MUHAMMED
BAYRAK

Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız. |
Forum İstatistikleri |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
DOWNLOADEN
AYET
FELSEFEMiZ
Raşit Tunca Sözü
GÜZEL SÖZ
Huneyn Gazası ve Taif Kuşatması
Huneyn Gazasının Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Gaza, Hicretin 8. yılında, Şevval ayında vuku bulmuş,[1] Şevval ayından altı gece geçince,[2] 5 Şevval´de, Cumartesi günü Huneyn´e doğru hareket edilmiştir.[3]
Huneyn; Mekke´ye iki geceliktir.[4]
Huneyn´in, Arafat tarafından Mekke´ye uzaklığı, on milden fazladır.[5]
Huneyn; Mekke ile Taif arasında,[6] Tihâme bölgesinde, birçok inişli çıkışlı dar geçitleri ve sapa yolları bulunan geniş bir vadidir.[7] Tihâme vadilerindendir.[8] Zülmecaz panayırının kurulduğu yerin yanındadır.[9]
Zülmecaz; Kebkeb nahiyesindeki Aref e ye bir fersahtır.[10]
Vaktiyle buraya Amali kal ardan Huneyn b. Kaniye b. Mehlâil adında birisi gelip konakladığı için, Huneyn ismi verilmiştir.[11]
Hevâzin ve Sakîf kabileleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´den yola çıktığını işittikleri zaman, kendilerinin üzerine yürüyeceğini sanarak, savaşmak için derlenip toparlanmışlardı.[12]
Hatta, harekât durumunu öğrenmek için, casuslarını yola çıkarmışlardı.[13]
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´yi fethedince, Hevâzinlerle Sakîflerin ileri gelenleri birbirlerinin yanına gidip gelmeye başladılar[14] ve:
"Onun bizimle çarpışmaya gelmesine bir mani kalmamıştır.
Yerinde görüş, onun bizimle çarpışmaya gelmesinden önce, bizim onunla çarpışmaya gitmemizdir![15]
"Vallahi, Muhammed iyi çarpışan bir kavme rastlamadı.
İşinizi sıkı tutunuz da, o sizin üzerinize yürümeden önce, siz onun üzerine yürüyünüz!" dediler.
Sakîfler:
"Biz onun üzerine yürümek istiyor, onun bizim üzerimize yürümesini istemiyoruz.
Bununla birlikte, o bizim üzerimize yürüyecek olursa, karşısında sapasağlam bir kale bulacak ve bizim onun dibinde bol yiyecekler içinde kendisini yeninceye veya dönüp gitmek zorunda bırakıncaya kadar çarpıştığımızı görecektir!
Fakat, biz böyle olmasını istemiyoruz.
Sizinle birlikte gideceğiz, el ve iş birliği yapacağız!" dediler.
Kinane b. Abdi Yalil:
"Ey Sakîf cemaati! Siz kalenizden çıkıp bir adamın üzerine yürüyorsunuz, ama bunun lehinize mi, yoksa aleyhinize mi olacağını bilmiyorsunuz!
Bari kalenize uğrayın da, onun yıkılmış, yıkılmaya yüz tutmuş yerlerini onarın!
Bilemezsiniz, belki ona sığınmaya muhtaç olursunuz!" dedi.
Bunun üzerine, Sakîfler, geride bir adam bırakarak kaleyi onarmasını ona emrettiler.[16]
Ashabdan Ebu Berzetü´l-Eslemî´nin bildirdiğine göre; insanların veya kabilelerin Peygamberimiz Aleyhisselama en kinlisi ve hınçlısı Sakîflerle Benî Hanîfelerdi.[17]
Ebu Süfyan b. Harb´le Hakîm b. Hizam´ın bildirdiklerine göre; Hevâzinler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın en azılı, en amansız düşmanı idiler.[18]
Malik b. Avf en-Nasrî, Hevâzinleri topladı.[19]
Kendisi o zaman otuz yaşında olup, Hevâzinlerin lideri ve kumandanı idi.[20]
Malik b. Avf, elbisesini uzun yaptırır, yürürken salıp yerde sürür ve bunu kibir ve gururundan dolayı yapardı.[21]
Hevâzinlerie birlikte Sakîfler, bütün Nasrve Cüşem kabilelerini topladılar.
Ancak, Hevâzinlerden Ka´b ve Kilab kabileleri harekâta katıImadılar.[22]
Hevâzinlere:
"Benî Kilabları neden geride bıraktınız " diye sorulduğu zaman:
"Onlar, vallahi, yakında bulunuyorlar. Fakat, İbn Ebil-Berâ´ bu harekâta katılmaktan onları alıkoydu!" dediler.
Benî Hilallerden harekâta katılanlar, yüz kişiyi bulmuyordu.[23]
Benî Cüşemlerin arasında Düreyd b. Sımme vardı ki, kendisi çok yaşlı ve tecrübeli idi. Fakat, kendisinde güç kuvvet, iş kalmamıştı. Ancak, görüşünden ve savaş hakkındaki bilgisinden yararlanılmak için taşınıyordu.[24]
Düreyd, o zaman, 120[25] veya 160 yaşında idi. Kendisinin gözleri de görmüyordu.[26] Düreyd, cesareti ve zekâsıyla tanınmıştı. Benî Cüşemlerin eşrafındandı. Onların lideri ve kumandanı idi.[27]
Sakîflerin, o zaman, iki lider ve kumandanı vardı. Birisi, müttefiklerden Karibb. Esved b. Mes´ud b. Muttalib; diğeri Benî Maliklerden Zülhımar Sübeyy b. Haris b. Malk idi.
Bütün askerî birliklerin Malik b. Avf en-Nasrî´nin kumandası altına verilerek Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine yürünmesi kararlaştırılmış ve yürüyüşe geçilmişti.
Hevâzinler, bütün mallarını, kadın ve çocuklarını da yanlarına alarak Evtas mevkiine gelip konmuşlar,[28] her taraftan kabileler akın akın yardıma gelmeye[29] ve Evtas´ta toplanmaya başlamışlar,[30] ordugâhlarını da Evtasta kurmuşlardı.[31]
Evtas; Hevâzinlerin yurdunda birvadidir.[32]
Hevâzin ve Sakîfler 14.000 kişi idiler.
Bunlara diğer Arap kabilelerinden gelip katılanlar da pek çoktu.[33]
Deve üzerinde, üstü açık bir hevdec içinde taşınan Düreyd b. Sımme, Evtas´a getirilince, yere indirildi.[34]
Düreyd b. Sımme, yere indirilince, elini yere sürdü ve:
"Burası, sizin hangi vadinizdir " diye sordu.
"Evtas vadisidir!" dediler.
Düreyd b. Sımme:
"Ne güzel at meydanıdır!
Ne büsbütün berk ve taşlı, ne de pek yumuşak topraklıdır!" dedi ve:
"Ben burada niçin deve böğürmeleri, eşek anırmaları, çocuk ağlamaları, davar melemeleri işitip duruyorum !" diye sordu.
Malik b. Avf:
"Savaş erleriyle birlikte, bütün mallarını, kadın ve çocuklarını da götürüyorum!" dedi.
Düreyd:
"Sen bunu ne için yaptın " diye sordu.
Malik:
"Ben her savaş erinin ev halkını ve malını arkasına koydum ki, onlar için çarpışan, kaçıp gitmesin diye" dedi.
Düreyd, Malik´in bu tedbirine el çırptı, sonra da:
"Vallahi, sen ancak bir davar çobanısın!
Bozguna uğrayanı hangi şey geri çevirebilir !
Sen, yenersen, ancak adamın kılıcından ve mızrağından yararlanırsın!
Sen, yenilirsen, ev halkını kendi elinle esir ve malını da iğtinam ettirmiş, onlar yanında rezil ve rüs-vay olmuş olursun!" dedi.[35]
Bundan sonra, Düreyd:
"Ka´blar ve Kilablar ne yaptılar " diye sordu.
"Onlardan, harekâta katılan kimse yok!" dediler.
Düreyd:
"Ciddiyet ve anlayış kayboldu.
Eğer bugün bir yükselme ve şeref günü olsaydı, ne Ka´blar, ne de Kilablar bugünde bulunmamazlık etmezlerdi.[36]
Ben sizin de Ka´b ve Kilabların yaptıklarını yapmanızı ne kadar arzu ederdim!" dedi.
"Sizlerden, onları kim gidip gördü " diye sordu.
"Amr b. Âmir ve Avf b. Âmir!" dediler.
Düreyd:
"Bunlar, Benî Âmirlerin iki gencidir ve savaşta çok zayıf olanlarıdır. Bunlardan ne yarar gelir, ne de zarar![37]
Yazıklar olsun sana[38] ey Malik! Sen hiç de Hevâzin halkını koruyacak birşey yapmamışsın!
Sen kadınları ve çocukları, malları .yurtlarının en emin yerlerine, kavimlerinin yanlarına kaldır, şeref ve itibari arını yükselt!
Bundan sonra, atların sırtlarında Müslümanlarla karşılaş!
Savaş senin lehinde olursa, arkandakiler gelip sana kavuşurlar.
Savaş senin aleyhinde olursa, hiç değilse ev halkını ve malını kurtarmış olursun!" dedi.[39]
Malik b. Avf, Düreyd´in sözlerine kızdı.[40]
"Vallahi, ben senin bu dediğini yapmam![41] Yaptığım işi de değiştirmem![42] Sen artık çok kocamışsın: Senin aklın da kocamış[43] gitmiştir.[44] Senin bilgin de kocamıştır![45] Senden sonra yetişen genç, savaşta senden daha ileri görüşlüdür!" dedi.
Düreyd:
"Ey Hevâzin cemaati! Vallahi, bunun görüşü sizin için yararlı bir görüş değildir!
Bu, sizin ayıplarınızı, sakınılacak yerlerinizi ortaya dökecek, sizi rezil ve rüsvay edecek, düşmanınızın sizi yenmesine fırsat verecek, sizi bırakarak Sakîflerin kalesine sığınacaktır.
Siz onu terkedin, geri dönüp gidin!" dedi.
Malik kılıcını sıyırdı. Sonra, onu tersine çevirdi[46] ve:
"Ey Hevâzin cemaati! Vallahi, ya bana itaat edersiniz, ya da kamımı yarıp sırtımdan ucu çıkıncaya kadar şu kılıcımın üzerine yüklenir, kendimi öldürürüm!" dedi.[47]
Bu hususta Düreyd b. Sımme´nin sözüne, görüşüne kulak asmalarını istemedi.[48]
Hevâzinler, birbirlerine gidip geldiler ve:
"Vallahi, Malik´i dinlemeyecek olursak, gençtir, kendisini öldürür. O zaman da, biz Düreyd ile kalırız.
Halbuki, o çok yaşlıdır, 160 yaşındadır!
Savaş için kendisinde iş kalmamıştır" diyerek, işlerini Malik´e havale etmek, rujlusunda üitleştUer[49]
Malik1 e:
"Sana itaat ediyor, boyun eğiyoruz!" dediler.[50]
Düreyd b. Sımme, Hevâzinlerin kendisini dinlemediklerini görünce:[51]
"Bu öyle bir gündür ki, ben onda ne bulunuyorum, ne de bulunmuyorum!" dedi[52] ve o sırada duyduğu genç ve dinç olma özlemini bir beyitle dile getirdi.[53]
Abdullah b. Ebi Hadrad ın Düşman Hakkında Bilgi Toplamakla Görevlendirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hevazin ve Sakiflerin savaşmak için hazırlandıklarını işitti.[54]
Abdullah b. Ebi Hadrad el-Eslemi yi çağırdı. Hevazinlere gitmesini,[55] halkın içine girip onlar hakkında bilinmesi gereken bütün bilgileri elde edinceye kadar aralarında kaldıktan sonra haber ğetirmesini ona emretti.[56]
Abdullah b. Ebi Hadrad, çıkıp Hevazinlere gitti. Hevazinlerin ordugahlarında dolaştı. Malik b. Avf ın yanına kadar sokuldu. Hevazin başkan ve kumandanlarını onun yanında buldu.
Malik b. Avf ın, arkadaşlarına:
Muhammed, bu defakinden sonra, hiçbir zaman, bir daha çarpışmayacaktır!
O, şimdiye kadar, ancak savaş bilgisinden haberi olmayan kavimlerle karşılaşmış ve onlara galebe çalmıştı.
Seher vakti olunca, hayvanlarınızı, kadınlarınızı ve çocuklarınızı arkanızda sıralayacaksınız!
Sonra, askerlerinizi sırılayacaksınız!
Müslümanlarla karşılaşınca, hücuma kalkacaksınız! Kılıçlarınızın kınlarını kırın!
Bir tek adam gibi, hep birden saldırın!
İyi bilin ki; yenmek ilk saldıranındır! dediğini işitti ve ezberledi.
Kınları kırılankılıçların sayısı 20.000 idi.[57]
Hevâzin Ordularının Savaş Düzeni
1. Hevâzin ordularının en önünde süvariler,
2. Süvarilerin arkasında, piyade savaş erleri,
3. Piyade savaş erlerinin arkasında kadınlar ve çocuklar,
4. Kadınlar ve çocukların arkasında davarlar,
5. Davarların arkasında develer,
6. Develerin arkasında da, sığırlar bulunuyordu.[58]
Abdullah b. Ebi Hadrad, Hevâzinlerin ordugâhlarında bir-iki gün kaldıktan sonra,[59] dönüp bütün gördüklerini, işittiklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[60]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ömer´i yanına çağırdı. Ona Abdullah b. Ebi Hadrad´ın haber verdiği şeyleri anlattı.
Hz. Ömer:
"İbn Ebi Hadrad yalan söylüyor!" dedi.
İbn Ebi Hadrad:
"Ey Ömer! Sen şimdi beni yalanlıyorsun ama, vaktiyle sen Hakk´ı da yalanlamıştın!
Senin o zaman yalanladığın Zât, benden daha hayırlı idi!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! İbn Ebi Hadrad´ın söylediğini işittin mi " dedi.[61]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylüyor![62]
Ey Ömer! Sen yolunu şaşırmıştın da, Allah sana doğru yolu göstermişti!" buyurdu.[63]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hevâzinlerle Çarpışmak Üzere Hazırlanmaya Başlaması
Peygamberimiz Aleyhisselaım; Abdullah b. Ebi Hadrad´dan Hevâzinlerin haberini alınca, onlarla karşılaşmak üzere acele hazırlandı.
Safvan b. Ümeyye´nin yanında zırhlar bulunduğu, Peygamberimiz Aleyhisselama anılmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona haber saldı.
Safvan daha Müslüman olmamıştı, müşrikti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Yâ Ebâ Ümeyye! Yarın gidip düşmanımızla karşılaşacağız!
Şu silahlarınızı bize emanet olarak ver!" buyurdu.[64]
Safvan:
"Yâ Muhammedi Gasben, zorla alıp geri vermemek üzere mi istiyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Sana iade edinceye kadar bizde emanet olarak kalmak, kınlan ve yitirilenleri tazmin edilmek üzere istiyoruz!" buyurdu.[65]
Safvan:
"Öyle olunca, bunda bir sakınca yok!" dedi.
Yüz adet[66] zırh gömlekle, onlara yeteri kadar da silah verdi.[67]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunları savaş yerine kadar taşımayı üzerine almasını da ondan istedi.
Safvan, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu isteğini de yerine getirmeyi kabul etti.[68]
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcasının oğlu Nevfel b. Hâris´ten de, üç bin mızrak aldı.[69]
Attâb b. Esîd´le Muaz b. Cebel´in Mekke´de Görevlendirilişleri
Peygamberimiz Aleyhisselam Attâb b. Esîd´i, Mekke valiliğine;[70] Muaz b. Cebel´i de sünnet, fıkıh öğretmenliğine tayin etti.[71]
İslâm Askerlerinin Sayıları ve Mekke´den Yola Çıkışları
Peygamberimiz Aleyhisselam Şevval ayından altı gece geçtikten sonra, 5 Şevval Cumartesi günü,[72] iki bini Mekkeli olmak üzere 12.000 kişilik askerî bir kuvvetle Mekke´den Huneyn´e doğru yola çıktı.[73]
İslâm Ordusuna Katılan Mekkeliler ve Maksatları
Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte, Mekkeli müşriklerden bazıları da sefere katıldılar.[74]
Bunlar, 80 kişi idiler.[75]
Bunların içlerinde kadınlar da vardı.[76]
Aralarında Mekkelilerin ileri gelenlerinden bazıları da bulunan bu kişiler hangi tarafın galip geleceğine bakacaklar, elde edilecek ganimetlerden kendileri de yararlanacaklardı.
Bununla birlikte, onların hepsi, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabının Hevâzinler tarafından bir yenilgiye uğratı İmaları m pek istemiyorlardı.[77]
Ebu Süfyan b. Harb İslâm askerlerinin arkasından geliyor, rastladığı her düşmüş kalkan, kılıç, mızrak veya meta´lan toplayıp devesine yükleyerek taşıyordu.
Salvan b. Ümeyye de İslâm mücahidlerine katılmıştı. Kendisi henüz Müslüman olmamış, Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir düşünme müddeti tanımıştı.
Hakîm b. Hizam, Huvayüb b. Abduluzzâ, Süheyl b. Amr, Haris b. Hişam, Abdullah b. Ebi Rebia da "Hangi taraf galip gelecek " diye merakla gözleyenler arasındaydılar.[78]
Mücahidler Tarafından Söylenen ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Hoşuna Gitmeyen Bir Söz
Ebu Vâkıdü´l-Leysî Haris b. Malik der ki:
"Peygamber Aleyhisselamla birlikte Huneyn´e giderken, bir gün, yolda Zât-ı Envat1 denilen, büyük, yeşil bir ağaç gördük ki, yol tarafından bizi örtüyor, buruyordu!
´Yâ Rasûlallah! Zât-ı Envat gibi, bize de bir Zât-ı Envat ihdas etsen 1 diyerek seslendik.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allahuekber! Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; siz de Musa´ya kavminin dedikleri gibi bir söz söylediniz!
Onlar:
´Ey Musa! Onların nasıl tanrıları varsa, sen de bize öyle bir tanrı yap!´ demişler, Musa da:
´Siz ne kadar cahillik eden bir kavimsiniz! ´ demişti.
O Zât-ı Envat geleneği, sizden öncekilerin geleneği idi.[79]
Musa Aleyhisselama kavmi de tıpkı böyle yapmıştı!´ buyurdu ve bu davranışı Müslümanlara çok gördü![80]
Müslümanların yolda rastladıkları, gördükleri ağaç, sidr ağacı idi.[81]
Kureyş müşriki eriyle onlar dışındaki Arapların yeşil, kocaman bir ağaçlan vardı ki, ona Zât-ı Envat denilirdi.
Müşrikler, her yıl onun yanına varırlar, silahlarını dallarına asarlar, yanında kurban keserler ve bir gün itikâfa girerlerdi.[82]
Hacca giderken de, ridalarını onun üzerine asarlar, Kâbe´ye-hürmeten-ridasız girerlerdi.[83]
Hatta, hacılarZât-ı Envat´a saygılarından dolayı azıklarını biraz geride bırakırlar, onun yanına azık-sız girerlerdi.[84]
Zât-ı Envat ağacı, Mekke´nin yakınında idi.[85]
Adamın birisi de, Mücahidlerin sayısının çokluğuna bakarak:
"Artık, bundan sonra, sayımızın azlığından dolayı yenilmeyeceğiz!" demişti.
Bu söz, Peygamberimiz Aleyhisselama çok ağırgeldi.[86]
Hevâzin Casuslarının Kendilerini Ürperten ve Titreten Müşahedeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, Şevval ayından on gece geçince, Salı akşamı, Huneyn´e erişti.[87]
Hevâzin ve S aklî ordularının başkumandanı Malik b. Avf, adamlarından bazılarını casus olarak ileri sürmüştü.[88]
Bunlar üç kişi olup Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını gözetleyecekler, İslâm ordugâhı arasına dağılacaklar.[89] Müslümanların durumu hakkında Malik b. Avf1 a haberler getireceklerdi.[90]
Casuslar, asabları bozulmuş, titrer bir halde dönüp Malik´in yanına geldiler.
Malik b. Avf, onlara:
"Yazıklar olsun sizlere! Nedir bu haliniz !" diye sordu.
Casuslar:
"Beyaz, parlak yüzlü, alaca atlar üzerinde öyle adamlar gördük ki, vallahi, gördüğün şu hale düşmekten kendimizi tutamadık![91]
Biz, yeryüzü halkı olarak onlarla çarpışamayız! Gök halkı olsaydık, çarpışırdık!
Onların gözleri, yürekleri yerinden oynatır!
Sen, bizi dinlersen, hemen kavminin yanına dön!
Eğer şu halk bizim gördüklerimiz gibi görecek olurlarsa, onlar da bizim uğradığımız hale uğrarlar!" dediler.[92]
Malik b. Avf:
"Üf sizlere! Hayır! Siz, ordugâhta, korkak bir cemaatsiniz!" dedi.[93]
Ordu içinde bunu yapıp da orduyu korkuya ve tefrikaya düşürmesinler diye, onları yanında tutukladı ve:
"Bana gözüpek bir adam gösteriniz " dedi.
Böyle bir adam üzerinde ittifak ettiler.
O adam da, gittikten sonra, Malik´in yanına döndü.
Önceki gidip gelenler gibi, o da perişan bir hale düşmüştü.
Malik, ona:
"Ne gördün " diye sordu.
Adam:
"Beyaz, parlak yüzlü, alaca atlar üzerinde öyle adamlar gördüm ki, onlara bakmaya bile takat getirilemez!
Vallahi, şu perişan hale düşmekten kendimi tutamadım!" dedi.
Casusların bu sözleri, Malik b.Avf´ı istediği şeyi yapmaktan alıkoyamadı, geri çeviremedi.[94]
Hevâzinlerin Müslümanlara Karşı Savaş Alanları ve Kumandanlara Verilen Emirler
Hevâzinlerin başkumandanı, akşam olunca, askerlerini Huneyn vadisinin iki yanındaki görünmez ve dar yerlere dağıtarak yerleştirdi.[95]
Böyle yapılmasını da Düreyd b. Sımme tavsiye etmiş ve Malik b. Avf´a:
"Sen askerlerinden bir kısmını pusuya yatır, gizle ki, onlar sana yardımcı olurlar.
Müslümanlar gelip sana saldırırlarsa, pusudakiler onların arkalarından gelirler, sen de yanındakil-erle birlikte hemen saldırıya geçersin.
Eğer yapılan saldırış onlardan kimseyi bozguna uğratmaz, kaçırmazsa, onların üzerine bir uğurdan umumî bir saldırış yapılır" demişti.[96]
Bunun için, Malik b. Avf da, kumandan ve askerlerine:
"Onları (Müslümanları) görür görmez, üzerlerine hep birden, bir uğurdan saldırınız!" diyerek emir verdi.[97]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, seher vakti, Müslümanları savaş düzenine koydu.
Bayraktar ve sancaktarlara bayrak ve sancaklarını verdi.
Muhacirlerin sancağını Hz. Ali, bayraklarını da Sa´d b. Ebi Vakkas´la Hz. Ömer taşıyordu.
Ensardan Hazrecîlerin sancağını Hubab b. Münzirveya Sa´d b. Ubâde;
Evsîlerin sancağını Useyd b. Hudayr taşıyordu.
Evsî ve Hazrecîlerin her kabilesinde ya sancak ya da bayrak bulunuyordu.[98]
Benî Abduleşhellerin bayrağını Ebu Naile,
Benî Hâriselerin bayrağını Ebu Bürde b. Niyar,
Benî Zaferlerin bayrağını Katâde b. Numan,
Benî Muaviyelerin bayrağını Cebr b. Atik,
Benî Vâkıfların bayrağını Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir,
Benî Sâidelerin bayrağını Ebu Useydü´s-Sâidî,
Benî Malik b. Neccarların bayrağını Umâre b. Hazm,
Benî Adiyy b. Neccarların bayrağını Ebu Salît,
Benî Mazinlerin bayrağını Salît b. Kays,
Benî Gitarların bayrağını Ebu Zerri´l-Gıfârî,
Benî Dam releri e Leyslerve Sa´d b. Leyslerin tek bayrağını Ebu Vâkıdü´l-Leysîtaşıyordu.
Ka´b b. Amrların iki bayrağı olup, birini Bişr b. Süfyan, diğerini Ebu Şurayh,
Benî Müzeynelerin üç bayrağı olup, birini Bilal b. Haris, birini Numan b. Mukarrin, birini de Abdullah b. Amr b. Avf taşıyordu.
Cüheynelerin dört bayrağı olup, biri Rafi1 b. Mekîs´in, biri Abdullah b. Zeyd´in, biri Ebu Zür"a b. Ma´bed b. Halid´in, birisi de Süveyd b. Sahr´ın yanında idi.
Benî Eşca´ların iki bayrağı olup, biri Numan b. Mes´ud´un, diğeri de Ma´kıl b. Sinan´ın yanında idi.
Benî Süleymlerin üç bayrakları olup, biri Abbas b. Mirdas´ta, biri Hufaf b. Nüdbe´de, birisi de Haccac b. Matta idi.
Eşlemlerin iki bayrağı olup, biri Büreyde b. Husayb´ın, diğeri de Cündüb b. A´cem´in yanında idi.
Evs ve Hazreclerin Cahiliye çağında bayrakları yeşil ve kırmızı idi. İslâmiyet devrinde de, öylece bırakıldı.
Muhacirlerin bayrakları siyah, sancakları beyazdı.[99]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Süleymleri, Mekke´den çıkışından beri, öncü süvari birliği olarak İslâm ordularının önüne geçirmiş ve Halid b. Velid´i de başlarına kumandan yapmıştı. Ci´râneye gelinceye kadar da, bu düzeni değiştirmedi.[100]
Ebu Abdurrahman el-Fihrî der ki:
"Çok sıcak ve yakıcı bir günde yola devam edip ağaç gölgesine indik.
Güneş zevale erince, zırhımı giydim. Atıma binip Resûlullah Aleyhisselama gittim.
Kendisi, kıl çadır içinde idi.
´Esselâmü aleyke yâ Rasûlallahi ve rahmetullâh! Hareket zamanı geldi!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet!´ buyurdu.
Semüre ağacının gölgesinde dinlenen Bilal´e:
´Yâ Bilal!´ diye seslendi.
Bilal:
´Buyur! Ben sana feda olayım!1 dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Katırımı benim için hemen eğerle!´ buyurdu.
Bilal bir semer çıkardı ki, iki yanı hurma lifindendi. Gösterişli ve hoşa gidecek bir semer değildi.
Katır semerlenince, Resûlullah Aleyhisselam onun üzerine bindi. Biz de hayvanlarımıza bindik.[101]
Resûlullah Aleyhisselam bizi düşmanlara karşı o akşam ve gece savaş safları halinde düzenli bulundurdu.[102]
Peygamberimiz Aleyhisselam, o zaman, boz katırı Düldül´e binmiş, sırtına da iki kat zırh gömlek giymiş, başına giydiği takyesinin üzerine de miğfer geçirmişti.[103]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Öğütlemesi ve Zaferle Müjdelemesi
Peygamberimiz Aleyhisselam; mücahicileri çarpışmaya teşvik etti. Sadakat ve bağlılık gösterdikleri, güçlüklere göğüs gererek sabır ve sebat ettikleri takdirde fetih ve zafere kavuşacaklarını onlara müjdeledi.
Huneyn vadisine sabahın alacakaranlığında, savaş düzeni halinde inilmeye başlandı.[104]
Hevâzinler, Huneyn vadisinin iki yanına gizlenmişler, pusu kurmuşlardı.[105]
Cabir b. Abdullah; Hevâzinlerin Huneyn´e önceden gelip vadinin gizli yollarını ve dar geçitlerini tuttuklarını, Müslümanları oralarda pusuya düşürmek için toplanmış, hazırlanmış, üslenmiş olduklarını ve birdenbire saldırılarına uğradıklarını söyler.[106]
Seleme b. Ekvâ da:
"Ben, ilerleyip bir yokuşa çıkıyordum.
Beni düşmandan biri karşıladı. Hemen ona bir ok attım. Benden gizlendi de, ne yaptığını bilemedim.
Hevâzinlere bakıp dururken, bir de ne göreyim: Onlar başka bir yokuştan ortaya çıkıvermişlerdi!" der.[107]
Hevâzinler; attıkları hiçbir oku boşa gidermeyecek kadar keskin nişancı ve atıcı idiler.
Hevâzinlerin İslâm askerlerinden ilk karşılaştıkları kimseler ise, genellikle, aceleci, zırhsız, silahsız veya pek az silahlı birtakım toy gençlerdi.[108]
Bununla birlikte, onlar karşılaşır karşılaşmaz Hevâzinlerin üzerlerine atılıp onları bozguna uğratmayı başarmışlardı.
Fakat, ganimet toplamaya koyuldukları zaman da, Hevâzinlerin çekirge sürüsü gibi ok yağmuruna tutuldular ve tutun a m ayarak bozuldular, dönüp kaçmak zorunda kaldılar.[109]
Bu öncü birliği içinden ilk ürküp kaçanlar da, suçları bağışlanmış ve kendiliklerinden İslâm mücahi-dleri arasına katılmış bulunan iki bin kadar Mekkeli idi.[110]
Enes b. Malik de; hiçbirzaman Hevâzinler kadar kalabalık ve çokluk bir topluluk görmediğini; sabah karanlığında, vadiye inerken, dar bir geçitte onların birdenbire saldırısına uğradıklarını ve ilk bozulup kaçanların Süleym süvarileri olduğunu ve Süleymleri Mekkelilerin, Mekkelileri de sair halkın takip ettiğini;[111] süvarilerin kaça kaça İslâm ordularının arkasına kadar çekilmiş olduklarını gördüklerini bildirir.[112]
Rivayete göre; yeni Müslüman olan Mekkelilerden bazıları, o sırada birbirlerine Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
"Onu yalnız bırakın! Tam sırasıdır, bozulun!" demişlerdi.[113]
Huneyn Savaşında İslâm Kadınlarının Kahramanlıkları
Ümmü Umâre der ki:
"Müslümanlar her tarafta bozguna uğradıkları zaman, benim elimde keskin bir kılıç vardı.
Ümmü Süleym beline bir hançer bağlamıştı! Kendisi, o zaman, Abdullah b. Ebu Talha´ya hâmile idi!
Ümmü Salît ile Ümmü Haris:
´Savaştan kaçmak size yaraşmaz!1 diyerek Ensarı kınıyordu!
Hevâzinlerden boz bir deve üzerinde bir adam gördüm ki; yanında sancak taşıyor, Müslümanların arkasından devesini koşturuyordu.
Hemen onun önünü keserek devesinin bacaklarına kılıçla vurdum. Deve arkasının üzerine çöküverdi. Adama saldırıp, öldürünceye kadar kılıç vurdum. Kendisinin kılıcını alıp, deveyi horuldar bir halde bıraktım!"
O sırada, Resûlullah Aleyhisselam, kılıcını sıyırmış, kılıcının kınını atmış, ayakta dikiliyor ve:
"Ey Bakara sûresinin ashabı!" diyerek sesleniyordu.
Ümmü Haris kocasının devesini tutuyor, deve yayılmak istiyor, fakat Ümmü Haris onu yanından ayırmıyor, ona:
"Ey hayvan! Sen de mi Resûlullah Aleyhisselamı bırakıp gideceksin !" diyordu!
Ümmü Haris, Hz. Ömer´e:
"Nedir bu hal " diye sordu.
Hz. Ömer:
"Allah´ın işidir!" dedi.
Ümmü Haris, Peygamberimiz Aleyhisselama da:
"Yâ Rasûlallah! Vallahi, şu kavmin (Benî Süleymlerle Mekkelilerden, halkın bozguna uğramalarına yol açanların) bugün bize yaptıkları gibi birşey yapanı, devemi geçeni görürsem, öldürürüm!" dedi.[114]
Peygamberimiz Aleyhisselam, orada Ümmü Süleym´i gördü ve:
"Ümmü Süleym! Sensin hâ!" buyurdu.
Ümmü Süleym:
"Evet! Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah![115]
Yâ Rasûlallah! Gördün mü, sana bey´at edip Müslüman olmuş bulunan şu cemaat, seni nasıl yalnız bırakıp kaçtılar ![116]
Yâ Rasûlallah! Suçlarını bağışladığın, senin ordunu bozguna uğratan şu Mekkelilerin[117] suçlarını bağışlama!
Allah fırsat verince,[118] seninle çarpışan şu müşrikleri geberttiğin gibi, onlan da geberti.[119]
Çünkü, onlar bunu hakettiler!" dedi.[120]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ümmü Süleym! Allah bana yetmez mi [121] Allah´ın affı çok geniştir![122]
Ey Ümmü Süleym! Gücün yetince, iyilik et!" buyurdu.[123]
Ümmü Süleym sözünü üç kere tekrarladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, her defasında:
"Allah´ın affı çok geniştir!" buyurdu.[124]
Ebu Talha, Ümmü Süleym´in belindeki hançeri görünce, ona:
"Ey Ümmü Süleym! Ne oluyor bu yanındaki !" diye sordu.
Ümmü Süleym:
"Hançerdir ki; müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa, onun kamını yarayım, deşeyim diye yanıma aldım!" dedi.
Ebu Talha:
"Yâ Rasûlallah! Duydun mu; Ümmü Süleym ne söylüyor " dedi.[125]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bozguna Uğrayıp Kaçışan Müslümanlara Seslenişi
Hevâzinler, bozguna uğrattıkları Müslümanları kovalayarak, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına kadar gelip dayandılar.[126]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, sağ yana çekilip kaçan Müslümanlara:
"Nereye gidiyorsunuz ey insanlar!
Bana doğru geliniz! Ben Resûlullahım!
Ben Muhammed b. Abdullah´ım![127]
Ey Allah´ın kullan! Ben Allah´ın kulu ve resûlüyüm!
Ey Muhacirler topluluğu! Ben Allah´ın kulu ve resûlüyüm ![128]
Ey Muhacirler! Ey Muhacirler!
EyEnsar! Ey Ensar!"[129] diyerek sesleniyor, develer birbirlerine giriyor, halk alabildiğine kaçıp gidiyordu!
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında Muhacir ve Ensardan bazı kişiler ile aile halkından başka kimse kalmamıştır.[130]
Muhacirler arasında Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, aile halkı arasında da Hz. Ali, Hz. Abbas, Ebu Süfyan b. Haris ve oğlu Cafer, Hz. Abbas´ın oğlu Fadl, Hâris´in oğlu Rebia, Zeyd b. Hârise´nin oğlu Üsâme ve Ümmü Eymen´in oğlu Eymen[131] vardı.[132]
Rivayete göre, Huneyn günü kaçmayıp oldukları yerde sebat edenler yüz kişi idiler.[133]
Bunlardan otuzüçü Muhacirlerden, alünışyedisi Ensardandı.[134]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrılmayanların seksen kişi oldukları rivayeti de vardır.[135]
Hz. Ali ile Ebu Dücâne´nin Hevâzin Bayraktarlarından Birini Öldürmeleri
Hz. Ali ile Ebu Dücâne, kızıl tüylü bir devenin üzerinde, uzun mızrağının ucuna siyah bir bayraktak-mış, Hevâzinlerin önünde Müslümanlardan birçoklarını mızraklayan bir adamın ardına düştüler.[136]
Hz. Ali, adamın arkasından yetişip devenin bacaklarına kılıçla vurunca, deve arkasının üzerine çöktü.
Ebu Dücâne, adamın üzerine yürüdü. Kılıçla vurup onun bacağının yansını kesti.
Kılıç, bacağı keserken, ses çıkardı.
Adam yere yuvarlandı.[137]
Diğer rivayete göre; Hz. Ali ile Ebu Dücâne adama saldırdılar. Hz. Ali onun sağ kolunu, Ebu Dücâne de sol kolunu kesti.
Hatta, kılıçlan birbiriyle tokuştu, ses çıkardı, körleşti.[138]
Ebu Katâde´nin Güçlü ve Azılı Bir Müşriki Öldürüşü
Ebu Katâde der ki:
"Huneyn günü, bir Müslümanla bir müşrikin çarpıştığını,[139] müşriklerden birisinin de Müslümana karşı arkadaşına yardım etmek için[140] Müslümanı yere yıkıp üzerine çıktığını gördüm.[141]
Hemen arkasından varıp boynunun köküne kılıçla vurdum. Zırhını kestim.
Müşrik bana doğru yöneldi.
Vurmak için kılıcını kaldırdığı zaman,[142] vurup bir elini kestim.
Adam öbür eliyle yakalayıp boynumu öyle bir sıktı ki, ölümün kokusunu almaya, ecel teri dökmeye başladım! Az kalsın beni öldürecekti.
Eğer adam kan kaybından zayıf düşüp yere yıkılmamış olsaydı, muhakkak, beni öldürürdü.[143]
Ölüm gelip ona yetişti de, beni bıraktı.[144]
Yere düştüğü zaman, kılıçla vurup adamın işini bitirdim."[145]
Mekke´ye Kadar Kaçan Mekkeli Müşriklerin Mekke´deki Müslümanları Üzüntüye Düşürmeleri
Huneyn´de bozguna uğrayıp kaçan Mekkelilerden bazıları Mekke´ye ulaştılar.[146]
Müslümanların bozguna uğradıklarını haber vererek Mekkeli müşrikleri sevindirdiler.
İçlerinden birisi:
"Artık Araplar atalarının dinine dönebilirler![147] Muhammed düşmüş, ashabı da dağılmıştır!" demişti.
Mekke valisi Attâb b. Esîd:
"Muhammed öldürüldü ise, Muhammed´in dini ayaktadır. Muhammed´in ibadet etmiş olduğu Allah, Diridir ve Ölümsüzdür!" dedi.
Daha akşam olmamıştı ki, Allah´ın yardımıyla Peygamberimiz Aleyhisselamın Hevâzinleri yendiği haberi gelip, Attâb ile Muaz b. Cebel´i sevindirdi.
Bundan önce sevinenleri ise, Yüce Allah yüzlerinin üzerine düşürdü.[148]
Bazı Kureyşîlerin Kalblerindekini Açığa Vurmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Huneyn´e gelip Müslümanların bozguna uğradıklarını gören bazı müşrikler, kalblerinde taşıdıkları kini ve düşmanlığı dile getirmekten kendilerini alamadılar.
Çantasında fal okları taşıyan Ebu Süfyan b. Harb:
"Artık, onların bu bozgunlukları denize (deniz sahiline) kadar bitmez![149]
Vallahi, Hevâzinler onları yenerler!" dedi.
Safvan b. Ümeyye ise:
"Ağzına taş, toprak dolsun!" diyerek Ebu Süfyan´ın bu temennisini reddetti.[150]
Eşlemlerden Ebu Makît de, Ebu Süfyan´a:
"Vallahi, senin öldürülmeni yasakladığını Resûlullah Aleyhisselamdan işitmemiş olsaydım, seni hemen öldürürdüm!" dedi.[151]
O sırada, Kureyşlilerden bir adam gelip, Safvan´a:
"Muhammed ile ashabının bozguna uğradığını sana müjdelerim! Vallahi, onlar bir daha düzelemez, savaşamaz ve kimseyi yenecek hale gelemezler! [152]
İyi biliniz ki; artık bugün sihir bozuldu, tesirsiz hale geldi!" diyerek bağırdı.
Bu adam; Safvan b. Ümeyye´nin ana bir kardeşi olan Kelede b. Hanbel´di. [153]
Safvan ona kızdı[154] ve:
"Sus! Allah senin dişlerini düşürsün!
Vallahi, bana Kureyşilerden bir kimsenin hâkim ve sahip olması, Hevâzinlerden birinin hâkim ve sahip olmasından daha yeğ ve daha iyidir! [155]
Eğer ben kendime bir rab (efendi) edinecek olsam, Kureyşlilerden bir kimseyi rab (efendi) edinmem, bana, Hevâzinlerden birisini rab (efendi) edinmekten daha sevimlidir!" dedi. [156]
Sonra, uşağını yanına çağırdı ve ona:
"Müslümanların parolalarını dinle, gel, bana bildir!" dedi.
Uşak, gidip geldi. Onların "Ey Abdurrahman oğulları!", "Ey Abdullah oğulları" dediklerini işittiğini bildirince, Safvan b. Ümeyye:
"Muhammed galip gelecektir! Bunlar, onların savaştaki parolalarıdır!" dedi.[157]
Süheyl b. Amr da:
"Muhammed ve ashabı artık bir daha düzelemez, savaşamaz!" dedi[158]
İkrime b. Ebu Cehil ise:
"Bu, yerinde bir söz değildir! İşler ancak Allah´ın Elindedir. Muhammed´in elinde birşey yoktur!
Bugün savaş onun aleyhine ise, yarın muhakkak onun lehine olacaktır!" dedi.
Süheyl b. Amr:
"Sen daha önce bu sözün aksini söylüyordun! " dedi.
İkrime:
"Yâ Ebâ Yezid! Biz, vallahi, aykırı şeyler üzerinde duruyormuşuz!
Akıllarımızı kösteklemiş; yarar da, zarar da vermeyen birtakım taşlara tapmış durmuşuz!" dedi.[159]
Şeybe b. Osman´ın Peygamberimiz Aleyhisselama Suikaste Kalkışı ve Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam Huneyn savaşına çıkarken, Şeybe b. Osman ile Salvan b. Ümeyye, birlikte çıkmak için sözlesmişlerdi.
Safvan´ın babası Ümeyye b. Halef Bedir savaşında, Şeybe´nin babası Osman b. Ebu Talha da Uhud savaşında öldürülmüştü.
Huneyn´de Müslümanlar yenilirlerse, bunlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine saldırarak babalarının öçlerini alacaklardı.[160]
Müslümanların bozguna uğradıkları, halkın birbirlerine karıştıkları ve Peygamberimiz Aleyhisselamın da katırından yere indiği sırada, Şeybe b. Osman kılıcını sıyırdı, öcünü almak için[161] sağ tarafından Peygamberimiz Aleyhisselama doğru varmak istedi.
Hz. Abbas´ın ayakta dikildiğini ve ak gümüş gibi parlayan zırhının üzerinden tozlan silkmekte olduğunu görünce, kendi kendine:
"Amcası onu yardımsız bırakmaz! Onun yanından ayrılmaz!" dedikten sonra, sol yanından Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşmak istedi.
O tarafta da, Peygamberimiz Aleyhisselamın amcasının oğlu Ebu Süfyan b. Hâris´i gördü.
"Bu da, onun amcasının oğludur. Onu yardımsız bırakmaz!" deyip Peygamberimiz Aleyhisselama arka tarafından yaklaştı.
Kılıcını kaldırıp vurmaktan başka bir iş kalmamıştı ki, aralarında birdenbire yıldırımı andıran bir ateş yalımı peyda oldu!
Yalımın kendisini yakıp helak etmesinden korktu, gözlerini elleriyle kapadı ve geri geri çekildi [162]
Şeybe b. Osman der ki:
"İşte o zaman anladım ki; o, benim tecavüzümden, muhakkak Allah tarafından korunuyor!"[163]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Şeybe b. Osman´a doğru başını çevirdi.[164] Gülümsedi[165] ve:
"Ey Şeybe! Anası ağlayasıca![166] Yanıma gel!" buyurdu.[167]
Şeybe titremeye başladı.
Yüce Allah onun kalbine korku ve iman sevgisi düşürdü[168]
Şeybe b. Osman Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam elini onun göğsüne koydu ve:
"Allah´ım! Bundan şeytanı defet, gider!" diyerek dua etti.[169]
Yüce Allah, Şeybe´nin kalbindeki bütün kin ve düşmanlıkları giderip kalbini imanla doldurdu.[170]
Şeybe, başını kaldırıp baktığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselama karşı içi sevgi ile doldu. Peygamberimiz Aleyhisselam, ona, gözünden, kulağından, kalbinden daha sevgili olmuştu!
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Şeybe! Artık kâfirlerle savaş!" buyurdu.[171]
Şeybe der ki:
"Hevâzinlerin Kureyşileri yenmesi, beni gayrete getirmişti.
´Yâ Rasûlallah! Ben, alaca atlı birçok süvariler görüyorum!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Şeybe! Onları ancak kâfir olanlar görür!´ buyurdu ve göğsümü eliyle sığayarak:
´Ey Allah´ım! Şeybe´ye doğru yolu göster!´ diyerek üç kere dua etti.
Vallahi, üçüncüsünde, daha elini göğsümden kaldırmamıştı ki, Allah´ın yaratıklarından, bana, ondan daha sevgili bir kimse yoktu![172]
Resûlullah Aleyhisselamın önünde kılıç vurdum, savaştım.
Vallahi, canım ve herşeyimle onu korumak istiyordum[173]
O sırada, sağ olsaydı da babamla karşılaşsaydım, kılıcımla vurup onu da öldürürdüm[174]
Hevâzinler bozguna uğrayıp yurtlarına kadar kaçtıkları zaman, Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna vardım.
Bana:
´Hamd olsun Allah´a ki, O, senin hakkında, senin dilediğin şeyden daha hayırlısını diledi!1 buyurdu ve kendisine yapmayı içimden geçirmiş bulunduğum herşeyi bana olduğu gibi haber verdi .[175]
Halbuki, ben onları hiç kimseye söylememiştim!
Hemen:
´Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
Sen de, hiç şüphesiz, Resûlullahsın!
Benim için Allahtan mağfiret dile!´ dedim.
´Allah seni mağfiret etsin, yarlıgasın!´ buyurdu.
Halbuki;
´Araplardan ve Arap olmayanlardan Muhammed´e tâbi olmadık hiç kimse kalmasa, ben sana tâbi olmam!´ diyordum."[176]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kaçışan Müslümanlara Seslenişi ve Hz. Abbas´ı Seslendirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanların bozulup kaçıştıklarını görünce, boz katırının üzerinde, sağına soluna döne döne:
"Ey Allah´ın yardımcıları! Ben Allah´ın kulu ve resûlüyüm! Sabır ve sebat gösteriniz!" buyuruyor-du.[177]
Hz. Abbas der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamla Huneyn harbinde bulundum.
Ebu Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib ile ben, Resûlullah Aleyhisselamın ardına düştük. Kendisinden hiç ayrılmadık.
Resûlullah Aleyhisselam, beyaz katırının üzerinde idi.
Müslümanlarla kâfirler karşılaşınca, Müslümanlar dönüp gerilediler.
Resûlullah Aleyhisselam ise, katırını kâfirlere doğru mahmuzlamaya başladı.
Ben Resûlullah Aleyhisselamın katırının geminden tutuyor, onu, koşmasın diye engelliyordum.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
´Ey Abbas! Ashâbu´s-Semüre´ye seslen!1 buyurdu.
Bunun üzerine, ben sesim çıkabildiğince:
´Yâ Eshâbessemüre! Ey semüre ağacının altında Resûlullah Aleyhisselama bey´at etmiş olan saha-biler! Nendesiniz !´ diyerek haykırdım.
Vallahi, sesimi işittikleri zaman yerlerine dönüşleri, ineğin yavrularına dönüşü gibi idi!
Ensara, önce genellikle:
´Ey Ensar cemaati! Ey Ensar cemaati!1
Sonra, özellikle de:
´Ey Benî Haris b. Hazrec cemaati! Ey Benî Hazrec cemaati!´ diye seslenilince, onlar
´Buyur! Buyur! Buyur!´ diyoriar,[178] bindikleri develerini geri çevirmek istiyorlar, fakat geri çevirmeye güç yetiremiyorlar; hatta sırtlarındaki zırh gömleklerini çıkarıp develerinin boyunlarına attıkları halde, onları durduramıyorlandı. En sonunda, kılıçlarını, kalkanlarını alıp kendilerini develerinden aşağı atarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına koşuyorlardı![179]
Sa´d b. Ubâde, Hazrecîlere:
´Yetişiniz ey Hazrecîler! Yetişiniz ey Hazrecîler!´
Useyd b. Hudayr da:
´Yetişiniz ey Evsîler! Yetişiniz ey Evsîler!´ diyerek seslendikleri zaman, arıların beylerinin başına toplandıkları gibi, her taraftan gelen Müslümanlar Hevâzinlerin üzerine öfkeyle atılmaya başladılar!
Muhacirler:
´Yâ Benî Abdurrahman!1
Evsîler:
´Yâ Benî Ubeydullah! Ey Allah süvarileri!´ diyerek hay kırıyorlardı. "[180]
Dönüp gelenler, Hevâzin müşriki eriyle çarpışmaya giriştiler.[181]
Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresi, Müslümanlarla çarpışan Hevâzin müşrikleri tarafından sarılmıştı.[182]
Hz. Osman, Hz. Ali, Ebu Dücâne ve Eymen b. Ubeyd, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde çarpışıyorlardı.[183]
O gün, Hz. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde çarpışanların hızlısı, en hiddetli ve şiddetlisi idi.[184]
Ebu Süfyan b. Haris der ki:
"Allah biliyor ki, ben, Resûlullah Aleyhisselamın önünde ölmek istiyordum.
O sırada, Abbas b. Abdulmuttalib, Resûlullah Aleyhisselamın katırının gemini tutuyordu.
Ben de, öbür yanına geçip katırının geminden tutunca, Resûlullah Aleyhisselam:
´Kim bu ´ diye sordu.
Yüzümden, miğferimi kaldırdım.
Abbas:
´Yâ Rasûlallah! (Süt) kardeşin ve amcanın oğlu Ebu Süfyan b. Hâris´tir. Ondan razı ol!1 dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Öyle yaptım! Allah onun bütün düşmanlıklarını bağışlasın!´ buyurdu.
Bunun üzerine, üzengideki ayağını öptüm.
Sonra, bana döndü de:
´Evet! (Süt) kardeşimdir!´ buyurdu."[185]
Peygamberimiz Aleyhisselam, boz katırının üzerinde üzengilere basarak dikilip Müslümanların Hevâzinlere kılıçla giriştiklerini görünce:
"İşte, bu, tandırın tutuştuğu (savaşın kızıştığı) zamandır!" buyurdu.[186]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yüce Allah´a Dua Edişi ve Müşriklerin Bozguna Uğrayışı
Müslümanlar bozguna uğrayıp da düşmanlar Peygamberimiz Aleyhisselama doğru yönelince,[187] Peygamberimiz Aleyhisselam katırından yere inip:[188]
"Peygamber, benim! Yalan yok!
Abdulmuttalib´in oğlu benim![189]
Allah´ım! Bize yardımını indir![190]
Ey Allah´ım!
Ben, Senden, bana olan (zafer) va´dini yerine getirmeni diliyorum ![191]
Ey Allah´ım! Muhakkak ki Sen onların bize galip gelmelerini istemezsin!"[192] diyerek, Allah´tan yardım ve zafer diledi.[193]
"Ey Allah´ım! Hamd Sana mahsustur. Şikâyetler ancak Sana arzolunur. Yardım ancak Senden dilenir" diyerek dua edince, Cebrail Aleyhisselam gelerek:
"Sana telkin olunan bu kelimeler, arkasında Firavun bulunduğu ve kendisine deniz yarılıp yol açıldığı gün Musa´ya da Allah tarafından telkin olunmuştu!" dedi.[194]
Peygamberimiz Aleyhisselam yerden aldığı bir avuç toprağı[195] veya kumu[196] müşriklerin yüzlerine doğru attı, saçtı.[197]
"Bu yüzler kara olsun!" dedi.[198]
Onlardan, Allah´ın yarattığı hiçbir kimse yoktu ki,[199] Yüce Allah, o bir avuç toprak veya kumla onların gözlerini doldurmamış,[200] kalblerine korku düşürmemiş olsun![201]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kabe´nin Rabbine andolsun ki; onlar bozguna uğradılar gittiler!" buyurdu.[202]
Cübeyr b. Mut´im, o sıradaki müşahedelerini şöyle anlatır:
"Hevâzinler, bozguna uğramadan, Müslümanlarla çarpıştıkları sırada, gökten simsiyah örtü gibi birşeyin gelip bizimle Hevâzinler arasına düştüğünü,[203] bu gökten gelip bizimle Hevâzinleri gölgeleyen ve ufku kaplayan siyah şemsiye gibi şeye[204] dikkatlice baktığım zaman, onun siyah karıncalar olduğunu,[205] vadiyi doldurduğunu,[206] Huneyn vadisinde karınca seli aktığını gördüm![207]
Onların meleklerden ibaret olduğunda,[208] bunun Allah tarafından bir yardım olup bizi onlarla desteklediğinde hiç şüphem kalmadı.
Nihayet, Hevâzinlerin bozguna uğramalarından başka birşey vuku bulmadı!"[209]
Bir mucize olarak, gökle yer arasında, demir taslar üzerine düşen demir parçalarının çıkardıkları sesler gibi çınlayan sesler de duyulmuştu![210]
Huneyn savaşında bulunmuş olan Süveyd (veya Büreyd) b. Âmir de, o zaman yüreklerine düşen korku soruldukça, eline çakıl taşları alır, onu bir tasın içine atarak sesler çıkarttırır ve:
"İşte, içimizde böyle sesler çınladığını duymuştuk!" derdi.[211]
Yine, Müslüman olan Hevâzinlerin anlattıklarına göre; birdenbire bozguna uğramışlar, arkalarına döndükçe, Müslümanlar tarafından takip edildiklerini görmüşler, her tarafa dağılmışlar, kaçıp kurtulabilenler ancak soluklarını yurtlarının en yüksek yerinde almışlardı ![212]
Haris b. Bedel de; Peygamberimiz Aleyhisselam yerden bir avuç toprak alıp Hevâzinlerin yüzlerine atınca bozguna uğradıklarını, her ağacı, her taşı, arkalarından gelen bir süvari sandıklarını söyler.[213]
Hz. Abbas da, bu husustaki müşahedelerini şöyle anlatır:
"Gidip baktığımda, savaş gördüğüm biçimde, aynı şiddette devam edip dururken,[214] vallahi, Resûlullah Aleyhisselamın kumları onlara atmasından sonradır ki, güçlerinin azaldığını, işlerinin tersine döndüğünü gördüm!
Nihayet, Allah onları bozguna uğrattı.
Resûlullah Aleyhisselamın da katırını tepip onları takip ettiğini hâlâ gözlerimle görürgibiyimdir!"[215]
Sakîflerden Öldürülenler ve Kaçıp Taif Kalesine Sığınanlar
Sakîflerden müttefiklerin bayrağı Karib b. Esved b. Mes´ud´un yanında idi. Hevâzinler bozguna uğrayınca, Karib, sancağı, bayrağı bir ağaca dayayarak; müttefiklerden amcasının oğullarıyla birlikte kaçtı.
Onlardan, iki kişiden başka, öldürülen olmadı.
Birisi Gıyerelerden Vehb, diğeri de Benî Kubbelerden Cülah (Leclac) idi. Peygamberimiz Aleyhisselam, Cülah´ın öldürüldüğünü işittiği zaman: "Bugün, Sakîf gençlerinin ulusu öldürülmüştür!" buyurdu.[216]
Hevâzin Savaşında Taifli Sakîflerden Öldürülenlerin Sayısı
Hevâzinler bozguna uğrayınca, Taifli Sakîflenden Malik oğullarının bayrağı altında yetmiş kişi,[217] Bedir savaşında Kureyşlilerden öldürülmüş olanlar kadar[218] adam öldürüldü.[219] Malik oğullarının bayrağını Zülhımar taşıyordu.
Zülhımar öldürülünce Osman b. Abdullah b. Rebia almış, çarpışırken o da öldürülmüştü.[220] Peygamberimiz Aleyhisselam, onun öldürüldüğünü işitince: "Allah kahretsin onu! Çünkü o Kureyşîlere çok kin beslerdi" buyurdu.[221] Osman b. Abdullah, bütün köleleri ve azadlılan ile birlikte savaşa katılmıştı. O gün, hepsi de öldürüldüler.[222]
Benî Riab veya Rebablardan Nasr oğulları da çok öldürüldüler. Abdullah b. Kays:
"Yâ Rasûlallah! Riab oğulları mahvoldular!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Allah´ım! Onların musibet ve helaki arını iyileştir!" diyerek dua etti .[223]
Hevâzin Ordularının Etrafa Dağılışı ve Düreyd´in Öldürülüşü
Bozguna uğrayan Hevâzin ordularından bir kısmı Taife gittiler.[224] Bir kısmı Evtas´ta ordugâh kurdu. Bir kısmı Nafileye doğru yönelip gitti.
Nahle´ye doğru gidenler arasında Giyere (Aneze) oğullarından başkası bulunmuyordu.
Nahle´ye doğru giden halkı, İslâm süvarileri takip ettiler.
Fakat, onlardan, dağ yollarını tutanları takip etmediler.
Rebia b. Rüfey1, Düreyd b. Sımme´ye yetişip devesinin yularından tuttu. Onu kadın sanıyordu.
Çünkü, deve üzerinde kadınların taşınmasına mahsus hevdecimsi bir mahfaza içinde bulunuyordu.
Rebia, onun içindekinin erkek olduğunu anlayınca, deveyi ıhdırdı.
Çok yaşlanmış bir adam olan Düreyd b. Sımme ile karşılaştı.
Henüz gençlik çağında bulunan Rebia, Düreyd´i hiç tanımıyordu.
Düreyd, ona:
"Beni ne yapacaksın " diye sordu.
Rebia:
"Öldüreceğim!" dedi.
Düreyd:
"Sen kimsin " diye sordu.
Rebia:
"Ben Rebia b. Rüfey´ü´s-Sülemf´yim!" dedikten sonra, ona kılıçla bir darbe indirdi. Fakat birşey yapamadı.
Düreyd:
"Anan seni ne kötü çıkarmış (doğurmuş)!
Semerin arkasında, hevdecin içindeki kılıcı al da, bana onunla vur!
Kılıcı vururken de, kafa kemiğinin yukarısından dimağın aşağısına doğru indir!
Ben, adamları öldürürken, böyle vururdum!
Sonra, ananın yanına vardığın zaman, Düreyd b. Sımme´yi kendinin öldürdüğünü ona haber ver!
Vallahi, benim kadınlarınızı koruduğum, esirgediğim zamanlar olmuştur!" dedi.
Süleym oğulları, Rebia Düreyd´i kılıçla vurup yere düşürdüğü zaman, kıçının açılıp çıplak atlara binmekten her iki budunun kılları dökülerek parlak, tüysüz hale geldiğinin görüldüğünü söylerler.
Rebia, yurduna dönüp Düreyd´i öldürdüğünü haber verince, anası:
"Amma, vallahi, o senin analarından üçünü[225] bir sabah babanın alnının saçını keserek azad etmiş, serbest bırakmıştı!" dedi.
Rebia:
"Ben bunu bilmiyordum!" dedi.[226]
Anası:
"O bize olan iyiliğini sana haber verince, onu öldürmekten vazgeçmeli ve böylece kendisine ikramda bulunmalı değil miydin " dedi.
Rebia:
"Ben, Allah´ın ve Resûlünün rızasını kazanmak için, ona ikramda bulunmadım!" dedi.[227]
Düreyd b. Sımme ile birlikte kaçanlar, alûyüz kişilik bir cemaat idi.
Üçyüzü öldürülmüştü.[228]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kaçan Düşmanları Takip Etmelerini Mücahidlere Emredişi ve
Hevâzin Orduları Başkumandanının Taif Kalesine Sığınışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, kaçan düşmanları takip etmelerini Müslümanlara emretti.[229]
Hevâzin ordularının başkumandanı Malik b. Avf, bozguna uğradığı zaman, kavminin bazı süvarileriyle birlikte yolda iki dağ arasındaki yüksekçe bir yerde durup, arkadaşlarına:
"Zayıf olanlarınız gelinceye kadar bekleyiniz de, arkanızdakiler gelip size kavuşsunlar!" dedi.
O sırada, uzaktan İslâm süvarileri gözükünce, Malik b. Avf, arkadaşlarına:
"Bakınız, neler görüyorsunuz " diye sordu.
Arkadaşları:
"Atlar üzerinde, mızraklarını atlarının kulakları arasına uzatmış, uzun bacaklı bir kavim görüyoruz!" dediler.
Malik b. Avf:
"Onlar, kardeşleriniz Süleym oğullarıdır!
Onlardan size zarar gelmez!"* dedi.
Vadinin içine girdikleri zaman, arkalarından, başka bir süvari birliğinin gelmekte olduğu görüldü.
Malik b. Avf, arkadaşlarına:
"Bakınız! Neler görüyorsunuz " diye sordu.
Arkadaşları:
"Mızraklarını yanlamasına uzatmış, atları üzerinde, kendilerini belli etmeyen bir kavim görüyoruz!" dediler.
Malik b. Avf:
"Onlar, Evs ve Hazreclerdir.
Onlardan da size zarar gelmez!" dedi.[230]
Dağ yolunun dibine varınca, Benî Süleymlerin gittikleri yolu tuttular.
Orada birtakım atlılar göründü.[231]
Malik b. Avf:
"Bakınız! Neler görüyorsunuz " diye sordu.
Arkadaşları:
"Atlar üzerinde, heykeller gibi kimseler görüyoruz!" dediler.
Malik b. Avf:
"Onlar, Ka´b b. Lüeyylerdir!
Onlar sizinle çarpışırlar!" dedi.
Süvariler gelip sarınca, Malik b. Avf esir düşmekten korkarak hemen atından indi. Bir çalının içine saklandı.
Sonra, kaya aralarından, dağın tepesindeki hurma ağacının yanına kadar çıkıp canını kurtardı, arkasından gelenlere yakalanmadı.[232]
Malik b. Avf, arkadaşlarına:
"Bakınız! Daha neler görüyorsunuz " diye sordu.
Arkadaşları:
"Uzun bacaklı, mızraklarını omuzlarının üzerlerine koymuş, başlarına bez sarmış birtakım atlılar;[233] aralarında da, başına san sarık sarmış, mızrağı om uzunda, sert adımlarıyla yeri sarsa sarsa yürüyen bir adam görüyoruz!" dediler.
Malik b. Avf:
"İşte o, Safiyye´nin oğlu[234] Zübeyr b. Avvam´dır!
Lâfa yemin ederim ki; o, sizinle karşılaşacak![235] Sizi yerinizden ayıracaktır!" dedi.[236]
Gerçekten de, Zübeyr b. Avvam, onları görünce, bulundukları yerden indirip kaçırıncaya kadar saldırmaktan geri durmadı.[237]
Malik b. Avf kaçıp kendisine ait Liyye kalesine, oradan da Sakîflerin kalesine sığındı .[238]
Sa´d b. Bekr Oğullarından Bicad´ın Yakalanıp Esir Edilişi
Sa´d b. Bekr oğullarından Bicad ağır bir suç işlemiş.[239] bir müslümanı tutup azalarını kesmiş, sonra da kendisini ateşe atarak yakmıştı.
Bicad, suçunun ağırlığını bildiği için, kaçmıştı.[240]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sa´d b. Bekr oğullarından Bicad´ı yakalayabilirdeniz, onun elinizden kaçıp kurtulmasına meydan vermeyiniz!" buyurmuştu.
Müslümanlar onu yakaladılar[241] ve ev halkı ile birlikte esir ettiler.[242]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sütkardeşi olan, Ben îSa´dlardan Şeymâ da, Bicad ve onun ev halkı ile birlikte esir edilmiş bulunuyordu.[243]
Şeymâ´nın Peygamberimiz Aleyhisselamla Konuşması
Şeymâ esirler arasında getirilirken yolda kendisine katı ve sert davranılınca:
"Biliniz ki; vallahi, ben sizin efendinizin sütkardeşiyim!" dedi.
Fakat, onun bu sözüne pek inanmadılar. Kendisini Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdiler.[244]
Şeymâ:
"Yâ Muhammed![245] Yâ Rasûlallah![246] Ben senin sütkardeşinim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Buna alamet ve işaret nedir [247]
Doğru söylüyorsan, benim tarafımdan sana yapılmış, belirsiz olmayan biriz gösterebilir misin " diye sordu[248]
Şeymâ, kolunu açıp:
"Evet yâ Rasûlallah! Sen küçük iken, beni ısırmıştın! İşte, ısırık izi![249]
Arkamda, omuzumda bulunan ısırık izi ki, onu sen ısırmıştın!
O zaman, ben seni kucağıma almıştım![250]
Sirer vadisinde, ailemizin davarlarını otlatıyorduk.
O zaman, benim babam, senin de (süt) babandı.
Benim annem, senin de (süt) annendi.
Seni memeden ben ayırmıştım.
Hatırladın mı şimdi yâ Rasûlallah " dedi.[251]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ısınk izini görünce hatırladı ve tanıdı.
Ridasını yere serdikten sonra, Şeymâ´yı onun üzerine oturttu ve ona:
"Hoşgeldin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın gözleri yaşla doldu.[252]
Ona annesini ve babasını sordu.
Şeymâ, onların daha önce ölmüş olduklarını haber verdi.[253] Peygamberimiz Aleyhisselam, Şeymâ´ya:
"İstersen, sevgi ve saygı görerek yanımda otur![254]
İstersen, yararlanacağın mallar verip, seni kavim ve kabilenin yanına döndüreyim
Ben sana bunu da yaparım" buyurdu.
Şeymâ:
"Olur! Sen bana mal ver[255] ve kavmimin yanına çevir" dedi.[256] Müslüman oldu.[257]
Allah ondan razı olsun!
Şeymâ, Bicad´ın karısının ricası üzerine, suçunun bağışlanmasını, serbest bırakılmasını, Peygamberimiz Aleyhisselamdan diledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Şeymâ Hatunun bu dileğini de yerine getirdi.
Şeymâ Hatuna, ailelerinden kimler kaldığını sordu.
Şeymâ Hatun, kız ve oğlan kardeşleri ile amcası Ebu Bürkan´ın sağ olduklarını haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Şeymâ Hatuna:
"Sen şimdi Ci´râne´ye dön!
Orada kavminle birlikte bulun.
Ben şimdi Taife gideceğim. Oradan Ci´râne´ye döneceğim" buyurdu, onu Ci´râneye yolladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif´ten Ci´râneye döndüğü zaman, Şeymâ Hatuna ve aile halkından sağ olanlara, deve ve davar verdi.[258]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Şeymâ Hatuna, ayrıca bir erkek ve bir de kadın köle verdi.
Şeymâ Hatun onları birbirleriyle evlendirdi.[259]
Mücahidlerin Kadın, Çocuk ve Köle Öldürmemeleri İçin Uyarılışı
Süleym oğulları öncü süvari birliğini teşkil ediyorlar, Halid b. Velid de onlann kumandanı bulunuyordu.[260]
Peygamberimiz Aleyhisselam bir kadın ölüsüne rastlamıştı ki, halk onun başına toplanmışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir bu " diye sordu.
"Bir kadındır. Halid b. Velid öldürdü!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, orada bulunanlardan birisine:
"Halid´e yetiş! Ona:
´Resûlullah seni çocuk, kadın ve hizmetçi öldürmekten men ediyor!1 de!" buyurdu.[261]
Peygamberimiz Aleyhisselam, başka bir kadın ölüsü gördü ve onu kimin öldürdüğünü sordu.
Bir adam:
"Yâ Rasûlallah!
Onu ben öldürdüm!
Kendisini terkime almıştım. O beni öldürmek isteyince, ben onu öldürdüm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun gömülmesini emretti.[262]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerin çocukları da öldürmeye başladıklarını işitince, mücahi-dlere:
"Dikkat ediniz! Çocuklar öldürülmeyecektir!
"Dikkat ediniz! Çocuklar öldürülmeyecektir!
"Dikkat ediniz! Çocuklar öldürülmeyecektir!" buyurdu.
Useyd b. Hudayr
"Yâ Rasûlallah! Onlar, müşriklerin çocukları değiller mi " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizin en hayırlılarınız da, müşriklerin çocukları değiller midir
Her çocuk, İslâm yaratılışı üzere doğar, dili dönünceye kadar, öyle gider.
Ana ve babalan onu ya Yahudileştirir, ya da Hıristiyanlaştırır!" buyurdu.[263]
Ebu Âmir el-Eş´arî´nin Evtas´ta Savaşması ve Orada Şehit Oluşu
Huneyn´de bozguna uğrayan Hevâzinlerden bir kısmı Evtas ordugâhında toplanmışlardı. Toplananların sayısı pek çoktu.[264]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir sancak bağlayarak, Ebu Âmir el-Eş´arî´yi Seleme b. Ekvâ ile birlikte Evtas´a gönderdi.
Evtas´ta üslenen müşrikler, kendilerini savundular.[265]
Hevâzinlerden bir adam, meydana çıkıp:
"Benimle çarpışacak kim var " diyerek bağırdı.
Ebu Âmir ona karşı vardı.[266] Adam Ebu Âmir´e saldırdı.
Ebu Âmir onu İslâmiyete davet etti[267] ve:
"Ey Allah! Şahit ol ona! (Onu İslâmiyete davet ettiğime!)" dedi.[268]
Üzerine yürüdü. Onu öldürdü.
Sonra, ikinci bir adam çıkıp Ebû Âmir´e saldırdı.
Ebu Âmir, onu İslâmiyete davet etti ve:
´Ey Allah! Şahit ol ona! (Onu İslâmiyete davet ettiğime!)" dedi.
Vurup onu da öldürdü.
Hevâzinler birer birer meydana çıkıyor, Ebu Âmir´e saldırıyor, Ebu Âmir de onları önce İslâmiyete davet ediyor, sonra da üzerlerine yürüyüp onları öldürüyordu.
Ebu Âmir, böylece, onlardan dokuz kişi öldürdü.[269]
Dokuzuncusu, çarpışmak için alâmetienmiş, koşa koşa gelmişti.
Meydana çıkan onuncu adam, başına sarı bir sarık sanmıştı.[270]
Gelir gelmez, Ebu Âmir´e saldırdı.
Ebu Âmir de onun üzerine yürüdü.
Kendisini önce İslâmiyete davet etti ve sonra da:
"Ey Allah! Şahit ol ona! (Onu İslâmiyete davet ettiğime!)" dedi.
Adam:
"Ey Allah! Bana şahit olma!" deyince, Ebu Âmir ondan elini çekti, adam da kaçıp kurtuldu.
Kendisi, sonradan Müslüman oldu. İslâmiyet ameli eriyle Müslümanlığını güzelleştirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu gördükçe:
"Bu, EbuÂmir´in kaçırdığıdır!" buyururdu.[271]
BenîCüşem b. Muaviyelerden Hâris´in oğulları Ali ile Evfâ, Ebu Âmir´e ok atarak, biri onu kalbinden, diğeri de dizinden vurdu.[272]
Ebu Musa el-Eş´arî der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam beni de amcam Ebu Âmirle birlikte göndermişti.
Savaş sırasında Ebu Âmirin dizine Cüşem kabilesinden birisi tarafından bir ok atılmıştı.
Okçu, okunu EbuÂmir´in dizkapağına saplamıştı.
Hemen, Ebu Âmir´in yanına koştum.
Ona:
´Ey amca! Oku sana kim attı ´ diye sordum.
´İşte, ok atan katilim şudur!´ diyerek onu gösterdi.
Ben hemen katile doğru koştum ve yetiştim.
Katil, beni görünce, dönüp kaçmaya başladı. Ben de onun ardına düştüm.
Hem koşuyor, hem de:
´Sen kaçmaktan utanmıyor musun Niçin durmuyorsun ´ diyerek bağırıyordum.
Adam, nihayet, kaçmaktan vazgeçti.
Her ikimiz kılıçlarımızla vuruşmaya başladık. En sonunda, ben onu öldürdüm.
Sonra, Ebu Âmir´in yanına gelip:
´Allah, adamını öldürdü!´ dedim.
Amcam, bana:
´Şu oku dizimden çek, çıkar!1 dedi.
Ben de oku hemen çıkardım.
Fakat, okun yerinden pek çok su boşandı.
Amcam hayatından umudunu kesti ve bana:
´Ey kardeşimin oğlu! Peygamber Aleyhisselama benden selam söyle! Benim için Allahtan mağfiret dilesin!´ dedi ve beni kendisinin yerine halkın üzerine kumandan tayin etti.[273]
Ebu Âmir sancağı Ebu Musa´ya verdi ve:
´Atımı, silahımı Peygamber Aleyhisselama teslim et1 dedi.[274]
Ebu Âmir, bir müddet sonra, şehit olarak vefat etti.[275]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Ebu Musa el-Eş´arî, sancağı alınca, savaşmaya girişti.
Allah, fetih ve zaferi onun eliyle gerçekleştirdi. Evtas´ta toplanan halkı bozguna uğrattı.[276] Onlar, Evtas´tan Taife kaçtılar.[277]
Ebu Musa el-Eş´arî der ki:
"Evtas´tan dönüp Peygamber Aleyhisselamın huzuruna girdim.[278]
Ebu Âmir´in silahını, atını ve sair eşyasını da yanımda götürdüm.[279]
Resûlullah Aleyhisselam, o sırada, hasırdan örülmüş, üstüne şilte serilmiş bir somya üzerinde yatıyordu.
Hasırın örgüleri, kendisinin sırtına ve böğürlerine iz yapmıştı.[280]
Resûlullah Aleyhisselam, bayrağı benim elimde görünce:
´Ey Ebu Musa! Yoksa Ebu Âmir öldürüldü mü ´ diye sordu.[281]
Kendi haberimizi ve Ebu Âmir´in haberini ve:
´Resûlullah Aleyhisselam benim için Allah´tan mağfiret dilesin!´ dediğini arzettim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam, abdest suyu isteyip abdest aldı.[282]
İki rekat namaz kıldı.[283]
Sonra, ellerini kaldırıp:
´Ey Allah´ım! Kulcağızın Ebu Âmir´i yarlığa!´ diyerek dua etti.
Dua ederken ellerini o kadar kaldırdı ki, koltuklarının beyazlığını gördüm!
Sonra:
´Ey Allah´ım! Onu, yarattığın insanlardan çoğuna, Kıyamet gününde mertebece üstün kıl![284] Cennette onu ümmetimin üstünlerinden eyle!´ diye dua etti.[285]
´Yâ Rasûlallah! Biliyorum ki; Yüce Allah Ebu Âmir´i muhakkak yarlıgamış, kendisi şehit olarak da öldürülmüştür.
Yâ Rasûlallah! Benim için de Allahtan mağfiret dile!´ dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Allah´ım! Abdullah b. Kays´ın günahını bağışla!
Kıyamet günü, onu da, girilecek üstün bir mertebeye girdir![286]
Onu da ümmetimin üstünlerinden eyle!´ diyerek dua etti ve Ebu Âmir´in terikesini oğluna vermemi bana emir buyurdu, verdim ."[287]
Huneyn ve Evtas Şehitleri
1. Eymen b. Ubeyd,
2. Sürâka b. Haris,
3. Ebu Âmir el-Eş´arî.[288]
4. Rukaym b. Sabit,[289]
5. Zeyd b. Rebia.[290]
Allah onlardan razı olsun![291]
Halid b. Velid´in Yaralanışı ve Yarasının İyileştirilişi
Abdullah b. Ezher der ki:
"Halid b. Velid, Resûlullah Aleyhisselamın süvari birliği kumandanı idi.
Kâfirleri bozguna uğrattığı zaman, Resûlullah Aleyhisselamı gördüm.
Müslümanlar konakyerlerine dönüyor, Resûlullah Aleyhisselam da Müslümanlar arasında bulunuyor ve:
´Bana Halid b. Velid´in konak yerini kim gösterir 1 diye soruyordu.
Hemen koşup Resûlullah Aleyhisselamın önüne vardım.
Bize Halid b. Velid´in konak yeri gösterildi.
O sırada, Halid b. Velid, hayvanının sırtna dayanmış, duruyordu.
Resûlullah Aleyhisselam onun yanına vanp yarasına baktı.[292] Yarası çok ağırdı.[293] Yarasının üzerine püskürdü.[294] Yarası hemen iyileşti.[295]
Huneyn Esirleriyle Ganimet Mallarının Ci´râne´ye Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Huneyn´de alınan esirlerle ganimet mallarını biraraya toplattı ve bunların üzerine Mes´ud b. Amr el-Gıfârî´yi memur etti.
Esirlerle ganimet mallarının Ci´râne´ye götürülüp orada tutulması için emir verdi.[296] Esirlerin başına Ebu Süfyan b. Harb´in[297] veya Büdeyl b. Verkâ´nın dikildiği de rivayet edilir.[298] Esirlerin pek çok olduğu gözönünde tutulursa, esirlerin başına her üçü de dikilmiş olabilir. Müslümanlar, aldıkları ganimetleri, memurtayin olununcaya kadar, biryerde muhafaza etmekte idiler.
"Allah´a ve ahiret gününe inananlar, bölüştürül üne ey e kadar, onlardan birşey almasınlar!" diyerek halka ilan edildi.[299]
Huneyn´de Tazelenen ve Hükme Bağlanan Bir Kan Dâvâsı
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir gün, öğle namazını kıldıktan sonra, bir ağacın gölgesine gidip oturmuştu.
Gatafanların başkanı Uyeyne b. Hısn ile Akra1 b. Habis kalkıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardılar:
Uyeyne b. Hısn, öldürülmüş olan Adbatu´l-Eşcâî´ye karşılık kısas edilmek üzere Muhallim b. Cessâme´nin kendilerine teslimini istiyor; Akra1 b. Habis de Hındıf adına Muhallim b. Cessâme´nin savunmasını yapıyordu.[300]
Uyeyne b. Hısn:
"Vallahi yâ Rasûlallah! O benim kadınlarıma ölüm acısını tattırıp canlarını yaktığı gibi, ben de onun kadınlarına ölüm acısını tattırıp canlarını yakmadıkça, onun yakasını bırakmam!" dedi.[301]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Uyeyne b. Hısn´a:
"Onun (öldürülenin) diyetini (kan bedelini) alsan, olmaz mı " buyurdu.
Uyeyne b. Hısn, Peygamberimiz Aleyhisselamın teklifini kabule yanaşmadı. Sesler yükseldi, gürültüler çoğaldı.[302]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Bu seferimiz sırasında elli deve, dönüşümüzde elli deve diyet alacaksınız!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn, yine yanaşmadı.[303]
Mükeytel (veya Müleyser) adlı kısa boylu,[304] tam silahlı, eli kalkanlı[305] bir adam kalkıp:
"Yâ Rasûlallah! Doğrusu, ben, İslâmiyetin başında, böyle bir adam öldürme işine rastlamadım!
Önde gelen davar okla vurulunca, arkadaki ürker, kaçar!
Sen bugün kana kanla hüküm ver de, yarın istersen değiştir, diyet üzerine hüküm ver!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, elini kaldırarak:
"Hayır! Bu seferimiz sırasında, hemen elli deve, dönüşümüzde de elli deve diyet alacaksınız!" buyurdu.[306]
Akra1 b. Habis; Uyeyne b. Hısn ve Kayslarla bir tarafa çekildi ve onlara:
"Ey Kays topluluğu! Siz, öldürülmüş bir kişi yüzünden halk arasında meydana gelen gerginliği gidermek isteyen Resûlullah Aleyhisselamın sizi lanetlemeyeceğinden, yahut Resûlullahın size kızmayacağından, onun kızmasıyla da Allah´ın size gazap etmeyeceğinden emin misiniz !
Akra´m varlığı Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; ya Resûlullah Aleyhisselam a boyun eğersiniz, o da bu hususta dilediğini yapar, ya da Benî Temimlerden adamınızın kâfir olarak öldürüldüğüne ve hiçbir zaman namaz kılmadığına şehadet edecek elli kişi getiririm de, onun ne öcü alınır, ne de ondan dolayı size bir diyet ödenir!" dedi.
Akra´m bu sözünü işitince,[307] diyet almayı kabul ettiler.[308]
O sırada, Muhallim b. Cessâme halkın yanında bulunuyor, ona:
"Git de, Resûlullah Aleyhisselam senin için Allah´tan mağfiret dilesin!"[309] diyorlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın yanındaki kimseler de, Akra´ b. Hâbis´e:
"Şu adamınız nerede ise gelse de, Resûlullah Aleyhisselam onun için Allahtan mağfiret dilese olmaz mı " deyip duruyorlardı.[310]
Uzun boylu, hafif etli, üzerine yeni bir elbise giymiş, kısas olarak öldürülmek için hazırlanmış bir adam kalkıp Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdu.[311]
Adamın gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Yâ Rasûlallah! İşitmiş olduğun işten dolayı, ben nedamet ve Allah´a tevbe ediyorum!
Sen benim için Allah´tan mağfiret dile!" dedi.[312]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"İsmin nedir " diye sordu.
Adam:
"Ben Muhallim b. Cessâme´yim!" dedi.[313]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Demek, sen ´Allah´a iman ettim!´ diyen bir adamı,[314] daha İslâmiyetin başlangıcında, silahınla öldürdün hâ !" buyurdu.[315]
"Ey Allah´ım! Muhallim b. Cessâme´yi yarlıgama!
Ey Allah´ım! Muhallim b. Cessâme´yi yarlıgama!
Ey Allah´ım! Muhallim b. Cessâme´yi yarlıgama!" diyerek dua etti.[316]
Hasanü´l-Basrî´nin sözlerini yeminle te´kid ederek bildirdiğine göre; Muhallim b. Cessâme çok kalmadı, bir hafta sonra öldü!
Yer onun ölüsünü dışarı attı.[317]
Sonra, onu tekrar gömdüler.
Yer onu yine dışarı attı.[318]
Bunun üzerine, kavmi onun ölüsünü iki dağ arasına bıraktılar.[319] Vahşi hayvanlar onu yediler![320]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhallim b. Cessâme´nin akıbetini işitince:
"Vallahi, yer ondan daha kötüsünün üzerini örtmüştür.
Fakat, Allah, aranızdaki yasak (birbirinizin canına kıymamak) hakkında, gösterdiği şeyle size öğüt vermek istemiştir" buyurdu.[321]
Kur´ân-ı Kerîm´in Huneyn Savaşı Münasebetiyle Açıklaması
"Andolsun ki; Allah, birçok yerlerde ve Huneyn gününde, size yardım etmiştir. (O Huneyn gününde ki) çokluğunuz size kibir ve gurur vermişti[322] de, bu, size gelecek şeyden birşeyi gidermeye yaramamıştı. Yeryüzü, o genişliğine rağmen, başınıza dar gelmişti. (Düşman karşısında) bozguna uğrayarak gerisin geri dönüp gitmiştiniz. Sonra, Allah, Resûlü ile mü´minlerin üzerine sekînetini indirdi. Görmediğiniz ordularını indirdi ve kâfirleri azaplandırdı. Bu, o kâfirlerin cezası idi.
Sonra, Allah, bunun ardından kimi dilerse tevbesini kabul eder. Allah çokyarlıgayıcı ve esirgeyicidir."[323]
Tufeyl b. Amr´ın Zülkeffeyn Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Hevâzinleri bozguna uğratıp Taif üzerine yürümek istediği sırada,[324] Tufeyl b. Amr
"Yâ Rasûlallah! Beni Amr b. Hümeme´nin putu olan Zülkeffeyn´e gönder de, onu yıkayım " dedi.[325]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur!" buyurdu.[326]
Onu Zülkeffeyn´i yıkmaya, yok etmeye gönderdi.[327]
Kavminin İslâm ordusunu desteklemek üzere Taife gelip kavuşmalarını sağlamasını da ona emir buy urdu.[328]
Tufeyl b. Amr, acele kavminin yanına gitti.[329]
Zülkeffeyn; Huzâaların ve Devsîlerin putu idi.
Bunlar, hac yaptıktan sonra Zülkeffeyn´in yanına uğrayıp tazim vazifelerini yerine getirmedikçe, evlerine gelmezlerdi.[330]
Zülkeffeyn putu tahtadan yapılmıştı.[331]
Tufeyl b. Amr onu yıktı.[332] Kırdı.[333] Üzerinde ateş yaktı.[334] Ateş birden alevlenip tutuştu.[335]
Tufeyl b. Amr, onu böyle ateşe verip yakarken, şöyle diyordu:
"Ey Zülkeffeyn! Ben senin kullarından değilim.
Bizim doğumumuz, senin doğumundan daha eskidir!
Ben senin içine ateş doldurdum!"[336]
Zülkeffeyn yakılıp ortada tapılacak birşey kalmayınca, Devs kabilesi halkı topluca Müslüman oldular.[337]
Yüce Allah onlardan razı olsun!
Tufeyl b. Amr, yanına kavminden 400 kişi alarak acele yola çıktı.
Gelişinden dört gün sonra, Peygamberimiz Aleyhisselama kavuştu.
Yanında, ağır savaş aracı olarak debbabe ile mancınık da getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ezd topluluğu! Bayrağınızı kim taşıyor " diye sordu.
Tufeyl b. Amr:
"Bayrağı Cahiliye çağında Numan b. Zarâfe veya Bâziyetü´l-Lehbî adındaki kişi taşır idi" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ona taşıtmakta isabet etmişsiniz!" buyurdu.[338]
Taif´in Kuşatılması
Taif; rakımı yüksekçe, akarsulan, ekinlikleri, hurma bahçeleri, üzüm bağlan bulunan, muz ve sair meyveler yetişen,[339] Mekke´nin doğusunda, Mekke´ye iki-üç merhalelik büyük bir şehirdir.[340]
Mekke´den Taife, yaya yürüyüşüyle bir günde çıkılır, oradan Mekke´ye yarım günde inilir.[341]
Evtas´ta tutunamayarak bozguna uğrayan Sakîfler, Taife sığınıp şehrin kapılarını üzerlerine kilitlemişler, savaşmaya hazırlanmışlardı.[342]
Sakîfler, daha önce, kalelerini de onanmış, bir yıl kuşatılacak olsalar ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar gıda, erzak maddelerini de kale içinde depolamış bulunuyorlardı.[343]
Taif kalesi, şehrin üzerinde olup, iki kapılı idi.[344]
Sakîfler, debbabe, mancınık ve kalkan yapma sanatını öğrenmek üzere Urve b. Mes´ud ile Gaylan b. Seleme´yi, daha önce Cüreş´e göndermişlerdi.
Bunun için, bunlar, ne Huneyn savaşında, ne de Taif in kuşatılmasında bulunmamı şiardır.[345]
Bunlar, bu sanatları öğrenince, Taif kalesinde görevlendirileceklerdi.[346]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Huneyn´den boşalınca, Taifte üslenen düşmanlar üzerine yürümeye hazırlandı.[347]
Halid b. Velid´i 1.000 kişilik bir kuvvetle[348] öncü birliği olarak önden yola çıkardı.[349]
Peygamberimiz Aleyhisselam önce Evtas karargâhına uğradı.[350]
Oradan Nahletü´l-Yemâniye üzerine doğru gitti.
Sonra Kam´a, sonra Müleyha´ya, sonra Liyye´nin Buhretü´r-Riga´ mevkiine uğradı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Liyye´de bir mescid yaptı ve mescidin içinde namaz kıldı.[351]
Mescidin duvar taşlarını ashab taşımış, duvarlarını Peygamberimiz Aleyhisselam örmüştür.[352]
Peygamberimiz Aleyhisselam, öğle namazını Liyye´de kıldığı zaman orada gördüğü bir köşkün kime ait olduğunu, Liyyelilerden sordu.
Liyyeliler:
"Bu, Malik b. Avfın köşküdür" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Malik b. Avf nerededir " diye sordu.
"Onun şimdi Sakîflerin kalesinde olduğunu göreceksin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Köşkün içinde kim var " diye sordu.
Liyyeliler:
"Hiç kimse yok!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlere:
"Yakınız onu!" buyurdu.
Köşk öğle vaktinden güneş batıncaya kadar yakıldı.
Müslümanlar Evtas´a yürüdükleri zaman Malik b. Avf Taife gitmişti.
Taiflilerin muhasara edileceklerini düşünerek hazırlandıklarını, kalelerini onarmış ve kalenin içine de yeteri kadar yiyecek toplamış olduklarını gören Mâlik b. Avf, bunun üzerine, Taifte oturmuştu.[353]
Beliyye´de, Ebu Uhayha Saîd b.Âs´ın mülkü ve bu mülkün yüksekçe bir tarafında da kabri bulunuyordu.[354]
Ebu Uhayha, müşrik olarak ölmüştü.[355]
Peygamberimiz Aleyhisselam kabre doğru bakınca, Hz. Ebu Bekir:
"Allah bu kabrin sahibine lanet etsin!
