MUHAMMED
BAYRAK

Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız. |
Forum İstatistikleri |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
DOWNLOADEN
AYET
FELSEFEMiZ
Raşit Tunca Sözü
GÜZEL SÖZ
Mescid-i Nebevî - Ravza-i Mutahhara - Medine - Al-Masjid an-Nabawi - Prophetenmoschee
Mescid-i Nebevî veya Peygamber Mescidi (Arapça: المسجد النبوي), Hicret'ten sonra Medine'de İslam peygamberi Muhammed ile arkadaşları tarafından inşa edilen, Muhammed'in kabrinin de içerisinde bulunduğu mescit. "Nebevi" Arapçada "peygambere ait" anlamına gelir, "Mescid-i Nebevî" tamlamasının anlamı ise "Peygamber Mescidi"dir. Mekke'de bulunan Mescid-i Haram'dan sonra Müslümanlara göre ikinci en kutsal mescittir.
Mescid-i Nebevî ya da Mescid-i Nebi ilk inşasında basit yapılıydı. Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı, taşlardan duvarları vardı. Hemen bitişiğindeki ev kısmı da (bugün kabirdir) kerpiçtendi. Minberi, mihrabı yoktu. Muhammed cuma konuşmalarını minber olmadığından bir ağaç kütüğünün üstünde yapardı. Mescidin Suffa denilen bir bölümü fakirlere ayrılmıştı.
654 yılındaki deprem ve yangında bu mescit yanmıştır. Emeviler, Abbasiler, Memlükler ve Osmanlılar dönemlerinde yeniden yapılmıştır. Halifeler Ebu Bekir ve Ömer bin Hattab'ın kabirleri de buradadır.
Mescidin yapım aşaması
Peygamber dönemi
İslam peygamberi Muhammed 24 Eylül 622'de Medine'ye vardığında Ensar ve Muhacirler'den oluşan Müslümanlar onu şehrin girişinde karşıladı. Kendisini çok sayıda davet eden olduğundan ve kimseyi kırmak istemediğinden, devesi Kasvâ'yı serbest bırakmalarını ve onun çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını söyledi. Kasvâ Malik b. Neccaroğulları'nın evlerinin önünde, hurma kurutulan bir düzlükte çökünce, buraya en yakın olan evin sahibi Ebû Eyyûbb el-Ensarî ye konuk oldu. Muhammed, Kasvâ'nın çöktüğü ve Sehl ile Süheyl adında iki yetim çocuğa ait olan bu boş araziyi, sahiplerine Ebu Bekir tarafından ödenen 10 dinar karşılığında, herkesin namaz ibadetini yerine getirebileceği ve toplantı yapabileceği bir mescit (cami) inşa etmek amacıyla satın aldı.[1] Eylül 622'de temeli atılan bu yapı, 623 nisanında bittiğinde takriben 35 m eninde ve 30 m genişliğinde (yaklaşık 1022 m²), taş temel üzerine pişirilmemiş kerpiçten örülü duvarlarlı üç kapılı bir şekildeydi. Çatısı ise hurma yapraklarıyla oluşturulmuştu. Muhammed'in de taş ve kerpiçlerin taşınmasında Müslümanlara eşlik ettiği rivayet edilir.
Mescid ilk yapıldığında batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubî olarak 3 kapısı vardı. Kıble Kudüs'ten Kabe'ye çevrildikten sonra güney kapısı kapatılarak kuzeye başka bir kapı açılmıştır (günümüzde ise Mescid-i Nebevi'nin 41 ana giriş ve çıkış noktası bulunmaktadır). Hicret'ten sonra Medine'deki Müslümanların sayısı günden güne artmaya başladı ve mescit namaz kılanlara dar geldi. Bunun üzerine Muhammed mescidi genişletmeye karar verdi. Mescid-i Nebevî'nin başlangıçta kapılarından hiçbiri kadınlara tahsis edilmemişti ancak camiye giden kadınların sayısında artış olunca kapılardan biri kadınlara ayrıldı ve bu kapıdan erkeklerin girmesi yasaklandı [2][3].Hicri Takvim'e göre 7. yılda Hayber'in alınmasının ardından mescit takribi olarak 20m en ve 15m boy eklemesi ile iki misli genişletildi. Böylece mescid 50 x 50 m'lik bir kare şeklini aldı. Yükseklik 3.5 m'ye yükseldi ve toplam 35 sütun kapsadı. Bu eklenen alanını Osman bin Affan satın almıştır.[4] Halife Ebu Bekir döneminde mescit aynı kalmıştır.
Ömer bin Hattab dönemi
Devletin sınırlarının genişlemesi ile beraber İslam Devleti'nin nüfusu arttı. Halife Ömer bin Hattab mescidi genişletme kararı aldı. H. 17. yılda Halife Ömer mescitte büyük bir restorasyona girişti. Mescid-i Nebevi, takribi olmak üzere Kıble yönünden 5 m, batı yönünden 10 m ve kuzey yönünden 15 m genişletildi. Böylece mescidin eni 60 m, boyu ise 70 m'ye ulaştı. Yapı malzemesi olarak yine aynı malzemeler kullanıldı. Hurma kütüklerine dayandırılarak 5–6 m yüksekliğinde ve 2 metrelik kalınlığa sahip hurma yapraklarıyla örtülü bir çatı inşa edildi.
Osman bin Affan dönemi
Halife Ömer döneminde yapılan restorasyon Halife Osman bin Affan döneminde namaz kılanların ve ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamamaya başladı. H. 29. yılında mescid Kıble, Batı ve Kuzey yönünden genişletilip aynı zamanda yükseltildi. Malzeme olarak kireç ve işlenmiş taş kullanıldı, sütunlarda tadilat yapılarak taş ile inşa edildi. Halife Ali bin Ebu Talib döneminde mescit aynı kalmıştır.
Emeviler
Mescid-i Nebevi'nin Yeşil Kubbesi ve Osmanlı minaresi
Sonraki yöneticiler mescidi genişletmeye ve süslemeye devam ettiler. M. 707'de, Emevilerin altıncı Halifesi I. Velid (705-715) eski yapıyı değiştirerek yerine, Peygamber'in türbesini de içine alan, daha büyük bir yapı inşa etti. Bu mescid 84 x 100 m boyunda, taş zeminli, taş sütunlarla destekli tik çatılı idi. Şam'daki Emevi Camii'ndeki ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa'daki gibi (aynı Halife yaptırmıştır), duvarlar Kıpti ve Rum ustalarca mozaik ile süslendi. Avlu'nun dört tarafı bir galeri ile çevrildi, her köşeye bir minare dikildi. Kible duvarına küçük kubbeli bir mihrab inşa edildi.
Abbasiler
Halife Mehdi (M. 775-785), I. Velid’in eklemiş olduğu bölgenin kuzey kısmını genişletmek için yenilemiştir. Mescide 20 kapı eklemiştir: doğu ve batı duvarlarına sekizer, kuzey duvara dört kapı.[kaynak belirtilmeli]
Memlukler
Duvarda Osmanlılar'dan kalma Hüsn-ü Hat ile Kuran ayetleri ve Peygamber'in diğer isimleri
Memluk Sultanı Mansur Kalavun zamanında, Peygamber Muhammed'in yatırı üzerine bir kubbe, Bab es-Selam’ın dışarısında da bir şadırvan inşa edilmiştir. Sultan Nasır Muhammed önceden yıkılan dördüncü minareyi tekrar imar etmiştir. 1481’deki bir yıldırımın çarpmasıyla mescidin birçok yeri hasar gördükten sonra, Sultan Kayıtbay doğu, batı ve kıble duvarlarını yeniden imar etmiştir. Ayrıca Yeşil Kubbe'yi taşıyan sütunları ve perdeli duvarı inşa ettirmiştir.
Osmanlılar
I. Abdülmecid zamanından kalma Mihrab
Osmanlı Devleti 1517'den I. Dünya Savaşı sonuna kadar Medine'yi yönetti. "Çöl Kaplanı" Fahrettin Paşa'nın 10 Ocak 1919'da Medine Müdafaası sona erince bölgedeki 400 yıllık Osmanlı idaresi de son buldu. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) caminin doğu ve batı duvarlarını yeniden inşa etti, ve Süleymaniyye olarak bilinen kuzeydoğu minareyi ekledi. Peygamber'in mihrabı Şafi'iyya'nın yanına, Ahnaf adında yeni bir mihrab ekledi, ve Peygamber'in türbesinin (Hücre-i Saadet) üzerine çelik saçla kaplı yeni bir kubbe yerleştirdi. Kanuni Sultan Süleyman, Babürrahme (batı kapısı)'yi yenileterek sağ ve sol taraflarına Muhammed'in alemlere rahmet olarak gönderildiğini bildiren ayet ile Osman Bey'den Kanuni'ye kadar olan Osmanlı sultanlarının isimlerini yazdırmıştır.III. Murad (1574–1595) zamanından bugün de kullanılan minber inşa edildi. 1817'de II. Mahmud, kubbe ile kaplı mescidin güneydoğu tarafına Ravza-i Mutahhara inşasını tamamladı. Kubbe 1839'da yeşile boyandı ve o günden itibaren Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe) olarak bilinir.
Sultan I. Abdülmecid (1839–1861) zamanında, Peygamber'in türbesi, üç mihrablar, minber ve Süleymaniyye minaresi hariç, bütün camii yeniden tanzim edildi. Kuzey tarafına bir abdesthane yapılarak genişletildi. Güney tarafındaki namaz yeri enine doğru iki misli büyütüldü, ve küçük kubbeler ile kaplandı. Kubbelerin içi Kuran'dan ayetler ve Kaside-i Bürde şiirinden beyitlerle süslendi. Kible duvarı Kuran'dan hatlarla yazılı cilalı döşemelerle kaplandı. Namaz yeri ve avlunun yerleri mermer ve kırmızı taş ile döşendi. Çevrili olan alanın batısına beşinci minare, Mecidiyye, inşa edildi.
Hücre-i Saadet
Ravza-i Mutahhara içinde III. Murad'dan kalma Minber
Mescid-i Nebevi'nin ilk inşasında mescidin doğu duvarına bitişik Muhammed ve ailesi için iki oda yaptırıldı. Bu odaların sayısı daha sonra dokuza kadar yükseldi. Daha sonra Muhammed, Ebu Bekir ve Ömer buraya defnedilmiştir. Dördüncü bir yer boş bırakılmıştır. Ahir Zaman'da, İsa'nın inip Deccal'ı öldürüp dünyada bir müddet kalıp vefat ettiğinde buraya gömüleceği rivayet edilmektedir. Birkaç defa tadilat geçirdikten sonra II. Mahmud zamanında üzerine kubbe yapılmış ve üzerine kurşun dökülmüş, daha sonra da bu kubbe yeşile boyandı.
Kubbe-i Hadra
"Yeşil Kubbe" anlamına gelir, mescidin yeşil kubbesine verilen addır. Hücre-i Saadet'in üzerindedir.
Ravza-i Mutahhara
Peygamberi'in içinde namaz kılmayı teşvik ettiği Hücre-i Saadet ve Minberi arasında kalan kısım, "Ravza-i Mutahhara" veya "Riyazul Cenne" olarak bilinir. Buranın cennetten bir bölüm gibi olduğu hadislerde bildirilmektedir.[6]
Minber
Muhammed, mescidinde cemaate hitap ederken dayanması için hurma ağacından olan büyük bir kütüğü kullanmaktaydı. Daha sonra cemaatin Muhammed'in yüzünü göremeyip sesini de işitememesi üzerine hicri 7. (628) veya 8. (629) yıllarda ılgın ağacından 50 x 125 cm ebadında ve bir metre yükseklikte, arkasında 3 sütunu bulunan 3 basamaklı ilk minber yapılmıştır. İlk halifeler Muhammed'e hürmetten dolayı üçüncü basamağı kullanmamışlar ve bu basamağı bir tahta parçasıyla kapatmışlardır. Osman devrinde minber üzerine bir kubbe yapılarak kumaşla örtülmüş, ayrıca merdivenler abanoz ağacıyla kaplanmıştır. Muaviye bin Ebu Süfyan zamanında ise minber altı basamak daha yükseltilmiştir. Bu ilk minber 654 (1256) senesine kadar kullanılmıştır. Aynı yıl meydana gelen yangında minber yanınca Yemen hükümdarı Melikü’l Muzaffer Şemseddin tarafından gönderilen minber 656 (1258) yılında yerine yerleştirilmiştir.
Bu tarihten sonra 666 (1268)’da Sultan Baybars, 797 (1395)’de Memluk sultanı Berkuk, 820 (1417)’de bir başka Memluk sultanı Şeyh el-Mahmudî tarafından minber yenilenmiş veya yenisi gönderilmiştir. 886 (1481) senesinde minber tekrar yanınca Medineliler tarafından tuğla alçıdan yapılan minber, 888 (1483) senesinde Sultan Kayıtbay tarafından gönderilen mermer minberle değiştirilmiştir. 998 (1590) tarihinde Osmanlı sultanı III. Murad’ın İstanbul’da imal ettirip süslettirdiği mermer minber, Medine’ye gönderildiğinde Kayıtbay’ın minberi Kuba Mescidine taşınmıştır. Halen Sultan III. Murad’ın minberi Mescid-i Nebevî’de kullanılmaktadır.
Bugünkü hali
Mescid günümüzde etrafını kuşatan mermer kaplı avlusu dahil toplam 400.000 m2dir.
ENGLISH
Al-Masjid
an-Nabawī (Arabic: المسجد النبوي), also called the Prophet's Mosque,
is a mosque established and originally built by the Islamic prophet
Muhammad, situated in the city of Medina. Al-Masjid an-Nabawi was the
second mosque built in the history of Islam and is now one of the
largest mosques in the world. It is the second-holiest site in Islam,
after al-Masjid al-Haram in Mecca.
The site was originally
adjacent to Muhammad's house; he settled there after his Hijra
(emigration) to Medina in 622 CE. He shared in the heavy work of
construction. The original mosque was an open-air building. The mosque
also served as a community center, a court, and a religious school.
There was a raised platform for the people who taught the Quran.
Subsequent Islamic rulers greatly expanded and decorated it. In 1909, it
became the first place in the Arabian Peninsula to be provided with
electrical lights.[2] The mosque is under the control of the Custodian
of the Two Holy Mosques. The mosque is located in what was traditionally
the center of Medina, with many hotels and old markets nearby. It is a
major pilgrimage site. Many pilgrims who perform the Hajj go on to
Medina to visit the mosque due to its connections to the life of
Muhammad.
After an expansion during the reign of the Umayyad
caliph al-Walid I, it also now incorporates the final resting place of
Muhammad and the first two Rashidun caliphs Abu Bakr and Umar.[3] One of
the most notable features of the site is the Green Dome in the
south-east corner of the mosque,[4] originally Aisha's house,[3] where
the tomb of Muhammad is located. In 1279, a wooden cupola was built over
the tomb which was later rebuilt and renovated multiple times in late
15th century and once in 1817. The current dome was added in 1818 by the
Ottoman sultan Mahmud II,[4] and it was first painted green in 1837,
hence becoming known as the "Green Dome".[3]
History
Al-Masjid an-Nabawi during the Ottoman Era, 19th Century
First built
The
original mosque was built by Muhammed and his companions next to the
house where he settled after his journey to Medina in 622 CE. The
original mosque was an open-air building (covered by palm fronds) with a
raised platform for the reading of the Quran. It was a rectangular
enclosure of 30 m × 35 m (98 ft × 115 ft) at a height of 2 m (6 ft 7 in)
wall which was built with palm trunks and mud walls. It was accessed
through three doors: Bab Rahmah (Door of Mercy) to the south, Bab Jibril
(Door of Gabriel) to the west and Bab al-Nisa' (Door of the Women) to
the east.[citation needed]The basic plan of the building has since been
adopted in the building of most mosques throughout the world.[citation
needed]
Inside, Muhammed created a shaded area to the south
called the suffah and aligned the prayer space facing north towards
Jerusalem. When the qibla (prayer direction) was changed to face the
Kaaba in Mecca, the mosque was re-oriented to the south. The mosque also
served as a community center, a court, and a religious school.[citation
needed]
Seven years later (629 AD/7 AH), the mosque was doubled
in size to accommodate the increasing number of Muslims. The area of the
mosque was enlarged by 20 m × 15 m (66 ft × 49 ft) and became almost a
square 50 m × 49.5 m (164 ft × 162 ft).[citation needed] The height
increased to became 3.5 m (11 ft) and the mosque encompassed 35
columns.[citation needed]
The mosque remained like that during
the caliphate of Abu Bakr until the caliphate of 'Umar bin al-Khattab,
who enlarged the area of the mosque to 3575 m2 and built more wooden
columns.[citation needed]
During the time of Uthman ibn Affan an
arcade of stone and plaster was added to the mosque and the columns were
remolded and built of stone.[citation needed]
Umayyads
Subsequent
Islamic rulers continued to enlarge and embellish the mosque over the
centuries. In 707, Umayyad Caliph Al-Walid ibn Abd al-Malik (705-715)
replaced the old structure and built a larger one in its place,
incorporating the tomb of Muhammad. This mosque was 84 by 100 m (276 by
328 ft) in size, with stone foundations and a teak roof supported on
stone columns. The mosque walls were decorated with mosaics by Coptic
and Greek craftsmen, similar to those seen in the Umayyad Mosque in
Damascus and the Dome of the Rock in Jerusalem (built by the same
Caliph). The courtyard was surrounded by a gallery on four sides, with
four minarets on its corners. A mihrab topped by a small dome was built
on the qibla wall.[citation needed]
Abbasids
Abbasid Caliph
al-Mahdi (775-785) replaced the northern section of Al-Walid's mosque
between 778 and 781 to enlarge it further. He also added 20 doors to the
mosque: eight on each of the east and west walls, and four on the north
wall.[citation needed]
Mamluks
During the reign of the Mamluk
Sultan Al Mansur Qalawun, a dome was erected above the tomb of Muhammad
and an ablution fountain was built outside of Bab al-Salam (Door of
Peace). Sultan Al-Nasir Mohammed rebuilt the fourth minaret that had
been destroyed earlier. After a lightning strike destroyed much of the
mosque in 1481, Sultan Qaitbay rebuilt the east, west and qibla
walls.[citation needed]
Ottomans
The Green Dome ca. 1850
The
Ottoman sultans who ruled Medina from 1517 until World War I also made
their mark. Sultan Suleiman the Magnificent (1520–1566) rebuilt the
western and eastern walls of the mosque and built the northeastern
minaret known as al-Suleymaniyya. He added a new mihrab (al-Ahnaf) next
to the Prophet's mihrab (al-Shafi'iyyah), and placed a new dome covered
in lead sheets above the tomb of Muhammad.
The Rawdah (referred
to as al-Rawdah al-Mutaharah), covered by the dome over the south-east
corner of the mosque,[4] was constructed in 1817C.E. during the reign of
Sultan Mahmud II. The dome was painted green in 1837 C.E. and came to
be known as the "Green Dome".[3]
During the reign of Sultan Abdul
Majid I (1839–1861), the mosque was entirely remodeled with the
exception of Prophet Muhammad's Tomb, the three mihrabs, the minbar and
the Suleymaniyya minaret. The precinct was enlarged to include an
ablution area to the north. The prayer hall to the south was doubled in
width and covered with small domes equal in size except for domes
covering the mihrab area, Bab al-Salam and Muhammed's Tomb. The domes
were decorated with Quranic verses and lines from Qaṣīda al-Burda (Poem
of the Mantle), the famous poem by 13th century Arabic poet Busiri. The
qibla wall was covered with glazed tiles featuring Quranic calligraphy.
The floors of the prayer hall and the courtyard were paved with marble
and red stones and a fifth minaret (al-Majidiyya), was built to the west
of the enclosure.
Saudis
Inside view of al-Masjid an-Nabawi
When
Ibn Saud took Medina in 1905, his followers, the Wahhabis, demolished
nearly every tomb dome in Medina in order to prevent their
veneration,[5] and the Green Dome is said to have narrowly escaped the
same fate.[6] Muhammad's tomb was stripped of its gold and jewel
ornaments, but the dome was preserved either because of an unsuccessful
attempt to demolish its hardened structure, or because some time ago Ibn
Abd al-Wahhab wrote that he did not wish to see the dome destroyed
despite his aversion to people praying at the tomb.[5] Similar events
took place in 1925 when the Saudi ikhwans retook—and this time managed
to keep—the city.[7][8][9][10] In the Wahabi interpretation of Islam,
the veneration of tombs and places thought to possess supernatural
powers was an offense against tawhid.[11]
After the foundation of
the Kingdom of Saudi Arabia in 1932, the mosque underwent several major
modifications. In 1951 King Ibn Saud (1932–1953) ordered demolitions
around the mosque to make way for new wings to the east and west of the
prayer hall, which consisted of concrete columns with pointed arches.
Older columns were reinforced with concrete and braced with copper rings
at the top. The Suleymaniyya and Majidiyya minarets were replaced by
two minarets in Mamluk revival style. Two additional minarets were
erected to the northeast and northwest of the mosque. A library was
built along the western wall to house historic Qurans and other
religious texts.
In 1973 Saudi King Faisal bin Abdul Aziz ordered
the construction of temporary shelters to the west of the mosque to
accommodate the growing number of worshippers in 1981, the old mosque
was surrounded by new prayer areas on these sides, enlarging five times
its size.
The latest renovations took place under King Fahd and
have greatly increased the size of the mosque, allowing it to hold a
large number of worshippers and pilgrims and adding modern comforts like
air conditioning. He also installed twenty seven moving domes at the
roof of Al-Masjid an-Nabawi.[12]
In 2007, according to The
Independent, a pamphlet, published by the Saudi Ministry of Islamic
Affairs and endorsed by the grand mufti of Saudi Arabia, stated that
"the green dome shall be demolished and the three graves flattened in
the Prophet's Masjid".[13]
The original mosque was not very
large, and today the original exists only as a small portion of the
larger mosque. The newer and older sections of the mosque are quite
distinct. The older section has many colorful decorations and numerous
small pillars.
Gallery
Pedestrian View of Retractable Umbrellas
Al-Masjid an-Nabawi at night.
Umbrellas for the Piazza of al-Masjid an-Nabawi.
Architecture and special structures
Al-Masjid an-Nabawi
One of two courtyards inside the mosque
Interior view of the new section
Sun rises over al-Masjid an-Nabawi
As
it stands today, the mosque has a rectangular plan on two floors with
the Ottoman prayer hall projecting to the south. The main prayer hall
occupies the entire first floor. The mosque enclosure is 100 times
bigger than the first mosque built by Muhammad and can accommodate more
than half a million worshippers.[citation needed]
The mosque has a
flat paved roof topped with 27 sliding domes on square bases.[14] Holes
pierced into the base of each dome illuminate the interior. The roof is
also used for prayer during peak times, when the domes slide out on
metal tracks to shade areas of the roof, creating light wells for the
prayer hall. At these times, the courtyard of the Ottoman mosque is also
shaded with umbrellas affixed to freestanding columns.[15] The roof is
accessed by stairs and escalators. The paved area around the mosque is
also used for prayer, equipped with umbrella tents.[16] Sliding Domes
and retractable umbrella-like canopies are designed by the German
architect Mahmoud Bodo Rasch and his firm SL Rasch GmbH and Buro
Happold.[17]
The north facade has three evenly spaced porticos,
while the east, west and south facades have two. The walls are composed
of a series of windows topped by pointed arches with black and white
voussoirs. There are six peripheral minarets attached to the new
extension, and four others frame the Ottoman structure. The mosque is
lavishly decorated with polychrome marble and stones. The columns are of
white marble with brass capitals supporting slightly pointed arches,
built of black and white stones. The column pedestals have ventilation
grills that regulate the temperature inside the prayer hall.[citation
needed]
This new mosque contains the older mosque within it. The
two sections can be easily distinguished: the older section has many
colorful decorations and numerous small pillars, and fans have been
installed in the ceiling; the new section is in gleaming white marble
and is completely air-conditioned.[citation needed]
Riad ul-Jannah
The
heart of the mosque houses a very special but small area named Riad
ul-Jannah (Gardens of Paradise). It extends from Muhammad's tomb
(Rawdah) to his pulpit (minbar). Pilgrims attempt to visit the confines
of the area, for there is a tradition that supplications and prayers
uttered here are never rejected. Entrance into the area is not always
possible, especially during the Hajj season, as the space can only
accommodate a few hundred people.
Riad ul-Jannah is considered to
be a part Jannah (Paradise). It was narrated from Abu Hurayrah that
Muhammad said, "The area between my house and my minbar is one of the
gardens of Paradise, and my minbar is on my cistern (hawd)."[18]
Rawdah
Main article: Green Dome
View of the Rawdah from the side
Tomb windows of Muhammad (left), and his Caliphs (right) Abu Bakr as-Siddiq and Umar bin Al-Khattaab
As
per Muhammad, Rawadh is also in Heaven, the same Rawdah which is
currently in Masjid-e-Nabwi. It is a small place in Masjid-e-Nabwi,
floored with Green Carpet just to identify it, and the entire Mosque is
floored with red carpet. The Rawdah is one of the most important
features of the site. It holds the tomb of Muhammad and two of his
companions and first Caliphs, Abu Bakr and Umar ibn al-Khattab. A fourth
grave is reserved for Jesus, as it is believed that he will return and
will be buried at the site. The site is covered by the Green Dome. It
was constructed in 1817 C.E. during the reign of Ottoman Sultan Mahmud
II and painted green in 1837 C.E.[3] The Rawdah has two small gateways.
The original pulpit was much smaller than the current one, and
constructed of palm tree wood, not marble. The current marble pulpit was
constructed by the Ottomans.[citation needed]
Mihrab
[icon] This section requires expansion. (June 2012)
The mosque currently has three Mihrabs, of which the largest is currently used by the imam to lead the prayers.
Minbar
[icon] This section requires expansion. (June 2012)
Muhammad
sometimes preached while standing by a wood of palm trees. In 628 a
minbar replaced it so that Muhammad was able to raise above the crowd
and lead prayer. It was a one-meter-high wooden pulpit with three steps.
A fire destroyed it in 654. The minbar which was built in the reign of
Ottoman Sultan Murad III is still in use.[citation needed]
Minarets
[icon] This section requires expansion. (June 2012)
The
mosque has 10 minarets built in different eras. The largest 6 were
constructed during the reign of King Fahd.[citation needed]
Imams and Muadhins
This section does not cite any references or sources. Please help
improve this section by adding citations to reliable sources. Unsourced
material may be challenged and removed. (August 2011)
Key Imams:
Muhammad (Prophet of Islam and first imam)
Abu Bakr (Senior companion, first caliph and second imam)
Umer Bin Khattab (Senior companion, second caliph and third imam)
Uthman ibn Affan (Senior companion, third caliph and fourth imam)
Ali Bin AbiTalib (Senior companion, fourth caliph and fifth imam)
Current Imams:
Shaykh Ali Abdul Rahmaan Al Hudhaify (Senior Imam)
Shaykh Hussain Ale Shiekh (Senior Imam)
Shaykh Salaah Al Budair
Shaykh Abdul Bari Ath Thubaity
Shaykh Abdul Muhsin Al Qaasim
Shaykh Abdullah Abdul Rahmaan Al Bu'ayjaan (Appointed as a Taraweeh
Imam on the 15th Night of Ramadhaan 1434 and later appointed as a
permanent Imam on the 10th October 2013)
Shaykh Ahmad Taalib
Hameed (Appointed as a Taraweeh Imam on the 16th Night of Ramadhaan 1434
and later appointed as a permanent Imam on the 10th October 2013)
Shaykhs who have led in Masjid Nabawi
Saad Al Ghamdi (2009)
Khalid Al Ghamdi (2010 and 2012)
Muhammad Ayub (1990-1999)
Abdullah Juhany (1998)
Maahir Muaquily (2005)
Ali Al Sudais (1995)
Abdul Wadood Haneef
Imaad Zuhayr Haafiz (2011)
Ibrahim Al Akhdar (1990-)
Abdul Aziz Bin Saalih
Muadhins
Bilal Habshi
Umar Sunbul
Essam Bukhari
Saud Bukhari
Hussain Rajab
Umar Yusuf Kamal
Maajid Hakeem
Abdul Maajid Surayhi
Abdul Rahmaan Khashugji
Ashraf Afeefi
Ayyad Shukri
Faisal Numaan
Abdul Muttalib Najdi
Abdul Aziz Bukhari
See also
Portal icon Islam portal
Portal icon Saudi Arabia portal
Portal icon Architecture portal
Burial places of founders of world religions
Holiest sites in Islam (Sunni)
Holiest sites in Islam (Shia)
List of mosques
Islamic art
References
Google maps. "Location of Masjid an Nabawi". Google maps. Retrieved 24 September 2013.
The History of Electrical lights in the Arabian Peninsula
Ariffin,
Syed Ahmad Iskandar Syed (2005). Architectural Conservation in Islam :
Case Study of the Prophet's Mosque. Penerbit UTM. pp. 88–89,109. ISBN
9789835203732.
Petersen, Andrew (2002-03-11). Dictionary of Islamic Architecture. Routledge. p. 183. ISBN 9780203203873.
Mark
Weston (2008). Prophets and princes: Saudi Arabia from Muhammad to the
present. John Wiley and Sons. pp. 102–103. ISBN 978-0-470-18257-4.
Doris
Behrens-Abouseif; Stephen Vernoit (2006). Islamic art in the 19th
century: tradition, innovation, and eclecticism. BRILL. p. 22. ISBN
978-90-04-14442-2.
The second plunder by the Wahhabis
Mark Weston
(2008). Prophets and princes: Saudi Arabia from Muhammad to the present.
John Wiley and Sons. p. 136. ISBN 978-0-470-18257-4.
Vincent J. Cornell (2007). Voices of Islam: Voices of the spirit. Greenwood Publishing Group. p. 84. ISBN 978-0-275-98734-3.
Carl
W. Ernst (2004). Following Muhammad: Rethinking Islam in the
Contemporary World. Univ of North Carolina Press. pp. 173–174. ISBN
978-0-8078-5577-5.
Peskes, Esther (2000). "Wahhābiyya". Encyclopaedia
of Islam 11 (2nd ed.). Brill Academic Publishers. pp. 40, 42. ISBN
9004127569.
"The Prophet's Mosque (Al-Masjid an-Nabawi) - Medina,
Saudi Arabia". Medina, , Saudi Arabia: Sacred-destinations.com.
2009-10-19. Retrieved 2009-12-04.
Jerome Taylor (24 September 2011).
"Mecca for the rich: Islam's holiest site 'turning into Vegas'". The
Independent (independent.co.uk). Retrieved 2012-04-13.
Frei Otto, Bodo Rasch: Finding Form: Towards an Architecture of the Minimal, 1996, ISBN 3930698668
Mescid-i Nebevî veya Peygamber Mescidi (Arapça: المسجد النبوي), Hicret'ten sonra Medine'de İslam peygamberi Muhammed ile arkadaşları tarafından inşa edilen, Muhammed'in kabrinin de içerisinde bulunduğu mescit. "Nebevi" Arapçada "peygambere ait" anlamına gelir, "Mescid-i Nebevî" tamlamasının anlamı ise "Peygamber Mescidi"dir. Mekke'de bulunan Mescid-i Haram'dan sonra Müslümanlara göre ikinci en kutsal mescittir.
Mescid-i Nebevî ya da Mescid-i Nebi ilk inşasında basit yapılıydı. Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı, taşlardan duvarları vardı. Hemen bitişiğindeki ev kısmı da (bugün kabirdir) kerpiçtendi. Minberi, mihrabı yoktu. Muhammed cuma konuşmalarını minber olmadığından bir ağaç kütüğünün üstünde yapardı. Mescidin Suffa denilen bir bölümü fakirlere ayrılmıştı.
654 yılındaki deprem ve yangında bu mescit yanmıştır. Emeviler, Abbasiler, Memlükler ve Osmanlılar dönemlerinde yeniden yapılmıştır. Halifeler Ebu Bekir ve Ömer bin Hattab'ın kabirleri de buradadır.
Mescidin yapım aşaması
Peygamber dönemi
İslam peygamberi Muhammed 24 Eylül 622'de Medine'ye vardığında Ensar ve Muhacirler'den oluşan Müslümanlar onu şehrin girişinde karşıladı. Kendisini çok sayıda davet eden olduğundan ve kimseyi kırmak istemediğinden, devesi Kasvâ'yı serbest bırakmalarını ve onun çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını söyledi. Kasvâ Malik b. Neccaroğulları'nın evlerinin önünde, hurma kurutulan bir düzlükte çökünce, buraya en yakın olan evin sahibi Ebû Eyyûbb el-Ensarî ye konuk oldu. Muhammed, Kasvâ'nın çöktüğü ve Sehl ile Süheyl adında iki yetim çocuğa ait olan bu boş araziyi, sahiplerine Ebu Bekir tarafından ödenen 10 dinar karşılığında, herkesin namaz ibadetini yerine getirebileceği ve toplantı yapabileceği bir mescit (cami) inşa etmek amacıyla satın aldı.[1] Eylül 622'de temeli atılan bu yapı, 623 nisanında bittiğinde takriben 35 m eninde ve 30 m genişliğinde (yaklaşık 1022 m²), taş temel üzerine pişirilmemiş kerpiçten örülü duvarlarlı üç kapılı bir şekildeydi. Çatısı ise hurma yapraklarıyla oluşturulmuştu. Muhammed'in de taş ve kerpiçlerin taşınmasında Müslümanlara eşlik ettiği rivayet edilir.
Mescid ilk yapıldığında batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubî olarak 3 kapısı vardı. Kıble Kudüs'ten Kabe'ye çevrildikten sonra güney kapısı kapatılarak kuzeye başka bir kapı açılmıştır (günümüzde ise Mescid-i Nebevi'nin 41 ana giriş ve çıkış noktası bulunmaktadır). Hicret'ten sonra Medine'deki Müslümanların sayısı günden güne artmaya başladı ve mescit namaz kılanlara dar geldi. Bunun üzerine Muhammed mescidi genişletmeye karar verdi. Mescid-i Nebevî'nin başlangıçta kapılarından hiçbiri kadınlara tahsis edilmemişti ancak camiye giden kadınların sayısında artış olunca kapılardan biri kadınlara ayrıldı ve bu kapıdan erkeklerin girmesi yasaklandı [2][3].Hicri Takvim'e göre 7. yılda Hayber'in alınmasının ardından mescit takribi olarak 20m en ve 15m boy eklemesi ile iki misli genişletildi. Böylece mescid 50 x 50 m'lik bir kare şeklini aldı. Yükseklik 3.5 m'ye yükseldi ve toplam 35 sütun kapsadı. Bu eklenen alanını Osman bin Affan satın almıştır.[4] Halife Ebu Bekir döneminde mescit aynı kalmıştır.
Ömer bin Hattab dönemi
Devletin sınırlarının genişlemesi ile beraber İslam Devleti'nin nüfusu arttı. Halife Ömer bin Hattab mescidi genişletme kararı aldı. H. 17. yılda Halife Ömer mescitte büyük bir restorasyona girişti. Mescid-i Nebevi, takribi olmak üzere Kıble yönünden 5 m, batı yönünden 10 m ve kuzey yönünden 15 m genişletildi. Böylece mescidin eni 60 m, boyu ise 70 m'ye ulaştı. Yapı malzemesi olarak yine aynı malzemeler kullanıldı. Hurma kütüklerine dayandırılarak 5–6 m yüksekliğinde ve 2 metrelik kalınlığa sahip hurma yapraklarıyla örtülü bir çatı inşa edildi.
Osman bin Affan dönemi
Halife Ömer döneminde yapılan restorasyon Halife Osman bin Affan döneminde namaz kılanların ve ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamamaya başladı. H. 29. yılında mescid Kıble, Batı ve Kuzey yönünden genişletilip aynı zamanda yükseltildi. Malzeme olarak kireç ve işlenmiş taş kullanıldı, sütunlarda tadilat yapılarak taş ile inşa edildi. Halife Ali bin Ebu Talib döneminde mescit aynı kalmıştır.
Emeviler
Mescid-i Nebevi'nin Yeşil Kubbesi ve Osmanlı minaresi
Sonraki yöneticiler mescidi genişletmeye ve süslemeye devam ettiler. M. 707'de, Emevilerin altıncı Halifesi I. Velid (705-715) eski yapıyı değiştirerek yerine, Peygamber'in türbesini de içine alan, daha büyük bir yapı inşa etti. Bu mescid 84 x 100 m boyunda, taş zeminli, taş sütunlarla destekli tik çatılı idi. Şam'daki Emevi Camii'ndeki ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa'daki gibi (aynı Halife yaptırmıştır), duvarlar Kıpti ve Rum ustalarca mozaik ile süslendi. Avlu'nun dört tarafı bir galeri ile çevrildi, her köşeye bir minare dikildi. Kible duvarına küçük kubbeli bir mihrab inşa edildi.
Abbasiler
Halife Mehdi (M. 775-785), I. Velid’in eklemiş olduğu bölgenin kuzey kısmını genişletmek için yenilemiştir. Mescide 20 kapı eklemiştir: doğu ve batı duvarlarına sekizer, kuzey duvara dört kapı.[kaynak belirtilmeli]
Memlukler
Duvarda Osmanlılar'dan kalma Hüsn-ü Hat ile Kuran ayetleri ve Peygamber'in diğer isimleri
Memluk Sultanı Mansur Kalavun zamanında, Peygamber Muhammed'in yatırı üzerine bir kubbe, Bab es-Selam’ın dışarısında da bir şadırvan inşa edilmiştir. Sultan Nasır Muhammed önceden yıkılan dördüncü minareyi tekrar imar etmiştir. 1481’deki bir yıldırımın çarpmasıyla mescidin birçok yeri hasar gördükten sonra, Sultan Kayıtbay doğu, batı ve kıble duvarlarını yeniden imar etmiştir. Ayrıca Yeşil Kubbe'yi taşıyan sütunları ve perdeli duvarı inşa ettirmiştir.
Osmanlılar
I. Abdülmecid zamanından kalma Mihrab
Osmanlı Devleti 1517'den I. Dünya Savaşı sonuna kadar Medine'yi yönetti. "Çöl Kaplanı" Fahrettin Paşa'nın 10 Ocak 1919'da Medine Müdafaası sona erince bölgedeki 400 yıllık Osmanlı idaresi de son buldu. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) caminin doğu ve batı duvarlarını yeniden inşa etti, ve Süleymaniyye olarak bilinen kuzeydoğu minareyi ekledi. Peygamber'in mihrabı Şafi'iyya'nın yanına, Ahnaf adında yeni bir mihrab ekledi, ve Peygamber'in türbesinin (Hücre-i Saadet) üzerine çelik saçla kaplı yeni bir kubbe yerleştirdi. Kanuni Sultan Süleyman, Babürrahme (batı kapısı)'yi yenileterek sağ ve sol taraflarına Muhammed'in alemlere rahmet olarak gönderildiğini bildiren ayet ile Osman Bey'den Kanuni'ye kadar olan Osmanlı sultanlarının isimlerini yazdırmıştır.III. Murad (1574–1595) zamanından bugün de kullanılan minber inşa edildi. 1817'de II. Mahmud, kubbe ile kaplı mescidin güneydoğu tarafına Ravza-i Mutahhara inşasını tamamladı. Kubbe 1839'da yeşile boyandı ve o günden itibaren Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe) olarak bilinir.
Sultan I. Abdülmecid (1839–1861) zamanında, Peygamber'in türbesi, üç mihrablar, minber ve Süleymaniyye minaresi hariç, bütün camii yeniden tanzim edildi. Kuzey tarafına bir abdesthane yapılarak genişletildi. Güney tarafındaki namaz yeri enine doğru iki misli büyütüldü, ve küçük kubbeler ile kaplandı. Kubbelerin içi Kuran'dan ayetler ve Kaside-i Bürde şiirinden beyitlerle süslendi. Kible duvarı Kuran'dan hatlarla yazılı cilalı döşemelerle kaplandı. Namaz yeri ve avlunun yerleri mermer ve kırmızı taş ile döşendi. Çevrili olan alanın batısına beşinci minare, Mecidiyye, inşa edildi.
Hücre-i Saadet
Ravza-i Mutahhara içinde III. Murad'dan kalma Minber
Mescid-i Nebevi'nin ilk inşasında mescidin doğu duvarına bitişik Muhammed ve ailesi için iki oda yaptırıldı. Bu odaların sayısı daha sonra dokuza kadar yükseldi. Daha sonra Muhammed, Ebu Bekir ve Ömer buraya defnedilmiştir. Dördüncü bir yer boş bırakılmıştır. Ahir Zaman'da, İsa'nın inip Deccal'ı öldürüp dünyada bir müddet kalıp vefat ettiğinde buraya gömüleceği rivayet edilmektedir. Birkaç defa tadilat geçirdikten sonra II. Mahmud zamanında üzerine kubbe yapılmış ve üzerine kurşun dökülmüş, daha sonra da bu kubbe yeşile boyandı.
Kubbe-i Hadra
"Yeşil Kubbe" anlamına gelir, mescidin yeşil kubbesine verilen addır. Hücre-i Saadet'in üzerindedir.
Ravza-i Mutahhara
Peygamberi'in içinde namaz kılmayı teşvik ettiği Hücre-i Saadet ve Minberi arasında kalan kısım, "Ravza-i Mutahhara" veya "Riyazul Cenne" olarak bilinir. Buranın cennetten bir bölüm gibi olduğu hadislerde bildirilmektedir.[6]
Minber
Muhammed, mescidinde cemaate hitap ederken dayanması için hurma ağacından olan büyük bir kütüğü kullanmaktaydı. Daha sonra cemaatin Muhammed'in yüzünü göremeyip sesini de işitememesi üzerine hicri 7. (628) veya 8. (629) yıllarda ılgın ağacından 50 x 125 cm ebadında ve bir metre yükseklikte, arkasında 3 sütunu bulunan 3 basamaklı ilk minber yapılmıştır. İlk halifeler Muhammed'e hürmetten dolayı üçüncü basamağı kullanmamışlar ve bu basamağı bir tahta parçasıyla kapatmışlardır. Osman devrinde minber üzerine bir kubbe yapılarak kumaşla örtülmüş, ayrıca merdivenler abanoz ağacıyla kaplanmıştır. Muaviye bin Ebu Süfyan zamanında ise minber altı basamak daha yükseltilmiştir. Bu ilk minber 654 (1256) senesine kadar kullanılmıştır. Aynı yıl meydana gelen yangında minber yanınca Yemen hükümdarı Melikü’l Muzaffer Şemseddin tarafından gönderilen minber 656 (1258) yılında yerine yerleştirilmiştir.
Bu tarihten sonra 666 (1268)’da Sultan Baybars, 797 (1395)’de Memluk sultanı Berkuk, 820 (1417)’de bir başka Memluk sultanı Şeyh el-Mahmudî tarafından minber yenilenmiş veya yenisi gönderilmiştir. 886 (1481) senesinde minber tekrar yanınca Medineliler tarafından tuğla alçıdan yapılan minber, 888 (1483) senesinde Sultan Kayıtbay tarafından gönderilen mermer minberle değiştirilmiştir. 998 (1590) tarihinde Osmanlı sultanı III. Murad’ın İstanbul’da imal ettirip süslettirdiği mermer minber, Medine’ye gönderildiğinde Kayıtbay’ın minberi Kuba Mescidine taşınmıştır. Halen Sultan III. Murad’ın minberi Mescid-i Nebevî’de kullanılmaktadır.
Bugünkü hali
Mescid günümüzde etrafını kuşatan mermer kaplı avlusu dahil toplam 400.000 m2dir.
ENGLISH
Al-Masjid
an-Nabawī (Arabic: المسجد النبوي), also called the Prophet's Mosque,
is a mosque established and originally built by the Islamic prophet
Muhammad, situated in the city of Medina. Al-Masjid an-Nabawi was the
second mosque built in the history of Islam and is now one of the
largest mosques in the world. It is the second-holiest site in Islam,
after al-Masjid al-Haram in Mecca.
The site was originally
adjacent to Muhammad's house; he settled there after his Hijra
(emigration) to Medina in 622 CE. He shared in the heavy work of
construction. The original mosque was an open-air building. The mosque
also served as a community center, a court, and a religious school.
There was a raised platform for the people who taught the Quran.
Subsequent Islamic rulers greatly expanded and decorated it. In 1909, it
became the first place in the Arabian Peninsula to be provided with
electrical lights.[2] The mosque is under the control of the Custodian
of the Two Holy Mosques. The mosque is located in what was traditionally
the center of Medina, with many hotels and old markets nearby. It is a
major pilgrimage site. Many pilgrims who perform the Hajj go on to
Medina to visit the mosque due to its connections to the life of
Muhammad.
After an expansion during the reign of the Umayyad
caliph al-Walid I, it also now incorporates the final resting place of
Muhammad and the first two Rashidun caliphs Abu Bakr and Umar.[3] One of
the most notable features of the site is the Green Dome in the
south-east corner of the mosque,[4] originally Aisha's house,[3] where
the tomb of Muhammad is located. In 1279, a wooden cupola was built over
the tomb which was later rebuilt and renovated multiple times in late
15th century and once in 1817. The current dome was added in 1818 by the
Ottoman sultan Mahmud II,[4] and it was first painted green in 1837,
hence becoming known as the "Green Dome".[3]
History
Al-Masjid an-Nabawi during the Ottoman Era, 19th Century
First built
The
original mosque was built by Muhammed and his companions next to the
house where he settled after his journey to Medina in 622 CE. The
original mosque was an open-air building (covered by palm fronds) with a
raised platform for the reading of the Quran. It was a rectangular
enclosure of 30 m × 35 m (98 ft × 115 ft) at a height of 2 m (6 ft 7 in)
wall which was built with palm trunks and mud walls. It was accessed
through three doors: Bab Rahmah (Door of Mercy) to the south, Bab Jibril
(Door of Gabriel) to the west and Bab al-Nisa' (Door of the Women) to
the east.[citation needed]The basic plan of the building has since been
adopted in the building of most mosques throughout the world.[citation
needed]
Inside, Muhammed created a shaded area to the south
called the suffah and aligned the prayer space facing north towards
Jerusalem. When the qibla (prayer direction) was changed to face the
Kaaba in Mecca, the mosque was re-oriented to the south. The mosque also
served as a community center, a court, and a religious school.[citation
needed]
Seven years later (629 AD/7 AH), the mosque was doubled
in size to accommodate the increasing number of Muslims. The area of the
mosque was enlarged by 20 m × 15 m (66 ft × 49 ft) and became almost a
square 50 m × 49.5 m (164 ft × 162 ft).[citation needed] The height
increased to became 3.5 m (11 ft) and the mosque encompassed 35
columns.[citation needed]
The mosque remained like that during
the caliphate of Abu Bakr until the caliphate of 'Umar bin al-Khattab,
who enlarged the area of the mosque to 3575 m2 and built more wooden
columns.[citation needed]
During the time of Uthman ibn Affan an
arcade of stone and plaster was added to the mosque and the columns were
remolded and built of stone.[citation needed]
Umayyads
Subsequent
Islamic rulers continued to enlarge and embellish the mosque over the
centuries. In 707, Umayyad Caliph Al-Walid ibn Abd al-Malik (705-715)
replaced the old structure and built a larger one in its place,
incorporating the tomb of Muhammad. This mosque was 84 by 100 m (276 by
328 ft) in size, with stone foundations and a teak roof supported on
stone columns. The mosque walls were decorated with mosaics by Coptic
and Greek craftsmen, similar to those seen in the Umayyad Mosque in
Damascus and the Dome of the Rock in Jerusalem (built by the same
Caliph). The courtyard was surrounded by a gallery on four sides, with
four minarets on its corners. A mihrab topped by a small dome was built
on the qibla wall.[citation needed]
Abbasids
Abbasid Caliph
al-Mahdi (775-785) replaced the northern section of Al-Walid's mosque
between 778 and 781 to enlarge it further. He also added 20 doors to the
mosque: eight on each of the east and west walls, and four on the north
wall.[citation needed]
Mamluks
During the reign of the Mamluk
Sultan Al Mansur Qalawun, a dome was erected above the tomb of Muhammad
and an ablution fountain was built outside of Bab al-Salam (Door of
Peace). Sultan Al-Nasir Mohammed rebuilt the fourth minaret that had
been destroyed earlier. After a lightning strike destroyed much of the
mosque in 1481, Sultan Qaitbay rebuilt the east, west and qibla
walls.[citation needed]
Ottomans
The Green Dome ca. 1850
The
Ottoman sultans who ruled Medina from 1517 until World War I also made
their mark. Sultan Suleiman the Magnificent (1520–1566) rebuilt the
western and eastern walls of the mosque and built the northeastern
minaret known as al-Suleymaniyya. He added a new mihrab (al-Ahnaf) next
to the Prophet's mihrab (al-Shafi'iyyah), and placed a new dome covered
in lead sheets above the tomb of Muhammad.
The Rawdah (referred
to as al-Rawdah al-Mutaharah), covered by the dome over the south-east
corner of the mosque,[4] was constructed in 1817C.E. during the reign of
Sultan Mahmud II. The dome was painted green in 1837 C.E. and came to
be known as the "Green Dome".[3]
During the reign of Sultan Abdul
Majid I (1839–1861), the mosque was entirely remodeled with the
exception of Prophet Muhammad's Tomb, the three mihrabs, the minbar and
the Suleymaniyya minaret. The precinct was enlarged to include an
ablution area to the north. The prayer hall to the south was doubled in
width and covered with small domes equal in size except for domes
covering the mihrab area, Bab al-Salam and Muhammed's Tomb. The domes
were decorated with Quranic verses and lines from Qaṣīda al-Burda (Poem
of the Mantle), the famous poem by 13th century Arabic poet Busiri. The
qibla wall was covered with glazed tiles featuring Quranic calligraphy.
The floors of the prayer hall and the courtyard were paved with marble
and red stones and a fifth minaret (al-Majidiyya), was built to the west
of the enclosure.
Saudis
Inside view of al-Masjid an-Nabawi
When
Ibn Saud took Medina in 1905, his followers, the Wahhabis, demolished
nearly every tomb dome in Medina in order to prevent their
veneration,[5] and the Green Dome is said to have narrowly escaped the
same fate.[6] Muhammad's tomb was stripped of its gold and jewel
ornaments, but the dome was preserved either because of an unsuccessful
attempt to demolish its hardened structure, or because some time ago Ibn
Abd al-Wahhab wrote that he did not wish to see the dome destroyed
despite his aversion to people praying at the tomb.[5] Similar events
took place in 1925 when the Saudi ikhwans retook—and this time managed
to keep—the city.[7][8][9][10] In the Wahabi interpretation of Islam,
the veneration of tombs and places thought to possess supernatural
powers was an offense against tawhid.[11]
After the foundation of
the Kingdom of Saudi Arabia in 1932, the mosque underwent several major
modifications. In 1951 King Ibn Saud (1932–1953) ordered demolitions
around the mosque to make way for new wings to the east and west of the
prayer hall, which consisted of concrete columns with pointed arches.
Older columns were reinforced with concrete and braced with copper rings
at the top. The Suleymaniyya and Majidiyya minarets were replaced by
two minarets in Mamluk revival style. Two additional minarets were
erected to the northeast and northwest of the mosque. A library was
built along the western wall to house historic Qurans and other
religious texts.
In 1973 Saudi King Faisal bin Abdul Aziz ordered
the construction of temporary shelters to the west of the mosque to
accommodate the growing number of worshippers in 1981, the old mosque
was surrounded by new prayer areas on these sides, enlarging five times
its size.
The latest renovations took place under King Fahd and
have greatly increased the size of the mosque, allowing it to hold a
large number of worshippers and pilgrims and adding modern comforts like
air conditioning. He also installed twenty seven moving domes at the
roof of Al-Masjid an-Nabawi.[12]
In 2007, according to The
Independent, a pamphlet, published by the Saudi Ministry of Islamic
Affairs and endorsed by the grand mufti of Saudi Arabia, stated that
"the green dome shall be demolished and the three graves flattened in
the Prophet's Masjid".[13]
The original mosque was not very
large, and today the original exists only as a small portion of the
larger mosque. The newer and older sections of the mosque are quite
distinct. The older section has many colorful decorations and numerous
small pillars.
Gallery
Pedestrian View of Retractable Umbrellas
Al-Masjid an-Nabawi at night.
Umbrellas for the Piazza of al-Masjid an-Nabawi.
Architecture and special structures
Al-Masjid an-Nabawi
One of two courtyards inside the mosque
Interior view of the new section
Sun rises over al-Masjid an-Nabawi
As
it stands today, the mosque has a rectangular plan on two floors with
the Ottoman prayer hall projecting to the south. The main prayer hall
occupies the entire first floor. The mosque enclosure is 100 times
bigger than the first mosque built by Muhammad and can accommodate more
than half a million worshippers.[citation needed]
The mosque has a
flat paved roof topped with 27 sliding domes on square bases.[14] Holes
pierced into the base of each dome illuminate the interior. The roof is
also used for prayer during peak times, when the domes slide out on
metal tracks to shade areas of the roof, creating light wells for the
prayer hall. At these times, the courtyard of the Ottoman mosque is also
shaded with umbrellas affixed to freestanding columns.[15] The roof is
accessed by stairs and escalators. The paved area around the mosque is
also used for prayer, equipped with umbrella tents.[16] Sliding Domes
and retractable umbrella-like canopies are designed by the German
architect Mahmoud Bodo Rasch and his firm SL Rasch GmbH and Buro
Happold.[17]
The north facade has three evenly spaced porticos,
while the east, west and south facades have two. The walls are composed
of a series of windows topped by pointed arches with black and white
voussoirs. There are six peripheral minarets attached to the new
extension, and four others frame the Ottoman structure. The mosque is
lavishly decorated with polychrome marble and stones. The columns are of
white marble with brass capitals supporting slightly pointed arches,
built of black and white stones. The column pedestals have ventilation
grills that regulate the temperature inside the prayer hall.[citation
needed]
This new mosque contains the older mosque within it. The
two sections can be easily distinguished: the older section has many
colorful decorations and numerous small pillars, and fans have been
installed in the ceiling; the new section is in gleaming white marble
and is completely air-conditioned.[citation needed]
Riad ul-Jannah
The
heart of the mosque houses a very special but small area named Riad
ul-Jannah (Gardens of Paradise). It extends from Muhammad's tomb
(Rawdah) to his pulpit (minbar). Pilgrims attempt to visit the confines
of the area, for there is a tradition that supplications and prayers
uttered here are never rejected. Entrance into the area is not always
possible, especially during the Hajj season, as the space can only
accommodate a few hundred people.
Riad ul-Jannah is considered to
be a part Jannah (Paradise). It was narrated from Abu Hurayrah that
Muhammad said, "The area between my house and my minbar is one of the
gardens of Paradise, and my minbar is on my cistern (hawd)."[18]
Rawdah
Main article: Green Dome
View of the Rawdah from the side
Tomb windows of Muhammad (left), and his Caliphs (right) Abu Bakr as-Siddiq and Umar bin Al-Khattaab
As
per Muhammad, Rawadh is also in Heaven, the same Rawdah which is
currently in Masjid-e-Nabwi. It is a small place in Masjid-e-Nabwi,
floored with Green Carpet just to identify it, and the entire Mosque is
floored with red carpet. The Rawdah is one of the most important
features of the site. It holds the tomb of Muhammad and two of his
companions and first Caliphs, Abu Bakr and Umar ibn al-Khattab. A fourth
grave is reserved for Jesus, as it is believed that he will return and
will be buried at the site. The site is covered by the Green Dome. It
was constructed in 1817 C.E. during the reign of Ottoman Sultan Mahmud
II and painted green in 1837 C.E.[3] The Rawdah has two small gateways.
The original pulpit was much smaller than the current one, and
constructed of palm tree wood, not marble. The current marble pulpit was
constructed by the Ottomans.[citation needed]
Mihrab
[icon] This section requires expansion. (June 2012)
The mosque currently has three Mihrabs, of which the largest is currently used by the imam to lead the prayers.
Minbar
[icon] This section requires expansion. (June 2012)
Muhammad
sometimes preached while standing by a wood of palm trees. In 628 a
minbar replaced it so that Muhammad was able to raise above the crowd
and lead prayer. It was a one-meter-high wooden pulpit with three steps.
A fire destroyed it in 654. The minbar which was built in the reign of
Ottoman Sultan Murad III is still in use.[citation needed]
Minarets
[icon] This section requires expansion. (June 2012)
The
mosque has 10 minarets built in different eras. The largest 6 were
constructed during the reign of King Fahd.[citation needed]
Imams and Muadhins
This section does not cite any references or sources. Please help
improve this section by adding citations to reliable sources. Unsourced
material may be challenged and removed. (August 2011)
Key Imams:
Muhammad (Prophet of Islam and first imam)
Abu Bakr (Senior companion, first caliph and second imam)
Umer Bin Khattab (Senior companion, second caliph and third imam)
Uthman ibn Affan (Senior companion, third caliph and fourth imam)
Ali Bin AbiTalib (Senior companion, fourth caliph and fifth imam)
Current Imams:
Shaykh Ali Abdul Rahmaan Al Hudhaify (Senior Imam)
Shaykh Hussain Ale Shiekh (Senior Imam)
Shaykh Salaah Al Budair
Shaykh Abdul Bari Ath Thubaity
Shaykh Abdul Muhsin Al Qaasim
Shaykh Abdullah Abdul Rahmaan Al Bu'ayjaan (Appointed as a Taraweeh
Imam on the 15th Night of Ramadhaan 1434 and later appointed as a
permanent Imam on the 10th October 2013)
Shaykh Ahmad Taalib
Hameed (Appointed as a Taraweeh Imam on the 16th Night of Ramadhaan 1434
and later appointed as a permanent Imam on the 10th October 2013)
Shaykhs who have led in Masjid Nabawi
Saad Al Ghamdi (2009)
Khalid Al Ghamdi (2010 and 2012)
Muhammad Ayub (1990-1999)
Abdullah Juhany (1998)
Maahir Muaquily (2005)
Ali Al Sudais (1995)
Abdul Wadood Haneef
Imaad Zuhayr Haafiz (2011)
Ibrahim Al Akhdar (1990-)
Abdul Aziz Bin Saalih
Muadhins
Bilal Habshi
Umar Sunbul
Essam Bukhari
Saud Bukhari
Hussain Rajab
Umar Yusuf Kamal
Maajid Hakeem
Abdul Maajid Surayhi
Abdul Rahmaan Khashugji
Ashraf Afeefi
Ayyad Shukri
Faisal Numaan
Abdul Muttalib Najdi
Abdul Aziz Bukhari
See also
Portal icon Islam portal
Portal icon Saudi Arabia portal
Portal icon Architecture portal
Burial places of founders of world religions
Holiest sites in Islam (Sunni)
Holiest sites in Islam (Shia)
List of mosques
Islamic art
References
Google maps. "Location of Masjid an Nabawi". Google maps. Retrieved 24 September 2013.
The History of Electrical lights in the Arabian Peninsula
Ariffin,
Syed Ahmad Iskandar Syed (2005). Architectural Conservation in Islam :
Case Study of the Prophet's Mosque. Penerbit UTM. pp. 88–89,109. ISBN
9789835203732.
Petersen, Andrew (2002-03-11). Dictionary of Islamic Architecture. Routledge. p. 183. ISBN 9780203203873.
Mark
Weston (2008). Prophets and princes: Saudi Arabia from Muhammad to the
present. John Wiley and Sons. pp. 102–103. ISBN 978-0-470-18257-4.
Doris
Behrens-Abouseif; Stephen Vernoit (2006). Islamic art in the 19th
century: tradition, innovation, and eclecticism. BRILL. p. 22. ISBN
978-90-04-14442-2.
The second plunder by the Wahhabis
Mark Weston
(2008). Prophets and princes: Saudi Arabia from Muhammad to the present.
John Wiley and Sons. p. 136. ISBN 978-0-470-18257-4.
Vincent J. Cornell (2007). Voices of Islam: Voices of the spirit. Greenwood Publishing Group. p. 84. ISBN 978-0-275-98734-3.
Carl
W. Ernst (2004). Following Muhammad: Rethinking Islam in the
Contemporary World. Univ of North Carolina Press. pp. 173–174. ISBN
978-0-8078-5577-5.
Peskes, Esther (2000). "Wahhābiyya". Encyclopaedia
of Islam 11 (2nd ed.). Brill Academic Publishers. pp. 40, 42. ISBN
9004127569.
"The Prophet's Mosque (Al-Masjid an-Nabawi) - Medina,
Saudi Arabia". Medina, , Saudi Arabia: Sacred-destinations.com.
2009-10-19. Retrieved 2009-12-04.
Jerome Taylor (24 September 2011).
"Mecca for the rich: Islam's holiest site 'turning into Vegas'". The
Independent (independent.co.uk). Retrieved 2012-04-13.
Frei Otto, Bodo Rasch: Finding Form: Towards an Architecture of the Minimal, 1996, ISBN 3930698668
Hacda şeytan taşlanması - Mina- Stoning of the Devil
Soru : Hacda şeytan taşlanmasının hikmeti nedir?
Cevap: Bismillahirrahmanirrahim
Remy-i cimar, şeytan taşlamak demektir. Remy atmak, ayıplamak ve
yönelmek demektir. Cimar, “Cemre” kelimesinin çoğuludur. Cemre, nohut
büyüklüğünde küçük taş, ufacık taşlar kümesi, çakıl taşı ve ateş koru
anlamına gelir. Remy-i cimar: Ufacık taşlar atmak, cemerat diye
adlandırılan belli yerlere, taş kümelerine belli zamanda ve belli sayı
da taş atmak, demektir.
Hac esnasında, bayram günlerinde, Mina’da bulunan üç cemre’ye
usulüne göre taş atmak haccın vaciplerindendir. Çünkü Resûlullah
(S.A.V.) Efendimiz bu taşlama işlemini bizzat yapmış ve insanlara da
öğretmiştir. Bu sebeble terk edilmesi halinde dem gerekir.
Sahih hadis-i şeriflerde şeytan taşlamanın Hz.İbrahim (A.S.)ın
fiiline dayandığı açıkça belirtilir ve sembolik olarak şeytanın
taşlandığına vurgu yapılır. “Şeytan taşlama” diye de adlandırılan bu
atışlar, Hz. İbrahim (A.S.)ın şeytanı taşlamasının hâtırasını yaşatmakta
ve insanları daima günaha sokmaya çalışan şeytana karşı bir tür tepki
ve direnmeyi temsil etmektedir.
Bu taşların atılması bir kulluk emridir. Biz bunu yapmakla Hak
Teâlâ’nın emrine kayıtsız şartsız olan itaat ve bağlılığımızı göstermiş
oluruz. Bir de bu, habis ruhlara, şeytani vesveselere karşı olan
nefretimizin bir remzi, ortaya çıkışı demektir. Hz. İbrahim (A.S.)ın
sünnetine bağlılık nüktesine de sahiptir.
Mina’da şeytan taşlama bize Hz.İbrahim (A.S.)dan kalmıştır. Taşlama,
Hz. İbrahim (A.S.)ın kendisine engel olmaya çalışan şeytanı kovmak
amacıyla ona taş fırlatmasını sembolize eder. Çünkü Yüce ALLAH,
Hz.İbrahim (A.S.), oğlu Hz.İsmail (A.S.)ı kurban etmesini emrettiğinde
şeytan bu emri yerine getirmelerine engel olmaya çalışmıştı. Bunun
üzerine Hz.İbrahim (A.S.), eşi Hacer ve oğlu Hz.İsmail (A.S.), şeytanın
bu tuzağını fark edip onu taşlamışlardı.[1] İşte “remy-i cimar”, bu
olayı sembolize etmektedir. Burada şeytana karşı direniş ve protesto söz
konusudur. Şeytanı taşlamakla, ona uymayacağımızı, her türlü şeytanî
düşünce ve davranışlardan uzak kalacağımızı göstermiş oluyoruz.
Öyle ya, bir Müslüman ALLAH’ın yolunu bırakıp taşladığı düşmanın
peşinden gider mi? Şeytan taşlamak; her türlü kötü düşünce ve
davranışlardan sakınmak ve şeytanı bırakıp ALLAH’ın emirlerine uymak
hususunda Müslümanlar için anlamlı bir uyarıdır.
Attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır.
Kendisini çeşitli hatalara, günahlara sürükleyen bu farklı cepheleri bir
bir yok etmeye çalışır. Sahip olduğu her şeyi ALLAH için feda etme
yolunda, karşısına şeytan nerelerden çıkıyorsa, hangi silahları ve
cepheleri kullanıyorsa oraları bertaraf etmelidir. Gurur, kibir, mal,
mülk, makam, mevki, rütbe, şan, şöhret, benlik, gençlik, evlilik,
çoluk-çocuk... Kulluğun ve sorumluluğun önünde engel olan şeyler her ne
ise...
Günümüzde hacı, taşlama yaparken, hem Hz. İbrahim (A.S.)ın rolünü
oynamakta, hem de Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünnetine
uymaktadır. Ancak bu rolü oynayan hacı, sembolik olarak taşlarını
şeytanı temsil eden taş yığınlarına fırlatsa da, hakikatte kendisini
şeytan hangi zayıf noktalarından aldatıyorsa, o tarafı düşünerek
atmalıdır. Herkes kendi ayıbını, açığını ve günahını kendisi daha iyi
bileceği için, attığı her bir taşla nefsini, şehevî arzusunu, kendisini
günaha sokan dürtülerine atmalıdır taşları.
Orada sembolik olarak ilk gün yedi, iki ve üçüncü günler 21 rer
olmak üzere toplam kırk dokuz veya yetmiş taş atar. Bu, çokluktan bir
kinayedir. Bunun anlamı, artık şeytana karşı sürekli teyakkuz halinde
olmalı, yüzlerce defa karşısına çıksa, ona fırlatacağı binlerce taşı
olmalıdır. Artık öteden beri tekrarladığı “Taşlanmış şeytanın şerrinden
ALLAH’a sığınırım!” şeklindeki “İstiâze” yani “Eûzü billahi
mineş-şeytânir-racîm”i sadece sözüyle değil, daha bilinçli bir şekilde
özüyle yapmalıdır. Kimden kime sığındığını fark etmelidir. “Racîm” olan
şeytandan, “Rahîm” olan ALLAH’a sığındığını kavramalıdır. Şayet bunu
kavrayamaz ve sadece sembolde, şekilde takılır kalır da, bunun anlam ve
hikmetini idrak edemezse, “şeytanı taşladığı” vehmiyle bir kez daha
aldanır o kadar! Çünkü şeytan orada sembolize edildiği gibi dışarıda
değil, Ali b. Huseyin (R.A.) den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin:
“Gerçekten şeytan, kanın damarlarda dolaştığı gibi insanın içinde
dolaşır.”[2] şeklinde yaptığı benzetmeyle taşlama, bir anlamda şeytana
karşı girişilen bir savaşı sembolize eder. Attığı her bir taşı, nefsine,
şehvetine ve şeytana karşı fırlatır.
Bu sebeple Şeytan taşlama; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve
zorbalığı bir protesto anlamı taşır. Şeytan taşlayan hacı, bu
hareketiyle şeytana, şeytanın yoluna uyanlara ve bütün kötülüklere karşı
çıkışını sergilemiş ve kendisinin de bundan böyle asla şeytana
uymayacağını ortaya koymuş olmaktadır.
Rabbimizin Hz. Âdem (A.S.)a saygı secdesine varılması emrine karşı
çıkan ve Hz.Âdem (A.S.)ın yaratılış maddesini gerekçe göstererek cidâl
yapan iblîs, ilâhi huzurdan talebi doğrultusunda kıyamet gününe dek şer
aşılama ruhsatı ile fakat sağir, mezmûm ve medhûr ve de recme taşlanmaya
mahkûm edilerek çıkar.
O’na “Oradan çık! Sen Racîmsin.” buyrulur. O, artık racîmdir.
Sürekli olarak taşlanacaktır. Remy-i cimar, recme mahkûm edilen iblis ve
onun yönetimi altında çalışan cin şeytanlarının toprak kökenliği
sebebiyle küçümsenen Âdemoğlu tarafından toprak menşeli maddelerle
sembolik olarak taşlanarak cezalandırılmasıdır. Böylece ilahî cezanın
aşağılanan Âdemoğlu tarafından iblisin yerleşim merkezinde infaz
edilmesi ve düşman edinilmesi ile alakalı ilahî buyruğun uygulanmasıdır.
Ve de uygulanacağının insanlığa deklare edilmesidir.
Özetlersek Remy-i Cimar şer aşılama yetkisi verildiği Kıyamet
Günü’ne kadar recîm olarak taşlanmaya mahkum edilen İblis’in, Vefdullah
yani Ademoğullarının seçilip ALLAH’a gönderilmiş temsilcileri olan
hacılar tarafından cezalandırılmasıdır. Pek tabii ki bu cezalandırma
semboliktir. Akabe cemresi, İblis’i temsil eder. Onun taşlanması, tarihi
yaşadığımız döneme birleştirmedir. Taşlanacak küçük ve orta şeytanlar
ise bize musallat edilen muhtelif dereceli şeytanları temsil eder.
Onların taşlanması da düşman edineceklerinin açığa vurulmasıdır. Remy-i
Cimar’ın asgari üç günde ve 49 taş ile yapılması çokluğu yansıtır. Bu da
düşmanlığın ömür boyu süreceğine remzdir. En doğrusunu ALLAH bilir.
Hz. Aişe (R.Anhâ) validemizden rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Beytullah’ı Tavaf etmek, Safâ ve Merve arasında sa’yetmek ve
şeytanı taşlamak ALLAH’ı zikretmek için emredilmiştir.”[3] buyurmuştur.
Remy-i Cimar, ALLAH’ın zikridir. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz
ALLAH’ın zikri olarak tanımladığı Remy-i Cimar’ı yani fiili olan zikri,
her bir taşın atımında tekbir getirerek sözlü zikirle de pekiştirmiştir.
Şeytan taşlama ALLAH’ı zikretmek için vacip kılınmıştır. Yani atılan
her taşla birlikte tekbir getirmek sünnettir. Ebu Saîdil-Hudrî (R.A.) ve
Abdullah b. Abbas (R.A.) den rivayete göre bir gün:
- Ey ALLAH’ın Resûlü! Her yıl atılan bu taşlara ne oluyor? Bize
eksiliyor gibi geliyor! dedik. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin cevabı şu
oldu:
“Atılan taşlardan kabul edilenler ALLAH tarafından kaldırılır. Eğer
atılan taşlardan kabul edilenler kaldırılmasaydı, bunları dağlar gibi
yığılmış görürdün.”[4]
Enes b. Malik (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Senin, şeytanları taşlamana gelince, attığın her taşa karşılık
helak edici günahlardan büyük bir günah affedilir.”[5]buyurdu.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin “Dinde aşırılıktan kaçın...”
nasihati umumî manada anlaşılabileceği gibi, taşlama ile ilgili daha
hususî manada da anlaşılabilir. Taşlama ile ilgili olan manası şudur:
“Burada daha büyük taş atmaya, taştan başka bir şey atmaya kalkışmayın,
belirtilen sayıdan fazla da atmayın...”
Hac yapanlar, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu tavsiyesine rağmen,
taşlama sırasında ne denli cahilliklere rastlamaz ki! İri taş atanlar,
şemsiye, sopa, ayakkabı atanlar, taşlama mahalline fırlayıp ayaklarıyla
ezmeye çalışanlar v.s. Hâlbuki bütün menâsik, kulun imtihanına yönelik
bir kısım sembollerden ibarettir. Onun sırrı, manası, değeri o menâsiki
dinin koyduğu çerçeve içerisinde “ALLAH’ın rızasını tahsil” niyetiyle
yapmaktır. Bir kısım aklî izahlar getirmek, icra edilen fiillerden
müşahhas, maddî neticeler beklemek hac farizasının manasını anlamamak
olur. İşte bu menâsikin, aklî izahı hiç olmayan safhası şeytan taşlama
safhasıdır. Attığımız taşların “emri yerine getirerek ALLAH’ın rızasını
kazanmaktan başka hiçbir gayesi yoktur. Şeytan öncelikle herkesin kendi
içindedir. Öyle ise Mümine düşen, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin tayin
ettiği edep çerçevesinde bu menâsikin yerine getirilmesidir.
Kaynaklar
[1]Hakim Müstedrek; Menasik:1/466, Beyhekî, Sünen-i Kübra; Hac: No:9791; 7/334
[2]Buhârî, İ’tikâf:8, 11, 18, No:1930, 2/715, Farzu’l-Humus:4,
Bed’u’l-Halk:11, Edeb:121, Ahkâm:21; Müslim, Selam: 23-25, No:2174,
2175; Ebu Dâvud, Sıyâm:79, No:2470
[3]Ebu Davut; Menasik: 51; No: 1888; 1/581, Tirmizi; Hac: 64;
No:902; 3/236, A.b. Hanbel; No:23830; 6/64, Darimi; Menasik: 36;
No:1853; 2/71, İbn Huzeyme; Menasik: 642; No: 2738; 4/222, Hakim
Müstedrek; 1/459, Abdurrezzak; Hac:; No:8961; 5/49, Beyhekî, Süneni
Kübra; Hac: No:9737; 7/318
[4] Hakim Müstedrek; 1/476, İbn Ebi Şeybe; Hac:411; No:1; 4/495, Darekutni; No;2/300
[5] Taberani, el-Mu’cemül-Kebir, 25/320; Askalani, el-Metalibu’l-Aliye; No:1057; 1/312-313
Hac'da Şeytan Taşlamanın Hikmeti Nedir?
Değerli kardeşimiz;
Bilindiği gibi, hac mevsiminde Mina'da, Kurban Bayramının birinci,
ikinci ve üçüncü günleri Akabe Cemresi, Küçük Cemre ve Orta Cemre olmak
üzere üç şekilde şeytan taşlanır. Bu ibadet vaciptir. Burada yapılan
hareketler, haccın şeairindendir. Güzel bir hatırayı yad etmektir. Bütün
insanlığın ortak düşmanı olan şeytanı taşa tutarak lanetlemektir.
Burada temsili olarak tespit edilmiş olan üç yerde taşlama yapılır. Bu
ibadet şekli bize İbrahim Aleyhisselamdan intikal etmiştir.
Bu hususta iki rivayet var. Birisi şöyle:
Hz. İbrahim, bir imtihan olarak Allah'ın emri ile oğlu Hz. İsmail'i
kurban etmeye götürürken şeytan önlerine çıkar. Hz. İbrahim'in babalık
şefkatini istismar etmeye kalkarak, bu işten vaz geçirmeye çalışır.
Fakat ters yüz edilir. Bundan sonra Hz. İsmail'e musallat olur. Cenab-ı
Hakkın emrini babasının yanlış anladığını, annesini gözü yaşlı olarak
geride bıraktığını fısıldayarak emre boyun eğmemesini telkin eder.
Şeytanın desiselerine hiç aldırış etmeyen Hz. İsmail, onu yanından
kovmakla kalmaz, arkasından da yedi tane taş atar.İşte hacıların
cemrelerde taş atmaları bu hadisenin hatırlanması ve yeniden
yaşanmasıdır.
Bu hususta İbni Abbas'ın rivayeti de şöyledir:
Hz. İbrahim hac ibadetini yapmaya geldiği zaman, Akabe Cemresi yanında
şeytan ona göründü. Bunun üzerine onu yedi adet taşla taşladı, şeytan
yere battı. Sonra Orta Cemre yanında şeytan ona tekrar göründü. Yedi taş
da orada attı. Böylece şeytan tekrar yere battı. Bir müddet sonra Küçük
Cemrenin yanında yine karşısına dikildi. Burada da yedi taş daha atınca
artık şeytan iyice yere yığılıp kaldı.
Bundan sonra İbni Abbas, şöyle diyor:
“Siz ancak şeytanı taşlıyor ve ancak atanız İbrahim Aleyhisselamın yolunu izliyorsunuz.”
Bu ibadet şekli Hz. Adem'den beri her insanın ortak düşmanı olan
şeytanın arzusuna icabet etmemek, onun vesveselerine aldırmamak, iman
çemberi içinde, şeytanı bir kere daha kahretmek, yerin dibine
geçirmektir.Bu taşlama, kötü niyetlere, şer kuvvetlere karşı bir
zindelik gösterisi, her çeşit kötülükleri yenme azminin sembolleşmesi,
Rabbimizle yapılan manevi anlaşmanın icrasıdır.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:
“Beytullahın çevresinde dönmek, Safa ile Merve arasında gidip gelmek,
şeytanı taşlamak, hepsi Allah'ın şeairini (İslamın alamet ve
işaretlerini) ayakta tutmak içindir.”
Hac mevsiminde mü'minler bu çeşit ibadetleri yapmakla Rablerine olan
kulluklarını dile getiriyor, Ona kul ve muhatap olmanın zevk ve hazzını
yaşıyorlar.
ENGLISH
The Stoning of the Devil (Arabic: رمي الجمرات ramī aj-jamarāt, lit.
"stoning of the jamarāt [place of pebbles][1][2][3]") is part of the
annual Islamic Hajj pilgrimage to the holy city of Mecca in Saudi
Arabia. Muslim pilgrims fling pebbles at three walls (formerly pillars),
called jamarāt, in the city of Mina just east of Mecca. It is one of a
series of ritual acts that must be performed in the Hajj.
On Eid al-Adha (the 10th day of the month of Dhu al-Hijjah), pilgrims
must strike only one of the large jamrah with seven pebbles. After the
stoning is completed on the day of Eid, every pilgrim must cut or shave
their hair. On each of the following two days, they must hit each of the
three walls with seven pebbles, going in order from east to west. Thus
at least 49 pebbles are needed for the ritual, more if some throws miss.
Some pilgrims stay at Mina for an additional day, in which case they
must again stone each wall seven times again. The pebbles used in the
stoning are traditionally gathered at Muzdalifah, a plain southeast of
Mina, on the night before the first throwing, but can also be collected
at Mina.
Replacement of the pillars
Until 2004, the three jamarāt (singular: jamrah) were tall pillars.
After the 2004 Hajj, Saudi authorities replaced the pillars with
26-metre-long (85 ft) walls for safety; many people were accidentally
throwing pebbles at people on the other side. To allow easier access to
the jamarāt, a single-tiered pedestrian bridge called the Jamaraat
Bridge was built around them, allowing pilgrims to throw stones from
either ground level or from the bridge.
The jamarāt are named (starting from the east):
the first jamrah (aj-jamrah al-'ūlā), or the smallest jamrah (جمرة الصغرى aj-jamrah aṣ-ṣughrā),
the middle jamrah (جمرة الوسطى aj-jamrah al-wusṭā),
the largest jamrah(جمرة الكبرى aj-jamrah al-kubrā), or Jamrah of Aqaba (جمرة العقبة jamrat al-ʿaqaba).
Before 2004، the distance between the small and middle jamarāt was 150 m
(490 ft); between the middle and large jamarāt it was 225 m (738
ft).[4]
Historical and spiritual significance
The ritual re-enacts Abraham (Ibrāhīm)'s pilgrimage to Mecca as explained by the Muslim historian al-Azraqi:
"When he [Abraham] left Mina and was brought down to (the defile
called) al-Aqaba, the Devil appeared to him at Stone-Heap of the Defile.
Gabriel said to him: "Pelt him!" so Abraham threw seven stones at him
so that he disappeared from him. Then he appeared to him at the Middle
Stone-Heap. Gabriel said to him: "Pelt him!" so he pelted him with seven
stones so that he disappeared from him. Then he appeared to him at the
Little Stone-Heap. Gabriel said to him: "Pelt him!" so he pelted him
with seven stones like the little stones for throwing with a sling. So
the Devil withdrew from him."[5]
All three jamarāt represent the devil: the first and largest represents
his temptation of Abraham against sacrificing Ishmael (Ismāʿīl); the
second represents the temptation of Abraham's wife Hājar to induce her
to stop him; the third represents his temptation of Ishmael to avoid
being sacrificed. He was rebuked each time, and the throwing of the
stones symbolizes those rebukes.
The stoning of the jamarāt also represents the
repudiation of man's self (an-nafs al-'amāra, literally the "internal
despot") and the act of casting aside one's low desires and wishes. As
one Islamic theologian states:
"If one is able to crush al‑nafs al‑'amāra during the stoning of
Jamrat al‑ʿAqaba (the Jamrah of Aqaba), then one has taken the next step
in attaining closeness to Allah, and since between the servant and
Allah there is no more than the distance of one step, if one has been
able to take this step and make it past one's own low desires and
wishes, then that which follows is the level of closeness to Allah.
"During those two or three days after the Eid that one is in Mina,
one must stone the three jamarāt, meaning that one must trample upon his
internal despot (an-nafs al-'amāra), the external despot of the Shaitan
from the Jinn (Iblīs and those like him), and the Shayṭān from among
the Humans (the enemies of religion and of humanity).
"The stoning of the three jamarāt is, in essence, the trampling upon
the despots and waging war against all of them. When one focuses on
them and the hatred for them, then one automatically focuses with
complete attention upon one's self – and rightfully so – while stoning
the jamarāt, one must focus entirely upon one's self.[6]
Main article: Incidents during the Hajj
The Stoning of the Devil ritual is considered the most dangerous part of
the pilgrimage, as sudden crowd movements on or near the Jamaraat
Bridge can cause people to be crushed. On several occasions, hundreds of
participants have suffocated or been trampled to death in stampedes.
An important step in managing crowds is the recent replacement of the
jamarāt pillars by walls to ease and speed up the stoning. The bridge
has also been widened in recent years to accommodate the ever-growing
number of pilgrims who perform the Hajj each year.
Crowd conditions are especially difficult during the final day of Hajj,
which is the day pilgrims leave the valley of Mina and return to Mecca
for the farewell Tawaf (the final circumambulation of the Kaaba).
According to hadith, Muhammad's last stoning was performed just after
the noon prayer. Many scholars feel that the ritual can be done any time
between noon and sunset on this day; however, many Muslims are taught
that it should be done immediately after the noon prayer. This leads to
people camping out until noon and rushing out then to do the stoning.
These two factors are felt to be most responsible for the most recent
tragedy during the Hajj of 2006, in which a stampede killed at least 346
pilgrims and injured at least 289 more. This was despite several
attempts by the authorities to inform pilgrims about the permissibility
of staggering their visits to the jamarāt as well as instructing them to
leave their luggage at their tents. Adding to the confusion involved in
the tragedy is the lack of co-operation on the part of pilgrims who do
not leave the jamarāt area by the proper route, and therefore interfere
with the movements of others who are arriving.
References
Burton, Richard Francis (1857). Personal Narrative of a Pilgrimage to El
Medinah and Meccah. p. 226. "The word jamrah is applied to the place of
stoning, as well as to the stones."
Abū Dāʼūd (1984). Sunan Abu Dawud: Chapters 519-1337. Sh. M. Ashraf.
"1204. Jamrah originally means a pebble. It is applied to the heap of
stones or a pillar."
Hughes, Thomas Patrick (1885, re-released 1995). Dictionary of Islam. p.
225. ISBN 978-81-206-0672-2. "Lit. "gravel, or small pebbles." The
three pillars [...] placed against a rough wall of stones [...]" Check
date values in: |date= (help)
Muhammad H. Al-Haboubi, "A New Layout Design for the Jamarat Area
(Stoning the Devil)," The Arabian Journal for Science and Engineering,
Volume 28, Number 2B (October 2003).
F.E. Peters, A Reader on Classical Islam, Princeton University Press, 1994 (ISBN 0-691-03394-3)
Ayatollah al Hajj ash‑Shaikh Husain Mazaheri, Secret of the Hajj
Hıra Dağı - Mağarası Nerede - Hz. Muhammed'e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ
Hıra Dağı - Mağarası Nerede - Hz. Muhammed'e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ
Hira
(Arapça: حراء Ḥirāʾ) veya Hira Mağarası (غار حراء Ġār Ḥirāʾ) İslam
peygamberi Muhammed'in inzivaya çekildiği mağara. Ayrıca, Müslümanlarca,
Kur'an-ı Kerim'in Muhammed'e bu mağarada indirilmeye başlandığı kabul
edilmektedir. Mekke’nin yaklaşık 6 km kuzeyinde bulunan Nur Dağında
bulunur.
Hıra. Hz. Muhammed'e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ.
İlk Vahiy
İslama göre Muhammed bin Abdullah 40 yaşına yaklaştığında toplumdan
uzaklaşarak Nur dağı'ndaki Hira mağarasında inzivaya çekilmeyi ve burada
vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 40
yaşındayken 610'da, 26 Ramazan'ı 27’sine bağlayan gece (Kadir gecesi),
Muhammed'e geldiğine inanılan ilk vahiy şu şekilde anlatılır:
Muhammed, Nur dağı Hira Mağarası'nda tefekkürle meşgulken Cebrail adlı melek
geldi ve ona "Oku!" dedi. Muhammed "Ben okuma bilmem." dedi. Bunun
üzerine Cebrail, Muhammed’i sıkarak, yine "Oku!" dedi. Muhammed tekrar
okuması olmadığını söyleyince, Cebrail onu sararak aynı şekilde sıktı ve
geri bırakarak "Oku!" dedi. Muhammed "Ben okuma bilmem, söyle ne
okuyayım" diye karşılık verince Cebrail, Alak Suresi'nin ilk ayetlerini
okudu: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından
yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı
öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri öğretendir."
Rivayetlere göre Cebrail'in kaybolmasının ardından Muhammed evine dönmek üzere yola
çıktı, etraftan binlerce ses: "Ey Muhammed selam olsun! Ya Resulullah,
sana selam olsun!" diyordu. Her defasında geriye dönüyor, taş ve
ağaçlardan başka bir şey göremiyordu. Evine geldiğinde yatağına yattı ve
"Beni örtün dedi. Uyandığında başından geçenleri Hatice'ye anlattı.
Ardından Hatice'nin önerisiyle Haice'nin amcası olan Varaka bin Nevfel'e
gittiler. Yaşlı bir Hristiyan bilgini olan Varaka bin Nevfel
anlatılanları duyunca "Kuddûs... Bu gördüğün Melek yüce Allah'ın Musa
peygambere gönderdiği Ruhu'l-Kudüstür. Sen de bu ümmetin peygamberisin.
Keşke kavminin seni yurdundan çıkaracağı zaman sağ olup sana yardım
edebilsem."[1]
Muhammed'in bu olaydan başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632'ye kadar aldığına inanılan vahiyler Kur'an'ı oluşturur.
Konum
Merkez'den 5 kilometre uzaklıktadır. Taksi ile ulaşım mümkündür. Mağaraya çıkış merdivenler aracılığıyla sağlanır.
Mekke'nin kuzeydoğusunda Kabe'ye yaklaşık 5 km. uzaklıktadır. Cebelinûr adıyla da
bilinir. İnsanlara en doğru yolu gösteren vahiy nurunun bu dağdaki bir
mağaraya inmiş olmasından dolayı bu adı aldığı sanılmaktadır. Muhammed
Hamîdullah ise geceleyin yollarını kaybedenlere yardım etmek amacıyla
üzerinde ateş yakılmış olabileceği ihtimalini ileri sürmekte ve ismi
"yollarını kaybedenlere doğru yolu gösteren" anlamında yorumlamaktadır.
Kaynaklarda Hıra dağı genellikle yakınındaki Sebîr dağı ile birlikte zikredilir.
Deniz dalgasına benzetilen bu iki dağın bitki örtüsü yer yer görülen
dikenli çalılardan ibarettir. Hıra dağı, çevresindeki diğer dağlardan
daha dik ve yüksek olup çıkılması zor çıplak ve kaygan kayalardan
meydana gelen sivri tepesiyle uzak mesafelerden dahi kolaylıkla
farkedilir. Hz. Peygamberin hayatında çok önemli bir yeri bulunan ünlü
mağara zirvenin 20 m. kadar aşağısındadır. Bu mekân mağara olarak
anılmakla birlikte aslında üst üste yığılan kaya blokları arasında
kalmış iki tarafı açık, sivri tonozlu tünele benzer şekilde gayri
muntazam bir boşluktan ibarettir. Son zamanlarda düşme tehlikesi göz
önüne alınarak girişin karşısındaki (Kabe yönünde) açıklık taşlarla
kapatılmış, sadece hava akımı sağlamak için üst kısmında küçük bir
aralık bırakılmıştır. İçerideki boşluk, bir kişinin başı tavana
değmeyecek şekilde ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve yere
uzanabileceği kadar genişlik ve uzunluktadır. Tabana yine son
zamanlarda beton karo döşenmiştir, burada ziyaretçiler teberrüken iki
rek'at namaz kılmaktadır. Mağaraya tabii kayalardan oluşan yüksek
basamaklarla çıkılır ve dar bir düzlükten geçerek girilir.
Mekkeliler arasında, receb ve ramazan gibi senenin belirli aylarında İnzivaya
çekilen bazı hanîfler bulunuyordu. Hz. Muhammed'in dedesi Abdülmuttalib
de bunlardan biriydi ve Allah'ın varlığına, ceza ve mükâfat yeri
olarak âhiretin mevcudiyetine inanmış, zaman zaman Hıra dağındaki
mağaraya çekilip kendini ibadete vermişti. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in de
Hıra'da belirli bir yeri vardı. Hz. Muhammed de muhtemelen otuz beş
yaşlarında iken ramazan aylarında dedesinin inzivaya çekildiği
Hıra'daki mağaraya kapanmaya başladı. Özellikle nübüvvetin ilk
müjdeleri olarak kabul edilen sadık rüyalar gördüğü altı ay içerisinde
yalnız kalmak istiyor ve bu mağarada tefekküre dalıyordu. Dağdan her
inişinde evinden önce Kabe'ye gidip tavafta bulunmayı âdet edinmişti,
zaman zaman hanımı Hz. Hatice'yi de beraberinde Hi-ra'ya götürüyordu.
Azık olarak yanına çok az miktarda süt, kurutulmuş et veya zeytinyağı
ile kuru ekmek alır, bunlar tükenince evinden yenisini tedarik edip
tekrar mağaraya dönerdi. Nihayet kırk yaşına basıp olgunluk çağına
ulaştığı 610 yılı Ramazan ayının son on günü içerisindeki -sonradan
Allah'ın Kadir adını verdiği (Kadr 97/1-5) bir gece (Hz. Âişe'nin
rivayetine göre 27. Pazartesi) sabaha karşı, daha önce hiç
karşılaşmadığı Cebrail vasıtasıyla Alak sûresinin "ikra" (oku) emriyle
başlayan ilk beş âyeti indirildi. Cebrail ilk defa Hıra dağında, bütün
ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Resûl-i Ekrem'e gelip
aslî suretinde görünmüş ve onu kuvvetle sıkıp okumasını isteyerek ilk
vahyi getirmiştir. Bu olay üzerine aşırı bir heyecan ve korkuya
kapılan Hz. Muhammed süratle Hi-ra'dan inerek evine gelmiş ve Hz.
Hatice'den üstünü örtmesini istemiştir. Daha sonra Hz. Hatice onu
Hıristiyanlığı kabul etmiş olan amcası Varaka b. Nevfel'e götürmüş,
böylece Hz. Peygamber kendisine gelenin vahiy meleği Cebrail olduğunu
öğrenerek sükûn bulmuştur. Rivayete göre ilk vahyin indirilmesinden
önce, hatta Hz. Muhammed henüz çocukken Cebrail tarafından göğsü
yarılıp kalbi yıkanarak (veya genişletilerek) vahiy kabul etmeye uygun
hale getirilmiş ve bu olay da yine Hıra dağı üzerinde vuku bulmuştur.
Sonradan bu olayın meydana geldiği nokta olarak kabul edilen yerde
kubbesi uzaktan görülebilen büyükçe bir mescid yapılmıştır. Mescidin
içinde bulunan kayaya Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması esnasında
yaslandığı rivayet edilir.
İnşikâku'l-kamer hadisesinde ayın bir parçası Hıra'nın bir tarafında, diğeri Öbür tarafında görülmüştü.
Rivayete göre Hz. Peygamber, bir gün yanında ashaptan bir grup olduğu
halde Hıra dağının üstüne çıkmış, o sırada dağ sallanınca, "Ey Hıra.
sakin ol! Zira üzerinde bir nebî, bir sıddîk ya da bir şehidden başkası
bulunmamaktadır demiştir; Uhud dağı için de buna benzer bir rivayet
nakledilir. Hicretten önceki Tâif yolculuğundan dönüşünde Resûl-i
Ekrem, Mekke'ye girebilmek için himayesine sığınabileceği bir kimse
bulmak amacıyla araştırma yaptırırken Hıra mağarasında beklemiş,
müşriklerin ileri gelenlerinden olan akrabası Mut'im b. Adfnin teklifini
kabul ettiğini öğrenince buradan ayrılmıştır. Bir defasında yine Hz.
Peygamber Hıra"da iken Cebrail gelerek Hz. Hatice'ye hem Cenâb-ı Hakk'ın
hem de kendisinin selâmını söylemesini ve cennette ona içinde çalışıp
yorulmanın bulunmadığı, inciden oyulmuş sakin bir köşkün verileceğini
müjdelemesini istemiştir.
Resûl-i Ekrem'in bu dağda geçirdiği inziva hayatının ve peygamberlik görevinin burada başlamasının hem
şahsı, hem de müslümanlar için Önemi büyüktür. Mutasavvıflar, onun Nur
dağındaki itikâfını Hz. Musa'nın Tûr dağındaki halvetiyle kıyaslayarak
hâtıralarını birlikte yaşatmışlar ve dinî hayat açısından inziva ve
itikâfin önemini vurgulamak için Hz. Peygamber'in Hıra mağarasındaki
zâhidâne yaşayışını örnek kabul etmişlerdir.
Vaktiyle dağın tepesinde bulunan bir kubbe daha sonra yıkılmış, mağaranın biraz
yukarısında Osmanlılar zamanında yaptırılan su sarnıcının kalıntıları
ise günümüze ulaşmıştır. Hıra dağının etekleri bugün büyük bir yerleşim
merkezi halini almıştır. Mekke'den Taife giden ikinci yol da bu dağın
önünden geçer.
Hıra Dağı - Mağarası Nerede - Hz. Muhammed'e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ
Hira
(Arapça: حراء Ḥirāʾ) veya Hira Mağarası (غار حراء Ġār Ḥirāʾ) İslam
peygamberi Muhammed'in inzivaya çekildiği mağara. Ayrıca, Müslümanlarca,
Kur'an-ı Kerim'in Muhammed'e bu mağarada indirilmeye başlandığı kabul
edilmektedir. Mekke’nin yaklaşık 6 km kuzeyinde bulunan Nur Dağında
bulunur.
Hıra. Hz. Muhammed'e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ.
İlk Vahiy
İslama göre Muhammed bin Abdullah 40 yaşına yaklaştığında toplumdan
uzaklaşarak Nur dağı'ndaki Hira mağarasında inzivaya çekilmeyi ve burada
vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 40
yaşındayken 610'da, 26 Ramazan'ı 27’sine bağlayan gece (Kadir gecesi),
Muhammed'e geldiğine inanılan ilk vahiy şu şekilde anlatılır:
Muhammed, Nur dağı Hira Mağarası'nda tefekkürle meşgulken Cebrail adlı melek
geldi ve ona "Oku!" dedi. Muhammed "Ben okuma bilmem." dedi. Bunun
üzerine Cebrail, Muhammed’i sıkarak, yine "Oku!" dedi. Muhammed tekrar
okuması olmadığını söyleyince, Cebrail onu sararak aynı şekilde sıktı ve
geri bırakarak "Oku!" dedi. Muhammed "Ben okuma bilmem, söyle ne
okuyayım" diye karşılık verince Cebrail, Alak Suresi'nin ilk ayetlerini
okudu: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından
yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı
öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri öğretendir."
Rivayetlere göre Cebrail'in kaybolmasının ardından Muhammed evine dönmek üzere yola
çıktı, etraftan binlerce ses: "Ey Muhammed selam olsun! Ya Resulullah,
sana selam olsun!" diyordu. Her defasında geriye dönüyor, taş ve
ağaçlardan başka bir şey göremiyordu. Evine geldiğinde yatağına yattı ve
"Beni örtün dedi. Uyandığında başından geçenleri Hatice'ye anlattı.
Ardından Hatice'nin önerisiyle Haice'nin amcası olan Varaka bin Nevfel'e
gittiler. Yaşlı bir Hristiyan bilgini olan Varaka bin Nevfel
anlatılanları duyunca "Kuddûs... Bu gördüğün Melek yüce Allah'ın Musa
peygambere gönderdiği Ruhu'l-Kudüstür. Sen de bu ümmetin peygamberisin.
Keşke kavminin seni yurdundan çıkaracağı zaman sağ olup sana yardım
edebilsem."[1]
Muhammed'in bu olaydan başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632'ye kadar aldığına inanılan vahiyler Kur'an'ı oluşturur.
Konum
Merkez'den 5 kilometre uzaklıktadır. Taksi ile ulaşım mümkündür. Mağaraya çıkış merdivenler aracılığıyla sağlanır.
Mekke'nin kuzeydoğusunda Kabe'ye yaklaşık 5 km. uzaklıktadır. Cebelinûr adıyla da
bilinir. İnsanlara en doğru yolu gösteren vahiy nurunun bu dağdaki bir
mağaraya inmiş olmasından dolayı bu adı aldığı sanılmaktadır. Muhammed
Hamîdullah ise geceleyin yollarını kaybedenlere yardım etmek amacıyla
üzerinde ateş yakılmış olabileceği ihtimalini ileri sürmekte ve ismi
"yollarını kaybedenlere doğru yolu gösteren" anlamında yorumlamaktadır.
Kaynaklarda Hıra dağı genellikle yakınındaki Sebîr dağı ile birlikte zikredilir.
Deniz dalgasına benzetilen bu iki dağın bitki örtüsü yer yer görülen
dikenli çalılardan ibarettir. Hıra dağı, çevresindeki diğer dağlardan
daha dik ve yüksek olup çıkılması zor çıplak ve kaygan kayalardan
meydana gelen sivri tepesiyle uzak mesafelerden dahi kolaylıkla
farkedilir. Hz. Peygamberin hayatında çok önemli bir yeri bulunan ünlü
mağara zirvenin 20 m. kadar aşağısındadır. Bu mekân mağara olarak
anılmakla birlikte aslında üst üste yığılan kaya blokları arasında
kalmış iki tarafı açık, sivri tonozlu tünele benzer şekilde gayri
muntazam bir boşluktan ibarettir. Son zamanlarda düşme tehlikesi göz
önüne alınarak girişin karşısındaki (Kabe yönünde) açıklık taşlarla
kapatılmış, sadece hava akımı sağlamak için üst kısmında küçük bir
aralık bırakılmıştır. İçerideki boşluk, bir kişinin başı tavana
değmeyecek şekilde ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve yere
uzanabileceği kadar genişlik ve uzunluktadır. Tabana yine son
zamanlarda beton karo döşenmiştir, burada ziyaretçiler teberrüken iki
rek'at namaz kılmaktadır. Mağaraya tabii kayalardan oluşan yüksek
basamaklarla çıkılır ve dar bir düzlükten geçerek girilir.
