tir. Bangladeş’te Ganj ve Brahmaputra nehirlerinin (ve de Meghna) birleşik deltası ülkenin tümüne yakınını kapsar, tümüne yakınını ilgilendirir. Arazi her iki akarsudan ayrılan, bazen 30 km genişliğe erişen ama derinliği 5 m’yi geçmeyen 200’den çok dağıtım kanallarıyla parçalara ayrılmıştır. Ganj-Brahmaputra delta ovası akarsuların yarattığı kanallardan meydana gelmiş bir labirent gibidir. Az ve özdeyişle burası “yeni çamur, eski çamur ve bataklık” diye tanımlanır. Eğer genel olarak bu kesimdeki ayrı ayrı alanların tümünü deltaik özellik olarak alırsak (ve Meghna’nın gerisindeki Surma Vadisini de katarak), o zaman burası dünyanın en büyük deltası olur. Ama sözcük anlamını kesin ve dar şekliyle alırsak, Ganj, Ganj-Brahmaputra ya da başka bir deyişle Bengal Deltası çok daha küçüktür ve tanımlanması da hiç kolay değildir. Bu bakımdan bölgenin çok büyük kısmı gerçek delta ile kuzeye doğru büyük alüvyal yelpazeler kütlesi –Strickland’sparadelta- olarak nitelenebilir. Buradaki deltanın tanımı için çok girişimler yapılmıştır.

Ama Bangladeş aynı zamanda gerçek bir beşerî yerdir –dünyadaki en yoksul ülkelerden birisidir. Kişi başına 470 $ yıllık geliriyle, Birleşmiş Milletler dünya sıralamasında 186’ıncı sıradadır. Hindistan’ın büyük kısmında olduğundan çok daha yüksek olan nüfus artışı Bangladeş’in en büyük derdidir.

Pakistan; Kuruluşundan sonra sürdürdüğü tek bir ülke hâlinde ayakta kalma savaşı “yeni bir meydan okuma” olarak algılanan Pakistan için “eğer Mısır’a ‘Nil’in hediyesi’ denilirse, Pakistan’a da “’İndus’un hediyesi’ denilebilir” yorumu getirilmiştir. İndus nehri ve en büyük kolu Sutlej (Satleç) bu çok nüfuslu ülkenin kalbini meydana getiren yaşam damarlarını beslemektedirler.

“Meydan Okuma” şeklindeki nitelemenin nedeni 1970’lerin başında, tamamen yeni bir başkentin Rawalpindi’den kısa bir mesafede Keşmir sınırında “İslamabad” adıyla kurulmuş olmasıdır. Bu yeni planlı şehir bu konumuyla ve adıyla çatışma hâlinde olduğu Hindistan’a bir meydan okuma olarak algılanmıştı. Bu durum da yalnızca Pakistan’ın kültürel ve ekonomik heartland’inin içerde bulunma konumunu doğrulamakla kalmamakta, aynı zamanda da ülkenin kuzeydeki varlığını mücadele içinde vurgulamaktaki kararlılığını da göstermektedir. Pakistan’ın aşırı derecede sınıra yakınlık gösteren Lahor yerine Karaçi’yi seçerken gösteremediği bir güvenlik duygusunun da delili olmaktadır. Ayrıca, başkente İslâmabad adını vererek de, Pakistan, Müslüman olan temelini Hindu meydan okuyuşuna karşı ilân etmiştir.

Hindistan; “Hindistan alt-kıtası, çeşitli ırkların ve insanların toplanıp içine yakalandığı derin bir ağ olmuştur hep”. “Hindistan yaşamın hemen her anında her çağdan meraklı dikkatleri kendine çekmiştir, onları heyecanlandırmıştır”. Bunları söyleyen Rennell şöyle sürdürüyor sözlerini: “İklimin çekiciliğiyle yaratılan yumuşaklık ve kadınsılık ve neredeyse kendiliğinden üretim yapan toprağın çoğaltıcı doğası Hindistan halkını daha güçlü komşularının saldırılarına açık tutmuş ve onları her yabancı saldırgan için kolay av kılmıştır. Sonuç ise, Hindistan’ın dalga dalga fetih ve yerleşmelere sahne olmasıdır”.