Çünkü o, Allah´a ve Allah´ın Resûlüne meydan okuyanlardandı!" dedi.
O sırada, Ebu Uhayha´nın iki oğlu; Amr b. Saîd ile Eban b. Saîd, Peygamberimiz Aleyhisselam m yanında bulunuyorlardı.
Bunlar, Hz. Ebu Bekir´in sözüne karşılık olarak:
"Hayır! Allah Ebu Kuhâfe´ye lanet etsin! Çünkü, o misafirleri ağırlamaz, haksızlığa engel olmazdı!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ölüler hakkında-isterse onlar müşrik olsunlar-kötü söz söylemek onlara erişmez, fakat dirileri incitir!" buyurunca, Ebu Bekir de, Saîd b. Âs´ın oğulları da sustular.
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam Liyye´den ayrıldı.[356]
Liyye´den ayrılınca Dayka yolunu tuttu.[357]
"Bu yolun ismi nedir " diye sordu.
"Dayka´dır!"denildi.[358]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! O, Yüsrâ´dır!" buyurdu.
Sonra, Nahb´e uğradı.
Sakîflerden bir adamın mülkünün yakınında bulunan, Sâdıra diye anılan sidre ağacının altına indi.
Sakafî´ye:
"Ya dışarı çıkarsın, ya da bahçenin duvarlarını üzerine yıkarız!" diye haber saldı.
Adam dışan çıkmayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam bahçe duvarlarının yıkılmasını,[359] içinde bulunan şeylerin de yakılmasını emir buyurdu.[360]
Ebu Rigal ve Onun Kabrinden Çıkarılan Altın Dal
Abdullah b. Amr b. As der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Taife giderken, bir kabre rastladık.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Bu kabir Ebu Rigal´in kabridir. Kendisi, Harem´de bulunur ve onunla korunurdu.
Harem´den çıkınca, kavminin uğradığı azaba o da uğrayıp öldü ve buraya gömüldü.
Buna alâmet de, kendisinin yanına gömülmüş olan altından bir daldır.
Kabri açarsanız, onun yanındaki altın dala rastlarsınız!1 buyurdu.
Halk, hemen kabri açmaya giriştiler ve altın dalı bulup çıkardılar."[361]
Ebu Rigal, bu altın dala asa gibi dayanırdı.
Bu dalın ağırlığı yirmi rıtldan fazla idi.[362]
Rıtl; oniki ukiyye, bir ukiyye de kırk dirhem olduğuna göre, altın dalın ağırlığı bin dirhemi aşıyordu.
Rivayete göre; Ebu Rigal, Semûd kavminden olup, Sakîflerin atası idi.[363]
Ebu Rigal´in uğradığı azab ise, şundandı:
Salih Peygamber Aleyhisselam, onu Mekke tarafına zekat ve sadaka tahsildarı olarak göndermişti.
Ebu Rigal, yüz koyunlu bir adamın yanına vardı.
Ona:
´Beni sana Resûlullah gönderdi1 dedi.
Adam:
´Resûlullahın elçisi, hoşgeldi, safa geldi. İstediğini al!´ dedi.
Ebu Rigal, sütlü koyunu aldı.
Adam:
´O, anasının ölümünden sonra sağ kalan şu çocuğundur! Onun yerine, on koyun al´ dedi.
Ebu Rigal:
´Hayır!´ dedi.
Adam:
´Yirmi koyun al!´ dedi.
Ebu Rigal:
´Hayır!´ dedi.
Adam:
´Elli koyun al!´ dedi.
Ebu Rigal:
´Hayır!´ dedi.
Adam:
´Şu sütlü koyundan başka, koyunların hepsini al!1 dedi.[364]
Annesiz kalan çocuk, o bir koyunun sütü ile beslenmekte idi.[365]
Ebu Rigal:
´Hayır!´ dedi.
Bunun üzerine, adam:
´Eğer sen süt içmeyi seversen, ben de severim!´ diyerek, ok çantasındaki okları yere serdi.
Sonra da:
´Ey Allah´ım! Sen şahit ol!´ dedi. Yayına yerleştirip attığı bir okla Ebu Rigal´i öldürdü.
´Bunun haberi, Allah´ın peygamberine benden önce erişmesin!´ dedi.
Salih Peygamberin yanına varıp Ebu Rigal´in yaptıklarını ona haber verdi.
Salih Aleyhisselam ellerini göğe kaldırdı ve üç kere:
´Ey Allah´ım! Ebu Rigal´e lanet et!´ diyerek dua etti.[366]
Ebu Rigal´i öldüren, Kays b. Aylanlardan Münebbih b. Hevâzin´in oğlu Sakîf idi.[367]
Halid b. Velid´in Taiflilerle Konuşmak İsteyişi
Öncü birliği kumandanı Halid b. Velid, Taif kalesine yaklaşıp, onlara yüksek sesle:
"Ya sizden birisi yanınıza dönünceye kadar emanda olmak üzere yanıma insin, kendisiyle konuşayım; ya da, aynı şekilde, ben sizin yanınıza varıp sizinle konuşayım" diyerek seslendi.
Taifliler:
"Ey Halid! Ne bizden senin yanına bir adam inecektir, ne de sen bizim yanımıza geleceksin!
Muhakkak ki, senin sahibin, bizden başka, çarpışmayı iyi bilen bir kavimle karşılaşmamıştır!" dediler.
Halid b. Velid:
"Benim sözümü dinleyiniz! Yesrib´de, Hayber´de, kaleler ve kuvvetlere sahip olanlar, Resûlullah Aleyhisselama teslim oldular, boyun eğdiler!
Fedek´e bir tek elçi gönderdi. Onlarda, onun hükmüne boyun eğdiler.
Ben size Kurayza Yahudilerinin günlerce kuşatıldıktan sonra Resûlullah Aleyhisselama nasıl boyun eğmek zorunda kaldıklarını ve savaş erlerinin öldürülüp çoluk çocuklarının esir edildiklerini hatırlatır ve sizi uyarırım!
Resûlullah Aleyhisselam Mekke´yi fethetmiş, Hevâzinleri de mağlup ve esir etmiş bulunmaktadır.
Siz yeryüzünde ancak şu kalenizin içinde sıkışmış kalmış bulunuyorsunuz. Çevrenizde bulunanlar da, Müslüman olmuşlar, bırakılmışlardır..." dedi.
Taifliler:
"Biz dinimizden kat´iyyen ayrılmayız!" dediler.[368]
Taiflilerin Çirkin Bir Tedbire Başvurmaları ve İslâm Mücahidlerine Ok Yağdırmaları ve
Karargâhın Başka Bir Yere Değiştirilmek Zorunda Kalınışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, İslâm mücahidleriyle birlikte ilerlemeye devam ederek Taif´in yanıbaşında bir yerde konakladı ve ordugâhını orada kurdu.[369]
O sırada, Taifliler sihirbaz bir karıyı kalenin üzerine çıkartmış, İslâm askerlerine karşı karının edeb yerini açtırıp Müslümanların yönlerini başka tarafa çevirttirmek suretiyle kalelerini korumak istemişlerdi!
Amr b. Ümeyyetü´d-Damrî der ki:
"Taif´te konakladığımız zaman, Allah bilir ki, Taifliler üzerimize çekirge sürüsü gibi ok yağdırdılar! Onlardan, kalkanlarımızla korunmaya çalıştık.
Hatta, Müslümanlardan bazıları yaralanarak şehit oldular.[370]
İslâm ordugâhı, Taif surlarına çok yakındı.
Taifliler çıkıp Müslümanları oka tutuyor ve hemen geri dönüp kapılarını kapatıyorlardı.
Müslümanlar ise, onların surundan içeriye girmeye güç yetiremiyorlardı.[371]
Ebu Mıhcan´ı, kale üzerinde kargı gibi uzun okları atar ve attığını boşa gidermezken gördüm!
Resûlullah Aleyhisselam, Hubab b. Münzir´i yanına çağırdı ve ona:
´Şu kavimden uzakça ve yüksekçe bir yer araştır, bul!1 buyurdu.
Hubab b. Münzir, karyenin dışında, Taif Mescidinin bulunduğu yere kadar gidip geldi ve orasının karargâh edinilmeye elverişli olduğunu bildirdi.[372]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ordugâhı oraya,[373] yani halen Taif Mescidinin bulunduğu yerin yanına kaldırdı.[374]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan iki zevcesinden birisi Hz. Ümmü Seleme,[375] diğeri de Hz. Zeyneb idi.[376]
Onlar için de iki çadır kuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam namazlarını bu iki çadır arasında kılar ve orada otururdu.[377]
Sakîfler Müslüman olduktan sonra, Amr b. Ümeyye b. Vehb b. Muattib b. Malik Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yere bir mescid yaptı.
İşte, Sariye diye anılan mescid budur.
Rivayete göre; bu mescidde sariye (direk) vardı ki, Allah´ın her günü, güneş doğarken ondan bir ses işitilir,[378] işitilen bu sesin Allah´ı bir teşbih olduğu sanılırdı.[379]
Taif´in Kuşatılışı ve Sakîfleri Boyun Eğdirmek İçin Bazı Tedbirlere Başvuruluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam Taif´i yirmi geceden fazla[380] veya otuz gece veya buna yakın müddet kuşattı.[381]
Taif halkı olan Sakîflerle, günlerce, en şiddetli bir şekilde ok savaşı yapıldı.[382]
Sakîfler, on-ondokuz gece, Taif´ten Müslümanlara ok ve taş atarak savaştılar.[383]
Yezid b. Zem´a b. Esved, atının üzerinde ilerleyip konuşmak üzere Sakillerden eman vermelerini istedi.
Sakîfler em an verdiler.
Fakat, yanlarına varırken, onu okla vurup şehit ettiler.
Yezid b.Zem´ayı, Sakîflerden Hüzeyl b. Ebi´s-Salt şehit etmiştir.
Hüzeyl b. Ebi´s-Salt, kale kapısından çıkmıştı.
Kendisini hiç kimsenin görmediğini sanıyor, Yezid b. Zem´a´nın kardeşi Yakub b. Zem´a ise, onu yakalamak için, saklanıp fırsat kolluyordu.
Kaleden çıkınca, Hüzeyl´i yakaladı, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi ve:
"Yâ Rasûlalları! Bu, kardeşimi (eman verildiği halde) öldüren adamdır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun boynunu vurdurdu.[384]
Peygamberimiz Aleyhisselam; mancınık kurulup Taiflilerin taşa tutulması hususunu ashabıyla konuştu.
Selmânü´l-Fârisî:
"Ben de Sakîflerin kalelerine karşı mancınık kurulmasını uygun görüyorum.
Çünkü, biz Fars ülkesinde düşman kalelerine karşı mancınıklar diktiğimiz gibi, düşmanlarımız tarafından da bize karşı mancınıklar dikilirdi.
Biz düşmanlarımızı mancınıkla yenerdik. Onlar da bizi mancınıkla yenerdi.
Eğer mancınık olmazsa, uzun zaman oturmak zorunda kalırdık!" dedi.[385]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, mancınık yapılmasını em retti.[386]
Selmanül-Fârisî, bir mancınık yapıp, Taife karşı dikti.[387]
Tufeyl b. Amr´ın da, Zülkeffeyn putunu yıkıp[388] Taife debbâbe getirdiği rivayet edilir.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam kale dışında ordugâh çevresindeki yerlere hasek=hurma ağacından yapılmış, ayaklara batan çatal çengeller döşetti.[390]
Müslümanlardan bazıları, sığır derisinden yapılmış debbâbenin altına girdiler.[391]
Kalenin duvarını kazıp delmek için sürünerek kale duvarına yaklaştılar.
Sakîfler, onların üzerlerine ateşte kızdırılmış sapan demirleri ve şişler bırakarak debbâbeyi yardılar, yaktılar.
Müslümanları debbâbenin altından çıkmak zorunda bıraktılar.
Kızgın şişlerden yanıp şehit olanlar şehit oldu, sağ kalanlardan bir kısmını da oklarla şehit ettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif üzüm bağlarındaki asmaların kesilmesini[392] veya yakılmasını,[393] herkesin meyvesi yenmeyen ağaçlardan beşer tane kesmesini emretti.[394]
Bu, onları bezdirip boyun eğdirmek içindi.
Nitekim, Sakîfler:
"Mallan bozup dağıtıp mahvetmeyiniz!
Onlar ya bize kalır, ya da sizin olur!" diyerek seslendiler.[395]
Uyeyne b. Hısn, Ya´lâ b. Mürretü´s-Sakafî´ye:
"Bunu kesmekte bana ecir mi var sanki !" dedi.
Ya´lâ, Uyeyne´nin yanına gelip:
"Evet!" dedi.
Uyeyne:
"Sana ancak Cehennem var!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunu işitince:
"Uyeyne Cehenneme Ya´lâ´dan daha lâyık ve müstahaktır!" buyurdu.[396]
Müslümanlar, üzüm asmalarını kesmeye koyuldular.[397]
Hz. Ömer, Süfyan b. Abdullah es-Sakafîye:
"Vallahi, çoluk çocuğunun geçim babasını (üzüm asmalarını) keseceğiz!" diyerek seslendi.
Süfyan:
"Su ile toprağı da gideremezsiniz ya!" dedi.
Fakat, üzüm asmalarının kesilmeye başladığını görünce, dayanamadı ve:
"Yâ Muhammedi Mallarımızı ne için kesiyorsun ! Bizi yenersen, ya onu sen alırsın, ya da-dediğin gibi-Allah´ın rızasını ve akrabalık hakkını[398] gözetir, bize bırakırsın!" diyerek seslendi.[399]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben, üzüm bağınızı, Allah´ın rızasını ve akrabalık hakkını gözeterek bırakıyorum!" buyurdu ve üzüm asmalarını daha fazla kestirmekten vazgeçti.[400]
Ebu Süfyan b. Harb´le Muğîre b. Şube:
"Ey Sakîfler! Bize eman verirseniz, sizinle konuşacağız!" diyerek seslendiler.
Kendilerine eman verilince, Kureyşîlerden ve Benî Kinanelerden oluşan kadınları, Taiften çıkıp kendilerinin yanına gelmeye davet ettiler.
Bu kadınların, savaş sonunda esir düşmelerinden korkuyorlardı.
Kadınlar, Taiften dışarı çıkmaya yanaşmadılar.
Onlardan birisi; Ebu Süfyan´ın kızı Âmine (İbn Hişam´a göre, Meymûne) olup, Urve b. Mes´ud´la veya Urve´nin oğlu Ebu Mürre ile evli idi.
Diğeri; Firâsiyye olup, Karib b. Esved´le evli idi.
Üçüncüsü de; Fukayma, Ümeyme idi.
Esved b. Mes´ud:
"Ey Ebu Süfyan! Ey Muğîre!
Bize iyilik için gelmiş olduğunuza göre, sizi bir iyiliğe kılavuzlayayım mı Esved b. Mes´ud oğullarına ait mülklerden ne kadar güçlükle geçim sağlandığını biliyorsunuzdur[401] Eğer Muhammed onlardaki üzüm asmalarını kesecek olursa, artık onlar bir daha onanlamaz!
Kendisiyle konuşunuz: Ya bu bağlan kendisine alıkoysun, ya da, Allah nzası ve akrabalık hakkı için, bize bıraksın!
Onunla aramızda bir akrabalık vardır. Bu gerçek bilinmez olur mu " dedi.[402]
Ebu Süfyan´la Muğîre b. Şube gelip Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştular.[403]
Peygamberimiz Aleyhisselam Esved oğullarının üzüm bağlarını bıraktırdı, onlara dokundurmadı.[404]
Sakîflerden bir adam, kalenin üzerine dikilip:
"Gidin davar çobanlan!
Gidin Muhammed´in sürüleri!
Gidin Muhammed´in köleleri!
Üzüm asmalanmızı yok etmekle bizim yoksulluğa ve sıkıntıya düşeceğimizi mi sanıyorsunuz !" diyerek bağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Allah´ım! Onu Cehenneme gidici olarak gider!" diyerek dua etti.
Sa´d b. Ebi Vakkas hemen bir ok atıp onun boğazına sapladı!
Adam kaleden ölü olarak aşağı yuvarlandı ![405]
Ebu Süfyan´ın Kaleden Atılan Bir Okla Bir Gözünü Kaybedişi
Ebu Süfyan b. Harb, Taif savaşında, kaleden atılan bir okla gözünün birini kaybetti.[406]
Saîd b. Ubeydü´s-Sakafî:
"Taif günü, Ebu Süfyan´ı bir bahçeye oturup meyve yerken gördüm. Ona bir ok atıp gözünden vurdum!" demiştir.[407]
Ebu Süfyan´ın oturup meyve yediği bahçe, İbn Ya´lâ´nın bahçesi idi. Ebu Süfyan, gözünden okla vurulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vararak:
"Ya Rasûlallah! Bu gözüm, Allah yolunda kayboldu!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İstersen dua edeyim, Allah gözünü eski haline çevirsin, istersen bunu Cennette yapsın " buyurdu.
Ebu Süfyan b. Harb, bunun Cennette olmasını tercih etti.[408]
Halid b. Velid´in Sakîflere Meydan Okuyuşu
Halid b.Velid, Sakîflere:
"Kaleden dışarı çıkıp benimle çarpışacak kim var " diyerek seslendi: Fakat, hiç kimse kaleden dışarı çıkmadı.
Halid b. Velid, tekrar onlara meydan okudu. Yine, kaleden dışarı çıkan olmadı. İbnYalil:
"Bizden hiçbiri, seninle çarpışmak için kaleden inmeyecektir! Biz kalemizde oturacağız! Çünkü, bizim yıllarca yetecek yiyeceklerimiz var! Eğer bu yiyecekler tükenir, sen de o zamana kadar beklersen, hepimiz kılıçlarımızı sıyırır, senin karşına çıkarız! Son erimiz ölünceye kadar seninle çarpışırız!" diyerek seslendi.[409]
Kaleden İnecek Kölelerin Hür Sayılacaklarının İlan Ettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ne zaman bir köle kaleden iner ve yanımıza gelirse, o hürdür!" diyerek ilan ettirdi.[410]
Bunun üzerine, kaleden bazı köleler inip Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam onları azad etti, hürriyetlerine kavuşturdu.[411]
Kaleden inen köleler, on-ondokuz kadardı.[412] Yirmibir kişi oldukları da bildirilmiştir.[413]
Köleler Müslüman oldukları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onları, yedirip içirtmeleri için, hali vakti yerinde olan bazı Müslümanların yanlarına verdi ve kendilerine Kur´an okutmalarını ve sünnetleri öğretmelerini de emretti.
Sakîfler Müslüman oldukları zaman, içlerinde Haris b. Kelede´nin de bulunduğu Sakîf eşrafı, gelip bu köleler hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştular, onların kendilerine geri verilmelerini istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar, Allah´ın azadlamış olduklarıdır! Kendilerini geri çevirmeye yol yoktur!" buyurdu.
Taifliler bunu işitince son derecede üzüldüler, bunaldılar, kölelerine kızdılar.[414]
Uyeyne b. Hısn´ın Taiflilerle Konuşmak Üzere Taif´e Gidişi
Uyeyne b. Hısn:
"Yâ Rasûlallah! Bana izin ver de, Taif kalesine gidip onlarla konuşayım!"[415] Belki Allah onlara hidayet nasip eder" dedi.[416]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Sakîflerle konuşmak ve onları İslâmiyete davet etmek üzere[417] ona izin verdi.[418]
Bunun üzerine, Uyeyne b. Hısn, Taiflilere:
"Bana eman verir misiniz, yanınıza geleyim " diye sordu.
Taifliler:
"Evet!" dediler.
Ebu Mıhcan, onu görünce, tanıdı ve:
"Yaklaş!" dedi.
Uyeyne yaklaşınca:
"İçeri gir!" dedi.
Uyeyne b. Hısn, yanlarına girdi ve onlara:
"Babam, anam sizlere feda olsun!
Vallahi, Muhammed hiçbirzaman sizin gibisiyle karşılaşmadı!
Kalenizde direnin! Sizin kaleniz sarp ve içinde korunmaya elverişlidir!
Silahınız çoktur! Bol akarsularınız vardır.
Kat´iyyen korkmayın![419]
Vallahi, biz köleden daha zayıfız!
Siz sakın ellerinizi verip teslim olmayın!
Şu ağaçların kesilmesi de size ağır gelmesin!" dedi.[420]
Uyeyne kaleden dışarı çıkınca, Sakîfler, Ebu Mıhcan´a:
"Biz onun içeri girmesinden hoşlanmadık!
O bizde ve kalemizde gördüğü bozuklukları Muhammed´e haber verir diye korkuyoruz!" dediler.
Ebu Mıhcan:
"Ben onu çok iyi tanırım: Bizim içimizde, Muhammed´e Uyeyne´den ve onunla birlikte bulunanlardan daha katı düşman olan bir kimse yoktur!" dedi.[421]
Uyeyne b. Hısn Taif´ten dönüp gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Ey Uyeyne! Onlara ne söyledin " diye sordu.[422]
Uyeyne b. Hısn:
"Onlara İslâmiyeti emr ve kendilerini Müslümanlığa davet ettim. Cehennemle korkuttum, Cennete kılavuzladım![423]
İslâmiyete giriniz! Vallahi, Muhammed yurdunuzun ortasında sizi teslim almadıkça geri durmayacaktır! Kendiniz için, ondan eman alınız!
Sizden önce, Kaynuka, NadiY, Kurayza ve Hayber Yahudileri gibi kaleliler, silahlar sahipleri meydanlarda ona teslim oldular!1 dedim.
Gücümün yettiği kadar, onları horlaştırdım, yardımsızlaştrdım ve çaresizleştirdim!" dedi.
Uyeyne b. Hısn konuşurken, Peygamberimiz Aleyhisselam, susup duruyordu.
Uyeyne b. Hısn sözlerini bitirince, ona:
"Yalan söylüyorsun!
Sen onlara şöyle şöyle söyledin!" diyerek, onun söylemiş olduğu sözleri birer birer nakletti.[424]
Uyeyne b. Hısn:
"Doğru söyledin yâ Rasûlallah! Ben, bu sözlerimden dolayı[425] Allahtan mağfiret dilerim![426] Allah´a ve sana tevbe ederim" dedi.[427]
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Bırak beni de, götürüp şunun boynunu vurayım " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Ashabımı öldürüyorum diye, insanlar benim aleyhimde laf ederler!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir de, Uyeyne b. Hısn´a ağır sözler söyledi ve:
"Yazıklar olsun sana ey Uyeyne! Demek, sen temelli bâtıl üzerinde direnip duracaksın hâ !
Sen kaç kenedir; Benî Nadîr, Benî Kurayza ve Hayber günlerinde karşımıza çıktın! Üzerimize asker yığdın! Kılıç çekip bizimle çarpıştın!
Sonra da, güya Müslüman oldun! (Müslüman olduğun halde) düşmanımızı bize kışkırtmaktan geri durmuyorsun! " dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Ey Ebu Bekir! Allahtan yarlı ganim arını diliyor, O´na tevbe ediyorum! Ben bir daha bu kötülüklere dönmeyeceğim!" dedi.[428]
Taif Muhasarasının Kaldırılışı
Müslümanlar, Taif kalesine hep birden hücuma kalkmak için Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu fethedeceğimizi sanmıyorum!
Onun fethi hakkında bize şimdilik izin verilmemiştir!" buyurdu.[429]
Ashabdan Ebu Bürde´nin bildirdiğine göre; insanların veya kabilelerin Peygamberimiz Aleyhisselama karşı en kinlisi ve hınçlısı Sakîflerle Benî HaniTeler idi.[430]
Ebu Mıhcan, Taif kalesinin üzerinde dikilerek, Müslümanlara:
"Ey Muhammed´in köleleri! Siz vallahi şimdiye kadar bizden başka iyi çarpışan kimselerle karşılaşmadınız ve en kötü bir yerde de tutulup kalmadınız!
Sizler, umduğunuz şeylere eremeden dönüp gideceksiniz!
Bizler çok katıyız ve katı kalbliyiz!
Bizim babalarımız da, katı ve katı kalbi i idiler!
Vallahi, bizim size teslim olacak, boyun eğecek kabilemiz yok!
Taif´i sağlam ve sarp bir kale yapmışızdır!" diyerek bağırdı.
Hz. Ömer:
"Ey İbn Habib! Sen bu deliğinden çıkıncaya kadar, geçimliklerini kesmeye devam edeceğiz!
Sen ancak er geç deliğinden çıkacak bir tilki gibisindir!" dedi.
Ebu Mıhcan:
"Ey İbn Hattab! Siz üzüm asmalarını keserseniz, su ve toprak ile onlar tekrar meydana gelmez mi " dedi.
Hz. Ömer:
"Sen suyun ve toprağın yanına gitmeye güç yetiremeyeceksin ki!
Sen içeride ölünceye kadar, biz senin deliğinin kapısından ayrılmayacağız" dedi.
Hz. Ömer böyle söyleyince, Hz. Ebu Bekir:
"Ey Ömer! Böyle söyleme! Çünkü, Resûlullah Aleyhisselama Taif i fethe daha izin verilmedi" dedi.
Hz. Ömer:
"Bunu sana Resûlullah Aleyhisselam mı söyledi " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Evet!" dedi.[431]
Osman b. Maz´un´un zevcesi Havle binti Hakîm de:
"Yâ Rasûlallah! Allah sana Taif i feth ettirirse, Bâdiye binti Gaylan´ın veya Fâria binti Akîl´in ziynetlerini, takıntılarını bana ver!" dediği zaman,[432] Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Hüveyle! Ya daha Sakîfi bana boyun eğdirmeye izin verilmedi ise, sana ne yapabilirim " buyurmuştu.[433]
Havle:
"Yâ Rasûlallah! Taiflilere hücuma hazırlanmaktan seni alıkoyan nedir " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bize şu ana kadar onlara galebe çalmaya izin verilmedi.
Taif´i şimdilik fethedeceğimizi sanmıyorum!" buyurdu.[434]
Havle bunu Hz. Ömer´e haber verdi.[435]
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girdi ve:
"Yâ Rasûlallah! Havle´nin kendisine senin söylediğini açıklayarak bana söylediği şeyi ona sen mi söyledin " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun söylediği şeyi ona ben söylemiştim!" buyurdu.[436]
Hz. Ömer:
"Demek, onlar üzerine galebe çalmaya izin verilmedi " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! İzin verilmedi" buyurdu.
Hz. Ömer:
"Öyleyse, göç etmeye hazırlanmaları halka haber verilecek mi " diye sordu:
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Ömer, göç etmeye hazırlanmalarını Müslümanlara ilan etti.[437]
Hz. Ömer:
"Ey Allah´ın Peygamberi! Sakîfler aleyhinde Allah´a dua etsen olmaz mı " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah, Sakîfler aleyhinde dua etmeye de izin vermedi!" buyurdu.
Hz. Ömer:
"Öyleyse, aleyhlerinde dua etmeye izin vermediği bir kavmi ne için öldürdük !" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Siz hemen göç etmeye bakınız!
Siz hemen göç etmeye bakınız!" buyurdu.[438]
Dönüş için ilan yapılınca, Müslümanlar konuşmaya ve birbirlerine gidip gelmeye başladılar[439] ve:
"Taif´i fethetmeden nasıl dönüp gideriz ![440]
Allah bize buranın fethini nasip edinceye kadar buradan ayrılmayız!
Vallahi, bunlar, şimdiye kadar karşılaştıklarımızdan daha önemsiz ve daha azdırlar!
Mekkelilerin ve Hevâzinlerin topluluklarıyla karşılaştık.
Allah, o toplulukları dağıttı.
Bunlar ise, deliğine sinmiş tilkiden ibarettirler!
Eğer bunları kuşatmaya devam edecek olursak, şu kulübelerinde ölür giderler" dediler.
Aralarında konuşmalar, anlaşmazlıklar çoğaldı.
Hz. Ebu Bekir´e gidip onunla konuştular.
Hz. Ebu Bekir, onlara:
"Bu işi Allah ve Allah´ın Resûlü daha iyi bilir.
Emir Resûlullah Aleyhisselama gökten gelir!" dedi.
Hz. Ömer´e gittiler.
Hz. Ömer bu işe karışmaktan kaçındı ve:
"Biz, Hudeybiye hadisesini gördük!
Hudeybiye´de içime Allah´tan başkasının bilmediği şüphe girdi.
O gün, Resûlullah Aleyhisselama hiç yapmadığım sözlerle başvurdum.
Az kalsın ev halkım ve malım mahvolup gidecekti!
Onun Allah tarafından yaptığı işte bizim için hayır vardı.
Halk için, Hudeybiye barışından daha hayırlı bir fetih olmamıştır!
Resûlullah Aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği günden Hudeybiye´de barış yazısının yazıldığı güne kadar Müslüman olanlardan daha çok kimseler, kılıç kullanılmadan Müslüman oldular.
Resûlullah Aleyhisselamın yaptığında hayırvardır.
Ben, o işten sonra, hiçbir zaman, hiçbir iş hakkında ona dönüp itiraz edemem.
Bu iş, Allah´ın işidir. O, Peygamberine, dilediğini vahyeder!" dedi.[441]
Peygamberimiz Aleyhisselam, halkın dilini kesmek için, bazılarıyla konuştu.
Nevfel b. Muaviyetü´d-Di´lî´ye:
"Ey Nevfel! Sen ne dersin, ne görüştesin " diye sordu.
Nevfel:
"Yâ Rasûlallah! Deliğinde bulunan tilkiyi bekler durursan, yakalarsın!
Onu kendi haline bırakırsan, sana zarar vermez!" dedi.[442]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif´i fethe izin vehimeyince:[443]
"İnşaallah, yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu, Müslümanlara çok ağır geldi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, yarın sabah, çarpışmaya hazırlanınız!" buyurdu.
Sabahleyin, savaştılar ve yaralandılar![444]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İnşaallah, yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu, Müslümanların hoşuna gitti. Hemen yol hazırlığına giriştiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara bakıp gülümsedi.[445]
Müslümanların, böyle, Peygamberimiz Aleyhisselamın dönüş emri hakkındaki yararlılığı görerek kendi görüşlerini değiştirmeleri de, Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşuna gitti.[446]
Sakîfler, Müslümanların Taif muhasarasını kaldırarak ayrılmaya başladıklarını görünce, Saîd b. Ubeyd es-Sakafî:
"Biliniz ki; Sakif kabilesi yerinde duruyor!" diyerek seslendi.
Uyeyne b. Hısn da:
"Evet! Öyledir! Vallahi, onlar şerefli ve kıymetli olarak yerlerinde duruyordurve duracaklardır!" diye karşılık verdi, Saîd´in sözünü benimsedi.[447]
Müslümanlardan birisi,[448] ona:
"Allah seni kahretsin! Resûlullah Aleyhisselama karşı koyan müşrik bir kavmi mi övüyorsun! Güya, sen Resûlullah Aleyhisselama yandı m a gelmiştin !" diyerek çıkıştı.
Uyeyne b. Hısn:
"Vallahi, ben sizin yanınızda SakffIerle çarpışayım diye gelmedim.
Fakat, Muhammed´in Taif´i fethetmesini, kendim için Sakîflerden bir kız ele geçirip onunla evleneyim de, o bana belki bir erkek çocuk doğurur diye arzu ettim. Çünkü, Sakîfler çok zeki ve cin fikirli bir kavimdir!" dedi.[449]
Hz. Ömer Uyeyne b. Hısn´ın bu sözlerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi.[450]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Taif´ten Ayrılacakları Sırada Müslümanlara Tavsiyesi ve Taifliler
Hakkındaki Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif´ten ayrılacakları sırada, Müslümanlara: "´Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur. O, Birdir. Va´dini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş, biraraya toplanmış kabileleri tek başına bozguna uğratmıştır.
Bizler, inşaallah, tevbe edicileriz, Rabbimize ibadet ve hamd edicileriz1 deyiniz!" buyurdu.[451]
Müslümanlar
"Yâ Rasûlallah! Sakîfler aleyhinde Allah´a dua etsen![452]
Onların okçuları canımızı yaktı!" dediler.[453]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Sakîflere doğru yolu göster. Onları bize[454] getir!" diyerek dua etti.[455]
Taif Savaşında Şehit Olan Sahabiler
1. Saîd b. Saîd b. Âs b. Üımeyye,
2. Urfuta b. Cennab (veya Hubab),
3. Abdullah b. Ebu Bekir,
4. Abdullah b. Ebu Ümeyye b. Muğîre,
5. Yezid b. Zem´a b. Esved
6. Abdullah b. Âmir b. Rebiatü´l-Anezî,
7. Sâib b. Haris b. Kays,
8. Cüleyha b. Abdullah b. Muharibü´l-Leysî,
9. Abdullah b. Haris b. Kays,
10. Sabit b. Ceza1,
11. Haris b. Sehl b. Ebi Sa´saa.[456]
12. Münzirb. Abdullah,[457]
13. Rekîb b. Sabit b. Salebe b. Sevban b. Muaviye.[458]
Yüce Allah hepsinden razı olsun![459]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidlerle Birlikte Ci´râne´ye Gidişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Taiften ayrılarak Dahnâyı tuttu.[460] Dahnâ; Taif şehrinin sancaklarından olup, rivayete göre, toprağından Adem Aleyhisselamın yaratılmış olduğu yerdir.[461]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Dahnâ´dan sonra vardığı yer Kam-ı Menâzil idi.[462]
Kam-ı Menâzil, Necdlilerin ihrama girme yeridir.[463]
Ebu Zür´atü´l-Cühenî der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, Karrvı Menâzil´den ayrılmak ve hayvanına binmek istediği zaman, devesi Kasvâ´yı Resûlullahın önüne hazırladım, Kasvâ´nın yularını elimde topladım.
Resûlullah Aleyhisselam onun üzerine binince, Kasvâ´nın yularını Resûlullah Aleyhisselamın eline verdim. Ben de terkisine bindim.
Resûlullah Aleyhisselam, yürütmek için, devenin arkasına kamçı ile vurdu.
Kamçıyı deveye her vuruşunda, kamçı bana değiyordu.
Sonra, bana dönüp:
´Yoksa kamçı sana mı değiyor 1 diye sordu.
´Evet! Babam, anam sana feda olsun!´ dedim.
Ci´râne´ye inince, bir köşede davarlar bulunuyordu.
Ganimet malları memurundan, onlar hakkında birşeyler sordu. Memur da, sorulan şeyi haberverdi. Fakat, şimdi onu hatırlayamıyorum.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselam:
´Ebu Zür´a nerede ´ diye seslendi.
Ben:
´İşte, buradayım!1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Al şu davarları! Akşamleyin sana değen kamçılara karşılık!1 buyurdu.
Saydığımda, o davarların 125 adet olduğunu gördüm.
Benim edindiğim ve yararlandığım en çok malım, bunlardı."[464]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kam-ı Menâzil´den sonra, Nahle´ye geldi.[465]
Nahle´den sonra, Ci´râne´ye doğru yol almaya başladı.
O sırada, Ebu Rühmü´l-Gıfârî, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, devesinin üzerinde gidiyor, ağır ayakkabısı da ayağında bulunuyordu.
Ebu Rühm´ün devesi Peygamberimiz Aleyhisselamın devesinin yanına yaklaşıp sıkışınca, Ebu Rühm´ün ayakkabısının ucu, Peygamberimiz Aleyhisselamın bacağına çarptı ve çok acıttı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kamçısıyla onun ayağına vurup:
"Çek ayağını! Canımı acıttın!" buyurdu.[466]
Ebu Rühm der ki:
"İşlediğim suçtan dolayı, sanki geçmişteki ve gelecekteki herşey beni tutup sıktı! İşlediğim büyük suç hakkında Kur´ân´da âyet ineceğinden korktum.
Ci´râne´de sabahladığımız zaman, yük, binek hayvanlarını otlatmak sırası bende idi.
Resûlullah Aleyhisselam beni aratmış.
Bana:
´Resûlullah Aleyhisselam seni arıyor!´ dediler.
Çekine çekine kendisinin yanına vardım.
Bana:
´Sen ayağınla çarpıp benim canımı acıtmıştın. Ben de ´Geri çek!1 diyerek ayağına kamçı ile vurmuştum.
Bu vurmama karşılık olarak, al şu davarları!´ buyurdu.
Resûlullah Aleyhisselamın benden hoşnut olması, bana, dünyadan ve dünyadakilerden daha sevgili ve makbuldü!"[467]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Rühm´e verdiği, 80 koyundu.[468]
Sürâka b. Cu´şum´un Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşması ve Müslüman Olması
Sürâka b. Cu´şum der ki:
"Taif´ten Ci´râne´ye doğru indiği sırada Resûlullah Aleyhisselamla buluştum. Müslümanlar, Resûlullahın önünde, aralıklı, birbirlerinin ardısıra, takım takım gidiyorlardı.
Ensardan 30-40 kişilik461 bir süvari birliğinin arasına girdim.
Süvariler, saplamak için mızraklarını bana çevirdiler ve:
´Sen nereye gidiyor ve ne yapmak istiyorsun !1 dediler.[469]
Beni tanımadılar.
Resûlullah Aleyhisselamı görünce, tanıdım.
Sesimi işitecek kadar yanına yaklaştım.
Hicret sırasında Ebu Bekir´in benim için yazmış olduğu yazıyı, iki parmağımın arasında tutarak[470] kaldırdım.[471]
´Yâ Rasûlallah![472] Bu, benim için yazdığın (yazdırdığın) yazıdır!
Ben, Sürâka b. Cu´şum´um!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Bugün, verilen sözü yerine getirme ve iyilik yapma günüdür! Onu yanıma yaklaştırınız!1 buyurdu.
Yanına yaklaştırıldım, Müslüman oldum.[473]
´Yâ Rasûlallah! Kendi develerim için doldurduğum havuzlarımın başını, yitirilmiş develer sararlar. Havuzdan onları suvarırsam, bana ecir ve sevap var mıdır ´ diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet! Her ciğeri olanı suvarmakta ecir ve sevap vardır!´ buyurdu.
Kendisine, bundan başka birşey sormadım.[474]
Sonra, mallarımın yanına döndüm. Mallarımın zekatını ayırıp Resûlullah Aleyhisselama gönderdim ."[475]
Allah ondan razı olsun![476]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ci´râne´ye Gelişi ve Orada Konaklayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlarla birlikte Ci´râneye geldi ve orada konakladı.[477]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ci´râne´ye Zilkade ayından beş gece geçince, Perşembe gecesi geldi ve Ci´râne´de onüç gece kaldı.[478]
Ci´râne; Mekke ile Taif arasında bir sudur. Mekke´ye Taif´ten daha yakındır.
Ci´râne´de, birbirine yakın kuyular vardır.
Irak yolundan, Ci´râne´nin Mekke´ye uzaklığı bir bürüd, yani 12 mildir.
Peygamberimiz Aleyhisselam ve mücahidler, Ci´râne´den Mekke´ye gelecekleri sırada, orada umre için ihrama girmişlerdir.[479]
Ci´râne´de Toplanan Harp Esirleri ve Ganimet Malları
Hevâzinlenden alınan harp esiri eriyle ganimet mallan Ci´râne´de bulunduruluyordu. Ci´râne´de esirlerin güneşten korunmaları için gölgelikler, deve ve davarlar için de ağı II ar yapı İm işti. Peygamberimiz Aleyhisselam Ci´râne´ye gelip gölgelikler görünce, bunların kimlere ait olduğunu sordu.
"Yâ Rasûlallah! Bunlar, Hevâzin esirleridir. Güneşten gölgeleniyorlar!" dediler.[480]
Hevâzinlerden alınan esir kadın ve çocukların sayısı 6.000 idi.[481]
Ganimet malları ise:
24.000 deve,
40.000´den fazla davar,
4.000 ukiyye gümüş idi.[482]
Esirlere Elbise Giydirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke´ye giderek elbise satın alıp esirlere giydirmesini, esir kadınların elbisesiz dışarı çıkmamalarını Büsrb. Süfyanü´l-Huzâf´ye emretti.
Büsr, kalkıp Mekke´ye gitti. Bütün esirler için elbise satın alıp geldi ve onlara giydirdi.[483] Giydirilen elbiseler Mısır bezindendi.[484]
Nasipsiz Bir Bedevînin Küstahlığı
Ebu Musa el-Eş´ârî´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Taif seferinden dönüşünde, Mekke ile Medine arasında, Ci´râne mevkiine gelip indiği ve yanında Bilal-i Habeşî´nin bulunduğu sırada gelen bir bedevî Arap, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"(Ganimet malını bölüştüreceğin hakkında) bana verdiğin sözü daha yerine getirmeyecek misin !" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ganimet malını yakında bölüştüreceğimi, biraz sabredersen sevap kazanacağını sana müjdelerim!" buyurdu.
Bedevî Arap:
"Sen bana müjdeleri vere vere çoğalttın!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, asabil esir bir biçimde, Ebu Musa ile Bilal-i Habeşî´ye dönerek:
"Bu bedevî, verdiğim müjdeyi reddetti. Siz kabul ediniz!" buyurdu.
Ebu Musa ile Bilal-i Habeşî:
"Biz kabul ettik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, içi su dolu bir kap istedi.
Bu kap içinde ellerini ve yüzünü yıkadı. Ağzına aldığı suyu da buna ekledikten sonra, Ebu Musa ile Bilal-i Habeşî´ye:
"Bu sudan içiniz! Yüzünüze ve göğsünüze de sürünüz! (Kazanacağınız sevapla) sizi müjdelerim!" buyurdu.
Ebu Musa ile Bilal-i Habeşî kabı aldılar ve Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruğunu yerine getirdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme, perde arkasından, Ebu Musa ile Bilal-i Habeşî´ye:
"Oğullarım! O sudan bu ananıza da ikram edin!" diyerek seslendi.
Onlar da. ona o sudan bir miktar ikram ettiler.[485]
Bedevî Müslümanların Ganimet Mallarını Bölüştürmesi İçin Peygamberimiz Aleyhisselamı
Sıkıştırmaları ve Çekiştirmeleri
Bedevilerden birtakım halk, Peygamberimiz Aleyhisselaıma:
"Yâ Rasûlallah! Deveden, davardan ganimetimizi bölüştür!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselamı sıkıştırmaya ve ridasından çekiştirmeye başladılar.
O kadar ileri gittiler ki, bir semüre ağacına yaslanmak, dayanmak zorunda bıraktılar.
Hatta, Peygamberimiz Aleyhisselamın ridasını sırtından çekip aldılar![486]
Rida, çekiştirilirken, yırtıldı.[487]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey insanlar! Ridamı bana veriniz![488] Siz, Allah´ın size nasip ettiği ganimeti aranızda bölüştürmeyeceğim diye mi korkuyorsunuz ![489] Vallahi, ganimet malları Tihâme´nin ağaçları sayısınca bile olsa, onları aranızda bölüştürürdüm! Ben ne cimriyim, ne korkağım, ne de yalancıyım! Siz bende böyle birşey bulamayacak, göremeyeceksiniz!" buyurdu.[490]
Sonra da; eline bir deve tüyü veya onun kadar birşey aldı.[491]
Yahut yanına vardığı devenin hörgücünden birtüy koparıp, onu iki parmağı arasında tutarak kaldırdı ve:
"Ey insanlar! Vallahi, sizin ganimetinizden bana beşte bir dışında şu tüy kadar bile geçmiş birşey yoktur!
Beşte bir pay da, gerektiğinde yine sizlere harcanıyor, iade ediliyor" buyurdu.[492]
Abdullah b. Mes´ud:
"Resûlullah Aleyhisselamın Ci´râne´de Huneyn ganimetini bölüştürdüğü sırada üzerine yığılıp kendisini o kadar rahatsız ettiler ki, nihayet:
´Yüce Allah, kullarından bir kulunu, kavmine göndermişti.
Kavmi onu dövmüşler, başını da yarmıslardı.
O kul ise, alnından akan kanı eliyle siliyor, hem de:
´Yâ Rab! Kavmimi yarlığa! Çünkü, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!´ diyerek dua ediyordu´ buyurdu" demiştir.[493]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ganimet mallarından, elinizde, iğneden ipliğe varıncaya kadar,[494] büyük ve küçük[495] ne varsa getirip geri veriniz![496]
Ganimet mallarına hıyanet etmeyiniz![497]
İyi biliniz ki; ganimet malına hıyanet etmek, edenler için, Kıyamet gününde ayıpların en kötüsü ve Cehennem ateşi olacaktır!" buyurdu.[498]
Akîl b. Ebu Talib, zevcesi Fâtıma binti Şeybe b. Rebia´nın yanına varmıştı.
AkiTin kılıcında kan bulaşığı vardı.
Zevcesi, ona:
"Senin müşriklerle savaştığını biliyorum!
Müşriklerin ganimetlerinden ne elde ettin bakayım " dedi.
Akıl:
"Al şu iğneyi! Onunla elbiseni dikersin! dedi ve o iğneyi ona verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisinin:
"Ganimet mallarından kim birşey almışsa, getirip onu geri versin!" diyerek seslendiğini işitince, Akîl zevcesinin yanına döndü ve:
"Vallahi, sanıyorum ki, o iğnen de elden gidecektir!" dedi. İğneyi ondan alıp ganimet mallan arasında atti.[499]
Ensardan bir zât da, kıldan eğirilmiş bir yumak ip getirdi[500] ve:
"Yâ Rasûlallah! Bu yumağı devemin sırtına çul yapayım diye almıştım.[501] Bunu bana bıraksanız olmaz mı " dedi.[502]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer bu şey benim hisseme[503] veya Abdulmuttalib oğullarının hisselerine[504] düşecek olursa, senin olsun!" buyurdu.[505]
Ensarî:
"Mademki iş buraya vardı. Artık bu yumak bana gerekmez!" dedi ve yumağı elinden, ganimet mallarının içine bıraktı.[506]
Abdullah b.Zeydü´l-Mâzinîde, müşriklere ok atmak için almış olduğu yayı getirip ganimet mallarının içine attı.
Başka bir adam da, gelip:
"Yâ Rasûlallah! Bu ipi düşmanlar bozguna uğradığı zaman bulmuştum. Devemin üzerindeki semeri onunla sıkılıyordum
Bu bende kalsa olmaz mı " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer o benim hisseme düşerse, senin olsun!
Fakat Müslümanların hisselerine düşerse, ne yaparsın " buyurdu.[507]
Ganimet Mallarının Sayılıp Hesaplanarak Mücahidler Arasında Bölüştürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam; Müslümanları ve ganimet mallarını saymasını ve herkesin hissesini hesaplamasını Zeyd b. Sâbit´e emretti.[508]
Ganimetleri bölüştürmeye ve dağıtmaya da Ebu Cehm Huzeyfietü´l-Adevî´yi memur etti.[509] Herkese hisselerini dağıttırdı:
Piyadelerden her birine; ya dörder deve, ya da bunların karşılığı olarak kırkar koyun; Süvarilere ise; ya on ikişer deve, ya da bunların karşılığı olarak yüzyirmişer koyun düştü. Yanlarında bir attan fazla at bulunduranlara, birden fazla at için hisse verilmedi.[510]
Kalbleri İslâmiyete Isındırılacak, Alıştırılacak Olanlara Yapılan İhsanlar
Peygamberimiz Aleyhisselam; ganimet mallarının Kur´ân-ı Kerîm´e göre (Enfâl: 41) kendisine teslim edilmiş olan beşte birinden Müellefe-i Kulûba (kalbleri İslâmiyete ısındırılacak, alıştırılacak olan-lara)[511] dağıtım yaptı ki, bunlar halkın eşrafından olup, hem kendilerinin, hem kavimlerinin İslâmiyete ısındırılıp alıştırılın alan, kazandırılmaları gerekiyordu.[512]
Zaten, bunlar, zekat ve sadaka verilecekler arasında bulunuyorlardı.[513]
Müellefe-i Kulûb:
1. Ebu Süfyan b. Harb,
2. Safvan b. Ümeyye,
3. Akra1 b. Habis,
4. Uyeyne b. Hısn,
5. Abbas b. Mirdas,
6. Malik b.Avf,
7. Hakîm b. Hizam... gibi, Kureyşîlerin başkanlarından, Arapların ileri gelenlerinden olup kavimleri arasında nüfuzlu, güçlü ve birçok tabileri bulunan kişilerden idiler.
Müellefe-i Kulûb´dan bazıları gerçekten Müslüman olmuştu.
Bazıları, görünüşte Müslüman, fakat kalben münafık idiler.
Bazıları ise, Müsâlimîn´den (Müslümanlarla barış yapmış müşriklerden) idiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam bütün bunlara sadaka ve ganimetlerden vermek, güzel muamele etmekle, bazılarından gelebilecek kötülükleri önleyip Müslümanların gönüllerini rahatı aştırmayı, içlerinden Müslüman olanların İslâmiyette sebatlarını ve teb´alarının onlara uyarak Müslüman olmalarını sağlamayı, Müslümanlıkları henüz gelişmemiş, güzelleşmemiş olanların da Müslümanlıklarını geliştirip güzelleştirmeyi gerçekleştirmek istem iştir. [514]
Buna göre, Müellefe-i Kulûb üç gruptu:
Kalbleri İslâmiyete ısındırılmak, alıştırılmak için kullanılanlardı. Safvan b. Ümeyye ve benzerleri
gibi.
Henüz Müslüman olup İslâmiyette sebatları sağlanmak üzere kullanılanlardı. Ebu Süfyan Sahr
b. Harb ve benzerleri gibi.
Dıştan Müslüman, içten münafık olup; şerlerinden selamette kalınmak için kullanılanlardı
Uyeyne b. Hısn, Abbas b. Mirdas, Akra1 b. H abis ve benzerleri gibi.[515]
Tabiî ki, bu sıralama, başlangıçtaki duruma göre idi.[516]
Müellefe-i Kulûbdan sayılanların, Uyeyne b. Hısn´dan başka hemen hepsi, sonradan Müslümanlıklarını sağlamlaştırmış, güzelleştirmiş, ilim ve faziletleriyle tanınmışiardır.[517] Yüce Allah onlardan razı olsun![518]
Müellefe-i Kulûba Yapılan Dağıtım
1-3. İçinde 4.000 ukiyye gümüş de bulunan Huneyn ganimeti dağıtılmak üzere Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne konulduğu sırada, Ebu Süfyan Sahr b. Harb gelip:
"Yâ Rasûlallah! Sen Kureyşîler içinde servetçe en zengini olarak sabahladın![519] Bugün Kureyşîlerin en zengini sensin!" dedi.[520]
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi.[521]
Ebu Süfyan:
"Yâ Rasûlallah! Bu mallardan bana da versen olmaz mı " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Bilal! Ebu Süfyan için kırk ukiyye gümüş tart!
Kendisine, develerden de, yüz deve veriniz!" buyurdu.[522]
Ebu Süfyan:
"Bundan oğlum Yezid´e de versen " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bilal-i Habeşî´ye:
"Ona da kırk ukiyye gümüş tartınız, yüz de deve veriniz!" buyurunca, Ebu Süfyan:
"Yâ Rasûlallah! Oğlum Muaviye için de versen " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Bilal! Ona (Muaviye b. Ebu Süfyan´a da) kırk ukiyye gümüş tart! Yüz de deve veriniz!" buyurdu.[523]
Ebu Süfyan; üçyüz deve ile yüzyirmi ukiyye gümüşü alınca.[524] Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam, anam sana feda olsun! Sen ne kadar kerem ve iyilik sahibisin!
Seninle savaştığım zamanlarda, sen ne güzel savaşçı idin!
Seninle barış yaptığım zamanda da, sen ne güzel barışçı idin![525]
Senin bu yaptığın; keremin, iyiliğin son derecesidir![526]
Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!" dedi.[527]
4. Hakîm b. Hizam der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamdan yüz deve istedim.
Yüz deve verdi.
Tekrar istedim.
Yüz deve daha verdi.
Tekrar istedim.
Yüz deve daha verdi.
Sonra da:
´Ey Hakîm b. Hizam! Bu mal çoktur ve güzeldir!
O, gönül cömertliği ile tutan kişi için, uğurlu ve bereketli olur!
Gönül pintiliği ile tutan kişi için de, uğursuz olur. Onu yer, bitirir de, yine kamı doymaz!
Üst el alt elden (veren el, alan elden) hayırlıdır!1 buyurdu."
Rivayete göre; Hakîm b. Hizam, Peygamberimiz Aleyhisselam a:
"Seni hak ve gerçek dinle peygamber gönderen Allah´a andolsun ki; senden sonra hiçbir kimseden hiçbir şey almayacağım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın verdiği ilk yüz deveyi alıp, sonrakileri bıraktı.
Hakîm b. Hizam, Hz. Ebu Bekir´in halifeliği sırasında da, Hz. Ömer´in halifeliği sırasında da, kendisine verilmek istenilen hiçbir şeyi almaya yanaşmamış;[528] Hz. Ömer
"Ey Müslümanlar cemaati! Ey insanlar! Hakîm b. H izam´ı hakkını almaya davet ettiğime, kendisinin ise bunu almaya yanaşmadığına, sizi şahit tutuyorum!
Ona şu ganimetten Allah´ın nasip ettiği hakkı arzettiğim halde, o bunu almaktan kaçınıyor!" diyerek şikâyetlenmiştir.[529]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Huneyn ganimet mallarından kendisine ayrılmış bulunan beşte bir hisseden Müellefe-i Kulûba dağıtmaya devamla:
Nudayr b. Haris b. Kelede´ye yüz deve,
Süheyl b. Amr´a yüz deve,
Huvaytıb b. Abduluzzâ´ya yüz deve,
Alâ´ b. Câriyetü´s-Sakafîye yüz deve (Vâkıdî ve İbn Sa´d´a göre; elli deve),
Uyeyne b. Hısn´a yüz deve,
Akra´ b. Hâbis´e yüz deve,
Malik b. Avfu´n-Nasrî´ye yüz deve,
Safvan b. Ümeyye´ye yüz deve verdi.[530]
Zayi olanların bedelleri ödenmek şartıyla Safvan b. Ümeyye´den emaneten yüz adetzırh gömlek ve gerekli silahlar alınmış ve bunların bazıları Huneyn ve Taif savaşlarında zayi olmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam onların bedellerini de ödemek istediği zaman, Safvan b. Ümeyye:
"Yâ Rasûlallah! Ben bugün Müslüman olmak istiyorum!" dedi.[531]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ganimet mallan arasında dolaştığı ve onlara göz gezdirdiği sırada, Safvan b. Ümeyye Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyor; develer, davarlar ve güdücüler-le dolu vadiye doğru bakıp duruyor; Peygamberimiz Aleyhisselam da onun halini gözucuyla süzüyordu.
Safvan b. Ümeyye vadinin içindeki mallara bakışını uzatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Ebu Vehb! O vadi pek mi hoşuna gidiyor " diye sordu.
Safvan b. Ümeyye:
"Evet!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O vadi de, içindekiler de senin olsun!" buyurdu.[532]
Bunun üzerine, Salvan kendisini tutamadı:
"Peygamber kalbinden başka hiçbir kimsenin kalbi, bu derece (mâsivadan) pâk ve üstün ola-maz![533]
Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed, Allah´ın kulu ve resûlüdür!" dedi ve[534] hemen orada Müslüman oldu.[535]
Safvan b. Ümeyye der ki:
"Resûlullah bana bu ihsanda bulununcaya kadar, kendisi insanlar içinde en çok nefret ettiğim, en çok kin beslediğim bir kimse iken, nihayet, bana, insanların en sevgilisi oluvıermişti!"[536]
Safvan b. Ümeyye, Müslümanlığını İslâm amelleriyle geliştiren, güzelleştiren Kureyşîl erden di.
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam; Huneyn ganimetinden kendisine ayrılan beşte bir hisseden, Esîd
b. Hârise´ye yüz deve,
Haris b. Hişam´a yüz deve,
Kays b. Adiyy´e yüz deve,[537]
Abbas b. Mirdas´a yüz deve,[538]
Mahreme b. Nevfel´e elli deve,
Umeyr b. Vehbü´l-Cumahîye elli deve,
Hişam b. Amr´a elli deve,
Saîd b. Yenbu´a elli deve,
Adiyy b. Kays´a elli deve.[539]
Osman b. Vehb´e elli deve verdi.[540]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Huneyn ganimeti mallarından kendisine ayrılan beşte bir hisseden Ci´râne´de her birine yüzden aşağı deve verdiği Müellefe-i Kulûb arasında şu kişiler de vardı:
23. Tulayk b. Süfyan b. Ümeyye,
24. Halİdb.Esîd,
Şeybe b. Osman b. Ebu Talha,
Ebu´s-Senâbil b. Ba´kek,
İkrime b. Âmir,
Züheyr b. Ebu Ümeyye,
Halid b. Hişam b. Muğîre,
Süfyan b. Abdulesed,
Hişam b. Velid b. Muğîre,
Sâib b. Ebu´s-Sâib,
Muti´b. Esved,
Ebu Cehm b. Huzeyfe,
Uhayha b. Ümeyye,
Nevfel b. Muaviye,
Alkame b. Ulâse,
Lebid b. Rebia,
Halid b.Hevze,
Harmele b. Hevze,[541]
Abbas b. Mirdas.[542]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Abbas b. Mirdas´a, Muhacirve Ensar mücahidi eri gibi, dört deve vermişti.
Abbas b. Mirdas buna kızdı ve söylediği bir şiirde meal olarak şöyle dedi:
"Benim ganimetimle Ubeyd adındaki atımın ganimetini mi bölüştürdün Uyeyne ile Akra´ arasında ! Hiçbir içtima yerinde ne Hısn, ne de Habis benim büyüğüm Mirdas´a üstün olmamışlardır!
Ben de şu iki kişiden aşağı kalır bir kimse değilimdir.
Bugün alçaltıları, bir daha yükseltilmez."[543]
Hz. Ebu Bekir, Abbas b. Mirdas´ın söylediği beyitleri Peygamberimiz Aleyhisselama okudu.[544]
Abbas b. Mirdas Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince,[545] Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"´Benim ganimetimle Ubeyd adındaki atımın ganimetini mi bölüştürdün Akra´ ile Uyeyne arasında ´ beytini sen mi söyledin " diye sordu.[546]
Hz. Ebu Bekir:
"Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Bu beyit, senin okuduğun gibi değildir!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Böyle değil de, nasıldır " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir, beyti, Abbas´ın söylediği gibi okudu.[547]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İkisi de birdir![548] Önce ha Akra´dan başlamışsın, ha Uyeyne´den! Sana ne zararı var " buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Babam, anam sana feda olsun! Sen ne şairsin, ne nâkilsin! Ne de böyle olmak sana yaraşır.[549]
Şehadet ederim ki; Yüce Allah´ın, ´Biz ona şiir öğretmedik! Bu, ona yakışmaz´ [Yâsîn: 69] buyurduğu gibisin" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abbas b. Mirdas için:
"Götürünüz! Kesiniz dilini!" buyurduktan sonra:[550]
"Ey Bilal! Haydi götür, kes onun dilini! Kendisine bir de elbise ver!" buyurdu.
Bilal-i Habeşî onu elinden tutup götürürken, Abbas b. Mirdas:
"Yâ Rasûlallah! Dilimi mi kesecek ! Ey Muhacirler topluluğu! Dilimi mi kesecek !" diyerek seslendi durdu.[551]
Müslümanlardan bazıları:
"Abbas b. Mirdas´ın dilinin kesilmesi emredildi!" dediler ve korkmaya başladılar.[552]
Bilal-i Habeşî, Abbas b. Mirdas´ı çekip götürürken Abbas feryadı çoğaltınca, Bilal-i Habeşî:
"Resûlullah Aleyhisselam sana elbise giydirip bununla dilini kesmemi, tutmamı bana emretti" dedi.
Götürüp ona bir elbise verdi.[553] Abbas b. Mirdas´a, hoşnut oluncaya kadar, deve de verildi.[554]
Rivayete göre, kendisine elli veya yüz deve verilmiştir.[555]
Cuayl b. Sürâka´nın Ahirette Kendisi İçin Hazırlanmış Olan Üstün Mükâfatla Başbaşa Bırakılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam Ci´râne´de Müellefe-i Kulûba bol bol ihsanlarda bulunduğu zaman,[556] Sa´d b. Ebi Vakkas:[557]
"Yâ Rasûlallah! Cuayl b. Sürâka´yı bıraktın da, Uyeyne b. Hısn ile Akra1 b. Hâbis[558] ve benzerler-ine[559] yüzer yüzer[560] develer[561] verdin! " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; Uyeyne ve Akra1 gibi kişilerle yeryüzü dolup tassa, Cuayl b. Sürâka onların tümünden daha hayırlıdır! Fakat, ben bunları İslâmiyete ısındırmak, alıştırmak için kolluyor, Cuayl b. Sürâkayı ise sımsıkı bağlı olduğu Müslümanlığına ve ahirette kendisine hazırlanmış üstün mükâfatlara havale etmiş bulunuyorum!" buyurdu.[562]
Yüce Allah ondan razı olsun![563]
Ganimet Dağıtıma Yapılan İtirazlar
1. Peygamberimiz Aleyhisselam Huneyn ganimetini dağıttığı sırada Benî Temimlerden Zülhuvaysıra gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın başucuna dikilmiş ve:
"Yâ Muhammedi Ben bugün yaptığın şeyi gördüm!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Nasıl gördün " diye sorunca;
Zülhuvaysıra:
"Senin adalet yapmadığını gördüm ![564] Adalet yap yâ Rasûlallah!" dedi.[565]
Peygamberimiz Aleyhisselam kızdı.[566]
Ona:
"Yazıklar olsun sana! Ben adalet yapmazsam, kim adalet yapar ![567] Ben adalet yapmış olmasaydım umduğuma ermezdim; sen de, bana tâbi olduğun için, ziyan etmiş, eli boşa çıkmış gitmiştin!" buyurdu.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! İzin ver! Onun boynunu vurayım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Bırak onu![568] Onun birtakım taraftarları olacaktır ki,[569] dinde derinleşecekler![570] Herhangi biriniz, onların namazı yanında kendi namazını, onların oruçları yanında kendi orucunu küçümseyecek!
Onlar Kur´ân da okuyacaklar! Fakat, okudukları Kur"ân köprücük kemiklerinden ileri geçmeyecek![571]
Onlar, okun yaydan çıktığı gibi, dinden, İslâmiyetten fırlayıp çıkacaklar!
Öyle ki, çıkan okun demirine bakılır, onda hiçbir şey, hiçbir iz bulunmaz!
Sonra, okun yaya giriş yerine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz!
Sonra, okun ağaç kısmına bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz!
Sonra, okun yelesine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz!
Halbuki, ok atılanın bağrını delip geçmiş, fakat oka birşey bulaşmamıştır![572]
Onlar, Müslümanlar tefrikaya düştüğü zaman ortaya çıkacaklardır![573]
Bir adam görürsün ki;[574] onun iki elinden birisi kadın memesine, yahut gidip gelen bir et parçasına benzer!" buyurdu.[575]
E bu Saîdi´l-Hudrî:
"Ben bunu Resûlullah Aleyhisselamdan işittiğime şehadet ederim.
Yine şehadet ederim ki; Ali b. Ebu Talib onlarla çarpışmıştır:
Ben onun yanında idim. Bu adamın aranmasını emretmişti.
Adam bulunup getirildi.
Ona baktım: Kendisi, Resûlullah Aleyhisselamın tarif ettiği şekilde idi!" demiştir.[576]
2. Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Süfyan, Uyeyne b. Hısn, Akra1 b. Habis ve Süheyl b. Amr
gibi[577] bazı nüfuzlu kişilere kendisine ait beşte bir hisseden bolca ihsanlarda bulunup Ensara bu beşte
birden birşey vermemesi, onların gönüllerinde bir üzüntü, bir kırgınlık meydana getirdi ve bazılarına yer
siz ve ağır laflar ettirdi:
"Artık vallahi Resûlullah Aleyhisselam kavmine kavuştu, başkalarını neyapsın![578]
Savaşmayanlara veriyor da, savaşanlara vermiyor![579]
Vallahi, doğrusu bu şaşılacak şeydir!
Onların kanları kılıçlarımızdan damlıyor! Ganimetlerimiz ise onlara veriliyor! [580]
Resûlullah Aleyhisselam bizim ganimetlerimizi öyle bir cemaate veriyor ki, bizim kanlanmız onların kılıçlarından, onların kanları da bizim kılıçlarımızdan damlıyor![581]
Allah Resûlünü yarlıgasın! O Kureyşilere veriyor da, bizleri bırakıyor![582]
Savaş zamanı geldi mi, onun ashabı biz oluyoruz!
Fakat, ganimet bölüşümü zamanı gelince, onun kavmi ve kabilesi önde tutuluyor! [583]
Sıkışıldığı zaman biz çağırılıyoruz! Ganimet ise bizden başkalarına dağıtılıyor! "[584] diyecek kadar ileri gittiler.
Bu sözleri, Ensarın söz ve görüş sahibi olanlan değil, yaşlan küçük gençleri söylemişlerdi.[585]
Abdullah b. Mes´ud der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamın Huneyn ganimetini bölüştürdüğü sırada,[586] Ensar[587] münafıklarından[588] bir adam,[589] Muattib b. Kuşeyr de:[590]
´Bu dağıtımda Allah´ın nzası gözetilmiyor!1 dedi.[591]
Ona:
´Vallahi, bu söylediğini, Resûlullah Aleyhisselama ulaştıracağım!´ dedim[592] ve Resûlullah Aleyhisselama gidip haberverdim.
Resûlullah Aleyhisselamın yüzünün rengi değişti.[593]
Kendisini üzen bu haberi getirdiğime pişman oldum.[594]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah Musa´ya rahmet etsin! Kendisine bundan daha çok ezâ edildiği halde, o bunlara sabredip katlanmıştı.[595]
Bir peygamber de kavmine Allah´ın emirlerini getirip tebliğ ettiği zaman, kavmi onu yalanladılar ve onun başını da yardılar!
O Peygamber ise, eliyle hem yüzünün kanını siliyor, hem de:
´Allah´ım! Kavmimi yarlığa! Çünkü, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!1 diyerek dua ediyordu´ buyur-du."[596]
Ensarın ileri gelenlerinden Sa´d b. Ubâde de, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girerek:
"Yâ Rasûlallah! Şu Ensar kabilesi, aldığın ganimeti bölüştürürken senin kavmine ve sair Arap kabilelerine bol bol dağıtıp Ensara ise ondan birşey vermemek suretiyle yaptığın uygulamadan, sana karşı kainlerinde kırgınlık ve üzüntü duymaktadırlar!" dedi.[597]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Sa´d! Bu hususta sen neredesin Ne görüştesin " diye sordu.
Sa´d b. Ubâde:
"Yâ Rasûlallah! Ben de ancak kavmimden bir ferdim. Benim bundan başka bir sıfatım yok!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, haydi, benim için kavmini şu çevrede, çitin içinde topla!" buyurdu.[598]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ensarla Konuşması
Sa´d b. Ubâde, gidip Ensarı topladı.[599]
Ensarın ileri gelenleri, deriden bir çadır içinde toplandılar.[600]
Oraya Muhacirlerden bazıları da gelip girdiler.
Başka gelenleri, geri çevirdiler.
Ensar toplanınca, Sa´d b. Ubâde, gelip Peygamberimiz Aleyhisselama:
"İşte, Ensar kabilesi, senin için toplanmış bulunuyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların yanına vardı[601] ve:
"İçinizde kendinizden olmayan var mı " diye sordu.
"Kızkardeşimizin oğlundan başka, yabancı bir kimse yok!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bir kavmin kızkardeşinin oğlu da o kavimden sayılır!" buyurup[602] Allah´a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulunduktan sonra:
"Ey Ensar cemaati! Sizin tarafınızdan söylenmiş olup bana haber verilen yersiz ve ağır sözlerin sebebi nedir
Bana karşı, kalblerinizde ne için kırgınlık ve üzüntü d uyuyorsun uz [603]
Sizler şöyle şöyle mi söylediniz " diye sordu.
Ensar:
´Evet!" dediler.[604]
Ensarın anlayışlı olanları ise:
"Yâ Rasûlallah! Bizim söz ve görüş sahibi olanlarımız, başkanlarımız, birşey söylemediler.
Amma, yaşlan küçük bazı gençlerimiz:
´Allah Resûlünü yarlıgasın! O bizi bırakıyor da, Kureyşîlere ihsanda bulunuyor! O Kureyşîlere ki, daha kılıçlarımızdan onların kanlan damlamakta!´ demişler" dediler.[605]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ensar cemaati! Ben sizi dalâlete düşmüş kimseler olarak bulmadım mı [606]
Sizleryollarını şaşırmış kimseleriken, ben sizin yanınıza gelmedim mi Allah´ın hidayeti, size benim yüzümden erişmedi mi
Sizler yoksul iken Allah benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı
Sizler birbirinize düşmanlar iken, Allah kalbi erinizi benim yüzümden birleştirip ısındırmadı mı [607]
Sizler parçalanmış, darmadağın olmuş bir durumda iken, Allah sizleri benim yüzümden derleyip toparlamadı mı " diye sordu.[608]
Ensar:
"Yâ Rasûlallah! Sen bizi karanlıklar içinde buldun! Allah bizi senin sayende nura, aydınlığa çıkardı!
Sen bizi bir ateş çukurunun başında buldun! Allah bizi senin sayende ondan kurtardı!
Sen bizi dalâlet ve şaşkınlık içinde buldun! Allah bizi senin sayende doğru yola kavuşturdu.
Biz Allah´ı Rab, İslâmiyeti din, Muhammed´i de peygamber olarak kabul etmiş bulunuyoruz!
Yâ Rasûlallah! Sen ne istersen yap![609]
Allah ve Resûlünün üzerimizdeki minnet ve nimetleri üstündür!
Allah´a ve Resûlüne minnettarız!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ensar cemaati! Siz benim sorulanma neden benim istediğim gibi cevap vermiyorsunuz " diye sordu.
Ensar:
"Sana başka ne cevap verelim yâ Rasûlallah
Kavuşmuş olduğumuz bütün nimet ve ihsanlar Allah´tandır ve Allah´ın Resûlü yüzündendir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vallahi, siz, isteseydiniz:
´Sen bize yalanlanmış olarak gelmiştin! Biz seni doğruladık!
Sen terkedilmiş olarak bize gelmiştin! Biz sana yardımcı olduk!
Sen yurdundan sürülmüş olarak gelmiştin! Biz seni barındırdık!
Sen bize yoksul olarak gelmiştin! Biz sana kendimiz gibi verdik, baktık!´ deseydiniz, muhakkak ki, doğru söylemiş ve benim tarafımdan da doğrulanmış olurdunuz!
Ey Ensar cemaati! Ben sizleri sımsıkı bağlı bulunduğunuz Müslümanlığınıza ve sizin için ahirette hazırlanmış bulunan üstün mükâfatlara havale edip,[610] küfür çağına çok yakın olan yeni Müslüman olmuş veya olmak üzere bulunan birtakım adamların[611] kalblerini İslâmiyete ısındırmak, alıştırmak maksadıyla kendilerine dünyalık verdiğimden dolayı ne diye kalblerinizde kırgınlık ve üzüntü duyuyor-sunuz ![612]
Ey Ensar cemaati! Birtakım insanlar aldıkları dünyalıklar, davarlar ve develerle çıkıp giderlerken, sizler Resûlullah ile birlikte yurdunuza dönüp gitmeye razı değil misiniz [613]
Vallahi, sizin Resûlullahla birlikte dönüp gitmeniz, onların dünyalıklarla dönüp gitmelerinden daha hayırlıdır!" buyurdu.[614]
Ensar:
"Evet yâ Rasûlallah! Biz buna razıyız!" dediler.[615]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizler hassınız (seçkin ve olgun kişilersiniz)!
Sair insanlar ise, avam (halk) takımıdırlar.[616]
Muhakkak ki, sizler, benden sonra, yakın bir gelecekte, başkalarının sizlere üstün tutulacağını da göreceksiniz!
Allah´a ve Resûlüne kavuşuncaya kadar, sizler buna da sabredip katlanınız!" buyurdu.[617]
Ensar:
"Sabredip katlanacağız!" dediler.[618]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kıyamet günü, ben Havuz başında bulunacağım![619]
Sizinle buluşma yerimiz Havuz başı olsun!
Benden sonra Bahreyn hasılatının herkesten ayrı olarak size tahsisi için Bahreyn´e yazacağım!
O zaman, o, sizin için fetihten daha üstündür!" buyurdu.
Ensar:
"Yâ Rasûlallah! Senden sonra, bize dünya gerekmez!" dediler.[620]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Muhammed´in varlığı Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; eğer hicret fazileti olmasaydı,[621] Yüce Allah bana Muhacirlerden biri olmak ismini vermeseydi, Ensardan bir fert olmayı ister.[622] Ensardan bir fert olurdum ![623]
Eğer bütün halk bir yol tutup gitse, Ensar da bir yola yönelse, hiç şüphesiz, Ensarın yöneldiği yolu tutardı m ![624]
Ey Allah´ım! Ensarın oğullarına, onların oğullarının oğullarına rahmet et!" diyerek dua etti.[625]
Ensar, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar!
Onların gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslattı![626]
Peygamberimiz Aleyhisselam da onlarla birlikte ağladı.[627]
Ensar:
"Biz, ganimet hissesi olarak Resûlullaha razıyız!" dediler.
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam konakyerine döndü.
Ensar da dağıldılar.[628]
Yüce Allah onlardan razı olsun![629]
Kur´ân-ı Kerîm´in Huneyn Ganimetiyle İlgili Açıklaması
Huneyn ganimeti dağıtımına yapılan itirazlar üzerine, Yüce Allah tarafından indirilen âyetlerde şöyle buyuruldu:
"Onlardan, sadakaların taksimi hususunda seni ayıplayacaklar da vardır.
Çünkü, onlardan kendilerine diledikleri verilirse hoşlanırlar, diledikleri verilmezse kızarlar. Onlar, Allah ve Resûlü kendilerine ne verdiyse, ona razı olsalardı da:
´Bize Allah yeter! Yakında bize lutf u kereminden Allah da verir, Resûlü de verir. Biz ancak Allah´a rağbet edicileriz!1 deselerdi ne olurdu!
Sadakalar; Allahtan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, sadaka tahsildarlarına, kalbleri Müslümanlığa alıştırılmak, ısındırılmak istenilenlere, esirlere, borçlulara, Allah yolunda harcamalara, yolda belde kalmış olanlara mahsustur.
Allah herşeyi hakkıyla bilendir. Her yaptığını yerli yerince yapandır."[630]
Müellefe-i Kulûb Yahudiler ve Hıristiyanlardan da olsalar, zengin de olsalar, kendilerine sadaka ver-ilebilir.[631]
Peygamberimiz Aleyhisselam; beşte bir ganimet hissesinden artan malların Merru´z-zahran´daki Mecenne nahiyesinde tutulmasını emretti.[632]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları, belki, Mekke-Medine arasında oturan çöl Araplarından rastladıklarına-İslâmiyete ısındırmak ve alıştırmak için-dağıtacaktı.[633]
Nudayr b. Hâris´in Müslüman Oluşu
Nudayr b. Haris der ki:
"Ben, Fetih yılına kadar, heryerde Kureyşîlerin yanında bulunmuştum.
Muhammed Aleyhisselam Huneyn gazasına çıktığı zaman, biz de birlikte gitmiştik.[634] Muhammed Aleyhisselam bozguna uğrayacak olursa, biz de ona baskın yapmak istiyorduk.[635]
Fakat, bu bizim için mümkün olmadı.
Dönülüp Ci´râne´ye gelindiği sırada da vallahi aynı düşüncede iken, Resûlullah Aleyhisselam anlamış olmalı ki, gülerek beni karşıladı ve:
´Nudayr! Sen misin 1 dedi.
´Buyur!´ dedim.
Bana:
´Ben seni Huneyn günü yapmak istediğin, fakat Allah´ın yapmak istediğin şeyle senin arana gerilip sana yaptırmadığı şeyden daha hayırlısına kılavuzlasam olur mu ´ diye sordu.
Yanına varınca, bana:
´İçinde bulunduğu şeyin boşluğunu göreceğin zaman daha gelmedi mi ´ diye sordu.
İyice anladım ki; Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı, herhalde onların bana bir yararı dokunurdu.
´Şehadet ederim ki; Allah´tan başka ilah yoktur!
O, Birdir. O´nun eşi, ortağı yoktur!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah´ım! Onun sebatını arttır!´ diyerek dua etti.
Resûlullahı hak ve gerçek dinle peygamber gönderen Allah´a yemin ederim ki; kalbim dinde sebatta bir kaya gibi sapasağlam dururve beni destekler oldu.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
´Hamd olsun Allah´a ki, ona doğru yolu gösterdi!´ buyurdu."[636]
Dil oğullarından bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın Nudayr b. Hâris´e yüz deve vereceğini müjdeleyince, Nudayr b. Haris Müslümanlığı rüşvetle kabul etmiş olmamak için önce bunu almaktan kaçınmış, sonra kendisinin bu hususta hiçbir talebi olmadığını ve bunun bir ihsan olabileceğini düşünerek kabul etmiş, on devesini de müjdeleyiciye bağışlamıştır.[637]
Nudayr b. Haris; kendisine Müslümanlığı nasip edip, atalarının üzerinde ölüp gittikleri, kardeşiyle amca oğullarının öldürüldükleri şey üzerinde öldürmediği için, Yüce Allah´a çok çok şükrederdi.[638]
Yüce Allah ondan razı olsun![639]
Ebu Mahzûre´nin Müslüman ve Mekke Müezzini Oluşu
Ebu Mahzûre der ki:
"On genç arasında, Peygamber Aleyhisselamla birlikte Huneyn´e gitmiştik.
O zaman, kendisi bize insanların en nefret edileni, istenilmeyeni ve hoşlanılmayanı idi.[640]
Huneyn´den dönüşünde, yolda Resûlullah Aleyhisselama rastladık.[641]
Ci´râne´de[642] Resûlullah Aleyhisselamın müezzini namaz için kalkıp ezan okudu.
Müezzinin sesini işitince, bizler, gizlenmiş olarak,[643] onlarla alay etmiş olmak için, ezanı yüksek sesle tekrarladık.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Getiriniz bana şu gençleri!1 buyurdu.[644]
Getirildik, önünde durduk.[645]
Bize:
´Haydi, ezan okuyunuz!´ buyurdu.
Okuduk.
Okuyanların birisi, sonuncusu ben idim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Sesini en çok yükselttiğini işittiğim, içinizden hanginizdir ´ diye sordu.
Arkadaşlarımın hepsi birden bana işaret ettiler ve beni doğruladılar.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam onları saldı, beni orada tuttu, alıkoydu.[646]
´Bunun, işitmiş olduğum sesi, ne güzeldir![647]
Kalk, namaz için ezan oku!´ buyurdu.
O zaman, bana, Resûlullah Aleyhisselamdan da, onun emrettiği şeyden de daha sevimsiz gelen birşey yoktu!
Resûlullahın önünde ayağa kalktım.
Ezan okumayı bana kendisi öğretti ve ezberletti:[648]
"Allâhu Ekber! Allâhu Ekber!
Allâhu Ekber! Allâhu Ekber!
Eşhedü en lâ ilahe illallah! Eşhedü en lâ ilahe illallah!
Eşhedü enne Muhammederresûlullâh! Eşhedü enne Muhammederresûlullâh!
Hayye alessalâh! Hayye alessalâh!
Hayye alelfelâh! Hayye alelfelâh!
Allâhu Ekber! Allâhu Ekber!
Lâ ilahe illallah!´ de!´ dedi.
´Sabahın ilk ezanını okuduğun zaman da:
´Hayye alelfelah´tan sonra:
´Essalâtu hayrun minennevm! Essalâtu hayrun minennevm!´
İkamet getireceğin zaman da:
´Kad kâmetissalâh! Kad kâmetissalâh!´ de! Duydun mu [649]
´Allâhu Ekber!´ ve ´Eşhedü en lâ ilahe illallah!´ derken sesini yükselt!
´Eşhedü enne Muhammederresûlullâh!´ derken sesini kıs!´ buyurdu.[650]
Sonra, beni çağırdı. Ezanı okuttuğu zaman, bana bir kese gümüş para verdi. Elini alnıma koydu. Yüzümü, gözümü, sırtımı sığadı ve:
´Allah senin hakkında hayırlı ve mübarek kılsın!´ buyurdu.
´Yâ Rasûlallah! Mekke´de benim müezzinlik yapmamı emretsen ´ dedim.
´Senin Mekke´de müezzinlik yapman için emir veriyorum![651] Git! Mekkelilerin ezanını oku![652] Attâb b. Esîd´e, ´Mekkelilerin ezanını okumamı, bana Resûlullah emretti´ de!´ buyurdu.[653]
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselama karşı, içimdeki bütün sevgisizlikler gidip, yerine sevgi doldu!
Mekke valisi Attâb b. Esîd´in yanına vardım.
Resûlullah Aleyhisselamın emriyle, namaz ezanlarını okumaya başladım."[654]
Ebu Mahzûne, Huneyn´den dönüşte, Ci´râne´de Müslüman oldu.[655]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Ebu Mahzûre, önceleri, ezanı Bilal-i Habeşî ile birlikte okurdu.[656]
Kendisi, ezan okuyanların en gür ve güzel seslisi idi.[657]
Mekke Mescid-i Haram müezzinliği, Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Mahzûre´yi tayin edişinden başlayarak, oğuldan oğula geçe geçe sürüp gitmiştir.[658]
Ebu Mahzûre, Peygamberimiz Aleyhisselamın eli değdi diye saygısından dolayı, alnının saçını hiç kestirmemiştir.[659]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Umre Yapmak Üzere Ci´râne´de İhrama Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ci´râne´de onüç gece kaldıktan sonra, Zilkade ayının bitmesine oniki gece kala, Çarşamba gecesi, Ci´râne´den ayrılacağı sırada,[660] Ci´râne´de kaldığı müddetçe namazlarını içinde kıldığı, vadinin alt tarafındaki yamaçta bulunan mescide vardı.[661]
Orada, Allah´ın dilediği kadar namaz kıldı.[662]
Sonra, umre için ihrama girdi.[663] Ci´râne vadisini ihramsız geçmedi.[664]
Bunun için, Mekkelilerle çevresindekilerin Ci´râne´de ihrama girip umre yapmaları efdal sayılmıştır.[665]
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesine bindi.[666]
Ci´râne´den, geceleyin, umreye niyetlenmiş olarak ayrıldı.[667]
Batn-ı Şerife doğru yönelip Medine yoluna kavuşuncaya kadar ilerledi.[668]
Mekke´ye geceleyin girdi.[669]
Beytullah´ı görünceye kadar, tel biyeyi kesmedi.
Kabe´nin BenîŞeybe kapısında devesini indirdi ve Mescid-i Haram´a girdi.[670]
Geceyi Mekke´de geçirmiş gibi sabahladı.[671]
Ashabıyla birlikte Kabe´yi tavafa başlamadan önce, omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğu altından alarak sol omuzu üzerine attı.
Tavafın üç devresini, adımlarını kısaltmak, omuzlarını silkelemek suretiyle hızlı ve çalımlı olarak, tavafın dört devresini ise sükûnetle, ağır ağır yürüyerek yaptı.[672]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Safa ile Merve arasında dört gidiş üç gelişten ibaret olan sa´yi de deve üzerinde yaptı ve yedinci devresinde Merve yanında başının saçını kazıttı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın başının saçını kazıyan, Benî Beyâzaların kölesi Ebu Hind veya Hıraş b. Ümeyye idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu umrelerinde kurban kesmedi.[673]
Attâb b. Esîd´in Mekke Valiliğine Tekrar Tayin Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, umresini yapıp, Medine´ye dönmek üzere Mekke´den ayrılacağı sırada, Attâb b. Esîd´i Mekke´ye tekrar vali olarak tayin etti.[674]
Zaten, Huneyn gazasına çıkarken de, onu Mekke´de vali olarak görevlendirmişti.[675]
Attâb b. Esîd:
"Yâ Rasûlallan! Beni niçin arkanda bırakıyor (yanında götürmüyor)sun " dedi.[676]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Attâb! Benim seni kimlerin üzerine vali tayin ettiğimi biliyor musun " diye sordu.[677]
Attâb:
"Allah ve Allah´ın Resûlü daha iyi bilir!" dedi.[678]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben seni Yüce Allah´ın ev halkı üzerine vali tayin ediyorum![679]
Sen buna razı değil misin [680]
Eğer onlar için senden daha hayırlı olanını bilseydim, bulsaydım, onların üzerine onu tayin ederdim!" buyurdu.[681]
Attab b. Esîd; gerçekten salih, bilgili, faziletli,[682] son derecede verâ ve takva sahibi, Allah adamı idi.[683]
Kendisi, vali tayin edildiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu.[684]
Peygamberimiz Aleyhisselam ona günlük iki dirhem valilik maaşı (geçimliği) bağladı.[685]
Attab b. Esîd, Mekke halkına; Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisini günlük iki dirhem geçimlikle Mekke valiliğinde görevlendirdiğini, geçim hususunda hiç kimseye muhtaç olmadığını bildirmiş, "İki dirhemle açlığını gideremeyen kimsenin kamını, Allah acıktırsın!" demiştir.[686]
Yüce Allah ondan razı olsun![687]
Muaz b. Cebel´in Mekke´de Fıkıh ve Kur´ân-ı Kerîm Öğretmenliğine Tayin Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Attâb b. Esîd´i Mekke valiliğine tayin ettiği zaman, Muaz b. Cebel´i de, Mekkelilere fıkıh ve Kurân-ı Kerîm öğretmek üzere, Mekke´de bıraktı.[688]
Muaz b. Cebel ile birlikte Ebu Musa el-Eş´ar nin de Mekke´de Kur"ân ve fıkıh öğretmek üzere bırakıldığı rivayeti de vardır.[689]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´ye Dönüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´den Ci´râne´ye dönüp, geceyi Ci´râne´de geçirmiş gibi sabahladı.[690]
Perşembe günü, Müslümanlarla birlikte Ci´râne´den yola çıkıp Batn-ı Şerife, oradan da Merru´z-zahran´a giden yolu tutarak Merruz-zahran´a geldi.[691]
Zilkade ayının kalanında,[692] Zilkade ayından kalan altıncı gecede[693] Medine´ye geldi.[694]
Hevâzin Temsilcilerinin Medine´ye Gelip Esir Edilen Çoluk Çocukları ve İğtinam Edilen Malları
Hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama Başvurmaları
Peygamberimiz Aleyhisselam ganimet mallarıyla esirlerin mücahidler arasında bölüştürülmesi işini, Hevâzin temsilcilerinin gelmeleri için[695] on geceden fazla bekletip dundu.[696]
Hevâzin temsilcilerinin gelmeleri gecikince, onların esirlerini Müslümanlar arasında bölüştürdü[697]
Nihayet, Hevâzin temsilcileri Medine´ye geldiler ve Müslüman oldular.[698]
Genlerindeki kavimlerinin de Müslüman oldukları haberini getirdiler.[699]
Onlar, başlarında Ebu Sured Züheyr b. Sured olmak üzere ondört kişi idiler.[700]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sütannesi Halime Hatun tarafından amcası olan Ebu Burkan da aralarında bulunuyordu.[701]
Hevâzin temsilcileri:
"Yâ Rasûlalları! Biz, köklü bir kabileyiz![702]
Sana meçhul olmadığı üzere, biz bu musibete uğramış bulunuyoruz.[703]
Allah´ın sana lütuf ve ihsanda bulunduğu gibi, sen de bize karşı lütuf kâr ol!" dediler.
Benî Sa´d b. Bekr oğullarından Ebu Sured Züheyr ayağa kalktı ve:
"Yâ Rasûlallah! Şu gölgeliklerde bulunanlar, senin süt halaların, teyzelerin ve sana süt emzirip bakmış olan kadınlardır!
Eğer biz Şam kralı Haris b. Ebi Şimr´i veya Irak kralı Numan b. Münzirl emzirmiş ve şimdiki duruma düşüp de kendisinin şefkat ve ihsanlarını dilemiş olsaydık, bize esirgemezlerdi.