Mekkeliler arasında, receb ve ramazan gibi senenin belirli aylarında İnzivaya
çekilen bazı hanîfler bulunuyordu. Hz. Muhammed'in dedesi Abdülmuttalib
de bunlardan biriydi ve Allah'ın varlığına, ceza ve mükâfat yeri
olarak âhiretin mevcudiyetine inanmış, zaman zaman Hıra dağındaki
mağaraya çekilip kendini ibadete vermişti. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in de
Hıra'da belirli bir yeri vardı. Hz. Muhammed de muhtemelen otuz beş
yaşlarında iken ramazan aylarında dedesinin inzivaya çekildiği
Hıra'daki mağaraya kapanmaya başladı. Özellikle nübüvvetin ilk
müjdeleri olarak kabul edilen sadık rüyalar gördüğü altı ay içerisinde
yalnız kalmak istiyor ve bu mağarada tefekküre dalıyordu. Dağdan her
inişinde evinden önce Kabe'ye gidip tavafta bulunmayı âdet edinmişti,
zaman zaman hanımı Hz. Hatice'yi de beraberinde Hi-ra'ya götürüyordu.
Azık olarak yanına çok az miktarda süt, kurutulmuş et veya zeytinyağı
ile kuru ekmek alır, bunlar tükenince evinden yenisini tedarik edip
tekrar mağaraya dönerdi. Nihayet kırk yaşına basıp olgunluk çağına
ulaştığı 610 yılı Ramazan ayının son on günü içerisindeki -sonradan
Allah'ın Kadir adını verdiği (Kadr 97/1-5) bir gece (Hz. Âişe'nin
rivayetine göre 27. Pazartesi) sabaha karşı, daha önce hiç
karşılaşmadığı Cebrail vasıtasıyla Alak sûresinin "ikra" (oku) emriyle
başlayan ilk beş âyeti indirildi. Cebrail ilk defa Hıra dağında, bütün
ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Resûl-i Ekrem'e gelip
aslî suretinde görünmüş ve onu kuvvetle sıkıp okumasını isteyerek ilk
vahyi getirmiştir. Bu olay üzerine aşırı bir heyecan ve korkuya
kapılan Hz. Muhammed süratle Hi-ra'dan inerek evine gelmiş ve Hz.
Hatice'den üstünü örtmesini istemiştir. Daha sonra Hz. Hatice onu
Hıristiyanlığı kabul etmiş olan amcası Varaka b. Nevfel'e götürmüş,
böylece Hz. Peygamber kendisine gelenin vahiy meleği Cebrail olduğunu
öğrenerek sükûn bulmuştur. Rivayete göre ilk vahyin indirilmesinden
önce, hatta Hz. Muhammed henüz çocukken Cebrail tarafından göğsü
yarılıp kalbi yıkanarak (veya genişletilerek) vahiy kabul etmeye uygun
hale getirilmiş ve bu olay da yine Hıra dağı üzerinde vuku bulmuştur.
Sonradan bu olayın meydana geldiği nokta olarak kabul edilen yerde
kubbesi uzaktan görülebilen büyükçe bir mescid yapılmıştır. Mescidin
içinde bulunan kayaya Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması esnasında
yaslandığı rivayet edilir.
İnşikâku'l-kamer hadisesinde ayın bir parçası Hıra'nın bir tarafında, diğeri Öbür tarafında görülmüştü.
Rivayete göre Hz. Peygamber, bir gün yanında ashaptan bir grup olduğu
halde Hıra dağının üstüne çıkmış, o sırada dağ sallanınca, "Ey Hıra.
sakin ol! Zira üzerinde bir nebî, bir sıddîk ya da bir şehidden başkası
bulunmamaktadır demiştir; Uhud dağı için de buna benzer bir rivayet
nakledilir. Hicretten önceki Tâif yolculuğundan dönüşünde Resûl-i
Ekrem, Mekke'ye girebilmek için himayesine sığınabileceği bir kimse
bulmak amacıyla araştırma yaptırırken Hıra mağarasında beklemiş,
müşriklerin ileri gelenlerinden olan akrabası Mut'im b. Adfnin teklifini
kabul ettiğini öğrenince buradan ayrılmıştır. Bir defasında yine Hz.
Peygamber Hıra"da iken Cebrail gelerek Hz. Hatice'ye hem Cenâb-ı Hakk'ın
hem de kendisinin selâmını söylemesini ve cennette ona içinde çalışıp
yorulmanın bulunmadığı, inciden oyulmuş sakin bir köşkün verileceğini
müjdelemesini istemiştir.
Resûl-i Ekrem'in bu dağda geçirdiği inziva hayatının ve peygamberlik görevinin burada başlamasının hem
şahsı, hem de müslümanlar için Önemi büyüktür. Mutasavvıflar, onun Nur
dağındaki itikâfını Hz. Musa'nın Tûr dağındaki halvetiyle kıyaslayarak
hâtıralarını birlikte yaşatmışlar ve dinî hayat açısından inziva ve
itikâfin önemini vurgulamak için Hz. Peygamber'in Hıra mağarasındaki
zâhidâne yaşayışını örnek kabul etmişlerdir.
Vaktiyle dağın tepesinde bulunan bir kubbe daha sonra yıkılmış, mağaranın biraz
yukarısında Osmanlılar zamanında yaptırılan su sarnıcının kalıntıları
ise günümüze ulaşmıştır. Hıra dağının etekleri bugün büyük bir yerleşim
merkezi halini almıştır. Mekke'den Taife giden ikinci yol da bu dağın
önünden geçer.
Sevr Mağarası - Ğarı Sevr - غار ثور - Hz. Peygamber’in hicret esnasında üç gece gizlendiği, Kur’ân-ı Kerîm’de zikri geçen mağara.
SEVR MAĞARASI
(غار ثور)
Hz. Peygamber’in hicret esnasında üç gece gizlendiği, Kur’ân-ı Kerîm’de zikri geçen mağara.
Mağaranın bulunduğu Sevr dağı Mescid-i Harâm’a güneydoğu yönünde yaklaşık 4 km.
uzaklıktadır. Sevr mağarası dağın zirvesine yakın bir yerde, Mekke
tarafına bakan yamacında büyük bir kayanın altında kalan boşluk şeklinde
doğal ve küçük bir mağaradır. Mağaranın biri batı, diğeri doğu
tarafında iki girişi bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem’in girdiği batı
yönündeki giriş dar olup zeminden biraz yüksektedir. Doğu yönündeki
giriş ise insanın rahatlıkla girip çıkabileceği büyüklüktedir. Günümüzde
Mekke’de yerleşim Sevr dağının kuzey eteklerine kadar ulaşmıştır.
Müslümanların Yesrib’e (Medine) hicret etmesi üzerine Hz. Muhammed’in de oraya gidip
onların başına geçmesinden endişe duyan bazı müşrikler Dârünnedve’de
toplanarak Resûlullah’ı öldürme kararı aldılar. Onu Kureyş oymaklarından
birer gencin katılacağı bir grup öldürecek, böylece Hâşimoğulları’nın
kan davasına kalkışması önlenecekti. Suikast kararından haberdar olan
Resûl-i Ekrem hemen hicret hazırlığına başladı; öğle sıcağında Hz. Ebû
Bekir’in evine gitti ve orada hicret planı hazırlandı. Bunun için
Mekke-Medine yollarını iyi bilen bir kılavuz tutuldu ve onunla, yolda
binilecek develeri üç gün sonra Sevr dağının eteğine getirmek üzere
anlaşmaya varıldı. Evine dönen Hz. Peygamber, kendisini öldürmek için
evini saracak müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali’yi yatağına yatırdı.
Karanlık bastıktan sonra evinden ayrılıp tekrar Hz. Ebû Bekir’in evine
gitti. Gece yarısı Hz. Ebû Bekir’le birlikte evin arka kapısından
gizlice çıkarak Sevr dağına tırmanıp buradaki mağarada gizlendiler.
Resûl-i Ekrem’in geçici gizlenme yeri olarak Medine yol güzergâhında
bulunmayan Sevr mağarasını seçmesinin sebebi peşine düşecek müşrikleri
şaşırtmak istemesiydi. Çünkü müşrikler hicret için yola çıktığını
anladıklarında onu daha çok Medine’ye giden yol güzergâhında
arayacaklar, Mekke’nin güneyine giden yollar üzerinde fazla
durmayacaklardı. Böylece hem yoğun takipten kurtulacak hem de takip
işinin yavaşlamasına kadar zaman kazanacaktı.
Hz. Peygamber’i öldürmek maksadıyla evini saran seçilmiş müşrikler evinde olmadığını
öğrenince bütün çevreyi aramaya başladılar ve etrafa haberciler
göndererek onların başına ödül koyduklarını duyurdular. Daha ziyade
Medine tarafındaki yollarda arama yaparken bir grup da iki iz sürücünün
rehberliğinde onların gizlendiği mağaranın ağzına kadar geldi. Bu sırada
endişeye kapılan Hz. Ebû Bekir, “Ey Allah’ın resulü! Eğilip baksalar
bizi görecekler” dedi. Resûlullah, Allah Teâlâ’nın kendilerine yardım
edeceğini söyleyerek onu teselli etti. Mağarada yaşanan bu an Kur’ân-ı
Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Eğer siz ona yardım etmezseniz ona
Allah yardım etmiştir: Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak
çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına, ‘Üzülme, Allah
bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona -sükûnet sağlayan-
emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve
kâfir olanların sözünü alçalttı; Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü
Allah üstündür, hikmet sahibidir” (et-Tevbe 9/40). Allah Teâlâ’nın
resulünü koruyacağı muhakkaktı; nitekim etrafı inceleyen müşrikler
mağaranın içine bakmadan dönüp gittiler. Mağarada Hz. Peygamber
tarafından teselli edilen Ebû Bekir bu özel durumu sebebiyle Türk ve
İran edebiyatlarında “yâr-ı gār” (mağara dostu) ifadesiyle anılmıştır.
Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir, Sevr mağarasında üç gece kaldılar. Bu üç geceyi
Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da onlarla birlikte geçirdi. Yapılan plan
gereği Abdullah sabaha doğru yanlarından
ayrılıp Mekke’de gecelemiş gibi davranıyor, müşriklerin arama
faaliyetleriyle ilgili haberleri akşamleyin onlara ulaştırıyordu. Hz.
Ebû Bekir’in çobanı Âmir b. Füheyre otlattığı koyun sürüsünü akşamları
mağara tarafına sürüyor, sabahleyin Abdullah mağaradan ayrılınca onun
peşini takip ederek sürüsünü oradan uzaklaştırıyordu. Böylece hem onlara
içecekleri sütü sağlıyor hem de Abdullah’ın ayak izlerini
kaybettiriyordu. Üçüncü gecenin sabahında kendisine önceden emanet
edilen develeri mağaranın yakınına getiren yol rehberi Abdullah b.
Uraykıt ve Âmir b. Füheyre ile birlikte Yesrib’e doğru yola çıktılar (1
Rebîülevvel / 13 Eylül 622).
Hadis ve siyer kaynaklarında
Resûlullah ile Hz. Ebû Bekir’in mağaraya gece ulaştıkları, Ebû Bekir’in
Resûlullah’tan önce mağaraya girip içeride zararlı hayvan bulunup
bulunmadığını kontrol ettiği, daha sonra da Resûlullah’ın girdiği
kaydedilir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir’in üzerindeki örtüyü parçalara ayırıp
mağaradaki zararlı böcek yuvalarını tıkadığı, ancak bezler yetmediği
için son deliği topuğu ile kapatmak zorunda kaldığı, ardından mağaraya
giren Hz. Peygamber’in başını Ebû Bekir’in dizine koyarak uyuduğu,
topuğu delikteki bir yılan tarafından ısırılan Ebû Bekir’in acıdan göz
yaşı döktüğü, yanağına dökülen göz yaşlarından uyanan Resûl-i Ekrem’in
onu tedavi ettiği, müşriklerin eğilip bakmalarını engellemek için bir
örümceğin mağaranın girişini ağ örerek kapattığı, mağaranın girişinde
bir ağacın bittiği, bir çift yabani güvercinin orada durduğu veya yuva
yaparak yumurtladığı şeklinde rivayetler varsa da bu rivayetlerin bir
kısmı çeşitli açılardan eleştirilmiştir (Zehebî, III, 307; İbn Kesîr,
III, 180, 182; İbn Hacer, IV, 388; M. Nâsırüddin el-Elbânî, III,
260-264).
BİBLİYOGRAFYA:
Müsned, I, 348; VI, 198; Buhârî,
“İcâre”, 3, “Menâķıbü’l-ensâr”, 45, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 2,
“Meġāzî”, 28; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 1; İbn Hişâm, es-Sîre2, I,
482-487; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1418/
1997, I, 175-179; Fâkihî, Aħbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b.
Dehîş), Mekke 1407/ 1986, IV, 79-84; Belâzürî, Ensâb, I, 259-261;
Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Şâkir), XIV, 257-260; Ahmed b. Hüseyin
el-Beyhakī, Delâǿilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut
1405/1985, II, 465-482; Zehebî, Mîzânü’l-iǾtidâl, III, 307; İbn Kesîr,
el-Bidâye, III, 179-184; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, IV, 388; Süyûtî,
ed-Dürrü’l-menŝûr, Beyrut 1403/1983, IV, 196-204; Semhûdî, Vefâǿü’l-vefâ
bi-aħbâri dâri’l-Muśŧafâ (nşr. Mustafa Abdülvâhid), Beyrut 1386/1966,
I, 236-238; Şevkī Ebû Halîl, el-Hicre: Ĥadeŝün ġayyere mecra’t-târîħ,
Dımaşk 1406/1986, s. 86-87; M. Nâsırüddin el-Elbânî,
Silsiletü’l-eĥâdîŝi’ż-żaǾîfe ve’l-mevżûǾa, Riyad 1408/1988, III,
260-264; Adnan Demircan, Nebevî Direniş Hicret, İstanbul 2000, s.
121-128.
SEVR MAĞARASI
(غار ثور)
Hz. Peygamber’in hicret esnasında üç gece gizlendiği, Kur’ân-ı Kerîm’de zikri geçen mağara.
Mağaranın bulunduğu Sevr dağı Mescid-i Harâm’a güneydoğu yönünde yaklaşık 4 km.
uzaklıktadır. Sevr mağarası dağın zirvesine yakın bir yerde, Mekke
tarafına bakan yamacında büyük bir kayanın altında kalan boşluk şeklinde
doğal ve küçük bir mağaradır. Mağaranın biri batı, diğeri doğu
tarafında iki girişi bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem’in girdiği batı
yönündeki giriş dar olup zeminden biraz yüksektedir. Doğu yönündeki
giriş ise insanın rahatlıkla girip çıkabileceği büyüklüktedir. Günümüzde
Mekke’de yerleşim Sevr dağının kuzey eteklerine kadar ulaşmıştır.
Müslümanların Yesrib’e (Medine) hicret etmesi üzerine Hz. Muhammed’in de oraya gidip
onların başına geçmesinden endişe duyan bazı müşrikler Dârünnedve’de
toplanarak Resûlullah’ı öldürme kararı aldılar. Onu Kureyş oymaklarından
birer gencin katılacağı bir grup öldürecek, böylece Hâşimoğulları’nın
kan davasına kalkışması önlenecekti. Suikast kararından haberdar olan
Resûl-i Ekrem hemen hicret hazırlığına başladı; öğle sıcağında Hz. Ebû
Bekir’in evine gitti ve orada hicret planı hazırlandı. Bunun için
Mekke-Medine yollarını iyi bilen bir kılavuz tutuldu ve onunla, yolda
binilecek develeri üç gün sonra Sevr dağının eteğine getirmek üzere
anlaşmaya varıldı. Evine dönen Hz. Peygamber, kendisini öldürmek için
evini saracak müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali’yi yatağına yatırdı.
Karanlık bastıktan sonra evinden ayrılıp tekrar Hz. Ebû Bekir’in evine
gitti. Gece yarısı Hz. Ebû Bekir’le birlikte evin arka kapısından
gizlice çıkarak Sevr dağına tırmanıp buradaki mağarada gizlendiler.
Resûl-i Ekrem’in geçici gizlenme yeri olarak Medine yol güzergâhında
bulunmayan Sevr mağarasını seçmesinin sebebi peşine düşecek müşrikleri
şaşırtmak istemesiydi. Çünkü müşrikler hicret için yola çıktığını
anladıklarında onu daha çok Medine’ye giden yol güzergâhında
arayacaklar, Mekke’nin güneyine giden yollar üzerinde fazla
durmayacaklardı. Böylece hem yoğun takipten kurtulacak hem de takip
işinin yavaşlamasına kadar zaman kazanacaktı.
Hz. Peygamber’i öldürmek maksadıyla evini saran seçilmiş müşrikler evinde olmadığını
öğrenince bütün çevreyi aramaya başladılar ve etrafa haberciler
göndererek onların başına ödül koyduklarını duyurdular. Daha ziyade
Medine tarafındaki yollarda arama yaparken bir grup da iki iz sürücünün
rehberliğinde onların gizlendiği mağaranın ağzına kadar geldi. Bu sırada
endişeye kapılan Hz. Ebû Bekir, “Ey Allah’ın resulü! Eğilip baksalar
bizi görecekler” dedi. Resûlullah, Allah Teâlâ’nın kendilerine yardım
edeceğini söyleyerek onu teselli etti. Mağarada yaşanan bu an Kur’ân-ı
Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Eğer siz ona yardım etmezseniz ona
Allah yardım etmiştir: Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak
çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına, ‘Üzülme, Allah
bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona -sükûnet sağlayan-
emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve
kâfir olanların sözünü alçalttı; Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü
Allah üstündür, hikmet sahibidir” (et-Tevbe 9/40). Allah Teâlâ’nın
resulünü koruyacağı muhakkaktı; nitekim etrafı inceleyen müşrikler
mağaranın içine bakmadan dönüp gittiler. Mağarada Hz. Peygamber
tarafından teselli edilen Ebû Bekir bu özel durumu sebebiyle Türk ve
İran edebiyatlarında “yâr-ı gār” (mağara dostu) ifadesiyle anılmıştır.
Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir, Sevr mağarasında üç gece kaldılar. Bu üç geceyi
Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da onlarla birlikte geçirdi. Yapılan plan
gereği Abdullah sabaha doğru yanlarından
ayrılıp Mekke’de gecelemiş gibi davranıyor, müşriklerin arama
faaliyetleriyle ilgili haberleri akşamleyin onlara ulaştırıyordu. Hz.
Ebû Bekir’in çobanı Âmir b. Füheyre otlattığı koyun sürüsünü akşamları
mağara tarafına sürüyor, sabahleyin Abdullah mağaradan ayrılınca onun
peşini takip ederek sürüsünü oradan uzaklaştırıyordu. Böylece hem onlara
içecekleri sütü sağlıyor hem de Abdullah’ın ayak izlerini
kaybettiriyordu. Üçüncü gecenin sabahında kendisine önceden emanet
edilen develeri mağaranın yakınına getiren yol rehberi Abdullah b.
Uraykıt ve Âmir b. Füheyre ile birlikte Yesrib’e doğru yola çıktılar (1
Rebîülevvel / 13 Eylül 622).
Hadis ve siyer kaynaklarında
Resûlullah ile Hz. Ebû Bekir’in mağaraya gece ulaştıkları, Ebû Bekir’in
Resûlullah’tan önce mağaraya girip içeride zararlı hayvan bulunup
bulunmadığını kontrol ettiği, daha sonra da Resûlullah’ın girdiği
kaydedilir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir’in üzerindeki örtüyü parçalara ayırıp
mağaradaki zararlı böcek yuvalarını tıkadığı, ancak bezler yetmediği
için son deliği topuğu ile kapatmak zorunda kaldığı, ardından mağaraya
giren Hz. Peygamber’in başını Ebû Bekir’in dizine koyarak uyuduğu,
topuğu delikteki bir yılan tarafından ısırılan Ebû Bekir’in acıdan göz
yaşı döktüğü, yanağına dökülen göz yaşlarından uyanan Resûl-i Ekrem’in
onu tedavi ettiği, müşriklerin eğilip bakmalarını engellemek için bir
örümceğin mağaranın girişini ağ örerek kapattığı, mağaranın girişinde
bir ağacın bittiği, bir çift yabani güvercinin orada durduğu veya yuva
yaparak yumurtladığı şeklinde rivayetler varsa da bu rivayetlerin bir
kısmı çeşitli açılardan eleştirilmiştir (Zehebî, III, 307; İbn Kesîr,
III, 180, 182; İbn Hacer, IV, 388; M. Nâsırüddin el-Elbânî, III,
260-264).
BİBLİYOGRAFYA:
Müsned, I, 348; VI, 198; Buhârî,
“İcâre”, 3, “Menâķıbü’l-ensâr”, 45, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 2,
“Meġāzî”, 28; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 1; İbn Hişâm, es-Sîre2, I,
482-487; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1418/
1997, I, 175-179; Fâkihî, Aħbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b.
Dehîş), Mekke 1407/ 1986, IV, 79-84; Belâzürî, Ensâb, I, 259-261;
Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Şâkir), XIV, 257-260; Ahmed b. Hüseyin
el-Beyhakī, Delâǿilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut
1405/1985, II, 465-482; Zehebî, Mîzânü’l-iǾtidâl, III, 307; İbn Kesîr,
el-Bidâye, III, 179-184; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, IV, 388; Süyûtî,
ed-Dürrü’l-menŝûr, Beyrut 1403/1983, IV, 196-204; Semhûdî, Vefâǿü’l-vefâ
bi-aħbâri dâri’l-Muśŧafâ (nşr. Mustafa Abdülvâhid), Beyrut 1386/1966,
I, 236-238; Şevkī Ebû Halîl, el-Hicre: Ĥadeŝün ġayyere mecra’t-târîħ,
Dımaşk 1406/1986, s. 86-87; M. Nâsırüddin el-Elbânî,
Silsiletü’l-eĥâdîŝi’ż-żaǾîfe ve’l-mevżûǾa, Riyad 1408/1988, III,
260-264; Adnan Demircan, Nebevî Direniş Hicret, İstanbul 2000, s.
121-128.
Ekran Yapımı için Tasarruflu Dünyanın En Küçük Pikselleri Üretildi
Altın ve aktif polimerler kullanılarak bugüne kadar üretilmiş olan en küçük pikseller elde edildi.
Akıllı telefonların ekranları, monitör teknolojilerinin gelişime tanıklık etmiş olanlar için adeta bir mucize gibi. Tüplü CRT monitörlerden bugüne kadar olan yolculukta pikseller hayatımıza girdi ve birkaç inçlik alana binlercesi sığacak kadar küçüldüler.
Yeni bir teknoloji ise bu ekranları eski gösterecek yepyeni ekranların yolunu açmaya hazırlanıyor. Cambridge Üniversitesi’nden araştırmacılar, dünyadaki en küçük pikselleri üretmeyi başardı. Bu yeni pikseller telefonlardaki piksellerden milyon kat daha küçük.
Yeni pikselleri kullanarak devasa, esnek ekranlar üretmek görece olarak daha kolay olacak ve daha az enerji harcayacak. Bu teknolojinin temelinde ise altın tozunun aktif polimerle kaplanması yer alıyor. Sadece birkaç nanometrelik altın tozları, polianilin adı verilen bir aktif polimer ile kaplanarak ışığı tutan bir yansıtıcı yüzeye yerleştiriliyor. Polimere elektrik verildiğinde polimer kimyasal olarak değişerek pikselin de rengini değiştiriyor.
Bu pikselleri üretmek hem daha kolay hem de daha ucuz. Polimer kaplanan pikseller herhangi bir yüzeye püskürtme yöntemiyle uygulanabilir. Güneş ışığında görülebilecek kadar parlak olan bu yapılar bir renge büründüklerinde, kapatılana kadar o renkte kalıyorlar. Bu da potansiyel enerji tasarrufu açısından yeni pikselleri öne çıkarıyor.
Araştırmanın başındaki isim olan Jeremy Baumberg, ‘nano ölçekteki garip ışık fiziği sayesinde’ bir filmin onda birinden az kısmını bu piksellerle kaplamalarına rağmen görüntü almayı başardı. Bunun sebebi ise altın mimarisi sayesinde piksellerin görüntü alanının oldukça geniş hale gelmesi.
Ekip, piksel tasarımının alışılmış ekran ve işaretlerden çok daha büyük olabileceğini, bir binayı bile kaplayabileceğini söylüyor. Üstelik bu çalışmaların maliyetleri, normal bir ekranın maliyetinden daha ucuza gelebiliyor.
Araştırma, Science Advances adlı dergide yayımlandı.
Etiketler : Ekran Yapımı için,En Tasarruflu, Dünyanın En Küçük Pikselleri Üretildi,Dünyanın,Dünyanın En Küçük, En Küçük, En Küçük Pikseller,
Kitap ve Sünnet
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmetine Bıraktığı Birinci Büyük Emanet: Kitab
Peygamberimiz Aleyhisselam, Veda Haccıncia irad buyurduğu hutbesinde:
"Ben size öyle birşey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız, hiçbir zaman dalâlete düşmez, sapmazsınız.
O, Allah´ın Kitabıdır.[1] ve Resûlullahın sünnetidir" buyurmuştur. [2]
Kur´ân-ı Kerîm´e göre de; Kitab ve sünnet, Müslümanlar için başvurulması gereken iki hidayet kay-nağıdır. [3]
Peygamberimiz Aleyhisselam, birhadis-i şeriflerinde:
"Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona insanların iman etmek zorunda kaldığı mucizelerin bir benzeri verilmemiş olsun.
Bana verilen mucize ise Allah´ın bana vahyettiğidir, Kur´ân´dır.
Bunun için, Kıyamet günü peygamberlerin en çok ümmetlisi ben olacağımı umarım!" buyurmustur. [4]
Her peygamberin zamanına göre peygamberlik davasını isbatlayan bazı harikuladeleri, mucizeleri vardır: asanın yılana çevrilmesi gibi.
Musa Aleyhisselamın zamanında sihir yaygındı.
Bunun için, Musa Aleyhisselam Allah´ın izniyle sihirden daha üstün ve baskın olarak bir mucize getirip sihirbaz muhataplarını iman etmek zorunda bıraktı.
İsa Aleyhisselam zamanında tıp yaygındı.
Bunun için, İsa Aleyhisselam tıptan daha üstün ve baskın olan bir mucize getirdi: Allah´ın izniyle ölüyü diriltti.
Resûlullah Aleyhisselamın zamanında ise, fesahat ve belagat yaygındı.
Bunun için, Resûlullah Aleyhisselam bir fesahat ve belagat mucizesi olan Kur´ân-ı Kerîm´i Allah´tan telakkî edip getirdi. [5]
Peygamberimiz Aleyhisselamdan önceki peygamberlerin mucizeleri kendilerinin vefatlarıyla sona ermiş, onları o zaman hazır bulunanlardan başkaları da görmemişlerdir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizesi olan Kur´ân-ı Kerîm ise Kıyamet gününe kadar devam edecektir. [6]
Diğer peygamberlere verilen mucizelerin benzerleri ya suretçe ya da hakikatça, kendilerinden öncekilere de verilmiş bulunuyordu.
Kur´ârvı Kerîm mucizesinin benzeri ise daha önce hiçbir peygambere verilmemişti. [7]
Ebu Ubeyd´in bildirdiğine göre; bir çöl Arabi, bir zât:
"Artık sen emrolunduğun şeyi açığa vur!" (Hicr. 94) âyetini okurken işitip hemen secdeye kapanır ve:
"Ben onun fesahatinden dolayı secde ettim" der. Başka birisi de:
Vaktâ ki ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yere çekildiler..." (Yusuf: 80) âyetini bir adamdan işitince:
"Ben şehadet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez" demiştir.
Bir cariyeden dinlediği kelâmın fesahatine şaşarak:
"Allah için, sen ne kadar da fesâhatlisin!" demekten kendisini alamayan Asmâî´ye, cariye:
"Musa´nın anasına: ´Onu emzir! Onun hakkında sana bir tehlike gelince, kendisini denize bırak! Korkma, tasalanma! Çünkü Biz onu sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız´ diye vahiy ve ilham ettik´ kavlinden sonra, şu benimki bir fesahat mi sayılır " demiştir.
Gerçekten de, bu bir tek âyette iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde birieştirilmiştir. [8]
Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizesi sadece Kur´ân-ı Kerîm´den ibaret olmadığı ve daha birçok mucizeleri bulunduğu halde, Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizelerinden yalnız Kur´ân´ı anmakla yetinmeleri onun mucizelerinin en büyük ve en yararlısı oluşundan, dine daveti, delil ve hücceti içinde taşımakta bulunuşundan, Kıyamet gününe kadar hâzır ve gâib herkesin ondan yararlanışındandır. [9]
Kur´ârvı Kerîm´e Kur´ân isminin verilişi, ilâhî kitablar arasında, kitabların, belki bütün ilimlerin semerelerini kendisinde toplamış olduğu içindir.
Nitekim, Yüce Allah, buna:
"Herşeyin tafsilidir" (Yusuf: 111), "Herşeyin apaçık bir beyanıdır" (Nahl: 89) âyetleriyle işaret buyurmuştur. [10]
Kur´ârvı Kerîm, hakikat ehline göre, bütün hakikatleri toplayan ledün ilminin de icmali, özetidir. [11]
Hz. Ali derki:
"Resûlullah Aleyhisselamdan işittim:
´Haberiniz olsun ki, birtakım fitneler zuhur edecektir!´ buyurdu.
´Yâ Rasûlallah! O fitnelerden çıkış, kurtuluş nedir ´ diye sordum.
´Kitabullahtır! Çünkü sizden öncekilerin haberleri de, sizden sonrakilerin haberleri de, aranızdaki-lerin hükmü de ondadır.
O hak ile bâtılı ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş şey değildir.
Onu zorbalıkla bırakan kimsenin Allah boynunu kırar.
Hidayeti, doğru yolu ondan başkasında arayanı dalâlete düşürür.
O, Allah´ın en sağlam urganıdır!
O, hikmetle dolu Kur´ân´dır!
O, en doğru yoldur!
0 boş arzuların haktan saptı ram ayacağı, dillerin karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının
duyamayacağı, çok tekrarlanmasından bıkılmayan, akıllan hayrette bırakan meziyetleri bitip tüken
meyen bir kitabdır.
O öyle bir kitabdır ki, cinlerden bir zümre, onu dinledikleri zaman:
´Biz, gerçek, hayranlık veren bir Kur´ân dinledik ki, o hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı, biz de ona inandık...1 demişlerdir.
Ona dayanarak konuşan, doğrulanır.
Onunla amel eden, ecre erer.
Onunla hükmeden adalet eder.
Ona davet eden doğruya ve doğru yola davet etmiş olur´ buyurdu." [12]
Peygamberimiz Aleyhisselam, başka bir hadis-i şeriflerinde de:
"Önceki kitablar, tek bâb ve tek harf (lügat) üzerine inmişti.
Kur´ân ise:
1. Emir
2. Nehiy
3. Helâl
4. Haram
5. Muhkem
6. Müteşâbih
7. Misallerden münekkeb olmak üzere, yedi bâb ve yedi harf (lügat) üzerine inmiştir.
Onun helâlini helâl kılınız!
Onun haramını haram kılınız!
Onda emrolunduğunuz şeyleri işleyiniz!
Onda nehyolunduğunuz şeylerden sakınınız!
Onun getirdiği temsillerden ibret alınız!
Onun muhkem I eriyle amel ediniz!
Onun müteşâbihlerine de iman ediniz ve ´Rabbimizin katından bütün gelenlere iman ettik´ deyiniz!" buyurmuştur. [13]
Abdullah b. Mes´ud:
"İlim isteyen, Kur´ân´ı eşelesin
Çünkü, öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi onun içindedir! [14]
Ben ne zaman size bir hadis haber versem, onun Kitabullah´ta doğrulayıcı delilini de haber verebilirim!" demiştir.
Abdullah b. Abbas da:
"Eğer benim yanımda bir devenin diz bağları yitecek olsa, muhakkak onu da Yüce Allah´ın Kitabında bulurum!" demiştir.
Saîd b. Cübeyr de:
"Bana Resûlullah Aleyhisselamdan hiçbir hadis erişmemiştir ki, onun doğrulayıcı delilini Kitabullah´ta bulmuş olmayayım!" diyor.
İmam-1 Şafiî de bir kere Mekke´de:
"İstediğinizi bana sorunuz! Kitabullah´tan onun cevabını size haber vereyim!" demişti.
Kendisine:
"An sineğini öldüren ihramlı hakkında ne diyeceksin " diye sorulunca, İmam-ı Şafiî:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Peygambersize ne verdi ise onu alınız! Size neyi yasakladı ise ondan da sakınınız!" (Haşr. 7) âyetini okumuş;
"Huzeyfe b. Yeman´ın Peygamber Aleyhisselamdan bize rivayet ettiği hadiste:
´Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer b. Hattab´a uyunuz!´ buyurulmuş olup, Ömer b. Hattab´ın da ihramlının arı sineğini öldürmesini emrettiği haberi bize Târik b. Şihab´dan rivayet edilmiştir" diye cevap vermişti.
Ebu Bekir b. Mücâhid bir gün:
"Âlemde hiçbir şey yoktur ki, Kitabullah´ta bulunmasın!" deyince, kendisine:
"Öyleyse, Kur´ân´ın içinde nerede hanlardan bahsedilmiştir " diye soruldu.
O da:
"´Meskûn olmayan ve içerisinde size ait meta bulunan beyitlere girmenizde size bir vebal yoktur´ (Nûr. 29) âyetindeki evlerden maksat, hanlardır" demiştir.
İbn Burhan da:
"Peygamber Aleyhisselam ne buyurdu ise, elbette o Kur´ân´da ya aynen vardır, ya da onun yakın veya uzak aslı vardır.
Bu gerçeği ancak anlayışlı olanlar anlar, gözleri kapalı olanlar göremezler.
Bunun gibi, onun her hükmündeki isabeti ve inceliği de, istekliler ancak görüşleri, çabaları ve anlayışları nisbetinde kavrayabilirler" demiştir.
Daha başkaları da:
"Allah´ın anlayış verdiği bir kimse için, Kur´ân´dan bulup çıkarmayı mümkün kılmadığı birşey yoktur" demişlerdir.
İbn Fadl´a göre:
"Kelâmullah´ın taşıdığı ilimlerin hakikatini ancak onun sahibi olan Yüce Allah ihata eder. Sonra da, Resûlullah Aleyhisselam kavrar.
Cenab-ı Hakk´ın Kendisine tahsis ettiği ilimlerden başkasına ise, Resûlullah Aleyhisselamın dört halifesi ve büyük sahabisi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile İbn Mes´ud ve İbn Abbas gibi sahabileri varis olmuşlardır. [15]
Birgün, İbn Abbas´ınyanında ashabdan Huzeyfe b. Yeman bulunduğu sırada, adamın biri gelip İbn Abbas´a:
"Yüce Allah´ın Şûra süresindeki ´Hâ mîm ayn sîn kâf sözünün tefsirini bana haber ver " der.
İbn Abbas, adamın bu soruşundan hoşlanmaz, susar; ve sonra da, ondan, yüzünü başka tarafa çevirir.
Adam sorusunu tekrarlar.
İbn Abbas, yine cevap vermez ve yüzünü ondan başka tarafa çevirir.
Adam üçüncü kez sorar.
İbn Abbas yine ona cevap vermez.
Bunun üzerine, Huzeyfe b. Yeman:
"Buna sana ben haber vereyim. Anladım ki, o bunu söylemek istemiyor!" diyerek, bunun:
Ehl-i Beytten Abdulilâh veya Abdullah diye anılan bir zât hakkında nazil olduğunu; kendisinin Şark nehirlerinden bir nehir üzerinde kurulu, nehrin ikiye ayırdığı şehir (Bağdat) üzerinde yerleşeceğini; Yüce Allah´ın onların hakimiyet ve saltanatlarının sona ermesine, devlet ve müddetlerinin kesilmesine izin verdiği zaman, üzerlerine geceleyin bir ateş salınacağına, sabahleyin sanki oradaki yerlerinde hiç bulunmamış gibi olacaklarına, yerlerini toplanan cebbar ve zalimlerin işgal edeceklerine işaret olduğunu söyler. [16]
Bundan oniki asır önce, Hicrî 224 yılında doğan ve 310 yılında ölen İmam Taberî´nin tefsirine kaydettiği bu haber, hem Kur´ân-ı Kerîm´in ne kadar mucizevî, ilmî derinlikler taşıdığını, hem de Ashab-ı Kiramdan bazılarının bu derinliklerden ne kadar yararlandıklarını ve hatta müteşâbih âyetlerin tefsiri erine bile vâkıf olduklarını göstermeye yeter. Filvaki, zamanımızda kral naibi Abdulilâh tarafından Bağdat´ta temsil edilen bu hanedanın, bir gece General Kâsım´ın yaptığı darbe ile yaylım ateşine tutularak, kadın erkek, çoluk çocuk hepsinin hayat ve saltanatlarına son verildiği görülmüştür.
İbnü´n-Nedîm (vefatı: 378 H.) kendisinden önceki ilim adamlarından kimlerin Kur´ân-ı Kerîm´i tefsir ettiklerini; Kur´ân-ı Kerîm´in mânâları, müşkilleri, mecazlan, lügatları, lügatlarının garibleri, kıraat tarzları, noktaları, şekilleri, lamları, vakıf ve ihtidaları, maktu ve mevsulleri, elfâz ve mânâları, müteşâbihleri, mushaflandaki heceler, Kur´ân´ın cüzleri, Kur´ân´ın faziletleri, Kur´ân harflerinin Medinelilere, Mekkelilere, Kûfelilere, Basralılara, Şamlılara göre sayıları, Kur´ân´ın nâsih ve mensuhlan, âyet ve sûrelerin nüzul tarihleri, Kur´ân´ın hükümleri ve çeşitli mânâları., hakkında kimlerin hangi eserleri yazdıklarını uzun uzadıya açıklar. [17]
Kur´ârvı Kerîm müfessirlerinden Fahru´r-Râzî der ki:
"Bir zamanlar, ´Yalnız şu Fatiha sûresinin ihtiva ettiği faide ve nefiselerden on bin kadar mesele çıkanlması mümkündür!´ sözü dilimden çıkınca, bazı kıskançlarla birtakım bilgisizler ve inatçılar, beni de kendileri gibi isbatlayamayacağı iddialarda bulunur, söylediği sözü isbat kaydında bulunmaz adamlardan sandılar.
Şu kitabı [Mefâtihu´l-gayb] yazmaya başlayınca, Fâtiha´dan o kadar mesele çıkarılabileceğinin mümkün bulunduğunu göstermek ve uyarılabilecekleri uyarmak için şu önsözü düzenledim. "[18]
Kur´ân-ı Kerîm´in Bütün Semavî Kitaplara Denk ve Daha Fazlasını Havi Bulunuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir hadis-i şeriflerinde:
"Bana Tevrat yerine es-Seb´[19] verildi.
Zebur yerine Meûn[20] verildi.
İncil yerine Mesânî[21] verildi.
Mufassallar da[22] fazla olarak verildi" buyurmuştur.[23]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Übeyy b. Ka´b´a:
"Sana ne Tevrat´ta, ne İncil´de, ne Zebur´da, ne de Kur´ân´ın diğer sûreleri arasında bir benzeri indirilmemiş olan bir sûre öğretmemi ister misin " diye sordu.
Übeyy b. Ka´b:
"Olur yâ Rasûlallah!" deyince,
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; onun bir benzeri ne Tevrat´ta, ne İncil´de, ne Zebur´da, ne de Furkan (Kur´ân-ı KerîmJ´ın diğer sûreleri arasında indirilmem iştir!
O, seb´u´l-mesânîdir. O, bana indirilmiş bulunan büyük Kur´ân´dır (Fatiha sûresidir)" [24] buyurdu.
Hindli bilginlerden Süleyman Nedvî der ki:
"Tevrat bir şeriat kitabıdır. Ahlâk ve mev´izalan muhtevî değildir.
İncil ahlâk ve mev´izalarla doludur, fakat içinde şeriattan eser yoktur.
Zebur kalbf münacatlardan, ilahilerden, dualardan mürekkeptir, fakat diğer sıfatları haiz değildir.
Hz. Mesih´in İncil´i, güzel hutbeleri muhtevi olmakla beraber, insanları derin derin düşündürecek, insanların fikir ve nazarlarını açacak ufuklardan mahrumdur.
Benî İsraillerin kitabları birçok ihbarlarla doludur, fakat onlarda hikmetin incelikleri, imanın sırları görülmez.
Dünyada ancak ilâhî birkitab vardır ki; şeriat, ahlâk ve mev´izalarla, dua ve münacat ile doludur ve bütün eski kitabların faziletlerini fazlasıyla toplamıştır.
Hitabelerin en kuvvetlisi, fi kirve nazarı açacak ufukların en genişi, inceliklerin ve hikmetin, iman ve amelin sırlarının hepsi bu kitabın içindedir.
Sonra, öteki semavî kitabların hepsi tahrif ve tağyire, çeşitli tercümelerle tebdile uğradığı halde; her türlü tahriften mahfuz ve masun kalan ve vahyolunduğu asıl lisan ile elde bulunan yegâne ilâhî kitab Kur´ân´dır.
Bu kitabın hiçbir âyeti, hiçbir kelimesi, hiçbir harfi, hiçbir noktası değişmemiştir.
Bu kitab, bu suretle, bekâsını kâtiplerin kalemlerine de medyun değildir.
Çünkü, bu kitab her devirde yüzbinlerce mü´minin kalbinde, hafızasında menkuştur.
Kur´ân, dünyanın her tarafında aynı harfler, aynı harekelerle; bizzat Peygamber Aleyhisselam tarafından okunduğu gibi, bizzat Hz. Cibril tarafından vahyolunduğu gibi okunmaktadır..
Diğer semavî kitablar hiçbir veçhile Kur´ân-ı Kerîmle kabil-i kıyas değildirler.
Çünkü, diğer kitaplar mânâ itibarıyla vahy-i ilâhî olduğu halde, Kur´ân hem lafzı, hem mânâsı cihetiyle vahy-i Rabbânîdir.
Halbuki, Tevrat´ın ve İncil´in vahyolundukları diller, ölü diller sırasına geçmiş bulunuyor.
Çünkü, Tevrat´ın aslî dili olan İbrânice, Buhtunnassar´ın ateşleriyle yok olmuş ve Arâmî ile Süryânî dillerine tahavvül etmişti.
Birkaç asır sonra, Hz. Üzeyr, İbrânice´yi ihyaya teşebbüs etmişti.
İncil´e gelince; bugüne kadar onun hangi dille vahyolunduğu ve ilk önce hangi dille yazıldığı malûm değildir.
Hâlihazırda elde bulunan en eski İncil nüshası Yunanca ile yazılmıştır.
Hz. İsa´nın zamanında Filistin´de konuşulan dilin Yunanca olduğu muhakkak değildir.
Kur´ârvı Kerîm´e gelince; bu kitab lafzen ve ma´nen nazil olduğu dil ile mahfuz olan yegâne kitab-dır"[25]
Kur´ân-ı Kerîm, en iptidaî insanlardan en yüksek ilim ve fikir adamlarına, ticaretle uğraşanlardan hayatlarını zühd ve takva ile geçirenlere, fakirlerden zenginlere., kadar herkesi ilgilendiren, derece derece yükselten düstur ve esasları ihtiva eder.
Kur´ârvı Kerîm, herşeyden evvel Allah´ın varlığını, birliğini, sıfatlarını, kudret ve azametini, rahmet ve mağfiretinin genişliğini, mahlukatına sevgisini, Allah´a tevekkül ve itimadın, ibadet ve ubudiyetin, Allah´ın nimetine karşı şükrün gerekliliğini bildirir.
Namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetlerden, din ve diyanetten bahseder.
Allah´a iman ve ibadet esaslarını tesbit ve talim eder.
İmandan, iman edenlerden bahsederken, yararlı işlerde bulunmak kaydını ekler; imanın amel ile yararlı ve mükemmel olabileceğini öğretir.
Kur´ân-ı Kerîm, aile hayatından, karı ile kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden milletlerarasındaki münasebetlere kadar, selamlaşmaktan evlere müsaade alarak girme âdabına varıncaya kadar, içti matın edenî hayatın her safhasını içine alan gerçek nizamın hayatî bütün kaidelerini gösterir, en güzel ahlâk düsturlarını öğretir.
Kur´ârvı Kerîm beşer nev´inin bir erkekle bir kadından yaratılan bir aile olduğunu; sonra onların birbirleriyle bilişmeleri, tanışmaları için kabilelere, ailelere ayrıldıklarını; onlardan Allah katında en şerefli olanların Allah´tan en çok sakınan, yani Allah´ın tayin ettiği hak ve vazifelere en çok riayet edenler olduğunu; hangi millete, hangi kabileye, hangi sınıf ve mesleğe mensup olursa olsun, kadın erkek, zengin fakir., hiç kimsenin bundan başka bir imtiyaza sahip bulunmadığını bildirir.
Kur´ârvı Kerîm taahhütlere riayeti, muamelatta dürüstlüğü, muhtaçlara yardımı, dargınların aralarını bulup düzeltmeyi, daima isti kam et ve adalet üzere hareket etmeyi, işleri ehliyetli olanlara vermeyi, çalışmayı emrve her habere inanmayıp onu araştırmayı tavsiye eder.
Kur´ârvı Kerîm her hususta hayatî icablara göre hareket edilmesini, iyilik yaparken bile bunun gözönünde tutulmasını, herşeyin yerinde ve zamanında yapılmasını öğretir.
Af ile muamele olunmasını tavsiye ederken, bunun toplulukların huzurunu altüst etmesine meydan verdirmez.
Tecavüzün, icabında ceza ile önlenmesini ister.
Kur´ârvı Kerîm, birbirimize yardımda bulunurken, o yardımın bizi yoksulluğa düşürecek dereceye vardırılmam ası m tavsiye; herkesin şahsî hürriyet ve haklarını kullanırken başkalarının haklarına tecavüz etmemesini tenbih eder.
Kur´ân-ı Kerîm, haset, fesat, zulüm, kin, hıyanet, iftira, yalan, hile, suizan, adam çekiştirme, koğu-culuk, kibir, riya, hırsızlık, adam öldürmek, israf, pintilik., gibi bütün kötülükleri; içki, kumar., gibi kötü itiyadlan nehyeder.
Kur´ârvı Kerîm gözü gönlü açık tutmayı, körükörüne hareket etmemeyi, düşünmeyi, yerleri ve gökleri ve aralarındakileri incelemeyi, ilim ve irfan sahibi olmayı, geçmiş milletlerin ve memleketlerin hallerini incelemeyi ve bunlardan ibret almayı tavsiye eder.
Kur´ârvı Kerîm büyük-küçük, hayır-şer. işlediğimiz bütün işlerin ortaya döküleceği, herkesin hesaba çekileceği çetin bir Hesap Gününün gelip çatacağını haber verir.
Hülâsa; Kur´ân-ı Kerîm beşikten mezara kadar insanları ilgilendiren her konuya temas ettiği gibi, istikbalde keşfedilecek veya keşfine çalışılacak birtakım ilmî, fennî gerçekler hakkında da açık veya kapalı beyanlarda bulunur.
Meselâ; güneş, ay ve semavî ecramdan her birinin birer felekte (yörüngede) yüzdüğü, her canlının sudan yaratıldığı (Enbiyâ: 30-33, güneşin karargâhı, durak yeri için seyr ü cereyan ettiği (Yâsîn: 38), semalara muvazene kanununun koyulduğu (Rahman: 7), semanın ilk halinin gaz olduğu (Fussilet: 11), bütün insan zürriyetinin Hz. Âdem´den zerreler (genler) halinde bulunduğu (A´raf 173), semerelerin ilkah edici, aşılayıcı rüzgârlarvasıtasıyla husule geldiği (Hicr: 22), bazı hayvanlarda hususan anlarda görülen harikulade ince işlerin onlara Allah tarafından ilham edilmek suretiyle yaptırıldığı (Nahl: 68-69), yerde yürüyen, havada uçan hayvanların da insanlar gibi birer topluluk oldukları (En´am: 38), yerde olduğu gibi göklerde de canlı varlıklar bulunduğu ve bunların bir gün biraraya gelecekleri (Şûra: 29), ruhu anlamaya insan ilminin yetmeyeceği (İsrâ: 85), uzayın gittikçe genişletildiği (Zâriyât: 47), cansız, dilsiz sanılan şeylerin de Allah´ı teşbih ve tahmid etmekte oldukları, fakat bunu insanların anlayamayacaklan (İsrâ: 44)... daha birtakım konulara ondört asır önce işaret edilerek ilim-fen âlemine yeni inceleme ve araştırma ufukları açar.
Kur´ârvı Kerîm yalnız Müslümanlar tarafından değil, Müslüman olmayan insaflı birçok ilim adamları tarafından da incelenerek, lâyık olduğu takdir ve saygıyı görmüştür.
Okuyucularımıza onlardan bazı ömekler sunuyoruz:[26]
Kur´ân Herkesi İrşad Edebilir
İngilizlerin Arapça bilginlerinden Stanley Lane Poole "Kur´ân´-dan Seçmeler" adlı kitabının önsözünde şöyle der:
"Peygamber´in Medine´de telakkî ettiği âyetler bilhassa dikkate şayandır. Çünkü, bunlar İslâm cemiyetini idare eden her Müslümanı doğru yola sevkeyleyen âyetlerdir.
Mekke´de vahyolunan âyetler ise, büyük ve müessir bir diyanet için gereken herşeyi içine alır."
Kur´ân Bütün Ahlâk ve Felsefe Esaslarını Câmîdir
Fransa´nın en şöhretli müsteşriklerinden Sedillot, "Arabistan´ın Muhtasar Tarihi" unvanlı eserinin 59, 63, 64. sahifelerinde şöyle der
"Kur´ân her saygıya değer eserdir.
Kur´ân insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlukatin Haliktan ne bekleyeceğini, mahlukatın Hâlıkıyla münasebetlerini en sarih şekilde öğretmiştir.[27]
Kur´ân, Ahlâk Ve Felsefenin Bütün Esaslarını Câmîdir.
Fazilet ve rezil et, hayır ve şer, eşyanın hakikî mahiyeti, hülasa her mevzu Kur´ân´da ifade olunmuştur.
Hikmet ve felsefenin esası olan kaideler, adalet ve müsavatı ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr olmayı öğreten esaslar... bunların hepsi Kur´ân´da vardır.
Kur´ân, insanı iktisat ve adalete sevkeder, dalâletten korur.
Ahlâkî zaafların karanlığından çıkarır, ahlâkî yüksekliklerin ışığına ulaştırır.
İnsanın kusurlarını, hatalarını yüksekliğe ve olgunluğa çevirir.
Müslümanlığa barbar bir din diyenler, şuurdan mahrum insanlardır. Çünkü onlar Kur´ân´ın sarih ve berrak âyetlerine karşı gözlerini yumuyorlar ve Kur´ân´ın nasıl asırdîde rezilefleri silip süpürdüğünü incelemiyorlar!"[28]
Kur´ân Cihan Medeniyetinin Dayandığı Temel feri Muhtevidir
Fransa´nın en tanınmış müsteşriklerinden Gaston Carre da şöyle der:
"Kur´ân cihan medeniyetinin dayandığı temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların uyuşumundan vücut bulduğunu söyleyebiliriz."[29]
Kur´ân Hikmetle Dolu Bir Ahlâk Mecellesidir
Fransız filozoflarından Alexis Louvasonne derki:
"İnsanlığın hidayeti için Hz. Muhammed´e vahyolunan Kur´ân, hikmetle dolu parlak bir eserdir.
Hz. Muhammed´in hakikî bir peygamber ve âlemin mukadderatına hâkim Yüce Varlığın gönderdiği gerçek bir peygamber olduğunda şek ve şüphe yoktur.
Hz. Muhammed cihana öyle bir kitab bırakmıştır ki, bir nâdire-i belagat, bir mecelle-i ahlâk ve bir kitab-ı mukaddestir.
Yeni fennî keşifler yahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan veya halline uğraşılan meseleler arasında bir mesele yoktur ki, İslâmiyetin esaslarıyla çelişsin!
Bizim Hıristiyanların Hıristiyanlığını tabiî kanunlarla bağdaştırmak için harcadığımız çalışmalara mukabil, Kur´ân ve talimatlarıyla tabiî kanunlar arasında tam bir ahenk görülmektedir."[30]
Kur´ân Semavî Kitapların En Güzeli, Her Takdirin Üstünde Bir Fesahat ve Belagat Mucizesidir
Tanınmış müsteşriklerden, Arap edebiyatı uzmanı ve Kur´ân mütercimi Dr. Morris de şöyle der
"Kur´ân nedir
Her tenkidin üstünde bir fesahat ve belagat mucizesidir.
Kur´ân´ın üçyüzelli milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her mânâyı güzel ifade etmek itibarıyla semavî kitabların en mükemmeli olmasıdır.
Hayır! Daha ileri gidebiliriz! Kur´ân, tabiatın ezelî inayet ile insana bahşettiği kitabların en güzelidir.
Beşerin refahı nokta-i nazarından, Kur´ân´ın beyanlan, Yunan felsefesinin ifadelerinden çok yüksektir.
Kur´ân, arz ve semânın Halikına hamd ve şükürle doludur.
Kur´ân´ın her kelimesi, herşeyi yaratan ve herşeyi taşıdığı kabiliyete göre sevk ve irşad eden Yüce Varlığın azametinde mündemiçtir.
Edebiyat ile ilgililer için, Kur´ân bir kitab-ı edebdir.
Lisan mütehassısları için, Kur´ân bir hazine-i elfazdır.
Şairler için, Kur´ân bir menba-ı ahenktir.
Bundan başka, bu kitab, hukukî hükümler namına bir muhit-i maâriftir.
Davud´un zamanından John Talmos´un devrine kadar gönderilen kitabların hiçbiri, Kur´ân´ın âyet-leriyle muvaffakiyetli bir şekilde rekabet edememiştir.
Bundan dolayıdır ki, Müslümanların yüksek sınıflan hayatın hakikatlarını kavram ak nokta-i nazarından ne kadar aydınlanırlarsa o derece Kur´an´la iigiieniyorve ona o derece tazim ve saygı gösteriyorlar.
Müslümanların Kufân´a saygıları daima artmaktadır.
İslâm muharrirleri Kur´ân âyetlerini iktibas ile yazılarını süslerler ve o âyetlerden mülhem olurlar.
Müslümanlar, tahsil ve terbiye itibarıyla yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kur´ân´a istinad ettiriyorlar."[31]
Kur´ân Akâid ve Ahlâkı, İnsanlara Hidayet ve Hayatta Muvaffakiyet Sağlayan Esasların Mükemmel Bir Meceffesidir
İngilizce-Arapça, Arapça-İngilizce lügatların müellifi Dr. Steingas şöyle der: "Kur´ân akâid ve ahlâkı, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakiyet sağlayan esasların mükemmel bir mecellesidir.
Zaman ve mekân itibarıyla birbirlerinden uzak, fikrî inkişafları bakımından da birbirlerinden çok farklı olan insanlara harikulade bir hassasiyet bahşeden, muhalefeti hayra ve iyiliğe çeviren Kur´ân, nasıl en hayretlere şayan bir kitab olarak kabul edilmeye lâyıksa; beşerin mukadderatıyia uğraşan bilginler için de, üzerinde o derece durulmaya, incelenmeye lâyık ve yararlı bir konudur."[32]
Kur´ân´ın Bir Naziri Yoktur
İngiltere´nin en tanınmış ve en büyük tarihçilerinden Edward Gibbon "Roma İmparatorluğunun İnhitatı ve Çöküşü" unvanlı eserinde diyor ki:
"Ganj nehriyle Atlas okyanusu arasındaki memleketler, Kur´ân´ı bir kanun-u esâsî ve teşriî hayatın ruhu olarak tanımıştı.
Kur´ân´ın nazarında sat/etli bir hükümdarla zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşrî vücuda gelmiştir ki, dünyada bir naziri yoktur."[33]
Kur´ân´m EnSaf ve En Temiz Tevhidi Öğretmesi
Dr. Gustave Le Bon:
"Dünyanın bütün dinleri içinde, Müslümanlık, Kur´ân ile en saf ve en temiz tevhidi öğretmekle temayüz etmiştir" der.[34]
Kur´ân Yüksek Ahiâk Öğretir
Mr. Amold şöyle der:
"Ahd-i Kadim ile Ahd-i Ceditten Yahudiler vasıtasıyla öğrendiğimiz dersler, bize mahlukata hürmet ve muhabbetle muameleyi emrediyor.
Halbuki Kur´ân, insanlara mükemmel bir terbiye verdikten başka, onlara hususî hayatlarında ahlâklı, âlicenab, hayırsever, cesur ve şecaatli olmayı ve bütün Müslümanları sevmeyi öğretmektedir."[35]
İmanın Hakikî Kitabı, Fikre İtmi´nan Veren Kitab
Hindli dinî lider Baba Nanak şöyle der:
"Hakikat-ı halde imanın hakiki kitabı .fikre itmi´nan veren kitab, ancak Kur´ân´dır."[36]
Kur´ân Temiz ve Afif Bir Hayatı Sağlayacak Makul ve Mantıkî Emirleri Muhtevidir
İngilizce Popular Encyclopedia (Halk Ansiklopedisinde şöyle denir:
"Arapça´ya göre Kur´ân, son derecede beliğdir. Gerçekten de, Kur´ân´ın bedâî-i edebiyyesi eşsizdir. Bundan başka, Kur´ân´ın emirleri o kadar makul ve mantıkîdir ki, insanlar bunları dikkatle mütalaa edecek olurlarsa, onların temiz ve afif bir hayatı sağlayacağını anlariar." [37]
Bütün dinler üzerinde yaptığı uzun inceleme ve eleştiriler neticesinde İslâm dinini kabul edip Nureddin adını aldığını Yeni Sabah gazetesinde ilan eden Steinhorst adındaki atom bilgininin sözleriyle bahsimize devam ediyoruz:
"Allah´ı tazim, Hıristiyanlıkla berbat bir putperestlik haline getirilmiştir.
Bunlar, bir Allah´a tapar görünürler, fakat sadece bir peygamber olmasına rağmen, İsa´ya da Allah´ın oğlu diye taparlar.
İsa´nın anası, Allah´ın anası ilan edilmiştir.
Son konulan bir kaideye göre, Meryem, Allah´ın anası sıfatıyla bedenî olarak mi´raca çıkmış; Papanın son tesbit ettiği bu kaide, mü´min Katolikleri bile şaşırtmıştır!
Hıristiyan itikadına göre, Allah çocuk meydana getirmektedir.
Halbuki, İslâmiyete göre, ancak fâni olan bir varlığa tâbi olanlar çocuk yapmak ihtiyacındadırlar.
Allah ise, her varlığın üstünde ve ebedî olduğu için, çocuğa muhtaç değildir.
Bütün yaratılmış şeylerin kaynağı ve herşeyin nâzımı Allahtır.
Bu sebeple, O´nun, işine yardım edecek veya ismini devam ettirecek bir çocuğa ihtiyacı yoktur.
Bunun için, Hıristiyan dininin ve Kilisenin telkin ettiği üçlü Allah fikri abestir.
Böyle olduğu halde, Hıristiyan kilisesi yegâne saadet veren din olduğunu nasıl iddia edebilir
Bu kilise, hangi ahlâkî hakla bir dünya dini olmaya kalkışıyor
Buna hiçbir hakkı yoktur!
Bu dünya bir Allah tarafından yaratıl mışsa, milletlerin dinî geleneklerinin bir imanda birleşmesi kat´î ve zaruridir.
Dünya, tek bir manevî merkez etrafında toplanmazsa, Yaratıcının birliğini nasıl kavrayabilir
Bir nehir, birçok ırmaklardan meydana gelir ve onun kuvveti, özelliği bu birleşmede belirir.
Musa´nın, İsa´nın ve diğer peygamberlerin getirdikleri vahiyler, insanlığın yaratılış gayesini gerçekleştirecek bir nehrin ırmaklarıdır.
Bu gaye, Allah´ın birliğini idrak etmektir.
Bu maksadı ancak Kur´ân sağlayabilir.
Kur´ân´dan başka bir kitab bunu sağlayabilir mi
Tevrat bunu sağlayamaz. Çünkü o ancak İsrail Tanrısından bahseder.
Zerdüşt de, İlâhî nuru, ancak İran milletine bahşeder.
Veda´lar da bunu yapamaz. Çünkü, rişişlere göre, Vedayı dinleyen Hindlilerin kulağına kurşun akıtmak gerekir!
Buda da bir bütünlük göstermez ve yalnız Hindistan´a inhisar eder.
İsa´nın dini bu gayeyi temin edebilir mi
Hayır!
İsa, cihana şâmil bir öğretici değildir. O, havarilerine şöyle demişti:
´Puta tapanların yolunda gitmeyin ve Sâmirîlerin şehirlerine girmeyin.
Yalnız İsrail´in kaybolmuş koyunlarının arasına katılın.´ (Matta: 10: 5-6)
Şu halde, İslâm´ın Peygamberinden önce hiç kimse bütün beşeriyete şâmil bir haber getirmemiştir.
Kur´ân´dan önce hiçbir kitab bütün insanlığa hitap etmemiştir.
Hz. Muhammed şu vahyi getiriyor:
´Ey insanlar! Gerçekten ben hepiniz için Allah´ın elçisiyim!´ (7: 159)
Böylece, yalnız Kur´ân´dır ki, muhtelif dinler arasındaki farkları ve ayrılıkları bertaraf edebilir.
Dinlerin çokluğu, birleştiri bir imanın vücudunu zaruri kılar.
Bu iman, İslâmlıktır." [38]
Kur´ân-ı Kerîm´in Başlıca Özellikleri
John Davenport da, "Hz. Muhammed ve Kur´ân-ı Kerîm" isimli eserinde, Kur´ân-ı Kerîm´den bahsederken şöyle der
"Müslümanlar Kur´ân-ı Kerîm ´e azamî hürmet ve tevkîri gösterirler. Tâhir olmazlarsa, Kitaba el sürmezler. Bunun için, Kitabın kapağına:
âyeti yazılır ve bu suretle Kitaba taharetsiz iken kimsenin yanlışlıkla el sürmemesini sağlarlar. Müslümanlar, Kitabı kemâl-i hürmetle okurlar, onu öperler, savaşa giderken ceplerinde taşırlar. Silahlarına ondan âyetler kazıttırırlar, Kitabı altınlar ve mücevherlerle süslerler, onun bir gayrimüslimin elinde bulunmamasını isterler.
İslâm terbiyesinin kaynağı, bu Kitab-ı Mübîn´dir.
Çocuklar herşeyden önce onu okumayı öğrenir ve ezberlerler.
Hayatın nurunu bulmak için, Müslümanlar Kitab-ı Mübfn´i tedkik ve tetebbu ederler.
Camiler vardır ki, orada Kur´ân-ı Kerîm sürekli hatmolunur.
Oniki asırdan beri Kur´ân-ı Kerîm´in sesi milyonlarca mü´minin kalbinde ve ruhunda devamlı bir surette akisler uyandırmıştır.
Kur´ân-ı Kerîm Allah´a imanı .ilâhî iradeye teslimiyeti, ilâhî emirlere itaati, iyilik etmeyi, takvâlı, itidalli olmayı, içkiden sakınmayı, hoşgörür olmayı, din uğrunda ölenlere bir hürmet-i mahsusa beslemeyi emreder.
Amelî fanlara gelince; bunlar, İslâm dininin neşr ve tebliği, malın kırkta birinin zekat olarak verilmesidir.
Fakat, Kufân´ın emirleri dinî ve ahlâki vazifelere münhasır değildir.
Gibbon der ki: ´Kur´ân, Atlas okyanusu sahillerinden Ganj´a kadar, yalnız ilahiyatın değil, medenî, cezaî ahkâmın da mecelle-i esası sayılmakta; insanların bütün harekât ve ahvâlini tanzim eden kanunlar, Allah´ın bozulmaz emirleriyle teyid edilmiş bulunmaktadır.
Başka bir deyişle, Kur´ân Müslümanların dinî, içtimaî, medenî, ticarî, askerî, kazâî, cezaî umumî kitabıdır.
Kur´ân, dinî vazifelerden günlük vazifelere, ruhun necat ve felahından bedenin sağlığına, umumun hukukundan ferdin hukukuna, insanın menfaatlerinden cemiyetin menfaatlerine, ahlâkiyat sahasından cinâîyat sahasına, dünyevî hayatın ukubatından uhrevî hayatın ukubatına kadar herşeyin nâzımıdır.
Binnetice, Kur´ân Tevrattan ayrılmaktadır.
Kumb´un dediği gibi, Tevrat bir ilahiyat sistemini haiz değildir.
Tevrat kıssalardan, vasıflardan, takvâperverane teheyyüclerden, birbirine mantıkî bir bağla bağlı olmamakla beraber kuvvetli bir ahlâktan müteşekkildir.
Kur´ân, İncil gibi de, ancak sâliklerin dinî fikirlerini, ibadet ve amellerini düzenleyen bir düsturdan da ibaret değildir.
Belki, Kur´ân siyasî bir sistemdir de.
Çünkü, devletin her kanunu ona müsteniddir.
Hayat ve emvale ait olan herşeyonun hükmü ile hallolunmaktadır.´
Kur´ârvı Kerîm, tevhid akidesinin en şerefli abidesidir.
Kur´ârvı Kerîm, en sarih surette, ezelî ve ebedî olan, doğmayan, doğurmayan, şerik ve naziri olmayan, herşeyi yaratan, Rahman ve Rahîm olan, Kendisine bağlananları koruyan, kötülük yapıp pişman olanları affeden, Kıyamet gününün sahibi olan, herkesi ameline göre muhakeme eden, iyilik yapanlara, Allah yolunda ölenlere ebedî saadet bahşeden, kötüleri cezalandıran Allah´ın varlığını öğretir.
Kur´ân, meleklerin varlığını da öğretmektedir; fakat meleklerin de, peygamberlerin de tapılmaya müstehak olmadıklarını anlatır.
Her insanı koruyan ve amellerini murakabe eden iki melek vardır.
Şeytanlar insan nev´inin düşmanıdırlar.
Müslümanlar cinlerin varlığına da inanırlar.
Kur´ârvı Kerîm´in açıkladığı bu akideler ne kadar haksızca tecavüze uğradıysa, Kur´ân´ın ahlâkî talim at da aynı surette tecavüze uğramıştır.
Halbuki, Kufân´ın ahlâkı fısk u fücuru, her türlü aşırılığı, riyayı, pintiliği, kibirlenmeyi, kıskançlığı, dünyevî şeyler uğrunda ihtirasla koşmayı kınar.
Sadaka vermeyi, ana-babayı sevmeyi, Allah´a şükranı, ahde vefayı, doğruluğu, ihlasilliği, yetimlere şefkati, fark gözetilmeden adaleti, iffeti, hayayı, sabır ve tahammülü, iyilikseverliği, kölelerin azadlan-masını, kötülüğe karşı iyiliği, fazileti, af ve safhı, bütün bunları bir karşılık beklemeyip sadece ilâhî rızayı gözeterek yapmayı emreder.
Yukarıda da söylediğim gibi, Kur´ân yalnız bir mecelle-i diniyye değildir; Müslümanların kavânîn-i medeniyyesini de ihtiva eder.
Binaenaleyh, Kur´ân birçok zevce almayı tahdid, almayı tarif, karı-kocanın haklarını izah, validelerin süt emzirme müddetini tesbit, dulların hukukunu, mehirlerin, boşanmaların nasıl olacağını tarif eder.
Miras, vasiyetler, velilikler, akidler... Kur´ân´da zikrolunmaktadır.
Nihayet, yalancı şahitlerin, hırsızların, zânîlerin, çocuklarını öldürenlerin, fücurun, sahtekârlığın, vesairenin cezası da Kur´ân´da gösterilir.
Bu itibarla, Hz. Muhammed yalnız peygamber değil, bir de Şâri´dir.
Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasındaki farkı anlamak için şuna dikkat etmek lâzımdır ki; Hıristiyanlığın sâlikleri üzerinde haiz olduğu nüfuz dogmalara istinad ettirilerek din ile ahlâk birbirinden ayrıldığı halde; Müslümanlıkta dogmalara değil, dinin amelî tarafı ahlâkî, içtimaî, hukukî, siyasî fikirler üzerinde tesir etmekte ve bu suretle Müslümanın dimağında vatanperverlik, hukuk, an´ane, gelenek, kanun-u esâsî bir kelimede derlenip toparlanmakta dır-bu kelime Müslümanlıktır.
Müslümanlığın iftihar edeceği birçok güzellikler arasında bilhassa ikisi pek belirgindir.
Birincisi, uluhiyetten bahsederken, beşerî zaaflardan ve hırslardan tenzih ettiği Yüce Varlığı en tebcîlkâr, en saygı dolu sözlerle ifade etmesi; ikincisi de, Kur´ân´ın ahlâk ve terbiyeye aykırı her fikirden, her hikâye ve sözden tamamıyla uzak bulunmasıdır.
Halbuki, Musevîlerin Kitab-ı Mukaddesi bu gibi kusurlarla doludur.
Kur´ân, diğer kitaplar namına gayr-i kabil-i inkâr olan kusurlardan o kadar münezzehtir ki, utangaç bir insan, hiç kızarmadan, onu başından sonuna kadar okuyabilir.
Hâsılı, Kur´ârvı Kerîm´in tesis ettiği din sırf tevhiddir.
Kur´ân´ın tarif ettiği uluhiyet, kurulmuş kanunlarla kâinatı idare eden, fakat yaklaşılması kabil olmayan bir ihtişam içinde bir tarafta duran felsefî bir illet-i ûlâ değil, her an hâzır ve nazır, kâinatın her yerinde faal kudret sahibi bir varlıktır..." [39]
Fransa Tıp Fakültesi Cerrahi Bölümü başkanlığında bulunmuş olan ve mukaddes kitaplar üzerinde yaptğı bilimsel araştırmaları neticesinde ilâhî kitab ve din olarak Kur´ân-ı Kerîm´i ve İslâm dinini kendisine seçmek mutluluğuna ermiş bulunan Prof. Dr. Maurice Bucaille tarafından yazılıp bastırılan "Kitab-ı Mukaddes, Kur´ân ve Bilim" isimli kitabın Muhterem Prof. Dr. Suad Yıldırım Bey tarafından dilimize çevrilen tercümesinde de, Tevrat ve İncil metinlerinin muasır bilimlerle bağdaşmadıkları gösterildikten sonra, şöyle denilmektedir
"Kur´ân´ın çok bariz olan bilimsel tarafları başlangıçta beni derinden derine hayrete düşürdü.
Zira, 13 asırdan fazla birzaman önce kaleme alınan bir metinde çağdaş bilimsel verilene tamamen uygun olarak son denece çeşitli konulara ilişkin bilgilerin keşfedebileceğine, o zamana kadar hiç mi hiç inanmamıştım.
İşe başlarken, İslâm´a hiç inanmıyordum.
Her türlü peşin hükümden uzak olaraktam bir tarafsızlıkla metinleri incelemeye giriştim.
Beni etkileyen bir fikir var idiyse, o da, gençliğimde almış olduğum eğitimdi.
Bu eğitim, Müslümanlardan değil, Muhammedîlerden bahsederdi.
Böylece, bir adam tarafından kurulmuş bir dinin sözkonusu olduğu ve dolayısıyla bu dinin de Tanrı katında hiçbir değer ifade etmeyeceği iyice vurgulanmak isteniyordu.
Batıdakilerin çoğu gibi, ben de İslâm aleyhinde böylesi yaygın ve yanlış fikirleri muhafaza edebilirdim.
Öyle ki, o zamanların dışında bu konularda aydınlanmış muhataplara rastlamak, benim için hep şaşırtıcı olmuştur.
İtiraf ediyorum ki; Batıda öğretilen İslâm imajlarından farklı bir imaj verilmeden önce, ben de bu hususta çok cahil idim.
Şayet bulunmuş olduğum bu noktadan, Batıda genel olarak İslâm hakkında verilen değer hükümlerinin yanlışlığını düşünecek noktaya geldimse, ben bunu istisnaî şartlara borçluyum.
Değerlendirme imkânlarıma bizzat Suudî Arabistan´da kavuştum. Edindiğim bilgiler, İslâm konusunda kendi diyarımızda ne derece yanlış bilgi sahibi olduğumuzu bana gösterdi.
Hâtırasını hürmetle selamladığım Merhum Kral Faysal´a olan minnet borcum çok fazladır.
Onun İslâm´ı anlatmasını dinlemek ve huzurunda tabiî ilimlerle ilgili Kur´ân tefsirinin meselelerinden bazılarını anmak şerefi, ebediyyen hâtıramda nakşedilmiş olarak kalacaktır.
Bizzat kendisinden ve çevresindekilerden gelen bu değerli bilgileri dinlemek, benim için müstesna bir mazhariyet olmuştur.
O zaman, bizim Batı ülkelerinde şekillenmiş olan İslâm imajı ile onun gerçek mahiyeti arasındaki mesafeyi ölçmüş biri olarak, böylesine eksik ve yanlış tanınan bir din hakkındaki incelemelerimi geliştirmek için, o zaman bilmediğim Arapça´yı öğrenmeye şiddetli bir ihtiyaç duydum.
Benim ilk hedefim Kur´ân´ı okumaya ve onun metnini cümle cümle incelemeye inhisar ediyordu.
Tenkidli bir inceleme için de, mutlaka gerekli olan bazı tefsirlerden tabiatıyla yararlanıyordum.
Kur´ân´ı, müteaddit tabiî hadiselere dair yaptığı tavsiflere büsbütün özel bir dikkat atfederek ele alıyordum.
Kitabın bu konuları ilgilendiren açıklamaları, ancak aslî metinde nüfuz edilebilecek tarafları, beni iyiden iyiye etkiledi.
Zira bu bilgiler çağımızdaki telakkilere uygun olmakla birlikte Hz. Muhammed´in zamanındaki bir insanın hakkında en ufak bir fikir sahibi bile olamayacağı hususlardı.
Daha sonra, Müslüman müelliflerce yazılmış olan Kur´ân metninin tabiî bilimlerle ilgili taraflarına tahsis edilmiş olan birkaç eser okudum.
Onlar bana çok faydalı değerlendirme imkânı verdiler.
Fakat, Batıda bu konuda yapılmış toplu bir incelemeyi şu ana kadar görmüş veya işitmiş değilim.
Böyle bir metinle ilk defa karşı karşıya gelen bir insanın zekâsını ilkin etkileyen husus, ele alınan konuların bolluğudur: yaratma, astronomi, yerle ilgili bazı durumların bildirilmesi, hayvanlar âlemi, bitkiler âlemi, insanın üremesi gibi.
Kitab-ı Mukaddes´te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde, burada (Kur´ân´da) bir tek yanlışa bile rasüayamiyordum!
Bu da, beni kendime şu suali sormaya mecbur ediyordu:
´Şayet Kur´ân´ın müellifi bir insan ise, Hıristiyan takviminin yedinci yüzyılında, bugün çağdaş bilimsel sonuçlara uygunluğu ortaya çıkan hususları nasıl yazmıştı !´
İmdi, hiç şüpheye imkân yoktur ki, şu anda elimizde olan metin o devirden kalma metindir.
Bu gözlem karşısında, beşerî planda, nasıl bir izah yapılabilir
Kanaatimce, hiçbir izah mümkün değildir!
Zira Fransa´da Dagobert´in hüküm sürdüğü asırda Arap yarımadasında yaşayan bir şahsiyetin, kimi konularda bizimkinden oniki asırlık ileri bir bilimsel düzeye sahip olduğunu düşünmek için hiçbir sebep bulunamaz.
Aynı şekilde ben, Kur´ân´da, insanlığın bilmesi mümkün olduğu halde şimdiye dek çağdaş bilimin ulaşamamış olduğu bazı olaylara işaret bulunup bulunmadığını da araştırdım.
Böylece, o açıdan, Kur´ân´ın kâinatta yerküresine benzer gezegenlerin bulunduğuna dair işaretler ihtiva ettiği sonucuna ulaştım.
Çağdaş bilgiler bu hususta az da olsa delile sahip olmamakla birlikte, bunu tamamen ihtimal dahilinde gören birçok bilim adamının bulunduğunu söylemek gerekir.
Gerekli ihtiyatî kayıtlarla bu fikrimi belirtmenin lüzumlu olduğuna kani oldum.
Böyle bir incelemeyi otuz yıl kadar önce yapmış olsaydım, astronomiye ait az önce zikrettiğim konuya, Kur´ân tarafından açıklanmış olan bir başka durumu ilave etmek gerekecekti ki, bu da uzayın fethidir.
O dönemde, ilk balistik füze deneylerinden sonra, belki de insanın yer sınırından çıkıp uzaydan yararlanmasının maddî imkânlarına sahip olacağı bir günün gelebileceği düşünülüyordu.
O zaman, insanın bu fethi gerçekleştirebileceğini önceden haber veren bir Kur´ân âyetinin bulunduğu biliniyordu."* [40]
Kur´ân-ı Kerîm´i ve İslâmiyeti inceleyen ve içlerinde Müslüman olanları da bulunan Hıristiyan büyük ilim ve fikir adamlarından bazılarının Kufân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkındaki ciddî ve takdirkâr görüşlerini buraya kadar aktarmaya çalışmış bulunuyoruz.
Maksadımız, Kur´ân-ı Kerîm´i ve İslâmiyeti yabancıların görüşleriyle de desteklemek değil, Kur´ân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkında hiçbir esaslı bilgileri bulunmayan bazı aydınların bu husustaki olumsuz görüşlerinden vazgeçmelerine yardımcı olmaktır.[41]
Kur´ân-ı Kerîm´i Öğrenip Öğretmenin ve Okumanın Bazı Faziletleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır
"Sizin hayırlınız, Kur´ân´ı öğrenen ve onu öğretendir"[42]
"Bu Kur´ân´ı öğreniniz! Çünkü onun tilâvet edeceğiniz her harfine karşılık on hasene ile me´cur olur, mükâfatlandın lirsiniz." [43]
"Kim Kur"ân okur, onu ezberler, onun helâlini helâl, haramını haram kılarsa, Allah o kimseyi bu amelinden dolayı cennete koyar ve kendisini ev halkından on kişinin her biri için de şefaatçi kılar." [44]
"Kur´ân´ı okuyan ve onun içindekilere göre amel eden kimsenin baba ve annesine, Kıyamet günü ziyası güneşin bütün dünya evlerindeki ziyasından daha parlak ve güzel tâc giydirilecektir.
Baba ve annesine böyle olursa, artık kendisine ne olacağını hesap ediniz." [45]
Kur´ân Okuyan veya Okumayanların, Kur´ân´ı Okuyan ve Onunla Amel Edenlerin veya Etmeyenlerin Misalleri
"Kur´ân okuyan mü´minin hali portakal gibidir ki, kokusu güzel, tadı da güzeldir. Kur´ân okumayan mü´minin hali hurma gibidir. Tadı güzeldir, fakat kokusu yoktur. Kur´ân okuyan münafıkın hali, kokusu güzel, fakat tadı acı olan reyhan gibidir. Kur´ân okumayan münafıkın hali ise, kokusu acı, kötü, tadı da acı ve kötü olan ebucehil karpuzu gibidir." [46]
Bazı Sûre ve Âyetleri Okumanın Faziletleri
Peygamberimiz Aleyhisselam hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
"Bakara ve Âl-i İmran sûrelerini okuyunuz! Çünkü onlar Kıyamet gününde iki bulut veya iki gölge, veya kanatları gerilmiş iki fırka kuş gibi gelecekler, okuyucularını savunacaklardır." [47]
"Evlerinizde Bakara sûresini okuyunuz. Çünkü şeytan içinde Bakara sûresi okunan eve giremez." [48]
"Şüphe yok ki, şeytan içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar." [49]
"Her kim geceleyin Bakara sûresinin sonundaki iki âyeti okursa, onlar ona yeter." [50]
"...Bunları öğreniniz, kadınlarınıza ve çocuklarınıza da öğretiniz! Çünkü bunlar hem Kur´ân, hem duadır!" [51]
"Bana verilen bu ayetler, benden önce hiçbir peygambere vehimemiştir." [52]
"Cebrail Aleyhisselam bana:
´Müjde! Senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur sana verildi!
Kitabın Fâtlha´sı ile Bakara sûresinin son âyetleri!
Bunların, okuyacağın her harfine karşılık, sana o harfin gerektirdiği sevap verilecektir!1 dedi." [53]
"Bakara sûresinde bir âyet vardır ki, o âyet Kur´ân âyetlerinin ulusu, Âyete´l-Kürsî´dir." [54]
[55]
âyetlerinin içinde Allah´ın ism-i âzami vardır."[56]
"Geceleyin on âyet okuyan kimse gafillerden sayılmaz!" [57] "Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz!" [58]
"Her kim Kehf sûresinin başından on âyet ezberlerse, Deccal fitnesinden korunur!" [59] "Herşeyin bir kalbi vardır. Kur´ân´ın kalbi de Yâsîn´dir. Her kim Yâsîn sûresini okursa, Allah onun bu okumasına Kur´ân´ı on kere okumuş gibi sevap yazar." [60] "Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz." [61]
"Sizden biriniz bir gecede Kur´ân´ın üçte birini okumaktan âciz kalır mı " [62] "Allahu Vâhidu´s-Samed sûresini okuyan kimse, Kur´ân´ın üçte birini okumuş olur." [63] "Allahu Vâhidu´s-Samed sûresi Kur´ân´ın üçte biridir." [64]
Peygamberimiz Aleyhisselamla Ashabı, Kur´ân-ı Kerîm´i Nasıl Okurlar ve Hatmederlerdi
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerinden Hz. Ümmü Selemeye, Resûlullah Aleyhisselamin Kur´ân-ı Kerîm´i nasıl okuduğu sorulmuştu. O da:
"Resûlullah Aleyhisselam bir âyet okur durur, bir âyet okur dururdu. ´Bismillâhirrahmânirrahîm. El hamdu lillahi Rabbi´l-âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddîn1 der; kese kese, dura dura okurdu" dedi.[65] Enes b. Malik´e de:
"Resûlullah Aleyhisselamın Kur"ân okuyuşu nasıldı " diye sorulmuştu. O da:
"Resûlullah Aleyhisselam, Kurbân okurken, çekilmesi gereken harfleri çekerdi" dedikten sonra: "Resûlullah, ´Bismillâhiyi çekerdi, ´Errahmâni´yi çekerdi, ´Errahîm´i de çekerdi" dedi. [66] Ashabdan İrbâz b. Sâriye der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam yatmadan önce Müsebbihât sûrelerini okur ve: ´Onların içinde bir âyet vardır ki, bin âyetten efdal ve hayırlıdır1 buyururdu." [67]
Müsebbihât Sûreleri
Bunlar; İsrâ, Hadîd, Haşr, Saf, Cutm´a, Tegâbün, A´lâ 5Ûreleridir. [68]
Sanıldığına göre; bin âyetten hayırlı olan âyet de, Hadîd sûresinin üçüncü âyetidir. [69]
Hicretin 9. yılında Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmek için gelen Sakîf temsilcilerinden Evs b. Huzeyfe der ki:
"Peygamber Aleyhisselam, bir gece yatsıdan sonra uzun müddet yanımıza gelmedi.
´Yâ Rasûlallah! Ne için yanımıza gelmekte geç kaldın 1 diye sorduk.
Peygamber Aleyhisselam:
´Her gün Kufân´dan bir hizb okuyup geçmeyi kendime vazifie edinmisimdir.
Bunu yerine getirmedikçe çıkmamak istedim´ buyurdu.
Sabaha çıktığımız zaman, Resûlullah Aleyhisselamın ashabına:
´Siz Kur´ân´ı nasıl hizbleyip okursunuz ´ diye sorduk.
´Biz her üç sûreyi, her beş sûreyi, heryedi sûreyi, her dokuz sûreyi, her onbir sûreyi, her onüç sûreyi ve Kâf sûresine kadar da yüzden az âyetli olan mesânî sûrelerini takip eden ve araları Besmele ile ayrılıp uzun, orta ve kısa mufassallar diye üçe ayrılan mufassal sûreleri ayrıca hizblemek üzere hatmed-inceye dek hizbler, okuruz1 dediler." [70]
Cebrail Aleyhisselam, Ramazan ayında her gece iner, Kur´ân-ı Kerîm´i başından sonuna kadar Peygamberimiz Aleyhisselamla mukabele ederdi. [71]
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından önceki Ramazan ayında ise, bu mukabele iki kez yapılmıştı. [72]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sahabileri arasında da Kur´ân-ı Kerîm´i yedi-sekiz gecede ve hatta her gece hatmedenler vardı.
Übeyyb. Ka´b, Kur´ân-ı Kerîm´i sekiz gecede, Temim ed-Dârîyedi gecede hatmederdi. [73]
Temim ed-Dârî´nin bir tek gecede, üç rekatta ve hatta bir rekatta hatmettiği de olurdu. [74]
Hz. Osman´ın gece namazının bir rekatında hatmetmeyi âdet edindiği ve şehit edildiği geceyi de böyle bir rekatta hatmetmek suretiyle ihya etmiş olduğu rivayet edilir. [75]
Abdullah b. Selâm Kur´ân-ı Kerîm´i okuyup bitirdiğini haber verdiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Bunu her gece böylece oku!" buyurmuştur. [76]
Ashab-ı Kiramın güçlü olanları yedi günde bir hatmederlerdi.
Bazıları ayda bir, bazıları iki ayda bir, bazıları da bundan daha çok müddette hatmederlerdi. [77]
İmam-ı Azam E bu Hanîfe:
"Her yıl iki kere hatmeden, Kur´ân-ı Kerîm´in hakkını ödemiş olur! Çünkü, Peygamber Aleyhisselam ruhu kabzolunduğu yılda Kufân-ı Kerîm´i Cebrail Aleyhisselama iki kere arzetmişti" demiştjr. [78]
Abdullah b. Ömer, Kur´ân-ı Kerîm´in kaç günde bir hatmedilmesi gerektiğini Peygamberimiz Aleyhisselama sormuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kırk günde bir!" buyurmuşlardı.
Okuyanın ilim ve iş durumuna göre bunun değişebileceği de açıklanmıştır. [79]
Kur´ân-ı Kerîm´i Okuma ve Hatmetme Usûlü
Kur´ân-ı Kerîm´i okumak için:
1. Abdestli bulunulur. [80]
2. Temiz bir yerde oturulur. [81]
3. Kıbleye karşı dönülür. [82]
4. Huşu ve sükûnet içinde bulunulur, baş öne eğilir. [83]
5. Misvak kullanılır. [84]
6. Koku sürünülür.
7. İnsanlar arasında giyilen elbise giyilir. [85]
8. Eûzu çekilir.
9. Berâe (Tevbe) sûresinden başka her sûreye Besmele çekilir. [86]
10. Âyetler, teitile riayet edilerek okunur. [87]
Tertîl; kelimeyi ağızdan kolayca ve düzgünce çıkarmaya, [88] harflerin mahreçlerini, durak yerlerini gözetmeye, kıraatta sesi kısmaya ve hazinleştirmeye denir. [89]
11. Âyetler okunurken (Arapça bilenlerce) tehdit lafızları tehditkâr ses tonuyla okunur. Tazim lafı
zları da tâzimkâr ses tonuyla okunur. [90]
12. Kur´ân-ı Kerîm okunurken ağlanabilir, ağlamaklı ve hüzünlü bulunulur. [91]
13. Kur´ân-ı Kerîm hatm için okunurken mushaftaki sırasına göre okunur.
14. Kur´ân-ı Kerîm okunurken kesilip konuşulmaz. [92]
15. Kur´ân-ı Kerîm okunurken gürültü edilmez, susulup dinlenilir. [93]
16. Kur´ân-ı Kerîm´i ezbere okumak, mushaftan okumaktan efdaldir.[94]
17. Kur´ân-ı Kerîm okunurken secde âyetine geldikçe secde edilir.
Secde âyetleri Kur´ân-ı Kerîm´in ondört yerinde vardır:
A´râf: 206, Ra´d: 15, Nahl: 49, İsrâ: 107, Meryem: 58, Hacc: 18, Furkan: 60, Nemi: 25, Secde: 15, Sad 24, Fussilet: 37, Necm: 62, İnşikak: 21, Alâk: 19. âyetlerdir.[95]
Kur´ârvı Kerîm okumak için efdal olan vakitler, namaz için efdal olan vakitlerdir.
Geceleyin; akşamla yatsı arasıdır.
Gündüzün efdal olan, sabahtan sonradır.
Hatmin efdal vakti, gündüzün başlangıcı veya gecenin başlangıcıdır.
Hatmi kışın gecenin başlangıcında, yazın da gündüzün başlangıcında yapmak efdaldir. [96]
18. Hatim yapacak olan, o gün oruçlu bulunur, ev halkını toplayıp dua eder. Allah´a hamd ü sena
da ve istiğfarda bulunur. Peygamberimiz Aleyhisselama salâtü selam getirir, hayırlar talep eder. [97]
19. Hatimde Duhâ sûresinden Kur´ân-ı Kerîm´in sonuna kadar olan sûreleri okunup aralarında tek bir getirilir.
"Kul eûzü bi rabbinnâs" sûresinden sonra, Fatiha sûresi ile Bakara sûresinin başından "Ve ülâike hümü´l-müflihûn" âyetine kadar beş âyet okunur.[98]
20. Peygamberimiz Aleyhisselam Kur´ân-ı Kerîm´i hatmettiği zaman şöyle dua ederdi:[99]
21. Adamın biri:
"Yâ Rasûlallah! Hangi amel Allah´a daha sevgilidir " diye sormuştu. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Konup göçenin ameli!" buyurdu. "Konup göçen ne demek " diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ehl-i Kurbân ki, onu başından sonuna kadar okur,[100] sonunda da hemen baş tarafına geçer! Ne zaman Kur´ân´ı sonuna kadar okuyup gelse, hemen baş tarafına geçip yeniden okumaya başlar!" buyurdu.[101]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmetine Bıraktığı İkinci Büyük Emanet: Sünnet
Sünnetin Başvurulacak İkinci Hidayet Kaynağı Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Veda Haccında irad buyurduğu hutbesinde: "Ben size öyle birşey bıraktım ki, ona sımsıkı sanlırsanız hiçbir zaman dalâlete düşmez, sapmazsınız. O, Allah´ın Kitabıdır, [102] Allah´ın Resûlünün sünnetidir" buyurmuştur. [103]
Kur´ân-ı Kerîm´e göre de; Kitab ve sünnet, başvurulması gereken iki hidayet kaynağıdır. [104]
Sünnetin Mânâları ve Çeşitleri
Sünnet, lügatta yol demektir. "Sünnetullah" terkibi Yüce Allah´ın hüküm, emir ve nehiylehni ifade eder. [105]
Şeriat dilinde sünnet, Peygamberimiz Aleyhisselamdan sâdır olan sözler (hadisler), işler ve takrirler (tasvibler) demektir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın ibadet maksadıyla farz ve vacib olmayarak işlemeye devam ve nadiren terk ettiği şeylere sünnetü´l-hüdâ, sünnet-i müekkede denir ki; ezan, kamet, beş vakit namazın sünnetleri, mazmaza, istinşak... gibi dini tamamlayıcı nitelikte olan sünnetler olup, onları terketmek mekruh ve günahtır.
Münferidin ezan okuması, misvak tutunmak, namaz içinde ve dışında bazı müstehab fiiller ile, Peygamberimiz Aleyhisselamın yemek, içmek, oturup kalkmak, giyinip kuşanmak... gibi sünnetlerine de zevâid sünnetleri denir.
Bunları işlemekte sevap bulunmakla beraber, terketmekte kerahet ve günah yoktur. [106]
Peygamberimiz Aleyhi sselam, bir hutbesinde "Sünnetlerin hayırlısı, Muhammed´in sünnetleridir" buyurduğu gibi; âdet niteliğindeki sünnetlerinin de Rabbânîliğini "Beni Rabbim terbiye edip yetiştirdi ve güzel terbiye edip yetiştirdi" diye açıklayarak, onların da ömek tutulması gerekeceğini işaret buyurmuştur. [107]
Sünnete Sarılmanın ve Bid´atlardan, Taklitçilikten Sakınmanın Gerekliliği
Ashabdan İrbaz b. Sâriye der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam bir gün sabah namazından sonra bize beliğ bir mev´iza irad buyurdu.
Bu mev´izadan gözler yaşardı, kalbler ürperdi.
´Bu, bir vedalaşıcının vazına benziyor!
Öyle ise yâ Rasûlallah! Bize neyi tavsiye buyurursun 1 dedik. [108]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ben sizi gecesi gündüzü gibi aydın olan şeyin üzerinde bırakmış bulunuyorum.
Benden sonra, ancak helak olacak olan kimse ondan sapar! [109]
Allah´tan sakınmanızı, başınıza Habeşli bir köle de geçse onun emirlerini dinlemenizi, kendisine itaat etmenizi size tavsiye ederim.
Benden sonra, sizlerden yaşayanlar, birçok anlaşmazlıklara şahit olacaktır!
O zaman sünnetime, [110] sünnetimden bildiğiniz şeylere, [111] hidayet ve doğru yol üzerinde bulunan halifelerimin (Hulefa-i Râşidînin) sünnetine sımsıkı sarılınız!
Sonradan sonraya ortaya çıkarılan birtakım şeylerden sakınınız!
Çünkü, sonradan sonraya ortaya çıkarılan şey bid´attr.
Her bid´at da dalâlettir, sapkınlıktır!" buyurdu. [112]
Hz. Ebu Bekir, halife olduğu zaman yaptığı konuşmada:
"İnen Kur´ân ve Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri bize öğretildi de, biz bu sayede bilgi sahibi olduk" demiştir. [113]
Hz. Alide:
"Resûlullah Aleyhisselamın ruhu kabzolununca, Ebu Bekir halife oldu.
Yüce Allah tarafından ruhu kabzolununcaya kadar, Resûlullah Aleyhisselamın ameline ve sünnetine göre hareket etti.
Sonra Ömer halife oldu.
Ruhu kabzolununcaya kadar o da öyle hareket etti.
Her ikisi de, Resûlullah Aleyhisselamın ameline ve sünnetine göre hareket etti" diyerek şehadette bulunmuştur.[114]
Bid´at; ikmâlinden sonra, başka bir deyişle Peygamberimiz Aleyhisselamdan sonra dinde ihdas edilen şeylere, amellere; [115] Ashabın ve Tabiînin işlemedikleri, sünnete aykırı bulunan şeylere denir. [116]
Peygamberimiz Aleyhisselam, birhadis-i şeriflerinde:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; [117] sizler, kendinizden öncekilerin yollarını kanş karış, arşın arşın, [118] kulaç kulaç[119] muhakkak izleyeceksinizdir.
Hatta, onlar bir kelerin deliğine girecek olsalar, onlara tâbi olacaksınız, [120] oraya da onlarla birlikte gireceksiniz" buyurdu. [121]
Ashab:
"Yâ Rasûlallah, kimdir onlar Ehl-i Kitab olanlar mı [122] Yahudilerle Hıristiyanlar mı " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ya kim olacak !" buyurdu. [123]
Peygamberimiz Aleyhisselam, başka bir hadislerinde de:
"Eğer sizler Peygamberinizin sünnetini bırakacak olursanız, muhakkak dalâlete düşer, yolunuzu şaşırırsınız!"
buyurmuştur. [124]
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama Kur´ân-ı Kerîmle indiği gibi, sünnet ile de inerdi. [125]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İyi biliniz ki; bana Kitab ve onunla birlikte bir o kadar daha verildi!" buyurmustur. [126]
Yine Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Haberiniz olsun ki; Resûlullahın da, Allah´ın (Kur´ân´da) haram kıldıkları kadar haram kıldığı şeyler vardır. [127]
Çok sürmez, [128] kamı tok. [129] koltuğuna kurulmuş bir adama hadislerimden bir hadis söylenirde, o:
´Bizim yanımızda ve sizin aranızda Yüce Allah´ın Kitabı var! [130] Size Kitabullah yeter! Onda helâl bulduğunuz şeyi helâl olarak kabul ediniz, onda haram bulduğunuz şeyi haram olarak kabul ediniz! [131] Biz de onda helâl bulduğumuz şeyi helâl sayarız, haram bulduğumuz şeyi haram sayarız´ der. [132]
Sakın! Herhangi birinizi, koltuğuna kurulmuş olduğu halde kendisine erişeni[133] hadislerimden birşey, [134] yapılmasını emr veya ondan nehy ettiğim bir emrim hakkında: [135]
´Ben bunu bilmiyorum, tanımıyorum! [136] Biz bunu bilmiyoruz! Biz ancak Kitabullahta bulduğumuz şeye uyanz! [137] Biz bunu Kitabullahta bulamadık! [138] İşte Kitabullah! Yok onda bu! Biz, Kitabullahta bulduğumuza göre amel ederiz, aksi takdirde hayır!´[139] der bir tutumda bulmayayım!
İyi biliniz ki; Resûlullahın haram kıldığı şey, Allah´ın haram kıldığı şey gibidir! [140]
Ben ne helâli haram, ne de haramı helâl kılarım. [141]
Sizden, koltuğuna kurulmuş biriniz, Allah´ın şu Kitabındakilerden başka birşeyi haram kılmadığını mı sanıyor !
Şunu iyi biliniz ki; vallahi ben de hem öğüt verdim, hem de bazı şeyleri emr, bazı şeylerden de nehy ettim.
Benim emr ve nehy ettiğim şeyler, belki Kur´ân´daki kadardır, ya da daha çoktur!
Şüphe yok ki, Allah Ehl-i Kitabın evlerine izinsiz olarak girmenizi, kadınlarını dövmenizi, üzerlerine salınan vergiyi ödedikleri halde meyvelerini yemenizi size helâl kılmam ıştır!" buyurdu. [142]
"Sünnet, ikidir:
1. Farz hakkında olan sünnet.
2. Farz hakkında olmayan sünnet.
Farz hakkındaki sünnetin aslı Kitabullahtadır. Ona yapışmak hidayet, onu bırakmak dalâlet, sapkınlıktır.
Farz hakkında olmayan sünnetin aslı Kitabullahta yoktur. Ona yapışmak fazilettir, onu bırakmak günah değildir.
Ümmetim bozulduğu zamanda sünnetime sarılan kimse için şehit ecri vardır!" da buyurulmustur.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizin üzerinize öyle birzaman gelecektir ki, o zamanda helâl olan üç dirhemden veya kendisiyle görüşülüp konuşulacak bir kardeşten veya amel edilecek bir sünnetten daha aziz, daha şerefli birşey bulunmayacaktır" buyurmuştur. [143]
Mü´minlerin sünnete başvurmaları, uymaları Yüce Allah´ın emri gereğidir.
Kur´ârH Kerîm´de bu hususta şöyle buyurulur:
"Ey iman edenler! Allah´a itaat ediniz, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat ediniz!
Birşey hakkında çekiştiğiniz zaman-eğer Allah´a ve ahi ret gününe inanıyorsanız-hemen onu Allah´a ve Peygambere döndürünüz! Bu, hem hayırlı, hem de netice itibarıyla daha güzeldir!" (Nisa: 59)
"Sizden olan emir sahipleri," din âlimleri ve fakihler demektir.