Büyük Güney Asya üçgeninin yaklaşık üçte ikisini tek başına kaplayan ülke Hindistan’dır; günümüzün dünyadaki en çok nüfuslu demokrasisi ve en büyük nüfuslu federal devletidir. Hindistan’da Sahra-altı Afrika, buna ek olarak Kuzey Afrika/Güneybatı Asya’nın birlikte nüfuslarından daha fazlası yaşamaktadır –yani 74 ülke nüfusu toplamından daha çok... Eğer Hindistan tek bir devlet olarak kalabilirse, dünyanın da nüfus bakımından birinci en büyük ülkesi olacaktır. Bir üniter ülke olma durumunu sürdürdükçe de yirminci yüzyılın siyasal-coğrafi mucizelerinden birisi olacaktır. Hindistan korkunç bir etnik, dinsel, linguistik ve ekonomik zıtlıklar ve farklılıkların mozaiği hâlindedir; birçok ulusun içinde yaşadığı bir devlettir; yarım yüzyılı biraz aşan sürede temelde demokratik bir ülke olarak kalmayı ve federal sistemi sürdürmeyi başarmıştır.

Hindistan 28 eyalet ile eyalet toprağı adını taşıyan 7 idari birimden oluşmaktadır. 1947’de bağımsızlığın ardından Hindistan hükümeti ülkeyi bölgesel dillere göre yeniden örgütlemiş ve tüm Hintlilerin 1/3’ü tarafından konuşulan Hindi tüm ülke için resmî dil ilan edildi. Ancak, daha çok kuzeyde toplanmış olan bu dili konuşan grubun egemenliğini istemeyen güneydeki Hintliler buna tepki gösterdiler ve şiddet olayları meydana geldi; bu nedenle de bu karardan hemencecik vazgeçip resmî dil olarak (“şemsiye” dil) İngilizce benimsendi. Günümüz Hindistan’ının belli başlı bölgesel dillere göre ayrılmış siyasal-coğrafi çerçevesi Hindistan’daki birçok toplum için doyurucu olmamıştır; resmen kabul edilmiş 17 dilin dışında da birçok dil konuşulmaktadır. Din de Güney Asya’nın ve Hindistan’ın siyasal coğrafyasını biçimlendirmeye devam etmektedir. 1947’de Güney Asya alt-kıtasının parçalanmasıyla bir Hindu kesim (Hindistan) ve bir de Müslüman kesim (Pakistan) ortaya çıkmasından da dinsel farklılıklar sorumluydu. Hindistan nüfusunun büyük çoğunluğu –% 83’ü- Hindudur; nüfusun % 12 kadarını oluşturan Müslümanlar (Hindistan Endonezya ve Pakistan’dan sonra en fazla Müslüman nüfusa sahip ülke) ile % 2 kadarını oluşturan Sihler önemli azınlık guruplardır. Hiyerarşik düzende en yüksek kastlar sırasıyla Brahmanlar, Kshatriyas, Vaçyaslar, Çudraslar’dır. Bu dört grubun altında, en aşağıda da hiçbir kasttan olmayanlar, yani “Dokunulmazlar” denilen ve topraktan geldikleri sanılanlar bulunur. Toplumun en kirli işlerini (hayvan kesmek, deri tabakhanelerinde çalışmak, çöpçülük yapmak vb gibi) yapan bu gruptur.
4.5. Güneybatı Asya (Orta Doğu)

Orta Doğu, tarih öncesinden günümüze kadar sayısız etnik grupların gelişip yayıldığı, bir yandan en ilkel topluluklar yaşarken diğer yanda en büyük medeniyetlerin kurulduğu Asya kıtasının batı ucunda yer alan bir bölgedir. Bölge Türkiye’den İran’ın doğu sınırına kadar uzanır ve Arabistan Yarımadası’nın güneyine kadar olan toprakları da içine alan yaklaşık 6.5 milyon km2’lik bir alan kaplar. Orta Doğu’nun yüzey şekilleri birbirine hiç benzemeyen iki büyük üniteden meydana gelmiştir:

Yüksek Saha; bölgenin kuzey ve kuzeydoğusunda kalan kısmını kapsar ve coğrafi görünüme genç kıvrımlı dağ sıraları ile yükselmiş relief şekilleri egemendir.
Arap Plâtosu; Bu bölüm bütünüyle eski ve devamlı aşınmaya uğramış bir özelliğe sahiptir. Kuzeyin en belirgin özellikleri olan kıvrımlar ve yüksek dağ sıraları ile dinamizm, Arap Plâtosu’nda yerlerini alçak plâtolar ve ovalar ile statik yapıya bırakmışlardır. Bu çok farklı iki bölüm arasında, onların çeşitli özelliklerini taşıyan üçüncü bir bölüm, “Geçiş Zonu” yer alır. Orta Doğu’da genç dağlar yaklaşık 2.5 milyon km2 alan kaplarlar. Bölge kuzeyde, doğudan batıya iki büyük sistem tarafından geçilmektedir: Kafkas Dağları ile güneyinde uzanan Karadeniz Dağları ve Elbruzlar Alplerin Kuzey Kolu’nu, daha güneyde Toroslar ve Zağroslar ise Alplerin Güney Kolu’nu meydana getirirler. Bu iki kol bir “Ara Bölge” ile birbirlerinden ayrılmışlardır. Ara Bölge, bu iki kol arasında oluşmuş bir havza olmakla birlikte, ortalama yükseltisi 1.000 m olduğundan yükselmiş bir plâto olarak belirmektedir.

Orta Doğu’da ovalar diğer morfolojik ünitelere göre oldukça az alan kaplarlar; hatta Yüksek Saha’da yok denecek kadar azdırlar. Bunun en önemli nedeni, Yüksek Saha’nın bütünüyle dağlar ve yüksek plâtolardan meydana gelmiş olmasıdır. Bölge ovalarının bir kısmı Yüksek Saha’da ve onun Ara Bölge’si içinde (gerçek görünümleri ile İç Anadolu’da ortaya çıkarlar ve Merkezi İran’a kadar bağımsız şekiller hâlinde uzanırlar), bir kısmı da Yüksek Saha’nın kenar bölümlerinde (oluşmalarında tektoniğin rolü büyüktür ve en zengin örnekleri Türkiye’de, Marmara ve Ege bölgelerinde görülür) yer alırlar. Ayrıca alüvyal ovalar (Karadeniz Bölgesi’ndeki Çarşamba, Bafra ve Karasu ovaları gibi) ve kuzeyde Kura Depresyonu, Çukurova ve Mezopotamya Ovası gibi daha farklı karaktere sahip ovalar da bulunmaktadır. Bölgede çöller çok geniş sahalar kaplar; İran’ın kuzeydoğusunda Horasan’dan başlar, Mezopotamya vadisinin batı kenarında devam eder, Büyük Suriye Çölü’nden itibaren güneye doğru Umman Denizi’ne kadar uzanarak Arap Plâtosu’nun büyük çoğunluğunu (DaştiLut, DaştiKavir, Rubülhâli Çölü, Büyük Suriye Çölü, Büyük Nefud Çölü, Küçük Nefud Çölü başlıcalarıdır) kaplarlar.