Halbuki, sen süt emzirilip bakılanların en hayıriısısın!" dedi.[704] Bu hususta bir de şiir söyledi.[705]
Hevâzin temsilcileri, mallarının ve esirlerinin kendilerine geri verilmesini istediler.[706]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben sizin gelmeyeceğinizi sanıncaya kadar işi bekletmiş, geciktirmiştim.
Fakat, siz çok geç kaldınız.
Esirler, mücahidler arasında bölüştürülmüş bulunuyor.[707]
Bana sözün en sevimli, en güzel olanı, doğru olanıdır.[708]
Görüyorsunuz ki; yanımda bunca Müslümanlar var!
Onların hepsini, haklarından vazgeçirmekzordur.[709]
Şimdi, siz, iki şıkkın birisini; ya esirleri, ya da mallan tercih ediniz!" buyurdu.[710]
"Size çocuklarınızla kadınlarınız mı, yoksa mallarınız mı daha sevgilidir diye sordu.[711]
Temsilciler, kendilerine ancak ikisinden birisinin verilebileceğini anlayınca:[712]
"Yâ Rasûlallah! Sen bizi mallarımızla çoluk çocuklarımız arasında muhayyer, onlardan birini seçmekte serbest bıraktın!
Biz, kadınlarımızı ve çocuklarımızı tercih ediyoruz![713]
Sen bize kadınlarımızı ve çocuklarımızı geri ver!
Çünkü onlar, bizim yanımızda, maldan daha sevgilidir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim hisseme ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşenleri size bağışladım.
Halka öğle namazını kıldırdığım zaman, sizler ayağa kalkıp:
´Biz çocuklarımız ve kadınlarımız hakkında Resûlullahın Müslümanlar katında, Müslümanların da Resûlullah katında şefaatini diliyoruz!´ dersiniz.
Bunun üzerine, ben de:
´Bana ve Abdulmuttalib oğullarına düşenleri bağışladım!´ derim.
Müslümanlardan da, sizin için istekte bulunurum!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanlara öğle namazını kıldırınca, Hevâzin temsilcileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendilerine emrettiği üzere, ayağa kalktılar ve:
"Biz, çocuklarımız ve kadınlarımız hakkında Resûlullahın Müslümanlar katında, Müslümanların da Resûlullah katında şefaatini diliyoruz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim hisseme ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşenler, sizin olsun" buyurdu.
Bunun üzerine, Muhacirler:
"Biz de, hisselerimize düşenleri Resûlullah Aleyhisselam için bağışladık!" dediler.
Akra´ b. Habis:
"Ben ve kabilem olan Temim oğulları adına, hayır! Bağışlamayız!" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Ben ve kabilem olan Fezâre oğulları adına, hayır! Biz bağışlamayız!" dedi.
Abbas b. Mirdas es-Sülemî:
Ben ve kabilem olan Benî Süleymler adına, hayır! Biz bağışlamayız!" dedi.[714]
Fakat, her iki kabile halkı (Temim oğulları ile Süleym oğulları), Akra´ ile Abbas´ın:
"Hayır! Bağışlamayız!" sözleri üzerine, onlara:
"Hayır! Sen yalan söylüyorsun! Esirler Resûlullah Aleyhisselama bağışlanmıştır!" dediler.[715]
Süleym oğulları:
"Biz hissemize düşenleri Resûlullah Aleyhisselama bağışladık!" dedikleri zaman, Abbas b. Mirdas
"Siz beni küçük düşürdünüz!" diyerek onlara çıkıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kalkıp Müslümanlara bir hutbe irad buyurdu.[716]
Hutbesinde, Yüce Allah´a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulunduktan sonra:
"İmdi, şu kardeşleriniz, tevbe ve nedamet ederek, Müslüman olarak bize geldiler.
Ben de, esirlerini geri vermeyi uygun gördüm.
Sizden her kim esirlerini gönlünden koparak, karşılıksız geri vermeyi arzu ederse, bunu yapsın!
Sizden herkim de, kendi hissesini tutmak, karşılıksız vermemek isterse,[717] Allah´ın bize ihsan edeceği ilk ganimet malından[718] ona üçü dört yaşına, üçü de beş yaşına basmış[719] altı deve verilecektir.[720] O da, bağışını bu şartla yapsın![721]
Şu insanlara, çocuklarını ve kadınlarını geri veriniz!" buyurdu.[722]
Müslümanlar
"Resûlullahın hatırı için, onlara bu esirlerini gönlümüzden koparak bağışlıyoruz!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizlerden buna kimlerin nzası var, kimlerin rızası yok, bilemeyiz. Siz hemen dönüp gidiniz de, bize muvafakati arın iz ı işbilir kişileriniz gelip arzetsin!" buyurdu.
Müslümanlar konak yerlerine döndüler.
İşbilir kişiler, kabileleri halkı ile konuştuktan sonra, geri gelip Peygamberimiz Aleyhisselama her bir kabile halkının Hevâzin esirlerini geri vermeye muvafakat ettiklerini ve bundan hoşnutluk duyduklarını bildirdiler.[723]
Zeyd b. Sabit de, Ensan birer birer dolaşarak, onlara:
"Esirleri teslim edecek misiniz " diye sordu.
Hiçbiri itiraz etmedi. Hepsi de teslim etmeye razı oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´i de Muhacirlere gönderdi.
O da, esirleri teslim etmelerini onlardan istedi. Hiçbir itiraz eden olmadı. Hepsi muvafakat ettiler.
Ebu Rühmü´l-Gıfârî de, Arap kabilelerini dolaştı.
Onlar da, teslim etmeye razı olmak hususunda birleştiler.
Ellerinde bulunan esirleri Hevâzin temsilcilerine teslim ettiler.
Abdurrahman b. Avf´a düşen kadın ise, kalmak veya kavminin yanına dönmekte serbest bırakıldı.
O da, kavminin yanına gitmek istedi ve gönderildi.
Sa´d b. Ebi Vakkas´ın elindeki kadın ise, onun yanında kalmayı tercih etti.
Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Talha ve Safvan b. Ümeyye´nin hissesine düşen kadınlar kavimlerine teslim edildiler.[724]
Hz. Ömer, kendisine düşen kadını oğlu Abdullah´a bağışlamıştı. Abdullah da onu Benî Cumahlardan dayılarının yanına göndermişti.
Hevâzinler, sonradan gelip onu da aldılar, götürdüler.[725]
Uyeyne b. Hısn Hevâzin esirleri arasından koca bir karıyı seçip alırken:
"Sanırım ki; bu ya bir kabile anasıdır, ya da kabilede soylu bir kadındır. Herhalde bunun kurtulmalık akçesi de büyük olur!" demişti.[726]
Uyeyne b. Hısn; esirlerin Hevâzin temsilcilerine geri verilişi sırasında, bu koca kadını Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından ileride altı deve verilmek üzere Hevâzinlere teslim etmeye yanaşmadı.[727]
Koca kadının genç oğlu, Uyeyne´nin yanına varıp:
"Sana bu anam için yüz deve versem olmaz mı " diye sordu.
Uyeyne:
"Hayır! Olmaz!" dedi.
Genç geri döndü. Uyeyne´yi kendi haline bıraktı.
Koca kadın, oğluna:
"Sen yüz deveyi nereden bulup peşin peşin vereceksin !
Bırak onu kendi haline, acele etme!
O, beni kurtulmalıksız da bırakacaktır!" dedi.
Uyeyne, koca kadının bu sözünü işitince:
"Ben bugünkü gibi bir hile görmedim!
Vallahi, o beni bununla ne aldatabilir, ne de benden kurtulabilir!
Vallahi, seni kendimden asla ayırmayacağım!" dedi.
Uyeyne, koca kadının oğluna rastlayıp:
"Bana teklif ettiğin develer karşılığında, alır mısın onu " diye sordu.
Genç oğul:
"Sana elli deveden fazla veremeyeceğim!" dedi.
Uyeyne:
"Yapamam!" dedi.
Bir müddet sonra, tekrar gencin yanına uğradı.
Genç, Uyeyne´den yüzünü çevirdi.
Uyeyne, gence:
"Bana teklif ettiğin develer karşılığında, onu alır mısın diye sordu.
Genç oğul:
"Sana yirmibeş deveden fazla veremeyeceğim!" dedi.
Uyeyne:
"Vallahi yapamam! Yüz deveden sonra, yirmibeş deveye in hâ ! dedi.
Uyeyne, Hevâzinlerin yurtlarına dağılıp gitmelerinden korkunca, tekrar gencin yanına vardı ve:
"Onu (ananı) bana teklif ettiğin develer karşılığında alır mısın " diye sordu.
Genç:
"Sana onun karşılığında on deve versem olur mu " dedi.
Uyeyne:
"Vallahi yapamam!" dedi.
Hevâzinler gidecekleri sırada, Uyeyne, koca kadının oğluna:
"İstiyorsan, onu teklif ettiğin on deve karşılığında alır mısın " diyerek seslendi.
Genç oğul:
"Sen onu salsan da, sana bir kuzu versem olmaz mı " diye sordu.
Uyeyne:
"Bana senin kuzun gerekmez! Ben bugünkü gibi bir iş görmedim!" diye kendi kendine söylenerek ve kendisini kınayarak dönerken, koca kadının oğlu:
"Bunu kendine sen yaptın! Çok yaşlı, koca bir kadını almaya yöneldin!
Halbuki, onun ne süt gelir memeleri, ne çok doğurur kamı, ne latif dudakları, ne de ardından ona üzülecek, onu arayacak kocası var!
Sen, gördüklerinin arasından, işte böylesini seçip aldın! " dedi.[728]
Bunun üzerine, Uyeyne b. Hısn, ileride Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından verileceği vaad buyurulan altı deveye razı olmaktan başka çare bulamadı.[729]
Koca kadının oğlu:
"Ey Uyeyne! Resûlullah Aleyhisselam esirlere elbise giydimnişti.
Yoksa, aranızda, bunun elbisesi hakkında bir yanlışlık mı yapıldı Sen buna elbisesini giydirmedin mi " diye sordu.
Uyeyne:
"Hayır! Vallahi, buna ait yanımda birşeyyok!" dedi.
Genç:
"Gel, sen böyle yapma!" dedi.
Halbuki, Uyeyne koca kadın için vücudunun her tarafını kaplayacak kadar geniş bir elbise ayırıp almış bulunuyordu![730]
Hevâzinlerin Başkanı ve Başkumandanı Malik b. Avf´ın Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hevâzin esirleri ve mallan bölüşülürken, Hevâzinlerin başkanı ve başkumandanı Malik b. Avf´ın ev halkı ile mallarını bölüştürme dışında tutmuş, ev halkının da Mekke´de onların halaları olan Ümmü Abdullah binti Ebu Ümeyye´nin yanında bir müddet tutuklu bulundurulmalarını emretmişti.[731]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hevâzin temsilcilerine:
"Malik b. Avf ne yapıyor " diye sormuştu.[732]
Temsilciler:
"O, kaçıp Taif kalesine girdi.[733] Şimdi Sakîflerin yanında bulunuyor!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Malik´e haber veriniz ki; eğer Müslüman olur, yanıma gelirse, kendisine ev halkını ve malını geri verir, ayrıca da yüz deve ihsan ederim" buyurdu.[734]
Malik b. Avf, Peygamberimiz Aleyhisselamın yaptığı vaadleri ve kavmi hakkında yapılanları, kendisinin ev halkı ile mallarının tutulduğunu ve korunduğunu haber alınca,[735] Peygamberimiz Aleyhisselamın söylediklerini Taifliler, Sakîfler öğrenirler de kendisini tutuklar!ar diye korktu.
Adamlarına, devesini hazırlamalarını emretti.[736] Dahnâ´da devesini hazırladılar.[737]
Atını getirmelerini emretti, geceleyin atı Taife getirildi.
Gece Taif kalesinden çıktı. Atına binip, devesinin bulundurulmasını emrettiği yere kadar, atını koşturdu.[738] Dahnâ´da[739] devesine bindi. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi. Müslüman oldu. İslâm ibadetleriyle Müslümanlığını güzeli eştirdi.
Yüce Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona ev halkı ile mallarını geri verdi. Ayrıca da, yüz deve ihsan etti. Kendisini, kavminden Müslüman olan kabilelere;[740] Sümale, Selime[741] ve Fehm kabilelerine vali ve kumandan tayin etti.[742]
Bu kabileler, Taif ve çevresinde oturmakta idiler.[743]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Malik b. Avf´a bir de sancak bağlayıp verdi.[744]
Malik b. Avf, Müslüman olduğu zaman söylediği bir şiirinde:
"Bütün insanlar arasında Muhammed´in bir benzerini daha ne görmüş, ne de işitmişimdir!
Kendisinden birşey istenildi mi, o onu fazlasıyla verir!
Ne zaman istersen, o sana yarın vukua gelecek şeylerden de haber verir!" demiştir.[745]
Malik b. Avf, kendisine bağlı kabileleri yanına alarak[746] müşrik olan kabilelerle,[747] hususan Sakillerle savaştı.[748] Onlara baskınlar yaptı.[749] Sakîflerin sağmal develerini, Taif surlarının dışındaki yaylım yerlerine çıkamaz etti. Dışarı çıkan yaylım hayvanlarını baskın yapıp ele geçirdi.[750]
Nitekim, Taiflilerin yaylımlarına yaptığı bir sabah baskınında 1.500 davarlarını ele geçirmişti.[751]
Malik b. Avf´ın baskınları, Sakîflere çok sıkıcı gelmeye başladı.[752]
Hatta, Ebu Mıhcan, bu husustaki bir şiirinde şöyle yakınmaktan kendini alamamıştır
"Düşmanlar bizden korkar, uzaklaşırlarken, şimdi Benî Selimeler üzerimize yürümeye, bizimle savaşmaya başladılar!
Malik, ahdini bozarak, onlarla birlikte üzerimize yürüdü! Konak yerlerimize kadar geldiler.
Halbuki, onlar ahdi bozanları cezalandırıcı idiler."[753]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vâkıdî, c. 1 , s. 6, İbn Sa´d, c. 2, s. 149, İbn Esir, c. 2, s. 261.
[2] Vâkıdi, c. 3, s. 889, İ bn S a´d, Tabak ât, c. 2, s. 150, Zehe bf, M eg âzf, s. 477, E bu´l-F idâ, el-Bi dâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 322.
[3] Vâkıdî, c.3,s. 889, İbnSa´d.c.2, s. 150, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 208.
[4] İbn Sa´d, c. 2, s. 150, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 365.
[5] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 21.
[6] Tabeıf, Tefsir, c. 1 0, s. 100.
[7] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 895.
[8] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 364.
[9] Tabeıf, Târîh, c. 3, s. 125.
[10] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 5.
[11] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c.6, s. 549, c. 7, s. 199, Yâküt, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 313.
[12] Taberî, Tâıîh.c.3, s. 1 25,126, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45.
[13] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 804,806.
[14] Vâkıdî, c. 3, s. 885, İbn Sa´d, c. 2, s. 149.
[15] İbn Esîr, c. 2, s. 261.
[16] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 885-886.
[17] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 420.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 816, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 313.
[19] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 80, Vâkıdî, c. 3, s. 885, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-k übrâ, c. 2, s. 149-150, Tab en, Târîh, c.3, s. 126.
[20] Vâkıdî, c. 3, s. 885, İbn Sa´d, c. 2, s. 150, Taberî, c. 3, s. 126.
[21] Vâkıdî, c. 3, s. 885.
[22] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 80, Taberî, c. 3, s. 126.
[23] Vâkıdî, c. 3, s. 886.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 80, Taberî, c. 3, s. 126.
[25] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 34.
[26] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 886.
[27] Vâkıdî, c. 3, s. 889, Taberî, c. 3, s. 127.
[28] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 80, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 885, Taberî, Târîh, c.3, s. 126.
[29] Vâkıdî, c. 3, s. 886-887, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-k übrâ, c. 2, s. 150.
[30] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 80, Taberî, c. 3, s. 126.
[31] Vâkıdî, c. 3, s. 886.
[32] Yâküt, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 281.
[33] Zemahşerf, Keşşaf, c. 2, s. 1 82.
[34] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 80-81, Vâkıdî, c.3, s. 887, Taberî, c. 3, s. 126.
[35] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 4, s. 81, Vâkıdî, c. 3, s. 887-888, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 1, s. 133, Taberî, c. 3, s. 126, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 122-123, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 261.
[36] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 81, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 888, Taberî, Târîh, c. 3, s. 126, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c.1, s. 133, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 122-123, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 261.
[37] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 81, Taberî, c. 3, s. 126, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 1 , s. 133, Beyhakî, c. 5, s. 123.
[38] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 1, s. 133.
[39] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 81-82, Vâkıdî, c.3, s. 888, Taben , c. 3, s. 126-127, İbn Abdi Rabbih, c. 1, s. 133, Beyhakî, c. 5, s. 122, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
[40] Vâkıdî, c. 3, s. 888.
[41] İbn İshak, İbn Hişam, c.4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 888, İbn Abdi Rabbih, c. 1, s. 133, Taberî, c.3, s. 1 27, İbn Esîr, c.2, s. 262.
[42] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 888.
[43] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82.
[44] İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 1,s.133.
[45] Vâkıdî, c. 3, s. 888, Taberî, c. 3, s. 127, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
[46] Vâkıdî, c. 3, s. 888.
[47] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 82, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 888, Taberî, Târîh, c. 3, s. 127, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 123, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262.
[48] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 888, Taberî, c. 3, s. 127, İbnEsîr, c.2, s. 262.
[49] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 888-889.
[50] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.4, s. 82.
[51] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 889.
[52] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 889, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 1, s. 1 33, Taberî, c. 3, s. 127.
[53] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, İbn Abdi Rabbih, Ikdu´l-ferfd, c. 1, s. 131,134, Taberî, c. 3, s. 127.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/17-23.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhaki, c. 5, s. 121.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 893, Beyhaki, c. 5, s. 121.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhaki, c. 5, s. 121.
[57] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 893.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/23-24.
[58] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 157, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 63.
[59] Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 49, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 1 21, Halebî, c. 3, s. 63.
[60] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 82-83, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 893, Taberî, Târih, c. 3, s. 127.
[61] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 83.
[62] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 893.
[63] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 83, Vâkıdî, c. 3, s. 893, Taberî, c. 3, s. 127.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/24-25.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.4, s. 83, Taberî, Târih, c. 3, s. 127, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 262.
[65] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 83, Taberî, c. 3, s. 127, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 49, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 121, İbnEsîr, c. 2,5.262.
[66] Veya 400 adet idi (İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 238).
[67] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 83, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhakî, c. 5, s. 121, İbn Esîr, c.2, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 189, Zehebî, Megâzî, s. 475476, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 324, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 207.
[68] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 83, Vâkıdî, c. 3, s. 890, Taberî, c. 3, s. 1 27, İbn Seyyid, c.2, s. 189, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 324, İbn Kayyım, c. 2, s. 207.
[69] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 5, s. 354, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 63, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 7.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/25-26.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 83, Vâki df.c. 3, s. 889, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 365, Taberî, c. 3, s. 127-128, Beyhakî, c. 5, s. 121, İbn Haan, Cevâmiu´s^sfne, s. 238, İbn Esîr, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, c. 2, s. 189, Zehebî, s. 476, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 325, İbn Kayyım, c. 2, s. 208 İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[71] Vâkidf, c. 3, s. 889, Belâzurı, Ensâb, c. 1, s. 365.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/26.
[72] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 889, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 150, Zehebî, Megâzî, s. 477, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 322.
[73] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 83, Vâkıdî, c. 3, s. 889, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 50, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 365, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 62, Taberî, Târîh, c. 3, s. 127, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 121,124, İbn Haim, Cevâmiu´s-are, s. 238, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 189, Zehebî, Megâzî, s. 476, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 324, İbn Kayyı m, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 208, İbn Haldun, Târîlı, c. 2, ks. 2, s. 46, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 209, Diyarbekrî, Târftıu´l-hamfs, c. 2, s. 100,Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 63.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/26.
[74] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 890.
[75] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 63-64.
[76] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 130.
[77] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 894-895, Be^tıakf, Delâil, c. 5, s. 130.
[78] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 895.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/26-27.
[79] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 890-91, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 218, Ezrakî, Mekke, c. 1,s.130.
[80] Vâkıdî, c. 3, s. 891, Ezrakî, c. 1, s. 130.
[81] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 218.
[82] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 84, Vâkıdî, c.3, s. 890, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 218, Ezrakî, c.1, s. 129-130.
[83] Vâkıdî, c. 3, s. 891, Yâküt, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 273.
[84] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 130.
[85] Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 273.
[86] Zehebî, Megâzî, s. 478.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/27-28.
[87] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 892, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 150. 87.
[88] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 1127, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
[89] Vâkıdî, c. 3, s. 892, Halebî, c. 3, s. 63, Zürkânf, c. 3, s. 7.
[90] Taberî, Tâıîh.c.3, s. 1 27.
[91] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 892, Taberî,c.3, s. 127, İbn Esîr, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c.2, s.189, Zehebi, s. 478.
[92] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4,s.82, Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 892, Taberî, Târih, c.3, s. 127, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 189, Zehebî, Megâzî, s. 478, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 323.
[93] Vâkıdî, M egâzf, c.3,s.892-893, Zürkânf, M evâhib Şerhi, c. 3, s. 7.
[94] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Vâkıdî, c. 3, s. 893, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhakî, c. 5, s. 1 23, İbn Esîr, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, c.2, s. 189.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/28-29.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 895, Halebî, İnsan, c. 3, s. 64.
[96] Hal ebf, İnsan, c. 64.
[97] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 127, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/30.
[98] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 897, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 150.
[99] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 897.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 897, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 150.
[101] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 156, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 286, Taberî, Tefar, c. 10, s. 1 02, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 141.
[102] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 156, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 286, Taben, Tefsir, c. 10, s. 102.
[103] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 897, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 50.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/30-32.
[104] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 897.
[105] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 239.
[106] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 85, Ahmed b. Hanbel,c.3, s. 376, Taberî, Târih, c. 3, s. 1 28, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262-263, İbn Seyyid, Uvûnu´l-eser, c. 2, s. 189-190, Zehebî, Megâzî, s. 479, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 326, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 208, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 179, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 101.
[107] Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1402.
[108] Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1400-1401.
[109] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 281 Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 99, Müslim , c. 3, s. 1 401.
[110] Taben, Tefsir, c. 10, s. 100.
[111] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 897, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 51.
[112] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 1 51.
[113] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 65, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 10.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/32-34.
[114] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 902-903, 904.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4,s. 88, Taberî, Târih, c. 3, s. 129.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 88, Serahsf, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 185, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 904.
[117] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 279.
[118] Serahsi, Siyeru´l-kebîr Şerhi, c. 1, s. 185, Vâki cif, Megâzî, c. 3, s. 904.
[119] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 88, Vâkıdî, c. 3, s. 904.
[120] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 89.
[121] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 89, Vâkıdî, c. 3, s. 904, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 279.
[122] Serahsi, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 185, Vâkıdî, c. 3, s. 904.
[123] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 279.
[124] Serahsi, Siyeru´l-kebir Şerhi, c. 1, s. 185.
[125] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 903-904, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 279, Taberî, Târih, c. 3, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/34-36.
[126] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 906.
[127] İbn İshak, İtan Hişam, c. 4, s. 85, Taberî, c. 3,s.128,İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 263, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 190, Zehebî, Megâzî, s. 479, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 208.
[128] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 286.
[129] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 157.
[130] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 85, Taberî, c. 3, s. 128, İbn Esîr, c. 2, s. 263.
[131] Ümmü Eymen´in oğlu Eymen b. Ubeyd, Hazrecflerden Ubeyd b. Anr´ın Ümmü Eymen´den doğma oğlu olup, Üsâme b. Zeyd´in anne bir kardeşi idi (İbn Sa´d, c. 2, s. 152, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 189). Huneyn´de Peygamberimiz AJeyhisselamın çevresinde onu canla basla korumaya çalışan sayılı ashab arasındaydı (İbn İshak, c. 4, s. 85-86). Kendisi, Peygamberimiz ^Jeyhisselamın ibriğini taşır, gerektiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam a verirdi (İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 189). AJlah ondan razı olsun.
[132] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 85-86, Vâki df, c. 3, s. 900, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 365, Taberî, c. 3, s. 128, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 127, İbn Esîr, c. 2, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 190, Zehebî, s. 479, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 326.
[133] Vâkıdî, c. 3, s. 901, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 365, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 11.
[134] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 901.
[135] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 901, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 142, Zehebî, Megâzî, s. 484, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 180, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 102, Halebî, İnşânu´l-uyûn, c. 3, s. 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/36-37.
[136] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 88, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 902, Taberî, Târih, c. 3, s. 129, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c.1,5.179
[137] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 88, Taberî, c. 3, s. 129.
[138] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 902.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/37.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 90, Vâkıdî, c. 3, s. 908, Ahmedb.Hanbel, Müsned, c. 5, s. 306, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 101.
[140] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 90, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 306.
[141] Vâkidi, c. 3, s. 908, Buhân, c. 5, s. 100.
[142] Buhâri , Sahih, c. 5, s. 1 00-101.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 90, Vâkıdî, c.3, s. 908, Ahmed b. Hanbel, t 5, s. 303.
[144] Buhâri, Sahih, c. 5, s. 1 00.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 90. Vâkıdî, c.3, s. 900, Ahmed b. Hanbel, t 5, s. 306.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/38.
[146] Serahsi, Siyeru´l-kebir Şerhi, c. 3, s. 1009, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 70, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 12.
[147] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 70, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 1 2.
[148] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/38-39.
[149] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 910, Taberî, Târîh, c. 3, s. 128, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 263, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 190, Zehebî, Megâzî, s. 479, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 327, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 208.
[150] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 1 02, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 70.
[151] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 910.
[152] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 70.
[153] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 910, Taberî, c.3, s. 128, İbn E sır, c. 2, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 190, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 327, İbn Kayyım, c. 2, s. 208.
[154] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 131 , Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 70, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 12.
[155] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 86, Vâkıdî, M egâzf.c. 3, s. 91 0, Taberî, Târih, c. 3, s. 128, Beyhakî, De lâilü´n-nübüvvıe, c. 5, s. 128, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 263, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 190, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 180.
[156] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 895, Beyhakî, c. 5, s. 128, İbn Esîr, c. 2, s. 263, Heysemî, c. 6, s. 180, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 71, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 12.
[157] Zehebî, Megâzî, s. 481 .
[158] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 910-911.
[159] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 911, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 70.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/39-41.
[160] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 909.
[161] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 71.
[162] Vâkicif, Megâzî, c. 3, s. 909-910, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 145, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c.4, s. 333.
[163] İtan İshak.İbnHişam, c. 4, s. 87, Taberî, Târih, c. 3, s. 128, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[164] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 910, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[165] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 71.
[166] M us´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 253.
[167] Vâkıdî, c. 3, s. 910, M us´abu´z-Zübeyrf, s. 253, Beyhakî, D elâ il, c. 5, s. 145.
[168] M us´abu´z-Zübeyrf, s. 253.
[169] Vâkıdî, c. 3, s. 910, M us´abu´z-Zübeyrf, s. 253 Heysemî, Mecınau´z-zevâid, c. 6, s. 184.
[170] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 366.
[171] Vâkıdî, c. 3, s. 910, Beyhakî, c. 5, s. 1 45, Zehebî, s. 489, Heysemî, c. 6, s. 184, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 333.
[172] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 146, Zehebî, Megâzî, s. 486, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 333.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 910, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 191, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 208.
[174] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 191, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 208.
[175] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 910, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 191.
[176] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 191, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 208-209.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/41-43.
[177] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 897-898.
[178] Zührî, Megâzî, s. 92, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 898, ^bdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 380, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 207, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1 398, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 1 37-1 38.
[179] İbn İshak, İbn Hişam, S ire, c. 4, s. 87, Vâkıdî, c. 3, s. 898-899, Taberî, Târih, c. 3, s. 128-129, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 239, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 120, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 264, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 192, Zehebî, Megâzî, s. 480, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 209, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 12.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 903-904.
[181] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.2O7, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1399.
[182] Taberî, Târîh, c. 3, s. 129.
[183] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 902.
[184] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 180, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 252.
[185] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 67.
[186] Zührî, Megâzî, s. 92-93, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 87, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 899, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 380, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2. 151, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 207, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1399, Taberî, Târîh, c. 3, s. 129, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 138-139, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 264, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 192, Zehebî, Megâzî, s. 483, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 330. İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 209, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c.6,s.1O.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/43-46.
[187] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1401.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 902, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1401 , Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 328.
[189] Vâkıdî, c. 3, s. 902, İbn Sa´d, c. 2, s.1 51, Ahmed b.Hanbel, c. 5, s. 280, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 208,Müslim, c. 3, s. 1401 , Taberî, Târih, c. 3, s. 129, Beyhakî, Sünenü ´l-kübrâ, c. 7, s. 43, İbn Hazm, Cevâm iu´s-Sîre, s. 151, İbn Esîr, c. 2, s. 264, İbn Seyyid, c.2,s.192,Zehebî, s. 482, İbn Kayyım, c. 2, s. 209, Heysemî, c. 6, s. 182.
[190] Vâkıdî, c. 3, s. 901-902, Müslim, c.3, s. 1 401, Zehebî, s. 482, İbn Kayyım, c. 2, s. 209, Heysemî, c. 6, s. 182.
[191] Vâkıdî, c. 3, s. 899, Taberî, Tefsfr, c. 10, s. 100, Beyhakî, c. 5, s. 131, Halebî, c. 3, s. 69.
[192] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 69.
[193] Vâkıdî, c. 3, s. 902, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 233, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1401, Beyhakî, c. 5, s. 135.
[194] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 901-902, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 11.
[195] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 286, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1402, Taberî, Târih, c. 3, s. 130, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve.c. 4, s. 140, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 264, Zehebî, Megâzî, s. 483, 484, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n -ni hâye, c. 4, s. 331-332, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 209.
[196] Zührî, Megâzî, s. 93, Vâkıdî, c. 3, s. 899, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 380, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 151 , Ahm ed b. Hanbel, c. 1, s. 207, Müslim, c. 3, s. 1398.
[197] Zührî, Megâzî, s. 93, Vâkıdî, c. 3, s. 899, Abdurrezzak, c. 5, s. 380, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 207, c. 5, s. 286, Müslim , c.3, s. 1399.
[198] Vâkıdî, c. 3, s. 899, İbn Sa´d, c. 2, s. 151 , Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 286, Müslim, c. 3, s. 142, Beyhakî, c. 5, s. 140, İbn Seyyid,Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 192, Zehebî, s. 483484, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 331, İbn Kayyım, c. 2, s. 209.
[199] Müslim, c. 3, s. 1402, Zehebî, s. 483484, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 331, İbn Kayyım, c. 2, s. 209.
[200] İbn Sa´d, c. 2, s. 151 , Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 153, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 47.
[201] Müslim, c. 3, s. 1402, Zehebî, s. 484.
[202] Zührî, s. 93, Abdurrezzak, c. 5, s. 380, İbn Sa´d, c. 2, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 207, Müslim, c. 3, s. 1399.
[203] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.4, s. 91, Taberî, Târih, c. 3, s. 129, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 146, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[204] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 905, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 183.
[205] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 91, Vâkıdî, c. 3, s. 905, Taberî, c. 3, s. 129, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[206] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 91, Vâkıdî, c. 3, s. 905, Taberî, c. 3, s. 129, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[207] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 905.
[208] İbn İshak.İbnHişam, c. 4, s. 91, Taberî, c. 3, s. 129.
[209] İbn İshak.İbnHişam, c. 4, s. 91, Vâkıdî, c.3, s. 905, Taberî, c. 3, s. 129, Beyhakî, c. 5, s. 146.
[210] İbn Sa´d, c. 2, s. 156, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 286, Heysemî, c. 6, s. 182.
[211] . Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 906, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 183, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4,s. 251.
[212] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 906-907.
[213] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 143, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 181.
[214] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.2O7, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1399.
[215] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.2O7, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1399.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/46-49.
[216] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 93, Vâkıdı, c. 3, s. 907, Taberî, c. 3, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/49.
[217] Yüze yakın rivayeti de vardır ( Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 907).
İbrı İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 92, Taberî, c. 3, s. 130.
[218] İbn Sa´d, c. 2, s. 154, Beyhakî, c. 5, s. 142, Heysem f, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 182.
[219] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 92, İbn Sa´d, c. 2, s. 154, Taberî, c. 3, s. 130, Beyhakî, c. 5, s. 142, Heysemî, Mecmau´z-zevâid,c.6, s. 182.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 92, Taberî, Târih, c. 3, s. 130.
[221] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 92, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 912, Taberî, c. 3, s. 130.
[222] Vâkıdîı Megâzî,c.3,s. 911.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 97, Vâkıdî, c. 3, s. 916, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 52.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/49-50.
[224] İbn İshak, İtan Hişam, c. 4, s. 95, Vâkıdî, c.3, s. 914, İbn Sa´d, c. 2, s. 151.
[225] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 95-96, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 914-915, Taberî Târih, c.3, s. 130-131.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 915.
[227] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 72.
[228] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 6, s. 1 79.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/50-52.
[229] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 912, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 151.
* Süleym oğulları, aralan n da, "Analarınızın oğullarını öldürmekten el çekiniz!" diyerek el çekmişlerdi (Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 912, 913, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, o. 2, s. 1 51).
[230] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 97-98, Vâkıdî, Megâzî, o. 3, s. 916-917.
[231] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 98.
[232] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 917.
[233] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 98, Vâkıdî, c.3, s. 917.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 917.
[235] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 99.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 917.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 917.
[238] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 917.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/52-54.
[239] İbn İshak, İtan Hişam, c. 4, s. 100, Vâkıdî, c.3,s. 913.
[240] Vâkıdî, c. 3, s. 913.
[241] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 100, Vâkıdî, c. 3, s. 913.
[242] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 100.
[243] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 100.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/54.
[244] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 100-101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1,s. 193, Taberî, Târih, c. 3, s. 131, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 344.
[245] Vâkıdî, c. 3, s. 913, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 344.
[246] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 101, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 199.
[247] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Taberî, Târih, c. 3, s. 131, İbn Hacer, c. 4, s. 344.
[248] Beyhakî, Delâil.c.5, s. 199, Zehebî, Megâzî, s. 507, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 364.
[249] Beyhaki, Delâil, c. 5, s. 199, Zehebî, Megâzî, s. 507.
[250] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 100-101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Taberî, c. 3, s. 131-132 İbn Hacer, c. 4, s. 344.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 913.
[252] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.4, s. 101, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 913.
[253] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s:. 913.
[254] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 101, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 91 3.
[255] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 1 01, Taberî, Târîh, c. 3, s. 132, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 364, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 344.
[256] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Taberî, c. 3, s. 132, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 364, İ bn Hacer, c. 4, s. 344.
[257] Vâkıdî, c. 3, s. 913, İbn Hacer, c. 4, s. 344.
[258] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 913-914.
[259] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Belâzurî, Ensâb, c. 1,s.93.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/54-56.
[260] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 100, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 912.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 912.
[262] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 905, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 435.
[263] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 915.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/57-58.
[264] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 915, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c, 2, s. 151-152.
[265] Vâkıdî, c. 3, s. 915, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 357.
[266] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 99.
[267] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 915.
[268] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 99.
[269] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 99, Vâkıdî, c.3, s. 915.
[270] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 915.
[271] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 99-100, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâve, c. 4, s. 338.
[272] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 100.
[273] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 01-1 02, Taben, Târih, c. 3, s. 131.
[274] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 916.
[275] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 02.
[276] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 97, Vâkıdî, c. 3, s. 91 6, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 358.
[277] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 365.
[278] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 02.
[279] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 916, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 358.
[280] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 02.
[281] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 35.
[282] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 02.
[283] Vâkıdı, Megâzî, c.3, s. 916.
[284] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 02.
[285] Vâkıdî, Megâzı, c. 3, s. 916, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 358.
[286] Buhârî, Sahîh.c. 5, s. 102.
[287] Vâkıdı, Megâzı, c. 3, s. 916.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/58-61.
[288] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c.4, s. 101, Vâkıdî,c. 3,s. 922, İbn Hazin, Cevâmiu´s-Sîre, s. 241, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvvıe, c. 5, s. 154-155, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 193, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 340, Heysemî, Mecınau´i-ievâid, c. 6, s. 189-1 90, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 47, Diyarbekrî, Târîh, c. 2, s. 109.
[289] Vâkidi, c. 3, s. 922, İbn Seyyid, c. 2, s. 193, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 24.
[290] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 189.
[291] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/61.
[292] Zührî, Mecazî, s. 93, Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 380-381, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 88.
[293] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 384.
[294] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 88.
[295] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 284.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/62.
[296] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 101, Taberî, Târih, c. 3, s. 132.
[297] Zührî, Megâzî, s. 93, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 381.
[298] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 923.
[299] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 917-918.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/62-63.
[300] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 275, Vâkıdî, c.3,s. 919, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 5, s. 112.
[301] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 276, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 112.
[302] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 919.
[303] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 276, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 112.
[304] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 276, Vâkıdı, c.3,s. 919, Ahmed b.Hanbel, c. 5, s. 112.
[305] Vâkıdî, Megâzî,c.3,s. 919.
[306] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 276, Vâkıdî, c.3,s. 920, Ahmed b.Hanbel, c. 5, s. 112.
[307] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 277.
[308] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 277, Vâkıdî, c. 3, s. 920.
[309] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 920.
[310] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 276, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 112.
[311] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 276, Vâkıdı, c.3,s. 920.
[312] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 920.
[313] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 276, Vâkıdî, c. 3, s. 920, Ahmed b.Hanbel, c.S.s. 112, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 385.
[314] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 386.
[315] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 920.
[316] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 276, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 920, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 112.
[317] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 277.
[318] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 921.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 277, Vâkıdî, c. 3, s. 921.
[320] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 921.
[321] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 277.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/63-65.
[322] Müslümanlardan bazılan , "Biz artık azli k sebebiyle mağlup olur değiliz!" diyerek, çoklukları yla gururlanmış! ardı (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 87).
[323] Tevbe: 9/25-27.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/66.
[324] Vâkıdî, c. 2, s. 870, c. 3,s.923,İbn Sa´d, c. 2, s. 157, c. 4,5.239.
[325] Vâkıdî, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, c. 2, s. 157.
[326] Vâkıdî, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, c. 2, s. 157, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 200.
[327] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 318-319.
[328] İbn Sa´d, c. 4, s. 239, İbn EsTr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 80.
[329] Vâkıdî, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, c. 2, s. 157.
[330] İbn Sa´d, c. 4, s. 239-240.
[331] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 24, İbn Sa´d, c. 4, s. 239.
[332] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 762.
[333] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 24-25, Vâkıdî, c. 2, s. 870, c. 3, s. 923, Ebu´l-Müniir Hişam, Kitâbu´l-esnâm, s. 37, Ezrakî, Ahbâru Mekke, t 1, s. 131, İbn Sa´d, c. 2, s. 157, c. 4, s. 240, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 762.
[334] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 240.
[335] Vâkidi, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 215.
[336] Vâkidi, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 215.
[337] Vâkidi, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 215.
[338] Vâkidi, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 215.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/66-67.
[339] Yâküt, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 8-9.
[340] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 214.
[341] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 8.
[342] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 4, s. 1 21, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 924, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 158, Taberî, Târih, c.3,s.132.
[343] Vâkıdi, Megâzî, c. 3, s. 924, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 58, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 200-201.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 924.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 121, Vâkıdî, c. 3, s. 924, Taberî, Târih, c. 3, s. 132.
[346] Vâkıdîı Megâzî,c.3,s. 924.
[347] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 121, Taben, c. 3, s. 132.
[348] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 110.
[349] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 158, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 200.
[350] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 924.
[351] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 124, Vâkıdî, c. 3, s. 924, Taberî, c. 3, s. 133.
[352] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 924.
[353] Belâzuıî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 65.
[354] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 925, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 368.
[355] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 368.
[356] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 925, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 368.
[357] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 125, Vâkıdî, c. 3, s. 925, Taberî, c. 3, s:. 133.
[358] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 125, Taberî, c. 3, s. 133.
[359] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 125, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 925, Taberî, Târîh, c. 3, s. 133.
[360] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 925.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/67-70.
[361] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 181,182, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 6, s. 156, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 347, Suyûtî, Hasâisu´l-kübrâ, c. 2, s. 98-99.
[362] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 30.
[363] Ffruzâbâdf, Kâmüsu´l-muhft, c. 3, s. 396-397.
[364] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1007-1008.
[365] Yâ küt, Mu´cemu´l-büldân, c. 3, s. 53.
[366] Vâkıdı, Megâzı, c. 3, s. 1008.
[367] İbn Kuteybe, Kitâbu´l-maârif, s. 41.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/71-72.
[368] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 29.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/72-73.
[369] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 125, Vâkıdî, Megâzî, c. 3,5.925, Taberî, Târîh, c. 3, s. 133.
[370] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 925-926.
[371] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 125, Taberî, Târih, c. 3, s. 133.
[372] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 926.
[373] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 125, Vâkıdî, c. 3, s:. 926, Taben, c. 3, s:. 133.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s:. 926.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s:. 926.
[376] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s:. 928, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s:. 158.
[377] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s:. 125, Vâkıdî, c. 3, s:. 927, İbn Sa´d.c. 2, s:. 158 Taberî, Târih, c. 3, s:. 133.
[378] İbn İs:hak, İbn Hişam, c. 4, s. 125, Vâkıdî, c. 3, s. 927, Taberî, c. 3, s. 133, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 158, Zehebî, Megâzî, s. 495, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 347, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 219.
[379] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 927.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/73-75.
[380] İbn Hişam´a göre; 17 gece (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 124, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 243, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 201, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 347).
İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 124, Taberî, c. 3, s. 133, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 243, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 201, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 347.
[381] Zehebî, Megâzî, s. 495.
[382] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 125, Taberî, c. 3, s. 133.
[383] Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 84.
[384] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 926-927.
[385] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 937.
[386] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 367.
[387] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 927.
[388] Vâkıdî, c. 3, s. 923, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 157-158 İbn Seyyid, UyÜn, c. 2, s. 200.
[389] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 927.
[390] Vâkıdî, c. 3, s. 927, İbn Sa´d, c. 2, s. 158, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 367.
[391] Vâkıdî, c. 3, s. 927, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 81.
[392] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 126, Vâkıdî, c. 3, s. 927-928, Taberî, c. 3, s. 133.
[393] Vâkıdî, c. 3, s. 928, İbn Sa´d, c. 2, s. 158.
[394] Vâkıdî, c. 3, s. 928, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 84.
[395] Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 84.
[396] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 928-929.
[397] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 3,5.928, Taberî, Târih, c. 3, s. 133.
[398] Peygamberimiz Aleyhisselamın annesi Hz. Âmine´nin annesi Berre; Berre´nin annesi ÜmmüHabib; Ümmü Habib´in annesi Berre; Berre´nin annesi Kılâbe; Kılâbe´nin annesi Ümeyme; Ümeyme´nin annesi Dübb olup, Dübb´ün annesi Âtike Sakfflerdendi (İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 60).
[399] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 928.
[400] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 928, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 158.
[401] Bu mülkler Taife epeyce uzakta idi (İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 48).
[402] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 929.
[403] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 929.
[404] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 929.
[405] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 929-930.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/75-79.
[406] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 132, Belâzurî, Fütühu´l-büldân, c. 1, s. 66, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 215, Diyarbekrî, Târıîıu´l-hamfs, c. 2, s. 112.
[407] Zübeyr b. Bekkâr´dan naklen İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 49-50.
[408] İbn Asâkfr, Târîh, c. 6, s. 408, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 179, Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 554, Suyuti, Hasâisü´l-kübrâ, c. 2, s. 97, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 77, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 33-34.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/79.
[409] Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 3, s. 80.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/80.
[410] Taifliler, bunu işitince son derecede üzüldüler, bunaldılar, kölelerine kızdılar.[410]
Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 931, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 158-159, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 248, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 201, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 347, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 219, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 31.
[411] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 127.
[412] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 3, s. 931, İbnSa´d, Tabakât, c. 2, s. 159, İbn Kayyım, c. 2, s. 219.
[413] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 102, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 348, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 215, Halebî, İnsân, c. 3, s. 81, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 32.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 931-932.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/80-81
[415] Vâkıdî, c. 3, s. 932, Ebu Nuaym , c. 2, 531, Zehebî, s. 493.
[416] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 531 , Zehebî, Megâzî, s. 493.
[417] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 348.
[418] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 4, s. 81.
[419] Vâ ki cif, Megâzî ,c. 3 ,s.932.
[420] Ebu Muaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 531 , Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 163.
[421] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 932.
[422] Vâkıdî, c. 3, s. 932-933, E bu Nuaym-Delâil, c. 2, s. 531, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 163, Zehebî, Megâzî, s. 493, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, . 349.
[423] Ebu Muaym, c. 2, s. 531, Beyhakî, c. 5, s. 163, Zehebî, s. 493, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 349.
[424] Vâki d f, M egâzf, c. 3, s. 933, E bu N uaym, D elâi lü´ n-nü büwe, c. 2, s. 531 , B eyha kf, D elâi lü´ n-nü büwe, c. 5, s. 163, Zeheb f, Megâzî, s. 493, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 349.
[425] Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 531, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 349.
[426] Vâki cif, Megâzî, c. 3, s. 933.
[427] Ebu Muaym, Delâil, c. 2, s. 531, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 163, Zehebî, Megâzî, s. 493, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 349.
[428] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 933.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/81-83.
[429] Beyhakî Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 84.
[430] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 420.
[431] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 935.
[432] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 127, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 935, Taberî, Târih, c. 3, s. 134, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 170.
[433] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 127, Vâkıdî, c. 3, s. 935, Taberî, c. 3, s. 134.
[434] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 168, Zehebî, Megâzî, s. 491.
[435] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 127, Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 935, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 170, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 267 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 350.
[436] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 935, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 170.
[437] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 935, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 350.
[438] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 159.
[439] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 936.
[440] Vâkıdî, c. 3, s. 936, İbn Sa´d, c. 2, s. 159, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 102, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1403.
[441] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 936.
[442] Vâkıdî, M egâzf, c. 3, s. 937, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 159, Taberî, Târih, c. 3, s. 133, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 267, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 201, Zehebî, Megâzî, s. 496, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 350.
[443] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 937, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 59.
[444] Vâkıdî, c. 3, s. 936-937, İbn Sa´d, c. 2, s. 159, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 102, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1403.
[445] Vâkıdî, c. 3, s. 937, İbn Sa´d, c. 2, s. 159, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11, Buhârî, c. 5, s. 102, Müslim, c. 3, s. 1402, İbn Seyyid, c. 2, s. 202, Ebu´l-Fidâ, c. 4,350.
[446] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 215, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 82.
[447] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 127, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 937, Taberî, Târih, c. 3, s. 134, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 267.
[448] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 127, Taberi, c. 3, s. 134, İbn Esîr, c. 2, s. 267.
[449] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 127, Vâkıdî, c. 3, s. 937, Taberî, c. 3, s. 134, İbn Esîr, c. 2, s. 267.
[450] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 937.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/83-88.
[451] Vâkıdî, c. 3, s. 937, İbn Sa´d, c. 2, s. 159, İbn Seyyid, c. 2, s. 202 Kastalânf, c. 1, s. 26.
[452] İbn İshak.İbn Hişam, c. 4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 937, İbn Sa´d, c. 2, s. 159, İbn Seyyid, c. 2, s. 202, İbn Kayvım , c. 2, s. 215, Kastalânf, c. 1, s. 216 .
[453] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 729, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 350.
[454] Müslüman olarak (İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 202).
[455] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 937, İbn Sa´d, c. 2, s. 159, İ bn Esîr, c. 2, s. 267, İbn Seyyid, c. 2, s. 202, İbn Kayyım, c. 2, s. 219-220.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/89.
[456] İbn İshak.İbnHişam, c. 4, s. 129, Vâkıdî, c. 3, s. 938, İbn Hazm, s. 244.
[457] İbn İshak.İbn Hişam, c. 4, s. 129, İbn Hazm, s. 244, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 507, İbn E ar, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 235, Zehebî, s. 496, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 351.
[458] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 190.
[459] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/89-90.
[460] İbn İshak.İbn Hişam, c. 4, s. 130, Vâkıdî, c.3, s. 939, Taberî, Târih, c. 3, s. 134.
[461] Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 444.
[462] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 939.
[463] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 330, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 333, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 141 -142.
[464] Vâkidi, Megâzî,c.3,s. 940.
[465] Vâki dr, Megâzî, c.3, s. 939.
[466] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 939, Taberî, Târih, c. 3, s. 138, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 355.
[467] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 939-940.
[468] Taberî, Târih, c.3, s. 138, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 355.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/90-92.
[469] Vâkidt, Megâzî, c.3, s. 941.
[470] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre,c.4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 941.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 941.
[472] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 941.
[473] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 135.
[474] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s:. 941, İbn Esîr, Us:du´l-gâbe, c. 2, s:. 332.
İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Vâkıdî, c. 3, s. 941.
[475] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 135.
[476] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/92-93.
[477] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.4, s. 130, Taberî, Târih, c. 3, s. 134.
[478] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 958, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 154.
[479] Yâkût. Mu´cemu´l-büldân. c. 2. s. 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/93.
[480] Vâkıdı, Megâzı, c.3, s. 943.
[481] İbn İsJıak, İbn Hişam, c. 4, s. 131, Vâkıdî, c.3,s. 943, £bdurrezzak, Musannef, c. 6, s. 381, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 152.
[482] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 943, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 52, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 193, İbn Kaybım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 209-210, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 216.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/93-94.
[483] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 944.
[484] İbn Sa´d. Tabakâtü´l-kübrâ. c. 2. s. 154.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/94.
[485] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 03, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 360.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/94-95.
[486] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 84, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[487] Serahsf, M ebsût, c. 10, s. 1 8.
[488] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 84, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[489] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 457.
[490] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Mâlik, c. 2, s. 457, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 84.
[491] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 458.
[492] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 316, Taberî, c. 3, s. 136.
[493] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1456.
[494] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 316, Taberî, c. 3, s. 136.
[495] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 316.
[496] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 316 Taberî, c. 3, s. 136.
[497] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 316.
[498] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 5, 316, Taberî, c. 3, s. 136.
[499] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 918.
[500] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Vâkıdî, c. 3, s. 918, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[501] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Taberî, c. 3, s. 136.
[502] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 918.
[503] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 91 8, Taberî, c. 3, s. 1 36.
[504] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 918.
[505] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Vâkıdî, c. 3, s. 918, Taberî, c. 3, s. 136.
[506] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Taberî, c. 3, s. 136.
[507] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 918.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/95-98.
[508] Vâkidf, c. 3, s. 949, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 153, İbnSeyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 194.
[509] Vâkıdî, c. 3, s. 954, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 282.
[510] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 949, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c.2, s. 153, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 194, İbn Kaybın, Zâdu´l-mead.c.2, s. 210.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/98.
[511] Vâkidi c. 3, s. 498, İbn Sa´d, c. 2, s. 153, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 283, İbn Hazırı, Cevâmiu´s-Sîre, s. 245.
[512] İbn İshak İbnHişam, c. 4, s. 135, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[513] Tevbe: 9/60.
[514] Kâsânf, c. 2, s. 44-45.
[515] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 114, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 89.
[516] Halebı, c.3, s. 85.
[517] İbn Hazm, s. 248-249.
[518] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/98-100.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 944, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 41.
[520] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 114.
[521] Vâkıdî, c. 3, s. 944, Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 41.
[522] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 944.
[523] Vâkıdî, c. 3, s. 944-945, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 93, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 210, Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Halebî, İnsanu´l-uyûn, c. 3, s. 84. 51 5.
[524] Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Halebî, c. 3, s. 84. 51 6.
[525] Vâkıdî, c. 3, s. 945, Halebî, c. 3, s. 84. 51 7.
[526] Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Halebî, c. 3, s. 84. 51 8.
[527] Vâkıdî, c. 3, s. 945, Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Halebî, c. 3, s. 84. 51 9.
[528] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 945, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 84.
[529] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 946.
[530] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 135-136, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 945-946.
[531] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 401.
[532] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 854-855, İbn Asâkfr, Târih ,c.6, s. 430, 431, Alâüddin Ali.Kenzu´l-ummâl.c. 10, s. 506.
[533] Vâki cif, c. 3, s. 855, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 362, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 720.
[534] Vâkıdî, c. 3, s. 855, Belâzuıî, c. 1, s. 362, İbn Abdilberr, c. 3, s. 720, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 24, Zehebî, Siyeru A´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 407.
[535] Vâkıdî, c. 3, s. 855, Belâzurî, c. 1, s. 362.
[536] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 449, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 401, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 24.
[537] Vâki cif, c. 3, s. 946, İbn Sa´d, c. 2, s. 152-153.
[538] Vâkıdî, c. 3, s. 946-947.
[539] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 136, Vâkıdî, c. 3, s. 946, İbn Sa´d, t 2, s. 153, Taberî, Târîh, c. 3, s. 136-137.
[540] Vâkidt, Megâzî, c. 3, s. 946, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 153.
[541] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 246.
[542] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 137-138, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 246-247.
[543] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 136-137, Vâkıdî, c. 3, s. 946-947, İbn Sa´d, c. 4, s. 272.
[544] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 947.
[545] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 137.
[546] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 137, Vâkıdî, c. 3, s. 947, İbn Sa´d, c. 4, s. 272.
[547] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 947, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 272.
[548] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 137, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 947, İbn Sa´d, c. 4, s. 273.
[549] Vâkıdî, c. 3, s. 947, İbn Sa´d, c. 4, s. 273.
[550] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 137, Vâkıdî, c. 3, s. 947, İbn Sa´d, c. 4, s. 272-273.
[551] İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 273.
[552] Vâkidt, c. 3, s. 947, İbn Sa´d, c. 4, s. 273.
[553] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 273.
[554] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 137.
[555] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 947, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 273.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/100-106.
[556] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 246.
[557] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 948, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 246.
[558] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 139, Vâki d f, Megâzî, c. 3, s. 948, İbn Sa´d, c. 4, s. 246, Taberî, Târih, c. 3, s. 137.
[559] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 246.
[560] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 948, İbn Sa´d, c. 4, s. 246, Taberî, c. 3, s. 137.
[561] İbn Şa´d, Tabakât, c. 4, s. 246.
[562] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 948, İbn Sa´d, c. 4, s. 246, Taberî, c. 3, s. 137.
[563] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/106.
[564] İbn İshak, İtan Hişam, c. 4, s. 139, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 219, Taberî, c. 3, s. 137.
[565] Vâkıdî, Megâzî, c.3, 948, Müslim, Sahih, c. 2, s. 744.
[566] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 139, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Taberî, c. 3, s. 1 37.
[567] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 948, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim, c. 2, s. 744, Taberî, c. 3, s. 137.
[568] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 139, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 948, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 219, Müslim , Sahih, c. 2, s. 744, Taberî, Târih, c. 3, s. 137.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 139, Vâkıdî, c. 3, s. 948, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim , Sahih, c. 2, s. 744.
[570] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 139, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Taberî, c. 3, s. 1 37.
[571] Vâkıdî, c. 3, s. 948, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim, c. 2, s. 744.
[572] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 498, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim, c. 2, s. 744, Taberî, c. 3, s. 137.
[573] Vâkıdî, c. 3, s. 948, Müslim, c. 2, s. 744.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 948.
[575] Vâkıdî, c. 3, s. 948, Müslim, c. 2, s. 744.
[576] Müslim, Sahih, c. 2, s. 745. Taberî, Tefsir, c. 10, s. 157.
[577] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 246.
[578] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 140-141, Vâkıdî, c. 3, s. 956, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s. 138.
[579] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 157.
[580] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 169-249, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 221.
[581] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 201.
[582] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 733.
[583] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 957.
[584] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 06.
[585] Buhârî, c. 5, s. 104, Müslim, c. 2, s. 734.
[586] Vâkıdî, c. 3, s. 949, Buhârî, c. 5, s. 105.
[587] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 05.
[588] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 949.
[589] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 05.
[590] Vâkıdî,c. 3.S.949.
[591] Vâkıdî, c. 3, s. 949, Buhârî, c. 5, s. 106.
[592] Vâkıdî, c. 3, s. 949.
[593] Vâkıdî, c. 3, s. 949, Buhârî, c. 5, s. 106.
[594] Vâkıdî, c. 3, s. 949.
[595] Vâkıdî, c. 3, s. 949, Buhârî, c. 5, s. 106.
[596] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 453.
[597] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 141-142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 76, Taberî, Târih, c. 3, s. 138.
[598] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/106-110.
[599] İbn İshak, İtan Hişam, c. 4, s. 142, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s. 138.
[600] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 246, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[601] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 142, Vâkıdî, c.3,s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76.
[602] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 246, Heysemî, Mecmau´i-zevâid, c. 10, s. 31.
[603] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 142, Vâkıdı, c. 3, s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s. 138.
[604] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 246.
[605] Buhâri , Sahih, c. 5, s. 1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[606] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 42, Buhârî, c. 5, s. 104.
[607] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 142, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, c. 4, s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 138.
[608] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 42, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 104.
[609] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 10, s. 31.
[610] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 142, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 76, Taberî, Târih, c. 3, s. 138, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 271.
[611] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[612] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 142, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s. 138, İbn Esîr, c. 2, s. 271.
[613] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 142, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, 246, Buhârî, c. 5, s. 104, Müslim, c. 2, s. 734, Taberî, c. 3, s. 138, İbn Esîr, c. 2, s. 271.
[614] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[615] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 188, Buhârî, c. 5, s. 1 05, Müslim, c, 2, s. 734.
[616] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 246.
[617] Vâkidi, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 42, Müslim, c. 2, s. 734.
[618] Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[619] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 42, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 104, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[620] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 958, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 41-42.
[621] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 1 42, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, c. 4, s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 138.
[622] Heysemi, Mecmau´z-zevâid, c. 10, s. 31.
[623] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 142, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 138.
[624] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 142-143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahm ed b. Hanbel, c. 3, s. 77, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 105-106, Müslim, Sahih, c. 2, s. 735, Heysemî, c. 10, s. 31.
[625] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 154, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, Taberi, c. 3, s. 138.
[626] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, Taberi, c. 3, s. 138.
[627] Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 10, s. 31.
[628] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, İbn Sa´d, c. 2, s. 154, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76-77, Taberî, c. 3, s. 138, İbn Esîr, c. 2, s. 272.
[629] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/110-114.
[630] Tevbe: 58-60, Taberî, Tefsir, c. 10, s. 157.
[631] Taberî, Tefsîr, c. 10, s. 162.
[632] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 143, Taberî, Târih, c. 3, s. 139, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 203, Zehebî, Megâzî, s. 508, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 368.
[633] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 368.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/115.
[634] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 558.
[635] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye vıe´n-nihâye, c. 4, s. 365.
[636] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 365, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 558.
[637] İbn Abdilberr, c. 4, s. 1525, İbn Esir, c. 5, s. 323, İbn Hacer, c. 3, s. 558.
[638] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 323, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 364.
[639] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/115-117.
[640] Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 457458, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 408.
[641] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 409.
[642] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 176.
[643] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 409.
[644] Abdurreizak.Musannef, c. 1,s.458, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 409.
[645] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 409.
[646] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 409.
[647] Abdurreizak, Musannef, c. 1, s. 458, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 408.
[648] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 409.
[649] Abdurrezzak, c. 1, s. 458, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 408.
[650] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 408-409.
[651] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 409, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 753.
[652] Abdurreizak, Musannef, c. 1, s. 458, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 408.
[653] Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 458.
[654] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 409, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 753-1754.
[655] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1752, İbn E sır, Usdu´l-gâbe, c. 6, s. 279.
[656] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 450.
[657] Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 458.
[658] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 450, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 78.
[659] Abdurrezzak. Musannef. c. 1. s. 458459. Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 408.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/117-119.
[660] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 958, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 154.
[661] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 958-959, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 217, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 117.
[662] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 206.
[663] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959, E bu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 206.
[664] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959.
[665] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 142.
[666] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 206.
[667] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 427, Tiımizf, Sünen, c. 3, s. 274.
[668] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 206.
[669] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 427, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 274.
[670] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959.
[671] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 206.
[672] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 367.
[673] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/119-120.
[674] İbn İshak.İbnHişam, Sire.c.4, s. 143, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959.
[675] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 83.
[676] Takıyyüddin Muhammed b. Ahmed, Ikdu´s-simfn, c. 6, s. 4.
[677] Vakidi.c3, s.959,İbnSa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 446, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 556, Zehebî, Megâzî, s. 508, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 60.
[678] Vâkıdı, c. 3, s. 959, İbn Sa´d, c. 5, s. 446, İbn E sfr, c. 3, s. 556.
[679] Vâkıdî, c. 3, s. 959, İbn Sa´d, c. 5, s. 446, İbn E sfr, c. 3, s. 556, Zehebî, s. 508.
[680] Takıyyüddin Muhammed, Ikdu´s-simm, c. 6, s. 4.
[681] İbn Esîr, c. 3, s. 556, Zehebî, s. 508.
[682] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1024, İbn E sfr, c. 3, s. 556.
[683] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 249, İbn Haldun, Tâıîh, c. 2, ks. 2, s. 49.
[684] İbn Esîr, c. 3, s. 556, Zehebî, s. 508, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 49.
[685] İbn Esîr, c. 3, s. 556, Zehebî, s. 509, Halebî, c. 3, s. 60.
[686] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 143, İbn Esîr, c.3,s. 556, Zehebî, s. 509, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye re´n-nihâye, c. 4, s. 368, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 117, Halebî, c. 3, s. 42, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniyeŞeıtıi, c. 3, s. 42.
[687] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/121-122.
[688] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, c. 4, s. 1 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959, Taberî, Târfi-ı, c. 3, s. 139, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 270, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 203, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 272, Zehebî, Megâzî, s. 508, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 368, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 49, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 117, Ezrakî, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 41.
[689] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 958, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/122.
[690] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 426-427, Ezrakî, Ahtaâru Mekke, c. 2, s. 207, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 274.
[691] Vâkıdî, c. 3, s. 959, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 154.
[692] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 143, Beyhakî, c. 5, s. 230, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 368.
[693] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 144, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 248, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 49.
[694] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 960, Abdurrezzak, Musannef, t 5, s. 382.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/122.
[695] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 944, İbn Sa´d, Tabakât, c, s. 152.
[696] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 326, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 62.
[697] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 950.
[698] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 131, Vâkıdî, c.3,s. 949, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 153.
[699] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 950.
[700] Vâkıdî, c. 3, s. 950, İbn Sa´d, c. 2, s. 153.
[701] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 152.
[702] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 131, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 115, Taberî, Târih, c. 3, s. 114.
[703] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 131, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 950.
[704] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 950, Taberî, c. 3, s. 134.
[705] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 950.
[706] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 326.
[707] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 951, İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 114.
[708] Vâkıdî, c. 3, s. 951, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 381, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 326, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 62.
[709] Vâkıdî, c. 3, s. 951, Abduırezzak, c. 5, s. 381, İbn Sa´d, c. 1, s. 115.
[710] Zührî, Megâzî, s. 93, Abdurrezzak, c. 5, s. 381, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 326, Buhârî, c. 3, s. 62.
[711] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 951, İbn Sa´d, c.1, s. 115, Taberî, c. 3, s. 135.
[712] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 326, Buhârî, c. 3, s. 62.
[713] Zührî, Megâzî, s. 93, Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 381.
[714] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 131-132, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 951-952, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 115, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 326, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 62.
[715] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 184.
[716] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 132, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 952, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 218, c. 4, s. 326, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 62, Taberî, Târih, c. 3, s. 1 35.
[717] Zührî, Megâzî, s. 93, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 381 Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 327, Buhârî, c. 3, s. 62.
[718] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 132, Vâkıdî, c. 3, s. 952, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 154-155, Taberî, c. 3, s. 135.
[719] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 952.
[720] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 132, Vâkıdî, c. 3, s. 952, İbn Sa´d, c. 2, s. 154-155 Taberî, c. 3, s. 135.
[721] Abdurrezzak, c. 5, s. 381 -382, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 326.
[722] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 132, Taberî, c. 3, s. 135.
[723] Abdurrezzak, c. 5, s. 382, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 327, Buhârî, c. 3, s. 62.
[724] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 952.
[725] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 132-133, Taberî, Târih, c. 3, s. 135.
[726] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 952-953, Taberî, c. 3, s. 135.
[727] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 133, Taberî, c. 3, s. 135.
[728] Vâkıdî, Megâzî,c.3,s. 953.
[729] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 133, Taberî, Târih, c.3,s. 138.
[730] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 954.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/123-130.
[731] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 954-955.
[732] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 954, Taberî, c. 3, s. 135.
[733] Vâkıdî, Megâzî,c.3,s. 954.
[734] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 954.
[735] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 955.
[736] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taben, c. 3, s. 135-136.
[737] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 955.
[738] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 133-134, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taberî, c. 3, s. 136.
[739] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 955.
[740] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Vâkıdî, c.3,s. 955, Taben, c. 3, s. 136.
[741] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Taben, c. 3, s. 136.
[742] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Taben, c. 3, s. 136.
[743] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 134, Vâkıdı, c. 3, s. 956, Taben, c. 3, s:. 136.
[744] Vâkıdî, Megâzı, c. 3, s. 955.
[745] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Vâkıdî, c.3,s. 956, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 361.
[746] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taben, Târih, c. 3, s. 136.
[747] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 955.
[748] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 955.
[749] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 955.
[750] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[751] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 955.
[752] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 134, Taben, c. 3, s. 136.
[753] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 956, Taberî, c. 3, s:. 136.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/130-132.
Mekke´nin Fethi
Fetih Seferinin Tarihi ve Mevkii
Mekke´nin fethi seferi, Hicretin 8. yılında Ramazan ayında vuku bulmuştur.[1]
Mekke; Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde olup, Batlamyus´a göre, Mağrib tarafından 78 derece tul, 23 veya 21 derece arz dairesinde, Seratan Burcunun alt noktasında ve ikinci iklimde bulunmaktadır.[2]
Mekke; her taraftan yükselen dağlarla çevrili bir vadide kurulmuştur.
Mekke´nin akarsuları yoktur, suyu gökten gelir.
Kuyu suları içinde devamlı olarak içilen Zemzem´den daha tatlısı yoktur.
Mekke´de, çöl ağaçlarıyla tektük hurma ağacından başka, meyve ağaçlarına da pek rastlanmaz.
Fakat, Mekke Hareminin sının dışına çıkılınca, birçok akarsuları, bahçe, bostan ve ekinlikleri bulunan vadilerle karşılaşılır.[3]
İbrahim Aleyhisselam, zevcesi Hz. Hacer´le süt emen oğlu İsmail Aleyhisselamı Şam´dan alıp Mekke şehrinin bulunduğu vadiye getirdi.
Onları bugün Mescid-i Haram´ın bulunduğu yerde, Zemzem kuyusunun yukarısındaki büyükçe bir ağacın yanına bıraktı.
O tarihte Mekke´de ne bir kimse, ne de içecek su vardı.
İbrahim Aleyhisselam, Yüce Allah´ın emriyle getirdiği Mekke´nin bu ilk sakinlerine, bir kırba su ile bir dağarcık hurma bıraktı.
Kendisi, dönüp Şam´a gitti.
Gideceği sırada, ellerini kaldırarak:
"Ey Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını, ekin bitmez bir vadide, Senin dokunulmaz Beyt´inin yanında yerleştirdim.
İnsanlardan bir kısmını, namaz kılmak için, zürriyetimin bulunduğu bu yere meylettir, heveslendir!
Onları her çeşit meyvelerden nzıklandır! Umulur ki, Sana şükrederler"[4] diyerek dua etti.
Onlara Yüce Allah tarafından gönderilen melek (Cebrail Aleyhisselam), Zemzem kuyusunun suyunu meydana çıkardı.
Bu ana oğul orada yaşayıp dururlarken, günün birinde, yurt edinmeye çıkan Cürhümilerden bir cemaat, Kedâ yolu ile gelip Mekke´nin alt tarafına kondular.
Onlar, oraya bir kuşun gelip gittiğini görünce:
"Herhalde, şu kuş, su başında dönüp dolaşıyordun Halbuki, biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk" dediler.
Durumu öğrenmek üzere, ayağına çevik bir-iki kişi gönderdiler.
Bunlar dönüp suyun bulunduğunu topluluklarına haber verdiler.
Bunun üzerine, Cürhümîler, Hz. Hacerl Zemzem´in başında görünce:
"Bizim de gelip şuraya, senin çevrene konmamıza izin verir misin " diye sordular.
Hz. Hacer:
"Evet! Konabilir ve bir hak iddia etmemek şartıyla bu sudan da yararlanabilirsiniz!" dedi.
Cürhümîler bu şartla oraya kondular.
Hz. Hacer de, böylece, ıssızlıktan kurtulmuş oldu.
Cürhümflerin geride kalan cemaatleri de geldiler, Mekke şehir haline gelmeye başladı.
İsmail Aleyhisselam, büyüyüp yiğitlik çağına basınca, Cürhüm ilerden bir kızla evlendi.
Daha sonra, İbrahim Aleyhisselam Şam´dan geldi. Oğlu ile birlikte, Kabe´yi eski temeli üzerine yeniden çattı. Yüce Allah´ın emriyle, insanlan hacca çağırdı.[5]
Cürhümîler, Yemen Kahtanlarından idiler.
Bunlar, Amalika´dan Katura oğullarıyla birlikte Hicaz´a gelmişler, onları hakimiyetleri altına almışlardı.[6]
Cürhümiler, o zaman, Mekke´ye yakın bir vadide,[7] Amalika´dan olan bir kısım halk da, yine Mekke çevresinde oturmakta idiler,
O zaman, Mekke; selem ve semüre denilen dikenli ağaçların, çalıların bittiği bir yerdi.
Beytullah´ın yeri ise, kırmızı kesekli, tepemsi bir yer halinde idi.[8]
Fethin tek sebebi, Hudeybiye muahede ve musalahasının Kureyş müşriklerince ihlal edilişi, bozuluşu idi.
Hicretin 6. yılında Hudeybiye´de Peygamberimiz Aleyhisselamla Kureyş müşrikleri arasında yapılmış olan muahedenin 8 ve 9. maddelerine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın da, Kureyş müşriklerinin de akd ve ahdlerine girmek isteyenler, serbest bırakılmışlardı.[9]
Muahede ve musâlahayı yazdırma işi bittiği sırada:[10]
"Resûlullah Aleyhisselamın akd ve ahdine girmek isteyen, girsin!"[11] denilince:
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu yoldaki taahhüt ve şartlarım, yanıma katılacak olan kişiler hakkında da caridir!" buyurmuştu.[12]
Bunun üzerine, Huzâalar, Ka´b oğulları sıçraşmıslar:
"Biz, Muhammed´in akdine ve ahdine gindik![13] Yâ Rasûlallah! Biz senin yanındayız![14]
Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!" demişlerdi.[15]
Kureyş müşrikleri de:
"Bizim bu yoldaki taahhüt ve şartlarımız, yanımıza katılacak olan kişiler için de caridir, geçerlidir!" demişlerdi.[16]
Bunun üzerine, Bekr oğulları sıçraşıp:
"Biz de, Kureyşîlerin akdine ve ahdine girdik![17] Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!" demişler;[18] böylece, Bekr oğulları Kureyş müşriklerinin, Huzâalar da Peygamberimiz Aleyhisselamın akd ve ahdine girmişlerdi.[19]
Huzâalar; Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim´in antlaşmalısı, müttefiki idiler.
Abdulmuttalib b. Hâşim´in bu hususta yazdığı yazı, Huzâaların elinde bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu, Hudeybiye günü Übeyyb. Ka´b´a okutturmuşt.[20]
Abdulmuttalib´in Mekke´deki biricik yardımcısı, savunucusu ve işlerinin görüp gözeticisi olan amcası Muttalib b. Abdi Menaf ölünce, öteki amcası Nevfel b. Abdi Menaf, Abdulmuttalib´in dağ eteklerindeki mülklerini gaspetmiş, Abdulmuttalib bundan dolayı çok bunalmıştı.[21]
Abdulmuttalib, Kureyş kavminin ileri gelenlerine gidip, amcasının gasbına karşı kendisine yardım etmelerini istemişse de,[22] onlar:
"Biz seninle amcanın arasına girici değiliz! (Bu, sizin iç işiniz!)" demişlerdi.[23]
Bunun üzerine, Abdulmuttalib, Medine´deki Hazrecîlerden, dayılan olan Neccar oğullarına yazdığı bir manzume ile durumu anlatmıştı. Ebu Es´ad en-Neccârî, hemen, 80 süvari ile birlikte yola çıkıp Ebtah´a geldi.
Abdulmuttalib, onun yanına vardı ve:
"Ey dayı! Evime in!" dedi.
Ebu Es´ad:
"Nevfel ile hesaplaşmadıkça, olmaz!" dedi.[24]
Kabe´nin yakınında, develerini ıhdırdılar.[25]
Kalkanlarını astılar, sırmalı elbiselerini tersine çevirdiler.[26]
Nevfel b. Abdi Menaf, o sırada, Hicr´de Kureyşlilerin yaşlılarıyla birlikte oturuyordu.[27]
Onları görünce:
"Herhalde bunlar bir kötülük için gelmişlerdir!" dedi .[28]
Ebu Es´ad gidip onun başucuna dikildi, kılıcını sıyırdı[29] ve:
"Şu Beyt´in Rabbine andolsun ki; ya Abdulmuttalib´e dağ eteklerindeki mülkünü geri vereceksin, ya da seni kılıçtan geçireceğim!" dedi.[30]
Nevfel korktu[31] ve:
"Şu Beyt´in Rabbine andolsun ki; Abdulmuttalib´e, dağ eteklerindeki mülkünü geri verdim!" dedi. Orada bulunanları da buna şahit tuttu.[32] Yapmış olduğu işten dolayı da özür diledi. Abdulmuttalib´e karşı iyi davranmaya başladı.[33]
Bunun üzerine, Ebu Es´ad, Abdulmuttalib´e:
"Haydi, kızkardeşimin oğlu! Evine gidelim!" dedi.
Abdulmuttalib´in evinde üç gün oturdu ve umre yaptı .[34]
Huzâalar, Hazrec oğullarının Medine´den gelip Abdulmuttalib´e yardım ettiklerini görünce:
"Vallahi, şu vadide ondan daha güzel, daha nazik, uslu ve yumuşak huylu olan; insanları bozup helak eden kötülüklerin her çeşidinden ondan daha uzak duran bir kimse görmedik.
Hazrecîlerden olan dayıları ona yardım ettiler.
O, onların oğlu olduğu gibi, bizim de oğlumuz bulunuyor. Çünkü, onun dedesi Abdi Menaf, Huzâaların ulu kişisi Huleyl b. Hubşiyye´nin kızı Hubban´ın oğludur.
Keşke ona biz yardım etmiş, kendisiyle ittifak yapmış olsaydık da, biz ondan yararlansaydık, o da bizden yaralansaydı!" dediler.
Huzâaların ileri gelenleri, Abdulmuttalib´in yanına vardılar ve:
"Ey Ebu Haris! Sen, Neccar oğulları cemaatinin oğlu olduğun gibi, bizim de oğlumuzsun![35]
Bizler, bu yerde komşularız.[36]
Kureyşîlere karşı kalblerde olan hınç ve kinleri, geçen günler öldürmüş, yok etmiş bulunuyor.[37]
Gel, seninle ittifak ve antlaşma yapalım" dediler.[38]
Bu teklif Abdulmuttalib´in hoşuna gitti.[39] Huzâaların davetini hemen kabul etti.[40]
Abdulmuttalib´le Huzâalar Arasında İttifak Antlaşması Yapılışı
Benî Mazin b. Adiyy b. Amr b. Luhayy´lardan:
Verka´ b. Abduluzzâ,
Süfyan b. Amr el-Kumeyrî,
Ebu Bişr,
Hacer b. Umeyr el-Kumeyrî,
Hacer b. Abdi Menaf b. Dâtır,
Abduluzzâ b. Kutm el-Mustalakî, ve daha başka ileri gelenlerle birlikte geldiler.[41]
Abdulmuttalib de, yanında Muttalib oğullarından bazıları ile birlikte,
Erkam b. Nadle b. Hâşim ve
Ebu Sayfî b. Hâşim´in iki oğlu Dahhâk ve Amr olduğu halde, 7 kişilik bir heyetle[42] Dârü´n-Nectv´e´ye girdiler.[43]
Birbirlerine yardım ve iyilik yapmak hususunda antlaştılar.[44]
Bu antlaşmada ne Abduşşems oğullarından bir kimse bulundu, ne de Nevfel!
Abdulmuttalib ile Huzâalar, aralarında bir de yazı yazıp, Kabe´nin duvarına astılar.[45]
Yazıyı yazan, Ebu Kays b. Abdi Menaf b. Zühre b. Kilâb idi.[46]
Nevfel b. Abdi Menaf, bunu görünce; o da, bütün Hâşim oğullarına karşı, Abduşşems oğullarıyla ittifak ve antlaşma yaptı.[47]
Abdulmuttalib; Huzâalarla yaptığı bu antlaşmaya riayet edilmesini, oğlu Zübeyr´e, söylediği bir manzume ile sıkı sıkı vasiyet etti.
Zübeyr de bunu Ebu Talib´e, Ebu Talib de Hz. Abbas´a öylece vasiyet etti.[48]
Sözü geçen antlaşma yazısı, kaynaklarımızdan bazılarında kısmen veya tamamen yazılı bulunmakta dir.[49]
Benî Bekrlerle Huzâalar Arasındaki Düşmanlık
Kureyş müşriklerinin müttefiki olan Benî Bekrierin, öteden beri, Huzâalaria aralarında düşmanlık vardı.
Esved b. Rem ed-Di´lî´nin müttefiki olan Benî Hadramilerden Malik b. Abbâd adındaki adam, ticaret maksadıyla yola çıkıp Huzâaların yurtlarının ortasına geldiği sırada Huzâalar tarafından baskına uğratılarak öldürülmüş ve malı da alınmıştı.
Bekr oğulları da, buna karşı, Huzâalardan bir adamı öldürmüşlerdi.
İslâmiyetin Mekke´de zuhurundan biraz önce, Huzâalar da, Benî Kinanelerin eşrafından, Benî Esved b. Rezn ed-Di´lîlerden Selma, Külsûm, Züeyb adlarındaki üç kardeşi Arafat yanındaki harem hudut belliklerinin yanında öldürmüşlerdi.
Cahiliye çağında Benî Bekrierden Esved b. Reznlere-başkalarına üstün tutulmaları sebebiyle-kan bedelinin iki katı ödenirdi. Kendileri ise bunu bir kat olarak öderlerdi.
Benî Bekrlerie Huzâalar birbirlerine karşı böyle kinli ve hınçlı birtutum içindelerken, İslâmiyet araya girdi, onları ister istemez Hudeybiye musalahasına kadar[50] oyaladı.[51]
Benî Bekrlerden Benî Di´llerin Huzâalardan Öç Almaya Niyetlenmeleri
Benî Bekr kabilesinden Benî Diller; Hudeybiye musalahasıyla birbirlerine karşı güvenç içinde yaşamalarını fırsat bilerek, Benî Esved b. Reznlerden vaktiyle öldürülmüş olan adamlarının öcünü Huzâalardan almak istediler.[52]
Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye, bu yolda bazı girişimlerde bulundu.
Ferve b. Hübeyretü´l-Kuşeyrî, Hicretin 7. yılında umre yapmak üzere Mekke´ye gidince Kureyş müşriki eriyle düşüp kalkmış, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı son derecede düşmanlık beslediklerini görmüş, Kureyş müşrikleri ona:
"Ya senin görüşün nedir Sen göçebe halkın ulususun" diye sordukları zaman:
"Sizinle onun arasındaki şu musalaha müddeti içinde dâvamızı halledeceğiz. Bütün Arapları kendimize çekeceğiz, sonra da, yurdunun ortasında onunla çarpışacağız!" demiş, Mekke´de bulunduğu müddetçe, Kureyş müşriklerinin danışma meclislerine katılmıştı.
Nevfel b. Muaviye, Ferve´nin Mekke´den geldiğini ve Kureyş müşriklerinin meclislerine katılmış olduğunu işitince, Ferve´nin çölüne indi.
Ferve, Kureyş müşriklerine neler söylediğini, ona haber verdi.
Nevfel:
"O halde, ben sizde muhakkak birşeyler bulacağım demektir.
Bizim için, düşman, yurdu yakın olandır.
Onlar, Muhammed´in heybesi gibidir! İşlerimizden bir harf bile onlara gizli kalmaz!" dedi.
Ferve:
"Kim bunlar " diye sordu.
Nevfel:
"Kim olacak Huzâalardır. Hayırsız, kötü Huzâalar! Muhammed´in sağ yanına oturdular!" dedi.
Ferve:
"Bu da ne demek " diye sordu.
Nevfel:
"Sen Kureyşîlerin Huzâalara karşı bize yardım etmelerini iste ve sağla! Ötesine karışma!" dedi.
Ferve:
"Ben size bu hususta yeterim!" diye söz verdikten ve Nevfel´e yardımlarını sağlamak için Kureyş müşriklerinin Safvan b. Ümeyye, Abdullah b. Rebia ve Süheyl b. Amr gibi ileri gelenleriyle buluştuktan ve onların aradaki muahedeyi bozmanın akıbetinden korktuklarını gördükten sonra, "Kureyş kavminde iş yok!" dedi.[53]
Huzâalara Saldırmak İçin Bahane Edilen Son Hadise
Huzâalarla Kinaneler arasında en son olarak şöyle bir hadise vuku buldu: Kinanelerden Enes b. Züneym ed-Di´lî, bir gün, söylediği bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamı hiciv ve tahkir edince, Huzâalardan bir genç kızmış, vurup Enes´in başını varmıştı.
Benî Bekrler, Enes´in başının yarılmasını da, Huzâalardan öç almak için bahane etmişlerdir.[54]
Kureyş Müşriklerinin Nüfâseleri Gizlice Destekleyerek Huzâaları Öldürtmeleri
Şaban ayının başında Benî Bekri erden Nüfâse oğulları, Kureyş müşriklerinin eşrafının yanlan na gittiler.
Müdlic oğulları ise, Hudeybiye muahedesi hükmünü bozmuş olmaktan sakındıkları için, Benî Nüfâselerden uzak durdular.
Nüfâse oğulları, düşmanları olan Huzâalara karşı, kendilerine adam ve silah vererek yardım etmelerini Kureyş müşriklerinden istediler.
Huzâaların vaktiyle adamlarını nasıl öldürmüş olduklarını anlattılar.
Kureyş müşriklerine, aralarındaki akrabalığı ve Hudeybiye muahedesinde nasıl kendilerinin tarafını tutup akd ve ahdlerine girdiklerini, Huzâaların ise Muhammed (Aleyhisselam)ın akd ve ahdine girdiğini hatırlattılar.
Bütün Kureyş müşriklerini bu işe seğirtir ve çok istekli buldular.
Ebu Süfyan´a bu hususta danışılmamıştı. Onun bu işten haberi yoktu.
Kureyş müşrikleri, Nüfâse ve Bekr oğullarına, silah, at ve adamlar vererek yardım edeceklerini söylediler.
Yaptıkları yardımı, Huzâalaryüzünden doğabilecek sorumluluktan sakındıkları için, gizli gizli yaptılar.
Huzâalar ise, muahede halinin gereği olarak, herhangi birtopluluğun baskınına uğramak endişesinden uzak ve gafil bulunuyorlardı.
Öyle olmasaydı, düşmanlarına karşı, hazırlıklı ve tetikte bulunurlardı.[55]
Huzâalar, Mekke´nin aşağı tarafında Vetir diye anılan mevkide kendilerine ait bir suyun başında oturmakta idiler.[56]
Vetir; Arafat dağı ile Edam arasındadır.[57]
Edam da, Mekke´nin en meşhur vadilerindendir.[58]
Benî Bekr kabilesinden Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye idi.
Benî Bekrlerin hepsi ona tâbi değillerdi.
Nevfel b. Muaviye; Benî Dillerle Benî Bekrlerden kendisine tâbi olanları yanına alarak Vetir´de suları başında oturan Huzâalara geceleyin birden baskın yaptı. Huzâalardan birisini yakalayıp öldürdü.
İki taraf birbirleriyle çarpışmaya başladılar.
Kureyş müşrikleri de, Benî Bekrleri silahlarla,[59] atlarla,[60] kölelerie[61] ve su ihtiyaçlarını karşılamakla desteklediler.[62]
İçlerinden bazıları da:
"Bizi şu gece karanlığında hiç kimse görmez. Muhammed, bizim yaptığımızı bilmez!" diyerek,[63] geceleyin gizlice Benî Bekrlerin yanında çarpışmaya katıldılar.[64]
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden olup, kendilerini bildirmemek için yüzlerini örterek[65] gizlice çarpışmaya katılanlar arasında:
Safvan b. Ümeyye,[66]
Mikrez b. Hafs,
Huvaytıb b. Abduluzzâ,[67]
İkrime b. Ebu Cehil,
Süheyl b. Amr,[68]
Şeybe b. Osman... gibi kişiler ve köleleri de bulunuyordu.[69]
Benî Bekrlerin baskın gecesinde Huzâalardan ilk yakalayıp öldürdükleri kişi Münebbih adındaki kimse olup,[70] kendisi çok korkak, yüreksiz bir kimse idi.
Benî Nüfâselerin baskına geldiklerini, Münebbih ile onun Temim adındaki arkadaşı görmüşlerdi.
Münebbih, arkadaşıyla birlikte Huzâaları uyarmaya giderlerken, ona:
"Ey Temim! Sen kendini kurtarmaya bak!
Bana gelince, vallahi, ben bir ölü gibiyimdir!
Beni öldürseler de, bıraksalar da birdir. Kalbim neredeyse duracak!" dedi.
Temim hemen kaçıp kurtuldu. Münebbih yakalanıp öldürüldü.[71]
Benî Bekrler, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla çarpışmaya devam ederek Huzâalan yerlerinden ayırdılar ve Harem´e kadar sürdüler.[72]
Harem sınırını işaretleyen dikilmiş taşlara kadar çarpışmaktan, onlan öldürmekten geri dur-madılar.[73]
Harem sınırına varıp dayanınca, Benî Bekrler, kumandanlarına:
"Ey Nevfel! Biz Harem dahiline girmiş bulunuyoruz!
Allah´ından kork! Allah´ından kork![74]
Sen Harem dahiline girdin![75] Harem´i helâlleştirme!" dediler.[76]
Nevfel:
"Ağır bir söz amma, bugün benim için ilah yoktur!
Ey Bekr oğulları! Öcünüzü almaya bakınız!
Vallahi, siz Harem´de hırsızlık yaptığınız (bunda bir sakınca görmediğiniz) halde, orada öcünüzü almak için Huzâaları ne diye öldüremeyesiniz!" dedi.[77]
Huzâalar geri çekile çekile Mekke´ye girdiler ve Huzâalardan Büdeyl b. Verkâ ile köle Râfi´in evlerine sığındılar.[78]
Büdeyl b. Verkâ´nın evine sığınanlar, Huzâalardan kadınlar, çocuklar ve zayıf kimselerdi.
Benî Bekrler, onlan Büdeyl b. Verkâ´nın evine sığınmak zorunda bıraktılar.