"Allah´a ve Resûlullaha itaat" da, Kitab ve sünnete tâbi olmak demektir. [144]
"Peygamber´e itaat eden, Allah´a itaat etmiştir." (N isa: 80)
"..Peygamber size ne verdiyse onu alınız! Size neyi yasakladıysa ondan da sakınınız. Allah´tan korkunuz! Çünkü, Allah´ın azabı çetindir!" (Haşr 7)
"Andolsun ki, Resûlullahta sizin için, Allah´ı ve ahiret gününü ummakta olanlar için, Allah´ı çok ananlar için güzel bir imtisal numunesi vardır." (Ahzâb: 21)
Peygamberimiz Aleyhisselam da, hadis-i şeriflerinde:
"Ben size neyi emretmişsem onu alınız! Sizi neden nehyetmişsem ondan da sakınınız!" [145] buyurmuşlardır.[146]
Allah´a İbadet ve Tâat, Peygamberimiz Aleyhisselamın Ömrünün Sonuna Kadar İbadete Devam Edişi
İbadet, mükelleflerin (erginlik çağına eren akıl sahibi insanların) nefislerinin arzu ve temayüllerine muhalefetle Rablerini tazim için yapmış oldukları , [147] yapılması sevap olan, Allah´a yakınlık ifade eden özel tâatleridir.
Tâatin aslı verâdır.
Verânın aslı takvadır.
Takvanın aslı nefis muhasebesidir.
Nefis muhasebesinin aslı Allah´ın azabından sakınmak, nimetini ummaktır. [148]
On şey nefse gerekli görülmeyince verâ tamamlanmaz:
1. Dil ile gıybetten korunmak,
2. Kötü zandan sakınmak,
3. Halk ile alay etmekten geri durmak,
4. Haramlara bakmamak,
5. Doğru sözlü olmak,
6. İman nimetinden dolayı Yüce Allah´a minnettar olmak ve kendi kendini beğenmemek,
7. Malı hak yolunda harcamak ve bâtıl yollarda harcamamak,
8. Yükseklik ve büyüklük dileğinde bulunmamak,
9. Beş vakit namazı vakitlerine, rükû ve secdelerine dikkat ve itina ederek korumak,
10.Ümmet ve cemaat üzere istikamet etmek.
Ebu Musa el-Eş´arî´den rivayet edildiğine göre:
"Herşey için bir had vardır. İslâm´ın hududu da verâ, tevazu, sabır ve şükürdür.
Verâ işlerin kıyam ve sebatına, sabır cehennem ateşinden kurtuluşa, şükür de cennete nail olmaya sebeptir."
Hasanü´l-Basrî, Mekke´de Hz. Ali´nin oğullarından, arkasını Kabe´ye dayayıp halka vaz eden bir gence:
"Dinin sebat ve kıyamına sebeb olan şey nedir " diye sordu.
Genç:
"Verâdır!" dedi.
Hasanü´l-Basrî:
"Dinin âfeti nedir " diye sordu.
Genç:
"Tamahtır!" dedi.
Avamın verâsı, haramdan ve haram şüphesi bulunan şeyden sakınmaktır.
Havassın verâsı, içinde heva ve nefis için şehvet ve lezzet bulunan şeyden sakınmaktır.
Havassın havassının verâsı, içinde kendi irade ve görüşü bulunabilecek herşeyden sakınmaktır.
Hâsılı; avam dünyayı terk ile, havas cenneti terk ile, havassın havassı da mâsivâyı (Allah´tan başka herşeyi) terk ile verâ eder.
Bişr b. Haris der ki:
"Amellerin en zoru ve ağır olanları üçtür:
1. Azlıkta cömertlik yapmak,
2. Tenhâda verâ üzere hareket etmek,
3. Kendisinin cezasından korkulan ve ihsanı umulan kimsenin yanında hak olan sözü hiç çekinmeden söylemek."
Bişr b. Hâris´in kızkardeşi, İmam Ahmed b. Hanbel´e gelerek:
"Ey imam! Biz geceleyin damlarımızın üzerinde otururuz. Yanımızda geçen meşalelerin ışıkları üzerimize düşer. Biz o meşalelerin ışıklarından yararlanarak iplik eğiririz. Bu ışıkların altında iplik eğirmemiz bize caiz ve helâl olur mu " diye sordu.
Ahmed b. Hanbel:
"Allah iyiliğini versin! Sen kimsin " dedi.
Kadın:
"Ben Bişr b. Hâris´in kız kardeşiyim!" deyince, Ahmed b. Hanbel ağladı ve:
"Gerçek verâ sahibi sizin evinizden çıkmıştır. Sakın sen o meşalelerin altında oturup iplik eğireyim deme!" dedi. [149]
Hadis-i şerifte buyurulduğuna göre:
"Kıyamet günü:
´Ey kullarım! Bugün size korku yoktur! Sizler mahzun da olacak değilsiniz!´ diyerek seslenilecek!
Mahşer halkı başlarını kaldıracaklar ve:
´Biz, Yüce Allah´ın kullarıyız!´ diyecekler.
Sonra:
´Onlar ki; âyetlerimize inandılar ve Müslüman oldular!´ diyerek seslenilecek.
Bunun üzerine, kafirlerin başları önlerine eğilecek! Allah´ı tevhid edenlerin başları kalkık kalacak!
´Onlar ki; iman etmişler ve Allah´ın buyruklarına aykırı tutum ve davranışlardan son derecede sakınıp durmuşlardır!´ diyerek üçüncü kez seslenilecek!
Bunun üzerine, büyük günah işlemiş olanların başlan önlerine eğilecek. Takva sahiplerinin ise başları kalkık kalacak!
Kerîm olan Allah, va´dettiği gibi, onların üzerinden korkuyu ve hüznü giderecek! Çünkü O, kerîmlerin en kerîmidir!
Velîlerinden yardımı kesmez ve onları korku içinde bırakmaz!" [150]
Yüce Allah nimetlerin ihsan edicisidir. Nimetlere erenin nimetlere şükretmesi gerekir.
İbadet de, Allah´ın nimetlerine bir şükürdür. [151]
Daha açık bir deyişle; ibadet, insanın gerek en güzel bir biçimde yaratılmış bulunmasından, ve gerek hiçbir emeği ve hakkı geçmeden en kıymetli, en hassas iç ve dış uzuvlara nail olmasından dolayı Yaratanına bir şükrüdür.
Nimete şükür ise, aklen ve şer´an farzdır. [152]
İnsan, gördüğü en küçük bir iyiliği bile karşılıksız, teşekkürsüz bırakmaz istemez.
İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah´a da şükretmez. [153]
Başta peygamberler olmak üzere, bütün insanlar Allah´a ibadet ve kulluk etmek için yaratı İm ı şiardır. [154]
Her ümmete de "Allah´a ibadet ediniz!" diye tebligatta bulunan bir peygamber gönderilmiştir. [155]
İnsanların Allah´a ibadetleri olmasa Allah katında ne değerleri kalır " [156]
İbadetten istisna edilen, muaf tutulan hiçbir kul yoktur.
Hatta, Yüce Allah´ın ve meleklerin kendisini selamladıkları[157] en sevgili kulu olan Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam da:
"Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!" [158] emrine muhatap olmuş ve mübarek ruhunu Rabbine teslim ettiği güne kadarda ibadet vazifesini yerine getirmekten geri kalmamıştır. [159]
Namazın Çeşitleri
Namaz, farz, vacib, sünnet ve nafile olmak üzere dört çeşittir.
Farz olanlar ikiye ayrılır 1) Farz-ı ayn, 2) Farz-ı kifâye.
Farz-ı ayn olanlarda ikiye ayrılır 1) Her gün ve gecede beş vakitte kılınan namazlar. 2) Cuma günü kılınan Cuma namazı.
Farz-ı kifâye olan namaz da, cenaze namazıdır.
Vacib namazlar ikidir 1 Vitir namazı, 2 Ramazan ve Kurban Bayramı namazları.
Sünnet ve nafile olan namazlara gelince; onlar da beş vakit namazların tarzlarıyla birlikte kılınan sünnet namazlarla, Ramazan´da kılınan teravih namazı ile geceleri nafile olarak kılınan teheccüd namazı, gündüzleri nafile olarak kılınan kuşluk namazı vesair nafile namazlardır.[160]
Hz.Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam sabah namazının farzından önce evinde iki rekat, öğle namazının farzından önce evinde dört rekat, farzından sonra evinde iki rekat, [161] ikindi namazının farzından önce evinde dört rekat, akşam namazının farzından sonra evinde iki rekat, yatsı namazının farzından sonra evinde iki rekat nafile namaz kılardı. [162] Bunu dört rekat kıldığı da olurdu. [163]
Yatsının nazîri olan öğlenin ilk dört rekatına kıyasla, yatsı namazının farzından önce de-Peygamberimiz Aleyhisselamın dilersek kendiliğimizden kılabileceğimiz hakkındaki müsaadesine uyu-larak-dört rekat namaz kılınması güzel görülmüş ve mendub olarak kilınagelmiştir.
Saîd b. Hişam der ki:
"Âişeye:
´Ey mü´minlerin annesi! Resûlullah Aleyhisselamın gece namazını bana haber ver!1 dedim.
´Sen, ´Ey esvabına bürünen Resûlüm! Gecenin birazı hariç olmak üzere, kalk! Gecenin yarısı mik-tarınca yahut ondan birazını eksilt! Yahut o yarının üzerine ekleyip arttır! Kur´ân´ı da açık açık, tane tane oku!1 [Müzzemmil: 1-4] âyetlerini okumuyor musun !1 dedi.
´Evet! Okuyorum!´ dedim. [164]
´İşte, Resûlullah Aleyhisselam a başlangıçta gece namazı böyle farzdı´ dedi. [165]
´Müslümanlarda, ayaklan şişinceye kadar namazda dururlardı.
Yüce Allah, Müzzemmil sûresinin son âyetini indirinceye kadar, onları oniki ay tuttu.
Sonra:
´...O Allah, bunu (saatlerin miktarını) sizin sayamayacağınızı bildiği için, size karşı ruhsat tarafına döndü. Artık, Kufân´dan, kolay geleni okuyunuz´ [Müzzemmil: 20] hükmünü indirince, gece namazı, farzlardan sonra nafile oldu´ dedi." [166]
Bununla beraber, Peygamberimiz Aleyhisselam gece namazını bırakmamış, yaşlanıp ayakta duramadığı zaman da oturarak kılmaya devam etmiştir. [167]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kıyamda ayakları şişinceye kadar durmaya devam ettiği sıralarda, [168] Hz.Âişe:
"Yâ Rasûlalları! Bu zahmete niye katlanıyorsun [169]
Allah senin geçmişteki, gelecekteki günahlarını bağışladı ya! " dedikçe, Resûlullah Aleyhisselam:
"Ben şükredici bir kul da mı olmayayım " buyururdu. [170]
"Hangi namaz efdal ve üstündür " sorusuna, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kunûtu (kıyamı) uzun olandır!" buyurmuş; [171]
"Farzlardan sonra efdal ve üstün namaz, geceyarısında kılınan namazdır. [172] Gecede öyle bir saat vardır ki, Müslüman bir kimse o saate rastlar da Allah´tan dünya ve ahiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah ona verir. Bu, her gece böyledir!" buyurmuştur. [173]
"Yüce Rabbimiz, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında (mekândan münezzeh olarak) dünya semasına iner de:
´Hani Bana dua eden ki, duasını kabul edeyim!
Hani Benden dilekte bulunan ki, dileğini vereyim!
Hani Benden yariıganmak dileyen ki, kendisini yarlıgayayım!´ buyurur." [174]
"Hiçbir kul yok ki, Allah´a bir secde etsin de, Allah onu o secdesine karşılık bir derece yükseltmiş, bir günahını düşmüş[175] ve kendisi için bir hasene (sevap) yazmış olmasın!" [176]
"Kıyamet gününde kulun amelinden hesap vereceği ilk şey namazdır!
Eğer o tam ve sağlam olursa, kul korktuğundan kurtulur ve umduğuna nail olur!
Eğer kul farzdan birşey eksiltmişse sânı yüce olan Allah:
´Bakınız! Kulumun nafile olan namazı var mıdır ´ buyurur.
Farzdan eksilttiği miktar onunla doldurulur, tamamlanır.
Sair ameli hakkında da böyle muamele olunur." [177]
Peygamberimiz Aleyhisselam nafile namazlarını umumiyetle evlerinde kılar, çıkıp farzları Müslümanlara mescidde kıldırırdı.[178]
Abdullah b. Amr der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, bana:
´Ey Abdullah! Sakın, sen filan gibi olma!
O geceleyin kalkıp namaz kılardı da, şimdi gece namazını bıraktı!´ buyurdu."[179]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Farz namazlardan sonra namazların efdal ve üstünü gece namazı dır."[180]
"Kim geceleyin uyanır ve zevcesini de uyandırarak iki rekat namaz kılarlarsa, kendileri Yüce Allah´ı çok zikreden erkekler ve kadınlar zümresinden yazılır ve sayılırlar" buyurmuş; [181] Kur´ân-ı Kerîm´de de:
"...Allah´ı çokzikreden erkeklerle Allah´ı çokzikreden kadınlar için de Allah bir mağfiret ve pek büyük bir ecir ve mükâfat hazırlamıştır" buyurulmustur. (Ahzâb: 35)
Peygamberimiz Aleyhisselam Ramazan gecelerinde aynca teravih namazı kılarve bunu kılmalarını Müslümanlara da önemle tavsiye buyururdu.
Bilhassa Ramazan´ın son on gecesini ibadetle ihyaya son derecede önem verir, ev halkını da uyandırırdı. [182]
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcası Hz. Abbas´a:
"Ey Abbas! Ey amcacığım! Ben sana bir ihsanda bulunayım mı [183] Sana akrabalık hakkını ödeyeyim, sana yararlı olayım mı " diye sordu.[184]
Hz. Abbas:
"Evet yâ Rasûlallah!" dedi. [185]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben sana on şeyi haber vereyim ki, onları işlediğin zaman, Allah senin günahının evvelini ve ahirini, yenisini ve eskisini, kasıtlısını ve kasıtsızını, küçüğünü ve büyüğünü, gizlisini ve açığını bağışlasın!1[186]
Ey amca![187] O on şey şunlardır.[188]
Dört rekat namaz kılarsın. Her rekatta Fatihayla birlikte bir sûre okursun. İlk rekatın kıraati bitince ayakta olduğun halde on beş kere ´Sübhânallahi velhamdulillahi ve lâ ilahe illallahu vallahu ekber´ dersin.
Rükûa gidersin ve rükuda iken bunu on kere söylersin.
Sonra rükûdan başını kaldırır, ayakta dikilmiş olduğun halde bunu on kere söylersin.
Sonra secdeye gidersin. Secdede bunu on kere söylersin.
Sonra secdeden başını kaldırırsın, orada bunu on kere söylersin.
Tekrar secdeye gidersin. Secdede bunu on kere söylersin.
Sonra secdeden başını kaldırırsın, orada bunu on kere daha söylersin.
Bu, her rekatta 75 eder. [189]
Bunu rekatların dördünde de yaparsın.[190]
Dört rekatta 300 eder.
Artık, senin günahların Alic* kumlarının sayısı kadar da olsa, Allah seni bağışlar.[191]
Bunu her gün bir kere kılmaya gücün yeterse, kıl!" buyurdu.[192]
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Bunu her gün söylemeye kimin gücü yeter !" dedi. [193]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Her gün kılmaya gücün yetmezse her Cuma bir kere kıl!
Her Cuma kılmaya gücün yetmezse her ay bir kere kıl!
Her ay kılmaya gücün yetmezse her yıl bir kere kıl!
Her yıl kılmaya gücün yetmezse ömründe bir kez olsun kıl!" buyurdu.[194]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gündüz nafilelerinden kıldıkları kuşluk namazını, iki, dört, altı ve sekiz rekat olarak kılardı.[195]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu namazı Mekke´nin fethinde sekiz rekat olarak kılmıştır. [196]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisine hizmet eden bir zâta:
"Bir hacetin, dileğin var mı " diye sorar dururdu.
Günlerden bir gün, yine ona böyle sorduğu zaman:
"Dileğim vardır yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Nedir dileğin " diye sordu.
"Kıyamet günü bana şefaat etmendir!" deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bunu istemen için sana kim yol gösterdi " diye sordu.
"Rabbim gösterdi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen de, çokça secdeler, namazlarla bana bu hususta yardımcı olmalısın!" buyurdu.[197]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Tuttuğu Nafile Oruçlar
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah´ın ayı olan Muharrem´de tutulan oruçtur. [198]
Allah´ın, Aşura günü orucunu ondan önceki yılın günahlarına keffaret kılacağını umarım" buyurdu.[199]
Hz. Ali derki:
"Peygamber Aleyhisselama bir adam gelip:
´Yâ Rasûlallah! Ramazan ayından sonra hangi ay oruç tutmamı bana emredersin ´ diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
´Ramazan ayından sonra oruç tutacaksan, Muharrem ayını tut! Çünkü o, Allah´ın ayıdır. O ayda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbelerini kabul etmiştir ve o günde başka bir kavmin detev-belerini kabul edecektir!" buyurdu.[200]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ramazan ayı orucunun farz kılınışından önce Aşura günü orucunu Muharremin onuncu günü tutmalarını emretmiş, ayrıca:[201]
"Ben, gelecek yıl sağ olursam, dokuzuncu günü de oruçlu geçireceğim![202] Aşura günü orucunu tutunuz ve bu hususta Yahudilere muhalefet ediniz: Aşura gününden bir gün önce ve ondan bir gün sonra da oruç tutunuz!" buyurmuştur. [203]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hazerde ve seferde eyyamu´l-bîz´ı oruçsuz geçirmezdi. [204]
Eyyâm-ı biz, ayın doğup sonuna kadar aydınlattığı geceler demektir ki, her ayın onüçüncü, ondördüncü ve onbeşinci geceleridir. [205]
Peygamberimiz Aleyhisselam Şaban ayını hemen hemen oruçsuz geçirmezdi. [206]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ameller, Pazartesi ve Perşembe günleri Yüce Allah´a arzolunur. Bunun için, ben de amelimin oruçlu bulunduğum sırada arzedilmesini severim" buyurmuştur. [207]
Hz. Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam bir ayın Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günleri, öbür ayın da Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri oruç tutardı. [208]
Peygamberimiz Aleyhisselam Zilhicce ayının dokuz gününde oruç tutardı. [209]
"Günlerden hiçbir gün yoktur ki, Zilhicce´nin on gününde yapılan ibadet kadar Allah´a sevgili olsun!
O günlerden her birinin orucu bir yıl oruca, gecelerinden her birinin namazı da Kadir gecesi namazına (sevapça) denktir! [210]
Allah´ın, Arefe günü orucunu o günden önceki yıl ile o günden sonraki yılın günahlarına keffaret kılacağını umanm!" buyurmuştur. [211]
Fakat, Arafat´ta oruç tutmayı nehyetmiştir. [212]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Allah´ı Zikredişi
Hz. Aişe:
"Resûlullah Aleyhisselam her vakitte Allah´ı zikrederdi" dediği gibi, [213] Retina b. Ka´bü´l-Eslemî de:
"Resûlullah Aleyhisselamın gündüzün hizmetinde bulunur, hacetini görür gözetir, derler toparlardım.
Resûlullah Aleyhisselam, yatsı namazını kılınca evine girerdi.
Ben de kapısının önüne otururdum.
Belki Resûlullah Aleyhisselamın hacetine ait bir buyruğu olur, derdim.
Resûlullah Aleyhisselamın:
´Sübhanallah! Sübhanallah! Sübhanallahi ve bihamdihi!1 diyerek teşbih edişini dinleye dinleye gözlerimi uyku bürür, uyuyakalırdım" demiştir. [214]
Resûlullah Aleyhisselam, sabah namazını kıldığı zaman, güneş iyice doğuncaya, yükselinceye kadar oturur, [215] Allah´ı zikreder; [216]
"İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar Allah´ı zikreden cemaatle birlikte oturmam, bana, her biri için oniki bin dirhem vererek İsmail Aleyhisselam evladından dört köleyi azad etmemden daha sevgilidir" buyururdu. [217]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ın nimete bürüdüğü kimse, Allah´a hamd etmeyi çoğaltsın!
Günahı çoğalan kimse, istiğfarı çoğaltsın!
Rızkı geciken kimse de lâ havle ve lâ kuvvete illa billah´ sözünü çoğaltsın!"
"Cennete ilk davet edilecek kimseler, genişlikte ve darlıkta Allah´a hamd edip durmuş olan hamd edicilerdir." [218]
"Rabbin kuluna, gecenin son yarısındakinden daha yakın olduğu bir zaman yoktur.
Eğer o saatte Allah´ı zikredicilerden olmaya gücün yeterse, ol!" buyurmuştur. [219]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 251, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 899, Vâkidf, Megâzî, c.3, s. 1103, Müslim, Sahih, c. 2, s. 890, Taberî, Târih, c. 3, s. 169, Zehebî, M egâzf, s. 589.
[2] İbn İshak, c. 4, s. 251, Mâlik, c. 2, s. 899, Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî, s. 589.
[3] Nisa: 59.
[4] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 97, Müslim, c. 1,s.134.
[5] Bedrüddin Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 19, s. 13.
[6] Bedrüddin Aynf, c. 19, s. 13, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 9, s. 5.
[7] İbn Hacer, c. 9, s. 5.
[8] Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 215-216.
[9] Bedrüddin Aynf, c. 19, s. 13.
[10] Râgıb, Müfredâtü´l-Kur´ân, s. 402.
[11] H.Seyyid Şerif, Ta´rifât, s. 116.
[12] Tirmizî, c. 5, s. 172-1 73, Dârimî, c. 2, s. 31 2, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 7, s. 164.
[13] Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 553, İ bn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 3, s. 284, .
[14] TaberânPden naklen Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 7, s. 165, İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 229, Bedrüddin Zerkeşf, Burhan,c. 1,5.454, İbn Hacer, Metalib, c. 3, s. 133.
[15] Suyûtî, el-İtkân.c.2, s. 125-126.
[16] Taberî, Tefsfr, c. 25, s. 6.
[17] İbnü´n-Nedfm, Fihrist, s. 56- 65.
[18] Fahru´r-Râzf. Tefsfru´l-kebfr. c. 1. s. 3.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/355-362.
[19] Bakara, Âl-i İmran, Nisa, M aide, En´am, A´raf, Yunus sûreleri.
[20] Tevbe, Nahl, Hûd, Yusuf, Kehf, Bent İsrail (jsrâ), Enbiya, Tâhâ, Mü´minûn, Şuarâ, Saffat sûreleri.
[21] Yüzden ai âyetli olan 42 sûre.
[22] Yüzden az âyeti i sûrelerden sonra gelen ve "mufassal" diye anılan 60 kısa sûre.
[23] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 107.
[24] Tirmizf, Sünen, c. 5, s. 155-156, Hâkim , Müstedrek, c. 1, s. 558.
[25] Süleyman Nedvf, İslâm Târihi, c. 4, s. 1575-1577.
[26] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/362-366.
[27] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/366.
[28] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/366-367.
[29] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/367.
[30] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/367-368.
[31] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/368-369.
[32] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/369.
[33] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/369.
[34] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/369.
[35] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/370.
[36] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/370.
[37] Ömer Rızâ Doğrul, Kur´ân Nedir , s. 97-137.
[38] Yeni Sabah gazetesinin 23.4.1958 ve 4.5.1958tarihli nüshaları.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/370-372.
[39] John Davenport, Hz. Muhammed vıe Kur´an-ı Kerim, Türkçeterceme, s. 72-81 .
[40] M. Bucaille. s. 179-184.
* er-Rahman: 33.
[41] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/372-379.
[42] 26.Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 1, s. 69,153, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 1 08, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 70, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 77, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 314.
[43] Dârimî, c. 2, s. 108.
[44] Ahmed, c. 1, s. 149, Tirmizî, c. 5, s. 171.
[45] Ebu Dâvud.c. 2, s. 70, Hâkim, Müstednek, c. 1 , s. 567-568.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/379.
[46] Ahmed, c. 1, s. 408, Buhârî, c. 6, s. 107, Müslim, c.1, s. 549, Ebu Dâvud, c. 4, s. 259, Tirmizî, c.5, s. 150, İbn Mâce.c. 1, s. 77,Dârimî, c. 2, s. 31 8.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/379.
[47] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 249, Müslim, c. 6, s. 553, Dârimî, c. 2, s. 324, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 560-564.
[48] Tirmizî, c. 5, s. 157, Hâkim, c. 1,s. 561.
[49] Müslim, c. 1, s. 539.
[50] Buhârî, c. 6, s. 104,111, Tirmizî, c. 5, s. 1 59, Dârimî, c. 2, s. 323, Heysemî, c. 6, s. 313.
[51] Hâkim, c. 1.S.562.
[52] Ahmed,c.5, s. 383, Heysemî, c. 6, s. 312.
[53] Müslim, c. 1, s. 554, Hâkim, c. 1, s. 558-559.
[54] Tirmizî, c. 5, s. 157, Hâkim, c. 1, s. 560-561.
[55] Âli İmran: 1-2.
[56] Ahmed.c. 6, s. 461, Dârimî, c. 2, s. 323.
[57] Hâkim, c. 1, s. 555.
[58] Müslim, c. 1, s. 539, Tirmizî, c. 5, s. 157.
[59] Ahmed, c. 6, s. 449, Müslim, c. 1, s. 555, Tirmizî, c. 5, s. 162, Hâkim, c. 2, s. 368.
[60] Tirmizî, c. 5, s. 162, Dârimî, c. 2,5.328.
[61] Ahmed, c. 5, s. 36, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 365, Heysemî, Meonau´z zevâid, c. 6, s. 311.
[62] Buhârî, c. 6, s. 105, Müslim, c. 1, s. 556, Tirmizî, c. 5, s. 167, Dârimî, c. 2, s. 330.
[63] Tirmizî, c. 5, s. 167.
[64] Buhârî, c. 6, s. 165, Nesâf, c. 2, s. 1 73.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/380-381.
[65] Ahmed,c.6, s. 302, 323, Tirmizî, c. 5, s. 185.
[66] Buhârî, c. 6,5.112.
[67] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 128, Tirmizî, c. 5, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/381-382.
[68] Suyûtî, el-İtkân, c. 2, s. 105-106.
[69] Ebu´l-Fidâ, İbn Kesfr, Tefsir, c. 4, s. 303.
[70] Ahmed, c. 4, s. 9, E bu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 55-56, İ bn Mâce, c. 1, s. 427-428.
[71] İbn Sa´d, Tabakatü´l-kübrâ, c. 2, s. 194-195, ^ımed.c. 1, s. 288, Müslim, c. 1, s. 562.
[72] İbn Sa´d, c. 2, s. 194-195, Buhârî, c. 6, s. 102, İbn Mâce, c. 1.S.562.
[73] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 355, c. 3, s. 550.
[74] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 31 8-31 9.
[75] İbn Sa´d, c. 3, s. 75-76.
[76] Zehebî, c. 2, s. 300.
[77] Suyûtr, İtkân, c. 1,s.1O4.
[78] Bedrüddin Zerkesf, Burhan, c. 1, s. 471, Suyûtî, c. 1, s. 104.
[79] Suyûtî, c. 1.S.105.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/382-384.
[80] Bedrüddin Zerk eş1, c. 1, s. 459, Suyûtî, c. 1, s. 105.
[81] Suyûtî, c. 1 ,s.1O5.
[82] Zerkeşf, c.1, s. 459.
[83] Suyûtî, c. 1.S.1Ü5.
[84] Zerkeşf, c.1, s. 459, Suyûtî, t 1, s. 105.
[85] Zerkeşf, c.1, s. 460.
[86] Zerk eşf, c.1, s. 460, Suyûtî, c. 1, s. 105-106.
[87] Zerkeşf, c. 1, s. 449450, Suyûtî, c. 1, s. 104-105.
[88] Râgıb, Müfredat, s. 187.
[89] Seyyid,Ta´ritât, s. 37-38.
[90] Zerkeşf, c. 1, s. 450.
[91] Suyûtî, c. 1,3.107.
[92] Zerkeşf, c.1, s. 464, Suyûtî, c. 1.S.109.
[93] Suyûtî, c. 1,3.110.
[94] Zerkeşf, c. 1, s. 461, Suyûtî, c. 1, s. 108.
[95] Tehâvf, Muhtasar, s. 29, Suyûtî, c. 1, s. 110.
[96] Zerkeşf, c.1, s. 472, Suyûtî, c. 1,3.110.
[97] Suyûtî, c. 1,3.110.
[98] Zerkeşf, c. 1, s. 473473, Suyûtî, c. 1, s. 111.
[99] Zerkeşf, c.1, s. 475.
[100] Tirmizî, c. 5, s. 197-1 98, Dârimî, c. 2,5.337.
[101] Tiımizf, c. 5, s. 198, Dârimî, c. 2,5.337.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/384-386.
[102] İbnİshak,İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 251, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 899, Vâkıdî, Megâzî, c.3,s. 1103, Müslim, c. 2, s. 890, Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî, Megâzî, s. 589.
[103] İbn İshak,c.4, s. 251, Mâlik, c. 2, s. 899, Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî, s. 589.
[104] Nisa: 59.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/386.
[105] 89.Ffnjzâbâdf, c. 4, s. 239.
[106] Seyyid Şerif, Ta´rifât, s. 82-83.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1016, BeyhakPden naklen İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 9, Ebu´l-Fidâ, Sîre, c. 4, s. 24, İbn Hamia, el-Beyân, c. 1, s. 1 65.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/386-387.
[108] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 126, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 201, Tirmizî, c. 5, s. 44, İbn Mâce, c. 1, s. 1 5-16, Dârimî, c. 1, s. 43.
[109] Ahmed, c. 4, s. 128, İbn Mâce, c. 1, s. 16.
[110] Ahmed, c. 4, s. 126, Ebu Dâvud, c. 4, s. 201, Tirmizî, c. 5, s. 44, İbn Mâce, c. 1, s. 16, Dâıimf, c. 1 , s. 43 44.
[111] Ahmed, c. 4, s. 126, İbn Mâce, c. 1, s. 16.
[112] Ahmed, c. 4, s. 126-127, Ebu Dâvud, c. 4,s.2O1, Tirmizî, c. 5, s. 44, İbn Mâce, c. 1, s. 16, Dârimî, c. 1 , s. 44.
[113] İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 183, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 590, Muhibbut-Taberî, Rıyâdu´n-nadrâ, c. 1, s. 231.
[114] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 128.
[115] Ffruzâbâdf, c.3,s.3.
[116] Seyyid Şerif, s. 29.
[117] Ahmed, c. 2, s. 327.
[118] Ahmed, c. 2, s. 32, Buhârî, c. 8, s. 151 .Müslim, c. 4, s. 2054.
[119] Ahmed, c. 2, s. 327.
[120] Ahmed, c. 3, s. 84, Buhârî, c. 8, s. 151 .Müslim, c. 4, s. 2054.
[121] Ahmed, c. 2, s. 450.
[122] Ahmed, c. 2, s. 327.
[123] Ahmed, c. 3, s. 84, 89, Buhârî, c. 8, s. 151, Müslim, c. 4, s. 2054.
[124] Ahmed, c.1, s. 455.
[125] Dârimî, c. 1, s. 117.
[126] Ebu Dâvud, c. 4, s. 200.
[127] İbn Mâce, c.1, s. 6.
[128] Ahmed, c. 4, s. 131 , E bu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn Mâce, c. 1, s. 6, Dârimî, c. 1, s. 111, Hâkim, c. 1, s. 109, Begavf, Mesâbih, c.1,s.13.
[129] Ahmed, c. 4, s. 131, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, Begavf, c. 1,s.13.
[130] Ahmed, c. 4, s. 132, İbn Mâce, c. 1, s. 6, Dârimî, c.1, s. 117, Hâkim, c.1, s. 109.
[131] Ahmed, c. 4, s. 131, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200.
[132] Ahmed, c. 4, s. 132, İbn Mâce, c. 1, s. 6, Dârimî, c.1, s. 117, Hâkim, c.1, s. 109.
[133] Ahmed, c. 6, s. 8, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn Mâce, c. 1, s. 7, Hâkim, c. 1, s. 108, Begavf, c. 1, s. 1 3.
[134] Ahmed, c. 6, s. 8.
[135] Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn Mâce, c.1 , s. 6, Hâkim , c. 1, s. 1 08, Begavf, c. 1, s. 13.
[136] İbn Mâce, c.1, s. 6, Hâkim, c.1 ,s.1O8, Begavf, c.1, s. 13.
[137] Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn Mâce, c. 1, s. 7, Hâkim, c. 1, s. 107, Begavf, c. 1, s. 13.
[138] Ahmed, c. 6, s. 8.
[139] Hâkim, c. 1.S.108.
[140] Ahmed, c. 4, s. 132, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn Mâce, c. 1,s.7, Hâkim, c.1, s. 108.
[141] Ahmed, c. 4, s. 326, Müslim, c. 4, s. 1903, Ebu Dâvud, c. 2, s. 226.
[142] Taberânfden naklen Hevsemf, c.1, s. 172.
[143] Dârimî, c. 1, s. 63, Ta ben, Tefsir, c. 5, s. 147.
[144] Dârimî, c. 1, s. 63, Ta ben, Tefsir, c. 5, s. 147.
[145] Ahmed, c. 2, s. 242, İbn Mâce, c. 1 , s. 3.
[146] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/387-391.
[147] Seyyid Şerif, Ta´rifât, s. 97.
[148] Haris el-Muhâsibf, er-Riâye, s. 52-53.
[149] Abdülkadir Geylânf, Gunyetu´Uâlibfn, c. 1, s. 131-134.
[150] Haris el-Muhâsibf, er-Riâye, s. 40.
[151] Şah Veliyyullah, Hüccetullahi´l-bâliğa, c. 1, s. 143.
[152] Kâsânf, Bedâyiu´s-sanâyi´, c. 1, s. 90.
[153] Ebu Hanffe, Müsned, s. 45, Abdurrezzak, Musannef, c. 10, s. 425, Ahmed, Müsned, c. 3, s. 74, Buhârî, Edebü´l-müfred, s. 65, Ebu Dâvud, c. 4, s. 255, Tirmizî, c. 4, s. 339.
[154] Zâriyât: 56.
[155] Nahl: 36.
[156] Furkan: 77.
[157] Ahzâb: 56.
[158] Hicr: 99
[159] Abdurreizak, Musannef, c. 5, s. 433, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 216,/^med, c. 3, s. 110,163, 202, Buhârî, c. 5, s. 141.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/392-395.
[160] Kâsânf, c. 1, s. 89, 284-299.
[161] Ahmed, c. 6, s. 30, Müdim, c. 1.S.504, Ebu Dâvud, c. 2, s. 18-19.
[162] Ahmed, c. 6, s. 30, Müslim, c. 1,s.5O4, Ebu Dâvud, t 2, s. 18.
[163] Ahmed.c.1, s. 341, Buhârî, c.1, s. 37, Ebu Dâvud, c. 2, s. 45.
[164] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 340, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 199-200.
[165] Taberânf, c. 2, s. 139.
[166] Ebu Dâvud, c. 2, s. 41, Nesâî, c. 3, s. 200, Taberânf, c. 2, s. 139.
[167] Ebu Dâvud, c. 2, s. 41.
[168] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 50, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 384, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 251 , Buhârî, Sahih, c. 7, s. 183, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 269, Şemail, s. 44, Nesâf, c. 3, s. 219.
[169] Tirmizî, c. 2, s. 29, Şemail, s. 44.
[170] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 50, Ahmed, c. 4, s. 51, 65,115, Buhârî, Sahîh, c. 7, s. 183, Tirmizî, c. 2, s. 269, Şemâil, s. 44, Nesâf, c. 3, s. 219, Taberânf, c. 2, s. 71.
[171] Ahmed, c. 3, s. 412, Müslim, c. 1, s. 520, İbn Mâce, c. 1.S.456.
[172] Dârimî.c. 1 ,s. 285.
[173] Müslim, c. 1, s. 521.
[174] Mâlik, c.1, s. 214, Ahmed, c. 2, s. 267, Buhârî, c. 8, s. 197, Müslim, t 1, s. 521, Dârimî, c. 1, s. 286-287.
[175] Abdurrezzak,c.3, s. 73, Ahmed, c. 2, s. 164, 280, Tirmizî, c. 2, s. 231, Nesâf, c. 4, s. 228, Dârimî, c. 1,5.281.
[176] Abdurrezzak,c,s.73, Ahmed, c. 5, s. 164.
[177] Ahmed, Müsned, c. 2, s. 290, Tirmizî, c. 2, s. 270, Nesâf, c. 1, s. 232-233, İbn Mâce, c. 1 , s. 458, Dârimî, c.1, s. 254.
[178] Ahmed, c. 6, s. 30, Ebu Dâvud, c. 2, s. 18-19.
[179] Müslim, c. 2, s. 814, Nesâf, c. 3, s. 253.
[180] Tirmizî, c. 2, s. 301, Nesâf, c. 3, s. 207.
[181] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 48, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 2, s. 271, Ebu Dâvud, c. 2, s. 70.
[182] Ebu Dâvud, c. 2, s. 49-50.
[183] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[184] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, Tirmizî, c. 2, s. 350, İbn Mâce, c. 1, s. 442.
[185] Tirmizî, c. 2, s. 350, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[186] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[187] Tirmizî, c. 2, s. 350.
[188] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[189] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29-30, Tirmizî, c. 2, s. 350-351, İbn Mâce, c. 1, s. 442.
[190] Ebu Dâvud, c. 2, s. 30, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
Alic; Mekke yolu üzerinde Tayyi´lerden Beni Behterlilerin kondukları karyelerle Feyd arasında susuz, dört gecelik bir kumluk yerdir (Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 70).
[191] Tirmizî, c. 2, s. 351, İbn Mâce, c. 1, s. 442.
[192] Ebu Dâvud, c. 2, s. 30, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[193] Tirmizî, c. 2, s. 351, İbn Mâce, c. 1, s. 442.
[194] Ebu Dâvud, c. 2, s. 30, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[195] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 74.
[196] Abdurrezzak, c. 3, s. 76, Ahmed, c. 6, s. 341, Buhârî, c. 2, s. 53, Ebu Dâvud, c. 2, s. 28, İbn Mâce, c. 1, s. 419.
[197] Ahmed, c. 3, s. 500.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/395-400.
[198] Ebu Dâvud, c. 3, s. 348-349.
[199] Ahmed.c. 4, s. 26-27, Buharı, c. 6, s. 196, Müslim, t 3, s. 1599, İbn Mâce, c. 2, s. 1087, Begavf, Mesâbih, c. 2, s. 78.
[200] Ahmed, c. 4, s. 26-27, Buharı, c. 6, s. 196, Müslim, t 3, s. 1599.
[201] Tirmizî, c.3, s. 1 28.
[202] Ahmed, c. 1, s. 224-225, Müslim, c. 2, s. 798, İbn Mâce, c. 1, s. 552-553.
[203] Ahmed, c.1, s. 241.
[204] Nesâf, c. 4, s. 198.
[205] İbn Esîr, Nihâye, t 1, s. 173.
[206] Ahmed, c. 6, s. 143, Müslim, c. 2, s. 811, Tirmizî, c. 3, s. 114, İbn Mâce, c. 1, s. 146.
[207] Tirmizî, c.3, s. 1 22.
[208] Tirmizî, c. 3, s. 1 22, Nesâf, c. 4, s. 203.
[209] Ahmed, c. 5, s. 288, Ebu Dâvud, c. 2,s:.325, Nesâf, c. 4,s:.2O5.
[210] Tirmizî, c. 3, s. 1 31, İbn Mâce, c. 1, s. 551.
[211] Ahmed, c. 5, s. 308, Müslim, c. 2, s. 819, Ebu Dâvud, c. 2, s. 322, Tirmizî, c. 3, s. 124, İbn Mâce, c. 1, s. 551.
[212] Ebu Dâvud, c. 2, s. 356.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/400-402.
[213] Ahmed, c. 6, s. 70, Müslim, c. 1, s. 282, Ebu Dâvud, c. 1, s. 5, Tiımizf, c. 5, s. 463, İbn Mâce, c. 1, s. 110.
[214] Ahmed,c.4, s. 59.
[215] Ahmed, c. 5, s. 101,107, Müslim, c. 1, s. 464, Ebu Dâ´vud, c. 2, s. 29, Nesâf, c. 3, s. 80, Taberânf, Mu´cemu´s-sağfr, c. 2, s. 150.
[216] Taberânf, c. 2, s. 150.
[217] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 10, s. 105, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 3, s. 245.
[218] Taberânf, c. 1, s. 103.
[219] Tirmizî. c. 5. s. 569. 570.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/402-403.
Peygamberimizin(a.s.) Vefatı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ecelinin Yaklaşması ve Ahiret Yolculuğuna Hazırlanması
Peygamberimiz Aleyhisselam, Nasr sûresinin inişinden beri, ecelinin yaklaştığını öğrenmiş ve:
"Ey Allah´ım! Seni teşbih eder (eksik sıfatlardan uzak tutar) ve Sana hamd ü sena ederim!
Ey Allah´ım! Beni yarlığa! Şüphe yok ki, tevbeleri en çok kabul eden ve merhametli olan Sensin Sen!"
diyerek Allah´a hamd, teşbih ve istiğfara koyulmuş bulunuyordu.[1]
Hz. Âişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam son zamanlarında:
´Sübhanallah ve bihamdihi, estağfirullahe ve etûbü ileyhi=Allah´ı her türlü noksanlardan uzak tutar, O´na Kendi hamdi ile hamd ederim. Allah´tan yarlıganmamı diler ve O´na tevbe ederim1 sözünü çoğaltınca:
´Yâ Rasûlallah! Ben ne diye ´Sübhanallah ve bihamdihi´ sözünü çoğalttığını görüyorum
Sen bundan önce hiç böyle yapmazdın ´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Yüce Rabbim bana ümmetimde bir alâmet göreceğimi haber vermişti ki, o alâmeti gördüğüm zaman, Kendisine çok çok teşbih ve hamdiyle istiğfarda bulunacaktım.
İşte o alâmeti gördüm:
´Allah´ın yardımı ve fetih gelince, sen de insanların fevc fevc Allah´ın dinine gireceklerini görünce, hemen Rabbini hamdiyle teşbih et, O´nun yarlıgamasını dile! Şüphe yok ki, O, tevbeleri çok kabul edendir!´ [Nasr: 1-3] buyurdu."[2]
İbn Abbas der ki:
"Ömer b. Hattab beni meclisine Bedir savaşına katılmış yaşlı sahabilerle birlikte alırdı.
Bazısı buna içerlemiş olacak ki, kendisine:
´Bunu niçin bizimle birlikte alıyorsun ! Bizim onun kadar oğullarımız var!´ demiş.
Ömer de:
´O, bildiğiniz kimselerden değil!´ cevabını vermiş.
Yine bir gün, beni çağırıp onlarla birlikte meclise almıştı.
Sonradan anladım ki; o gün beni onlara göstermek için çağırmıştı.
´Yüce Allah´ın ´İzâ câe nasrullâhi vel feth...´ kelâmı hakkında ne dersiniz ´ diye sordu.
Bazıları:
´Bize yardım ve fetih ihsan edildiğinde Allah´ı hamd ve istiğfar etmemiz emrolunmustur´ dediler
Bazısı da sustu, birşey söylemedi.
Bana:
´Sen de mi böyle söylüyorsun ey İbn Abbas 1 diye sorunca, ben:
´Hayır!´ dedim.
´Ya ne diyorsun 1 diye sordu.
´Bu, Resûlullah Aleyhisselamın ecelidir. Ona bunu bildiriyor. ´Allah´ın yardımı ve fetih geldiği vakit, o, senin ecelinin alâmetidir. Artık Rabbini hamd ile tesbit et, O´nun yarlıgamasını dile! Şüphe yok ki, O, tevbeleri çok kabul edendir!´ buyuruyor´ dedim.
Ömer
´Benim bildiğim de, ancak senin söylediğindir´ dedi.[3]
Nasr sûresi Allah tarafından bir davetçi idi, Resûlullahın dünyaya vedası idi."[4]
"Bugün size dininizi ikmâl..." (Mâide: 3) mealli âyet nazil olduğu zaman Hz. Ömer ağlamış,
"Ne için ağlıyorsun!" diye sorulunca:
"Bu, kemâlden sonra noksan ifade eder! Bu, Peygamber Aleyhisselamın vefat edeceğini anlatıyor gibidir!" demişti.[5]
Peygamberimiz Aleyhisselam bir gün Hz. Fâtıma´ya gizlice:
"Cebrail heryıl Kur´ân´ı benimle bir kere mukabele ederdi. Bu yıl ise, iki kere mukabele etti.
Öyle sanıyorum ki, ecelim yaklaşmıştır!" buyurdu.[6]
Cebrail Aleyhisselamın Kur´ân-ı Kerîm´i Peygamberimiz Aleyhisselamla mukabele edişi, Ramazan aylarında idi.
Cebrail Aleyhisselam Ramazan ayında her gece iner, Kur´ân-ı Kerîm´i Peygamberimiz Aleyhisselamla başından sonuna kadar mukabele ederdi.[7] Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından önceki yılın Ramazan´ında ise, bu mukabele iki kere yapılmıştı.[8]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Veda Haccında Müslümanlarla vedalaştı.[9]
Veda Haccından dönerken, Gadîr-i Humm´daki hutbesinde de:
"Ey insanlar! Haberiniz olsun ki; ben de ancak bir insanım!
Çok sürmez, Yüce Rabbimin elçisi bana gelecek, ben de onun davetine icabet edeceğim!" buyur-m ustu.[10]
Hz. Abbas, bir gün:
"Vallahi, ben Resûlullah Aleyhisselamın içimizde ne zamana kadar sağ kalacağını öğreneceğim!" dedi ve ona.
"Yâ Rasûlallah![11] Görüyorum ki; halk seni hem bizzat, hem de ayaktozlanyla rahatsız ediyorlar![12]
Sen üzerine çıkıp oturacağın birşey,[13] bir taht,[14] halkın tozundan toprağından ve düşmanlardan seni koruyacak[15] bir çardak[16] edinsen,[17] halka oradan konuşma yapsan olmaz mı " diye sordu.[18]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vallahi, [19] çok sürmez,[20] onları çağıracağım.[21]
Onlar benim sırtımdan ridamı çekecekler.[22] Ökçeme basacaklar. Beni onların tozları bürüyecek. Nihayet Allah beni onlardan rahata erdirecektir!" buyurdu.
Hz. Abbas:
"Resûlullahın içimizde pek az kalacağını anladım.[23]
Uyurken, rüyamda arzı semaya iple sımsıkı bağlanıp çekilir gibi görmüş, bunu Resûlullah Aleyhisselama anlatmıştım.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Bu, senin kardeşinin oğlunun vefatıdır!´ buyurdu" demiştir.[24]
Abdullah b. Mes´ud da:
"Peygamberimiz ve Sevgilimiz, vefatından bir ay önce bize vefatını haber verdi.[25]
´Yâ Rasûlallah! Senin ecelin ne zaman ´ diye sorduk.
´Ecel yaklaşmış; Allah´a, Cennetü´l-Me´vâ´ya, Sidretü´l-Müntehâ´ya, RefTku´l-AHâ´ya, Kandırıcı Doluya, N asib´e, mutlu ve kutlu yaşantıya dönüş yaklaşmış bulunmaktadır!´ buyurdu.[26]
´Yâ Rasûlallah! Seni kim yıkasın ´ diye sorduk.
´Ev halkımdan, yakınlık sırasına göre en yakın olanlar!1 buyurdu.
´Yâ Rasûlallah! Biz seni neyin içine sarıp kefenleyelim ´ diye sorduk.
´İsterseniz, şu elbisemin içine, yahut Mısır bezine veya kumaşına sarınız!´ buyurdu.
´Yâ Rasûlallah! Senin üzerine cenaze namazını kim kılsın ´ diye sorduk ve ağladık.
Kendisi de ağladı ve:
´Allah size rahmet etsin! Sizi peygamberinizden dolayı hayırla mükâfatlandırsın![27] Siz, beni yıkadığınız ve kefenlediğiniz zaman şu şeririmin üzerine ve şu evimin içindeki kabrimin kenarına koyunuz!
Sonra, bir müddet benim yanımdan çıkıp gidiniz!
Çünkü, benim üzerime, ilk önce iki dostum, Cebrail ve Mikâil, sonra İsrafil, sonra da yanında melek ordularıyla birlikte ölüm meleği Azrail namaz kılacaktır![28] Bundan sonra, takım takım giriniz, üzerime namaz kılınız ve salât ü selam getiriniz!
Fakat, överek, bağırıp çağırarak beni rahatsız etmeyiniz![29]
Üzerime namaz kılmaya önce ev halkımın erkekleri başlasın!
Sonra, onların kadınları kılsın!
Onlardan sonra da sizler kılarsınız![30]
Ashabımdan burada bulunmayanlara selam söyleyiniz!
Kıyamet gününe kadar şu kavmimden ve dinime, bana tâbi olacak olan kimselere de benden selam söyleyiniz!´
´Yâ Rasûlallah! Seni kabrine kimler koyacak ´ diye sorduk.
´Ev halkımla birlikte birçok melekler ki, onlar sizi görürler, fakat siz onları göremezsiniz!1 buyurdu."[31]
Vasile b. Eskâ´ der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, yanımıza çıkıp:
´Sanır mısınız ki, ben vefatça sizin sonuncunuzum
Haberiniz olsun ki; ben vefatça sizden önceyimdir!
Sizler ardanda birbirinizi öldürür cemaatler halinde beni takip edeceksiniz!" buyurdu.[32]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bakiyy Kabristanında Gömülü Mü´minler ve Uhud Şehitleri İçin Dua Edişi
Yüce Allah tarafından, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Git de, Bakiyy kabristanı halkı için dua et!" buyuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam dua edip dönünce:
"Git de, Bakiyy kabristanı halkı için tekrar dua et!" buyuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam gitti, onlar için:
"Ey Allah´ım! Bakiyy kabristanı halkını yarlığa!" diye dua etti.
Bakiyy kabristanından dönünce:
"Uhud şehitleri için de dua et!" buyuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud´a gidip, Uhud şehitleri için de dua etti.[33]
Hz. Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam bir gece ridasını ve ayakkabısını çıkarıp ayak ucuna koydu.
İzarının bir kısmını döşeğinin üzerine serip uzandı.
Biraz kestirdikten sonra, ridasını yavaşça aldı, ayakkabısını yavaşça giydi, kapıyı açıp dışarı çıktı, yavaşça uzaklaştı.
Hz. Âişe de hemen başörtüsüyle başını örttü, izarıyla büründükten sonra Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasından gitti.
Bakiyy kabristanına kadar Peygamberimiz Aleyhisselamı takip etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir müddet ayakta durduktan sonra, ellerini kaldırdı:[34]
"Selam olsun size ey mü´minler diyarı!
Sizler, bizden önce gitmiş bulunuyorsunuz!
İnşaallah, biz de size katılacağız!
Ey Allah´ım! Onların ecirlerinden bizi mahrum etme!
Onlardan sonra bizleri fitnelere uğratma!" diyerek dua etti.[35]
Peygamberimiz Aleyhisselam bir müddet durdu, sonra ellerini kaldırdı, el kaldırışını üç kere tekrarladıktan sonra geri döndü.
Peydam berim iz Aleyhisselam hızlı hızlı yürümeye başladı.
Hz. Aişe de hızlı yürüdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam koşmaya başladı.
Hz. Âişe de koşmaya başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam eve yaklaştı.
Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselamdan önce eve girip yatağına uzandı.
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam içeri girdi. Girince, Hz. Âişe´ye:
"Ey Âişe! Neyin var Ne için kuşkulandın " diye sordu.
Hz. Âişe:
"Birşeyyokyâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ya bana sen haber verirsin, ya da Latîf ve Habîr (herşeyden haberdar) bulunan Rabbim bana haber verecektir!" buyurdu.
Hz. Âişe:
"Baban, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Onu sen bana haber ver!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen benim önümde bulunan karaltıyı gördüm mü " diye sordu.
Hz. Âişe:
"Evet! Sırtıma vurup canımı acıttı!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Cebrail Aleyhisselam bana gelip senden habersizce ayrılmam için bana seslendi. Ben de, senin yanına varmadan habersizce ayrılmayı kabul ettim.
Sen elbiseni çıkarınca, seni uyudu sandım, uyandırmak istemedim. Sen korkarsın diye çekindim.
Yüce Rabbin Bakiyy kabristanındaki halka gidip kendileri için mağfiret dilemeni sana da emrediyor!" buyurdu.
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Ben oraya gidip ne diyeyim " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"´Selam ve Allah´ın rahmeti bu diyara bizden önce, bizden sonra gelen mü´min ve Müslümanların üzerine olsun!
İnşaallah, bizler de gelip size katılacağız!´ de!" buyurdu.[36]
Peygamberimiz Aleyhisselam gecenin sonuna doğru Bakiyy kabristanına gidip:
"Selam olsun size ey mü´minler diyarı! İnşaallah, biz de size katılacağız!
Ey Allah´ım! Bakiyyu´l-Garkad halkını yarlığa!" diye dua etmeye başladı.[37]
Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Ebu Nüveyhibe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselama Bakiyy kabristanında gömülü Müslümanlar için Allahtan mağfiret dilemesi emrolununca, üç kere geceleyin gidip mağfiret diledi.
İkinci gecede,[38] Resûlullah Aleyhisselam geceyansı adam gönderip beni çağırttı.[39]
Bana:
´Ey Ebu Nüveyhibe! Hayvanımın semerini vur![40]
Şu Bakiyy kabristanında gömülü halk için Allah´tan mağfiret dilemekliğim bana emrolündü. Sen de benimle git!´ buyurdu.[41]
Resûlullah Aleyhisselam hayvanına bindi, ben de yürüyerek[42] kendisiyle birlikte gittim.[43]
Bakiyy kabristanına varınca hayvanından indi, ben de hayvanını tuttum.[44]
Resûlullah Aleyhisselam, onların arasında durup:
´Esselâmü aleyküm ey kabirler halkı ![45]
İnsanların içinde sabahladığı şeylerden, sizin içinde sabahladığınız şey, sizin için daha mutludur![46]
Allah´ın sizleri ondan kurtarmış olduğunu bir bilseydiniz![47]
Birbiri ardınca kıt´alargibi karanlık geceler geliyor!
Onların sonradan gelenleri, öncekilerinden de kötü[48] ve baskındır!´ buyurdu.[49]
Sonra bana dönüp:
´Ey Ebu Nüveyhibe! Bana dünya hazinelerinin anahtarları ve dünyada temelli kalmak, sonra da Cennet verildi!
Ben bununla Rabbime kavuşmak ve Cennet arasında muhayyer kılındım.
Bunlardan birisini tercih etmekte serbest bırakıldım.[50]
Ben de, Rabbime kavuşmayı ve Cenneti tercih ettim!´ buyurdu.[51]
Kendisine:
´Babam, anam sana feda olsun! Sen dünya hazinelerinin anahtarlarını ve dünyada temelli kalmayı, sonra da Cenneti seçip alsaydınya!" dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Hayır! Vallahi ey Ebu Nüveyhibe! Ben Rabbime kavuşmayı ve Cenneti tercih etmiş bulunuyorum!´ buyurdu.
Bakiyy kabristanında gömülü Müslümanlar için Allah´ın mağfiretini diledikten sonra, döndü."[52]
Hz. Âişe de der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamdan:
´Dünya ile ahiret arasında muhayyer kılınıp birini seçmekte serbest bırakılmadıkça hiçbir peygamber vefat etmez!´ buyurduğunu hep işitir dururdum.
Peygamber Aleyhisselamın ahiret âlemine alınmasına sebep olan buhha´ya tutulup nefes borusunun tıkandığı ve sesinin kalınlaştığı zaman:
´...Allah´ın kendilerine nimetlerverdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle birlikte! Onlar ne iyi arkadaştırlar!´ [Nisa: 69] mealli âyeti okuduğunu Peygamber Aleyhisselamdan işittim.
Sanırım ki; Peygamber Aleyhisselam o zaman[53] dünya ile ahiret arasında[54] muhayyer kılınmış, ikisinden birini tercihte serbest bırakılmıştı."[55]
Bakiyyü´l-Garkad´da gömülü Müslümanlar için dua ettiği gibi,[56] Uhud şehitleri için de dua ve istiğfar etmesi, Peygamberimiz Aleyhisselama Allah tarafından emredilmişti.[57]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir gün Uhud´a gitti, Uhud şehitleri için dua etti.[58]
Sonra, dönüp minbere çıktı.[59]
Ölülere ve dirilere veda eder gibi,[60] buyurdu ki:
"Ben, sizin Kevser havuzuna ilk erişeniniz, karşılayanınız olacağım ![61]
Kevser havuzunun genişliği Eyle ile Cuhfe arasındaki mesafe gibidir.[62]
Sizinle buluşma yerimiz, Havuzdur![63]
Ben sizin hakkınızda şehadet edeceğim!
Ben şu anda havuzumu görüyorum![64]
Şu anda bana yerin hazineleri, yerin anahtarları verildi!
Vallahi,[65] ben sizin için, benden sonra müşriklere dönersiniz diye korkmam!
Fakat, ben sizin için[66] dünyaya kapılır ve onun üzerinde[67] birbirinizi kıskanırsınız,[68] birbirinizi öldürürsünüz ve sizden öncekilerin yok olup gittikleri gibi siz de yok olup gidersiniz diye korkanım!" buy urdu.[69]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hastalığını Hz. Âişe´nin Evinde Geçirmesine Muvâfakat Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Meymûne´nin evinde yedi gün oturdu.[70]
Bir gün, bütün zevcelerini yanına çağırdı.[71] Hastalığını Hz. Aişe´nin evinde geçirmesi için kendilerinden muvafakat istedi.[72]
Onlara:
"Ben yarın neredeyim " diye sordu.
Nerede olacağını haber verdiler.
Bazıları da:
"Resûlullah Aleyhisselam ancak Ebu Bekir´in kızının gününü ister!" dediler ve muvafakat ettiler ve:
"Yâ Rasûlallah! Sana helâldir, bizler ancak kızkardeşleriz! (Bu hususta kıskançlık etmeyiz!)" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Sizler, böyle yapmamı (hastalığımı Âişe´nin evinde geçirmemi) bana helâl ediyor musunuz " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ridasını omuzuna aldı.[73]
Hz. Âişe der ki:
"Peygamber Aleyhisselamın hastalığı ağırlaşıp da ağrısı şiddetlendiği zaman, benim evimde bakılmak üzere zevcelerinden izin istedi, onlar da izin verdiler.
Bunun üzerine, Peygamber Aleyhisselam birtarafinda Abbas, diğer tarafında da başka biri[74] olduğu halde ayakları yerde sürünerek çıktı.[75] Peygamber Aleyhisselamın benim evimde kalacağını işitince, acele kalkıp evime çekildim.
O sırada bir hizmetçim de bulunmuyordu.
Peygamber Aleyhisselam için, yastığının içi ızhır otundan doldurulmuş bir döşek serdim.[76]
Peygamber Aleyhisselam eve gelip de ağrısı şiddetlendikten sonra:[77]
´Muhtelif yedi kuyu suyundan[78] üzerime, ağız bağları çözülmedik yedi kırba su dökünüz! Böylelikle, vücudumda biraz hafiflik bulup belki halka vasiyette bulunabilirim´ buyurdu.
Bunun üzerine, Peygamber Aleyhisselam zevcesi Hafsâ´nın malı olan bir leğen içine oturtuldu.
Sonra, o kırbaların suyunu üzerine dökmeye başladık.
Nihayet:
´Artık yetişir!´ diye bize işaret buyurdu."[79]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hastalığının Ne Zaman Başlayıp Ne Kadar Sürdüğü, Hastalığının
Ne Gibi Hastalıklar Olduğu
Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı Safer ayının son gecesinde,[80] Çarşamba günü,[81] Bakiyyu´l-Garkad kabristanına gidip evine döndükten sonra başağrısı ile başlamıştır.[82] Hz. Âişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Bakiyy kabristanından dönünce, beni de başı ağrır bir halde bulmuştu.[83] Ben:
´Vay başım!1 diyordum Resûlullah Aleyhisselam:
´Vallahi yâ Âişe! Vay başım, diye ben demeliyim!´ buyurdu."[84] Resûlullah Aleyhisselamın başağnsı gittikçe ilerliyordu.[85] Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı onüç gün sümnüştür.[86] Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalıkları:
Zehirlenme
Humma (şiddetli sıtma),
Buhha (nefes borusunun tıkanıp sesin kalınlaşması ve boğuklaşması) idi.
Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı sırasında kendisine:
"EyÂişe! Hayber´de tatmış olduğum zehirli etin acısını zaman zaman duyuyorum. Şu anda kalbimin damarının koptuğunu duymaktayım!" dediğini haber vermiştir.[87]
Enes b. Malik de:
"Resûlullah Aleyhisselamın küçük dili üzerinde bu zehrin izini ve tesirini görür dururdum" demiştim. [88]
Ümmü Bişr b. Berâ´ da der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam vefatlarıyla sonuçlanan hastalığa tutuldukları zaman, yanına varmıştım.
Kendisi humma nöbeti geçiriyordu.
Alnına elimle dokundum ve:
´Yâ Rasûlallah! Ben seni hiç kimsenin tutulmadığı hummaya tutulmuş görüyorum!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Bize verilecek ecir ve mükâfat kat kat olduğu gibi, ibtilâlalar da bize böyle kat kat olur!´ buyurdu ve:
´Halk benim hastalığıma ne diyor 1 diye sordu.
´Halk, Resûlullahtaki hastalıkzâtülcenptir, diyorlar1 dedim.
Resûlullah:
´Allah bana o hastalığı musallat kılmış değildir.
Bu, ancak halka şeytanın bir telkin ve vesvesesidir´ buyurdu.[89]
´Yâ Rasûlallah! Sen bu hastalığın neden ileri geldiğini sanıyorsun
Ben oğlumun ölümünün ancak Hayber´de seninle birlikte yemiş olduğu zehirli koyun kebabından ileri geldiğini sanıyorum´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Ümmü Bişr! Ben de bu hastalığımın ancak ondan ileri geldiğini sanıyorum![90]
Hayber´de oğlunla tatmış olduğum zehirli etin acısından şu anda kalb damarımın koptuğunu duymaktayım.[91]
Zaman zaman onun ağrısını, sızısını duyuyorum dur!´ buyurdu."[92]
Ebu Ubeyde´nin halası ve Huzeyfe´nin kızkardeşi Fâtıma Hatun da der ki:
"Kadınlarla birlikte Resûlullah Aleyhisselamın hastalığını yoklamaya gitmiştik.
Resûlullahı humma hararetinin şiddetinden sanki asılı bir sudan üzerine hep su damlıyormuş gibi buldum!
´Yâ Rasûlallah! Şifa bulman için Allah´a dua etsen!´ dedik.
Resûlullah Aleyhisselam:
İnsanların en ağır ibtilâya uğrayanları peygamberlerdir.
Sonra, derecelerine göre, onlardan sonra gelenlerdir´ buyurdu."[93]
Ebu Saîd el-Hudrî de, Peygamberimiz Aleyhisselamı hastalığı sırasında ziyarete gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerinde bir şilte örtülü idi.
Ebu Saîd el-Hudrî şiltenin üzerine elini koyduğu zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın vücudunun hararetini şiltenin üzerinden hissedip:
"Humman ne kadar da şiddetlidir! " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bize ibtilâ böyle ağırlaştırılır, ecrimiz de kat kat verilir!" buyurdu.
Ebu Saîd el-Hudrî:
"İnsanların en ağır ibtilâya uğrayanları kimlerdir " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Peygamberlerdir!" buyurdu.
Ebu Saîd el-Hudrî:
"Sonra kimlerdir " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Salihlerdir!" buyurdu.[94]
Abdullah b. Mes´ud da:
"Peygamber Aleyhisselamın hastalığında vücudu hummanın hararetinden şiddetle sarsıldığı sırada yanına varmıştım.
´Yâ Rasûlallah! Sen çok şiddetli bir hummaya tutulmuşsun!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet! Ben sizden iki kişinin humması gibi hummaya tutuldum!´ buyurdu.
´Şüphe yok ki, sana iki ecir var!1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet, öyledir. Hastalığa tutulan hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah onun kusur ve günahlarını ağacın yapraklarının döküldüğü gibi dökmesin!´ buyurdu" demiştir.[95]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bir Yazı Yazdırmak İçin Kalem ve Kağıt Getirilmesini İstemesi
Saîd b. Cübeyr der ki:
"İbn Abbas:
´Perşembe günü! Nedir Perşembe günü 1 dedi.[96]
Sonra da ağlamaya başladı.
Gözyaşlarının inci taneleri gibi iki yanağına döküldüğünü gördüm. [97]
Kendisine:
´Ey İbn Abbas! Nedir bu Perşembe günü 1 diye sordum. [98]
İbn Abbas:
´Resûlullah Aleyhisselamın hastalığının şiddetlendiği gündür! [99]
Resûlullah Aleyhisselam, hastalandığı ve evinde de Ömerb. Hattab gibi bazı zâtlar bulunduğu sıra-da: [100]
´Bana kalem ve kağıt getiriniz de, size bir yazı yazayım ki, bundan sonra hiçbir zaman dalâlete düşmeyesiniz, doğru yoldan sapmayasınız!´ buyurmuştu. [101]
Ömer b. Hattab:
´Resûlullah Aleyhisselam a hastalığı baskın gelmiştir.
Yanınızda Kur"ân var! Allah´ın Kitabı bize yeter!´ dedi.
Bunun üzerine ev halkı anlaşmazlığa düştüler ve tartışmaya başladılar. [102]
Kadınlardan birisi:
´Resûlullah Aleyhisselama istediğini getiriniz!´ dedi.
Ömer b. Hattab:
´Sus! Siz onun sahibelerisiniz!
O hastalandığı zaman gözlerinizi sıkar, yaş çıkarırsınız! Sıhhatli olduğu zaman da boynundan tutarsınız (boğazını sıkarsınız)!´ dedi. [103]
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Zeyneb de:
´Size bir ahid yazdırmak isteyen Peygamber Aleyhi sselamı ne diye dinlemiyorsunuz 1 dedi. [104]
Kimisi:
´Resûlullah Aleyhisselam sizin için yazacağını yazsın! [105] Kalem ve kâğıdı kendisine yak-laştırınız! [106]
Sizin için bir yazı yazsın da, hiçbir zaman yolunuzu şaşımnayasınız!1[107] diyor, kimisi de:
´Ömer´in dediği yerindedir!´ diyordu. [108]
Resûlullah Aleyhisselamın yanında[109] anlaşmazlığı çoğaltıp sözleri birbirlerine karıştırdı klan[110] ve Resûlullah Aleyhisselama baygınlık getirdikleri zaman, [111] Resûlullah Aleyhisselam:
´Yanımdan kalkınız![112]
Benim yanımda niza olmaz! [113]
Beni kendi halime bırakınız!
Benim şu içinde bulunduğum hal, sizin beni davet ve meşgul ettiğiniz şeylerden hayırlıdır!´ buyurdun [114]
Ne büyük musibettir o musibet ki; anlaşmazlıklara düşmek ve sözler birbirine karıştırılmak yüzünden Resûlullah Aleyhisselamla onlar için yazacağı yazı arasına girilmiştir. [115]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ali´ye Yazdırmak İstediği Şeyler
Hz. Ali der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, ağırlaştığı zaman:
´Ey Ali! Bana bir kürek kemiği getir de, benden sonra ümmetimi doğru yoldan saptırmayacak şeyi onun içine yazayım´ buyurdu. [116]
Resûlullah Aleyhisselamın başı kollarımın arasında bulunuyordu. [117]
Gidip gelinceye kadar kendisini kaybetmekten korktuğum için: [118]
´Ben, buyuracaklarını ezberimde tutarım!´ dedim. [119]
´Namaz kılmaya, zekat vermeye devam etmenizi, ellerinizdeki kölelerin haklarını gözetmenizi tavsiye ederim!´ buyurdu. [120]
´Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh´ diyerek şehadette bulunmayı da emretti.
´Bu iki gerçeğe şehadette bulunana, Cehennem ateşi haram olur´ buyurdu." [121]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Osman´la Gizli Konuşması
Peygamberimiz Aleyhisselam, ziyaretine gelen Hz. Osman´ı görünce, ona:
"Yakınıma gel!" buyurdu.
Hz. Osman, yaklaşıp Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine eğildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona gizlice birşey söyledi.
Hz. Osman başını kaldırınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana söylediğim şeyi anladın mı " diye sordu.
Hz. Osman:
"Evet!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona tekrar
"Yakınıma gel!" buyurdu.
Hz. Osman, Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine tekrar eğildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam yine ona gizlice birşey söyledi.
Hz. Osman başını kaldırınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Sana söylediğim şeyi anladın mı " diye sorunca, o da:
"Evet, onu kulağım işitti, kalbim de ezberledi!" diye cevap verdi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Haydi git!" buyurdu.[122]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ebu Bekir Hakkında Yazı Yazdırmak İstemesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, rahatsızlığı ağırlaştığı sırada, Abdurrahman b. Ebu Bekir´e:
"Bana kalem kağıt getir de, Ebu Bekir için bir yazı yazayım (yazdırayım) ki, onun üzerinde anlaşmazlığa düşülmesin!" buyurdu.
Abdurrahman b. Ebu Bekir kalem kağıt getirmek için kalkınca:
"Otur! Ebu Bekir üzerinde anlaşmazlığa düşülmesine Allah da, Müslümanlar da razı olmaz!" buyurdu.[123]
Sonra, Hz. Âişe´ye:
"Bana baban Ebu Bekir´i ve senin kardeşini çağır, bir yazı yazayım, yazdırayım.
Çünkü, ben bir heveslinin heveslenip:
´Ben bu işe herkesten önce gelirim!´ demesinden korkuyorum! [124]
Oysa ki, Allah da, mü´minler de Ebu Bekir´den başkasına razı olmaz!" buyurdu. [125]
Peygamberimiz Aleyhisselam "Bana Ebu Bekir´i çağırınız" buyurduğu zaman, Hz. Ömer´i çağırmışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ayılınca tekrar:
"Bana Ebu Bekir´i çağırınız!" buyurdu.
Yine Hz. Ömer´i çağırdılar.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Herhalde sizler de Yusuf Aleyhisselam m sahibeleri olan kadınlar takımındansınız!"* buyurdu. [126]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bir Uyarısı
Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı sırasında yanında konuşulurken, Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Ümmü Habibe, Habeş ülkesinde içinde suretler bulunan bir kilise gördüklerini anlattılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Gerçekten de onlar içlerinde iyi bir kimse bulunur da ölürse, onun kabri üzerine bir mescid yaparlar, o suretleri bu mescide asarlardı.
Onlar, Kıyamet gününde Allah katında yaratıkların en kötüleri olacaklardır!" buyurdu. [127]
Peygamberimiz Aleyhisselam, vefatından beş gün önce, 8 Rebiülevvel Perşembe günü de:
"Dikkat ediniz! Sizden önceki kimseler, peygamberlerinin ve salih kişilerinin kabirlerini mescidler haline getirirlerdi.
Sizler sakın kabirleri mescid haline getirmeyiniz!
Ben sizi böyle şeyden men ederim! [128]
Allah´ın laneti Yahudilerle Hıristiyanlara olsun ki, onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindil-er. [129]
Allah peygamberlerinin kabirlerini mescidler edinen kavmi kahretsin! [130] Arap yanmadasında, [131] Arap toprağında[132] iki din bırakılmayacaktır!" buyurdu. [133]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanlara Son Hitap ve Tavsiyeleri
Ensardan Numan b. Beşir´in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı ağıriaştığı zaman, halk: "Ondan sonra bu işi kim yönetecek " diye konuşmaya başladılar.
Kimisi: "Ebu Bekir yönetir!"
Kimisi de: "Übeyy b. Ka´b yönetir!" dediler.
Numan b. Beşir, Übeyy b. Ka´b´ın yanına varıp, ona: "Ey Übeyy! Halk Ebu Bekir´i Resûlullah Aleyhisselamın yerine halife yapmak istiyorlar!
Hemen gidip bu işin ne olacağına bakalım!" dedi.
Übeyy b. Ka´b: "Benim bu hususta Ensar hakkında birşey işitmişliğim yoktur!
Allah onu vefat etti rincey e kadarda ben bunu kendisine anıcı değilim!" dedikten sonra, Numan b. Beşir´le birlikte gittiler.
Sabah namazından sonra kendisine çanak içindeki çorbadan yudumlattıkları sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, çorbasını içmekten boşalınca, Übeyy´e dönüp: "Bu sana ne söylemişti " diye sordu.
Übeyy b. Ka´b: "Bizi (Muhacirlere) tavsiye buyur!" dedi. [134]
Hz. Ebu Bekir´le Hz. Abbas, Ensar meclislerinden bir meclise uğramışlardı. Ensarın ağladıklarını görünce, onlara: "Niçin ağlıyorsunuz " diye sordular.
Onlar da: "Resûlullah Aleyhisselamın huzurunda bulunduğumuz günleri hatırladık!" dediler.
Hz. Ebu Bekir´le Hz. Abbas gelip bunu Peygamberimiz Aleyhisselama haberverdiler. [135]
"Ensarın kadınları erkekleri Mescidde ağlıyorlar!" denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onlar niçin ağlıyorlar " diye sordu. "Sen öleceksin diye korkuyorlar!" dediler. [136] O sırada, Fadl b. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona: "Ey Fadl! Şu sarığı başıma sar!" buyurdu.
Fadl b. Abbas sarığı sarınca, [137] ona: "Tut elimden!" buyurdu. O da, Peygamberimiz Aleyhisselamın elinden tuttu. [138]
Peygamberimiz Aleyhisselam, büyük bir ridayı sarınıp bürünmüş ve başını da boz bir sank ile bağlamış olduğu halde[139] minbere oturdu; [140] ki bu, Peygamberimiz Aleyhisselamın minbere son oturuşu idi. [141]
Peygamberimiz Aleyhisselam bu günden sonra bir daha minbere çıkmadı. [142] Minbere çıkınca, Fadl b. Abbas´a:
"Halka seslen!" buyurdu. Fadl b. Abbas seslenince, Müslümanlar Mescidde toplandılar. [143] Mescid Müslümanlarla doldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kelime-i şehadet getirdikten sonra: [144]
"Ey insanlar! Ben size olan nimetinden dolayı O Allah´a hamd ederim ki, Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur!" diyerek[145] Allah´a hamd ü seneda bulundu. [146]
Her zaman yaptığı gibi, Uhud günü şehit düşen Müslümanlar için de Allah´tan mağfiret diledi. [147] Sonra: "Ey insanlar! Yakınıma geliniz!" buyurdu. Müslümanlar Peygamberimize doğru geldiler. [148]
"Ey insanlar! Bana haber verildiğine göre sizler, Peygamberinizin vefat edeceğinden korkuyormuş-sunuz!
Benden önce gönderilip ümmeti içinde temelli kalmış bir peygamber var mıdır ki, ben de içinizde temelli kalayım ! İyi biliniz ki; ben Rabbime kavuşacağım! O´na siz de kavuşacaksınız! İlk Muhacirlere karşı hayırlı olmanızı, onların da aralarında birbirlerine karşı hayırlı olmalarını tavsiye ederim!
Yüce Allah:
´Asra andolsun ki, muhakkak insan kesin bir ziyandadır!
Ancak iman edenlerle güzel ve yararlı amellerde bulunanlar, bir de, birbirlerine hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edenler böyle değildir´ [Asr: 1-3] buyurmuştur.
Muhakkak ki, bütün işler Yüce Allah´ın izniyle cereyan eder. Geç olacak şeyleri acele istemeniz birşey sağlamaz! Çünkü, Yüce Allah hiç kimsenin acele etmesiyle acele etmez!
Allah, Kendisini yenmeye kalkanı yener, mahveder! Aldatmaya kalkanı da zararlı çıkarır!
´Demek, idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık münasebetlerini bile keseceksiniz, öyle mi !´ [Muhammed: 22] [149]
Hiçbir peygamber, arkasında bir cemaat bırakmadıkça vefat etmemiştir. Ben de, sizin içinizde Ensarı bıraktım.
Allah´tan sakınmanızı ve onlara karşı iyi davranmanızı tavsiye ederim. Bilirsiniz ki, onlar mallarını sizinle bölüştüler! Size darlıkta da, bollukta da iyilik ve yardım ettiler! Onların hakkını tanıyınız! [150]
Çünkü, onlar sizden önce Medine´yi yurt ve iman evi edinmiş ve siz Muhacirlere iyilik etmiş olan kimselerdir. Onlar, meyve ve mahsullerini sizinle bölüşmediler mi Onlar size yurtlarında yervermediler mi
Kendileri muhtaç oldukları halde, sizi kendilerine tercih etmediler mi [151] Ey Muhacirler cemaati! Siz çoğalmış olduğunuz halde sabaha çıktınız! Ensar ise çoğalmamış olarak sabaha çıktılar.[152] Ey Muhacirler cemaatin[153] İyi biliniz ki, Ensar cemaati gitgide azalacaklar, [154] hatta yemek içindeki tuz gibi olacaklar! [155] Sizler ise çoğalacaksınız! [156] Başka insanlar da çoğalacaklar! [157]
Ensara karşı iyi davranmanızı size tavsiye ederim[158] Çünkü onlar benim sırdaşlarım, [159] sığınağım ve barınağım oldular. [160] Onlar, üzerlerine aldıkları yardım vazifesini tamamıyla yerine getirmişlerdir. Kendilerine ancak mükâfat verilmesi kalmıştır. [161]
Sizden, [162] Muhammed ümmetinden herkim bir iş başına geçer de bir kimseye zarar veya yarar vermeye gücü yetecek hale gelirse, [163] Ensardan iyilik edenlerin iyiliğini kabul, kötülük edenlerin de kötülüğünü affetsin! [164] Onların iyilerine iyilik ediniz! Kötülüklerinden de geçinizl[165] İyi biliniz ki, ben sizden önce gidecek, sizi bekleyeceğim! Siz de gelip bana kavuşacaksınız! Dikkat ediniz! Sizinle buluşma yerimiz Havuz başıdır! Yarın benimle buluşmak isteyen, elini ve dilini günahtan çeksin! Ey insanlar! Günah, nimetlerin değiştirilmesine sebeb olur. Halk iyi olduğu zaman, yöneticileri de iyi olur. Halk kötü olduğu zaman, yöneticileri de kötü olur. [166]
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, [167] ben şu saatte Havuzumun üzerinde duruyor, [168] şu bulunduğum yerden Havuzuma bakıyorumdur! [169]
Sânı yüce olan[170] Allah, bir kulunu dünya ile, [171] dünya zineti ile,[172] istediği[173] dünya nimetlerini kendisine vermekle[174] Kendi katındaki nimetler arasında muhayyer ki İdi. Bunlardan birisini seçmekte serbest bıraktı. O kul da[175] ahireti, [176] Allah katında olanı tercih etti, seçti" buyurdu. [177] Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisinden bahsettiğini anladı. [178] Cemaat içinde Hz. Ebu Bekir´den başka hiç kimse Peygamberimiz Aleyhisselamın maksadını anlayamadı. [179] Hz. Ebu Bekir ağlamaya başladı. [180] Gözleri yaşla doldu. [181] Ağlayarak: [182] "Babam, anam sana feda olsun[183] yâ Rasûlallah! Sana babalarımızı, analarımızı, [184] canlarımızı, m allarımızı,[185] evlatlarımızı[186] feda ederiz!" dedi. [187] Mescidde bulunan Müslümanlar, Hz. Ebu Bekir´in ağladığını görünce:
"Resûlullah Aleyhisselam dünya hayatıyla Rabbine kavuşma arasında Rabbi tarafından muhayyer kılınan ve Yüce Rabbine kavuşmayı tercih eden salih bir kişiden bahsederken, şu şeyhin ağlama haline şaşmaz mısınız !" dediler. Halbuki o, Resûlullah Aleyhisselamın söylediği sözün mânâsını onlardan daha iyi biliyordu. [188]
Ebu Saîd el-Hudrî der ki: "Ben kendi kendime: ´Allah´ın bir kulunu dünya nimetiyle ahiret nimetleri arasında muhayyer bırakmasında, onun da ahireti tercih etmesinde ne var ki, şu şeyhi ağlatıyor !" demiş, [189] ona: "Ey Ebu Bekir! Sen bir kulun dünya ile ahiret arasında muhayyer kılınıp onun da ahireti tercih edişine ne diye ağlıyorsun " diye sormuştum. [190] Meğer, muhayyer kılınan kul Resûlullah Aleyhisselammış! Bunu, Ebu Bekir bizden daha iyi biliyormuş! [191]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Bekir´e bakıp: [192] "Ey Ebu Bekir! Ağlama [193]
Ey insanlar! [194] İnsanlardan; [195] canında, [196] malında, [197] arkadaşlığında[198] bana karşı Ebu Bekir b. Ebu Kuhâfe´den daha fedakâr ve cömert davranan bir kimse yoktur. [199]
Eğer, Rabbimden başka, [200] insanlardan dost tutmuş olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekir´i dost tutardım! Fakat, İslâm kardeşliği[201] daha üstündür! [202] Haberiniz olsun ki, [203] sahibiniz, Yüce Allah´ın dostudur! [204] (Evlerinizden) şu Mescide açılan kapıları kapatınız! Yalnız Ebu Bekir´in kapısı açık kalsın! [205] Ben Ebu Bekir´in kapısının üzerinde bir ışık, başka kapıların üzerinde ise karanlık görüyorum ![206] Nihayet, ben de bir insanım! [207] Aranızdan bazı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir! [208] Ben kimin malından ne almışsam, işte malım, o da gelsin alsın! İyi biliniz ki; benim katımda sizin en önde geleniniz, [209] en sevgili olanınız, [210] varsa hakkını benden alan veya hakkını bana helâl eden[211] kişidir ki, Rabbime onun sayesinde helâlleşmiş olarak, [212] gönül hoşluğu ve rahatlığı ile[213] kavuşa-cağımdır! [214]
Hiç kimse ´Resûlullahın kin ve düşmanlık beslemesinden korkarım!´ diyemez! [215] İyi biliniz ki; [216] kin ve düşmanlık beslemek asla benim huyumdan ve halimden değildir! [217] Ben aranızda durup bu sözümü tekrarlamaktan kendimi müstağni göremiyorum!" buyurduktan sonra, sözlerini tekrarladı. [218]
Bunun üzerine, bir adam ayağa kalktı: [219] "Senden bir isteyici istekte bulununca, sen ona üç dirhem vermemi emretmiştin, ben de vermiştim" dedi. [220]
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Doğru söylüyorsun dur! Ey Fadl b. Abbas! Buna üç dirhem ver!" buyurdu. [221]
"Ey Allah´ım! Ben ancak bir insanım! Müslümanlardan hangi kişiye ağır bir söz söylemiş, veya bir kamçı vurmuş, veya lanet etmişsem, Sen bunu onun hakkında temizliğe, ecre ve rahmete ermesine vesile kıl! [222]
Allah´ım! Ben hangi mü´mine ağır bir söz söylemişsem, Sen o sözümü Kıyamet gününde o mü´min için Sana yakınlığa vesile kıl!" diye dua etti. [223]
Sonra da: "Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa, o, onu hemen ödesin, dünyada rüs-vay olurum demesin! İyi biliniz ki; dünya rusvaylığı ahiret rusvaylığmdan hafiftir" buyurdu. [224]
Bunun üzerine, bir adam ayağa kalktı ve: ´Yâ Rasûlallah! Ben Allah yolunda savaş ganimetine hıyanet etmiş, üzerime üç dirhem geçirmiştim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona: "Sen bu hıyaneti ne için yaptin " diye sordu.
Adam: "Ona ihtiyacım vardı" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam "Ey Fadl b. Abbas! Bu kişiden Beytü´l-mâl (hazine) hesabına üç dirhem teslim al!" buyurdu. [225]
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey insanlar! [226] Nefsinden korkan varsa, ayağa kalksın da, kendisi için dua edeyim!" buyurdu. Bunun üzerine, bir adam ayağa kalktı: [227] "Yâ Rasûlallah! Ben çok pintiyim, korkağım, çok da uykucuyum! Allah´a dua et de, benden pintiliği, korkaklığı ve uykuculuğu girersin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona dua etti. [228] Sonra, bir adam ayağa kalktı ve: "Yâ Rasûlallah! Ben çok yalancıyım! Çirkin sözlü, çirkin işliyim! Hem de uykucuyum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Allah´ım! Ona doğru sözlülük ve iman olgunluğu nasip et! Uyumak istedikçe, kendisinden uykuyu gider!" diye dua etti.
Daha sonra, bir adam ayağa kalktı ve: "Vallahi yâ Rasûlallah! Ben de çok yalancıyım! Hem de münafıkım! Benim işlemediğim hiçbir kötülük yoktur!" dedi.
Hz. Ömer, ona: "Be adam! Kendini rezil ve rüsvay ettin!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey İbn Hattab! Dünya rusvaylığı ahiret rusvaylığmdan hafiftir!" buyurdu ve adam için de: "Ey Allah´ım! Ona doğru sözlülük ve iman olgunluğu nasip et! Kendisinin kötü işlerini hayra çevir!" diyerek dua etti. [229]
Sonra, bir kadın ayağa kalkıp: "Bende şöyle şöyle haller var! Allah´a dua et de, benden bu halleri gidersin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona: "Sen Âişe´nin evine git!" buyurdu. [230] Sonra, minberden indi. [231] Hz. Âişe´nin evine dönünce, kadının başına asasını koyduktan sonra, ona dua etti. Hz. Âişe, kadın daha yanından ayrılmadan Peygamberimiz Aleyhisselamm duasının tesirini gördüğünü söyler. [232]
Mescide Açılan Kapılardan Hz. Ebu Bekir´in Kapısının Bırakılıp Başkalarının Kapatılışı
Mescidin çevresindeki evlerin kapılarından Hz. Ebu Bekir´in kapısından başkaları kapatıldı. [233] Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Benim kapımı bırak, kapattırma da, onu açıp senin namaza çıktığına bakayım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır!" buyurdu.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Adamların kapılarını mescide ne için kapadın " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Abbas! Ben ne kendiliğimden açtim, ne de kendiliğimden kapattım!" buyurdu.[234]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Evinde Kıldırdığı En Son Namaz
Peygamberimiz Aleyhisselam in hastalığı sırasında kıldırdığı en son namaz, akşamı namazı idi.
Hz. Abbas´ın zevcesi Ümmü´l Fadl binti Haris:
"Resûlullah Aleyhisselam, elbisesini giyinmiş olduğu halde Ve´l-Mürselât suresini okuyarak evinde akşam namazı kıldırdı.
Bundan sonra, ahiret âlemine alınıncaya kadar bir daha namaz kıldırmadı . [235]
Resûlullah Aleyhisselamdan akşam namazında okurken dinlediğim, Ve´l-Mürselât suresi idi"[236] demiştir. [237]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bazı Sahabilerini Yanına Çağırışı
Hz. Aişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam hastalığı sırasında: "Bana Ali´yi çağırınız!" buyurdu. Hz. Âişe:
"Sana Ebu Bekir´i de çağıralım mı " diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu da çağırınız!" buyurdu. Hz. Hafsâ:
"Yâ Rasûlallah! Ömer´i de çağıralım mı " diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu da çağırınız!" buyurdu.
Çağırılanlar toplandı klan zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam başını kaldırıp baktı. Hz. Ali´yi göremeyince, sustu. Hz. Ömer: "Resûlullah Aleyhisselamın başından kalkınız, dağılınız!" dedi. [238]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ebu Bekir´i Namaz Kıldırmaya Memur Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında namaz vakti gelmiş, ezan da okunmuş bulunuyordu. [239]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İnsanlar namazı kıldılar mı " diye sordu.
"Hayır yâ Rasûlallah! Seni bekliyorlar!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, tekrar:
"Öyleyse, benim için leğene su koyunuz!" buyurdu.
Leğene su koydular, gusledip yıkandı. Ayağa kalkmaya davranırken bayıldı.
Sonra ayı İdi ve yine:
"İnsanlar namazı kıldılar mı " diye sordu.
"Hayır yâ Rasûlallah! Seni bekliyorlar!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
"Benim için leğene su koyunuz!" buyurdu.
Oturup gusletti. Sonra ayağa kalkmaya davranınca yine bayıldı.
Sonra ayı İdi.
Yine:
"İnsanlar namazı kıldılar mı " diye sordu.
"Hayır yâ Rasûlallah! Seni bekliyorlar!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim için leğene su koyunuz!" buyurdu, tekrar oturup guslettikten sonra kalkmaya davrandı, yine bayıldı, sonra ayıldı.
Ayılınca:
"İnsanlar namazı kıldılar mı " diye sordu.
"Hayır yâ Rasûlallah! Seni bekliyorlar!" dediler.
O sırada Müslümanlar Mescidde Peygamberimiz Aleyhisselamı yatsı namazına bekleyip duruyorlardı . [240]
Peygamberimiz Aleyhisselam, namaz kıldırmaya kendisinde takat bulamayınca:
"Ebu Bekir´e söyleyiniz de, insanlara namazı kıldırsın!" buyurdu.
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Ebu Bekir yufka yürekli, [241] zayıf, ince sesli, Kur´ân okurken çok ağlayan bir zâttı r! [242]
Ağlamaktan, sesini işittiremez!
Senin makamına durup da insanlara namaz kıldırmaya dayanamaz! [243]
Ömer´e emret de, insanlara namazı o kıldırsın!" buyurdu. [244]
Hz. Âişe, Hz. Hafsâ´ya:
"Sen de Resûlullaha:
´Ebu Bekir senin makamında durursa, ağlamaktan, kıraatim insanlara işittiremez!
Ömer´e emret de, insanlara namazı o kıldırsın!´ de!" dedi.
Hz. Hafsâ da Peygamberimiz Aleyhisselama böyle söyleyince, [245] Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Sus! [246] Muhakkak ki, sizler de Yusuf (Aleyhisselam)ın sahibeleri takımından kadınlar gibisinizdir. [247]
Ebu Bekir´e söyleyiniz diyorum! Namazı insanlara o kıldırsın!" buyurdu.
Hz. Hafsâ´nın Hz. Âişe´ye canı sıkıldı ve:
"Zaten senden bana hayır gelecek değildi ya!" dedi. [248]
Hastalığın baygınlığı geçince, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Âişe´ye:
"İnsanlara namazı kıldırması için Ebu Bekir´e söyledin mi " diye sordu.
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Ebu Bekir hem yufka yürekli, hem de insanlara sesini i ş itti rem ey e c ek derecede ince, zayıf sesli bir adamdır!
Ömer´e emir buyursaydınız ya!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Muhakkak ki, sizler de Yusuf (Aleyhisselam)ın sahibeleri takımından kadınlar gibisinizdir!
Ebu Bekir´e söyleyiniz, insanlara namazı o kıldırsın!" buyurdu.
Hz. Âişe:
"Vallahi, ben böyle söylemekle bu işin babam Ebu Bekir´e verilmesinden vazgeçirmek istemiştim!
Çünkü kendi kendime diyordum ki, ´Resûlullah Aleyhisselamın makamında duracak kimseyi halk hiçbir zaman sevemeyecek! Çünkü, vuku bulacak her hadisede onu uğursuz sayacaklardır!´
Bunun için, bu işin babama verilmesinden vazgeçirmek istemiştim!" demiş; [249] Hz. Ebu Bekir´in imam olmaması için Peygamberimiz Aleyhisselama iki-üç kere müracaat edişinin böyle düşünmesinden ve sanmasından ileri geldiğini açıklamıştır. [250]
Peygamberimiz Aleyhisselam, namazı kıldırması için Hz. Ebu Bekir´e adam gönderdi.
Adam:
"Resûlullah Aleyhisselam insanlara namazı kıldırmanı sana emretti!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Ömer! İnsanlara namazı sen kıldır!" dedi.
Hz. Ömer:
"Buna sen daha lâyıksın!" dedi. [251]
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz Aleyhisselamın mihrabına geçti. Geçince, kendisini ağlama tuttu. Ağlaya ağlaya mihrabdan ayrıldı.
Arkasındaki cemaat de Peygamberimiz Aleyhisselamı önlerinde bulamadıkları için ağlaştılar.
Hz. Ebu Bekir´in durumunu Peygamberimiz Aleyhisselama habervermek ve cemaate namazı kimin kıldıracağını öğrenmek üzere müezzini gönderdiler.
O sırada Peygamberimiz Aleyhisselam baygın bir halde bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Hafsâ:
"Resûlullah Aleyhisselam ayılıncaya kadar Ömer´e söyleyiniz de, namazı kıldırsın!" dedi. [252]
Abdullah b. Zem´a gidip cemaat arasında Hz. Ebu Bekir´i göremeyince, Hz. Ömer´e:
"Kalk ey Ömer! İnsanlara namazı kıldır!" dedi. [253]
Hz. Ömer cemaate namazı kıldırmaya durdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam ayılıp Hz. Ömer´in namaz tekbirlerini işitince:
"Tekbirinin sesini işittiğim kimdir [254] Ömer´in sesi değil mi bu " diye sordu. [255]
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevceleri: [256]
"Evet yâ Rasûlallah! [257] Ömer b. Hattab´ın sesidir!
Müezzin gelip Ebu Bekir´in ağlamakyüzünden mihrabdan ayrıldığını ve cemaate namazı kıldırması için Peygamber Aleyhisselamın birisine emir buyurmasını istediklerini söylediler.
Hafsâ da, ´Ömer´e söyleyiniz de insanlara namazı kıldırsın!´ dedi," dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Muhakkak ki, sizler de Yusuf Aleyhisselamın sahibeleri takımından kadınlar gibisinizdir! [258]
Ebu Bekir nerede
İşin böyle olmasına ne Allah, ne de Müslümanlar razı olur!
İşin böyle olmasına ne Allah, ne de Müslümanlar razı olur! [259]
Hayır! Hayır! Hayır![260]
İbn Ebi Kuhâfe nerede İbn Ebi Kuhâfe nerede
İnsanlara namazı İbn Ebi Kuhâfe kıldıracaktır! [261]
Ebu Bekir´e söyleyiniz! İnsanlara namazı kıldırsın!
Peygamberin vekil bırakmadığına insanlar itaat eder mi hiç !" buyurdu. [262]
Hz. Hafsâ:
"Yâ Rasûlallah! Hasta olunca mihraba ne için Ebu Bekir´i geçirdin " diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu mihraba ben geçirmiş değilim, fakat Allah geçirmiştir!" buyurdu. [263]
Hz. Ömer´in Abdullah b. Zem´a´ya Sitemlenişi
Abdullah b. Zem´a der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamın ağrıları şiddetlendiği zaman, ben de Müslümanlardan bazılarıyla birlikte yanlarında bulunuyordum.
Bilal, Resûlullah Aleyhisselamı namaza çağırınca, Resûlullah Aleyhisselam:
´İnsanlara namaz kıldırması için birisine söyleyiniz!1 buyurdu.
Ben gidip baktığımda halkın içinde Ömer´i gördüm. Ebu Bekir oralarda yoktu.
´Ey Ömer! Kalk! İnsanlara namazı kıldır!1 dedim.
O da kalktı, tekbir getirip namazı kıldırdı.
Ömer gür sesli bir kimse idi. [264]
Resûlullah Aleyhisselam, onun sesini işitince:
´Bu, Ömer´in sesi değil mi ´ diye sordu.
´Evet yâ Rasûlallah! Onun sesidir!´ dediler. [265]
´Ebu Bekir nerededir
Buna ne Allah razı olur, ne de Müslümanlar!
Buna ne Allah razı olur, ne de Müslümanlar!´ buyurdu.
Haber salındı, Ebu Bekir gelip Ömer´in kıldırdığı namazdan sonra halka namaz kıldırdı.
Ömer bana:
"Yazıklar olsun sana ey Zem´a´nın oğlu! Ne yaptın bana!
Vallahi bana namaz kıldırmayı emrettiğin zaman, bunu ancak Resûlullah Aleyhisselamın emrettiğini sanmıştım!
Böyle olmasaydı, insanlara namazı ben kıl di rm azdı m!´ dedi.
Ona:
´Vallahi Resûlullah Aleyhisselam bana bunu senin kıldırmanı emretmedi.
Fakat, Ebu Bekir´i göremeyince, hazır bulunanların içinde halka namaz kıldırmaya en lâyık seni görmüştüm!´ dedim. [266]
Hz. Ömer:
Keşke insanlara bu namazı ben kıldırmamış olsaydım!´ dedi." [267]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidde Namaz Kılan Cemaati Son Defa Seyredişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Pazartesi günü[268] sabah namazında[269] Hz. Aişe´nin kapısının perdesini açıp Mesciddeki cemaate baktı. [270]
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerinde nakışlı bir elbise vardı. [271] Cemaat, Hz. Ebu Bekir´in arkasında saf olmuşlardı. [272]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzü mushaf gibi[273] bembeyazdı. [274]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanların saflarını görünce, gülümsedi.
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın cemaate namaz kıldırmak istediğini sanarak, ökçesinin üzerinde geriledi. [275]
Cemaat de, Peygamberimiz Aleyhisselam a sevinmelerinden dolayı, az kalsın namazdan çıkacaklardı.[276]
Peygamberimiz Al eyhisselam, onlara:
"Olduğunuz yerde durunuz! [277] Namazınızı tamamlayınız!" diye eliyle işaret buyurdu. [278]
"Ey insanlar! Muhakkak ki, Müslümanın göreceği veya ona gösterilecek salih, sadık rüyadan başka, peygamberliğin gönüllere sevinç verecek müjdecilerinden hiçbir şey kalmamıştır!
Haberiniz olsun ki; ben rükû ve secde halinde Kur´ân okumaktan nehyolundum.
Rükûda Yüce Rabbi tazim ediniz!
Secdede ise dua etmeye çalışınız!
Çünkü, secde halinde duanızını kabul olunması umulur!" buyurdu. [279]
Perdeyi indirdi. [280]
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünü bir daha göremediler. [281]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Fakirlere Dağıtılmasını İstediği Birkaç Dinar Dağıtılmadıkça
Uyuyamayışı ve Kızı ile Halasına Yaptığı Bir Uyarısı
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiği günde,[282] Hz. Aişe´nin yanında altı veya yedi dinar (altın lira) bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları fakirlere dağıtmasını Hz.Âişe´ye emretmişti.
Hz. Âişe ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığıyla oyalandığı için, onları daha fakirlere dağı-tamamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Âişe´ye:
"Altı yedi dinarı ne yaptın Fakirlere dağıttın mı " diye sordu.
Hz. Âişe:
"Hayır! Vallahi, senin hastalığın beni meşgul etti, oyaladı!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları isteyip getirtti, avucuna aldı ve:
"Allah´ın Peygamberi Muhammed, bunları fakirlere dağıtmadığı, yanında bulundurduğu halde Rabbine kavuşacağını sanır değildir!" buyurdu.[283]
Onların hepsini Ensar fakirlerinden beş ev halkına bölüştürdükten sonra:
"İşte şimdi rahatladım!" buyurdu ve uyudu. [284]
Bu münasebetle İmam Kastalânî der ki:
"Peygamberler ulusu, Rabbü´l-âlemîn´in sevgilisi, geçmişteki ve gelecekteki kusurlan bağışlanmış bulunan Peygamberimiz Aleyhisselam böyle yaparsa, üzerlerinde Müslümanların kanları ve kendilerine haram olan mal hakları bulunduğu halde Allah´a kavuşanların halleri nice olur, bir düşün!" [285]
Hz. Abbas´ın Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkındaki Bir Teşhisi ve Hz. Ali´ye Bir Tavsiyesi
Hz. Ali Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından çıkınca, halk:
"Ey Ebu´l-Hasan! Resûlullah Aleyhisselam bu gece nasıl sabahladı " diye sordular.