Orta Doğu’da akarsu şebekesi bölgenin her yerinde aynı özelliklere sahip bulunmaz. Bölgede üç farklı drenaj şebekesi ayırt edilmektedir:

Ekzoreik (Denize Akışı Olan) Sahaların Drenaj Şebekesi: Özellikle Yüksek Saha’da, bol yağış alan alanlarda yoğundur. Türkiye’nin hemen her yeri, Elbruz ile Zağros dağlarının üzeri, Doğu Akdeniz kıyısında yer alan dağlar ile güneyinde Kızıl Deniz boyunca uzanan plâtoların denize bakan yüzleri bu sahalar içinde kalır. Ekzoreik sahalardaki akarsular, basit (Kafkaslarda İngur ve Kura; Karadeniz Dağları’nda Değirmendere, Kızıldere ve İkizdere; Toroslar’da Dalaman, Aksu, Köprüsu ve Manavgat gibi) ve kompleks (Türkiye’de Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya, Seyhan, Ceyhan, Küçük Zap ve Asi; İran’da Kızıluzun, Karun, Mend; İran ve Irak’ta Büyük Zap ve Diyala gibi, Fırat ve Dicle ise Orta Doğu’da kompleks akarsu şebekesinin en karakteristik örnekleridir) olmak üzere iki gruba ayrılırlar.
Andoreik (Denize Kesintili Olarak Akışı Olan) Sahaların Drenaj Şebekesi: Genellikle Yüksek Saha’nın iç kısımları ile Doğu Akdeniz kıyı bölgesindeki Gor Çukuru sahasında yer alır.
Areik (Dışarıya Akışı Olmayan) Sahaların Vadi Şebekesi: Bu tür sahalar genellikle Arap Plâtosu’nda yer alırlar.

Kuzeyden güneye yani Kafkas Dağları’ndan Aden’e kadar uzanan alan üzerinde, Orta Doğu’yu üç iklim kuşağına -“Ilıman Kuşak”, “Sıcak Kuşak” ve “Subtropikal Kuşak”- bölünmektedir. Fakat bu kuşaklar çok düzenli değildir; Arap Plâtosu dışında, kısa mesafeler içinde önemli değişiklikler görülebilmektedir. Sıcaklıklar da bölgenin her yerde aynı değildir. Özellikle yaz sıcaklıkları çok yüksektir; örneğin Bağdat’ta 400C’nin üzerinde iken İran’ın güneybatısındaki Huzistan bölgesinde 53.90C olarak kaydedilmiştir. Kış mevsimi ise, enlem derecesinin düşüklüğüne rağmen bölge sürekli “Kontinental Polar Hava Kütlesi”nin baskısı altında kaldığı için, Arabistan’ın kuzey bölümü de dâhil olmak üzere oldukça soğuk geçmektedir. En düşük sıcaklık Türkiye’de Karaköse’de -430C olarak kaydedilmiştir; Tebriz ve Meşet’te de sırasıyla -27.80C ve -23.90C’lik değerler kaydedilmiştir. Orta Doğu yağış şartları bakımından ise gerçekten bir geçiş sahasında yer almaktadır. Çünkü bölge kuzeyde Ilıman Kuşak’ın nemli iklim tipinin etkisi altında bulunmakta, buna karşılık güneyi tümüyle yağışsız bir bölüm içinde yer almaktadır. Orta Doğu’da çevre koşullarındaki bölgesel farklılıklar doğal bitki örtüsünde de görülmektedir. Bölgenin kuzeyinde Karadeniz kıyılarında, Kafkaslar, Elbruzlar, Zağroslar ve Lübnan dağları üzerinde nemli ve subtropikal ormanlar; Arabistan Yarımadası’nın tamamı ile Ürdün ve Irak’ta çöl sahalarının bitki örtüsü; İç ve Doğu Anadolu’nun yüksek plâtolarında, Güney Kafkasya, Azerbaycan, Ermenistan plâtolarında, İran’da, Yukarı ve Aşağı Mezapotamya’da, Güneydoğu Anadolu’da ve Orta Suriye’de stepler, gerçek Akdeniz ikliminin görüldüğü alanlarda da Akdeniz âleminin bitki örtüsü geniş yayılış alanına sahiptirler.