Oraya sokuluncaya kadar da, onlan öldürmekten geri durmadılar.[79] Bu hadise, Hudeybiye muahedesinden onyedi-onsekiz ay sonra idi.[80]
Kureyş Müşriklerinin Yaptıkları İşin Sonucunu Düşünerek Korkuya Düşmeleri
Benî Bekrleri gecelen gizlice desteklemiş olan Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, sabah karanlığında gelip evlerine girmişlerdi.[81]
Onlar, geceleyin yaptıkları yardımı hiç kimsenin görmediğini, bunu Peygamberimiz Aleyhisselamin bilmediğini, bilemeyeceğini sanıyorlardı.[82]
Sabaha çıkıp da, Râfi1 ile Büdeyl´in evine sığınmış olan Huzâalardan yirmi erkeğin sığındıkları evin kapılarının önünde boğazlanmış olduklarını görünce, Kureyş müşriklerinin akıllan başlarından gitti, yüreklerine korku düştü. Yaptıklarına çok pişman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki mütareke ve muahedeyi bu tutum ve davranışlarıyla bozmuş olduklarının anlaşılacağını anladılar.[83]
İbn Lût ed-DPlî, söylediği bir şiirde; Huzâalan Râfi1 ve Büdeyl´in evlerine sokup onlara uzun günler geçirttiklerini, kendilerini koç boğazlar gibi boğazladıklarını övünerek dile getirir.[84]
Beni Bekrier, Huzâalan Budeyl ile Râfi´in evlerinde üç gün hapsettiler.[85]
Nevfel b. Muaviye´ye gizlice yardım eden Kureyş müşriklerinden Süheyl b. Amr:
"Sana ve senin adamlarına yaptığımız yardımı gördün!
Huzâalardan sağ kalıp da öldürmek istediğin kimseleri öldürme artık!
Biz onlar hakkında senin bu arzuna uyucu değiliz! Onları bizim için serbest bırak!" dedi.
Nevfel:
"Olur!" dedi ve serbest bıraktı.
Huzâalar çıkıp gittiler.
Kureyş müşriklerinden Haris b. Hişam´la Abdullah b. Ebi Rebia; Safvan b. Ümeyye´ye, Süheyl b. Amr´a ve İkrime b. Ebu Cehil´e gidip:
"Sizin bu yaptığınız şey o mütareke ve muahedeyi bozmaktır!" diyerek, onları Benî Bekrlere yapmış oldukları yardımdan dolayı kınadıktan sonra, Ebu Süfyan´ın yanına vardılar.[86]
Ebu Süfyan, o sırada, Şam´dan gelmiş bulunuyordu.[87]
Haris b. Hişam´la Abdullah b. Ebi Rebia, ona:
"Bu, düzeltilmesi gereken bir iştir.
Vallahi, bu iş düzeltilmezse, muhakkak, Muhammed ashabıyla birlikte gelip bizi Mekke´den zorla sürer, çıkarır!" dediler.
Ebu Süfyan, karısı Hind binti Utbe´nin bir rüya gördüğünü söyledi ve:
"Doğrusu, o rüya benim hiç hoşuma gitmedi. Ben onu korkunç buldum: Onun başımıza bir kötülük getirmesinden korktum!" dedi.
Kendisine:
"Nasıl bir rüya imiş bu " diye sordular.
Ebu Süfyan:
"Hind, rüyasında Hacun´dan bir kanın uzun müddet akıp Handeme dağında durduğunu, sonra da bu kanın yok olup gittiğini görmüş!" dedi.
Onlarda bu rüyadan hoşlanmadılar ve:
"Kötü birşey!" dediler.
Ebu Süfyan, işin kendileri için hiç de iyilik getirmeyeceğini anlayınca:
"Bu iş, vallahi, ne içinde bulunduğum, ne de bir müddet bulunup bıraktığım bir iştir. Bunun sorumluluğu, benim üzerime yüklenemez!
Vallahi, bu iş ne bana danışılmıştır, ne de vukuunu işittiğim zaman onu benimsemişimdir!
Vallahi, Muhammed bize savaş açar ve bütün bu işleri benden sanırsa, hakkı vardır!
Herhalde, bu işi haber almadan önce Muhammed´in yanına vanp mütarekenin müddetini arttırmak, muahedeyi yenilemek hususunda kendisiyle görüşmem gerekecek" dedi.[88]
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, onlara:
"Benim bu hususta bir görüşüm ve kanaatim vardır ki, ona göre; Muhammed sizin için savaştan daha kolay olan üç şeyden birini seçmekte sizi serbest bırakacak, onlardan birini seçtiğiniz takdirde özrünüzü kabul edecek, size savaş açmayacaktır" dedi.
Müşrikler:
"Nedir bu şeyler " diye sordular.
Abdullah b. Sa´d:
"Ya Huzâalardan, öldürülen yirmiüç kişinin kan bedellerinin gönderilmesini, yahut aramızdaki muahedeyi bozan kimselerle ittifak ve ilişkinin kesilmesini, ya da size karşı savaşılmasını kabul edersiniz!
Bunlardan hangisi elinizden gelir " dedi.
Süheyl b. Amr:
"Benî N üfâseler hakkındaki ahd ve akdden geri durmak, bize hepsinden kolay gelir!" dedi.
Şeybe b. Osman:
"Benî N üfâselere kızdın da, dayıların olan H uzâalan korudun!
Onları öldürmek bizim için daha hayırlı, daha kolaydır!" dedi.
Kurata b. Abdi Amr:
"Hayır! Vallahi, biz ne kan bedeli öderiz, ne de Nüfâseler hakkındaki ahd ve akdimizden el çekeriz!
Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor!] savaşırız!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Bu görüş, hiçbir şey değildir!
Bizim için yerinde ve uygun olan görüş; Kureyşîler ahdi bozmak veya mütareke süresini kesmekle suçlanıyorsa, bunu bizim nza ve muvafakatimizi almadan, bize danışmadan bir cemaat yapmışsa, bundan bize ne ´ diyerek inkâr yolunu tutmaktır!" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Yerinde olan görüş işte budur! Daha başkası yok!" dediler.[89]
Bütün olan bitenleri inkâr yoluna saptılar.
Ebu Süfyan:
"Ben bu işte hiç bulunmadım. Bu hususta benimle bir görüşme de yapılmadı.
Doğrusu, yaptığınız bu işi ben hiç beğenmedim! Size bundan dolayı karanlık bir gün geleceğini sanıyorum!" dedi.
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:
"Sen Muhammed´e git![90] Muahedeyi yenile! Halkın arasını bul![91]
Vallahi, biz muahedeyi bozmadık! Çarpışma yapmadık! Ancak, onlara yardım ettik: Onların su ihtiyaçlarını karşıladık!" dediler.[92]
Bununla beraber, Huzâalara karşı Benî Bekrlere yaptıklan yardımla muahede hükmünü bozmuş olmaktan da korktular durdular.[93] Çok pişman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselamın, savaşmadıkça, kendilerini bırakmayacağını anladılar.[94]
Huzâaların Yardım Dileklerini Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´den Cevaplayışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne binti Hâris´in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, onun evinde gecelediği ve namaz için kalkıp abdest aldığı sırada, üç kere:
"Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum!)"
Üç kere de:
"Nusirte! Nusirde! Nusirte! (Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti!)" buyurdu.
Hz. Meymûne:
"Sen sanki bir insanla konuşuyorsun! Yanında bir kimse mi var " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu Ka´b oğullarının recez okuyucusu, feryad ederek bana sesleniyor ve imdatlarına yetişmemi istiyor! Kendilerine karşı Kureyşflerin Benî Bekrlere yardım ettiklerini söylüyor!" buyurdu.[95]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hadisenin vuku bulduğu gecenin sabahında da, Hz. Âişe´ye:
"Huzâalarda bir hadise çıktı!" buyurdu. [96]
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Kılıç kendilerini yok etmişken, Kureyşîler, seninle aralarındaki muahedeyi bozmaya mı kalkıştılar dersin " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar, Allah´ın olmasını dilediği iş için, muahedeyi bozdular!" buyurdu.
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Bu iş hayırlı mıdır, yoksa zararlı mıdır " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayırlıdır!" buyurdu. [97]
Huzâaların Medine´ye Gelişi
Aradan üç gün geçmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam halka sabah namazını kıldırmıştı.[98]
Arkası halka dönük olarak Mescidde oturuyordu.
Kureyş müşriklerinin Benî Bekrleri gizlice desteklemesi ile Benî Bekrler Huzâaları yenip onlardan öldüreceklerini öldürdükleri ve böylece Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki ahd ve misakı bozdukları zaman, Amr b. Salim el-Huzâî,[99] yanına Huzâalardan kırk süvari alarak, başlarına gelenleri anlatmak ve yardımını dilemek üzere[100] Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve başucunda durdu.[101]
Amr b. Salim, şairdi.[102]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, söylemiş olduğu şiirini okumasına izin istedi. Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, şiirini okudu.
Okuduğu şiirinde meal olarak şöyle diyordu:
"Ey Rabbim! Ben, bizim babamızla onun babası arasındaki eski ittifakı anıyor ve yardımını diliyorum!
O zaman, biz doğurucu (ana) mevkiinde idik. Sen ise oğul mevkiinde idin (bizden doğdun)[103]
Sonra, Müslüman olduk ve sana yardımdan el çekmedik!
Öyleyse, Allah´ın sana hazırlamış olduğu yardımla, bize yardım et, destek ol!
Allah´ın kullarını çağır, acele gelip, imdadımıza yetişsinler!
İçlerinde Allah´ın Resûlü de olduğu; yapılan zulme öfkesinden renkten renge girdiği, savaşmaya hazırlandığı ve büyük bir ordunun başına geçmiş bulunduğu halde, denizler gibi köpükler saçarak akıp gelsinler!
Çünkü, Kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar; seninle yaptıkları en sağlam misakı bozdular: Bizi Mekke´nin aşağı tarafındaki yerimizde gözetlediler, gafil avladılar. Halbuki, onlar hem çok zayıf ve önemsiz, hem de sayıca çok az idiler.
Benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı, çağıramayacağımı sandılar[104]
Bizi Vetir´de, geceleyin uykuda iken, birden baskına uğrattılar.
Bizi, Müslüman olduğumuz halde, rükû ve sücud halinde iken öldürdüler!"[105]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Siz bu hususta kimi suçluyor, suçlu buluyorsunuz " diye konuştu.
Amr b. Salim:
"Benî Bekrleri!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hepsini mi " diye sordu.
Amr b. Salim ve yanındakiler:
"Hayır! Suçladığımız, onların amca oğulları Benî Nüfâselerdir! Kavmin başkanı da, Nevfel b. Muaviyetü´d-Di´lîdir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, Benî Bekri erden bir kabiledir.
Ben Mekkelilere adam gönderip bu işi onlara soracak, kendilerini bazı hususları seçmekte muhayyer kılacağım!" buyurdu.[106]
ŞairHassân b. Sabit de, söylediği birşiirde, Benî Ka´blardan (Huzâalardan) birçok kişilerin kılıçları kınlarına sokulu olduğu halde Mekke Bathâ´sında öldürülüp bırakıldıklarını açıklar.[107]
Öldürülenler, yirmi [108] veya yirmiüç kişi idi.[109]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Amr b. Sâlim´in şiirini dinledikten sonra, ridasının eteğini toplayarak ayağa kalktı ve kalkarken de:
"Eğer kendime yardım ettiğim şeylerle Benî Ka´blara yardım etmezsem, ben de yardım görmeyey-im![110]
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a andolsun ki; kendimi ve ev halkımı koruduğum şeylerle, bunları da koruyacağım![111]
Huzâalar bendendir, ben de Huzâalardanım![112]
Ey Amr b. Salim! Sen yardım olundun gitti!" buyurdu.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama, gökte bir bulut göründü.[113] Gök, gürlemeğe başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu gök gürlemesi, Benî Ka´blara (Huzâalara) yardıma işarettir.[114] Bu bulut, yağmur yağdırırcası-na Benî Ka´blara yardım olunacağına işarettir" buyurdu.[115]
Hz. Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Ka´blara (Huzâalara) yapılana o kadar kızmıştı ki, o güne kadar, hiç bu kadar kızdığı görülmemişti.[116]
Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kureyş müşriklerine bir yazı gönderdi.
Gönderdiği yazısında şöyle buyurdu:
"...Bundan sonra derim ki; siz ya Benî Bekrlerle olan ittifakınızdan vazgeçersiniz, ya da Huzâalardan öldürülmüş olanların diyetlerini (kan bedellerini) ödersiniz!
Bunlardan birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle çarpışacağımı bildiririm!"[117]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu, Kureyş müşriklerine, ashabdan Damrâ götürdü.
Damrâ, Kureyş müşriklerine, kendilerinin üç şeyden birini seçmekte muhayyer bırakıldıklarını; ya öldürülen Huzâaların kan bedellerini ödemek veya Benî Bekr ve Benî Nüfâselerle olan ittifak, ahd ilişkilerini kesmek zorunda bulunduklarını, ya da Hudeybiye muahedesini bozan kötülükleri yüzünden kendileriyle çarpışılacağım kendilerine tebliğ etti.[118]
Kurata b. Abdi Amr b. Nevfel b. Abdi Menaf:
"Benî Bekrier, uğursuz, yaramaz bir kavimdir.[119]
Benî Bekrlerden Nüfâseler de, yoksulluk ve darlık içindedirler.[120]
Huzâalardan öldürülenlerin kan bedellerini biz ödeyemeyiz. Bunu ödemeye kalkmak, bizde tüy tozak bırakmazın[121]
Nüfâselerie ittifak ve ahd ilişkilerimizi kesmemize gelince; Araplar içinde, Nüfâseler kadar şu Beytullah´ı hac ve ziyaret eden, Beytullah´ı tazime onlar kadar özenen bir kavim yoktur.
Onlar, bizim müttefiklerimizdir.[122]
Biz, onlarla olan ittifak ve ilişkilerimizi kesmeyiz.[123]
Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor] savaşacağımızı bildirelim!" dedi.
Damrâ, hemen geri dönüp, Kureyş müşriklerinin söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Kureyş müşrikleri, elçiyi bu biçimde reddettiklerine pişman oldular.
Hudeybiye muahedesini yenilemek üzere, Ebu Süfyan b. Harb´i Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdiler.[124]
Ebu Süfyan´a:
"Muahedeyi yenile. Mütareke süresini de uzat" dediler.[125]
Ebu Süfyan Medine Yolunda
Ebu Süfyan, azadlısıyla birlikte iki hayvana binip Medine´ye doğru hızla yol almaya başladı.
Mekke´den yola çıkıp Peygamberimiz Aleyhisselama doğru gidenlerin ilkinin kendisi olduğunu sanıyordu.[126]
Amr b. Salim ve arkadaşlarından sonra, Büdeyl b. Verkâ da, Huzâalardan bazılarıyla birlikte, Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler[127] ve Peygamberimiz Aleyhisselama seslendiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam o sırada yıkanıyordu. Onlara:
"Sizin davetinize icabet ediyorum!" buyurdu.[128]
Büdeyl b. Verkâ, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla Benî Bekrlerin Huzâaları nasıl öldürdüklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdikten sonra, Mekke´ye dönmek üzere Medine´den ayrıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Ebu Süfyan, Hudeybiye muahedesini sağlamlaştırmak ve mütareke süresini uzatmak için yanınıza gelmek üzere bulunuyor gibidir![129] Fakat, istediğini elde edemeden, öfke ile geri dönüp gidecektir!" buyurdu.[130]
Amr b. Salim ile arkadaşları, Ebvâ´ya gelince, dağılıp yoldan sapmışlar, sahile doğru gitmişlerdi.
Büdeyl ile arkadaşları ise, yola devam ettiler.[131]
Usfan´da Ebu Süfyan´la karşılaştılar.
Ebu Süfyan, onun Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından geldiğini sanıyordu ve kendisine:
"Ey Büdeyl! Nereden geliyorsun " diye sordu.[132]
Sorusunu Büdeyl´in yanındakilere de yöneltti ve:
"Bana Yesrib´den (Medine´den) haber veriniz " dedi.
Onlar:
"Bu hususta bizde bilgi yok!" dediler.
Ebu Süfyan, onların bu işi gizli tuttuklarını anladı.
Kendilerine:
"Yesrib hurmasından, yanınızda var mı Biraz da bize yedirseniz olmaz mı " diye sordu.
"Hayır!" dediler.[133]
Ebu Süfyan, daha açık olarak:
"Ey Büdeyl! Muhammed´in yanına vardın mı " diye sordu.
Büdeyl:
"Hayır![134] Şu vadinin içindeki Huzâaların yanına gitmiştim.[135]
Oradaki Huzâa ve Ka´blar arasında bir kıtal hadisesi üzerine çıkan anlaşmazlığı düzeltip giderdim!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Vallahi, ben senin iyi bir arabulucu olduğunu bilmiyordum!" dedi.
Sonra, onlarla birlikte öğle sohbeti ve dinlenmesi yaptı.
Büdeyl ile arkadaşları kalkıp Mekke´ye doğru yol almaya başladılar.[136] Ebu Sülyan:
"Eğer Büdeyl Medine´den geliyorsa, muhakkak, hayvanı hurma çekirdeği yemi yemiştir" dedi.[137]
Kalkıp onların konak yerlerine,[138] Büdeyl´in devesinin çöktüğü yere vardı. Devesinin dışkısını alıp ezdi. İçinde, hurma çekirdeği yemi bulunduğunu gördü.[139]
Konak yerlerinde de, Medine´nin kuş gagalarına benzeyen meşhur hurmasının çekirdeklerini buldu.[140]
"Allah´a yemin ederim ki; Büdeyl, Muhammed´in yanından geliyor!" dedi.[141]
Büdeyl ile arkadaşları, hadise gününün sabahında Mekke´den çıkıp Medine´ye gitmişlerdi.[142]
Ebu Süfyan´ın İşlenilen Cinayeti Gözardı Etmeye Çabalayışı
Ebu Süfyan Medine´ye gelip kızı Üımımü Habibe´nin evine girdi. Ki, Ümmü Habibe, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi idi.
Ebu Süfyan Peygamberimiz Aleyhisselamın döşeğine oturmak isteyince, Hz. Ümmü Habibe döşeği hemen dürüp babasını onun üzerine oturtmadı.
Ebu Süfyan:
"Ey kızcağızım! Sen bu döşeği mi benden esirgedin, yoksa beni mi bu döşekten esirgedin; anlayamadım!" dedi.
Hz. Ümmü Habibe:
"Hayır! Bu, Resûlullah Aleyhisselamın döşeğidir![143] Müşrik onun üzerine oturamaz![144]
Sen müşriksin! Necissin! Bunun için, seni onun döşeğine oturtmak istemedim!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Vallahi, ey kızcağızım! Benim evimden ayrıldıktan sonra sana kötülük gelmiş! Sen kötüleşmişsin!" dedi.[145]
Hz. Ümmü Habibe:
"Hayır! Allah bana kötülüğü değil, İslâmiyeti nasip etti!
Sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta hâlâ tapıp duruyorsun!
Babacığım! Senin gibi, Kureyşîlerin ulusu ve yaşlısı olan kişi[146] nasıl olur da İslâmiyete uzak kalır !" dedi.[147]
Ebu Süfyan:
"Yazıklar olsun sana! Demek, ben senden bunu da (bu azarı da) mı işitecektim ha !
Ben atalarımın tapageldiklerini bırakacağım da, Muhammed´in dinine mi tâbi olacağım !" dedi.[148]
Hz. Ümmü Habibe´nin evinden çıkıp gitti.[149]
Doğruca Mescide, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.[150]
Ebu Süfyan, kızı Hz. Ümmü Habibe´nin yaptıklarını ve kendisinin de ona:
"Sen o bıraktığım gibi kalmamışsın. Araplığı bırakmışsın!" dediğini anlattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümseyerek, ona:
"Yâ Ebâ Hanzale! Sen demek ona böyle söyledin hâ " buyurmakla yetindi.[151]
Ebu Süfyan:
"Yâ Muhammedi Ben Hudeybiye barışında bulunamamıştım.
O muahedeyi berkiştirve mütareke müddetimizi de uzat![152]
Gel! Aramızdaki muahedeyi bir yazı ile yenileyelim " dedi.[153]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ebu Süfyan! Sen bunun için mi geldin " diye sordu.
Ebu Süfyan:
"Evet!" dedi.[154]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Biz, o aramızdaki ahd üzerinde duruyoruz![155] Yoksa, siz bir hadise çıkarıp onu bozdunuz mu " buyurdu.[156]
Ebu Süfyan:
"Allah korusunu[157] Hayır! Öyle birşey olmamıştır![158]
Biz, ahdimizin ve barışımızın üzerinde duruyoruz. Biz, ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz" dedi.[159]
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Biz de, Hudeybiye gününde yaptığımız mütareke ve musalahanın üzerinde duruyoruz! Ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz!" buyurdu.[160]
Ebu Süfyan muahedeyi yenilemek hususundaki dileğini tekrarladı.[161]
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam ona hiçbir cevap vermedi[162]
Bundan sonra, Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir´in yanına gitti ve Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşmasını istedi[163] ve:
"Ey Ebu Bekir[164] Aramızdaki muahedeyi yenilen[165] Mütareke müddetimizi uzat[166] Halkın arasını bul!" dedi.[167]
Hz. Ebu Bekir:
"Ben bu işi yapamam![168] Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[169]
Sen Ömer´le de buluş!" dedi.[170]
Ebu Süfyan:
"Öyleyse, beni himayeye alır ve bunu halkın içinde açıklar mısın " diye sordu.[171]
Hz. Ebu Bekir:
"Biz, ancak Resûlullah Aleyhisselamın himaye ettiğini himaye edebiliriz!" dedi.[172]
Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir´den sonra, Hz. Ömer´e gitti.[173]
Ona da, Hz. Ebu Bekir´e söylediği gibi söyledi:[174]
"Muahedeyi yenile, halkın arasını düzelt!" dedi.[175]
Hz. Ömer:
"Demek muahedeyi bozdunuz hâ [176]
Eğer ondan yeni birşey kalmışsa, Allah onu da yok etsin[177]
Onun sağlam,[178] bitişik[179] olan tarafı varsa, Allah onu da kesip atsın.[180]
Ben sizin için mi Resûlullah Aleyhisselama gidip şefaat dileyeceğim [181] Ben mi bu işi yapacağım ![182]
Vallahi, ben küçücük bir karıncadan başkasını bile bulamasam, yine, ondan yararlanmaya çalışır, sizinle çarpışırım!" dedi.[183]
Ebu Süfyan, Hz. Ömer´den bu sözleri işitince:
"Sen de akrabalarından kötülükle cezalanasın![184]
Vallahi, kavmine karşı senin kadar katı ve kötü davranan görmedim!" dedi.[185]
Kendi kendine de:
"Ben bugünkü gibi çetin bir gün görmedim!
Bir kavim bir kavme karşı başka bir kavmi silah ve yiyeceklerle destekleyecek olursa, muahedeyi bozmuş olacakları tabiîdir!" diyerek söylendi.[186]
Ebu Süfyan, Hz. Osman´a gitti ve:
"Şu cemaat içinde, bana akrabalık yönünden senden daha yakın bir kimse yoktur.
Sen şu mütarekeyi uzat ve muahedeyi yenile! Çünkü, sahibin seni hiçbir zaman reddetmez!
Vallahi, ben Muhammed´in ashabına yaptığı kadar çok ikram yapan hiçbir kimse görmemişimdir" dedi.
Hz. Osman:
"Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde bulunanı himaye edebilirim!" dedi.[187]
Ebu Süfyan, Ensarın ileri gelenlerinden Sa´d b. Ubâde´nin yanına vardı ve:
"Ey Ebu Sabit! Sen ikimizin arasındaki dostluğu biliyorsun!
Ben senin için Mekke Haremimizde bir himayeciyim!
Sen şu memleketin (Medine´nin) ulu kişi sisin!
İki taraf halkını himayene al, mütareke müddetini uzat!" dedi.
Sa´d b. Ubâde:
"Ey Ebu Süfyan! Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde olanları himaye edebilirim.
Resûlullah Aleyhisselama karşı hiç kimse himayeye alınamaz!" dedi.[188]
Ebu Süfyan, bundan sonra, Hz. Ali´nin evine gitti.
O sırada, Hz. Fâtıma Hz. Ali´nin yanında bulunuyor ve henüz bir çocuk olan Hz. Hasan da önlerinde gezip duruyordu.[189]
Ebu Süfyan:
"Ey Ali! Şu cemaat içinde akrabalık yönünden bana en yakın olan sensin! Ben bir iş için gelmiştim.
Umduğumu elde edemeden, geldiğim gibi geri dönüp gideceğim.
Resûlullaha gidip benim için şefaatçi ol![190] Araya girip, kavmine karşı himayeci ol. Onlar için, muahede ve mütareke yazısını yeniletil [191]
İki taraf arasında himayeci, arabulucu ol da, Muhammed´le mütareke müddetinin uzatılmasını konuşup sağla!" dedi.[192]
Hz. Ali:
"Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[193]
Allah senin iyiliğini versin ey Ebu Süfyan! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam bir işe karar verdi mi,[194] onu muhakkak yapar.[195]
Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında ben hüküm veremem![196]
Biz bu iş hakkında onunla da konuşamayız.[197]
Hiç kimse, onun istemediği şeyi konuşamaz!" dedi.[198]
Ebu Süfyan, Hz. Fâtıma´ya dönerek:
"Ey Fâtıma! Sen, kavminin kadınları arasında büyüklüğünü gösterecek bir iş yapmak istemez misin " dedikten sonra, ona da Hz. Ali´ye söylediği gibi söyledi[199] ve:
"Sen iki taraf halkını himayene alıp uzlaştırsan da, Araplar içinde büyük kadınların hayırlısı olsan olmaz mı " dedi.[200]
Hz. Fâtıma:
"Ben ancak bir kadınım!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Senin himayeci olman caizdir.[201] Nitekim, kızkardeşin (Zeyneb), Ebu´l-Âs b. Rebi´i himayesine almıştı.[202] Bunu Muhammed de caiz görmüştü.[203] Buna aykırı davran il mam ıştır" dedi.[204]
Hz. Fâtıma:
"Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[205]
Ben Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında hüküm veremem" dedi.[206]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan:
"Ey Muhammed´in kızı! Şu yavrucuğuna emretsen de, iki taraf halk arasında himayeci olduğunu söylese olmaz mı
O, böyle yaparsa, kendisi, zamanın sonuna kadar Arapların ulusu olur!" dedi.
Hz. Fâtıma:
"Vallahi, benim bu yavrum ne halk arasında himayeci olacak yaşa gelmiştir, ne de Resûlullah Aleyhisselama karşı bir kimse himayeye alınabilir!" dedi.[207]
Ebu Süfyan, Hz. Ali´ye dönerek:
"Ey Hasan´ın babası! Bana karşı, işlerin çok zorlaşmış olduğunu görüyorum.
Sen bana bir öğüt ver![208] Senin bu husustaki görüşün nedir Zorlaşmış bulunan şu işimi bir kolaylaştı r!
Sence, benim için yararlı olabilecek işi, çareyi bana emret!" dedi.[209]
Hz. Ali:
"Ben şu gündeki kadar, senin gibi, ne yapacağını şaşırmış bir adam görmedim.[210]
Vallahi, ben senin için yararlı olabilecek birşey bilmiyorum.
Fakat, sen Benî Kinanelerin ulu kişisisin!
Kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himayene aldığını ilân et! Sonra da yurduna çekgit![211] Halkın arasını bul!" dedi.[212]
Ebu Süfyan:
"Bunun benim için bir yarar sağlayacağını sanıyor musun " diye sordu.
Hz. Ali:
"Hayır! Vallahi, yarar sağlayacağını pek sanmıyorum.
Fakat, senin için, bundan başka, yapılacak birşey de bulamıyorum!" dedi.[213]
Ebu Süfyan:
"Sen doğru söyledin! Ben bunu yapmalıyım!" dedi.[214]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine gidip ayakta dikilerek:
"Ey insanlar! Ben iki taraf halkını ahd ve emanım altına aldım ![215]
Vallahi, benim bu ahdime hiç kimsenin muhalefet edeceğini sanmıyorum.[216]
Muahedeyi yeniledim, halkın arasını bulacağım!" dedi.[217]
Böyle derken de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.[218]
Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına vardı ve:
"Ey Muhammedi Sen benim bu eman ve himaye taahhüdümü zannetmem ki reddedesin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ebu Süfyan! Bunu sen söylüyorsun! (Bu, senin sözündür!)" buyurdu.[219]
Ebu Süfyan, devesine binip Mekke´ye döndü.[220]
Ebu Süfyan´ın Mekke´ye dönüşü gecikince, Kureyş müşrikleri:
"Vallahi, onun Muhammed´e gizlice tâbi olduğunu ve Müslümanlığını gizli tuttuğunu sanıyoruz!" diyerek, onu suçlamaya başlamışlardı.
Ebu Süfyan, geceleyin Mekke´ye varıp evine girince, karısı Hind:
"Kavmin seni Müslüman oldu diye suçlayıncaya kadar, orada tutuldun kaldın.
Kalışını kavminin yanına başanyla dönmek için uzattınsa, değer!" dedi.
Ebu Süfyan, olan bitenleri haber verip:
"Ali´nin dediğini yapmaktan başkasına yol bulamadım!" deyince, Hind ona:
"Sen Kureyş kavminin iyilikten uzaklaştırılmış, kötüleşmiş bir elçisi oldun" diyerek hakaret etti.
Ebu Süfyan, sabaha çıkınca, İsaf ve Naile putlarının yanında başını kazıtıp onlara kurban kestikten sonra:
"Ben, babamın üzerinde öldüğü şeyden, ölünceye kadar sizinle birlikte bulunmaktan ayrılmayacağım" diyerek kurbanın kanını pufların başlarına sürdü.
Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri onun Müslüman olmadığını anladılar, kendisini suçlamaktan vazgeçtiler.[221]
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:
"Gerinde ne haber var [222] Muhammed´den bize bir yazı getirdin mi Yahut mütareke müddetini uzatabildin mi Ya da, onun bize savaş açmamasını sağlayabildin mi[223] Ne getirdin bize " diye sordular.
Ebu Süfyan:
"Ben, kalbleri bir tek kalb haline gelmiş bir kavmin yanından geliyorum.
Vallahi, onlardan yarar umduğum, küçük büyük, kadın erkek hiçbirini bırakmaksızın, hepsiyle konuştum.
Onlardan birşey koparmayı başaramadım ![224]
Muhammed´in yanına vardım, kendisiyle konuştum. Vallahi, bana hiçbir cevap vermedi.
Sonra, Ebu Kuhâfe´nin oğluna (Ebu Bekir´e) gittim. Onda da bir hayır bulmadım.
Sonra, Hattab´ın oğluna (Ömer´e) gittim. Onu düşmandan daha düşman buldum!
Sonra, Ali´nin yanına vardım. Kendisini kavmin en yumuşağı buldum.
Ali bana birşey işaret etti. Ben de onu yaptım.
Vallahi, o yaptığım şeyin bana bir yararı olur mu, yoksa olmaz mı, bilmiyorum" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"O sana neyi emretti " diye sordular. Ebu Süfyan:
"Bana insanların arasında ahd ve eman vermemi emretti. Ben de onu yaptım" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Muhammed buna icazet, izin verdi mi " diye sordular.
Ebu Süfyan:
"Hayır![225]
Ben, bunu yaptıktan sonra Muhammed´in yanına vardım ve:
´Ben iki taraf halkını, uzlaştırmak için, himayeme aldım. Zannetmem ki, sen bu himayeye alışımı reddedesin!1 dedim.
Bana:
´Ey Ebu Süfyan! Ey Hanzale´nin babası! Bunu sen söylüyorsun "Bu, senin sözündür!" dedi ve bundan başka birşey söylemedi" dedi.[226]
Kureyş müşrikleri:
"Yazıklar olsun sana! Vallahi, adam (Ali) sana oyun etmiş, seninle eğlenmekten başka birşey yapmamış!
Yaptığın şey sana bir yarar sağladı, bir işine yaradı mı " dediler.
Ebu Süfyan:
"Hayır! Bir yarar sağlamadı. Fakat, vallahi, bundan başka da, yapacak birşey bulamadım" dedi.[227]
Kureyş müşrikleri:
"Demek, sen hiçbir şey yapamamışsın![228] Bize hiçbir şey getirememişsin.[229]
Vallahi, biz bugün dönen elçi gibi başarısız hiçbir elçi görmedik.[230]
Sen bize ne savaş haberi getirdin ki savaşa hazırlanalım, ne banş haberi getirdin ki güvenlik içinde bulunalım!" dediler.[231]
Acele Sefer Hazırlığına Girişilişi ve Bunun Gizli Tutuluşu
Ebu Süfyan, dönüp Mekke´ye gittikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin sefer hazırlığını görmesi için Hz.Âişeye emir verdi.[232]
"Sefer hazırlığımı yap! Bunu hiç kimseye söyleme![233] İşini gizli tut!" buyurdu.[234]
Hiç kimse, ne için hazırlanıldığını bilmiyordu.[235]
Hz. Ebu Bekir, kızı Hz. Âişe´nin evine gitmişti.
O sırada, Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselam için sevık, un ve hurmadan yol azığı hazırlamakla uğraşıyordu.[236]
Hz. Ebu Bekir:
"Ey kızcağızım! Resûlullah Aleyhisselam sefer hazırlıklarını görmenizi mi size emretti " diye sordu
Hz. Âişe:
"Evet![237] Resûlullah Aleyhisselam, kendisi için yol, sefer hazırlığı yapmamı bana emretti" dedi.[238]
Hz. Ebu Bekir:
"Sence, nereye gitmek istiyor olabilir " diye sordu.[239]
Hz. Âişe:
"Vallahi, bilmiyorum!" dedi.[240]
Hz. Ebu Bekir, kendi kendine:
"Vallahi, şu Benî Asfarlar(Rumlar)la savaş zamanında Resûlullah Aleyhisselam nereye gitmek istiyor ola ![241]
Resûlullah Aleyhisselam, birsefere niyeti en s ey di, bizim de hazırlanmamızı bildirirdi" dedi.
Hz. Âişe:
"Bilmiyorum. Belki Benî Süleymlere gitmek istiyor, belki Sakîflere gitmek istiyor, belki de Hevâzinlere gitmek istiyor olabilir" dedi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam içeri girdi.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Sefere mi çıkmak istiyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Ben de hazırlanayım mı " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Nereye gitmek istiyorsun yâ Rasûlallah [242] Sanırım ki; Benî Astarların (Rumların) üzerine gitmek istiyorsun d ur" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Yoksa, Necd halkının üzerine mi gitmek istiyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Öyleyse, Kureyşîlerin üzerine gitmek istiyorsun d ur" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet![243] Kureyşflerin üzerine gideceğim ey Ebu Bekir! Bunu gizli tut!" buyurdu ve hemen hazırlanmasını emretti.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Onlarla senin aranda bir mütareke müddeti belirlenmiş değil miydi " dedi.[244]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen onların Benî Katılara (Huzâalara) yaptıklarını işitmedin mi [245]
Hudeybiye muahede ve mütarekesinin hükmüne riayetsizlik edenlerin ilki onlar oldu.[246] Onlar ahd-lerine vefasızlık ettiler ve muahedelerini bozdular.
Ben de onlarla savaşacağım!
Sana söylediğim şeyi gizli tut, açığa vurma!" buyurdu.
Kimi Peygamberimiz Aleyhisselamın Şam´a gitmek istediğini, kimi Sakîflere gitmek istediğini, kimisi de Hevâzinlere gitmek istediğini sanıyordu.[247]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına sefer için hazırlanmalarını emretti ve fakat, önce, nereye gidileceğini gizli tuttu, açıklamadı .[248]
Sonra, Mekke´ye doğru gidileceğini bildirdi.[249]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye giden dağ yollarını ve geçitleri nöbetçilerle tuttu.[250] Hz. Ömer´i de, nöbetçiler üzerinde denetçi olarak görevlendirdi.
Hz. Ömer, dağ yolları ve geçitler üzerinde dönüp dolaşmakta[251] ve nöbetçilere:
"Rastlayacağınız, gizlice Mekke´ye geçip gitmek isteyen hiçbir kimseyi bırakmayacaksınız! Onları geri çevireceksiniz!" demekte, hiç kimsenin Mekke´ye gitmesine meydan vermemekte idi.[252]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Allah´ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşîlerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez et! Kureyşîlerin gözlerini bağla! Beni birdenbire görsünler!" diyerek dua etti.[253]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çöl halkına, Medine çevresindeki Müslümanlara ve her tarafa dav-etçiler gönderip:
"Allah´a ve ahiret gününe imanı olan, Ramazan´da Medine´de hazır bulunsun!" diyerek, onları sefere katılmaya davet etti.
Esma b. Harise ile Hind b. Hârise´yi Eşlemlere gönderdi. Bunlar, Eşlemlere:
"Resûlullah Aleyhisselam, Ramazan´da Medine´de bulunmanızı size emrediyor!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cündüb b. Mekîs ile Râfi´ b. Mekîs´i Cüheynelere gönderdi.
Bunlar, Ramazan´da Medine´de hazır bulunmalarını Cüheynelere emrettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, İmâ´ b. Rahasa ile Ebu Rühm Külsûm b. Husayn´ı Benî Husaynlara, Benî Gıfârlara, Benî Damrâlara;
Ma´kıl b. Sinan ile Nuaym b. Mes´ud´u Eşca´lara;
Bilal b. Haris ile Abdullah b. Amr el-MüzenPyi Müzeynelere;
Haccac b. Ilâtü´s-Sülemî ile Irbaz b. Sâriye´yi Benî Süleymlere;
Bişr b. Süfyan ile Büdeyl b. Verkâyı Benî Ka´blara (Huzâalara) gönderdi.[254]
Huzâî b. Abdi Nühm, Müzeyneleri yanına alarak Revhâ´da;
Abdullah b. Malik, Gıfârîleri yanına alarak Sukyâ´da;
Kudâme b. Sümâme, Benî Süleymleri yanına alarak Kudeyd´de;
Sa´d b. Cessâme, Benî Leysleri yanına alarak Kedid´de;[255]
Benî Ka´blar da Kudeyd´de; gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın ordularına katılacaklardı.
Eşlemler, Cüheyneler, Eşca´lar ve daha başka Arap kabileleri Medine´ye geldiler.
Ebu İnebe kuyusunda ordugâh kuruldu, toplanıldı.[256]
Toplananların mevcudu 10.000 idi.[257]
Mevcudun 12.000 kişi olduğu rivayeti de vardır.[258]
Medine´den 10.000 kişi ile çıkılmış, 2.000´i yolda gelip kati İm işti.[259]
Muhacirlerlerle Ensardan, sefere katilmayan kimse yoktu.[260]
Muhacirlerin sayısı 700 idi, yanlarında da 300 at vardı.
Ensarın sayısı 4.000 idi, yanlarında da 500 at vardı.[261]
Müzeynelerin sayısı 1.000 idi[262] veya sayıları 1.300 olup,[263] yanlarında 100 at vardı.[264]
Eşlemlerin sayısı 400 idi,[265] yanlarında 30 at vardı.[266]
Cüheynelerin sayısı 800 İdi[267] veya 700[268] veya 1.000 İdi[269] veya 1400 idi.[270] Yanlarında da, 50 at vardı.[271]
Gıfârîlerin sayısı 400 idi.[272]
Süleymlerin sayısı 900[273] veya 1.000[274] veya 1.400[275] veya 1.800 idi.[276]
Diğerleri, Muhacirlerden ve Ensardandı.
Kays, Esed, Temim ve başka kabilelerden de, gelip mücahidler arasına katılanlar vardı.[277]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´de yerine Ebu Rühm Külsûm b. Husayn´ı vekil bıraktı.[278]
Abdullah b. Ümmi Mektum´un vekil bırakıldığı da rivayet edilir.[279] Sanıldığına göre; Abdullah b. Ümmi Mektum imamlıkla, Ebu Rühm de idarî işlerle görevlendirilmişti.[280]
Hâtıb´ın Kureyş Müşriklerine Harekât Durumunu Bir Yazı ile Bildirmeye Yeltenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan Hâtıb b. Ebi Beltea, Mekkeli müşriklere biryazı yazarak, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki kararını bildirmek istedi.[281]
Hâtıb; yazısını, Salvan b. Ümeyye, Süheyl b.Amrve İkrime b. Ebu Cehil´e verilmek üzere yazdı ve yazısında şöyle dedi:
"Resûlullah Aleyhisselam; gazaya çıkacağını halka bildirdi.
Kendisinin sizden başkasına gitmek isteyeceğini sanmıyorum.
Size gönderdiğim yazımla, yanınızda benim bir iyilik ve minnet elimin bulunmasını arzu ettim."[282]
Başka rivayetlere göre, Hâtıb mektubunda şöyle dedi:
"Peygamber (Aleyhisselam); geceler gibi karaltılı, seller gibi akan askerleri ile size doğru yönelmiş geliyor!
Allah1 a yemin ederim ki; o size yalnız başına bile gelecek olsa, Allah, muhakkak yardım edip onu size galip kılacaktır.
Çünkü, Allah ona yaptığı va´dini yerine getiricidir!
Hiç şüphesiz, Allah onun dostu ve yardımcı sı dır."
"Muhammed Peygamber (Aleyhisselam), amma size karşı, amma sizden başkasına karşı, savaşmaya hazırlanmış bulunuyor.
Hazırlıklı ve uyanık olunuz!"[283]
"Hâtıb b. Ebi Beltea´dan:
Resûlullah (Aleyhisselam), sizin üzerinize yürümek istiyor!
Tedbirinizi alınız!"[284]
"Muhammed Aleyhisselam, kesin olarak sizin üzerinize yürümek üzeredir!"[285]
"Bundan sonra, derim ki:
Muhammed (Aleyhisselam) kesin olarak sizin üzerinize yürümek istiyor.
Tedbirinizi alınız! Hazırlanınız!"[286]
Bazı ravilerin bu yazı muhtevasını kısaltarak nakletmiş oldukları gözönünde tutulunca, yukarıdaki yazılarda geçen sözlerin hepsinin Hâtıb´ın yazısında yer almış olduğu kabul edilebilir.[287]
Mektubun Kureyş Müşriklerine Bir Kadınla Gönderilişi
Hâtıb b. Ebi Beltea, Kutıeyş müşriklerine yazdığı mektubu bir kadına vermişti.
Rivayete göre; kadın, Müzeynelerdendi.[288] Müzeynelerin de Arc halkından, Kenud adında bir kadındı.[289]
Kendisi, Ebu Amr b. Sayfî b. Hişam (Hâşim) b. Abdi Menafın[290] yahut Ebu Leheb´in[291] azadlı cariyesi olup, Sâre diye anılırdı.
Sâre Medine´ye geldiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´yi fetih hazırlığıyla uğraşıyor-du.[292]
Sâre´ye:
"Sen Müslüman olarak mı geldin " diye sordu.
Sâre:
"Hayır!" dedi.[293]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, sen ne için geldin " diye sordu.
Sâre:
"Sizler köle azadlayıcılarsınız, aşiret sahibisiniz![294]
Köle azadlayıcılar Bedir günü ölüp gittiler.[295]
Ben son derecede muhtaç duruma düştüm. Bana yiyecek ve binecek veresiniz, beni giydirip kuşatasınız diye yanınıza geldim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Tagannilerin, şarkı söylemelerin, ağıt yakmaların seni ihtiyaçtan kurtarmadı mı " diye sordu.
Sâre:
"Yâ Muhammedi Kureyşliler, kendilerinden birçok kimseler öldürüldüğünden beri, şarkı dinlemeyi bıraktılar.[296] Bedir vak´asından sonra, benden birşey söylememi isteyen olmadı.[297] Ben de, şarkı söylemeyi, ağıt yakmayı bıraktm" dedi.[298]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdulmuttalib oğullarını, Sâre´ye yardıma teşvik etti.
Onlarda, hemen onu giydirip kuşattılar. Birde, hayvan bulup kendisini bindirdiler, yol azığını da koydular.
Hâtıb b. Ebi Beltea, Sâre´nin yanına vardı. Ona on dinar (altın lira) ile bir elbise verdi.[299] Bunlar, Kureyş müşriklerine yazdığı mektubu onlara ulaştırma ücreti idi.
Hâtıb, Sâreye:
"Bunu, elinden geldiği kadar gizli tut! Mekke´ye giderken de, anayoldan gitme! Çünkü, yol üzerinde bekçiler, nöbetçiler var!
Sen dağ yolları ve geçitlerinden başka bir yol tutup, Mahacce´nin solundan Fuluk içine, Akik yoluna doğru git!" dedi.[300]
Sâre, mektubu başına yerleştirdikten sonra, üzerinden, saçlarını bölükler halinde örerek gizledi, Kureyş müşriklerine teslim etmek üzere yola çıktı.
Hâtıb´ın bu uygunsuz tutum ve davranışı hakkında gökten haber geldi.[301]
Hâtıb´ın Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvam ve Mikdad b. Esved´e:[302]
"Acele gidiniz! Hâh bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında bir mektup bulunan bir kadın bulacaksınız!
Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz![303] Kendisini serbest bırakınız![304]
Mektubu vermek istemezse, boynunu vurunuz!" buyurdu.[305]
Hz. Ali ve arkadaşları, atlarını koştura koştura Hâh bahçesine varıp kavuştular. Orada, yolcu bir kadına rastladılar.[306]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ve arkadaşlarına, devesinin üzerinde giden bir kadının Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından müşriklere yazılan ve Resûlullahın kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber veren bir sahifeyi yanında taşıdığını haber vermişti.
Hz. Ali ve arkadaşları, kadına:
"Yanında götürmekte olduğun mektup nerede " diye sordular.[307]
Kadın:
"Benim yanımda mektup falan yok!" dedi.[308]
Bunun üzerine, kadının devesini ıhdırdılar.[309] Kadını devenin üzerinden indirdiler. Eşyasını aradılar. Mektup olarak hiçbir şey bulamadılar.[310]
Kadın yemin ederek inkârda bulununca, geri dönecek oldular.[311]
Hz. Ali:
"Allah´a yemin ederim ki; ne Resûlullah Aleyhisselam yanılır, ne de biz yanılırız!
Sen bu mektubu bize ya kendiliğinden çıkarırsın, ya da seni soyar, ararız!" dedi.[312]
Kadın:
"Siz Müslüman değil misiniz ! (Bunu bana nasıl yaparsınız )" dedi.[313]
Hz. Ali:
"Elbette Müslümanız! Resûlullah Aleyhisselam bize senin yanında mektup bulunduğunu söyledi" dedi,[314] kılıcını
sıyırdı ve:
"Ya mektubu çıkarırsın, ya da kılıcı tepene indiririm!" dedi.[315]
Kadın, işin sıkı tutulduğunu görünce, Hz. Ali´ye:
"Yüzünü benden başka yana çevir!" dedi.
Hz. Ali yüzünü başka tarafa çevirince, kadın örgülü saçlarını çözdü, mektubu çıkarıp Hz. Ali´ye verdi.[316]
Mektubu Peygamberimiz Aleyhisselama getirdiler.
Mektubun müşriklerden bazı kişilere Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından yazılıp gönderilmiş ve içinde Peygamber Aleyhisselamın savaş işinin onlara bildirilmiş olduğu görüldü.[317]
"Yâ Rasûlallah! Hâtıb, Allah´a, Resûlullaha ve mü´minlere hainlik etmiştir! " dediler.[318]
Peygamberimiz Aleyhisselam haber saldı, Hâtb´ı yanına çağırttı.[319]
Hâtıb gelince, mektup kendisine okundu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Bunu sen mi yazdın " diye sordu.
Hâtıb:
"Evet!" dedi.[320]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Hâtıb! Bu ne biçim iş ![321] Sen bunu ne için yaptın !" diye sordu.[322]
Hâtıb:
"Yâ Rasûlallah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme!
Ben, Kureyşîler içinde, yanaşma bir kişiyim. Asıl Kureyşîlerden değilim.
Senin yanındaki Muhacirlerin Mekke´de ailelerini ve mallarını koruyacak akrabaları var.[323]
Ben ise, Kureyş cemaati içinde ne soyu, ne de kabilesi olmayan bir kişiyim.
Üstelik, çoluk çocuklarım da onların aralarında bulunuyor.[324]
Ben bunu onlara bir iyilik edeyim, kendilerini minnet altında bırakayım da oradaki ev halkımı korusunlar diye yaptım.
Yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm veya İslâmiyetten sonra küfre rıza gösterdiğim için yapmış değilim ![325]
Yâ Rasûlallah! Vallahi, ben Allah´a ve Allah´ın Resûlüne iman etmişim ve dinimi de asla değişti rm emişim dir![326]
Ben, Müslüman olduğumdan beri, Allah hakkında hiçbir şüpheye düşmemiş,[327] küfür yoluna sapmamışım dır!
Müşriklerden ayrıldığımdan beri, kendilerine hiçbir sevgi de beslememi simdir.
Fakat, ev halkım hakkında endişe duyduğum için, onların yanında bir iyiliğimi bulundurmak istedim.
İyi biliyorum ki; Yüce Allah´ın onlara indireceği azap karşısında benim bu mektubum kendilerine hiçbir yarar sağlamayacak, gelebilecek azaptan onları kurtarmayacaktır.[328]
Yâ Rasûlallah! Ben, bu iyiliği, çoluk çocuğumla malıma onlardan gelebilecek zararlardan Allah belki korur diye yapmak istedim!
Muhacir ashabından hiçbiri yoktur ki, orada kavim ve kabilesinden bazı kimseler bulunsun da, Yüce Allah, onun ev halkını ve malını onlarla korumamış olsun!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söyledin!" buyurdu[329] ve yanındaki ashabına da:
"O size doğru söyledi.[330]
Kendisi hakkında, hayırdan başka birşey söylemeyiniz!" buyurdu.[331]
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Bu adam Allah´a, Allah´ın Resûlüne ve mü´minlere hainlik etmiştir.[332]
Yâ Rasûlallah! Bırak beni de, şu münafığın boynunu vurayım " dedi.[333]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İzin verecek olursam, onu öldürür müsün " diye sordu.
Hz. Ömer:
"Evet! Bana izin verirsen, onu öldürürüm!" dedi.[334]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır![335] Bu kişi Bedir savaşında bulunanlardan değil midir [336] O Bedir savaşında bulunmuştur.[337]
Ne bilirsin Belki de, Yüce Allah, Bedir savaşına katılmış olanlara, Bedir gününde bakıp, ´Siz istediğinizi yapın! Ben sizi bağışlamışımdır! Cennet size vacip olmuş, siz Cennete girmeyi haketmişsinizdir!´ buyurmuştur" buyurunca, Hz. Ömer´in gözleri yaşla doldu ve:
"Yüce Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedi.[338]
Hâtıb´ın bu husustaki tutum ve davranışı üzerine indirilen âyetlerde[339] şöyle buyuruldu:
"Ey iman edenler! Benim de, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyiniz.
Kendileriyle aranızdaki sevgi yüzünden, onlara Peygamberin maksadını ulaştırırsınız, değil mi !
Halbuki, onlar haktan size gelene (İslâm dinine ve Kufân´a) küfretm işi erdir.
Onlar, Peygamberi de, sizi de, Rabbiniz olan Allah´a iman ediyorsunuz diye yurtlarınızdan çıkarıyorlardı .
Eğer siz Benim yolumda savaşmak, rızamı aramak için çıkmışsanız (onlan dost edinmeyiniz)!
Siz onlara hâlâ muhabbet mi besleyecek (sırlarımı ifşa mı edecek)siniz !
Halbuki, ben sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim!
İçinizden kim bunu yapar (Resûlullahın sırlarını açıklar)sa, muhakkak ki, o, yolun ta ortasından sap-m ıştır!
Eğer onlar size bir tımak tuttururlar (sizi ele geçirirlerse, hepinizin düşmanları olacaklar; ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklardır.
Zaten, onlar, (ah bir dininizden dönüp) kâfir olsanız diye temenni de etmişlerdir.
Ne hısımlarınız, ne evladlarınız, ahiret azabına karşı size asla yarar veremezler. Kıyamet gününde, Allah onlarla aranızı ayıracaktır.
Allah, ne yaparsanız, hakkıyla görendir.
İbrahim´de ve onun maiyyetinde bulunan (Müslüman)larda (onların sözlerinde ve işlerinde) sizin için gerçekten uyulacak güzel bir ömek vardı.
Hani onlar kavimlerine:
´Biz sizden ve Allah´ı bırakıp tapmakta olduğumuz şeylerden kesin olarak uzağız!
Sizi inkâr ettik.
Siz Allah´a bir olarak iman edinceye kadar, bizimle aranızda temelli düşmanlık ve buğz belirmiştir!´ demişlerdi.
Yalnız, İbrahim´in, babasına:
´Her halde, senin yariıganmanı dileyeceğim!
Fakat, senin için Allah´tan gelecek herhangi birşeyi celb veya def etmeye gücüm yetmez!´ demesi müstesnadır.
(Siz şöyle deyiniz):
´Ey Rabbimiz! Biz ancak Sana güvenip dayandık! Ve Sana yöneldik! Son dönüş de ancak Sanadır!
Ey Rabbimiz! Bizi, o küfredenler için bir fitne (konusu) yapma! (Onlan bize musallat etme)!
Ey Rabbimiz! Bizi yarlığa!
Çünkü, Azîz ve Hakîm Sensin Sen!´"[340]
Medine´den Mekke´ye Doğru Yola Çıkış
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında[341] Ramazan ayında Müslümanlardan 10.000 kişi-askerî bir topluluğun başında, Medine´den Mekke´ye doğru yola çıktı.[342] Peygamberimiz Aleyhisselam da, mücahidler de hep oruçlu idiler.[343] Yola çıkılırken, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Orucunu tutmak isteyen, tutsun. Orucunu açmak isteyen de, açsın!" diyerek nida ettirdi.[344] Peygamberimiz Aleyhisselam orucunu açmadı, tuttu. Mücahidler de açmadılar, tuttular.[345] Sulsul mevkiine eriştiler.[346] Sulsul; Medine nahiyelerinden olup, Medine´ye uzaklığı yedi mildir.[347]
Zübeyr b. Avvam´ın Bir Süvari Birliğinin Başında Öncü Olarak İleri Sürülüşü ve Hevâzin
Casusunun Yakalanıp Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Zübeyr b. Avvam´ı, 200 kişilik bir süvari birliğinin başında, öncü ve gözcü olarak ileri sürmüştü.[348]
Bunlar; Arc´la Talub arasında Hevâzin casuslarından birini yakalayıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdiler ve:
"Yâ Rasûlallah! Hayvanının üzerinde gördük: Çukur yerlerde bizden saklanmaya çalışıyordu. Sonra, yüksek bir yere çıkıp oturdu. Atlan ona doğru koşturmaya başlayınca, kaçmak istedi.
Kendisine:
´Sen kimsin 1 diye sorduk.
´Benî Gitarlardan bir adamım!´ dedi.
´Bu memleket halkından, Benî Gitarların hangilerindensin ´ diye sorduk.
Aykırı cevap verdi, bize soyunu anlatamadı, şüphemizi arttırdı, kendisi hakkında bizi suizanna düşürdü.
´Senin ev halkın nerededir ´ diye sorduk.
Eliyle bir tarafa işaret ederek:
´Yakındadır!´ dedi.
Kendisinin işi karıştırdığını, gerçeği sakladığını görünce:
´Ya bize doğrusunu söyleyeceksin, ya da boynunu vuracağız!´ dedik.
´Ben size doğrusunu söylersem, bu, bana, sizin katınızda bir yarar sağlar mı ´ dedi.
´Evet!´ dedik.
Bunun üzerine, bize:
´Ben Benî Nadrlardan, Hevâzinlerden bir adamım.
Beni Hevâzinler casus olarak gönderdiler ve:
´Medine´ye git, Muhammed´le buluş! Müttefiklerinin (Huzâaların) işi hakkında ne yapmak istediğini, bizim için öğrenmeye çalış!
O, Kureyşîlere askerî bir birlik mi gönderiyor Yoksa, kendisi mi gidip onlarla savaşacaktır Biz onun Kureyşîlere büyük bir ordu ile baskın yapacağını sanıyoruz.
İster kendisi gitsin, ister askerî bir birlik göndersin, sen de onlarla birlikte Batn-ı Şerife kadar git!
Eğer onlar önce bizim üzerimize yürümek isterlerse, Batn-ı Şerif yolunu tutar, bizim yanımıza çıkarlar. Eğer Kureyşîlerin üzerine yürümek isterlerse, yollarına devam ederler!´ dediler´ dedi."
Peygamberimiz Aleyhisselam, casusa:
"Hevâzinler neredeler " diye sordu.
Casus:
"Onları Buk´â´da pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraköm.
Onlar bütün Arapları kendilerine yardıma çağırdılar, Sakîflere de haber saldılar. Onlar da yapılan davete icabet ettiler.
Sakîfleri de, savaşmak üzere pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraktım.
Onlar, debbabe ve mancınık yapma işini öğrenmeleri için, Cüreş´e adamlar gönderdiler. Kendileri de, Hevâzinlerin topluluklarıyla birlikte bulunmak üzere gidiyorlar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hevâzinler işlerini yürütmeyi kime havale ettiler " diye sordu.
Casus:
"Eşraf gençlerinden Malik b. Avf´a havale ettiler!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hevâzinlerin hepsi, Malik´e ve onun davet ettiği işe icabet ettiler mi " diye sordu.
Casus:
"Güçlülük ve dayanıklılıklarda tanınmış olan Benî Âmirler, davete aldırış etmediler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar, Benî Âmirlerden hangileridir " diye sordu.
Casus:
"Ka´blarveKilablar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hilaller ne yaptı " diye sordu.
Casus:
"Hevâzinlere onlardan pek azı katıldı.
Akşamleyin, senin kavmine uğramıştım.
Ebu Süfyan, yanlarına gelmişti.
Medine´den getirdiği haberden dolayı, Kureyşîlerin Ebu Süfyan´a çok kızmış olduklarını gördüm.
Onlar çok korkuyor ve ürperiyorlardı" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah bize yeter. O, ne güzel Vekîl´dir!
Sanırım ki, sen bana ancak doğru olanı söyledin!" buyurdu.
Casus:
"Bu, bana yarar sağlayacak, beni ölümden kurtaracak mıdır " dedi.
Casusun gidip halkı uyarmasından korkuldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu tutuklamasını, Halid b. Velid´e emretti.
İslâm ordusu Merruz-zahran´a vardığı zaman, casus kaçtı.
Halid b. Velid, ardına düşüp onu aradı, Erâk[349] yanında yakaladı ve:
"Eğer senin için söz vermiş olmasaydım, boynunu vururdum!" dedi. Durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye girinceye kadar onu tutuklu bulundurmasını Halid b. Velid´e em retti.[350]
Uyeyne b. Hısn´ın Arc´da Gelip Mücahidlere Katılışı
Uyeyne b. Hısn; Necd´de ev halkının yanında bulunduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına birçok Arap kabilelerinin toplanarak bir yana doğru gitmek istediklerini haber alınca, kavminden bazı kimselerle birlikte Medine´ye gelip, Peygamberimiz Aleyhisselamı iki gün önce gitmiş buldu ve hızla Arc´a doğru gitti. Orada, Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştu ve:
"Yâ Rasûlalları! Senin bir tarafa gideceğini haber aldım, geldim.
Ben sizde savaş hali görmüyorum: Ne çekilmiş sancaklar görüyorum, ne de bayraklar! Yoksa, umreye mi gitmek istiyorsunuz
Halbuki, sizde ihram hali de görmüyorum!
Yâ Rasûl allan! Siz nereye yönelmiş gidiyorsunuz " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah her nereye gitmemizi dilerse oraya gideceğiz!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn, mücahidlere katılıp Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte gitti.[351]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Orucunu Açışı ve Mücahidlere Oruçlarını Açmalarını Emredişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Arc´a geldiği zaman, çok susamıştı.
Susuzluğunu gidermek için, başına su döktü. Yüzünü yi kadı.[352]
Müslümanlar, yaya ve binitli olarak, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Kurâu´l-Gamîm´e vardılar.
"Yâ Rasûlallah! Oruçluluk halka çok ağır gelmeye başladı.
Halk, senin ne yapacağına bakıyorlar!" dediler.[353]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Usfan ile Emeç arasındaki Kudeyd[354] mevkiine gelince,[355] ikindi namazından sonra, hayvan üzerinde iken[356] bir bardak su[357] getirtti. Bardağı herkesin göreceği şekilde kaldırıp onu içti,[358] orucunu açtı.[359] Müslümanların da oruçlarını açmalarını emretti.[360]
Müslümanlardan bazısının orucunu açtığı, bazısının ise oruçlarını açmayıp tutmaya devam ettikleri haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar âsilerdir (Emre karşı gelenlerdir)![361]
Onlar âsilerdir! (Emre karşı gelenlerdir)![362]
Siz, sabahleyin düşmanlarınızla karşılaşacaksınız! Orucu açmak sizin için zindeliktir!" buyurdu.[363]
Düşmanla karşılaşacakları haber verilince, hepsi Merru´z-zahran´da oruçlarını açtılar.[364]
Medine´ye Gelmek Üzere Yola Çıkan Hz. Abbas´ın Yolda Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşması
Hz. Abbas, ailesiyle birlikte gelirken, Cuhfe´de veya Zülhuleyfe´de Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştu.[365]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona, yanındaki ağırlıklarını Medine´ye göndermesini emretti.[366]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kudeyd´e gelince, orada konakladı. Sancaklar ve bayraklar bağladı.[367]
Bağladığı sancak ve bayrakları kabilelere, kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi.[368]
Uyeyne b.Hısn, kabilelerin sancak ve bayraklar aldıklarını görünce, canının sıkıntısından, parmaklarını ısırmaya başladı.
Hz. Ebu Bekir, ona:
"Yoksa, geldiğine pişmanlık mı duyuyorsun " diye sordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Ben kavmimin Muhammed´le birlikte bulunmadığına üzülüyorum!" dedi ve
"Ey Ebu Bekir! Muhammed nereye gitmek istiyor " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Allah her nereye gitmesini isterse, o oraya gidecektir!" dedi.[369]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kudeyd´de bulunduğu sırada, Süleymler900 veya 1.000 atlı olarak geldiler.
Onların zırhlan sırtlarında, mızrakları ve silahları yanlarında bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın onlara gönderdiği iki elçisi Peygamber Aleyhisselamın yanına gelmekte acele etmelerini söyleyince, derlenip toparlanarak geldiler ve:
"Yâ Rasûlallah! Biz, senin dayıların oluruz.
Bizim savaş zamanında nasıl sebatlı, seninle buluştuğumuz zaman nasıl sadakatli olduğumuzu göreceksin" dediler.
Süleymlerin yanlarında durulmuş iki sancak ve beş bayrak bulunuyordu. Bayraklar siyahtı.
"Yâ Rasûlallah! Bizim bayraklarımızı da bağla ve istediğine ver!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cahiliye çağında bayraklarınızı taşıyan, bugün de taşısın! Evvelce yanıma hepinizle birlikte gelen o güzel yüzlü, tatlı dilli kişi ne yapıyor Siz gidiniz! Ordunun önüne geçiniz!" buyurdu.
Onları öncü birliği yaptı.
Benî Süleymlerle buluşuluncaya kadar, bu görevi Halid b. Velid yapmıştı.[370]
Muhacirlerin bayraktarları:
1. Hz. Ali,
2. Zübeyr b. Avvam,
3. Sa´d b. Ebi Vakkas,
Ensarın bayraktarları:
1. Evsîlerin Abduleşhel oğullarından Ebu Naile,
2. Evsîlerin Zafer oğullarından Katâde b. Numan,
3. Harise oğullarından Ebu Bürde b. Niyar,
4. Muaviye oğullarından Cebr b. Atîk,
5. Hatma oğullarından Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir,
6. Ümeyye oğullarından Mübeyyaz,
7. Sâide oğullarından Ebu Useydü´s-Sâidî,
8. Benî Haris b. Hazreclerden Abdullah b. Zeyd,
9. Selime oğullarından Kutbe b. Âmir b. Hadîd,
10. Malik b. Neccar oğullarından Umâre b. Hazm,
11. Mazin oğullarından Salît b. Kays,
12. Dinar oğulları,
Müzeynelerin sancaktarları:
1. Numan b. Mukarrin,
2. Bilal b. Haris,
3. Abdullah b. Amr,
Eslemlerin sancaktarları:
1. Büreyde b. Husayb,
2. Naciye b. A´cem,
Cüheynelerin sancaktarları:
1. Süveyd b. Sahr,
2. Rafi´ b. Mekîs,
3. EbuKer´a,
4. Abdullah b. Bedr,
Benî Amr b. Ka´bların sancaktarı:
Büsr b. Süryan,
Benî Gıfârların bayraktarı:
Ebu Zerri´l-Gıfârî veya İmâ´ b. Rahasa,
Kinane, Benî Leys, Damrâ ve Sa´d b. Bekrlerin sancaktarı:
1. Ebu Vâkıd el-Leysî,
Eşca´ların sancaktarları:
1. Ma´kıl b. Sinan,
2. Nuaym b. Mes´ud idi.[371]
Ebu Süfyan b. Hâris´le Abdullah b. Ebi Ümeyye´nin Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşmaları ve
Müslüman Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Haris b. Abdulmuttalib´in oğlu Ebu Süfyan ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, Mekke ile Medine arasında, Nîku´l-akab mevkiinde Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular, Müslüman olmak istediler.[372]
Bunların, Sukyâ ile Arc arasında[373] veya Ebvâ´da buluştukları da rivayet edilir.[374]
Ebu Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın süt kardeşi ve yaşıtı idi. Hz. Halime onu da emdirmişti.
Ebu Süfyan, eskiden Peygamberimiz Aleyhisselama dost ve arkadaş idi. Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselama peygamberlik gelince, düşman kesilmişti.[375]
Hiçbir düşmanın yapmadığı düşmanlığı yapardı. Şı´b´a varıp da, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını hicv ve tahkir etmediği gün yoktu.[376]
Yirmi yıl, hicv ve tahkir etmekten geri durmadı.
Müşriklerin Peygamberimiz Aleyhisselamla yaptıkları çarpışmaların hiçbirinden geri kalmadı.[377]
En sonunda, Yüce Allah, Ebu Süfyan b. Hâris´in kalbine İslâm sevgisini düşürdü.
Bir gün Rum Kayseri ile görüşmüş olan Ebu Süfyan b. Haris der ki:
"Rum Kayserinin yanında ne İslâm iyetten kaçı İdi ğı nı, ne de Muhammed´den başkasının tanındığını gördüm. Bunun üzerine, kalbime İslâmiyet sevgisi girdi. İçinde bulunduğum müşrikliğin bâtıl ve boş olduğunu anladım.
Ne çare ki, biz akılları başlarında bir kavimle birlikte bulunuyorduk.
İnsanların akıllarına ve görüşlerine göre yaşadıklarını sanıyordum.
Onlar bir yol tutup gittiler, biz de o yolu tutup gittik.
Şerefli, yaşlı kişiler putlarından yardım dileyerek Muhammed´e karşı ayaklandıkları ve ataları yüzünden ona kızdıkları zaman, onlara uyduk.[378]
Bir gün, kendi kendime:
´Ben kimlere arkadaş oluyorum ! Kimlerin yanında bulunuyorum ! İslâm yolu belli olmuş ve karar-laşmış bulunuyor!1 dedim ve zevcemle oğlumun yanına vardım ve:
´Yola çıkmak için hazırlanınız! Muhammed´in yanınıza gelmesi çok yaklaşmıştır!´ dedim.[379]
Zevcem ve oğlum:
´Canımız sana feda olsun![380]
Arapların ve Arap olmayanların Muhammed´e tâbi olduğunu görüyorsun da, hâlâ ona karşı düşmanlık mevkiinde bulunuyor, düşmanlıkta direnip duruyorsun!
Halbuki, ona yardım etmek herkesten çok sana düşerdi! Ona yardım edenlerin ilki sen olmalı idin! ´ dediler.
Uşağım Mezkûr´a:
´Bir deve ile atımı acele yanıma getir!´ dedim.[381]
Resûlullah ile buluşmak üzere Mekke´den yola çıktık.[382]
Ebvâ´ya varıp indiğimiz zaman, Resûlullah Aleyhisselamın öncü birliği oraya gelmiş bulunuyor ve Mekke´ye gitmek istiyordu.
Resûlullah Aleyhisselam, benim kanımın dökülmesini helâl ve gerekli kılmıştı.
Bunun için, öldürülmemden korktum ve gizlendim.
Oğlum Cafer´in elinden tutup yaya olarak bir mil kadar gittik.
Sabahleyin Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardık.[383]
Halk, takım takım geliyordu. Onlardan gizlendim.
Resûlullah Aleyhisselam hayvanına bineceği zaman, kendisiyle görüşmek istedim.[384] Resûlullah Aleyhisselam, bizden, yüzünü başka tarafa çevirdi.
Yüzünü çevirdiği tarafa geçtim. Tekrar tekrar, benden yüzünü çevirdi.
Bütün yakın-uzak herşey beni tuttu, sıktı! Ona erişemedikçe, ben bir ölüyümdür!
Onun iyiliğini, merhametini ve bana olan yakınlığını düşünmüş, bu yüzden beni tutar diye ummuştum.
Resûlullah Aleyhisselamın akrabası olduğum için, benim Müslüman olmama sevineceklerini sanıyor ve bunda şüphe etmiyordum.[385]
Resûlullah Aleyhisselamın benden yüzünü çevirdiğini görünce, bütün Müslümanlar da benden yüz çevirdiler.
Ebu Kuhâfe´nin oğlu (Hz. Ebu Bekir) bana rastladı ve benden yüzünü çevirdi.
Ensardan biri, beni kandırarak Ömer´in yanına yanaştırdı. Ömer, bana bakınca:
´Ey Allah düşmanı! Resûlullah Aleyhisselamı ve ashabını inciten sensin hâ!
Sen ona düşmanlığını yeryüzünün doğularına, batılarına kadar ulaştırdın!" dedi.
Hemen onun yanından ayrılıp amcam Abbas´ın yanına vardım ve:
´Ey Abbas! Ben Resûlullahın yakını ve asâletli oluşum dolayısıyla Müslümanlığımın Resûlullahı sevindireceğini ummuştum.
Kendisinden umduğum iltifatı göremedim!
Beni kabul etmesi için onunla konuş!´ dedim.
Abbas:
´Hayır! Vallahi, onun senden yüz çevirdiğini gördükten sonra, kendisiyle bir tek kelime bile konuşamam! Resûlullah Aleyhisselamı celallendirmiş olmaktan korkarım!´ dedi.
´Ey amca! Bari, gidip başvuracağım bir kimseyi bana söyle!´ dedim.
Amcam, Ali´yi göstererek:
´İşte o!´ dedi.
Ali ile buluşup konuştum.
O da, bana Abbas´ın söylediğinin tıpkısını söyledi.
Abbas´ın yanına döndüm ve:
´Ey amca! Bana sövüp sayan adamı bu davranışından vazgeçir!´ dedim.
Abbas:
´Bana onu tarif et!´ dedi.
´O, çok esmer tenli, kısa boylu, iki gözünün arası yaralıdır!´ dedim.
Amcam:
´O, Numan b. Haris en-Neccârîdir!1 dedi.
Ona:
´Ey Numan! Ebu Süfyan, Resûlullah Aleyhisselamın amcasının oğludur ve benim de kardeşimin oğludur.
Resûlullah Aleyhisselam her ne kadar ona kızmış bulunuyorsa da, ileride ondan hoşnut da olacaktır.
Bundan sonra, kendisine herhangi bir suretle hakaret etmekten vazgeç!´ diye haber gönderdi."[386]
Ebu Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girme çarelerini araştırdıkları ve kendilerinden yüz çevirildiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme de, onlar hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştu:
"Biri amcanın oğlu ve süt kardeşindir. Öbürü de halanın oğludur ve hısımındır.[387]
Allah, bunları sana Müslüman olarak getirdi.[388]
Bunlar, senin katında halkın en yaramazı olamazlar!" dedi.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bana onların ikisi de gerekmez!
Amcamın oğlu benim haysiyet ve şerefimi dili ile lekelemek istedi!
Halamın oğlu ve hışmım olan kişi ise, Mekke´de bana söylememesi gereken sözleri söylemiştir!" buyurdu.[390]
Ebu Süfyan b. Haris der ki:
"Gidip Resûlullahın kapısına oturdum.
Cuhfeye varıncaya kadar, oturmaktan ayrılmadım!
Ne kendisi, ne de Müslümanlardan hiçbirisi benimle konuşuyordu.
Her konakladığı yerde, gidip Resûlullahın kapısında duruyordum. Oğlum da, ayakta dikiliyordu.
Resûlullah, beni gördükçe, yüzünü benden çeviriyordu.
Ezâhir yokuşundan Mekke´nin Ebtah vadisine inince, Resûlullahın çadırının kapısına yaklaştım.
Resûlullah bana baktı! Bu bakış, onun bana ilk yumuşak bakışı idi. Kendisinin bana gülümseye-ceğini de ummaya başladım."[391]
Hz. Ali, Ebu Süfyan b. Hâris´e:
"Resûlullah Aleyhisselama arka tarafından varıp, Yusuf´un kardeşlerinin Yusuf Aleyhisselama söylediği sözü söyle ki, onlar:
´Allah´a yemin ederiz ki; Allah seni gerçekten bizden üstün kılmıştır! Biz, doğrusu, sana karşı yaptıklarımızda suçlu idik!1 dediler [Yusuf: 91].
Bundan daha güzel bir söz bulunabileceği kabul edilemez!" dedi.
Ebu Süfyan b. Haris böyle yapınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, Yusuf Aleyhisselamın kardeşlerine verdiği cevabı bildiren:
"Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O, Esirgeyenlerin en Esirgeyicisidir!" (Yusuf 92) mealli âyeti okudu.[392]
Ebu Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Bana, onların ikisi de gerekmez!" buyurduğunu haber aldığı zaman:
"Vallahi, ya yanına girmeme izin verecektir, ya da şu oğlumun elinden tutup yeryüzünde açlıktan, susuzluktan ölünceye kadar çekip gideceğiz![393]
Sen ki, benim hem akrabam, hem de halkın en uslusu, yumuşak huylusu, en iyilik severi ve cömerdi bulunuyorsun!" demişti.[394]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Süfyan´ın bu sözlerini işitince, her ikisine de acıdı ve kendilerinin huzuruna girmelerine izin verdi.
Girdiler ve Müslüman oldular.[395]
Ebu Süfyan b. Haris, Müslüman olduktan sonra, utancından, başını kaldırıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne bakam azdı.[396]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru´z-zahran´da Konaklayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte Merruz-zahran´a gelip konakladı.[397] Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru´z-zahran´a gelişi, yatsı vaktine rastlamıştı. Mücahidler Merruz-zahran´da toplandılar.[398] Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru´z-zahran´da geceleyin ashabına: "Mekke´de Kureyşîlerin aklı erenlerinden dördü, müşriklikten sıynlıp İslâmiyete girmek isti buyurdu.
"Yâ Rasûlalları! Kimdir onlar " diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"1. Attâb b. Esîd,
2. Cübeyr b. Mut´im,
3. Hakîm b. Hizam,
4. Süheyl b. Amr´dır!" buyurdu.[399]
Peygamberimiz Aleyhisselam Merruz-zahran´a gelinceye kadar, Kureyş müşriklerine bütün h; ler gizli kalmıştı.
Onlar Peygamberimiz Aleyhisselamın ne yapacağını bilmiyorlar,[400] fakat kendilerine savaş cağından korkup duruyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru´z-zahran´a gelince, geceleyin, ateş yakmalarını mücahh emretmiş, 10.000 ateş yakı İm işti.[401]
Kureyş Müşriklerinin Ebu Süfyan b. Harb´i Denetçi ve Elçi Olarak Göndermeyi Kararlaştırmaları
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyarı b. Harb´i, haberler araştırmak üzere göndermekte sözbirliği ettiler.
"Muhammed´le buluşursan, ondan bizim için eman sözü al![402]
Ancak, onun ashabını gevşek görürsen,[403] savaşılacağını kendilerine bildir![404]
Biz sizin arkanızdan hazırlanıp gelmeyeceğiz.
Çünkü, Muhammed´in kiminle; bizimle mi, yahutHevâzinlerle mi, ya da Sakfflerle mi savaşmak diğini bilmiyoruz" dediler.[405]
Bir gece, Ebu Süfyan b. Harb ile Hakîm b. Hizam, Mekke´den çıkıp gittiler.[406]
Yolda, Büdeyl b. Verkâ´ya rastladılar. Onun da kendileriyle birlikte gelmesini sağladılar.[407]
Bunlar; Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında haber araştıracaklar, toplayacaklar, işittikleri h; leh gözden geçirecekler, değerlendireceklerdi.[408]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan bazılarına:
"Ebu Süfyan´a göz kulak olunuz! Siz muhakkak onu bulacaksınız!" buyurmuştu.[409]
Casuslar; Merruz-zahran´da Erâk mevkiine eriştikleri zaman, pek çok çadırlar, askerler ve yaı ateşler gördüler, at kişnemeleri, deve böğürmeleri işittiler.
Bunlar onları ürküttü, son derecede korkuttu.[410]
Vakit, yatsı vakti i di. [411]
Arefe gecesinde yakılan ateşler gibi yanan ateşleri görünce, Ebu Süfyan:
"Bu ne kadar çok ateş Sanki, arefe gecesi ateşlerini andırıyor!
Ey Büdeyl! Yoksa bu ateşler, senin kavmin olan Benî Ka´bların mıdır " diye sordu.
Büdeyl b. Verkâ:
"Bunlar, Benî Amrların ateşleri olsa gerek!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benî Amrların ateşi bundan az olur, onların bu kadar çok ateşleri olamaz!" dedi.[412]
Büdeyl b. Verkâ:
"Belki de seninle çarpışmak üzere toplanmışlardır. Müzeyneleri de, bu gece kendilerine beki tutmuşlardır" dedi.[413]
"Bunlar, herhalde, Benî Ka´blar (Huzâalar)´dır. Savaş için toplanmışlardır" dediler.
Ebu Süfyan:
"Evet! Ama bunlar Benî Ka´blardan daha kalabalık görünüyorlar!" dedi.
"Belki de, Hevâzinler, yağmur düşen yerlerdeki otlardan hayvanlarını otiatmak için topraklanı kadar gelmişlerdir. Vallahi, bunların kimler olduklarını pek anlayamadık!" dediler.[414]
Peygamberimiz Aleyhisselam, casusları yakalamak için, atlılardan bir birliği ileri göndermişti.
Huzâalarda yolu kesmişler, arkaya kimseyi bırakmıyorlardı.[415]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ´nın Müslüman Olmaları
Mücahidler Merruz-zahran´a gelip konunca, Hz. Abbas, kendi kendine:
"Vâh Kureyşîlerin başlarına geleceklere!
Vallahi, onlar gelip Resûlullah Aleyhisselamdan eman dilemeden önce Resûlullah Aleyhisselam Mekke´ye harple girecek olursa, bu Kureyşflerin temelli helâklan olur!" demiş, Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Erâk mevkiine kadar gitmişti.
"Orada ben muhakkak bir oduncu veya bir sütçü ya da bir iş güç sahibi bulup Mekke´ye göndermeliyim ki; önce, üzerlerine Resûlullah Aleyhisselamın gelmekte olduğunu Mekkelilere bildirsin de, Mekkeliler Resûlullah Aleyhisselam üzerlerine harple girmeden önce gelip ondan eman dilesinler" dedi.
Hz. Abbas bu maksatla giderve maksadını gerçekleştirmek üzere bir adam ararken, Ebu Süfyan´la Büdeyl b. Verkâ´nın seslerini işitti.[416] Ebu Süfyan´ı sesinden tanıdı. Ona:
"Ebu Hanzale!"dedi.
O da, Hz. Abbas´ı sesinden tanıdı ve:
"Ebu´l-Fadl! Sensin ha!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Babam, anam sana feda olsun! Ne var [417] Arkandakilerden, ne haber var " diye sordu.[418]
Hz. Abbas:
"Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan![419] Arkamdaki, Resûlullah Aleyhisselamdır ve Müslümanlardan 10.000 kişilik, karşı koyamayacağınız askerlerin başında size doğru yönelmiş, geliy-or![420]
Vallahi, vay Kureyşîlerin başlarına geleceklere!" dedi.[421]
Ebu Süfyan:
"Babam, anam sana feda olsun! Buna bir çare, bir tedbir var mı " diye sordu.[422]
Hz. Abbas:
"Evet! Vardır!" dedi.
"Sen, ne yapmamı bana emir ve tavsiye edersin " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Vallahi, Resûlullah Aleyhisselamdan başkası tarafından ele geçirilecek olursan, muhakkak öldürülürsün![423]
Sen, haydi şu katırın sırtına bin de, seni Resûlullah Aleyhisselamın yanına kadar götüreyim.[424] Kendisinden senin için eman dileyeyim!" dedi.[425]
Ebu Süfyan:
"Vallahi, benim görüşüm de böyledir!" dedi.[426]
Hz. Abbas, Ebu Süfyan´ı süvarilerin ellerine düşmekten kurtardı.[427]
Ebu Süfyan, hemen Hz. Abbas´ın terkisine bindi.
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırının üzerinde, Ebu Süfyan da terkisinde olduğu halde, mücahidlerin ateşlerinden her bir ateşin yanından geçerken, "Kim bu " diye soruyorlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın katırını ve Hz. Abbas´ın da onun üzerinde bulunduğunu görünce:
"Resûlullah Aleyhisselamın amcası, Resûlullahın katırına binmiş!" diyorlardı.
Hz. Ömer´in ateşinin yanından geçerken, Hz. Ömer:
"Kim bu " dedi ve hemen ayağa kalktı.[428]
Hz. Abbas:
"Abbas´ım!" dedi ve geçip giderken, Hz. Ömer ona bakıyordu. Terkisinde Ebu Süfyan´ı gördü.[429] Görür görmez:
"Allah düşmanı Ebu Süfyan hâ!
Seni ahdsiz ve akidsiz olarak ele geçirmeye fırsat ve imkân veren Allah´a hamd olsun!" dedi ve hemen Peygamberimiz Aleyhisselama doğru hızla gitti.
Hz. Abbas da, katırı tepip yürümesini hızlandırdı.
Yavaş yürüyen hayvanın yavaş yürüyen adamı geçebileceği nisbette, Hz. Ömer´i geçti ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.
Hz. Ömer de, onun izince gelip içeri girdi ve:
"Yâ Rasûlallah! Bu Ebu Süfyan´ı, Allah, akidsiz ve ahdsiz olarak ele geçirmek imkân ve fırsatını vendi. Bırak beni de, onun boynunu vurayım!" dedi.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Ben ona eman vermiş bulunuyorum!" dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına oturdu.[430]
Resûlullah Aleyhisselamın başını tutup:
"Vallahi, bu gece benden başka hiç kimse Ebu Süfyan´la başbaşa kalmayacak!" diye yemin etti.
Hz. Ömer Ebu Süfyan´ın boynunu vurmak hakkındaki dileğinde direnip durunca, Hz. Abbas:
"Yeter ey Ömer! Vallahi, Ebu Süfyan Adiyy b. Ka´b oğullarından bir kimse olsaydı, böyle söylemezdin! Fakat, sen bunun Abdi Menaf oğullarının erkeklerinden olduğunu bildiğin için boynunu vurmak istiyorsun!" dedi.
Hz. Ömer:
"Sus ey Abbas! Vallahi, babam Hattab sağ olup da Müslüman olsaydı, ona, senin Müslüman olduğun gün sevindiğim kadarsevinmezdim!" dedi.[431]
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ´ya da eman vermiş bulunuyorum! Onlar huzuruna girecekler!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onları içeri al!" buyurdu.
İçeri girdiler. Onlar, gecenin geç vakitlerine kadar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında kaldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlardan Mekkeliler hakkında bilgi aldı ve kendilerini İslâmiyete davet etti:
"Allah´tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah´ın Resûlü olduğuma şehadet ediniz!" buyurdu.
Hakîm b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ hemen şehadet getirdiler ve Müslüman oldular.[432]
Allah onlardan razı olsun!
Ebu Süfyan ise:
"Vallahi, ey Muhammedi Senin Resûlullah olup olmadığın hakkında kalbimde azıcık bir kuşku var! Bana biraz mühlet versen olmaz mı " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas´a:
"Biz bunlara eman verdik! Kendilerini artık yerine götür!"[433]
Ebu Süfyan hakkında da:
"Ey Abbas! Onu da sen konak yerine götür, sabahleyin yanıma getir!" buyurdu.
Hz. Abbas, onu alıp konak yerine götürdü.
Ebu Süfyan geceyi Hz. Abbas´ın yanında geçirdi.[434]
Sabah namazı vakti olup da müezzin ezan okuyunca, Müslümanlar silkinip kalkmaya başladılar.
Ebu Süfyan, onların kendisi için kalktıklarını sandı.[435] Çok korktu ve:
"Bunlar ne yapmak istiyorlar [436] Ey Abbas! Halkın bu halleri nedir Yoksa, beni mi öldürmek istiyorlar " diye sordu.[437]
Hz. Abbas:
"Hayır! Namaza kalkıyorlar!" dedi.[438]
Ebu Süfyan:
"Muhammed´in münâdîsi (müezzini) bunların hepsini kaldıracak mı " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Bunların hepsi, kalkınca ne yapacaklar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Onlar Müslümandırlar, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gidecekler!" dedi.[439]
Kendisi de, Ebu Süfyan´ı yanına alıp gitti.[440]
Peygamberimiz Aleyhisselam abdest almaya kalktı.
Abdest alırken, Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın abdest suyunu yüzlerine sürmek için üşüştüler.[441]
Ebu Süfyan, bunu görünce:
"Ey Fadl´ın babası! Ben şimdiye kadar ne Kisrâ´da, ne de Benî Asfariarın (Rumların) hükümdarlarında, hakimiyet ve saltanatın böylesini görmedim![442] Kardeşinin oğlu kadar büyük saltanatlısını görmedim!" dedi.
Hz. Abbas:
"Bu saltanat değildir, fakat peygamberliktir! Bunun içindir ki, onun üzerine düşüyorlar![443]
Yazıklar olsun sana! Sen de iman et ona![444]
Eğer Müslüman olmaz ve Muhammed´in Resûlullah olduğuna şehadette bulunmazsan, muhakkak, öldürülürsün!" dedi.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´ın istediği şeyleri söylemek istiyor, fakat onlara bir türlü dili dönmüyor, düzgün söyleyemiyordu![445]
Peygamberimiz Aleyhisselam namaza başlama tekbirini aldı, Müslümanlar da tekbir aldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam rükûa gitti. Müslümanlar da, hep birlikte rükûa gittiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam rükûdan doğruldu. Müslümanlar da, hep birlikte rükûdan doğruldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam secdeye vardı. Müslümanlar da, hep birlikte secdeye vardılar.[446]
Namaz kılındıktan sonra, Ebu Süfyan:
"Ey Abbas! Muhammed onlara (Müslümanlara) birşey emretse, onlar o emri hemen yapar, yerine getirirler mi " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet! Vallahi, onlara yemeyi, içmeyi bırakmalarını da emredecek olsa, yine ona itaat ederler, onun emrini yerine getirirler!" dedi.[447]
Ebu Süfyan:
"Müslümanlar bir gün bir gecede kaç kere namaz kılarlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Beş kere!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Vallahi, çoktur!" dedi.[448]
Hz. Abbas, sabahleyin, Ebu Süfyan´ı alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
"Yazıklar olsun sana ey Ebu Sülyan! Senin için, Allah´tan başka ilah olmadığını öğrenmen zamanı daha gelmedi mi ![449]
Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan! Ben size dünya mutluluğunu da, ahiret mutluluğunu da sağlayacak bir din getirmişimdir.
Müslüman olunuz da, selamete eriniz!" buyurdu.[450]
Ebu Süfyan:
"İyi amma, Uzzâyı ne yaparım, ondan nasıl vazgeçerim !" dedi.
O sırada, Hz. Ömer çadırın arkasında bulunuyordu.
Ebu Süfyan´ın söylediği sözü işitince:
"Sen onun üzerine işe! Tersle!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Senin baban sert ve kaba sözlü idi, sen de sert ve kaba sözlüsün!
Ey Hattab1 in oğlu! Ben sana gelmedim! Ben amcamın oğluna geldim. Onunla konuşuyorum!
Beni bırak da, ben amcamın oğlu ile konuşayım!" dedi.[451]
Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam, anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte, akrabalık hakkı m gözetirlikte... senden daha üstünü yoktur!
Vallahi, sanırım ki, Allah´tan başka ilah olmasa gerek!