Hz. Ali:
"Allah´a hamd olsun! Hastalığından iyileşti!" dedi.
Hz. Abbas, Hz. Ali´nin elinden tuttu ve:
"Ey Ali! Vallahi, sen üç gün sonra abdü´l-asâ (=emirkulu, başkasına tâbi) olacaksın. [286]
Allah´a yemin ederim ki; ben Abdulmuttalib oğullarının yüzlerinde ölümü görüp anladığım gibi, Resûlullah Aleyhisselamın yüzünde de ölümü gördüm, anladım!
Gel de, Resûlullah Aleyhisselama gidelim. Eğer bu iş bizde ise, onu öğrenmiş oluruz!
Eğer bizden başkasında olacaksa, bizi insanlara tavsiye etmesini kendisinden isteyelim!" dedi.
Hz. Ali:
"Vallahi, ben bunu[287] yapmam ! [288]
Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam bizi bundan men edecek olursa, artık Resûlullah Aleyhisselamdan sonra hiç kimse bunu bize vermez! [289]
Vallahi, ben bunu Resûlullah Aleyhisselama hiçbirzaman somnam!" dedi. [290]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hastalığının Şiddetlenişi
Hz. Aişe der ki:
"Ağrının, hiç kimseye Resûlullah Aleyhisselama olduğu kadar ağır olduğunu görmedim! [291]
Ölümün Resûlullah Aleyhisselama olan şiddetinden sonra, ölümü şiddetli bulunan mü´mine imrenmekten de geri kalmadım.[292]
Hiçbirzaman hiçbir kimse için de şiddetli ölümü sevimsiz bulmadım!" [293]
Resûlullah Aleyhisselamın yanında kadeh içinde su bulunduruluyor, Resûlullah Aleyhisselam suyun içine elini sokup suyu yüzüne sürüyor, sonra da:
"Ey Allah´ım! Ölümün akılları gideren acı ve sıkıntılarına karşı bana yardım et!" diyerek dua ediy-or, [294]
"Yanıma yaklaşsana ey Cebrail!" buyuruyordu. [295]
Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı bir ara büsbütün şiddetlenince, zevcesi Hz. Ümmü Seleme feryad etmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sus! Kâfirden başkası fieryad etmez!" buyurdu. [296]
Yine Hz.Âişe derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, hastalandığı zaman, Muavvizeteyn (Felak ve Nâs) sûrelerini okuyup bedenine üfler ve vücudunu eliyle mesheder, sığardı.
Resûlullah Aleyhisselamın hastalığı şiddetlendiği zaman ben de ona Muavvizeteyn sûrelerini okumaya ve elinin bereketini umarak kendi eliyle kendisine meshetmeye başladım. [297]
Cebrail´in Resûlullah Aleyhisselama hastalığında okumuş olduğu[298] istiâze duasını da:
´Ey insanların Rabbi! Şu hastalığı gider! Şifa ancak Senin elindedir!
Senden başka şifa verici yoktur!
Sen öyle bir şifa ver ki, hiçbir hastalık bırakmasın!´ diyerek okudum.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Üzerimden elini kaldır! Bu okuman bana yarar vermez! Ben müddetimi bekliyorum!´ buyurdu. [299]
Peygamber Aleyhisselam, bundan önce ne zaman hastalansa, Allahtan sıhhat ve afiyet dilerdi.
Fakat, vefatıyla neticelenen hastalığa tutulduğu zaman şifa için hiç dua etmedi ve:
´Ey nefs! Sana ne oldu ki, her sığınılacak yere sığınıyor, herşeyden medet umuyorsun !1 diyerek nefsini kınadı." [300]
Yine Hz.Âişe derki:
"Resûlullah Aleyhisselamın yanında oturuyordum. [301]
Resûlullah Aleyhisselam Fâtıma´yı çağırttı . [302]
Fâtıma yürüyerek geldi. Onun yürüyüşü Resûlullah Aleyhisselamın yürüyüşünü andırdı. [303]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Merhaba=Hoşgeldin kızım!´ buyurduktan ve onu sağına veya soluna oturttuktan sonra, kendisine gizlice birşey söyledi. Fâtıma ağladı.
Sonra ona gizlice birşey daha söyledi. Bu defa Fâtıma güldü. [304]
Ben, bu günkü gibi, gülmenin ağlamaya, sevinmenin üzülmeye bu derece yakın olduğunu görmemiştim ! [305]
Fâtıma´ya, bu ağlamasının ve gülmesinin sebebini sordum.
´Tutulduğu hastalığı neticesinde vefat edeceğini haberverdi. Buna ağladım. Sonra, ev halkının kendisine ilk kavuşup katılanının ben olacağımı haber verince de güldüm!´ dedi." [306]
Hz. Ali ile İki Oğlunun Peygamberimiz Aleyhisselamı Ziyaretleri
Abdullah b. Abbas der ki:
"Abbas, Peygamber Aleyhisselamı hastalığından ziyarete gelmişti.
Peygamber Aleyhisselamı kaldırıp şeririnin üstüne oturttu.
Peygamber Aleyhisselam, ona:
´Ey amca! Allah da seni yükseltsin!1 diyerek dua etti.
Abbas:
´Ali içeri girmek için izin istiyor!´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Girsin!´ buyurdu.
Ali, Hasan ve Hüseyin´le birlikte, Abbas:
´Yâ Rasûlallah! Bunlar senin evlatlarındır!´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey amca! Onlar senin de evlatlarındır!´ buyurdu.
Abbas:
´Ben onları severim!´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Senin onlan sevdiğin gibi, Allah da seni sevsin!´ buyurdu." [307]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Son Defa Misvak Kullanışı
Hz. Aişe der ki:
"Allah´ın bana ihsan ettiği nimetlerden birisi, Resûlullah Aleyhisselamın benim evimde, benim günümde ve başı benim göğsümde olduğu halde vefat etmesidir! [308]
Bir de, hamd olsun ki, onun dünyada bulunduğu günlerin son gününde, [309] ahiret gününün başında, [310] benim tükürüğümle onun tükürüğünü birarada birleştirmesidir! [311]
Resûlullah Aleyhisselamın başını göğsüme yasladığım sırada kardeşim Abdurrahman elinde bir misvakla eve girmişti. [312]
Resûlullah Aleyhisselam ona ve elindekine baktı . [313]
Misvakı istediğini ani adı m. [314]
´Yâ Rasûlallah! Bu misvakı[315] senin için alıp[316] sana vermemi arzu eder misin 1 diye sordum.
Başıyla ´Evet!´ diye işaret buyurdu. [317]
Ben de misvakı yumuşatıp kendisine verdim. [318]
Resûlullah Aleyhisselamın hiçbirzaman misvakla dişlerini bu derece şiddetli, [319] bu kadar güzel[320] oğuşturduğunu görmemiş gibiyim.
Sonra misvakı bıraktı, misvak elinden düştü." [321]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmetine Son Tavsiyeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, ayıldıkça: "Aman! Aman! Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız! Onların sırtlarına elbise giydiriniz! Karınlarını doyurunuz! Onlara yumuşak söz söyleyiniz! [322] Namaza, namaza devam ediniz!
Ellerinizdeki köleleriniz hakkında da Allah´tan korkunuz!" buyurmuştur. [323] Son nefesinde bile:
"Namaza! Namaza! Ellerinizdeki kölelerinize..." diye tavsiyede bulunmaktan geri durmamakta idi. [324]
Peygamberimiz Aleyhisselamın En Son Uyarısı
Peygamberimiz Aleyhisselamın en son uyarısı:
"Kadınlarınız ve ellerinizdeki köleleriniz hakkında Allahtan korkunuz!" buyruğu idi. [325]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Son Dakikaları ve Dilekleri
Rebiülevvel ayının onikinci[326] veya onüçüncü[327] Pazartesi günü, [328] kaba kuşluk vakti, [329] -güneş zevale (batıya kaymaya) doğru yaklaşıyorken-[330] Peygamberimiz Aleyhisselam son dakikalarını yaşıyordu. [331]
Peygamberimiz Aleyhisselamın başı Hz. Âişe´nin göğsüne yaslı bulunuyor ve Hz. Âişe:
"Ey insanların Rabbi! Hastalığı gider, kaldır!
Gerçek tabib Sensin! Gerçek şifa verici Sensin!" diyerek şifa diliyor. [332] Peygamberimiz Aleyhisselam ise:
"Hayır! [333] Ben Allahtan Refik-i A´lâ zümresine* katı İm ayı; [334] Cebrail, Mikâil ve İsrafil ile birlikte olmayı dilerim! [335]
Ey Allah´ım! Beni yarlığa! Beni Refik-i A´lâ zümresine kavuştur! [336]
Ey Allah´ım! Beni yarlığa! Bana rahmetini ihsan et! Beni Refik-i A´lâ zümresine kavuştur!" diyerek duaya devam ediyordu. [337]
Hz. Âişe derki:
"Resûlullah Aleyhisselamdan, sıhhatte iken, birçok defalar
´Hiçbir peygamber yoktur ki, ruhu, Cennetteki durağını görmedikçe alınmaz!
Sonra, durağına gitmesi arzusuna bırakılır!1 buyurmuştu.
Kendisi, hastalanıp ruhu alınmakzamanı gelince, başı benim dizimde bulunduğu halde, üzerine bir baygınlık geldi. Ayılınca, gözü açılıp evin tavanına doğru dikildi ve:
´Allah´ım! Refik-i A´lâ zümresine kat!´dedi.
Ben o zaman:
´Resûlullah bizi tercih etmiyor!´ dedim.
Anladım ki; Resûlullahın bu temennisi, vaktiyle sıhhatli zamanında bize söyleyip durduğu bir haberin kendisinde gençekleşmesidir!" [338]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Fâtıma´ya Tavsiyesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı ağırlaşınca Hz. Fâtıma, Peygamberimiz Aleyhisselamı bağrına basıp:
"Vay babamın çektiği ıztıraba!" diyerek ağlamaya başlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Bugünden sonra, babanın üzerinde hiç ızbrap kalmayacak[339]
Ey kızım!
Sakın ağlama!
Ben öldüğüm zaman İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!1 de!" buyurdu. [340]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Baygınlıktan Ayıldığı Zaman Okuduğu Âyet
Peygamberimiz Aleyhisselam, tutulduğu hastalığın baygınlığından ayıldığı zaman, Al-i İmran sünesinin:
"Muhammed bir resûlden başka birşey değildir. Ondan önce de resûller gelip geçmiştir.
Şimdi o ölür veya öldürülürse ökçenizin üzerinden gerisin geriye mi döneceksiniz
Kim böyle iki ökçesinin üzerinde ardına dönerse, elbette ki Allah´a hiçbir şeyle zarar vermiş olmaz!
Allah, şükür ve sebat edenlere mükâfat verecektir!" mealli 144. âyetini okudu. [341]
Cebrail Aleyhisselamın Peygamberimiz Aleyhisselamı Ziyareti
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselamın eceline üç gün kaldığı ilk günde gelip:
"Ey Ahmed! Yüce Allah sana ikram olarak beni gönderdi. Sana soracağı şeyi senden daha iyi bildiği halde, sana ´Kendini nasıl buluyorsun 1 diye soruyor" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Cebrail! Kendimi baygın birhalde buluyorum!
Ey Cebrail! Kendimi sıkıntılı bir halde buluyorum!" buyurdu.
İkinci gün, Cebrail Aleyhisselam tekrar inip:
"EyAhmed! Yüce Allah sana ikram olarak beni gönderdi. Sana soracağı şeyi senden daha iyi bildiği halde, sana ´Kendini nasıl buluyorsun ´ diye soruyor" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Cebrail! Kendimi baygın birhalde buluyorum!
Ey Cebrail! Kendimi sıkıntılı bir halde buluyorum!" buyurdu.
Üçüncü gün (Pazartesi günü) olunca, Cebrail Aleyhisselam indi.
Cebrail Aleyhisselamın yanında ölüm meleği (Azrail) de inmişti.
Cebrail Aleyhisselam:
"EyAhmed! Yüce Allah sana ikram olarak beni gönderdi. Sana soracağı şeyi senden daha iyi bildiği halde, sana ´Kendini nasıl buluyorsun ´ diye soruyor" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Cebrail! Kendimi baygın birhalde buluyorum!
Ey Cebrail! Kendimi sıkıntılı bir halde buluyorum!" buyurdu.
Bundan sonra ölüm meleği (Azrail) içeri girmek üzere izin istedi.
Cebrail Aleyhisselam:
"EyAhmed! Bu ölüm meleği senin yanına girmek için izin istiyor!
Halbuki, o, senden önce hiçbir Âdem oğlunun yanına girmek için izin istememiştir!
Senden sonra da hiçbir Âdem oğlunun yanına girmek için izin istemeyecektir!
Kendisine izin ver!" dedi.
Ölüm meleği içeri girip Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde durdu ve:
"Yâ Rasûlallah! Yâ Ahmed! Yüce Allah beni sana gönderdi[342] ve senin her emrine itaat etmemi de bana emretti!
Sen istersen ruhunu alacağım!
İstersen, ruhunu sana bırakacağım!" dedi. [343]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey ölüm meleği! Sen böyle yapacak mısın " diye sordu.
Ölüm meleği:
"Ben bu hususta emredeceğin herşeyde sana itaatle emrolundum!" dedi.
Cebrail Aleyhisselam:
"EyAhmed! Yüce Allah seni özlüyor!" dedi. [344]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah katında olan, daha hayırlı ve daha devamlı di r! [345]
Ey ölüm meleği! Haydi, emrolunduğun şeyi yerine getir![346]
Ruhumu, canımı al!" buyurdu. [347]
Peygamberimiz Aleyhisselam, yanındaki su kabına iki elini batirıp ıslak ellerini yüzüne sürdü ve:
"Lâ ilahe illallah! Ölümün de, akılları başlardan gideren ıztırap ve şiddetleri var!" buyurduktan sonra, elini kaldırdı , [348] gözlerini evin tavanına dikti ve:
"Ey Allah´ım! [349] Refik-i A´lâya!" [350] diye diye mübarek ruhunu teslim etti. Eli yanına, [351] yanındaki suyun içine düştü. [352]
Allâhümme salli alâ nebiyyinâ ve seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihi ve sellim!
Cebrail Aleyhisselam:
"Selam olsun sana ey Allah´ın Resûlü! Bu, senin için yeryüzüne ayak basışlarımın sonuncusudur!" dedi. [353]
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine bir örtü örttüler, çevresine oturup ağlaştilar. [354]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ev halkı, o sırada hiçbir şahıs görmedikleri ve sezmedikleri halde:
"Selam ve Allah´ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!" diyerek kendilerine selam verildiğini ve taziyede bulunulduğunu işittiler. [355]
Ehl-i Beyt de, selama aynı şekilde karşılık verdiler. [356]
Nereden geldiği bilinemeyen ses şöyle konuştu:
"Her can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü size ecirleriniz tamamen verilecektir." (Âl-i İmran: 185) [357]
"Kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete sokuldu ise, artık o muhakkak muradına ermiştir." (Âl-i İmran: 185) [358]
"İyi biliniz ki; her musibetin Allah katında birtesellîsi, her ölenin bir halefi, yerine geçeni, her vefat edenin de bedeli vardır.
Allah´a sarılınız ve umacağınızı O´ndan umunuz!
Asıl musibete uğrayan, sevaptan mahrum kalandır!
Selam ve Allah´ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!" [359]
Abdullah b. Ömer:
"Bu sözleri Ehl-i Beytin hepsi, Mescidde bulunanlar ve yoldakiler de işittiler!" demiştir. [360]
Hz. Ali:
"Bu seslenenin kim olduğunu biliyor musunuz " diye sordu.
"Hayır, bilmiyoruz!" dediler.
Hz. Ali:
"Bu, Hızır´dır. [361] Peygamberinizden dolayı sizi taziye ediyor!" dedi. [362]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yaşı
Peygamberimiz Aleyhisselam Hicretin 11. yılında Rebiülevvel ayının onikinci Pazartesi günü vefat ettiği zaman, [363] altmışüç yaşında idi. [364]
Hz. Fâtıma´nın Peygamberimiz Aleyhisselama Ağıtı
Peygamberimiz Aleyhisselam vefat edince, Hz. Fatma:
"Ey Rabbine kendisinden daha yakını bulunmayan babam ! [365]
Ey makamı Findevs cennetinde olan babam!
Ey Rabbin davetine icabet eden babam!
Ey vefatı bize Cebrail´ce haber verilen babam!" diyerek ağladı. [366]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Dadısı Ümmü Eymen Hatunun Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer´i Ağlatması
Enes b. Malik´in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer´e:
"Haydi Ümmü Eymen´e gidelim de, Resûlullah Aleyhisselam onu nasıl ziyaret ediyor idiyse biz de ziyaret edelim!" demiş, gitmişler;
Ümmü Eymen ağlayınca, ona:
"Sen ne diye ağlıyorsun Allah katındaki makamı Resûlullah Aleyhis selam için daha hayırlı di r!" [367] demişler;
Ümmü Eymen´in:
"Ben Resûlullah Aleyhisselam için Allah katındaki mertebesinin daha hayırlı olduğunu bilmiyorum diye ağlamıyorum!
Fakat, onun ölümüyle semadan vahiy kesildi de, ona ağlıyorum!" demesi Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer´i son derecede rikkate getirmiş, onlar da kendisiyle birlikte ağlamaya başlamışlardır. [368]
Medine´nin En Aydınlık ve En Karanlık Günleri
Enes b. Malik:
"Ben hiçbir zaman Resûlullah Aleyhisselamla Ebu Bekir´in Medine´ye gelip girdikleri günden daha ziyalı ve daha güzel olan bir gün görmedim!
Resûlullah Aleyhisselamın vefatı gününü de gördüm!
Kendisinin içinde vefat ettiği günden daha karanlık, daha hayırsız, daha sevimsiz bir gün de görmedim[369]
Resûlullah Aleyhisselamın Medine´ye gelip girdiği gün Medine´nin herşeyi aydınlanmış, vefat ettiği gün de Medine´nin herşeyi kapkaranlık olmuştur!" [370] diyerek, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından duyulan derin acıyı dile getirmiştir.[371]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Vefatı Üzerinde Müslümanların Tereddüde ve Anlaşmazlığa Düşmeleri
Müslümanlar, Peygamberim iz Aleyhisselamın vefat ettiğini işitince, Hz. Aişe´nin evinde toplandılar ve:
"Peygamberinize bir bakınız! Kendisi, bu durumu ile göğe urûc ettirilmiş olabilir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın kamına varıncaya kadar baktılar ve:
"Nasıl ölmüş olabilir ki ! O, bizim üzerimize şahit dikilecek, biz de insanların üzerine şahit olacağız!
O, ölürse, halk üzerine nasıl galebe çalar
Hayır! Vallahi o ölmemiştir!
Fakat, İsa b. Meryem gibi semaya kaldırılmıştır, geri dönecektir!" dediler ve:
"Ölmüştür!" diyenleri tehdit ettiler.
Hz. Âişe´nin evinin içinde ve kapısının önünde:
"Onu gömmeyiniz! Çünkü Resûlullah Aleyhisselam ölmemiştir!" diyerek seslendiler. [372]
Hz. Osman da:
"Resûlullah Aleyhisselam ölmemiştir! Fakat İsa b. Meryem Aleyhisselam gibi semaya ref´olunmuş, kaldırılmıştır!" diyordu. [373]
Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında kimi "Vefat etti," kimisi de "Vefat etmedi" diyerek anlaşmazlığa düşünce; Esma binti Umeys, elini Peygamberimiz Aleyhisselamın iki küreği arasına koyup:
"Resûlullah Aleyhisselam vefat etmiştir! Çünkü onun iki küreği arasındaki peygamberlik hâtemi* kaldırılmıştır!" dedi. [374]
Müslümanların Mescidde Ağlaşmaları ve Hz. Ömer´in Konuşması
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı üzerine Müslümanlar Mescidde ağlamaya başladılar.
Hz. Ömer´le Muğîre b. Şube izin alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yattığı odaya girdiler. [375]
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah!" diyerek seslendi.
Hz. Âişe:
"Bir saatten beri bayılmış bir haldedir!" dedi. [376]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünü açtılar.
Hz. Ömer:
"Vah! Bayılmış! Resûlullah Aleyhisselamın baygınlığı ne kadarda ağır!" dedi. [377]
Sonra yüzünü örttü.
Muğîre b. Şube ise hiç konuşmadı. [378]
Kalktılar.
Kapının eşiğine gelince, Muğîre b. Şube, Hz. Ömer´e:
"Ey Ömer! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam vefat etmiştir!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yalan söylüyorsun! Resûlullah Aleyhisselam vefat etmemiştir! [379]
Münafıklar yok olmadıkça[380] Resûlullah Aleyhisselam vefat etmez!
Zaten sen fitneden ürperen, ürken bir adamsın!" dedi[381]
Münafıklar ise:
"Eğer Muhammed gerçekten peygamber olsaydı, ölmezdi!" diyorlardı.
Hz. Ömer:
"Hiç kimseden ´Muhammed Aleyhisselam öldü!´ dediğini işitmeyeyim! Yoksa kılıcımı onun boynuna vururum! [382]
Resûlullah Aleyhisselam, Musa Aleyhisselamın bayıldığı gibi bayılmıştır! [383]
Musa´nın ruhunun urûc ettiği gibi, Resûlullah Aleyhisselamın ruhu da urûc etmiştir! [384]
Münafıklardan birtakım adamlar Resûlullah Aleyhisselamın öldüğünü iddia ediyorlar.
Vallahi Resûlullah Aleyhisselam ölmemiştir!
Fakat, Musa b. İmran´ın kırk gece kavminden ayrılıp Rabbine gittiği gibi, o da Rabbine gitmiştir!
Vallahi Resûlullah Aleyhisselam da Musa gibi dönecek, öldüğünü iddia edenlerin elleri kesilecektir. [385]
Vallahi ben Allah´ın Resûlullah Aleyhisselamı ´Öldü´ diyen münafık adamların dillerini kestirinceye kadar yaşatacağını umuyorum !" [386] diyerek konuşmaya devam etti, konuşa konuşa ağzı köpürdü. [387]
Hz. Abbas´ın Konuşması
Hz. Abbas kalkıp:
"Ey insanlar! [388] Resûlullah Aleyhisselamın vefat etmeyeceği hakkında, sizden herhangi birinizde bize söylenecek bir ahdi, sözü var mıdır " diye sordu.
"Yoktur!" dediler. [389]
Hz. Abbas:
"Ey Ömer! Bu hususta sende de bir bilgi var mıdır " diye sordu.
Hz. Ömer:
"Yoktur!" dedi. [390]
Bunun üzerine, Hz. Abbas:
"Şahit olunuz ki; yalancıdan başka hiç kimse, Peygamber Aleyhisselamın vefat etmeyeceği hakkında kendisine söylediği bir sözü bulunduğuna, vefatından sonra şehadet edemeyecektir!
Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah´a yemin ederim ki; Resûlullah Aleyhisselam ölümü tatmış bulunmaktadır! [391]
Bunu, aranızda bulunduğu zaman Allah ona:
´Sen de muhakkak öleceksin, onlar da öleceklerdir!
Sonra, hiç şüphesiz, hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız!1 [Zümer. 30-31] buyurup haber vermiştir. [392]
Ey kavim ! [393] Biliniz ki, Resûlullah Aleyhisselam vefat etmiştir! [394]
Sizin her biriniz bir kez ölürken, o iki kere mi ölsün !
O, Allah katında böyle olmaktan üstün ve uzaktır! [395]
Vallahi, [396] o, doğru ve apaçık bir yol, [397] kesin deliller[398] bırakmadıkça; [399] helâli helâl, [400] haramı haram kılmadıkça; [401] evlenme, boşanma, savaş ve barış hükümlerini bildirmedikçe vefat etmem iştir! [402]
Ey kavim ! [403] Sahibinizi bekletmeden gömünüz! [404]
Çünkü Resûlullah Aleyhisselamın na´şı da herkesin na´şı gibi bozulabilir! [405]
Sahibimizle bizim aramızdan çekiliniz! (Onu gömmemize engel olmayınız!)[406]
Eğer İbn Hattab´ın dediği,[407] sizin dediğiniz[408] doğru çıkarsa, Allah onun kabrinin üzerindeki toprağını giderip kendisini yanımıza çıkarmaktan âciz değildir. [409]
Resûlullah Aleyhisselam vefat etmiştir! Çünkü o da nihayet bir beşerdir, insandır" dedi. [410]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiğine kanaat ettiler ve Ehl-i Beytin Peygamberimiz Aleyhisselamı yıkamalarına ve kefenlemelerine engel olmaktan vazgeçtiler. [411]
Hz. Ebu Bekir´in Peygamberimiz Aleyhisselamın Vefatını Haber Alıp Medine´ye Gelişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiği günde Hz. Ebu Bekir Medine´nin doğusundaki Sünuh´ta, [412] Ensar bahçelerinden birinde bulunan zevcesi Binti Hârice´nin yanında idi.
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın rahatlaştığını görünce, kendisinden izin alıp oraya gitmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamda gördüğü iyileşmenin ölüm rahatlığı olduğunu anlayamamıştı.
Sabahleyin halkın birşeyler konuştuklarını görünce, konuşulanları dinleyip haberini kendisine getirmesi için bir uşak gönderdi.
Uşak, döndüğü zaman:
"Onlardan işittim ki, Muhammed vefat etti!" der demez, Hz. Ebu Bekir beyninden vurulmuşa döndü. [413]
Salim b. Ubeyd de Sünuh´a gidip Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiğini Hz. Ebu Bekir´e haber verdi. [414]
Hz. Ebu Bekir hemen atına binip Medine´ye geldi. [415] Mescide girdi.
O sırada, Hz. Ömer halka hitab ediyordu.
Hz. Ebu Bekir orada durmayıp Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiği eve, Hz. Âişe´nin evine vardı. [416]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girmek için izin istedi.
"Bugünden sonra Resûlullah Aleyhisselamın yanına girmeye izin yok!" dediler.
Hz. Ebu Bekir:
"Doğru söylediniz!" dedi, hemen içeri girdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine çizgili bir kumaş örtülmüştü.
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünü açıp baktı, ağlayarak alnından öptü ve:
"Vallahi, Resûlullah vefat etmiş! İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Bizler Allah´ınız! Allah´ın kullarıyız! Ve bizler O´na dönücüleriz!
Babam, anam sana feda olsun!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; Allah sana hiçbirzaman iki kere ölüm acısı tattı rmayacak! [417]
Vallahi, Allah senin üzerinde iki ölümü birleştirmeyecektir! [418]
Sen bir kere ölmüş ve mukadder olan ölüm geçidini geçmiş bulunuyorsun! Bundan sonra senin için bir daha ölmek yoktur! [419]
Vâh benim peygamberim!" dedi, eğilip Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünü öptü.
Başını kaldırdıktan sonra:
"Vâh benim dostum!" dedi, alnından öptü.
"Vâh benim güzidem, seçkinim!" dedi, tekrar alnından öptü ve:
"Sen sağ iken de güzeldin, ölü iken de güzelsin! Senin sağlığın da, ölülüğün de ne güzeldir!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünün örtüsünü örttükten sonra, dışarı çıktı. [420]
Hz. Ebu Bekir´in Mesciddeki Konuşması
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrılıp, Mesciddeki halkın yanına vardı.
Hz. Ömer, hâlâ, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat etmediği hakkındaki konuşmasını sürdürüyordu.
Hz. Ebu Bekir, ona:
"Otur artık ey Ömer!" dedi.
Hz. Ömer oturmaya yanaşmadı.
Hz. Ebu Bekir, sözünü iki üç kere tekrar!adı , [421] cemaate de seslendi; oturdular ve sustular. [422]
Hz. Ebu Bekir kalkıp şehadet getirmeye başlayınca, cemaat Hz. Ömer´in konuşmasını bırakarak Hz. Ebu Bekir´e yöneldiler. [423]
Hz. Ebu Bekir şöyle konuştu:
"Yüce Allah, Peygamberine daha aranızda iken ölüm haberini vermişti.
Sizlerin de (eceliniz gelince) öleceğinizi haber vermiştir.
Resûlullah Aleyhisselam ölmüştür!
Sizlerden de-Yüce Allahtan başka-hiçbir kimse sağ kalmayacaktır.
Nitekim, Yüce Allah, ´...Allah´ın Zâtından başka herşey helak ve yok olacaktır. Hüküm O´nundur ve sizler ancak O´na döndürülüp götürüleceksiniz!1 [Kasas: 8]
´Herşey fânidir, ancak ululuk ve ikram sahibi olan Rabbinin Zâtı bakidir!´ [Rahman: 2£>27]
´Her can ölümü tadıcıdır. Yaptıklarınızın karşılığı, Kıyamet günü size muhakkak verilecektir!´ [Âl-i İmran: 185] buyuruyor.
Ey insanlar! [424] Dikkat ediniz! Sizlerden[425] kim Muhammed´e tapıyor ise, bilsin ki Muhammed (Aleyhisselam) ölmüştür! [426]
Sizlerden[427] kim de Allah´a ibadet ediyorsa, hiç şüphesiz Allah Hayydır, ölümsüzdür! [428]
Yüce Allah:
´Ey Resûlüm! Elbette sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir!1 [Zümer 30]
´Muhammed bir resûlden başka birşey değildir. Ondan önce de nice resûller gelmiş geçmiştir. Şimdi o ölür yahut öldürülürse ökçenizin üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz !1 [Âl-i İmran: 144] [429]
´Kim böyle iki ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette ki Allah´a hiçbir şeyle zarar vermiş olmaz! Allah şükür ve sebat edenlere mükâfat verecektir1 [Âl-i İmran: 144] buyurmuştur." [430]
Cemaat, Hz. Ebu Bekir´den dinledikleri âyetlerden sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiğine artık iyice kanaat getirdiler. [431]
Bu âyetler okununcaya kadar, Müslümanlardan birçokları onların nazil olduğunu bilmiyor gibiydil-er.[432]
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer´e:
"Ey Ömer! Yoksa dininde kuşkun mu var !
Yüce Allah´ın ´Ey Resûlüm! Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir!´ buyurduğunu işitmedin mi " dediği zaman, Hz. Ömer
"Vallahi o günümden önce o âyetleri sanki hiç işitmemiş gibiydim! [433]
Onları Ebu Bekir´den dinler dinlemez, dizlerimin bağı çözüldü, yere çöktüm.
Artık iyice kanaat getirdim ki, Peygamber Aleyhisselam vefat etmiştir!" dedi. [434]
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine eğilip alnından öptü ve ağladı. [435]
Hz. Ebu Bekir konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamı, Allah´ın dinini ayakta durduracak, Allah´ın emrini açıklayıp hâkim kılacak, tebliğ vazifesini yerine getirecek ve Allah yolunda savaşacak kadar ömür verip yaşattıktan sonra vefat ettirmiştir!
Resûlullah Aleyhisselam sizi açık delilden sonra şekavet üzerine helak olanlardan başkası helak olmayacak bir yol üzerinde bırakmıştır.
Ey insanlar! Allah´tan korkunuz! Dininize sımsıkı sarılınız! Rabbinize mütevekkil olunuz!
Allah´ın dini (İslâmiyet) yaşayacaktır!
Allah´ın Kelimesi tamamlanmıştır!
Allah, dinine yardım edenlerin ve dinini üstün tutanların yardımcısıdır!
Aramızda Allah´ın Kitabı bulunmaktadır!
O bir nurdur ve şifadır!
Allah Muhammed Aleyhisselamı doğru yola onunla iletmiştir!
Allah´ın helâl ve haram kıldığı şeyler onun içindedir!
Vallahi, Allah´ın yaratıkları içinden bize sataşacak olanlarından kaygılanmayız!
Bundan sonra, Allah´ın sıyrılmış kılıçlarını ellerimizden bırakmayacak; Resûlullah Aleyhisselamın yanında savaştığımız gibi, bize aykırı davrananlarla savaşacağız!
İsyan eden, başkaldıranlar, ancak kendilerine yazık ederier!" [436]
Hz. Ömer´in Peygamberimiz Aleyhisselama Ağıtı
Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir´in konuşmasından sonra Peygamberimiz Aleyhisselama şöyle hitap ederek ağladı:
"Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah!
Üzerine dayandığın hurma kütüğü, çoğalan halka hutbeni işittirmek için minber edindiğin zaman, senin ayrılığına dayanamayarak inlemeye başlamış; elini onun üzerine koyunca susmuştu.
Oysa ki, ümmetin senin ayrılığına ağlayıp sızlamaya ondan daha lâyıktırlar!
Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah!
Senin Rabbin sana itaati Kendisine itaat saymak; ´Resûlullaha itaat eden Allah´a itaat etmiş olur1 buyurmakla, Rabbinin katındaki üstünlüğünü son dereceye ulaştırmıştır!
Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah!
Allah, seni peygamberlerin sonuncusu olarak gönderdiği halde, sana iman ve yardım etmeleri hakkında* önceki peygamberlerden ahd ve mîsak aldığını anmakla, senin Allah katındaki faziletini son dereceye ulaştırmıştır!
Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah!
Cehennem halkının azab edilirlerken ´Eyvah! Keşke Allah´a itaat etseydik, Resûlullaha itaat etseydik!´ [Ahzâb: 66] diyerek sana itaati özlemeleri, senin Allah katındaki faziletini son dereceye ulaştırmıştı r!" [437]
Halifelik Hususunda Müslümanlar Arasındaki Anlaşmazlıklar ve Girişimler
Peygamberimiz Aleyhisselamdan sonra kimin halife olacağı meselesi bütün ağırlığıyla ortaya çıktı.
En başta Hâşimîler bu işi benimsemekte idiler.
Nitekim, daha Peygamberimiz Aleyhisselam hayatta iken, Hz. Abbas Hz. Ali´yi bu işi Peygamberimiz Aleyhisselamdan sorup öğrenmeye teşvik etmiş, fakat Hz. Ali menfi bir cevap alınması takdirinde bu kapının kendilerine temelli kapanmasına sebebiyet verilmiş olacağını ileri sürerek buna yanaşmamıştı . [438]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ebu Bekir´i mihraba geçirmek hususundaki ısrarı, [439] mescide açılan kapıların kapatılarak ancak Hz. Ebu Bekir´in kapısının açık bulundurulması , [440] Hz. Ebu Bekir için bir yazı yazdırmak istemesi[441] gibi vakıalar ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki temayülünü gösteriyordu.
Fakat, hemen herkes rahat rahat düşünüp karar verebilecek durumda değildi.
Halbuki, Ömer gibi birzât bile ne yapacağını şaşırmış, Ebu Ubeyde b. Cerrah´a giderek:
"Uzat elini; sana bey´at edeyim! Çünkü, Resûlullah Aleyhisselamın işittiğim buyruğu üzere, sen bu ümmetin emmisin!" demişti[442]
Ebu Ubeyde b. Cerrah ise:
"Ben, bundan önce, Müslüman olduğun günden beri, böylesine zayıf bir görüşünü görmedim!
İçimizde Sıddîk, ikinin ikincisi* olan[443] ve Resûlullah Aleyhisselamın imam olmasını emir buyurduğu, bize imamlık yapmış bulunan birzât varken ve kendisi de ölmemişken onun önüne mi geçe-ceğim ! [444] Bana mı bey´at edeceksin !" demişti. [445]
Evs ve Hazrec diye anılan ve aralarında yıllarca süren düşmanlıklar İslâmiyefle unutturulmuş bulunan Ensara[446] gelince; bu iki kardeş kabile, İslâm davası uğrunda yapılan savaşlarda Kureyş müşriklerinin birçok ileri gelenlerini öldürmüş bulundukları için, fırsat bulunca-Cahiliye gayretine kapılarak-kendilerinden öç almaya kalkışılabileceği endişesi içindeydiler. [447]
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselamdan sonraki yönetimde, hiç değilse Kureyşîlere eşit bir yetkiye sahip olmak istiyorlar
"Bir emir bizden, bir emir de sizden olsun!" diyorlardı. [448]
Ama, kendi aralarında da bu hususta anlaşabilmiş değillerdi.
Hazrecîler Sa´d b. Ubâde´nin çevresinde, [449] Evsîler ise Useyd b. Hudayrin çevresinde toplan-mış; [450] Ensar cemaati böylece ikiye bölünüp, aralarında yeniden rekabet başlamış bulun uy ordu. [451]
Ensarın Benî Sâide Örtmesinde Sa´d b. Ubâde´ye Bey´ata Hazırlanmaları
Benî Sâide´nin örtmesinde toplanan Ensar: "Muhammed Aleyhisselamdan sonra bu işe Sa´d b. Ubâde´yi vekil yapalım!" dediler.
Sa´d b. Ubâde´yi hasta olduğu halde oraya getirdiler.
Sa´d b. Ubâde, oğluna veya amcasının oğullarından bazılarına: "Ben söyleyeceklerimi hastalığımdan dolayı cemaatin hepsine söyleyip işittiremeyeceğim! Fakat, benim sözümü işiten onu işitemeyen-lere ulaştırsın!" dedi. Sa´d b. Ubâde konuştukça, konuşmasını, birisi ezberleyip sesini yükselterek Sa´d b. Ubâde´nin adamlarına duyuracaktı.
Sa´d b. Ubâde Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle konuşmaya başladı:
"Ey Ensar cemaati! Arap kabilelerinden dinde sizin gibi kıdeme ve İslâm´da üstünlüğe sahip bir kabile yoktur!
Muhammed Aleyhisselam kavminin içinde on küsur yıl kalıp onları Rahmân´a ibadete, putlardan ayrılmaya davet etti. Kendisine, kavminden pek az kimselerden başkası iman etmedi.
İman edenlerise, ne Resûlullah Aleyhisselamı, ne onun dininin şerefini, ne de kendilerini zulüm ve işkencelerden koruyabildiler! Allah sizi üstün kılmayı dileyince, size ikramda bulunup nimetini tahsis etti; Kendisine ve Resûlüne inanmayı, Resûlullah ile ashabını korumayı, Resûlullahı ve dinini güçlendirmeyi, düşmanlanyla savaşmayı size nasip etti!
İnsanlar içinde, O´nun düşmanlarına karşı sizden daha şiddetlisi, düşmanları üzerinde sizden daha ağır basanı yoktur! Araplar ister istemez Yüce Allah´ın emriyle düzeldiler, yola geldiler. En uzaktakiler bile İslâmiyetin hükmüne boyun eğdiler. Nihayet, Yüce Allah Resûlünü yeryüzüne sizin sayenizde hakim kıldı. Arapları Resûlüne sizin kılıçlarınızla yaklaştırdı. Allah, Resûlünü, sizden hoşnut ve gözünün içi güler bir halde vefat ettirdi. Öyleyse, bu işe herkesten önce siz el atmalı, siz başlamalısınız!
Çünkü bu iş herkesten önce size aittir!" Benf Sâide sakîfesinde (örtmesinde) toplananların hepsi Sa´d b. Ubâde´nin teklifini kabul ettiler, görüşünü muvafık ve sözlerini yerinde buldular.
Ona: "Biz seni bu işe vekil yapmak hususundaki görüşümüzden vazgeçmeyeceğiz!
Çünkü sen bizim içimizde mü´minlerin razı olmalarına en elverişli bir zâtsın!" [452] dedikten sonra, aralarında ileri geri konuştular: "Eğer Kureyş muhacirleri kabul etmeye yanaşmazlar ve ´Biz Muhacirleriz! Resûlullahın ilk sahabileriyiz! Onun kabilesiyiz ve dostlarıyız! Onun vefatından sonra bu işte bizimle niçin tartışıyorsunuz !1 derlerse ne diyelim " dediler.
İçlerinden bazıları: "Biz de, ´Öyleyse bir emir bizden, bir emir de sizden olsun!´ deriz ve bu işten başkasına hiçbir zaman razı olmayız!" dediler.
Sa´d b. Ubâde, bunu işitince: "İşte bu, gevşekliğin başlangıcıdır!" dedi. [453]
Peygamberimiz Aleyhisselam Pazartesi günü kaba kuşluk[454] veya zeval vaktinde (öğleye yakın bir vakitte) vefat etmişti. [455]
O gün, bir Müslüman Hz. Ömer´in kapısını çalıp: "Ömer b. Hattab!" diyerek seslendi.
Hz. Ömer: "Biz şimdi meşgulüz!" dedi ve: "Ne istiyorsun " diye sordu.
Kapıyı çalan zât: "Senin muhakkak benim yanıma çıkman gerektir! İnşaallah, yine geri döneceksin!" dedi.
Hz. Ömer dışarı çıktı . [456]
Gelen zât "Şu Ensar kabilesinden Sa´d b. Ubâde ile birlikte olanlar Benî Sâidelerin suffasında (örtmesinde) toplandılar. Eğer halkın işiyle sizler ilgilenecek iseniz, onlar işlerini büyütmeden, Resûlullah Aleyhisselamın
evinde techiz-tekfin işinden boşalmayı beklemeden önce, onların yanına yetişiniz!" dedi. [457]
Hz. Ömer bu haber üzerine hemen Peygamberimiz Aleyhisselamın evine vardı. O sırada Hz. Ebu Bekir orada bulunuyor, Hz. Ali de Peygamberimiz Aleyhisselamın teçhiz ve tekfini işiyle uğraşıyordu:
Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir´e: "Yanıma çıkıver!" diye haber gönderdi.
Hz. Ebu Bekir: "Ben şimdi meşgulüm!" dedi. Hz. Ömer "Ortaya çok önemli bir iş çıktı! Kendisinin muhakkak bulunması lâzım!" diye içeriye tekrar haber saldı. Bunun üzerine, Hz. Ebu Bekir dışarı çıktı. [458]
Hz. Ömer: "Haberin olsun ki; Ensar bu işi (halifelik işini) Sa´d b. Ubâde´ye tevdi etmek üzere toplanmışlar. Sa´d b. Ubâde´nin onlara söylediği sözlerden birisi de, ´Bir emir bizden, bir emir de Kureyşten olsun!´ sözü imiş! [459]
Haydi, sen şimdi bizi şu Ensar kardeşlerimizin yanına götür!
Kendileri ne üzerinde duruyorlar, bir bakalım!" dedi. [460]
Acele onlara doğru yollandılar. Yolda Ebu Ubeyde b. Cerrah´a rastladılar. [461]
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah, üçü birlikte yürüyüp Benî Sâidelerin suffasına erişmek üzere gittiler. [462]
Yolda, Ensardan iki salih zâta, Benî Aclanların kardeşi Uveym b. Sâide ile Ma´n b. Adiyy´e rastladılar.
Bunlar, Hz. Ebu Bekir ve arkadaşlarına: "Ey Muhacirler cemaati! Sizler nereye gitmek istiyorsunuz " diye sordular. Onlar da: "Şu Ensar kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz!" dediler.
Uveym ile Ma´n: "Ey Muhacirler cemaati! Onların yanına varmanız size tavsiye edilmez!
Onlara yaklaşmayınız ve işinizi kendi kendinize hallediniz!" [463]
Hz. Ebu Bekir´e de: "Yüce Allah fitne kapısını seninle kapatacak ve temelli de açılmayacaktır!
Ensar, şu Sa´d b. Ubâde´ye Beni Sâidelerin suffasında bey´at etmek istiyor!" dediler. [464]
Hz. Ömer: "Vallahi, onların yanına gideceğiz!" dedi ve gittiler.
Beni Sâidelerin suffasına vardılar. Hz. Ebu Bekir ve arkadaşları, Beni Sâidelerin suffasına vardıkları zaman, bir adamın[465] sergi üzerinde, bir yastığa dayanmış, [466] elbisesine bürünmüş olduğunu gördüler.
Hz. Ömer: "Kim bu " diye sordu. "Sa´d b. Ubâde´dir!" dediler.
Hz. Ömer: "Onun nesi var " diye sordu. "Hastadır!" dediler. [467]
Sa´d b. Ubâde hummaya tutulmuştu. [468] Oturdular. [469]
Hz. Ebu Bekir: "Bu toplantıdan maksadınız nedir " diye sordu. [470]
Ensarın hatibi ayağa kalkıp şehadet getirdikten ve Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra:
"Bizler, Allah´ın dininin yardımcıları ve derli-toplu İslâm askerleriyiz!
Ey Muhacirler cemaati! Sizler ise, bize nazaran azıcık bir cemaatsiniz! Ağıryürüyüşlüsünüz ve sayıca azınlıksınız! Hale bakınız ki; böyle bir cemaat bize ait bir işi ele geçirmek istiyor!" dedi ve sustu.
Hz. Ömer cevap vermeye davranınca, Hz. Ebu Bekir "Yavaş ol ey Ömer!" dedi.
Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir´in kendisinden daha ağırbaşlı , [471] daha bilgili. [472] daha yaşlı[473] olduğunu bildiği için sustu. [474]
Hz. Ebu Bekir, Sa´d b. Ubâde´ye: "Ey Ebu Sabit! Sen ne görüştesin " diye sordu.
Sa´d b. Ubâde: "Ben de onlardan bir adamım!" dedi. ("Ben de onların görüşündeyim," demek istedi. ) [475] Hubab b. Münzir: [476] "Bir emir bizden, bir emir de sizden olsun! [477]
Ensarın dinî hizmeti yanında Muhacirlerin hizmeti az birşey kalır!" dedi.
Hz. Ömer: "Asıl Muhacirlerin dinî hizmeti yanında Ensarın hizmeti az birşey kalır!" dedi.
Hubab b. Münzir, Hz. Ömer´in sözünü reddetti. [478]
Hz. Ömer: "Ey Ensar cemaati! Resûlullah Aleyhisselamın halka namaz kıldırmaya Ebu Bekir´i memur ettiğini bilmiyor musunuz " diye sordu. Ensar "Evet!
Biliyoruz!" dediler.
Hz. Ömer: "Bundan sonra, Ebu Bekir´in önüne geçmeye hanginizin gönlü razı olur " dedi.
Ensar: "Ebu Bekir´in önüne geçmekten Allah´a sığınırız!" dediler. [479]
Beşir b. Sa´d: "Bu iş bizim aramızda üblüme gibi iki eşit parçadır!" dedi.
Hz. Ömer, ona: "Demek sen de böyle düşünüyorsun ! Allah aşkına! Resûlullah Aleyhisselamdan, ´İmamlar Kureyş´tendi r!´ buyurduğunu sen işitmedin mi " diye sordu.
Beşir b. Sa´d: "Vallahi evet! İşittim. Benim bumumu indirdin!" dedi.
Hz. Ömer: "Öyleyse, sen ne diye öyle konuşuyorsun !" diyerek ona çıkıştı. [480]
Ensarın hatibi Sabit b. Kays, kalkıp Ensarın faziletlerini dile getirdi. [481]
Hz. Ebu Bekir, Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra: "Ey insanlar! Biz Muhacirler, insanların İslâmiyeti ilk kabul edenleri, soy-sopça en şereflileri, yurtça en üstünleri, yüzce güzelleri, Araplar içinde döl-döşçe insanların çokluk olanları ve akrabalık yönünden de Resûlullah Aleyhisselama en yakın bulunanlarıyız.
Biz, sizden önce Müslüman olmuşuzdur! Nitekim, Yüce Allah, İslâm´da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar yok mu ´ buyurmuş ve Kufân´da sizden önce anılmışızdır. Biz, Muhacirleriz! Sizler de, dinde bizim kardeşlerimiz, ganimetlerde bizim ortaklarımız, düşmanlara karşı da yardımcılarımızsınız! Bizi sizler barındırdınız, bize iyilikler ettiniz!
Allah sizleri hayırla mükâfatlandırsın! Biz emîrleriz, sizler de veziMersiniz! [482]
Ey Ensar cemaati! [483] Yüce Allah taştan yontulmuş, ağaçtan yapılmış türlü türlü putlara tapan ve onları Allah katında kendileri için şefaatçi ve yararlı sayan insanları Allah´a ibadet ettirmek ve O´nun birliğine inandırmak için Muhammed Aleyhisselamı peygamber ve ümmeti üzerine şahit olarak gönderdi. İsterseniz okuyunuz! [484] ´Onlar, Allah´ı bırakıp, kendilerine ne bir zarar, ne de bir yarar veremeyecek olan şeylere taparlar! Bir de ´Bunlar Allah yanında şefaatçilerim izdir!´ derler.´ [Yunus: 18]
"...Biz bunlara ancak bizi Allah´a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz!´ derler´ [Zümer3]." [485]
Hz. Ebu Bekir, konuşmasına şöyle devam etti: "Atalarının dinini bırakmak Araplara çok ağır geldi.
Yüce Allah, Resûlünün kavminden, Resûlünü tasdik ve ona imanı, maddî hiçbir karşılık beklemeksizin iyilik etmeyi, kavminin en ağırzulüm ve işkencelerine ve yalanlamalarına onunla birlikte katlanmayı ilk olarak Muhacirlere tahsis ve nasip etti.
Onlar, Resûlullah ile görüşmelerine bütün halk muhalif oldukları, kendilerine kin ve düşmanlık besledikleri ve aleyhlerinde birleştikleri halde, sayıca az oluşlarından korkmadılar!
Yeryüzünde hiçbir şeyi şerik koşmadan Allah´a ilk ibadet olan, Allah´a ve Resûlüne ilk iman eden onlardı! Onlar, Resûlullahın dostları ve kabile halkıdırlar! Resûlullahtan sonra da, bu işe, insanların en çok lâyık ve müstahak olanıdırlar! Onlarla bu hususta çekişmeye ancak zalim ve haksız olanlar kalkışabilirler!" dedi.[486] ve Ensar hakkında inen âyetlerden ve Peygamberimiz Aleyhisselamın onlar hakkındaki hadislerinden okumadık âyet ve hadis bırakmayarak: "Resûlullah Aleyhisselamın; ´Bütün insanlar bir vadi yolunu tutup gitseler, Ensar da bir vadi yolunu tutsa, ben Ensarın tuttuğu vadi yolunu tutarım!´ buyurduğunu biliyorsunuzdur! [487] Ey Sa´d! Resûlullah Aleyhisselamın yanında oturduğun sırada,
´Kureyşîler bu işin yöneticileridir! İnsanların iyileri, iyilerine uyarlar! Kötüleri de, kötülerine uyarlar!1 buyurduğunu sen de biliyorsun!" dedi.
Sa´d b. Ubâde: "Doğru söyledin! Biz vezirleriz, sizler de emîrlersiniz!" dedi. [488]
Hz. Ebu Bekir, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Ey Ensar cemaati! Ensarın dindeki hizmet üstünlüğünü ve İslâmiyeti kabulde yarışa girişlerinin büyüklüğünü hiç kimse inkâr edemez! Allah, dinine ve Resûlüne yardım
eden sizlerden razı olmuş ve Resûlünü size hicret ettirmiş, zevcelerini ve ashabını içinizde ululamışûr! İlk Muhacirlerden sonra, bizim katımızda sizden başka üstün mevkilisi yoktur! Biz emirleriz, sizler de vezirlersiniz! Biz size danışmayı kaçırmaz ve hiçbir işi sizsiz yapmayız! [489]
Ey Ensar cemaati! [490] Sizler, dile getirdiğiniz hayır ve iyiliklerin ehlisiniz! Fakat, bütün Araplar bu işe şu Kureyş kabilesinden başkası için hak tanımazlar! [491] Kureyşîler soy-sopları ve yurt kutsallığı bakımından Arapların eftiali ve üstünüdürler. [492] Akrabalıkyönünden de Resûlullah Aleyhisselama daha yakındırlar! [493] Araplar ancak şu Kureyş kabilesi için dine girmişlerdir! [494] Sizin ileri gelenleriniz, Resûlullah Aleyhisselamın ´İmamlar Kureyş´tendir!1 buyurduğunu biliyorlardır!
Peygamber Aleyhisselam: ´Bu iş benden sonra Kureyş´tedir!´ buyurmuştur. Sizler İslâm´da bizim kardeşlerimiz, dinde ortaklanmızsınız! Sizler bize yardım ve iyilik ettiniz! [495] Bizi barındırdınız, kendinize ortak yaptınız! [496] Sizler bize insanların en sevgilisisiniz!" dedi.
Hubab b. Münzir: "Biz sizi de, üstünlüğünüzü de biliyoruz! [497] Ben, Ensarın kaşınıp rahatlayacakları dayanağı, yararlanacakları meyvalı budağıyım dır! Başları derde girdikçe, onlar bana başvurur; benim görüş, tedbir ve yardımlarımla rahata kavuşurlar! [498] Ey Kureyş cemaati ! [499] Bizden bir emîr, sizden de bir emîr olacaktır!" dedi. [500]
Hz. Ömer: "Bir kında iki kılıç iyi olmaz! Emirler bizden, vezirler sizde[501] Bir kında iki kılıç birleşmez!" dedi[502]
Hz. Ebu Bekir: "Hayır! Biz emîrleriz, sizler de vezirlersiniz!" dedi.
Hubab b. Münzir "Hayır! Vallahi, bu dediğini kabul etmeyiz! [503] Ey Ensar cemaati! Siz emîrinizi kendinizden seçiniz! İçinizde, gölgenizdeki insanlar size aykırı davranmaya cesaret edemeyeceklerdir! Hatta, sizin görüşünüz dışında hareket etmeyeceklerdir! Çünkü, sizler izzet, servet, sayı, kuvvet, tecrübe, cesaret, yiğitlik., gibi birçok üstün vasıflara sahipsiniz! Halk ancak sizin ne yaptığınıza bakacaktır! Sakın bu hususta anlaşmazlığa düşmeyiniz ve görüşlerinizi bozmayınız! Onlar, ancak ´Bir emîr bizden, bir emîr de sizden!´ dediğinizi işitsinler! [504] Ey Ensar cemaati! Elinizdekine sahip olunuz! Şunun (Hz. Ebu Bekir´in ve Hz. Ömer´in) ve arkadaşlarının sözlerini dinlemeyiniz! Onlar sizin bu işteki nasibinizi gideriyorlar! Onların sizden istediklerini kabule yanaşmayınız! Kendilerini bu beldelerden sürünüz! Onlara bırakacağınız bu işe, vallahi siz onlardan daha çok lâyık ve müstahaksınız!" dedi. [505]
Hz. Ömer, ona: "Allah seni kahretsin!" dedi.
Hubab b. Münzir "Hayır, seni kahretsin!" diye karşılık verdi. [506] Hz. Ömer Peygamberimiz Aleyhisselamın sağlığında Hubab b. Münzir´le çekişmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da onunla çekişmekten kendisini men etmişti.
Hz. Ömer bir daha ona kötü söz söylememeye yemin etmiş bulunuyordu. Bunun için, Hubab b. Münzir´e söyleyecek söz bulamadı. [507]
Hz. Ebu Bekir: "Sizler, Muhacir kardeşlerinize Allah´ın fazlından ihsan ettiği şeyi kıskanmaya kalkışmayınız ! [508] Size yaraşan, böyle yapmamaktır!" dedi. [509]
Hubab b. Münzir: "Ey cemaat! Vallahi, biz bu işin size verilmesini kıskanıyor değiliz! Fakat, biz babalarını ve kardeşlerini öldürmüş olduğumuz cemaatin iş başına geçirilmesinden korkuyoruz! [510]
Biz ne seni kıskanıyoruz, ne de arkadaşlarını!
Fakat, idare öldürmüş bulunduğumuz kavmin eline geçer de, onlar bize karşı kin ve düşmanlık beslerler diye korkuyoruz!" dedi. [511]
Ensarın hatipleri ayağa kalkarak: "Ey Muhacirler cemaati! Resûlullah Aleyhisselam sizlerden birini bir yere gönderdiği zaman, bizden de bir adamı onun yanına katardı. Biz, bu işin de iki kişiye verilmesi gerektiğini sanıyoruz. Bir adam bizden, bir adam da sizden olsun!" dediler.
Ensardan Zeyd b. Sabit kalkıp: "Resûlullah Aleyhisselam, Muhacirlerdendi. Biz de, Resûlullah Aleyhisselamın yardımcıları idik. Onun yerine geçirilecek olanın da yardımcısıyız!" dedi.
Hz. Ebu Bekir: "Allah sizleri hayırla mükâfatlandırsın! Ey Ensar cemaati! Bu sözünüzde sebat ediniz! Vallahi, bundan başka türlü söylerseniz, sizinle anlaşanlayız!" dedi. [512]
Ebu Ubeyde b. Cerrah: "Ey Ensar cemaati! Sizler, yardım edenlerin, barındıranların ilki olmuştunuz! Sakın bunu değiştirenlerin de ilki olmayınız!" diyerek seslendi. [513]
Ensardan Ebu Numan Beşir b. Sa´d ayağa kalkıp: "Ey Ensar cemaati! Bizim vallahi bu dini kabulde yarışmaktan ve din yolunda müşriklerle çarpışmaktan maksadımız ancak Rabbimizin rızasını ve Peygamberimiz Aleyhisselama itaat faziletini kazanmaktı. Bize bu yolda ne insanlara hâkim olmak, ne de dünya ve dünya malı yaraşır! Allah bize bu hususta velinimet ve nimettir. Biliniz ki; Muhammed Aleyhisselam Kureyş´tendir. Onun kavmi de, bu işe herkesten daha çok lâyıktır ve önce gelir! Vallahi hiçbir zaman bu işte Allah beni onlarla niza eder, çekişir halde görmeyecektir! Allah´tan sakının! Onlara ne aykın davranın, ne de onlarla çekişin!" dedi. [514]
O sırada, Ensardan Numan b. Beşir, Übeyy b. Ka´b´a giderek kapısını çaldı. Übeyy b. Ka´b elbisesine bürünmüş olarak dışarı çıktı.
Numan b. Beşir "Ben seni ne diye evinin kapısını üzerine kapatıp evinde oturmuş görüyorum! Halbuki şu senin kavmin Benî Sâidelerin içinde bulunuyor ve Muhacirlerle çekişip duruyorlar ! Haydi, hemen kavminin yanına git!" dedi.
Übeyy b. Ka´b hemen çıkıp Beni Sâidelerin suffasında toplanmış bulunan Ensarın yanına vardı.
Onlara: "Vallahi siz bu yönetim işinden hiçbir şeye müstahak değilsiniz! Bu iş, sizin dışınızda, (Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer´e eğilerek) şu iki zâta aittir! Sonra üçüncüsü öldürülecek, yönetim çekilip alınarak orada olacak!" dedi ve "orada" derken de eliyle Şam tarafına işaret etti. [515]
Hz. Ebu Bekir´e Bey´at Edilişi
Hz. Ebu Bekir´in sağında Ebu Ubeyde b. Cerrah, solunda da Hz. Ömer bulunuyor. [516] kendisi ikisinin arasında oturuyordu. [517]
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer´le Ebu Ubeyde b. Cerrah´ın ellerinden tutarak: [518]
"Şu iki adamdan hangisini isterseniz ona bey´at ediniz! [519] Razıyım[520]
İşte Ömerb. Hattab!
Resûlullah Aleyhisselam onun hakkında ´Ey Allah´ım! Dini onunla aziz kıl!´ diyerek dua etmiştir.
İşte Ebu Ubeyde b. Cerrah! [521]
Peygamber Aleyhisselama bir kavim gelmiş; onlar, ´Bizimle birlikte emîn bir kimse gönder!´ demişlerdi.
Resûlullah Aleyhisselam da:
´Sizinle birlikte hakkıyla emîn bir kimseyi göndereceğim!1 buyurmuş ve onlarla birlikte Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı göndermişti.
Ben, sizin için, Ebu Ubeyde´ye bey´atınıza da razıyım! [522]
Resûlullah Aleyhisselam, onun hakkında, ´Bu, bu ümmetin emînidir!1 buyurmuştur" dedi. [523]
Ebu Ubeyde b. Cerrah:
"Hayır! Vallahi hayır! Bu işte biz sana bey´at edeceğiz!
Çünkü sen Muhacirlerin üstünü ve mağarada ikinin i ki ne i s i s i nd i r! [524] Resûlullah Aleyhisselam m namaz kıldırmaya yetkili kıldığı halifesisindir!
Namaz ise, dininde en üstün ibadettir! [525]
Senin önüne geçmeye veya sana karşı bu işi üzerine almaya daha lâyık kim vardır [526]
Vallahi, biz bu hususta senin önüne geçici değiliz!
Sen, Resûlullahın arkadaşı ve ikinin ikincisisin!" dedi. [527]
Hz. Ömer de, aynı şekilde konuşup, Hz. Ebu Bekir´e: [528]
"Sen bizim ulumuzsun! Sen bizim hayırlımızsın!
Sen bizim Peygamberimiz Aleyhisselam a sevgili olanımızsın! [529]
Resûlullah Aleyhisselamın koymuş olduğu makamından seni sağ iken geri çekecek bir kimse bulu-namaz!" [530]
Ensara da:
"Peygamber Aleyhisselamın ileri sürdüğü onun iki ayağını geri çekmeye hanginizin gönlü razı olur " dedi.
Abdurrahman b. Avf, kalkıp:
"Ey Ensar cemaati! Siz, fazilet ve üstünlük davasındasınız ama, içinizde Ebu Bekir, Ömer ve Ali gibi bir kimse yoktur!" dedi.
Münzir b. Erkam kalkıp:
"Andığın zâtların fazilet ve üstünlüğünü inkâr etmiyoruz.
Onların içinden bu işi o, yani Ali b. Ebu Talib istemiş olsaydı, ona hiç kimse itiraz etmezdi" dedi. [531]
Ensardan bazıları da:
"Biz Ali´den başkasına bey´at etmeyiz!" dediler. [532]
Hz. Ömer:
"Uzat elini ey Ebu Bekir! [533] Bey´at edeyim sana!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Hayır ey Ömer! Ben sana bey´at etmeliyim! Çünkü sen bu iş için benden daha güçlüsün!" dedi.
Birbirlerinin elini açmak ve bey´at etmek istediler. [534]
Nihayet Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir´in elini tuttu, [535] açtı ve:
"Benim gücüm, senin içindir ve senin gücünün yanındadır!" diyerek ona bey´at etti. [536]
Beşir b. Sa´d ise daha önce davrandı ve bey´at etti. [537]
Bunun üzerine halk Hz. Ebu Bekir´in başına yığılıp bey´at etmeye koyuldular.
Az kalsın Sa´d b. Ubâde´yi döşeğinde çiğneyeceklerdi! [538]
Sa´d b. Ubâde´nin adamlarından birisi:
"Sa´d b. Ubâde´yi öldürdünüz!" dedi. [539]
Hz. Ömer:
"O, fitne sahibidir!" dedi. [540]
Ensardan, Sa´d b. Ubâde´den başka, Hz. Ebu Bekir´e bey´at etmeyen kalmadı. [541]
Beşir b. Sa´d bey´at ettiği zaman, Hubab b. Münzir ona:
"Ey Beşir b. Sa´d! Sen bunu amcanın oğlunun emîrliğini kıskandığın için yaptın!" diyerek seslendi.
Beşir b. Sa´d:
"Hayır! Vallahi ben Allah´ın Kureyşflere bahşettiği bir hak üzerinde onlarla çekişmemi hoş bulmadım!" dedi.
Beşir b. Sa´d´ın işi Kureyş´e bıraktığını, Hz. Ebu Bekir´e bey´at ettiğini görünce, içlerinde Akabe Bey´at] temsilcilerinden Useyd b. Hudayr"ın da bulunduğu Evsîler, birbirlerine:
"Vallahi, Hazrecîler üzerinize bir kere hâkim olacak olurlarsa, bu fazileti kendilerine temelli tahsis ve sizi ondan mahrum ederler.
Kalkın, Ebu Bekir´e bey´at edin!" dediler, bey´at ettiler.
Sa´d b. Ubâde ve Hazrecîler, hayal kırıklığına uğradılar. [542]
Eşlemlerin cemaati de, sokakları doldura doldura gelip bey´at ettiler. Hz. Ömer onları görünce yardım göreceklerine kanaat getirdi.
Sa´d b. Ubâde:
"Beni bu yerden kaldırıp götürünüz!" dedi.
Onu kendi evine taşıdılar. [543]
Hz. Ömer der ki:
"Biz, vallahi, Ebu Bekir´e bey´at işinden daha sağlamını bulamadık, göremedik.
Ensar kavminin yanından bey´at yapmadan aynlsaydık, bizden sonra kendi kendilerine bey´at yapacaklarından korktuk.
Biz, onlara bey´at etseydik, arzu etmediğimiz birşey üzerine bey´at yapmış olacaktık.
Karşı koysaydık, ortaya fitne ve fesat çıkacaktı ." [544]
Ensar Hz. Ebu Bekir´e bey´ata başlayınca, Hubab b. Münzir kalkıp kılıcını aldı. Ensar hemen onun üzerine üşüşüp kılıcını elinden aldılar. Bey´at bitinceye kadar yüzünü elbisesiyle örttüler.
Hubab b. Münzir:
"Ey Ensar cemaati! Siz böyle yaptınız ama, vallahi sanıyorum ki sizin oğullarınız onların oğullarının kapıları önünde duracaklar, onlara el açıp dilenecekler! Onlar ise su bile içemeyeceklerdir!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Hubab! Bizden mi korkuyorsun !" diye sordu.
Hubab b. Münzir:
"Ben senden korkuyor değilim! Fakat senden sonra gelecek kimselerden korkuyorum!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Sana ve arkadaşlarına öyle yapıldığı zaman, bize itaat etmeniz size gerekmez!" dedi.
Hubab b. Münzir:
"Heyhat! Ey Ebu Bekir! Ben de, sen de o zaman geçmiş gitmiş bulunuruz. Senden sonra gelecekler, bize serbestçe zulüm ve haksızlık ederler!" dedi. [545]
Hz. Ebu Bekir´e Umumî Bey´at Yapılışı
Ensar Beni Sâidelerin örtmesinde Hz. Ebu Bekir´e bey´at ettikten sonra, ertesi (Salı) günü Hz. Ebu Bekir Mescidin minberine çıkıp oturdu.
Konuşmaya başlamadan önce, Hz. Ömer ayağa kalktı.
Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra:
"Ey insanlar! Ben dün size bazı sözler söylemiştim.
Onları Allah´ın Kitabında bulamadığım gibi, Resûlullah Aleyhisselamın da bana o hususta bir sözü yoktu.
Fakat ben Resûlullah Aleyhisselamın bizden sonraya kalacağını ve işlerimizi kendisinin çekip çevireceğini sanıyordum.
Oysa, Yüce Allah Resûlullah Aleyhisselama doğru yolu gösteren bir Kitabı sizin içinizde bırakmış bulunmaktadır ki, ona sımsıkı sanlırsanız Allah onunla Resûlüne doğru yolu gösterdiği gibi size de doğru yolu gösterir!
Allah, halifelik işinizi sizin hayırlınız ve Resûlullah Aleyhisselamın arkadaşı, mağarada ikinin ikincisi olan zât üzerinde topladı, yoluna koydu.
Kalkınız; ona bey´at ediniz!" deyince, Mesciddeki halk Hz. Ebu Bekir´e umumî bey´at ettiler. [546]
Hz. Ebu Bekir´in Konuşması
Hz. Ömer´den sonra, Hz. Ebu Bekir şöyle konuştu:
"Hamd olsun Allah´a ki, ben O´na hamd eder, gizli açık her işte O´ndan yardım dilerim.
Gecede gündüzde gelecek kötülüklerden de O´na sığınırız!
Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, Birdir; O´nun eşi ve ortağı yoktur!
Şehadet ederim ki; Muhammed Aleyhisselam, O´nun kulu ve resûlüdür!
Onu Kıyametten önce hak ile beşîr ve nezîr olarak göndermiştir.
Ona itaat eden doğru yolu bulur, ona isyan eden de helak olur! [547]
Resûlullah Aleyhisselam, önceki yılda, şu durduğum yerde dikilmişti.
(Hz. Ebu Bekir, kendisini tutam ayarak ağladı. Sonra da, Resûlullahın o zaman söylediklerini tekrarladı:)
´Size doğru yolu tavsiye ederim. Doğruluktan ayrılmayınız.
Çünkü, doğruluk iyilikle bir aradadır, ikisi de cennettedir.
Yalandan sakınınız. Çünkü, yalan kötülükle bir aradadır, ikisi de cehennemdedir.
Allah´tan af ve afiyet dileyiniz. Çünkü, hiç kimseye, yakînden sonra, af ve afiyetten daha hayırlısı verilmemiştir.
Birbirinizi kıskanmayınız. Birbirinizle düşmanlık etmeyiniz! Birbirinizle ilişkinizi kesmeyiniz!
Ey Allah´ın kullan! Kardeş olunuz1 buyurmuştu "[548]
Hz. Ebu Bekir konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bundan sonra, bilesiniz ki ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde size emîr oldum. [549]
Fakat, bize Kur"ân ve Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri öğretildi de, biz bu sayede bilgi sahibi olduk. [550]
İyi biliniz ki, bana yapılan bey´atı düşünmeden kabul ediverişim, ümmet arasında bir fitne ve fesat çıkmasından korktuğum içindir!
Allah´a yemin ederim ki; ben, hiçbir gün veya gece, bunun ne üzerine düşmüş, ne isteklisi olmuş, ne de bu hususta Allah´tan gizlice veya açıkça bir dilekte bulunmuşumdur!
Emirlik hizmetinde benim için hiçbir rahatlık yoktur!
Gücüm yetmeyen bir işi elimde olmayarak boynuma takmış bulunuyorum!
Benim yerime daha güçlü bir insanın seçilmiş olmasını ne kadar arzu ederdim!
Size Allah´tan sakınmayı tavsiye ederim ! [551]
İyi biliniz ki; akıllılığın akıllılığı, Allah´tan son derece sakınmaktır! Akılsızlığın akılsızlığı da, günaha dalmak, haktan yan çizmektir!
Ey insanlar! Ben ancak Resûlullahın izine uyucuyum! Dinde kendiliğimden birşey ihdas ve icad edici değilim! [552]
Eğer bir vazifemi iyi yaparsam, bana yardım ediniz!
Eğer kötülüğe saparsam beni doğrultunuz! [553]
Doğruluk emanettir, yalancılık da hıyanettir! [554]
İnşaallah, içinizdeki en zayıfınız, kendisinin hakkını alıncaya kadar, benim yanımda en güçlünüz olacaktır!
İnşaallah, içinizdeki en güçlünüz de, üzerine geçirdiği hakkı kendisinden alıncaya kadar, benim yanımda en zayıfınız olacaktır! [555]
Ey insanlar! İyi biliniz ki; [556] Allah´ın zillete müstahak kıldığı kavimden başka hiçbir kavim, Allah yolunda cihadı, savaşı bırakmaz!
Hiçbir kavmin kötülükleri yaygın hale gelmedikçe de, Allah o kavmin ibtilâ ve musibetini yaygın hale getimnez! [557]
Ey insanlar! Allah´ın Kitabını talep ve öğütlerini kabul ediniz!
Kullarının tevbesini kabul ve günahlarını affeden, ne yaparsanız bilen O Allah´tır!
Öyle bir günden korkunuz ki; ´Yürekler gırtlağa dayanmış olarak korku ile dolmuş bulunur! Zalimler için ne yakın bir dost vardır, ne de dinlenebilecek bir kayırıcı vardır!´ [Mü´min: 18]
Bugün, her amel sahibi gücünün yettiği ve kendisini Yüce Allah´a yaklaştıracak ameli, onu işlemeye güç yetinemeyeceği gün gelmeden önce işlemeye baksın! [558]
Ben Allah´a ve Resûlüne itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz!
Allah´a ve Resûlüne asi olduğum zaman sizin bana itaat etmeniz gerekmez! [559]
Kendim ve sizin için Allah´tan mağfiret, yariıganmak dilerim. [560]
Haydi, namazınızı kılmaya kalkınız! [561]
Allah sizlere rahmet etsin!" dedi. [562]
Hz. Ali´nin Halifeliğe ve Savaşa Teşvik Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat ettiği ve Hz. Ebu Bekir´in Hz. Ömer tarafından dışarı çağrılarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından çıkıp gittiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında Hz. Ali, Hz. Abbas ve Zübeyr b. Avvam kalmıştı . [563]
Hz. Abbas, Hz. Ali´yle başbaşa kalınca, ona:
"Resûlullah Aleyhisselamın bu halifelik işini senden başkasına vasiyet ettiğine dair birşey biliyor musun " diye sordu.
Hz. Ali:
"Vallahi, hayır! Bu hususta birşey bilmiyorum!" dedi. [564]
Bunun üzerine, Hz. Abbas gidip Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve daha başkalarıyla buluşarak, onlara:
"Resûlullah Aleyhisselam size birşey vasiyet etti mi " diye sordu.
Onlar:
"Hayır!" dediler.[565]
Hz. Abbas, Hz. Ali´nin yanına döndü[566] ve ona:
"Uzat elini! Sana bey´at edeyim ! [567]
´Resûlullah Aleyhisselamın amcası Resûlullah Aleyhisselamın amcasının oğluna bey´at etmiş!´ denir, Ehl-i Beytin sana bey´at eder! [568] Halk da bey´at eder!" dedi. [569]
Hz. Ali:
"Allah senin iyiliğini versin ey amca! Bu işi bizden başka kim ister [570] Bunu bizden başka kim umar ki !" dedi.
Hz. Abbas:
"Sanırım ki, vallahi uman olacaktır!" dedi. [571]
Hz. Ebu Bekir´e Mescidde bey´at edildiği sırada, tekbir sesi işittiler. Hz. Ali:
"Nedir bu " diye sordu. [572]
Hz. Abbas:
"Bu, seni davet ettiğim, senin ise yanaşmadığın şeydir!" dedi.
Hz. Ali:
"Öyle şey olur mu !" dedi. [573]
Hz. Abbas:
"Hiçbirzaman, bunun gibisi görülmemiştir! [574]
Ben böyle olacağını sana söylemedim mi " dedi. [575]
Müslümanların Hz. Ebu Bekir´e bey´at etmek üzere toplandıkları sırada, Ebu Süfyan b. Harb de:
"Vallahi, ben kandan başkasıyla söndürülemeyecek birtoz-duman görüyorum!
Ey Abdi Menaf hanedanı! Size ait işleri Ebu Bekir´e mi bırakıyorsunuz
Neredeler o iki zayıflar !
Neredeler o iki zeliller ! Ali ve Abbas´lar !
Ey Hasan´ın babası! Uzat elini, bey´at edeyim sana! [576]
Sizler, İbn Ebi Kuhâfe´nin yönetim işini üzerine almasına nasıl razı oluyorsunuz [577]
Bu iş Kureyşîlerin içinde küçücük bir kabileye nasıl verilebilir ! [578]
Vallahi, isterseniz, ben onun üzerine her taraftan süvarileri ve piyadeleri doldururum!" dedi. [579]
Hz. Ali:
"Ben asla böyle birşeyi ister değilim!
Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan!
Müslümanlar, birbirlerinin evlerine ve akrabalarına gelirlerse, nasihat eder, hayırlı öğüt verirler.
Münafıklar da, birbirlerinin yurtlarına ve akrabalarına yaklaşırlarsa, hainlik ve yaramazlık eder, ortalığı karıştırıriar! [580]
Ey Ebu Süfyan! Vallahi sen bununla ancak fitne ve fesat çıkarmak istiyor, İslâmiyete ve Müslümanlara düşmanlığını sürdürüp duruyorsun!
Fakat, sen bununla onlara hiçbir zarar veremeyeceksin!
Senin öğüdün bize gerekmez! [581]
Biz bu işe Ebu Bekir´i yeterli görüyor ve buluyoruz! [582] Biz onu bu işle başbaşa bıraktık, araya girmedik!" dedi. [583]
İrtidad Hareketleri
Hz. Aişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamın ruhu kabzolununca, Araplar irtidad etti, nifak kabardı. Babamın üzerine çöken sabit dağların üzerine çökseydi, muhakkak onları ufaltırdı !" [584]
Ebu Hureyre de:
"Eğer Ebu Bekir olmasaydı, Muhammed Aleyhisselamın vefatından sonra ümmet-i Muhammed helak olurdu!" demiştir. [585]
Hz. Âişe:
"Babam Arapların irtidad ettikleri günlerde kılıcını sıyırıp devesine binince, Ali b. Ebu Talib yanına vardı, devesinin yularından tuttu ve:
´Sana Resûlullah Aleyhisselamın Uhud savaşı gününde söylediğini söylüyorum. [O, sana]:
Sok kınına kılıcını da, kendini tehlikeye atıp bizi acı içinde bırakma!
Vallahi, senin başına bir felaket gelecek olursa, senden sonra arbk İslâmiyet temelli düzelmez!1 dedi" demiştir. [586]
Yine Hz. Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı üzerine Arap kabilelerinden birçokları irtidad ettiler. Yahudilik, Hıristiyanlık ve münafıklık ortaya çıkmaya başladı.
Müslümanlar, kış gecesinde yağmura tutulup dağılan koyunlara döndüler.
Hatta, o sırada Mekkelilerin çoğu İslâmiyetten dönmeye hazırlandılar.
Mekke valisi Atfâb b. Esîd gizlendi. [587]
Süheyl b. Amr, Kabe´nin kapısına dikilerek Mekkelilere seslendi.
Başına toplanınca:
"Ey Mekkeliler! Siz, Müslüman olanların sonuncusu oldunuz! Sakın irtidad edenlerin, Müslümanlıktan dönenlerin ilki olmayınız!
Vallahi, Yüce Allah, Resûlullah Aleyhisselamın buyurduğu gibi, bu işi muhakkak tamamlayacaktır!
Ben, onun (Peygamber Aleyhisselamın) şu bulunduğum yerde tek başına dikilerek:
´Benimle birlikte lâ ilahe illallah deyiniz de, size bakarak Araplar dine girip, Arap olmayanlarda size cizye ödesin!
Vallahi Kisrâ´nın ve Kayser´in hazineleri Allah yolunda harcanacaktır!1 buyurduğunu işitmişim di r!
Alay edenlerin zekat ve sadaka tahsildarı olduğunu gördünüz!
Vallahi, geri kalan va´dleri de vuku bulacaktır! [588]
Vallahi, ben iyi biliyorum ki, güneşin batması ve doğması devam ettiği müddetçe, bu din devam edecektir!
Aranızdaki o kişi sizi aldatmasın!
Benim bildiğim bu işi o kişi de biliyor, fakat Hâşimoğullarına olan kıskançlığı onun kalbini mühür-lemiştir! [589]
Ey insanlar! Ben Kureyşîlerin karada ve denizde en çok taşıtları bulunanıyım!
Siz emîrinize itaat ediniz ve zekatlarınızı ona ödeyiniz!
Eğer İslâmiyet sonuna kadar devam etmezse, ben sizin zekatlarınızı size geri vermeye kefilim!" dedi ve ağladı.
Bunun üzerine halk yatıştı. [590]
Süheyl b. Amr yaptığı tesirli konuşma ile Mekkelileri irtidaddan vazgeçilince, Mekke valisi Attâb b. Esîd ortaya çıkabildi.
Süheyl b. Amr Bedir savaşına müşriklerle birlikte katılıp esir edildiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ömer´e onun hakkında:
"Yermeyeceğin, hoşlanacağın bir makamda dikilip halka hitapta bulunması da me´muldür!" hadisi ile haber verdiği hoşa gidecek makamdaki konuşmasından maksadının ve konuşması ve hizmetinin ne olduğu anlaşıldı. [591]
Hz. Ömer de, Süheyl´in konuşmasını işittiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın onun hakkında söylemiş olduğu sözü hatırlamış ve:
"Ben şehadet ederim ki; sen muhakkak Resûlullahsın!" demekten kendini alamamıştır. [592]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yıkanışı ve Kefenlenişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Pazartesi günü kaba kuşluk[593] veya zeval vaktinde (öğleye yakın vakitte) vefat etmişti. [594]
Hz. Ömer gibi bazı sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat etmediğini, etmeyeceğini söylüyor, vefat etti diyenleri tehdit ediyor; [595] bazıları da "Resûlullah Aleyhisselamı gömmeyiniz, çünkü o vefat etmemiştir" diye sesleniyor!ar;[596] Hz. Abbas´ın uyarıları ve Peygamberimiz Aleyhisselamı gömmeye^ engel olmamaları hususundaki çabalan tesirsiz kalıyordu. [597]
Âyetlere dayanan uyarı ve öğütleriyle halkı Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatına inandırmış ve yatıştırmış olan Hz. Ebu Bekir ise, Hazrecîlerin BenîSâide örtmesinde halifelik işini kendileri için gerçekleştirme girişiminde bulundukları haberini alınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın na´şının yanından ayrılarak Beni Sâide suffasına gidip onları yatıştırmak, hem onlardan hem de Mescidde toplanan Müslümanlardan bey´atlarını almakla uğraşmıştı.
Pazartesi günü öylece öğleden akşama kadar Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları ve tefrikaları gidermek çabaları ile geçirilmişti . [598]
Peygamberimiz Aleyhisselamı yıkama, kefenleme ve gömme işi de ertesi güne kalmıştı. [599]
Peygamberimiz Aleyhisselamı yıkamak üzere evde toplananlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın aile halkından:
Hz. Ali,
Hz. Abbas,
Fadl b. Abbas,
Kuşem b. Abbas,
Üsâme b. Zeyd,
Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlı kölesi Şükran (Salih) idi . [600]
Başkalarını içeri almamak için kapıyı kilitlediler.
Ensardan bazıları da, dışarıdan:
"Biz Resûlullah Aleyhisselamın dayılarıyız! İslâmiyette de belirli bir yerimiz vardır!" diyerek seslendiler.
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Müslümanlar cemaati! Her kavmin kendi cenazelerine başkalarından ziyade öncelik hakkı vardır. Size onlar adına and veriyorum: Siz girerseniz onları Resûlullah Aleyhisselamın hizmetinden geriletirsiniz! Vallahi, çağrılandan başka hiç kimse içeri girmeyecek!" diyerek bağırdı.
Ensar:
"Bizim içeri girmeye hakkımız vardır! Çünkü o bizim kızkardeşimizin oğludur! İslâmiyette de bizim belirli bir yerimiz vardır!" dediler ve Hz. Ebu Bekir´le görüşmek istediler.
Hz. Ebu Bekir:
"Ensarın Ali ve Abbas ile görüşmeleri daha yerinde olur. Çünkü, onların yanına ancak kendilerinin istedikleri kimseler girebilir!" dedi. [601]
Benî Avf b. Hazreclerden ve Bedir savaşına katılmış olan sahabilerden Evs b. Havlî, Hz. Aliye:
"Ey Ali! Allah aşkına, Resûlullah Aleyhisselamın hizmetinden bizi de nasiplendir!" diyerek yalvardı.
Hz. Ali, ona:
"İçeri gir!" dedi.
Evs b. Havlî içeri girip oturdu, Peygamberimiz Aleyhisselamın yıkanışında bulundu. [602]
Peygamberimiz Aleyhisselamı yıkamaya başlamak istedikleri zaman:
"Vallahi ne yapacağımızı bilmiyoruz! Ölülerimizin elbisesini soyduğumuz gibi, Resûlullah Aleyhisselamı da soyalım mı; yoksa elbisesi üzerinde bulunduğu halde mi yıkayalım " dediler, anlaşmazlığa düştüler.
O zaman Allah onlara bir uyuklama verdi.
Onlardan, uyuklaya uyuklaya çenesi göğsüne düşmeyen kalmadı. [603]
Evin bir köşesinden, kim olduğunu anlayamadıkları birisinin:
"Peygamberimizi üzerinde elbisesi bulunduğu halde yıkayınız! [604]
Peygamberinizin gömleğini soymayınız!" diyerek seslendiğini işittiler. [605]
Hemen yıkamaya kalktılar. [606]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hastalığı sırasında Hz. Ali´ye:
"Öldüğüm zaman beni sen yıka!" buyurmuştu.
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Ben hiç ölü yıkamadım ki " demiş, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yıkama işi sana hazırlanacak, kolaylaştırılacak! [607]
Beni senden başkası yıkamasın!
Benim edeb yerimi hiç kimse görmesin!
Aksi takdirde onun gözünün nuru söner!" buyurmuştu. [608]
Peygamberimiz Aleyhisselamı yıkamak için Sa´d b. Haysemelerin Kuba´daki Gars kuyusundan su getirilmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam o kuyunun suyunu içerdi.
Evs b. Havlî testiyle su taşıyor; [609] Hz. Abbas[610] ile Üsâme ve Şükran Peygamberimiz Aleyhisselamın gömleğinin üzerine su döküyordu. [611]
Fadl b. Abbas ile Üsâme, gözleri bağlı olarak Hz. Ali´ye su veriyorlardı. [612]
Hz. Ali de, eline bir bez sarmış olduğu halde, [613] gömlek üzerinden oğuşturarak Peygamberimiz Aleyhisselamı yıkıyordu. [614]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kamı sığandığı zaman, evin içine mis kokusu, [615] bir benzerini daha görmedikleri güzel bir koku yayıldı. [616]
Ölülerde görülegelen şeylerden hiçbiri Peygamberimiz Aleyhisselam da görülmedi.
Hz. Ali:
"Babam, anam sana feda olsun! Sen diri iken de, ölü iken de ne kadar temizsin!" dedi. [617]
Hz. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamı bağrına bastı. Hz. Abbas´la oğulları Fadl ve Kuşem de, bir yandan öbür yana çevirdiler. [618]
Hz. Ali:
"Resûlullahı yıkama işinden boşalıncaya kadar hiçbir uzuv tutmadım ki, onu benimle birlikte otuz kişi de tutup bir yandan bir yana çeviriyordu sanki!
Fadl b. Abbas ise, Resûlullahı kucakladığı zaman:
´Ya Ali! Aman acele et! Belim kırıldı ! [619] Kalbimin damarını kopardın!´ demiştir." [620]
Peygamberimiz Aleyhisselamı, gömleği üzerinde olduğu halde, su ve sidr ile*[621] üç kere[622] yıkadılar. [623]
İlkinde yalnız tatlı su ile, ikincisinde su ve sidr ile, üçüncüsünde ise su ve kâfur ile yıkandı. [624]
Peygamberimiz Aleyhisselamı böylece yıkadıktan sonra kuruladılar. Sonra da, ölülere yapılagelen şeyleri Peygamberimiz Aleyhisselama da yaptılar. [625]
Hz. Ali´nin yanında misk kokusu bulunuyordu. Onunla kokulanmasını tavsiye etti. [626]
Hz. Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamı gömlek ve sarık hariç-ki bunlar sünnettir-pamuktan dokunmuş, sühûliye diye anılan üç parça beyaz Yemen bezine sardılar. [627]
Ki bunlar:
İzar,
Lifâfe gibi baştan ayağa kadar bedeni örten örtü ile,
Ridâ gibi yakasız, yensiz, etrafı dikişle bastırılmamış ve göğüs tarafı açılmamış gömlekten ibaret
ti. [628]
Peygamberimiz Aleyhisselamı kefene sarma işi Hz. Ali, Hz. Abbas, Fadl b. Abbas ve Şükran (Salih) tarafından yapıldı. [629]
Ölüyü Kefene Sarma ve Kokulama Usûlü
Lifâfe uzunlamasına yere serilir.
Lifâfenin üzerine izaryayılır.
(Varsa) ölüye gömlek giydirilir.
Ölünün başının saçına, sakalına koku sürülür.
Ölünün secde âzâlan olan gözlerine, ağzına, alnına, bumuna, iki ellerine, diz kapaklarına ve ayaklarına kâfur konur.
İzarın sol taraftaki ucu sağ tarafa atılır, ölünün başından ayağına kadar bedeni sarılır.
İzarın sağ tarafı da sol tarafına doğru atılarak sarılır.
Lifâfe de, böyle sol tarafından sağ tarafına, sonra sağ tarafından sol tarafına atılarak sarılır.
Kefenin açılmasından korkulursa, bir kuşakla bağlanır. Fakat, ölü kabre konulunca bu bağ çözülür. [630]
Bilal-i Habeşî´nin Mescid Cemaatini Ağlatan Son Ezanı
Bilal-i Habeşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra ve gömülmesinden önce ezan okurken "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah" dediği zaman, Mescid ağıttan çalkandı. Peygamberimiz Aleyhisselam gömüldükten sonra, Bilal-i Habeşî ezan okumayı bıraktı. [631]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Üzerine Namaz Kılınışı
Salı günü[632] öğleye doğru[633] yıkama ve kefene sarma işi tamamlanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam şeririnin üzerine konuldu. [634]
Peygamberimiz Aleyhisselamin namazını önce melekler kıldılar. [635]
Hz. Ali:
"Hiç kimse ´Resûlullah Aleyhisselamın üzerine imamsız cenaze namazı kılınabilir mi 1 diye şüphelenmesin!
Resûlullah Aleyhisselam sağ iken de, ölü iken de imamınızdır!" dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın hizasında ayakta durarak:
"Ey Peygamber! Selam, Allah´ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun!
Ey Allah´ım! Biz onun kendisine Tarafından indirilmiş olanları tebliğ ettiğine ve ümmetine nasihatta bulunduğuna, Allah´ın dinini üstün kılıncaya ve Kelimesini tamamlayıncaya kadar Allah yolunda savaştığına şehadet ederiz!
Ey Allah´ım! Bizleri Allah´ın ona indirdiği şeylere uyan kişilerden eyle!
Ondan sonra da bize bu yolda sebat ver!
Onunla aramızı birleştir!" diyerek dua ediyor, cemaat de "Amin! Amin" diyordu.
Hâşim oğullarının erkekleri, böylece namaz kıldıktan sonra, odadan çıktılar.
Sonra Hâşim oğullarının kadınları, onlardan sonra da Hâşim oğullarının çocukları kıldılar. [636]
Takım takım giriyor, imamsız olarak kendi başlarına Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine namaz kıldıktan sonra çıkıyorlardı. [637]
Sonra Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, yanlarında Muhacir ve Ensardan odanın alabileceği kadar kişiler bulunduğu halde, içeri girip saf oldular.
Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer, ilk safta, Peygamberimiz Aleyhisselamın hizasında durdular.
"Ey Peygamber! Selam, Allah´ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun! [638]
Senin peygamberlik vazifesini tebliğ ettiğine, ümmetine nasihatta bulunduğuna, Allah´ın dinini üstün kılıncaya kadar Allah yolunda savaştığına şehadet ederiz! [639]
Ey Allah´ım! Biz onun kendisine indirilenleri tebliğ ettiğine ve ümmetine nasihatta bulunduğuna; Allah´ın dinini üstün kılıncaya ve Kelimesini tamamlayıncaya; Allah´a, Allah´ın birliğine, eşi ortağı olmadığına iman ettirinceye kadar Allah yolunda savaştığına şehadet ediyoruz! [640]
Ey İlahımız! Bizleri Resûlullaha indirilmiş olanlara uyan kişilerden eyle! [641] O bizi, biz de onu tanıyıncaya kadar, [642] onunla aramızı birieştir! [643]
Çünkü o, mü´minler hakkında çok şefkatli ve merhametlidir!
Biz bu imanımızdan dolayı ne bir karşılık dileriz, ne de onun yerine hiçbir zaman hiçbir baha ve menfaati satın alırız!" diyerek dua ettiler.
Cemaat de, "Amin! Amin!" dediler.
Onlar çıktıktan sonra, başkaları girip namaz kıldılar.
Erkeklerden sonra kadınlar, kadınlardan sonra çocuklar, [644] çocuklardan sonra da köleler girip namaz kıldılar. [645]
Namazdan boşaldıkları zaman, Hz. Ömer:
"Cenazeyi ve cenaze sahiplerini artık kendi hallerine bırakınız! (Başlarından dağılınız!)" diyerek seslendi. [646]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gömüleceği Yerin Kararlaştırılışı
Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselamı nereye gömeceklerini de aralarında konuştular. [647]
Kimi:
"Onu Mescidin içine gömelim, gömünüz!"
Kimi:
"Hayır! Ashabının yanına, Bakiyy´e gömelim, gömünüz!" [648]
Kimisi:
"Mescidde minberin yanına gömülsün!" [649]
Kimisi:
"Kıble tarafında bulunan ağlayan hurma kütüğünün yanına gömülsün!" [650]
Kimisi de:
"Namazgaha gömülsün!" dedi. [651]
Bu hususta böylece anlaşmazlığa düştüler. [652]
Hz. Ebu Bekir:
"Ona (Resûlullaha) ibadet ve senada bulunmaktan (tapmaktan) Allah bizi korusun!
Biz Resûlullah Aleyhisselamın kabrini aramızdan çıkarıp Bakiyy´e kadar götürmeyi de hoş bulmayız!" dedi.
"Öyleyse ey Ebu Bekir! Senin bu husustaki görüşün nedir " diye sordular. [653]
Hz. Ebi Bekir:
"Kendisinden işitip de unutmadığım hadisinde Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah, bir peygamberin ruhunu kendisinin gömülmesini istediği yerden başkasında almaz!´ buyurdu" dedi. [654]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, bu hususta:
"Bir peygamberin ruhu, gömüleceği yerden başkasında alınmaz!" [655]
"Hiçbir peygambere nerede vefat etmişse oradan başka yerde kabir kazılmaz!" [656]
Hiçbir peygamber, içinde can verdiği yerden başkasında gömülmem iştir!" buyurduğu da rivayet edilmişti r. [657]
Sahabiler, Hz. Ebu Bekir´e:
"Öyleyse Resûlullah Aleyhisselam nereye gömülecek " diye sordular.
Hz. Ebu Bekir:
"Üzerinde vefat etmiş olduğu yere!" dedi. [658]
"Vallahi, biz senin hükmüne razıyız. Sen, bizi sözünle ikna ettin!" dediler. [659]
Hz. Âişe rüyasında gökten üç ayın evine indiğini görmüş, bunu babası Hz. Ebu Bekir´e anlatmıştı. [660]
Hz. Ebu Bekir:
"Sen bunu neye yordun " diye sormuş, Hz. Âişe de Resûlullah Aleyhisselamdan oğlan çocuğu doğuracağına yorduğunu söyleyince; Hz. Ebu Bekir susmuş, [661] sonra da:
"Eğer rüyan sadıksa, yeryüzü halkının en hayırlısı olan üçü senin evine gömülecektir!" demişti. [662]
Peygamberimiz Aleyhisselam vefat ettiği zaman, Hz. Ebu Bekir, Hz. Âişeye: [663]
"Bu, senin rüyada gördüğün üç aydan birisi olup, onların en hayırlısı idi. [664]
Aylarının en hayırlısı olanı vefat ettirilip götürüldü" dedi. [665]
Sonradan Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer´in de Hz. Âişe´nin evine gömülmeleri, Hz. Âişe´nin rüyasını tamamıyla gerçekleştirmiştir.[666]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kabrinin Kazılışı ve Kabre Konuluşu
Medine´de iki türlü kabir kazıcı olup; onlardan biri lahd tarzında olanını, diğeri de şakk tarzında olanını kazardı.[667] Kabrin lahd tarzında; kabrin kıble tarafı yandan kazılarak, altı cenaze girecek kadar oyulurdu.
Kabrin şakk tarzında ise, kabrin ortası dere gibi oyulurdu. [668]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kabir tarzı hakkında:
"Lahd yapınız, şakk yapmayınız! Çünkü lahd bizim içindir!
Şakk ise bizden başkalan içindir!" buyurmuştur. [669]
Ebu Ubeyde b. Cerrah Mekkelilerinkini şakk tarzında, Ebu Talha da Medinelilerinkini lahd tarzında kazardı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın kabrinin lahd tarzında mı, yoksa şakk tarzında mı yaptırılması hususunda ashab arasında anlaşmazlık çıktı.
Muhacirler:
"Mekkeliler gibi şakk yaptırınız!"
Ensar ise:
"Bizim toprağımızda kazdığımız gibi lahd yapınız!" dediler. [670]
Bunun üzerine, Hz. Abbas iki kişi çağırdı.
Onlardan birisine:
"Sen Ebu Ubeyde´ye git!"
Diğerine de:
"Sen de Ebu Talha´ya git!" dedi.
Sonra da:
"Allah´ım! Resûlün için hayırlısını tercih buyur!" diyerek dua etti. [671]
Bunlardan, önce gelen, Peygamberimiz Aleyhisselamın kabrini kendi usulüne göre yapacaktı. [672]
Ebu Talha´nın adamı Ebu Talha´yı bulup getirdi. [673]
Ebu Talha, gelince:
"Vallahi, Peygamber Aleyhisselam için lahdin daha hayırlı olacağını umuyorum!" dedi. [674]
Peygamberimiz Aleyhisselamın döşeği hemen kaldırılarak altı lahd tarzında kazıldı. [675]
Peygamberimiz Aleyhisselam Çarşamba gecesi yarılandığı sırada kabre konuldu. [676]
Hz. Âişe:
"Resûlullah Aleyhisselamın[677] nereye[678] gömüldüğünü, Çarşamba gecesi, [679] geceyarısı, [680] gecenin de sonuna doğru[681] kürek seslerini işitinceye kadar öğrenemedim!" demiştir. [682]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kabrine Hz. Ali, Fadl b. Abbas ve Kuşem b. Abbas ve Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Şükran (Salih) indiler. [683]
Evs b. Havlî, Hz. Ali´ye:
"Ey Ali! Allah aşkına! Resûlullahın hizmetinden bizi de nasiplendir!" diye and verdi.
Hz. Ali:
"İn öyleyse!" dedi.
O da kabrin içine indi. [684]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kabrine Hz. Abbas ve Üsâme b. Zeyd´in indiği de rivayet edilir. [685]
Medine arzı, nemli ve çoraktı. [686]
Hayber[687] veya Huneyn ganimetinden kalma, [688] eskimeye yüz tutmuş[689] saçaklı kırmızı örtü (yorgan) kabrin tabanına serildi. [690]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kabrinden başka hiç kimsenin kabrine sergi serilmemiştir. [691]
Peygamberimiz Aleyhisselam kabre konulduktan sonra, kabrin üzeri kapatılıp düzlendi.
Bilal-i Habeşî baş tarafından ve sağ yanından başlayarak[692] kabrin üzerine kırba ile su saçtı. [693]
Kabrin üzeri, dokuz sıra tuğla dikilerek çevrildi. [694]
Sonradan, kabrin üzerine de kırmızı kum serildi. [695]
Hz. Fâtıma´nın Hz. Ali´ye ve Enes b. Malik´e Sitemlenmesi
Hz. Fâtıma, Hz. Ali´ye:
"Ey Hasan´ın babası! Resûlullah Aleyhisselamı gömdünüz mü " diye sordu.
Hz. Ali:
"Evet!" dedi.
Hz. Fâtıma:
"Onun üzerine toprak saçmaya gönlünüz nasıl razı oldu " diye sordu ve:
"Halbuki, o, rahmet ve merhamet peygamberi idi!" dedi.
Hz. Ali:
"Evet, öyledir! Fakat Allah´ın emri geri kalmaz ki! İnsan, yaratılmış olduğu toprağa gömülegelm iştir!" dedi. [696]
Hz. Fâtıma, Enes b. Malik´e de, Peygamberimiz Aleyhisselamı gömüp dönerken:
"Ey Enes! Resûlullah Aleyhisselamı toprağa gömüp dönmenize, [697] onun üzerine toprak saçmanıza, çekmenize gönlünüz nasıl razı olabildi !" dedi. [698]
Peygamberimiz Aleyhisselamı gömüp dönenler, gönüllerinde elem ve ıztıraptan başka birşey duymamakta idiler. [699]
Peygamberimiz Aleyhisselam İçin Mersiyeler Söylenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı üzerine birçok mersiyeler söylendi.