Orta Doğu günümüzde yaklaşık 300 milyon nüfusa sahiptir. Fakat nüfusun dağılışında belirgin bir eşitsizlik görülmektedir. Bölgede nüfus“Yüksek Saha” ve “Ara Bölge” olarak adlandırılan, diğer bir ifadeyle genel olarak sıcaklık, yağış ve toprak koşullarının yaşamaya ve tarımsal faaliyete (özellikle sulamaya) elverişli olduğu alanlarda yoğunlaşmıştır. Türkiye’nin Karadeniz, Marmara ve Ege kıyıları, Doğu Akdeniz kıyı şeridi, Hazar Denizi ve Basra Körfezi kıyıları, Mezopotamya ile Dicle ve Fırat nehirlerinin vadi boyları bölgenin en yoğun nüfuslanmış alanlarını oluştururlar. Mutlak kuraklığın hüküm sürdüğü çöller ile yaşam koşulların çok güç olduğu çöllere komşu alanlar ise nüfus kümelerinden yoksundur. Bölge nüfusu dinsel, dilsel ve etnik açıdan önemli farklılıklar göstermektedir. Orta Doğu yerkürenin yerleşme tarihi içinde, ilk şehirleşme hareketlerinin başladığı bölgelerden birisidir. Günümüzde bölge nüfusunun % 55’i şehirlerde yaşamaktadır. Kırsal yerleşmeler ise köyler ve bazıları geçici bazıları sürekli daha küçük iskân şekilleri (mahalle, yayla, kom, mezra, oba ve çiftlik gibi) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür yerleşmeler Yüksek Saha ülkelerinde kıvrımlı ve ara bölgede dikkati çekerler. Alçak Saha’da kır yerleşmeleri çoğunlukla küçük köyler ya da (sayıları giderek azalmakla birlikte) göçebe hayvancılık yapan grupların geçici yerleşmeleri şeklindedir.

Orta Doğu ülkeleri ikili bir ekonomik yapıya sahiptirler. Bölge her şeyden önce dünya enerji coğrafyasında büyük önem taşıyan petrolün başlıca üretim ve ticaret alanlarından birisidir; fakat bu doğal kaynak bazılarında bol miktarda bulunurken, bazılarında hemen hiç yoktur. Diğer yandan, Türkiye ve İsrail dışında sanayi faaliyetleri bölge ülkelerinde pek gelişmemiştir. Bu nedenle temel geçim kaynağını hâlâ büyük ölçüde tarım faaliyetleri oluşturmaktadır. Bölge nüfusunun yaklaşık % 65’inin geçimini tarımdan karşıladığı tahmin edilmektedir. Fakat bölgenin yerleşim tarihi kadar eski olan bu faaliyet zamanımızda birkaç ülke dışında istenilen düzeyde gerçekleştirilememektedir. Bölgenin kuzeyinde relief, güneyde ise klimatik faktörler tarımsal faaliyetin alanını daraltmakta ve sınırlarını çizmektedir. Orta Doğu’da ekonomik yaşamda hayvancılık önemli bir yere sahiptir; geniş alanların ot örtüsü (steplerden Alpin çayırlara kadar değişen) ile kaplı olması kuşkusuz bunda büyük paya sahiptir. Bölge dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri olmasına rağmen, sanayi faaliyetleri gelişmemiştir. Bununla birlikte, bölgede tarımsal faaliyete ve madenciliğe dayalı bir imalat sanayisinin varlığı belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Modern sanayi faaliyetlerinin gelişmiş olduğu ülkelerin başında Türkiye, İran ve İsrail gelmektedir. Orta Doğu’da geçmişi oldukça eskiye dayanan önemli bir sanayi kolu da madenciliktir. Fakat Orta Doğu yeraltı kaynakları bakımından asıl zenginliğini petrole borçludur. Orta Doğu petrol rezervleri açısından dünyadaki en önemli bölgelerden birisidir. Özellikle Ara Bölge’de İran’da Huzistan’daki, Irak’ta Basra Körfezi kıyıları ile Musul’daki, Suudi Arabistan’daki, körfez ülkelerinin kıyılarındaki ve Hazar Denizi kıyılarında Bakü çevresindeki petrol havzaları büyük rezervlere sahiptir.