Çünkü, Allah ile birlikte başka ilah bulunmuş olsaydı, elbette, beni zararlardan korur, yararlardan yararlandırırdı![452]
Ey Muhammedi Ben İlahımdan yardım diledim. Sen de Allah´ından yardım diledin.
Vallahi, ben ne zaman seninle karşılaştı m sa, senin bana galip geldiğini gördüm!
Eğer benim İlahım gerçek, senin Allah´ın bâtıl ve boş olsaydı, ben sana galip gelirdim!" dedi.[453]
Nihayet, Ebu Süfyan da hakka şehadet getirip Müslüman oldu.[454]
Allah ondan da razı olsun!
Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Ebu Sülyan kavmimizin eşrafından ve yaşlılarındandır.[455] Ona, kavminin içinde övüneceği birşey lutfetsen olmaz mı " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur! Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[456]
Ebu Süfyan:
"Benim evime mi ! Benim evime mi !" dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Evet!" buyurdu.[457]
Ebu Süfyan:
"Benim evimin ne genişliği var ki " dedi.[458]
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Kim Kabe´ye girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[459]
Ebu Süfyan:
"Kabe´nin ne genişliği var ki " dedi.[460]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kim Mescid-i Haram´a girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir" buyurdu.[461]
Ebu Süfyan:
"Mescid-i Haram´ın ne genişliği var ki " dedi.[462]
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir![463]
Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[464]
Ebu Süfyan:
"İşte, bu geniştir!" dedi.[465]
Ebu Süfyan´a Dar Geçitte Mücahidlerin Geçişinin Seyrettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas´ı, Mekke´ye gitmek üzere, boz katırına bindirdi.
O da, Ebu Süfyan´ı terkisine alıp yola çıktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas´ın arkasından adam salıp:
"Abbas´a yetişiniz! Kendisini bana geri çeviriniz!" buyurdu.
Elçi Hz. Abbas´a yetişti. Fakat Hz. Abbas geri dönmek istemedi ve:
"Resûlullah Aleyhisselam, acaba Ebu Süfyan´ın Müslüman olduktan sonra, Mekke´ye varınca, oradaki Müslümanların azlığından yararlanarak küfre dönmesinden mi korkuyor ola " dedi.
Elçi:
"Öyleyse, onu burada tut, bırakma!" dedi.
Hz. Abbas da öyle yaptı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Abbas! Onu vadinin daraldığı, atların sıkışa sıkışa geçtiği dağ boğazının yanında tut da, Müslümanların, Allah ordusunun ihtişamını görsün!" buyurdu.
Hz. Abbas; Peygamberimiz Aleyhisselamın emri üzere, Ebu Süfyan´ı alıp vadinin daraldığı, afların sıkışı sıkışa geçtiği dağ boğazına doğru götürdü.[466]
Hakîm b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ da yanlarında bulunuyordu.[467]
Hz. Abbas, Müslümanların Ebu Süfyan´ı birden vurup öldüreceklerinden korktuğu için, onu bir tepeciğin üzerine oturttu.[468]
Ebu Süfyan, kendisinin durdurulup tutulmakla öldürüleceğini sanarak:
"Ey Hâşim oğulları! Bu, bir gadr (ahde vefasızlık, verilen eman sözünde durmam azlık) değil midir " dedi.[469]
Hz. Abbas:
"Biz, gadreder (ahde vefasızlık gösterir, sözünde durmaz) değiliz.[470] Peygamber sülâlesinde ahde vefasızlık olmaz![471]
Hayır![472] Benim tarafımdan yapılacak, seninle ilgili işler var!" dedi.[473]
Ebu Süfyan:
"O iş ne ise, haydi, önceden, ondan başlasana " dedi.
Hz. Abbas:
"Halid b. Velid´le Zübeyr b. Avvam yanına geldikleri zaman, anlarsın.[474]
Eğer sen şu yolu tutup gitmiş olsaydın, ben seni bir daha göremeyecektim!" dedi.[475]
Ebu Süfyan, Erâk yakınındaki dar boğazda durup da oradan geçenleri gördüğü zaman, Hz. Abbas´ın sözünün mânâsını anladı.[476]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bütün kabileler yanlarındaki silah ve teçhizatlarını kuşanacaklardır" diyerek mücahidlere nida ettirdi.[477]
Mücahidleri savaş düzenine koydu.
Kabileler, başlarında başkan ve kumandanları olduğu halde,[478] bayraklarını çekerek geçmeye başladılar.[479]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ilk önce, başlarında Halid b. Velid olduğu halde, Benî Süleymleri gönderdi.
Onlar 1.000 kişi idiler.
İki sancaklarından birini Abbas b. Mirdas es-Sülemî, diğerini Hufaf b. Nüdbe, bayraklarını da Haccac b. llâttaşıyordu.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Halid b. Velid´dir!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Şu bizim delikanlı mı " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet!" dedi.[480]
"Onun yanındaki kimlerdir " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Süleymlerdir!" dedi.[481]
Ebu Süfyan:
"Benimle Süleym oğulları arasında ne geçmiş, ne münasebet var ki Onlar ne diye buraya gelmişler !" dedi.[482]
Halid b. Velid Hz. Abbas´la Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler ve geçtiler.
Halid b. Velid´in arkasından, Muhacirlerle kim oldukları pek bilinmeyen Araplardan 500 kişilik askerî birliğin başında Zübeyr b. Avvam geçti.
Zübeyr b. Avvam´da siyah bir bayrak vardı.
Zübeyr b. Avvam, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdi, arkadaşları da tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kimdir bu " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Zübeyr b. Avvam´dır!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Senin kızkardeşinin oğlu mu " diye sordu.
"Evet!" dedi.
Sonra, 300 kişilik askerî birlik halinde Benî Gıfârlar geçti.
Bayraklarını Ebu Zerri´l-Gıfârî veya İmâ1 b. Rahasa taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Ey Fadl´ın babası![483] Ey Abbas! [484] Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Bunlar, Benî Gıfârlardır!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benimle Beni Gıfârlar arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler !" dedi.[485]
Sonra, 400 kişilik bir askerî birlik halinde Eşlemler geçti.
Kendilerinin iki sancakları bulunuyor, onlardan birini Büreyde b. Husayb, diğerini Naciye b. A´cemü´l-Eslemî taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Eşlemler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Ey Fadl´ın babası! Benimle Eşlemler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler !" dedi.[486]
Hz. Abbas:
"Onlar İslâmiyete girmiş, Müslüman olmuş bir cemaattirler" dedi.[487]
Sonra, 500 kişilik askerî bir birlik halinde Benî Ka´b b. Amrlar geçti.
Onların bayrağını, Büsr b. Süfyan taşıyordu.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Ka´b b. Amrlardır!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Evet! Onlar Muhammed´in müttefikleri ve artlaşmalılandır.[488] Eşlemlerin kardeşleridir" dedi.[489]
Sonra, 1.000 kişilik askerî bir birlik halinde Müzeyneler geçti.
Yanlarında üç sancak ve 100 at bulunuyordu.
Sancakları Numan b. Mukarrin, Bilal b. H âris ve Abdullah b. Amr taşıyordu.
Müzeyneler, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Müzeyneler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benimle Müzeyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler Onların silah sesleri, dağlarının başından, bana gelir dururdu!" dedi.
Sonra, 800 kişilik askerî bir birlik halinde Cüheyneler geçti.
Onların başlarında kumandanları ve yanlarında sancakları vardı.
Sancağın birini Ebu Rev´a b. Ma´bed b. Halid, ikincisini Süveyd b. Sahr, üçüncüsünü Rafi´ b. Mekîs, dördüncüsünü de Abdullah b. Bedr taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.[490]
Ebu Süfyan Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Cüheyneler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benimle Cüheyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler " dedi.[491]
Sonra, 200 kişilik askerî bir birlik halinde Kinanelerle Damrâlarve Sa´d b. Bekrler geçti.
Bunların sancağını Ebu Vâkıd e I-Leysî taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Bekrler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Evet! Vallahi, onlar uğursuz bir halktır. Muhammed bize onların yüzünden savaş açtı.
Amma, vallahi, bu hususta ne bana danışıldı, ne de benim bundan haberim vardı.
Ben, bunu haber aldığım zaman, hiç de hoş karşılamadım. Fakat bu mukadder birşeymiş, başımıza geldi!" dedi.
Hz. Abbas:
"Muhammed Aleyhisselamın savaş açmasını, Allah senin için hayırlı kılmıştır. Bu yüzden, hepiniz İslâmiyete girmek fırsatını kazandınız!" dedi.
Sonra, Benî Leysler, 200 kişilik askerî bir birlik halinde yalnız başlarına geçtiler.
Onların sancağını Sa´d b. Cessâme taşıyordu.
Onlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Leysler!" dedi.
Sonra, Eşca´lar geçti.
Onlar 300 kişi idiler. Kendilerinin yanlarında iki sancak vardı.
Sancağın birini Ma´kıl b. Sinan, diğerini de N uaym b. Mes´ud taşıyordu. Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Eşca´lar!" dedi.[492]
Ebu Süfyan:
"Bunlar, Arapların, Muhammed´e karşı en amansız davrananı idiler!" dedi.
Hz. Abbas:
"Allah onların kalblerine İslâmiyet sevgisini düşürdü. Bu da, Yüce Allah´ın lütuf ve kereminin bir eseridir!" deyince, Ebu Süfyan sustu.
Sonra da:
"Muhammed niye geçmedi ki " dedi.
Hz. Abbas:
"O daha geçmedi.
Eğer Muhammed Aleyhisselamın içinde bulunduğu askerî birliği görmüş olsaydın, kendini, karşısında hiç kimsenin dayanamayacağı kadar silahlar, erler, atlardan ibaret bir manzara karşısında bulurdun!" dedi.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Vallahi, ey Fadl´ın babası! Sanırım ki, öyledir!
Bunca insan topluluklarına sahip ve hakim iken, ona kimin gücü yetebilir ki " dedi.[493]
Peygamberimiz Aleyhisselamın içinde bulunduğu birlik gelip geçinceye kadar hiçbir kabile geçmedi ki, Ebu Süfyan onların kim olduğunu sormamış, Hz. Abbas da onlan haber verdikçe:
"Benimle filan oğulları arasında ne münasebet, ne geçmiş var ki Onlar buraya niye gelmişler !" dememiş olsun.[494]
Ebu Süfyan, hemen her alayın, her taburun, her bölüğün geçişinde:
"Muhammed daha geçmedi mi " diye soruyor, Hz. Abbas da:
"Hayır!" diye cevap veriyordu.[495]
Nihayet, Peygamberimiz Aleyhisselamın o tepeden tımağa kadar silahlanmış cihad ordusu oraya doğru gelirken, atların ayaklarından kalkan tozlar ortalığı karartmakta idi.
Muhacirlerle Ensar mücahidlerinden oluşan bu alayda 1.000[496] veya 2.000[497] zırh gömlekli vardı.[498] Hepsi de miğferli idi.[499]
Peygamberimiz Aleyhisselam bayrağını Sa´d b. Ubâde´ye vermiş ve onu alayının önüne geçirmişti. Ensarın her kabilesine bayraklar, sancaklar verilmiş, her biri zırh gömleklere bürünmüştü. Gözlerinden başka bir yerleri görünmüyordu.
Hz. Ömer de, sırtına zırh gömlek giyinmişti. Peygamberimiz Aleyhisselamın alayını o yönetmekte idi.[500]
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesi Kasvâ´nın üzerinde ve Hz. Ebu Bekir´le Useyd b. Hudayhn arasında bulunuyor,[501] yanındakileri e kon üşüyordu.[502]
Ebu Süfyan, bir benzerini daha görmediği bu mücahidler alayı önünden geçerken:[503]
"Kim bunlar ey Abbas![504] Bu, hangi kabile alayı " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Ensardır!" dedi.
Ensarın başında Sa´d b. Ubâde bulunuyor ve onların bayrağını taşıyordu. Ebu Süfyan´a:
"Ey Ebu Süfyan! Bu gün, en büyük harp günüdür! Bu gün, Kabe´de kan dökmenin helâl kılındığı bir gündür[505] Allah bugün Kureyş müşriklerini hor ve hakîr kılacaktır!" diyerek bağırdı.[506]
Muhacir mücahidlerin başında Hz. Ali gelip geçti.
Ebu Süfyan:
"Ey Abbas! Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Muhacirlerdir. Başlarındaki de, Ali b. Ebu Talib´dir!" dedi.[507]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhacirlerle Ensar arasında göründü. Hz. Abbas:
"İşte, Resûlullah Aleyhisselam da geldi!" dedi.[508]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Ey Abbas! Bu gün, senin Kabe´yi ve Mekke halkını ve beni himaye edeceğin ne iyi bir gündür!" dedi.[509]
Mücahidler, tepelerinden tımaklarına kadar silahlara bürünmüşlerdi. Kendilerinin yalnız gözleri görünmekte idi.
Onlar geçerken, Ebu Süfyan şaşırdı, "Sübhânallah!" dedi ve:
"Ey Abbas! Kim bunlar !" diye sordu.
Hz. Abbas:
"Bu, Resûlullah Aleyhisselamın aralarında bulunduğu Muhacirlerle Ensar alayıdır![510]
Bunlar, Allah yolunda ölüme susamış Muhacirlerle Ensardırlar!" dedi.[511]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kardeşinin oğluna pek büyük bir saltanat verilmiş![512]
Bunlara, hiç kimse dayanamaz ve güç yetiremez!
Vallahi, Fadl´ın babası! Kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyümüş!" dedi.
Hz. Abbas:
"Ey Ebu Süfyan! Bu (saltanat değil) peygamberliktir!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Evet!" dedi.[513]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sancağını Zübeyr b. Avvam taşıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Süfyan´ın önünden geçerken, Ebu Süfyan:
"Yâ Rasûlallah! Sa´d b. Ubâde´nin ne söylediğini bilmiyor musun " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ne söyledi o " diye sordu.
Ebu Süfyan:
"Şöyle şöyle söyledi" diyerek Sa´d b. Ubâde´nin söylediklerini haber verdi.[514]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sa´d, yanlış söylemiş!
Bu gün, Allah´ın, ezan sesleriyle Kabe´nin şanını yükselteceği bir gündür!
Bu gün, Kabe´nin tevhid örtüsüyle örtüneceği bir gündür!" buyurdu.[515]
Ebu Süfyan:
"Allah aşkına, sen kavmini bağışla!
Sen insanların en iyisi, en uslusu, en yumuşak huylusu, en merhametlisi, akrabalık hakkını en çok gözetenisindir![516]
Yâ Rasûlallah! Sen kavmini öldürmeyi mi emrettin " dedi.[517]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Ben öyle emretmedim![518] Bu gün, merhamet günüdür!
Bu gün, Yüce Allah´ın Kureyşîleri (İslâmiyetle) güçlendireceği, üstünleştireceği bir gündür!" buyurdu.[519]
Peygamberimiz Aleyhisselamın alayı hareket halinde iken, Hz. Ömer saf düzenini, sırasını bozdurmamak için bağınyor[520] ve:
"Ahiriniz evvelinize gelip kavuşuncaya kadar yavaş yürüyünüz!" diyerek emirler veriyor, alay çavuşluğu yapıyordu.[521]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Ey Fadl´ın babası! Kim bu konuşan " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Ömerb. Hattab!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Çok az ve önemsiz olan Adiyy oğullarının, vallahi, bundan sonra işi iş!" dedi.
Hz. Abbas:
"Ey Ebu Süfyan! Şüphe yok ki, Allah, dilediği kimseyi dilediği şeyle yükseltir.
Muhakkak ki, Ömer de, İslâmiyetin yükselttiği kişilerdendir" dedi.[522]
Ebu Süfyan:
"Gidiver ey Abbas! Ben hiçbir zaman bugünkü gibi ne bir ordu, ne de birtopluluk gördüm!" dedi.[523]
İslâm Mücahidlerinin Tamamıyla Gelip Zî Tuvâ´da[524] Toplanışı
Mücahid birlikleri, Zî Tuvâ´ya varınca, orada durdular ve Peygamberimiz Aleyhisselamın oraya gelmesini beklediler.[525]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zî Tuvâ´ya geldi ve orada durdu.[526]
Süvariler her yandan gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde toplandılar ve Peygamberimiz Aleyhisselamı ortalarına aldılar.[527]
Kureyş müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamı sekiz yıl önce Mekke´den ayrılmak zorunda bırakıp, Peygamberimiz Aleyhisselam oradan ayrılırken:
"Vallahi, biliyorum ki, sen Allah´ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Yüce Allah´a da, bana da en sevgilisi olanısın!
Senden zorla çıkarılmamış olsaydım, senin halkın beni senden zorla çıkarmamış olsalardı, senden çıkmaz, ayrılmazdım!" diyerek, duyduğu üzüntüyü açıklamıştı.[528]
O zaman, Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Her halde, Kur´an´ın tebliğini sana farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere (Mekke´ye) döndürecektir" buyurmuştu.[529]
Yüce Allah sekiz yıl içinde, Kureyş müşriklerini Bedir´de ağır bir hezimete uğratmış; bütün kabilelerden topladıkları 10.000 kişilik ordular birliğiyle bir ay gece gündüz uğraştıkları Medine muhasarasında, Hendek savaşında hiçbir şey yapamadan elleri boş olarak geri çevirmiş; Benî Kaynuka, Benî Nadîr, Benî Kurayza ve Hayber Yahudileri gibi güçlü ve azılı İslâm düşmanlarını da ortadan kaldırmış ve en sonunda Mekke´yi fethettirip kendisini sevdiği yurduna döndüreceği hakkında yapmış olduğu va´dini de yerine getirmek üzere Peygamberini Mekke´nin başucuna getirmiş; ve Peygamberimiz Aleyhisselam m mübarek gönlü bütün bunlardan dolayı Yüce Allah´a karşı minnet ve şükran duygularıyla dolup taşmış bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zî Tuvâ´da, hayvanının üzerinde, başını Allah´a karşı tevazu ile önüne doğru eğdi.
O derecede eğdi ki, sakalının ucu devenin semerine değiyor[530] ve:
"Ey Allah´ım! Hayat, ancak ahiret hayatıdır!" diyordu.[531]
Mekkeli Müşriklerin İslâm Mücahidlerine Karşı Koymaya ve Çarpışmaya Hazırlanmaları
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Salvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr, bütün Mekke halkını Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ettiler.[532]
Kureyşîlerie Benî Bekrier ve Huzeyllerden de birçok kimseler, bunların davetine icabet ederek silahlandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselamı Mekke´ye harple sokmayacaklarına yemin ettiler[533] ve:
"Muhammed´i, Mekke´ye asla sokmayacağız!" dediler.[534]
Yanlarına Ehâbîş[535] ile Benî Haris b. Abdi Menatları ve Huzeylleri de aldılar.[536]
Çarpışmak üzere, Handeme mevkiinde[537] toplandılar.[538]
Mücahidlerin Savaş ve Mekke´yi Fetih Düzenine Konulması ve Kumandanlara Harekât
Hakkında Talimat Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mekkelilerin sataşmaya hazırlandıklarını haber alınca, İslâm müc-ahidlehni savaş düzenine koydu.[539]
Mücahidleri:
Sağ kol, sol kol, kalb ve öncü birliği olmak üzere, dörde ayırdı.[540]
Zübeyr b. Avvam´ı sol kol birliklerinin başına geçirdi.[541]
Bunlar, Muhacirlerle onların süvarilerinden oluşan birliklerdi.[542]
Zübeyr b. Avvam´a; Mekke´ye Küdâ mevkiinden[543] girmesini,[544] bayrağını Mekke´nin yukansındaki Hacun[545] mevkiine dikmesini emretti.[546] Kendisine:
"Bayrağı dikmeni emrettiğim yerden, ben gelinceye kadar ayrılma!" buyurdu.[547]
Peygamberimiz Aleyhisselam Halid b. Velid1 i sol kol birliklerinin kumandanlığına tayin etti. [548]
Bu birlikler; Eşlemler, Süleymler, Gıfarlar, Müzeyneler ve Cüheynelerle diğer Arap kabileleri cemaatlerinden kurulmuştu.[549]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´e, Mekke´ye aşağı taraftan, Ellît´tan girmesini,[550] bayrağını evlerin yakınına dikmesini emretti.[551]
Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı da, zırhsızların başında, kumandan olarak gönderdi. Bunlar Mekke vadisinin ortasını tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, bir askerî birliğin içinde idi.
Ebu Hureyre´yi görünce:
"Ebu Hureyre! Bana Ensarı çağır!" buyurdu.
Ensar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına koşarak geldiler.[552]
Kureyş müşrikleri, kendilerine muhtelif kabilelerden birtakım serseriler ve tâbiler toplamışlar ve:
"Bunları ileri sürelim. Şayet ellerine birşey geçerse, onlarla beraber oluruz. İsabet alırlar, ölürlerse, bizden istenileni veririz!" demişlerdi.[553]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ensar topluluğu! Kureyşîlerin evbaşını görüyor musunuz " diye sordu.
Ensar:
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bakınız! Yarın onlarla karşılaştığınızda, onları ekin biçer gibi biçmelisiniz!" buyurdu ve eliyle işaret etti de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.
Kumandanlara da:
"Benimle buluşma yeriniz, Safa tepeciğidir!" buyurdu.[554]
Peygamberimiz Aleyhisselam kumandanlarına Mekke´ye girme emrini verdiği sırada, kendileriyle çarpışmaya kalkışmadıkça, hiç kimse ile çarpışmamalarını;[555] ancak, aşağıda isimleri yazılı bazı erkeklerle kadınların[556] Kâbe´nin örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bil e-öldürülm el erini emretmişti: [557]
1. İkrime b. Ebu Cehil,
2. Hebbar b. Esved b. Muttalib,
3. Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh,
4. Mikyas b. Subabetü´l-Leysî,
5. Huveyris b. Nükayz (NCifeyi),
6. Abdullah b. Hilâl b. Hatal,
7. Hind binti Utbe b. Rebia,
8. Sâre (Amr b. Hâşim oğullarının azadlısı),
9-10. Ebu Hatal´ın şarkıcı cariyeleri Kurayna ve Kurayba veya Fertana ve Emebe,[558]
11. Safvan b. Ümeyye,
12. Abdullah b.Zibârâ,
13. Vahşî b. Harb.[559]
14. Haris b. Tulaytıla,[560]
15. Enes b.Züleym ed-Di´lî.[561]
Üsâme b. Zeyd´in Mekke´de Nereye İnileceğini Soruşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayf´a
İnileceğini Bildirişi
Üsâme b. Zeyd b. Harise:
"Yâ Rasûlallah! Yarın Mekke´de nereye ineceğiz [562] Mekke´de nereye, evine mi ineceksin " diye sordu.[563]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akîl bize orada evden barktan birşey mi bıraktı ki [564]
İnşaallah, Allah fethi nasib edince ineceğimiz yer Hayftır ki, orada Benî Kinanelerle Kureyşîler; Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarına karşı küfür üzerine antlaşmalardı" buyurdu.[565]
Ebu Kuhâfe´nin İslâm Mücahidlerini Ebu Kubeys Dağından Kızına Gözetletişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Zî Tuvâ´da bulunduğu ve Mekke´ye harekete hazırlandığı sırada, Hz. Ebu Bekir´in babası Ebu Kuhâfe, çocuklarının en küçüğü olan kızına[566] -ki, adı Kuraybe idi-:[567]
"Ey kızcağızım! Beni Ebu Kubeys dağının üzerine çıkar!" dedi.[568]
Ebu Kuhâfe´nin gözleri görmezdi. Kuraybe onu Ebu Kubeys dağının üzerine çıkardığı zaman, Ebu Kuhâfe:
"Ey kızcağızım! Bak, neler görüyorsun " diye sordu.[569]
Kız:
"Kapkara bir topluluk görüyorum!" dedi.
Ebu Kuhâfe:
"Onlar, süvarilerdir!" dedi.[570]
Kız:
"O karaltının önünde giden bir adam görüyorum!" dedi.
Ebu Kuhâfe:
"O, orduyu saf düzenine koyan, düzelten alay çavuşudur!" dedi[571] ve:
"Ey kızcağızım! Sen bir daha bak! Neler görüyorsun " diye sordu.[572]
Kız:
"Vallahi, karaltı dağıldı!" dedi.[573]
Ebu Kuhâfe:
"Askerler bölüklere ayrıldı.[574] Biliyorum, vallahi,[575] süvarilere emir verildi.[576] Hemen eve! Eve dönelim.[577] Beni acele evime ulaştır!" dedi.[578]
Kuraybe, gördüğü şeylerden korkmaya başlamıştı.
Ebu Kuhâfe:
"Ey kızcağızım! Korkma! Vallahi, kardeşin Atîk [Hz. Ebu Bekir] Muhammed´in yanındaki ashabının seçkinlerindendir!" diyerek onu teselli ediyordu.[579]
Ebu Kuhâfe daha evine ulaşamadan, süvariler gelip kavuştular.[580] Süvarilerden birisi, kızın boğazındaki gümüş gerdanlığı koparıp aldı.[581]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam´ın Kureyşlileri Uyarmak ve İslâmiyete Davet Etmek Üzere Önden
Gönderilişi
Hz. Abbas, Ebu Süfyan´a:
"Yazıklar olsun sana! Resûlullah Aleyhisselam senin kavminin yanına varıp girmeden önce,[582] sen kavmine yetiş![583] Onları uyar!" dedi.
Ebu Süfyan, acele Mekke´ye gitti.[584] Ebu Süfyan´ın yanında da, Hakîm b. Hizam bulunuyordu.[585] Kendilerinin önden gönderilmeleri, Kureyşlileri uyarıp İslâmiyete davet etmek içindi.[586]
Gönderilirlerken, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim Hakîm b. Hizam´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim kapısını üzerine kapatır ve elinden silahını bırakırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.
Ebu Süfyan´ın evi Mekke´nin yukarı semtinde, Hakîm b. Hizam´ın evi Mekke´nin aşağı semtinde bulunuyordu.[587]
Ebu Süfyan, Mekke´ye varıp evine girmek istediği zaman, karısı Hind:
"Arkanda ne haber var Allah seni iyilikten ırak etsin! Sen en kötü bir elçi oldun! " diyerek ona hakaret etti.[588]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam, Mescid-i Haram´a vardılar.
Ebu Süfyan:
"Ey Kureyş topluluğu![589] Ey Galib hanedanı!
Müslüman olunuz da,[590] selamete eriniz![591] Allah sizi onlardan Abbas sayesinde korudu!" diyerek avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.[592]
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:
"Sus![593] Kavmine senin gibi kötü elçilik yapanı, Allah iyilikten uzaklaştırsın!" dediler.[594]
Ebu Süfyan´ın karısı Hind binti Utbe, kocası Ebu Süfyan´ın yanına varıp sakalından tuttu.[595]
"Ey Galib hanedanı! Şu kocamış ahmağı,[596] şu elçinizi[597] öldürünüz![598] Çünkü, o dininden dönmüştür! Kavminin ne kötü bir gözeticisidir o![599] Allah, Kureyşîlerin senin gibi elçisini hayırdan uzaklaştırsın!" dedi.[600]
Ebu Süfyan, Hind´e:
"Sakalımı bırak![601] Varlığım Kudret Elinde bulunana andolsun ki; sen ya Müslüman olursun, ya da boynun vurulur! [602] Sen hemen evine gir!" dedi.
Bunun üzerine, Hind, Ebu Süfyan´ın sakalını bıraktı.[603]
Ebu Süfyan, Kureyş müşriklerine de:
"Yazıklar olsun size! Siz bu tutum ve davranışlarınızla kendi kendinizi aldatmayınız!
O (Muhammed Aleyhisselam), karşısında duramayacağınız, dayanamayacağınız ordular birliğiyle başucunuza gelmiş bulunuyor![604]
Ben, sizin görmediklerinizi, hiç göremeyeceklerinizi gördüm: Sayısız erler, atlar, silahlar... gördüm ki, onlara hiç kimsenin gücü yeter değildir![605]
Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Allah seni kahretsin! Senin evin bizim için ne kadar yararlı olabilir, hangimizi alabilir !" dediler.
Ebu Süfyan:
"Kim evine girip kapısını üzerine kaparsa, ona da eman verilmiştir!
Kim Mescid-i Haram´a girer, sığınırsa, ona da eman verilmiştir!" dedi.[606]
Bunun üzerine, Mekkeliler, evlerine ve Mescid-i Haram´a dağıldılar.[607]
Hz. Abbas´ın Peygamberimiz Aleyhisselamdan İzin Alarak Mekke´ye Gidişi
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Kavmin Kureyşîlerin yanına vanp onları uyarmak, Allah´a ve Allah´ın Resûlüne davet etmek üzere bana da izin vermeni istiyorum" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Onlara bu hususta neleri ve nasıl söyleyeceğimi, kendilerini tatmin edecek, gönüllerini yatıştıracak emanın da ne biçimde verileceğini bana açıkla!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen, onlara:
´Kim Allah´tan başka ilah olmadığına ve O´nun Bir olup eşi, ortağı olmadığına, Muhammed´in de O´nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederse, kendisine eman verilmiştir.
Kim silahını elinden bırakıp Kabe´nin yanında oturursa, ona da eman verilmiştir.
Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona da eman verilmiştir!´ dersin!" buyurdu.[608]
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Mekke´ye gidince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Babamı benim yanıma geri çeviriniz, babamı benim yanıma geri çeviriniz! İnsanın amcası babası gibidir.
Ben ona Kureyşlilerin yapılmayacak şeyi yapmalarından korkarım!
Vallahi, ona birşey yapacak olurlarsa, üzerlerinde ateş yakarım!" buyurdu.
Hz. Abbas, Mekke´ye vardı ve:
"Ey Mekkeliler! Müslüman olunuz da, selamete eriniz!
Siz, karşı durmaya güç vetirem eyeceğ in iz ordular birliği karşısındasınızdır.
İşte Zübeyr! Mekke´nin yukarı tarafından geliyor!
İşte Halid! Mekke´nin aşağı tarafından geliyor!
Kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir!" dedi.[609]
Halid b. Velid´in Ellît Mevkiinden Mekke´ye Girişi
Halid b. Velid, Mekke´ye Ellît´tan, Mekke´nin aşağısındaki yoldan girdi.[610]
Kureyş müşrikleri; Benî Bekrlerle Benî Haris b. Abdi Menatları, Huzeylleri ve Ehâbiş´i orada toplamışlar, onlara Mekke´nin aşağısında bulunmalarını ve kendilerine yardımcı olmalarını emretmişlerdi.[611]
Halid b. Velid, Handeme dağının dibinde, Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr´ın Müslümanlarla çarpışmak üzere topladıkları bu cemaatle karşılaştı.[612] Bunlar, Halid b. Velid´in Mekke´ye girmesine engel olmak istediler, silah çektiler.[613] Ok yağdırmaya başladılar ve:
"Mekke´ye hiçbir zaman harple giremeyeceksin!" dediler.[614]
Halid b. Velid´e karşı koyanlar, bilhassa, Benî Bekrlerle evbaşlardı.[615]
Halid b. Velid, askerlerine bağırdı:
"Onlarla çarpışınız![616]
Öldürülebilenler öldürülecek!
Bozguna uğrayıp kaçan, öldürülmeyecek!" dedi.[617]
Kaçanların ardlarına düşülüp araştırılmalarını yasakladı.[618]
Onlar, develerin iki sağım süresi arasında, bozgunun en kötüsüyle bozguna uğratıldılar.[619]
Benî Bekrlerden yirmiye yakın, Huzeyllerden de üç veya dört kişi öldürüldü.[620]
Bozguna uğrayanlar, Hazvere çarşısına kadar takip edilerek öldürüldüler.[621] Pek çokları,[622] oraya buraya kaçıştılar. Bir kısmı da, dağbaşlarına kaçtı.[623] Handeme dağına at üzerinde kaçanlar,[624] evlerine sokulanlar da vardı.[625]
Müslümanlar, kaçanları takip ettiler.[626]
Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr gibi Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri de, kaçanlar arasında idi.[627]
Silahlarını Peygamberimiz Aleyhisselam ve ashabı için onanp Handeme´de Müslümanları yenerek onlardan alacağı esiri karısına hizmetçi yapacağını söyleyen Hımas da, kaça kaça evine cansız düşmüştü![628]
Karısı:
"Bana söylemiş olduğun,[629] va´dettiğin hizmetçi[630] nerede kaldı [631] Senin bana getireceğin hizmetçiyi beklemekten geri durmadım !"[632] diyerek onunla alay etti.
Hımas:
"Sen şimdi alay etmeyi bırak da,[633] kapıyı benim üzerime sıkıca kapat![634] Çünkü, kim kapısını kapar, evinde oturursa, ona eman verilmiştir!" dedi.
Karısı:
"Yazıklar olsun sana! Ben seni Muhammed´le çarpışmaktan alıkoymak istememiş miydim !
Ben sana kaç kere:
´Onunla ne zaman çarpışmışsanız, muhakkak, onun size galebe çaldığını gördüm!´ dememiş miydim
Kapamamı istediğin kapımız nedir " dedi.
Hımas:
"O, hiç kimseye açılmayacak kapıdır!
Eğer sen Handeme´de bizim halimizi; Safvan´ın nasıl kaçtığını, İkrime´nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. Amfin nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğumuzu, bacak ve kafataslarının nasıl biçildiklerini, onların arkamızdan nasıl homurdandıklannı, haykırdıklarını., görmüş olsaydın, beni kınayacak en küçük söz bile söylemezdin!" dedi.[635]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam´ın Müşriklere Öğüt ve Tavsiyeleri
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam, Kureyş müşriklerine şöyle seslendiler: "Ey Kureyş topluluğu! Siz ne diye kendinizi boş yere öldürüyorsunuz ! Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim Hakîm b. Hizam´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim silahını elinden bırakırsa, ona da eman verilmiştir!" diyerek bağırıyorlardı. Bunun üzerine, halk, evlerine girmek için koşuşup; kapılarını üzerlerine kapamaya, silahlarını yollara atmaya, Müslümanlar da atılan silahları almaya başladılar.[636]
Zübeyr b. Avvam´ın Mekke´ye Yukarı Tarafından Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam´ı Mekke´ye gönderdikten sonra, hemen arkalarından, Zübeyr b. Avvam´ı hareket ettirmişti.[637]
Zübeyr b. Avvam; Muhacir süvarileriyle birlikte, Mekke´nin üst tarafından Hacun´a kadar ilerleyip bayrağını oraya,[638] Feth Mescidinin bulunduğu yere dikti.[639]
Mekke´nin yukarı tarafındaki müşriklerden mücahidlere karşı koyan olmadığı için, Zübeyr b. Avvam, çarpışma yapmak zorunda kalmadı.[640]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´ye Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında Ramazan ayından 13 gece geçtikten sonra,[641] Cuma günü,[642] başına siyah bir sarık sardı.[643] Sarığının bir ucunu, iki om uzunun arasından, arkasına saldı.[644]
Peygamberimiz Aleyhisselamın o gün başına miğfer geçirmiş olduğu da rivayet edilir.[645]
Buna göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, ya sangını miğfieriyle birlikte sarmış, ya da Zî Tuvâ´da sangını çıkararak miğferini giymiş, Mekke´ye girdikten sonra, miğferini çıkarıp sangını sarmış demekti.[646]
Peygamberimiz Aleyhisselam; tepelerinden tımaklarına kadar silahlanmış mücahidlerin ortasında,[647] Hz. Ebu Bekir´le Useyd b. Hudayhn arasında[648] Zî Tuba´dan hareket edip Ezahir yolundan Mekke´nin üst tarafına doğru ilerledi.[649]
Ezâhir; Ahnes hanedanının Hira dağı ile Sakar dağı arasındaki mahallesi ile geniş yol arasında kalan yo kuştur.[650]
Peygamberimiz Aleyhisselamın taşınan sancağı beyazdı.[651]
Peygamberimiz Aleyhisselam devesinin üzerinde bulunduğu halde Mekke´ye girerken Feth sûresini yüksek sesle okuyor,[652] Allah´a şükür ve tevâzuundan, başını önüne eğmiş bulunuyordu.[653]
Ezâhir yokuşuna çıkınca, kılıç parıltıları gördü ve:
"Nedir bu parıltılar Halid b. Velid çarpışmaktan men edilmemiş mi idi ![654] Ben çarpışmayı yasaklamamış mı idim " diye sordu.[655]
"Yâ Rasûlallah! Sanırız ki; müşrikler Halid b. Velid´le çarpışmaya kalkmışlardır!
Onlar çarpışmayı başlatmamış olsalardı, Halid onlarla çarpışmazdı!" dediler.[656]
O sırada, Ku rey silerden birisi gelip:
"Yâ Rasûlallah! İşte, Halid b. Velid, adam öldürmeye hızla girişti!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan, yanında bulunan birisine:
"Kalk, Halid b. Velid´e git! Kendisine, ´Resûlullah sana Mekke´de hiç kimseyi öldürmemeni sana emrediyor![657] Ellerini adam öldürmekten çeksin diyor´ de!" buyurdu.[658]
Adam, gidince, Halid b. Velid´e:
"Ey Halid! Resûlullah Aleyhisselam, Karşılaştığın, kavuştuğun kimseyi öldürmeni sana emrediyor![659] Gücünün yettiğini öldür!1 buyuruyor!" dedi.[660]
Bunun üzerine, Halid b. Velid, çarpışmaya ve müşrikleri öldürmeye girişti.[661] Yetmiş kişi öldürdü.[662]
Ebu Süfyan gelip:
"Yâ Rasûlallah! Kureyş cemaati mahvoldu! Bundan sonra, Kureyş yok olmuş demektir!" dedi.[663]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Niçin yok olmuş !" diye sordu.
Ebu Süfyan:
"İşte Halid! Halktan, bulduğunu öldürüyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Halid´i bana çağırınız!" buyurdu.[664]
Halid b. Velid´i çağırdılar.[665]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Seni çarpışmaktan men etmiş olduğum halde, sen niçin çarpıştın !" diye sordu.
Halid b. Velid:
"Yâ Rasûlallah! Önce onlar bizi oka tuttular, bize silah çektiler. Bizimle çarpışmaya başladılar. Onlarla çarpışmaktan ellerimi çekmeye imkân bulamadım.[666]
Kendilerini İslâmiyete, halkın gireceği şeye girmeye davet ettim. Kabul etmediler. Onlarla çarpışmaktan başka çare bulamadım.
Sonunda, Allah bizi onlara muzaffer kıldı. Onlar her yere kaçışmaya başladılar" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Halid! Hiç kimseyi öldürmeyesin diye sana haber salmadım mı [667] Adam öldürmekten seni men etmedim mi " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Hayır! Öyle değil. Gücümün yettiğini, ele geçirebildiğimi öldüreyim diye bana haber saldın![668]
Senin tarafından, filan adam gelip gücümün yettiğini öldürmemi bana emretti!" dedi.[669]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ensarîyi bana çağır!" buyurdu. Çağırdılar.
Ona:
"Hiç kimseyi öldürmeyeceksin diye Halid´e emretmeni sana emretmemiş mi idim " diye sordu.
Ensarî:
"Evet! Öyle emretmiştin.
Ben senin emrini yerine getirmek istedim, fakat Allah başka türlü olmasını diledi! Allah´ın dilediği oldu![670]
Sen bir işin olmasını istedin, Allah da başka bir işin olmasını istedi.
Allah´ın olmasını istediği iş, senin olmasını istediğin işten üstün ve baskın geldi.
Olanı önlemeye güç yetiremedi m!" dedi.[671]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır" buyurdu.[672]
Ensarîye birşey söylemedi. Sustu.[673]
Sonra da:
"Ey Halid! Artık, hiç kimseyi öldürmeyeceksin değil mi " buyurdu.
Halid b. Velid:
"Evet! Öldürmeyeceğim!" dedi.[674]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Müşrikleri takipten, araştırmaktan da vazgeç!" buyurdu.
Halid b. Velid:
"Öyle yapayım!" dedi.[675]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilere Eman Verdiğini İlân Ettirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Her kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Her kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir! Her kim evine girip kapısını üzerine kapatırsa, ona da eman verilmiştir![676]
Ey Müslümanlar topluluğu![677] Artık silah kullanmaktan vazgeçiniz!
Ancak, Huzâalara, Benî Bekrlerin yaptıkları şeydan dolayı, ikindi namazına kadar çarpışmaya müsaade edilmiş, izin verilmiştir!" buyurdu.[678]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselamın münâdîsi:
"Mekke´de her kim evinin kapısını üzerine kapatır, silah kullanmaktan el çekerse, ona eman verilmiştir!" diyerek seslendi.[679]
Peygamberimiz Aleyhisselam, aynı zamanda:
"Yaralı öldürülmeyecektir!
Arkasına dönüp kaçan takip edilmeyecektir!
Esir alınan da öldürülmeyecektir!" buyurdu[680] ve:
Savaşanlar dışındaki bütün Mekke halkına, onların canlarına, mallarına, çoluk çocuklarına dokunulmamak üzere de eman verdi.[681]
Ensarın Duydukları Endişelerin Giderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safâ tepeciğinde Yüce Allah´a dua ile meşgul bulunduğu sırada, Ensardan bazıları:
"Allah Resûlullah Aleyhisselama yurdunun fethini nasip etti.
Artık kendileri burada kalır, oturur mu dersiniz " diyerek aralarında konuştular.[682] Mekke´de kalacağını sandılar.[683]
Bazıları da, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilerin canlarına ve mallarına dokunulmaması hakkında emir vermesine bakarak:
"Adamın(l) kavmine acıması ve yurduna rağbeti ve özlemi tuttu!" diye mırıldandılar.[684]
Peygamberimiz Aleyhisselam, duasını bitirince, onlara:
"Ne konuşuyordunuz " diye sordu.
"Yâ Rasûlallah! Birşeyyok!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam sorusunu tekrarladı durdu.[685]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama vahiy geldi, onların ne konuştukları kendisine haberveril-di.
Peygamberimiz Aleyhisselam, vahiyden başını kaldırıp:
"Ey Ensar cemaati! Siz, benim için, ´Adamın kavmine acıması, yurduna rağbeti, özlemi tuttu!´ diyerek konuştunuz, değil mi " diye sordu.[686]
"Evet yâ Rasûlallah! Böyle söylemiştik!" dediler.[687]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim ismim nedir ! (Bilmiyor musunuz !)
Benim ismim nedir ! (Bilmiyor musunuz !)
Benim ismim nedir ! (Bilmiyor musunuz !)
Ben, Muhammed´im! AH ahin kulu ve resûlüyüm![688]
Ben, Allah´a ve sizlere hicret ettim![689]
(Benim için) hayat, sizin hayatınızdır!
(Benim için) memat da, sizin mematınızdır!" buyurdu.[690]
Ben (sizinle birlikte olma sözümden dönmekten) Allah´a sığınırım!" buyurdu.[691]
Bunun üzerine, Ensar ağlayıp,[692] "Vallahi, biz, o söylediğimiz sözü sana kıyamadığımız, senden uzak kalmak istemediğimiz için söyledik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ve Resûlü de sizi doğruluyor ve sizi mazur görüyor!" buyurdu.[693]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hacun´da Kurulan Çadıra İnişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ezâhir´e çıkınca, orada durup Mekke evlerine baktı. Allah´a hamd ü sena etti.
Çadırının bulunduğu yene bakınca da:
"Ey Cabir! İşte, bizim konaklayacağımız orasıdır ki, Kureyşîler orada bizim aleyhimizde, küfür üzerinde anlaşmışlardı!" buyurdu.[694]
Gerçekten de, Benî Kinanelerin Mina´da, Hayf Muhassab diye anılan yurdunda, vaktiyle, Kureyşîlerle Kinane oğulları; Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları aleyhinde ve onlarla kız alıp vermemek, alışveriş etmemek üzere aralarında antlaşma yapmışlardı.
Bu boykot, Peygamberimiz Aleyhisselamı kendilerine boyun eğdirinceye kadar sürecekti![695]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hâşim ve Muttalib oğullarıyla birlikte, Şı´b-ı Ebu Talib´de üç yıl muhasara altında tutulmuştu.[696]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´nin yukarısına gelince, orada konakladı.[697]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye gelirken yukarı tarafından girer, Mekke´den çıkarken de aşağı tarafından çıkardı.[698]
Mekke´nin yukarı tarafı, İbrahim Aleyhisselamın Mekke Hareminde zürriyeti için dua ettiği ve duasının kabul olunduğu, insanları hacca çağırdığı yerdi. Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye gireceği zaman, yukarı tarafından girmeyi severdi.[699]
Peygamberimiz Aleyhisselama, Hacun´da, deriden bir çadır kurulmuştu.[700] Peygamberimiz Aleyhisselam, yanında zevceleri Hz. Ümmü Seleme ve Hz. Meymûne olduğu halde Hacun´a geldi.[701] Çadırına girdi.[702]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Şı´b-ı Ebu Talib´deki[703] evine inmeyecek misin " diye sorulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akîl bize bir ev bark mı bıraktı ki!" buyurmuştu.[704]
Akıl b. Ebu Talib; Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´deki evi ile kendisinin erkek ve kızkardeşlerinin ve Hâşim oğullarından hicret edenlerin hepsinin evlerini, hicret ettikleri zaman satmıştı.[705]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´de iki evi vardı. Birisi, içinde doğduğu Şı´b-ı Benî Ali´de bulunan ve annesi Hz. Âmine´den kalan evdi.
Diğeri de, zevcesi Hz. Hatice´nin Safa ile Merve arasında, Attar çarşısının arkasındaki evi idi.
Akîl b. Ebu Talib, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´ye hicretinden sonra, bu iki eve el koymuştu.[706]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Öyleyse, evinin dışında, Mekke evlerinden birine in!" denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bundan da çekindi ve:
"Ben evlere girmeyeceğim!" buyurdu.[707]
Abdullah b. Hatal´ın Suçu ve Öldürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına bir adam gelip:
"Yâ Rasûlallan! Şu İbn H atal adındaki kişi, Kabe´nin örtüsüne yapışmış, sığınmış!" dedi.[708]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öldürünüz onu![709] Nerede bulursanız bulunuz, öldürünüz!" buyurdu.[710]
İbn Hatal, Kabe´nin örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bile öldürülmeleri emirve kanları heder edilen kişiler arasında idi.[711]
Devlet başkanınca kanı heder edilip öldürülen kimse için, ne kısas, ne de diyet gerekir.[712]
İbn Hatal, Benî Teym b. Edrem b. Galiblerdendi.[713]
Kendisi, Müslüman olmuş,[714] Medine´ye hicret etmişti.[715]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu zekat ve sadaka tahsildarlığı vazifesine tayin etmişti.[716]
İbn Hatal´ın hizmetini gören Müslüman bir kölesi vardı.[717] Huzâalardandı.[718] Peygamberimiz Aleyhisselam, bu köleyi de yanına katarak, İbn Hatal´ı tahsilata göndermişti.[719]
Köle, İbn Hatal´ın hizmetini görüyor, yemeğini yapıyordu.[720]
Bunlar, bir konak yerinde konakladılar.
İbn Hatal; kendisi için erkek bir davar kesip yemek yapmasını köleye emretti.[721]
Öğle vakti,[722] yatıp uyudu.
Uyandığı zaman, kölenin kendisi için yemek yapmadığını gördü.[723] Köle de, uyuyakalmıştı.
İbn Hatal, köleye son derecede kızdı.[724] Üzerine atılıp,[725] onu döve döve[726] öldürdü.[727] Öldürdüğü zaman, kendi kendine:
"Vallahi, Muhammed´in yanına varırsam, bu suçumdan dolayı beni öldürür!" dedi.[728] İrtidad etti. İslâmiyetten, müşrikliğe döndü.[729]
Topladığı zekat ve sadaka mallarını da sürerek Mekke´ye kaçtı.[730]
Mekkeli müşrikler, İbn Hatal´a:
"Seni bizim yanımıza geri çeviren nedir " diye sordukları zaman,[731] İbn Hatal:
"Sizin dininizden daha iyisini bulamadım!" dedi,[732] müşrik olarak kalmakta devam etti.[733]
İbn Hatal tepeden tımağa kadar silahlanmış, uzun kuyruklu bir at üzerinde ve mızrağı elinde olduğu halde Mekke´nin yukarısından çıkıp gelirken, Saîd b. Âs´ın kızları, başörtülerini süvari atlarının yüzlerine sürdüklerini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´ye girdiğini İbn Hatal´a haber verdiler.
İbn Hatal, onlara:
"Fakat, vallahi, göreceksiniz ki, vücutlar kılıç darbelerinden su tutmayan tulumların ağızlarına benzemedikçe, onlar Mekke´ye giremeyeceklerdir!" demiş ve Handeme´ye kadar çıkıp gitmişti.
Orada İslâm süvarilerini ve çarpışmalarını görünce içine korku düşmüş, titremeye başlamış, Kabe´ye kadar gidip atından inerek silahlarını çıkarmış, Kabe´nin örtüleri arasına girmişti.
Benî Ka´blardan birisi, İbn Hatal´ın zırhını, zırh altna giydiği gömleğini, miğferini, tulgasını, kılıcını aldı, atına da binip Hacun´a, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[734]
İbn Hatal´ı, Ebu Berzetü´l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü´l-Mahzûmî´nin elbirliğiyle öldürdüklerinin bildirildiği gibi.[735] yalnız Ebu Berze´nin öldürdüğü de bildirilmiş;[736] Ebu Berzetü´l-Eslemî ise, onu kendisinin öldürdüğünü açıklamış:[737]
"İbn Hatal´ı Kabe´nin örtüsüne asılmış olduğu halde çıkarıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum!" demiştir.[738]
Kanları heder edilip öldürülmeleri emredilenler arasında, İbn Hatal´ın şarkıcı iki kadın kölesi de bulunuyordu.
Bunlardan birinin adı Fertana[739] veya Kureyna, diğerinin adı Kuraybe veya Emebe, Emeb idi.[740]
İbn Hatal içki içer, Peygamberimiz Aleyhisselamı hicv ve tahkir eden şiirler söyler, onları bunlara okutturdu.
Kureyş müşrikleri de, İbn Hatal´ın ve bu şarkıcı kadınların yanlarına gelirler, içki içerler; İbn Hatal´ın söylediği hiciv şiirleri okutulur, dinlenirdi.[741]
Bu şarkıcı kadınların işleri güçleri, Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylenilen hiciv şiirlerini okumaktı.[742]
Fetih günü, bunlardan birisi, yani Emeb yakalanıp öldürüldü.[743]
Diğeri ise kaçtı. Sonradan eman dileyip Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından eman verilinceye kadar görünmedi.[744]
Eman verilince, Fertana, kılık kıyafet değiştirerek gelip Müslüman oldu.[745]
Hâris b. Tulaytıla´nın Öldürülüşü
Benî Huzâalardan Haris b. Tulayüla da, kanı heder edilip öldürülmesi emnolunanlar arasında idi.[746] Peygam berim iz Aleyhisselam Mekke´de İslâmiyeti yayarken, Haris b. Tulaytila, Peygamberimiz Aleyhisselama ezâ, istihza ve tekzipte en ileri giden ve haklarında:
"Şimdi, sen ne ile em rol un uy orsan, kafalarını çatlatırcasına, apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme! Allah´ın yanında başka bir ilah daha tanıyan o alaycılara muhakkak ki Biz yeteriz! Onlar yakında uğrayacakları akıbetleri öğreneceklerdir! (Hicr: 94-96) mealli âyetler inen azılı müşriklerdendi.[747] Kendisi, Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürülmüştür.[748]
Huveyris b. Nukayz´ın Öldürülüşü
Kanı heder edilip öldürülen müşriklerden birisi de, Huveyris b. Nukayz b. Vehb b. Kusayy idi.
Kendisi, Mekke´de Peygamberimiz Aleyhisselama işkence yapan müşriklerdendi.[749]
Huveyris´in sözleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına giderdi.[750]
Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylenmiş olan hiciv şiirlerini okur dururdu.[751]
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın kızları Hz. Fâtıma ile Ümmü Külsûm´u Mekke´den Medine´ye yollarken, Huveyris onları vurup yere düşürmüştü.[752]
Huveyris Mekke´nin fethi gününde evine kapanmış, kapısını kil iti em işti.
Hz. Ali varıp sorduğu zaman:
"O çöldedir!" denildi.
Kendisinin aranmakta olduğu da, haber verildi.
Hz. Ali Huveyris´in kapısından uzaklaşınca[753] Huveyris evinden çıkıp başka bir eve kaçmak isterken, Hz. Ali arkasından yetişti ve onu vurup öldürdü.[754]
Mıkyes b. Subâbe´nin Öldürülüşü
Kanı heder edilip öldürülmesi emrolunan müşriklerden birisi de, Mıkyes b. Subâbe idi.[755] Mıkyes´in kardeşi Hâşim b. Subâbe, Müslüman olup Müreysi1 gazasına katı İm işti.[756]
Amr b. Avf oğullarından Ubâde b. Sâmit´in ailesinden Evs b. Sabit, onu müşrik sanarak yanlışlıkla vurup öldürmüştü.[757]
Mıkyes b. Subâbe, Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman olmuş ve kardeşinin diyetini istemişti.
Diyet kendisine ödendikten sonra, kardeşini yanlışlıkla öldürmüş bulunan Müslümanı öldürerek müşrikliğe dönmüş ve Mekke´ye kaçmıştı.[758]
Müşrikler, ona:
"Sen Muhammed´e tâbi olmuştun. Seni bize geri çeviren nedir " diye sordukları zaman, Mıkyes, iki putun yanına gidip başını kazıtmış ve:
"Ben sizin dininizden daha iyi, daha eski bir din bulamadım!" demiş, sonra da, neler yaptığını, kardeşini yanlışlıkla öldüren Müslümanı nasıl öldürdüğünü Kureyş müşriklerine övünerek haber vermişti.[759]
Fetih günü Mekkeli müşrikler bozguna uğradıkları zaman, Mıkyes b. Subâbe bazı arkadaşlarıyla birlikte bir yerde gizlice oturup içki içmekte idi.[760]
Nümeyle b. Abdullah el-Kinânî onun yerini öğrendi, gidip kendisini dışarı çağırdı. Dışarı çıkınca, kılıçla vurup onu öldürdü.[761]
Nümeyle, Mıkyes b. Subâbe´nin amcasının oğlu idi.[762]
Safvan b. Ümeyye´nin Cidde´ye Kaçışı
Safvan b. Ümeyye; kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerden ve Peygamberimiz Aleyhisselamın azılı düşmanlarındandı.[763]
Hudeybiye muahedesinin hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrlerle birlikte Huzâaları uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[764]
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme´de Halid b. Velid´e karşı koyan üç Kureyşliden biri idi.[765]
Savunma birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[766] Safvan b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamdan korkarak Cidde´ye kaçmıştı.[767] Oradan gemiye binip Yemen´e gidecekti.[768]
İkrime b. Ebu Cehil´in Yemen´e Kaçışı
İkrime b. Ebu Cehil de, kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerdendi.[769]
İkrime ve babası Ebu Cehil, Peygamberimiz Aleyhisselamın en katı ve azılı düşmanı idi.[770]
İkrime, Peygamberimiz Aleyhisselama işkencede, düşmanlıkta ve ona karşı açılan kavgalan malî gücü ile desteklemekte babasına benzerdi.[771]
Kendisi, müşriklerin ünlü süvarilerindendi.[772]
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandırıp Handeme´de Halid b. Velid kuvvetlerine karşı koyan üç Kureyşîden birisiydi.[773]
Hudeybiye muahedesi hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte Huzâaları uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyş müşrikleri arasındaydı.[774]
Müşriklerin savunma birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[775] İkrime b. Ebu Cehil de, öldürüleceğinden korkarak Yem en´e kaçtı.[776]
Hebbar b. Esved´in Kaçıp İzini Kaybedişi
Kanının dökülmesi helâl sayılan müşriklerden Hebbar b. Esved b. Muttalib,[777] Mekke´de Müslümanlara en ağır işkenceleri yapardı.[778]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz. Zeyneb´i Medine´ye hicreti sırasında Zi Tuvâ´da yakalamış, hevdeç içinde mızrakla vurarak devesinden kayanın üzerine düşürmüş, kamındaki çocuğunun düşmesine sebep olmuştu.[779] Hz. Zeyneb hastalanmış, vefatına kadar hastalıktan kurtulamamıştı.[780]
Mekke fethedilince Hebbar kaçmış, ele geçirilememiştir.[781]
Abdullah b. Zibârâ İle Hübeyre b. Ebi Vehb´in Necran´a Kaçmaları
Abdullah b. Zibârâ da öldürülmesi emredilen müşrikler arasında idi[782] ve halkın Peygamberimiz Aleyhisselama ve ashabına dili ile ve eli ile en sert ve katı davrananı idi.[783]
Müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya kışkırtır dururdu.[784]
Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylediği hiciv şiirleri müşriklerce üstün tutulan güçlü bir şairdi.
Fetih günü, Ümmü Hani´nin kocası Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzûmî ile birlikte Necran´a kaçmışlardır.[785]
Abdullah b. Sa´d b. Ebî Serh´in Öldürülmek İçin Aranılışı
Kabe´nin örtüsü altında bile bulunsa öldürülmesi emredilen[786] ve kanının dökülmesi helâl sayılan[787] Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, Müslümandı.[788]
Mekke´nin fethinden önce, Medine´ye hicret etmişti.[789]
Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahiyleri yazanlar arasında idi.[790]
Abdullah b. Sa´d; Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahyi yazdığı sırada:
´El-Kâfirîn´ yerine ´ez-zâlimîn,1 ´Azîzün Hakîmün´ yerine ´Alîmün Hakîmün´ diye yazmış[791] ve:
"Ben de Muhammed´in söylediği gibi söyleyebilirim![792]
Muhammed´e gelen şeyin benzeri bana da geliyor![793]
Muhammed peygamberse ve kendisine vahyolunuyorsa, ben de peygamberim! Bana da vahyolunuyor![794]
Allah ona Kufân indiriyorsa, ben de, Allah´ın indirdiğinin benzerini indirebilirim!
Muhammed ´S em Tan Alîm en´ dedi. Ben de ´Alîmen Hakîmen´ dedim!" demeye başladı.[795]
Yaptığı bu ve benzeri sinsice yaygara ve hainliklerin yayılacağını, Medine´de daha fazla kalamayacağını anlayan Abdullah b. Sa´d,[796] Müslümanlıktan müşrikliğe, küfre dönerek Mekke´ye kaçtı.[797]
Kureyş müşriklerine:
"Kendisi bana Kur´ân´ı yazdırırken ´Azîzün Hakîmün´ derdi. Ben:
´Yoksa ´Alîmün Hakîmün´ mü ´ diye sorardım.
´Evet! Hepsi de doğrudur1 derdi.
Sizin dininiz, onun dininden daha iyidir!" dedi.[798]
Abdullah b. Sa´d, bu iddialarında samimî olsaydı; Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurrâ ashabından Übeyy b. Ka´b´a Kufân-ı Kerîm´in yedi lehçeye kadar okunmasına melek tarafından müsaade edildiğini bildirdikten sonra, "´Gafûren Rahîmen´ desen de olur, ´Semîan Alîmen´ desen de olur!" buyur-duğunu;[799] Kufân-ı Kerîm´in Kendisine bütün kâinatın hamd ettiği yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirildiği gerçeğini; ve ona hiçbir bâtılın, ne önünden, ne ardından yaklaşamayacağı,[800] hatta Peygamberimiz Aleyhisselamın bile ona kendiliğinden birşey karıştı ram ayacağı, böyle birşeye teşebbüs edecek olsa biranda kalb damarının koparılarak helak edileceği hakkındaki ilahîtem-inatı[801] gözönünde tutsaydı, şeytana uyup bu vartaya düşmezdi![802]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid-i Haram´a Gelişi ve Kâbe´yi Tavaf Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, çadırında yıkandıktan ve halk da sükûnet bulup yatıştıktan sonra, devesi Kasvâyı çadırının kapısına getirterek onun üzerine bindi.[803]
Üsâme b. Zeyd´i yine terkisine aldı.[804]
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ yanında bulunuyor ve Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşuyordu.[805]
Muhacirlerle Ensar, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünü, arkasını ve çevresini sarmışlardı.[806] Bu şekilde ilerlemeye başladılar.
Ebtah´ta, Ebu Uhayha´nın evinin hizasında, Ebu Uhayha´nın kızlarına rastladılar. Kızlar, başörtülerini çıkarıp, onlarla süvari atlarının yüzlerindeki tozlan siliyoriardı![807]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları görünce, Hz. Ebu Bekir´e bakıp gülümsedi.[808] Hassan b. Sabit´in Kureyş şairlerinden Ebu Süfyan b. Hâris´e karşı söylediği ve bir gün İslâm süvarilerinin doludizgin Mekke´ye gireceklerini dile getiren şiirindeki;[809] kadınların başlarındaki başörtülerini çıkarıp onlarla atların yüzlerindeki tozları sileceklerini anlatan beytini hatırladı[810] ve Hz. Ebu Bekir´e:
"Hassan b. Sabit nasıl söylemiş, ne demişti " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir de, Peygamberimiz Aleyhisselama o beyti okudu.[811]
Nihayet, Müslümanlarla birlikte Kabe´ye gelip kavuştular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesinin üzerinde, Hacerü´l-Esved rüknüne kadar vardı.
Elinde bulunan ucu eğri değnekle işaret ederek Hacerü´l-Esved´i istilam etti ve tekbir getirdi.
Müslümanlar da, hep birlikte tekbir getirmeye başladılar.
Mekke tekbir sesleriyle sarsıldı!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Susunuz!" diye işaret etti.
O sırada, müşrikler, dağların başlarına çıkmış, bakıyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâ´nın üzerinde bulunduğu ve Muhammed b. Mesleme de Kasvâ´nın yularından tutmuş olduğu halde, Kabe´yi tavafa başladı.[812]
Tavafın yedi devresini yapti.
Her devrede, Hacerü´l-Esved rüknüne geldikçe, elindeki değnekle işaret ederek onu istilam etti.[813]
Tavafın yedinci devresini yapıp tavafı tamamlayınca, Kasvâ´dan indi.
Ma´mer b. Abdullah b. Nadle, gelip Kasvâ´yı dışarı çıkardı.
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, Makam-ı İbrahim´e vardı. Orada iki rekat tavaf namazı kılıp Zemzem kuyusuna geldi[814] ve:
"Eğer bana uyulmayacak ve Abdulmuttalib oğullarının Zemzem suyunu çekme hizmetine üşüşülüp kendileri bu hizmetten alıkonulmuş olmayacak olsaydı, Zemzem kuyusundan bir kova da kendim çekerdim!" buyurdu.[815]
Hz. Abbas, Zemzem kuyusundan bir kova çekti, Peygamberimiz Aleyhisselam ondan içti.
Bunu Ebu Süfyan´ın (b. Haris) çektiği de rivayet edilir.[816]
Peygamberimiz Aleyhisselam, o kovadan, içtiği gibi, abdest de aldı.
Abdest alırken, Müslümanlar üşüşüp dökülen abdest suyunu yüzlerine sürüyorlar, yere bir damla bile düşürmüyorlardı.
Müşrikler, bunu görünce:
"Biz hiçbir zaman böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!" dediler, şaşıp kaldılar.[817]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bundan sonra, Safa tepeceğine gidip Kabe´yi görünceye kadar onun üzerine çıktı. Ellerini kaldırdı. Allah´a hamd ü sena ve istediği dualarla dua etmeye başladı.[818]
Fadâle´nin Kötü Niyetini Değiştiren ve İmanını Berkiştiren Bir Hadise
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe´yi tavaf ederken Fadâle b. Umeyr b. Mülevvah el-Leysî öldürmek maksadıyla Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ona doğru vardı ve:
"Sen Fadâle misin " diye sordu.
Fadâle:
"Evet! Fadâle´yim yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen içinden ne geçiriyordun " diye sordu.
Fadâle:
"Hiçbir şey düşünmüyordum! Allah´ı zikirle meşgul oluyordum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, güldü ve:
"Allah´tan af ve yarlıganmak dile!" buyurdu.
Sonra, elini onun göğsüne koyunca, kalbi yatıştı, imanı berkişti.
Fadâle:
"Vallahi, göğsümden elini kaldırdığı zaman, Allah´ın yarattıklarından, bana ondan daha sevgili olan birşey yoktu!" demiştir.[819]
Ebu Süfyan b. Harb´in İçinden Geçirdiği Bir Kuruntudan Dolayı Uyarılışı
Ebu Süfyan b. Harb Mescid-i Haram´da oturuyorken, Peygamberimiz Aleyhisselamın önde, Müslümanların da arkasından Peygamberimiz Aleyhisselamın izince yürüdüklerini görünce:
"Muhammed için askerler toplasam mı, şu adamla yine çarpışmaya dönsem mi, ne yapsam ki !" diye içinden kurmaya başlamıştı.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam gelip onun başucuna dikildi ve iki küreği arasına eliyle vurarak:
"Allah o zaman da yine seni hor, hakir kılar!" buyurdu.
Ebu Süfyan, başını kaldırıp, başucuna Peygamberimiz Aleyhisselamın dikildiğini görünce:
"Şu ana kadar, senin gerçekten peygamber olduğuna kanaat getirememiştim.
İçimden geçirdiğim kuruntulardan dolayı Allah´a tevbe ediyor, O´ndan yarlıganmak diliyorum!" dedi.[820]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe´nin Anahtarını Getirtmesi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mescid-i Haratn´ın bir köşesinde oturdu. Mücahidler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde oturdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin anahtarını getirmesi için, Bilal-i Habeşî´yi Osman b. Talha´ya gönderdi.
Bilal-i Habeşî, Osman´a gidip:
"Resûlullah Aleyhisselam Kabe´nin anahtarını getirmeni sana emrediyor" dedi.
Osman b. Talha, "Olur!" diyerek, anası Sülâfe binti Sa´d´ın yanına gitti.
Bilal-i Habeşî, dönüp onun "Olur!" dediğini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi ve oradaki mücahidlerin yanına oturdu.
Osman b. Talha, anasına-ki, o zaman anahtar onun yanında bulunuyordu-
"Ey anacığım! Anahtarı bana ver! Resûlullah Aleyhisselam bana adam gönderdi ve onu kendisine getirmemi emretti" dedi.
Sülâfe:
"Kavminin şereflendiği, övündüğü birşeyi götürüp elinle teslim etmenden Allah´a sığınırım![821] O, bu anahtan, sizden alınca, hiçbir zaman size vermeyecektir!" dedi.[822]
Osman b. Talha:
"Vallahi, ya onu bana verirsin, ya da başka biri gelip onu senden zorla alır!" dedi.
Bunun üzerine Sülâfe, anahtarı belindeki uçkurunun içine sokup:
"Hangi adam buraya elini sokacak, onu alabilecek ![823]
Hayır! Lâtve Uzzâya andolsun ki; anahtan ona hiçbir zaman vermeyeceğim!" dedi.
Osman b. Talha:
"Eğer sen bana emrolunan şeyi yapmaz, anahtan vermezsen, ben de, kardeşim de öldürülürüm!" dedi.[824]
Onların böylece konuştukları sırada, dışarıdan Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer´in sesi duyuldu.
Osman b. Talha´nın geciktiğini görünce, Hz. Ömer
"Ey Osman! Yanıma çık!" diyerek seslendi.
Bunun üzerine, Osman´ın anası:
"Ey oğulcuğum! Al anahtarı! Çünkü, onu benden senin alman, Teym oğullarından Ebu Bekir´in ve Adiyy oğullarından Ömer´in almasından daha iyi gelir!" dedi.[825]
Osman b. Talha´nın gelmesi gecikince, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp beklemeye ve sıkıntısından terlemeye başladı ve: "Osman´ın anasının, ´O sizden bu anahtan alınca, artık hiçbir zaman onu size vermeyecektir!´ dediğini sanıyorum" buyurdu.[826]
Osman b. Talha anahtarı anasından alıp Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.[827]
Onu uzatırken, Hz. Abbas ayağa kalktı ve:
"Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Bunu, benim üzerimde, sikâye hizmetiyle birleştir!" deyince, Osman b. Talha elini geri çekti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Osman! Anahtan bana getir, ver!" buyurdu.
Osman b. Talha:
"Bunu sana Allah emaneti olarak veriyorum!" dedi.[828]
Kâbe Çevresindeki Putların Yıktırılışı
Kabe´nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla berkitilmiş[829] 360 put bulunuyordu.[830]
Bunlar, Arap kabilelerine ait olup, zaman zaman gelinir, ziyaret edilir, kendileri için kurbanlar kesilirdi.[831]
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Asanı eline alıp dokun onlara!" dedi.[832]
Peygamberimiz Aleyhisselam, elindeki asa ile putlara birer birer dokunuyor ve:
"Hak geldi, bâtıl yok olup gitti![833]
Hak geldi. Yok olan bâtıl, ne yoktan birşeyvar edebilir, ne de yok olanı diriltebilir!" buyuruyordu.[834]
Peygamberimiz Aleyhisselam asâ ile dokundukça, putlar yüzlerinin ve arkalarının üzerlerine düşüyorlardı![835]
Onlardan; Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne işaret ettiği put kafasının üzerine, kafasına dokunduğu da yüzünün üzerine yıkılıyordu!
Dokunulup da yere yıkılmadık put kalmadı.[836]
Bilal-i Habeşî´nin Kâbe Üzerinde Ezan Okumasından Müşriklerin Tedirgin Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselam; öğle vakti girince, Kabe´nin üzerine çıkıp ezan okumasını, Bilal-i Habeşî´ye emretti.
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden birçokları, öldürülmelerinden korkarak dağların başlarına kaçmışlar ve gizlenmişlerdi.
Onlardan, eman dileyen bazılarına da eman verilmiş bulunuyordu.[837]
Ezan okunduğu sırada, Ebu Süfyan b. Harb, Attâb b. Esîd, Haris b. Hişam ve daha başkaları, Kabe´nin yanında oturuyorlardı.[838]
Bilal-i Habeşî sesini olanca gücüyle yükselterek ezan okumaya başladı.[839]
Kureyşlilerden bazıları:
"Ey Allah´ın kulları! Kabe´nin üzerinde ezan okumak, bu kara köleye mi düştü !" dediler.
Bazısı da, Allah´ın ona gazab edeceğini ve bu işi değiştireceğini söylediler.[840]
"Eşhedü enne Muhammederresûlullah=Şehâdet ederim ki, Muhammed Allah´ın resûlüdür!" şehadeti üzerine, Ebu Cehil´in kızı Cüveyriyye:
"Hayatıma yemin ederim ki; senin adın, sanın yükseldi!
Namazı kılarız, amma, vallahi, sevdiklerimizi öldürenleri hiçbir zaman sevmeyeceğiz![841] Muhammed´e gelen peygamberlik, babama da gelmişti!
Fakat, o bunu reddetmiş, kavmine aykırı davranmak istememişti!" dedi.[842]
Halid b. Esîd:
"Kim bu seslenen " diye sordu.
"Bilal b.Rebah!" dediler.
Halid b. Esîd:
"Ebu Bekir´in Habeşli kölesi mi " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Halid b. Esîd:
"Nerede sesleniyor " diye sordu.
"Kabe´nin üzerinde!" dediler.
Halid b. Esîd:
"Onu Kabe´nin üzerine Ebu Talha oğulları mı çıkardı " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Halid b. Esîd:
"O neler söylüyor " diye sordu.
"´Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah=Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür!´ diyor" dediler.[843]
Halid b. Esîd:
"Allah´a şükürler olsun ki; babam Üseyd´i [Esîd´i] öldürdü de, ona bu günü göstermemek, şu hoşlanmayacağı sesi iş ittirmem ek lutfunda bulundu!" dedi.[844]
Esîd, Mekke´nin fethinden bir gün önce ölmüştü.[845]
Haris b. Hişam:
"Vallahi, onun gerçekten peygamber olduğunu bilseydim, muhakkak, kendisine tâbi olurdum!" dedi.[846]
Haris b. Hişam´a:
"Muhammed´in putlan adamlara nasıl kırdırdığını ve şu kara köleyi Kabe´nin üzerinde nasıl bağırttığını görmüyor musun " denildiği zaman da:
"Eğer Allah böyle olmasını istemeseydi, elbette onu değiştirirdi!" dedi.[847]
Hakem b. Ebi´l-Âs:
"Vallahi, bu, büyük bir hadisedir: Benî Cumahların kölesi çıksın da, Ebu Talhalara ait Beytullah üzerinde anırsın! Olur şey değil!" dedi.
Süheyl b. Amr:
"Eğer Allah buna gazaplanırsa, muhakkak, onu değiştirir![848]
Eğer buna razı olursa, onu yerleştirir!" dedi.[849]
Ebu Süfyan b. Harb ise:
"Ben birşey söylemeyeceğim! Eğer birşey söyleyecek olursam, şu kumlar, söylediğimi Muhammed´e haber verirler!" dedi.[850]
Cebrail Aleyhisselam, gelip, bunların söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[851]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların yanına varıp üzerlerine dikildi[852] ve:
"Ben sizin söylediklerinizi biliyorum.[853]
Ey filan! Sen şöyle söyledin!
Ey filan! Sen şöyle söyledin!
Ey filan! Sen de şöyle söyledin!"[854] buyurarak, onların söylediklerini kendilerine birer birer haber verdi.[855]
Ebu Süfyan:
"Yâ Rasûlallah! İyi ki, ben birşey söylemedim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi.[856]
Haris b. Hişam ile Attâb b. Esîd:
"Biz şehadet ederiz ki; sen Allah´ın Resûlüsün!
Çünkü, vallahi, bu söylediklerimize, yanımızdakilerden başka hiç kimse vâkıf değildi!
Söylediklerimiz, sana herhalde Allah tarafından haber verilmiştir!" dediler.[857]
Yıkılan Putların Kırılacaklarının Kırılışı ve Yakılacaklarının Yakılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; öğle namazını kıldıktan sonra, Kabe çevresindeki bütün putların biraraya toplanarak yakılacak olanlarının yakılmasını, kırılacak olanların kırılmasını emretti, emri yerine getirildi.
Bu hususta söylenen bir şiirde:
"Sen Mekke´nin fethinde putlan kırdıkları gün, Muhammed (Aleyhisselam)ı ve ordusunu bir görseydin, Allah´ın nurunun nasıl parıldadığını, şirkin, küfrün yüzünü karanlıkların nasıl bürüdüğünü görürdün!" denilmiştir.[858]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmü Hani´nin Evinde Fetih Namazı Kılışı
Putların yıkılışı, kınlısı sırasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın saçı, sakalı çok tuzlanmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcası Ebu Talib´in kızı Ümmü Hani´nin evine gitti. Orada, Hz. Fâtıma´nın getirdiği örtü ile siperlenerek yıkandı.[859]
Ümmü Hani de; Peygamberimiz Aleyhisselamın, Fetih günü olan Cuma günü evine gelip guslettikten sonra sekiz rekat namaz kıldığını bildirmiştir.[860]
Bu namaz, fetih namazı idi.
Kumandanlar bir memleketi, bir kaleyi fethettikleri zaman, bu namazı kılarlardı.[861]
Sa´d b. Ebi Vakkas da, Medâin´i fethettiği ve Kisrâ´nın eyvanına girdiği zaman, orada bu namazı kılmıştı.[862]
Fetih namazı sekiz rekat olup, bunda ne selamla aralarını ayırma, ne imamla birlikte (cemaatla) kılma, ne de açıktan kıraat vardır.
Taberî´ye göre, bu namaz sünnettir.[863]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kıldığı sekiz rekattan ikisi, Mekke´nin fethine şükür içindi.
İkisi, kuşluk namazına başlangıçtı.
Dördü de, öteden beri kılageldiği kuşluk namazı idi.[864]
Peygamberimiz Aleyhisselam Ümmü Hani´nin evine vardığı zaman, Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Kocamdan, akrabam olan bazı kimseler, bana sığınmış bulunuyorlar.
Ali b. Ebu Talib ise, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına kulak asmayacağını söylemiştir.
Ali´nin bunların yerini öğrenip kendilerini öldüreceğinden korkuyorum.
Ümmü Hani´nin evine girenlere, sığınanlara, Allah´ın Kelamını dinleyip Resûlüne iman edinceye kadar eman verildiğini açıklasan " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ümmü Hani´nin eman verdiğine, biz de eman verdik!" buyurdu.
Sonra da, Ümmü Hani´ye:
"Senin yanında, yiyebileceğimiz birşey var mı " diye sordu.
Ümmü Hani:
"Yanımda kuru ekmek kırıntılarından başka birşey yok! Onu da sana sunmaya utanırım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu getir, suyun içine ufala! Tuz da getir!" buyurdu ve:
"Biraz da katık var mı " diye sordu.
Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Yanımda sirkeden başka birşey yok!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Getir onu!" buyurdu, yemeğinin üzerine döküp yedikten sonra, Yüce Allah´a şükretti.
Ümmü Haniye de:
"Ne güzel katıktır sirke!
Ey Ümmü H ani! Sirke bulunan ev yoksul olmaz!" buyurdu.[865]
Mücahidlerin Fetih Gecesini Zikir ve İbadetle Geçirmeleri
Mücahidler, Mekke´yi fethettikleri günün gecesinde, sabaha kadar tekbir, tehlil getirmekten, Kabe´yi tavaftan geri durmadılar.
Bunu gören Ebu Süfyan, karısı Hind´e:
"Sen bunun Allah´tan olduğu kanaatinde misin " diye sordu.
Hind:
"Evet! Bu, Allah tarafından olan bir iştir!" dedi.
Ertesi günü, sabaha çıkınca, Ebu Süfyan erkenden Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen Hind´e, ´Bunun Allah´tan olduğu kanaatinde misin ´diye sordun. O da, ´Evet! Bu, Allah tarafından olan bir iştir!´ dedi" buyurdu.
Ebu Süfyan:
"Şehadet ederim ki; Sen Allah´ın Resûlüsün!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a andolsun ki; bu sözümü Allah ile, Hind´den başka, insanlardan hiçbir kimse işitmemiştir!" dedi.[866]
Kâbe´nin İçindekiler ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe´ye Girişi
Müşriklerin nazarında, putların en büyüğü olan Hübel putu,[867] Kabe´ye hediye edilen şeylerin konulduğu kuyunun başında dikili bulunuyordu.[868]
Bu put, kırmızı akikten yapılmıştı ve insan şeklinde idi.
Sağ eli kırılmış olarak elde edilmiş olup, Kureyşîler ona altından bir el yaptırmış!ardı.[869]
Hübel; Benî Bekrlerin, Maliklerin, Milkânların, Kinanelerle Kureyşîlerin putu idi.[870]
Seferden dönen bir kimse, Kabe´yi tavaf edip Hübel´in yanında tıraş olduktan sonra ev halkının yanına varırdı.[871]
Rivayete göre; Amr b. Luhayy, bazı işleri için Mekke´den çıkıp Şam´a gitmişti.
O zaman, Amalikaların oturduğu Belka´ ülkesindeki Meâb´a uğradı. Amalikaların putlara taptıklarını görünce:
"Sizin taptığınızı gördüğüm bu putlara ne için tapıyorsunuz " diye sordu.
Onlar da:
"Bu taptığımız putlardan yağmur dileriz, yağmura kavuşuruz.
Yardım dileriz, yardım olunuruz!" dediler.
Amr b. Luhayy:
"Arap ülkesine götürmek ve Arapları taptırmak için bu putlardan birini bana verir misiniz " dedi.
Onlar da, ona Hübel putunu verdiler.
Amr b. Luhayy, Hübel´i Mekke´ye getirip dikti ve ona tapmalarını, tazimde bulunmalarını halka emretti.
Kader ve nasip oklarının çekim işi de, Hübel´in yanında, görevlisi tarafından yapılırdı.[872]
Kureyş eşrafından Safvan b. Ümeyye, bu işe bakardı.[873]
Kabe´nin içinde, Hübel putundan başka, hurma ağacından yapılmış iki güvercin heykeli ile,[874] İbrahim Aleyhisselamın kestiği koçun iki boynuzu da bulunuyordu.[875]
O zaman, Kabe´nin altı direği vardı.[876] Bunlar iki sıra halinde idi.[877] Direkler yaldızla süslenmişti.
Kapıya doğru olan direkte Hz. Meryem´le kucağında İsa Aleyhisselamın sureti;
Öteki direklerde de, peygamberlerin, meleklerin ve oklarla fal çeken ihtiyar bir adam şeklinde İbrahim Aleyhisselamın sureti, bir koç veya bir koç başı ile ağaçlar çizilmiş bulunuyordu.[878]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe anahtarcısı Osman b. Talha´dan anahtarı eline alıp Kabe´yi açtı.[879]
Kabe´nin içinde putları;[880] meleklerin ve meleklerden başkalarının.[881] İbrahim Aleyhisselamın,[882] İsmail Aleyhisselamın[883] eliyle fal çeker bir şekilde tasvir edilmiş olduğunu görünce:[884]
"Allah bunları yapanları kahretsin![885]
Büyüğümüzü fal oku çeker bir halde tasvir etmişler!
İbrahim´in hal ve şanında fal oklan çekmek yoktur![886]
Vallahi, o puta tapanlar da bilirlerdi ki, bu iki peygamber hiçbir zaman fal oklan çekmemişlerdir!" buyurdu ve:
"İbrahim, ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat, o, Allah´ı bir tanıyan, dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden değildi o!" (Âl-i İmran: 67) mealli âyeti okudu.[887]
Kabe´nin içindeki putları çıkarmasını[888] ve suretleri gidermesini Hz. Ömer´e emretti.[889]
Hz. Ömer, Kabe´ye girip, silmedik suret, kırmadık heykel bırakmadı.
Ancak, İbrahim Aleyhisselamın suretine dokunmadı.
İbrahim Aleyhisselam, çok yaşlı ve fal oku çeker bir biçimde çizilmişti.[890]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin içine girip İbrahim Aleyhisselamın çizilmiş resminin çizilmediğini görünce:
"Ey Ömer! Ben sana, ´Hiçbir suret bırakmayacaksın! Hepsini silip yok edeceksin!´ diye emir vermedim mi !" buyurdu.[891]
Hz. Ömer:
"O, İbrahim´in sureti idi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sil onu da!" buyurdu.[892]
Hz. Ömer, Kabe´de, bezle silip yok etmedik suret bırakmadı.[893]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin kapısının üzerlerine kapatılmasını emretti; kapatıldı.
Kabe´nin içinde, uzunca bir müddet kaldılar.[894]
Kabe´nin, Abdullah b. Zübeyr zamanında yıkılıp yaptırılmasından önceki durumuna göre;[895] Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe´nin altı direğinden ikisi sağında, biri solunda, üçü de arkasında kalacak[896] ve Kabe´nin kapısı arkasına gelecek şekilde, ön sıradaki iki direk arasında, yeşil mermerin bulunduğu[897] yamacındaki duvarla aralarında üç zira kadar aralık kalan yerde durup[898] iki rekat namaz kıldı.[899]
Abdullah b. Ömer de, Kabe´ye girince, Kabe´nin kapısı arkasına gelmek üzere, yamacındaki duvara üç zira kalıncaya kadar ilerleyip, Bilal-i Habeşî´nin:
"Resûlullah Aleyhisselam burada kıldı" diye gösterdiği yerde kılardı.[900]
Kabe´nin içine gimnek ve iki rekat namaz kılmak, müstehabdır.[901]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin içinde namaz kıldıktan,[902] Kabe´nin her köşesini dolaşarak tekbir getirdikten,[903] teşbih ve dua ettikten,[904] içeride uzunca bir müddet kaldıktan sonra, kapı açıldı.
Bilal-i Habeşî, kapının arkasında, ayakta durmakta idi.[905]
İçeriye ilk dalan, Abdullah b. Ömer oldu. Bilal-i Habeşî´yi kapının arkasında bulup, ona Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede namaz kıldığını sordu, fakat kaç rekat kıldığını sormayı unuttu.
Bilal-i Habeşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yeri ona haber verdi.[906]
O sırada, Kureyşîler Mescid-i Haram´a dolmuşlar,[907] Kabe´nin çevresinde oturmuşlardı.[908]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ne yapacağını merakla bekliyor!ardı.[909]
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe´nin kapısının eşiğinde ayakta duruyor.[910] kapının sövelerine iki eliyle tutunuyordu.[911]
Gün, fethin ikinci günü idi.[912]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, üç kere tekbir getirdikten sonra:[913]
"Hamd, Allah´a mahsustur.[914] Allah´tan başka ilah yoktur. Yalnız O vardır. O´nun hiçbir eşi, ortağı yoktur![915]
O, va´dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Toplanan düşmanları, tek başına, bozguna uğrattı!
İyi biliniz ki;[916] Cahiliye çağına ait olup,[917] övünme vesilesi edinilegelen herşey, kan, mal dâvaları... bunların hepsi, şu ayaklarımın altında kalmış, kaldırılmıştır!
Ancak, Beytullah perdedariığı (hicâbe) hizmeti ile hacılara su dağıtma (sikâye) hizmeti, bunun dışındadır.[918]
Eski kan dâvaları kaldırılmış olmakla birlikte, bundan sonra bir cinayet vuku bulacak olursa, bilesiniz ki:
Kamçı ve sopa ile yapılan ve yarı kasıtlı sayılan hata cinayetine ağır diyet ödenmesi gerekir ki, bu da, içlerinden kırkının karınlarında yavruları bulunmak şartıyla, yüz devedir.[919]
Ey Kureyş cemaati![920] Muhakkak ki, Allah, Cahiliye gururunu, Cahiliye atalarıyla (soy soplanyla) övünüp büyüklenmeyi sizden kaldırmıştır!
Bütün insanlar[921] Âdem´den,[922] Âdem de topraktan yaratı İm ışür.[923]
İnsanlar iki kısım, iki sınıftır.
Bir kısmı mü´min ve müttakîdir; Allah katında değerli ve şereflidir.
Diğer kısmı ise azgındır, yaramazdır. Bunlar, Allah katında da değersiz ve şerefsizdir![924]
Nitekim, Yüce Allah:[925]
´Ey insanlar! Gerçekten, Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık.
Birbirinizle tanışasınız diye, sizi büyük büyük topluluklara, küçük küçük kabilelere ayırdık.
Şüphe yok ki, sizin Allah katında en değerliniz, en şerefliniz, Allahtan en çok sakınanınızdır.
Allah herşeyi hakkıyla Bilen, herşeyden haberdar olandır!´[926] buyuruyor.
Ey Kureyş cemaati![927] Ey Mekkeliler![928] Ne dersiniz [929]
Şimdi, hakkınızda benim ne yapacağımı sanırsınız " diye sordu.
Kureyşîler
"Biz, senin hayır ve iyilik yapacağını sanır ve ´Sen hayır yapacaksın!´ deriz.
Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş; kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun![930]
Gücün yetti, iyi davran!" dediler.[931]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim halimle sizin haliniz, Yusuf (Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi olacaktır.[932]
Yusuf (Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi, ben de:
´Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O, Esirgeyicilerin En Esirgeyicisidir!´ [Yusuf: 92] diyorum.[933] Gidiniz! Sizler, azad ve serbestsiniz!" buyurdu.[934]
Yüce Allah o Kureyş müşriklerini eline düşürmüş, kendisine boyun eğdirmiş iken Peygamberimiz Aleyhisselam böylece onları bağışlamış, azadlamış, serbest bırakmıştır.
Bunun içindir ki, Mekkelilere "Tulekâ=Azadlanmışlar" adı vehimiştir.[935]
Mekke fethedilip Peygamberimiz Aleyhisselam Kureyşîlerden Safvan b. Ümeyye´ye, Ebu Sütyan b. Harb´e, Haris b. Hişam´a haber saldığı gün, Hz. Ömer, kendi kendine:
"Allah onlara hakim olma fırsatını bize vermiş bulunuyor. Onların yapmış oldukları kötülükleri anlatayım, başlarına kakayım!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara söylediklerini söyleyince, Hz. Ömer
"Benden istemeyerek sâdır olan sözden pişmanlık duydum ve Resûlullah Aleyhisselamdan utandım!" demiştir.[936]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine Fethin ikinci günü,[937] öğle namazından sonra,[938] Kabe´nin merdiveninde,[939] arkası Kabe´ye dayalı olarak[940] Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra,[941] halka şöyle hitab etti:
"Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah, göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün, Mekke´yi de haram ve dokunulmaz kılınıştır![942]
Burası, Allah´ın haram ve dokunulmaz kıldığı bir bölgedir.[943]
Kıyamet gününe kadar da, haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır![944]
Mekke´yi haram ve dokunulmaz kılan, Allah´tır.