Hz. Fâtıma söylediği mersiyelerinde şöyle dedi:
"Gökyüzünün ufukları tozlandı.
Güneş dürülüp ışığını kaybetti.
Gecesi gündüzü karanlıklara gömüldü.
Peygamberden sonra, yeryüzü ona duyduğu teessürden ve şiddetli ıztıraptan dolayı bir kum yığını haline geldi.
Varsın ona Doğunun ve Batının şehirleri ağlasın!
Mudarlarve bütün Yemen kabileleri ona ağlasın!
Ona yüce dağlar, ovalar, örtülü Beytullah ve rükünler de ağlasın!
Ey peygamberler hâtemi olan (babam!)
Furkan´ı indiren sana getirdi salâtü selam!" [700]
Hz. Fâtıma, Peygamberimiz Aleyhisselamin kabrinin toprağından alıp[701] kokladıktan[702] ve gözlerine sürdükten sonra: [703]
"Ahmed Aleyhisselamın toprağını koklayanın hali ne mi olur: ömür boyunca güzel koku koklama-mak.
Benim üzerime öyle musibetler döküldü ki, onlar gündüzlerin üzerine dökülseydi, gece olurlardı belki!" dedi. [704]
Hz. Ali, [705] Peygamberimiz Aleyhisselamın halaları Hz. Ervâ, Hz. Safiyye, [706] Ashab-ı Kiramdan Hz. Ebu Bekir, [707] Hz. Ömer, [708] Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hâris´in oğlu Ebu Süfyan, [709] Ensar şairlerinden Hassan b. Sabit, [710] Ka´b b. Malik, [711] şair Ebu Züeylü´l-Hüzelî, [712] Hind binti Haris, Hind binti Üsâse, Atike binti Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselamın dadısı Ümmü Eymen, [713] Peygamberimiz Aleyhisselam için mersiyeler söyleyerek duydukları derin acılarını dile getirmişlerdir.[714]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kabrinin Ravza-i Mutahhara´daki Durumu
Rivayete göre, Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer´in kabrinin durumu şu şekildedir: Peygamberimiz Aleyhisselamınki kıbleye doğru biraz ileride olup; Hz. Ebu Bekir´in başı Peygamberimiz Aleyhisselamın omuzu hizasında, Hz. Ömer´in başı da Hz. Ebu Bekir´in omuzu hizasında bulunmakta idi. [715]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kabrinde Diri Olup Verilen Salât ü Selamların Kendisine Sunulduğu
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"...Cuma gününde benim üzerime salâtü selam getirmeyi çoğaltınız!
Çünkü, sizin salât ü selamlarınız bana sunulur" buyurmuştu.
"Yâ Rasûlallah! Kabrinizde çürümüş bir kemik haline gelmiş bulunurken bizim salât ü selamlarımız sana nasıl sunulur " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İyi biliniz ki; Allah peygamberlerin (onlara salâtü selamlar olsun) cesetlerini yiyip çürütmeyi yere haram kılımıştir! [716]
Allah´ın yeryüzünde gezen melekleri vardır ki, ümmetim tarafından getirilen salât ü selamları bana ulaştırırlar. [717]
Sağlığım sizin için hayırlıdır: Siz benimle konuşursunuz. Ben de sizinle konuşurum!
Vefatım da sizin için hayırlıdır Amelleriniz bana arzolunur. Hayırlı amellerinizi gördüm mü, ondan dolayı Allah´a hamd ederim.
Kötü amellerinizi gördüm mü, sizin için Allahtan mağfiret dilerim" buyurmuştur. [718]
Peygamberimiz Aleyhisselama Salât ü Selam Getirmenin Gerekliliği ve Nasıl Getirileceği
Yüce Allah, Kur´ân-ı Kerîm´de:
"Gerçekten, Allah ve melekleri, Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât ediniz, selam veriniz!" buyurmuştur. [719]
Ashabdan Ka´b. b. Ucre der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam yanımıza çıkınca, kendisine:
´Yâ Rasûlallah! Sana salât ü selam getirmek gerektiğini öğrendik ama, sana salât ü selamı nasıl getireceğiz ´ dedik.
Resûlullah Aleyhisselam
´Allah´ım! İbrahim´in âline salât buyurduğun gibi, Muhammed´e ve âline de salât buyur! Muhakkak ki, Sen hamd edilmeye lâyıksın, yücesin!
Allah´ım! İbrahim´in âline bereket verdiğin gibi, Muhammed´e ve âline de bereket ver! Muhakkak ki, Sen hamd edilmeye lâyıksın, yücesin!´ deyiniz!" buyurdu. [720]
Resûlullaha Salât ü Selam Getirene Yüce Allah´ın Mukabele Edişi
Abdurrahman b. Avf der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam vakıf hurmalıklarına doğru çıkıp gidince, kendisini takip ettim.
Resûlullah Aleyhisselam, hurmalığa girer girmez, kıbleye yöneldi ve secdeye kapandı! Secdeyi o kadar uzattı ki, Azîz ve Celîl olan Allah´ın secdede onun ruhunu kabzettiğini sandım!
Bakmak için yakınına varıp oturdum.
Resûlullah Aleyhisselam secdeden başını kaldırdı ve:
´Kim o ´ diye sordu.
´Abdurrahman!1 dedim.
´Ey Abdurrahman! Senin burada ne işin var 1 diye sordu.
´Yâ Rasûlallah! Sen secdeye kapandın, bir kere secde ettin. Yüce Allah´ın secdede ruhunu kabzetmiş olmasından korktum!1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Cebrail Aleyhisselam bana gelip:
´Azîz ve Celîl olan Allah, ´Sana salât getirene, Ben de salât getiririm. Sana selam verene, Ben de selam veririm!´ buyuruyor´ dedi.
Bunun için, Yüce Allah´a şükrâne olarak secde ettim1 buyurdu." [721]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ahiretteki Derecesinin Yüceliği
Peygamberimiz Aleyhisselam hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
"Kıyamet günü, [722] Sûr´un son üfürülüşünden sonra yerden başını kaldıracakların, [723] toprağı yarılarak kabirlerinden çıkanların ilki benim!
Övünme yok! [724]
Çıkar çıkmaz bana Cennet elbiselerinden* bir elbise giydirilecek.
Sonra da Arşın sağında duracağım ki, yaratıklardan o makamda benden başka kimse duracak değildir. [725]
Kıyamet gününde Âdem oğullarının efendisi, ulusu benim[726]
Övünme yok! [727]
Livâü´l-hamd (hamd sancağı) bana verilecek, benim elimde bulunacak! [728]
Kıyamet günü hamd sancağını ben taşıyacağım[729]
Övünme yok! [730]
Kıyamet günü peygamberlerin imamı, hatibi ve onların şefaat sahibi de ben olacağım!
Övünme yok! [731]
O gün.Âdem ve diğer peygamberlerden hiçbiri yoktur ki, benim sancağımın altında bulunmasın! [732]
Övünme yok! [733]
Bana vesîle´yi dileyiniz!
Bu vesile cennette öyle bir derecedir ki, Allah´ın kullarından yalnız bir kula lâyıktır!
O kulun da ben olmamı umarım!
Her kim, bana vesîle´yi dilerse kendisi şefaate lâyık olur! [734]
Her peygamberin kabul olunan belli bir duası vardır.
Her peygamber de o belli duasını önceden yapmış bulunmaktadır.
Fakat, ben o duamı Kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklamışımdır! [735]
Kıyamet gününde ilk şefaat eden ve şefaati kabul buyurulan benim! [736]
Övünme yok! [737]
Cennetin kapılarının halkalarını ilk ben çakacak ve Allah da bana kapılan açacak ve yanımda mü´minlerin fakirleri olduğu halde beni cennete koyacaktır!
Övünme yok!
Öncekilerin ve sonrakilerin[738] Allah katında[739] en değerlisi benim!
Övünme yok! [740]
Kıyamet gününde sustukları zaman insanların hatipleri benim!
Tutuldukları zaman şefaatçileri benim! [741]
Ye´se ve ümitsizliğe düştükleri zaman[742] cennetle[743] müjdeleyicileri benim! [744]
Yüce Allah Kıyamet gününde bütün insanları, öncekilerini sonrakilerini düz bir yerde biraraya toplayacak.
Öyle ki, kendilerini çağıran sesini, ayrı ayrı hepsine duyurabilecek.
Göz hepsini görebilecek.
Güneş kendilerine yaklaşacak.
İnsanların gam ve sıkıntıları dayanılmaz, çekilmez dereceyi bulacak! [745]
Güneş o gün kullara bir veya iki mil kadar yaklaştırılacak, onları eritecek!
Amellerinin derecesine göre kullar tere batacaklar. Ter, kiminin aşık kemiklerine, kiminin böğürlerine kadar çıkacak!
Kimini de gemleyecek! [746]
O gün, adam var ki, ter kendisini boğacak dereceye çıkacak da: ´Yâ Rab! Cehenneme atmakla da olsa, beni rahata erdir!´ diyecektir! [747]
Bunun üzerine, insanlar birbirlerine:
´Halinizi görmüyor musunuz Başınıza geleni görmüyor musunuz Rabbinizin katında kendinize şefaat edecek birini bulup, daha başınızın çaresine bakmayacak mısınız !1 diyecekler.
Birbirlerine:
´Âdem´e gidiniz!1 deyip, Âdem´e varacaklar ve:
´Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni Kudret Eliyle yaratmış, Ruhundan sana ruh nefhet-miş, meleklere emir buyurmuş, onlarda sana secde etmişlerdir. [748]
Alla, sana herşeyin isimlerini bildirmiştir. [749]
Sen bizim ne halde olduğumuzu bilmiyor, başımıza neler geldiğini görmüyor musun [750]
Rabbinin katında bize şefaat et! [751] Bizi şu bulunduğumuz müşkil mevkiden kurtarsın!´ diyecek-ler. [752]
Âdem ise, onlara:
´Yüce Rabbim bugün öyle gazaba gelmiştir ki, ne bundan önce bu derece gazaba gelmişliği vardır, ne de bundan sonra bu derece gazaba gelir! [753]
Hem ben de sizin düşmüş olduğunuz isyan durumu gibi müşkil bir duruma düşmüş bulunuyorum! [754]
Vaktiyle, O bana ağacın meyvesinden yemeyi yasaklamıştı da, ben onu yiyip Kendisine âsi olmuştum!
Ben bugün ancak kendimi düşünebilirim, kendimi! [755]
Ben sizin için şefaat edebilecek halde ve mevkide değilim ! [756]
Siz benden başkasına gidiniz! [757]
Babanızdan sonra babanız olan. [758] Allah´ın Tufan´dan sonra yeryüzü halkına gönderdiği ilk peygamber bulunan[759] Nuh´a gidiniz!´ diyecek!
Bunun üzerine mahşer halkı Nuh´a varıp:
´Ey Nuh! Sen Tufan´dan sonra yeryüzü halkına gönderilen peygamberlerin ilkisin!
Allah, seni şükredici bir kul olarak adi andırın iş, [760] seçmiş, senin duanı kabul buyurup yeryüzünde kâfiri erden yurt tutan hiçbir kimse bırakım amıştır. [761]
Sen Rabbin katında bize şefaat et!
Bizim ne halde olduğumuzu bilmiyor, başımıza neler geldiğini görmüyor musun ´ diyecekler.
Nuh da:
´Rabbim bugün öyle gazaba gelmiştir ki, ne bundan önce bu derece gazaba gelmişliği vardır, ne de bundan sonra bu derece gazaba gelir!
Hem benim bir duam vardır ki, onu kavmim aleyhinde yapmış bulunuyorum!
Ben bugün ancak kendimi düşünebilirim, kendimi! [762]
Ben sizin için şefaat edebilecek halde ve mevkide değilim[763]
Siz benden başkasına, [764] Halîlü´r-Rahman´a, [765] İbrahim´e gidiniz! [766] Yüce Allah onu halil ve dost edinmiştir!´ diyecek, [767] ve Mahşer halkı İbrahim´e vararak:
´Ey İbrahim! Sen Allah´ın peygamberi ve yeryüzü halkından O´nun halili ve dostusun!
Sen Rabbin katında bize şefaat et!
Sen bizim ne halde olduğumuzu bilmiyor, başımıza neler geldiğini görmüyor musun ´ diyecekler.
İbrahim ise, onlara:
´Rabbim bugün öyle gazaba gelmiştir ki, ne bundan önce bu derece gazaba gelmişliği vardır, ne de bundan sonra bu derece gazaba gelir! [768]
Hem ben, asılsız yere üç söz söylemişimdir!´ diyecek, [769] onları anlatacak. [770]
´Ben bugün ancak kendimi düşünebilirim, kendimi! [771]
Ben sizin için şefaat edebilecek halde ve mevkide değilim ! [772]
Siz benden başkasına gidiniz! Musa´ya gidiniz! [773]
Çünkü, Yüce Allah onunla konuşmuş, [774] ona Tevrat´ı vermiştir´ diyecek. [775]
Bunun üzerine mahşer halkı Musa´ya varacaklar.
Ona:
´Ey Musa! Sen Allah´ın Resûlüsün! Allah seni risâletleriyle ve seninle konuşmasıyla insanlara üstün kılmıştır!
Sen bizim için Rabbin katında şefaat et!
Sen bizim ne halde olduğumuzu bilmiyor, başımıza neler geldiğini görmüyor musun ´ diyecekler.
Musa ise, onlara:
´Rabbim bugün öyle gazaba gelmiştir ki, ne bundan önce bu derece gazaba gelmişliği vardır, ne de bundan sonra bu derece gazaba gelir!
Hem ben öldürmem bana emredilmemiş bir adamı öldürmüşümdür!
Ben şimdi ancak kendimi düşünebilirim, kendimi! [776]
Ben sizin için şefaat edebilecek halde ve mevkide değilim ! [777]
Siz benden başkasına gidiniz! İsa´ya gidiniz!
Çünkü o anadan doğma körlerin gözünü açar, alaca illetini iyi eder, ölüleri diriltirdi! [778]
O, Allah´ın kulu, resûlü, kelimesi ve Meryem´e nefhettiği ruhudur!´ diyecek. [779]
Mahşer halkı İsa´ya varacaklar ve ona:
´Ey İsa! Sen Allah´ın Resûlüsün! Allah´ın Meryem´e ilkâ ettiği kelimesi ve Allah tarafından neftıedilen ruhusun!
Sen beşikte insanlarla konuşmuştun.
Bize Rabbin katında şefaat et!
Sen bizim ne halde olduğumuzu bilmiyor, başımıza neler geldiğini görmüyor musun ´ diyecekler.
İsa ise, onlara:
´Rabbim bugün öyle gazaba gelmiştir ki, ne bundan önce bu derece gazaba gelmişliği vardır, ne de bundan sonra bu derece gazaba gelir!´ diyecek, günah anmayacak. [780]
Ben bugün ancak kendimi düşünebilirim, kendimi! [781]
Ben sizin için şefaat edebilecek halde ve mevkide değilim ! [782]
Siz benden başkasına gidiniz! [783] Âdem oğullarının efendisine, ulusuna gidiniz!
Çünkü o, Kıyamet günü toprağı yarılarak kabirlerinden çıkanların ilkidir! [784]
Siz Muhammed Aleyhisselama gidiniz! [785]
O, geçmiş ve gelecek kusurlarını Allah´ın bağışlamış olduğu bir kuldur! [786]
Yüce Rabbiniz katında sizin için o şefaat eder!´ diyecek. [787]
Bunun üzerine mahşer halkı bana gelecekler
´Ey Muhammed! Sen Allah´ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncususun.
Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır!
Sen Rabbin katında bize şefaat et!
Sen bizim ne halde olduğumuzu bilmiyor, başımıza gelenleri görmüyor musun ´ diyecekler.
Ben de, kalkıp Arşın altına geleceğim.
Orada Rabbimin huzurunda secdeye kapanacağım.
Sonra Allah Kendisine ait hamdlerden, senaların güzellerinden bana öylelerini fetih ve ilham buyuracak ki, onları benden önce hiçbir kimseye fetih ve ilham buyurmuş değildir!*
Sonra bana:
´Ey Muhammed! Başını secdeden kaldır! Dile, dileğin verilecek! Şefaat et, şefaatin kabul olunacak!´ buyurulacak.
Bunun üzerine, ben de başımı kaldırıp:
´Ya Rab! Ümmetimi! Ümmetimi ! [788]
Yâ Rab! Ümmetimi! [789] Ümmetimi!
Yâ Rab! Ümmetimi! Ümmetimi!´ diyeceğim. [790]
Bunun üzerine:
´Ey Muhammedi Ümmetinden hesapsız olanları cennet kapılarından sağındakinden cennete koy!´ denilecektir.
Onlar, bu kapıdan başka, öteki kapılarda da insanlara ortaktırlar.
Muhammed´in varlığı Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; cennet kapılarının iki kanadının arası Mekke ile Himyer, Hecerveya Busrâ arası kadardır. [791]
Şefaat için bana bir had çizilecek[792] ve:
´Haydi git! Kimin kalbinde bir buğday veya arpa tanesi kadar iman varsa, onu[793] cehennemden çıkar! [794] Cennete koy!´ denilecek. [795]
Ben de o had dahilinde insanlan cehennemden çıkarıp cennete koyacağım.
Sonra Rabbime dönerek secdeye kapanacağım.
Yüce Allah yine dilediği kadar beni secde halinde bırakacak.
Sonra bana:
´Ey Muhammedi Başını secdeden kaldır! Söyle, sözün tutulsun! İste, isteğin verilsin! Şefaat dile, şefaatin kabul olunsun!1 denilecek.
Ben de başımı secdeden kaldırarak Rabbime, Kendisinin bana öğrettiği bir hamd ile hamd edeceğim.
Sonra şefaatte bulunacağım.
Rabbiım bana bir had çizecek[796] ve:
´Haydi git, kimin kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa, onu cehennemden çıkar! [797] Cennete koy!´ denilecek.
Ben de gidip kimin kalbinde o kadar iman bulursam onu[798] cehennemden çıkarıp cennete koyacağım. [799]
Sonra Rabbime dönüp aynı hamdlerle hamd edeceğim.
Sonra O´nun için secdeye kapanacağım.
Bana tekrar:
´Ey Muhammedi Secdeden başını kaldır! Söyle, sözün tutulsun! İste, isteğin verilsin! Şefaat dile, şefaatin kabul olunsun!1 denilecek.
Ben de:
´Yâ Rab! Ümmetimi! Ümmetimi!´ diyeceğim.
Bana:
´Git! Kalbinde hardal tanesinden çok çok çok daha az iman bulunan kim varsa, onu da cehennemden çıkar! [800] Cennete koy!´ denilecek.
Ben de gidip kimin kalbinde azıcık iman bulursam onu cennete koyacağım. [801]
Sonra dördüncü kez Rabbime dönerek aynı hamd ve senalarla O´na hamd edeceğim. Secdeye kapanacağım!
Bana:
´Ey Muhammedi Başını secdeden kaldır! Söyle, sözün dinlensin! İste, isteğin verilsin! Şefaat dile, şefaatin kabul edilsin!´ denilecek.
Ben gidip bunu da yapacağım. [802]
´Yâ Rabbi! Cehennemde Kur´ân´ın hapsettiklerinden, yani cehennemde temelli kalmaları gerekenlerden başka kimse kalmadı! [803]
Yâ Rab! Lâ ilahe illallah=Allah´tan başka hiçbir ilah yok, diyenlere şefaat için de bana izin ver!´ diyeceğim.
Yüce Allah:
´Bu, Sana ait değildir.
Fakat, izzet ve kibriyâma, azamet ve cibriyâma yemin ederim ki, ´Lâ ilahe illallah1 diyenleri cehennemden muhakkak Ben çıkaracağım!´ buyuracak. [804]
Ümmetimden cehennemde, cehennemliklerin yanında kalanlara, cehennemlikler:
´Sizin Yüce Allah´a hiçbir şeyi şerik koşmaksızın ibadet etmiş olmanızın size ne yararı oldu Sizi Allah´ın azabından kurtarabildi mi sanki !´ diyecekler.
Bunun üzerine, Yüce Allah:
´İzzet ve celâlim hakkı için onları da cehennemden azad edeceğim!´ buyuracak.
Göndereceklerini gönderecek.
Onlar, kömür halinde cehennemden çıkarılıp hayat ırmağının içine konulacaklar da, sel uğrağında biten yabani reyhan tohumlarının çarçabuk bittiği gibi, yeniden öylece bitecekler!
Onlar iki gözlerinin arasına ´Bunlar Azîz olan Allah´ın azadlılan´ yazısı yazılarak cennete konulacaklardır.
Cennet halkı, onlara:
´Bunlar cehennemliklerdir!´ diyecekler.
Yüce Allah ise:
´Hayır! Bunlar Azîz ve Cebbar olan Allah´ın azadlılarıdır!´ buyuracaktır." [805]
NA´T-I NEBEVÎ
İki cihan güneşi, Sensin yâ Rasulallah!
Bulunmayan bir eşi, Sensin yâ Rasulallah!
Yartatmıştır nurunu Senin ilk önce Mevlâ,
Yaratmış yeri,göğü...Senin için Yüce Mevlâ!
Kâinat örgüsüne işlenmiş özel adın
Işıkların tuğrası, tuğudur güzel adın!
Tevhid levhasını da, Senin adın tamamlar,
Sevgi gülistanına Senin tadından damlar!
Tevrat´ta, İncil´de Sen, müjdelenen Ahmed´sin
Süryanca Münhamennâ, Kur´ân´ca Muhammed´sin!
Sana bütün yeryüzü, olmuş namazgah, mâbed
Cihan Peygamberliğin hükümrân ilelebed.
Geçmiş peygamberlerden Seninçin ahd alınmış
Ümmetleri adına Sana bağlı kalınmış.
Sensin Kıyamet günü, kabrinden ilk kalkacak,
Arşın sağ yanında da duracak Sensin ancak
Sensin tek efendisi Âdem oğullarının
Sensin en sevgilisi Allah´a, kullarının.
Sensin ahiret günü peygamberler önderi
Rabbin hamd sancağını taşıyan peygamberi
Sensin en şereflisi halkın Allah katında
Peygamberler duracak sancağının altında!
Mahşerde herkes Senin rahmetinin muhtacı:
Sendedir hamd sancağı, Sende şefaat tacı!
Umutsuzlara o gün, umut verecek Sensin
Onların üstlerine kanat gerecek Sensin!
Verilecek sırt Sana makamın en yücesi:
Makam-ı Mahmud ile Vesîle derecesi.
Mahşerde her dileği Sensin kabul olunan
Sensin Hakk´a kulların en yakını bulunan.
Bütün cihan halkıyla tartıIsan, fazilette
Daha ağır gelirdin onlardan, Sen elbette.
Gererdin kol kanat Sen, başvuran her âcize
Gösterdiğin olurdu, gerektikçe mucize.
Mucize nurun Senin, parıl parıl yanardı,
Geceleyin görenler onu kandil sanardı.
Aç ve yorgun develer, Sana dert yanarlardı,
Dertlerinin devası belli ki Sende vardı.
En sert başlar karşında uysallık gösterirdi,
Ağaçlar ve taşlar da Sana selam verirdi.
Herşey Senin emrini dinler kabul ederdi,
Sen "Gel!" dersen gelirdi, "Dön, git!" dersen giderdi.
Görür gibi önünü, ardını da görürdün,
Hastalığı giderir, gözsüzü gördürürdün.
Geleceğe ait Sen, neyi verirsen haber,
Haber verdiğin gibi çıkardı birer birer.
Kur´ân ile yumuşatan Sendin ancak Ömer´i
Bir işaretle böldün ikiye Sen Kameri
Mütevazi sofranda büyük bereket vardı,
Az nesneler çoğalır, yeter, hatta artardı.
Önünde yemeklerin tesbîhi duyulurdu,
Avucunda çakıllar tesbîhe koyulurdu.
Merhametin, şefkatin ölçüleri aşardı,
Kör kuyular duanla kaynar, dolar, taşardı.
Dua etsen gök gürler, yer yer şimşek çakardı,
Mübarek parmakların çeşme olur, akardı.
Seferlerde orduyu suladığın olurdu
Beldeler kuraklıktan duanla kurtulurdu.
El atsan arık davar sütlenir, süt verirdi
Manevî heybetinden krallar ürperirdi.
B esm eleyle saçtı ğı n bir tek avuç toprağın
Ederdi bir orduyu, tedirgin, darmadağın!
Mekke´deyken bir gece, tüm gökleri dolaştın,
Melekût âleminin doruğuna ulaştın!
Beşeriyyet kaydını kırdın, aştın orada,
Bin bir tecellîlerle karşılaştın orada!
İlâhî iltifatla, hitapla dolup taştın,
Şirksiz bir yaklaşımla Mevlâ´na Sen yaklaştın!
İsrâ ve Mi´râcınla kıldı Seni Hak mümtaz,
Ümmetinin mi´râcı, oldu beş vakit namaz.
Kur´ân, Senin en büyük, en devamlı mucizen,
Verdin ona göre Sen herşeye gerçek düzen.
İlâhî kitaplığın kutluluğu ondadır,
Dünyanın, ahiretin mutluluğu ondadır.
Gece gündüz okunan İlâhî kitap Kur´ân,
Hayrandı dün de ona, bugün de herkes hayran.
Gerçekledi o ancak Batının rüyasını
Hayretlere düşürdü ilim-fen dünyasını.
Edindin her hususta Kur´ân´ı Sen tek rehber
Okudun, okutturdun onu herkese ezber.
Yürürdün hak yolunda dosdoğru, yol açıksa
Asla geri dönmezdin cihan karşına çıksa.
Başladığın bir işi, bırakmazdın yarıda
Bulunurdun herkese bu yolda uyarıda.
"Kıyamet kopsa bile işi bırakma!" derdin,
Dünyayı âhiretin tarlası addederdin.
Hakka tevekkülde de halkı uyandırırdın
Önce tedbir aldırır, sonra dayandırırdın.
Çağlarca olmayanı yirmüç yılda oldurdun
Karanlık gönüllere tevhid nuru doldurdun.
Putu, putperestliği kaldırdın tüm ülkenden,
Hiçbir açık vermedin bu yoldaki ilkenden.
Bugün bile ülkende ne putperest, ne put var
Bu eşsiz başarını, düşman da olsa kutlar.
Yerleştirdin kalblere Sen Allah saygısını
Giderdin herkesteki can, mal, ırz kaygısını.
Kurdun öyle mucize bir düzen bu uğurda
Güttürdün koyunları, dağda uluyan kurda!
Gençliğinde de Senin "el-Emîn"di bir adın,
Üstün vasıflarına hayrandı erkek kadın.
Her çağda ömek insan varsa da her ulusta
Ömeklerin Ömeği Sen oldun her hususta
Kur´ân idi ahlâkın, alırdın dersi Hak´tan
Yeşerttin kuru yeri o ilâhî kaynaktan
Tevrafta ve İncil´de na´tın destan heryanda
Yüce Rabbin övüyor ahlâkını Kur´ân´da
Toplamıştı Yaratan Sende her özelliği
Buyurdun: "İslâmiyet, önce huy güzelliği"
Güzel, iyi huyları tamamlamak için Sen
Gönderildin cihâna, rahmet olarak zaten.
Derdin: İyi huylunuz, en sevgiliniz Bana
Yüce Allah buğzeder kötü huylu olana.
"Allah´ın ahlâkıdır güzel huy!" buyururdun,
Bunun Sen önemini herkese duyururdun.
Kendin için her neyi özlüyor, istiyorsan,
Herkesçin de iste ki, olasın mü´min insan.
En üstün müslüman da, o kimsedir derdin
Sen, Müslümanlar elinden, dilinden kalır esen.
Herşeyden en uygunu, en kolayı seçerdin,
Hiç kin tutmaz, öç almaz, hoşgörür, vazgeçerdin.
Ne bir ayb araştırır ne kusura bakardın
Ne yaptığın iyiliği anar, başa kakardın.
Bağışlanmışken Senin geçmişin, geleceğin
Ayrılmadın tâattan ölüm ânına değin.
İbadete dalmaktan derin birhaz alırdın
Uzaklaşır herşeyden, sırf Rabbinle kalırdın.
Kapandıkça secdeye, başın Arş´a değerdi,
Yücelikler önünde, eğilir, baş eğerdi.
Boyunlar eğilirken, yürünürken izinde,
Gömülür, kaybolurdun tevazu denizinde.
Medine´de kendine ne bir saray kurdurdun
Ne kapında, çevrende nöbetçiler durdurdun.
Yetimler, kimsesizler... ayrılmazdı başından
Yoksullar, çekinmeden gelir, yerdi aşından.
Herşeyler em rindeyken yerdin arpa ekmeği, Sen ne yererdin, ne de överdin bir yemeği.
Kurumuş ekmeğine sirke ve tuz katardın, Kulübede oturur, kuru yerde yatardın.
Saltanat bir gösteriş, aldanıştı katında Boş şeylere hiç önem vermedin hayatında.
Dünya sanki bir ağaç, yolcuydun altında Sen Dinlenen yolcu, derdin, ayrılır ordan hemen!
Diller vasfından âciz, ne dense hakkında az, Peygamberler içinde Senin sânın pek mümtaz.
Ne mutlu ümmetiniz, bu nimet bize yeter, Dünyada, ahirette bu himmet bize yeter.
Ey Allah´ın Resûlü! Bizim günahımız çok! Senin rahmet kapından başka bir kapımız yok!
Razıyız olalım hep Kapının eşiği tek Ayırmasın Mevlâmız, Senden bizi haşre dek!
Başka kim var yerlerde, göklerde selamlanır Seni en çok sevenin imanı tamamlanır.
Pervanen olup Senin yanmayan ateşine Seninçin çarpınmayan kalbin, tende işi ne
Eğilin ulu dağlar, dik yamaçlar, yokuşlar! Siz ey seher yelleri, siz ey uçuşan kuşlar!
Esin, uçun ne olur Medine´ye doğru siz Aşıksınız oraya sizler de hiç şüphesiz!
Gönüller demetini unutmayınız sakın! Ravza-i Nebevimin eşiğine bırakın!
Sunun selamımızı, kalbleratıp durdukça Güneş, ay ve yıldızlar doğup batıp durdukça!
S al ât ü selam ona, âline, ashabına
Mahrum olmaz başvuran onun rahmet babına!
Hürmetine Resûlün, kulun Ebu´l-Kâsım´ın, Yüce Mevlâm bağışla günahını Âsım´ın!
İki cihan güneşi, Sensin yâ Rasulallah! Bulunmayan bir eşi, Sensin yâ Rasulallah! Yartatmıştır nurunu Senin ilk önce Mevlâ, Yaratmış yeri,göğü...Senin için Yüce Mevlâ! Kâ,inat örgüsüne işlenmiş özel adın Işıkların tuğrası, tuğudur güzel adın! Tevhid levhasını da, Senin adın tamamlar, Sevgi gülistanına Senin tadından damlar! Tevrat´ta, İncil´de Sen, müjdelenen Ahmed´sin Süryanca Münhamennâ, Kur"ân´ca Muhammed´sin! Sana bütün yeryüzü, olmuş namazgah, mâbed Cihan Peygamberliğin hükümrân ilelebed. Geçmiş peygamberlerden Seninçin ahd alınmış Ümmetleri adına Sana bağlı kalınmış. Sensin Kıyamet günü, kabrinden ilk kalkacak, Arşın sağ yanında da duracak Sensin ancak Sensin tek efendisi Âdem oğullarının Sensin en sevgilisi Allah´a, kullarının. Sensin ahiret günü peygamberler önderi Rabbin hamd sancağını taşıyan peygamberi Sensin en şereflisi halkın Allah katında Peygamberler duracak sancağının altonda! Mahşerde herkes Senin rahmetinin muhtacı: Sendedir hamd sancağı, Sende şefaat tacı! Umutsuzlara o gün, umut verecek Sensin Onların üstlerine kanat gerecek Sensin! Verilecek sırf Sana makamın en yücesi: Makam-ı Mahmud ile Vesîle derecesi. Mahşerde her dileği Sensin kabul olunan Sensin Hakk´a kulların en yakını bulunan. Bütün cihan halkıyla tartı Is an, fazilette Daha ağır gelirdin onlardan, Sen elbette. Gererdin kol kanat Sen, başvuran her âcize Gösterdiğin olurdu, gerektikçe mucize. Mucize nurun Senin, parıl parıl yanardı, Geceleyin görenler onu kandil sanardı. Aç ve yorgun develer, Sana dert yanarlardı, Dertlerinin devası belli ki Sende vardı. En sert başlar karşında uysallık gösterirdi, Ağaçlar ve taşlar da Sana selam verirdi. Herşey Senin emrini dinler kabul ederdi, Sen "Gel!" dersen gelirdi, "Dön, git!" dersen giderdi. Görür gibi önünü, ardını da görürdün, Hastalığı giderir, gözsüzü gördürürdün. Geleceğe ait Sen, neyi verirsen haber, Haber verdiğin gibi çıkardı birer birer. Kur´ân ile yumuşatan Sendin ancak Ömer´i Bir işaretle böldün ikiye Sen Kameri Mütevazi sofranda büyük bereket vardı, Az nesneler çoğalır, yeter, hatta artardı. Önünde yemeklerin tesbîhi duyulurdu, Avucunda çakıllar tesbîhe koyulurdu. Merhametin, şefkatin ölçüleri aşardı, Kör kuyular duanla kaynar, dolar, taşardı. Dua etsen gök gürler, yer yer şimşek çakardı, Mübarek parmakların çeşme olur, akardı. Seferlerde orduyu suladığın olurdu Beldeler kuraklıktan duanla kurtulurdu. El atsan arık davar sütlenir, süt verirdi Manevî heybetinden krallar ürperirdi. B esm eleyle saçtı ğı n bir tek avuç toprağı n Ederdi bir orduyu, tedirgin, darmadağın! Mekke´deyken bir gece, tüm gökleri dolaştın, Melekût âleminin doruğuna ulaştın! Beşeriyyet kaydını kırdın, aştın orada, Bin bir tecellîlerle karşılaştın orada! İlâhî iltifatla, hitapla dolup taştın, Şirksiz bir yaklaşımla Mevlâ´na Sen yaklaştın! İsrâ ve Mi´râcınla kıldı Seni Hak mümtaz, Ümmetinin mi´râcı, oldu beş vakit namaz. Kur´ân, Senin en büyük, en devamlı mucizen, Verdin ona göre Sen herşeye gerçek düzen. İlâhî kitaplığın kutluluğu ondadır, Dünyanın, ahiretin mutluluğu ondadır. Gece gündüz okunan İlâhî kitap Kur´ân, Hayrandı dün de ona, bugün de herkes hayran. Gerçekledi o ancak Batının rüyasını Hayretlere düşürdü ilim-fen dünyasını. Edindin her hususta Kur´ân´ı Sen tek rehber Okudun, okutturdun onu herkese ezber. Yürürdün hak yolunda dosdoğru, yol açıksa Asla geri dönmezdin cihan karşına çıksa. Başladığın bir işi, bırakmazdın yarıda Bulunurdun herkese bu yolda uyarıda. "Kıyamet kopsa bile işi bırakma!" derdin, Dünyayı ahiretin tarlası addederdin. Hakka tevekkülde de halkı uyandırırdın Önce tedbir aldırır, sonra dayandırırdın. Çağlarca olmayanı yirmüç yılda oldurdun Karanlık gönüllere tevhid nuru doldurdun. Putu, putperestliği kaldırdın tüm ülkenden, Hiçbir açık vermedin bu yoldaki ilkenden. Bugün bile ülkende ne putperest, ne put var Bu eşsiz başarını, düşman da olsa kutlar. Yerleştirdin kalblere Sen Allah saygısını Giderdin herkesteki can, mal, ırz kaygısını. Kurdun öyle mucize bir düzen bu uğurda Güttürdün koyunları, dağda uluyan kurda! Gençliğinde de Senin "el-Emîn"di bir adın, Üstün vasıflarına hayrandı erkek kadın. Her çağda ömek insan varsa da her ulusta Ömeklerin Ömeği Sen oldun her hususta Kur´ân idi ahlâkın, alırdın dersi Hak´tan Yeşerttin kuru yeri o ilâhî kaynaktan Tevrat´ta ve İncil´de na´tın destan heryanda Yüce Rabbin övüyor ahlâkını Kur´ân´da Toplamıştı Yaratan Sende her özelliği Buyurdun: "İslâmiyet, önce huy güzelliği" Güzel, iyi huyları tamamlamak için Sen Gönderildin cihâna, rahmet olarak zaten. Derdin: İyi huylunuz, en sevgiliniz Bana Yüce Allah buğzeder kötü huylu olana. "Allah´ın ahlâkıdır güzel huy!" buyururdun, Bunun Sen önemini herkese duyururdun. Kendin için her neyi özlüyor, istiyorsan, Herkesçin de iste ki, olasın mü´min insan. En üstün müslüman da, o kimsedir derdin Sen, Müslümanlar elinden, dilinden kalır esen. Herşeyden en uygunu, en kolayı seçerdin, Hiç kin tutmaz, öç almaz, hoşgörür, vazgeçerdin. Ne bir ayb araştırır ne kusura bakardın Ne yaptığın iyiliği anar, başa kakardın. Bağışlanmışken Senin geçmişin, geleceğin Ayrılmadın tâattan ölüm ânına değin. İbadete dalmaktan derin birhaz alırdın Uzaklaşır herşeyden, sırf Rabbinle kalırdın. Kapandıkça secdeye, başın Arş´a değerdi, Yücelikler önünde, eğilir, baş eğerdi. Boyunlar eğilirken, yürünürken izinde, Gömülür, kaybolurdun tevazu denizinde. Medine´de kendine ne bir saray kurdurdun Ne kapında, çevrende nöbetçiler durdurdun. Yetimler, kimsesizler... ayrılmazdı başından Yoksullar, çekinmeden gelir, yerdi aşından. Herşeyler em rindeyken yerdin arpa ekmeği, Sen ne yererdin, ne de överdin bir yemeği. Kurumuş ekmeğine sirke ve tuz katardın, Kulübede oturur, kuru yerde yatardın. Saltanat bir gösteriş, aldanıştı katında Boş şeylere hiç önem vermedin hayatında. Dünya sanki bir ağaç, yolcuydun altında Sen Dinlenen yolcu, derdin, ayrılır ordan hemen! Diller vasfından âciz, ne dense hakkında az, Peygamberler içinde Senin sânın pek mümtaz. Ne mutlu ümmetiniz, bu nimet bize yeter, Dünyada, ahirette bu himmet bize yeter. Ey Allah´ın Resûlü! Bizim günahımız çok! Senin rahmet kapından başka bir kapımız yok! Razıyız olalım hep Kapının eşiği tek Ayırmasın Mevlâmız, Senden bizi haşre dek! Başka kim var yerlerde, göklerde selamlanır Seni en çok sevenin imanı tamamlanır. Pervanen olup Senin yanmayan ateşine
Seninçin çarpınmayan kalbin, tende işi ne * * *
Eğilin ulu dağlar, dik yamaçlar, yokuşlar! Siz ey seher yelleri, siz ey uçuşan kuşlar! Esin, uçun ne olur Medine´ye doğru siz Aşıksınız oraya sizler de hiç şüphesiz! Gönüller demetini unutmayınız sakın! Ravza-i Nebevinin eşiğine bırakın! Sunun selamımızı, kalbleratıp durdukça Güneş, ay ve yıldızlar doğup batıp durdukça! S al ât ü selam ona, âline, ashabına Mahrum olmaz başvuran onun rahmet babına! Hürmetine Resûlün, kulun Ebu´l-Kâsım´ın, Yüce Mevlâm bağışla günahını Âsım´ın![806]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Terikesi ve Borçlarının Ödenişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bize mirasçı olunmaz: Biz ne bırakırsak, sadakadır." [807]
"Benim mirasçılarım, bir dinar bile bölüşemezler.
Kadınlarımın nafakasından ve mütevellînin masrafından sonra, ne bırakırsam sadakadır" buyur-muştur.[808]
Hz. Âişe´nin ve sahabilerden bazılarının bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam vefat ettiği zaman miras olarak ne bir dirhem, [809] ne bir davar, ne bir deve, [810] ne bir erkek köle, ne bir kadın köle bırakmış, [811] ne de
(vasiyet edilecek malı bulunmadığı için) birşey vasiyet etmiştir. [812]
Peygamberimiz Aleyhisselamdan kalan, ancak bindiği ak bir katır ile Allah yolunda vakfetmiş olduğu bir arazi parçasından, [813] bir de kullandığı silahından ibaretti. [814]
Hatta, vefatı sırasında zırh gömleği bir Yahudide otuz sa1 arpa karşılığında terhin edilmiş bulunuyordu. [815]
Hz. Ebu Bekir, halife olunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın kime va´di varsa alacaklının gelip alacağını alması için Medine´de nida ettirdi ve onları Bahreyn´den gelen mallardan ödedi.
Hz. Ali de, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra:
"Resûlullah Aleyhisselamın kime bir va´di veya borcu varsa bana gelsin!" diyerek nida ettirdi.
Sağ oldukça her yıl adam gönderip kurban kesme günü Mina´da, Akabe yanında böylece nida ettirmeye devam etti.
Allah´ın kullarından gelip haklı haksız her isteyenin isteğini verdi.
Hz. Ali´den sonra, vefat edinceye kadar Hz. Hasan, ondan sonra da şehadetine kadar Hz. Hüseyin böyle yaptı. [816]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid Çevresinde Zevceleri İçin Yaptırmış Olduğu Odalar ve
Bunların Sonradan Alınıp Mescide Katılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´de Mescidini yaptırdığı zaman, Mescidin yanına kerpiçten iki oda da yaptırmış ve üzerlerini hurma kütüğü ve dallarıyla örttürmüştü.
Hz. Âişe´nin odasının kapısı Mescide giden yola doğru idi.
Hz. Şevde için yapılan odanın kapısı da, Mescidin üçüncü kapısı olan Âl-i Osman kapısına doğru idi. [817]
Peygamberimiz Aleyhisselam, başka zevceler alınca, sonradan odaların sayısı dokuza kadar çıkarıldı ve bunlar da Hz. Âişe´nin odasıyla kıble arasında, yani Mescidin doğusuna düşen kısmında yapıldı. [818]
Odaların bazısı kerpiçten, bazısı da taştandı.
Bazısı hurma dallarından (Bağdadî tarzında) yapılarak üzerleri çamur harçla sıvanmış ve hurma dallarıyla tavanlanmıştı.
Hasan b. Ebi´l-Hasan:
"Ben erginlik çağına henüz basmış bir genç iken Resûlullahın evlerine girmiş, elimle tavanına uzanıp yetişmiştim.
Resûlullahın odasının örtüsü servi veya ardıç kütüğü üzerine gerilmiş bir kıl dokuma kilimden ibaretti" demiştir.
Buhârî´nin Târîh´inden Süheylî´nin nakline göre de:
"Resûlullahın evinin kapısı halkasız olup yay ucuyla çalınırdı. [819]
Muhammed b. Hilal ile Atâü´l-Horasânî de, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerinin odalarını görmüşler, onların hurma dallarından yapılmış ve kapılarına siyah kıldan palas perdeler tutulmuş olduğunu bildirmişlerdir. [820]
Halife Abdulmelik´in Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerine ait odaların istimlak edilip yıkılarak Mescide katılmaları hakkındaki yazısı geldiği ve okunduğu gün, birçok kimseler gözlerinin yaşını tuta-mamışlar,[821]ağlaşmışlardır. [822]
Tabiîn bilginlerin Saîd b. Müseyyeb:
"Vallahi, onların oldukları hal üzere bırakılmalarını ne kadar arzu ederdim!
Medinelilerden yeni yetişenlerve Medine´ye dışarıdan gelenler Resûlullah Aleyhisselamın hayatında neyle yetindiğini görürler de, insanlar mal çoğalışına ve bununla öğünüşe rağbet etmezlerdi" demiştir. [823]
Peygamberimiz Aleyhisselamdan Kalan ve Ziyaret Edilen Emanetlerden Bazıları
1)Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 6. yılında Hudeybiye´de başının saçını Hıraş b. Ümeyye´ye kazıtmış; [824] Ümmü Umâre´nin bildirdiğine göre, Müslümanlar PeygamberimizAleyhisselamın kesilen saçını bölüşmüşler, bir demet de kendisi alıp vefatına kadar yanında saklamıştı. [825]
Peygamberimiz Aleyhisselamın başının sağ tarafından kesilen saçı Ebu Talha´ya verilmiş, [826] sol taraftan kesilen saç da halk arasında bölüştürülmüş, [827] kesilen saçının bir tek teli bile çevrelerini saran halk tarafından yere düşürülmemişti. [828]
Peygamberimiz Aleyhisselam, alnının saçını da-ricası üzerine-Halid b. Velid´e vermiş, [829] Halid b. Velid onu zaferler kazandığı savaşlarda başına giydiği kalensüvasının içinde taşımıştı . [830]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kesilen saçından zevceleri de herkes gibi almışlardır. [831]
Tabiîn bilginlerinin büyüklerinden İbn Şîrîn der ki:
"Abîde´ye [ölümü: 190 H .]:
´Bizim yanımızda Peygamber Aleyhisselamın saçı vardır.
Biz onu Enes b. Malikten veya onun ev halkı tarafından elde ettik1 dedim.
Abîde:
´Peygamber Aleyhisselamın saçından bir tek telin benim yanımda bulunması, bana dünyadan ve dünyadakilerden daha sevgilidir!´ dedi." [832]
2) Enes b. Malik´in, tüyü dökülmüş meşin tasmalı bir çift ayakkabı çıkarıp:
"Bu, Resûlullah Aleyhisselamın ayakkabısıdır!´ dediği, İsa b. Tahman tarafından rivayet edilir. [833]
Hicretin 100. veya 110. yılında Peygamberimiz Aleyhisselamın tasmalı bir ayakkabısı Mekke´de Ubeydullah b. Abbas b. Abdulmuttalib´in kızı Fâtıma´nın yanında bulunuyor ve isteyenlere gösteriliyor-du. [834]
Ebu´l-Fidâ (vefatı: 774 H.) der ki:
"600. Hicrî yıl civarında ve ondan sonra İbn Ebi Hadrad diye anılan tüccar bir adamın yanında Peygamberimiz Aleyhisselama ait ayakkabı teki bulunduğu duyulur.
Melik Eşref-i Musa b. Melikü´l-Âdil Ebu Bekir b. Eyyüb, bu ayakkabıyı pek çok mal verip satın almak isterse de, adam satmaya yanaşmaz.
Tüccarın ölümünden sonra, adı geçen melik onu satın alır.
Eşrefiye Dârü´l-hadisini yaptırınca, kale tarafında bir odayı ona tahsis ve bir bakıcı da tayin ederek, kendisine her ay kırk dirhem aylık bağlar.
Halen bu ayakkabı, Eşrefiye Dârü´l-hadisindeki yerinde bulunmaktadır." [835]
3)Peygamberimiz Aleyhisselama Hayber ganimetinden dört çift mest düşmüştü. [836] Habeş Necaşîsi Ashama da Peygamberimiz Aleyhisselama bir çift siyah mest hediye etmişti. Peygamberimiz Aleyhisselam, bu mestleri giyer, [837] sonradan, abdest alırken[838] onların üzerier-
ine-yıkama yerine-meshederdi. [839]
Peygamberimiz Aleyhisselama İskenderiye kralı Mukavkıs da bir çift siyah mest hediye ettiği gibi, [840] ashabdan Dıhyetü´l-Kelbî de bir çift mest hediye etmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu mestleri de giyerdi. [841]
4) Hz. Âişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Medine´ye geldiği, Ebu Eyyûb´un evine indiği zaman, ona:
´Ey Ebu Eyyûb! Sizin bir şeririniz (somyanız) yok mu ´ diye sordu.
O da:
´Yok vallahi!1 dedi.
Ensardan Es´ad b. Zürâre, bunu haber alınca, Resûlullaha direkleri sac ağacından yapılmış, üzeri keten lifle dokunan hasırla kaplanmış bir şerir gönderdi.
Resûlullah, evine taşınıncaya kadar, onun üzerinde uyumuştu.
Vefatına kadar da, onun üzerinde uyudu. [842]
Resûlullah Aleyhisselam yıkanıp kefenlendiği zaman bu şeririn üzerine konularak, cenaze namazı da kendisi bu şerir üzerinde bulunduğu halde kılınmıştır. [843]
Müslümanlar ölülerini taşımak üzere onu bizden isterler ve onunla teberrük ederlerdi.
Ebu Bekir´in, Ömer´in cenazesi de onun üzerinde taşınmıştı." [844]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mübarek şeriri Emevîler devrinde Hz. Âişe´nin mirası içinde satışa çıkarılınca, onu Muaviye b. Ebu Süfyan´ın azadlılarından Abdullah b. İshak adında bir adam 4.000 dirheme satın almıştı. [845]
Ömer b. Abdülaziz´in Yanındaki Bir Oda İçinde Bulundurup Ziyaret Ettiği ve Ettirdiği Bazı Emanetler
Amr b. Muhacir der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamın eşyası Ömerb.Abdülaziz´in (vefatı: 101 H.)yanında bir odada bulunup, kendisi her gün onlara bakardı.
Kureyşîlerden gelip yanında toplananları da o odaya koyar, sonra bu eşyaya yönelerek: ´İşte! Allah´ın sizi kendisiyle şereflendirdiği zâtın mirası!´ derdi ki, onlar:
Bir adet hurma yapraklarıyla örülmüş şerir,
Bir adet yüzü deri, içi hurma lifi doldurulmuş yüz yastığı,
Bir adet büyükça çanak,
Bir adet su bardağı,
Bir adet elbise,
Bir adet el değirmeni,
Bir adet ok çantası,
Bir adet kadife (yorgan) idi.
Bu yorganda Resûlullahın başının sinmiş bulunan teri misk kokusundan daha güzel kokar dururdu. Ömerb. Abdülaziz hastalandığı zaman onun suyu ile yıkanır ve iyileşirdi." [846]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 192, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 392.
[2] İbn Sa´d, c. 2, s. 192-193, Ahmed, c. 6, s. 35, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 351.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 337-338, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 94.
[4] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 192.
[5] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 215.
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 282, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 101.
[7] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 194-195, Ahmed, c. 1, s. 288, Müslim, c. 4, s. 1803.
[8] İbn Sa´d, c. 2, s. 194-195, Buharı, c. 6, s. 102, İbnMâce, Sünen, c. 1,s.562.
[9] İbn Sa´d, c. 2, s. 184.
[10] Ahm ed, c. 4, s. 367, M üslim, c. 4, s. 1873.
[11] Zührî, Megâzî, s. 133, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 433-434, İbn Sa´d, c. 2, s. 193 Dârimî, Sünen, c. 1, s. 37.
[12] DârimP, c. 1,s.37.
[13] Zührî, s. 133, Abdurrenak, c. 5, s. 434.
[14] İbn Sa´d, c. 2, s. 193.
[15] Zührî, Megâzî, s. 1 33, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 434.
[16] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 37.
[17] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 193, Dârimî, c. 1,s.37.
[18] Dârimî, c. 1,s.37.
[19] İbn Sa´d, c. 2, s. 193.
[20] İbn Sa´d, c. 2, s. 193, Dârimî, c. 1, s. 37.
[21] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434.
[22] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, İbn Sa´d, c. 2, s. 193, Dârimî, c. 1, s. 37.
[23] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, İbn Sa´d, c. 2, s. 193, Dârimî, c. 1, s. 37.
[24] Bezzar ve Taberânfden naklen Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 9, s. 23-24.
[25] İbn Sa´d, c. 2, s. 256, Taberî, Târftı, c. 3, s. 192, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 319 İbn Hacer, Metalibu´l-âliye, c. 4, s. 260.
[26] İbn Sa´d, c. 2, s. 256-257, Taberî, c. 3, s. 192, İbn Esîr, c. 2, s. 320, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 253, İbn Hacer, Metalib, c. 4, s.261.
[27] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 256-257, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 92-1 93, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 320, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 253, İbn Hacer, M etâlibu´l-âliye, c. 4, s. 261.
[28] İbn Sa´d, c. 2, s. 257, Taberî, c. 3, s. 193, Süheylf, Ravıdu´l-ünüf, c. 7, s. 590, İbn E sfr, c. 2, s. 320, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 253, İbn Hacer, c. 4, s. 261.
[29] İbn Sa´d, c. 2, s. 257, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 564, Taberî, c. 3, s. 193, Süheylf, c. 7, s. 590, İbn Esîr, c. 2, s. 320, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 253, İbn Hacer, c. 4, s. 261.
[30] İbn Sa´d, c. 2, s. 257, Belâzurî, c. 1, s. 564, Taberî, c. 3, s. 193, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 253, İbn Hacer, c. 4, s. 261.
[31] İbn Sa´d, c. 2, s. 256-257, Belâzurî, c. 1 , s. 564, Taberî, c. 3, s. 192-193, Süheylf, c. 7, s. 590, İbn Esîr, c. 2, s. 320, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 253, İbn Hacer, c. 4, s. 261-262.
[32] İbn Sa´d, c. 2, s. 193, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 106.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/231-236.
[33] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 205.
[34] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 221.
[35] İbn Sa´d, c. 2, s. 203, Ahm ed, c. 6, s. 71.
[36] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 221.
[37] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 203-204.
[38] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 488.
[39] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 292, Ahmed, c. 3, s. 489, Taberî, c. 3, s. 190.
[40] Ahmed, c. 3, s. 488.
[41] İbn İshak, c. 4, s. 292, İbn Sa´d, c. 2, s. 204, Ahmed, c. 3, s. 489, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 38, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 544, Taberî, c. 3, s. 190.
[42] Ahmed, c. 3, s. 488.
[43] İbn İshak, c. 4, s. 292, İbn Sa´d, c. 2, s. 204, Ahmed, c. 3, s. 489, Belâzurî, c. 1 , s. 544, Taberî, c. 3, s. 190.
[44] Ahmed, c. 3, s. 488.
[45] İbn İshak, c. 4, s. 292, Ahmed, c. 3, s. 489, Dârimî, c. 1, s. 38, Belâzurî, c. 1 , s. 544 Taberî, c. 3, s. 190.
[46] İbn İshak, c. 4, s. 292, İbn Sa´d, c. 2, s. 204, Ahmed, c. 3, s. 489, Dârimî, c. 1, s. 38, Belâzurî, c. 1, s. 544, Taberî, c. 3, s. 190.
[47] Ahmed, c. 3, s. 489, Belâzurî, c. 1, s. 544.
[48] İbn İshak, c. 4, s. 292, İbn Sa´d, c. 2, s. 204, Ahmed, c. 3, s. 489, Belâzurî, c. 1 , s. 544 Taberî, c. 3, s. 190.
[49] Ahmed, c. 3, s. 488, Dârimî, c. 1, s. 38.
[50] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 292, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 204, Ahmed, Müsned, c. 3, s. 489, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 38, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 544 Taberî, c. 3, s. 190.
[51] İbn Şa´d, c. 2, s. 204, Belâzurî, c. 1, s. 544, Taberî, c. 3, s. 190.
[52] İbn İshak, c. 4, s. 292, Ahmed, c. 3, s. 489, Dârimî, c. 1, s. 38, Taberî, c. 3, s. 190.
[53] İbn Sa´d, c. 2, s. 229, Ahmed, c. 6, s. 176, Müslim, c. 4, s. 1893.
[54] Ahmed, c. 6, s. 176.
[55] İbn Sa´d, c. 2, s. 229, Ahmed, c. 6, s. 176, Müslim, c. 4, s. 1893.
[56] İbn Sa´d, c. 2, s. 205.
[57] İbn İshak, c. 4, s. 300, İbn Sa´d, c. 2, s. 205.
[58] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 149, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 94, Müslim , c. 4, s. 1796.
[59] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 205, Ahmed, c. 4, s. 1 49, Buhârî, c. 2, s. 94, Müslim, c. 4, s. 1796.
[60] İbn Sa´d, c. 2, s. 205, Müslim, c. 4, s. 1796.
[61] İbn Sa´d, c. 2, s. 205, Ahmed, c. 4, s. 149, Buhârî, c. 4, s. 94, Müslim, c. 4, s. 1796.
[62] Müslim, c. 4, s. 1796.
[63] İbn Sa´d, c. 2, s. 205.
[64] İbn Sa´d, c. 2, s. 205, Ahmed, c. 4, s. 149, Buhârî, c. 2, s. 94.
[65] Ahmed, c. 4, s. 149, Buhârî, c. 2, s. 94.
[66] İbn Sa´d, c. 2, s. 205, Ahmed, c. 4, s. 149, Buhârî, c. 2, s. 94, Müslim, c. 4, s. 1796.
[67] İbn Sa´d, c. 2, s. 205, Müslim, c. 4, s. 1796.
[68] İbn Sa´d, c. 2, s. 205, Ahmed, c. 4, s. 149, Buhârî, c. 2, s. 94, Müslim, c. 4, s. 1796.
[69] Müslim, c. 4, s. 1796.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/236-241.
[70] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 546.
[71] İbn İshak.c.4, s. 292, Belâzurî, c. 1, s. 544, Taberî, c. 3, s. 191, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 224-225.
[72] İbn İshak,c.4, s. 292, Buhârî,c.7, s. 18, Belâzurî, c. 1, s. 544, Taberî, c. 3, s. 191, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 225.
[73] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 545.
[74] Hz. Ali (Zührî, Megâzî, s. 130, Ahmed, c. 6, s. 228).
[75] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 232, Ahmed, c. 6, s. 34-38, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 57.
[76] Ebu Hanfte, Müsned, s. 36.
[77] İbn Sa´d, c. 2, s. 232, Ahmed.c. 6, s. 34-38, Bu hân, c. 1.S.57.
[78] İbn İshak,c.4, s. 299, Dârimî, c.1, s. 39.
[79] Zührî, Megâzî, s. 131, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 43, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 232, Ahmed, Müsned, c. 6, s. 151 , 228, Buhârî, c. 1, s. 57, Dârimî, c. 1, s. 39.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/241-242.
[80] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 291.
[81] İbn Sa´d, c. 2, s. 206.
[82] İbn İshak, c. 4, s. 291 -292, Ahmed, c. 3, s. 489, Dârimî, c. 1, s. 39, Taberî, c. 3, s. 190. 82.
[83] İbn İshak, c. 4, s. 292, Ahmed, c. 6, s. 228, Belâzurî, c. 1, s. 544, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 224.
[84] İbn İshak, c. 4, s. 292, İbn Sa´d, c. 2, s. 226, Ahmed, c. 6, s. 228, Buhârî, c. 7, s. 8, Dârimî, c. 1, s. 39, Belâzurî, c. 1, s. 544, Taberî, c. 3, s. 198.
[85] İbn İshak, c. 4, s. 292, Ahmed, c. 6, s. 228, Belâzurî, c. 1, s. 544, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 224.
[86] İbn Sa´d, c. 2, s. 206, Belâzurî, c. 1, s. 559-568.
[87] Buhârî, c. 5, s. 137.
[88] Müslim, c. 4, s. 1721.
[89] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 679, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 31 4.
[90] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 219, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 572.
[91] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 353, Vâkıdî, c. 3, s. 679, İbn Sa´d, c. 8, s. 314.
[92] Vâkıdî, c. 3, s:. 679, İbn Sa´d, c. 8, s. 314, İbn Kayyım, c. 2, s:. 355.
[93] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 369.
[94] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 208.
[95] İbn Sa´d, c. 2, s. 207-208, Buhârî, Sahih, c. 7, s:. 3.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/242-245.
[96] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c.2, s. 242-243, Ahmed, Müsned, c. 1, s. 355, Buhân Sahih, c. 5, s. 137, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1259.
[97] İbn Sa´d, c. 2, s. 243, Ahmed, c.1, s. 355, Müslim, c. 3, s. 1259.
[98] Müslim, c. 3, s. 1257.
[99] İbn Sa´d, c. 2, s. 242, Buhân, c. 5, s. 137, Müslim, c. 3, s. 1 257.
[100] İbn Sa´d, c. 2, s. 244, Buhân, c. 7, s. 9, Müslim, c. 3, s. 1259.
[101] İbn Sa´d, c. 2, s. 243, Ahm ed, c. 1, s. 355, Buhârî, c. 5, s. 137, M üslim, c. 3, s. 1259.
[102] Zührî, Megâzî, s. 236, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 438, İbn Sa´d, c. 2, s. 244, Ahmed, c. 1, s. 325, Buhân, c. 5, s. 138, Müslim, c. 3,5.1259.
[103] İbnSa´d, c. 2, s. 243-244.
[104] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 245.
[105] Ahmed, Müsned, c. 1, s. 325.
[106] Zührî, Megâzî, s.1 36, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 430-439, İbn Sa´d, c. 2, s. 244, Ahmed, c. 1, s. 325, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 138, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1259.
[107] Zührî, s. 136, Abdurrezzak, c. 5, s. 439, Buhârî, c. 5, s. 1 38, Müslim, c. 3, s. 1259.
[108] Abdurrezzak, c. 5, s. 439, İbn Sa´d, c. 2, s. 244, Ahmed, c. 1, s. 325, Buhârî, c. 7, s. 9, Müslim, c. 3, s. 1259.
[109] Müslim, c. 3, s. 1259.
[110] Zührî, s.1 36, Abdurrezzak, c. 5, s. 439, İbn Sa´d, c.2, s. 244, Ahmed, c.1, s. 325, Buhârî, c. 5, s. 138, Müslim, c. 3, s. 259.
[111] İbn Sa´d, c. 2, s. 244, Ahmed, c. 1, s. 325.
[112] Zühn, c. 136, Abdurrezzak, c. 5, s. 439, İbn Sa´d, c.2, s. 244, Ahmed, c.1 , s. 325, Buhân, c. 5, s. 138, Müslim, c. 3, s. 1259.
[113] Buhârî, c.1, s. 37.
[114] İbn Sa´d, c. 2, s. 242, Müslim, c. 3, s. 1258.
[115] Zührî, s. 136, Abdurrezzak, c. 5, s. 439, İbn Sa´d, c. 2, s. 244, Ahmed, c. 1 ,s.325, Buhârî, c. 5, s. 138, Müslim, c. 3, s. 1259.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/245-247.
[116] Iton Sa´d.Tabakât.c. 2,5.243, Ahmed, Müsned, c. 1,s.9O.
[117] İbn Sa´d, c. 2, s. 243.
[118] İbn Sa´d, c. 2, s. 243, Ahmed, c. 1, s. 90.
[119] Ahmed, c. 1 , s. 90.
[120] İbn Sa´d, c. 2, s. 243, Ahmed, c. 1, s. 90.
[121] İbn Sa´d. c. 2. s. 243.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/247-248.
[122] Ahmed. Müsned. c. 6. s. 263.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/248-249.
[123] Ahmed, c. 6, s. 47, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 541.
[124] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1857.
[125] Müslim, c. 4, s. 1857, Belâzun, c. 1, s. 541.
* Mısır azizinin karısı, içkicibaşının karısı, ekmekçibaşının karısı, seyisçibaşmın katısı, hapishane müdürünün karısı olup; bunlar Hz. Yusufu Mısır azizinin zevcesi Züleyhâ´ya boyun eğdirmek için kandırmaya çalışmışlardı (Zemahşerf, Keşşaf, o. 2, s. 316, Kurtubf, Tefsir, c. 2, s. 176).
[126] İbnSa´d, o. 2.S.225.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/249.
[127] İbn Sa´d,Tabakât,c.2, s. 239, Ahmed, Müsned,c.6, s. 51, Buhân, Sahih, c. 1, s. 11 0-111, Müslim, Sahih, c.1, s. 375-376.
[128] İbn Sa´d, c. 2, s. 240, Müslim, c. 1, s. 377-378.
[129] Zührî, Megâzî, s. 131, Abdumenak, Musannef, c. 5, s. 431-432, İbn Sa´d, c. 2, s. 240, Ahmed, c. 1, s. 218, Müslim, c. 1 , s. 377.
[130] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 316, Ahmed, c. 6, s. 274.
[131] İbn İshak, c. 4, s. 316.
[132] İtan Şa´d, c. 2, s. 240.
[133] İbn İshak, c. 4, s. 316, İbn Sa´d, c. 2, s. 240.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/250.
[134] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 259.
[135] Buhârî,Sahıh,c.4, s. 226.
[136] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 252.
[137] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 255.
[138] Taberî, Târih, c. 3, s. 191.
[139] İbn Sa´d, c. 2, s. 252, Buhârî, Sahih, c. 1,s.223,c.4, s. 226.
[140] Buhârî,c. 1,5.223,0.4, s. 226, Taberî, c. 3, s. 191.
[141] Buhârî,c. 1,s.223.
[142] Buhârî,c. 4,3.226.
[143] Taberî, c. 3, s. 1 91.
[144] İbn Sa´d, c. 2, s. 251 .
[145] Taberî, c. 3, s. 1 91.
[146] Zührî, Megâzî, s. 131, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 431, İbn Sa´d, c. 2, s. 225, 228, 255, Ahmed, o. 1, s. 270, Buhârî, o. 1, s. 223.
[147] Zührî, s.131, İbn İshak, o. 4, s. 299, Abdurrezzak, c. 5, s. 431, İbn Sa´d, c. 2, 228, 251.
[148] Buhârî, c. 1,3.223.
[149] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 2, s. 434, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 463-464.
[150] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, s. 11.
[151] Kastalânf, c. 1, s. 484, Halebî, c. 3, s. 463-464.
[152] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 259.
[153] Zührî, Megâzî, s. 131, İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 300, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 547.
[154] Zührî, s.131, Ahmed, Müsned, c. 3, s. 272, Buhârî, o. 1, s. 223.
[155] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 259.
[156] Zührî, s. 131, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 431.
[157] İbn İshak, c. 4, s. 300, İbn Sa´d, c. 2, s. 251, Ahmed, c. 3, s. 272, Buhârî, c. 1, s. 223, c. 4, s. 227, İbn Abdi Rabbih, c. 4,s. 259.
[158] Buhârî, c. 4, s. 226, Belâzurî, c. 1, s. 547.
[159] Zührî, s. 131, İbn İshak, c. 4, s. 300, İbn Sa´d, c. 2, s. 251 , Ahmed, c. 3, s. 272, Buhârî, c. 4, s. 226, Belâzurî, c. 1 , s. 547.
[160] Zührî, s.131, İbn İshak, c. 4, s. 300, İbn Sa´d, c. 2, s. 251, Belâzurî, c. 1, s. 548.
[161] Buhârî, c. 4, s. 226.
[162] Buhârî, c. 4, s. 227.
[163] Buhârî, c. 1,s.233,c.4, s. 227.
[164] Zührî, s. 131 , Abdurrezzak, o. 5, s. 431, İbn Sa´d, o. 2, s. 252, Ahmed, o. 3, s. 272, Buhârî, o. 1, s. 223, o. 4, s. 227, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 259.
[165] Zührî, s. 131, İbn İshak, c. 4, s. 300, Abdurrezzak, o. 5, s. 431, İbn Sa´d, c. 2, s. 251 -252, Belâzurî, c. 1, s. 548.
[166] Kastalânf, M evâhib, o. 2, s. 484-485, Halebî, İnsânu´l-uyûn, o. 3, s. 464.
[167] İbn Sa´d, o. 2, s. 231 , Dârimî, o. 1, s. 37.
[168] İbn Sa´d, o. 2, s. 231 , Ahm ed, o. 3, s. 91.
[169] Dârimî, c. 1,s.37.
[170] Buhârî, c. 1, s. 119.
[171] İbn İshak, c. 4, s. 299, Abdurrezzak, o. 5, s. 491 , İtan Sa´d, o. 2,5.227, Buhârî, o. 1, s. 119.
[172] Ahmed, o. 3, s. 91, Dârimî, o. 1, s. 37.
[173] Tirmizî, c.5, s. 608.
[174] Müslim, o. 4, s. 1854, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[175] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 2099, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 277, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 119, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1854, Tirmizî, Sünen, o. 5, s. 678, Belâzurî, o. 1, s. 547.
[176] Ahmed, Müsned, o. 3, s. 91 , Dârimî, Sünen, o. 1, s. 37.
[177] İbn İshak, c. 4, s. 299, Abdurrezzak, Musannef, o. 5, s. 443, İbn Sa´d, o. 2, s. 227 Ahmed, o. 3, s. 97, Buhârî, o. 1,s.119,Müslim, c. 4, s. 1854, Dârimî, o. 1, s. 37, Belâzurî, o. 1, s. 547.
[178] Abdurrezzak, c. 5, s. 431, Belâzurî, c. 1, s. 547.
[179] İbn Sa´d, o. 2, s. 231 , Ahmed, o. 3, s. 92, Dârimî, o. 1, s. 37.
[180] Abdurrezzak, c. 5, s. 431, İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Buhârî, c. 1,s. 119, Müslim, c. 4, s. 1854, Dârimî, c. 1, s. 37, Belâzurî, c.1, s. 547.
[181] Dârimî, o. 1,s.37.
[182] Müslim, o. 4, s. 1854.
[183] Ahmed, o. 3, s. 91.
[184] İbn İshak, o. 4, s. 299, İbn Sa´d, o. 2, s. 231, Ahmed, o. 3, s. 91 , Müslim, o. 4, s. 1854, Tirmizî, o. 5, s. 608, Dârimî, o. 1 , s. 38.
[185] İbn Sa´d, o. 2, s. 231 , Ahmed, o. 3, s. 91, Dârimî, o. 1, s. 38, Belâzurî, o. 1,s.547.
[186] İbn Sa´d, o. 2, s. 231 , Ahm ed, o. 3, s. 91, Belâzurî, o. 1, s. 547.
[187] İbn İshak, c. 4, s. 299, Ahmed, c. 3, s. 91, Müslim , c. 4, s. 1854, Tirmizî, o. 5, s. 608, Dârimî, o. 1, s. 38, Belâzurî, c. 1, s. 547.
[188] Ahmed, o. 3, s. 478, Tirmizî, o. 5, s. 607-608.
[189] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Buhârî, o. 1, s. 119-1 20.
[190] Belâzurî, Ensâb, o. 1 , s. 547.
[191] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Buhârî, o. 1, s. 120, Müslim, o. 4, s. 1854, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[192] Belâzurî, o. 1,5.547.
[193] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Buhârî, o. 1, s. 120.
[194] İbn Sa´d, o. 2, s. 227.
[195] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Ahmed, o. 1, s. 270, Buhârî, o. 1, s. 120, Müslim, o. 4, s. 1854, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[196] Ahmed, o. 1, s. 270, Buhârî, o. 1, s. 120.
[197] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Ahmed, o. 1, s. 270, Buhârî, o. 1, s. 120, Müslim, o. 4, s. 1854, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[198] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Ahmed, o. 3, s. 18, Müslim, o. 4, s. 1854, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[199] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Ahmed, o. 1, s. 270, Buhârî, o. 1, s. 120, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[200] Ahmed, o. 3, s. 18.
[201] İbn Sa´d, o. 2, s. 227, Ahmed, o. 1, s. 270, Buhârî, o. 1, s. 120, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[202] Tirmizî, c.5, s. 609.
[203] Tirmizî, c.5, s. 609.
[204] Ahmed, o. 1, s. 377, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[205] Zührî, Megâzî, s. 131 , Abdurrezzak, o. 5, s. 431, İbn Sa´d, o. 2, s. 227-228, Ahmed, o. 1, s. 270, Buhârî, o. 1 , s. 120, Müslim, o. 4, s. 1854-1855, Tirmizî, o. 5, s. 608.
[206] İbn Sa´d, o. 2,5.227.
[207] İbn Sa´d, o. 2,5.255.
[208] İbn Sa´d, o. 2, s. 255, Taberî, o. 3, s. 193, İbn Esîr, Kâmil, o. 2, s. 319.
[209] İbn Sa´d, o. 2, s. 255.
[210] Taberî, o. 3, s. 1 91.
[211] İbn Sa´d, o. 2, s. 255, Taberî, o. 3,5.191.
[212] İbn Sa´d, o. 2, s. 255.
[213] Taberî, o. 3, s. 1 91.
[214] İbn Sa´d, o. 2, s. 255, Taberî, o. 3, s. 191, İbn Esîr, Kâmil, o. 2, s. 319.
[215] İbn Sa´d, o. 2, s. 255, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, o. 5, s. 331.
[216] Taberî, o. 3, s. 1 91, E bu´l-Fidâ, o. 5, s. 331 .
[217] İbn Sa´da, o. 2, s. 255, Taberî, o. 3, s. 1 91, E bu´l-Fidâ, o. 5, s. 331 .
[218] Taberî, o. 3, s. 1 91.
[219] İbn Sa´d, o. 2, s. 255, Taberî, o. 3, s. 191.
[220] Ebu´l-Fidâ, o. 5, s. 331.
[221] İbn Sa´d, o. 2, s. 255, Taberî, o. 3, s. 191, Ebu´l-Fidâ, o. 5, s. 331.
[222] Ahmed, o. 3, s. 400.
[223] Buhârî, o. 7, s. 157.
[224] Taberî, Târih, o. 3, s. 191, İbn Esîr, Kâmil, o. 2, s. 319.
[225] Taberî, o. 3, s. 1 91, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye, o. 5, s. 331.
[226] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, o. 2, s. 255.
[227] İbn Sa´d, o. 2, s. 255, Taberî, o. 3, s. 191, Ebu´l-Fidâ, o. 5, s. 331.
[228] İbn Sa´d, o. 2, s. 255.
[229] Taberî, Târih, o. 3, s. 191-192, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, o. 5, s. 331.
[230] İbn Sa´d, Tabakât, o. 2, s. 255.
[231] İbn Sa´d, o. 2, s. 231 , Dârimî, Sünen, o. 1, s. 38.
[232] İbn Sa´d. o. 2.5.255.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/250-260.
[233] Ibn Sa´d, c. 2,5.227.
[234] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/260.
[235] Ibn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 228.
[236] Ahmed b. Hanbel.Müsned. c. 6. s. 140. Buhârî. Sahih. c. 1. s. 185-186.
[237] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/260.
[238] Ahmed, Müsned, c. 1, s. 356.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/261.
[239] Buhârî,c. 1,5.162.
[240] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 218, Ahmed, Müsned, c. 2, s. 52-53, Buhârî, Sahih, c. 1,s.168, Müslim , Sahîh, c. 1, s. 311.
[241] Zührî, Megâzî, s. 132, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 432-433, İbn Sa´d, c. 2, s. 217, Buhârî, c. 1, s. 165.
[242] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 301, İbn Sa´d, c. 2, s. 219.
[243] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 170, Buhân, c. 1,s.165.
[244] İbn Sa´d, c. 2, s. 217, Buhân, c. 1,s.165.
[245] Mâlik, c. 1, s. 171, İbn Sa´d, c. 3, s. 1 80, Buharı, c. 1, s. 165.
[246] Buhân, Sahih, c.1, s. 165.
[247] Abdurreizak, Musannef, c. 5, s. 473, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 217, Buhân1, c. 1, s. 165, Müslim, c. 1, s. 314.
[248] İbn Şa´d, c. 3, s. 180, Buhân, c. 1, s. 165, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 556.
[249] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 303, İbn Sa´d, c. 2, s. 219.
[250] Zührî, Megâzî, s. 132, Abdurrezzak, c. 5, s. 433, İbn Sa´d, c. 2, s. 217, Buhârî, c. 5, s. 140, Müslim, t 1, s. 313.
[251] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 218, Buhân, Sahîh.c. 1, s. 168, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 312.
[252] İbn Sa´d, c. 2, s. 221 .
[253] İbn Sa´d, c. 2, s. 220, Ahmed, Müsned, c. 4, s. 322.
[254] İbn Sa´d, c. 2, s. 221 .
[255] Zührî, Megâzî, s. 132, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 432.
[256] İbn Sa´d, c. 2, s. 221 .
[257] Zührî, Megâzî, s. 132, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 432.
[258] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 221 .
[259] Zührî, s. 132, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 302-303, Ebu Dâvud, c. 4, s. 215.
[260] İbn Sa´d, c. 2, s. 220, Belâzun", Ensâb, c. 1, s. 554.
[261] İbn Sa´d, c. 2, s. 220.
[262] İbn Sa´d, c. 2, s. 221 .
[263] İbn Abdi Rabbih. Ikdu´l-ferîti. c. 4. s. 256.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/261-265.
[264] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 303.
[265] Zührî, Megâzî, s. 131-132.
[266] İbn İshak, c. 4, s. 303, Ahmed, Müsned, c. 4, s. 322.
[267] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 220-221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/265-266.
[268] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 216, Ahmed, Müsned, c. 3, s. 11 0, Bu hân, Sahîh, c. 5, s. 1 41.
[269] Bu hân, c. 5, s. 141.
[270] Ahmed, c. 3, s. 163, Buhârî, c. 5, s. 141.
[271] Ahmed, c. 3, s. 202.
[272] İbn Sa´d, c. 2, s. 216, Ahm ed, c. 1, s. 219, c. 3, s. 110, Buhârî, c. 5, s. 141.
[273] Zührî, Megâzî, s. 1 32, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 433, İbn Sa´d, c. 2, s. 216, Ahmed, c. 3, s. 163, Belâzurî, Ensâb, c. 1,5.561.
[274] Ahmed.c3, s. 302.
[275] Zührî, s. 132, Abdurrezzak, c. 5, s. 433, İbn Sa´d, c. 2, s. 21 6, Ahmed, c. 3, s. 163, Buhârî, c. 5, s. 141.
[276] Zührî, s. 132, Abdurrezzak, c. 5, s. 433, Ahmed, c. 3, s. 196, Buhârî, c. 5, s. 141.
[277] İbn Sa´d, c. 2, s. 216, Ahmed, c. 3, s. 110.
[278] İbn Sa´d, c. 2, s. 216, Ahm ed, c. 3, s. 163, Buhârî, c. 5, s. 141.
[279] İbn Sa´d, c. 2, s. 216-217, Ahm ed, c. 1, s. 219, M üslim, c. 1, s. 348.
[280] Zührî, s. 132, Abdurrezzak, c. 5, s. 433, İbn Sa´d, c. 2, s. 21 6, Ahmed, c. 3, s. 110, 163, Buhârî, c. 5, s. 141.
[281] Ahmed, c. 3, s. 202.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/266-268.
[282] İtin Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 237.
[283] İbn Sa´d, c. 2, s. 237-238, Ahmed, Müsned, c. 6, s. 104.
[284] İbn Sa´d, c. 2, s. 237.
[285] Kastalânf, Mevâhibü´Uedünniye, c. 2, s. 480481 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/268.
[286] Zührî, Megâzî, s. 133, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 304, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 435, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 245, Ahmed, M üsned, c. 1, s. 363 Buhâıf, Sahih, c. 5, s. 1 40-141, Belâzurî, Ensâbu´l-esrâf, c. 1, s. 565.
[287] İbn İshak, c. 4, s. 304, İbn Sa´d, c. 2, s. 245, Ahmed, c. 1, s. 263, Buhâıf, c. 1, s. 141 Belâzurî, c. 1.S.565.
[288] İbn İshak, c. 4, s. 304, Belâzurî, c. 1, s. 565.
[289] Zührî, s. 134, İbn İshak, c. 4, s. 304, Abdurrezzak, c. 5, s. 435436, İbn Sa´d, c. 2, s. 245, Ahm ed, c. 1, s. 263, Buhârî, c. 1, s. 141 .Belâzurî, c. 1,5.565.
[290] İbn Sa´d, c. 2, s. 245, Ahmed, c. 1, s. 263, Buhârî, c. 5, s. 141.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/269.
[291] Ibn Sa´d, c. 2, s. 207, Buhârî, c. 7, s. 3, Tirmizî, c. 4, s. 601.
[292] İbn Sa´d, c. 2, s. 210.
[293] Buhârî, c. 5, s. 140.
[294] İbn Sa´d, c. 2, s. 257-258, Ahm ed, c. 6, s. 64, Belâzurî, c. 1, s. 552.
[295] İbn Sa´d, c. 2, s. 258.
[296] İbn Sa´d, c. 2, s. 10.
[297] İbn Sa´d, c. 2, s. 210.
[298] Ahmed, c. 6, s. 260-261.
[299] İbn Sa´d, c. 2, s. 211, Ahmed, c. 6, s. 261, Belâzurî, c. 1, s. 550.
[300] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 257, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 550.
[301] İbn Sa´d, c. 2, s. 247.
[302] İbn Sa´d, c. 2, s. 247, Ahmed, c. 6, s. 282, Buhârî, c. 5, s. 138, Müslim, c. 4, s. 1904.
[303] İbn Sa´d, c. 2, s. 247, Ahm ed, c. 6, s. 282, M üslim, c. 4, s. 1904, Belâzurî, c. 1, s. 552.
[304] İbn Sa´d, c. 2, s. 247, Ahm ed, c. 6, s. 282, Buhârî, c. 5, s. 138, M üslim, c. 4, s. 1904.
[305] Ahmed, c. 6, s. 282, Belâzurî, c. 1, s. 551.
[306] İbn Sa´d. c. 2. s. 247. Ahmed. c. 6. s. 282. Buhârî. c. 5. s. 138. Müslim, c. 4. s. 1904.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/269-271.
[307] Taberânf, M u´cem u´s-sağfr, c. 1, s. 90.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/271-272.
[308] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 262, Buhâıî, c. 5, s. 141.
[309] Ahmed, Müsned, c. 6, s. 48.
[310] İbn Sa´d, c. 2,5.261.
[311] İbn Sa´d, c. 2, s. 261 , ^m ed, c. 6, s. 48, Buhârî, c. 5, s. 1 41.
[312] Buhârî, c. 5, s. 141.
[313] . İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 304.
[314] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 304, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 234, Buhârî, c. 5, s. 141.
[315] Buhârî, c. 5, s. 141.
[316] İbn İshak, c. 4, s. 305, İbn Sa´d, c. 2, s. 234.
[317] İbn İshak, c. 4, s. 305, İbn Sa´d, c. 2, s. 234, Buhârî, c. 5, s. 141-142.
[318] İbn İshak, c. 4, s. 305, İbn Sa´d, c. 2, s. 234.
[319] İbn Sa´d, c. 2, s. 261 .
[320] İbn İshak, c. 4, s. 305, İbn Sa´d, c. 2, s. 234.
[321] İbn Sa´d, c. 2, s. 261
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/272-273.
[322] İbn Sa´d, c. 2, s. 254.
[323] Ahmed.c.1, s. 78.
[324] İbn Sa´d, c. 2, s. 253, fihm ed, c. 3, s. 117, c. 6, s. 290, İbn M âce, c. 2, s. 900-901.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/273.
[325] Zührî, Megâzî, s. 134, Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 436.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/273-274.
[326] Vâki dr, Megâzî, c. 3, s. 1120, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 191.
[327] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 254.
[328] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 304, Mâlik, Mu vatta1, c. 1, s. 231, Vâkıdî, c. 3, s. 1120, İbn Sa´d, c. 2, s. 191, Ahmed, c. 4, s. 364.
[329] İbn İshak, c. 4, s. 304.
[330] Vâkidt, c. 3, s. 11 20, İbn Sa´d, c. 2, s. 191, Taberî, c. 3, s. 1 97.
[331] İbn İshak, c. 4, s. 304, Vâkıdî, c. 3, s. 1120, İbn Sa´d, c. 2, s. 191, Taberî, t 3, s. 197.
[332] İbn Sa´d, c. 2, s. 212, Ahm ed, c. 6, s. 108.
[333] İbn İshak, c. 4, s. 301, İbn Sa´d, c. 2, s. 230, Ahmed, c. 6, s. 274.
* P eygam beri m i z Ale yhi sselam ı n özled iği R eti k-i A´l â, en yük sek m a kam I arda b ulunan peygam be rl er cem aati (İ bn E sfr, M i hâye, c. 2, s. 246), Allah´ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler zümresi idi ki, bunlar ne güzel arkadaştırlar! (İbn Sa´d, c. 2, s. 229).
[334] İbn Sa´d, c. 2, s. 211, Ahmed, c. 6, s. 120.
[335] İbn Sa´d, c. 2, s. 230.
[336] Ahmed, c. 6, s. 126.
[337] İbn Sa´d, c. 2, s. 210, Ahm ed, c. 6, s. 231, Buhârî, c. 5, s. 139, Belâzurî, c. 1, s. 549.
[338] İbn Sa´d. Tabakât. c. 2.C.2. s. 229. Ahmed. c. 6. s. 89. Buhârî. c.S.s. 144.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/274-275.
[339] Buhâıî, c. 5, s. 144, Belâiun, Ensâb, c. 1 , s. 552.
[340] İbn Sa´d. c. 2. s. 312. Belâzurî. c. 1. s. 553.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/275.
[341] Belâzuıî. c. 1,5.553.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/275-276.
[342] İ bn S a´d, Tabakâtü´l-kü brâ, c. 2, s. 259, Beyhakî, D elâi I, c. 7, s. 267-268, E bu´l -F erec İ bn C e vzf, el -Vefa, c. 2, s. 786 -787, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 258.
[343] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 259, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 565, Beyhakî, D elâi I, c. 7, s. 268, Ebu´l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 787, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 338, İbn Hacer, Metali bu´l-âl iye, c. 4, s. 258.
[344] İbn Sa´d, c. 2, s. 259, Beyhakî, c. 7, s. 210-211, 268, Ebu´l-Ferec, c. 2, s. 787, İbn Seyyid, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 277, Heysem f, Mecmau´i-ievâid, c. 9, s. 34-35, İbn Hacer, c. 4, s. 258-259.
[345] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 565.
[346] İbn Sa´d, c. 2, s. 259, Belâzurî, c. 1 , s. 565, Beyhakî, c. 7, s. 211, 268, Ebu´l-Ferec, c. 2, s. 787, İbn Seyyid, c. 2, s. 238, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 277, Heysemî, c. 9, s. 35, İbn Hacer, c. 4, s. 259.
[347] Belâzurî, c. 1,5.565.
[348] Buhârî,c. 5,5.142.
[349] İbn Sa´d, c. 2, s. 229, Ahmed, c. 6, s. 89.
[350] Zührî, Megâzî, s. 134, İbn Sa´d, c. 2, s. 229, Ahmed, c. 6, s. 89, Buhârî.c.S, s. 142.
[351] Buhârî, c. 5, s. 142.
[352] Beyhakî, c. 7, s. 207, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 240.
[353] İbn Sa´d, c. 2, s. 259, Ebu´l-Ferec, c. 2, s. 787, İbn Seyyid, c. 2, s. 338.
[354] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 563.
[355] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 259, Belâzurî, c. 1, s. 563, Beyhakî, Delâil, c. 7, s. 269, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 259.
[356] Belâzurî, c. 1,5.564.
[357] İbn Sa´d, c. 2, s. 259, Belâzurî, c. 1, s. 563, Beyhakî, c. 7, s. 289, İbn Seyyid, c. 2, s. 338.
[358] Belâzurî, c. 1,5.564. Belâzurî, c. 1,5.564.
[359] İbn Sa´d, c. 2, s. 259, Belâzurî, c. 1,s. 564, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 57-58, İbn Seyyid, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, Sîre, c. 4, s. 550-551, İbn Hacer, c. 4, s. 259.
[360] Belâzurî, c. 1, s. 564.
[361] İbn Sa´d, c. 2, s. 260, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 550, İbn Hacer, c. 4, s. 259.
[362] Belâzurî. c. 1, S.564.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/276-279.
[363] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1120, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 272-273, c. 3, s. 8, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 568, İbn Abdi Rabbih, lkdu´l-ferîd.c.4, s. 259.
[364] EbuHanffe,Müsned, s. 35, İbn Sa´d, c. 3, s. 8, Ahmed, c. 1,s.371,c.4, s. 96, c. 6, s. 93, Buhârî, c. 4, s. 163, Tirmizı", c. 5, s. 605-606, Belâzurî, c. 1, s. 579.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/279.
[365] İbn Sa´d, c. 2, s. 311, Ahmed, c. 3, s. 197, Dârimî, c. 1, s. 41, İbn Mâce, c. 1, s. 522 Be^akf, c. 7, s. 212, Taberânf, Mu´cemu´s-sağfr, c. 2, s. 11 2.
[366] İbn Sa´d, c. 2, s. 311, Ahmed, c. 3, s. 197, Buhârî, c. 5, s. 1 44, İbn Mâce, c. 1,s. 522 Dârimî, c. 1 ,s.41,
Beyhakr.c.7, 212, Taberânf, c. 2, s. 112.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/279.
[367] Ahmed, c. 3, s. 197, Ibn Mâce, c. 1 , s. 522, Dâıimf, c. 1, s. 41.
[368] Müslim, c. 4, s. 1907-1908, Beyhakî, c. 5, s. 266, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 275.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/280.
[369] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 122, 240, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 41.
[370] Tiımizf, Sünen, c. 5, s. 588, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 57, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 7, s. 265, Ebu´l-Ferec, Vefa, c. 2, s. 791, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 274.
[371] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/280.
[372] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 271 .
[373] Belâzuıî, Ensâb, c. 1 , s. 567.
[374] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 272, Beyhakî, Delâil, c. 7, s. 219, Kastalânf, Mevâhib, c. 2, s. 493.
* Peygamberlik hâtemi; Peygamberimiz Aleyhisselamın iki kürek kemiğinin arasında, sol kürek kemiğinin ince taralı yanında, yumulu avuç gibi ve üzerinde küçük taneciklere benzer birtakım benler olup (İbn Sa´d, c. 1, s. 426, Ahmed, c. 5, s. 82-83, Müslim , c.4, s. 1824) güvercin yumurtası (İbn Sa´d.c. 1, s. 425, Ahmed, c. 5,s. 90, Müslim, c. 4, s. 1823, Tirmizî, c. 5, s. 602), gelin çadırının
iri düğmesi büyüklüğünde idi (Buhârî, c. 1, s. 56, Müslim, c. 4, s. 1823, Tirmizî, c. 5, s. 602). Üzerinde de ince tüyler bitmişti (Ahmed, c. 5, s. 77).
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/281.
[375] Ibn Sa´d, c. 2, s. 267, Belâzurî, c. 1, s. 563.
[376] Belâzurî, c. 1,5.563.
[377] İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Belâzurî, c. 1, s. 563.
[378] Belâzurî, c. 1, s. 563.
[379] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 267, Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 563.
[380] İbn Sa´d, c. 2, s. 267.
[381] İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Belâzurî, c. 1, s. 563.
[382] Ebu Hanffe, Müsned, s. 36.
[383] Zührî, Megâzî, s. 133, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 434.
[384] İbn Sa´d, c. 2, s. 266, Dârimî, c. 1, s. 40.
[385] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 305, İbn Sa´d, c. 2, s. 266.
[386] Zührî, s. 132-133, AJsdutrezzak, c. 5, s. 434.
[387] İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Belâzurî, c. 1, s. 567.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/282-283.
[388] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, Beyhakî, c. 7, s. 217.
[389] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, Beyhakî, c. 7, s. 217, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 243.
[390] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 267, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 567, Beyhakî, c. 7, s. 217, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 243.
[391] İbn Sa´d, c. 2, s. 272.
[392] Vâkıdî, M egâzf, 1367-1948 baskı sı, s. 34 9.
[393] Belâzurî, t 1, s. 567.
[394] İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Beyhakî, c. 7, s. 217, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 243.
[395] İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Dârimî, c. 1, s. 401 .
[396] Belâzuıî, c. 1,5.567.
[397] Zührı, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Dârimî, c. 1, s. 40, Belâzurî, c. 1, s. 567.
[398] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434.
[399] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Dârimî, c. 1, s. 40, Belâzurî, c. 1, s. 567.
[400] Zührî, s. 133, İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Belâzurî, c. 1 , s. 567.
[401] İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Belâzurî, c. 1, s. 567.
[402] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434, İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Dârimî, c. 1, s. 40, Belâzurî, c. 1, s. 567.
[403] Dârimî, c. 1, s. 40, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 567.
[404] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 267, Dârimî, c. 1, s. 40, Belâzurî, c. 1, s. 567.
[405] Zührî, Megâzî, s. 133, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 435, İbn Sa´d, c. 2, s. 267.
[406] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 435.
[407] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434.
[408] Dârimî, c. 1, s. 40.
[409] Zührî, s. 133, Abdurrezzak, c. 5, s. 434435.
[410] Dârimî, c. 1,s.4O.
[411] Vâkıdî, Megâzî, s. 1367-1948 baskısı, s. 349.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/283-285.
[412] Ibn Sa´d, c. 2, s. 265, Beyhakî, c. 7, s. 215, Ebu´l-Ferec Ibn Cevzf, c. 2, s. 789, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 243.
[413] Ebu Hanffe, Müsned, s. 36.
[414] Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 244.
[415] İtan Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 265, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 244.
[416] İbn Sa´d, c. 2, s. 268.
[417] İbn Sa´d, c. 2, s. 469, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 194.
[418] Zührı, s. 134, Abdurrezzak, c. 5, s. 436, İbn Sa´d, c. 2, s. 265-268.
[419] Zührî, s. 134, Abdurrezzak, c. 5, s. 436, İbn Sa´d, İbn Sa´d, c. 2, s. 268.
[420] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 265-266, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/285-286.
[421] Zührî, Megâzî, s. 134, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 436, İbn Sa´d, c. 2, s. 268.
[422] Be^ıakf, Delâilü´n-nübüvve, c. 7, s. 218.
[423] Zührî,s.134, Abdurrezzak, c. 5, s. 436437, İbn Sa´d, t 2, s. 268, Be^akf, c. 7, s. 215-216.
[424] Ebu Hanffe, Müsned, s. 36, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 563.
[425] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 266.
[426] Zührî, M egâzf, s. 134- E bu Ha nffe, s. 36, Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 43 7, İ bn S a´d, c. 2, s. 268, B uhârf, Sahîh, c. 4, s. 194, Belâzurî, c. 1, s. 566.
[427] İbn Sa´d, c. 2, s. 266.
[428] Zührî, s. 134, Abdurrezzak, c. 5, s. 437, İbn Sa´d, c. 2, s. 268, Buhârî, c. 4, s. 494, Belâzurî, c. 1, s. 566.
[429] Ebu Hanffe, s. 36, Zührî, s. 1 35, Abdurrezzak, c. 5, s. 437, İbn Sa´d, c. 2, s. 268-269, Belâzurî, c. 1, s. 586.
[430] Ebu Hanffe, s. 36, Zührî, s. 134-135, Abdurrezzak, c. 5, s. 437, İbn Sa´d, c. 2, s. 268, Buhârî, c. 4, s. 194, Belâzurî, c. 1 , s. 566.
[431] Zührî, s. 135, Abdurrezzak, c. 5, s. 437, İbn Sa´d, c. 2, s. 268.
[432] İbn Sa´d, c. 2, s. 268, Belâzurî, c. 1, s. 566.
[433] Belâzurî, c. 1,5.566.
[434] Zührî, Megâzî, s. 135, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 437, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 268.
[435] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 566.
[436] Be^akf, Delâilü´n-nübüv-vE, c. 7, s. 218, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 243.
* Al-i İmran: 81.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/286-289.
[437] Kastalânf, Mevâhibül-ledünniye, c. 2, s. 496, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 8, s. 287-288.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/289-290.
[438] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 304, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 425, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.263, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 141, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 565.
[439] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 217, Buhârî, Sahih, c. 1,s.165.
[440] İbn Sa´d, c. 2, s. 277-228, Ahmed, Müsned, c. 1, s. 270, Buhârî, c. 1, s. 120, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1854-1855, Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 608.
[441] Ahmed, c. 6, s. 47, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 541.
[442] İbn Sa´d, c. 3, s. 181 , Ahm ed, c. 1, s. 35, Belâzurî, c. 1, s. 579.
* Te´vtoe: 40.
[443] İbn Sa´d, c. 3, s. 181 , Belâzurî, c. 1, s. 579.
[444] Ahmed, c. 1, s. 35.
[445] İbn Şa´d, c. 2, s. 181 , Belâzurî, c. 1, s. 579.
[446] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 70.
[447] İbn Sa´d, c. 3, s. 182, Belâzurî, c. 1, s. 580-581 .
[448] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 269, Ahmed, Müsned, c. 1,s.56, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 194, Belâzurî, Ensâb.c.1, s. 580.
[449] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 306-307, İbn Sa´d, c. 2, s. 269, Buhârî, c. 4, s. 194, Belâzurî, c. 1, s. 583.
[450] İbn İshak, c. 4, s. 307.
[451] Taberî, Târih, c. 3, s. 209.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/290-291.
[452] İbn Kuteybe, el-İmâme re´s-siyâse, c. 1, s. 12-13, Taberî, Târih, c. 3, s. 207-208, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 328.
[453] Taberi, c. 3, s. 208, İbn Esîr, c. 2, s. 328.
[454] İtan İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 4, s. 303-304, Beyhakî, Delâil, c. 7, s. 224, İbn E ar, c. 2, s. 321.
[455] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1120, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 191, Taberî, c. 3, s. 197.
[456] Musa b. Ukbe´den naklen Muhibbut-Taberî, Rıyâdu´n-nadrâ, c. 1, s. 213.
[457] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 307, MuhibbıTt-Taberî, c. 1, s. 212, 213.
[458] Taberî, Târih, c. 2, s. 208, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 328-329.
[459] Taberî, Târih, c. 3, s. 208.
[460] İbn İshak, c. 4, s. 307, Ahmed, Müsned, c. 1, s. 55.
[461] Taberî, c. 3, s. 208, Muhibbut-Taberî, c. 1, s. 213.
[462] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 269, Buhârî, c. 4, s. 194, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 580, Taberî, c. 3, s. 208.
[463] Zühri, Megâzî, s. 141, İbn İshak, c. 4, s. 309, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 442, Ahmed, c. 1, s. 55.
[464] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferid, c. 4, s. 257, Belâzurî, c. 1, s. 581.
[465] Zührî, Megâzî, s. 141, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 309, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 442, Ahmed, Müsned, c. 1, s. 55.
[466] Ahmed, 11, ş. 56, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 257, Belâzurî, Ensâb, 11, s. 581.
[467] Zühri, s. 141, İbn İshak, c. 4, s. 309, Abdurrezzak, c. 5, s. 442, Ahmed, c. 1, s. 56.
[468] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 257, Belâzuri, c. 1, s. 281.
[469] İbn İshak, c. 4, s. 309.
[470] Taberî, c. 3, s. 193.
[471] Zühri, s. 141, İbn İshak, c. 4, s. 309, Abdurrezzak, c. 5, s. 442-443, Ahmed, c. 1, s. 56.
[472] İbn İshak, c. 4, s. 309, Ahmed, c. 1, s. 56.
[473] Abdurrezzak, c. 5, s. 443.
[474] İbn İshak, c. 4, s. 309, Abdurrezzak, c. 5, s. 443, Ahmed, c. 1, s. 56.
[475] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferid, c. 4, s. 257, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 581.
[476] İ bn Şa´d, Tabakâtü´l -k übrâ, c. 3, s. 182, Belâzuri, c. 1, s. 581 -582.
[477] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 310, İbn Sa´d, c. 3, s. 182, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 56, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 257.