Uygulamalar

1) Öğrenci bu dersi Asya ile ilgili bölgesel haritalar eşliğinde okumalı ve bölgelerin lokasyonlarını kavramalıdır. Bu konuda, ilgili web sitelerine (wikipedia, World Bank, World Factbook, Encyclopedica Britannica gibi) ve google earth’e bakmaları yararlı olacaktır.

Bölüm Özeti

Bu bölümde, Asya’nın alt bölgelerinden dördü –Doğu Asya, Güney Asya, Güneydoğu Asya ve Orta Doğu- genel fiziki ve beşerî özellikleri ile ele alınmıştır

Doğu Asya hem coğrafi hem de kültürel özellikleri açısından “Doğu” olarak adlandırılmaktadır. Bölge dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden birisidir; Asya nüfusunun yaklaşık % 38’i, dünya nüfusunun ise % 22’si (yaklaşık 1.5 milyar kişi) burada yaşar. Çin(tam adıyla Çin Halk Cumhuriyeti); Doğu Asya’nın nüfus ve toprak bakımından en büyük ülkesidir; 9,640,821 km2’lik yüzölçümü ile fiziksel olarak tüm Asya’ya egemendir. Aynı zamanda, 1.34 milyara yaklaşan nüfusu ile yalnızca Doğu Asya’nın değil dünyanın da en fazla nüfusa sahip ülkesidir. Günümüzde dünya toplam nüfusunun yaklaşık 1/6’sı Çin topraklarında yaşamaktadır.

Güneydoğu Asya, Asya kıtasının güneydoğu köşesindeki sayısız adalar, yarımadalar ve bunların arasına giren sığ iç denizlerden oluşan bir bölgedir. Bölge toplam 4.6 milyon km2’lik yüzölçümüyle dünya yüzölçümünün yalnızca yüzde 3’ünü kaplar. Günümüzde 500 milyonu aşkın insanın yaşadığı Güneydoğu Asya yüzölçümleri, nüfus yoğunlukları, kaynak potansiyelleri ve gelişme düzeyleri bakımından birbirinden çok farklı 10 ülke arasında paylaşılır: Myanmar, Tayland, Laos, Kamboçya, Vietnam, Malezya, Singapur, Endonezya, Brunei ve Filipinler. Güneydoğu Asya yakın yıllara kadar bir bütün olarak dünyanın yoksul bölgeleri arasında yer alıyordu. Fakat günümüzde bölgenin ekonomik coğrafyasında (daha çok sanayi ve özellikle imalât faaliyetlerinde) önemli bir büyüme bazı gelişmeler açıkça görülmektedir. Bununla birlikte, tarım bölge genelinde hâlâ en önemli ekonomik faaliyettir.

Güney Asya kıtanın diğer yerlerinden kuzeyden dünyanın en büyük sıradağları olan geniş ve muazzam Himalayalarla, doğu ve batıya doğru da bunların uzantılarıyla ayrılmıştır. Kuzey, doğu ve güneye doğru Güney Asya dağlar, ormanlar, kıyılarla çevrilmiştir ve bu durumuyla da dünyanın en iyi tanımlanmış fizyografikalemlerinden birisini oluşturmaktadır. Gerçekten de Güney Asya âlemini olağanüstü fiziksel zıtlıklar tanımlar. Dünyanın en kurak yerlerinden biri de, en fazla yağışlı yerlerinden biri de bu âlemde yer alır; tüm dağ sıralarının en yüksek ve en büyükleri devasa akarsu yataklarının etrafını çevreler; yoğun yağmur ormanları yaşamsız çöllerle zıtlık oluşturur; bir alanda tarımın sorunu suyun azlığıyken, bir başkasında da çokluğudur. Bütün Güney Asya âlemi 4.516.396 km2’dir; batıda İran sınırından doğuda Myanmar’a ve Hindistan yarımadasının en güney ucundan Keşmir’in en kuzeyine kadar uzanır.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)