Onu insanlar Harem ki İmamı şiardır.[945]
Mekke´nin ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl olmamıştır.[946]
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir kimse için, Mekke Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz![947]
Mekke´de kan dökmek benden önce hiçbir kimse için helâl olmadığı gibi, benden sonra da, hiçbir kimse için helâl olmayacaktır.
Bana da, ancak, gündüzün belli bir saatinde helâl kılınmıştır.[948] Ki, bu da, Mekkelilerin ilahî gazabı haketmiş olmalarından ileri gelmiştir.[949]
Şüphe yok ki, Fil´i Mekke´ye girmekten alıkoyan, tutan, Allahtır.
Mekkeliler üzerine, Resûlullah ile mü´minler de, ancak bir kez salınmışlardır. İyi bilin ki; şu saatte Mekke benim için bile haramdır![950]
Mekke´nin bugünkü haramlığı, dünkü haramlığı haline dönmüştür![951]
Bu söylediklerimi, burada bulunanlar, burada bulunmayanlara ulaştırsın!
Şayet size biri çıkıp:
´Resûlullah burada çarpışma yapmıştı!´ diyerek ruhsat yoluna kaçacak olursa, ona:
´Yüce Allah yalnız Resûlüne helâl kılmış, izin vermişti. Size helâl kılmamış, izin vermemiştir!´ deyiniz![952]
Mekke´nin av hayvanları ürkütülmez, kaçın İm az!
Mekke´nin dikeni bile kesilmez!
Mekke´nin ağacına balta vurulmaz!
Yerdeki yitiği, uzanılıp alınmaz! Meğerki, sahibini aramak için ola.
Mekke´nin yeşil otları biçilmez!"[953] buyurdu.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! İzhırdan başka!´ buyur! Onu yasak dışında tut! Çünkü, o, evlerimiz ve kabirlerimiz için gereklidir" dedi.[954]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kısa bir müddet sustuktan sonra:[955]
"İzhırdan başka![956] Çünkü, onu biçmek helâldir.[957]
Ey Huzâa cemaati! Siz de artık adam öldürmekten ellerinizi çekiniz! Ne yararı varsa, pek çok adam öldürülmüştür!
Üstelik, Hüzeyllerin adamını da siz öldürdünüz!
Vallahi, onun diyetini (siz ödemezseniz), ben ödeyeceğim![958]
Şu bulunduğum yerdeki andan sonra, kim öldürülürse, öldürülenin ailesi için, iki şeyden birini seçmek vardır
Ya öldürenin kısas olarak öldürülmesini,
Ya da öldürülenin diyetini (kan bedelini) ister![959]
Hiç şüphesiz, insanların Allah´a karşı en saygısızı, en taşkını, Allah´ın Hareminde adam öldüren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren, ya da Cahiliye çağındaki öcünü almak için adam öldürendir!" buyurdu.
O sırada, adamın birisi ayağa kalktı ve:
"Filan, benim oğlumdur. Onun anası ile yatıp kalkmıştım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hitabesine şöyle devam etti:
"İslâmiyette insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisap etmesi diye birşey yoktur!
Cahiliye çağının kötü işleri silinip gitmiştir![960]
Doğan çocuk, döşeğin sahibine aittir!
Zânîye, esleb vardır!" buyurdu.[961]
"Esleb nedir " diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mahrumluk demektir" buyurdu[962] ve hitabesine şöyle devam etti:
"İddiasını isbatlamak için delil getirmek davacıya, yemin de inkâr edene düşer.[963]
Ey insanlar! Cahiliye çağında birtakım antlaşmalar yapılırdı. Cahiliye çağında yapılmış olan antlaşmalara riayet ediniz![964]
İslâmiyet ona kuvvetten başka birşey eklemez.[965]
İslâmiyette ne Cahiliye antlaşması vardır, ne de fetihten sonra hicret![966]
Fakat, cihad ve cihada niyet vardır.
Seferber edilmek istendiğiniz vakit, hemen seferber olunuz![967]
İslâmiyette Cahiliye çağı antlaşması ihdas etmeyiniz![968]
Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bütün Müslümanlar kardeştirler.[969]
Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir eldirler; elbirliğiyle, topluca hareket ederler.
Müslümanların kanları birbirine eşittir.
Zimmetlerini, onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine getirmeye gayret ederler.[970]
İyi biliniz ki; ne bir kâfir için bir mü´min ve Müslüman öldürülür, ne de onlardan taahhüt sahibi olanların taahhütlerinden dolayı, harbî olan kâfirler için öldürülürler.[971]
Kâfirin diyeti, Müslüman diyetinin yarısıdır.
İyi biliniz ki; İslâmiyette değiş-tokuş yolu ile evlenme yoktur![972]
Kadın ne halasının, ne de teyzesinin üzerine nikahlanıp biraraya getirilebilir.[973]
Kocasının izni olmadıkça onun malından birşey vermesi, kadın için helâl, caiz değildir.[974]
Kadın, yanında bir mahremi bulunmadıkça, üç günlük yola gidemez.[975]
İyi bilesiniz ki; vâris için, vasiyyete gerek yoktur![976]
Ayrı din sahipleri, birbirlerine vâris olamazlar.[977]
Parmakların her birisinde diyet, onar onar devedir.
Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet, beşer beşer devedir.
Sabah namazından sonra, güneş doğuncaya kadar, namaz yoktur.[978]
Zekat ve sadakaları teslim almak için, hayvanları bir yerden başka bir yere sürdürüp götürtm ek yoktur.
Zekat ve sadakalar, ancak, mal sahiplerinin yurtlarında teslim alınacaktır.[979]
Sizi iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur.
Sizi iki biçim giyimden de men ederim: Hiçbiriniz, ne ud, edeb yerleri açıkta kalacak biçimde sırt ve baldırlarını sarık ve benzeri bir bez parçasıyla sarsın, sarınsın! Ne de, iki yanı kaldırılıp omuzlara atılınca ud, edeb yerleri açılacak biçimde bir atkıya hürünsün!
Ben size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim!" buyurdu.[980]
Yemen halkından Ebu Şah adında bir zât kalkıp:
"Yâ Rasûlallah! Bunları, benim için, yazınız!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Onun için, yazınız!" buyurdu.[981]
"Ebu Şah için yazdıkları nelerdi " diye sorulunca, Evzâî:
"Onun için, dinlemiş olduğu hutbe yazıldı" demiştir.[982]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hicâbe ve Sikâye Hızmetlerini Eski Görevlilerine Vermesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, hutbesini bitirdikten sonra, Mescici-i Haram´ın bir köşesine varıp oturdu. Kabe´nin anahtarını elinde tutuyordu.[983]
Hicâbe (Kabe´nin kayyımlığı) hizmetini Osman b. Talha´dan, sikâye (hacılara su dağıtıcılığı) hizmetini de Hz. Abbas´tan geri almış bulunuyordu.[984]
Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama elini uzatarak:
"Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun!
Hicâbe ile sikâye vazifelerini bizim üzerimizde birleştir!" dedi.[985]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben size halkın Beytullah´a göndereceği örtü gibi şeylerden geçiminizi sağlayacağınız şeyi değil, hacıların su ihtiyaçlarını karşılamak üzere servetinizden harcayarak bu yüzden hayra ereceğiniz zahmetli şeyi veriyorum!" buyurdu[986] ve sikâye vazifesini Hz. Abbas´a yeniden verdi.
Hz. Abbas´ın Taifte üzüm bağı vardı.
Gerek İslâmiyetten önce, gerek sonra, oradan kuru üzüm taşır, sunulacak Zemzemlerin içine ondan atılarak, hacılara ikram edilirdi.
Hz. Abbas´tan sonra, İbn Abbas da, onun oğlu da, ondan sonrakilerde, hep böyle yaparlardı.[987]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Osman nerede " diye sordu.[988] "Bana Osman´ı çağırınız!" buyurdu.[989]
Hz. Osman (b. Affan), ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bana Osman´ı çağırınız!" buyurarak emrini tekrarladı.
Bunun üzerine, Osman b. Talha ayağa kalktı.[990]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şüphe yok ki, Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa: 58) mealli âyeti okuyarak:[991]
"Ey Ebu Talha oğulları! Yüce Allah´ın emanetini, sizde temelli kalmak ve dürüst hareket etmek üzere alınız!
Onu, zalim olmadıkça, hiç kimse elinizden alamaz![992]
Ey Osman! Yüce Allah size Beytini (Kabe´sini) emanet ediyor!
Yüce Allah´ın emânetini alınız![993] Ey Osman! İşte, anahtarını al!
Bu gün, iyilik ve ahde vefa günüdür!" buyurdu.[994]
Osman b. Talha anahtarı alıp gittiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam arkasından ona seslendi.
Osman b. Talha dönüp gelince:
"Sana vaktiyle söylemiş olduğum şey vuku bulmadı mı " diye sordu.[995]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretten önce, Mekke´de bulunduğu sırada Osman b. Talha´yı İslâmiyete davet etmişti.
O zaman, Osman b. Talha:
"Yâ Muhammedi Sen kavminin dinine aykırı davranmış ve ortaya yeni bir din çıkarmış bulunuyorsun! Doğrusu, benim sana tâbi olacağımı umman, şaşılacak şeydir!" demiş; Peygamberimiz Aleyhisselam bir gün de halk ile birlikte Kabe´nin içine girmek isteyince, Kabe´nin kayyımı olan Osman b. Talha Peygamberimiz Aleyhisselama karşı çok kaba ve katı davranmış, Kabe´ye girmesine engel olmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun bu uygunsuz davranışını sükûnetle karşılamış ve:
"Ey Osman![996] Umarım ki; bir gün sen beni bu anahtarı nereye istersem koyacağım, kime istersem vereceğim bir mevkide de göreceksin!" buyurmuştu.
Osman b. Talha:
"O zaman Kureyş mahvolmuş, kıymetten düşmüş olur!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bilakis, asıl o zaman Kureyş yaşayacak ve kıymetlenecektir!" buyurmuştu.[997]
Osman b. Talha, vaktiyle kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselama söylemiş olduğu sözünü ve Peygamberimiz Aleyhisselamın da kendisine söylemiş olduğu sözü hatırladı ve:
"Şehadet ederim ki; sen, hiç şüphesiz, Allah´ın Resûlüsün!" dedi.[998]
Ebu Ahmed´in Müşrikler Tarafından Gaspedilen Evleri Karşılığında Cennette Verilecek Köşke Razı Oluşu
Ebu Ahmed b. Cahş, Ebu Süfyan b. Harb´in damadı idi.[999]
Kadın erkek bütün Cahş ailesi Mekke´deki evlerini barklarını bırakıp Medine´ye hicret ettikleri zaman, Ebu Süfyan-onların antlaşmalıları olmasına rağmen-evlerine elkoymustu.[1000]
Ebu Süfyan, damadı Ebu Ahmed´in evini Amrb. Alkame´ye dört yüz dinara satmıştı.[1001]
Ebu Ahmed, bunu haber alınca, söylediği bir şiirle Ebu Süfyan´ı kınamıştı.[1002]
Peygamberimiz Aleyhisselam Fetih hutbesini irad edip bitirdiği zaman, Ebu Ahmed, Mescid-i Haram´ın kapısında, devesinin üzerinde:
"Allah aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Sizinle olan andımıza riayet ediniz.
Allah aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Evimi bana geri veriniz!" diyerek bağırmaya başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hemen, Hz. Osman´ı yanına çağırdı. Birşey söyleyip onu sevindirdi.
Hz. Osman da Ebu Ahmed´in yanına vardı, onu sevindirdi.
Ebu Ahmed devesinden indi, halk ile oturdu.
Kendisinin, Allah´a kavuşuncaya kadar, bu evden bahsettiği duyulmadı.[1003]
Ebu Ahmed´e:
"Sana Resûlullah Aleyhisselam ne söyledi " diye sorduklarında:
´Sabredersen, senin için hayırlı olur: Bu evine karşılık, sana Cennette bir köşk var!´ buyurdu.
Ben de:
´Sabrederim!´ dedim" demiştir.[1004]
Ebu Ahmed´in ev halkı da:
"Resûlullah Aleyhisselam, Ebu Ahmed´e:
´Evine karşılık, sana Cennette bir köşk var!´ buyurdu" demişlerdir.[1005]
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Osman´a da:
"Fetih günü, Ebu Ahmed´in sözü üzerine Resûlullah Aleyhisselam sana ne söylemişti " diye sorulmuştu.
Hz. Osman:
"Resûlullah Aleyhisselamın sağlığında ondan söz etmedim. Vefatından sonra söz eder miyim hiç " demiştir.[1006]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Karşısında Titremeye Başlayan Adamı Teskin Edişi
Fetih günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına bir adam gelip konuşurken, kendisini birden bir titreme tutmuş, titremeye başlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sakin ve ebsem ol![1007]
Ben bir hükümdar, bir kral değilim![1008]
Ben, ancak, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşîlerden bir kadının oğluyumdur" buyurdu.[1009]
Mekkelilerin Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet Üzerine Bey´atları
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekkelileri İslâmiyet üzerine bey´at yapmaya davet etti.[1010]
Mekkeliler Peygamberimiz Aleyhisselama bey´at için toplanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam Safa tepeciğinin üzerinde oturdu.
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın berisinde durdu ve halkın ellerini tutup, güçleri yettiği kadar Allah´ın ve Allah´ın Resûlünün buyruklarını dinleyecekleri ve itaat edecekleri hakkında, Peygamberimiz Aleyhisselama birer birer bey´atlarını aldı.[1011]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bey´at almak üzere Mekke´nin yukarısındaki Sûku´l-Ganm´de,[1012] Kam-ı Müskala yanında oturduğu da rivayet edilir.[1013] Erkek kadın, büyük küçük bütün Mekkeliler, bey´at için geldiler.[1014] Allah´a iman, Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın Allah´ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet etmek suretiyle, Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet üzerine bey´at ettiler.[1015]
Yüce Allah, hepsinden razı olsun!
Bey´at alınırken, Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruklarını bey´at edeceklere ulaştırmakta ve duyurmakta idi.[1016]
Bu bey´at, erkeklerin bey´atı idi.[1017]
Mücaşi´ b. Mes´ud derki:
"Mekke fethedildikten sonra, kardeşimle birlikle, Peygamber Aleyhisselamın yanına gittim ve:
´Yâ Rasûlallah! Medine´ye hicret etmek üzere bey´at için kardeşimi sana getirdim!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Artık, hicretin hükmü-daha önce hicret edenlere ait olarak-geçti.[1018] Mekke´nin fethinden sonra, hicret yoktur!´ buyurdu.[1019]
Kendisine:
´Öyleyse, hangi şey üzerine bey´atmı alacaksın ´ diye sordum.
´İslâmiyet, iman ve cihad üzerine!´ buyurdu."[1020]
Ebu Kuhâfe´nin Peygamberimiz Aleyhisselama Getirilip Bey´at Ettirilişi
Hz. Ebu Bekir, babası Ebu Kuhâfe´nin elinden tutup yedenek Mescid-i Haram´a getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
"Şeyhi evinde bıraksaydın, buraya kadar emendirmeseydin de, kendisinin yanına ben varsaydım olmaz mıydı " buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Senin ona kadar yürümenden, onun sana kadaryürüyüp gelmesi, daha lâyık, daha uygundur!" dedi.
Ebu Kuhâfe gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam, önüne oturtup onun göğsünü sığadı.[1021]
Sonra da, ona:
"Ey Ebu Kuhâfe! Müslüman ol, selamete er!" buyurdu.
Ebu Kuhâfe hemen Müslüman oldu, şehadet getirdi.[1022]
Allah ondan razı olsun![1023]
Hz. Ebu Bekir´in Bacısına Alınan Gerdanlığı Hakkındaki Tavsiyesi
Bir süvari, Mekke´ye girince, Hz. Ebu Bekir´in bacısının boğazındaki gerdanlığı almıştı.
Hz. Ebu Bekir, bacısının elinden tutup:[1024]
"Allah ve İslâmiyet aşkına! Bacımın gerdanlığını geri veriniz!" diyerek orada seslendi.
Hiç kimseden ses çıkmayınca da, bacısına:
"Ey bacıcığım! Gerdanlığının karşılığını Allah´tan dile![1025]
Vallahi, bugün insanlarda emanet duygusu pek azdır!" dedi.[1026]
Ebu Leheb´in Oğulları Utbe ve Muattib´in Getirtilip Bey´at Ettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcası Hz. Abbas´a:
"Kardeşin Ebu Leheb´in iki oğlu Utbe ve Muattib nerede kaldılar Onlan göremedim! " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Herhalde, Kureyş müşriklerinden uzaklara çekip gidenlerle birlikte onlarda gidip uzaklaşmışlardır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onları bulup bana getir!" buyurdu.
Hz. Abbas, hayvanına binip onlan getirmeye gitti ve getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları Müslümanlığa davet edince, onlar Müslüman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların Müslüman olmalarına çok sevindi. Ellerinden tutup onları Mültezem´e götürdü. Onlar için Allah´a dua ettikten sonra döndü.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünde sevinç görünüyordu.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Allah seni sevindirsin! Yüzünde sevinç görüyorum " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Amcamın şu oğullarını benim için bağışlamasını Rabbimden diledim. O da bağışladı!" buyurdu.[1027]
Mekkeli Kadınların Peygamberimiz Aleyhisselama Bey´at Ettirilişi
Kureyş erkeklerinin bey´atları bitince, Kureyş kadınları takım takım gelip Peygamberimiz Aleyhisselama bey´at ettiler.[1028]
Ümmü Hani binti Ebu Talib, Ümmü Habib binti Âs b. Ümeyye, Ervâ binti Ebi´l-lys (Âs), Âtike binti Ebi´l-lys ile, Affan b. Ebi´l-lys´ın kızı, gelip ilk bey´at eden kadınlar arasındaydı.[1029]
Ebu Süfyan b. Harb´in kansı Hind binti Utbe, İkrime b. Ebu Cehil´in kansı Ümmü Hakîm binti Haris b. Hişam, Safvan b. Ümeyye´nin karısı Begüm binti Muazzel, Fâhite binti Velid b. Mugîre, Hind Reyta binti Münebbih b. Haccac ve daha bazı Kureyş kadınları da, toplanarak, on kişilik birtakım halinde bey´at için Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, zevcesi ile, kızı Hz. Fâtıma ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından bazıları da bulunuyordu.[1030]
Hz. Ömer; erkeklerin bey´atlarında olduğu gibi, Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruklarını kadınlara tebliğ edip ulaştırarak, onların da bey´atlarını aldı.[1031]
Ebu Süfyan b. Harb´in karısı Hind binti Utbe´nin de dediği gibi, bey´at sırasında Peygamberimiz Aleyhisselam Safa tepeciği üzerinde, Hz. Ömer de Peygamberimiz Aleyhisselamın berisinde bulunuyor, bey´at için buyurduklarını kadınlara ulaştırıyor, duyuruyordu.[1032]
Hind ve Kızkardeşinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Konuşmaları
Hind binti Utbe, kocası Ebu Süfyan´a:
"Ben gidip Muhammed´e bey´at etmek istiyorum!" deyince, Ebu Süfyan:
"Ben senin dün bu sözünü yalanlar davranışta bulunduğunu görmüştüm! " dedi.
Hind:
"Vallahi, şu Mescidde, bu geceden öncesine kadar, (Müslümanların yaptıkları gibi) Allah´a hakkıyla ibadet yapıldığını görmedim! Vallahi, onlar geceyi namaz kılarak geçiriyorlar!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Sen yapacağın şeyi muhakkak yaparsın! Kavminden bir adamı yanına al da, bey´at etmeye onunla birlikte git!" dedi.[1033]
Hind, tanınmamak için peçelenmiş,[1034] kılık kıyafet değiştirmişti.[1035] Tanınacağından, tanınırsa öldürüleceğinden korkuyor, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzakça duruyor,[1036] kendisini tanıtma-maya çalışıyordu.[1037]
Hind, kanının dökülmesi mubah sayılanlar arasında idi.[1038]
Hind:
"Yâ Rasûlallah! El tutuşup sana bey´at edelim mi " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben kadınlarla el tutuşmam!
Benim yüz kadına birden hitab etmem, her kadına ayrı ayrı hitab etmem gibidir" buyurdu.[1039]
Peygamberimiz Aleyhisselam kadınlarla ancak sözle bey´at yapardı. [1040]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: ´Allah´a hiçbir şeyi eş, ortak tutmamak üzere Resûlullaha bey´at edecekler!´" buyurdu.
Hind´in yanındaki Kureyş kadınları sustular, konuşmaktan kaçındılar.
Hind:
"Vallahi, biz, kadın erkek bizler, putlara tapıp duruyorduk.
Senin erkeklerden almadığını gördüğümüz bir taahhüdü sen bizden alıyorsun![1041]
Erkeklerden istemediğin bir taahhüdü kadınlardan ne diye istiyorsun [1042]
Her ne ise, biz, söylememizi istediğin şeyi de söyleyeceğiz![1043]
Ben iyice anlamışımdır ki; Allah ile birlikte başka mabudlar da olsaydı, başımıza gelenlerden bizi korurlardı!" dedi.[1044]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hind´e baktı ve Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Hırsızlık da etmeyecekler!" buyurdu[1045]
Hind:
´Yâ Rasûlallah! (Kocam) Ebu Süfyan, pinti ve cimri bir adamdır![1046]
Vallahi, ben, onun haberi olmadan, malından birşeyler çalıyordum!
Bu, benim için, helâl midir, değil midir; bilmiyorum.[1047]
Ebu Süfyan ne bana, ne de oğluma yeteri kadar birşey vermiyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun malından, kendine ve oğluna yetecek kadar birşey alabilirsin!" buyurdu.[1048]
Ebu Süfyan:
"Senin geçmişteki çaldığın, geçti gitti. Gelecekte çalacağın da, sana helâl olsun!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi,[1049] Hind´i yanına çağırdı [1050] ve:
"Demek, sen Hind binti Utbe´sin hâ !" buyurdu.
Hind:
"Evet![1051] Allah´a şükürler olsun ki; kendisi için seçip beğendiği dinini üstün kılmıştır.
Ey Muhammed! Muhakkak ki, bana rahmetin dokunacaktır! Ben şimdi Allah´a inanmış bir kadınım!" dedi ve yüzünden peçesini açtı.
"Ben Hind binti Utbe´yim![1052]
Allah geçmişleri bağışlar.[1053] Sen de benim geçmişlerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın!" dedi.[1054]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hind´e:
"Hoşgeldin!" buyurdu.
Hind:
"Vallahi yâ Rasûlallah! Dün, yeryüzünde senin çadırındakiler kadar zillete ve hakarete uğramasını özlediğim bir çadır halkı yoktu!
Bugün, sabaha çıkınca, senin çadırındakiler kadar izzet ve şerefe ermesini özlediğim bir çadır halkı yoktur!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu hal sende daha da çoğalsa gerektir!" buyurdu.[1055]
Fâtıma binti Utbe de:
"Senin çadırın ve içindekiler kadar kin duyduğum ve Allah´ın yağmalatmasını arzuladığım bir çadır yoktu! Fakat, şimdi bana senin çadırın ve içindekiler kadar sevdiğim ve Allah´ın mamur ve mübarek kılmasını özlediğim bir çadır yoktur!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyledir! Vallahi, ben kendisine çocuklarından, ana ve babalarından daha sevgili olmadıkça, hiçbiriniz, gerçekten iman etmiş olmazsınız!" buyurdu.[1056]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e döndü ve:
"Söyle onlara: Zina etmeyecekler!" buyurdu.
Hind:
"Yâ Rasûlallah! Hür kadın zina eder mi hiç !" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Vallahi, hür bir kadın zina edemez!" buyurduktan sonra, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Çocuklarını da öldürmeyecekler!" buyurdu.[1057]
Hind:
"Vallahi, küçük iken, onları biz büyüttük, yetiştirdik. Büyük iken, onları siz öldürdünüz [1058]
Sen bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki[1059] onları öldürelim ![1060]
Her ne ise, bu, sizin ve onların bileceği bir iş!" dedi.[1061]
Hz. Ömer, Hind´in:
"Sen bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki " sözüne o kadar güldü ki, az kalsın arkasına devrilecekti!
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, sadece gülümsedi.[1062]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmeyecekler!" buyurdu.
Hind:
"Vallahi, iftira çok kötü birşeydir.
Bize ancak doğru yol ve ahlâkî faziletler emrolunuyor! dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Allah´a tâat ve kulluk sayılan işlerde Resûlullaha muhalefet ve itaatsizlik etmeyeceklerdir!" buyurdu.
Hind:
"Vallahi, şu meclisimizde, hakkımızdaki herhangi birşeyde sana itaatsizlik ve muhalefet edelim diye oturmadık![1063]
Babam, anam sana feda olsun! Sen bizi ne kadar şerefli, ne kadar güzel şeylere davet ettin!" dedi.[1064]
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara Kur´ân-ı Kerîm okudu.[1065]
Hind´in Peygamberimiz Aleyhisselama Oğlak Kebabı Hediye Edişi ve Koyunlarının ve
Kuzulayıcılarının Bereketlenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebtah´ta bulunduğu sırada, Hind binti Utbe, kestirdiği iki körpe oğlağını ateş veya güneşte iyice ısıtılmış taş üzerinde kebap yaparak Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Hizmetçi kadın Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırına vardı, selam verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, zevcesi Hz. Üımımü Seleme ile Hz. Meymûne ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından da bazıları bulunuyordu.
Hind´in azadlısı kadın:
"Hanımım bu hediyeyi sana gönderdi. Kendisi ´Bugünlerde, bu yıllarda, koyunlarımız çok az kuzu-luyor1 diyor ve kebabı kuzudan yapamadığı için özür diliyor" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah sizin koyunlarınızı bereketlendirsin ve kuzulayıcılarını çoğaltsın!" diyerek dua etti.
Hizmetçi kadın Hind´in yanına dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın duasını haber verince, Hind buna çok sevindi.
Hizmetçi kadın:
"Koyunlarımızın ve kuzulayıcılarımızın öylesine çoğaldıklarını gördük ki, ne bundan önce, ne de yakın zamanlarda böylesini hiç görmemiştik!" derdi.
Hind de:
"Bu, Resûlullah Aleyhisselamın duası bereketi yüzündendir!
Hamd olsun o Allah´a ki, bizi İslâmiyete hidayet etti.
Bir gece rüyamda kendimi güneşin altında devamlı olarak ayakta duruyor, yakınımda bulunan gölgeye gitmeye bir türlü güç yetiremiyor bir halde görmüştüm!
Resûlullah Aleyhisselam bize yaklaşınca, sanki gölgeye girivermiştim!" derdi.[1066]
Hind, Müslüman olunca, evindeki putu keserle vurup parça parça etmiş ve:
"Biz senden dolayı ne kadar gurur, aldanış içinde idik!" demiştir.[1067]
Mekke Evlerindeki Putların Kırılışı ve Bazı Şeylerin Yasaklanışı
Mekke´de, umumî putlardan başka, her ailenin kendi evinde taptığı özel bir putu da vardı.
Bir kimse, yola çıkmak istediği ve hayvanına bineceği zaman, puta el yüz sürer; bu, onun yola çıkmadan önce yapacağı iş olurdu.
Yoldan döndüğü zaman da, yine, puta el yüz sürer; bu, onun döndükten sonra, daha ailesini görmeden yaptığı ilk iş olurdu.
Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamı tevhid akidesiyle peygamber olarak gönderdiği zaman, Kureyşliler
"Bütün ilahları bir tek ilah mı yapıyor ! Doğrusu, bu, şaşılacak şey!" demişlerdi.[1068]
Cübeyr b. Mut´im der ki:
"Mekke´nin fethedildiği günlerde, Resûlullah Aleyhisselamın münâdîsi (seslenicisi):
´Allah´a iman eden kişi, evinde kırmadık, yakmadık put bırakmasın! Putların parası da haramdır!´ diyerek seslendi.
Bundan önce, Mekke´de, onlara tapıldığını, çöl Araplarının onları satın alıp çadırlarına götürdüklerini görürdüm.
Kureyşîlerden, evlerinde bir putu bulunmayan, evlerine girerken, evlerinden çıkarken ona teber-rüken el sürmeyen kimse yoktu.
Mekke´de nida edildikten sonra, yeni Müslümanlar evlerindeki putları kırdılar."[1069]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´de içkileri de döktürdü. İçki küplerini kırdırdı.
İçki ve put alım satımını,[1070] içki ve put, domuz, ölmüş hayvan eti bedelini yemeyi, kâhinlere ücret vermeyi... de yasakladı.[1071]
Mekkeli Çocuklar İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Dua Ettirilişi
Velid b. Ukbe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Mekke´yi fethettiği zaman, Mekkeliler çocuklarını Resûlullaha götürüyor, Resûlullah Aleyhisselam da onların başlarını sıvazlıyor, okşuyor, kendilerine dua ediyordu.
Beni de Resûlullaha götürdüler.
Başıma bol zaferanla diğer kokulardan yapılan ağır bir koku sürülmüştü.
Resûlullah Aleyhisselam benim başımı sığamadı. Kendisini bundan alıkoyan, ancak, anamın beni bu ağır koku ile kokulamış olması idi. Resûlullah Aleyhisselam, sırf bunun için, benim başımı sığamadı."[1072]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Süheyl b. Amr´a Eman Verişi
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme´de Halid b. Velid´e karşı koyan üç Kureyşliden birisi Süheyl b. Amr idi.[1073]
Kendisi; yaptıklan muahede hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1074]
Süheyl b. Amr der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Mekke´ye girip hakim olduğu zaman, kendimi evime attım, kapımı üzerime kapattım!
Benim için Muhammed´den eman istesin diye, oğluma haber saldım. Öldürülmeyeceğimden emin değildim: Muhammed´le ashabına karşı olan tutum ve davranışlarımı hatırladım. Onlar katındaki durumumu düşündüm.
Benden daha kötü davranışlı bir kimse yoktu:
Resûlullah Aleyhisselamla hiç kimse karşılaşmazken, Hudeybiye günü ben karşılaşmış, muahede-nameyi de zorlayıp istediğim biçimde yazdırmıştım.
Bedir ve Uhud savaşlarına ve Kureyşlilerin ona karşı olan her hareketine katılmıştım!..."
Abdullah b. Süheyl, babası için, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ Rasûlallan! Ona eman verecek misin " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Ona Allah´ın emanı ile eman verilmiştir! Evinden dışarı çıksın!" buyurduktan sonra, çevresinde bulunanlara:
"Kim Süheyl b. Amr´a rastlarsa, ona dokunmasın! Ona sert bakışla da bakmasın ki, o dışarı çıkabilsin!
Andolsun ki; Süheyl, aklı ve şerefi olan bir adamdır.
Süheyl gibi kişiler, İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamazlar.
O, şimdiye kadar üzerinde durduğu şeylerin kendisi için hiç de yararlı olmadığını görmüş ve anlamış bulunuyordur!" buyurdu.
Abdullah b. Süheyl, babasının yanına gidip, Peygamberimiz Aleyhisselamın söylediklerini ona haber verdi.
Süheyl b. Amr:
"Vallahi, o küçükken de, büyükken de, iyi, dürüst ve yararlı idi" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gidip gelmeye başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte, Huneyn gazasına gitti ve Ci´râne´ye gelince Müslüman oldu.[1075]
Allah ondan razı olsun![1076]
Huvaytıb b. Abduluzzâ´nın Müslüman Oluşu
Huvaytıb b. Abduluzzâ, Hudeybiye muahede ve musalahası yazısına şahit olduğu ve imzasını koyduğu halde, bu muahede hükmünü çiğneyerek yüzünü kapatıp Benî Sekilerle birlikte Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1077]
Huvaytıb b. Abduluzzâ der ki:
"...Fetih yılı, Resûlullah Aleyhisselam Mekke´ye girince, son derecede korktum. Hemen evimden dışarı çıktım.
Ev halkımı, içinde emniyette olabilecekleri yerlere dağıttım.
Kendim de, Avf´ın bahçesine kadar gittim.
Bahçeye girdiğim zaman, orada Ebu Zerri´l-Gıfârî ile karşılaştım.
Kendisiyle aramızda dostluk vardı. Dostluk ise, tabiî ki, temelli olarak birbirlerini korumayı gerektirir.
Onu görür görmez, kaçtım.
Bana:
´Ebu Muhammedi1 diyerek seslendi.
´Buyur!´ dedim.
Bana:
´Senin neyin var Sen ne için kaçıyorsun ´ diye sordu.
Ona:
´Korkum var!´ dedim.
Bana:
´Senin için korku yok! Yüce Allah´ın emanıyla, sana eman verilmiştir! [1078] Gel!´ dedi.[1079]
Hemen, dönüp yanına vardım, selam verdim.[1080]
´Sana eman verilmiştir. İstersen seni Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna çıkarayım, istersen1[1081] evine kadar git!1 dedi.
Kendisine:
´Benim için, evime kadar gitmeye imkân var mı ki Vallahi, evime sağ olarak kavuşacağımı sanmıyorum! Ya yolda yakalanır, öldürülürüm, ya da evimde iken yanıma girilir, öldürülürüm [1082] Ev halkım da, dağınık yeri erdedir´ dedim.
Bana:
´Haydi, sen ev halkını bir yerde tnpla![1083]
Seni evine ulaştırıncaya kadar, seninle birlikte geleceğim!´ dedi ve benimle birlikte geldi.
Gelirken de:
´Huvaytıb´a eman verilmiştir! Ona saldırılmayacak, dokunulmayacaktır!´ diyerek sesleniyordu.
Ebu Zer, beni evime ulaştırdıktan sonra, dönüp Resûlullah Aleyhisselama gitti. Durumu kendisine arzetti.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Mekkelilerden, öldürülmelerini emrettiğim kimseler dışındaki herkese eman vermiş değil miydik !´ buyurdu.[1084]
Bunun üzerine, öldürülmeyeceğime iyice kanaat getirdim.
Ev halkımı da evlerine geri çevirdim.
Ebu Zer yanıma tekrar geldi ve bana:
´Ebu Muhammedi Sen her yerde geçip gittin! Daha ne zamana kadar ve nereye kadar geçip gideceksin !
Sen hayırlardan birçoğunu kaçırdın! Geride kalan daha birçok hayır var!
Hemen Resûlullah Aleyhisselama git, Müslüman ol, selamete er!
Resûlullah Aleyhisselam insanların en iyisi, insanların akrabalık haklarını en çok gözeteni, insanların en hayırlısı, en ağırbaşlısı, en uslusu, en yumuşak huylusudur.
Onun şerefi, senin de şerefindir. Onun güçlülüğü, üstünlüğü, senin de güçlülüğün, üstünlüğündür!´ dedi.
Ebu Zer´e:
´Öyleyse, ben seninle birlikte çıkar, ona giderim´ dedim.
Hemen, onunla birlikte yola çıkıp Ebtah´ta bulunan Resûlullahın yanına vardım.
Ebu Bekir ve Ömer de, onun yanında bulunuyordu.
Resûlullah Aleyhisselamın başucunda durdum.
Ebu Zer´e:
´Ona selam verileceği zaman ne söylenir ´ diye sordum.
Ebu Zer:
´Esselâmu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh=Allah´ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerine olsun ey peygamber, de!´ dedi.
Resûlullaha böyle söyleyerek selam verdim.
Resûlullah da:
´Ve aleykesselâm Huvaytıb!=Senin üzerine de olsun Huvaytıb!´ buyurdu.
Hemen:
´Eşhedü en lâ ilahe illallah ve enneke Resûlullah=Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! Hiç şüphesiz, sen de Allah´ın Resûlüsün!´ dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
´Hamd olsun o Allah´a ki, seni hidayete, doğru yola erdirdi!1 buyurdu ve Müslüman olmama sevindi. "[1085]
Allah ondan razı olsun![1086]
İkrime b. Ebu Cehil´e Eman Verilişi ve Kendisinin Müslüman Oluşu
İkrime b. Ebu Cehil´in zevcesi Ümmü Hakîım binti Haris, akıllı bir kadındı. [1087]
Mekkefethedildiği zaman, içlerinde Hind binti Utbe´nin de bulunduğu, Kureyş kadınlarından on kişilik bir topluluk halinde gelip Peygamberimiz Aleyhisselama bey´at ederek Müslüman olduktan sonra:
"Yâ Rasûlallah! İkrime senden korkarak kaçtı. Kendisini senin öldüreceğinden korkuyor. Ona eman versen " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ona eman verilmiştir!" buyurdu.[1088]
Ümmü Hakîm Hatun, kocası için Peygamberimiz Aleyhisselamdan eman alınca, onu aramaya gidip getirmek için de izin istedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verdi.[1089]
Ümmü Hakim, Rumî uşağını yanına alarak yola çıktı.
Yolda uşağı ona sarkıntılığa yeltendi.
Ümmü Hakîm, Âkke halkından bir cemaatin yanına varıncaya kadar onu oyaladı. Orada, uşağına karşı onlardan yardım istedi. Onlar da uşağı iple sımsıkı bağladılar.
Ümmü Hakîm, İkrimeye, Tihâme sahillerinden bir sahilde, gemiye bindiği bir sırada yetişti.[1090]
İkrime der ki:
"Gemiye binip Habeşe´ye kavuşmak istiyordum. Binmek için, geminin yanına vardım.
Gemici, bana:
´Ey Allah´ın kulu! Allah´a şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah´ı bir tanımadıkça gemime binme! Bunu yapmazsan, geminin içinde helak olacağımızdan korkarım!´ dedi.
Kendisine:
´Allah´a şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah´ı bir tanımayan hiç kimse gemiye binemez mi ´ diye sordum.
Gemici:
´Evet! Allah´a karşı ihlaslı olmadıkça, hiç kimse gemiye binemez!´ dedi."[1091]
İkrime gemide oturduğu yerden seslice Lâtve Uzzâ adını anınca, gemici:
"Şurada hiç kimsenin Allahtan başka hiçbir şeye dua etmesi caiz ve doğru olamaz![1092]
Allah´a karşı ihlaslı ol! Başkasını araya karıştırma!" dedi.
İkrime:
"Peki! Ne diyeyim " diye sordu.
Gemici:
"´Allah´tan başka ilah yoktur!´ de![1093]
Çünkü, burada Allah´tan başkası yarar vermez!" dedi.
İkrime:
"Galiba, bu, Muhammed´in bizi imana davet ettiği İlah olsa gerekli [1094]
Halbuki, ben bu yüzden kaçmıştım! [1095]
Muhammed´in getirip kabul etmeye bizi davet ettiği ve üzerinde anlasam ayarak kendisinden ayrıldığım şey de budur!
Vallahi, o denizde İlahımız ise, muhakkak, karada da İlahımızdır![1096]
Vallahi, o denizde bir olursa, her halde, karada da birdir!" dedi.[1097]
O sırada, çıkan fırtına gemiyi altüst ediyordu!
Gemici, gemi halkına:
"İlahınıza ihlaslı olunuz: O´ndan başka hiçbir şey, felâketi başımızdan savamaz!" dedi.[1098]
İkrime, gemi halkının Allah´a dua ve birliğini ikrar ettiklerini görünce, onlara:
"Bunu ne için yapıyorsunuz " diye sordu.
"Burada Allah´tan başkası yarar vermez!" dediler.[1099]
İkrime:
"Denizde Allah´a ihlaslı olmadıkça beni hiçbir şey kurta ram azsa, karada da ondan başkası kurtaramaz!
Ey Allah´ım! Boynumun borcu olsun: Eğer sen beni içinde bulunduğum tehlikeden kurtarırsan, Muhammed´e gidip elimi onun eline koyarak bey´at edeyim [1100]
Beni geri çeviriniz [1101]
Allah´a yemin ederim ki; ben artık Muhammed´in yanına döneceğim!" dedi.[1102]
İkrime der ki:
"İşte bunun üzerinedir ki, İslâmiyeti anlamaya başladım ve İslâmiyet sevgisi kalbime düştü!"[1103]
Ümmü Hakîm de, o sırada, yanlarına varmış bulunuyordu.[1104]
İkrime´ye:
"Ey amcamın oğlu! Ben sana insanların akraba haklarını en çok gözeteni, insanların en iyisi ve en hayırlısı olan zâtın yanından geldim![1105]
Kendini boş yere helak etme! Sen bunun üzerinde dur!
Sonunda gerçeği kavrayacak ve anlayacaksın![1106]
Hem, ben senin için[1107] Muhammed Resûlullah Aleyhisselamdan[1108] eman da almış bulunuyorum![1109] Sen emniyettesin!" dedi.[1110]
İkrime:
"Sen bu işi yapabildin mi " diye sordu.
Ümmü Hakîm:
"Evet! Ben kendisiyle konuştum. Sana eman verdi" dedi.
İkrime:
"Rumî uşağının bir kötülüğü ile karşılaştın mı " diye sordu.
Ümmü Hakîm onun kendisine yapmak istediği kötülüğü haber verince, İkrime vurup onu öldürdü.
Ümmü Hakîm, İkrime´nin temas isteğini:
"Sen kâfirsin! Ben Müslüman bir kadınım!" diyerek reddetti.
İkrime:
"Seni benden geri durduran şey, herhalde, büyük birşey olsa gerek!" dedi.[1111]
İkrime, Ümmü Hakîm ile birlikte Mekke´ye döndü.
Mekke´ye yaklaştıkları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"İkrime, sizin yanınıza, mü´min ve muhacir olarak geliyor!
Sakın, onun babasına kötü söz söylemeyiniz!
Çünkü, ölüye kötü söz söylemek diriyi üzer, ölüye birşey erişmez!" buyurdu.[1112]
İkrime Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırının kapısına gelip eriştiği,[1113] Peygamberimiz Aleyhisselam onu gördüğü zaman,[1114] onun gelişine sevincinden dolayı hemen sıçrayıp ayağa kalktı ve yanına doğru vardı [1115] Onu kucakladı.[1116]
Ona üç kere: [1117]
"Hoşgeldin süvari muhacir!" buyurdu.[1118]
Sonra, oturdu.
İkrime ile Ümmü Hakîm de, Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdular.
Ümmü Hakîm´in yüzü peçeli idi.[1119]
İkrime:
"Yâ Muhammed! Bu zevcem senin bana eman verdiğini söyledi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylemişin[1120] Sana eman verilmiştir!" buyurdu.[1121]
İkrime:
"Yâ Muhammed! Sen beni nelere davet ediyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben seni Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet etmeye,
Namaz kılmaya,
Zekat vermeye,
Oruç tutmaya,
Haccetmeye,
Ve şöyle şöyle yapmaya davet ediyorum!" buyurup, İslâmiyet esaslarını ve İslâm ahlâkını saydı.
İkrime:
"Vallahi, sen ancak hak ve gerçek olana, güzel ve iyi birşeye davet ediyorsun!
Vallahi, davet ettiğin şeylere davete başlamadan önce de, sen içimizde sözü en doğru olanımız, iyilik yönünden de en iyimizdin![1122]
Ben şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur.[1123] O´nun eşi, ortağı da yoktur![1124]
Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür![1125]
Sen ki, Allah´ın kulu ve resûlüsün! İnsanların en iyisi, en doğrusu ve en vefalısısın!" dedi.
İkrime, bunları söylerken, Peygamberimiz Aleyhisselamdan utandığından dolayı, başını önüne eğmiş bulunuyordu.[1126]
İkrime´nin Müslüman oluşu Peygamberimiz Aleyhisselamı sevindindi.[1127]
İkrime:
"Yâ Rasûlallah! Bildiğinin hayırlısını bana öğret, işlememi de emret![1128] sen bana hayırlı olan şeyi öğret de, ben onu söyleyeyim" dedi.[1129]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"´Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür!1 dersin![1130] Allah yolunda cihad edersin!" buyurdu.[1131]
İkrime:
"Bundan sonra, ne diyeyim " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"´Allah´ı şahit tutarım ve burada bulunanları da şahit tutarım ki; ben Müslümanım, muhacirim ve mücahidim1 dersin!" buyurdu.
İkrime de, öyle söyledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben, bugün benden dilediğin şeyi, senden başka kimseye vermediğim şeyi sana vereceğim!" buyurdu.[1132]
İkrime:
"Yâ Rasûlallah[1133] Sana karşı yaptığım bütün düşmanlıklar,[1134] müşrikliğin yayılması ve üstün gelmesi arzusuyla[1135] sana karşı attığım bütün adımlar, sana karşı geldiğim bütün yerler, senin yüzüne karşı veya arkandan sarf ettiğim bütün sözler için bana Allahtan mağfiret dilemeni istiyorum!" dedi.[1136]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Allah´ım! Onun bana karşı yaptığı bütün düşmanlıklardandı.[1137] Senin yolundan çevirmek maksadıyla[1138] gittiği, içinde erişeceği yere kadar adım attığı ve bununla da Senin nurunu söndürmeyi arzuladığı her yerdeki tutum ve davranışlarından doğan günahlarını bağışla! Onun, aleyhimde, yüzüme karşı veya arkamdan işlediği bütün kötülükleri de bağışla!" diyerek dua etti.
İkrime:
"Razı oldum yâ Rasûlallah![1139]
Amma, vallahi, yâ Rasûlallah! Allah´ın kullarını Allah´ın yolundan çevirmek için harcadığımın iki katını Allah yolunda harcamadıkça, Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların iki katını da Allah yolunda yapmadıkça, geri durmayacağım!" dedi.[1140]
Hz. Âişe derki:
"Resûlullah Aleyhisselam:
´Uyurken rüyamda Ebu Cehil´in yanıma gelip bana bey´at ettiğini görür gibi oldum!´ buyurmuştu.
(Ebu Cehil´in yeğeni) Halid b. Velid, Müslüman olunca:
´Yâ Rasûlallah! Halid´in Müslüman olmasıyla, Allah senin rüyanı doğruladı´ denildi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Muhakkak ki, ondan başkası Müslüman olacaktır!´ buyurdu.
Nihayet, İkrime b. Ebu Cehil Müslüman oldu ve bu, Resûlullah Aleyhisselamın rüyasını doğruladı ."[1141]
Başka bir rivayette de; Peygamberimiz Aleyhisselam rüyasında Cennete girince, orada hoşuna giden bir hurma ağacı görmüştü.
"Bu kimindir " diye sorup da;
"Ebu Cehil´indir!" denilince, bu çok ağırına gitmiş, kendi kendine:
"Cennette Ebu Cehil´in hurma ağacı nasıl olabilir
Vallahi, o hiçbir zaman Cennete giremez!" demişti.[1142]
Hz. Ümmü Seleme de:
"Resûlullah Aleyhisselam:
´Cennette Ebu Cehil´e ait (olduğu söylenen) bir hurma ağacı gördüm!´ buyurmuştu.
İkrime b. Ebu Cehil Müslüman olunca da, bana:
´Ey Ümmü Seleme! Ebu Cehil´e ait (olduğu söylenen) Cennette gördüğüm o hurma ağacı, işte budur!´ buyurdu" demişti.[1143]
İkrime, Müslüman olduktan sonra, Mekke´de Kureyşîlerin evlerinden hangi evde put bulunduğunu işitirse, hemen gider, onu kırardı. Halbuki, daha önce Cahiliye çağında put yapıp satanların başı idi.[1144]
İkrime iyi bir Müslümandı.[1145] Müslümanların iyilerindendi.[1146]
Mushafı eline alır, yüzüne gözüne sürer ve:
"Rabbimin Kelamı, Rabbimin Kitabı!" diyerek ağlardı.[1147]
Yüce Allah ondan razı olsun![1148]
Hâris b. Hişam´ın Müslüman Oluşu
Hâris b. Hişam, Ebu Cehil´in kardeşi ve Halici b. Velid´in de amcasının oğlu idi.[1149]
Kureyşflerin eşrafındandı.[1150]
Peygamberimiz Aleyhisselam onun Cahiliye çağında konukları ağırladığını, halka yemekler yedirdiğini anar ve:
"Allah´ın onu İslâmiyete hidayet etmesini ne kadar arzu ederdim!" buyururdu.[1151]
Peygamberimiz Aleyhisselamin amcası Ebu Talib´in kızı ve Hz. Ali´nin kızkardeşi (ablası) Ümmü Hani, Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzumî´nin nikâhlısı idi.
Akrabasından dolayı kendisine akraba olan Haris b. Hişam ile Züheyrb. Ebi Ümeyye, Mekke´nin fethi günü, Ümmü Hani´nin evine geldiler[1152] ve:
"Biz senin himayene giriyoruz!" dediler.
Ümmü Hani, onlara:
"Olur!" dedi.
O sırada, Hz. Ali atlı ve tepeden tımağa kadar silahlanmış olarak Ü mmü Hani´nin evine geldi.
Ümmü Hani, Hz. Ali´yi tanıyamadı.
Ona:
"Ben Resûlullah Aleyhisselamın amcasının kızıyım!" dedi.
Hz. Ali miğferini yukarı kaldırıp yüzünü açınca, Ümmü Hani "Kardeşim!" diyerek onu kucakladı, selamladı.[1153]
Hz. Ali, Ümmü Hani´nin yanındaki müşrikleri görünce, öldürmek için kılıcını sıyırıp onların üzerlerine yürüdü[1154] ve:
"Öldüreceğim onları!" dedi.[1155]
Ümmü Hani:
"Ey kardeşim![1156] Sen bana bu işi yapar mısın !" dedi[1157] ve hemen onların üzerlerine bir örtü örttü.[1158]
Hz. Ali:
"Sen iki müşriği mi koruyorsun ![1159] Çekil onların yanından!" dedi.[1160]
Ümmü Hani:
"Vallahi, sen onları öldüremezsin![1161] Öldürmeye benden başlamadıkça!" dedi.[1162]
Bunun üzerine, Hz. Ali birşey yapmadan çıkıp gitti.
Ümmü Hani de, onların üzerlerine kapısını kilitledi ve:
"Hiç korkmayınız!" dedi.[1163]
Durumu arzetmek üzere, Mekke´nin yukarısındaki Bathâya, Hacun´a kadar gitti.[1164]
Peygamberimiz Aleyhisselamı orada bulamadı. Hz. Fâtıma´yı buldu.[1165]
Ona:
"Anamın oğlu Ali´nin elinden ne çektiğimi bir bilsen!
Bana kocamdan akraba olan müşriklerden iki kişiyi himayeme almıştım. Ali öldürmek için kılıcını sıyırıp onların üzerlerine yürüdü!" dedi.[1166]
Hz. Fâtıma:
"Demek, sen iki müşriği himayene aldın hâ " dedi.[1167]
Hz. Fâtıma´nın bu sözü, Ümmü Hani´ye, Hz. Ali´nin davranışından daha ağır geldi.
O sırada Peygamberimiz Aleyhisselam oraya çıkageldi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın üstü başı tozlarım işti.[1168]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çadırında, bir leğenin içinde yıkandı.
Yıkanıncaya kadar, Hz. Fâtıma da elbisesini Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde tutarak Peygamberimiz Aleyhisselamı siperledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam elbisesini giydi ve sekiz rekat kuşluk namazı kıldı.[1169]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ümmü Hani´yi görünce:
"Kim bu " diye sordu.
Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Ben Ümmü Haniyim!" dedi.[1170]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ümmü Hani Fâhite! Hoşgeldin!" dedi[1171] ve:
"Sen ne için geldin " diye sordu.[1172]
Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Anamın oğlu Ali´nin elinden ne çektiğimi bir bilsen! Az kalsın elinden kurtulamayacaktım!
Kocamdan akrabam ve müşrik olan iki kişiye eman vermiş, kendilerini himayeme almıştım.
Anamın oğlu Ali, üzerlerine yürüyüp onlan öldürmek istedi!" dedi.[1173]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun böyle davranması, uygun olmamış![1174]
Senin himayene aldığın, bizim de himayemizdedir![1175] Senin eman verdiğine, biz de eman ver-mişizdir![1176]
Onlar öldürülmeyeceklerdir!" buyurdu.[1177]
Bunun üzerine, Ümmü Hani hemen evine dönüp durumu onlara bildirdi ve:
"İsterseniz burada oturun, isterseniz evlerinize dönün!" dedi.
Onlar, Ümmü Hani´nin evinde iki gün oturduktan sonra, kendi evlerine döndüler.[1178]
Haris b. Hişam derki:
"Müşriklerin kendisine karşı koydukları her yerde Resûlullah Aleyhisselamın beni de görmüş bulunmasına rağmen bana gösterdiği iyiliği ve merhameti hatırladıkça, beni görmesinden utanır olmuştum.
Mescid-i Haram´a girdiği sırada, kendisine rastladım.
Beni güleryüzle karşıladı. Yanına varıncaya kadar, ayakta durdu.
Selam verdim ve hemen Cenab-ı Hakk´ın birliğine şehadet getirip Müslüman oldum.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam;
´Hamd olsun O Allah´a ki, sana doğru yolu gösterdi. İslâmiyeti nasip etti. Senin gibi bir adam İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamaz! Vallahi, zannetmem ki, İslâmiyet gibi bir din, tanınmaz ve takdir edilmez olsun!´ buyurdu."[1179]
Haris b. Hişam; kalbleri İslâmiyete ısındırılmak için kollanılan kişiler arasında iken, Müslümanlığını güzelleştirmiş, ashabın üstünlerinden ve hayırlılarından olmuştur.[1180]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Haris b. Hişam´ın oğlu Abdurrahman der ki:
"Haris b. Hişam:
´Yâ Rasûlallah! Bana birşey haber ver ki, ona sımsıkı sanlayım ´ demişti.
Resûlullah Aleyhisselam, diline eliyle işaret ederek:
´Buna sahip ol!´ buyurdu.
Aradan çok geçmeden, onun en az konuşan bir adam olduğunu gördüm.
Halbuki, ondan daha zeki ve anlayışlısı, atıp tutmaya başladığı zaman da ondan şiddetlisi, hiddetlisi yoktur.[1181]
Şair Abdullah b. Zibârâ´nın Necran´dan Gelip Müslüman Oluşu
Mekke fethedilince, Abdullah b. Zibârâ, öldürüleceğinden korkarak, Ümmü Hani´nin kocası Hübeyre b. Ebi Vehb ile birlikte Necran´a kadar kaçtı ve Necran kalesine girdi.
Orada, kendilerine:
"Arkanızdakil erden ne haber var " diye sordukları zaman:
"Kureyşîleri soruyorsanız, Muhammed Mekke´ye girdi. Kureyşîler de öldürüldüler!
Vallahi, öyle sanıyoruz ki, Muhammed bu kalenize kadarda ilerleyip gelecektir!" dediler.
Belharisler ile Kilablar, kalelerinin bozuk, yıkık yerlerini onardılar ve yaylım hayvanlarını topladılar.[1182]
Şair Hassan b. Sabit´in söylemiş olduğu bir tek beyit, Abdullah b. Zibârâyı uyarmaya, umutlandırmaya ve Mekke´ye geri çevirmeye yetti. [1183]
Abdullah b. Zibârâ, Hassan b. Sabit´in beytini alıp da Mekke´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına gitmeye hazırlanınca, Hübeyre b. Ebi Vehb:
"Ey amcamın oğlu! Sen nereye gitmek istiyorsun " diye sordu.
Abdullah b. Zibârâ:
"Vallahi, Muhammed´in yanına gitmek istiyorum!" dedi.
Hübeyre b. Ebi Vehb:
"Ona tâbi olmayı mı istiyorsun " diye sordu.
Abdullah b. Zibârâ:
"Evet! Vallahi!" dedi.
Hübeyre b. Ebi Vehb:
"Keşke ben senden başkasını yoldaş edinmiş olsaydım!
Vallahi, zannetmem ki, sen Muhammed´e temelli bağlı kalasın!" dedi.
Abdullah b. Zibârâ:
"Bu, senin görüşündür!
İnsanların en hayırlısı ve en iyisi olan amcamın oğlunu bırakıp da, ne için Benî Haris b. Ka´bların yanlarında oturalım !" dedi.
Necran´dan ayrılıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Abdullah b. Zibârâ gelirken, Peygamberimiz Aleyhisselam ashabıyla birlikte oturuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
"İşte İbn Zibârâ! Yüzünde İslâmiyet nuru parlıyor!" buyurdu.
Abdullah b. Zibârâ, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip ayakta durdu ve:
"Selam olsun sana ey Allah´ın Resûlü!
Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
Şüşhesiz ki, sen de, O´nun kulu ve resûlüsün!
Hamd olsun O Allah´a ki, beni İslâmiyete hidayet edip kavuşturdu.
Ben, sana karşı, ata, deveye binerek veya yürüyerek düşmanlık yapmaktan geri durmamış; sonra da, senden korkup Necran´a kaçmıştım.
İslâmiyete hiçbir zaman yaklaşmamak istiyordum.
Yüce Allah ise, benim için, istediğimden daha hayırlısını diledi ve onun sevgisini gönlüme düşürünce, içinde yuvarlandığım dalâlet ve sapkınlıkları; hiçbir yarar vermez, kendisine kimin taptığını, kimin tapmadığını bilmez bir taş parçası karşısında akıl sahibinin tapınmasındaki ve ona kurbanlar kesmesindeki manasızlığı ve boşluğu düşünebildim!" dedi[1184] ve yapmış olduğu bütün kötülüklerden dolayı Peygamberimiz Aleyhisselamdan özür ve af diledi, özrü kabul edildi.[1185]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hamd olsun O Allah´a ki, sana İslâmiyeti bahşetti.
Şüphe yok ki, İslâmiyet kendisinden önce yapılanları siler!" buyurdu.[1186]
Abdullah b. Zibârâ, İslâm amelleriyle Müslümanlığını güzelleştirdi.[1187]
Abdullah b. Zibârâ´nın arkadaşı Hübeyre b. Ebi Vehb ise, Necran´da oturdu. Orada müşrik olarak ölüp gitti.[1188]
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Serh´in Özür Dileyişi ve Müslümanlığa Dönüşü
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh de, Kabe´nin örtüsü altında bile olsa öldürülmesi emnedilenler,[1189] kanı helâl sayılanlar arasında idi.[1190]
Mekke fethedilince, kaçıp Hz. Osman´a sığınmıştı.[1191]
Abdullah b. Sa´d´ın annesi, Hz. Osman´ı emzirmişti.[1192]
Bunun için, Abdullah b. Sa´d, Hz. Osman´ın sütkardeşi idi.[1193]
Abdullah b. Sa´d, Hz. Osman´a:
"Ben vallahi seni seçtim. Beni şurada tut! Muhammed´e git, benim hakkımda kendisiyle konuş!
Muhammed beni görürse gözlerimi oyar!
Çünkü, benim suçum, suçların en büyüğüdür!
İşlemiş bulunduğum suçtan pişmanlık duymuş, tevbe etmiş bulunuyorum!" dedi.
Hz. Osman:
"Hayır! Ben seni yanıma alır, giderim" dedi.
Abdullah b. Sa´d:
"Vallahi, o, beni görecek olursak, muhakkak boynumu vurdurur! Benim yüzüme bakmaz!
O, benim kanımın dökülmesini helâl saymıştı.
Onun ashabı da, beni öldürmek için, her yerde arıyorlar!" dedi.[1194]
Gerçekten de, o her yerde sıkı sıkı aranılıp duruyordu. [1195]
Hz. Osman, olağanüstü durum yatışıncaya kadar, Abdullah b. Sa´d´ı sakladı.[1196] Sonra, ona:
"Haydi, gel! Sen benim yanımda git! İnşaallah, Resûlullah Aleyhisselam seni öldürmez!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Osman´ın hiçbir dileğini dinlememezlik etmezdi
Hz. Osman, elinden tutup Abdullah b. Sa´d´ı Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü, önünde durdular ve:
"Yâ Rasûlallah! Bunun anası bunu yürütür, beni sırtında taşırdı.
Bunun sütünü keser, beni emzirirdi.
Bunu bırakır, bana iyilik eder, hediye verirdi.
Bunu, anasının benim üzerimdeki iyilikleri için, bana bağışla![1197]
Yâ Rasûlallah! Halka verdiğin genişliği, emanı, İbn Ebi Serh´e de ver!" dedi ve Abdullah b. Sa´d´ın elini tutup Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, boynunu ve yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz. Osman İbn Ebi Serh´in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine, yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz. Osman İbn Ebi Serh´in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.[1198]
Peygamberimiz Aleyhisselam ondan yüzünü başka tarafa çevirdikçe, Hz. Osman o yana varıp karşısında duruyor ve dileğini tekrarlıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam İbn Ebi Serh´ten tekrar tekrar yüz çevirmek, ona em an vermemekle, birisinin hemen kalkıp onun boynunu vurmasını istiyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu iş için hiç kimsenin kalkmadığını gördü.
Hz. Osman ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın başını öptü ve:
"Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Şunun bey1 atı m al!" diyerek, üzerine düştükçe düştü.[1199] Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh için af ve eman diledi.[1200]
Peygamberimiz Aleyhisselam, uzunca bir müddet sustuktan sonra: [1201]
"Olur!" buyurdu.[1202]
Başını kaldırıp Abdullah b. Sa´d´a üç kere baktı.[1203] Sonra, bey´atını aldı.[1204]
Hz. Osman Abdullah b. Sa´d´la dönüp gittikten sonra,[1205] Peygamberimiz Aleyhisselam, çevrelerindeki sahabilerine dönüp: [1206]
"Ben ancak bazınız kalkıp onun yanına varsın da boynunu vursun diye sustum.[1207]
Bey´atını almaktan ellerimi çektiğimi görünce, eman vermeden, kalkıp o fâsıkı öldürecek, içinizde anlayışlı birkimse yok mu idi ![1208]
Bunu yapmaktan sizi alıkoyan ne idi !" buyurdu.[1209]
Bir Ensarî, İbn Ebi Serh´i, görürse, öldürmeyi adamıştı.
İbn Ebi Şerh Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Hz. Osman´la geldiği zaman, Ensarî kılıcı elinde, ayakta duruyor; İbn Ebi Serh´i öldürmesi için Peygamberimiz Aleyhisselamın işaretini bekliyordu.
Hz. Osman´ın kayırmasıyla İbn Ebi Şerh kurtulup gidince, Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensarîye:
"Adağını yerine getirsen olmaz mı idi !" buyurdu.
Ensarî:
"Yâ Rasûlallah! İki elim kılıcımda, ayak üzeri duruyor, onu öldürmek için bana ne zaman işaret edeceksiniz diye bekliyordum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşaret, hıyanettir! Peygamber için, işaret etmek yoktur!" buyurdu.[1210]
Daha başkaları da:
"Yâ Rasûlallah! Biz, senin kalbinde olanı bilmiyorduk ki [1211]
Keşke bize gözünle işaret ediverseydin,[1212] onu öldürdük!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben işaretle kimseyi öldürtmem [1213]
Peygamber işaretle adam öldürtmez![1214]
Gözucuyla işaret etmek hiçbir peygambere yaraşmaz!" buyurdu.[1215]
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, Peygamberimiz Aleyhisselamı gördükçe, utancından kaçar dururdu.
Hz. Osman, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam, anam sana feda olsun! Anasının oğlu Abdullah´ın seni her görüşünde senden nasıl kaçtığını bir görseydin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi ve:
"Onun bey´atını almadım mı Kendisine eman vermedim mi " diye sordu.
Hz. Osman:
"Evet yâ Rasûlallah! Fakat, o, Müslüman olduğu zaman işlediği suçun büyüklüğünü düşünüyor da, senin yüzüne bakmaktan utanıyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İslâmiyet kendinden önce işlenmiş olan kötülükleri siler!" buyurdu.
Hz. Osman hemen dönüp bunu Abdullah b. Sa´d´a haber verdi.[1216]
Bunun üzerine, Abdullah b. Sa´d, halk ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselama gider, gelir, selam verirdi.[1217]
Abdullah b. Sa´d, yeniden Müslüman olduktan sonra, İslâmiyet amelleri ile Müslümanlığını güzelleştirmiş; ölünceye kadar, kendisinde kötü bir tutum ve davranış görülmemiş[1218] sadece hayır ve fazilet, iyi hallilik ve dindarlık görülmüş,[1219] fitneden, daima kaçınır olmuş ve:
"Ey Allah´ım! Benim en son amelimi sabah namazı yap!" diyerek dua etmiş durmuştur.
Bir gün, abdest alıp sabah namazına durmuş, birinci rekatta Fatiha ile Adiyât sûresini okumuş, ikinci rekatın sonunda sağ tarafına selam vermiş, sol tarafına selam verirken ruhu kabzolunmustur.[1220]
Allah ondan razı olsun.[1221]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safvan b. Ümeyye´ye Eman Verişi
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan b. Umeyye; Cidde´den gemiye binip Yemen´e gitmek üzere Mekke´den kaçmış.[1222] Şuaybe´ye ulaşmıştı.[1223]
Ashabdan Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Allah´ın Peygamberin[1224] Salvan b. Ümeyye benim kavmimin seyyididir. Kendisini denize atmak için kaçıp gitmiş bulunuyor. [1225] Senin kendisine eman vermeyeceğinden korkuyor.
Babam, anam sana feda olsun![1226] Ha ona da eman ver, ne olur [1227]
Allah´ın salât ü selamı senin üzerine olsun!" dedi.[1228]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ona eman verilmiştir!" buyurdu.
Umeyr b. Vehb, Safvan´ın izi sıra yola çıktı ve kendisine yetişti.[1229]
Safvan´ın yanında Yesar adındaki uşağından başka kimse yoktu.
Safvan, uşağına:
"Yazıklar olsun sana! Bak, kimi görüyorsun " diye sordu.
Uşak:
"Bu, Umeyr b.Vehb´dir!" dedi.
Safvan:
"Ben Umeyrl ne yapayım Vallahi, o ancak beni öldürmek maksadıyla gelmiştir. Kendisi bana karşı Muhammed´e yardım etmiş, onun peşine takılmış bulunuyor!" dedikten sonra, Umeyr´e:
"Ey Umeyr! Bana yaptıkların daha yetmedi mi
Hem borcunu ve ailenin geçimini banayükledin, hem de gelip beni öldürmek istiyorsun! " dedi.[1230]
Umeyr b. Vehb:
"Babam, anam sana feda olsun!
Allah´tan kork, Allahtan kork da, kendini helak etmekten sakın!
İşte, sana Resûlullah Aleyhisselamdan eman da getirmiş bulunuyorum!" dedi.
Safvan:
"Yazıklar olsun sana! Sen benden uzak dur! Benimle konuşma!
Çünkü, sen yalancısın! Olmayacak şeyi uyduruyorsun!" dedi.
Umeyr b. Vehb:
"Ey Safvan! Babam, anam sana feda olsun.[1231]
Ben, sana, insanların en iyisinin ve akraba haklarını en çok gözeteninin yanından geliyorum!
Resûlullah Aleyhisselam sana eman verdi!" dedi.
Safvan:
"Hayır! Vallahi, bana ondan tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, seninle birlikte dönmem!" dedi.
Bunun üzerine, Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Yâ Rasûlallah! Salvan´a gittim. O senden kaçıyor ve kendisini öldürmek istiyordu.
Ona senin eman verdiğini söyledim.
´Bana, ondan, tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, geri dönmem!´ dedi.[1232]
Yâ Rasûlallah! Kendisine eman verdiğini anlayacağı bir alâmet ver bana!" dedi.[1233]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Al sangımı!" buyurdu.[1234]
Peygamberimiz Aleyhisselamın verdiği sarık, Mekke´ye girerken başına sarmış olduğu, Yemen bezinden sarığı idi.[1235]
Umeyr b. Vehb, Salvan´a Peygamberimiz Aleyhisselamının sarığını götürdü.[1236]
Ona:
"Ey Salvan! Babam, anam sana feda olsun![1237]
Ben, sana, insanların en hayırlısının, akraba haklarını en çok gözeteninin, insanların en iyisinin, insanların en sabırlısı, en uslusunun yanından geliyorum.
Amcanın oğlunun şerefi senin şerefindir!
Onun üstünlüğü senin üstünlüğündür.
Onun hükümranlığı senin hükümranlığındır.[1238]
O, senin atalarının, babalarının oğludur.
Kendisi hakkındaki tutum ve davranışlarında Allah´tan korkmanı sana hatırlatırım!" dedi.[1239]
Safvan:
"Ben öldürülmekten korkuyorum!" dedi.[1240]
Umeyr b. Vehb:
"O seni İslâmiyete davet ediyor. Kabul edersen ne âlâ!
Kabul etmezsen, sana iki ay mühlet vermiş, tercih hakkı tanımıştır.
O, insanların en vefalısı ve en iyisidir.
Mekke´ye girerken sarınıp bir ucunu arkasına salmış olduğu sarığını sana göndermiştir" dedi ve:
"Onu görsen, tanır mısın " diye sordu.
Safvan "Evet!" deyince Umeyr b. Vehb sarığı çıkarıp ona gösterdi.
Safvan:
"Evet! Aynen onun sarığıdır!" dedi [1241] ve Umeyrle birlikte dönüp Mekke´ye geldi.[1242]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mescid-i Haram´da Müslümanlara ikindi namazını kıldırıyordu.
Orada, ayakta durdular.
Safvan, Umeyr b. Vehb´e:
"Müslümanlar gece ve gündüzde kaç namaz kılarlar " diye sordu.
Umeyr b. Vehb:
"Beş namaz!" dedi.
Safvan:
"Bu namazlan onlara Muhammed mi kıldırır " diye sordu.
Umeyr b. Vehb:
"Evet!" dedil
Peygamberimiz Aleyhisselam selam vererek namazını bitirince, Safvan b. Ümeyye, bağırarak:
"Ey Muhammed! Umeyr b. Vehb, bana senin sangını getirdi.
Beni senin yanına gelmeye çağırdığını, İslâmiyet işini kabul edersem ne âlâ, etmezsem bana iki ay mühlet verip tercih hakkı tanıdığını söyledi" dedi.[1243]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylemiş!" buyurdu.
Safvan b. Ümeyye:
"Bana bu hususta iki ay mühlet var, tercih hakkı tanı!" dedi.[1244]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana bu hususta iki ay değil, dört ay mühlet verilmiş, tercih hakkı tanınmıştır[1245] İn hayvandan!" buyurdu.[1246]
Bunun üzerine, Safvan hayvanından indi.[1247]
Enes b. Züneym ed-Di´lî´nin Suçunun Affedilişi
Huzâa süvarileri Medine´ye gelerek Kureyşîlerle Benî Bekrlere karşı Peygamberimiz Aleyhisselamın yardım va´dini alıp dönecekleri sırada:
"Yâ Rasûlallah! Enes b. Züneymü´d-Di´lî seni şiirle hicv ve tahkir etti!" demişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da onun kanını heder ve helâl kılmıştı.[1248]
Enes b.Züneym, bunu haber alınca, söylediği uzun bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamdan özür ve af diledi.[1249]
Benî Bekrlerden Nüfâse oğullarının lideri Nevfel b. Muaviyetü´d-Di´lî bu hususta Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşup:
"Yâ Rasûlallah! Sen affetmekte insanların başında gelirsin!
Bizden hiçbir kimse, sana düşmanlık ve eziyet yapmamıştır.
Biz cehalet içinde bulunuyor, neyi tutacağımızı, neyi bırakacağımızı bilmiyorduk.
Nihayet, Allah bizi mahv ve helak olmaktan senin sayende doğru yola hidayet etti.
Huzâa süvarileri onun aleyhinde sana çok yalan söylemişler!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bırak Huzâa süvarilerini!
Biz Tihâme´de, yakından veya uzaktan, bize Huzâalardan daha çok iyiliği dokunan bir kimse görmedik!" buyurdu.
Nevfel b. Muaviye sustu. Susunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Affettim onu!" buyurdu.
Nevfel b. Muaviye:
"Babam, anam sana feda olsun!" dedi.[1250]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ordu İhtiyacı İçin Mekkeli Üç Zenginden Ödünç Para Alışı
Mekke fethedilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mekke´nin ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl kılınmıştır!" buyurduğu için,[1251] Mekke´den ganimet olarak birşey alınmamıştı.[1252]
İslâm ordusunun zarurî ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyor ve bu da, bir hayli paraya bağlı bulunuyordu.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke zenginlerinden kıntar[1253] Safvan b. Ümeyye´den ödünç ve borç olarak 50.000 dirhem,
Abdullah b. Ebi Rebia´dan 40.000 dirhem,
Huvaytıb b. Abduluzzâ´dan da 40.000 dirhem gümüş para isteyip aldı.[1254]
Bunu, muhtaç olan mücahidler arasından bölüştürdü. İhtiyaçlarına göre: her birine 50 dirhem veya daha az ya da daha çok düştü.
Benî Cezîme harekâtının tazminatını da bununla karşıladı.[1255]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekkelilere olan bu borcunu, Hevâzin savaşı ganimetinden tamamıyla ödemişi[1256] ve:
"Ödüncün karşılığı, ancak, onu ödemek ve teşekkür etmektir!" buyurmuştur.[1257]
İşkence ile Dininden Döndürülen Cebr´in Yeniden Müslüman Oluşu
Cebr, Yahudi olup, Abduddar oğullarının kölesi idi.[1258]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hicretten önce Mekke´de Yusuf sûresini okurken dinleyip, bunun Allah Kelamı olduğuna kanaat getirerek Müslüman olmuştu.
Fakat, Müslümanlığını gizli tutmakta idi.
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh Müslümanlıktan dönüp Mekke´ye kaçınca, daha evine girmeden, Cebrin Müslüman olduğunu efendilerine haber vermiş; onlar da, Cebr´i işkencenin en ağırına uğratarak, söyletmek istediklerini zorla söyletmişler, onu Müslümanlıktan döndürmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´yi fethettiği zaman, Cebr gelip başından geçenleri Peygamberimiz Aleyhisselama anlattı ve buna da Abdullah b. Sa´d b. Ebi Serh´in sebeb olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Cebr´i efendilerinden satın alıp azad etti. Kendisini Benî Âmirlerden şerefli bir kadınla da evlendirdi. Kendisine geçimlik de verdi.[1259]
Peygamberimiz Aleyhisselama Sa´d b. Bekrlerden Bir Kadının Hediye Olarak Süt ve Keş Peyniri Getirişi
Ashabdan Ebu Husayn der ki:
"Peygamber Aleyhisselamın Ebtah´ta bulunduğu sırada, Sa´d b. Bekr kadınlarından birisi-ki, sütteyzesi veya süthalası idi-içi süt dolu bir tulumla bir dağarcık keş peyniri getirdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girip kendisinin kimlerden olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu tanıdı ve kendisini İslâmiyete davet etti.
Kadın hemen Müslüman oldu, Peygamber Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun hediyesinin kabul olunmasını emretti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sütannesi Halime Hatun hakkında ona sorular sordu, vefat etmiş olduğunu öğrenince, gözleri yaşla doldu. Sütteyzeye veya halaya:
"Onlardan, sağ olan kim var " diye sordu.
"Onlardan, sütkardeşin iki erkekle iki kız var!
Kendileri, vallahi, senin ihsanına ve akrabalık hakkını gözetmene muhtaç durumdadırlar.
Kendilerinin sığındıkları, güvendikleri kişileri ölüp gitti" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Nerede öldü " diye sordu.
Kadın:
"Evtas bumunda!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam; bu sütteyze veya süthalaya elbise giydirilmesini ve kendisine hevdeçli bir deve ile 200 dirhem gümüş para verilmesini ilgililere emretti.
Bu sütteyze veya süthala kadın, dönüp giderken:
"Vallahi, sen alınıp büyütülmüş olan ne iyi çocuktun!
Büyüdüğün zaman da, ne mübarek, ne iyi bir zâtsın!" diyordu.[1260]
Peygamberimiz Aleyhisselama İçmesi İçin Üzüm Şırası Getirilişi
Ashabdan Muttalib b. Ebi Vedâa der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, yazın çok sıcak bir gününde, Beytullah´ı tavaf ediyordu. Susadı ve su istedi.
Bir adam:
´Yâ Rasûlallah! Yanımızda, şu kuru üzümden, köpüklenmiş üzüm şırası (müselles) var! Sana onu getirip içirsem olur mu 1 diye sordu.
Peygamber Aleyhisselam:
´Olur!1 buyurdu.
Adam hemen evine haber salıp onu büyük bir sürahi ile getirtti.
Onu sunduğumuzda, Peygamber Aleyhisselam onda ağır bir koku duydu ve hiç hoşlanmayıp geri verdi.
İçmek için, su getirtti.
Sonra, yine su istedi. Kendisine Zemzem getirildi. Onu başının üzerine döktü. Zemzem suyunun iki yanından aktığını gördüm. Ondan ihtiyacı kadar da içtikten sonra:
´Kim içeceği şeyden şüphelenirse, onu suyu ile birlikte kırsın, atsın!" buyurdu."[1261]
Peygamberimiz Aleyhisselama Sakîfli Bir Dostu Tarafından Hamr (Şarap) Hediye Edilmek İstenilişi
Abdullah b. Abbas derki:
"Resûlullah Aleyhisselama, Sakffli bir dostu, bir kırba hamr (şarap) getirip hediye etmişti.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
´Yüce Allah´ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun !´ buyurdu.
Adam uşağının yanına vardı ve:
´Bunu Hazvere çarşısına götürüp sat!´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
´Uşağına ne emrettin ´ diye sordu.
Adam:
´Hamn (şarabı) satmasını emrettim´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Onun içilmesi haram edildiği gibi, satılması da haram edilmiştir´ buyurdu."[1262]
Mekke´nin Fethinde Haram Kılınan, Yasaklanan Şeyler
Cabir b. Abdullah´ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Fetih yılında, Mekke´de:
"Hiç şüphe yok ki; Allah ve Resûlü hamrı (şarabı),
Lâşeyi,
Domuzu,
Putları satmayı haram kıldı!" buyurmuştur.
"Yâ Rasûlallah! Ölü hayvanların iç yağlarının hükmünden bize haber ver.
Çünkü, onlarla gemiler boyanıyor, deriler yağlanıyor. Halk onlardan kandil yakıyor" denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! O da haramdır.
Allah Yahudilerin belâsını versin!
Allah kendilerine ölü hayvanların iç yağlarını haram kılınca, onu erittikten sonra satıp, parasını yediler!" buyurdu.[1263]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´nin fethinde kadınlarla müfa suretiyle belirli ve kısa bir süre için evlenmeyi de yasakladı.[1264]
Soylu Bir Kadının Hırsızlık Suçundan Dolayı Elinin Kesilişi
Kureyşîlerin Mahzum oğullarına mensup bir kadın, nasılsa, bir hırsızlık yapmıştı.
Kadının aile halkı, elinin kesileceğinden korkarak, Üsâme b. Zeyd´e başvurup, kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselam katında şefaatçi olmasını dilediler.
Üsâme durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzedip kadının bağışlanmasını dileyince, Peygamberimiz Aleyhisselamın rengi değişti ve:
"Sen kötülükleri önlemek üzere Allah´ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affı hakkında mı benimle konuşuyorsun !" buyurdu.
Üsâme:
"Yâ Rasûlallah! Bu uygunsuz davranışımdan dolayı, Allah´tan yarlıganmamı dile!" dedi.
Akşam olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp Allah´a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulundu ve:
"Bundan sonra derim ki: Sizden önceki insanları helak eden, ancak, onların içlerinden şerefli ve soylu birisi hırsızlık ettiği zaman onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zayıf biri hırsızlık edince de onun hakkında ceza uygulamaları idi.
Muhammed´in varlığı Kudret Elinde olan Allah´a yemin ederim ki; Fâtıma binti Muhammed hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak, onun da elini keserdim!" buyurdu.
Sonra da emretti, o kadının eli kesildi.
Bunun üzerine, kadın güzelce tevbe etti ve evlendi de.
Kadın, bundan sonra, Hz. Âişe´nin yanına gelir gider, o da onun ihtiyacını Peygamberimiz Aleyhisselama arzederdi.[1265]
Fetih Müyesser Olursa Beytü´l-Makdis (Kudüs)´te Namaz Kılmayı Adamanın Hükmü
Fetih günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına biri geldi:
"Allah bana Mekke´nin fethini nasip ederse Beytü´l-Makdis (Kudüs)te namaz kılmayı adadım! " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte şurada kılman, daha faziletlidir!" buyurdu.
Adamcağız sözünü, sorusunu üç kere tekrarlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; işte şurada kılınacak namaz, başka beldelerde kılınacak bin namazdan efdal ve üstündür!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne de:
"Yâ Rasûlallah! Ben de, eğer Allah bana Mekke´nin fethini nasip ederse, Beytü´l-Makdis´te namaz kılmayı kendime borç bilmiştim" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Senin buna gücün yetmez. Seninle oranın arasına Rumlar girmiştir!" buyurdu.
Hz. Meymûne:
"Ben de, önümde, arkamda, koruyucularla giderim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen buna güç yeti rem ezzsin!
Fakat, hayrına, Beytü´l-Makdis kandilinde yanmak üzere zeytinyağı gönder!
Böylece, oraya gidip namaz kılmış olursun!" buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Meymûne heryıl kendi parasıyla zeytinyağı satın alır, Beytü´l-Makdis kandilinde yanmak üzere, bunu Beytü´l-Makdis´e gönderirdi.
Vefet edeceği zaman da, bunu vasiyet etmişti.[1266]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´de Kaldığı Müddetçe Namazlarını Seferî Olarak Kıldığı, Kıldırdığı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´de Hacun´daki çadırında kalmakta ve herzaman için Mescid-i Haram´a gidip gelmekte idi.[1267]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´de kaldığı müddetçe de, dörtrekatlı farzları seferî olarak, kısaltıp ikişer rekat kılmış ve kıldırmıştır.[1268]
Saîd b. Saîd´in Mekke Çarşısı Müfettişliğine Tayin Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mekke´yi fethettiği zaman, Saîd b. Saîd b. As´ı Mekke çarşısına müfettiş olarak tayin etti.[1269]
Mekke Harem Sınırı ve Sınır Taşları
Rivayete göre; Âdem Aleyhisselam Cennetten yeryüzüne indirilince, şeytanın setrinden korkmaya başlamış ve Allah´a sığınmıştı.
Bunun üzerine, Yüce Allah ona koruyucu melekler göndermiş, bu melekler Mekke´yi her tarafından kuşatın ı şiardı.
Melekler Mekke´nin çevrelerinde nerelerinde durmuşlarsa, Yüce Allah oraları Mekke´nin Harem sının yapmıştır.[1270]
Mekke Hareminin Sınırı:
1. Medine yolu tarafından, Ten´im yakınındaki Benî Gitarların evlerine kadar üç mildir. [1271]
Ten´im; Mekke-Medine yolunun batı tarafındadır.
Bu yoldaki Harem sınır taşları, Zâtü´l-hanzal diye anılan dağ yolunun başındadır. Bu sınırın ön tarafı Harem, arka tarafı ise Hill´dir, yani Harem dışıdır.[1272]
2. Yemen yolu tarafından, Libn tepesindeki Edâetü´l-Libn´e kadar yedi mildir.[1273]
Edâetü´l-Libn; Tihâme tarafında, Yemen yolundadır.
Burada, sınır taşlan, Gurab dağı üzerindedir.
Dağın yansı Harem, yarısı Hill´dir, harem dışıdır.[1274]
3. Cidde yolu tarafından el-A´şâş´a kadar on mildir.[1275]
Cidde yolundaki Hudeybiye Harem sınır taşları A´şâş´a kadar uzanır.
A´şâş´tan önceki Batn-ı Mer üzerindeki saha Harem dışında ve Müreyr üzerine bakan bölge Harem içinde kalır.[1276]
4. Tâif yolu tarafından Arafat yolu üzerindeki Batn-ı Nemireye kadar onbir mildir.
5. Irak yolu tarafından Makta´ dağındaki Seniyetü´l-hal´e kadar yedi mildir.[1277]
Makta´, Necd ve Irak yolunda olup, Harem sınır taşları Harem´e dayanan Seniyetü´l-hal´in başındadır.[1278]
6. Ci´râne yolu tarafından Abdullah b. Halid b. Esîdlerin Şı´b´ına kadar dokuz mildir.[1279]
Mekke Hareminin sinirtaşlarını ilk önce diken, İbrahim Aleyhisselamdı.
Ona, bu taşların dikileceği yerleri de, Cebrail Aleyhisselam göstermişti.[1280]
Yüce Allah´ın emriyle Kabe´yi yapma işini tamamladıktan sonra, İbrahim Aleyhisselamla İsmail Aleyhisselam, kendilerine hac amellerini göstermesi için, Allah´a yalvardılar (Bakara: 128).
Cebrail Aleyhisselam, gelip İbrahim Aleyhisselam a hac amellerini gösterdi.
Haremin sınırlan üzerinde durdu ve o sınırlarda İbrahim Aleyhisselamı da durdurdu.
İbrahim Aleyhisselam, durduğu yerlere taşlar dizdi, işaretler koydu ve üzerlerine toprak çekti.
İsmail Aleyhisselamın koyunları bu Harem sınırlan içinde otlarlar, yayılırlar, Harem sının dışına çıkmazlar, Harem´in her tarafından yayıla yayıla sınırların sonuna vardıkları zaman, oradan topluca geri dönerlerdi.[1281]
Harem sınır taşlarını ilk defa onaran ve yenileyen de, İsmail Aleyhisselam idi.[1282]
Peygamberimiz Aleyhisselamın dedelerinden Kusayy´ın zamanına kadar, Harem taşları yerlerinden kımıldatılmadı.
İsmail Aleyhisselamdan sonra Harem sınır taşlarını onaran ve yenileyen, Kusayy olmuştur.[1283]
Kureyş Müşriklerinin Harem Sınır Taşlarını Söktükten Sonra Yerine Koymaları
Musa b. Ukbe´nin bildirdiğine göre; Kuneyş müşrikleri Harem sınır taşlarını söktüler.
Müşriklerin bu davranışları Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına gitti.
Cebrail Aleyhisselam gelerek, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Muhammedi Kureyşîlerin Harem sınır taşlarını sökmeleri her halde sana çok ağır geldi" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" dedi.
Cebrail Aleyhisselam:
"Amma, onlar bu sınır taşlarını yerlerine tekrar dikeceklerdir" dedi.
Çok geçmeden, Kureyş kabilesinden bir adamın bu işi bahis konusu ettiği, arkasından aynı kabileden bir adamın daha çıkıp bunu konuştuğu ve sonunda, Kureyş kabilelerinden birçok kimselerin bu işi konuşmaya başladıkları görüldü.
Hatta, içlerinden biri, onlara:
"Allah sizi Harem sayesinde aziz ve şerefli kılmış, tecavüzlerden korumuştu.
Siz ise, onun sınır taşlarını yerinden söküp çıkardınız!
Şimdi, Araplar sizi kapacaklardır!" dedi.
Meclislerde bunu konuşa konuşa sabahladılar.
Harem sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler.
Bunun üzerine, Cebrail Aleyhisselam gelip Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Muhammedi Kureyşîler Harem sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Cebrail! Taşları tam yerlerine dikebildiler mi " diye sordu.
Cebrail Aleyhisselam:
"Onların Harem sınır taşlarından diktikleri her bir taşı, yerlerine, kendileri değil, birer melek eliyle koydular!" dedi.[1284]
Mekke fethedildikten sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselam, Temim b. Esed el-Huzâ yi göndererek, H arem sınır taşlarını onartıp yenilettirdi.[1285]
Mekke Çevresindeki Putların Yok Edilmeleri İçin Birlikler Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke´yi fethettikten sonra, Ramazan´ın yirmisine rastlayan Cuma günü, her tarafa askerî birlikler gönderdi ve İslâmiyete uymayan herşeyi değiştirmelerini onlara emretti.