[478] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 257, Belâzuri, c. 1, s. 581-582.
[479] Ahmed, c. 1, s. 21, Belâzuri, c. 1, s. 580.
[480] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 584.
[481] Yâkubî,Târrh,c.2,s. 123.
[482] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferid, c. 4, s. 58-59.
[483] Zühri, Megâzî, s. 142, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 443.
[484] jbn Kuteybe, el-jmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 14, Taberi, Târih, c. 3, s. 208, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 329.
[485] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 14, Taberi, Târih, c. 3, s. 208.
[486] İbn Kuteybe, c. 1, s. 14, Taberi, c. 3, s. 208, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 328.
[487] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 5, Taberî, c. 3, s. 199, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 5, s. 191.
[488] Ahmed, c. 1, s. 5, Taberî, c. 3, s. 199.
[489] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 14-15, Taberî, Târih, c. 3, s. 208, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 329.
[490] Zühri, Megâzî, s. 142, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 443.
[491] Zühri, s. 142, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 310, Abdurrezzak, c. 5, s. 443, Belâzuri, Ensâb, c. 1, s. 584.
[492] Zühri, s. 142, İbn İshak, c. 4, s. 310, Abdurrezzak, c. 5, s. 443, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 269, Ahmed, c. 1, s. 56, Buhâri, c. 4, s. 194, Belâzurî, c. 1,5.582.
[493] Belâzurî, c. 1, s. 582.
[494] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 59, Belâzuri, c. 1, s. 582.
[495] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 59, 258, Belâzuri, 11, s. 582.
[496] Belâzurî, c. 1, s. 582.
[497] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 584.
[498] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 310, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 444445 Ahmed, Müsned, c. 1, s. 56, Belâzuri, c. 1, s. 84.
[499] İbn İshak, c. 4, s. 310, Abdurrezzak, c. 5, s. 444.
[500] İbn İshak, c. 4, s. 310, Abdurrezzak, c. 5, s. 444, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 269, Ahmed, c. 1, s. 56, Buhârî, c. 4, s. 194.
[501] Zühri, Megâzî, s. 142, Abdurrezzak, c. 5, s. 444.
[502] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 15, Taberi, c. 3, s. 209.
[503] İbn Sa´d, c. 2, s. 269, Buhârî, c. 4, s. 194.
[504] İbn Kuteytoe, c. 1, s. 15, Taberi, c. 3, s. 209, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 329.
[505] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 15, Taberi, Târih, c. 3, s. 209, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 330 .
[506] Taberi, c. 3, s. 209, İbn Esîr, c. 2, s. 330.
[507] jbn Kuteybe, c. 1, s. 15.
[508] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferid, c. 4, s. 59, 258, Belâzuri, E nsâb, c. 1, s. 582.
[509] Belâzurî, c. 1, s. 582.
[510] İbn Sa´d, t 2, s. 182.
[511] Belâzurî, c. 1, s. 582.
[512] MuhibbıJt-Taberî, Rıyâdu´n-nadrâ, c. 1, s. 216-217, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 5, s. 183.
[513] jbn Kuteybe, el-jmâme vıe´s-siyâse, c. 1, s. 16, Taberi, c. 3, s. 209, İbn Ear, Kâmil, c. 2, s. 30.
[514] jbn Kuteybe, el-İmâme vıe´s-siyâse, c. 1, s. 16, Taberi, Târih, c. 3, s. 209, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 330.
[515] İbn Abdi Rabbih. Ikdu´l-ferid. c. 4. s. 259.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/292-303.
[516] Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 582.
[517] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 310, Ahmed, c. 1, s. 56.
[518] Zührî, Megâzî, s. 142, İbn İshak, c. 4, s. 310, Ahmed, c.1, s. 56.
[519] Zührî.s.142, İbn İshak, c. 4, s. 310, Ahmed, c. 1.S.56, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 123, Taberî, c. 3, s. 209.
[520] Zührî, s. 142, İbn İshak, c. 4, s. 310, Ahmed, c. 1, s. 56.
[521] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 123.
[522] Taberî, Târih, c. 3, s. 198.
[523] Yâkubî, c. 2, s. 123.
[524] Taberî, c. 3, s. 209
[525] Taberî, c. 3, s. 209, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 330.
[526] Taberî, c. 3, s. 209.
[527] Yâkubî, c. 2, s. 123.
[528] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 16.
[529] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 269, Buhâri, c. 4, s. 194.
[530] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 582.
[531] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 123.
[532] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 325.
[533] Zührî, Megâzî, s. 142, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 310, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 444, Ahmed, Müsned, c. 1, s. 56, Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 582, Taberî, c. 3, s. 199.
[534] Taberî, c. 3, s. 199.
[535] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 269.
[536] İbn İshak, c. 4, s. 310, İbn Sa´d, c. 2, s. 269, Belâzurî, c. 1, s. 582.
[537] Taberî, c. 3, s. 209, İbn Esîr, c. 2, s. 330, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 247.
[538] Belâzurî, t 1, s. 582.
[539] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 310, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 269, Ahmed, c. 1, s. 56, Buhârî, c.4, s. 194, Belâzurî, Ensâb, 11, s. 582, Taberî, c. 3, s. 210.
[540] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferid, c. 4, s. 258.
[541] Belâzurî, t 1, s. 583.
[542] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 16, Taberî, c. 3, s. 209, İbn Esîr, c. 2, s. 330-331.
[543] İbn Kuteybe, c. 1 ,s.17, Taberî, c. 3, s. 210.
[544] Zührî, Megâzî, s. 142-143, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 444, Ahmed, c. 1, s. 56.
[545] İbn Kuteybe, el-İmâme ve´s-siyâse, c. 1, s. 16-17.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/303-307.
[546] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 310, Abduırezzak, Musannef, c. 5, s. 437-438, Buhârî, c. 8, s. 126, Taberî, Târîh, c. 3, s. 203. Muhibbul-Tabeıî. c. 1. s. 217.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/307-308.
[547] Belâzuıî, Ensâb, c. 1 , s. 590
[548] Ahmed, Müsned, c. 1, s. 34, Buhârî, Edebü´l-müfred, s. 187-188, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1265, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 529.
[549] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 311, İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 182 İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 59, Belâzurî, Ensâb, c. 1 ,s.59O, Taberî, c. 3, s. 203, İbn EsTr, Kâmil, c. 2, s. 332.
[550] İbn Sa´d, c. 3, s. 183, Belâzuıî, c. 1, s. 590, Haris el-Muhasibi", er-Riâye, s. 46.
[551] Belâzun, c. 1, s. 590-591, Muhibbut-Taberî, Rıyâdu´n-nadrâ, c. 1, s. 219.
[552] İbn Sa´d, c. 3, s. 183, Belâzun, c. 1, s. 590-591 , Haris el-Muhâsibf, s. 46.
[553] İbn İshak, c. 4, s. 311, İbn Sa´d, c. 3, s. 183, Belâzurî, c. 1, s. 590-591 Taberî, c. 3, s. 203, Haris el-Muhâsibf, s. 46.
[554] İbn İshak, c. 4, s. 311, İbn Esir, c. 2, s. 332.
[555] İbn İshak, c. 4, s. 311, İbn Sa´d, c. 3, s. 183, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 59, Belâzurî, c. 1, s. 590, Taberî, c. 3, s. 203, İbn Esîr, c.2, s. 332.
[556] Belâzurî, c. 1, s. 591 .
[557] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 311, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 591, Taberî, Târîh, c. 3, s. 203.
[558] Belâzurî, c. 1, s. 591 .
[559] İbn İshak, c. 4, s. 311, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 590, Belâzurî, c. 1, s. 591, Taberî, c. 3, s. 203, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 332.
[560] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 59.
[561] İbn İshak, c. 4, s. 311, Belâzurî, c. 1 ,s.591, Taberî, c. 3, s. 203, Muhibbut-Taberî, t 1, s. 218.
[562] İbn İshak, c. 4, s. 311, Taberî, c. 3, s. 203, İtan Esîr, c. 2, s. 332, Muhibbut-Taberî, c. 1, s. 218.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/308-310.
[563] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 246.
[564] Makrfzf, en-Nizâu ye14ehâsum , s. 33.
[565] İbn Kuteybe, c. 1 , s. 12, Makrfzf, s. 33.
[566] Makrfzf, s. 33.
[567] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 446, İbn Kuteybe, d, s. 12, Makrfzf, s. 33.
[568] İbn Kuteybe, c. 1 , s. 12, Makrfzf, s. 33.
[569] İbn Sa´d, c. 2, s. 246.
[570] İbn Kuteybe, c. 1 , s. 12, Makrfzf, s. 33.
[571] İbn Sa´d, c. 2, s. 246, Makrfzf, s. 33.
[572] İbn Sa´d, c. 2, s. 246-247, İbn fitod\ Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 258, Makrfzf, s. 33.
[573] İbn Sa´d, c. 2, s. 247, Makrfzf, s. 33.
[574] İbn Sa´d, c. 2, s. 247, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 258.
[575] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 258.
[576] Taberî, Târîh, c. 3, s. 203, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 325-326.
[577] Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 588.
[578] Taberî, c. 3, s. 202, İbn Esîr, c. 2, s. 326.
[579] Belâzurî, c. 1, s. 588, Taberî, c. 3, s. 202.
[580] Belâzurî, t 1, s. 588.
[581] Taberî, c. 3, s. 202-203, İbn Esîr, c. 2, s. 326.
[582] Belâzurî, c. 1, s. 588, Taberî, c. 3, s. 202.
[583] Belâzurî, c. 1,5.588.
Ebu Süfyan sonradan müslümanlığını güzelleştirmiş, iyi bir Müslüman olmuştur (İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. b, s. 149).
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/311-313.
[584] Taberânf, M u´cem ü´s-sağfr, c. 2, s. 101.
[585] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 591.
[586] Demfrf, Hayâtü´l-havvan, c. 1 , s. 70-71.
[587] İbrı İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 316.
[588] İbn Esîr, KâmN, c. 2, s. 324-325.
[589] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 670-671.
[590] Belâzuıî, Ensâb, c. 1 , s. 304.
[591] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 303-304.
[592] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 107.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/313-315.
[593] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 303-304.
[594] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1120, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 191, Taberî, c. 3, s. 97.
[595] İbn İshak, c. 4, s. 305, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 433-434, İbn Sa´d, c. 2, s. 266-267, Dâıimf, c. 1, s. 40.
[596] İbn Sa´d, c. 2, s. 271 .
[597] Abdurrezzak, c. 5, s. 434-435, İbn Sa´d, c. 2, s. 267, Dârimî, c. 1, s. 40 Belâzurî, Ensâb.c.1 , s. 567.
[598] İbn İshak, c. 4, s. 306-309, Abdurrezzak, c. 5, s. 442-444, İbn Sa´d, c. 2, s. 269, Ahmed, c. 1, s. 55-56, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 191, Taberî, c.3, s. 207-208.
[599] Belâzurî, c. 1,5.257.
[600] İbn İshak, c. 4, s. 312, Ahmed, c. 1, s. 260, İbn Sa´d, c. 2, s:. 278-279.
[601] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 278.
[602] İbn İshak, c. 4, s. 312, İbn Sa´d, c. 2, s. 280, Ahmed, c. 1, s. 260.
[603] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 313, Ahmed, c. 6, s. 267, Ebu Dâvud, c. 3, s. 196-197, Zehebî, Tâıîhu´l-İslâm, s. 574.
[604] İbn İshak, c. 4, s. 313, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 277, Ahmed, c. 6, s. 267, Ebu Dâvud, c. 3, s. 197, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s:. 596, Zehebî, s:. 574.
[605] İbn Sa´d, c. 2, s. 276, Belâzuıî, c. 1, s. 570.
[606] İbn İshak, c. 4, s. 313, Ahmed, c. 46, s. 267, Zehebî, s. 575.
[607] İbn Sa´d, c. 2, s. 280-281 .
[608] İbn Sa´d, c. 2, s:. 278, Zehebî, s:. 576, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 261.
[609] İbn Sa´d, c. 2, s:. 280.
[610] İbn Sa´d, c. 2, s. 279.
[611] İbn İshak, c. 4, s. 312-313, Ahmed, c. 1,s.26O.
[612] İbn Sa´d, c. 2, s. 278.
[613] İbn Sa´d, c. 2, s:. 280.
[614] İbn İshak, c. 4, s. 313, Ahmed, c. 6, s. 267, Belâzuıî, c. 1, s. 569.
[615] Sera ha, Mebsût, c. 2, s. 569.
[616] İbn Sa´d, c. 2, s. 280.
[617] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 313, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 281 Ahmed, Müsned, c. 1.S.260, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 571.
[618] İbn İshak, c. 4, s. 312-313, Ahmed, c. 1,s.26O.
[619] İbn Sa´d, c. 2, s. 281 .
[620] Belâzurî, c. 1, s. 570, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 262.
* Sidr, Arabistan kirazı denilen ağaçtır ki, yaprağıma ölü yıkanı r (Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhft).
[621] İbn Sa´d, c. 2, s. 280, Ahm ed, c. 1, s. 260, c. 6, s. 267, Belâzurî, c. 1, s. 570.
[622] İbn Sa´d, c. 2, s. 280, Belâzurî, c. 1, s. 570.
[623] İbn Sa´d, c. 2, s. 280, Ahm ed, c. 1, s. 260, c. 6, s. 267, Belâzurî, c. 1, s. 570.
[624] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 2, s. 497, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 476.
[625] Ahmed, c.1, s. 267.
[626] İbn Sa´d, c. 2, s. 280.
[627] İbn Sa´d, c. 2, s. 281 -283, Ahmed, c. 6, s. 93-11 8, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 75, İbn M âce, c. 1, s. 472, Belâzurî, c. 1, s. 571 .
[628] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 285.
[629] İbn Sa´d, c. 2, s. 279.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/315-319.
[630] Serahsî. Mebsût. c. 2. s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/319-320.
[631] Kastalânf, Mevâhib, c. 2, s. 494.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/320.
[632] İ bn İsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 314, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 292 İbn Mâce, c. 1 , s. 521, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s.573.
[633] İbn Sa´d, c. 2, s. 291 .
[634] İbn İshak, c. 4, s. 314, İbn Sa´d, c. 2, s. 288-291, İbn Mâce, c. 1 , s. 531.
[635] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 2, s. 500.
[636] İbn Sa´d, c. 2, s. 290-291 .
[637] İbn Sa´d, c. 2, s. 288-291 .
[638] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 290, Beyhakî, Delâil, c. 7, s. 251, Zehebî, Târih, s. 579.
[639] Belâzuri", Ensâb, c. 1, s. 574, Beyhakî, c. 7, s. 251 .
[640] İbn Sa´d, c. 2, s. 290, Beyhakî, c. 7, s. 251, Zehebî, s. 579.
[641] İbn Sa´d, c. 2, s. 290, Belâzurî, c. 1, s. 275, Beyhakî, c. 7, s. 251, Zehebî, s. 579.
[642] İbn Sa´d, c. 2, s. 290, Beyhakî, c. 7, s. 251, Zehebî, s. 579.
[643] İbn Sa´d, c. 2, s. 290, Belâzurî, c. 1, s. 575, Beyhakî, c. 7, s. 251, Zehebî, s. 579.
[644] İbn Sa´d, c. 2, s. 290, Beyhakî, c. 7, s. 250-251, Zehebî, s. 579.
[645] Beyhakî, c. 7, s. 250, Zehebî, s. 579, İbn Haldun, Târih, c. 2, s. 2, s. 63.
[646] İbn Sa´d, c. 2, s. 292.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/320-322.
[647] İbn Şa´d, c. 2, . 290-292, İbn Kuteytae, c. 1, s. 12.
[648] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 314, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 292 Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 7, s. 261.
[649] Mâlik,Muvatta´, c. 1, s. 231 , İbn Sa´d, c. 2, s. 293, Belâzurî, Ensâb.c. 1, s. 574, Beyhakî, c. 7, s. 261.
[650] Belâzurî, c. 1,5.574.
[651] Beyhakî, c. 7, s. 261, Zehebî, s. 580.
[652] İbn İshak, c. 4, s. 314, İbn Sa´d, c. 2, s. 292, Belâzurî, c. 1, s. 573-754 Beyhakî, t 7, s. 261, Zehebî, s. 580.
[653] İbn Kuteybe, c. 1 ,s.12.
[654] Tirmizî, c. 3, s. 338, Beyhakî, c. 7, s. 260-261, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 266.
[655] İbn İshak, c. 4, s. 314, İbn Mâce, c. 1, s. 521.
[656] Ahmed, c. 1, s. 7.
[657] Malik.c1, s. 231.
[658] İbn Sa´d, c. 2, s. 292.
[659] İbn Kuteybe, c. 1 , s. 12.
[660] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 293, Belâzun, Ensâb, c. 1, s. 572-573.
[661] İbn Sa´d, c. 2, s. 293-294.
[662] Belâzurî, c. 1, s. 53.
[663] İbn Sa´d, c. 2, s. 294, Belâzurî, c. 1, s. 573.
[664] Belâzurî, c. 1,5.573.
[665] İbn Sa´d, c. 2, s. 294.
[666] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/322-324.
[667] İbn Sa´d, c. 2, s. 295.
[668] Kâsânf, Bedâyiu´s-sanâyi´, c. 1, s. 318.
[669] Ahmed, Müsned, c. 4, s. 359, Ebu Dâvud, c. 3, s. 213.
[670] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 298.
[671] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 313-314, İbn Sa´d, c. 2, s. 298, Belâzurı, Ensâb, c. 1.S.573.
[672] İbn Sa´d, c. 2, s. 298.
[673] İbn İshak, c. 4, s. 314, İbn Sa´d, c. 2, s. 298, Belâzurî, c. 1, s. 573.
[674] İbn Sa´d, c. 2, s. 298.
[675] İbn İshak, c. 4, s. 314, İbn Sa´d, c. 2, s. 298, Belâzurî, c. 1, s. 573.
[676] İbn İshak, c. 4, s. 314, Ahmed, c. 6, s. 110, İbn Haldun, Târih, c. 2, s. 63.
[677] İbn İshak, c. 4, s. 314, Ahmed, c. 6, s. 62, 242.
[678] Ahmed, c. 6, s. 242.
[679] İbn İshak, c. 4, s:. 314, Ahmed, c. 6, s:. 62, 242.
[680] İbn İshak, c. 4, s. 314.
[681] Ahmed,c.6, s:. 62,242.
[682] İbn İshak, c. 4, s. 314, Ahmed, c. 6, s. 62, 242.
[683] İbn İshak, c. 4, s. 314-315, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 254.
[684] İbn İshak, c. 4, s:. 315.
[685] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s:. 301 .
[686] İbn Sa´d, c. 2, s:. 299, Belâzurî, c. 1, s:. 575.
[687] Belâzurî, t 1, s. 575.
[688] Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 269.
[689] İbn Sa´d, c. 2, s:. 299.
[690] İbn İshak, c. 4, s. 315, İbn Sa´d, c. 2, s. 299, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 268-269.
[691] İbn İshak, c. 4, s. 315, İbn Sa´d, c. 2, s. 299, Belâzurî, c. 1, s. 575-576 Taberî, c. 3, s. 205, Zehebî, Târih, s. 581 .
[692] Belâzurî, c. 1, s. 575-576, Beyhakî, Delâil, c. 7, s. 264.
[693] Belâzurî, c. 1, s:. 576, Beyhakî, c. 7, s:. 264, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 271.
[694] Beyhakî, c. 7, s:. 252, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s:. 269.
[695] Belâzurî, t 1. s. 576.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/324-327.
[696] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 493.
[697] Ahmed, Müsned, c. 3, s. 204.
[698] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 311, Ahmed, c. 3, s. 204, Buhârî, c. 5, s. 144, İbn Mâce, c. 1 , s. 522, Dâıimf, c. 1, s. 41.
[699] İbn Sa´d, c. 2, s. 274, İbn Mâce, c. 1, s. 522.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/327.
[700] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 340.
[701] Ebu´l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 813, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 2, s. 501, Diyartoekrf, TâriViu´l-hamfs, c. 2, s. 173.
[702] Diyarbekrî, c. 2, s. 173.
[703] Ebu´l-Ferec, c. 2, s. 803, Kastalânf, c. 2, s. 501 .
[704] Ebu´l-Ferec, c. 2, s. 803, İbn Seyyid, c. 2, s. 340, Kastalânf, c. 2, s. 501, Diyarbekıİ, c. 2, s. 173.
[705] Belâiutf, Ensâb, c. 1 , s. 592-593.
[706] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 325-330.
[707] İbn Sa´d, c. 2, s. 319-320, Belâzurî, c. 1, s. 592.
[708] Belâzurî, t 1, s. 592.
[709] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 340-341.
[710] İbn İshak.İbnHisam, Sîre.c.4, s. 317-322, İbn Sa´d, c. 2, s. 321-324.
[711] İbn Sa´d, c. 2, s. 324-325.
[712] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 591 -592.
[713] İbn Sa´d. c. 2. s. 330-333.
[714] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/327-328.
[715] Semhudf, c. 2, s. 550-551.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/329.
[716] Ahmed, Müsned, c. 4, s. 8, İbn Mâce, c. 1, s. 524, Dârimî, c. 1, s. 307, Nesâf, c. 3, s. 19-92, Hâkim, Müstednek, c. 4, s. 460, Ebu´l-Ferecİbn Cevzf, c. 2, s. 809, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 275, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 122.
[717] Ahmed, c. 1 , s. 387, Nesaî, c. 3, s. 43, Ebu´l-Fenec, c. 2, s. 806.
[718] Bezzazdan naklen Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 9, s. 24, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 22-23.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/329.
[719] Ahzab: 56.
[720] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 241, Buhârî, SahıVı, c. 47, s. 156, Müslim, Sahih, c. 1 , s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/330.
[721] Ahmed, M üsned, c. 1, s. 191.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/330-331.
[722] Ahmed, c. 1, s. 5, Ibn Mâce, c. 2, s. 1440.
[723] Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 34, İbn Mâce, c. 2, s. 1 429.
[724] Ahmed, c. 1, s. 5, Müslim, c. 4, s. 1782, Ebu Dâvud, c. 4, s. 21 8, Tirmizî, c. 5, s. 587, İbn Mâce, c. 2, s. 1440.
*Yeşil (Ahmed, c. 3, s. 456).
[725] Tirmizî, c. 5, s. 585.
[726] Ahmed, c. 1, s. 5, Müslim, c. 4, s. 1782, Ebu Dâvud, c. 4, s. 21 8, Tirmizî, c. 5, s. 587, İbn Mâce, c. 2, s. 1440.
[727] Ahmed, c. 1, s. 5, Tirmizî, c. 5, s. 587, İbn Mâce, c. 2, s. 1440.
[728] Ahmed, c. 3, s. 144, Tirmizî, c. 5, s. 587.
[729] Tirmizî, c. 5, s. 588, Dârim f, c. 1, s. 30.
[730] Ahmed, c. 3, s. 144.
[731] Ahmed, c. 5, s. 138, Tirmizî, c. 5, s. 586, İbn Mâce, c. 2, s. 1443.
[732] Ahmed, c, 1, s. 281, Tirmizî, c. 5, s. 587, Dârimî, c. 1 , s. 30.
[733] Ahmed, c. 1, s. 281, Dârimî, c. 1, s. 30.
[734] Tirmizî, c.5, s. 587.
[735] M âlik, Muvatta´, c. 1, s. 212, Abdurrezzak, Musannef, c. 2, s. 413, Ahm ed, c. 1, s. 281 , Buhârî, Sahîh, c. 7, s. 145, Müslim , c. 1, s. 189, İbn Mâce, c. 2, s. 1 440.
[736] Müslim, c. 4, s. 1782, Ebu Dâvud, c. 4, s. 218, Tirmizî, c. 5, s. 588, İbn Mâce, c. 2, s. 1 440, Dârimî, c. 1, s. 30.
[737] Tirmizî, c. 5, s. 588, İbn Mâce, c. 2, s. 1440, Dârimî, c. 1, s. 30.
[738] Tirmizî, c. 5, s. 588, Dârimî, c. 1, s. 30.
[739] Dârimî, c. 1, s. 30.
[740] Tirmizî, c. 5, s. 588, Dârimî, c. 1, s. 30.
[741] Dârimî, c. 1, s. 30.
[742] Tirmizî, c. 5, s. 585, Dârimî, c. 1, s. 30.
[743] Ahmed, c. 1, s. 5.
[744] Tirmizî, c. 5, s. 585, Dârimî, c. 1, s. 30.
[745] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 225, Müslim, c. 1, s. 184, Tirmizî, c. 4, s. 622.
[746] Ahmed, M üsned, c. 6, s. 3-4.
[747] TaberânPden naklen Suyûtî, Câmiu´s-sağfr, c. 1, s. 80.
[748] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 225, Müslim, c. 1, s. 184, Tirmizî, c. 4, s. 622.
[749] Ahmed, c. 3, s. 116.
[750] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 225, Müslim, c. 1, s. 184-185, Tirmizî, c. 4, s. 622.
[751] Ahmed, c. 2, s. 435, c. 3, s. 116, Buhârî, c. 5,5.147, 225, Müslim, c. 1,5.184 Tirmizî, c. 4,5.622.
[752] Ahmed, c. 3, s. 116, Buhârî, c. 5, s. 147, Müslim , c. 1, s. 180, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442.
[753] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 225, Müslim, c. 1, s. 184-185, Tirmizî, c. 4, s. 622-623.
[754] Ahmed, c. 1, s. 4.
[755] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 184-185, Tirmizî, c. 4, s. 622-623.
[756] Ahmed, M üsned, c. 3, s. 116, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 147, Müslim, c. 1, s. 180, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1442.
[757] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[758] Ahmed, c.1, s. 5.
[759] Ahmed, c. 3, s. 116, Buhârî, c. 5, s. 147, Müslim , c. 1, s. 180, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442.
[760] Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[761] Ahmed, c.1, s. 4.
[762] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[763] Ahmed, c.1, s. 4, c. 3, s. 116, Müslim, c. 1, s. 180, İbn Mâce.c. 2, s. 1442.
[764] Ahmed, c. 2, s. 435.
[765] Buhârî, c. 5, s. 147, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442.
[766] Ahmed, c. 2, s. 435, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[767] Ahmed, c.1, s. 4.
[768] Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[769] Buhârî, c. 5, s. 226, Tirmizî, c. 4, s. 625.
[770] Ahmed, c. 2, s. 436, Müslim, c. 1, s. 185.
[771] Ahmed, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[772] Ahmed, c. 1, s. 4, Buhârî, c. 5, s. 1 47, İbn Mâce, c. 2, s. 1442.
[773] Ahmed, c. 2, s. 436, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[774] Ahmed, c. 1, s. 4.
[775] Buhârî, c. 5, s. 147, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442.
[776] Ahmed, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[777] Ahmed, c. 1, s. 5, Buhârî, c. 5, s. 1 47, İbn Mâce, c. 2, s. 1442.
[778] Ahmed, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[779] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 1 47, İbn Mâce, c. 2, s. 1442.
[780] Ahmed, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[781] Buhârî, c. 5, s. 226, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[782] Ahmed, c. 1, s. 5, Buhârî, c. 5, s. 1 47, İbn Mâce, c. 2, s. 1442.
[783] Ahmed, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 623.
[784] Ahmed, c, 1, s. 5.
[785] Ahmed, c.1, s. 5, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 226, Müslim, c. 1,5.185, Tirmizî, c. 4,5.623.
[786] Buhârî, c. 5, s. 147, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442.
[787] Ahmed, c.1, s. 5.
* Makam-ı Mahmud öyle bir m akamdır ki, bütün m ahşer halkının hesaplarının bir an önce görülmesi ve uzayıp giden tevakkuf ıztırabından kurtarılarak rahata kavuşturulmaları içjn, Peygamberimiz Aleyhisselam o makamda Allah´a hamd edecek, Allah katında şefaatte bulunacaktır (İbn Esîr, Nihâye, C. 1 , S. 437).
[788] Ahmed, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 226-227, Müslim, c. 1, s. 185, Tirmizî, c. 4, s. 624-625.
[789] Ahmed, c. 2, s. 436, Tirmizî, c. 4, s. 624.
[790] Ahmed, c. 2, s. 436.
[791] Ahmed, c. 2, s. 436, Buhârî, c. 5, s. 227, Müslim, c. 1, s. 185-186, Tirmizî, c. 4, s. 624.
[792] Ahmed, c. 3, s. 116, Buhârî, c. 5, s. 147, Müslim , c. 1, s. 181, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442.
[793] Ahmed, c. 3, s. 144, Müslim, c. 1, s. 183.
[794] Müslim, c.1, s. 183.
[795] Ahmed, c. 3, s. 144.
[796] Ahmed, c. 3, s. 116, Buhârî, c. 5, s. 147, Müslim , c. 1, s. 181, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442. Ahmed, c. 3, s. 116, Buhârî, c. 5, s. 147, Müslim , c. 1, s. 181, İbn Mâce, c. 2, s. 1 442.
[797] Müslim, c. 1, s. 183.
[798] Ahmed, c. 3, s. 1144.
[799] Ahmed, c. 3, s. 116, 144, Buhârî, c. 5, s. 147, Müslim, c. 1, s. 181, İbn Mâce, c. 2, s. 1442-1443.
[800] Müslim, c.1, s. 183.
[801] Ahmed, c. 3, s. 144.
[802] Müslim, c.1, s. 183.
[803] Ahmed, c. 3, s. 116, Buhârî, c. 5, s. 147, Müslim , c. 1, s. 181, İbn Mâce, c. 2, s. 1 443.
[804] Müslim, c.1, s. 183-814.
[805] Ahmed. c. 3. s. 144.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/331-340.
[806] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/341-347.
[807] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ.c. 2, s. 314, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 262, Buharı", Sahih, c. 8, s. 3, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1379, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 139, 145.
[808] İbn Sa´d, c. 2, s. 314, Ahmed, c. 2, s. 242, Buhârî, c. 3, s. 197, c. 8, s. 4 Müslim, c. 3, s. 1382, Ebu Dâvud, c. 3, s. 144.
[809] İbn Sa´d, c. 2, s. 260, Ahmed, c. 1, s. 300-301, c. 6, s. 136-137, Buharı, c. 5, s. 144, İbn Mâce, c. 2, s. 900.
[810] İbn Sa´d, c. 2, s. 260, Ahmed, c. 6, s. 136-137, İbn Mâce, c. 2, s. 900.
[811] İbn Sa´d, c. 2, s. 316-317, Ahm ed, c. 1, s. 300-301, c. 6, s. 137, İbn Mâce, c. 2, s. 900.
[812] İbn Sa´d, c. 2, s. 260, Ahmed, c. 6, s. 44, İbn Mâce, c. 2, s. 900.
[813] Ahmed, c. 4, s. 279, Buhârî, c. 3, s. 220, c. 5, s. 144.
[814] Buhârî, c. 4, s. 220, c. 5, s. 1 44.
[815] İbn Sa´d, c. 2, s. 313, Ahm ed, c. 1, s. 300-3001, Buhârî, c. 3, s. 231.
[816] İbn Sa´d, c. 2, s. 318-319.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/348-349.
[817] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 240.
[818] Semhüdı, Vefâu´l-vetâ, c. 2, s. 458-460, 462, Diy^rbekrî, Târîhu´l-hamıs, c. 1, s. 346.
[819] Süheylı, Ravdu´l-ünüf, c. 4, s. 267-268.
[820] İbn Sa´d, c. 1.S.499.
[821] İbn Sa´d, c. 1, s. 499-500.
[822] Şühe^r,c.4, s. 268.
[823] İbn Sa´d, c. 1, s. 499-500, Sem hûdf, Vefâu´l-vefâ, c. 2, s. 461.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/349-350.
[824] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 313, Vâkıdî, Megâzî, t 2, s. 616, İbn Sa´d, c. 2, s. 98, İbn Haldun, Târih, c. 2, s. 2, s. 35.
[825] Vâkidf, c. 2, s. 615.
[826] Vâkıdî, c. 2, s. 948, Ahmed, c. 3, s. 111, Müslim, c. 2, s. 948.
[827] Müslim, c. 2, s. 948, Begavf, c. 1, s. 130.
[828] İbn Sa´d, c. 2, s. 181 .
[829] Vâkıdî.c. 3,3.1109.
[830] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 111, Bedrüddin Aynf, Umdetu´l-kârî, c. 3, s. 37.
[831] Vâkıdî, c. 3, s. 11 09, İbn Sa´d, c. 2, s. 174.
[832] Bu hân , Sahih, c. 1, s. 50-51.
[833] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 478, Buhân, c. 4, s. 47.
[834] İbn Sa´d, c. 1,5.479.
[835] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 6, s. 7.
[836] İbn Seyyid, c. 2, s. 319.
[837] İbn Sa´d, c. 1, s. 482, Ahmed, Müsned, c. 5, s. 352, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1196, İbn Habib, Kitâbu´l muhabber, s. 76.
[838] Ahmed, c. 5, s. 352, İbn Habib, s. 76.
[839] İbn Sa´d, c. 1, s. 482, Ahmed, c. 5, s. 352, İbn Habib, s. 76.
[840] İbn Abdulhakem, Fütühu´l-Mısr, s. 47.
[841] Tirmizî, c.4, s. 240.
[842] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 525.
[843] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 314, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 288-291, İbn Mâce.c.1, s. 531.
[844] Belâzurî, c. 1,5.525.
[845] Belâzuıî, c. 1, s. 525, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 383.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/350-353.
[846] Ebu´l-Ferecİbn Cevzf, el-Vefa, c. 2, s. 555-556.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/353.
Ayrılık Gününe Doğru
Benî Muhârib Temsilcilerinin Medine´ye Gelip Müslüman Oluşu
Benî Muhâriblerin Kimlikleri, Temsilcilerinin Ne Zaman ve Kaç Kişi Olarak Medine´ye Gelip Nasıf Müslüman Oldukları
Benî Muhâriblerin ata saylan şöyle sıralanır Benî Muhârib b. Hasafa, b. Kays b. Aylan, b. Mudar, b. Nizar, b. Maadd, b. Adnan.[1]
Hicretin 10. yılında Veda Haccı sırasında Medine´ye Benî Muhâriblerden on kişilik bir temsil ci heyeti geldi .[2]
İçlerinde Sevâ b. Haris ile oğlu Huzeyme b. Sevâ da bulunuyordu.
Benî Muhârib temsilcileri, Remle binti Hâris´in konağına indirildiler.[3]
Bilal-i Habeşî onlara sabah akşam yemeklerini götürdü.[4]
Benî Muhârib temsilcileri Müslüman oldular ve:
"Biz arkamızdakilerin de temsilcileriyiz!" dediler.[5]
Öğleden ikindiye kadar Peygamberimiz Aleyhisselamla oturdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, içlerinden birisini (Sevâ b. Hâris´i) tanıdı .[6] Ona baktı durdu.
Sevâ b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisine dikkatli dikkatli baktığını görünce:
"Yâ Rasûlallah! Galiba beni tanımış gibisin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Herhalde ben seni görmüştüm!" buyurdu.
Sevâ b. Haris:
"Vallahi, sen beni görmüş ve benimle konuşmuştun. Ben ise sana karşı çirkin sözler söylemiş, seni Ukâz panayırında en çirkin bir şekilde reddetmiştim. Sen o zaman kabileleri dolaşıyordun" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Sevâ b. Haris:
"Yâ Rasûlallah! O zaman arkadaşlarım içinde sana karşı benden daha katı ve kötü davrananı, İslâmiyete benden daha uzak olanı yoktu![7]
Hamd olsun Allah´a ki, seni tasdik edinceye kadar beni sağ bıraktı![8] Halbuki, o zaman yanımda bulunmuş olan o kişiler kendi dinleri üzerinde ölüp gittiler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şüphe yok ki, şu kalbler Yüce Allah´ın elindedir!" buyurdu.
Sevâ b. Haris:
"Yâ Rasûlallah! Benim için Allahtan mağfiret dile!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Muhakkak ki, İslâmiyet kendisinden önceki küfürlerin kökünü kazır!" buyurdu.[9]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sevâ´ın oğlu Huzeyme´nin başını sığadı, sığayınca saçı güzelleşti ve beyazlaştı.[10]
Sair kabile temsilcilerine bahşişler verildiği gibi, Benî Muhârib temsilcilerine de bahşişleri verildi.[11]
Temsilciler, Medine´den ayrılıp yurtlarına, ev halklarına döndüler.[12]
Allah onlardan razı olsun![13]
Zü´l-Kela´ ile Zû Amr´ın İslâmiyete Davet Edilmeleri ve Müslüman Olmaları
Zü´l-Kela´ın Kimliği
Zü´l-Kela´, Yemen Himyer krallarından olup,[14] ata soyu şöyledir: Zü´l-Kela1 b. Nâkür, b. Habib, b. Malik, b. Hassan, b. Tübba´. [15]
Asıl ismi Eyfa´[16] veya Esmeyfâ ya da Semeyfâ olup, Ebu Şurahbii veya Şerâhil künyesini taşırdı. [17] Ka´bu´l-Ahbâr´ın amcasının oğluydu. [18]
Zû Amr´ın Kimliği
Zû Amr da, Zü´l-Kela1 gibi, Yemen krallarındandı . [19]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Veda Haccından döndükten sonra, [20] Cerir b. Abdullah´ı, Zü´l-Kela´ ile Zû Amr´ı İslâmiyete davet etmek üzere Yemen´e gönderdi. [21]
Cerir b. Abdullah, Yemen´de Zü´l-Kela1 ve Zû Amr ile buluşup konuştu. [22]
İkisi de Müslüman oldular.
Zü´l-Kela´ın zevcesi Duraybe binti Ebrehe b. Sabbah da Müslüman oldu. [23]
Zü´l-Kela´ ile Zû Amr, Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmek üzere Cerir b. Abdullah[24] ile birlikte yola çıkıp gelirlerken, [25] Zû Amr yolda ya bir rüya veya başka birşey görmüş, [26] yahut eski semavî kitablardan öğrenmiş, ya da Yemen´de Yahudi bilginlerinden işitmiş olacak ki: [27]
"Ey Cerir! Sen ona (Peygamberimiz Aleyhisselam a) uğrayacaksın ama, onun eceli gelmiş, hakkındaki ilâhî takdir yerini bulmuştur!" dedi. [28]
Yolun bir kısmında bulundukları sırada, [29] Medine tarafından gelen[30] birkaç süvari ile karşılaştılar. [31]
Onlara:
"Ne haber var " diye sordular. [32]
Süvariler:
"Resûlullah Aleyhisselam, ebediyet âlemine alındı! Ebu Bekir de halife seçildi! [33] Halk bu seçimi iyi karşıladılar!" dediler. [34]
Zü´l-Kela´ ile Zû Amr´ın Yoldan Geri Dönmeleri
Bunun üzerine, Zû Amr, Cerirb. Abdullah´a:
"Ey Cerir! Siz muhakkak ki iyi bir kavimsiniz, şerefli bir mevkidesiniz![35]
Sana şunu haber vereyim ki; [36] siz Arap cemaati, [37] bir emîr öldüğü zaman yerine geçecek başka biri hakkında müşavere yapar oldukça, daima hayır içinde bulunursunuz!
İş kılıç zoruyla, kahrve galebeyle olunca, kral olursunuz!
Siz de kralların kızdığı gibi kızar, kralların hoşnut olduğu gibi hoşnut olursunuz! [38]
Sahibine selam söyle! [39] Bizim buraya kadar geldiğimizi haber ver! Allah dönmemizi dilerse, [40] belki döneriz" dedi. [41]
Cerir b. Abdullah´a selam verdiler, [42] Yemen´e[43] geri dönüp gittiler. [44] Cerir b. Abdullah da Medine´ye gitti.[45]
Esvedü´l-Ansî´nin Peygamberlik İddiasıyla Ortaya Çıkışı
Benî Anslerin Benî Malik b. Ans oymağından olan Esved´in asıl adı Abhele olup, ata soyu şöyle sıralanır: Abhele b. Ka´b, b. Gavs, b. Sa´b, b. Malik, b. Ans, b. Malik, b. Üded, b. Zeyd, b. Yeşcüb, b. Arib, b. Zeyd, b. Kehlan, b. Sebe´, [46]
Ans, Murad b. Malik ve Halid b. Malik ve Sa´dü´l-Âşire b. Malik´in kardeşi idi . [47]
Esved´e "Zü´l-Himâr" denirdi[48] Müseylime´ye "Rahmânü´l-Yemâme" denildiği gibi, Esved´e de "Rahmânü´l-Yemen" adı takılmıştı. [49]
Esved, Kehf-i Hubban´da doğmuş ve orada yetişmişti. [50]
Esved, kâhin ve hokkabaz bir adamdı, şeytanlardan tabii vardı.
Halka birtakım acayip şeyler gösterir, sözleri dinleyenleri etkilerdi. [51]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cerir b. Abdullah´ı Yemen´e gönderdiği zaman, Esvedü´l-Ansî´yi de İslâmiyete davet ettirmiş, fakat Esved kabul etmemişti. [52]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Veda Haccından sonra hastalanması üzerine, casuslar tarafından her yana haberler uçurulmuştu. [53]
İlk irtidad hareketi, Yemen´de, Esvedü´l-Ansî ta rafın dan başlattın İdi. [54]
Esved, peygamber olduğunu, [55] Sâhık ve Şerik adında iki meleğin kendisine vahiy getirdiğini, [56] halka ait her hadiseyi kendisine haberverdiğini iddia etmeye başladı. [57]
Esvedü´l-Ansîye önce Ans kabilesi tâbi oldu.
Ans kabilesinden başka kabileler, [58] Mezhic ve Yemen kabileleri de ona tâbi oldular. [59]
Esved´in yediyüz süvarisi ve bir o kadar da piyadesi vardı. [60]
Kays b. Abdi Yağus, Muaviye b. Kays, Yezid b. Mahrem, Yezid b. Husayn, Yezid b. Efkel, Esved´in başlıca kumandanlarıydı. [61]
Esvedü´l-Ansî, Peygamberimiz Aleyhisselamın Yemen´deki valilerine şöyle yazı yazıp gönderdi:
"Ey üzerimize gelenler ve üzerimizde yerleşenler!
Artık topraklarımızdan birşey alamayacaksınız ve toplamakta olduğunuz şeyleri artık top I ay a m ayacaksınız!
Onlara biz sizden daha lâyık ve müstahakız!
Şimdiye kadar üzerinde bulunduğunuz şeyin, bundan sonra üzerinde bulunamayacaksınız!"[62]
İslâm valileri, Esved´in elçisine:
"Sen nereden geliyorsun " diye sordular.
Elçi:
"Kehf-i Hubban´dan geliyorum!" dedi. [63]
Mezhicler, Esvedü´l-Ansî ile yazışma yaptılar.
Necranlılar da onunla sözleştiler.
Mezhiclerie Necranlılar ayaklanarak Amr b. Hazm ile Halid b. Saîd b. Âs´ı illerinden çıkardılar. [64]
Esvedü´l-Ansî, Necran´a doğru hareket etti. On gece içinde Necran´ı ele geçirdi.
Sonra, San´â üzerine yürüdü. [65]
Şehr b. Bâzân (Bârâh) ona karşı koydu.
Şehr öldürülünce, Ebnâlartutunamadılar, bozguna uğradılar.
Esvedü´l-Ansî, çıkışının yirmibeşinci gecesinde San´â´yı da ele geçirdi.
Muaz b. Cebel, oradan kaçarak Me´rib´de bulunan Ebu Musa el-Eş´arîye uğradı.
İkisi birlikte acele Hadramevt yolunu tuttular.
Muaz b. Cebel Sekûn´e, Ebu Musa el-Eş´arî de Sekâsik´e indi.
Diğer valiler de, Âk ve Eş´arîlerin valisi Tâhir b. Hâle´nin yanına gittiler.
Amr ile Halid Medine´ye döndüler. [66]
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından Muradlar üzerine vali tayin edilmiş bulunan Ferve b. Müseyk, Esved´in yaptıklarını ve San´â´yı ele geçirdiğini Peygamberimiz Aleyhisselama yazı ile bildirdi. Esved hakkında ilk haber, böylece Ferve b. Müseyk tarafından verilmiş oldu.
Ferve b. Müseyk, Ahşiyyeye indi. Mezhiclerden Müslümanlıklarında sebat edenler, Ferve b. Müseyk ile birieştiler. [67]
Esvedü´l-Ansî, Ferve ile ne yazışma yaptı, ne de ona elçi saldı. Ferve´nin yanında kendisine karşı koyacak kimse bulunmadığı için, Yemen´de tek başına hüküm sürmeye başladı . [68]
Esved hâkimiyetini sağlamlaştırdı, işini büyüttü. Amrb. Ma´dikerib´i Mezhicler üzerine halife yaptı. Ordu kumandanlığını Kays b. Abdi Yağus´a, Ebnâlara ait işleri Feyruz ve Dâzeveyh´e havale etti. Şehr b. Bâzân´ı öldürdükten sonra karısı Azad´la-ki, Feyruz´un amcasının kızıdır-evlendi. [69]
Bu kadın, Allah´a ve Resûlullaha iman etmiş, iyi halli kadınlardandı. [70]
Sebe´ halkından Numan adında birYahudi, Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman olmuştu.
Yurduna, kavminin yanına döndüğü zaman, [71] Esvedü´l-Ansî adam salıp onu yakalattı ve azalarını parça parça kestirerek[72] öldürttü. [73]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Rüyası
Peygamberimiz Aleyhisselam rüyasında kollarında altından iki bilezik görüp onlardan hiç hoşlanmadığını, onlara üfleyince ikisinin de uçup gittiğini, bunları iki yalancıya, Yemen sahibi ile Yemâme sahibine yorduğunu haber verdi. [74]
"Onlardan birisi Ansîdir, diğeri Müseylime´dir!" buyurdu. [75]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yemen´deki Valilerine ve Müslümanlara Direktifleri
Peygamberimiz Aleyhisselam Esvedü´l-Ansî´nin haberini alır almaz[76] Yemen´deki İslâm valilerine ve oradaki Müslümanlara[77] yazdırdığı yazıyı Vebr b. Yuhannis´le gönderdi.
Esvedü´l-Ansî ile savaşılmasını, [78] Esved´in işi üzerinde-i ster kendisini tuzağa düşürmek, ister kendisiyle çarpışmak suretiyle olsun-önemle durulmasını ve herkesten bu husustaki görüşünün Peygamber Aleyhisselamca istendiğinin kendisine duyurulmasını emir ve tavsiye buyurdu. [79]
Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı kendisini oyalamadı, Allah´ın emrini yerine getirmekten ve dinini savunmaktan alıkoymadı. [80]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu hususta Amir b. Şehr, ZÎZûd, Zf Mürran, Zü´l-Kela´.ZÎZuleym ile Necran´da oturan Müslüman Arap ve Arap olmayanlara da yazılar yazdırdı. [81]
Vebr b. Yuhannis´in evi, Dâzeveyh´in evinin üzerindeydi.
Feyruz, Dâzeveyh ve Kays b. Mekşuh, Vebr´in yanında toplandılar. Esvedü´l-Ans nin öldürülmesi işini aralarında konuştular. [82]
Konuşma sonunda, bunun ordu kumandanı Kays b. Abdi Yağus (Mekşuh)´a yaptırılması üzerinde görüş birliğine vardılar.
Kays, kendisinden istenilen şeyi hiç itiraz etmeden kabullenmişti. Çünkü, Esved´in kendisini öldüreceğinden korkuyordu.
Esvedü´l-Ansî´nin işi hakkında Yemen´deki diğer Müslümanlarla da yazışma yaptılar, onları kendilerine yardıma çağırdılar. [83]
Esvedü´l-Ansî´nin Kays´la Feyruz´u Korkutucu Gösterisi ve Konuşması
Esvedü´l-Ansî, halkın San´â meydanında toplanmasını emretmişti.
Halk toplanınca, gidip ortalarına dikildi.
Kendisinin elinde hükümdarlık harbesi (süngüsü) vardı. Bir at getirtti. Harbeyi ona sapladı. Attan kan fışkırmaya başladı, at yıkılıp öldü.
Esved, bundan sonra bir deve getirtti. Onun karşısına geçip harbeyi ona sapladı, deve de yere yıkıldı. Harbe elinde olduğu halde yere kapandı. Sonra, başını kaldırdı:
"O, bana: ´Yanındaki İbn Mekşuh sana boyun eğenlerdendir. Ey Esved! Sen onun başını kes!1 diyor" dedi.
Esved, başını tekrar yere koyduktan sonra, kaldırıp:
"O, bana: İbn Deylemî sana boyun eğenlerdendir. Ey Esved! Onun sağ elini ve sağ bacağını kes!1 diyor" dedi.
Feyruz b. Deylemî, Esved´in bu sözünü işitince, kendi kendine:
"Vallahi onun beni çağırıp harbesiyle şu deveyi boğazladığı gibi beni de boğazlamayacağından emin değilim!" deyip, kalabalık arasında gizlene gizlene evinin yolunu tuttu.
Evine yaklaştığı sırada, Esved´in kavminden bir adam arkasından gelip kavuştu, eliyle Feyruz´un boynuna vurarak:
"Hükümdar seni çağırıyor, hemen dön!" dedi, döndürdü.
Feyruz, Esved´in kendisini öldüreceğinden korktu. Hançeri yanında olduğu halde Esved´in yanına vardı.
Önce, hemen üzerine atılıp onu, sonra da yanındakileri öldürmeyi tasarladı.
Esved, Feyruz´un yüzünden maksadını sezdi ve ona:
"Olduğun yerde dur!
Sen buradakilerin en büyüğü ve halkın eşrafını en iyi bilenisin!
Şu devenin etini onların aralarında bölüştür!" dedi ve hayvanına binip gitti. [84]
Bundan sonra, Esved, Kays´ı çağırdı. Ona da:
"Ey Kays, bak! O bana ne diyor " dedi.
Kays:
"Ne diyor " diye sordu.
Esved:
"Diyor ki: ´Sen Kays´a o kadar itimad ve ikram ettin ki, her zaman her yerde yanına serbestçe girdi. Senin kadar izzet ve saltanat içinde bulundu.
Fakat o senin düşmanına meyledip saltanatını değiştirmeyi ve sana suikast yapmayı kurmaktadır!
Ey Esved! Ey Esved! Kasd var! Kasd var! Sen onun ipini kes! Kays´ın başını al! Aksi takdirde o senin başını kesecek!´ diyor" dedi.
Kays, ona yalan yere yemin etti ve:
"Sen bana göre en büyüksün ve nazarımda sana karşı içimden geçirdiklerimden de yücesin!" dedi.
Esved:
"Melek yalan söyler mi Doğru söyler! Yalan söyleyip senin başını koparttırmaz! Fakat şu anda anladım ki; sen hakkında öğrendiğim şeylerden kesin olarak tevbe ve nedamet etmişsindir!" dedi.
Kays b. Abdi Yağus, Esved´in huzurundan çıkıp arkadaşları Cüşeyş (Cişnes), Feyruz ve Dâzeveyh´in yanlarına vardı. Esved´in söylediklerini onlara haber verdi.
Korkup durdukları sırada, Esvedü´l-Ansî onlara:
"Ben sizleri kavminize karşı şerefli bir mevkide bulundurmadım mı " diye sordu. [85]
"Evet! Şerefli bir mevkide bulundurdun!" dediler. [86]
Esved:
"O halde, sizden bana erişen bu şeyler nedir " diye sordu.
"Bu sefer bizi affet!" dediler. [87]
Özür dilediler. [88]
Esved:
"Bana bir daha sizden böyle haberler erişmesin! Sizi affediyorum!" dedi.
Kurtuldular, ama Esvedü´l-Ansî de Kays ve arkadaşlarının yapmak istedikleri işten hep kuşkulandı durdu.
Kays da, arkadaşları da, büyük korku ve kuşku içindeydiler.
O sırada, Hemdan valisi Âmirb. Şehr, ZÎZûd.ZÎMuran veZü´l-Kela´dan[89] Esvedü´l-Ansî´ye karşı[90] bol bol yardım edecekleri hakkında yazılar geldi.
İşi açığa vuruncaya kadar hiçbir hareket yapmamalarını kendilerine bildirdiler.
Bunun üzerine, ıssız bir yerde toplanmaya başladılar.
Esvedü´l-Ansî, bunu haber alınca, öldürüleceğini sezdi.
Esvedü´l-Ansî´nin öldürülmesi üzerinde Müslümanlar arasında görüş ayrılığı vardı.
Cişnes, Esvedü´l-AnsPnin zevcesi Azad´ın yanına vardı. Ona:
"Ey amcamın kızı! Şu adamın kavminin yanında nasıl bir bela olduğunu biliyorsundur!
O, senin kocanı öldürdü. Senin kavmini tepeleyip öldürdü. Kavminden sağ kalanları sefil ve kadınlarını rezil etti. [91]
Sence, onun yanına girilebilecek müsait bir vakit var mıdır " diye sordu.
Az ad:
"Hangi iş için " diye sordu.
Cişnes:
"Onu dışan çıkarmak için!" dedi.
Az ad:
"Onu öldürmek için mi " diye sordu.
Cişnes:
"Öldürmek için!" dedi.
Az ad:
"Olur! Vallahi, Allah´ın yarattıklarından, benim katımda ondan daha çok kin tuttuğum bir şahıs yoktur!
O, Allah için ne bir hak üzerinde durur, ne de bir haramdan men eder!
Siz, bu işe karar verdiğiniz zaman bana bildiriniz!
Ben de bu işin gelinecek zamanını size haber vereyim!" dedi.
Cişnes, Azad´ın yanından ayrılıp Feyruz ve Dâzeveyh´in yanına vardı.
Onlar haber bekliyorlardı. Yanlarına Kays b. Abdi Yağus da geldi.
Esved´i öldürmeye Kays´ı hazırlamak istedikleri sırada, bir adam gelip, Kays´a:
"Seni hükümdar çağırıyor!" dedi.
Kays, yanında Mezhic ve Hemdanlardan on kişi bulunduğu sırada Esved´in yanına girmiş olduğundan, onların yanında Esved´i öldürmeye kadir olamadı. [92]
Esved, Kays´a:
"O, bana: ´Ey Abhele b. Ka´b b. Gavs! Kendin için adamlarınla korunma ve güven tedbiri al!´ diyor! [93]
Sana haber verdiğim gerçek değil midir Meleğim bana yalan mı haber veriyor
Kasd var! Kasd var! Sen Kays´ın elini kesmezsen, o senin başını kesecek!´ diyor!" dedi.
Kays:
"Benim seni öldürmekliğim asla doğru bir haber değildir!
Sen resûlullahsın! Sen hakkımda ne istiyorsan emret! İstersen beni öldür!
İnsanların ölümleri gibi bir defa ölmek, bana her gün ölmemden daha kolaydır!" dedi.
Esved, Kays´ın bu sözünden yumuşadı ve onu bıraktı.
Kays, Esved´in yanından çıkıp arkadaşlarının yanına uğradı. Olan bitenleri onlara haber verdikten sonra:
"İşinizi işleyiniz!" dedi, yanlarında oturma di.
Onlar bir cemaat içerisinde bulundukları sırada Esved oraya geldi, ayağa kalktılar.
Kapıda yüz kadar deve, sığır vardı.
Esved, develeri bir yere hapsetmeden, dizlerini bağlamadan, olduğu yerde adım attırmadan boğazlayıp boşaldıktan sonra, Feyruz´un yanına geldi, ona:
"Senin hakkında bana verilen haber doğru değil midir " dedi ve elindeki harbeyi göstererek:
"Seni de boğazlayıp şu hayvanların ardına katayım diye düşünmüştüm!" dedi.
Feyruz:
"Biz, senin akrabalığını tercih etmiş, Ebnâlara üstün tutmuştuk!
Eğer sen bir peygamber olmamış olsaydın, biz senden nasibimizi nasıl alabilirdik ve bizim için dünya ve ahiret işi nasıl birleşebilirdi " dedi.
Esved:
"Bu sözünde samimi olduğuna yemin et!" dedi. [94]
Feyruz yemin etti. [95]
Esved:
"Sen de biliyorsun ki, San´â halkı benim yanımda toplandılar.
Her cemaat için develer, ev halkı için sığır ve nahiye halkı için de yeteri kadar elbise ve eşya hazırlattım!" dedi.
Esved, evine varıp kavuşmadan önce, ayak üzerinde dikildiği sırada:
"Ben yarın onu ve arkadaşlarını öldüreceğim!" dedikten sonra dönüp gitti.
Feyruz, dönüp işi arkadaşlarına haber verdi, hemen haber salıp Kays´ı getirttiler. Azad´ın yanına varıp kararlarını haber vermek ve kendisinin görüşünü almak hususunda sözbirliği ettiler.
Feyruz, Azad´ın yanına vardı, kararlarını ona haberverdi[96] ve:
"Sende ne haber var " diye sordu. [97]
Az ad:
"O, korunur bir durumdadır. Şu konaktan ayrı köşkte ve köşkün çevresinde dolaşan muhafızdan başka birşey yoktur!
Şu, şu ve şu yoldan gidilerek onun bulunduğu yere, üzerine varılır. Akşamladığınız zaman, yanınızda onu öldürecek birşey bulunmaksızın yanına girin! Orada kandil ve silah bulacaksınız!" dedi.
Feyruz, Azad´ın yanından çıkıp giderken, Esved´le karşılaşmıştı.
Esved:
"Seni benim yanıma kim soktu " dedi.
Feyruz´un başına şiddetle vurdu ve kendisini yere düşürdü.
Esved çok güçlü bir adamdı.
Azad, birden feryad kopardı. [98]
Eğer böyle yapmasa, Esved belki Feyruz´u öldürürdü. [99]
Azad:
"Amcamın oğlu beni ziyarete gelmişti. [100] Sen onu değil, beni dövdün!" dedi. [101]
Esved:
"Sus! Onu senin için bağışladım!" dedi[102]
Feyruz, arkadaşlarının yanına vardı ve:
"Kurtuluş, kaçmaktır!" dedi ve onlara olan bitenleri haber verdi. [103]
Feyruz ve arkadaşları, seher vakti Esved´in yattığı evin duvarını deldiler. [104]
Feyruz, Dâzeveyh ve Kays, üçü içeri gireceklerdi.
Feyruz:
"Ey Kays! Sen Arapların süvarisisin! İçeri gir, öldür şu adamı!" dedi.
Kays:
"Beni tehlike zamanında son derece titreme tutar! Adama darbeyi indirdiğim zaman, darbemin hiçbir tesiri olamayacağından korkarım!
Ey Feyruz! İçeri sen gir! Çünkü, sen bizim hem en genç, hem de en güçlü olanımızsın!" dedi.
Bunun üzerine, Feyruz, kılıcını arkadaşlarının yanında bırakıp içeri girdi. [105]
Yatak odasının kapısına yaklaştığı zaman, Esved´in horladığını işitti. [106]
O sırada kandil parıldıyor; Esved yatağına gömülmüş, derin bir uykuya dalmış bulunuyordu.
Azad ise uyuyuncaya kadar ona nar yedirmek için yanında oturuyordu.
Feyruz, Esved´in başının nerede, ayaklarının nerede olduğunu bilemiyordu.
Azad´a işaretle:
"Başı nerede " diye sordu.
O da, başının nerede olduğunu işaret edip gösterdi.
Feyruz, yavaş yavaş yürüyüp Esved´in başucuna dikildi.[107]
Esved, sarhoş olarak uykuya dalmış ve kendisinin sarhoşluğu daha geçmemişti. [108]
Feyruz yüzünü açınca, Esved gözlerini açtı ve Feyruz´a baktı.
Feyruz, kendi kendine:
"Dönüp kılıcımı alayım!" dedi, fakat vakit geçirmekten, [109] dönüp de bu fırsatı kaçırırsa hem kendisinin, hem de Azad´ın öldürüleceğinden korktu.
O sırada, Esved:
"Bana ne, sana ne ey Feyruz!" diyerek kendi kendine söyleniyor, mırıldanıyordu. [110]
Feyruz hemen bir eliyle Esved´in başını, diğer eliyle de sakalını tutarak boynuna doğru kıvırıp boynunu kırdı.[111] Bacaklarını da sırtına doğru kıvırıp kırdı. Sonra, gitmek için davranınca, Azad Feyruz´un eteğinden tuttu ve:
"Sen ne sanıyorsun, daha o ölmemiştir! [112] Sen beni nereye bırakıyorsun !" dedi. [113]
Feyruz:
"Vallahi onu öldürdüm ve ondan seni rahata erdirdim!" dedi. [114]
Arkadaşlarının yanına vardı, Esved´e yaptıklarını onlara haber verdi.
Arkadaşları:
"Geri dön! Onun başını da kes!" dediler, birlikte döndüler.
Feyruz Esved´in başını kesmek istediği zaman Esved öyle bir titredi ki, titremesini durduramadılar!
Feyruz, arkadaşlarına:
"Siz onun göğsüne oturunuz!" dedi.
İki kişi Esved´in göğsüne oturdu.
Azad, saçından tuttu.
Esved´in tepesinden homurdanmalar işitiliyordu. Boğazı bıçakla kesilince, hiç işitilmemiş bir öküz böğürtüsü gibi böğürdü ve sesi kesildi.
Çevrede bulunan muhafızlar kapıya koşuştular ve:
"Ne var! Ne var! [115] Rahmânü´l-Yemen´in başında ne hal var " diye sordular. [116]
Azad:
"Ona vahiy geliyor!" dedi. [117]
Muhafızlar sustular ve geri döndüler. [118]
Feyruz´la arkadaşları evlerine dönüp: [119]
"Bunu kavim ve kabilelerimize ve başkalarına nasıl haber verip duyuralım " diye konuştular.
Sonunda parolalanyla seslenip kabilelerini toplamak, arkasından da ezan okumak hususunda görüş birliğine vardılar. [120]
Yanlarında Vebr b. Yuhannis de olduğu halde kalelerden yüksek bir kalenin üstüne çıktılar. [121]
Tan yeri ağarmaya başladığı zaman, ilk önce Dâzeveyh, kendi parolalanyla kabilesine seslendi. [122]
Müslümanlar da, müşrikler de korktular.
Muhafızlar, kalenin çevresini sardılar.
Süvarilerde gelip muhafızlara katıldılar. [123]
Vebr b. Yuhannis, namaz için ezan okudu. Birçok halk gelip oraya toplandı.
Toplanan halka:
"Haberiniz olsun ki, Yüce Allah Esvedü´l-Kezzab´ı öldürdü! [124]
Muhammed´in Resûlullah olduğuna, Abhele´nin ise yalancı olduğuna şehadet ederim!" diye seslendiler.
Esvedü´l-Kezzab´ın kesilen başını da halkın önüne attılar. [125] Süvarilerin yanlarında kandiller bulunuyordu. Halk, atılan başın Esvedü´l-Kezzab´ın başı olduğunu gördü. [126]
Vebr b. Yuhannis, namaz için kamet getirdi. [127]
Toplanmış olan halktan müşrik olanlar hemen yağma için dağılmaya[128] ve her biri Ebnâların ev halkından gece karanlığında görebildikleri çoluk çocukları yakalamaya başlayınca, Ebnâlar da kalenin üzerinden, aşağıda halk arasında bulunan kardeşlerine:
"Bunların neler yaptıklarını görmüyor musunuz Siz de onlardan gücünüzün yettiğini yakalayınız!" diyerek seslendiler.
Bunun üzerine onlardan yetmiş kişi yakaladılar. [129]
Müşrikler de, Ebnâların çocuklarından ve ev halklarından yetmiş kişi yakalayıp götürmüşIerdi. [130]
San´â halkına:
"Herkes onlardan yanında bulunanı tutsun, salmasın!" diyerek seslendiler.
San´âlılar da öyle yaptılar. [131]
Esved´in müşrik askerleri, kendilerinden yetmiş kişinin eksik olduğunu görünce, Ebnâlara gelip:
"Adamlarımızı bize gönderiniz!" dediler.
Ebnâlar da:
"Siz çoluk çocuklarımızı bize gönderiniz, biz de size adamlarınızı gönderelim!" dediler.
Müşrikler, Ebnâların çoluk çocuklarını bıraktılar, Ebnâlar da onların adamlarını bıraktılar.[132]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Esved´in Öldürüldüğünü Ashabına Müjdelemesi
Esvedü´l-Kezzab´ın öldürüldüğü gece, Peygamberimiz Aleyhisselama vahiy geldi.
Ertesi gün, ashabına:
"Dün gece Esved,[133] yalancı Ansî, kardeşlerinizden birisinin eliyle öldürüldü!" buyurdu. [134]
"Yâ Rasûlallah! Onu kim öldürdü " diye sordular. [135]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu salih, [136] mübarek bir ev halkından, mübarek bir kişi; [137] Feyruz ed-Deylemî öldürdü!" buyurdu. [138]
Esvedü´l-Kezzab öldürülüp San´â ve Cened kurtulunca, [139] İslâm valileri işlerinin başına döndüler. Muaz b. Cebel yine namaz kıldırmaya başladı. Peygamberimiz Aleyhisselama bir yazı yazıp durumu bildirdiler. [140] Esvedü´l-Kezzab´ın Kehf-i Hubban´dan çıkışıyla öldürülüşü üç ay veya dört aya yakın sürdü. [141]
Müseylimetü´l-Kezzab´ın İrtidad Etmesi ve Peygamberlik İddiasına Kalkışması
Müseylime´nin Kimliği
Benî Hanîfe kabilesinden olan Müseylime´nin ataları şöyle sıralanır: Müseylime b. Sümâme,[142] b. Kebir, b. Cübeyr, b. Haris, b. Abdülhâris, b. Hıffan, b. Zühl, b. Dü´l, b. Hanîfe.
Müseylime´nin künyesi, Ebu Sümâme veya Ebu Harun´dur. Kendisi Rahmân, Rahmânü´l-Yemâme diye anılırdı.[143] Çirkin suratlı, kısa boylu bir adamdı. [144]
Müseylime, Basra´daki Übülle, Hîre yakınında Bekkâ, Belh yakınındaki Enbâr, Küfe yakınındaki Hîre gibi Arap ve Acem pazarlarını, çarşılarını dolaşarak hokkabazlık, gözbağcılık bilgilerini elde etmeye, üfürükçüleri ve falcıları bulup onlardan birşeyler öğrenmeye çalışmıştı. [145]
Müseylime Hicretin 10. yılında[146] Benî Hanîfe temsilcileriyle birlikte gelerek Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşüp Müslüman olduktan ve Yemâme´ye döndükten sonra[147] irtidad etti. [148]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müseylime ile Esved Hakkındaki Rüyası
Peygamberimiz Aleyhisselam bir gün minberinde:
"Ey insanlar! Ben Kadir gecesini görmüştüm, sonra unutturuldum. [149]
Kollarımda da altından iki bilezik görmüş, onlardan hiç hoşlanmamıştım. Üflediğim zaman, her ikisi de uçup gitmişti.
Ben bunları şu iki yalancıya; Yemen sahibi ile Yemâme sahibine yordum [150]
Onlardan biri Ansf´dir, diğeri de Müseylime´dir!" buyurmuştu. [151]
Müseylime, peygamberlik işinde Peygamberimiz Aleyhisselama ortak olduğunu iddia etmeye ve yaymaya başladı. [152]
Temsilciler arasında bulunan birisi Peygamberimiz Aleyhisselamın Müseylime´yi peygamberliğe ortak kıldığına yalan yere tanıklık edince, [153] Benî Hanîfelerona bey´at ettiler. [154]
Müseylime, Peygamberimiz Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladığı için, [155] akıl sahibi olanlardan Allah´ın hayırlarını murad ettiği kimseler dışında, [156] Benî Hanffelerden[157] ve başkalarından Yemâme´de bulunan[158] birtakım kimseleri kendisine inandırdı, [159] başına topladı, [160] ardına taktı. [161]
Müseylimetü´l-Kezzab´ın Marifetleri
Müseylimetü´l-Kezzab, yumurtayı kırmadan ağzı dar şişeye sokmayı öğrenmişti. [162]
Nişadırı keskin sirke içinde iyice erittikten sonra günlük yumurtayı onun içinde bir gün bir gece bekletip yumuşatır, ip gibi uzama haline getirir, [163] onu ağzı dar[164] bir şişenin içine sokar, [165] üzerine soğuk su döküp dondurur, [166] şişenin içinde eski haline gelen yumurtayı kavmine göstererek[167] bunun bir mucize, [168] kendisinin de bir peygamber olduğunu iddia ederdi. [169]
Müseylime´nin kuşun kesilen kanadını yapıştırdığı veya yapışık gösterdiği olmuş, [170] dağdan bir geyiğin kendiliğinden çıkıp geldiğini ve sütünü sağdığını iddia etmiştir. [171]
Müseylime´nin birer mucize gibi göstermek istediği şeyler, mucizenin getirdiği feyiz ve bereketten tamamen mahrumdu; hatta tam tersi idi. [172]
BenîHanîfe kabilesi kadınlarından Ümmü´l-Heysem diye anılan bir kadın, Müseylime´ye gidip:
"Hurmalarımız susuzluktan kuruyup döküldü! Kuyularımızın suyu çekildi!
Muhammed´in kuraklığa uğrayan halk için dua ettiği gibi, sen de sularımız ve hurmalarımız için Allah´a dua et!" dedi.
Müseylime, danışmanına:
"Ey Nehâr! O bunu yapmak için ne diyor " diye sordu.
Nehâr
"Kuraklığa uğrayan halk Muhammed´e gidiyorlar. Yağmur sularının gecikmesinden, kuyu sularının azalmasından ve hurma ağaçlarının susuzlukyüzünden hurmalarının dökülüşünden şikayet ediyorlar. O da onlar için dua edince, kuyularının suyu kabarıyor, hurma ağaçları gelişip dallarının uçları yerlere kadar eğiliyor!" dedi. [173]
Müseylime:
"O, kuyulara ne yapıyor " diye sordu.
Nehâr
"Bir kova su getirtiyor. Onun içine, kavmi hakkında dua ediyor. Ağzına su alıp çalkaladıktan sonra onu kovanın içine bırakıyor. Kovayı götürüp o susuz kuyulara boşaltiyorlar. [174] Sonra da hurma ağaçlarını suluyorlar" dedi.
Müseylime hemen bir kova su getirtti, kovanın içine kavmi için dua ettikten sonra, ondan ağzına su alıp çalkaladı ve kovanın içine bıraktı.
Kovayı götürüp kuyulara boşalttılar. [175]
O kuyuların suları büsbütün çekildi ve kayboldu. [176]
Nehâr, Müseylimeye:
"Beni Hanîfelerin çocukları üzerine bereket duası yapsan!" dedi.
Müseylime:
"Bereket duası ne denilerek yapılır " diye sordu.
Nehâr
"Hicaz halkı, çocukları doğduğu zaman onu Muhammed´e götürüyor. O da, çocuğun damağına birşey sürüyor ve başını sıvazlıyor!" dedi. [177]
Bunun üzerine Müseylime´ye hangi çocuk getirilip damağına birşey sürdürülmüş ve başı sığatılmışsa, muhakkak o çocuğun ya başı bir daha saçı çıkmamasıya temelli kel, ya da dili kekeme olmuştu. [178] Hele bir çocuğun başı, pek fena kel olmuştu. [179]
Benî Hanffe kabilesinden ve Benî Mehriyelerden bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın abdest suyundan alıp Yemâme´ye getirmiş, kuyusuna boşaltmış, sonra su çekerek toprağını sulamış, yeşillikler parlamış, bahçenin yeşilliği hiç geçmemişti.
Nehâr, bir bahçe sahibine:
"Seni Benî Mehriyelerin yaptığı gibi Rahmân´ın abdest suyuyla sulamaktan alıkoyan nedir " dedi.
Bunun üzerine adam Müseylimeye gidip:
"Sülmâ´nın toprağına Muhammed´in dua ettiği gibi, sen de benim çoraklaşmış, verimsiz hale gelmiş bulunan toprağım için Allah´a dua et!" deyince, Müseylime:
"Ey Nehâr! O ne diyerek dua ediyor " diye sordu.
Nehâr da:
"Sülmâ, Muhammed´in yanına vardı. Kendisinin toprağı çoraklaşmış ve verimsizdi. Muhammed Sülmâ için bir kova su getirtip dua ettikten ve ağzında çalkaladığı suyu kovanın içine bıraktıktan sonra kendisine verdi. O da bu kovanın içindeki suyu kuyusuna boşalttı ve kuyudan çektiği su güzelleşti, tatlı I aştı" dedi.
Müseylime, Nehâr´ın dediği gibi yaptı.
Adam Müseylime´nin dua ettiği kovayı götürüp Sülmâ´nın yaptığı gibi yapınca, kuyusu kurudu. [180]
BenîHanîfe halkı bir kuyu kazdılar.
Kuyunun bol ve tatlı sulu olması için Müseylime´ye gittiler. Gelmesini[181] ve teberrüken kuyunun içine tükürmesini rica ettiler. [182]
Müseylime içine tükürünce, kuyunun suyu acılaştı ve büsbütün çoraklaştı. [183]
Müseylime´nin abdest suyu da bahçeye döküldüğü zaman, orada birşey bitmez oldu!
Bir adam gelip Müseylimeye:
"Ey Ebu Sümâme! Ben servet sahibi zengin bir kimseyim. Şu on yaşındaki oğlumdan başka hiçbir çocuğum doğmadı ki, iki yaşına varmadan ölmüş olmasın! Hem küçüğünün yaşaması, hem de büyük (on yaşındaki) çocuğumun uzun ömürlü olması için başını sığamanı ve Allah´a bu hususta dua etmeni arzu ediyorum!" dedi.
Müseylime:
"İstediğin şeyi yapacağım!" diyerek küçük oğlanın kırk yıl ömürlü olmasına dua etti.
Adamcağız sevinerek[184] evine döndüğü zaman, oğullarından birisini kuyuya düşmüş, diğerini de kurt yemiş buldu! [185]
Müseylime, Hz. Ali´nin ağrıyan gözüne Peygamberimiz Aleyhisselamın püskürünce iyileştiğini işit-mişti. [186]
Müseylime´nin elini sürmesinden şifa bekleyen adamın gözleri ise, Müseylime el sürer sürmez[187] veya tükürür tükürmez[188] kör oluverdi! [189]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sütsüz, arık koyunun memesini sığayınca sütlenmiş olduğunu işiten Müseylime´nin memesini sığadığı süüü davarın sütü çekilmiş, kurumuştu! [190]
Müseylime, kendisine de Cebrail´in geldiğini, Kur´ân indirdiğini iddia eder, [191] Kur´ân-ı Kerîm´i taklide özenir, kendi kendine şöyle gülünç sözler düzüp Kur´ân diye okurdu:
"Allah gebeye lütfetti de, ondan, onun karın yumuşağıyla kıçının arasından, koşan canlılar çıkardı!" [192]
"Fil nedir Filin ne olduğunu sana ne bildirdi Onun hurma lifinden ip gibi kuyruğu ve uzun hortumu vardır.
Bu, Rabbim izin yarattıklarından azı çığıdır!" [193]
"Ey kurbağa kızı kurbağa! Ne diye "Nak nak! Vak vak!" edip duruyorsun [194]
Yukarın suda, altin balçıkta!
Sen ne suyu bulandırabilirsin, ne de içene engel olabilirsin!" [195]
"Yarasa sana ölüm haberini getirinceye kadar yerde bekle!" [196]
Müseylime, Benî Hanîfelerden namazı kaldırmış; içkiyi, zinayı ve benzerlerini onlara helâlleştir-mişti. [197]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müseylime´yi Tekrar İslâmiyete Davet Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam yazdırıp Amr b. Ümeyyetü´d-Damrî ile gönderdiği bir yazı ile Müseylimetül-Kezzab´ı tekrar İslâmiyete davet etti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yazısına Müseylime biryazı ile karşılık verdi.[198]
Karşılık yazısında şöyle dedi:
"Allah´ın Resûlü Müseylime´den Allah´ın Resûlü Muhammed´e,
Selam olsun sana!
Bundan sonra derim ki: Ben bu işte (peygamberlikte) seninle ortak oldum.
Yerlerin yarısı bizimdir, yarısı da Kureyşîl erindir.
Fakat Kureyşîler aşın giden, adalet gözetmeyen bir kavimdir. [199]
Bunu Cârudu´l-Hanefîyazdı." [200]
Müseylime´nin bu yazısını Peygamberimiz Aleyhisselama onun iki elçisi getirmişti. [201]
Elçilerden birisi Abdullah b. Nevana, [202] veya İbn Nevâha diye anılan Beni Âmir b. Hanîfelerden Ubâde b. Haris, [203] diğeri de İbn Üsâl idi. [204]
Müseylime´nin yazısı okununca, Peygamberimiz Aleyhisselam iki elçiye:
"Siz ne diyorsunuz [205]
Siz de onun dediği gibi mi, o da peygamberdir mi diyorsunuz " diye sordu.
Elçiler
"Evet! [206] Biz de onun dediği gibi deriz!" dediler. [207]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Siz benim Resûlullah olduğuma şehadet ediyor musunuz " diye sordu.
Elçiler
"Biz Müseylime´nin Resûlullah olduğuna şehadet ediyoruz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Siz iman etmezseniz, ben Allah´a ve Resûlüne iman etmişimdir! [208]
Vallahi, elçiler öldürülmez olsaydı, muhakkak ikinizin de boynunu vururdum!" buyurdu. [209]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali´yi çağırdı ve:
"Yaz!" buyurdu. [210]
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah´ın Resûlü Muhammed´den çok yalancı Müseylimeye!
Hakka tâbi olan, uyanlara selam olsun!
Bundan sonra bilesin ki: Yer Allah´ındır! O, kullarından kimi dilerse onu ona vâris kılar!
Akibet takvâlıların (Allah´ın buyruklarını yerine getiren, yasakladıklarından da sakınanlarındır." [A´râf: 128] [211]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu yazıyı Müseylime´ye Zübeyr b. Avvam´ın kardeşi Sâib b. Avvam ile gönderdi. [212]
Peygamberimiz Aleyhisselamla Müseylimetü´l-Kezzab arasında cereyan eden bu hadise, Hicretin 10. yılının sonunda, [213] Peygamberimiz Aleyhisselamın Veda Haccından dönüşünden sonra idi. [214]
Benî Naha´ Heyetinin Medine´ye Gelişi
Naha´ların Kimlikleri ve Medine´ye Ne Zaman ve Kaç Kişi Olarak Geldikleri
Beni Naha´lar Mezhic kabilelerinden olup, ata soyları şöyle sıralanır Benî Naha1 b. Amr, b. Ule, b. Celd,[215] b. Malik, b. Üded, b. Zeyd, b. Yeşcüb, b. Arib, b. Zeyd, b. Kehlan, b. Sebe´. [216] Naha´ın: 1. Malik, 2.Avf (Mişr),
Cesr,
Cezîme,
Kays,
Harise isimlerinde altı oğlu olup, bunlardan Benî Sa´d b. Malik b. Naha´larve daha birçok oymak
lar çıkmıştır.
Amr b. Zürâre de, Benî Sa´d b. Maliklerdendir. [217]
Benî Naha1 heyeti, Hicretin 11. yılında, Muharrem ayının ortasında Yemen´den ikiyüz kişi olarak Medine´ye geldiler.
Konuklar evi olan Remle binti Hâris´in konağına indiler.
Benî Naha´ heyeti, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman olduklarını söylediler.
Onlar, Yemen´de Muaz b. Cebel´e bey´at etmişlerdi. [218]
Yüce Allah onların hepsinden razı olsun!
Naha´ heyeti, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelen heyetlerin sonuncusu idi. [219]
Heyet içinde Zürâre b. Amr (Kays) b. Haris, b. Adda1 da bulunuyordu. [220]
Zürâre b. Amr´ın Gelirken Yolda Gördüğü Rüyayı Peygamberimiz Aleyhisselama Anlatıp Yordurması
Zürâre b. Amr
"Yâ Rasûlallah! Ben yolda bir rüya gördüm, beni korkuttu!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o " diye sordu.
Zürâre b. Amr
"Gördüm ki; evimde bırakmış olduğum dişi merkep, çil, kara kızıl bir oğlak doğurmuş!
Yerde, bir ateşin çıkıp benimle oğlumun arasına gerildiğini de gördüm ki; o ateş, ´Dumanlı ateş! Dumanlı ateş! Gözlüsü, gözsüzü! [221] Bana yiyecek yediriniz! Ben sizin ev halkınızı ve malınızı yerim!´[222] diyordu" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen evinde hamile, gizli bir cariye bıraktın mı " diye sordu.
Zürâre b. Amr
"Evet!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte o cariye bir oğlan doğurmuştur. O, senin oğlundur" buyurdu.
Zürâre b. Amr
"Ben onun çil, kara kızıl olmasının sebebini anlayamadım " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yakınıma gel!" buyurdu.
Zürâre b. Amr yaklaşınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sende gizli tutup kimseye açıklamadığın bir bars (alaca hastalığı) var mı " diye sordu.
Bunun üzerine, Zürâre b. Amr
"Seni hak peygamber olarak gönderen Allah´a yemin ederim ki; onu senden önce hiç kimse bilmiyordu!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte, rüyada gördüğün çil, kara kızıllık odur! [223]
Gördüğün ateşe gelince; o, benden sonra kopacak fitnedir! [224]
O, ahirzamanda da kopacaktır!" buyurdu. [225]
"Yâ Rasûlallah! Kopacak fitne nedir " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mü´minlerin kanını dökmek, mü´mine baldan, sudan tatlı gelecek! Kötülük yapan, kendini iyilik yapıyor sanacaktır! [226] Sen ölürsen, bu hali oğlun görecektir. Oğlun senden önce ölürse, sen göreceksin!" buyurdu.
Zürâre b. Amr
"Yâ Rasûlallah! Allah´a dua et de, onu ben görmeyeyim!" dedi. [227]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! O fitneyi buna gösterme!" diyerek[228] dua etti. [229]
Zürâre b. Amr
"Yâ Rasûlallah! Numan b. Münzir"i de kulaklarına küpeler, kollarına pazubandlarve bilezikler takınmış gördüm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O da, dünyadan arta kalandır!" buyurdu. [230]
Zürâre b. Amr oğlundan önce vefat etmiş, oğlu ise Hz. Osman´ı halifelikten hal´ edenler arasında bulunmuştur. [231]
Üsâme b. Zeyd´in Şam Taraflarına Gönderilmek Üzere Hazırlanışı
Sefer Ne Zaman, Niçin, Nasıl Hazırlandı ve Nasıl Geri Kaldı
Hicretin 11. yılında Safer ayının çıkmasına dört gece kala, Pazartesi günü, Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanlara Rumlarla çarpışmak üzere acele hazırlanmalarını emretti.
Müslümanlar, cihad özlemiyle Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından dağıldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ertesi gün sabahleyin, Safer ayının çıkmasına üç gün kala, Salı günü, Üsâme b. Zeyd´i çağırttı ve ona:
"Ey Üsâme! [232] Şam´a, Belka1 sınırına, Filistin´deki Dârum´a, [233] babanın öldürüldüğü yere kadar Allah´ın ismi ve bereketiyle git!
Seni bu orduya başkumandan yaptım!
Übnâ halkının üzerine ansızın var! Üzerlerine şimşek gibi saldır!
Giderken de hızlı git! Haberin önüne geç! (Varacağın yere haber ulaşmadan var!)
Yanına kılavuzlar al, casus ve gözcüleri önünden ilerlet!
Allah seni muzaffer kılarsa, onların içinde az kal!" buyurdu.
Safer ayının çıkmasına iki gece kala, Çarşamba günü olunca, Peygamberimiz Aleyhisselamda şiddeti i bir başağrısı, humma ve ateş başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Safer ayının çıkmasına bir gece kala Perşembe günü sabahleyin biraz iyileşip Üsâme için kendi eliyle sancak bağladı ve:
"Ey Üsâme! Allah yolunda, Allah´ın ismiyle savaşa çık! Allah´ı inkâr edenlerle çarpış! [234]
Savaşın! Fakat ahde vefasızlık etmeyin!
Küçük çocukları ve kadınları öldürmeyin!
Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Çünkü siz bilemezsiniz, belki onlar yüzünden ibtilâ ve musibete uğrayabilirsiniz!
Fakat, ´Ey Allah´ım! Bizim imdadımıza yetiş! Onların hakkından gel! Onlan bize zarar vermekten vazgeçir!1 deyin!
Onlar size kavuşurlarsa gürültü çıkaracaklar ve bağıracaklardır!
O zaman siz sükûnet ve vakarınızı muhafaza edin ve susun!
Birbirinizle çekişmeyin!
Sonra korku ile zaTa düşersiniz, rüzgârınız kesilip gider! [Enfal: 46]
´Ey Allah´ım! Biz Senin kullarınız! Onlar da Senin kullarındır!
Bizim perçemlerimiz de, onların perçemleri de Senin elindedir!
Onları ancak Sen yenersin!1 deyin!
İyi bilin ki, Cennet kılıçların parıltısı altındadır!" buyurdu. [235]
Üsâmeye askerlerin Cürüfte karargâh kurmalarını emretti ve:
"Haydi, Allah´ın ismiyle hareket et!" buyurdu.
Üsâme, bağlanmış sancağı götürüp Büreyde b. Husayb´a verdi. [236]
Karargâh Cürüfte, Süleyman Sikâyesi diye anılan yerde kuruldu.
İşinden boşalan, hemen karargâha koştu. [237]
İlk Muhacir1erden[238] ve Ensardan, [239] savaşa katılmaya hazırlanmayan kimse kalmadı. [240]
Hepsi savaşa katılmaya hazırlandı. [241]
Hz. Ebu Bekir, [242] Hz. Ömer, Ebu U beyde b. Cerrah, Sa´d b. Ebi Vakkas, E bu ´I- A´ ver S aîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Katâde b. Numan, Seleme b. Eşlem b. Haris., gibi birçok zâtlar bu orduya katılmış bulunuyorlardı.
Muhacirlerden bazı kişiler, [243] söylenmeye başladılar. [244]
Bu hususta en ağır sözü söyleyen de, Ayyaş b. Ebi Rebia idi[245] ve:
"İlk Muhacirlerin üzerine şu genç kumandan tayin olunuyor hâ !" demişti. [246]
Üsâme b. Zeyd o zaman onsekiz, [247] ondokuz yaşlarında idi. [248]
Bu hususta laf çoğalmaya başladı. Hz. Ömer de, işittiği sözleri gelip Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi. [249]
Peygamberimiz Aleyhisselam son derecede kızdı, başına bir sarık sarmış ve üzerinde saçaklı bir elbise olduğu halde Rebiülevvel´in 10´unda Cumartesi günü minbere çıktı. Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra:
"İmdi ey insanlar! Üsâme´yi kumandan yapışım hakkında bazınızdan bana erişen sözler ne oluy-or ! [250]
Vallahi, siz şimdi Üsâme´nin kumandanlığına nasıl itiraz ediyorsanız, daha önce onun babasının kumandanlığına da öyle itiraz etmiştiniz!
Vallahi, o kumandanlığa nasıl lâyık ve benim katımda insanların nasıl en sevgilisi idiyse, [251] ondan sonra bu oğlu da kumandanlığa öyle lâyıktır![252]
Vallahi, [253] ondan sonra bu da benim katımda insanların en sevgililerindendir! [254]
İkisi de her iyiliğe lâyıktır! [255]
Size bunu tavsiye ediyorum. [256] çünkü o sizin hayırlı olanlarınızdan, [257] bu işe elverişli bulunan-larınızdandır!"
buyurdu, [258] minberden inip evine girdi.
Üsâme ile gidecek olan Müslümanlar, gelip Peygamberimiz Aleyhisselamla vedalaşülar. [259]
Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı ağırlaşmıştı. [260]
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Üsâmeyi yollama işini yerine getiriniz!" buyuruyordu. [261]
Peygamberimiz Aleyhisselamın dadısı ve Üsâme´nin annesi Ümmü Eymen içeri girip:
"Yâ Rasûlalları! Üsâmeyi bir müddet karargâhta bıraksan olmaz mı
Çünkü Üsâme bu haliyle giderse kendisine pek yararlı olmaz!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Üsâmeyi yollama işini yerine getiriniz!" buyurdu.
Halk karargâha gitti. Pazar gecesi orada yattılar. [262]
Pazar günü, Üsâme karargâhtan geldi. Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalığı çok ağırlaşmıştı. Üsâme ağlayarak yanına girdi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın ağzına ilaç veriliyordu. [263]
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında ve kadınlar da çevresinde bulunuyordu.
Üsâme, eğilip Peygamberimiz Aleyhisselamı öptü. [264]
Peygamberimiz Aleyhisselam konuşamıyordu.
Ellerini, semaya kaldırdıktan sonra, Üsâme´nin üzerine indirdi.
Üsâme, bundan, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisine dua ettiğini anladı. [265]
Rebiülevvel´in 12. Pazartesi günü, Üsâme tekrar Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ayılmış, kendisine gelmiş bulunuyordu.
Üsâmeye:
"Allah´ın bereketi üzere kuşluk vakti yola çıkınız!" buyurdu.
Üsâme vedalaşarak karargâha döndü. [266]
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevceleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın rahatlaşmasına, açılmasına sevinerek saçlarını taramaya başladılar.
O sırada, Hz. Ebu Bekir de içeri girdi ve:
"Yâ Rasûl alları! Allah´a hamd olsun ki, açılmış, ayılmış olarak sabaha çıktın!
Bugün, Hârice´nin kızının günüdür.
Bana izin ver de, onun evine gideyim" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, Hz. Ebu Bekir kalkıp Medine´nin Avâlî semtindeki (Sünuh)´a gitti.
Üsâme, yola çıkacakların hemen karargâhta toplanmaları için halka seslendi. [267]
Cürüfte orduya hareket emri verdiği ve kendisi hayvanına binmek istediği sırada, annesi Ümmü Eymen´in gönderdiği elçisi gelip Resûlullah Aleyhisselamın vefat ettiğini haber verdi.
Bunun üzerine Üsâme, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Medine´ye geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselamı vefat etmiş buldular.
Rebiülevvel ayından oniki gece geçmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Pazartesi günü, güneş semanın ortasından batıya doğru kaymaya başladığı sırada vefat etmişti.
Cüruf karargâhındaki Müslümanlar Medine´ye döndüler.
Büreyde b. Husayb da, Üsâme´nin bağlanmış olan sancağı yanında olduğu halde Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısına kadar gelip, sancağı kapının yanına dikti.
Hz. Ebu Bekir´e bey´at edildiği zaman, Hz. Ebu Bekir, Büreyde b. Husayb´a sancağı Üsâme´nin evine götürmesini ve gazaya çıkıncaya kadar da açmamasını emretti. [268]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbn Hazm, Cemhere, s. 481
[2] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 1, s. 299, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 254, İbn Kayvım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 59.
[3] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye vıe´n-nihâye, c. 5, s. 89.
[4] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, İbn Seyyid, c. 2, s. 254, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 89, İbn Kayyım, c. 3, s. 59.
[5] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 89.
[6] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, İbn Seyyid, c. 2, s. 254, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 89, İbn Kayyım, c. 3, s. 59.
[7] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 254, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 59, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 275, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 4, s. 59.
[8] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1,s.29O, İbn Seyyid, c. 2, s. 254, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 89, İbn Kayyım , c. 3, s. 59, Halebî, c. 3, s. 275, Zürkânf, c. 4, s. 59.
[9] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, İbn Seyyid, c. 2, s. 254, İbn Kayyım, c. 3, s. 60, Halebî, c. 3, s. 275, Zürkânf, c. 4, s. 59.
[10] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 89, Halebî, c. 3, s. 275, Zürkânf, c. 4, s. 59.
[11] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 89, Halebî, c. 3, s. 275, Zürkânf, c. 4, s. 59.
[12] İbn Sa´d, c. 1, s. 299, İbn Seyyid, c. 2, s. 254, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 89, İbn Kayyım, c. 3, s. 60, Halebî, c. 3, s. 275, Zürkânf, c. 4. s.59.
[13] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/197-199.
[14] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 470.
[15] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 266.
[16] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 176.
[17] İbn Esîr, c. 2, s. 176, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 492.
[18] İbn Abdilberr, c. 2, s. 471.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/199.
[19] İbn Abdilberr, c. 2, s. 470, İbn Hacer, c. 1, s. 492.
[20] Bedrüddin Avnf, Umdetu´l-kârf, c. 18, s. 14.
[21] İbn Sa´d, c. 1, s. 265-266.
[22] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 363.
[23] İbn Sa´d, c. 1, s. 265-266.
[24] Ahmed, c. 3, s. 364.
[25] İbn ^tidilberr, c. 2, s. 470, İbn Esîr, c. 2, s. 175.
[26] İbn Abdilberr, c. 2, s. 470.
[27] Bedrüddin Avnf, c. 18, s. 14.
[28] İbn Abdilberr, c. 2, s. 470, İbn Esîr, c. 2, s. 175, İbn Hacer, c. 1.S.492.
[29] Buhârî, Sahîh.c. 5, s. 113, İbn Hacer, c.1, s. 492.
[30] Ahmed, c. 4, s. 363, Buhârî, c. 5, s. 113, İbn Hacer, c. 1, s. 492.
[31] Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 4, s. 363, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 113, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 470, İbn Ear, Usdu´l-gâbe, c.2,s.175.
[32] Ahmed, c. 4, s. 363.
[33] Ahmed, c. 4, s. 363, Buhârî, c. 5, s. 113, İbn Abdilberr, c. 2, s. 470, İbn Esîr, c. 2, s. 175, İbn Hacer, c. 1, s. 492.
[34] Ahmed. c. 4. s. 363. Buhârî. c. 5. s. 113.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/199-200.
[35] İbn Abdilberr, c.2,s. 470, IbnEsîr, c. 2, s. 175.
[36] Buhârî, c. 5,s.113,İbn Abdilberr, c. 2, s. 470, İbnEsîr, c. 2, s. 175.
[37] Buhârî, c. 5,5.113.
[38] Ahmed,c.4, s. 363, İbn Abdilbetr, c. 2,s.470,İbn Esîr, c.2, s. 175.
[39] İbn Abdilberr, c.2, s. 470.
[40] Buhârî, c. 5, s. 11 3, İbn Hacer, c. 1, s. 492.
[41] Şuh ân, c. 5, s. 11 3, İbn Atodilberr, c. 2, s. 470, İbnEsîr, c. 2, s. 175.
[42] İbn Abdilberr, c.2, s. 470, İbnEsîr, c. 2, s. 175.
[43] Buhân, c. 5, s. 11 3.
[44] Buhân, c. 5, s. 11 3, İbn Abdilberr, c. 2, s. 470, İbnEsîr, c. 2, s. 175.
[45] İbn Sa´d. c. 1. s. 266.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/200-201.
[46] İbn Hazm, Cemhere, s. 405-406.
[47] Belâzuıî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 125.
[48] Belâzuıî, c. 1,s. 125, Taberî, Târih, t 3,5.189.
[49] Belâzuıî, t 1.S.125.
[50] Taberî, c. 3, s. 189.
[51] Taberî, c. 3, s. 189, 218, Bedrüddin Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 18, s. 24,Diyarbekri, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 156.
[52] Belâzurî, c. 1,s.125.
[53] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 61 .
[54] Taberî, c. 3, s. 189.
[55] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 534, Belâzurî, c. 1, s. 125.
[56] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 446, Diyarbekrî, c. 2, s. 156.
[57] Diyarbekrî, c. 2, s. 156.
[58] Belâzurî, c. 1.S.125.
[59] Süheyif, c. 7, s. 445446.
[60] Taberî, Târih, c. 3, s. 215, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 337, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 6, s. 307.
[61] Taberî, c. 3, s. 21 5, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 307.
[62] Taberî, c. 3, s. 21 4, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 307.
[63] Taberî, c. 3, s. 21 4.
[64] Taberî, c. 3, s. 189.
[65] Taberî, c. 3, s. 189, İbn Esîr, c. 2, s. 337, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 30.
[66] Taberî, c. 3, s. 21 4, İbn Esîr, c. 2, s. 337, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 337.
[67] Taberî, c. 3, s. 189, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, t 1, s. 112.
[68] Taberî, c. 3, s. 189.
[69] Taberî, c. 3, s. 21 6, İbn Esîr, c. 2, s. 337-338, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 308.
[70] Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 308.
[71] İbn Sa´d, Taba kâtü´l -kübrâ, c. 5, s. 535, İ bn E sfr, U sdu´l -gâbe, c. 5, s. 332.
[72] İbn Sa´d, c. 5, s. 535.
[73] İbn Esîr, c. 5, s. 332.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/201-204.
[74] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 246, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 88, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 119, Müslim , Sahîh, c. 4, s. 1781.
[75] Buharı", Sahih, c. 5, s. 118, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1781 , Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 542.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/204.
[76] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye vıe´n-nihâye, c. 6, s. 308.
[77] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 308, İtan Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 61.
[78] İbn Esîr,c.2,s.338.
[79] Taberî, Tânh.c.3, s. 215, İbn Esîr, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 308.
[80] Taberî, c. 3, s. 190, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 61.
[81] Taberî, c. 3, s. 21 6, İbn Esir, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 338, İbn Haldun, c. 2,ks. 2, s. 60.
[82] Taberı, c. 3, s. 21 8.
[83] Taberî, c. 3, s. 21 5, İbn Esîr, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 308.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/204-205.
[84] Taberî, Tâıîh.c.3, s. 218-219.
[85] Ta berf, T ân h, c. 3, s. 215-216, İ bn E sfr, K âm il, c. 2, s. 338, E bu´l-F idâ, el-Bi dâye ve´n-nihâ ye, c. 6, s. 308.
[86] Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 308.
[87] Taberî, c. 3,s.216,İbn Esîr, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, c. 6,3.308.
[88] İbn Esîr, c. 2, s. 338.
[89] Taberî, Tânh.c.3, s. 216, İbn Esîr, c. 2, s. 338, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 6, s. 308.
[90] Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 308.
[91] Taberî, c. 3, s. 21 6, İbn Esîr, c. 2, s. 338.
[92] Taberî, Târîh, c. 3, s. 216, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 338-339.
[93] Taberı, c. 3.S.216.
[94] Taberı, Tâıîh.c.3, s. 216, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 338-339.
[95] İbn Esîr, c. 2, s. 339.
[96] Taberî, c. 3, s. 21 6-21 7, İbn Esîr, c. 2, s. 339.
[97] Taberî, c. 3, s. 21 7.
[98] Taberî, Tanrı, c. 3, s. 217, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 339.
[99] Taberî, c. 3, s. 21 7.
[100] İbn Esîr, c. 2, s. 339.
[101] İbn Esîr, c. 2, s. 339.
[102] Taberî, c. 3, s. 217.
[103] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[104] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 126, Taberî, c. 3, s. 21 7, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[105] Taberî, Târîh, c. 3, s. 219.
[106] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 340.
[107] Taberî, c. 3, s. 220.
[108] Belâzuri", Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 126.
[109] Taberî, c. 3, s. 220.
[110] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[111] Taberî, c. 3, s. 220.
[112] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[113] Taberî, c. 3, s. 217.
[114] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[115] Taberî, Târîh, c. 3, s. 217, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 340.
[116] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 126.
[117] Belâzurî, c. 1, s. 1 26, Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[118] Belâzurî, c. 1, s. 1 26.
[119] Taberî, c. 3, s. 220.
[120] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[121] Taberî, c. 3, s. 220.
[122] Taberî, c. 3, s. 217.