1. Hişam b. Âs, 200 kişilik bir birlikle Yelemlem taraflarına,
2. Halid b. Saîd b. As, 300 kişilik bir birlikle Ürene taraflarına,
3. Halid b. Velid, arkadaşlarından 30 kişilik bir süvari birliğiyle Uzzâ putuna gitti.[1286]
Uzzâ; Nahle´de, üç semüre (sakız) ağacından veya büyük dikili ağaçtan ibaret idi.[1287] Uzzâ´nın yanında da, Gatafanların taptıkları bir put bulunuyordu. [1288]
Uzzâ´nın üzerine, birde ev yapılmıştı. Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcıları orada otururlardı.[1289]
Araplardan, Mekke´de oturup da Uzzâ´ya, sonra Lât´a, sonra Menat´a tapmayan yoktu.[1290] Kureyşîlere göre; putların en büyüğü Uzzâ, sonra Lât, sonra Menattı.[1291]
Rivayete göre; bunların her birinde bir şeytan bulunur, kapıcı ve bakıcılarına görünür ve onlarla konuşurdu.[1292]
Halkı Uzzâ´ya tapmaya davet edenler; Amrb. Rebia ve Haris b. Ka´b adındaki kişilerdi.
Amr b. Rebia, halka:
"Taif serin olduğu için Rabbiniz Taifteki Lâfta yazlar, Tihâme sıcak olduğu için de Nahle´deki Uzzâ´da kışlar!" derdi.
Uzzâ´ya tapmayı ilk benimseyen ve Kureyşîlere benimseten de, Amr b. Luhayy idi.[1293]
Kendisi, kâhindi, cinle ilişkisi vardı.[1294]
Uzzâ; Kureyşîlerle Beni Kinane ve Huzâaların ve bütün Mudarların Nahle bölgesindeki tapınakları idi.[1295]
Benî Nasr, Cüşem, Sa´d b. Bekrier,[1296] Ganiyy ve Bâhileler de Uzzâ´ya taparlardı.[1297]
Bununla beraber, Kabe´yi, tapınakların hepsinden üstün tutarlardı. Çünkü, onun Allah dostu İbrahim´in mabedi ve mescidi olduğunu bilirlerdi.[1298]
Araplar, hac amellerini tamamladıkları ve Kabe´yi tavaf ettikleri zaman, Uzzâ´ya gidip onu da tavaf etmedikçe ihramdan çıkmazlar, onun yanında bir gün itikâfa girerler ve ihramdan öyle çıkarlardı.[1299]
Uzzâ´nın kapıcıları ve bakıcıları Süleymlerden Şeyban oğulları olup, kendileri Hâşim oğullarının müttefiki idiler.[1300]
Şeyban oğullarından son kapıcı ve bakıcı da, Dubay´a b. Haremiyyü´s-Sülemî idi.
Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselamı peygamber gönderip putlara tapmayı yeren âyetler indirerek putperestliği yasaklayıncaya kadar, Uzzâ´ya tapılmaktan geri durulmadı.
Uzzâ´ya dil uzatılması, Kureyş müşriklerinin çok ağırlarına gitti.
Ebu Uhayha Saîd b. Âs b. Ümeyye, ölümüyle sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, Ebu Leheb b. Abdulmuttalib onu ziyarete varmış ve ağlar bulmuştu.
Kendisine:
"Ey Ebu Uhayha! Ne diye ağlıyorsun Yoksa, öleceğine mi ağlıyorsun Ölmekten kurtulunmaz ki " deyince, Ebu Uhayha:
"Hayır! Ben öleceğime ağlamıyorum! Fakat, benden sonra Uzzâ´ya tapılmayacağından korkuyor ve buna üzülüyorum!" demişti.
Ebu Leheb:
"Vallahi, Uzzâya senin sağlığından dolayı tapılmıyordu ki, senin ölümünden sonra ona tapılmak bırakılsın!" dedi.
Bunun üzerine, Ebu Uhayha:
"Şimdi anladım ki; benim yerimi tutacak birisi var!" dedi.
Ebu Leheb´in Uzzâ´ya son derecedeki bu bağlılığı ve tapma tutkusu, kendisinin çok hoşuna gitti.
Ebu Leheb Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcısı Eflah b. Nadrü´s-Sülemî´yi de ölüm döşeğinde ziyaret edip kendisini üzgün görünce:
"Ben seni niye çok üzgün görüyorum " demişti.
Eflah:
"Benim ölümümden sonra Uzzâ´ya hizmet edilmemesinden, bakılmamasından korkuyor ve üzülüyorum!" dedi.
Ebu Leheb, ona:
"Hiç üzülme! Senden sonra onun üzerine ben bulunur, onu görür, gözetirim!" diyerek söz verdi.
Bunun üzerine, Ebu Leheb, her kime rastlarsa:
"Eğer Uzzâ Muhammed´e ve dâvasına galebe çalarsa, ben bir elimi onun üzerinde bulunduruyorumdur!
Eğer Muhammed Uzzâ´ya galebe çalarsa-ki, galebe çalacağını hiç sanmıyorum-kendisi kardeşimin oğludur, beni sayar!" diye propaganda yapmaya başlamıştı.[1301]
Uzzâ, Hüzeyllerin Mekke´ye iki gecelik uzaklıktaki Nahletü´ş-Şâmiye vadisinde bulunuyordu.[1302]
Halid b. Velid´in Uzzâ Putunu Kesişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´i Uzzâ´ya göndereceği zaman, ona:
"Nahle vadisine git! Orada yanyana üç semüre ağacı bulacaksın! Onlardan birincisini kes!" buyurdu.[1303]
Halid b. Velid, yanına arkadaşlarından otuz süvari alarak Nahle´ye gitti.[1304]
İlk ağacı kesti. Oradaki putu kırdı. Mal anbarını da yaktı.[1305]
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.[1306]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´e:
"Yıktin mı " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Evet yâ Rasûlallah!" dedi.[1307]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Birşey gördün mü " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Hayır! Birşey görmedim!" dedi.[1308]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, sen onu daha yıkamamışsın! Ona geri dön![1309] İkincisini de kes![1310] Yık onu da!" buyurdu.
Halid b. Velid, öfkeli bir halde geri dönüp Uzzâ´nın yanına vardı. Kılıcını sıyırdı.[1311]
Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcısı Dubay´a, Halid b. Velid´in geldiğini işitince, Uzzâ´nın üzerine bir kılıç asarak kendisi dağa çıktı.[1312]
O sırada, kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık,[1313] elleri boynunda, dişlerini gıcır-datan[1314] bir kadın Halid b. Velid´in karşısına birden dikiliverince, Halid b. Velid´in sırtının tüyleri ürperdi.[1315]
Uzzâ´nın kapıcısı ve bakıcısı ise, Halid b. Velid´e bakarak:
"Ey Uzzâ! Haydi, yalan çıkarma! En şiddetli bir saldırışla Halid´in üzerine saldır! Başörtünü at ve cemren!
Ey Uzzâ! Eğersen bugün Halid´i öldürmezsen, zelil olarak geri dönecek ve Nasranîleştirileceksin!" diye bağırıyordu.[1316]
Halid b. Velid, kılıcını sıyırmış olduğu halde, ona doğru vardı ve:
"Ey Uzzâ! Seni tanımak yok! Tenzih ve tasdik etmek de yok! Allah´ın seni alçalünış olduğunu görüyorum!" diyerek kılıçla vurup şeytan karıyı ikiye böldü.[1317]
O zaman, o, kapkara bir kül haline geldi.
Halid b. Velid, Uzzâ ağacını da kesti.
Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcısını da öldürdü.[1318]
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü. Olan bitenleri haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! İşte o, Uzzâ´dır![1319]
Uzzâ, artık ülkenizde kendisine tapılmaktan temelli olarak umudunu kesmiştir.[1320]
Bundan, sonra, Araplar için Uzzâ yoktur! Ona hiç tapılmayacaktir!" buyurdu.[1321]
Halid b. Velid:
"Ey Allah´ın Resûlü! Haıınd olsun O Allah´a ki, bize İslâmiyet gibi yüce bir dini ikram ve ihsan etti de, bizleri helak olmaktan kurtardı. Ben, babamın yüz deve ve koyun içinden en iyisini seçerek götürüp Uzzâ için kestiğini ve onun yanında üç gün kaldıktan sonra sevine sevine yanımıza döndüğünü görürdüm.
Babamın hayatını tüketmiş ve ölüp gitmiş olduğu bu görüş ve inanışa, işitmez, görmez, zarar ve yarar vermez birtaş, ağaç parçası için kurbanlar keserek nasıl aldanmış olduğuna bakıyorum da, şaşıyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, hiç şüphesiz, Allah´a ait bir iştir.
Onun doğru yolu kolaylaştırdığı kimse doğru yolu bulur, sapkınlığı kolaylaştırdığı kimse de sapkınlık içinde kalır!" buyurdu.[1322]
Uzzâ´nın yıktırılması hadisesi, Hicreti 8. yılında, Ramazan´ın bitmesine beş gece kala vuku bulmuştur.[1323]
Amr b. Âs´ın Süva´ Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke´nin fethinden sonra, Mekke çevresindeki bölgelerde bulunan putları yıkıp ortadan kaldırmak, İslâmiyete aykırı herşeyi değiştirmek üzere her tarafa askerî birlikler gönderdiği sırada,[1324] Amr b. Âs´ı da Hüzeyllerin putu olan S Cıva´ı yıkmaya göndermişti.[1325]
Süva1; Amr b. Luhayy´ın Cidde sahilinde bularak getirdiği ve Arapları tapmaya davet ettiği beş puttan birisi olup, Amr b. Luhayy onu Mudar b. Nizâr soyundan, davetini kabul eden Haris b. Temimü´l-HüzelPye vermişti.
Süva1, Nahle vadisinde, Ruhatta idi.[1326]
Ruhat; Yenbu1 bölgesinde, Medine mülhakatından bir yerdir.[1327]
Yenbu1 da, Mekke ile Medine arasındadır.[1328]
Süva´ın kapıcı ve bakıcısı Benî Lihyanlardandı.[1329]
Süva´ın kapıcı ve bakıcısının Hüzeyllerin Sahile oğullarından olduğu da rivayet edilir.
Si^/a´ putuna, Benî Kinanelerle Hüzeyller, Müzeyneler ve Amr b. Kays b. Ayl anlar taparlardı.[1330]
Süva1 putunun bulunduğu yer, Mekke´ye üç mil uzaklıkta idi.[1331]
Amr b. Âs der ki:
"Süva´ putunun yanına kadar vardım. Yanında, kapıcı ve bakıcısı bulunuyordu.
Bana:
´Ne istiyorsun ´ diye sordu.[1332]
Ona:
´Süva´ı yıkmak istiyorum!´ dedim.
Bana:
´Onu yıkmak senin neyine gerek ´ dedi.[1333]
Ona:
´Süva´ı yıkmamı[1334] bana Resûlullah Aleyhisselam emretti!´dedim.
Bana:
´Onu yıkmaya senin gücün yetmez!´ dedi.
Ona:
´Ne için gücüm yetmez ´ diye sordum.
Bana:
´O, senden kolayca korunur ve savunur!´ dedi.
Ona:
´Yazıklar olsun sana ki, hâlâ bâtıl ve boş şeylerle oyalanıp durmaktasın! Bu put işitir veya görür mü hiç ´ dedim, ve yanına yaklaşıp onu kırdım.
Arkadaşlarıma da emrettim: Süva´ın mal deposunu yıktılar, ama onun içinde birşey bulamadılar.
Bakıcıya:
´Nasıl, gözünle de gördün mü ´ dedim.
Bakıcı:
´Ben Allah´a boyun eğdim, Müslüman oldum!´ dedi."[1335]
Sa´d b. Zeyd el-Eşhelî´nin Menat Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Fetihten sonra Mekke çevresindeki ülkelerde bulunan putları yıkıp ortadan kaldırmak ve İslâmiyete aykırı şeyleri değiştirmek üzere her tarafa askerî birlikler gönderdiği sırada.[1336] Sa´d b. Zeyd el-Eşhelî´yi de, Müşellel´de bulunan Menat putunu yıkmaya göndermişti.[1337]
Menat; Evs ve Hazrec kabileleri ile Yesrib (Medine) halkından bunların dinine bağlı olanların putu olup, Kudeyd nahiyesinde, Müşellel´de dikili idi.[1338]
Müşellel; Mekke ile Medine arasında, deniz sahilinde, Kudeyd´e kadar uzanan bir dağ olup,[1339] Medine´ye uzaklığı yedi mildir.[1340]
Menat´ı ilk diken, Amr b. Luhayy idi.
Menat, Kudeyd´de, Hüzeyllere ait bir kaya idi.[1341]
Menat, putların hepsinin en eskisi olup, onu Araplar mâbud edinmişlerdi.
Çocuklarına; Abdi Menat, Zeydi Menat gibi adlar takarlardı.
Hemen bütün Araplar, Menat´a tazimde bulunurlar ve onun çevresinde kurbanlar keserlerdi.
Evs ve Hazreclerle Mekke ve Medine´ye gelenler, yakın yerde bulunanlar da, Menat´a tazim ederler, ona kurbanlar keserlerdi, hediyeler sunarlardı.
Yalnız, Maadd´ın evladları, İsmail Aleyhisselamın dininden kalanlara; Rebia ve Mudarlarda, kendi dinlerinden kalanlara bağlı kalmışlardır.
Menat´a, Evs ve Hazrecler kadar sarılan ve tazimde bulunan bir cemaat yoktu.[1342]
Menat, Ezd kabilesiyle Gassan kabilesinin de putu idi.
Bu kabileler Menafi ziyaret ederler, ona tazimde bulunurlardı.[1343]
Sa´d b. Hüzeym ve Kudâalarda Menat´a taparlardı.[1344]
Evs ve Hazreclerle Medinelilerden ve başkalarından bunların dininde bulunanlar, haccederler, halk ile birlikte bütün vakfeleri yaparlar, fakat başlarını tıraş ettiremezlerdi.
Hacdan dağıldıkları zaman, Menat´a giderek başlarını onun yanında tıraş ettirirler, onun yanında kalırlar, böyle yapmadıkça, haclarını tamamlanmış saymazlardı.[1345]
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı, Ezd kabilesinden Gatarif idi.[1346]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´d b. Zeyd´i, 20 süvari ile birlikte, bu Menat´ı yıkmaya gönderdi.[1347]
Menat´ı yıkmaya gidenlerin başında, Hz. Ali´nin[1348] veya Ebu Süfyan b. Harb´in gönderildiği de rivayet edilir.[1349]
Sa´d b. Zeyd, Menat´ın yanına kadar vardı.
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı, Sa´d´a:
"Ne yapmak istiyorsun " diye sordu.
Sa´d:
"Menat´ı yıkmak istiyorum!" dedi.
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı:
"Sen bunu yapabilecek misin !" dedi.
Sa´d b. Zeyd Menata doğru varınca, Menat´tan, kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık bir karı çıkıp göğsünü dövmeye ve bağırmaya başladı!
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı, ona:
"Menat´ı yanına al da, sana karşı gelenleri parçala!" dedi.
Sa´d b. Zeyd, kılıçla vurup kara karıyı öldürdü. Arkadaşlarıyla da, varıp Menat´ı da yıktılar.
Menat´ın mal deposunda birşey bulamadılar.
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndüler.
Bu hadise, Ramazan´ın bitmesine altı gün kala vuku bulmuştur.[1350]
Amr b. Selimetü´l-Cermî´nin Müslüman ve Küçük Yaşta Kavminin İmamı Oluşu
Amr b. Selimetü´l-Cermî der ki:
"Biz, halkın yol uğrağı olan[1351] bir su başında[1352] bulunuyorduk. Gelen geçen kervanlar,[1353] Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönen insanlar bize uğrarlardı.[1354]
Biz de, onlara:
´Ne oluyor insanlara Ne oluyor insanlara Ne yapıyor şu zât [1355] Ne oldu şu iş 1 diye sorardık.[1356]
Onlar da:
Kendisini Allah´ın peygamber olarak gönderdiği ve kendisine şu şu âyet veya sûreleri vahyettiği söyleniyor!1 derlerdi.[1357]
Ben de, onların yanına sokulur.[1358] o kelamları (Kur´ân-ı Kerîm âyet veya sûrelerini)[1359] dinler,[1360] ezberlerdim.[1361]
Onlardan, dinleyip de ezberlemediğim yoktu.
Böylece, Kur´ârvı Kerîm´den pek çok âyet ve sûreleri ezberlemiştim.[1362]
Sanki, onlar kalbime yapışmış bulunuyordu.[1363]
Arap kabileleri halkı, Müslüman olmak için, Mekke´nin fethini bekliyorlar ve:
´Onu kavmi olan Kureyşîlerle başbaşa bırakınız!
Eğer o kavmine galebe çalarsa, kendisi, hiç şüphesiz, gerçekten peygamberdir!´ diyorlardı.
Mekke, fâtihleri tarafından fethedilince, bütün Arap cemaatleri Müslüman olmaya koşuştular.[1364]
Temsilci olarak bir adam geliyorve:
´Yâ Rasûlallah! Ben filan oğullarının elçisi ve temsilcisiyim. Müslüman olmak için sana geldim!´ diyordu.[1365]
Babam Selime de, kavmimle birlikte, Müslüman olmaya koştu.[1366] Allah´ın oturmasını dilediği kadar, Resûlullahın yanında oturdu.[1367]
Sonra da:
´Bize namazı kim kıldıracak ´ diye sordular.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Sizin Kur´ân´ı en çok bileniniz size imamlık etsin, namazınızı kaldırsın!´ buyurdu.[1368]
Babam, Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönüp gelince, kabile halkına:
´Vallahi, ben size gerçekten peygamber olan bir zâtın yanından geliyorum[1369] ki, o, şöyle şöyle yapmanızı size emrediyor, şundan şundan da sizi nehyediyor.[1370]
´Filan namazı şu vakitte, filan namazı şu vakitte kılacaksınız! Namaz vakti gelince, biriniz ezan okusun ve Kur´ân´ı en çok bileniniz de, size imamlık etsin!´ buyurdu´ dedi.
Kabile halkı, baktılar İçlerinde Kur´ân´ı benden çok bilen bir kimse bulamadılar.
Çünkü, ben, Kur´ân´ı, uğrayan kervan halkından dinleyip ezberlemiş bulunuyordum.[1371] Bunun için, kabile halkı beni önlerine, imamlığa geçirdiler.
Halbuki, ben o zaman altı-yedi yaşlarında idim.
Üzerimde de, elbise olarak yalnız bir bürde, bürgü vardı.
Rükûa veya secdeye vardığım zaman, yukarı toplanıp edeb yerim açılırdı.
Kabilemizden, yaşlı bir kadın, bu hali görünce:
´(Kur´ân okuyucunuzun, imamınızın) ud, edeb yerini bize örtülü tutmayacak mısınız !´ dedi.
Bunun üzerine, satın aldıkları Bahreyn kumaşından, bana bir gömlek (cübbe) biçip diktiler.
Ben, buna sevindiğim kadar, hiçbir şeye sevinmemişimdir!"[1372]
Halid b. Velid´in Benî Cezîmelere Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Allah´a imana davet etmek üzere, Mekke çevresindeki bazı kabilelere askerî birlikler göndermişti.[1373]
Halid b. Velid, Uzzâ´yı yıkıp Mekke´ye dönünce, Peygamberimiz Aleyhisselam onu da Muhacirler ile Ensarve Benî Süleymden 350 kişilik askerî bir birliğin başına geçirerek Benî Cezîmelere gönderdi.[1374]
Halid b. Velid onları sadece İslâmiyete davetle iktifa edecek, çarpışma yapmayacaktı.[1375]
Benî Cezîme b. Âmir b. Abdi Menat b. Kinaneler.[1376] Mekke´nin aşağı tarafında, bir gecelik uzaklıktaki Yelemi em nahiyesinde,[1377] Gumeysâ diye anılan sularının başında oturmakta idiler.[1378]
Halid b. Velid, askerleriyle birlikte Benî Cezîmelerin yurduna vanp dayandı.[1379]
Benî Cezîmeler, Müslümanları görünce, silahlandılar.[1380] Çarpışmaya kalktılar, karşı koymanın en şiddetli siyle karşı koydular.
Halid b. Velid; ikindi, akşam ve yatsı namazlarına kadar bekledi.
Ezan sesi işitilmeyince, üzerlerine saldırdı. Onlardan, öldürülenler öldürüldü. Esir edilenler de esir edildiler.
Benî Cezîmeler, sonradan, kendilerinin Müslüman olduklarını iddia ettiler.[1381]
Abdullah b. Ebi Hadrad der ki:
"Gumeysâ günü, Benî Cezîmelere baskın yapıldığı sırada, süvarilerin arasında ve Halid b. Velid´in yanında idim.
Onlardan bir adamla karşılaştık. Adamın yanında da bir kadın vardı.
Adam, kadından dolayı çarpışarak, onu dağa çıkardı.
Başka bir adamla karşılaştık. Onun yanında da bir kadın bulunuyordu.
Adam, kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkarmayı başardı.
Halid b. Velid:
´Artık onların ardına düşmeyiniz!´ dedi.[1382]
Müslümanlar, hevdeçli develer üzerindeki kadınları genç bir adamın dağa doğru çekip götürdüğünü görmüşlerdi.
Halid b. Velid:
´Şunlara yetişiniz!´ diye emretti.
Müslümanlardan bazıları, onların ardına düştüler ve onlara yetiştiler.
Genç adam, Müslümanları görünce, yolda durdu."[1383]
Müslümanlar kendisinin yanına varınca, recez söyleyerek Müslümanlarla çarpışmaya girişti. Hayli çarpıştıktan sonra, öldürüldü. Kadınlara yetişildi.
Müslümanlar, yine, önceki gibi bir delikanlı ile karşılaştılar.
Delikanlı, recez söyleyerek çarpışmaya başladı.
O da öldürüldü.
Müslümanlar, hevdecin içinde, parlak yüzlü, sararmış benizli, bitkin bir genç adam buldular.[1384]
Ona:
İslâm ol!" dediler.
Genç adam:
"İslâmiyet ne demektir " diye sordu.
İslâmiyetin ne olduğu, ona anlatıldı.
Kendisinin İsiâmiyetten hiç haberi olmadığı anlaşıldı.[1385]
Ona:
"Sen kâfir misin "´ diye sordular.[1386]
Genç adam:
"Sizin istediğinizi yapmazsam[1387] bana ne yapacağınızı öğrenebilir miyim " diye sordu.[1388]
Müslümanlar
"Kâfir isen,[1389] seni öldürürüz!" dediler.[1390]
"Siz bana bir iyilik yapsanız olmaz mı " diye sordu.
Müslümanlar
"Ne imiş o iyilik " dediler.
Genç adam:
"Beni, şu vadinin aşağısındaki hevdeçli kadınlara ulaştırdıktan sonra öldürünüz!" dedi.
Müslümanlar
"Olur! Öyle yapalım!" dediler.[1391]
Elleri bağlı genç, Abdullah b. Ebi Hadrad´a:
"Ey delikanlı!" diye seslendi. Kendisi, Abdullah b. Ebi Hadrad´la yaşıt gibi idi.
Abdullah b. Ebi Hadrad, ona:
"Benden ne istiyorsun " diye sordu.
Genç adam:
"Sen ellerimin bağını çözsen, beni şu kadınların yanına kadar götürsen de, onlarla olan işimi bitirdikten sonra beni geri çevirip yapmak istediğinizi yapsanız olmaz mı " dedi.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Vallahi, senin istediğin şey kolaydır!" diyerek, hemen ellerini çözüp onu kadınların yanına götürdü.
Genç adam, kadınların yanında durdu[1392] ve:
"Selamlarım seni Hubeyş![1393] Artik, tükendi, bitti yaşayış! Benim suçum yok!" dedi[1394] ve ona bir şiir söyledi.[1395]
Kadın:
"Sana da, yedi, sekiz, dokuz, on kere selamlar olsun ve bu selamlar tek çift olarak uzayıp gitsin!" dedi.[1396]
Bundan sonra, genç adamın boynu vuruldu.
Kadın, gelip onun cesedinin üzerine kapandı, onu öpmeye başladı! [1397]
Kadın, bir-iki kere hıçkırdıktan sonra, orada can verdi.
Müslümanlar Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip bu hadiseyi anlattıkları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İçinizde, hiç mi bir merhametli adam yoktu !" buyurdu.[1398]
Rivayete göre; Benî Cezîmelere:
"İşte, bu gelen Halid b. Velid ve yanındakiler de Müslümanlardır!" denilmişti.[1399]
Halid b. Velid, Benî Cezîmelerden silaha sarılmış olanlara:
"Siz, nesiniz [1400] Müslüman mısınız,[1401] yoksa kâfir misiniz " diye sordu.[1402]
Benî Cezîmeler
"Eslemnâ! Müslüman olduk!" demeyi beceremediler de; [1403]
"Sabbe´nâ! Sebbe´nâ! Biz, bir dinden çıkıp diğer bir dine girdik!" dediler.[1404]
Başka rivayete göre:
"Biz Müslüman bir cemaatiz, namaz kılıp duruyoruz!
Muhammed´in peygamberliğini doğrulamış, meydanlarımızda mescidler yapmış bulunuyoruz, oralarda ezanlar da okuyoruz!" dediler.
Halid b. Velid:
"Ya üzerindeki silahlar ne oluyor " diye sordu.
Benî Cezîmeler
"Araplardan bir cemaatle aramızda düşmanlık vardır. Sizin onlar olduğunuzu sandık, korktuk![1405]
Kendimizi İslâmiyete karşı olanlardan koruyalım diye[1406] silahlarımızı üzerimize aldık!" dediler.[1407]
Halid b. Velid onların mazeretlerini kabul etmedi.[1408] Gerçekten Müslüman olduklarına kanaat getiremedi.[1409]
Onlara:
"Silahı, çarpışmayı bırakınız[1410] Tüm insanlar Müslüman olmuşlardır" dedi.[1411]
İçlerinden, Cahdem adındaki kişi:
"Yazıklar olsun size ey Cezîme oğulları! Vallahi, bu, Halid´dir![1412]
Muhammed, Müslüman olduğunu söyleyip duran bir kimseyi araştırmaz.
Halbuki, biz, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz.
Bu Halid, Müslümanlara yapılmak istenilmeyen şeyi bize yapmak istiyor!
O, silahlı iken bize yapamayacağı şeyi, bize esirlikte yapacak![1413]
Silahı bırakmanın arkasından esirlik gelecek,[1414] esiri iği n arkasından da[1415] kılıç,[1416] boyunların vurulması gelecek!
Vallahi, ben silahımı elimden hiçbir zaman bırakmam, teslim olmam!" dedi.[1417]
Benî Cezîmelerden bir kısmı Cahdem´in görüşünü benimsedilerve Halid b. Velid´e;
"Hayır! Vallahi, silahı bırakmanın sonu, ancak öldürülmektir!
Bizim ne sana, ne de yanındakilere güvenimiz vardır!" dediler.
Halid b. Velid:
"Teslim olmadıkça, sizin için eman yoktur!" dedi.[1418]
Benî Cezîmelerden bazıları ise, Cahdem´e:
"Ey Cahdem! Sen bizim kanlanmızın dökülmesini mi istiyorsun !
Halk teslim oldular ve silahlarını bıraktılar. Savaş bırakıldı. Halk emniyet ve selamete erdi.[1419]
Sana Allah´ı hatırlatırız! Bize aykırı davranma!" dediler.
Cahdem, kılıcı bırakmaktan kaçındı.
Cahdem´e:
"Biz Müslümanız. Halk teslim olmuştur.
Muhammed, Mekke´yi fethetmiş bulunuyor.
Halid´den ne diye korkacağız " dediler.
Cahdem:
"Amma vallahi, siz, bilmediğiniz, eskiden kalma hınç ve kinlerle tutulup cezalandırılacaksınız!" dedi.[1420]
Hep birden üzerine düşünce, Cahdem´e de silahını bıraktırdılar.[1421]
Benî Cezîmeler Halid b. Velid´in verdiği eman sözü üzerine silahlarını bırakınca,[1422] H alid b. Velid:
"Onları esir ediniz!" diye emir verdi.
Cahdem:
"Ey kavmim! O, Müslümanlardan bir kavmi esir etmek mi istiyor !
O, ancak, yapılmayacak birşeyi yapmak istiyor!
Artık herşey bitti.
Siz bana aykırı davrandınız, sözümü dinlemediniz.
Vallahi, onun yapacağı şey, kılıçtan geçirmektir!" dedi.[1423]
Benî Cezîmelerden bir kısmı teslim oldukları zaman, ötekileri etrafa dağılmışlardı.[1424]
Halid b. Velid, teslim olan Benî Cezimelerin ellerinin boyunlarına bağlanmasını emretti, bağlandı.[1425]
Elleri boyunlarına bağlanınca, kendileri, Müslümanlardan her birine, birer ikişer teslim edildi.[1426]
Cahdem, Halid b. Velid´in Benî Cezîmelere yaptığı muameleyi görünce:
"Ey BenîCezîme! Başınıza gelen şeyi ben size önceden haber vermiş, sizi uyarmıştım!" dedi.[1427]
Benî Cezîmeler, geceyi bağlanmış olarak geçirdiler.
Sabah vakti olunca, Müslümanlarla konuştular; namazlarını kıldıktan sonra, tekrar bağlandılar.
Bunun üzerine, Müslümanlar, aralarında anlaşmazlığa düştüler.
İçlerinden birisi:
"Biz onları esir etmek istemiyoruz.
Onları Peygamber Aleyhisselama götüreceğiz!"
Başka birisi:
"Bakalım sözümüzü dinleyecek mi " diyordu.
O sırada, Halid b. Velid:
"Herkes, yanındaki esirin kılıçla boynunu vursun!" diyerek seslendi.
Benî Süleymler, ellerindeki her esirin hemen boynunu vurdular.
Muhacirlerle Ensarise, kendilerine teslim edilmiş olan esirleri saldılar.
Ensardan Seleme der ki:
"Halid b. Velid´le birlikte bulunuyordum.
Elimdeki esiri salıp, kendisine:
´Nereyi istersen, oraya git!´ dedim.
Ensardan olanlarda, yanlarındaki esirleri saldılar, serbest bıraktılar."[1428]
Abdullah b. Ömer de:
"Halid, ´Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!´ diye seslenince:[1429]
´Vallahi, ben esirimi öldürmem! Arkadaşlarımdan olan kişiler de esirlerini öldürmezler!´ dedim.[1430] Esirimi hemen saldım!" demiştir.[1431]
Ebu Beşîrü´l-Mâzinî de, esiri ile aralarında geçeni şöyle anlatır:
"Benî Cezîmelerden yanımda bir esir bulunuyordu.
Halid b. Velid:
´Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!´ diyerek seslenince, boynunu vurmak için, kılıcımı sıyırdım.
Esir bana:
´Ey Ensârî kardeş! Sen bu işi kendiliğinden yapma! Kavmine bak!´ dedi.
Baktım ki; Ensar, esirlerini salmışlar!
Esirime:
´Haydi, sen de nereye istersen git!´ dedim.
Esir
´Allah sizi mübarek kılsın!
Fakat, bize sizden daha yakın olan kimseler [Benî Süleymler] bizi hiç acımadan öldürdüler!1 dedi.
Halid b. Velid, Muhacirlerle Ensarın esirleri salmalarına kızdı.
O zaman, Ebu Useydü´s-Sâidî, Halid b. Velid´e:
´Allah´tan kork! Vallahi biz Müslüman bir cemaati öldürmeyiz!´ dedi.
Halid b. Velid, ona:
´Sen onların Müslüman olduklarını ne biliyorsun ´ diye sordu.
Ebu Useydü´s-Sâidî:
´Onların Müslüman olduklarını söylediklerini işittik.
Şu mescidler de onların meydanlarında bulunuyor ya!´ dedi."[1432]
Ebu Katâde de:
"Seher vakti, Halid:
´Herkes, yanında olan esiri öldürsün!´ diye seslenince, esirimi saldım!
Halid´e:
´Allah´tan kork! Sen, bu davranışınla, ancak bir ölüşündür!
Bunlar, hiç şüphesiz, Müslüman bir cemaattirler!´ dedim.
Halid b. Velid:
´Ey Ebu Katâde! Senin onlar hakkında hiçbir bilgin yoktur!´ dedi.
Halid, onlar hakkında ancak içinde taşıdığı kin ve peşin hükme göre konuşmuştu" demiştir.[1433]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Cezimelere Yapılandan Üzüntü Duyuşu ve Allah a sığınışı
Beni Cezimilerden olup ölümden kurtulan bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek başlarına geleni Peygamberimiz Aleyhisselama haber verince[1434] Peygamberimiz Aleyhisselam ellerini havaya kaldırıp[1435] iki kere:[1436]
Allah ım! Halid b. Velid in yaptığı şeyden beri, uzak olduğumu Sana arzederim! Diyerek Allaha sığındı.[1437]
Sonra da:
Onu zorlayıp bundan vazgeçirecek bir kimse yok mu idi ! diye sordu.
Haberi getiren zât:
Evet vardı. Ak tenli, orta boylu bir adam ona karşı koydu.
Fakat, Halid onu azarladı, o da sustu.
Endamı düzgün olmayan, uzun boylu bir adam da ona karşı koymak istemişti dedi.
Hz. Ömer:
Ya Resûlallah! İlki benim oğlum, diğeri de Ebu Huzeyfe nin azadlısı Salim dir.! dedi.[1438]
Rivayete göre; Beni Cezimilerden öldürülenlerin sayısı otuza yakındı.[1439]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali yi çağırdı ve:
Ey Ali! Şu kavmin (Beni Cezimilerin) yanına git! İşlerini hallet! Cahiliye çağındaki davaları ayaklarının altına al, hükümsüz say. Buyurdu.[1440]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke fethedildiği zaman, Kureyşlilerden Abdullah b. Ebi Rebia ile Safvan b, Ümeyye ve Huvaytıb b. Abdulluzâ dan, ordu ihtiyacı için, ödünç olarak mühim miktarda para almıştı.[1441]
Hz. Ali, yanına bu paralardan mühim miktarda alarak, Beni Cezimilerin yurduna vardı.
Halid b. Velid in öldürmüş, öldürtmüş olduğu kimselerin diyetlerini (kan bedelerini) ödedi.
Kan bedelerinden veya iğtinam edilmiş ya da ziyaa uğratılmış-köpek yalaklarına varıncaya kadar- bütün malların bedellerini kendilerine ödendi.
Onların ödenmedik hiçbir alacakları kalmadı.[1442]
Hz. Ali Beni Cezimilerin yurdundan ayrılacağı sırada, onlara:
kan veya mal bedelinden, size ödemediğim bir alacağınız kaldı mı diye sordu.
Beni Cezimiler:
Hayır! Dediler.
Hz. Ali:
Şu yanımda kalan paraları da, Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin bilmediğiniz şeylerden dolayı, Resûlallah Aleyhisselam edına size veriyorum! Dedi, verdi. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.[1443]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Ey Ali ne yaptın diye sorunca, Hz. Ali :
Ya Resûlallah! Müslüman bir kavmin yanına vardık. Onlar meydanlarına mescidler yapmışlar.
Halid in öldürmüş, öldürtmüş olduğu herkesin diyetlerini diyetlerini ödedeim. Ve köpeklerinin yalaklarına varıncaya kadar onlara ödeme yaptım.
Yanımda bir miktar para artmış, kalmıştı.
Onlara:
Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin bilmediğiniz şeylere karşılık olarak , Resûlallah Aleyhisselam tarafından size ihsan edilmiştir! dedim. dedi.[1444]
Resûlallah Aleyhisselam:
çok iyi yapmış, isabet etmişsin![1445]
Ben Halid e adam öldürtmeyi emretmemiş, ancak onları İslamiyete davet etmesini emretmiştim buyurdu.[1446]
Abdurrahman b. Avf´ın Halid b. Velid´i Kınaması ve Onunla Tartışması
Abdurrahman b. Avf, Halici b. Velid´i çok kınadı ve:
"Ey Halid! Sen Cahiliye çağının işini [1447] İslâmiyette işledin! " deyince, Halid b. Velid:
"Ben senin babanın öcünü aldım![1448] Onları senin babana karşı tutup cezalandırdım!" dedi.[1449]
Abdurrahman b. Avf:
"Vallahi, yanılıyorsun!
Ben babamın katilini kendi elimle öldürmüşümdür.[1450]
Buna Osman b. Affan´ı şahit tutuyorum" dedi ve Hz. Osman´a dönerek:
"Allah aşkına söyle! Babamın katilini benim öldürdüğümü sen bilmiyor musun " dedi.
Hz. Osman:
"Allah için, evet!
Biliyorum!" dedi.
Bunun üzerine, Abdurrahman b. Avf, Halid b. Velid´e:
"Fakat, sen amcan Fâke b. Mugîre´nin öcünü aldın![1451]
Yazıklar olsun sana ey Halid! Faraza ben babamın katilini öldürmemiş olsaydım, sen, benim Cahiliye çağındaki babama karşı Müslüman bir kavmi nasıl öldürebilirsin !" dedi.
Halid b. Velid:
"Onların Müslüman olduklarını sana kim haber verdi " dedi.
Abdurrahman b. Avf:
"Senin onları mescidler yapmış, Müslüman olduklarını söyler halde bulduğunu, sonra da onları tutup kılıçtan geçirdiğini, birlik halkının hepsi haberverdiler" dedi.[1452]
Bunun üzerine, Halid b. Velid, mazeret olarak:
"Abdullah b. Huzâfetü´s-Sehmî, ´Resûlullah Aleyhisselam; onlar İslâmiyetten kaçınırlarsa kendileriyle çarpışmanı sana emretmiştir1 diyerek bunu bana emretmedikçe, çarpışma yapmadım!" dedi.[1453]
Hz. Ömer´in Halid b. Velid´i Kınaması ve Kendisine Tavsiyesi
Hz. Ömer de, Halid b.Velid´e:
"Yazıklar olsun sana ey Halid! Sen Benî Cezîmeleri Cahiliye çağına ait bir işten dolayı tutup cezalandırdın! İslâmiyet kendisinden önceki Cahiliye çağında olan şeyleri yok etmiş değil miydi " dedi.
Halid b. Velid:
"Ey Ebâ Hafs! Vallahi, ben onları ancak haklı olarak tuttum, müşrik olan bir kavim üzerine baskın yaptım, onlar bana karşı koydular.
Onlar karşı koyunca da, kendileriyle çarpışmamak, benim için mümkün olmadı.
Bunun üzerine, onları esir ettim. Sonra da, kılıçtan geçirdim!" dedi.
Hz. Ömer:
"Abdullah b. Ömer´i nasıl bir adam tanırsın " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Vallahi, onu salih, iyi bir adam olarak tanırım!" dedi.
Hz. Ömer:
"İşte, o, bana, senin haber verdiğinin aksini haber verdi.
Kendisi, bu asker içinde ve senin yanında bulunuyordu!" dedi.
Halid b. Velid:
"Allah´tan mağfiret diliyor ve ona tevbe ediyorum!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yazıklar olsun sana! Resûlullah Aleyhisselama git de, senin yarlıganmanı Allah´tan dilesin!" dedi ve bu hadiseden dolayı ona kırıldı.
Halid b. Velid, Hz. Osman´la birlikte Abdurrahman b. Avf´a gitti.
Ondan özür diledi ve onun gönlünü aldı.
Ona:
"Yâ Ebâ Muhammedi Benim için Allah´tan mağfiret dile!" dedi.[1454]
Gerekli Bir Açıklama
Peygamberimiz Aleyhisselam askerî bir birliği bir yene göndereceği zaman, onlara:
"(Gideceğiniz yerde) bir mescid görür veya bir müezzin(in ezan) sesini işitirseniz (ora halkından) hiç
kimseyi öldürmeyiniz!" buyururdu. [1455]
Mealini arz ettiği m iz bu hadis-i şerifi Dârül-Harb ve Dârü´l-İslâm konusunda ölçü olarak gözönünde
tutmak, buna ters düşen yanlış görüş ve yorumlara, uygulamalara sapmamak gerekir.[1456]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 373, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134, 138, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 3, s. 87, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 58, Taberî, Târîh, c. 125, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 24, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 235, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 163,Zehebî, Megâzî, s. 449, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, İnşân u´l-uyûn, c. 3, s. 3, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 296.
[2] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 181.
[3] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 187.
[4] İbrahim: 27.
[5] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 105,111, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 113,117, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 54, 59.
[6] Kalkaşandf, Nihâyetü´l-ereb, s. 211.
[7] Bedrüddin Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 15. s. 1257.
[8] Ezhakf, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 54.
[9] İbn İshak, İbn Hişam ,Sîre,c. 3, s. 332, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 611, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 97, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350.
[10] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 s. 350.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[12] E bu Yusuf, Kitâbu´l -ha rac, s. 210.
[13] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 322, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 612, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1,s.35O.
[14] E bu Yusuf, Kitâbu´l -ha rac, s. 210.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 612.
[16] E bu Yusuf, Kitâbu´l -ha rac, s. 210.
[17] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî, c. 2, s. 61 2, Belâzurî, c. 1, s. 350, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 612.
[19] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32.
[20] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 781,782.
[21] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 69, Taberî, c. 2, s. 177, 179.
[22] Taberî, Târîh, c.2, s. 1 77,178, Halebî, İnsânu´l -uyun, c. 3, s. 3.
[23] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 69, 70, Taberî, Târih, c. 2, s. 178,179.
[24] Taberî, Tânh, c.2, s. 1 78.
[25] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, Târîh, c. 2, s. 179.
[26] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[27] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[28] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[29] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[30] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[31] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, c. 2, s. 179.
[32] Taberî, Târîh, c.2, s. 178,179.
[33] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[34] Taberî, Tânh, c.2, s. 1 78.
[35] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[36] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[37] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[38] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[39] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[40] İbn Sa´d. Tabakât. c. 1. s. 85. Belâzurî. Ensâb. c. 1. s. 71.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/297-302.
[41] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[42] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[43] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71 .
[44] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[45] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71.
[46] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[47] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 3, s. 3.
[48] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 85, 86, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 71, 72.
[49] Vâkıdî.Megâzî, c.2,s. 781, 782, Belâzurî, c. 1 , s. 71, 72, Halebî, c.3,s. 3, İmta´dan naklen Halebî, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 288, 289.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/302-303.
[50] İbn İshak, ibn Hişam, Sîre, c. 4, s. 31, 32, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 781, Taberî, Târih, c. 3, s. 110,111, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 223, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 239.
[51] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/303-304.
[52] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târih, c. 3, s. 111, İtan Hazm , Cevâmiu´s-Sîre, s. 223, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239.
[53] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 730, 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/304-305.
[54] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 782, 783, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 41, İtan EsTr, Kâmil, c. 2, s. 239, İmta´dan naklen Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/305-306.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 31, 32.
[57] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 361, Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhft, c. 2, s. 1 58.
[58] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 125.
[59] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 224, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 64, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 279.
[60] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 783, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[61] Beyhakî, Sünenü´ l-kübrâ, c. 9, s. 120.
[62] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[63] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 233, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 239, İbn Seyyid, c. 2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[65] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[66] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 34, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 64, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 289.
[67] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa´d, c. 2, s. 134, İbn Seyyid, c. 2, s. 164, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 289, 290.
[68] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234.
[69] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 289.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 32.
[71] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 32,33.
[72] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 279.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[74] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 239, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[75] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 783.
[76] Zehebî, Megâzî, s. 437.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 239, İ bn Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[78] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 33, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[79] Musa b. Ukbe´den naklen Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 281.
[80] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 6.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/306-309.
[81] Vâkidf, Megâzî, c.2, s783.
[82] Vâkidf, c. 2, s. 783, 784, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c.5, s. 6, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 290.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 783,784.
[84] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 34, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[85] Vâki dr, Megâzî, c.2, s. 792.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 784, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[87] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 785.
[89] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 787, 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 290.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 788.
[91] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac.s.212, Belâzuıî, Fütûhu´l-büldân, c. 1 ,s.44.
[92] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 44.
[93] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[94] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/309-312.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
[96] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
[97] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/313.
[98] Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 192, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 36.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 789, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[101] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 36.
[102] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 293.
[103] Abdi M enaf oğullarını n annesi de, Kusayy´ın annesi de Huzâalardandı.
[104] Yahut: "Sen kimseyi yardıma çağıramayacaksın sandılar" (Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 213).
[105] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 36, 37, E bu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 213, Vâki di, Megâzî, c. 2, s. 789, Belâzurî,Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353, 354, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, Taberânf, Mu´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 74, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 6, 7, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1175,1176, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 240, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 164, 165, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 278, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 178,179.
[106] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 786, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[107] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 40, Taberî, c. 3, s. 11 3, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 784, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 4.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784, Halebî, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[110] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 791, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[111] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[112] Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 5.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 7, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 240, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s.1 65, Zehebî, Megâzî, s. 437 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 279, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c.2, s. 179.
[114] E bu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 213.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 37, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 7, İbn Esîr, c.2, s. 240, İbn Seyyid, c.2, s. 165.
[116] Heysemi, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 161, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 240, 241.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/314-316.
[117] İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 243.
[118] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, s. 8, s. 40, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[119] İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 243.
[120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 292.
[121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, 787, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 787, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 787, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 44, Zürfcânf, c. 2, s. 292.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/316-317.
[126] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 784, 786.
[127] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 7, 8,İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 240, Zehebî, Megâzî, s. 437, 438.
[128] İtan Esrr.Kâmil, c. 2, s. 241.
[129] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 224, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 7, İbn Ear, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 280.
[130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 6.
[131] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791.
[132] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 37,38,Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 280.
[133] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 791, 792.
[134] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, c. 3, s. 112, İbn Seyyid, c. 2, s. 165.
[135] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4 s. 38, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[137] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 11 2, İbn Esîr, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 165.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fida, c. 4, s. 280
[140] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[141] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fida, c. 4, s. 280
[142] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/318-320.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, Târîh, c. 3, s.112, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 280.
[144] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2s.42.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 791, 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm , Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Esîr, t 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 65, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[146] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[147] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[148] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Halebî, c. 3, s. 7.
[149] Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[150] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[151] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 22.
[152] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,s. 792, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 10, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[153] Zührî, M eg âzf s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[154] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 281.
[155] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, c. 5, s. 374.
[156] Zührî, Megâzî, s. 87, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Abdurrezzak, c. 5, s. 374, Beyhakî, c. 5, s. 10, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 281 .
[157] Vâkıdî, c. 2, s. 792, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[158] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[159] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 792, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[161] Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[162] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[163] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid,c. 2, s. 165,166, Zehebî, s. 438
[164] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[165] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[166] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7.
[167] Ebu Yusuf, Kitâbu´l -haraç, s. 212, Bel âzurf, F ütûhu´l -bül dân, c. 1, s. 42.
[168] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 2, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[169] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[170] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 793, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[172] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[173] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112.
[174] Ebu Yusuf s. 212, Vâkıdî, c. 2, s. 793.
[175] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[176] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[177] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, c. 1, s. 42, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[178] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[179] Belâzurî, c. 1, s. 42, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[180] Ebu Yusuf s. 212, Belâzurî, c. 1, s. 42, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[181] Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Esîr, c.2, s. 241, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[182] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225.
[183] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, 10, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c.2, s. 179.
[184] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[185] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[186] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[187] Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 793, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 10, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[189] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 79.
[190] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[191] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[193] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[194] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241.
[195] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[196] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[197] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, İbn Hazm ,s. 225, Beyhakî, c.5, s. 8, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 280.
[198] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 794.
[199] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[200] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, c.5, s. 375.
[201] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 793.
[202] Zührî, Megâzî s. 87,88, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[203] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 793.
[204] Zührî, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[205] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[206] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[207] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, 39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 8, 9, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c. 2, s. 241 , İbn Seyyid, c. 2, s. 1 66, Zehebî, s. 438.
[208] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38,39,Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 9, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[210] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38,39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Esîr,c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[212] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[213] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s.113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Hazm , s. 225, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[214] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn Esîr, c. 2, s.241, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[216] Beyhakî, c. 5, s. 11, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, İ nsânu´l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[217] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[218] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212, Belâzurî, Fütûh,c.1, s. 42.
[219] Vâkıdî, c. 2, s. 794, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[222] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113, Beyhakî,Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 11, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282.
[223] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[224] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[225] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 3, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 9, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179,180.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 78, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[227] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyı m, c. 2, s. 1 80.
[228] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[229] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42.
[230] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[231] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/320-330.
[232] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, t 4, s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 180.
[233] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[235] Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 192, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[238] Ebu Yusu f, Kitâbu´l -h araç, s. 213.
[239] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 3.
[240] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 73, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Kastalânf, c. 1, s. 192.
[241] Taberânf, M u´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 73, Heysem f, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 163, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s:. 78.
[242] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[243] Musa b. Ukbe´den naklen Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 10.
[244] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[245] Beyhakî, Sünen, c. 9, s:. 234, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[246] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 213.
[247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[248] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[249] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s.1 2, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 78 Halebî,İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 79.
[250] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 213, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 10.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[252] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s:. 1 0.
[253] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 66, Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 283.
[254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 799.
[255] Yâkubî, TârTh, c. 2, s. 58.
[256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 799, 800.
[257] Zührî, Megâzî, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90, Taberî, c. 3, s. 114,1 22 Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 21, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, c. 2, s. 167, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 285, İbn Kayyım, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 164, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194,195, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 80.
[258] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 26, Zehebî, Megâzî, s. 433, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 285, Heysemî, c. 6, s. 170, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c.8,s.3, Kastalânf, c.1, s. 194, Halebî, c. 3, s. 13, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[259] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[260] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 80, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 13.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[262] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Taberî, Târîh, c. 3, s. 122, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42 Halebî, c. 3, s. 13.
[263] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 227.
[264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[265] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42, Halebî, c. 3, s. 13.
[266] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Halebî, c. 3, s. 1 3.
[267] Vâkıdî, c. 2, s. 800.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227.
[269] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 63.
[270] Taberî, Târîh, c. 3, s. 122.
[271] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, c. 3, s. 13.
[272] Taberî, c. 3, s. 1 22, İbn Hazm , s. 227, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42.
[273] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 812.
[274] Vâkıdî, c. 2, s. 812, 813, İbn Hazm s. 227.
[275] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244.
[276] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177.
[277] Taberî, c. 3, s. 1 22, İbn Hazm , s. 227, İbn E sır, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42.
[278] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 114, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 20, İbn Hazm, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167, Zehebî, Megâzî, s. 441, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 285.
[279] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[280] İbn Hacer´den naklen Zürkânf, M evâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 298.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/330-336.
[281] İbrı İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 40, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 79, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 89, Belâzurî, Ensâbu´l-esrâf, c. 1, s. 354, Taberî, c.3,s. 113, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 16, İbn Hazm, s. 226, İbn Esir, c. 2, s. 242, İbnSeyyid, c. 2, s. 167, Zehebî, s.439, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, c. 6, s. 162, İbn Haldun, c.2,ks. 2,s.42.
[282] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[283] Süheylf, Ravclu´l-ünüf, c. 7, s. 86, Kurtubf, Tefsir, c. 18, s. 50, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 284, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11.
[284] Vâhidf, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, Bedrüddin Aynf, Umdetü´l-kârî, c. 14, s. 255.
[285] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 48.
[286] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 147.
[287] Halebî, İnsânu´l-uyÜn, c. 3, s. 11,12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/336-337.
[288] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî.Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 79.
[289] Vâkidi, c. 2, s. 798, İbn Esîr, c. 2, s. 242, B. Aynı, Umdetü´l-kârf, c. 1 4, s. 255, Diyarfcekrf, c. 2, s. 79.
[290] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Vâhidf, Esbâbu´n-nüiûl, s. 281, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 255.
[291] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 58.
[292] Vahi df, E sbâbu´n-nüzül, s. 282, Zem ahşerî, K eşşâf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, Ne seff, M e dâri k, c. 4, s. 245, B. Ayn f, Umdetü´l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[293] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[294] Zemahşerf, c. 4, s. 88, Vâhidf, s. 282, Kurtubf, c. 18, s. 51.
[295] Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, B. Aynf, c. 24, s. 245.
[296] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860.
[297] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 78.
[298] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 361.
[299] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Vâhidf, E sbâbu´n-nüzül, s. 282, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 245.
[300] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, 799, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
[301] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 40, 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye Ve´n-nİhâye, C. 4, S. 283, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/337-339.
[302] Başka rivayette Mikdad yerine E bu Mersed el -Ganevf zikredilin iştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, Müslim , c. 4, s. 1942).
[303] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.79, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941, E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409.
[304] Vâhidf, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, B. Aynf, Umde, c. 14, s. 255, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, İnsan, c. 3, s. 11, Zürkânf, c. 2, s. 295.
[305] Vahidî, s. 282, Zemahşerî, c. 4, s. 88, Kurtubî, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245, Diyarbekrî, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11 , Zürkânf, c. 2, s. 295.
[306] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 409.
[307] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.1O5.
[308] Ahmed b. Hanbel, c. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 409.
[309] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226.
[310] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226, Vâhidf, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 283, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180.
[311] Vâhidf, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245.
[312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1 , s. 79, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47.
[313] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[314] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[315] Vâhidi, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245.
[316] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâhidf, c. 2, s. 798, Taberî, Târih, c. 3, s. 114 .
[317] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[318] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.1O5.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[320] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[321] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 79, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh.c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 410.
[322] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[323] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79,80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim , c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[324] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 414, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114, Kurtubf, c. 18, s. 51.
[325] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 80, Buhârî, c. 6, s. 60 Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[326] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114.
[327] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[328] Vâhidf, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 89, Kurtubf, c. 18, s. 50.
[329] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[330] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 89, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 284.
[331] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 59.
[332] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[333] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 80, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1 941, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 41 0, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 354.
[334] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 109.
[335] Hakim, Müstedrek, c. 3, s. 302.
[336] Ahmed b. H anbel, M üsned, c. 1, s. 105, Bel âzurf, E nsâbu´l-eşrâ f, c. 2, s. 35 4, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 59.
[337] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[338] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[339] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[340] Mümtahine: 1.5.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/339-344.
[341] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre.c.4, s. 31, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[342] Zührî, Megâzî, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 801, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 90, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 21, 24, Etau´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 268.
[343] Zührî, M egâzf, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 35, fihmed b. Hanbel, c. 1 , s. 325, Buhârî, c. 5, s. 90, Taberî, TâriVı, c. 3, s. 114, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvye, c. 5, s. 21, 22, İbn Seyyid, Uyûnu´l- eser, c. 2, s. 167, Zehebî, Megâzî, s. 441 , Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286, 287, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 165.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 4.
[346] Vâkıdî, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 135.
[347] Yâ kût. M u´cem u´l-bül dân. c. 3. s. 421. Sem hû df. Vefâu"! -vefa. c. 4. s. 1253.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/345.
[348] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 801, Ibn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[349] Erâk; Mekke yakınında, A-afatta, Memire´de bir yerdir (Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 1, s. 135).
[350] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 804, 805.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/345-348.
[351] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, 804.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/348.
[352] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 801, 802.
[353] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 25, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286.
[354] Halkın buraya Kudeyd dediği de bildirilir (İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180).
[355] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, Sahîh, t 5, s. 90.
[356] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226, 227.
[357] Su yerine süt rivayeti de vardır (jbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 39 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 344, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90).
[358] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90, Müslim , Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 25, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286.
[359] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, c. 5, s. 90,MüsJim, c. 2, s. 785, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 316.
[360] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 139, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 227.
[361] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 25, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 227, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286, 287.
[362] Müslim, Sahîh, c. 2, s. 785.
[363] Vâkıdî, c. 2, s. 802, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 15, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 300.
[364] Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 29. Buhârî. Sahîh. c. 5. s. 90. Tirmizî. Sünen. c. 4. s. 198.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/348-349.
[365] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167.
[366] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/350.
[367] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 804, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[368] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[369] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 801, 804.
[370] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 812, 81 3.
[371] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, 820.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/350-352.
[372] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 42, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[373] İbn Adilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 806, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 50.
[376] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 806.
[377] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 50.
[378] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, 811, 81 2.
[379] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[380] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[381] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[382] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[383] Vâkıdî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, c. 4, s. 50.
[384] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807.
[385] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, 88 İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[386] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 808.
[387] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 810, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, Beyhakî.Delâilü´n-nübüvvıe, c. 5, s. 27, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167.
[388] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 810.
[389] Vâkıdî, Megâzî, c.2,s. 810, İbn ^dilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 6, s. 165, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 180.
[390] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[391] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 808, 809.
[392] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1674, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167,168, İbn Kayyım , Zâdu´l-m ead, c. 2, s. 181.
[393] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 28.
[394] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811.
[395] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[396] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Kâmil, c.2,s. 244, İbn Kayyım, Zâdu´l-m ead, c. 2, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/352-358.
[397] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4.
[398] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 814, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[399] İbn Asâkir´den naklen Alâüddin £Ji, Kenzü´l-ummâl, c. 11, s. 359, Takiyyüddin, Ikdu´s-simm, c. 6, s. 4.
[400] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 39.
[401] Vakıdî, c. 2, s. 814, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 135, Beyhakî, c. 5, s. 39.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/358.
[402] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s. 814, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 135, Halebi, İnsanu l-Uyun, c. 3, s. 16.
[403] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s. 814.
[404] Vâkıdî, c. 2, s. 814, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 170.
[405] Taberî, Târih, c. 3, s. 117.
[406] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 42, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 36.
[407] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[408] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4 s. 42, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 165.
[409] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[410] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[411] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 5, s. 170.
[412] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91.
[413] Taberânf, M u´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 74.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814.
[415] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 288.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/359-360.
[416] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 44, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 815, 816, Taberî, Târîh, c. 3, s. 115, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c.5,s.33.
[417] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 816,817.
[418] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[419] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[420] Taberî, Târih, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33. 41 4.
[421] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Beyhakî, c. 5, s. 33, Zehebî, Megâzî, s. 451.
[423] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817.
[424] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 44, 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, Taberî, Târih, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve,c.5, s. 33.
[425] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Taberî, c. 3, s. 11 6, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[426] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 817.
[427] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[428] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 4, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[429] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 817.
[430] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[431] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târih, c. 3, s. 166, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 33, 34.
[432] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 815, Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 18.
[433] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 815.
[434] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 32.
[435] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 76.
[436] Vâkıdî, c. 2, s. 815, Beyhakî, c. 5, s. 40, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[437] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 43.
[438] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 43.
[439] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[440] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[441] Vâkıdî, c. 2, s. 815, Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[442] Vâkıdî, c. 2, s. 816, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 40, Heysemî, c. 6, s. 170.
[443] Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[444] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 816.
[445] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 443, Heysemî, c. 6, s. 171.
[446] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 43, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 37, Zürkânf, M evâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 312.
[447] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 444, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[448] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 815.
[449] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 34, Zehebî, Megâzî, s. 452, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 43.
[450] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 170.
[451] Zührî, Megâzî, s. 88, 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Zehebî, Megâzî, s. 451, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 87, s. 6, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 18.
[452] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delalilü n-Nübüvve, c. 5, s. 34, İbn Haldun, Tarih, c. 2, s. 43.
[453] Vâkıdî, c. 2, s. 816, Beyhakî, c. 5, s. 37, 40, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 6, s. 171, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2,s.81.
[454] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, 46, Vâkıdî, c. 2, s. 81 7, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 37.
[455] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[456] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 34, Zehebî, Megâzî, s. 450.
[457] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 376.
[458] Beyhakî, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 921.
[459] İbn Abdilberr, İstiâb,c.4, s. 1679, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[460] Beyhakî, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[461] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Yâkubî,Târîh, c. 2, s. 59, Taberî, c. 3, s. 116, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre,s. 229, Beyhakî, c. 5, s. 32, 34, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 43.
[462] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[463] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, İbn Abdilberr, İstiâb.c.4, s. 1679, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 291, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 43.
[464] Zührî, M egâzf, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Belâzurî, E nsâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 355, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 679, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 34, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 19.
[465] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 32, Zehebî, Megâzî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/360-368.
[466] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c.2, s. 818, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91.
[467] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 290.
[468] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[469] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[470] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818.
[472] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[473] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[474] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[475] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818.
[476] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[477] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 41, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[478] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818.
[479] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818.
[480] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818, 81 9, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 304.
[481] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 20.
[482] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 292, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[483] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 304.
[484] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91.
[485] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 304,305.
[486] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[487] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819.
[488] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 305.
[489] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[490] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 820, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[491] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[492] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[493] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 820, 821, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[494] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, 117, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 35, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 167.
[495] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[496] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[497] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[498] Vâkıdî, c. 2, s. 821, Halebî, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[499] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 230.
[500] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[501] Vâkıdî, c. 2, s. 821, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[502] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[503] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119.
[504] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 377, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91.
[505] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 119, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c.2,s.182.
[506] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 128.
[507] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 170.
[508] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[509] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 195.
[510] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 195.
[511] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 376.
[512] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 175.
[513] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 135, Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 35, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 290, İbn Kayyım, c. 2, s. 182.
[514] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 196.
[515] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91 , Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 38, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 291, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 82, Kastalânf, Mevâhib, c. 1 , s. 196, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 308.
[516] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 171, 172, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 7.
[517] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 44, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 7, s. 6-7, Kastalânf, c. 1, s. 196.
[518] İbn Hacer, Fethu´l -b ârf, c. 8, s. 6-7, Kast alânf, M evâhib, c. 1, s. 196.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 822, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 182.
[520] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[521] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[522] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[523] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/368-378.
[524] Zi Tuvâ; Mekke yakı nında bir vadidir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhft, c. 4, s. 360, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255).
[525] Vakıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[526] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[527] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 824, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 320.
[528] Ahmedb.Hanbel.Müsned.c. 4, s. 305Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 294, 295, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1 037, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[529] Kasas: 28/85.
[530] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 68, 69, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, 247, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 82.
[531] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 27, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 321.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/379-380.
[532] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 118.
[533] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[534] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 357.
[535] Ehâbiş; Mustalıklar ile Hevn b. Huieyme oğulları, Mekke´nin aşağısı ndaki Hubşa dağı eteğinde toplanıp düşmanlarına karşı birlikte hareket edecekleri hakkında Kureyş müşrikleriyle antlaşmış oldukları için, toplantı yerlerine izafetle bu kabilelere Ehâbiş denilmiştir Çİbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 25, Kalkaşandf, Nihâyetü´l-ereb, s. 164).
[536] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, 118, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 247, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 197.
[537] Handeme, Mekke dağlarındandır (Yakût, M u´cem u´l-bül dan, c. 2, s. 392).
[538] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Taberî, c. 3, s. 11 8, İbn Esir, c. 2, s. 247.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/380.
[539] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 231 .
[540] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1407.
[541] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[542] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 8, Kastalânf, Mevâhib, c. 1,5.197.
[543] Küdâ, ZT Tuvâ´da Kuaykıan dağının yanında, Mekke´nin yukarısına düşen bir yer olup, Akabe´ye oradan çıkılır (Yâküt, Mu´cemu´l-buldan, c. 4, s. 440).
[544] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 35,136.
[545] Hacun; Mekke´nin yukarısında, M ekkelilerin kabirlerinin yanında bir tepecik olup, Beytullah´a uzaklı ğı bir buçuk m il veya bir fersah ve bir fersahın da üçte biri kadardır (Yâküt, c. 4, s. 225). Bey´at Mescidinin hizasındadır (Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 273).
[546] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91, Taberî, Târih, c. 3, s. 117.
[547] Taberî, Târih, c. 3, s. 117, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 8.
[548] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[549] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Taben, c. 3, s. 11 8.
[550] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c.2, s. 136.
[551] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 8, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 24.
[552] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
[553] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1405.
[554] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
[555] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 51, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3, s. 11 9, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 247.
[556] Vâkıdî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3, s. 120.
[557] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
[558] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[559] İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 251.
[560] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 85, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 10.
[561] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/381-383.
[562] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 157.
[563] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
[564] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 57, c. 5, s. 92.
[565] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/383.
[566] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173. 555.
[567] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[568] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[570] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[571] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 1 73.
[572] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[573] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[575] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[576] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[577] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[578] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[579] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[580] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[581] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, c. 2, s. 824, Heysemî, c. 6, s. 173.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/383-385.
[582] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 822.
[583] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822.
[584] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 230, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s.10.
[585] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Esîr, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[586] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[587] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 170, 171.
[588] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[589] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[590] Zührî, Megâzî, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 377, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[591] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn E ar, c. 2, s. 246.
[592] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[593] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[594] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[595] Zührî, s. 89, İbnİshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Abdurrezzak, c. 5, s. 377.
[596] Zührî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246, Heysemî, c. 6, s. 1 6.
[597] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[598] Zührî, s. 89, İbn İshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[599] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47.
[600] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[601] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[602] Zührî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[603] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[604] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 1 67.
[605] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[606] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 82, Heysemî, c.6,s.167.
[607] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, c. 2, s. 182, Heysemî, c. 6, s. 167.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/385-387.
[608] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[609] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/387-388.
[610] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 49, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 36, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 197.
[611] Taberî, Târih, c. 3, s. 117, 118, Kasta lanı, Mevâhib, c. l.s.197.
[612] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 50, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 392,393.
[613] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[614] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 24.
[615] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[616] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825.
[617] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 24.
[618] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839.
[619] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[620] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Beyhakr, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 44.
[621] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 44, Heysemî, Meonau´z-zevâid, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 25.
[622] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[623] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 355, Beyhakî, c. 5, s. 44.
[624] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[625] Beyhaki, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 44, Heysemi, Mecmau´z-zevâi d, c. 6, s. 173.
[626] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[627] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 51, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[628] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, c. 2, s. 823 Beyhakî, c. 5, s. 47.
[629] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 50.
[630] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[631] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, c. 1,s.356.
[632] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356.
[633] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827.
[634] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827.
[635] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 50, 51, Vâkıdî, c. 2, s. 828, Ezrakî, ^hbâru Mekke, c. 2, s. 269, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356, 357, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 47, Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 393, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 296. 297.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/388-391.
[636] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392.
[637] Taberî, Târik. c. 3, s. 117, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 246.
[638] Vâkidi, Megâzî, c.2, s. 828, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[639] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 83.
[640] Taberî. Târike. 3. s. 118.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392.
[641] Zührî, Megâzî, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[642] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[643] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 455, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 387, Müslim, Sahih, c. 2, s. 990, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 54, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 225, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 201, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1186, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 507, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 67, 68, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Zehebî, Megâzî, s. 457, 458, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 293, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 27, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 319.
[644] Beyhakî, c. 5, s. 68, Zehebî, c. 458, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 293, Halebî, c. 3, s. 27, Zürkânf, c. 2, s. 319.
[645] Zührî, Megâzî, s. 91, Abdurrezzak, c. 5, s. 379, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 191.
[646] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 201, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 324.
[647] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[648] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84.
[649] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49.
[650] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 287, 288.
[651] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 32, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 195, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 941, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 200.
[652] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 70.
[653] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 293, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 83.
[654] Vâkıdî, M egâzf, c.2,s.826,İbnSa´d, Tabakâtü´l-kü brâ, c. 2, s. 136, D iyarbekrf, Târîhu´l -ham fs, c. 2, s. 83.
[655] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 197, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 311.
[656] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 36, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9, Kastalânf, Mevâhib, c.1 , s. 197, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 83.
[657] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 83, 84, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[658] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 297, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 311.
[659] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[660] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[661] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[662] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26, Zürkânf, c. 2, s. 311.
[663] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1407-1408, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 45, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 174.
[664] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[665] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[666] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, 839, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9.
[667] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[668] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[669] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[670] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 297.
[671] Vâkıdî, c. 2, s. 826, 839, İbn Sa´d, c. 2, s. 136.
[672] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[673] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[674] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s., c. 2, s. 84.
[675] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392-396.
[676] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâzurî, Fütühu´l-büldân, c. 1 , s. 45.
[677] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839.
[678] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177.
[679] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[680] Belâzuıî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 46.
[681] İbn Hazm. Cevâmiu´s-Sîre. s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/396-397.
[682] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59.
[683] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 234.
[684] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiurf, Fütühu´l-büldân, c. 1, s. 45, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 56.
[685] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59.
[686] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408.
[687] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1 , s. 45, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 57, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 175.
[688] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiun, Fütûh, c. 1, s. 45, Beyhakî, Delâil.c.S, s. 57, İbn Seyyid, c. 2, s. 175.
[689] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[690] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiun, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[691] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 306.
[692] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[693] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim, c. 3, s. 1408, Belâiun", c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/397-398.
[694] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 828, Halebî, İnsânu´l-uvün, c. 3, s. 28.
[695] Buhârî, Sahibe. 5, s. 92.
[696] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 828.
[697] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 49, Taberî, Târîh, c. 3, s. 118.
[698] İbnSa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 40, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 154, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 174, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 209.
[699] Sühevlf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 98, 99.
[700] Vâkıdı, c. 2, s. 829, İbn Sa´d, c. 2, s. 136, Halebî, c. 3, s. 27.
[701] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Halebî, İnsânu´l-u^n, c. 3, s. 28.
[702] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[703] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
[704] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 36, Ezrakî, c. 2, s. 161 , Belâzuıî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[705] Ezrakî, ^ıbâru Mekke, c. 2, s. 161, Belâzurî, E nsâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[706] Mâverdf, Ahkâm u´s-sultâniye, s. 171.
[707] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/399-400
[708] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s. 423 İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 39,140, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 164, Bubin, Sahih, c. 5, s. 92.
[709] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 423, İbn Sa´d, c. 2, s. 139,1 40, A. b. Hanbel, c. 3, s. 1 64, Buhârî, c. 5, s. 92, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1,5.360.
[710] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 140.
[711] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 51, 52, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 360, Taberî, Târih, c. 3, s. 119.
[712] İbn Esir, Nihâye, c. 5, s. 250.
[713] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 237.
[714] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[715] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[716] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 829, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, Taberî, c. 3, s. 119.
[717] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[718] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 359.
[719] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s, c. 1, s. 360.
[720] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[721] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 9.
[722] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[723] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Taberî, c. 3, s. 119.
[724] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[725] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[726] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[727] İbn İshak, ibn.Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî.c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[728] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[729] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[730] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[731] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[732] Vâkıdî, c. 2, s. 859, 860, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[733] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860.
[734] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, 827.
[735] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53, Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[736] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 360.
[737] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 424, Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[738] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[739] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 52, Vâkıdî, c. 2, s. 825.
[740] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825.
[741] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 860.
[742] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9.
[743] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 53, İbn Hacer, c. 8. s. 10.
[744] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53.
[745] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 361, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 46.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/400-403
[746] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 94.
[747] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 50, 51 .
[748] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/403-404
[749] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[750] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[751] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, İbn Esir, c. 2, s. 250.
[752] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52.
[753] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[754] Vâkıdî, c. 2, s. 857, Belâzurî, c. 1.S.359, İbn Esir, c. 2,5.250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/404.
[755] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52.
[756] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[757] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 861.
[758] Vâkıdî, c. 2, s. 861, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, 359.
[759] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 862.
[760] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 359, İbn EsiY, Kâmil, c. 2, s. 250.
[761] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860, 861 Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[762] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/404-405.
[763] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 248.
[764] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[765] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Tataerf, Târih, c. 3, s. 118.
[766] Vâkidi, Megâzî,c.2,s. 825.
[767] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 248.
[768] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/405-406.
[769] Vâkıdî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[770] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[771] İbn Esîr, Kâmil ,c. 2, s. 248.
[772] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[773] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 823, Taberî, c. 3, s. 118.
[774] İbn Esîr, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
[775] İbn Esîr, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
[776] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 248.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/406.
[777] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[778] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9.
[779] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 857, İbn Atodilberr, İstiâb, t 4, s. 1854, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 76,177, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 185.
[780] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1854, İbn Seyyid, UyÛnu´l-eser, c. 2, s. 177.
[781] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 357.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407.
[782] İbn Esîr, Kâmil.c.2, s. 250.
[783] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 901, İ bn Esîr, Usdu´l-gâ be, c. 3, s. 239.
[784] Diyarbekrî, Târıîıu´l-hamfs, c. 2, s. 94.
[785] İbn Esîr. Kâmil. c. 2. s. 250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407.
[786] İbn İshak, İbn Hişam,Sîre, c. 4, s. 51, 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 118, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[787] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[788] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[789] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[790] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[791] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 259.
[792] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358, Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 274.
[793] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[794] Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 273, Halebî, İnsânu´l-u^ûn, c. 3, s. 36.
[795] Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 273.
[796] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 90, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 3, s. 36.
[797] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, Halebî, c. 3, s. 36.
[798] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 249.
[799] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 124.
[800] Fussilet: 41/42.
[801] EI-Hâkka: 69/44-46.
[802] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407-409.
[803] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[804] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 93.
[805] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[806] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 38.
[807] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[808] İbn İshak, ibn.Hişam, Sîre, c. 4, s. 66, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[809] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1936, 1938.
[810] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[811] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[812] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831, 832.
[813] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[814] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[815] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832, Bedrüddin Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 276, İbn Ha cer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 393, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 32.
[816] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[817] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 85, Halebî, İnşân, c. 3, s. 32.
[818] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/409-411.
[819] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59, İtan Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 180 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ye´n-nihâye,c. 4, s. 308, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 185.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/411-412.
[820] İbn Sa´d ve Beyhaki den naklen Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 304, İbn Sa´d, Beyhakî ve İbn Asâkfr´den naklen Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 2, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/412.
[821] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezraki, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[822] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177.
[823] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1,s.266.
[824] Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 535.
[825] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[826] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 15.
[827] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[828] İbn Merduye´den naklen Suyûtî, Esbâbu´n-nüzûl s. 66.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/412-414
[829] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 59, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 266, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92.
[830] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 120, 212 Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 72.
[831] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 30.
[832] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[833] İbn İshak, İbn Hişam, c.4,s. 59, İbn Sa´d, Tabakât, c.2,s. 136, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnâm, s.31, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, 93, Ezrakî, c. 1, s. 121, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 176.
[834] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 93, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1408, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 121, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183.
[835] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Ezrakî, c. 1 , s. 121 , Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 1 , s. 77, 78, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 234, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
[836] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ezrakî, c. 1, s. 121, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 302.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/414-415
[837] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[838] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[839] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[840] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274.
[841] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 846, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274, 275, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[842] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, Süheyl f, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 138.
[843] İbn Ebi Şeybe´den naklen AJâüddin ^Ji, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 536.
[844] Vâkıdî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 254.
[845] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 275.
[846] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 184.
[847] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 1 37.
[848] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 46, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 275.
[849] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846.
[850] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 46, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c.2, s. 184.
[851] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846,, Ezrakî, c. 1, s. 275.
[852] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[853] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[854] Ezrakî, Nıbâru Mekke, c. 1, s. 275.
[855] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[856] Ezrakî, c. 1,5.275.
[857] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/415-418.
[858] Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam, s. 31, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 121.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/418.
[859] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 144, 145.
[860] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[861] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 1 08, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[862] Süheylf, Ravd,c.7, s. 108, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 300.
[863] Süheylf, Ravd, c. 7. s. 108.
[864] Serahsf, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 255.
[865] Taberânf, M u´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 67,68, Heysemî, Meanau´z-zevâ id,c.6, s. 175,176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/418-420.
[866] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 304, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 320.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/420.
[867] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 155, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam , s. 27, 28.
[868] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 160, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 119.
[869] Ebüu´l-Müniir H i sam, Kitâbu´l -esnam, s. 28,103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 119.
[870] İbn Hazm, Cemhere, s. 492.
[871] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 117.
[872] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 79, 155.
[873] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 3, s. 721, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 408.
[874] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Ezrakî, c.1, s. 169.
[875] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 166, 167.
[876] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 1, s. 266.
[877] Bedrüddin Avnf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244.
[878] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 165, 167,169.
[879] Bedrüddin Avnf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 243, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 371, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[880] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[881] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 55, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[882] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[883] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[884] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834.
[885] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[886] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[887] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[888] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[889] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 336.
[890] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[891] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834, Halebî, İnsânu´l-uvün, c. 3, s. 30.
[892] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[893] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 396.
[894] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[895] Bedrüddin Avnf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 372, 373.
[896] Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, 272.
[897] B. Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 373.
[898] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 13, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183.
[899] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, c. 1, s. 269.
[900] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55-56, Buhârî, c. 2, s. 160, Ezrakî, c.1, s. 268,269.
[901] B. Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 373.
[902] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835.
[903] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 142, Buhârî, c. 5, s. 93.
[904] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[905] Buhârî, Sahih, c. , s. 93.
[906] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, 56, Buhârî, c. 5, s. 93, Ezrakî, c. 1.S.268.
[907] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183.
[908] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, c. 2, s. 137.
[909] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[910] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 1, s. 267, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 44.
[911] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, E bu U beyti, Kitâbu´l-emvâl, s. 159, Ezrakî, c. 1, s. 267, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[912] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 234, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/420-424.
[913] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 185.
[914] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 1 60, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 121,İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 878, Nesâf, Sünen, c. 78, s. 42.
[915] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 159, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 410, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185, Taberî, TânTı, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252.
[916] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Abdumezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s. 159,160, Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185, İbn Mâce, c.2, s. 878, Nesâf, c. 8, s. 41, 42, Taberî, c. 3, s:. 120.
[917] Vâkıdî, c.2, s. 835, Abdurrezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s. 1 59, Ezrakî, c. 1, s. 11 4, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11 , c. 3, s. 410, İbn Mâce, c. 2, s:. 8785.
[918] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ezrakî, c. 1, s. 114, c. 2, s. 121, Ebu Ubeyd, s. 159, 160, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, İbn Mâce, c.2, s. 878, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Haldun, c. 2,ks. 2, s. 45.
[919] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî.c. 2, s. 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, s. 160, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, c. 2, s. 1 21, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185,195, İbn Mâce, c. 2, s. 877, 878, Nesâf, c. 8, s. 41,42.
[920] "Ey insanlar!" diye de rivayet edilmiştir (Tirmizî, c. 5, s. 389).
[921] "Hepiniz," diye de rivayet edilmiştir (Vâkıdî, c. 2, s. 836).
[922] Âdem oğullarıdır (İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 143, Tirmizî, c. 5, s. 389).
[923] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 1 43, Ezrakî, c. 2, s. 121, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Kayyım, c. 2, s. 184, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 45.
[924] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 569, Neseff, Medârik, c. 4, s. 173.
[925] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Ebu´l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 218.
[926] Hucurât: 14, İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54, 55, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, Târih, c. 3, s. 120, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45.
[927] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayyım, c. 2, s. 1 84, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[928] Taberî, c. 3, s. 1 20, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[929] Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 1 21.
[930] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[931] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[932] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[933] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, c. 2, s. 142, Ezrakî, c.2, s. 121, Belâzurî, c. 1, s. 47, İbn Kayyım , c. 2, s. 1 84.
[934] İbn İsha k, İb n H işam, c. 4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn S eyyid, U yûnu´ l-eser, c. 2, s. 178, Kastalâni, M evâhi bü´l-le dün-niye, c. 1, s. 201.
[935] Taberî, c. 3, s. 1 20, İbn Esîr, c. 2, s. 252.
[936] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 141, 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/424-427.
[937] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 32,Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 123, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 205.
[938] Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[939] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11.
[940] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 179.
[941] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 385.
[942] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5,5.203.
[943] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, 31 5, 316, Nesâf, c. 5, s. 203.
[944] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203.
[945] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, 32, c. 6, s. 385, Buhârî, c. 1 ,s.35.
[946] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[947] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, c. 6, s. 385, Buhârî, c. 1 , s. 35.
[948] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 836-844, Eirakf, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, Buhân, c. 1 , s. 36, c. 5, s. 98, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 48, Nesâf, c. 5, s. 204.
[949] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[950] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 238, Buhârî, c. 1, s. 36, c. 8, s. 38.
[951] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 31, Buhârî, Sahîh, c. 1 , s. 35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 206.
[952] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahm ed b. Hanbel, c. 4, s. 31, Buhârî, c. 1, s. 35, Nesâf, c. 5, s. 206.
[953] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, 316, Buhârî, c. 1,s.36,c.5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203, 204.
[954] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, Buhârî, c.1, s. 36, c. 5, s. 98, Belâzurî, Fütûhu´l- büldân, c. 1, s. 48.
[955] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[956] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[957] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[958] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 846, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[959] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Buhârî, c. 1, s. 36, c. 8, s. 38.
[960] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[961] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 179.
[962] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[963] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837.
[964] Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 2, s. 215.
[965] Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 2, s. 207, 215.
[966] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[967] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 66, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 148,149, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[968] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[969] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836.
[970] Serahsf, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207, 211.
[971] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 21 5.
[972] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[973] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207.
[974] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 207, Ezrakî, c. 2, s. 122.
[975] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837.
[976] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122.
[977] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 195.
[978] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[979] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, 837, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[980] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, 837.
[981] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 238, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 38.
[982] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 238.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/427-432.
[983] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 267.
[984] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114.
[985] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114, 267.
[986] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114, 267, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 85.
[987] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838.
[988] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 55.
[989] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267.
[990] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267.
[991] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 265.
[992] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 111, 265.
[993] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, 268.
[994] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 78, İbn Kayvım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[995] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[996] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 178, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 184, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 338.
[997] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, İbn Seyyid, c. 2, s. 178, İbn Kayyım, c. 2, s. 184, Kastalânf, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 338.
[998] Vâkıdî, c. 2, s. 838 Ezrakî, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/432-434.
[999] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1000] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 102, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1001] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 145, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1002] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 145, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244, 245.
[1003] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 840, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1004] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 245.
[1005] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 840, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1006] Vâkıdî, Megâzî,c.2,s. 840.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/434-436.
[1007] Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 47, 48, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvvıe, c. 5, s. 69.
[1008] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 69, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 3, s. 43, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1009] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 48, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 69, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 293, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ.c. 2, s. 80.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/436.
[1010] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 318.
[1011] Taberî, Târih, c. 3, s. 121, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Neseff, Medârik, c. 4,s.25Ü, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1012] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 270, 271.
[1013] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 415, c. 4, s. 168.
[1014] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 201, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1015] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 415, c. 4, s. 168, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1016] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 85, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1017] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252.
[1018] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 469, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1019] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 469.
[1020] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 469, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/436-437.
[1021] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, İ bn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 451, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 349.
[1022] İbn Sa´d. Tabakâtü´l-kübrâ. c. 5. s. 451.
[1023] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/437-438.
[1024] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.e, s. 349.
[1025] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 349,350.
[1026] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4.S.485, Vâkıdt, c. 2, s. 824.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/438.
[1027] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 4, s. 60, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 2, s. 82, Halebî, İnsanu´l-uyûn, c. 3, s. 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/438-439.
[1028] Taberî, Târîh, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1029] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252,253.
[1030] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 850.
[1031] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1032] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 139.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/439-440.
[1033] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 293.
[1034] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1035] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1036] Taberî, Tefar, c. 28, s. 78.
[1037] Taberî, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1038] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[1039] Vâkıdî, c. 2, s. 850, 851, İbn Sa´d, c. 8, s. 236, 237, Taberî, c. 28, s. 80.
[1040] Halebî, İnsânu´l-uyun, c. 3, s. 47.
[1041] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95.
[1042] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1043] İbn Sa´d, Tabakât, c. 8. s. 237.
[1044] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 139.
[1045] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1046] İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 237, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1047] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1048] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 237, İbn AMIberr, İstiâb, c. 4, s. 1 923, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 293.
[1049] Taberî, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1050] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1051] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1052] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 850.
[1053] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1054] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1055] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 850.
[1056] Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 486.
[1057] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1058] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1923, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 140.
[1059] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 237, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 46.
[1060] Heysem f, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 37.
[1061] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1062] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1063] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1064] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7. s. 139.
[1065] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 850, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8. s. 236.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/440-444.
[1066] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 868, 869.
[1067] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 871, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1, s. 123.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/444-445.
[1068] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 85, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam .
[1069] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 870, 871, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 123.
[1070] Ahmed b.Hanbel.Müsned, c. 3, s. 340.
[1071] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/445-446.
[1072] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 32.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/446.
[1073] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 8.
[1074] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîîıu´l-hamfs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
[1075] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, 847.
[1076] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/447-448.
[1077] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 480.
[1078] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 492, 493.
[1079] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 849.
[1080] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1081] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 849.
[1082] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1083] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1084] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1085] Hâkim. Müstedrek. c. 3. s. 493.
[1086] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/448-450.
[1087] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1088] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1089] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1090] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1091] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1092] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1093] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1094] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1095] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1096] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1097] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1098] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1099] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1100] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1101] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 91.
[1102] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1103] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1104] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1106] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1110] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241
[1111] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1112] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1113] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1114] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1115] Vâkıdî, c. 2, s. 852, Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1116] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1117] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1118] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[1119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1124] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1126] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1127] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1128] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1129] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1083.
[1130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1131] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1132] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1133] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1134] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, M üstedrek, c. 3, s. 242.
[1135] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1137] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, .852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1138] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1139] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1140] Vâkıdî, c. 2, s. 852, 853, Hâkim, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1038.
[1141] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242, 243.
[1142] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311.
[1143] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 243, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 73.
[1144] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 123.
[1145] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[1146] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1147] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 243.
[1148] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/450-458.
[1149] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 420.
[1150] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 301.
[1151] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 302, 303.
[1152] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 53, 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829.
[1153] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, 830.
[1154] Serahsi, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c. 2, s. 829.
[1155] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 144.
[1156] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 277.
[1158] Vâkıdî, Megâzî, t 2, s. 830.
[1159] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c.2,s.830, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 277.
[1160] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1161] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 254.
[1162] Serahsf, Siyeru´l-kebir Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1163] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1164] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 423, 424, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1165] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 423, 424, 343.
[1166] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1167] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1168] Serahsf, Siyeru´l-kebir Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 343, 424.
[1169] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 145, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 343, 423, 424, 425, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84.
[1170] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 343, 423.
[1171] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 53, Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1 , s. 454, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1172] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 144.
[1173] Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, c. 2, s. 830, İbn Sa´d, c. 2, s. 144, 45, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 424.
[1174] Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Hâkim, c. 3, s. 278.
[1175] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Serahsf, c. 1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 330, İbn Sa´d, c. 2, s. 145, Ahmed, c. 6, s. 341, 342, 343.
[1176] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 341, 342, Hâkim, c. 3, s. 278.
[1177] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54.
[1178] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1179] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 278.
[1180] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 302.
[1181] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 421.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/458-462.
[1182] Vâkıdı, Megâzî, t 2, s. 847.
[1183] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 61, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 847.
[1184] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 847, 848.
[1185] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 902.
[1186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 848.
[1187] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 902.
[1188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 848, 849.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/462-464.
[1189] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 51, 52, Taberî, Târîh, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 259.
[1190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[1191] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Hâkim, Müsiedrek, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1192] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1193] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 358, Hâkim, Müstedrek, c.3.S.46.
[1194] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[1195] Belâzurî, Ensâbu´l-esrâf, c. 1 , s. 358.
[1196] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Hâkim, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1197] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, 856.
[1198] İbn Asâkir den naklen Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 1 0, s. 498, 499.
[1199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, 856.
[1200] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1201] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn E sfr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1202] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1203] Hâkim Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1204] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856.
[1205] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1206] Vâkıdî, c. 2, s. 856, Hâkim, c. 3, s. 45, İbn Abdilberr, c. 3, s. 91 8, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 60, İbn Esir, c. 3, s. 259.
[1207] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1208] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, Belâzurî, E nsâbu´l-esrâf, c. 1, s. 258, Hâkim, c. 3, s. 45, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 60.
[1209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856.
[1210] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 141.
[1211] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1212] Belâzurî, Ensâbu´l-esrâf, c. 1 , s. 358, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1213] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 358.
[1214] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1215] Vâkıdî, c. 2, s. 856, Belâzurî, c. 1, s. 358, Hâkim, c. 3, s. 45, İ bn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 91 8, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, 857.
[1217] Vâkıdî, c. 2, s. 856, 857, Belâzurî, c. 1, s. 358.
[1218] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 920, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 175.
[1219] İbn Hazm , Cevâmiu´s-a´re, s. 232.
[1220] İbn Abdilberr, c. 3, s. 920, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 175,176.
[1221] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/464-468.
[1222] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 121.
[1223] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 853.
[1224] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 .
[1225] İbn İshak, İbnHisam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 1 21.
[1226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853.
[1227] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 121.
[1228] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 ,122.
[1229] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c.2,s. 853, Taberî, c. 2, s. 120.
[1230] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Alâüddin AJi, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1231] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1232] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, İbn Asâkfr, Târih, c. 6, s. 432, Alâüddin AJi, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s:. 504.