[123] Taberî, Târîh, c. 3, s. 217, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 340.
[124] Taberî, c. 3, s. 220.
[125] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 340.
[126] Taberî, c. 3, s. 220.
[127] Taberî, c. 3, s. 217.
[128] Taberî, c. 3, s. 217, İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[129] Taberî, c. 3, s. 220.
[130] Taberî, c. 3, s. 218.
[131] İbn Esîr, c. 2, s. 340.
[132] Taberî, Târîh, c. 3, s. 220,218
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/205-214.
[133] TabeN. c3, s.218,lbn Abdilbeır, Istiâb,c3, s. 1266, IbnEsîr, Kâmil, c. 2,5.341.
[134] Taberî, c. 3, s. 220.
[135] Taben.c3, s. 218, İbn AMIbeır, c. 3,s.1266,İbn Esîr, c. 2, s. 341.
[136] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 534, Belâzurî, Fütûh, c. 1, s. 1 27.
[137] Taben.c3, s. 218, İbn Abdilbeır, c. 3, s. 1266, İbn Esîr, c. 2, s. 341, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 61.
[138] İbn Sa´d.c 5, s. 534, Belâzurî, c. 1 , s. 127, Taberî, c. 3, s. 218, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1266, İbn Esîr, c. 2, s. 341, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 61.
[139] Taberî, c. 3, s. 218.
[140] Taberî, c. 3, s. 218, İbn Esîr, c. 2, s. 340-341.
[141] Taberî. c. 3. s. 220. İbn Abdilbeır. c. 3. s. 1266. İbn Esîr. c. 2. s. 341.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/214-215.
[142] İtan İshak.İbnHişam, Sîre.c.4, s. 222, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 442-443.
[143] Süheylf, c. 7, s. 443, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 6, s. 50.
[144] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 1 57.
[145] Diyarbekrî, c. 2, s. 159.
[146] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 130.
[147] İbn İshak,c.4,s. 223, Yâkubî, c.2, s. 130, Taben, Târih, t 3, s. 162.
[148] İbn İshak, c. 4, s. 223, Taberî, c. 3, s. 162, Ebu´l-Fidâ, c. 6, s. 50, İbn Kayyım, c. 3, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/215.
[149] İbn İshak, c. 4, s. 246, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 86.
[150] İbn İshak, c. 4, s. 246, Ahmed, c. 3, s. 86, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 119, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1781, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 542.
[151] Buhârî, c. 5, s. 118, Müslim, c. 4, s. 1781, Tiımizf, c. 5, s. 542.
[152] İbn İshak, c. 4, s. 223, Belâzurî, Fütühu´l-büldân, c. 1, s. 105, Yâkubî, c. 2, s. 1 30 Taberî, c. 3, s. 162.
[153] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 317, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 243.
[154] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c. 4, s. 223, Taberî, Târih, c. 3, s. 162,Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 331 jbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 298, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 236, Zehebî, Megâzî, s. 567, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 37.
[155] İbn İshak, c. 4, s. 223, Taberî, c. 3, s. 162.
[156] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 1 59.
[157] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 105, Diyarbekrî, c. 2, s. 159.
[158] Belâzulî, c. 1.S.105.
[159] Diyarbekrî, c. 2, s. 159.
[160] İbn İshak, c. 4, s. 223, Taberî, c. 3, s. 162.
[161] Belâzurî. c. 1. s. 105. İbn Esir. c. 2. s. 268.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/215-216.
[162] Süheylf, c. 7, s. 444, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 6, s. 50.
[163] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 311, Diyarbekrî, c. 2, s. 158, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 256, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 4, s. 21.
[164] Süheylf, c. 7, s. 444, Diyarbekıî, c. 2, s. 159.
[165] Kasialânf, c. 1, s. 311, Diyarbekrî, c. 2, s. 159, Halebî, c. 3, s. 256, Zürkânî, c. 4, s. 21.
[166] Aynı kaynaklar.
[167] Diyarbekrî, c. 2, s. 159.
[168] Kastalânf, c. 1, s. 311, Halebî, c. 3, s. 256, Zürkânf, c. 4, s. 21.
[169] Diyarbekrî, c. 2, s. 159.
[170] Süheylf, c. 7, s. 444, Zürkânf, c. 4, s. 21.
[171] Süheyif, c.7, s. 444, E bu´l-Fidâ, c. 6, s. 50.
[172] Süheylf, c. 7, s. 444.
[173] Taberî, Târih, c. 3, s. 245.
[174] Taberî, c. 3, s. 245, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 158.
[175] Taberî, c.3, s. 245.
[176] Taberî, c. 3, s. 245, Kastalânf, c. 1, s. 311, Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[177] Taberî, c.3, s. 245.
[178] Taberî, c. 3, s. 245, Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[179] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 444, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 255, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 4, s. 21.
[180] Taberî, Târîh, c. 3, s. 245-246.
[181] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 1 58.
[182] Süheylf, c.7, s. 444.
[183] Süheyif, c. 7, s. 444, Diyarbekrî, c. 2, s. 255
[184] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 1 58.
[185] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 444, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 255.
[186] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 311, Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[187] Süheyif, c. 7, s. 444, Halebî, c. 3, s. 255.
[188] Kastalânf, c. 1, s. 311, Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[189] Süheylf, c. 7, s. 444, Kastalânf, c. 1, s. 311, Diyarbekrî, c. 2, s. 158, Halebî, c. 3, s. 255, Zürkânf, c. 4, s. 21.
[190] Kastalânf, c. 1, s. 311, Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[191] Diyarbekrî, c. 2, s. 157.
[192] İbnİshak,İbnHişam,Sîre, c.4,s. 223, Taberî, Târîh, c. 3, s. 162, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 331, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 51, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 37.
[193] Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 460, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 158.
[194] Taberî, Târîh, c.3, s. 245, Bâkıllânf, İ´câzu´l-Kur´ân, s. 183, İbn Esîr, Mihâye, c. 5, s. 11 0, Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[195] İbn Sa´d c. 5, s. 551 , Taberî, c. 3, s. 245, Bâkıllânf, s. 183, Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[196] Diyarbekrî, c. 2, s. 158.
[197] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 223, Taberî, c. 3, s. 162, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 51, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 37, Kastalânf, c.1, s. 312, Diyarbekrî, c. 2, s. 159, Halebî, c. 3, s. 255, Zürkânf, c. 4, s. 22
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/216-220.
[198] İbn Sa´d, c. 1.S.273.
[199] E bu Hanffe, Müsned, s. 49, İbn İshak, c. 4, s. 247, Belâzurî, Fütûh, c.1, s. 106, Taberî, c. 3, s. 166, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 331, İbn Esir, Kâmil,c. 2, s. 299-300, Zehebî, Megâzî, s. 570, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 51, İbn Kayyım, c. 3, s. 37, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 58, Kastalânf, c. 1, s. 312, Diyarbekrî, c. 2, s. 157, Halebî, c. 3, s. 256.
[200] Belâzurî, c. 1,5.106.
[201] Ebu Hanffe, s. 49, İbn İshak, c. 4, s. 247, Taberî, c. 3, s. 166-167, İbn Esîr, c. 2, s. 299, İbn Kayyım , c. 3, s. 38 .Diyarbekrî, c.2,s.157.
[202] Ebu Dâvud, c. 3, s. 84, Beyhakî, c. 5, s. 332, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 52.
[203] Belâzurî, c. 1,5.105.
[204] Beyhakî, c. 5, s. 332, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 52, İbn Kayyım, c. 3, s. 38.
[205] Ebu Hanffe, Müsned, s. 49, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 247, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 487-488, Ebu Dâvud, c. 3, s. 84.
[206] Beyhakî, c. 5, s. 332, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 52, İbn Kayyım, c. 3, s. 37.
[207] Ebu Hanffe, s. 49, İbn İshak, c. 4, s. 247, Ahmed, c. 3, s. 483, Ebu Dâvud, c. 3, s. 84, Taberî, c. 3, s. 167, Beyhakî, c. 5, s. 332, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 52, İbn Kayyım , c. 3, s. 37-38.
[208] Dârimî,c. 2, s. 153, Beyhakî, c. 5, s. 332, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 52, İbn Kayyım, c. 3, s. 38.
[209] Ebu Hanffe, s. 49, İbn İshak, c. 4, s. 247, Ahmed, c. 3, s. 488, Ebu Dâvud, c. 4, s. 84, Dârimî, c. 2, s. 153, Taberî, c. 3, s. 167, Beyhakî, c. 5, s. 332, Zehebî, Megâzî, s. 569-570, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 52, İbn Kayyım, c. 3, s. 38, Kastalânf, c. 1, s. 312, Halebî, c. 3, s. 256, Zürkânf, c. 4, s. 22.
[210] Ebu Hanffe, s. 49.
[211] Ebu Hanffe, s. 49, İbn İshak, c.4, s. 247, İbn Sa´d, c. 1, s. 273, Belâzurî, c. 1, s. 106, Yâkubî, c. 1 , s. 106, Taberî, c. 3, s. 167, Beyhakî, c. 5, s. 331, İbn Esîr, c. 2, s. 300, Zehebî, s. 570, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 51, İbn Kayyım, c. 3, s. 37 Kastalânf, c. 1 ,s. 312, Diyarbekrî, c. 2, s. 157, Halebî, c. 3, s. 256, Zürkânf, c.4, s. 22.
[212] İbn Sa´d, c.1, s. 273.
[213] İbn İshak, c.4, s. 247, Taberî, c. 3, s. 167, Beyhakî, c. 5, s. 331, Zehebî, s. 570.
[214] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 300, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 58, Diyarbekn, c. 2, s. 158.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/221-223.
[215] İbn Hazm, Cemhere, s. 477.
[216] İbn Hazm, s. 412.
[217] İbn Hazm, s. 414.
[218] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 346, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 252, İbn Kaybım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 70, İbn Hacer, el-İ sâbe, c. 1, s. 548, Diyarfcıekrf, Târıhu´l-ham fs, c. 2, s. 1 54, Halebî, İnsanu´l-uyûn, c. 3, s. 279, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 4, s. 67.
[219] İbn Seyyid,c.2, s. 258, İbn Kayyım, c. 3, s. 70, İbn Hacer, c. 1, s. 548, Diyarbekrî, c. 2, s. 154.
[220] İbn Sa´d, c. 1, s. 346, İbn Seyyid,c.2, s. 258, İbn Kayyım, c. 3, s. 70, Halebî, c. 3, s. 279, Zürkânf, c. 4, s. 70.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/223-224.
[221] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferîd, c. 1, s. 1 34-1 35, İbn Abdilberr, İstiâb.c. 2, s. 517, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 254, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 259, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 548, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 279, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 4, s. 68.
[222] İbn Abdi Rabbih, c. 1, s. 135, İbn Seyyid, c. 2, s. 259, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 70, İbn Hacer, c. 1, s. 548, Halebî, c. 3, s. 279.
[223] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferîd, c. 1, s. 134, İbn Abdilberr, İstiâb.c. 2, s. 517-518, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 254, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 258-259, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 70, İbn Hacer, c. 1, s. 54.
[224] İbn Abdilberr, c. 2, s. 518, İbn E sır, c. 2, s. 254, İbn Seyyid, c. 2, s. 259 İbn Hacer, c. 1, s. 548, Halebî, c. 3, s. 279.
[225] İbn Abdi Rabbih, c. 1, s. 135, İbn Seyyid, c. 2, s. 259, İbn Kayyım, c. 3, s. 70 İbn Hacer, c. 1, s. 548, Halebî, c. 3, s. 279.
[226] İbn Abdi Rabbih, c. 1, s. 135, İbn Abdilberr, c. 2, s. 518, İbn Esîr, c. 2, s. 254, İbn Seyyid, c. 2, s. 259, İbn Hacer, c. 1, s. 548, Halebî, c. 3, s. 279, Zürkânf, c. 4, s. 69.
[227] İbn Abdilberr, c. 2, s. 518, İbn Esîr, c. 2, s. 254, İbn Seyyid, c.2, s. 258-259, İbn Kayyım , c. 3, s. 70, İbn Hacer, c.1, s. 548, Halebî, c. 3, s. 259, Zürkânf, c. 4, s. 69.
[228] İbn Seyyid, c.2, s. 259, İbn Kayyım, c. 3, s. 70, Halebî, c. 3, s. 279, Zürkânf, c. 4, s. 69.
[229] İbn Abdilberr, c. 2, s. 518, İbn Esîr, c. 2, s. 254, İbn Seyyid, c.2, s. 259 İbn Kayyım , c. 3, s. 70, İbn Hacer, c.1, s. 548, Halebî, c. 3, s. 279, Zürkânf, c. 4, s. 69.
[230] İbn Abdi Rabbih, c. 1, s. 134-135, İbn Seyyid, c. 2, s. 259, İbn Kayyım, c. 3, s. 70, İbn Hacer, c. 1, s. 548, Halebî, c. 3, s. 279.
[231] İbnSeyyid,c. 2 s. 259, İbn Kayyım,c. 3, s. 70,Halebi, c. 3, s. 279
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/224-226.
[232] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1117, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 190.
[233] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 291, Taberî, Târih, c.3, s. 188.
[234] Vâkıdı, c. 3, s. 1117, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 89-1 91.
[235] Vâkıdı, Megâzî, c.3, s. 1117-1118.
[236] Vâkıdî, c. 3, s. 1118, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 90.
[237] Vâkıdî, c. 3, s. 1118.
[238] Vâkıdî, c. 3, s. 1118, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[239] İbn Sa´d, c. 2, s. 190.
[240] Vâkıdî, c. 3, s. 1118, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[241] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 291, Taberî, Târih, c.3, s. 188.
[242] İbn Sa´d, c. 2, s. 190.
[243] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1118, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 190.
[244] İbn Sa´d, c. 2, s. 190.
[245] Vâkıdî, c. 3, s. 1118.
[246] Vâkıdî, c. 3, s. 1118, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[247] İbn Sa´d, c. 4, s. 66.
[248] Vâkıdî, c. 3, s. 11 25.
[249] Vâkıdî,c. 3, s. 1118.
[250] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[251] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 20, Buhârî, c. 5, s. 1 45, Müslim, c. 4, s. 1184.
[252] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90, Müslim, c. 4, s. 1184.
[253] Müslim, c. 4, s. 1885.
[254] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 190, Ahmed, c. 2, s. 20, Buhârî, c. 5, s. 145, Müslim, c. 4, s. 1884.
[255] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[256] Müslim, c. 4, s. 1884.
[257] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[258] Müslim, c. 4, s. 1885.
[259] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[260] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 190.
[261] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 190.
[262] Vâkıdî, c. 3, s. 1119.
[263] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90.
[264] Vâkıdî, c. 3, s. 1119, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 90-1 91.
[265] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 301, Vâkıdî, c. 3, s. 1120, İbn Sa´d, c. 2, s. 191.
[266] Vâkıdî, c. 3, s. 11 20, İbn Sa´d, c. 2, s. 191.
[267] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 1120.
[268] Vâkıdî c. 3. s. 1120. İbn Sa´d. Tabakât. c. 2. s. 191.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/226-230.
Veda Haccı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Veda Haccı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´de bulunduğu müddetçe, bir kere hac yapmıştır.[1] Bu hac;
1. Haccetü´l-Vedâ,
2. Haccetü´l-İslâm,
3. Haccetü´l-Belağ,
4. Haccetüt-Temam., gibi isimlerle anılmıştır.
Abdullah b. Ömer´e göre, Peygamberimiz Aleyhisselam bu haccında Müslümanlarla vedalaşınca:
"Bu, veda hacadır!" dediler. [2]
Peygamberimiz Aleyhisselam bundan sonra hac yapmamış, bu hac kendisinin veda haccı olmuştur. [3]
Abdullah b. Abbas ise, buna Haccetü´l-vedâ demekten hoşlanın ayıp, Haccetü´l-İslâm demeyi daha uygun görmüş; [4]
"Peygamber Aleyhisselam, Veda Haccını ´Haccetü´l-İslâm1 ismiyle anardı" demiştir. [5]
Peygamberimiz Aleyhisselam bu hacda Müslümanlara hac amellerini bizzat, bilfiil gösterdiği; vakfeleri, cemreleri, tavafı öğrettiği; helâl ve haram olan şeyleri bildirdiği için, bu hac H accetü´l-Belağ olmuştur. [6]
"...Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım. Size din olarak Müslümanlığı verip ondan hoşnut oldum" (Mâide: 3) mealli âyet Veda Haccı sırasında nazil olduğu için, [7] Veda Haccına "Haccetü´t-Temam" isminin verildiği de vardır. [8]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hacca Ne Zaman ve Nasıl Çıktığı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 10. yılında,[9] Zilkade ayında[10] hac için hazırlandı.
Kendisiyle birlikte haccetmek üzere hazırlanmalarını Medine´deki Müslümanlara emretti. [11]
Medine dışındaki Müslümanların da hac için hazırlanıp Medine´de toplanmalarını ilan ettirdi.
Bunun üzerine, Medine´ye pek çok insan geldi.
Herkes, Peygamberimiz Aleyhisselama uymanın çaresini anyor, haccı onun yaptığı gibi yapmak istiyordu. [12]
Binitli veya yaya olarak gelmeye gücü yetenlerden hiç kimse geri kalmadı. [13]
Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte hacca gidenlerin sayısı 114.000, hatta bundan da çoktu. [14]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlara hep hacdan bahsetti. [15] İrad buyurduğu hutbesinde ihramın, haccın vâcib ve sünnetlerini anlattı.[16] Öğle namazının farzını mescidde dört rekat olarak kıldırdı. [17]
Medine´de yerine Ebu Dücânetü´s-Sâidîyi veya Siba´ b. Urfutayı vekil bıraktı . [18]
İbn Ümmi Mektum´un bırakıldığı da rivayet edilir. [19]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu hacda kurban edilmek üzere sürdürdüğü develerin sayısı yüzü bulmakta idi. [20]
Buna Hz. Ali´nin Yemen´den gelirken getirdiği zekat develeri de dahildi. [21]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´den sürdürdüğü kurbanlık develerin üzerine Naciye b. Cündüb´ü memur etti. [22]
Naciye´nin yanında, yardımcı olarak, Eşlemlerden iki genç de bulunuyordu. [23]
Peygamberimiz Aleyhisselam ve ashabı, saçlarını taramış ve güzel kokular sürünmüş, izar ve ridalarını giyinmiş oldukları halde, [24] Zilkade ayının çıkmasına beş gece kala. [25] Cumartesi günü[26] Medine´den yola çıktılar. [27]
Şecere yolunu tuttular. [28]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´den Mekke´ye giderken Şecere yolunu tutar ve Şecere mescidinde namaz kılardı.
Mekke´den Medine´ye dönerken de Şecere mescidinden daha aşağıda bulunan (Medine´ye yakın olan) Muarres yoluyla girip, vadinin ortasındaki Zülhuleyfe´de gecelemeyi, namaz kılmayı ve sabahleyin Medine´ye hareket etmeyi âdet edinmişti.
Zülhuleyfe, Medinelilerin ihrama girme yehdir. [29]
Peygamberimiz Aleyhisselam, oraya varınca, ikindi namazının farzını iki rekat olarak kıldırdı. [30]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabının ve kurbanlıkların gelip yanında toplanmaları içi[31] Zülhuleyfe´de yattı . [32]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kadınları, hac yapmak için hevdecler içinde Zülhuleyfe´ye geldiler.
Gönderilen kurbanlıklar ve hac için yola çıkan Müslümanlar da gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında toplandılar.
Hz. Osman´la Abdurrahman b. Avf da, gelip Zülhuleyfe´de Peygamberimiz Aleyhisselama kavuştu-lar. [33]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bana Rabbim tarafından gelen Cebrail, bu gece gelip, ´Bu mübarek vadide namaz kıl ve umre içinde hacca niyet ettim, de!1 dedi" buyurdu. [34]
Peygamberimiz Aleyhisselam, öğle namazının farzını orada iki rekat olarak kıldırdı. [35]
Orada, iki rekat da ihram namazı kıldı. [36]
Devesi Kasvâ´ya bindi. [37]
Kasvâ´nın üzerinde dört dirhem bile etmeyen eskimiş, küçük bir semer vardı. [38]
Peygamberimiz Aleyhisselam: Allah´a hamd ü senada, [39] teşbih ve tekbirde bulunduktan sonra: [40]
"Ey Allah´ım! Bunu bana içinde riya ve süm´a (gösteriş ve şöhret) bulunmayan mebrur ve makbul bir hac ki I!" diyerek dua etti. [41]
İhrama girip:
"Lebbeyk allahümme lebbeyk! Lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk! İnnel hamde ve´n nimete leke vel mülke lâ şerike lek" diyerek tel biyeye başladı. [42]
"Sizden kim hac ile umreye niyet etmek isterse, bunu yapsın!
Sizden kim yalnız hacca niyet etmek isterse, öyle niyet etsin!
Sizden kim de yalnız umreye niyet etmek isterse, o da umreye niyet etsin!" buyurdu. [43]
Hz. Âişe:
"Bizlerden kimi umre niyetiyle ihrama girdi, kimi hac ile birlikte umre niyetiyle ihrama girdi, kimimiz de yalnız hac niyetiyle ihrama girdi" demiştir. [44]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cebrail, bana gelip, ashabıma, yanımda bulunanlara telbiyede seslerini yükseltmelerini emretmemi bana emretti[45] ve ´Yâ Muhammedi Telbiyede seslerini yükseltmelerini ashabına emret! Çünkü bu haccın alâmetlerindendir!´ dedi" buyurdu. [46]
Bir adam, ihramımın ne gibi bir elbise giyebileceğini sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Gömlek, sank, don, bumus, mest giymeyiniz!
Ancak ayakkabı bulamayan kimse mest giysin, ama mestleri topuktan aşağısından kessin!
Safran veya vers (alaçehri çiçeği) ile boyanmış hiçbir elbise giymeyiniz!" buyurdu. [47]
Hz. Ebu Bekir´in zevcesi Esma binti Umeys, Zülhuleyfe´de Muhammed b. Ebu Bekir´i doğurmuş, Peygamberimiz Aleyhisselama haber gönderip:
"Ben ne yapacağım " diye sormuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yıkan da, bir elbise ile kuşak sarın ve ihrama gir!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Zülhuleyfe mescidinde namaz kılıp Kasvâ´nın üzerinde Beydâ düzlüğüne çıktığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde, sağında, solunda ve arkasında göz alabildiği kadar uzaklara uzanan binitli veya yaya insanların akıp gittiği gözüküyordu. [48]
Yolda gelip katılanlarda, sayısızdı. [49]
Peygamberimiz Aleyhisselam Beydâ yolunu takip ederek ertesi gün sabahleyin Melel´e, akşama doğru da Şerefü´s-seyyâle´ye vardı.
Akşam ve yatsı namazlarını orada, sabah namazını da Seyyâle ile Revhâ arasında olan ve Revhâ´ya Seyyâle´den daha yakın bulunan Irku´z-zabyâ´da, yolun sağındaki mescidde kıldı; Revhâ´da konakladı. [50]
Musa Aleyhisselam, Revhâ vadisine yetmiş bin kişi ile uğramıştı.
Yetmiş peygamber gelip bu vadide namaz kılmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın atalarından Mudar b. Nizamın kabri de buradadır.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Revhâ vadisi hakkında:
"Bu vadi, cennet vadilerindendir! [51]
Musa b. İmran´ı, bu vadide, kısa saçaklı aba içinde ihrama girmiş bir halde görür gibiyimdir! [52]
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; Meryem´in oğlu da hac veya umre edici ya da her ikisini birleştirici olarak muhakkak Fecc-i Revhâ´da telbiye edecektir!" buyurdu. [53]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Revhâ´da deve üzerinde bir kafileye rastlayıp onlara selam verdi ve:
"Siz hangi kavimdensiniz " diye sordu.
"Müslümanız!" dediler.
Onlar da:
"Ya siz kimsiniz " diye sordular.
"Resûlullah Aleyhisselamdır!" diye cevap verdiler. [54]
Bu cemaat arasında deve üzerinde hevdeç içinde bir kadın ve kadının yanında da küçük bir oğlu bulunuyordu. [55]
Kadın, oğlunun kolunu tutup[56] hevdeçten dışarı çıkararak: [57]
"Yâ Rasûlallah! Bunun için de hac var mıdır " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Sana da ecir vardır!" buyurdu. [58]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Revhâ´dan hareket etti. [59] İkindi, akşam ve yatsı namazlarını Munsaraf´ta kıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Munsaraf´tan ayrılıp sabah namazını Esâye´de kıldırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Esâye´den hareket edip üçüncü gün Arc´da sabahladı.
Hz. Ebu Bekir, Medine´de Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Benim yanımda bir deve var. Azığımızı onun üzerine yükleyelim!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Öyle olsun!" buyurmuş, un ve sevık azığını Hz. Ebu Bekir´in bu devesine yükletmişti. [60]
Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir´in yiyecekleri, böylece, bir devede yüklü bulunuyordu. [61]
Hz. Ebu Bekir´in uşağı Ukbe, bu azık devesinin üzerine binmekte idi.
Dinlenmek için Esâye´de konaklandığı veUkbe´nin de deveyi ıhdırdığı sırada, Ukbe uyuyakalmıştı. Deve, çöktüğü yerden kalkarak yularını Ukbe´nin elinden çekip almış, vadinin içine doğru gitmişti.
Ukbe, uyanınca, kalkıp yola devam etti. Devenin de yolda gittiğini sanıyordu.
Deveyi arıyor, soruyor, fakat hiç kimseden bir haber alamıyor, işitemiyordu. [62]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Arc´da konakladığı ve konak yerinin önünde oturduğu sırada, Hz. Ebu Bekir gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın bir yanına oturdu. Hz. Âişe de öbür yanına oturdu.
Esma Hâtûn gelip Hz. Ebu Bekir´in yanına oturdu. [63]
Böyle, Hz. Âişe´nin Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, Esmâ´nın da Hz. Ebu Bekir´in yanında oturduğu ve Hz. Ebu Bekir´in ise uşağı Ukbe´nin gelmesini bekleyip durduğu bir sırada, [64] öğleye doğru, Ukbe yalnız başına[65] devesiz çıkıp gelince, [66] Hz. Ebu Bekir ona:
"Deven nerede " diye sordu. [67]
Ukbe:
"Dün gece onu[68] kaybettim, yitirdim!" dedi. [69]
Hz. Ebu Bekir:
"Vay sana! Keşke o yiyecekler yalnız bana ait olsaydı, gam değildi!
Fakat onlar Resûlullah Aleyhisselam ile onun ev halkına aitti!" diyerek hemen ayağa kalkıp[70] Ukbeyi dövmeye başladı.
Ona hem vuruyor, hem de:
"Sen bir tek deveyi nasıl kaybeder, yitirirsin !" diyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümseyerek:
"Şu ihramlı kişiyi görüyor musunuz O ne yapıyor, bakınız!" buyurup, [71] Ukbe´yi dövmekten Hz. Ebu Bekir´i men etti.
Azık devesinin kaybolduğunu haber alınca, Eşlemlerden Nadleler, bir çanak içinde hays* yemeği getirip Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne koydular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Gel ey Ebu Bekir! Allah sana nefis ve tatlı bir yemek gönderdi!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir, Ukbeye hâlâ kızıp duruyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir´e:
"Sakin ol! Bu iş ne sana, ne de seninle birlikte bize aittir!
Uşak, senin deveni kaybetmemeye son derecede istekliydi!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselamla, Peygamberimiz Aleyhisselamın ev halkı ve Hz. Ebu Bekir ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan herkes o yemekten doyuncaya kadar yediler.
Aradan çok geçmemişti ki, halkın artçılığını, sevkediciliğini yapan Safvan b. Muattal, azık devesini getirip Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırının önünde ıhdırdı ve Hz. Ebu Bekir´e:
"Bak! Metâından birşey kaybetmiş misin " dedi.
Hz. Ebu Bekir vanp baktı ve:
"Su içtiğimiz kaptan başka birşey kaybetmemişiz!" dedi.
Ukbe:
"İşte, kap benim yanımda!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Allah sana emaneti eda ve teslim ettirdi!" dedi.
Yüce Allah´ın Peygamberimiz Aleyhisselama azık devesini gönderdiği sırada, Sa´d b. Ubâde ile oğlu Kays b. Sa´d b. Ubâde de, bir deveye yiyecek yükleyerek Peygamberimiz Aleyhisselama teslim etmek üzere gelip çadırının kapısı önünde durdular.
Sa´d b. Ubâde:
"Yâ Rasûlallah! Yiyecek devenin uşakla birlikte kaybolduğunu işittik.
İşte bu yiyecek yüklü deve onun yerinedir!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah bize yiyecek yüklü devemizi getirdi.
Siz artık yiyecek yüklü devenizi geri götürünüz. Allah size onu mübarek kılsın!
Ey Ebu Sabit! Medine´ye geldiğimiz günden beri bizi ağırlamak için yaptıkların yetmiyor mu " buyurdu.
Sa´d b. Ubâde:
"Yâ Rasûlallah! Biz, İslâm nimetinden dolayı Allah´a ve Resûlüne minnettarız!
Vallahi yâ Rasûlallah! Mallarımızın içinden senin almış olduğun şeyler, bize bırakmış olduklarından daha sevgilidir!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ebu Sabit! Doğru söylüyorsun! Felaha ve kurtuluşa ermiş olduğunu müjdelerim!
İyi ahlâk Yüce Allah´ın elindedir. Allah, iyi ahlâkı, kime bağışlamayı dilerse ona bağışlar.
Allah sana iyi ahlâkı bağışlamış bulunuyor!" buyurdu.
Sa´d b. Ubâde:
"Hamd olsun Allah´a ki, O bana bunu yaptı!" dedi.
Sabit b. Kays:
"Yâ Rasûlallah! Sa´d´ın ev halkı Cahiliye çağında da ulumuz, kuraklık ve kıtlık yıllarında da bizim yediricilerimizdendi" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İnsanlar, birtakım madenler ve cevherlerdir. Onların Cahiliye çağında iyileri, İslâmiyet çağında da iyilerdir" buyurdu. [72]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Lahy-i Cemel´e varınca, ihram halinde bulunduğu halde. [73] başındaki rahatsızlıktan dolayı[74] orada tepesinden kan aldırdı. [75]
Peygamberimiz Aleyhisselam Lahy-i Cemel´den hareket ederek Sukyâ´da konakladı. [76]
Peygamberimiz Aleyhisselam Sukyâ´dan hareket ederek dördüncü gün sabahleyin Ebvâ´ya vardı. [77]
Peygamberimiz Aleyhisselamın annesi Hz. Âmine´nin kabri buradadır. [78]
Peygamberimiz Aleyhisselam Cuma günü Cuhfe´de bir müddet konakladıktan sonra, oradan ayrılarak, Humm yakınında, yolun solunda bulunan mescidde durup namaz kıldı. [79]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ezrak vadisine uğradığı zaman:
"Bu hangi vadidir " diye sordu.
"Ezrak vadisidir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Musa´nın şehadet parmaklarını kulaklarına koyup yüksek sesle telbiye ederek bu vadiden geçişini görür gibiyimdir!" buyurdu ve daha sonra bir tepeye gelip kavuştukları zaman:
"Bu hangi tepedir " diye sordu.
"Herşâ veya Lefttepesidir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yunus´un, yuları hurma lifinden olan kırmızı tüylü bir devenin üzerinde, sırtında yünden bir abâ bulunduğu halde, buradan telbiye ederek geçtiğini görür gibiyimdir!" buyurdu. [80]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cumartesi günü Kudeyd´e vardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Kudeyd´den ayrılarak Müşellel´e uğradı ve orada durup namaz kıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Pazar günü Usfan´a vardı. [81] Usfan vadisine varıp kavuştukları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ebu Bekir! Bu, hangi vadidir " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Usfan vadisidir!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam; Hud Peygamberin, Salih Peygamberin de bellerine abâ tutunmuş, bellerinden yukarılarını alacalı kumaşla bürümüş, genç, kırmızı,yuları hurma lifinden, dişi deve üzerinde oldukları halde Beyt-i Atîk´i tavaf ve ziyaret için telbiye ederek geçmiş olduklarını haber verdi. [82]
Peygamberimiz Aleyhisselam Pazartesi günü Merru´z-zahran´a uğradı va akşama kadar oradan ayrılmadı . [83]
Peygamberimiz Aleyhisselam, uğradığı yerlerde Müslümanlara imam olup namaz kıldırmış ve namaz kıldırdığı yerlere de mescidleryapılmıştır.
Peygamberimiz Aleyhisselam Merru´z-zahran´dan ayrılıp Şerife geldiği zaman güneş battı. [84]
Şerife geldikleri sırada, Hz.Âişe kadınlık hali görüp ağlamaya başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Seni ağlatan nedir " diye sordu.
Hz. Âişe:
"Vallahi bu yıl hacca çıkmamış olmamı ne kadar isterdim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana ne oldu Sen galiba hayzını gördün " buyurdu.
Hz. Âişe:
"Evet!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, Allah´ın, Âdem´in kızlarına yazdığı birşeydir.
Sen hacıların yaptığını yap! Yalnız, temizlenmedikçe Beytullah´ı tavaf etme!" buyurdu. [85]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Seniyyeteyn arasına (iki yokuş arasındaki yola) gelip kavuştu. [86]
Peygamberimiz Aleyhisselam geceyi orada, Zi Tuvâ vadisinde geçirdi. [87]
Sabah namazını orada[88] sarp bir tepe üzerinde, [89] bir semüre ağacının altında[90] kıldı.[91] Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yer, T\ Tuvâ mescidinin
yapıldığı yer olmayıp bundan biraz aşağıdaki sarp tepe üzerindedir.[92]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´ye Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam sabahleyin guslettikten sonra devesi Kasvâ´ya binip,[93] gündüz[94] kaba kuşluk vaktinde, [95] Hacun üzerindeki, [96] Mekke´nin yukan tarafına düşen Kedâ´dan, yokuştan Mekke´ye girdi. [97]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin Benî Şeybe kapısına kadar ilerledi. Beytullah´ı gorünce[98] ellerini kaldırdı ve:
"Ey Allah´ım! Bu Beytinin şerefini, ululuğunu, heybetini, [99] geçerliliğini, sürümünü[100] arttır. [101] Ona hac ve umre ile tazimde bulunanların da şereflerini, heybetlerini, tazimlerini ve iyiliklerini arttı r!" [102] diyerek dua etti. [103]
Devesini Beytullah´ın kapısında indirdi. [104]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe´yi Tavaf Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, ridasının bir ucunu sağ koltuğunun altından alıp sol om uzunun üzerine atmış ve sağ kolunu açmış olduğu halde[105] Mescid-i Haram´a girip doğruca Hacerü´l-Esved rüknüne vardı[106] ve onu istilâm etti.
İstilâm ederken, Peygamberimiz Aleyhisselamın gözleri yaşla doldu. Hacerü´l-Esved´i öptü, ellerini onun üzerine koyduktan sonra yüzüne sürdü. [107]
"Bismillahi vallahu ekber! İmanen billahi ve tasdikan bimâ câe bihî Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem." [108]
Veya:
"Allahumme imanen Rabbike ve tasdikan bi kitâbike ve sünneti nebiyyike sallallahu aleyhi ve sell-em" diyerek[109] Hacerü´l-Esved köşesinden tavafa başladı.
Tavafın ilk üç devresinde adımlarını kısaltıp omuzlarını silkeleyerek hızlı ve çalımlı yürüdü. [110]
Yemen ve Hacerü´l-Esved köşesine geldikçe[111], "Rabbena âtina fid dünya haseneten ve fil âhireti haseneten ve kına azâbennar" (Bakara: 201) âyetini okumakta idi. [112]
Peygamberimiz Aleyhisselam tavafın bu bölümünü tamamlayınca[113] Hacerü´l-Esved´i öptü, ellerini onun üzerine koyduktan sonra yüzüne sürdü. [114]
Halkın arasından güçlükle geçip Makam-ı İbrahim´e* erişti. [115]
Makam-ı İbrahim´in arkasında, [116] Makam´ı kendisiyle Beytullah arasına alarak[117] iki rekat namaz kıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu namazda İhlas süresiyle Kâfirûn sûresini okudu. [118]
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam sesini halka işittirecek derecede yükselterek: [119]
"İbrahim´in makamını namazgah edininiz!" (Bakara: 158) mealli âyeti okudu. [120]
Sonra, dönüp Hacerü´l-Esved´i istilâm etti. [121] ve Hz. Ömer´e:
"Ey Ömer! Sen güçlü bir adamsın! [122] Hacerü´l-Esved´e erişmek için, [123] omuz vurma! [124] İnsanları, [125] zayıflan [126] sıkışt]rma! [127] Ne rahatsız edil, [128] ne de rahatsız et![129] Olmazsa, uzaktan el sürüp öpme işareti yap, kelime-i tevhid oku, tekbir getir, [130] geç!" buyurdu. [131]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdurrahman b. Avf´a da:
"Ey Ebu Muhammed[132] Hacerü´l-Esved rüknüne nasıl istilâm yaptın " diye sordu. [133]
Abdurrahman b. Avf:
"Her defasında[134] istilâm yaptım, bıraküm" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İsabet etmişsin!" buyurdu. [135]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sa´y Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, bundan sonra Kabe´nin Benî Manzum kapısından[136] çıkıp Safa tepeciğine gitti. [137]
Oraya yaklaşınca:
"Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah´ın şeâirinden (Allah´a ibadete vesile olan nişanelerinden)dir" (Bakara: 158) mealli âyeti okudu ve:
"Allah´ın başladığından başlıyorum!" buyurdu.
Sa´ye Safa´dan başlamak üzere, Safa´nın üzerine çıktı.
Beytullah´ı görünce, [138] kıbleye yöneldi. [139] Beytullah´a bakarak[140] Allah´ı tevhid ve tekbir etti.
Üç kere (Vâkidîye göre yedi kere):
"Bir olan Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! O´nun eşi, ortağı yoktur! Mülk O´nundur! Hamd O´na mahsustur! [141] Diriltir, öldürür! [142] O herşeye kâdirdir! [143] Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! [144]
Allah va´dini yerine getirdi: Kuluna yardım etti. Toplanmış olan bütün kabileleri yalnız başına bozguna uğrattı" buyurdu. [145]
Peygamberimiz Aleyhisselam tekrar, Allah´ı tekbir ve O´na hamd ettikten sonra Allah´ın dilediği kadar[146] dua etti.
Duada söylediklerini de üç kere tekrarladı. Sonra, Safa tepeciğinden Merve tepeciğine doğru yürüyerek indi. [147]
Peygamberimiz Aleyhisselam o kadar hızlı sa´y ediyordu ki, sayinin hızından izarının açılıp dizlerinin göründüğü oluyordu. [148]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu hızlanışı sa´y vadisinin ortasına gelince yapıyor, ortayı geçince tabiî yürüyüşüne devam ediyordu. [149]
Müslümanlara da:
"Ey insaniar! [150] Şüphe yok ki, Yüce Allah sa´yi size vacib kıldı. Sa´y ediniz!" buyuruyordu.[151]
Peygamberimiz Aleyhisselamın say vadisi içinde "Rabbiğfir verham ve entel eazzü´l-ekrem!=Yâ Rab! Beni yarlığa ve bana rahmet et! En aziz, en kerim Sensin!" diyerek dua ettiği de rivayet edilir. [152]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Merve tepeciğine ulaşıp çıktığı zaman, Safa tepeciğinde yaptıklarını Merve tepeciğinde de aynen yaptı. [153]
Peygamberimiz Aleyhisselamın hem Beytullah´ı tavafını, hem Safa ile Merve arasındaki sa´yini, etrafına üşüşen halk kendisini görsünler de bilmediklerini sorsunlar diye yüksekte bulunmak için, hayvanının üzerinde olduğu halde yaptığı da rivayet edilir. [154]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Veda Haccında üç tavafı olup, kudüm tavafı olan ilkini yaya olarak yaptı. İkincisi, kurban günü yaptığı, farz olan tavaftır. Üçüncüsü de veda tavafıdır. Sanıldığına göre; biniti i olarak yaptığı tavaf ikinci veya üçüncü tavafıdır, ya da her ikisidir. [155] Saye gelince; bunu da Peygamberimiz Aleyhisselam önce yürüyerek yapmış, sonra da binitli olarak tamamlamıştır. [156]
Peygamberimiz Aleyhisselam Safa´dan Merve´yeyedi gidiş-gelişle şayi Merve´de tamamladı. [157]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İhram Hakkındaki Emri
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kimin yanında kurbanı varsa, o ihram üzere kalsın! [158]
Sizden hanginizin yanında kurbanı yoksa, hemen ihramdan çıksın ve haccını umreye çevirsin!" buyurdu.
Bunun üzerine Sürâka b. Malik ayağa kalkarak:
"Yâ Rasûlallah! Bu iş bizim bu yılımıza mı mahsustur, yoksa temelli sürüp gidecek midir " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, parmaklarını birbirine kenetleyerek, iki üç kere:
"Umre hacca dahil olmuştur! Kıyamete kadar temelli sürüp gidecektir!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yanında kurban getirmiş olduğu için, ihramdan çıkmadı. [159]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebtah´ta Kurulan Çadırda Kalışı
Ebtah´ta Peygamberimiz Aleyhisselam için kırmızı deriden çadır kuruldu. [160] Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´de bulunduğu müddetçe orada kaldı; oraya geldi gitti. [161]
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Ebu Talib´in kızı Ümmü Hani H atun:
"Yâ Rasûlallan! Mekke evleri içinde konaklasan olmaz mı " demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam kabul etmedi. Medine´ye dönünceye kadar Ebtah´a gelip gitti.
Ne bir eve indi, ne de bir evin çatısı altında gölgelendi. [162]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Pazar, Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri Ebtah´ta oturdu. [163]
Ashabdan Ebu Cuhayfe, Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebtah´ta, öğle güneşinin sıcağından, abdest almaya çıktığını; ve Bilal-i Habeşî´nin abdest suyunu dökerken Müslümanların üşüşüp dökülen abdest suyunu kapışarak yüzlerine gözlerine sürmeye başladıklarını gördüğünü; kendisinin de abdest suyundan biraz alıp yüzüne sürdüğü zaman onu kardan daha soğuk ve miskten daha güzel kokulu bulduğunu; Bilal-i Habeşî tarafından ezan okunduktan sonra kıble tarafına bir baston dikildiğini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın ona doğru yönelerek öğle namazının farzını iki rekat kıldırdığını, ikindi namazının farzını da yine onun gibi iki rekat kıldırmış olduğunu bildirir. [164]
Hz. Ali´nin Yemen´den Mekke´ye Gelişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, daha önce, Hz. Ali´yi Yemen´e göndermişti. [165] Hz. Ali, Yemen´den, Peygamberimiz Aleyhisselama ait zekat develeriyle Mekke´ye geldi.
Hz. Fâtıma´yı, ihramdan çıkanlar arasında buldu.
Hz. Fâtıma boyalı elbise giymiş ve gözlerine de sürme çekmişti.
Hz. Ali onun bu yaptığını beğenmediyse de, Hz. Fâtıma:
"Bunu bana babam emretü!" dedi.
Hz. Ali, Hz. Fâtımayı bu yaptığından dolayı azariamakve onun Peygamberimiz Aleyhisselam adına söylediklerini sormak üzere Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitti.
Hz. Fâtıma´nın yaptıklarını haberverince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylemiş! Sen hacca niyetlenirken ne demiştin " diye sordu.
Hz. Ali:
´Ey Allah´ım! Resûlün neye niyetlendiyse, ben de ona niyetlendim!´ dedim" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim yanımda kurbanım var. Sen de ihramdan çıkma!" buyurdu. [166]
Peygamberimiz Aleyhisselam terviye gününden* bir gün önce, öğle namazından sonra, [167] Hacerü´l-Esved rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında dikilerek irad ettiği hutbesinde:
"Sizden, öğle namazını Mina´da kılmaya gücü yetebilen, öyle yapsın!" buyurdu. [168]
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe´ye alacalı Yemen kumaşından örtü örttürdü. [169]
Mina´ya Gidiş
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´de dört gün; Pazar, Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri kaldı. Beşinci Perşembe[170] ten/iye günü, Beytullah´ı yedi kere tavaf ettikten sonra, güneşin batıya eğildiği sırada hayvanına bindi. [171]
Mina´da, Dârü´l-İmâme´nin bulunduğu yere indi. [172]
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Mina´da senin için bir gölgelik yapalım mı " diye sordu. [173]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! [174] Mina, önce gelenin deve çöktürme yeridir!" buyurdu. [175]
Hz. Âişe´nin isteğini kabul etmedi. [176]
Peygamberimiz Aleyhisselam, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Mina´da ki İdi. [177] Geceyi, [178] Cuma gecesini[179] Mina´da geçirdi. [180] Sabah namazını da Mina´da kıldı. Güneş doğuncaya kadar bekledi.
Nemire´de* kendisine bir çadır kurulmasını emretti. [181]
Peygamberimiz Aleyhisselam, güneş doğduğu zaman[182] hayvanına bindi. [183]
Zilhicce´nin dokuzunca Cuma günü sabahleyin umumî yolun sağındaki [184] Dabb** yolunu tutup[185] Arafat´a*** doğru hareket etti. [186]
Mina´dan Arafat´a giderken ashabın kimi telbiye ediyor, kimisi de tekbir getiriyordu. [187]
Kureyşîler kendilerinin Cahiliye çağında yaptıkları gibi Peygamberimiz Aleyhisselamın da Müzdelife´deki Meş´ar-i Haram´da duracağından şüphe etmiyorlar; [188] Müzdelifeyi geçmez, orada vakfe yapar sanıyorlardı. [189]
Nevfel b. Muaviyetü´d-Di´lî, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanıbaşında gidiyordu.
"Yâ Rasûlallah! Kavmin Cem´de (Müzdelife´de) vakfe yapacaksın sanıyor " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben, peygamberlikten önce de, onlara aykırı olarak Arafat´ta vakfe yapmışımdır!" buyurdu. [190]
Müzdelife´yi geçip gitti. [191]
Peygamberimiz Aleyhisselam Nemire´de çadırının kurulduğunu gördü ve oraya indi. [192]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mina´dan Arafat´a varıncaya kadar tel biyeyi kesmedi. [193]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Arafat Hutbesi
Cahiliye devri insanlarının ayları geriletmeleri yüzünden, Hz. Ebu Bekir, dokuzuncu yıl haccını Müslümanlara Zilkade ayında yaptırmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın onuncu yıl haccı ise, Zilhicceye rastlamış bulunuyordu. [194]
Hicretin 9. yılında, 9 Zilhicce arefe günü de Cuma gününe rastlamıştı . [195]
Güneş batıya doğru eğilince Peygamberimiz Aleyhisselam devesi Kasvâ´nın hazırlanmasını emretti ve Kasvâ´ya hemen semer vuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâya binip Ürene vadisine vardı. [196]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hamd Allah´a mahsustur. O´na hamd eder, O´ndan yarlıganmak diler ve O´na tevbe ederiz.
Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin günahlarından Allah´a sığınırız.
Allah´ın doğru yola ilettiğini saptıracak, saptırdığını da doğru yola iletecek yoktur.
Şehadet ederiz ki; Allahtan başka hiçbir ilah yoktur!
O birdir, O´nun eşi ortağı yoktur.
Ve yine şehadet ederiz ki; Muhammed O´nun kulu ve resûlüdür.
Ey Allah´ın kullan! Ben size Allahtan sakınmanızı tavsiye ve O´na itaate teşvik ederim.
Size hayır olan şeyden söz açmak ister ve bundan sonra derim ki"[197] buyurup, iki dizinin üzerine gelerek: [198]
"Ey insaniar! [199] Sözlerimi[200] iyi dinleyiniz! [201]
Vallahi[202] bilmiyorum! Belki de şu durduğum yerde, bu yılımdan [VâkıdPye göre; bu günümden] sonra sizinle bir daha buluşamayacağım! [203]
Dikkat ediniz! Belki, bu yılımdan sonra beni bir daha göremeyeceksiniz!
Dikkat ediniz! Belki, bu yılımdan sonra beni bir daha göremeyeceksiniz!
Dikkat ediniz! Belki, bu yılımdan sonra beni bir daha göremeyeceksiniz! [204]
Sözleri iyice dinleyip ezberleyen kişiye Allah rahmet etsin!
Belki, anlamayan, anlayana iletip anlatır.
Anlayan da, belki kendisinden daha iyi anlayışlı olana iletir!" buyurdu.
O sırada Şenûe kabilesi adamlarına benzeyen uzun bir adam kalkarak:
"Ey Allah´ın Peygamberi! O halde bizler ne yapalım " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Rabbinize kulluk ediniz!
Beş vakit namazınızı kılınız!
Ramazan ayında orucunuzu tutunuz!
Beytullah´ı haccediniz!
Zekatınızı, gönlünüzden koparak, gönül hoşluğuyla veriniz!
Yüce Rabbinizin Cennetine girersiniz!" dedi ve: [205]
"İşitiyor musunuz " buyurdu.
Başka bir cemaatten bir adam:
"Ne diyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Rabbinize ibadet ediniz!
Beş vakit namazınızı kılınız!
Orucunuzu tutunuz!
Mallarınızın zekatını veriniz!
Âmirinize itaat ediniz! Cennete girersiniz!" buyurdu. [206]
Peygamberimiz Aleyhisselam hitabesine en yüksek sesiyle devam ederek:
Ey insanlar! Bu, hangi gündür " diye sordu.
"Allah ve Allah´ın Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu ayınız, hangi aydır " diye sordu.
"Allah ve Allah´ın Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu beldeniz, hangi beldedir " diye sordu.
"Allah ve Allah´ın Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Gününüz, haram ve dokunulmaz bir gündür!
Ayınız, haram ve dokunulmaz bir aydır!
Beldeniz, haram ve dokunulmaz bir beldedir! [207]
Ey insaniar! [208]
İşte, kanlarınız ve mallarınız da, Yüce Rabbinize kavuşuncaya [Ahmed b. Hanbel´e göre; kavuşacağınız güne] kadar-bu gününüzde, bu ayınızda, bu beldenizde olduğu gibi-birbirinize haram ve dokunulmazdır! [209]
Haberiniz olsun ki; ben, önceden gidip Havuz başında sizi bekleyeceğim!
Başka ümmetlere karşı, sizin çokluğunuzla övüneceğim!
Sakın, çok günah işleyip yüzümü kara çıkarmayınız! [210]
Benden gömnüş, benden işitmiş, benden sormuş olduğunuz şeylerde bana isnad ederek yalan uyduran kimse, Cehennemdeki yerine hazırlansın! [211]
Haberiniz olsun ki; ben birtakım[212] erkek kadın[213] insanlan[214] kurtaracağım!
Kurtarmak isteyeceğim diğer birtakım kimselere gelince; [215] onlar hakkında bana galebe çalınacaktı[216]
´Yâ Rabbi! Bunlar da benim sahabilerimdir!´ diyeceğim. [217]
Yüce Allah ise:
´Senden sonra onların neler yaptığını sen bilmezsin!´ buyuracaktır" buyurdu. [218]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sözlerini Rebia´ya Tekrarlatması
Mekke valisi Attâb b. Esîd, Amr b. Hâriceyi bir işi için Peygamberimiz Aleyhisselama göndermişti.
Amr b. Hârice, Arafat´ta yetişip Peygamberimiz Aleyhisselamın devesinin çenesinin altına durmuştu.
Kasvâ´nın ağzından süzülen köpükler, Amr b. Hârice´nin başına dökülüyordu. [219] Kendisi çok gür sesli olup[220] Peygamberimiz Aleyhisselamın sözlerini seslenerek halka duyaracak olan Rebia b. Ümeyye b. Halef de, [221] devenin boyun kökünün altında dikiliyordu. [222]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Rebia b. Ümeyye´ye:
"Resûlullah Aleyhisselam, size:
´Ey insanlar! Bu hangi aydır ´ diye soruyor, de!" buyuruyordu.
Rebia b. Ümeyye, seslenerek onlara bunu ulaştırıyor, duyuruyordu.
Onlar da:
"Haram olan aydır!" diyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Söyle onlara:
´Allah kanlarınızı, mallarınızı-Rabbinize kavuşuncaya kadar-bu ayınız gibi size haram ve dokunulmaz kılınıştı r! [223]
Sizler muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız!
Bütün amellerinizden, işlediklerinizden sorguya çekileceksiniz!" buyuruyor; [224] "Tebliğ ettim mi " diye sorduktan sonra, elini semaya kaldırıp: [225]
"Ey Allah´ım! [226] Bunlara tebliğde bulunduğuma[227] şahit ol! [228]
Ey Allah´ım! Bunlara tebliğde bulunduğuma şahit ol! [229]
Kimin yanında emanet varsa, onu hemen sahibine teslim etsin! [230]
İyi biliniz ki; üç şey mü´min ve Müslümanın kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz:
1. Allah´a ihlaslı olarak amel etmek,
2. Emir sahiplerine nasihatta bulunmak,
3. Müslüman cemaatine-ki onlar dua ederlerse duaları müstecabdırve arkadakilerine de şamildir- tâbi olmak. [231]
İyi biliniz ki; Cahiliye devrine ait herşey ayaklarımın altına konulmuş, hükümsüz sayılmışür. [232]
Bu cümleden olarak Cahiliye devrinin bütün kan davaları kaldırılmış, hükümsüz sayılmıştır.
Kaldırdığım, hükümsüz saydığım ilk kan davası da bize ait kan davalarından İbn Rebia b. Haris b. Abdulmuttalib´in kan davasıdır.
Kaldırdığım, hükümsüz saydığım ilk ribâ (faiz) bizim, yani amcam Abbas b. Abdulmuttalib´in ribâ alacağıdır.
Onun tümü kaldırılmış, hükümsüz sayılmıştır. [233]
Fakat, anaparalarınız size aitir, sizin hakkınızdır.
Ne bundan fazlasını isteyip borçlulara zulmediniz, ne de hakkınızdan aşağı alıp mazlum durumuna düşünüz!
Yüce Allah ´Ribâ yoktur!´ diye hükmetmiştir. [234]
İmdi ey insanlar! Şeytan, muhakkak ki, şu toprağınızda kendisine tapılmaktan temelli olarak umudunu kesmiştir. Fakat, siz bunun dışındaki, ufak-tefek işi erinizde ona uyacak olursanız, bu onu hoşlandı racakür!
Dininiz üzerinde ondan sakınınız!
Ey insanlar! O nesî denilen ay geriletme işi, ancak küfürde bir artma sebebidir ki, onunla kâfirler şaşırtılır.
Onlar bunu bir yıl helâl, bir yıl da haram sayarlar ki, Allah´ın haram kıldığına sayıca uydursunlar da, Allah´ın haram ettiğini helâl kılsınlar. [Tevbe: 32]
Allah katında ayların sayısı onikidir.
Onlardan dördü haram aylardır ki, üçü birbiri ardınca gelir Zilkade, Zilhicce, Muharrem.
Bir de, ikinci Cumâd ile Şaban arasındaki, Mudar´ın ayı Receptir. [235]
Ey insanlar! [236] Kadınlar hakkında Allah´tan korkunuz! [237] Çünkü siz onları ancak Allah´ın emaneti olarak aldınız.
Ve kendileriyle evlenmeyi de Allah´ın kelimesi, emir ve müsaadesiyle helâl ediniz. [238]
Ey insanlar! Şüphe yok ki, sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır! Onların da sizin üzerinizde hakları vardır! [239]
Sizin onlar üzerindeki hakkınız, döşeğinize sizden başka hiç kimseye[240] ayak bastırmamaları , [241] arayı açacak fuhuş irtikap etmem eleri , [242] istemediğiniz kimseyi evlerinize sokmamalarıdir. [243]
Eğer onlar bunun aksini yaparlarsa, [244] Allah sizin onları yatakta yalnız bırakmanıza izin ver-miştir. [245]
Kendilerini, fazla incitmeyecek derecede, dövebilirsiniz de. [246]
Eğer uysallık ederler, [247] size boyun eğerierse[248] onların üzerinizdeki hakkı, mâruf veçhile, yani memleket âdet ve geleneğine göre kendilerinin bütün yiyecek
ve giyeceklerini sağlam aktı r. [249]
Kadınlar hakkında hayırlı olmanızı tavsiye ederim. Çünkü onlar yanınızda[250] zayıftırlar. [251] Emanettirler. [252] Kendileri için birşeye malik değildirler. [253]
Ey insanlar! Size tebliğ etmiş olduğum sözlerimi aklınızda iyice tutunuz! [254]
Ben size öyle birşey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız, hiçbir zaman doğru yoldan sapmazsınız.
O, Allah´ın Kitabıdır. [255] Allah´ın Peygamberinin sünnetidir. [256] Ev halkımdır. [257]
Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz ve aklınızda iyice tutunuz!
Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler!
Kişiye, kardeşinin malı, kendisi onu gönlünden koparak vermiş olmadıkça, helâl olmaz!
Kendinize zulüm ve yazık etmeyiniz!" buyurdu.
Sonra da:
"Allah aşkına! Tebliğ ettim mi " diye sordu.
Müslümanlar
"Allah için, evet! Tebliğ ettin!" dediler. [258]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Şahit ol!" diyerek Allah´ı şahit tuttu , [259] sonra da sözlerine şöyle devam etti:
"Sakın, benden sonra kâfircesine Cahiliyet haline dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!
Ey insanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir! Hepiniz Âdem´in soyundansınız. Âdem de topraktandır (topraktan yarat İm ıştır). [260]
Allah katında sizin en şerefliniz, en muttaki olanınız, Allah´ın emirlerini en çok yerine getireniniz, yasaklarından da en çok sakınanınızdır!
Arabın Arap olmayana üstünlüğü ancak takva iledir" buyurdu ve:
"Tebliğ ettim mi " diye sordu.
"Evet! Tebliğ ettin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizden, burada bulunanlar, bunları bulunmayanlara da tebliğ edip ulaştırsınlar! [261]
Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah her hak sahibine hakkını vermiştir.
Vâris için, vasiyete gerek yoktur.
Çocuk, kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir.
Zânî için, mahrumluk vardır.
Kendisini babasından başkasına isnad eden kişi veya efendisinden başkasına nisbet eden köle, Allah´ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın!
Allah öylelerinin ne tevbe ve nafilesini, ne de fidye ve farizasını kabul eder! [262]
Kölelerinize karşı iyi davranınız! Kölelerinize iyi bakınız! Onlara kendi yediklerinizden yediriniz, kendi giydiklerinizden de giydiriniz!
Onlar bir suç işlerler de kendilerini bağışlamak istemezseniz, satınız!
Fakat, onlara azap ve işkence yapmayınız! [263]
Ey insanlar! Size âzası kesik bir köle de âmir tayin edilecek olsa-sizi Allah´ın Kitabıyla idare ettiği zaman-onu dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz!" buyurdu. [264]
"Size, ben sorulacağım.
Benim hakkımda ne söyleyeceksiniz bakayım " diye sordu.
Müslümanlar
"´Allah tarafından getirdiklerini bize tebliğ ettin! Peygamberlik vazifeni yerine getirdin! Bizi öğütiedin!´ diyerek şehadette bulunacağız!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, şehadet parmağını semaya kaldırıp halka işaret ederek:
"Allah´ım! Şahit ol!
Allah´ım! Şahit ol!
Allah´ım! Şahit ol! [265]
Vesselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh=Allah´ın selam, rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!" buyurarak hutbesini sona erdirdi. [266]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Öğle Vaktinde Öğle ile İkindi Namazını Birleştirerek Kıldırışı
Peygamberimiz Aleyhisselam hutbesini sona erdirdiği sırada, Bilal-i Habeşî öğle ezanını okumaya başladı . [267]
Peygamberimiz Aleyhisselam susup ezanı dinledi, ezan bitince devesini indirdi. [268]
Bilal-i Habeşî kâmet getirdi. [269]
Peygamberimiz Aleyhisselam, önce öğle namazının farzını; arkasından da kamet getirilip ikindi namazının farzını kıldırdı. [270]
Bir ezan, iki kametle iki vaktin namazını birleştirdi. [271] İkisinin arasında başka namaz kılmadı.[272]
Arafat Vakfesi ve Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam, namazdan sonra devesi Kasvâ´ya binip Cebelü´r-Rahme´nin dibindeki vakfe yerine vardı.
Kasvâ´nın göğsünü kayalara doğru çevirdi. Kayaların toplu bulunduğu yeri önüne aldı ve kıbleye döndü.
Güneş batıp sarılığı azıcık gidinceye kadar vakfe yaptı . [273]
Müslümanlara da, Arafat vakfesini yapmalarını eliyle işaret buyurdu. [274]
Arafat´ta, uzakça yerlerde bulunanlara da haber göndererek:
"Meşâirinizin (Allah´a ibadete vesile olan ibadet yerlerinizin) üzerinde durunuz!
Çünkü, siz babanız İbrahim´in mirasından bir miras üzere bulunuyorsunuz [275] İşte burası, Araf attır ve vakfe yeridir. [276] Arafat´ın her tarafı vakfe yeridir.[277] Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk..." diyerek telbiye etti ve:
"Hayır ancak ahiret hayrıdır!" buyurdu. [278]
Peygamberimiz Aleyhisselam ellerini memelerinin üzerine-omuzları hizasından biraz aşağıya kadar-kaldirdı. Avuçlarının sırtını yere doğru çevirdi. [279]
Kasvâ, başını eğince, yuları düştü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesinin yularını bir eliyle tutup diğer elini kaldırarak[280] dualarının efdal ve üstünü; en çok yaptığı ve kendisinden önceki peygamberlerin de duası olan şu dua ile[281] dua etmeye başladı:
"Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! O Birdir, O´nun eşi ortağı yoktur. MülkO´nundur! Hamd O´na mahsustur! Hayır yalnız O´nun elindedir. O diriltir, öldürür. O herşeye kâdirdir. [282] Allah şu gerçeğe şehadet eyledi ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yok, ancak O vardır! Bütün meleklerle ilim uluları da, adi ve hakkaniyetle durarak şahittir ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yok, ancak A^îz ve Hakîm olan O vardır. [Âl-i İmran: 18]
Ben de bu gerçeğe şahit olanlardanım yâ Rab! [283]
Ey Allah´ım! Senin buyurduğun gibi, bizim söylediğimizden daha üstün olarak Sana hamd olsun!
Ey Allah´ım! Benim namazım, ibadetim, diriliğim, ölümüm Senin içindir!
Dönüşüm Sanadır!
Mirasım da, ey Rabbim, Sana aittir!
Ey Allah´ım! Kabirazabından, kalbin vesvesesinden, işlerin dağınıklığından Sana sığınırım!
Ey Allah´ım! Rüzgârların getirdiği âfetin şerrinden Sana sığınınm! [284]
Ey Allah´ım! Gözümde bir nur, kulağımda bir nur, kalbimde bir nur yarat!
Ey Allah´ım! Göğsüme genişlik ver! İşimi kolaylaştır!
Ey Allah´ım! Göğüslere vesvese veren şeytandan, işlerin karışıklığından, kabir fitnesinin şerrinden, gecenin getirdiği şeylerin şerrinden, gündüzün getirdiği şeylerin şerrinden, korkunç rüzgârların getirdiği âfetlerin şerrinden, zamanın nöbet nöbet gelen mihnet ve belâlarının şerrinden Sana sığınırım! [285]
Ey Allah´ım! Sağlığın hastalığa çevrilmesinden, birdenbire gelip çatacak azabından ve bütün gazabından Sana sığınırım!
Ey Allah´ım! Beni doğru yoluna ulaştır! Geçmişimi, geleceğimi bağışla!
Ey başvurulacakların en hayırlısı! Kendisinden istenilenlerin en keremlisi, en vergilisi, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah!
Yarattıklarına ve Beytinin hacılarına verdiklerinin en üstününü şu akşam üzeri bana ver!
Ey dereceleri yükselten, bereketleri indiren, ey gökleri ve yeri yaratan Allah!
Sesler türlü türlü dillerle gürüldeyip Sana doğru yükseliyor, Senden dileklerde bulunuyor!
Benim dileğim de; dünya halkının beni unuttuğu imtihan yurdunda Senin beni anmaklığındır! [286]
Ey Allah´ım! Sen sözümü işitiyor, bulunduğum yerimi görüyor, gizli-açık neyim varsa biliyorsun!
İşlerimden hiçbiri Sana gizli değildir!
Ben çaresizim, yoksulum. Senden yardım ve eman diliyorum!
Korkuyorum, kusurlarımı itiraf ediyorum!
Bir çaresiz Senden nasıl isterse, ben de öyle istiyorum!
Zelil bir günahkâr Sana nasıl yalvarırsa, ben de öyle yalvarıyorum!
Senin yüce huzurunda boynunu bükmüş, Senin için gözlerinden yaşlar boşanan, Senin uğrunda bütün varlığını zelil eden, Senin için bumunu topraklara sürten bir kulun Sana nasıl dua ederse, ben de öyle dua ediyorum!
Ey Rabbim! Duamı kabul buyurmaktan beni mahrum kılma!
Bana Rauf ve Rahîm ol ey istenilenlerin ey hayırlısı ve verenlerin en keremlisi! [287]
İlâhî! Sana karşı kim kendisini övebilir
İlâhî! Dilim mâsiyetlerie tutulmuş. Benim Sana vesile kılacakne işe yarar bir amelim, ne de emelden başka bir şefaatçim var!
İlâhî! Biliyorum ki; kusurlarım yüzünden ne huzurunda mevkiim, ne de Senden özür dilemeye yüzüm kalmıştır!
Fakat Sen keremlilerin en keremi isisin!
İlâhî! Ben merhametine yetişmeye ehliyetli değilsem, merhametin Bana yetişebilir! Çünkü Senin rahmetin herşeyi kuşatacak derecelerde geniştir! Ben de o kuşatılacak şeylerdenim!
İlâhî! Benim kusurum ne kadar büyük de olsa, Senin affının yanında küçük kalır!
Sen onları Bana bağışlayıver ey kerem sahibi Allah!
İlâhî! Sen kerem sahibi Allah´sın! Ben ise âciz bir kulum!
Ben günah işler durursam, Sen de bağışlar durursun!
İlâhî! Sen ancak Sana itaatli olanlara rahmet ve merhamet edeceksen, günahkârlar kime sığınacaklar
İlâhî! Ben bile bile tâatinden uzaklaştım! Sana karşı günah sayılacak yana yöneldim!
Senin şanın, her türlü eksik ve noksan sıfatlardan uzaktır!
Benim üzerimde Senin delilin, af ve keremin büyüktür!
Bana karşı Senin delilin sabittir! Benim ise Sana karşı hiçbir delilim yoktur!
Ben Sana her an muhtacım! Senin ise Bana hiçbir ihtiyacın yoktur!
Sen ancak yaratanım olarak beni bağışlarsın!
Ey duacıların dualarını kabul edenlerin en hayırlısı ve ey ümit bağlananların en üstünü!
İslâmiyet ve Muhammed Aleyhisselam üzerindeki himayen hürmetine Sana yöneliyorum: Benim bütün suçlarımı bağışla!
Benim şu durduğum yerden, bütün hacetlerimi yerine getirmiş, dileklerimi ihsan buyurmuş, temennilerimi gerçekleştirmiş olarak döndür!
İlâhî! Bana öğrettiğin dua ile Sana dua ediyorum!
Bana öğretip verdiğin ümitten beni mahrum etme!
İlâhî! Karşında huşu ve huzû ile eğilen, kusurlarını itiraf ederek Sana sığınan, gözyaşları akıtarak tevbe eden, haksız davranışlarının bağışlanması ve affedilmesi için yalvaran, umduğuna ermeyi ancak Senden bekleyen, bütün kusurlarına rağmen vakfesinde Senin ihsanından ümidini kesmeyen bu kuluna akşam üzeri ne yapacaksın
Ey bütün canlıların sığındığı ve bütün mü´minlerin yardımcısı ve koruyucusu!
İyilik edenler Senin rahmetinle kurtulurlar, kötülük edenler de kendi günahlarıyla helak olurlar!
Ey Allah´ım! Senin huzuruna çıktık, Senin civarına konduk!
Ümitlerimiz Sensin, dileklerimiz Senin yanındadır!
Senin ihsanını diler, rahmetini umar, azabından da korkarız!
Kusurlarımızın bütün ağırlığıyla yine Sana kaçıp sığındık!
Senin Beyt-i Haramını ziyaret kasdında bulunduk!
Ey istekçilerin ihtiyaçlarının sahip ve maliki olan Allah!
Ey susup duranların içlerinden geçirdiklerini bilen Allah!
Ey yanıbaşında yardım beklenecek başka Rab bulunmayan Allah!
Ey Kendisinin üstünde korkulacak başka bir yaratıcı blunmayan Allah!
Ey yanına varılacak veziri, rüşvet verilecek kapıcısı bulunmayan Allah!
Ey dilekler çoğaldıkça cömertliği, keremi artan; ihtiyaçlar çoğaldıkça fazi u ihsanı artan Allah!
Ey Allah´ım! Sen her misafiri kondurup ağırlarsın!
Bizler de Senin misafirleriniz! Bizleri cennetine kondurup ağırla!
Ey Allah´ım! Her kafileye bahşiş, her isteyene atiyye verilir; her ziyaretçiye ikram edilir! Her sevap umucuya sevap verilir!
Senin katındaki mükâfattan her mükâfat dilenene mükâfat, Senin katındaki rahmetten her rahmet dilenene rahmet, Sana yakın olmayı özleyen her özleyiciye yakınlık... ihsan olunur!
Senin af yollarını her arayana da af ve mağfiret buyuru I ur!
Bizler topluca Senin Beyt-i Haramına geldik!
Şu büyük mesâinde vakfeye durduk!
Şu mübarek yerlerde hâzır bulunduk!
Ümidimiz Yüce katındaki sevap ve mükâfata nail olmaktır!
Ümidimizi boşa çıkarma Allah´ım!" [288]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmeti İçin Özel Olarak Dua Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Arafat´ta akşam üzeri ümmetinin yarlıganması ve rahmete nail olması için Allah´a pek çok yalvardı. [289] Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Birbirlerine zulüm, haksızlık edenler hariç olmak üzere, ümmetini bağışladım! [290] Zalimden mazlumun hakkını alacağım!" buyurdu. [291]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey insanlar! Yüce Allah bugün size in´am ve ihsanda bulunup-aranızdaki haklar hariç olmak üzere-sizleri yarlıgadı. İyilerinize diledikleri şeyi verdi" buyurdu. [292]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cenab-ı Hakk´a:
"Ya Rab! Sen istersen uğradığı zulümden dolayı mazluma cennet verip zalimi de yarlıgamaya kadirsin!" dedi.
Yüce Allah, Arefe günü akşamı, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu duasını kabul buyurmadı. [293]
İslâm Dininin Kemâle Erdiğinin ve Müslümanlar Hakkında İlâhî Nimetin Tamamlandığının Müjdelenişi
"...Artık bugün kâfirler dininizden umutlarını kestiler.
Onlardan korkmayınız, ancak Benden korkunuz!
Bugün, sizin dininizi kemâle erdindim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve İslâmiyeti size din olarak seçip kabul ettim" (Mâide: 3) mealli âyet Peygamberimiz Aleyhisselama Cuma günü Araf afta, akşam üzeri nazil oldu. [294]
Yüce Allah´ın Mü´min Kullarını Meleklerine Övüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Yüce Allah, Arefie günü akşam üzeri[295] meleklere: ´Şu kullarıma bakınız!
Toz toprak içinde[296] her uzak yoldan[297] Bana geldiler. Onlar rahmetimi umuyor, azabımdan korkuyorlar!
Halbuki, Beni görmüş değillerdir! Acaba görmüş olsalar ne yaparlardı 1 buyurdu" dedi. [298]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hac Hakkındaki Açıklaması
Peygamberimiz Aleyhisselam, Arafat´ta bulunduğu sırada, yanına Necd halkından bazı kimseler gelerek:
"Yâ Rasûlallah! Hac nasıldır Nasıl tamam olur " diye sordular. [299]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hac Arefe´dir. [300] Arefe günüdür. [301] Arefie günü haccıdır.[302] Arafat günüdür. [303]
Kim Müzdelife gecesi sabah namazından (Tirmizîye göre; fecrin doğuşundan) önce Arafat´a gelirse, o hacca yetişmiş, haccı tamamlamış olur.
Mina günleri üçtür.
Acele edip orada iki gün kalan kimseye günah yoktur. Geciken kimseye de günah yoktur" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu buyruğu bir münadi tarafından da halka tebliğ edildi. [304]
Arafatta Müslümanlardan kimi telbiye etmekte, kimisi de tekbir getirmekte idi. [305]
Arafat Vakfesinde Devesinden Düşüp Ölen Müslüman
Bir adam, Arafat´ta Peygamberimiz Aleyhisselamla vakfe yaparken birdenbire hayvanından düştü, boynu kırılıp hemen öldü. [306] Allah ondan razı olsun! Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu su ve sidrle yıkayınız ve iki elbise içine kefenleyiniz! Kefene koku saçmayınız! Başını ve yüzünü de örtmeyiniz! Çünkü Allah onu Kıyamet gününde telbiye eder bir halde diriltecektir!" buyurdu. [307]
Arafat´tan Müzdelife´ye Dönüş
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Putlara tapan Cahiliye halkı, güneş batmadan önce, güneş adamların yüzlerinde sarıkları gibi olduğu zaman Arafat´tan dağılırlardı.
Biz, güneş batmadıkça Arafat´tan dağılmayacağız" buyurdu. [308]
"Çünkü Arafat vakfesinde Cebrail Aleyhisselam gelip İbrahim Aleyhisselamı akşam namazı kılınmadan önce acele yola çıkarmıştı. [309]
Güneş tamamıyla battıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, terkisinde Üsâme b.Zeyd olduğu halde Arafat´tan[310] Müzdelifeye doğru hareket etti. [311]
Peygamberimiz Aleyhisselamın gidişi, hızlı gidişle ağır gidiş arası bir gidişti.
Meydan buldukça hayvanını hızlandırmakta[312] ağır gitmek istediği zaman da Kasvâ´nın yularını başı semerin altındaki deliğe çarpacak derecede kasmakta, kum tepeciklerinden birine geldikçe de düzlüğe çıkıncaya kadar dizginini gevşetmekte idi. [313]
Halk da, sağdan soldan akın akın giderlerken, sağa sola çarpıyorlardı. [314]
Peygamberimiz Aleyhisselam bir ara onların hayvanlarını koşturmaya başladıklarını gördü. [315]
Arka tarafında bazı kimselerin de develerini bağıra bağıra azarladıklarını işitti. Onlara kamçısıyla işaret ederek: [316]
"Ey insanlar! Sükûnetli ve yavaş olunuz! [317]
Develeri, atları koşturmak tâ at ve iyilik değildir!" buyurdu. [318]
Bunu halka ilan ettirince, Müzdelife´ye vanp konaklayıncaya kadar, ne insanların, ne de hayvanlarının ayaklarının yerden yükseldiği görüldü. [319]
İnsanı Cehennemden Uzaklaştıracak ve Cennete Yaklaştıracak Ameller
Peygamberimiz Aleyhisselamın vasıflarını öğrenerek Kûfe´den kalkıp gelen Abdullahi´l-Yeşkurî der ki:
"Onu Mina´da aradım.
Bana:
´O, Arafat tadır!1 denildi.
Arafat´a kadar gittim. Arafat yolunda durdum. Kendisini görünce, sıfatlarıyla tanıdım. Önünde giden bir adam, bana:
´Resûlullahın yolundan çekil!1 dedi.
Resûlullah:
´Bırak adamı! Bakalım ne haceti var ´ buyurdu.
Sıkışa sıkışa yanına kadar sokuldum. Hayvanının yularını tuttum ve:
´Yâ Rasûlallah! Ben sana iki şey soracağım: Beni Cehennemden kurtaracak, Cennete koyacak şey nedir
Beni Cennete yaklaştıracak, Cehennemden uzaklaştıracak ameli bana bildir!1 dedim. Resûlullah Aleyhisselam, semaya baktıktan sonra başını önüne eğdi.
Sonra da, bana yüzünü döndürüp:
´Eğer sen meseleyi büyütmez, uzatmaz, kısa kesersen, benim söyleyeceklerimi iyice aklında tut:
Allah´a, hiçbir şeyi eş ortak koşmaksızın ibadet et!
Farz olan beş vakit namazı kıl!
Farz olan zekatı ver!
Beytullah´ı haccet!
Ramazan orucunu tut!
Halkın sana yapmasını istemediğin şeyi, sen de onlara yapma!
Çekil artık hayvanın yolundan!´ buyurdu." [320]
Akşam ve Yatsı Namazlarının Yatsı Vaktinde Birleştirilerek Kılınışı ve Müzdelife Vakfesi
Müzdelife´ye varılınca bir ezan okundu. [321] Kamet getirildi. [322]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir ezan ve iki kametie[323] önce akşamı, arkasından da yatsıyı toptan; [324] akşamın farzını üç, yatsının farzını iki rekat olarak kıldırdı. [325]
"Akşamla yatsıdan ibaret olan bu iki namaz, şu yerde belli vakitlerinden değiştirilmiştir. Sakın, halk yatsı girmedikçe Müzdelifeye gelmeye çalışmasın!" buyurdu. [326]
Peygamberimiz Aleyhisselam, fecir doğuncaya kadar Müzdelife´de yattı. [327]
Sabah namazını bir ezan ve bir kametle, [328] vaktinden önce, [329] yani alacakaranlıkta kıldırdı[330] ve:
"Sabah namazının vakti (şafağın sökmesine işaretle) şu saattir!" buyurdu. [331]
Sonra, Kasvâya binerek Meş´ar-i Haram´a geldi. [332]
Kuzah* dağının üzerinde durdu ve:
"İşte Kuzah! O vakfe yeridir! [333]
Müzdelife´nin her yeri vakfe yeridir!" buyurdu. [334]
Kıbleye yöneldi. [335]
Allah´a hamd ü sena[336] ve dua etti. [337]
Tekbir getirdi, tehlil ve tevhid okudu.
Ortalık iyice aydınlanıncaya kadar vakfeden ayrılmadı.
´Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!...1 diyerek tel biyeye devam etti. [338]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin Mina´da atacağı taşları Müzdelife´de toplatıp Akabe cemresine taşıttı.[339]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmeti Hakkındaki Duasının Kabul Buyuruluşu
Yüce Allah, Arafat´ta Peygamberi imiz Aleyhisselamın:
"Sen istersen uğradığı zulümden dolayı mazluma Cennet verip, zalimi de yarlıgarsın!" diyerek yaptığı duasına o akşam icabet buyurmamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ertesi günü, Müzdelife sabahında bu husustaki duasını tekrarladı, sonra da güldü.[340]
Ashabdan bazıları , [341] Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer: [342]
"Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Sen bu saatte şurada hiç gülmezdin! Allah seni hep güldürsün!" dediler. [343]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yüce Allah iyi olanlarınızı yarlıgadı.
İyilerinizin iyi olmayanlar hakkındaki şefaatini kabul buyurdu.
İnen ilâhî rahmet, onları içine aldı, sonra yeryüzüne dağıldı.
Tevbe edip dilini ve elini günahtan koruyan ve sakınan herkesin üzerine düştü!
Şeytanla askerleri ise, Arafat dağlarının üzerinde:
´Allah onlara bakalım ne yapacak ´ diye gözIüyorlardı. [344]
Yüce Allah´ın benim duamı kabul buyurduğunu ve ümmetimi yarlıgadığını öğrenince, şeytan başına toprak saçtı[345] ve:
´Biz zaten uzun zamandan beri onlar hakkında korkup duruyorduk! Nihayet rahmet ve mağfiret gelip onları bürüdü! [346] Eyvah! Mahvolduk!´ diyerek çığlıklar kopardılar, [347] dağıldılar. [348]
Onun yaptığı feryada güldüm.
Şeytanın, Bedir günü dışında hiçbir gün, Arefe gününde olduğu kadar, Allah´ın rahmetini indirip büyük günahlardan geçtiğini görünce zelil, hayırdan uzak, hor ve hakir, öfkeli bir duruma düştüğü görülmemiştir!" buyurdu.
"Şeytan Bedir günü ne görmüştü " diye soruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şeytan Bedir günü Cebrail´in çarpışmak için melekleri sıraladığını görmüştü!" buyurdu. [349]
Haccın Nasıl Tamamlanmış Olacağı
Urve b. Müferrisü´t-Tâî, halkın Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte yaptığı Arafat vakfesine yetişememiş, Arafat´a ancak Peygamberimiz ve halk M üz d e life´d e bulunduğu sırada geceleyin varabilmiş, orada vakfesini yaptıktan sonra Müzdelife´ye dönmüştü. [350]
Urve b. Müferris derki:
"Resûlullah Aleyhisselamı, Müzdelife´de vakfe yaptığı sırada gördüm. Kendisi:
´Kim şu namazımızı şurada bizimle birlikte kılar ve bundan önce de Arafat´ta geceleyin veya gündüzün vakfe yapmış bulunursa, o, haccını tamamlamıştır.
Müzdelife´den dönüş yapılıncaya kadar hac âmiri ile halka yetişebilen kişi, hacca yetişmiştir.
Hac amiriyle halka burada yetişemeyen kişi ise hacca yetişmiş olmaz!´ buyurdu. [351]
Namaza çıktığı sırada[352] Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardım ve:
´Yâ Rasûlallah! Ben Tayyi´in iki dağından geliyorum! Hayvanımı da, kendimi de yormuş bulunuyorum! Vallahi, üzerinde vakfeye durmadığım bir tepe bırakmadım! Benim için hac olmuş mudur ´ dedim. [353]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Müzdelife´de sabahlayan, [354] şu namazda bizimle birlikte bulunan, [355] sabah namazını burada bizimle birlikte kılan, [356] şu namazda bize yetişen, [357] şu vakfe yerinde[358] bizimle birlikte vakfe ve bizimle birlikte dönüş yapan, [359] bundan önce de[360] Arafat´a gidip[361] geceleyin veya gündüzün[362] vakfe yapmış, [363] oradan dönmüş bulunan kişi, [364] haccını tamamlamış, ihramdan çıkma devresine girmiş olur!´ buyurdu." [365]
Müzdelife´den Mina´ya Dönüş
Müşrikler, güneş doğmadıkça Müzdelife´den Mina´ya dönmezlerve:
"Ey Sedir dağı! Haydi, güneşin ışığı ile parılda!" derlerdi. [366]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kureyşîler İbrahim Aleyhisselamın ahdine aykırı davrandılar. [367]
Cahiliye halkı, güneş doğduktan sonra adamların yüzlerinde sarıkları gibi olduğu zaman Meş´ar-i Haram´dan, Müzdelife´den dağılır, dönerlerdi.
Biz ise[368] güneş doğmadan Müzdelife´den dağılacak, döneceğiz! [369] Kurbanımız da, putatapan-larınkine aykırıdır!" buyurdu. [370]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Fadl b. Abbas´ı terkisine alarak, güneş doğmadan Müzdelife´den Mina´ya hareket[371] ve orta bir gidişle yola devam etti.
Halk, sağdan soldan akın akın gidiyor, Peygamberimiz Aleyhisselam da onlara:
"Yavaş olunuz ey insanlar! Yavaş olunuz!" buyuruyor[372] ve kendisi:
"Lebbeyk Allahümme lebbeyk!..." diyerek telbiye etmekten geri durmuyordu. [373]
Kulağa, Göze, Dile Sahip Olunup Yarlıganılacak Gün
Fadl b. Abbas, güzel saçlı, ak benizli ve yakışıklı bir gençti.
Peygamberimiz Aleyhisselam giderken, Peygamberimiz Aleyhisselamınyanından birtakım kadınlar geçtiler.
Fadl b. Abbas onlara bakmaya başladı.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam elini Fadl´ın yüzüne tuttu.
Fadl ise, yüzünü öbür tarafa çevirerek bakmaya başladı.
Bu sefier, Peygamberimiz Aleyhisselam da elini öbür tarafa çevirip, Fadl´ın yüzünü tekrar kapadı.
Fadl ise, yüzünü öbür tarafa çevirerek baktı durdu. [374]
Gördüğü güzel kadın ve kızlara bakmaktan kendisini alamayan Fadl b. Abbas´a,[375] Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kardeşimin oğlu!*
Bu gün, kişinin, kulağına, gözüne, diline sahip olupyariıganacağı bir gündür!" buyurdu.[376]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Fadl´ın boynunu tutup yüzünü başka tarafa çevirdiğini görünce, Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallan!
Amcanın oğlunun yüzünü ne için çevirdin " diye sorunca da, ona:
"Birdelikanlı ve bir genç kız gördüm de, aralarına şeytanın girmeyeceğine emin olamadım!" buyur-du. [377]
Halka Sükûnetle Gidişin Tavsiye ve Muhassir´den Toplanacak Cemre Taşlarının Nasıl Atılacaklarının Tarif Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhassir** vadisine erişip[378] vadiye girince:
"Cemrede atılacak taşları toplayınız!" buyurdu. [379]
Cemreleri, fiske taşı gibi küçücük taşları parmak arasına alarak taşlamalarını da emretti. [380]
"Bilmiyorum[381] Belki de, bu yılımdan sonra[382] sizinle bir daha buluşamam! [383] Sizi bir daha göre-mem!" buyurdu. [384]
Fiske taşının nasıl atılacağını da, eliyle işaret ederek gösterdi. [385]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhassir vadisinde hayvanını hızla sürüp büyük cemreye, Akabe cemresine çıkan orta yolu tuttu. Orada bulunan ağacın yanındaki cemreye vardı. [386]
Cemrenin Anlamı, Cemrelerin Yerleri, Hac Amelleri ve Tarihçesi
"Cemre"nin ateş közü, koru, küçük çakıl taşlan ve daha başka mânâları varsa da, burada hac amellerinden cemre ve cemrelerin atıldığı yer mânâsına olup; ilk cemre, orta cemre ve Akabe cemresi diye anılan üç cemredeki taşlamayı, [387] yani küçük çakıl taşlarını belli zamanında belli yerlerde ve belli sayıda atmayı ifade eder. [388]
Cemrelerin üçü de Mina´dadır.
Akabe cemresi, büyük cemre, kurban kesme günü taşlanır. Burası Mina´nın sonundadır.
İlk ve orta cemreler ise, Hayf mescidinin yukarısındadır. [389]
Cemre taşlan, Allah´ı zikri tesbit etmek, belirlemek, [390] yedi tekbirin sayısını unutmamak için teşrî kılınmıştır.
Namazın sonunda okunan teşbihlerin sayısını unutmamak için parmakların boğumlarına başvurulması da böyledir. [391]
İbrahim Aleyhisselam, İsmail Aleyhisselamla birlikte Kabe´nin duvarlarını yükseltip:
"Ey Rabbimiz! İbadet edeceğimiz yerleri, hac amellerini bize göster, öğret!" diye dua ettikleri zaman (Bakara: 128), Cebrail Aleyhisselam geldi ve İbrahim Aleyhisselama:
"Kabe´yi tavaf et!" dedi.
İbrahim Aleyhisselamla İsmail Aleyhisselam, Kabe´yi yedi kere tavaf ve H acerü´l-Esved´i istilâm ettiler.
Makam-ı İbrahim arkasında iki rekat namaz kıldılar.
Cebrail Aleyhisselam, Safa ve Merve´den başlayarak bütün hac amellerini ve yerlerini gösterdi. [392]
Safa ile Merve için:
"İşte bu, Allah´ın şeâirinden (ibadet için belirlenen yerlerinden)dir!" dedi. [393]
O sırada, şeytan Safa yanında koşmaya, İbrahim Aleyhisselam da yarışmaya başladı. [394] Cebrail Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselamı alıp Mina´ya götürdü ve:
"Burası Mina´dır. Halkın hayvanlarını ıhdırdıkları yerdir" dedi. [395]
Akabe cemresine uğradıkları zaman, şeytan Akabe cemresinin yanında İbrahim Aleyhisselama göründü. [396]
Cebrail Aleyhisselam:
"Tekbir getir[397] ve taş at ona!" dedi. [398]
İbrahim Aleyhisselam, küçük çakıllardan ona yedi taş attı, şeytan kayboldu. [399]
Bundan sonra, şeytan, orta, ikinci cemrenin yanında tekrar göründü. [400]
Cebrail Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselama:
"Tekbir getjr. [401] taş at ona!" dedi. [402]
İbrahim Aleyhisselam, şeytana küçük çakıllardan yedi taş attı, şeytan kayboldu.
Şeytan, üçüncü, son ve aşağı cemrenin yanında[403] tekrar göründü. [404]
Cebrail Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselama:
"Tekbir getir! [405] Taş at ona!" dedi. [406]
İbrahim Aleyhisselam da ona fiske taşları gibi yedi taş daha attı. [407]
Şeytan yine kayboldu. [408]
Cebrail Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselamı Müzdelife´ye götürdü ve:
"Burası Meş´ar-i Haram´dır!" dedi. [409]
Daha sonra onu Arafat´a kadar götürdü. [410]
Böylece ona hac amellerini ve yerlerini öğretip. [411] üç kere:
"Sana öğrettiğim şeyleri, [412] hac ibadetlerini ve yerlerini[413] iyice öğrendin mi " diye sordu.
İbrahim Aleyhisselam:
"Evet!" dedi. [414]
Bunun üzerine, İbrahim Aleyhisselama, insanlara haccı ilan etmesi emrolundu. [415]
İbrahim Aleyhisselam:
"Ne diyerek ilan edeyim " diye sordu.
Cebrail Aleyhisselam:
"Üç kere, ´Ey insanlar! Rabbinizin davetine icabet ediniz!´ de!" dedi. [416]
İbrahim Aleyhisselam:
"Yâ Rab! Sesim buradan insanlara ulaşmaz ki " dedi.
Yüce Allah:
"Sen seslenip ilan et! Sesini insanlara ulaştırmak Bana düşer!" buyurdu.
Bunun üzerine, İbrahim Aleyhisselam, Makam-ı İbrahim diye anılan taşın üzerine çıkti.
Makam-ı İbrahim o kadar yükseldi, uzadı ki dağlardan daha yüksek ve uzun oldu!
O zaman bütün yeryüzü, dağları, ovaları, karaları, denizleri; insanlara, cinlere İbrahim Aleyhisselamın sesini duyuracak şekilde derlenip toplandı.
İbrahim Aleyhisselam, şehadet parmaklarının uçlarını kulaklarının içine tıkadı.
Yüzünü güneye, kuzeye, doğuya, batıya çevirerek ve güneyden başlayarak:
"Ey insanlar! Beyt-i Atîk´i haccetmeniz size farz kılındı! Rabbinizin davetine icabet ediniz!" diyerek seslenince, yedi kat yerlerin altındakiler, doğu ile batı arasındakiler ve bütün yeryüzünde ki I er:
"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk..." diyerek icabet ettiklerini tekrar tekrar bildirdiler.
O zaman İbrahim Aleyhisselamın davetine bir kere icabet etmiş olanlara bir kere, iki kere icabet etmiş olanlara iki kere, üç kere icabet etmiş olanlara üç kere ilââhirih.. haccetmek nasip olur, denil miştir. [417]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Akabe Cemresine Atışı
Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanlara hac amellerini anlatmaya devam etti.
Fiske taşlarının baş ve şehadet parmaklan arasına alınarak atılacağını gösterdi. [418]
"Ey insanlar! Hac amellerinizi nasıl yapacağınızı Benden öğreniniz ve onları ezberleyiniz! Bilmiyorum! Belki de bu yılımdan sonra bir daha haccedemem! [419]
Dinde taşkınlıktan sakınınız! Çünkü, sizden öncekileri helak eden, ancak dindeki taşkınlıkları idi" buyurdu. [420]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Akabe cemresini taşlaması, kurban kesme günü, güneşin doğuşundan sonra idi. [421]
Peygamberimiz Aleyhisselam Mina vadisinin ortasına, aşağıdan yukarıya doğru durdu. Beytullah´ı soluna, Minayı da sağına aldı.
Büyük cemreye (Akabe cemresine) yöneldi. [422]
Akabe cemresini atıncaya kadar, telbiyeyi kesmedi. [423]
Akabe cemresine biner birer yedi tane fiske taşı attı ve her taşı atarken de, "Allahuekber!" dedi. [424]
Peygamberimiz Aleyhisselam küçük fiske taşlarını baş ve şehadet parmakları arasına alıp birer birer atarken, halk da cemre taşlarını atmaya ve birbirleri üzerine yığılmaya başlamışlardı. [425]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın terkisindeki Fadl b. Abbas, [426] halkın attıkları taşlar Peygamberimiz Aleyhisselama değmesin, onu yaralamasın diye[427] siper oluyor, onu koruyordu. [428]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey insanlar! Birbirinizi öldürmeyiniz!
Sizler, cemre taşları atacağınız zaman, fiske taşları gibi küçüklerini, parmaklarınızın arasında atınız!" buyurdu. [429]
Kudâme b. Abdullah:
"Resûlullah Aleyhisselamı devesinin üzerinde cemreleri atarken gördüm.
Ne vurmak vardı, ne itip kakmak vardı, ne ´Çekil, çekil!1 demek vardı!" demiştir. [430]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurban Günündeki Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Akabe cemresine yedi taşı attıktan sonra orada durmayıp konak yerine döndü. [431]
Kıblenin sağ tarafına işaret ederek:
"Muhacirler oraya insin,"
Kıblenin sol tarafına işaret ederek:
"Ensar oraya insin! Sair halk da onların çevrelerine insinler!" buyurdu. [432]
Böylece, Muhacirler mescidin önüne, Ensar da mescidin arkasına indiler. [433]
9 Zilhicce Arefe günü Cuma gününe rastladığına göre, [434] 10 Zilhicce Kurban Bayramı günü de Cumartesi gününe rastlamış bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kurban günü[435] devesi Adbâ´nın üzerinde olduğu halde[436] cemrelerin arasına varıp durdu. [437]
Bilal-i Habeşî ile Üsâme b. Zeyd Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyor, Bilal-i Habeşî devenin yularını tutuyor, Üsâme de ihramını Peygamberimiz Aleyhisselamın başının üzerine kaldırarak Peygamberimiz Aleyhisselamı güneşten (güneşin hararetinden) koruyordu.[438]
Amr b. Hârice de, Peygamberimiz Aleyhisselamın devesinin boyun kökünün önünde dikilmiş duruyor, devenin gevişinden süzülen köpükler Amr b. Hârice´nin iki omuzu arasına dökülüyordu. [439]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra, halka (Arafat hutbesine benzer) uzun bir hutbe irad buyurdu. [440]
Yüce Allah, halkın kulaklarına, Mina´daki konak yerlerinden bile Peygamberimiz Aleyhisselamın hutbesini işitebilecek bir kabiliyet ve hassasiyet vermişti. [441]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hutbesinde şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Sözlerimi iyi dinleyiniz ve onları aklınızda tutunuz!
Bilmiyorum, ben belki de bu yılımdan sonra şurada sizinle bir daha buluşamayacağım!
Ey insaniar! [442] Biliyor musunuz; [443] bugün hangi gündür " diye sordu. [444]
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler, [445] sustular. [446]
Peygamberimiz Aleyhisselam da sustu. [447]
Peygamberimiz Aleyhisselamın o güne kendi isminden başka bir isim vereceğini sandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kurban günü değil midir " diye sordu.
"Evet! [448] Kurban günüdür!" [449] dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylediniz! [450] En büyük hac günüdür!" buyurdu. [451]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Biliyor musunuz; [452] bu ay hangi aydır " diye sordu. [453]
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler, [454] sustular. [455]
Peygamberimiz Aleyhisselam da sustu. [456]
Peygamberimiz Aleyhisselamın o aya kendi isminden başka bir isim vereceğini sandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Zilhicce değil midir " diye sordu. [457]
"Zilhicce´dir" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylediniz!" buyurdu ve:
"Biliyor musunuz; [458] burası hangi beldedir " diye sordu. [459]
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler, [460] sustular. [461]
Peygamberimiz Aleyhisselam da sustu. [462]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu beldeye kendi isminden başka bir isim vereceğini sandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Belde-i Haram değil midir " diye sordu.
"Evet" dediler. [463]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylediniz!" buyurdu[464] ve:
"Haramlıkça en büyük olan gün hangi gündür " diye sordu.
"Bu günümüzdür!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Haramlıkça en büyük olan ay hangi aydır " diye sordu.
"Bu ayımızdır!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Haramlıkça en büyük olan belde hangi beldedir " diye sordu.
"Bu beldemizdir!" dediler. [465]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Rabbinize kavuşacağınız güne kadar, [466] kanlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız da bu şehrin, bu ayın, bu günün haramlığı ve dokunulmazlığı gibi birbirinize haramdır![467] Allah size bunları haram kılmıştır!" buyurdu. [468]
"Tebliğ ettim mi " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Şahit ol!" dedi. [469]
Müslümanlara da:
"Muhakkak ki, sizler Rabbinize kavuşacaksınız! O da sizleri amellerinizden sorguya çekecektir!" buyurdu[470] ve:
"Tebliğ ettim mi " diye sordu.
Müslümanlar
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Şahit ol!" dedi ve Müslümanlara:
"Dikkat ediniz! Kimin yanında bir emanet varsa, onu emanet edene hemen teslim etsin!
Biliniz ki; Cahiliye çağındaki bütün ribâlar (faizler) kaldırılmıştır!
Cahiliye çağındaki bütün kan davaları kaldırılmıştır!
Kaldırdığım ilk kan davanız da, İyas b. Rebia b. Hâris´in kan davasıdır!" buyurdu ve:
"Tebliğ ettim mi " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Şahit ol!" dedi ve:
"Burada bulunanlar, bulunmayanlara da tebliğ etsin!
Biliniz ki; Müslümanın Müslümana herşeyi haram kılınmıştır.
Müslümanın malı-kendisi gönlünden koparak vermiş olmadıkça-başkasına helâl olmaz! [471]
Dikkat ediniz!
Benden sonra, sakın sapkınlık, kâfirlik haline dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! [472]
Bunları, burada bulunanlarınız, bulunmayanlarınıza tebliğ etsin!
Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlar bir kimseye tebliğ etmiş bulunur! [473]
Tebliğ ettim mi Tebliğ ettim mi [474]
Ey insanlar! O, nesî denilen ay geriletme işi ancak küfürde bir artma sebebidir ki, onunla kâfirler şaşırtılır.
Onlar onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ki, Allah´ın haram kıldığına sayıca uydursunlar da, Allah´ın haram ettiğini helâl kılsınlar. [475]
Haberiniz olsun ki; zaman, Allah´ın, göklerle yeri yarattığı gündekine benzeyen şekline, eski haline dönmüştür:
Allah katında ayların sayısı onikidir.
Bunlardan dördü haram aylardır.
Üçü birbiri ardınca gelir Zilkade, Zilhicce, Muharrem.
Biri de iki Cumâd ile Şaban arasında bulunan Mudahn ayı Recep´tir" buyurdu. [476]
"Tebliğ ettim mi " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Şahit ol!" dedi, sonra da:
"Ey insanlar! Şüphe yok ki, kadınların sizin üzerinizde hakkı vardır.
Sizin de onlar üzerinde hakkınız vardır.
Sizin onlar üzerindeki hakkınız; döşeğinize hiç kimseye ayak bastırmamaları, istemediğiniz kimseyi izniniz olmadıkça evlerinize sokmamalarıdır.
Eğer onlar aksini yaparlarsa, Allah sizin onları yatakta yalnız bırakmanıza izin vermiştir.
Kendilerini, fazla incitmeyecek derecede, dövebilirsiniz de!
Eğer uysallık ederler, size boyun eğerlerse, onların üzerinizdeki hakkı; mâruf veçhile [yani, memleket âdet ve geleneğine göre] kendilerinin bütün yiyecek ve giyeceğini sağlamaktır.
Çünkü onlar yanınızda zayıf bir durumdadırlar, kendileri için birşeye malik değildirler.
Siz onları ancak Allah emaneti olarak aldınız ve kendileriyle evlenmeyi de Allah´ın kelimesi, emir ve müsaadesiyle helâl edindiniz.
Kadınlar hakkında Allah´tan korkunuz. Onlar hakkında hayır tavsiye ediniz!" buyurdu.
Tebliğ ettim mi " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Şahit ol!" diyerek tebligatına Allah´ı şahit tuttu. [477]
Ve hutbesine şöyle devam etti:
"Şüphe yok ki, Yüce Allah her insanın mirasından hissesini ayırmış, [478] her hak sahibine hakkını vermiştir. [479]
Vâris için, vasiyete gerek yoktur.
Biliniz ki; çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir.
Zânî için mahrumluk vardır.
Kendisini babasından başkasına nisbet eden kişi veya efendisinden başkasına nisbet eden köle, Allah´ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın!
Allah öylesinin ne tevbe ve nafilesini, ne de fidye ve farizasını kabul eder! [480]
Sadaka ve zekat almak, kendime de, ev halkıma da helâl değildir!" buyurup, devesinin omuzundan bir tüy kopararak:
"Buna eşit veya bu ağırlıkta birşey bile olsa da helâl değildir! [481]
Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapılmaktan umudunu kesmiş bulunuyor! Fakat, siz, bunun dışındaki ufak-tefek işlerinizde ona uyacak olursanız, bu onu hoşlandırır!
Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler!
Müslüman kişiye, kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz! Meğerki, kendisi gönlünden koparak vermiş olsun[482]
Siz, âzası kesik kara bir köle bile tayin edilir de o sizi Allah´ın Kitabıyla yönetirse, onu dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz! [483]
Suçlu, kendi suçundan başkasıyla suçlanamaz!
Baba, oğlunun suçu üzerine; oğlu da, babasının suçu üzerine suçlanamaz! [484]
Dikkat ediniz! Siz şu dört şeyi kat´iyyen işlemeyeceksiniz:
1. Allah´a hiçbir şeyi eş ve ortak tutmayacaksınız!
2. Allah´ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz!
3. Zina etmeyeceksiniz!
4. Hırsızlıkyapmayacaksınız! [485]
Ben, ´Lâ ilahe illallah´ dedirtinceye kadar insanlarla çarpışmak üzere emrolundum!
Onlar, bunu söyledikleri zaman, kanlarını, mallarını kurtarırlar!
Kendilerinin hesaplan ise Allah´a aittir!
Ben size, sizi doğru yoldan saptırmayacak şeyi, Allah´ın Kitabını bırakmış bulunuyorum" buyurdu.
"Tebliğ ettim mi " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Şahit ol!" dedikten sonra konak yerine döndü. [486]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurbanlarını Kesmesi, Kestirmesi
Peygamberimiz Aleyhisselam kurban kesme yerine gidip: [487]
"Burası, kurban kesme yeridir! [488]
Mina´nın her tarafı kurban kesme yeridir[489]
Bütün teşrik günlerinde de kurban kesilir! [490]
Kurbanınızı konakladığınız yerlerde kesiniz! [491]
Mekke´nin bütün caddeleri, yolları da, kurban kesme yeridir!" buyurdu. [492]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ömür yıllarının sayısı kadar, [493] kendi eliyle altmışüç deve boğazladıktan sonra, bıçağı Hz. Ali´ye verdi. Geri kalanını da Hz. Ali boğazladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, her devenin etinden birer parça alınmasını emretti. Bunlar bir çömleğe konularak pişirildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Hz.Ali de ondan yediler. [494]
Peygamberimiz Aleyhisselam, develerin etlerini, derilerini ve çullarını fakirlere dağıtmasını Hz. Ali´ye em retti. [495]
"Kurbanların kelle ve ayaklarını kasap ücreti olarak verme!" buyurdu, [496] verilmedi. [497]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Tıraş Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, kurbanını kesince, berber çağırdı. [498] Çağrılan berber, Ma´mer b. Abdullah´tı.
Ma´mer b. Abdullah der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, Mina´da kurbanını kestiği zaman, kendisini tıraş etmemi emretti . [499]
Ustura bıçağımı alıp başucuna dikildim. Yüzüme baktı ve bana:
´Ey Ma´mer! Resûlullah, kulağının yumuşağından itibaren başını, elinde usturan olduğu halde sana teslim etti!1 buyurdu.
´Vallahi yâ Rasûlallah! Hiç şüphesiz, bu vazife bana Allah tarafından ihsan buyurulan bir nimettir!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet! Öyledir!1 buyurdu.
Sonra, Resûlullah Aleyhisselamın başını tıraş ettim." [500]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kesilen Saçının Müslümanlar Arasında Bölüştürülüşü
Müslümanlar Peygamberimiz Aleyhisselamın kesilen saçından almak için hazırlanmışlardı. [501]
Peygamberimiz Aleyhisselam, eliyle sağ tarafına işaret ederek, berbere:
"Şurayı al!" buyurdu. [502]
Berber, Peygamberimiz Aleyhisselamın başının sağ tarafının saçını kesti. [503] Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Talhatü´l-Ensârî´yi çağırdı. [504] Kesilen saçları ona verdi. [505]
Sonra, berbere sol tarafını uzatarak, "Tıraş et!" buyurdu.
Berber orayı da tıraş edince, Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Talha´ya sol tarafının kesilen saçını da verip:
"Halk arasında bölüştür!" buyurdu. [506]
Peygamberimiz Aleyhisselam başını tıraş ettirdiği zaman saçından ilk alan, Ebu Talha oldu. [507]
Sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamın kesilen saçını yere düşürmemek için çevresini sardılar. [508] Saçının bir tek telini bile ellerinin içinden başka bir yere düşürmediler. [509]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kesilen saçından zevcelerine de herkesin payı kadar düştü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bıyık ve yanaklarından kesilenlerle, kesilen tırnaklarının yere gömülmesini emretti. [510]
Müslümanlardan bir kısmı tıraş oldular, bir kısımları da saçlarını kırptırdılar. [511]
Halid b. Velid´in Başında Taşıdığı Şa´r-ı Nebevî ile Zaferler Kazanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın alnının saçı kesildiği zaman, Halici b. Velid:
"Yâ Rasûlallah! Alnının saçını bana ver! Hiç kimseyi bu hususta bana tercih etme! Anam, babam sana feda olsun!" diyerek yalvardı.
Saçlar kendisine verilince, Halid b. Velid, onu gözlerine sürdü ve kalensüvasının (külahının) içinden önüne yerleştirdi. Bu sayede onun karşılaşıp da yenilgiye uğratmadığı bir topluluk yoktu. [512]
Nitekim, Halid b. Velid:
"Ben onu hangi tarafa yöne İttim se, orası fetholundu!" demiştir. [513]
Hz. Ebu Bekir; Uhud´da, Hendek´te, Hudeybiye´de ve karşılaştıkları savaş yerlerinde onun yaptıklarına, bir de şimdiki haline bakarak şaşmakta idi. [514]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hac Hakkında Sorulan Soruları Cevaplayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, tıraş olduktan sonra güzel koku süründü, gömleğini giyip halk ile oturdu.
Kendisine hac amelleri hakkında sorular sormaya başladılar. [515]
O gün, yapılan hac amellerinin takdim ve tehiriyle ilgili hiçbir soru sorulmadı ki, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yapınız! Sakınca yok!" buyurmuş olmasın. [516]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kadınlara tıraş değil, ancak saçlarından kırpmak vardır!" buyurup, [517] kadınların başlarını tıraş ettirmelerini yasakladı. [518]
İfâza Tavafının Yapılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kurban Bayramının birinci günü[519] güneşin zevalinden, [520] öğle vaktinden önce[521] hayvanına binerek ifâza tavafını yapmak üzere Beytullah´a gitti. [522]
Müslümanlara da, ifâza tavafına gitmelerini emretti. [523]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ifâza tavafını yaptıktan sonra öğle namazını kıldı.
Zemzem kuyusundan zemzem çekip hacılara içirme hizmetinde bulunan Abdulmuttalib oğullarının yanına vardı ve:
"Ey Abdulmuttalib oğulları! Kovalarla su çekiniz!
Eğersikâye hizmetiniz hususunda halkın üşüşüp size galebe çalmayacağından emin olsaydım, ben de sizinle birlikte kovalarla Zemzem suyu çekerdim! [524]
Bana da bir kova su uzatınız!" buyurdu. [525]
Abdulmuttalib oğulları, Peygamberimiz Aleyhisselama hemen bir kova zemzem sundular. Peygamberimiz Aleyhisselam ondan içti. [526]
Başına da döktü. [527]
Ağzına zemzem alıp kovanın içine püskürdü.
Kovadaki zemzemi kuyuya boşaltın alarmı emretti, boşalttırdı.[528]
Sonra, kendisi devesinin üzerinde, Üsâme b. Zeyd de terkisinde olduğu, [529] Muhacir ve Ensar sahabileri de yanında bulunduğu halde üzüm şerbeti içmeye gitti. [530]
Hz. Abbas´la Abdullah b. Abbas, bir kap içinde üzüm şerbeti sundular.
Peygamberimiz Aleyhisselam ondan içti, artanını da Üsâme´ye verip içirdi. [531]
Üzüm şerbeti hakkında:
"Pek güzel yapmışsınız! Hep böyle yapınız!" buyurdu. [532]
O gün, akşama doğru Minaya döndü.
Teşrik günleri gecelerini Mina´da geçirdi. [533]
Mina gecelerinde gelip Beytullah´ı ziyaret etmekten de geri durmadı. [534]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mina´da geçirilmesi gereken gecelerin Mina dışında geçirilmesini yasakladı, [535] ancakhayvan güdücülerinin Mina dışında gecelemelerine, [536] cemrelerini de bir gün atıp bir gün bırakarak hayvanların başında kalmalarına izin verdi. [537]
Buna göre; hayvan güdücüleri, kurban kesme günü taşlarını atacaklar, o günden sonraki iki günün taşlamasını da biraraya getirerek o iki günün birinde, yani iki günün birincisinde birini, Mina´dan ayrılma gününde de ikincisini yapabileceklerdi. [538]
Hz. Abbas, hacıların zemzem suyu ihtiyaçlarını karşılama hizmeti dolayısıyla Mina gecelerinde Mekke´de kalmak üzere Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istemişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona da izin verdi. [539]
Hz. Abbas´tan başkasına izin vermedi. [540]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İkinci ve Üçüncü Gün Cemrelerini Atışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, kurban gününü takip eden birinci ve ikinci teşrik günlerinde güneş batıya doğru eğildiği zaman, [541] yürüyerek, [542] Mina mescidinden sonraki[543] ilk cemrenin[544] yanına vardı.
Oraya birer birer yedi tane fiske taşı attı ve her birini atarken:
"Allahuekber" diyerek tekbir getirdi.
Sonra, biraz ileri gidip kıbleye yöneldi ve ellerini kaldırarak dua etti, ayakta duruşunu uzattı.
Sonra, ikinci cemrenin yanına vardı. Oraya da birer bireryedi fiske taşı attı ve her birini atarken tekbir getirdikten sonra vadiyi takip eden sol tarafa inip durdu.
Kıbleye döndü, ellerini kaldırıp dua etti.
Bundan sonra Akabe yanındaki üçüncü cemreye vardı. Oraya da birer bireryedi tane fiske taşı attı ve her birini atarken tekbir getirdi.
Orada durmadı, geri döndü. [545]
Allah Katında En Makbul Cihad
Peygamberimiz Aleyhisselamın cemreleri atmakta olduğu sırada bir adam gelip: "Yâ Rasûlallah! Yüce Allah katında cihadın hangisi daha sevgili, daha makbuldür " diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam sustu, cevap vermedi. Adam, üçüncü cemrede Peygamberimiz Aleyhisselamın önünü kesti ve:
"Yâ Rasûlallah! Yüce Allah katında cihadın hangisi daha sevgili, daha makbuldür " diye tekrar sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Zalim bir âmire karşı hak sözünü söylemendir!" buyurdu. [546]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Allah´tan Mağfiret, Rahmet ve Kalb Zenginliği İsteyen Genci Ebzâ Oğullarından Soruşu
Benî Tücîb kabilesi halkından bir cemaat, Mina´da Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular. [547]
"Biz, Ebzâ oğullarıyız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Sizinle birlikte bana gelmiş olan genç ne yapıyor " diye sordu.
"Yâ Rasûlallah! [548] Allah´ın verdiği rızka onun kadar kanaatli ve razı olanını görmemişizdir! [549]
İnsanlar dünyayı aralarında bölüşecek olsalar, o genç ona gözucuyla bile bakmaz!" dediler. [550]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´a hamd eder, onun hep o hal üzere ölüp gitmesini dilerim!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu gencin dileği üzerine:
"Ey Allah´ım! Onu yarlığa, rahmetinle esirge! Onun kalbine de zenginlik ver!" diye dua etmişti. [551]
Tücîb oğullarının bildirdiklerine göre; o genç, aralarında, en iyi bir halde, dünyadan çekingen, Allah´ın kendisine verdiği rızka en razı bir kul olarak yaşamakta devam etmiş; Peygamberimiz Aleyhisselamın vefat üzerine Yemen halkının İslâmiyetten döndükleri sırada ise, Tücîb oğulları içinde kalkıp onlara Allah´ı ve İslâmiyet] anlatmaktan geri durmamış, onun sayesinde kavminden hiçbir kimse İslâmiyetten dönmemiştir. [552]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mina´daki İkinci Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mina´da ilk hutbesini 10 Zilhicce kurban günü irad buyurmuştu. [553]
İkinci hutbesini ise, kurban kellelerinin yenildiği[554] teşrik günlerinin ortasında ve arasında irad buy urdu. [555]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zilhicce´nin 12. günü teşrik günlerinin ortasına rastlayan Pazartesi günü, kaba kuşluk vaktinde[556] Kasvâ´nın semerlenmesini emretti.
Üzerine binip cemreler arasına gitti ve orada durdu. [557]
Müslümanlardan, Allah´ın dilediği kadarı da orada toplandı. [558]
Kasvâ´nın yularını Ebu Harretü´r-Rakkâşî´nin amcası tutuyor, halkı Peygamberimiz Aleyhisselam m yanından uzaklaştırıyordu. [559]
Halkın kimisi oturmakta, kimisi ayakta durmakta idi.
Hz. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamın hutbesini halka ulaştırmak için, önünde duruyordu. [560]
O sırada, Haris b. Amr, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına yaklaşıp:
"Yâ Rasûlallan! Babam, anam sana feda olsun! Benim için Allah´tan mağfiret dile!" diye rica etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah sizi yarlıgasın!" buyurdu. [561]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra: [562]
"Bugün hangi gündür " diye sordu.
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Teşrik günlerinin ortası değil midir " diye sordu[563] ve:
"Ey insanlar! Biliyor musunuz, siz hangi aydasınız Hangi gündesiniz Hangi beldedesiniz " diye sordu.
"Haram olan ayda, haram olan günde, haram olan beldedeyiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da-Rabbinize kavuşacağınız güne kadar-şu ayınızda, şu beldenizde, şu gününüzün haramlığı gibi birbirinize haramdır!
Beni iyi dinleyiniz! Dikkat ediniz!
Sakın zulüm yapmayınız!
Müslüman bir kimsenin malı-kendisi gönlünden koparak vermiş olmadıkça-başkasına helâl olmaz!
Biliniz ki, Cahiliye çağına ait bütün kan, mal davaları ve öğünmeye vesile olan şeyler.. Kıyamet gününe kadar şu ayaklarımın altındadır, hükümsüzdür!
Kaldırdığım ilk kan davası da, Rebia b. Haris b. Abdulmuttalib´in oğlunun davasıdır.
Haberiniz olsun ki, Cahiliye çağına ait bütün ribâ (faiz) alacakları kaldırılmıştır.
Yüce Allah ilk olarak Abbas b. Abdulmuttalib´in riba alacağını kaldırmaya hükmetmiştir.
Re´sü´l-mallarınız (anaparalarınız) sizindir.
Ne bundan fazlasını isteyip zulüm ve haksızlık ediniz, ne de hakkınızdan aşağı alıp mazlum duruma düşünüz. [564]
Biliniz ki; zaman, Allah´ın göklerle yeri yarattığı gündekine benzeyen şekline, eski haline dönmüştür!" buyurdu[565] ve:
"Aslında ayların sayısı Allah katında, Allah´ın Kitabında, tâ gökleri ve yeri yarattığı günden beri oniki aydır.
Onların dördü haram olanlardır. İşte bu, en doğru hesaptır.
O haram olan aylarda kendinize zulmetmeyiniz" (Tevbe: 36) mealli âyeti okudu ve hutbesini şöyle sürdürdü:
"Dikkat ediniz! Benden sonra kâfirlik devrine dönmeyiniz, birbirinizin boynunu vurmayınız!
Haberiniz olsun ki; şeytan, kendisine tapılmaktan umudunu kesmiştir. Fakat o sizi kandırıp azdırmak için aranızda bulunacaktır.
Kadınlar hakkında Yüce Allah´tan korkunuz.
Onlar sizin yanınızda zayıftırlar, kendileri için hiçbir şeye malik değildir!er.
Onların sizin üzerinizde hakkı, sizin de onların üzerinde hakkınız vardır.
Sizin onlar üzerindeki hakkınız, döşeğinize sizden başkasına ayak bastırmamaları, istemediğiniz kimsenin evlerinize girmesine izin vermemeleridir.
Eğer şerlerinden, serkeşliklerinden yılarsanız, onları önce öğütieyiniz.
Vazgeçmezlerse, kendilerini yatakta yalnız bırakınız.
Yine kâr etmezse, fazla incitmeyecek derecede dövünüz!
Onların sizin üzerinizdeki hakkı da, kendilerinin mâruf veçhile (memleket âdet ve geleneğine göre) yiyeceklerini ve giyeceklerini sağlamaktır.
Siz onları ancak Allah´ın bir emaneti olarak aldınız ve kendileriyle evlenmeyi de Yüce Allah´ın kelimesi ve müsaadesiyle helâl edindiniz.
Kimin yanında bir emanet varsa, onu emanet edene teslim etsin!
Tebliğ ettim mi
Tebliğ ettim mi
Tebliğ ettim mi
Bunları, burada bulunan, bulunmayana da ulaştırsın!
Olabilir ki, ulaştırılan, işitenden daha çokyararlanır. [566]
Ey insanlar!
Dikkat ediniz! Sizin Rabbiniz birdir, babanız da birdir.
Şunu da iyi biliniz ki; Arap Arap olmayana, Arap olmayan Araba, beyaz karaya, kara da beyaza-takva hasletinden başka birşeyle-üstün tutulamaz!" buyurdu. [567]
Abdullah b. Abbas´a göre; bunlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın ümmetine vasiyeti idi. [568]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah aşkına! Tebliğ ettim mi
Allah aşkına! Tebliğ ettim mi " diye tekrar tekrar sorduktan[569] ve tebligatına Yüce Allah´ı da şahit tuttuktan ve bunları burada bulunanların bulunmayanlara da ulaştırmalarını tenbih buyurduktan sonra halk ile vedalaşınca, halk:
"Bu. veda haccıdır!" dediler. [570]
Mina´dan Muhassab´a Gidiş
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zilhicce´nin 13., teşrik günlerinin sonuncu günü olan Salı günü, [571] üçüncü gün cemresini atıp, öğleden sonra, [572] Mina´dan Muhassab´a* Ebtah´a hareket etti. [573]
Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Ebu Râfi1, Peygamberimiz Aleyhisselam ve ev halkının yiyecekleri ve eşyalarıyla görevli bulunuyordu. [574]
Peygamberimiz Aleyhisselam emretmediği halde, Ebu Râfi1, Allahtan olacak ki kendiliğinden gidip Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırını Ebtahta kurmuştu. [575]
Orası Mekke´den çıkışa elverişli, kolay bir yerdi. [576]
Peygamberimiz Aleyhisselam gelip oraya indi. [577]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanlara Öğüt ve Tavsiyeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayf´ta, Muhassab´da bulunduğu sırada Müslümanlara şöyle buyurdu:
"Allah yüzünü aydınlatsın, neşelendirsin o kişinin ki, sözlerimi[578] ezberler, sonra da onu işitmemiş olanlara[579] ulaştırır. [580]
Olabilir ki; onu anlayan, anlamayana taşır.
Olabilir ki; onu anlayan, kendisinden daha iyi anlayana taşır. [581]
İyi biliniz ki; üç şey mü´min ve Müslümanların kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz:
1. Allah´a ihlas üzere amelde bulunmak,
2. Müslüman olan[582] âmirlere nasihat[583] ve itaat etmek, [584]
3. Müslümanların cemaatine-ki onlar dua ederlerse duaları makbul ve aralarındakine de şamildir-itikad ve salih amelde tâbi olmak." [585]
Muhassab´da Kılınan Namazlar
Peygamberimiz Aleyhisselam, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Muhassab´da kıldıktan ve gecenin başlangıcında yatıp biraz kestirdikten sonra kalktı.[586]
Hz. Âişe´nin Mazereti Yüzünden Yapamadığı Umreyi Yapışı
Hz. Aişe, Medine´den gelirken, Şerifte namazsız hale gelmişti. [587]
Muhassab´da bulunulduğu gece:
"Yâ Rasûlallan! Halk umre ve hac ile dönüyor, ben ise yalnız hac ile dönüyorum! " dedi. [588]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen Mekke´ye geldiğimiz gecelerde tavaf yapmamış miydin " diye sorunca, Hz. Âişe:
"Hayır!" dedi. [589]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyle ise kardeşinle Ten´im´e git de umreye niyetlen! [590]
Yapacağınız tavaflardan boşaldıktan sonra sizi şurada beklerim!" buyurdu. [591]
Abdurrahman b. Ebu Bekir, Hz. Âişe´yi devesinin terkisine bindirip Ten´im´e götürdü.
Hz. Âişe orada umreye niyetlendi. [592]
Muhassab´da bulunduğu sırada, dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gel di. [593]
Veda Tavafının Yapılışı
Müslümanlar, Muhassab´dan her tarafa dağılıp gitmeye yeltenince, Peygam berim iz Aleyhisselam: "Sakın, son varacağı yer Beytullah olmadıkça, hiçbir kimse bir yere gitmesin!" buyurdu. [594] Yalnız namazsız halde bulunan kadına müsaade etti. [595]
Peygamberimiz Aleyhisselam 14 Zilhicce Çarşamba günü[596] sabah namazından önce Beytullah´ı tavafa gidileceğini ashabına ilan etti. [597] Hayvanına bindi. [598] Beytullah´a gidip veda tavafını yaptı. [599]
Mekke´de Üç Günden Fazla Kalınamayacağı
Peygamberimiz Aleyhisselama bir zât, Mekke´de kalmak için sormuştu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mekke, kalma yeri değildir. [600]
Muhacirin hac ibadetlerini yerine getirdikten sonra Mekke´de kalacağı müddet üç gecedir!" buyurdu. [601]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sa´d b. Ebi Vakkas´ı Ziyaret ve Teselli Edişi
Sa´d b. Ebi Vakkas, Veda Haccında Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte bulunuyordu.
Öyle bir hastalığa,[602] ağnya[603] tutuldu ki, ondan ancak ölmekle kurtulabileceğini sanıyordu. [604]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun ziyaretine gitti. [605]
Sa´d b. Ebi Vakkas, Peygamberimiz Aleyhisselamı görünce ağladı ve:
"Yâ Rasûl allan! Hicret edip ayrılmış bulunduğum bir yerde öleceğim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! İnşaallah ölmeyeceksin!" buyurdu. [606]
Elini onun alnına koydu; yüzünü, göğsünü ve kamını sığadı. [607]
Sa´d b. Ebi Vakkas, Peygamberimiz Aleyhisselamın elinin serinliğini kalbinde hemen hissetti. [608]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´d b. Ebi Vakkas´a:
"Sen kalbinden hasta bir adamsın.
Sakîflerin kardeşi Haris b. Kelede doktorluk yapan bir adamdır.
Medine´nin Acve hurmasından yedi tane alıp onları çekirdekleriyle birlikte ezerek macun yapsın. Sonra da, onu sana içirsin!" buyurdu. [609]
Sa´d b. Ebi Vakkas:
"Yâ Rasûlallah! Hicret edip ayrılmış bulunduğum biryerde, ben de Sa´d b. Havle´nin öldüğü gibi öleceğim diye korkuyorum!
Benim şifa bulmam için Allah´a dua et! [610]
İnsan hicret edip ayrılmış bulunduğu biryerde ölmeyi istemez, değil mi " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu[611] ve:
"Allah´ım! Sa´d´a şifa ver!" diyerek dua etti. [612]
Sa´d b. Ebi Vakkas:
"Yâ Rasûlallah! Arkadaşlarım buradan gidecekler de, [613] ben hicret edip çıkmış olduğum bir yurtta ölüp[614] onlardan geride mi kalacağım " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Sen geride kalmayacaksın! Allah´ın nzasını umduğun dereceni arttıracak ve yükseltecek birtakım ameller işleyeceksin! [615]
Umarım ki; sen, ölmeyip geride kalacak, çok yaşayacaksın!
Müslüman topluluklarına yararın, başkalarına ise zararın dokunacaktır!" buyurdu. [616]
"Allah´ım! Sa´d´a şifa ver ve onun hicretini tamamla! [617]
Allah´ım! Ashabımın hicretlerini tamamla! Onlan izleri sıra geri çevirme!" diyerek yalvardı.
Sa´d b. Havle´nin ölümüne de üzüldü. [618]
Sa´d b. Ebi Vakkas:
"Yâ Rasûlallah! Hastalığım, gördüğünüz ağır dereceye varmış bulunuyor!
Ben ise servet sahibiyimdir. [619] Pek çok servetim vardır. [620]
Bir kızımdan başka vârisim de yoktur. [621]
Servetimin tümünü tasadduk edip yoksullara dağıtayım mı " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır!" buyurdu. [622]
Sa´d b. Ebi Vakkas:
"Üçte ikisini tasadduk edeyim mi " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır!" buyurdu.
Sa´d b. Ebi Vakkas:
"Üçte birini " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Üçte bir! Eh, üçte bir de epeyce şeydir!
Senin vârislerini zengin bırakman, onları aç bırakıp halka avuç açtırmandan hayırlıdır! [623]
Muhakkak ki, sen Allah´ın hoşnutluğunu arayarak yapacağın bir tasaddukla da ecir ve sevaba erersin. [624]
Servetinden harcadığın şey senin için sadaka olur. [625]
Aileni geçindirmen, senin için sadaka olur.
Ev halkını geçindirmen, senin için sadaka olur. [626]
Hatta kadınının ağzına verdiğin lokmada bile sana ecir vardır!" buyurdu. [627]
Sa´d b. Ebi Vakkas´ın Hastalıktan Kurtulup Uzun Müddet Yaşaması
Peygamberimiz Aleyhisselam tabib Haris b. Kelede´ye:
"Sa´d´ı hurmalarla tedavi et! Vallahi, ben onun bunlarla iyileşeceğini umuyorum!" buyurdu ve: "Senin yanında şu Acve hurmalarından biraz var mı " diye sordu. Haris b. Kelede: "Evet!" dedi.
Sa´d b. Ebi Vakkas için hurmayı şöyle karıştırıp pişirdi.
Onu tereyağı ile bollaşürdıktan sonra Sa´d b. Ebi Vakkas´a içirince, Sa´d b. Ebi Vakkas, bağından boşanır gibi, hastalığından kurtuluverdi. [628]
Sa´d b. Ebi Vakkas, Hicretin 55. yılına kadar yaşadı.
Her yıl servetinin zekatını verirdi. Vefat ettiği zaman vârislerine 250.000 dirhem bırakmıştı . [629]
Yüce Allah ondan razı olsun![630]
Peygamberimiz Aleyhisselamla Müslümanların Medine Yolunu Tutmaları
Peygamberimiz Aleyhisselam ve Müslümanlar, veda tavafını yaptıktan sonra, hep birlikte Medine yolunu tuttular. [631]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Culte Gadîr-i Humm mevkiinde konakladı. [632] Oradaki iki ağacın altlan süpürülüp temizlendi. [633]
Semüre ağacının üzerine bir elbise gerilerek güneşin sıcağından korunmak üzere Peygamberimiz Aleyhisselam için gölgelik yapıldı. [634] Peygamberimiz Aleyhisselam, orada öğle namazını kıldı. [635] Müslümanlara hitap etmek üzere ayağa kalktı.
Allah´a hamd ü senada bulundu. [636]
O gün Kıyamet gününe kadar olup bitecek şeyleri hiçbirini bırakmaksızın haber verdi. [637] Va´z ve nasihatta bulundu.
Sonra da:
"Ey insanlar! Bilesiniz ki, ben de ancak bir insanımdır.
Çok sürmez, Yüce Rabbimin elçisi bana gelecek ve ben de onun davetine icabet edeceğim!
Ben size iki ağır emanet bırakıyorum: Onların birincisi Yüce Allah´ın Kitabıdır ki, onun içinde hidayet ve nur vardır.
Yüce Allah´ın Kitabını tutunuz ve ona sımsıkı sarılınız!
İkincisi de Ehl-i Beytim dir, ev halkı m dır.
Ehl-i Beytim hakkında size Allah´ı hatırlatın m.
Ehl-i Beytim hakkında size Allah´ı haürlatınm.
Ehl-i Beytim hakkında size Allah´ı haürlatınm!" buyurdu. [638]
"Ey insanlar! Siz ne üzerine şehadet edersiniz " diye sordu.
"Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ederiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sonra " diye sordu.
"Muhammed Aleyhisselamın da Allah´ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizin velîniz kimdir " diye sordu.
Müslümanlar
"Bizim velîlerimiz, Allah ve Allah´ın Resûlüdür!" dediler. [639]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey insanlar! [640] Benim mü´minlere öz nefislerinden önce geldiğimi biliyorsunuz, değil mi " diye sordu.
"Evet[641] yâ Rasûlallah!" dediler. [642]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim mü´minlere öz nefislerinden önce geldiğimi biliyorsunuz, değil mi " diye tekrar sordu.
Müslümanlar
"Evet!" dediler. [643]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali´nin elinden tutup:
"Ben kimin mevlâsı* isem, Ali de onun mevlâsıdır! [644] Allah´ım! Ona dost olana dost ol! Düşman olana düşman ol! [645] Ona yardım edene yardım et!" diyerek Allah´a yalvardı. [646]
Hz. Ömer, Hz. Ali´yle karşılaşınca:
"Ey Ebu Talib´in oğlu! Ne mutlu sana!
Sen, sabahladığında da, akşamladığında da, erkek kadın bütün mü´minlerin mevlâsısındır!" diyerek onu tebrik etti. kutladı. [647]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Zülhuleyfe´de Konaklayışı ve Medine´ye Girerken Dua Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zülhuleyfe´ye gelip Muames´te konakladı. [648]
Zaten Peygamberimiz Aleyhisselam Medine´den Mekke´ye giderken Şecere yolunu tutar, [649] Şecere mescidinde namaz kılardı. [650]
Mekke´den dönüp Medine´ye girerken de[651] Muarres yoluyla girer, geceyi vadinin ortasındaki Zülhuleyfe´de geçirir, [652] sabah namazını kılar, sabahleyin Medine´ye hareket ederdi. [653]
Peygamberimiz Aleyhisselam hacdan veya umreden ya da bir gazadan dönerken yüksek bir yere, bir dağ eteğine veya bir bayıra çıktıkça üç kere tekbir getirir, sonra da:
"Bir olan Allah´tan başka ilah yoktur. O´nun eşi ortağı yoktur! Mülk O´nundur! Hamd O´na mahsus-tur! [654] O, diriltir, öldürür. O, hiç ölmeyen diridir. Hayır, yalnız O´nun elindedir. O herşeye kadirdir.
Biz dönenleriz, tevbe edenleriz, ibadet edenleriz, Rabbimize hamd edenleriz.
Yüce Allah va´dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Toplanmış olan kabileleri tek başına bozguna uğratıp dağıttı!" diyerek dua eder[655] ve bunu Medine´ye girinceye kadar tekrarlar dururdu. [656]
Peygamberimiz Aleyhisselam Muarres yoluyla bu dönüşünde de böyle yaptı.
Medine´yi görünce, üç kere tekbir getirip duasını tekrarladı . [657]
Peygamberimiz Aleyhisselam ev halkının yanına geceleyin ansızın girmezdi.
Ya akşam üzeri, ya da sabahleyin girmeyi âdet edinmişti. [658]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´ye girince, devesini Mescidin kapısında ıhdırdıktan sonra, Mescide girdi. Mescidde iki rekat namaz kılıp evine döndü.[659]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1089, İtan Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ.c. 2,s. 189, Ahmed b. Hanbel,Müsned,c.3,s.1 34,Tirmizî, Sünen,c. 3, s. 179-1 80.
[2] İbn Sa´d, c. 2, s. 184, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 192, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 331.
[3] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 253.
[4] Vâkıdı, c.3,s. 1089, İbn Sa´d, c. 2, s. 172.
[5] Beizar ve TaberânPden naklen Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 3, s. 237.
[6] İbn İshak.c.4, s. 253, Taberî, Târih, c. 3, s. 170, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 109.
[7] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 1 04-1 05.
[8] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 1 86, Zürkânf, c. 3, s. 104-105.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/119-120.
[9] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1088, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 172, Müslim, Sahih, c. 2, s. 887, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 183, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1022, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 375, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 368, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 109, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 67.
[10] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 248, Vâkıdî, c. 3, s. 1088, İbn Sa´d.c. 2, s. 172, Taberî, c. 3, s. 1 67.
[11] İbn İshak, c. 4, s. 248, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 320, Taberî, c. 3, s. 167 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 110-111.
[12] Vâkıdî, c.3, s. 1088, İbn Sa´d, c. 2, s. 172-173, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 320, Müslim , c. 2, s. 887, Ebu Dâvud, c.2, s. 183.
[13] Mesâf, Sünen, c. 5, s. 164.
[14] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 231, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 149, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 308, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 106.
[15] İbn İshak, c. 4, s. 248, Taberî, c. 3, s. 167.
[16] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 21 3.
[17] İbn Sa´d, c. 2, s. 175, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 110, Buhârî, c. 2, s. 1 47, Ebu Dâvud, c. 2, s. 151.
[18] İbnİshak,c.4,s. 248.
[19] Belâiurf, c. 1, s. 368.
[20] Vâkıdî, c. 3, s. 1090, İbn Sa´d, c. 2, s. 177.
[21] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 320, Müslim, c.2, s. 888-889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 184, İbn M âce, c. 2, s. 123, Dârimî, Sünen, c. 1,5.376.
[22] Vâkıdî, c. 3, s. 1090, İbn Sa´d, c. 2, s. 173.
[23] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1 091.
[24] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 146.
[25] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 248, Vâkıdî, c. 3, s. 1089, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 173.
[26] Vâkıdî, c. 3, s. 1089, İbn Sa´d, c. 2, s. 173.
[27] İbn Sa´d, c. 2, s. 173.
[28] Buhârî, c. 2, s. 143, Müslim, Sahih, c. 2, s. 918, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 272 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s.112.
[29] Buhârî, c. 2, s. 143-144.
[30] İbn Sa´d, c. 2, s. 175, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 111, Buhârî, c. 2, s. 147, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 151.
[31] Vâkıdî, c. 3,s.1O89.
[32] Vâkıdî, c. 3, s. 1089, İbn Sa´d, c. 2, s. 175, Buhârî, c. 2, s. 147, Ebu Dâvud, c. 2, s. 151 .
[33] Vâkıdî, c. 3, s. 1090.
[34] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 24, Buhârî, c. 2, s. 144, Ebu Dâvud, c.2, s. 159, İbn Mâce,c.2, s. 991.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1 090, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 173, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 47.
[36] İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 150.
[37] Müslim, c.2, s. 887.
[38] İbn Sa´d, c. 2, s. 177, İbn Mâce, c. 2, s. 965.
[39] Buhârî, c. 2, s. 147.
[40] İbn Sa´d, c. 2, s. 175, Buhârî, c. 2, s. 147.
[41] İbn Sa´d, c. 2, s. 177, İbn Mâce, c. 2, s. 965.
[42] İbn Sa´d, c. 2, s.1 75-176, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 320, c. 4,s. 175, Buhârî, c. 2, s. 147, Müslim, c. 2, s. 905, Ebu Dâvud, c.2,s.158-159,Tirmizî, c.3, s. 184 İbn Mâce, c. 2, s. 989.
[43] Müslim, c. 2, s. 871.
[44] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s. 335, İbn Sa´d, c. 2, s. 174-175, Müslim , c. 2, s. 876.
[45] Mâlik, c. 1, s. 334, Ebu Dâvud, c. 2, s. 163, Tirmizî, c.3, s. 191-192, İbn Mâce, c. 2,5.975, Dârimî, c. 1,s.365.
[46] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 1 92, İbn Mâce, c.2, s. 975.
[47] Ebû Hanfte, Müsned, s. 24, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 4, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 145-146, Müslim, Sahih, c. 2, s. 834, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 165, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 194-195, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 977, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 363.
[48] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 887, Ebu Dâvud, c. 2, s. 183, İbn Mâce, c. 2, s. 977, Dârimî, c. 1, s. 375.
[49] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 21 3.
[50] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 1 092.
[51] Sem hûdf, Vefâu´l-vetâ, c. 4, s. 1222.
[52] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 221.
[53] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 240, Müslim, Sahih, c. 2, s. 915.
[54] Ebu Dâvud, Sünen, c.2, s. 142-143, Müslim, c. 2, s. 974.
[55] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s. 422, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1097.
[56] Mâlik, c.1, s. 422, Vâkıdî, c. 3, s. 1097, Ebu Dâvud, c. 2, s. 143.
[57] Ebu Dâvud, c.2, s. 143.
[58] Mâlik, c.1, s. 422, Vâkıdî, c. 3, s. 1097, Müslim, c. 2, s. 974, Ebu Dâvud, c. 2,5.143.
[59] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 232, Heysemî, c. 3, s. 320, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 239.
[60] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1 093.
[61] Vâkıdî, c. 3, s. 1093, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 344, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 164, İbn Mâce, Sünen, c.2, s. 978.
[62] Vâkıdî, c. 3, s. 1093.
[63] Vâkıdî, c. 3, s. 1094, İbn Mâce, c. 2, s. 978, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 453-454, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 239.
[64] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 344, Ebu Dâvud, c. 2, s. 164, Hâkim , c. 1, s. 454, İbn Kayyım , c. 3, s. 239.
[65] Vâkıdî, c. 3, s. 1093-1094.
[66] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 344, Ebu Dâvud, c. 2, s. 164, İbn Mâce, c. 2, s. 978, Hâkim, c.1, s. 454, İbn Kayyım, c. 3, s. 239.
[67] Vâkıdî, c. 3, s. 1 094, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 344, Ebu Dâvud, c. 2, s. 164, İbn Mâce, c.2, s. 978, Hâkim, c. 1,s.454, İbn Kayyım, c. 3, s. 239.
[68] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s.344, Ebu Dâvud, Sünen,c. 2, s. 164, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 978, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 239.
[69] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1 093-1094, Ebu Dâvud, c. 2, s. 164, İbn Mâce, c. 2, s. 978 Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 454.
[70] Vâkıdî, c. 3, s. 1093.
[71] Vâkıdî, c. 3, s. 1094, Ahmed, c. 6, s. 344, Ebu Dâvud, c. 2, s. 164, İbn Mâce, c. 2, s. 978, Hâkim, c. 1, s. 455, İbn Kayyım , c.3, s. 239.
* Çekirdeği çıkarılmış hurma, sadeyağı veya kuru yoğurtla iyice karıştın larak yapılan bir yemektir (Ahm ed b. Hanbel, c. 3, s. 99, Kâmûsu´l-muhft, c. 2, s. 217).
[72] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1 093-1095.
[73] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s.349, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1095, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 214, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 862-863, Ebu Dâvud, c.2, s. 163.
[74] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 168.
[75] Mâlik, c.1, s. 349, Vâkıdî, c. 3, s. 1095, Buhârî, c. 2, s. 21 4, Müslim, c. 2, s. 862-863, Ebu Dâvud, c. 2, s. 163.
[76] Vâkıdî, c. 3, s. 1095.
[77] Vâkıdî, c. 3, s. 1096.
[78] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 79-80.
[79] Vâkıdî, c. 3, s. 1096.
[80] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 965.
[81] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1 097.
[82] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 232, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 320, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 230.
[83] Vâkıdî, c. 3, s. 1097.
[84] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 173.
[85] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 273, Buhârî, c. 1, s. 77, Müslim , c. 2, s. 873, Ebu Dâvud, c. 2, s. 153-154, İbn Mâce, c. 2, s. 988, Taberî, c. 3, s. 168.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1097.
[87] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 16, Buhârî, c. 2, s. 154.
[88] Buhârî, c. 2, s. 154, Müslim, Sahih, c. 2, s. 919, Ezrakî, c.2, s. 203.
[89] Müslim, c.2, s. 919, Ezrakî, c. 2,5.203.
[90] Ezrakî, c. 2, s. 203.
[91] Buhârî, c. 2, s. 154, Müslim, c. 2, s. 919, Ezrakî, c. 2, s. 203.
[92] Müslim, c. 2. s. 919. Ezrakî. c. 2. s. 203. Nesâf. c. 5. s. 199.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/120-131.
[93] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 173.
[94] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Tiımizf, Sünen, c. 3, s. 209, İbn Mâce,c.2, s. 981.
[95] BeyhakPden naklen Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 158.
[96] İbn Kayyım, lâdu´l-mead, c. 3, s. 263.
[97] Vâkıdî, c.3, s. 1097, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ahmed, c. 2, s. 14, Buhârî, c. 2, s. 154, Müdim, c. 2, s. 913, Ebu Dâvud, c. 2, s. 174, Tirmizî, c. 3, s. 209, Dârimî, c. 1, s. 397.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/131.
[98] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 152, İbn Kayyım, c. 3, s. 264.
[99] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 152, İbn Kayyım, c. 3, s. 264, Heysemî, c. 3, s. 238.
[100] Vâkıdî, c. 3,5.1097.
[101] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 152, İbn Kayyım, c. 3, s. 264, Heysemî, c. 3, s. 238.
[102] İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 152, İbn Kayyım, c. 3, s. 264.
[103] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 152.
[104] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 455.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/131.
[105] Vâkıdî, c. 3, s. 1097, Ibn Sa´d, c. 2, s. 173.
[106] Vâkıdî, Megâzî,c.3,s. 1097.
[107] Hâkim, Müstedrek, c. 1 , s. 455, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 158-159.
[108] Vâkıdî, c. 3, s. 1098.
[109] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 240.
[110] Vâkıdî, c.3, s. 1098, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 173, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 320, Müslim, SahıVı.c.
2, s. 887, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1023, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 376, Hâkim, c.1, s. 455.
[111] İbn Sa´d, c. 2, s. 178, Ebu Dâvud, c. 2, s. 179, İbn Hazm, s. 82-85.
[112] Vâkıdî, c.3, s. 1098, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 887, İbn Mâce, c. 2, s. 1023 Dârimî, c. 1 , s. 376, Hâkim, c.1 , s. 455.
[113] Ahmed, c. 3, s. 320.
[114] Hâkim, c. 1, s. 455, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 159.
* Makam-ı İbrahim , İbrahim Aleyhisselam in üzerine basıp insanları hacca çağırdığı ve üzerinde iki ayağının gömülm üş izi bulunan mübarek bir taş olup, halen Kabe mescidinde belli yerinde durmaktadır (Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 67-68).
[115] Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim , c. 2, s. 887.
[116] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ahmed, c. 3, s. 320,Nesâf, Sünen, c. 5, s. 236.
[117] Müslim, c. 2, s. 887, Ebu Dâvud, c. 2, s. 183, İbn Mâce.c. 2, s. 1023, Dârimî, c. 1, s. 376.
[118] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 887, Ebu Dâvud, c. 2, s. 183, İbn Mâce, c. 2, s. 1023, Dârimî, c. 1 ,s.376, Nesâf, c.5, s. 236.
[119] Nesâf, c.5, s. 236.
[120] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 320, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 887, E bu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 183, Tirmizî, Sünen, c.
3, s. 216, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1023, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 236, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 376.
[121] Vâkıdî, M egâzf, c.3, s. 1098, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim , c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, c. 2, s. 183, İbn Mâce, c. 2, s. 1023, Nesâf, c. 5, s. 236, Dârimî, c. 1, s. 376
[122] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, Ahmed, c. 1, s. 28, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 334, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 241.
[123] Ahmed, c. 1, s. 28, Heysemî, c. 3, s. 241.
[124] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, Ahmed, c. 1, s. 28, Heysemî, c. 3, s. 241.
[125] Vâkıdî, c. 3, s. 1098.
[126] Ahmed, c.1, s. 28, Ezrakî, c. 1, s. 334, Heysemî, c. 3, s. 241.
[127] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, Ahmed, c. 1, s. 28, Ezrakî, c. 1, s. 334, Heysemî, c. 3, s. 241 .
[128] Vâkıdî, c. 3, s. 1098.
[129] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, Ahmed, c. 1, s. 28, Ezrakî, c. 1, s. 334, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 159, Heysemî, c. 3, s. 241 .
[130] Ahmed, c. 1, s. 28, Ezrakî, c. 1, s. 334, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 159, Heysemî, c. 3, s. 241.
[131] Ezrakî, c. 1.S.334.
[132] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 34.
[133] Vâkıdî, c. 3, s. 1098, Abduırezzak, c. 5, s. 34, Ezrakî, c. 1,s.333.
[134] Abdurrezzak, c. 5, s. 34, Ezrakî, c. 1, s. 333.
[135] Vâkıdî. c. 3. s. 1098. Abdurrezzak. c. 5. s. 34. Ezrakî. c. 1. s. 333-334.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/132-134.
[136] Vâkıdî, c. 3, s. 1098.
[137] Vâkıdî,c.3, 1098, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, c. 2,s.183İbn Mâce, c. 2, s. 1023, Nesâf, c.5, s. 235, Dârimî, c. 1, s. 376.
[138] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 320, Müslim, Sahih, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 183-184, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1023, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 235 Dârimî, Sünen, c. 1, s. 376.
[139] Müslim, c. 2, s. 888.
[140] Ahmed, c. 3, s. 320, Nesâf, c. 5, s. 240, İbn Hazin, Haccetü´l-vedâ, s. 83.
[141] Vâkıdî, M egâzf, c. 3, s. 1099, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim , c. 2, s. 888, E bu Dâvud, c. 2, s. 184, İbn Mâce, c. 2, s. 1023,Nesâf, c. 5, s. 240, Dârimî, c. 1, s. 376.
[142] Ebu Dâvud, c. 2, s. 184, İbn Mâce, c. 2, s. 1023, Nesâf, c. 5, s. 240, Dârimî, c. 1, s. 376.
[143] Vâkıdî, c. 3, s. 1099, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, c. 2, s. 184, İbn Mâce, c. 2, s. 1023, Nesâf, c. 5, s. 240, Dârimî, c. 1, s. 376.
[144] Ahmed, c. 3, s. 320.
[145] Vâkıdî, c. 3, s. 1099, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, c. 2, s. 1 84, İbn Mâce, c. 2, s. 1023, Dârimî,c.1,s.376.
[146] Nesâf, c. 5, s. 244.
[147] Vâkıdî, c. 3, s. 1099, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, c. 2, s. 184, İbn Mâce, c. 2, Nesâf, c.5, s. 236, Dârimî, c. 1 , s. 376.
[148] Vâkıdî, c. 3, s. 1099, Ahmed, c. 6, s. 404-405, 421, 422, Dârekutm, Sünen, c. 2, s. 255, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 247-248, E bu´l-Fidâ, el Bidâye, c. 5, s. 1 60.
[149] Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, c. 2,184, İbn Mâce, c. 2, s. 1023, Nesâf, c. 5, s. 244, Dârimî, c. 1 , s. 376.
[150] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1099.
[151] Vâkıdî, c. 3, s. 1099, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 421-422, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 247-248.
[152] Vâkıdî, c. 3, s. 1099, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 4, s. 68-69, Heysemî, c. 3, s. 248.
[153] Vâkıdî, c. 3, s. 1099, Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 184, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1023, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 240, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 376.
[154] Ahmed, c. 3, s. 320, Müslim, c. 2, s. 888, Nesâf, c. 5, s. 241.
[155] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 163.
[156] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 265.
[157] Ahmed, c. 3, s. 320, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 170.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/134-136.
[158] Ahmed,c.3, s. 366, Müslim, c. 2, s. 907, Nesâf, c. 5, s. 245.
[159] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 320, Müdim, Sahih, c. 2, s. 888, 907, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 184, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1023, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 245 Dârimî, Sünen, c. 1, s. 376.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/136.
[160] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 168.
[161] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1099, İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 173.
[162] Vâkıdî, c. 3,5.1099-1100.
[163] Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 167, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1,5.267.
[164] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 308-309.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/136-137.
[165] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 249.
[166] Ahmed.c.3, s. 320, Müdim, Sahih, c. 2, s. 888, Ebu Dâvud, c. 2, s. 148, İbn Mâce, c. 2, s. 1024, Dârimî, c.1, s. 376.
* Zilhicce´nin sekizinci gününe Terviye günü denir (İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 280).
[167] Vâkıdî, c. 3, s. 11 00, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 173.
[168] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1101.
[169] Vâkıdı. c. 3. s. 11 00. İbn Sa´d. Tabakâtü´l-kübrâ. c. 1. s. 148.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/137-138.
[170] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 267.
[171] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01.
[172] Müslim, Sahih, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 184, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1024, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 376.
[173] Vâkıdî, c. 3, s. 1101, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 173, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 212, Tiımizf, Sünen, c. 3, s. 228, İbn Mâce, c. 2, s. 1000.
[174] Ebu Dâvud, c. 2, s. 212, Tirmizî, c. 3, s. 228, Dâıimi", c. 1, s. 399.
[175] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01, Ebu Dâvud, c. 2, s. 212, Tirmizî, c. 3, s. 228, İbn Mâce, c. 2, s. 1024.
[176] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01, Ezrakî, c. 2, s. 173.
[177] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01, Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 184-185, İbn Mâce, c. 2, s. 1024, Dârimî, c. 1.S.376.
[178] İbn Sa´d, c. 2, s. 173.
[179] İbn Kayvım, c. 3, s. 267.
[180] İbn Sa´d, c. 2, s. 173.
* Nemine; Arafat´ın doğusunda harap bir köydür (İbn Kayyım, c. 3, s. 275).
[181] Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1024, Dârimî, c. 1.S.376.
[182] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01, İbn Kayyım, c. 3, s. 267.
[183] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01, Dârimî, c. 1, s. 376.
[184] İbn Kayyım, c. 3, s. 267.
** Dabb yolu, Müzdelife´den Arafat´a giden kısa yol olup, Musa Aleyhisselam m yoludur (Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 193).
[185] Ezrakî, c. 2, s. 193, İbn Kayyım, Zâd.c. 3, s. 267.
*** Hacıların vakfe yeri olan Arafat´a Arafat denilmesi, Hz. Âdem´le Hz. Havva´nın burada buluştukları veya Cebrail Aleyhisselamın Hz. İbrahim "e burada hac amellerini öğretip "Anladın mı " diye sorduğu, onun da "Anladım!" diye cevap verdiği içindir (Yak ût, M u´cem u´l-bül dan, c. 4, s. 1 04, F fruzâ bâdf, Kâm üs, c. 3, s. 1 79). Arafat, hem H arem di sj di r, hem de M eş´ar (hac ib adetle ri için belirlenmiş) yerdir. Arafat´ın hududu, Harem dışı olan Ürene üzerinde yükselen dağdan Vesik´a doğru uzanan Arafat dağlarına ve bu dağların Arafat vadisiyle birleştiği yere kadar olan sahadır (Ezrakî, c. 2, s. 194, Yâkût, c. 4, s. 104).
[186] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01, İbn Sa´d, c. 2, s. 173, Ezrakî, c. 2, s. 193.
[187] Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 1 74, Müslim, c. 2, s. 933, İbn Mâce, c. 2, s. 1024.
[188] Vâkıdî, c. 3, s. 11 02, Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 181, İbn Mâce, c. 2, s. 1024, Dârimî, c. 1,s.377.
[189] Vâkıdî, c. 3, s. 11 02.
[190] Vâkıdî, c. 3, s. 11 03.
[191] Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1024, Dârimî, c. 1,s.377.
[192] Vâkıdî, c. 3, s. 11 01, Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1024, Dârimî, c. 1, s. 377.
[193] Hâkim, Müstedrek, c. 1 , s. 462.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/138-140.
[194] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 187-188.
[195] İbn Sa´d, c. 2, s. 188, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 28, Buhârî, c. 5,5.188.
[196] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 11 02, Müslim , Sahih, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185 İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1024, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377.
[197] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 2, s. 110.
[198] Ahmed, c. 5, s. 30, Ebu Dâvud, c. 2, s. 168.
[199] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 250, İbn Abdi Rabbih, c. 2, s. 11 0, Taberî, Târih, c. 3, s. 168.
[200] İbn İshak, c. 4, s. 250, Taberî, c. 3, s. 168.
[201] İbn İshak, c. 4, s. 250, İbn Abdi Rabbih, c. 2, s. 110, Taberî, c. 3, s. 168.
[202] Vâkıdî, c. 3, s. 11 03.
[203] İbn İshak, c. 4, s. 250, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, İbn Abdi Rabbih, c. 2, s. 110, Dârimî, c. 1, s. 65, Taberî, c. 3, s. 1 69.
[204] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 262.
[205] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 262.
[206] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 251.
[207] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30.
[208] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 250, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 2, s. 110, Taberî, Târîh, c. 3, s. 169.
[209] İbn İshak, c. 4, s. 250, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, Ahmed, c. 5, s. 30, Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1024-1025, Dârimî, c. 1, s. 377 İbn Abdi Rabbih, c. 2, s. 110, Taberî, c. 3, s. 169.
[210] Ahmed, c. 5, s. 412, İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
[211] Ahmed, c. 5, s. 412.
[212] Ahmed, c. 5, s. 412, İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
[213] Ahmed, c. 5, s. 412.
[214] İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
[215] Ahmed, c. 5, s. 412, İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
[216] Ahmed, c. 1, s. 384, 453, Müslim, c. 4, s. 1796.
[217] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.453, Müslim, c. 4, s. 1 796, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1016.
[218] Ahmed, c. 5, s. 4128, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1 796, İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/140-143.
[219] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 252.
[220] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 209.
[221] İbn İshak, c. 4, s. 252.
[222] İbn Esîr, c.2, s. 209.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 252.
[224] İbn İshak, c. 4, s. 250, Ahmed b.Hanbel, Müsned.c.S, s:. 30.
[225] Ahmed, c. 5, s. 30.
[226] Ahmed, c. 5, s. 30, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 57.
[227] Ahmed, c. 5, s. 30.
[228] Ahmed, c. 5, s:. 30, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s:. 57.
[229] Ahmed, c. 5, s:. 30.
[230] İbn İshak, c. 4, s:. 250-251, İbn Abdi Rabbih, c. 2, s:. 110, Taberî, Târih, c. 3, s:. 169.
[231] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s:. 1103, Ahmed, c. 3, s:. 225, c. 4, s:. 80, Dârimî, c. 1, s:. 65, Yâkubî, Târih, c. 2, s:. 109.
[232] Vâkıdî, c. 3, s. 11 03, Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimî, c. 1,s.377.
[233] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s:. 251, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1103, Müslim , Sahih, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, Sünen, c.
2, s. 185, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s:. 1025, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 57, Taberî, Târih, c.3, s. 169.
[234] İbn İshak, c. 4, s. 251.
[235] İbn İshak, c. 4, s. 251, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 57, Taberî, c. 3, s:. 169.
[236] İbn İshak, c. 4, s. 521, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 57.
[237] Vâkıdî, c.3, s:. 1103, Müslim, c.2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s:. 1 85, İbn Mâce, c. 2, s:. 1025, Dârimî, c.2, s. 377, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 57.
[238] İbn İshak, c. 4, s. 251, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, Müslim, c. 2, s. 889, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimî, c. 1, s. 367, İbn Abdi Rabbih, c.4, s. 57, Taberî, c. 3, s. 169.
[239] İbn İshak, c. 4, s. 251, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s:. 57, Taberî, c. 3, s:. 159.
[240] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 57.
[241] İbn İshak, c. 4, s. 251, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, Müslim, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimî, c. 1, s. 377, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 57, Taberî, c. 3, s. 169.
[242] İbn İshak, c. 4, s. 251, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[243] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 58.
[244] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 251, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1103, Müslim , Sahih, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 1 85, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1025, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[245] İbn İshak, c. 4, s. 251, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58, Taberî, c. 3, s. 159.
[246] İbn İshak, c. 4, s. 251, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, Müslim, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimî, c. 1, s. 377, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58, Taberî, c. 3, s. 159.
[247] İbn İshak, c. 4, s. 251, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[248] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[249] İbn İshak, c. 4, s. 251, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, Müslim, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimî, c. 1, s. 377, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58, Taberî, c. 3, s. 169.
[250] İbn İshak, c. 4, s. 251, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58, Taberî, c. 3, s. 159.
[251] İbn İshak, c. 4, s. 251, Taberî, c. 3, s. 169.
[252] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[253] İbn İshak, c. 4, s. 251, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58, Taberî, c. 3, s. 169.
[254] İbn İshak, c. 4, s. 251, Taberî, c. 3, s. 169, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 448.
[255] İbn İshak, c. 4, s. 251, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, Müslim, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimî, c. 1, s. 377, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58, Taberî, c. 3, s. 169, Beyhakî, c. 5, s. 448.
[256] İbn İshak, c. 4, s. 251, Mâlik, Muvatta´, c. 2, s. 589, Taberî, c. 3, s. 169, Beyhakî, c. 5, s. 448, Zehebî, Megâif, s. 589.
[257] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[258] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 251-252, Taberî, T ârfh, c.3, s. 169.
[259] İbn İshak, c. 4, s. 252, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 58, Taberî, c. 3, s. 169.
[260] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[261] İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 110.
[262] İbn İshak, c. 4, s. 253, İbn Abdi Rabbih, c. 4, s. 58.
[263] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 185, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 381.
[264] İbn Sa´d, c. 2, s. 185, Ahm ed, c. 4, s. 381, 402, 403.
[265] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1103, Müslim, Sahih, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 185, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1025, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377.
[266] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 4, s. 58.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/144-149.
[267] Vâkıdî, c. 3, s. 11 02, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimı.c.1 , s. 377.
[268] Vâkıdî, c. 3, s. 11 02.
[269] Vâki cif, c. 3, s. 11 02, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 1, s. 1025, Dârimî.d , s. 377.
[270] Vâkıdî, c. 3, s. 11 02, Müslim, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025, Dârimî, c. 1.S.377.
[271] Vakıdf. c. 3. s. 1102.
[272] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/149-150.
[273] Müslim, Sahîh, c. 2, s. 890, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 185, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1025, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377,
[274] Vâkıdî,Megâzî,c.3,s. 1102.
[275] Vâki cif, c. 3, s. 11 03, Ebu Dâvud, c. 2, s. 189, Tirmizî, c. 3, s. 230, Mesâi, Sünen, c. 5, s. 255.
[276] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 253, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 1 57, Tirmizî, c. 3, s. 232.
[277] İbn İshak, c. 4, s. 253, Vâkıdî, c. 3, s. 1103, Ahmed, c. 1, s. 157, Ebu Dâvud, c. 2, s. 193-194, İbn Mâce, c. 2, s. 1001- 1002.
[278] Hâkim, Müstedrek, c. 1 , s. 465.
[279] Ahmed, c. 3, s. 85.
[280] Ahmed, c. 5, s. 209, Nesâf, c. 5, s. 254.
[281] MâlikıMuvatta´,c1, s. 215, 421-423, Vâkıdî, c. 3, s. 1104, Tirmizî, c. 5, s. 572, Begavî, c. 1, s. 128, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 174-175.
[282] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1104, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 210, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 472, Gazalf, İhyâu Ulûmi´d-dfn, c. 1, s. 332, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 268, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 252.
[283] Ahmed, c. 1, s. 166, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 175.
[284] Tirmizî, c. 5, s. 537, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 175, İbn Kayyım, c. 1, s. 268.
[285] BeyhakPden naklen E bu´l-Fidâ, c. 5, s. 1 74-1 75, Gazalf, İhya, c. 1, s. 332.
[286] Gazalf, İhyâu Ulümi´d-dfn, c. 1, s. 332.
[287] Taberânf, M u´cem u´s-sağfr, c. 1, s. 247, Gazalf, İhyâu Ulûm i´d-dfn, c. 1, s. 332-333, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 1 75-1 76, Heysem f, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 352.
[288] Gazali, İhyâu Ulûmi´d-dfn, c. 1, s. 333.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/150-154.
[289] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 14.
[290] Ahmed,c.4, s. 14, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 176.
[291] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1002, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 176.
[292] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 1 7, TaberânPden naklen Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 256.
[293] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 14, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1002, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/154-155.
[294] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 188, Ahmed, c. 1, s. 28, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 269.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/155.
[295] Ahmed,c.2, s. 224.
[296] Abdurrezzak, c. 5, s. 16, Ahmed, c. 2, s. 224.
[297] Abdurrezzak, c. 5, s. 16.
[298] Müslim, Sahih, c. 2, s. 983, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 464, Begavf, Mesâbırıu´s-sünne, c. 1, s. 128.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/155-156.
[299] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 309.
[300] Ahmed, c. 4, s. 309, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 237, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1 003 Nesâf, Sünen, c. 5, s. 264.
[301] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 179, Ahmed,c.4, s. 309, EbuDâvud, Sünen, c. 2, s. 196.
[302] Ahmed,c.4, s. 335.
[303] İbn Sa´d, c. 2, s. 179, fihm ed, c. 4, s. 309-310.
[304] İbn Sa´d, c. 2, s. 179, Ahmed, c. 4, s. 309-310, 335, Ebu Dâvud, c. 2, s. 196, Ti im izf, c. 3, s. 237, İ bn Mâce, c. 2, s. 1003, Nesâf, c. 5, s. 264-265.
[305] Ahmed,c.3, s. 110, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 174, Müslim, c. 2, s. 933.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/156.
[306] Müslim, c. 2, s. 865, Nesâf, c. 5, s. 196.
[307] Ahmed, c. 1, s. 215, Buhârî, c. 2, s. 217, Müslim , c. 2, s. 866-867, Tirmizî, c. 3, s. 286, İbn Mâce, c. 2, s. 1030, Nesâf, c. 5, s. 196.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/157.
[308] Begavf, Mesâbıhu´s-sünne, c. 1, s. 129, Heysem t, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 255.
[309] İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 4, s. 7.
[310] Ahmed b.Hanbel, Müsned.c.1, s. 72, 75, Müslim, Sahih, c. 2, s. 890, E bu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 190, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 3, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1 025, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377.
[311] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1105, Begavf, c. 1, s. 128.
[312] Mâlik, Muvatta1, c.1 , s. 392, Vâkıdı, c. 3, s. 1105, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 180, Ahmed, c. 5, s. 205, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 176, Müslim, c. 2, s.
636, Ebu Dâvud, c. 2, s. 191 .
[313] Müslim, c. 2, s. 890-891, Ebu Dâvud, c. 2, s. 185, İbn Mâce, c. 2, s. 1025-1026, Dârimî, c. 1,3.377.
[314] Ahmed, c.1, s. 72,EbuDâvud, c. 2, s. 190, Tirmizî, c. 3, s. 232.
[315] Ahmed, c.1, s. 235.
[316] Buhârî, c. 2, s. 176.
[317] Vâkıdî, c.3, s. 1105, Ahmed, c. 1, s. 269, Buhârî, c. 2, s. 176, Ebu Dâvud, c. 2, s. 190 İbn Mâce, c. 2, s. 1026, Dârimî, c.1, s. 377.
[318] Ahmed, c.1, s. 269, Buhârî, c. 2, s. 177, Ebu Dâvud, c. 2, s. 190.
[319] Ahmed. c.1. s. 251.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/157-158.
[320] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 383-384.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/158-159.
[321] Vâkıdî, Megâzî, c.3,s. 1106, Tiımizf, Sünen, c. 3, s. 236, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1005, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377, Ezrakî, Ahbâru M ekke, c. 1, s. 197.
[322] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 177, Müslim, Sahih, c. 2, s. 934, EbuDâvud, Sünen, c. 2, s. 191, İbn Mâce, c. 2, s. 1 005, Dârimî, d.s.377.
[323] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1106, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 1 86.
[324] Mâlik, Muvatta´.d, s. 401, Ahmed b.Hanbel, Müsned.c.5, s. 202, Buharı, Sahih, c. 2, s. 177, Müslim, Sahih, t 2, s. 937.
[325] Müslim, c. 2, s. 937, Ebu Dâvud, c. 2, s. 192.
[326] Bu hân, c. 2, s. 179.
[327] Ahmed, c. 1, s. 75,1 57, Müslim, c. 2, s. 891, İbn Mâce, c. 2, s. 1026.
[328] Müslim, c. 2, s. 891, Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, İbn Mâce, c. 2, s. 1026, Dârimî, c. 1,5.377.
[329] Ahmed, c. 1, s. 426, Buhârî, c. 2, s. 179, Müslim, c. 2, s. 938, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 262.
[330] Müslim, c. 2, s. 938, .
[331] Buhârî, c. 2,5.179.
[332] Müslim, c. 2, s. 891, Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, İbn Mâce, c. 2, s. 1026, Dârimî, c. 1,s. 377.
* Müzdelife´de sabah namazından sonra üzerinde haalan n dua ettikleri bir dağdır (Nevevf, Tehzfbü´l-esmâ, c. 2, s. 110).
[333] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 75, 81, Tirmizî, c. 3, s. 232.
[334] Vâki dr, c. 3, s. 11 07, Ahmed, c. 1, s. 81, Tirmizî, c. 3, s. 232, Nesâf, c. 5, s. 265.
[335] Müslim, c. 2, s. 91,EbuDâvud, t 2, s. 186.
[336] Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, İbn Mâce, c. 2, s. 1020.
[337] Müslim, c. 2, s. 891.
[338] Nesâf, c. 5, s. 265.
[339] VâkidL c. 3. s. 11 07.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/159-160.
[340] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 14-15, Ibn Mâce, c. 2, s. 1002.
[341] Ahmed, c. 4, s. 15.
[342] İbn Mâce, c. 2, s. 1 002.
[343] Ahmed,c.4, s. 15, İbn Mâce, c. 2, s. 1002.
[344] Abbduırezzak, Musannef, c. 5, s. 17, TaberânPden naklen Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 3, s. 256-257, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye.c.S, s. 176-177.
[345] Ahmed,c.4, s. 15, İbn Mâce, c. 2, s. 1002.
[346] Abdutrezzak,c.5, s. 17, Heysemî, c. 3, s. 257, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 176-177.
[347] Abdurrezzak.c.S, s. 17, Ahmed, c. 4, s. 15, İbn Mâce, c. 2, s. 1002, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 176-177, Heysemî, c. 3, s. 257.
[348] Abdurrezzak,c.5, s. 17, Ebu´l-Fidâ, c. 5, s. 177, Heysemî, c. 3, s. 257.
[349] Mâlik. Muvatta´. c. 1. s. 422. Abdurrezzak. Musannef. c. 5. s. 17-18.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/160-161.
[350] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 15.
[351] Nesâf, Sünen, c. 5, s. 263.
[352] Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 238.
[353] Ahmed, c. 4, s. 15,EbuDâvud, c. 2, s. 196, Tirmizî, c. 3, s. 238, Nesâf, c. 5, s. 263.
[354] Ahmed, c. 4, s. 15.
[355] Ahmed, c. 4, s. 15, Tirmizî, c. 3, s. 238, Dârimî, c. 1, s. 387.
[356] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 179, Nesâf, c. 5, s. 260.
[357] EbuDâvud,c.2, s. 197.
[358] Ahmed, c. 2, s. 261, Nesâf, c. 5, s. 260.
[359] Ahmed, c. 4, s. 15, Tirmizî, c. 3, s. 239, Nesâf, c. 5, s. 264.
[360] İbn Sa´d, c. 2, s. 179, Ahmed, c. 4, s. 15,EbuDâvud, c. 2, s. 197, Tirmizî, c. 3, s. 239, Nesâf, c. 5, s. 264, Dârimî, c.1 ,s. 387.
[361] Ahmed, c. 4, s. 261, Ebu Dâvud, c. 2, s. 197, Nesâf, c. 5, s. 264, Dârimî, c. 1, s. 387.
[362] İbn Sa´d, c. 2, s. 1 80, Ahmed, c. 4, s. 15, Ebu Dâvud, c. 2, s. 197, Tirmizî, c. 2, s. 139, İbnMâce,c.2, s. 1004, Nesâf, c. 5, s. 264, Dârimî, c.1, s. 387.
[363] Tirmizî, c. 3, s. 239, Nesâf, c. 5, s. 264.
[364] Ahmed, c. 4, s. 15, İbn Mâce, c. 2, s. 1004, Nesâf, c. 5, s. 264.
[365] İbn Sa´d, c. 2, s. 180, Ahmed, c. 4, s. 1 5, Ebu Dâvud, c. 2, s. 197, Tirmizî, c. 3, s. 39, İbn Mâce, c. 2, s. 1004, Nesâf, c. 5, s. 264, Dârimî, c.1, s. 387.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/162-163.
[366] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1107, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 54, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 179, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 194, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 242, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1006, Nesâî, Sünen. c. 5. s. 265.
[367] Vâkıdî, c. 3, s. 11 07.
[368] Begavf, Mesâbıtıu´s-sünne, c. 1, s. 129, BeyhakPden naklen Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 1 83.
[369] Begavî, c. 1, s. 129.
[370] Bega´vf, c. 1, s. 129, Ebu´l-Fidâ, c. 5,s. 183.
[371] Müslim, c. 2, s. 891, Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, İbn Mâce, c. 2, s. 1026, Dârimî, c. 1,5.377.
[372] Ahmed.c.1, s. 76,81.
[373] Vâkıdî, c. 3, s. 11 08, İbn Sa´d, c. 2, s. 180, Ahmed, c. 1, s. 210-211, Müslim, c. 2, s. 931-932, Nesâf, c. 5, s. 268.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/163-134.
[374] Müslim, c. 2, s. 891, Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, İbn Mâce, c. 2, s. 1026, Dârimî, c. 1, s. 377.
[375] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 157, 211, 251, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 218, Ebu Dâvud, Sünen. c. 2. s. 161-162. Timnizî. Sünen. c. 3. s. 332-333.
* Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselamın hem amcası, hem de sütkardeşi idi.
[376] Ahmed, c. 1, s. 329.
[377] Ahmed. c. 1. s. 157. Tirmizî. c. 3. s. 233.
** Muhassir; Mina ile Müzdelife arasında ve fakat ne Mina´dan ne de Müzdelife´den sayılmayan bir vadidir (Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 62, İbn Kayyım, Zâd, c. 1, s. 275). Kabe´yi yıkmak için gelen Ashab-ı Fil, bu vadiye gelip konunca meşhur fil çökmüş, olanca zorlamalara rağmen ileri gitmemişti. Ashab-ı Fil de bu vadide Allah´ın gazabına uğramışlar ve helak olmuşlardı (İbn Kayyım, c. 1, 274-275).
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/164.
[378] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 180, Ahmed, c. 1, s. 157, Müslim, c. 2, s. 891, Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, Timnizî, c. 3, s. 232, İbn Mâce, c. 2, s. 1026, Dârimî, c. 1, s. 377
[379] İbn Sa´d, c. 2, s. 180, Ahmed, c. 1, s. 210, Müslim, c. 2, s. 932, Nesâî, c. 5, s. 267-269.
[380] Ahmed, c. 3, s. 367, Tirmizî, c. 3, s. 234, Dârimî, c. 1, s. 379, Begavî, c. 1, s. 129.
[381] Ahmed, c. 3, s. 367, Dârimî, c. 1, s. 379.
[382] Ahmed, c. 3, s. 367, Tirmizî, c. 3, s. 234, Begavî, c. 1, s. 129.
[383] Ahmed, c. 3, s. 367.
[384] Tirmizî, c. 3, s. 234, Begavî, c. 1, s. 129.
[385] Ahmed, c. 1, s. 213, Müslim, c. 2, s. 932, Nesâî, c. 5, s. 267.
[386] Müslim, c. 2, s. 891-892, Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, Nesâî, c. 5, s. 367.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/165.
[387] Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhft, c. 1, s. 407.
[388] Kâsânf, Bedâyiu´s-sanâyi´, c. 2, s. 1 62.
[389] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 162.
[390] Tirmizî, c.3, s. 246.
[391] Bedrüddin Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 10, s. 88.
[392] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 66-67, Yâkût, c. 4, s. 465.
[393] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 69.
[394] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 297.
[395] Ahmed, c. 5, s. 297-298, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 3, s. 259.
[396] Ahmed, c. 5, s. 297, Ezrakî, c. 1, s. 67, Hâkim, Müstednek, c. 1, s. 466, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 465, Heysemî, c.3, s. 259.
[397] Ezrakî, c. 1,s.69.
[398] Ezrakî, c. 1, s. 67, Yâkût, c. 4, s. 465.
[399] Ahmed, c. 5, s. 297, 306, Ezrakî, c. 1, s. 67, Hâkim, c. 1 , s. 466, Heysemî, c.3, s. 259.
[400] Ahmed, c. 5, s. 306, Ezrakî, c. 1, s. 67, Hâkim, c. 1, s. 466, Yâkût, c. 4, s. 465, Heysemî, c. 3, s. 259.
[401] 400-Ezrakî, c. 1,s.69.
[402] Ezrakî, c. 1, s. 67, Yâkût, c. 4, s. 465.
[403] Ahmed, c. 5, s. 304, Ezrakî, c. 1, s. 67, Hâkim, c. 1, s. 466, Yâkût, c. 4, s. 465, Heysemî, c. 3, s. 259.
[404] Ahmed, c. 5, s. 306, Ezrakî, c. 1, s. 67, Hâkim, c. 1, s. 466, Yâkût, c. 4, s. 465.
[405] Ezrakî, c. 1,s.69.
[406] Ezrakî, c. 1, s. 67, Yâkût, c. 4, s. 465.
[407] Ahmed, c. 5, s. 306, Ezrakî, c. 1, s. 67, Hâkim, c. 1, s. 466, Yâkût, c. 4, s. 465, Heysemî, c. 3, s. 259.
[408] Ahmed, c. 5, s. 306, Ezrakî, c. 1, s. 67, Hâkim, c. 1, s. 466, Heysemî, c. 3, s. 259.
[409] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 288, Heysemî, Mecm au´z-zevâid, c. 3, s. 259.
[410] Ahmed, c. 5, s. 298, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 67, Yâkût, c. 4, s. 465, Heysemî, c. 3, s. 259.
[411] Ezrakî, c. 1, s. 67, Yâkût, c. 4, s. 465.
[412] Ezrakî, c. 1.S.69.
[413] Ezrakî, c. 1, s. 67, Yâkût, c. 4, s. 465.
[414] Ahmed, c. 5, s. 298, Ezrakî, c. 1, s. 67-69, Yâkût, c. 4, s. 465.
[415] Hacc 27.
[416] Ezrakî, c. 1,s.69.
[417] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 67-68.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/165-169.
[418] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 185.
[419] İbn Sa´d, c. 2, s. 181, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 318, Müslim, Sahih, c. 2, s. 493, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s.
201, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 370.
[420] İbn Sa´d, c. 2, s. 180-181, İbn Mâce,Sünen, c. 2, s. 1008,Nesâf, c. 5, s. 368, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s.466, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead.c.3, s. 274.
[421] İbn Kayyım, c. 3, s. 275.
[422] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 93, Müslim, c. 2, s. 942-943, Ebu Dâvud, c. 2, s. 201 , Nesâf, c. 5, s. 273-274.
[423] Ebu Hanffe, Müsned, c. 26, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1109, İbn Sa´d, c. 2, s. 180.
[424] Ahmed, c. 1, s. 212, Buhârî, c. 2, s. 193, Müslim , c. 2, s. 892, E bu Dâvud, c. 2, s. 200, İbn Mâce, c. 2, s. 1008, Nesâf, c. 5, s. 274, İbn Kayyım , c. 3, s. 275.
[425] Ebu Dâvud, c. 2, s. 200.
[426] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 379, Ebu Dâvud, c. 2, s. 200.
[427] Ahmed, c. 6, s. 379.
[428] Ahmed, c. 6, s. 379, Ebu Dâvud, c. 2, s. 200.
[429] Ahmed, c. 6, s. 379.
[430] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1107, Ahmed, c. 2, s. 413, Tirmizî, c. 3, s. 247, İbn Mâce, c. 2, s. 1009, Nesâf, c. 5, s. 270, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 466, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 440.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/169-170.
[431] Ahmed, c. 3, s. 379, Ibn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1 , s. 275.
[432] Ebu Dâvud, c. 2, s. 197.
[433] Ebu Dâvud, c. 2, s. 198.
[434] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 188, Ahmed, c.1 , s. 28, Buhârî, c. 5, s. 188,İbn Hazm , Haccetü´l-vedâ, s. 147.
[435] Vâkidf, c. 3, s. 1111, Ahmed, c. 5, s. 7, Buhârî, c. 2, s. 191, Ebu Dâvud, c. 2, s. 195.
[436] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 7, Ebu Dâvud, c. 2, s. 198.
[437] Buhân, c. 2, s. 192, Ebu Dâvud, c. 2, s. 195, İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
[438] Müslim, Sahih, c. 2, s. 942, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 270.
[439] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 183, Ahımed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 239.
[440] Nesâf, c. 5, s. 270.
[441] İbn Sa´d, c. 2, s. 185, Ezrakî, Ahbâru M ekke, c. 2, s. 173.
[442] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1111.
[443] Ahmed, c. 5, s. 39, 49, Buhârî, c. 2, s. 191, c. 8, s. 91.
[444] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 39, 40, Buhârî, c. 2, s. 1 91, Müslim, c. 3, s. 1305, Dârimî, c. 1, s. 393.
[445] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, Buhârî, c. 2, s. 1 91, Müslim, c. 3, s. 1305.
[446] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, Ahmed, c. 5, s. 37, 40, Dârimî, c. 1, s. 393.
[447] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 39, Buhârî, c. 6, s. 235, Müslim, c. 3, s. 1305, Dârimî, c. 1, s. 393.
[448] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 49, 40, 412, Buhârî, c. 2, s. 191 .Müslim, c. 3, s. 1305, Dârimî, c. 1, s. 393.
[449] Ahmed, c. 5, s. 412, Ebu Dâvud, c. 2, s. 195.
[450] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 412.
[451] Ahmed, c. 5, s. 412, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 192, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 1 95.
[452] Ahmed, c. 5, s. 412.
[453] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1111, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 40, 412, Buhârî, c. 2, s. 191, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1305, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 393.
[454] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, Buhârî, c. 2, s. 1 91, Müslim, c. 3, s. 1305.
[455] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, Ahmed, c. 5, s. 37, 40, Dârimî, c. 1, s. 393.
[456] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 39, Buhârî, c. 6, s. 235, Müslim, c. 3, s. 135.
[457] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahm ed, c. 5, s. 37, 39, 40, Buhârî, c. 2, s. 191, Müslim, c. 3, s. 1305, Dârimî, c. 1, s. 393.
[458] Ahmed, c. 5, s. 412.
[459] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 40, Buhârî, c. 2, s. 191, Dârimî, c. 1, s. 393.
[460] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, Buhârî, c. 3, s. 1 93, Müslim, c. 3, s. 1305.
[461] Vâkıdî, c. 3, s. 111, Ahmed, c. 5, s. 37, 40, Dârimî, c. 1, s. 393
[462] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 39, Buhârî, c. 5, s. 235, Müslim, c. 3, s. 1305.
[463] İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 40, Buhârî, c. 2, s. 1 91, Müslim, c. 3, s. 1305.
[464] Ahmed, c. 5, s. 40.
[465] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 371.
[466] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1111, Ahmed, c. 5, s. 40, 49, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 191, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1307.
[467] Vâkıdî, c. 3, s. 1111 , İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, 40, 41 , Buhârî, c. 2, s. 192, Müslim, c. 3, s. 1 305-
1306, Dârimî, c. 1, s. 393-394.
[468] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, Buhârî, c. 2, s. 192.
[469] 468-Ahmed, c. 3, s. 371, c. 5, s. 39, 49, Buhârî, c. 2, s. 1 91.
[470] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, İbn Sa´d, c. 2, s. 186, Ahmed, c. 5, s. 37, Buhârî, c. 6, s. 326, Müslim, c. 3, s. 1306.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1111.
[472] Vâkıdî, c. 3, s. 1111, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 186, Ahmed, Müsned, c. 5, s. 37, 49, 68, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 326, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1306.
[473] Ahmed, c. 5, s. 37,39,41, Buhârî, c. 6, s. 236, Müslim, c. 3, s. 1306.
[474] Buhârî, c. 5, s. 236.
[475] Vâkıdî, c. 3, s. 1111.
[476] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1112, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 186, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 37, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 236, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 1 95-1 96.
[477] Vâkıdî, c. 3, s. 1112-1113.
[478] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 183, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 186.
[479] Ahmed, c. 4, s. 187.
[480] İbn Sa´d, c. 2, s. 183, Ahmed, c. 4, s. 186-187.
[481] Ahmed, c. 4, s. 186.
[482] Vâkıdî, c. 3, s. 1113.
[483] Müslim, c. 2, s. 944.
[484] Ahmed, c. 3, s. 498-499.
[485] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, , s. 339.
[486] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1113.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/170-177.
[487] Vâkıdı, c.3, s. 1108, Müslim, Sahih, c. 2, s. 892, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 186, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 126,Dârimî, Sünen, c. 1, s. 377.
[488] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 393, Vâkıdî, c. 3,5.1108.
[489] Mâlik, c. 1, s. 393, Vâkıdî, c. 3, s. 1108, Ahmed, c.3, s. 321, Müslim, c.3, s. 893 Ebu Dâvud, c. 2, s. 193, İbn Mâce.c. 2, s. 1013.
[490] Ahmed, c. 4, s. 82.
[491] Mâlik, c. 1, s. 393, Müslim, c. 2, s. 803, Ebu Dâvud, c. 2, s. 193.
[492] Mâlik, c. 1, s. 393, Vâkıdî, c. 3, s:. 1108, Ebu Dâvud, c.2,s. 194, İbn Mâce, c. 2, s. 1013.
[493] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 188, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 275.
[494] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s:. 1108, Ahmed, Müsned, c. 3, s. 321, Müslim, Sahih, c. 2, s:. 892 Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s:. 186, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s:. 1026.
[495] Vâkıdı, c. 3, s. 11 08, Ahmed, c. 1, s. 112, Buharı, c. 2, s. 186, Müslim , c. 2, s. 954, E bu Dâvud, c. 2, s. 149, İ bn Mâce, c. 2, s. 1054,Dârimî, c. 1, s. 399.
[496] Ahmed, c. 1, s. 112, Buhârî, c. 2, s. 186.
[497] Vâkıdî, c. 3, s. 11 08, Buhârî, c. 2, s. 176, Müslim, c. 2, s. 954, Ebu Dâvud, c. 2, s. 149, Dârimî, c. 1.S.399.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/177-178.
[498] Vâkidf, c. 3,s.11Ü8,Begau, c. 1, s. 130, Kasanı, c. 2, s. 141.
[499] Ahmed, c. 6, s. 400, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 3, s. 261.
[500] Ahmed ,c.6, s. 400, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1 , s. 279, Heysemî, c. 3, s. 261, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 449.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/178.
[501] Vâkicif, c. 3, s. 11 08.
[502] Müslim, Sahih, c. 2, s. 947.
[503] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1108, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 111, Müslim , c. 2, s. 947.
[504] Müslim, c. 2, s. 948.
[505] Vâki cif, c. 3, s. 11 08, Ahmed, c. 3, s. 111 , Müslim, c. 2, s. 948.
[506] Müslim, c. 2, s. 948, Begavf, Mesâbih, c. 1, s. 130.
[507] Buhân, Sahih, c.1, s. 51.
[508] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 181 .
[509] £J-ımed b. Hanbel´den naklen E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 119.
[510] Vâkidt, c. 3, s. 11 09, İbn Sa´d, c. 2, s. 174.
[511] Buhân . c. 2. s. 189. Tirmizî. c. 3. s. 256.
* Görülüyor ki, Peygamberimiz Aleyhisselam yaptığı umrede ve hacda sakalını değil, saçını kestirmiştir. Günümüzde camilerde "Sakal-ı Şerif" diye ziyaret edilen, Peygamberimiz Aleyhisselamın sakalı değil, kesilmiş olan saçıdır.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/178-179.
[512] Vâkıdî, Megâiı, c. 3, s. 1109.
[513] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 111.
[514] Vâkıdî, c. 3, s. 11 09, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 174.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/179-180.
[515] Vâki cif, c. 3, s. 11 09.
[516] Vâki dr, c. 3, s. 11 09, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 159, Buharı, c. 2, s. 190.
[517] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 203, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 390.
[518] Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 257.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/180.
[519] Vâkıdî, c. 3, s. 11 09, İbn Sa´d, c. 2, s. 182.
[520] İbn Sa´d, c. 2, s. 182.
[521] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 280.
[522] Vâkidf, c. 3, s. 11 09, İbn Sa´d, c. 2, s. 182, Müslim, c. 2, s. 892.
[523] Vâkıdî, c. 3, s. 1110, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 82.
[524] Müslim, Sahih, c. 2, s. 892, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 186, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1026, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 378.
[525] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 182.
[526] Müslim, c. 2, s. 892, Ebu Dâvud, c. 2, s. 186, İbn Mâce, c. 2, s. 1026, Dârimî, c. 1, s. 378.
[527] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1110.
[528] İbn Sa´d, c. 2, s. 182.
[529] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 372, Müslim, c. 2, s. 953, Ebu Dâvud, c. 2, s. 213.
[530] İbn Sa´d, c. 2, s. 182-183.
[531] Ahmed.d, s. 372, Müslim, c. 2, s. 953, Ebu Dâvud, c. 2, s. 213.
[532] İbn Sa´d, c. 2, s. 183, Ahmed, c. 1, s. 372, Müslim, c. 2, s. 953, Ebu Dâvud, c. 2, s. 21 3.
[533] Ahmed,c.6, s. 90, Ebu Dâvud, c. 2, s. 201.
[534] Buhârî,c. 2, s. 189.
[535] Vâkidt, c. 3, s. 1113.
[536] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s. 408, Vâkıdî, c. 3, s. 1110, Tirmizî, c. 3, s. 290, İbn Mâce, c. 2, s. 1010.
[537] Ahmed, c. 5, s. 450, Ebu Dâvud, c. 2, s. 202, Tirmizî, c. 3, s. 290.
[538] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s. 408409, Nımed, Müsned, c. 5, s. 45, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 90.
[539] Ahmed, c. 2, s. 19, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 167, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 953, Ebu Dâvud, c. 2, s. 199, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1 019, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 400.
[540] İbn Mâce, c. 2, s. 1019.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/180-182.
[541] Ahmed, c. 6, s. 90, Ebu Dâvud, c. 2, s. 201.
[542] İbn Sa´d, c. 2, s. 181 , Ahmed, c. 2, s. 114, Ebu Dâvud, c. 2, s. 200.
[543] Ahmed, c. 2, s. 152, Buhârî, c.2, s. 194, Dârimî, c.1, s. 390.
[544] Ebu Dâvud, c. 2, s. 201.
[545] Ahmed.c.2. s. 152. Buhârî. c.2. s. 194. Dârimî. c. 1. s. 39O.Nesâf. c. 5. s. 276-277 Dârekutnî. c. 2. s. 275.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/182-183.
[546] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 251.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/183.
[547] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 1, s. 232, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 247, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 54, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 266, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 266.
[548] İbn Seyyid, c. 2, s. 247, İbn Kayyım, c. 3, s. 54, Halebî, c. 3, s. 266.
[549] İbn Sa´d, c. 1, s. 323, İbn Seyyid, c. 2, s. 247, İbn Kayyım , c. 3, s. 54, Kastalânf, c. 1, s. 319.
[550] İbn Kayyım, c. 3, s. 54, Kastalânf, c. 1, s. 319, Halebî, c. 3, s. 266.
[551] İbn Seyyid, c. 2, s. 247, İbn Kayyım, c. 3, s. 54-55, Halebî, c. 3, s. 266.
[552] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 247-248, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 3, s. 55, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 266.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/183-184.
[553] Vâkıdî.Megâzî.c. 3, s. 1111, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 185, Ahmed b. Hanbel.Müsned, c. 5, s.7,Buharı", Sahih, c. 2, s. 191, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 195, 198, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1016.
[554] EbuDâvud,c.2, s. 197.
[555] Ahmed, c. 5, s. 72, 411, Ebu Dâvud, c. 2, s. 195, 198.
[556] Ebu Dâvud, c. 2, s. 192.
[557] Buhârî, c. 2, s. 192, Ebu Dâvud, c. 2, s. 195.
[558] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 202.
[559] Ahmed, c. 5, s. 72.
[560] Ahmed, c. 3, s. 477, Ebu Dâvud, c. 2, s. 198.
[561] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 485.
[562] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 202.
[563] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 197.
[564] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 72-73.
[565] Amed, c. 5, s. 73, Buhârî, Sahili, c. 6, s. 235, Müslim, Sahili, c. 3, s. 1305, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 195-196.
[566] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 73.
[567] Ahmed, c. 1, s. 230, Buhârî, SahPh, c. 2, s. 191.
[568] Buhârî, c. 2, s. 191.
[569] Ahmed, c. 1, s. 230, Buhârî, c. 2, s. 191.
[570] İbn Sa´d, Tab akâtü "l-kübrâ, c. 2, s. 184, Buhârî, c. 2, s. 191 -192.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/184-187.
[571] İbn Hazm, Haccetü´l-vedâ, s. 145.
[572] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 287.
* Mina ile Mekke arasında ve Mina´ya Mekke´den daha yakın olan bir yerdir (Yâküt, Mu´cemu´l-buldan, c. 5, s. 62). Burada Kureyş müşrikleri ile Kinane oğulları, Hâsjm ve Muttalib oğullarından kız almamak, onlara kız vermemek, onlarla alışveriş yapmamak üzere, küfür üzere anlaşmışlardı. Bu boykot Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarının Peygamberim iz ^Jeyhisselam ı onlara boyun eğdirmesine kadar sürecekti (Buhârî, c. 2, s. 1 58).
[573] İbn Hazm, s. 145, İbn Kayyım, c. 1, s. 287.
[574] Ezrakî, Nıbâru Mekke, c. 2, s. 159, Müslim, c. 2, s. 952, Ebu Dâvud,c.2, s. 209-210, İbn Hazm, s. 147, İbn Kayyım, c. 2, s. 287.
[575] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1113, Müslim, Sahih, c. 2, s. 952, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 209, İbn Hazm, Haccetü´l-vedâ, s. 145, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 5, s. 205, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 287.
[576] Vâkıdı, c. 3, s. 1113, Ezrakî, c. 2, s. 160, Buhârî, c. 2, s. 197, Müslim, c. 2, s. 951.
[577] Vâkıdı. c. 3. s. 1113. Ezrakî. c. 1. s. 159. Müslim, c. 2. s. 952.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/188.
[578] Ahmed, c. 4, s. 80, 82, Ibn Mâce, c. 2, s. 1 015, Dârimî, c. 1, s. 65.
[579] Ahmed, c. 4, s. 80, 82, Dârimî, c. 1, s. 65.
[580] İbn Mâce, c. 1, s. 85, c. 2, s. 1 015.
[581] Ahmed, c. 4, s. 80, 82, İbn Mâce, c. 1, s. 85, c. 2, s. 1015-1016, Dârimî, c.1, s. 65.
[582] İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
[583] Ahmed, c. 4, s. 86, İbn Mâce, c. 2, s. 1016.
[584] Ahmed, c. 4, s. 82, Dârimî, c. 1, s. 65.
[585] Ahmed, c. 4, s. 80, 82, İbn Mâce, c. 2, s. 1 016, Dârimî, c. 1, s. 65.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/188-189.
[586] Buhârî.c. 2.s.195-196.EbuDâvud.c.2. s. 210.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/189.
[587] Bu hân , c. 2, s. 202, Müslim, c. 2, s. 880.
[588] İbn Sa´d, Tabakatü´l-kübrâ, c. 2, s. 189, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 151, Müslim, Sahih, c. 2, s. 877.
[589] İbn Sa´d, c. 2, s. 189, Buhârî, c. 2, s. 151 , Müslim, c. 2, s. 877.
[590] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 394, Müslim, c. 2, s. 881, Ebu Dâvud, c. 2, s. 155.
[591] Buhân, c. 2, s. 202.
[592] Buhân , c. 2, s. 200, Müslim, c. 2, s. 874.
[593] Müslim, c. 2, s. 880.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/189-190.
[594] Ahmed, c. 1, s. 222, Müslim, c. 2, s. 963, Dârimî, c. 1, s. 398.
[595] Müslim, c. 2, s. 963, Dâıimf, c. 1, s. 398.
[596] İbn Hazm, Haccetü´l-vedâ, s. 145.
[597] Buhân.c. 2,5.202.
[598] Buhâıî.c. 2,5.195.
[599] Vâki cif, Megâzî, c. 3, s. 1114, Buhârî, c. 2, s. 202.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/190.
[600] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1114.
[601] Vâkıdî, c. 3, s. 1114, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 189, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 339, Müslim, c. 2, s. 986, Ebu Dâvud,Sünen,c.2, s. 213.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/190.
[602] Ahmed, c.1, s. 176.
[603] Vâki dr, c. 3, s. 1115.
[604] Ahmed, c. 1, s. 176.
[605] Vâki cif, c. 3, s. 1116, İbn Sa´d, c. 3, s. 1 24, Ahmed, c. 1 , s. 172.
[606] Nesâf, Sünen, c. 6, s. 243.
[607] Ahmed, c. 1, s. 171, Buhârî, c. 7, s. 6.
[608] Vâkıdî, c. 3, s. 1116, İbn Sa´d, c. 3, s. 1 46-1 47, Ahmed, c. 1 , s. 171, Buhârî, c. 7, s. 6,EbuDâvud, t 4, s. 7.
[609] Vâkıdî, c. 3, s. 1116, İbn Sa´d, c. 3, s. 1 46-1 47, E bu Dâvud, c. 4, s. 7-8.
[610] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 145, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 168.
[611] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1116, İbn Sa´d, c. 3, s. 146.
[612] İbn Sa´d, c. 3, s. 1 45, Ahmed, c. 1, s. 168.
[613] İbn Sa´d, c. 3, s. 144-145, Ahm ed, c. 1, s. 176.
[614] İbn Sa´d, c. 3, s. 146.
[615] Ahmed, c.1, s. 176.
[616] İbn Sa´d, c. 3, s. 144-146, Ahm ed, c. 1, s. 176.
[617] Ahmed, c. 1, s. 171, Buhârî, c. 7, s. 6.
[618] Vâkıdî, c. 3, s. 1116, İbn Sa´d, c. 3, s. 1 44.
[619] Vâkıdî, c. 3, s. 1115.
[620] İbn Sa´d, c. 3, s. 144, Ahm ed, c. 1, s. 168, Nesâf, c. 6, s. 241.
[621] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1115, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 144, Ahmedb. Hanbel, c. 1, s. 168, Nesâf, c. 6, s. 241 .
[622] İbn Sa´d, c. 3, s. 145, Ahm ed, c. 1, s. 168, Nesâf, c. 6, s. 241.
[623] Vâki dr, c. 3, s. 1115, İbn Sa´d, c. 3, s. 1 44, Ahmed, c. 1 , s. 168, Nesâf, c. 6, s. 241 .
[624] Vâkidt, c. 3,5.1115-1116, Ahmed, c. 1, s. 1 76.
[625] İbn Sa´d, c. 3, s. 145, Ahm ed, c. 1, s. 172.
[626] İbn Sa´d, c. 3, s. 145.
[627] Vâki dr, c. 3, s. 1115-1116, İbn Sa´d, c. 3,5.144-145, Ahmed, c. 1, s. 1 68.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/190-193.
[628] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 41 3.
[629] İbn Sa´d. Tabakâtü´l-kübrâ. c. 3. s. 149.
[630] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/193.
[631] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1114, İbn Sa´d, c. 2, s. 202.
[632] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 368,372.
[633] Ahmed,c.4, s. 281.
[634] Ahmed,c.4, s. 372.
[635] Ahmed,c.4, s. 281.
[636] Ahmed, c. 4, s. 367, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1873.
[637] TaberânPden naklen Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 9, s. 105.
[638] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 367, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1873.
[639] TaberânPden naklen Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 9, s. 106.
[640] Ahmed, c. 4, s. 368.
[641] Ahmed, c. 4, s. 281, 368, Heysemî, c. 9, s. 1 04.
[642] Ahmed, c. 4, s. 37, Heysemî, c. 9, s. 104.
[643] Ahmed, c. 4, s. 281.
* Mevlâ; yerine göre sahip, vekil-i umur, yardıma, dost., gibi birçok mânâlarda kullanılan bir kelimedir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhft, o. 4, s. 404).
[644] Ahmed, o. 4, s. 281, 368, 370, Tirmizî, o. 5, s. 633, İbn Hacer, o. 4, s. 65.
[645] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 281,368,370, Heysemî, c. 9,5.107, İbn Hacer, c. 4, s. 65.
[646] TaberânPden naklen Heysemî, c. 9, s. 106.
[647] Ahmed.c.4. s. 281.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/194-195.
[648] Vâki cif, c. 3,5.1115.
[649] Vâki dr, c. 3, s. 1116, Buhârî, c. 2, s. 144.
[650] Buhârî, c. 2, s. 144.
[651] Vâki dt, c. 3, s. 1115, Buhârî, c.2, s. 144.
[652] Vâki dt, c. 3, s. 1115, Buhârî, c.2, s. 144.
[653] Buhârî, c. 2, s. 144.
[654] Vâki dr, c. 3, s. 1114, Ahmed, c. 2, s. 15, Buhârî, c. 2, s. 204, Müslim, c. 2, s. 980.
[655] Vâki dr, c. 3, s. 1114, Ahmed, c. 2, s. 15, Buhârî, c. 2, s. 204, Müslim, c. 2, s. 980, Ebu Dâvud, c. 2, s. 88.
[656] Ahmed, c. 3, s. 187-189.
[657] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 1, s. 290.
[658] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 125.
[659] Ebu Dâvud, c. 3, s. 91.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/195-196.
RAŞiT TUNCA
BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA


FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik
ALLAH
BAYRAK

Radyo Karoglan
Foruma Misafir Olarak Gir
Forumda Neler Var


GALATASARAY
FENERBAHÇE
BEŞiKTAŞ
TRABZONSPOR
MiLLi TAKIM
ETKiNLiKLERiMiZ