[1233] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1234] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, İbn Asâkfr, t 6. s. 432, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1235] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 46.
[1236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, 854.
[1237] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1238] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1239] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854.
[1240] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60 Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122.
[1241] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1242] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1243] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1244] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1245] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, AJâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1246] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 720, AJâüddin AJi,c.10,s. 505.
[1247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/468-472.
[1248] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789.
[1249] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789, 790, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1250] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 789, 791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/472-473.
[1251] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[1252] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 143.
[1253] Cahiliye devrinde Salvan b. Ümeyye´ye "Kıntar" derlerdi. Kendisinin bir kantar altını vardı. Safvan´ın babası da öyle idi (Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 48). Kantar; 40 ukıyye altına veya 1200 altına veya 1200 ukiyye altına veya 70 bin dinara veya 100 ratl altına denir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhit, c. 2, s. 127).
[1254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1255] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, 864.
[1256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1257] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/473-474.
[1258] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 865.
[1259] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 865, 866, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1,5. 221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/474.
[1260] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 869.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/475.
[1261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/476.
[1262] Buhârî. Sahih. c. 3. s. 43. Müslim. Sahih. c. 3. s. 1207.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/476-477.
[1263] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 865.
[1264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/477.
[1265] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 162, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97,Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 132, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 72, Dâıimf, Sünen, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/477-478.
[1266] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/478-479.
[1267] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829.
[1268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 80, Vâkıdî, c. 2, s. 871, İbn Sa´d, c. 2, s. 143.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/479.
[1269] İbn Sa´d.c. 2,s.145,İbn Abdilberr, c. 2, s. 621, İbn Esîr, c. 2, s. 390.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/479.
[1270] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 127.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/480.
[1271] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 130, 131.
[1272] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 300 (Ek Belge)
[1273] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1274] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1275] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1276] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1277] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1278] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1279] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1280] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 127, 128.
[1281] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 128.
[1282] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 842.
[1283] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/480-481.
[1284] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 128, 129.
[1285] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/482-483.
[1286] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1287] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1288] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 315, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 116.
[1289] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 11 6.
[1290] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 11 8.
[1291] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 27.
[1292] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 127.
[1293] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 126.
[1294] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 54, Yâkût, c. 5, s. 367.
[1295] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1296] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 127.
[1297] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 315, İbn Hazm, Cemhene, s. 491.
[1298] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 85.
[1299] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 126.
[1300] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1301] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ezrakî, c. 1, s. 1 28.
[1302] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 277.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/483-485.
[1303] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25.
[1304] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 783, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 145.
[1305] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 315.
[1306] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 145, Ebu´l-Münzir Hişam, s. 25.
[1307] Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127.
[1308] Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127, Ebu´l-Münzir, s. 25, İbn Sa´d, c. 2, s. 146.
[1309] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1310] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25.
[1311] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 79, Taberî, c. 3, s. 123, İbn Esîr, c. 2, s. 260.
[1313] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1314] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25.
[1315] Vâkıdı, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127
[1316] İbn İshak, İbnHisam, c. 4, s. 79, Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ebu´l-Münzir, s. 25, 26, Ezrakî, c. 1, s. 1 27.
[1317] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, 874, Ebu´l-Münzir Hişam , s. 25, 26, Ezrakî, Nıbâru Mekke, c.1, s. 127, 128.
[1318] Ebu´l-Münzir Hişam, s. 26, Yâkût, c. 4, s. 117.
[1319] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnâm, s. 26, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1320] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 128.
[1321] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 26.
[1322] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1323] Vâkıdî, c. 3, s. 874, İbn Sa´d, c. 2, s. 145, Ezrakî, c. 1, s. 128.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/485-488.
[1324] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1325] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870.
[1326] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 57, Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 3, s. 276.
[1327] Ebu´l-Münzir Hişam,s. 9,10, Yâkût, c. 5, s. 450.
[1328] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 450.
[1329] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 9,10.
[1330] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 316, İbn Hazm, Cemhere, s. 492.
[1331] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 207, Diyarbekrî, Târıtıu´l-hamfs, c. 2, s. 96.
[1332] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1333] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870.
[1334] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1335] Vâkıdî, c.2, s. 870, İbn Sa´d, c.2, s. 146, Ezrakî, c. 1,s. 131,1 32, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead,c.2, s. 186.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/488-489.
[1336] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1337] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870, İ bn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146,147.
[1338] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 87, 88, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam, s. 13.
[1339] Ebu´l-Münzir Hişam , s. 13, Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 5, s. 1 36.
[1340] Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 5, s. 204.
[1341] Ezrakî, .Ahbâru Mekke, c. 1, s. 125, Yâkût, c. 5 s. 204.
[1342] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnam, s. 13, Yâkût, c. 5, s. 204, 205. 1322.
[1343] Ezrakî, c. 1, s. 125, Yâkût, c. 5, s. 204.
[1344] İbn Habib, Kitâbu´l -m uhabber, s. 316.
[1345] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnam, s. 14.
[1346] İbn Habib, Kitâbu´l-m uhabber, s. 316.
[1347] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 6, c. 2, s. 870, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 147, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 260, İbn Seyyid, Uyunu´l-eser, c. 2, s. 185.
[1348] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 88, Ebu´l-Münzir Hişam, s. 15, Yâkût, c. 5, s. 205.
[1349] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 88.
[1350] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 186, Kastalânî, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 208
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/489-491.
[1351] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 95.
[1352] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1353] İbn Sa´d, c. 7, s. 89, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1354] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, 71.
[1355] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1356] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1357] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 89, Buhâıİ, Sahih, c. 5, s. 95.
[1358] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 71.
[1359] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 95.
[1360] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30.
[1361] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1362] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1363] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1364] İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95, 96.
[1365] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30.
[1366] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1367] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 90.
[1368] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 71.
[1369] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1370] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90.
[1371] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1372] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 30, Buhârî, c. 5, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/491-493.
[1373] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 70, 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1374] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147, Taberî, Târîh, c. 3 s. 123, İbn Seyvid, Uyunu´l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayvım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 86.
[1375] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147. Taberî, c.3, s. 123, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 113, 114, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255, İbn Seyyid,c.2, s. 185, Zehebî, Megâzî s. 472, İbn Kayyım, c. 2, s. 186, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1376] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 123.
[1377] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 185.
[1378] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 114, İbn E ar, c. 2, s. 255.
[1379] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 97.
[1380] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 883, Taberî, c.3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1381] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 883.
[1382] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 148.
[1383] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 256,257.
[1384] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 256,257.
[1385] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1386] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 149.
[1387] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1388] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 149.
[1389] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 315.
[1390] İbn Sa´d, t 2, s. 149, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 315.
[1391] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 257.
[1392] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4, s. 76, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 877, 878, Taberî, Târîh, c.3, s. 125.
[1393] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa´d, c. 2, s. 149, Taberî, c. 3, s. 125.
[1394] Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa´d, c. 2, s. 149.
[1395] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa´d, c. 2, s. 149, Zehebî, Megâzî, s. 473,474.
[1396] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 77, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c.2,s. 149, Taberî, Târîh, c. 3, s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 473, 474, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1397] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 77, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, c. 3, s. 1 25, Zehebî, s. 473, 474, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 315, 316.
[1398] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 116,118, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 187, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 316, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 99.
[1399] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1400] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147.
[1401] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1402] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 210.
[1403] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, .150.
[1404] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 150.
[1405] Vâkıdî, c. 3 s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147.
[1406] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1407] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147.
[1408] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 98.
[1409] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 314.
[1410] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 875, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147 İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255.
[1411] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, İbn Esîr, c. 2, s. 255, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1412] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 875, 876, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 31 3.
[1413] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1414] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 71.
[1415] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1416] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1417] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1418] Halebî, İ nsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21 0.
[1419] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1420] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1421] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1422] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1423] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 876.
[1424] Halebî, İ nsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21 0.
[1425] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 72, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1426] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1427] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c. 4, s. 73.
[1428] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1429] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1430] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 151.
[1431] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1432] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1433] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/494-502.
[1434] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Taberi, Tarih, c.3, s.124, Ebu l Fida , el-Bidaye ve n nihaye, c. 4, s.313.
[1435] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 71, Vakıdi, Meğâzi, c.3, s. 881, İbn Sa d, Tabakâtü l-kübrâ, c.2, s. 148, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 1511, Taberi,c. 3,s. 124, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 114, İbn Esir, Kamil, c. 2, s. 256, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 186, Zehebi Megazi, s. 472, Ebu l Fida , el-Bidaye ve n nihaye, c. 4, s.313, İbn Kayyım, Zâdu l-mead, c.2, s. 186.
[1436] Beyhakî, Delâil, c.5, s. 114, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 2, s. 186, Zehebi s. 472, Zürkani , Mevabihu l-ledünniye, Şerhi , c. 3 , s. 83.
[1437] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Vakıdi, c.3, s.881, , İbn Sa d, Tabakâtü l-kübrâ, c.148, A. b. Hanbel c.2, s. 151, Taberi,c. 3,s. 124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 3, s. 186, Zehebi s. 472, Ebu l Fida , c. 4, s.313.
[1438] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Ebu l Fida , c. 4, s.313.
[1439] Vakıdi, Meğâzi, c.3, s. 884.
[1440] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi,c. 3,s. 124, Beyhakî, Delâil, c.5, s. 114.
[1441] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 74, Taberi, c.3, s.124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyun c. 2, s. 186
[1442] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882, Taberi, Tarih, c.3, s.124, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 114, 115, Zehebi, Megazi, s. 473, Ebu l Fida , el-Bidaye ve n nihaye, c. 4, s. 313.
[1443] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Taberi, c.3, s.124, Beyhakî, c. 5, s. 115, İbn Esir, Kamil c.2, s. 256, Zehebi, s. 473, Ebu l Fida , c. 4, s. 313.
[1444] Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882.
[1445] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi, c.3, s.124, Beyhakî, c. 5, s. 115, İbn Esir, c.2, s. 256, Zehebi, s. 473, Ebu l Fida , c. 4, s. 313.
[1446] Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/502-504.
[1447] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Vâkıdî, c.3,s. 880, Taberî, c. 3, s. 124.
[1448] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 74, İbn Esîr, c. 2, s. 256, İbn Seyyid,c.2, s. 1 86, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 314.
[1449] Vâkıdî, c. 3, s. 880.
[1450] İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 4, s. 74, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, Târih, c. 3, s. 124, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 86.
[1451] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 74, Taberî, c. 3, s:. 124, İbn Esîr, c.2, s. 256, İbn Seyyid.UyÛn, c. 2, s. 1 86, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s:. 314.
[1452] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880.
[1453] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4,s:.313, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 98.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/504-505.
[1454] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, 881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/505-506.
[1455] İbn Ebu Sevice, Musannef, c. 1 2, s. 367, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 448, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 43, Tiım izf, Sünen, c. 4, s. 120, Bevtıakf, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 108, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâ ye ve´n-nihâve, c. 4, s. 315.
[1456] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/506-507.Fetih Seferinin Tarihi ve Mevkii
Mekke´nin fethi seferi, Hicretin 8. yılında Ramazan ayında vuku bulmuştur.[1]
Mekke; Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde olup, Batlamyus´a göre, Mağrib tarafından 78 derece tul, 23 veya 21 derece arz dairesinde, Seratan Burcunun alt noktasında ve ikinci iklimde bulunmaktadır.[2]
Mekke; her taraftan yükselen dağlarla çevrili bir vadide kurulmuştur.
Mekke´nin akarsuları yoktur, suyu gökten gelir.
Kuyu suları içinde devamlı olarak içilen Zemzem´den daha tatlısı yoktur.
Mekke´de, çöl ağaçlarıyla tektük hurma ağacından başka, meyve ağaçlarına da pek rastlanmaz.
Fakat, Mekke Hareminin sının dışına çıkılınca, birçok akarsuları, bahçe, bostan ve ekinlikleri bulunan vadilerle karşılaşılır.[3]
İbrahim Aleyhisselam, zevcesi Hz. Hacer´le süt emen oğlu İsmail Aleyhisselamı Şam´dan alıp Mekke şehrinin bulunduğu vadiye getirdi.
Onları bugün Mescid-i Haram´ın bulunduğu yerde, Zemzem kuyusunun yukarısındaki büyükçe bir ağacın yanına bıraktı.
O tarihte Mekke´de ne bir kimse, ne de içecek su vardı.
İbrahim Aleyhisselam, Yüce Allah´ın emriyle getirdiği Mekke´nin bu ilk sakinlerine, bir kırba su ile bir dağarcık hurma bıraktı.
Kendisi, dönüp Şam´a gitti.
Gideceği sırada, ellerini kaldırarak:
"Ey Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını, ekin bitmez bir vadide, Senin dokunulmaz Beyt´inin yanında yerleştirdim.
İnsanlardan bir kısmını, namaz kılmak için, zürriyetimin bulunduğu bu yere meylettir, heveslendir!
Onları her çeşit meyvelerden nzıklandır! Umulur ki, Sana şükrederler"[4] diyerek dua etti.
Onlara Yüce Allah tarafından gönderilen melek (Cebrail Aleyhisselam), Zemzem kuyusunun suyunu meydana çıkardı.
Bu ana oğul orada yaşayıp dururlarken, günün birinde, yurt edinmeye çıkan Cürhümilerden bir cemaat, Kedâ yolu ile gelip Mekke´nin alt tarafına kondular.
Onlar, oraya bir kuşun gelip gittiğini görünce:
"Herhalde, şu kuş, su başında dönüp dolaşıyordun Halbuki, biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk" dediler.
Durumu öğrenmek üzere, ayağına çevik bir-iki kişi gönderdiler.
Bunlar dönüp suyun bulunduğunu topluluklarına haber verdiler.
Bunun üzerine, Cürhümîler, Hz. Hacerl Zemzem´in başında görünce:
"Bizim de gelip şuraya, senin çevrene konmamıza izin verir misin " diye sordular.
Hz. Hacer:
"Evet! Konabilir ve bir hak iddia etmemek şartıyla bu sudan da yararlanabilirsiniz!" dedi.
Cürhümîler bu şartla oraya kondular.
Hz. Hacer de, böylece, ıssızlıktan kurtulmuş oldu.
Cürhümflerin geride kalan cemaatleri de geldiler, Mekke şehir haline gelmeye başladı.
İsmail Aleyhisselam, büyüyüp yiğitlik çağına basınca, Cürhüm ilerden bir kızla evlendi.
Daha sonra, İbrahim Aleyhisselam Şam´dan geldi. Oğlu ile birlikte, Kabe´yi eski temeli üzerine yeniden çattı. Yüce Allah´ın emriyle, insanlan hacca çağırdı.[5]
Cürhümîler, Yemen Kahtanlarından idiler.
Bunlar, Amalika´dan Katura oğullarıyla birlikte Hicaz´a gelmişler, onları hakimiyetleri altına almışlardı.[6]
Cürhümiler, o zaman, Mekke´ye yakın bir vadide,[7] Amalika´dan olan bir kısım halk da, yine Mekke çevresinde oturmakta idiler,
O zaman, Mekke; selem ve semüre denilen dikenli ağaçların, çalıların bittiği bir yerdi.
Beytullah´ın yeri ise, kırmızı kesekli, tepemsi bir yer halinde idi.[8]
Fethin tek sebebi, Hudeybiye muahede ve musalahasının Kureyş müşriklerince ihlal edilişi, bozuluşu idi.
Hicretin 6. yılında Hudeybiye´de Peygamberimiz Aleyhisselamla Kureyş müşrikleri arasında yapılmış olan muahedenin 8 ve 9. maddelerine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın da, Kureyş müşriklerinin de akd ve ahdlerine girmek isteyenler, serbest bırakılmışlardı.[9]
Muahede ve musâlahayı yazdırma işi bittiği sırada:[10]
"Resûlullah Aleyhisselamın akd ve ahdine girmek isteyen, girsin!"[11] denilince:
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu yoldaki taahhüt ve şartlarım, yanıma katılacak olan kişiler hakkında da caridir!" buyurmuştu.[12]
Bunun üzerine, Huzâalar, Ka´b oğulları sıçraşmıslar:
"Biz, Muhammed´in akdine ve ahdine gindik![13] Yâ Rasûlallah! Biz senin yanındayız![14]
Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!" demişlerdi.[15]
Kureyş müşrikleri de:
"Bizim bu yoldaki taahhüt ve şartlarımız, yanımıza katılacak olan kişiler için de caridir, geçerlidir!" demişlerdi.[16]
Bunun üzerine, Bekr oğulları sıçraşıp:
"Biz de, Kureyşîlerin akdine ve ahdine girdik![17] Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!" demişler;[18] böylece, Bekr oğulları Kureyş müşriklerinin, Huzâalar da Peygamberimiz Aleyhisselamın akd ve ahdine girmişlerdi.[19]
Huzâalar; Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim´in antlaşmalısı, müttefiki idiler.
Abdulmuttalib b. Hâşim´in bu hususta yazdığı yazı, Huzâaların elinde bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu, Hudeybiye günü Übeyyb. Ka´b´a okutturmuşt.[20]
Abdulmuttalib´in Mekke´deki biricik yardımcısı, savunucusu ve işlerinin görüp gözeticisi olan amcası Muttalib b. Abdi Menaf ölünce, öteki amcası Nevfel b. Abdi Menaf, Abdulmuttalib´in dağ eteklerindeki mülklerini gaspetmiş, Abdulmuttalib bundan dolayı çok bunalmıştı.[21]
Abdulmuttalib, Kureyş kavminin ileri gelenlerine gidip, amcasının gasbına karşı kendisine yardım etmelerini istemişse de,[22] onlar:
"Biz seninle amcanın arasına girici değiliz! (Bu, sizin iç işiniz!)" demişlerdi.[23]
Bunun üzerine, Abdulmuttalib, Medine´deki Hazrecîlerden, dayılan olan Neccar oğullarına yazdığı bir manzume ile durumu anlatmıştı. Ebu Es´ad en-Neccârî, hemen, 80 süvari ile birlikte yola çıkıp Ebtah´a geldi.
Abdulmuttalib, onun yanına vardı ve:
"Ey dayı! Evime in!" dedi.
Ebu Es´ad:
"Nevfel ile hesaplaşmadıkça, olmaz!" dedi.[24]
Kabe´nin yakınında, develerini ıhdırdılar.[25]
Kalkanlarını astılar, sırmalı elbiselerini tersine çevirdiler.[26]
Nevfel b. Abdi Menaf, o sırada, Hicr´de Kureyşlilerin yaşlılarıyla birlikte oturuyordu.[27]
Onları görünce:
"Herhalde bunlar bir kötülük için gelmişlerdir!" dedi .[28]
Ebu Es´ad gidip onun başucuna dikildi, kılıcını sıyırdı[29] ve:
"Şu Beyt´in Rabbine andolsun ki; ya Abdulmuttalib´e dağ eteklerindeki mülkünü geri vereceksin, ya da seni kılıçtan geçireceğim!" dedi.[30]
Nevfel korktu[31] ve:
"Şu Beyt´in Rabbine andolsun ki; Abdulmuttalib´e, dağ eteklerindeki mülkünü geri verdim!" dedi. Orada bulunanları da buna şahit tuttu.[32] Yapmış olduğu işten dolayı da özür diledi. Abdulmuttalib´e karşı iyi davranmaya başladı.[33]
Bunun üzerine, Ebu Es´ad, Abdulmuttalib´e:
"Haydi, kızkardeşimin oğlu! Evine gidelim!" dedi.
Abdulmuttalib´in evinde üç gün oturdu ve umre yaptı .[34]
Huzâalar, Hazrec oğullarının Medine´den gelip Abdulmuttalib´e yardım ettiklerini görünce:
"Vallahi, şu vadide ondan daha güzel, daha nazik, uslu ve yumuşak huylu olan; insanları bozup helak eden kötülüklerin her çeşidinden ondan daha uzak duran bir kimse görmedik.
Hazrecîlerden olan dayıları ona yardım ettiler.
O, onların oğlu olduğu gibi, bizim de oğlumuz bulunuyor. Çünkü, onun dedesi Abdi Menaf, Huzâaların ulu kişisi Huleyl b. Hubşiyye´nin kızı Hubban´ın oğludur.
Keşke ona biz yardım etmiş, kendisiyle ittifak yapmış olsaydık da, biz ondan yararlansaydık, o da bizden yaralansaydı!" dediler.
Huzâaların ileri gelenleri, Abdulmuttalib´in yanına vardılar ve:
"Ey Ebu Haris! Sen, Neccar oğulları cemaatinin oğlu olduğun gibi, bizim de oğlumuzsun![35]
Bizler, bu yerde komşularız.[36]
Kureyşîlere karşı kalblerde olan hınç ve kinleri, geçen günler öldürmüş, yok etmiş bulunuyor.[37]
Gel, seninle ittifak ve antlaşma yapalım" dediler.[38]
Bu teklif Abdulmuttalib´in hoşuna gitti.[39] Huzâaların davetini hemen kabul etti.[40]
Abdulmuttalib´le Huzâalar Arasında İttifak Antlaşması Yapılışı
Benî Mazin b. Adiyy b. Amr b. Luhayy´lardan:
Verka´ b. Abduluzzâ,
Süfyan b. Amr el-Kumeyrî,
Ebu Bişr,
Hacer b. Umeyr el-Kumeyrî,
Hacer b. Abdi Menaf b. Dâtır,
Abduluzzâ b. Kutm el-Mustalakî, ve daha başka ileri gelenlerle birlikte geldiler.[41]
Abdulmuttalib de, yanında Muttalib oğullarından bazıları ile birlikte,
Erkam b. Nadle b. Hâşim ve
Ebu Sayfî b. Hâşim´in iki oğlu Dahhâk ve Amr olduğu halde, 7 kişilik bir heyetle[42] Dârü´n-Nectv´e´ye girdiler.[43]
Birbirlerine yardım ve iyilik yapmak hususunda antlaştılar.[44]
Bu antlaşmada ne Abduşşems oğullarından bir kimse bulundu, ne de Nevfel!
Abdulmuttalib ile Huzâalar, aralarında bir de yazı yazıp, Kabe´nin duvarına astılar.[45]
Yazıyı yazan, Ebu Kays b. Abdi Menaf b. Zühre b. Kilâb idi.[46]
Nevfel b. Abdi Menaf, bunu görünce; o da, bütün Hâşim oğullarına karşı, Abduşşems oğullarıyla ittifak ve antlaşma yaptı.[47]
Abdulmuttalib; Huzâalarla yaptığı bu antlaşmaya riayet edilmesini, oğlu Zübeyr´e, söylediği bir manzume ile sıkı sıkı vasiyet etti.
Zübeyr de bunu Ebu Talib´e, Ebu Talib de Hz. Abbas´a öylece vasiyet etti.[48]
Sözü geçen antlaşma yazısı, kaynaklarımızdan bazılarında kısmen veya tamamen yazılı bulunmakta dir.[49]
Benî Bekrlerle Huzâalar Arasındaki Düşmanlık
Kureyş müşriklerinin müttefiki olan Benî Bekrierin, öteden beri, Huzâalaria aralarında düşmanlık vardı.
Esved b. Rem ed-Di´lî´nin müttefiki olan Benî Hadramilerden Malik b. Abbâd adındaki adam, ticaret maksadıyla yola çıkıp Huzâaların yurtlarının ortasına geldiği sırada Huzâalar tarafından baskına uğratılarak öldürülmüş ve malı da alınmıştı.
Bekr oğulları da, buna karşı, Huzâalardan bir adamı öldürmüşlerdi.
İslâmiyetin Mekke´de zuhurundan biraz önce, Huzâalar da, Benî Kinanelerin eşrafından, Benî Esved b. Rezn ed-Di´lîlerden Selma, Külsûm, Züeyb adlarındaki üç kardeşi Arafat yanındaki harem hudut belliklerinin yanında öldürmüşlerdi.
Cahiliye çağında Benî Bekrierden Esved b. Reznlere-başkalarına üstün tutulmaları sebebiyle-kan bedelinin iki katı ödenirdi. Kendileri ise bunu bir kat olarak öderlerdi.
Benî Bekrlerie Huzâalar birbirlerine karşı böyle kinli ve hınçlı birtutum içindelerken, İslâmiyet araya girdi, onları ister istemez Hudeybiye musalahasına kadar[50] oyaladı.[51]
Benî Bekrlerden Benî Di´llerin Huzâalardan Öç Almaya Niyetlenmeleri
Benî Bekr kabilesinden Benî Diller; Hudeybiye musalahasıyla birbirlerine karşı güvenç içinde yaşamalarını fırsat bilerek, Benî Esved b. Reznlerden vaktiyle öldürülmüş olan adamlarının öcünü Huzâalardan almak istediler.[52]
Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye, bu yolda bazı girişimlerde bulundu.
Ferve b. Hübeyretü´l-Kuşeyrî, Hicretin 7. yılında umre yapmak üzere Mekke´ye gidince Kureyş müşriki eriyle düşüp kalkmış, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı son derecede düşmanlık beslediklerini görmüş, Kureyş müşrikleri ona:
"Ya senin görüşün nedir Sen göçebe halkın ulususun" diye sordukları zaman:
"Sizinle onun arasındaki şu musalaha müddeti içinde dâvamızı halledeceğiz. Bütün Arapları kendimize çekeceğiz, sonra da, yurdunun ortasında onunla çarpışacağız!" demiş, Mekke´de bulunduğu müddetçe, Kureyş müşriklerinin danışma meclislerine katılmıştı.
Nevfel b. Muaviye, Ferve´nin Mekke´den geldiğini ve Kureyş müşriklerinin meclislerine katılmış olduğunu işitince, Ferve´nin çölüne indi.
Ferve, Kureyş müşriklerine neler söylediğini, ona haber verdi.
Nevfel:
"O halde, ben sizde muhakkak birşeyler bulacağım demektir.
Bizim için, düşman, yurdu yakın olandır.
Onlar, Muhammed´in heybesi gibidir! İşlerimizden bir harf bile onlara gizli kalmaz!" dedi.
Ferve:
"Kim bunlar " diye sordu.
Nevfel:
"Kim olacak Huzâalardır. Hayırsız, kötü Huzâalar! Muhammed´in sağ yanına oturdular!" dedi.
Ferve:
"Bu da ne demek " diye sordu.
Nevfel:
"Sen Kureyşîlerin Huzâalara karşı bize yardım etmelerini iste ve sağla! Ötesine karışma!" dedi.
Ferve:
"Ben size bu hususta yeterim!" diye söz verdikten ve Nevfel´e yardımlarını sağlamak için Kureyş müşriklerinin Safvan b. Ümeyye, Abdullah b. Rebia ve Süheyl b. Amr gibi ileri gelenleriyle buluştuktan ve onların aradaki muahedeyi bozmanın akıbetinden korktuklarını gördükten sonra, "Kureyş kavminde iş yok!" dedi.[53]
Huzâalara Saldırmak İçin Bahane Edilen Son Hadise
Huzâalarla Kinaneler arasında en son olarak şöyle bir hadise vuku buldu: Kinanelerden Enes b. Züneym ed-Di´lî, bir gün, söylediği bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamı hiciv ve tahkir edince, Huzâalardan bir genç kızmış, vurup Enes´in başını varmıştı.
Benî Bekrler, Enes´in başının yarılmasını da, Huzâalardan öç almak için bahane etmişlerdir.[54]
Kureyş Müşriklerinin Nüfâseleri Gizlice Destekleyerek Huzâaları Öldürtmeleri
Şaban ayının başında Benî Bekri erden Nüfâse oğulları, Kureyş müşriklerinin eşrafının yanlan na gittiler.
Müdlic oğulları ise, Hudeybiye muahedesi hükmünü bozmuş olmaktan sakındıkları için, Benî Nüfâselerden uzak durdular.
Nüfâse oğulları, düşmanları olan Huzâalara karşı, kendilerine adam ve silah vererek yardım etmelerini Kureyş müşriklerinden istediler.
Huzâaların vaktiyle adamlarını nasıl öldürmüş olduklarını anlattılar.
Kureyş müşriklerine, aralarındaki akrabalığı ve Hudeybiye muahedesinde nasıl kendilerinin tarafını tutup akd ve ahdlerine girdiklerini, Huzâaların ise Muhammed (Aleyhisselam)ın akd ve ahdine girdiğini hatırlattılar.
Bütün Kureyş müşriklerini bu işe seğirtir ve çok istekli buldular.
Ebu Süfyan´a bu hususta danışılmamıştı. Onun bu işten haberi yoktu.
Kureyş müşrikleri, Nüfâse ve Bekr oğullarına, silah, at ve adamlar vererek yardım edeceklerini söylediler.
Yaptıkları yardımı, Huzâalaryüzünden doğabilecek sorumluluktan sakındıkları için, gizli gizli yaptılar.
Huzâalar ise, muahede halinin gereği olarak, herhangi birtopluluğun baskınına uğramak endişesinden uzak ve gafil bulunuyorlardı.
Öyle olmasaydı, düşmanlarına karşı, hazırlıklı ve tetikte bulunurlardı.[55]
Huzâalar, Mekke´nin aşağı tarafında Vetir diye anılan mevkide kendilerine ait bir suyun başında oturmakta idiler.[56]
Vetir; Arafat dağı ile Edam arasındadır.[57]
Edam da, Mekke´nin en meşhur vadilerindendir.[58]
Benî Bekr kabilesinden Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye idi.
Benî Bekrlerin hepsi ona tâbi değillerdi.
Nevfel b. Muaviye; Benî Dillerle Benî Bekrlerden kendisine tâbi olanları yanına alarak Vetir´de suları başında oturan Huzâalara geceleyin birden baskın yaptı. Huzâalardan birisini yakalayıp öldürdü.
İki taraf birbirleriyle çarpışmaya başladılar.
Kureyş müşrikleri de, Benî Bekrleri silahlarla,[59] atlarla,[60] kölelerie[61] ve su ihtiyaçlarını karşılamakla desteklediler.[62]
İçlerinden bazıları da:
"Bizi şu gece karanlığında hiç kimse görmez. Muhammed, bizim yaptığımızı bilmez!" diyerek,[63] geceleyin gizlice Benî Bekrlerin yanında çarpışmaya katıldılar.[64]
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden olup, kendilerini bildirmemek için yüzlerini örterek[65] gizlice çarpışmaya katılanlar arasında:
Safvan b. Ümeyye,[66]
Mikrez b. Hafs,
Huvaytıb b. Abduluzzâ,[67]
İkrime b. Ebu Cehil,
Süheyl b. Amr,[68]
Şeybe b. Osman... gibi kişiler ve köleleri de bulunuyordu.[69]
Benî Bekrlerin baskın gecesinde Huzâalardan ilk yakalayıp öldürdükleri kişi Münebbih adındaki kimse olup,[70] kendisi çok korkak, yüreksiz bir kimse idi.
Benî Nüfâselerin baskına geldiklerini, Münebbih ile onun Temim adındaki arkadaşı görmüşlerdi.
Münebbih, arkadaşıyla birlikte Huzâaları uyarmaya giderlerken, ona:
"Ey Temim! Sen kendini kurtarmaya bak!
Bana gelince, vallahi, ben bir ölü gibiyimdir!
Beni öldürseler de, bıraksalar da birdir. Kalbim neredeyse duracak!" dedi.
Temim hemen kaçıp kurtuldu. Münebbih yakalanıp öldürüldü.[71]
Benî Bekrler, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla çarpışmaya devam ederek Huzâalan yerlerinden ayırdılar ve Harem´e kadar sürdüler.[72]
Harem sınırını işaretleyen dikilmiş taşlara kadar çarpışmaktan, onlan öldürmekten geri dur-madılar.[73]
Harem sınırına varıp dayanınca, Benî Bekrler, kumandanlarına:
"Ey Nevfel! Biz Harem dahiline girmiş bulunuyoruz!
Allah´ından kork! Allah´ından kork![74]
Sen Harem dahiline girdin![75] Harem´i helâlleştirme!" dediler.[76]
Nevfel:
"Ağır bir söz amma, bugün benim için ilah yoktur!
Ey Bekr oğulları! Öcünüzü almaya bakınız!
Vallahi, siz Harem´de hırsızlık yaptığınız (bunda bir sakınca görmediğiniz) halde, orada öcünüzü almak için Huzâaları ne diye öldüremeyesiniz!" dedi.[77]
Huzâalar geri çekile çekile Mekke´ye girdiler ve Huzâalardan Büdeyl b. Verkâ ile köle Râfi´in evlerine sığındılar.[78]
Büdeyl b. Verkâ´nın evine sığınanlar, Huzâalardan kadınlar, çocuklar ve zayıf kimselerdi.
Benî Bekrler, onlan Büdeyl b. Verkâ´nın evine sığınmak zorunda bıraktılar.
Oraya sokuluncaya kadar da, onlan öldürmekten geri durmadılar.[79] Bu hadise, Hudeybiye muahedesinden onyedi-onsekiz ay sonra idi.[80]
Kureyş Müşriklerinin Yaptıkları İşin Sonucunu Düşünerek Korkuya Düşmeleri
Benî Bekrleri gecelen gizlice desteklemiş olan Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, sabah karanlığında gelip evlerine girmişlerdi.[81]
Onlar, geceleyin yaptıkları yardımı hiç kimsenin görmediğini, bunu Peygamberimiz Aleyhisselamin bilmediğini, bilemeyeceğini sanıyorlardı.[82]
Sabaha çıkıp da, Râfi1 ile Büdeyl´in evine sığınmış olan Huzâalardan yirmi erkeğin sığındıkları evin kapılarının önünde boğazlanmış olduklarını görünce, Kureyş müşriklerinin akıllan başlarından gitti, yüreklerine korku düştü. Yaptıklarına çok pişman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki mütareke ve muahedeyi bu tutum ve davranışlarıyla bozmuş olduklarının anlaşılacağını anladılar.[83]
İbn Lût ed-DPlî, söylediği bir şiirde; Huzâalan Râfi1 ve Büdeyl´in evlerine sokup onlara uzun günler geçirttiklerini, kendilerini koç boğazlar gibi boğazladıklarını övünerek dile getirir.[84]
Beni Bekrier, Huzâalan Budeyl ile Râfi´in evlerinde üç gün hapsettiler.[85]
Nevfel b. Muaviye´ye gizlice yardım eden Kureyş müşriklerinden Süheyl b. Amr:
"Sana ve senin adamlarına yaptığımız yardımı gördün!
Huzâalardan sağ kalıp da öldürmek istediğin kimseleri öldürme artık!
Biz onlar hakkında senin bu arzuna uyucu değiliz! Onları bizim için serbest bırak!" dedi.
Nevfel:
"Olur!" dedi ve serbest bıraktı.
Huzâalar çıkıp gittiler.
Kureyş müşriklerinden Haris b. Hişam´la Abdullah b. Ebi Rebia; Safvan b. Ümeyye´ye, Süheyl b. Amr´a ve İkrime b. Ebu Cehil´e gidip:
"Sizin bu yaptığınız şey o mütareke ve muahedeyi bozmaktır!" diyerek, onları Benî Bekrlere yapmış oldukları yardımdan dolayı kınadıktan sonra, Ebu Süfyan´ın yanına vardılar.[86]
Ebu Süfyan, o sırada, Şam´dan gelmiş bulunuyordu.[87]
Haris b. Hişam´la Abdullah b. Ebi Rebia, ona:
"Bu, düzeltilmesi gereken bir iştir.
Vallahi, bu iş düzeltilmezse, muhakkak, Muhammed ashabıyla birlikte gelip bizi Mekke´den zorla sürer, çıkarır!" dediler.
Ebu Süfyan, karısı Hind binti Utbe´nin bir rüya gördüğünü söyledi ve:
"Doğrusu, o rüya benim hiç hoşuma gitmedi. Ben onu korkunç buldum: Onun başımıza bir kötülük getirmesinden korktum!" dedi.
Kendisine:
"Nasıl bir rüya imiş bu " diye sordular.
Ebu Süfyan:
"Hind, rüyasında Hacun´dan bir kanın uzun müddet akıp Handeme dağında durduğunu, sonra da bu kanın yok olup gittiğini görmüş!" dedi.
Onlarda bu rüyadan hoşlanmadılar ve:
"Kötü birşey!" dediler.
Ebu Süfyan, işin kendileri için hiç de iyilik getirmeyeceğini anlayınca:
"Bu iş, vallahi, ne içinde bulunduğum, ne de bir müddet bulunup bıraktığım bir iştir. Bunun sorumluluğu, benim üzerime yüklenemez!
Vallahi, bu iş ne bana danışılmıştır, ne de vukuunu işittiğim zaman onu benimsemişimdir!
Vallahi, Muhammed bize savaş açar ve bütün bu işleri benden sanırsa, hakkı vardır!
Herhalde, bu işi haber almadan önce Muhammed´in yanına vanp mütarekenin müddetini arttırmak, muahedeyi yenilemek hususunda kendisiyle görüşmem gerekecek" dedi.[88]
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, onlara:
"Benim bu hususta bir görüşüm ve kanaatim vardır ki, ona göre; Muhammed sizin için savaştan daha kolay olan üç şeyden birini seçmekte sizi serbest bırakacak, onlardan birini seçtiğiniz takdirde özrünüzü kabul edecek, size savaş açmayacaktır" dedi.
Müşrikler:
"Nedir bu şeyler " diye sordular.
Abdullah b. Sa´d:
"Ya Huzâalardan, öldürülen yirmiüç kişinin kan bedellerinin gönderilmesini, yahut aramızdaki muahedeyi bozan kimselerle ittifak ve ilişkinin kesilmesini, ya da size karşı savaşılmasını kabul edersiniz!
Bunlardan hangisi elinizden gelir " dedi.
Süheyl b. Amr:
"Benî N üfâseler hakkındaki ahd ve akdden geri durmak, bize hepsinden kolay gelir!" dedi.
Şeybe b. Osman:
"Benî N üfâselere kızdın da, dayıların olan H uzâalan korudun!
Onları öldürmek bizim için daha hayırlı, daha kolaydır!" dedi.
Kurata b. Abdi Amr:
"Hayır! Vallahi, biz ne kan bedeli öderiz, ne de Nüfâseler hakkındaki ahd ve akdimizden el çekeriz!
Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor!] savaşırız!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Bu görüş, hiçbir şey değildir!
Bizim için yerinde ve uygun olan görüş; Kureyşîler ahdi bozmak veya mütareke süresini kesmekle suçlanıyorsa, bunu bizim nza ve muvafakatimizi almadan, bize danışmadan bir cemaat yapmışsa, bundan bize ne ´ diyerek inkâr yolunu tutmaktır!" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Yerinde olan görüş işte budur! Daha başkası yok!" dediler.[89]
Bütün olan bitenleri inkâr yoluna saptılar.
Ebu Süfyan:
"Ben bu işte hiç bulunmadım. Bu hususta benimle bir görüşme de yapılmadı.
Doğrusu, yaptığınız bu işi ben hiç beğenmedim! Size bundan dolayı karanlık bir gün geleceğini sanıyorum!" dedi.
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:
"Sen Muhammed´e git![90] Muahedeyi yenile! Halkın arasını bul![91]
Vallahi, biz muahedeyi bozmadık! Çarpışma yapmadık! Ancak, onlara yardım ettik: Onların su ihtiyaçlarını karşıladık!" dediler.[92]
Bununla beraber, Huzâalara karşı Benî Bekrlere yaptıklan yardımla muahede hükmünü bozmuş olmaktan da korktular durdular.[93] Çok pişman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselamın, savaşmadıkça, kendilerini bırakmayacağını anladılar.[94]
Huzâaların Yardım Dileklerini Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´den Cevaplayışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne binti Hâris´in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, onun evinde gecelediği ve namaz için kalkıp abdest aldığı sırada, üç kere:
"Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum!)"
Üç kere de:
"Nusirte! Nusirde! Nusirte! (Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti!)" buyurdu.
Hz. Meymûne:
"Sen sanki bir insanla konuşuyorsun! Yanında bir kimse mi var " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu Ka´b oğullarının recez okuyucusu, feryad ederek bana sesleniyor ve imdatlarına yetişmemi istiyor! Kendilerine karşı Kureyşflerin Benî Bekrlere yardım ettiklerini söylüyor!" buyurdu.[95]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hadisenin vuku bulduğu gecenin sabahında da, Hz. Âişe´ye:
"Huzâalarda bir hadise çıktı!" buyurdu. [96]
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Kılıç kendilerini yok etmişken, Kureyşîler, seninle aralarındaki muahedeyi bozmaya mı kalkıştılar dersin " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar, Allah´ın olmasını dilediği iş için, muahedeyi bozdular!" buyurdu.
Hz. Âişe:
"Yâ Rasûlallah! Bu iş hayırlı mıdır, yoksa zararlı mıdır " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayırlıdır!" buyurdu. [97]
Huzâaların Medine´ye Gelişi
Aradan üç gün geçmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam halka sabah namazını kıldırmıştı.[98]
Arkası halka dönük olarak Mescidde oturuyordu.
Kureyş müşriklerinin Benî Bekrleri gizlice desteklemesi ile Benî Bekrler Huzâaları yenip onlardan öldüreceklerini öldürdükleri ve böylece Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki ahd ve misakı bozdukları zaman, Amr b. Salim el-Huzâî,[99] yanına Huzâalardan kırk süvari alarak, başlarına gelenleri anlatmak ve yardımını dilemek üzere[100] Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve başucunda durdu.[101]
Amr b. Salim, şairdi.[102]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, söylemiş olduğu şiirini okumasına izin istedi. Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, şiirini okudu.
Okuduğu şiirinde meal olarak şöyle diyordu:
"Ey Rabbim! Ben, bizim babamızla onun babası arasındaki eski ittifakı anıyor ve yardımını diliyorum!
O zaman, biz doğurucu (ana) mevkiinde idik. Sen ise oğul mevkiinde idin (bizden doğdun)[103]
Sonra, Müslüman olduk ve sana yardımdan el çekmedik!
Öyleyse, Allah´ın sana hazırlamış olduğu yardımla, bize yardım et, destek ol!
Allah´ın kullarını çağır, acele gelip, imdadımıza yetişsinler!
İçlerinde Allah´ın Resûlü de olduğu; yapılan zulme öfkesinden renkten renge girdiği, savaşmaya hazırlandığı ve büyük bir ordunun başına geçmiş bulunduğu halde, denizler gibi köpükler saçarak akıp gelsinler!
Çünkü, Kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar; seninle yaptıkları en sağlam misakı bozdular: Bizi Mekke´nin aşağı tarafındaki yerimizde gözetlediler, gafil avladılar. Halbuki, onlar hem çok zayıf ve önemsiz, hem de sayıca çok az idiler.
Benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı, çağıramayacağımı sandılar[104]
Bizi Vetir´de, geceleyin uykuda iken, birden baskına uğrattılar.
Bizi, Müslüman olduğumuz halde, rükû ve sücud halinde iken öldürdüler!"[105]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Siz bu hususta kimi suçluyor, suçlu buluyorsunuz " diye konuştu.
Amr b. Salim:
"Benî Bekrleri!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hepsini mi " diye sordu.
Amr b. Salim ve yanındakiler:
"Hayır! Suçladığımız, onların amca oğulları Benî Nüfâselerdir! Kavmin başkanı da, Nevfel b. Muaviyetü´d-Di´lîdir!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, Benî Bekri erden bir kabiledir.
Ben Mekkelilere adam gönderip bu işi onlara soracak, kendilerini bazı hususları seçmekte muhayyer kılacağım!" buyurdu.[106]
ŞairHassân b. Sabit de, söylediği birşiirde, Benî Ka´blardan (Huzâalardan) birçok kişilerin kılıçları kınlarına sokulu olduğu halde Mekke Bathâ´sında öldürülüp bırakıldıklarını açıklar.[107]
Öldürülenler, yirmi [108] veya yirmiüç kişi idi.[109]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Amr b. Sâlim´in şiirini dinledikten sonra, ridasının eteğini toplayarak ayağa kalktı ve kalkarken de:
"Eğer kendime yardım ettiğim şeylerle Benî Ka´blara yardım etmezsem, ben de yardım görmeyey-im![110]
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a andolsun ki; kendimi ve ev halkımı koruduğum şeylerle, bunları da koruyacağım![111]
Huzâalar bendendir, ben de Huzâalardanım![112]
Ey Amr b. Salim! Sen yardım olundun gitti!" buyurdu.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama, gökte bir bulut göründü.[113] Gök, gürlemeğe başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu gök gürlemesi, Benî Ka´blara (Huzâalara) yardıma işarettir.[114] Bu bulut, yağmur yağdırırcası-na Benî Ka´blara yardım olunacağına işarettir" buyurdu.[115]
Hz. Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Ka´blara (Huzâalara) yapılana o kadar kızmıştı ki, o güne kadar, hiç bu kadar kızdığı görülmemişti.[116]
Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kureyş müşriklerine bir yazı gönderdi.
Gönderdiği yazısında şöyle buyurdu:
"...Bundan sonra derim ki; siz ya Benî Bekrlerle olan ittifakınızdan vazgeçersiniz, ya da Huzâalardan öldürülmüş olanların diyetlerini (kan bedellerini) ödersiniz!
Bunlardan birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle çarpışacağımı bildiririm!"[117]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu, Kureyş müşriklerine, ashabdan Damrâ götürdü.
Damrâ, Kureyş müşriklerine, kendilerinin üç şeyden birini seçmekte muhayyer bırakıldıklarını; ya öldürülen Huzâaların kan bedellerini ödemek veya Benî Bekr ve Benî Nüfâselerle olan ittifak, ahd ilişkilerini kesmek zorunda bulunduklarını, ya da Hudeybiye muahedesini bozan kötülükleri yüzünden kendileriyle çarpışılacağım kendilerine tebliğ etti.[118]
Kurata b. Abdi Amr b. Nevfel b. Abdi Menaf:
"Benî Bekrier, uğursuz, yaramaz bir kavimdir.[119]
Benî Bekrlerden Nüfâseler de, yoksulluk ve darlık içindedirler.[120]
Huzâalardan öldürülenlerin kan bedellerini biz ödeyemeyiz. Bunu ödemeye kalkmak, bizde tüy tozak bırakmazın[121]
Nüfâselerie ittifak ve ahd ilişkilerimizi kesmemize gelince; Araplar içinde, Nüfâseler kadar şu Beytullah´ı hac ve ziyaret eden, Beytullah´ı tazime onlar kadar özenen bir kavim yoktur.
Onlar, bizim müttefiklerimizdir.[122]
Biz, onlarla olan ittifak ve ilişkilerimizi kesmeyiz.[123]
Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor] savaşacağımızı bildirelim!" dedi.
Damrâ, hemen geri dönüp, Kureyş müşriklerinin söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Kureyş müşrikleri, elçiyi bu biçimde reddettiklerine pişman oldular.
Hudeybiye muahedesini yenilemek üzere, Ebu Süfyan b. Harb´i Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdiler.[124]
Ebu Süfyan´a:
"Muahedeyi yenile. Mütareke süresini de uzat" dediler.[125]
Ebu Süfyan Medine Yolunda
Ebu Süfyan, azadlısıyla birlikte iki hayvana binip Medine´ye doğru hızla yol almaya başladı.
Mekke´den yola çıkıp Peygamberimiz Aleyhisselama doğru gidenlerin ilkinin kendisi olduğunu sanıyordu.[126]
Amr b. Salim ve arkadaşlarından sonra, Büdeyl b. Verkâ da, Huzâalardan bazılarıyla birlikte, Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler[127] ve Peygamberimiz Aleyhisselama seslendiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam o sırada yıkanıyordu. Onlara:
"Sizin davetinize icabet ediyorum!" buyurdu.[128]
Büdeyl b. Verkâ, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla Benî Bekrlerin Huzâaları nasıl öldürdüklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdikten sonra, Mekke´ye dönmek üzere Medine´den ayrıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Ebu Süfyan, Hudeybiye muahedesini sağlamlaştırmak ve mütareke süresini uzatmak için yanınıza gelmek üzere bulunuyor gibidir![129] Fakat, istediğini elde edemeden, öfke ile geri dönüp gidecektir!" buyurdu.[130]
Amr b. Salim ile arkadaşları, Ebvâ´ya gelince, dağılıp yoldan sapmışlar, sahile doğru gitmişlerdi.
Büdeyl ile arkadaşları ise, yola devam ettiler.[131]
Usfan´da Ebu Süfyan´la karşılaştılar.
Ebu Süfyan, onun Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından geldiğini sanıyordu ve kendisine:
"Ey Büdeyl! Nereden geliyorsun " diye sordu.[132]
Sorusunu Büdeyl´in yanındakilere de yöneltti ve:
"Bana Yesrib´den (Medine´den) haber veriniz " dedi.
Onlar:
"Bu hususta bizde bilgi yok!" dediler.
Ebu Süfyan, onların bu işi gizli tuttuklarını anladı.
Kendilerine:
"Yesrib hurmasından, yanınızda var mı Biraz da bize yedirseniz olmaz mı " diye sordu.
"Hayır!" dediler.[133]
Ebu Süfyan, daha açık olarak:
"Ey Büdeyl! Muhammed´in yanına vardın mı " diye sordu.
Büdeyl:
"Hayır![134] Şu vadinin içindeki Huzâaların yanına gitmiştim.[135]
Oradaki Huzâa ve Ka´blar arasında bir kıtal hadisesi üzerine çıkan anlaşmazlığı düzeltip giderdim!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Vallahi, ben senin iyi bir arabulucu olduğunu bilmiyordum!" dedi.
Sonra, onlarla birlikte öğle sohbeti ve dinlenmesi yaptı.
Büdeyl ile arkadaşları kalkıp Mekke´ye doğru yol almaya başladılar.[136] Ebu Sülyan:
"Eğer Büdeyl Medine´den geliyorsa, muhakkak, hayvanı hurma çekirdeği yemi yemiştir" dedi.[137]
Kalkıp onların konak yerlerine,[138] Büdeyl´in devesinin çöktüğü yere vardı. Devesinin dışkısını alıp ezdi. İçinde, hurma çekirdeği yemi bulunduğunu gördü.[139]
Konak yerlerinde de, Medine´nin kuş gagalarına benzeyen meşhur hurmasının çekirdeklerini buldu.[140]
"Allah´a yemin ederim ki; Büdeyl, Muhammed´in yanından geliyor!" dedi.[141]
Büdeyl ile arkadaşları, hadise gününün sabahında Mekke´den çıkıp Medine´ye gitmişlerdi.[142]
Ebu Süfyan´ın İşlenilen Cinayeti Gözardı Etmeye Çabalayışı
Ebu Süfyan Medine´ye gelip kızı Üımımü Habibe´nin evine girdi. Ki, Ümmü Habibe, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi idi.
Ebu Süfyan Peygamberimiz Aleyhisselamın döşeğine oturmak isteyince, Hz. Ümmü Habibe döşeği hemen dürüp babasını onun üzerine oturtmadı.
Ebu Süfyan:
"Ey kızcağızım! Sen bu döşeği mi benden esirgedin, yoksa beni mi bu döşekten esirgedin; anlayamadım!" dedi.
Hz. Ümmü Habibe:
"Hayır! Bu, Resûlullah Aleyhisselamın döşeğidir![143] Müşrik onun üzerine oturamaz![144]
Sen müşriksin! Necissin! Bunun için, seni onun döşeğine oturtmak istemedim!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Vallahi, ey kızcağızım! Benim evimden ayrıldıktan sonra sana kötülük gelmiş! Sen kötüleşmişsin!" dedi.[145]
Hz. Ümmü Habibe:
"Hayır! Allah bana kötülüğü değil, İslâmiyeti nasip etti!
Sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta hâlâ tapıp duruyorsun!
Babacığım! Senin gibi, Kureyşîlerin ulusu ve yaşlısı olan kişi[146] nasıl olur da İslâmiyete uzak kalır !" dedi.[147]
Ebu Süfyan:
"Yazıklar olsun sana! Demek, ben senden bunu da (bu azarı da) mı işitecektim ha !
Ben atalarımın tapageldiklerini bırakacağım da, Muhammed´in dinine mi tâbi olacağım !" dedi.[148]
Hz. Ümmü Habibe´nin evinden çıkıp gitti.[149]
Doğruca Mescide, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.[150]
Ebu Süfyan, kızı Hz. Ümmü Habibe´nin yaptıklarını ve kendisinin de ona:
"Sen o bıraktığım gibi kalmamışsın. Araplığı bırakmışsın!" dediğini anlattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümseyerek, ona:
"Yâ Ebâ Hanzale! Sen demek ona böyle söyledin hâ " buyurmakla yetindi.[151]
Ebu Süfyan:
"Yâ Muhammedi Ben Hudeybiye barışında bulunamamıştım.
O muahedeyi berkiştirve mütareke müddetimizi de uzat![152]
Gel! Aramızdaki muahedeyi bir yazı ile yenileyelim " dedi.[153]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ebu Süfyan! Sen bunun için mi geldin " diye sordu.
Ebu Süfyan:
"Evet!" dedi.[154]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Biz, o aramızdaki ahd üzerinde duruyoruz![155] Yoksa, siz bir hadise çıkarıp onu bozdunuz mu " buyurdu.[156]
Ebu Süfyan:
"Allah korusunu[157] Hayır! Öyle birşey olmamıştır![158]
Biz, ahdimizin ve barışımızın üzerinde duruyoruz. Biz, ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz" dedi.[159]
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Biz de, Hudeybiye gününde yaptığımız mütareke ve musalahanın üzerinde duruyoruz! Ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz!" buyurdu.[160]
Ebu Süfyan muahedeyi yenilemek hususundaki dileğini tekrarladı.[161]
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam ona hiçbir cevap vermedi[162]
Bundan sonra, Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir´in yanına gitti ve Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşmasını istedi[163] ve:
"Ey Ebu Bekir[164] Aramızdaki muahedeyi yenilen[165] Mütareke müddetimizi uzat[166] Halkın arasını bul!" dedi.[167]
Hz. Ebu Bekir:
"Ben bu işi yapamam![168] Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[169]
Sen Ömer´le de buluş!" dedi.[170]
Ebu Süfyan:
"Öyleyse, beni himayeye alır ve bunu halkın içinde açıklar mısın " diye sordu.[171]
Hz. Ebu Bekir:
"Biz, ancak Resûlullah Aleyhisselamın himaye ettiğini himaye edebiliriz!" dedi.[172]
Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir´den sonra, Hz. Ömer´e gitti.[173]
Ona da, Hz. Ebu Bekir´e söylediği gibi söyledi:[174]
"Muahedeyi yenile, halkın arasını düzelt!" dedi.[175]
Hz. Ömer:
"Demek muahedeyi bozdunuz hâ [176]
Eğer ondan yeni birşey kalmışsa, Allah onu da yok etsin[177]
Onun sağlam,[178] bitişik[179] olan tarafı varsa, Allah onu da kesip atsın.[180]
Ben sizin için mi Resûlullah Aleyhisselama gidip şefaat dileyeceğim [181] Ben mi bu işi yapacağım ![182]
Vallahi, ben küçücük bir karıncadan başkasını bile bulamasam, yine, ondan yararlanmaya çalışır, sizinle çarpışırım!" dedi.[183]
Ebu Süfyan, Hz. Ömer´den bu sözleri işitince:
"Sen de akrabalarından kötülükle cezalanasın![184]
Vallahi, kavmine karşı senin kadar katı ve kötü davranan görmedim!" dedi.[185]
Kendi kendine de:
"Ben bugünkü gibi çetin bir gün görmedim!
Bir kavim bir kavme karşı başka bir kavmi silah ve yiyeceklerle destekleyecek olursa, muahedeyi bozmuş olacakları tabiîdir!" diyerek söylendi.[186]
Ebu Süfyan, Hz. Osman´a gitti ve:
"Şu cemaat içinde, bana akrabalık yönünden senden daha yakın bir kimse yoktur.
Sen şu mütarekeyi uzat ve muahedeyi yenile! Çünkü, sahibin seni hiçbir zaman reddetmez!
Vallahi, ben Muhammed´in ashabına yaptığı kadar çok ikram yapan hiçbir kimse görmemişimdir" dedi.
Hz. Osman:
"Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde bulunanı himaye edebilirim!" dedi.[187]
Ebu Süfyan, Ensarın ileri gelenlerinden Sa´d b. Ubâde´nin yanına vardı ve:
"Ey Ebu Sabit! Sen ikimizin arasındaki dostluğu biliyorsun!
Ben senin için Mekke Haremimizde bir himayeciyim!
Sen şu memleketin (Medine´nin) ulu kişi sisin!
İki taraf halkını himayene al, mütareke müddetini uzat!" dedi.
Sa´d b. Ubâde:
"Ey Ebu Süfyan! Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde olanları himaye edebilirim.
Resûlullah Aleyhisselama karşı hiç kimse himayeye alınamaz!" dedi.[188]
Ebu Süfyan, bundan sonra, Hz. Ali´nin evine gitti.
O sırada, Hz. Fâtıma Hz. Ali´nin yanında bulunuyor ve henüz bir çocuk olan Hz. Hasan da önlerinde gezip duruyordu.[189]
Ebu Süfyan:
"Ey Ali! Şu cemaat içinde akrabalık yönünden bana en yakın olan sensin! Ben bir iş için gelmiştim.
Umduğumu elde edemeden, geldiğim gibi geri dönüp gideceğim.
Resûlullaha gidip benim için şefaatçi ol![190] Araya girip, kavmine karşı himayeci ol. Onlar için, muahede ve mütareke yazısını yeniletil [191]
İki taraf arasında himayeci, arabulucu ol da, Muhammed´le mütareke müddetinin uzatılmasını konuşup sağla!" dedi.[192]
Hz. Ali:
"Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[193]
Allah senin iyiliğini versin ey Ebu Süfyan! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam bir işe karar verdi mi,[194] onu muhakkak yapar.[195]
Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında ben hüküm veremem![196]
Biz bu iş hakkında onunla da konuşamayız.[197]
Hiç kimse, onun istemediği şeyi konuşamaz!" dedi.[198]
Ebu Süfyan, Hz. Fâtıma´ya dönerek:
"Ey Fâtıma! Sen, kavminin kadınları arasında büyüklüğünü gösterecek bir iş yapmak istemez misin " dedikten sonra, ona da Hz. Ali´ye söylediği gibi söyledi[199] ve:
"Sen iki taraf halkını himayene alıp uzlaştırsan da, Araplar içinde büyük kadınların hayırlısı olsan olmaz mı " dedi.[200]
Hz. Fâtıma:
"Ben ancak bir kadınım!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Senin himayeci olman caizdir.[201] Nitekim, kızkardeşin (Zeyneb), Ebu´l-Âs b. Rebi´i himayesine almıştı.[202] Bunu Muhammed de caiz görmüştü.[203] Buna aykırı davran il mam ıştır" dedi.[204]
Hz. Fâtıma:
"Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[205]
Ben Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında hüküm veremem" dedi.[206]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan:
"Ey Muhammed´in kızı! Şu yavrucuğuna emretsen de, iki taraf halk arasında himayeci olduğunu söylese olmaz mı
O, böyle yaparsa, kendisi, zamanın sonuna kadar Arapların ulusu olur!" dedi.
Hz. Fâtıma:
"Vallahi, benim bu yavrum ne halk arasında himayeci olacak yaşa gelmiştir, ne de Resûlullah Aleyhisselama karşı bir kimse himayeye alınabilir!" dedi.[207]
Ebu Süfyan, Hz. Ali´ye dönerek:
"Ey Hasan´ın babası! Bana karşı, işlerin çok zorlaşmış olduğunu görüyorum.
Sen bana bir öğüt ver![208] Senin bu husustaki görüşün nedir Zorlaşmış bulunan şu işimi bir kolaylaştı r!
Sence, benim için yararlı olabilecek işi, çareyi bana emret!" dedi.[209]
Hz. Ali:
"Ben şu gündeki kadar, senin gibi, ne yapacağını şaşırmış bir adam görmedim.[210]
Vallahi, ben senin için yararlı olabilecek birşey bilmiyorum.
Fakat, sen Benî Kinanelerin ulu kişisisin!
Kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himayene aldığını ilân et! Sonra da yurduna çekgit![211] Halkın arasını bul!" dedi.[212]
Ebu Süfyan:
"Bunun benim için bir yarar sağlayacağını sanıyor musun " diye sordu.
Hz. Ali:
"Hayır! Vallahi, yarar sağlayacağını pek sanmıyorum.
Fakat, senin için, bundan başka, yapılacak birşey de bulamıyorum!" dedi.[213]
Ebu Süfyan:
"Sen doğru söyledin! Ben bunu yapmalıyım!" dedi.[214]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine gidip ayakta dikilerek:
"Ey insanlar! Ben iki taraf halkını ahd ve emanım altına aldım ![215]
Vallahi, benim bu ahdime hiç kimsenin muhalefet edeceğini sanmıyorum.[216]
Muahedeyi yeniledim, halkın arasını bulacağım!" dedi.[217]
Böyle derken de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.[218]
Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına vardı ve:
"Ey Muhammedi Sen benim bu eman ve himaye taahhüdümü zannetmem ki reddedesin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ebu Süfyan! Bunu sen söylüyorsun! (Bu, senin sözündür!)" buyurdu.[219]
Ebu Süfyan, devesine binip Mekke´ye döndü.[220]
Ebu Süfyan´ın Mekke´ye dönüşü gecikince, Kureyş müşrikleri:
"Vallahi, onun Muhammed´e gizlice tâbi olduğunu ve Müslümanlığını gizli tuttuğunu sanıyoruz!" diyerek, onu suçlamaya başlamışlardı.
Ebu Süfyan, geceleyin Mekke´ye varıp evine girince, karısı Hind:
"Kavmin seni Müslüman oldu diye suçlayıncaya kadar, orada tutuldun kaldın.
Kalışını kavminin yanına başanyla dönmek için uzattınsa, değer!" dedi.
Ebu Süfyan, olan bitenleri haber verip:
"Ali´nin dediğini yapmaktan başkasına yol bulamadım!" deyince, Hind ona:
"Sen Kureyş kavminin iyilikten uzaklaştırılmış, kötüleşmiş bir elçisi oldun" diyerek hakaret etti.
Ebu Süfyan, sabaha çıkınca, İsaf ve Naile putlarının yanında başını kazıtıp onlara kurban kestikten sonra:
"Ben, babamın üzerinde öldüğü şeyden, ölünceye kadar sizinle birlikte bulunmaktan ayrılmayacağım" diyerek kurbanın kanını pufların başlarına sürdü.
Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri onun Müslüman olmadığını anladılar, kendisini suçlamaktan vazgeçtiler.[221]
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:
"Gerinde ne haber var [222] Muhammed´den bize bir yazı getirdin mi Yahut mütareke müddetini uzatabildin mi Ya da, onun bize savaş açmamasını sağlayabildin mi[223] Ne getirdin bize " diye sordular.
Ebu Süfyan:
"Ben, kalbleri bir tek kalb haline gelmiş bir kavmin yanından geliyorum.
Vallahi, onlardan yarar umduğum, küçük büyük, kadın erkek hiçbirini bırakmaksızın, hepsiyle konuştum.
Onlardan birşey koparmayı başaramadım ![224]
Muhammed´in yanına vardım, kendisiyle konuştum. Vallahi, bana hiçbir cevap vermedi.
Sonra, Ebu Kuhâfe´nin oğluna (Ebu Bekir´e) gittim. Onda da bir hayır bulmadım.
Sonra, Hattab´ın oğluna (Ömer´e) gittim. Onu düşmandan daha düşman buldum!
Sonra, Ali´nin yanına vardım. Kendisini kavmin en yumuşağı buldum.
Ali bana birşey işaret etti. Ben de onu yaptım.
Vallahi, o yaptığım şeyin bana bir yararı olur mu, yoksa olmaz mı, bilmiyorum" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"O sana neyi emretti " diye sordular. Ebu Süfyan:
"Bana insanların arasında ahd ve eman vermemi emretti. Ben de onu yaptım" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Muhammed buna icazet, izin verdi mi " diye sordular.
Ebu Süfyan:
"Hayır![225]
Ben, bunu yaptıktan sonra Muhammed´in yanına vardım ve:
´Ben iki taraf halkını, uzlaştırmak için, himayeme aldım. Zannetmem ki, sen bu himayeye alışımı reddedesin!1 dedim.
Bana:
´Ey Ebu Süfyan! Ey Hanzale´nin babası! Bunu sen söylüyorsun "Bu, senin sözündür!" dedi ve bundan başka birşey söylemedi" dedi.[226]
Kureyş müşrikleri:
"Yazıklar olsun sana! Vallahi, adam (Ali) sana oyun etmiş, seninle eğlenmekten başka birşey yapmamış!
Yaptığın şey sana bir yarar sağladı, bir işine yaradı mı " dediler.
Ebu Süfyan:
"Hayır! Bir yarar sağlamadı. Fakat, vallahi, bundan başka da, yapacak birşey bulamadım" dedi.[227]
Kureyş müşrikleri:
"Demek, sen hiçbir şey yapamamışsın![228] Bize hiçbir şey getirememişsin.[229]
Vallahi, biz bugün dönen elçi gibi başarısız hiçbir elçi görmedik.[230]
Sen bize ne savaş haberi getirdin ki savaşa hazırlanalım, ne banş haberi getirdin ki güvenlik içinde bulunalım!" dediler.[231]
Acele Sefer Hazırlığına Girişilişi ve Bunun Gizli Tutuluşu
Ebu Süfyan, dönüp Mekke´ye gittikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin sefer hazırlığını görmesi için Hz.Âişeye emir verdi.[232]
"Sefer hazırlığımı yap! Bunu hiç kimseye söyleme![233] İşini gizli tut!" buyurdu.[234]
Hiç kimse, ne için hazırlanıldığını bilmiyordu.[235]
Hz. Ebu Bekir, kızı Hz. Âişe´nin evine gitmişti.
O sırada, Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselam için sevık, un ve hurmadan yol azığı hazırlamakla uğraşıyordu.[236]
Hz. Ebu Bekir:
"Ey kızcağızım! Resûlullah Aleyhisselam sefer hazırlıklarını görmenizi mi size emretti " diye sordu
Hz. Âişe:
"Evet![237] Resûlullah Aleyhisselam, kendisi için yol, sefer hazırlığı yapmamı bana emretti" dedi.[238]
Hz. Ebu Bekir:
"Sence, nereye gitmek istiyor olabilir " diye sordu.[239]
Hz. Âişe:
"Vallahi, bilmiyorum!" dedi.[240]
Hz. Ebu Bekir, kendi kendine:
"Vallahi, şu Benî Asfarlar(Rumlar)la savaş zamanında Resûlullah Aleyhisselam nereye gitmek istiyor ola ![241]
Resûlullah Aleyhisselam, birsefere niyeti en s ey di, bizim de hazırlanmamızı bildirirdi" dedi.
Hz. Âişe:
"Bilmiyorum. Belki Benî Süleymlere gitmek istiyor, belki Sakîflere gitmek istiyor, belki de Hevâzinlere gitmek istiyor olabilir" dedi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam içeri girdi.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Sefere mi çıkmak istiyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Ben de hazırlanayım mı " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Nereye gitmek istiyorsun yâ Rasûlallah [242] Sanırım ki; Benî Astarların (Rumların) üzerine gitmek istiyorsun d ur" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Yoksa, Necd halkının üzerine mi gitmek istiyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Öyleyse, Kureyşîlerin üzerine gitmek istiyorsun d ur" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet![243] Kureyşflerin üzerine gideceğim ey Ebu Bekir! Bunu gizli tut!" buyurdu ve hemen hazırlanmasını emretti.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Onlarla senin aranda bir mütareke müddeti belirlenmiş değil miydi " dedi.[244]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen onların Benî Katılara (Huzâalara) yaptıklarını işitmedin mi [245]
Hudeybiye muahede ve mütarekesinin hükmüne riayetsizlik edenlerin ilki onlar oldu.[246] Onlar ahd-lerine vefasızlık ettiler ve muahedelerini bozdular.
Ben de onlarla savaşacağım!
Sana söylediğim şeyi gizli tut, açığa vurma!" buyurdu.
Kimi Peygamberimiz Aleyhisselamın Şam´a gitmek istediğini, kimi Sakîflere gitmek istediğini, kimisi de Hevâzinlere gitmek istediğini sanıyordu.[247]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına sefer için hazırlanmalarını emretti ve fakat, önce, nereye gidileceğini gizli tuttu, açıklamadı .[248]
Sonra, Mekke´ye doğru gidileceğini bildirdi.[249]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye giden dağ yollarını ve geçitleri nöbetçilerle tuttu.[250] Hz. Ömer´i de, nöbetçiler üzerinde denetçi olarak görevlendirdi.
Hz. Ömer, dağ yolları ve geçitler üzerinde dönüp dolaşmakta[251] ve nöbetçilere:
"Rastlayacağınız, gizlice Mekke´ye geçip gitmek isteyen hiçbir kimseyi bırakmayacaksınız! Onları geri çevireceksiniz!" demekte, hiç kimsenin Mekke´ye gitmesine meydan vermemekte idi.[252]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Allah´ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşîlerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez et! Kureyşîlerin gözlerini bağla! Beni birdenbire görsünler!" diyerek dua etti.[253]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çöl halkına, Medine çevresindeki Müslümanlara ve her tarafa dav-etçiler gönderip:
"Allah´a ve ahiret gününe imanı olan, Ramazan´da Medine´de hazır bulunsun!" diyerek, onları sefere katılmaya davet etti.
Esma b. Harise ile Hind b. Hârise´yi Eşlemlere gönderdi. Bunlar, Eşlemlere:
"Resûlullah Aleyhisselam, Ramazan´da Medine´de bulunmanızı size emrediyor!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cündüb b. Mekîs ile Râfi´ b. Mekîs´i Cüheynelere gönderdi.
Bunlar, Ramazan´da Medine´de hazır bulunmalarını Cüheynelere emrettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, İmâ´ b. Rahasa ile Ebu Rühm Külsûm b. Husayn´ı Benî Husaynlara, Benî Gıfârlara, Benî Damrâlara;
Ma´kıl b. Sinan ile Nuaym b. Mes´ud´u Eşca´lara;
Bilal b. Haris ile Abdullah b. Amr el-MüzenPyi Müzeynelere;
Haccac b. Ilâtü´s-Sülemî ile Irbaz b. Sâriye´yi Benî Süleymlere;
Bişr b. Süfyan ile Büdeyl b. Verkâyı Benî Ka´blara (Huzâalara) gönderdi.[254]
Huzâî b. Abdi Nühm, Müzeyneleri yanına alarak Revhâ´da;
Abdullah b. Malik, Gıfârîleri yanına alarak Sukyâ´da;
Kudâme b. Sümâme, Benî Süleymleri yanına alarak Kudeyd´de;
Sa´d b. Cessâme, Benî Leysleri yanına alarak Kedid´de;[255]
Benî Ka´blar da Kudeyd´de; gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın ordularına katılacaklardı.
Eşlemler, Cüheyneler, Eşca´lar ve daha başka Arap kabileleri Medine´ye geldiler.
Ebu İnebe kuyusunda ordugâh kuruldu, toplanıldı.[256]
Toplananların mevcudu 10.000 idi.[257]
Mevcudun 12.000 kişi olduğu rivayeti de vardır.[258]
Medine´den 10.000 kişi ile çıkılmış, 2.000´i yolda gelip kati İm işti.[259]
Muhacirlerlerle Ensardan, sefere katilmayan kimse yoktu.[260]
Muhacirlerin sayısı 700 idi, yanlarında da 300 at vardı.
Ensarın sayısı 4.000 idi, yanlarında da 500 at vardı.[261]
Müzeynelerin sayısı 1.000 idi[262] veya sayıları 1.300 olup,[263] yanlarında 100 at vardı.[264]
Eşlemlerin sayısı 400 idi,[265] yanlarında 30 at vardı.[266]
Cüheynelerin sayısı 800 İdi[267] veya 700[268] veya 1.000 İdi[269] veya 1400 idi.[270] Yanlarında da, 50 at vardı.[271]
Gıfârîlerin sayısı 400 idi.[272]
Süleymlerin sayısı 900[273] veya 1.000[274] veya 1.400[275] veya 1.800 idi.[276]
Diğerleri, Muhacirlerden ve Ensardandı.
Kays, Esed, Temim ve başka kabilelerden de, gelip mücahidler arasına katılanlar vardı.[277]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´de yerine Ebu Rühm Külsûm b. Husayn´ı vekil bıraktı.[278]
Abdullah b. Ümmi Mektum´un vekil bırakıldığı da rivayet edilir.[279] Sanıldığına göre; Abdullah b. Ümmi Mektum imamlıkla, Ebu Rühm de idarî işlerle görevlendirilmişti.[280]
Hâtıb´ın Kureyş Müşriklerine Harekât Durumunu Bir Yazı ile Bildirmeye Yeltenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan Hâtıb b. Ebi Beltea, Mekkeli müşriklere biryazı yazarak, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki kararını bildirmek istedi.[281]
Hâtıb; yazısını, Salvan b. Ümeyye, Süheyl b.Amrve İkrime b. Ebu Cehil´e verilmek üzere yazdı ve yazısında şöyle dedi:
"Resûlullah Aleyhisselam; gazaya çıkacağını halka bildirdi.
Kendisinin sizden başkasına gitmek isteyeceğini sanmıyorum.
Size gönderdiğim yazımla, yanınızda benim bir iyilik ve minnet elimin bulunmasını arzu ettim."[282]
Başka rivayetlere göre, Hâtıb mektubunda şöyle dedi:
"Peygamber (Aleyhisselam); geceler gibi karaltılı, seller gibi akan askerleri ile size doğru yönelmiş geliyor!
Allah1 a yemin ederim ki; o size yalnız başına bile gelecek olsa, Allah, muhakkak yardım edip onu size galip kılacaktır.
Çünkü, Allah ona yaptığı va´dini yerine getiricidir!
Hiç şüphesiz, Allah onun dostu ve yardımcı sı dır."
"Muhammed Peygamber (Aleyhisselam), amma size karşı, amma sizden başkasına karşı, savaşmaya hazırlanmış bulunuyor.
Hazırlıklı ve uyanık olunuz!"[283]
"Hâtıb b. Ebi Beltea´dan:
Resûlullah (Aleyhisselam), sizin üzerinize yürümek istiyor!
Tedbirinizi alınız!"[284]
"Muhammed Aleyhisselam, kesin olarak sizin üzerinize yürümek üzeredir!"[285]
"Bundan sonra, derim ki:
Muhammed (Aleyhisselam) kesin olarak sizin üzerinize yürümek istiyor.
Tedbirinizi alınız! Hazırlanınız!"[286]
Bazı ravilerin bu yazı muhtevasını kısaltarak nakletmiş oldukları gözönünde tutulunca, yukarıdaki yazılarda geçen sözlerin hepsinin Hâtıb´ın yazısında yer almış olduğu kabul edilebilir.[287]
Mektubun Kureyş Müşriklerine Bir Kadınla Gönderilişi
Hâtıb b. Ebi Beltea, Kutıeyş müşriklerine yazdığı mektubu bir kadına vermişti.
Rivayete göre; kadın, Müzeynelerdendi.[288] Müzeynelerin de Arc halkından, Kenud adında bir kadındı.[289]
Kendisi, Ebu Amr b. Sayfî b. Hişam (Hâşim) b. Abdi Menafın[290] yahut Ebu Leheb´in[291] azadlı cariyesi olup, Sâre diye anılırdı.
Sâre Medine´ye geldiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´yi fetih hazırlığıyla uğraşıyor-du.[292]
Sâre´ye:
"Sen Müslüman olarak mı geldin " diye sordu.
Sâre:
"Hayır!" dedi.[293]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, sen ne için geldin " diye sordu.
Sâre:
"Sizler köle azadlayıcılarsınız, aşiret sahibisiniz![294]
Köle azadlayıcılar Bedir günü ölüp gittiler.[295]
Ben son derecede muhtaç duruma düştüm. Bana yiyecek ve binecek veresiniz, beni giydirip kuşatasınız diye yanınıza geldim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Tagannilerin, şarkı söylemelerin, ağıt yakmaların seni ihtiyaçtan kurtarmadı mı " diye sordu.
Sâre:
"Yâ Muhammedi Kureyşliler, kendilerinden birçok kimseler öldürüldüğünden beri, şarkı dinlemeyi bıraktılar.[296] Bedir vak´asından sonra, benden birşey söylememi isteyen olmadı.[297] Ben de, şarkı söylemeyi, ağıt yakmayı bıraktm" dedi.[298]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdulmuttalib oğullarını, Sâre´ye yardıma teşvik etti.
Onlarda, hemen onu giydirip kuşattılar. Birde, hayvan bulup kendisini bindirdiler, yol azığını da koydular.
Hâtıb b. Ebi Beltea, Sâre´nin yanına vardı. Ona on dinar (altın lira) ile bir elbise verdi.[299] Bunlar, Kureyş müşriklerine yazdığı mektubu onlara ulaştırma ücreti idi.
Hâtıb, Sâreye:
"Bunu, elinden geldiği kadar gizli tut! Mekke´ye giderken de, anayoldan gitme! Çünkü, yol üzerinde bekçiler, nöbetçiler var!
Sen dağ yolları ve geçitlerinden başka bir yol tutup, Mahacce´nin solundan Fuluk içine, Akik yoluna doğru git!" dedi.[300]
Sâre, mektubu başına yerleştirdikten sonra, üzerinden, saçlarını bölükler halinde örerek gizledi, Kureyş müşriklerine teslim etmek üzere yola çıktı.
Hâtıb´ın bu uygunsuz tutum ve davranışı hakkında gökten haber geldi.[301]
Hâtıb´ın Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvam ve Mikdad b. Esved´e:[302]
"Acele gidiniz! Hâh bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında bir mektup bulunan bir kadın bulacaksınız!
Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz![303] Kendisini serbest bırakınız![304]
Mektubu vermek istemezse, boynunu vurunuz!" buyurdu.[305]
Hz. Ali ve arkadaşları, atlarını koştura koştura Hâh bahçesine varıp kavuştular. Orada, yolcu bir kadına rastladılar.[306]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ve arkadaşlarına, devesinin üzerinde giden bir kadının Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından müşriklere yazılan ve Resûlullahın kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber veren bir sahifeyi yanında taşıdığını haber vermişti.
Hz. Ali ve arkadaşları, kadına:
"Yanında götürmekte olduğun mektup nerede " diye sordular.[307]
Kadın:
"Benim yanımda mektup falan yok!" dedi.[308]
Bunun üzerine, kadının devesini ıhdırdılar.[309] Kadını devenin üzerinden indirdiler. Eşyasını aradılar. Mektup olarak hiçbir şey bulamadılar.[310]
Kadın yemin ederek inkârda bulununca, geri dönecek oldular.[311]
Hz. Ali:
"Allah´a yemin ederim ki; ne Resûlullah Aleyhisselam yanılır, ne de biz yanılırız!
Sen bu mektubu bize ya kendiliğinden çıkarırsın, ya da seni soyar, ararız!" dedi.[312]
Kadın:
"Siz Müslüman değil misiniz ! (Bunu bana nasıl yaparsınız )" dedi.[313]
Hz. Ali:
"Elbette Müslümanız! Resûlullah Aleyhisselam bize senin yanında mektup bulunduğunu söyledi" dedi,[314] kılıcını
sıyırdı ve:
"Ya mektubu çıkarırsın, ya da kılıcı tepene indiririm!" dedi.[315]
Kadın, işin sıkı tutulduğunu görünce, Hz. Ali´ye:
"Yüzünü benden başka yana çevir!" dedi.
Hz. Ali yüzünü başka tarafa çevirince, kadın örgülü saçlarını çözdü, mektubu çıkarıp Hz. Ali´ye verdi.[316]
Mektubu Peygamberimiz Aleyhisselama getirdiler.
Mektubun müşriklerden bazı kişilere Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından yazılıp gönderilmiş ve içinde Peygamber Aleyhisselamın savaş işinin onlara bildirilmiş olduğu görüldü.[317]
"Yâ Rasûlallah! Hâtıb, Allah´a, Resûlullaha ve mü´minlere hainlik etmiştir! " dediler.[318]
Peygamberimiz Aleyhisselam haber saldı, Hâtb´ı yanına çağırttı.[319]
Hâtıb gelince, mektup kendisine okundu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Bunu sen mi yazdın " diye sordu.
Hâtıb:
"Evet!" dedi.[320]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Hâtıb! Bu ne biçim iş ![321] Sen bunu ne için yaptın !" diye sordu.[322]
Hâtıb:
"Yâ Rasûlallah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme!
Ben, Kureyşîler içinde, yanaşma bir kişiyim. Asıl Kureyşîlerden değilim.
Senin yanındaki Muhacirlerin Mekke´de ailelerini ve mallarını koruyacak akrabaları var.[323]
Ben ise, Kureyş cemaati içinde ne soyu, ne de kabilesi olmayan bir kişiyim.
Üstelik, çoluk çocuklarım da onların aralarında bulunuyor.[324]
Ben bunu onlara bir iyilik edeyim, kendilerini minnet altında bırakayım da oradaki ev halkımı korusunlar diye yaptım.
Yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm veya İslâmiyetten sonra küfre rıza gösterdiğim için yapmış değilim ![325]
Yâ Rasûlallah! Vallahi, ben Allah´a ve Allah´ın Resûlüne iman etmişim ve dinimi de asla değişti rm emişim dir![326]
Ben, Müslüman olduğumdan beri, Allah hakkında hiçbir şüpheye düşmemiş,[327] küfür yoluna sapmamışım dır!
Müşriklerden ayrıldığımdan beri, kendilerine hiçbir sevgi de beslememi simdir.
Fakat, ev halkım hakkında endişe duyduğum için, onların yanında bir iyiliğimi bulundurmak istedim.
İyi biliyorum ki; Yüce Allah´ın onlara indireceği azap karşısında benim bu mektubum kendilerine hiçbir yarar sağlamayacak, gelebilecek azaptan onları kurtarmayacaktır.[328]
Yâ Rasûlallah! Ben, bu iyiliği, çoluk çocuğumla malıma onlardan gelebilecek zararlardan Allah belki korur diye yapmak istedim!
Muhacir ashabından hiçbiri yoktur ki, orada kavim ve kabilesinden bazı kimseler bulunsun da, Yüce Allah, onun ev halkını ve malını onlarla korumamış olsun!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söyledin!" buyurdu[329] ve yanındaki ashabına da:
"O size doğru söyledi.[330]
Kendisi hakkında, hayırdan başka birşey söylemeyiniz!" buyurdu.[331]
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Bu adam Allah´a, Allah´ın Resûlüne ve mü´minlere hainlik etmiştir.[332]
Yâ Rasûlallah! Bırak beni de, şu münafığın boynunu vurayım " dedi.[333]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İzin verecek olursam, onu öldürür müsün " diye sordu.
Hz. Ömer:
"Evet! Bana izin verirsen, onu öldürürüm!" dedi.[334]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır![335] Bu kişi Bedir savaşında bulunanlardan değil midir [336] O Bedir savaşında bulunmuştur.[337]
Ne bilirsin Belki de, Yüce Allah, Bedir savaşına katılmış olanlara, Bedir gününde bakıp, ´Siz istediğinizi yapın! Ben sizi bağışlamışımdır! Cennet size vacip olmuş, siz Cennete girmeyi haketmişsinizdir!´ buyurmuştur" buyurunca, Hz. Ömer´in gözleri yaşla doldu ve:
"Yüce Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedi.[338]
Hâtıb´ın bu husustaki tutum ve davranışı üzerine indirilen âyetlerde[339] şöyle buyuruldu:
"Ey iman edenler! Benim de, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyiniz.
Kendileriyle aranızdaki sevgi yüzünden, onlara Peygamberin maksadını ulaştırırsınız, değil mi !
Halbuki, onlar haktan size gelene (İslâm dinine ve Kufân´a) küfretm işi erdir.
Onlar, Peygamberi de, sizi de, Rabbiniz olan Allah´a iman ediyorsunuz diye yurtlarınızdan çıkarıyorlardı .
Eğer siz Benim yolumda savaşmak, rızamı aramak için çıkmışsanız (onlan dost edinmeyiniz)!
Siz onlara hâlâ muhabbet mi besleyecek (sırlarımı ifşa mı edecek)siniz !
Halbuki, ben sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim!
İçinizden kim bunu yapar (Resûlullahın sırlarını açıklar)sa, muhakkak ki, o, yolun ta ortasından sap-m ıştır!
Eğer onlar size bir tımak tuttururlar (sizi ele geçirirlerse, hepinizin düşmanları olacaklar; ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklardır.
Zaten, onlar, (ah bir dininizden dönüp) kâfir olsanız diye temenni de etmişlerdir.
Ne hısımlarınız, ne evladlarınız, ahiret azabına karşı size asla yarar veremezler. Kıyamet gününde, Allah onlarla aranızı ayıracaktır.
Allah, ne yaparsanız, hakkıyla görendir.
İbrahim´de ve onun maiyyetinde bulunan (Müslüman)larda (onların sözlerinde ve işlerinde) sizin için gerçekten uyulacak güzel bir ömek vardı.
Hani onlar kavimlerine:
´Biz sizden ve Allah´ı bırakıp tapmakta olduğumuz şeylerden kesin olarak uzağız!
Sizi inkâr ettik.
Siz Allah´a bir olarak iman edinceye kadar, bizimle aranızda temelli düşmanlık ve buğz belirmiştir!´ demişlerdi.
Yalnız, İbrahim´in, babasına:
´Her halde, senin yariıganmanı dileyeceğim!
Fakat, senin için Allah´tan gelecek herhangi birşeyi celb veya def etmeye gücüm yetmez!´ demesi müstesnadır.
(Siz şöyle deyiniz):
´Ey Rabbimiz! Biz ancak Sana güvenip dayandık! Ve Sana yöneldik! Son dönüş de ancak Sanadır!
Ey Rabbimiz! Bizi, o küfredenler için bir fitne (konusu) yapma! (Onlan bize musallat etme)!
Ey Rabbimiz! Bizi yarlığa!
Çünkü, Azîz ve Hakîm Sensin Sen!´"[340]
Medine´den Mekke´ye Doğru Yola Çıkış
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında[341] Ramazan ayında Müslümanlardan 10.000 kişi-askerî bir topluluğun başında, Medine´den Mekke´ye doğru yola çıktı.[342] Peygamberimiz Aleyhisselam da, mücahidler de hep oruçlu idiler.[343] Yola çıkılırken, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Orucunu tutmak isteyen, tutsun. Orucunu açmak isteyen de, açsın!" diyerek nida ettirdi.[344] Peygamberimiz Aleyhisselam orucunu açmadı, tuttu. Mücahidler de açmadılar, tuttular.[345] Sulsul mevkiine eriştiler.[346] Sulsul; Medine nahiyelerinden olup, Medine´ye uzaklığı yedi mildir.[347]
Zübeyr b. Avvam´ın Bir Süvari Birliğinin Başında Öncü Olarak İleri Sürülüşü ve Hevâzin
Casusunun Yakalanıp Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Zübeyr b. Avvam´ı, 200 kişilik bir süvari birliğinin başında, öncü ve gözcü olarak ileri sürmüştü.[348]
Bunlar; Arc´la Talub arasında Hevâzin casuslarından birini yakalayıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdiler ve:
"Yâ Rasûlallah! Hayvanının üzerinde gördük: Çukur yerlerde bizden saklanmaya çalışıyordu. Sonra, yüksek bir yere çıkıp oturdu. Atlan ona doğru koşturmaya başlayınca, kaçmak istedi.
Kendisine:
´Sen kimsin 1 diye sorduk.
´Benî Gitarlardan bir adamım!´ dedi.
´Bu memleket halkından, Benî Gitarların hangilerindensin ´ diye sorduk.
Aykırı cevap verdi, bize soyunu anlatamadı, şüphemizi arttırdı, kendisi hakkında bizi suizanna düşürdü.
´Senin ev halkın nerededir ´ diye sorduk.
Eliyle bir tarafa işaret ederek:
´Yakındadır!´ dedi.
Kendisinin işi karıştırdığını, gerçeği sakladığını görünce:
´Ya bize doğrusunu söyleyeceksin, ya da boynunu vuracağız!´ dedik.
´Ben size doğrusunu söylersem, bu, bana, sizin katınızda bir yarar sağlar mı ´ dedi.
´Evet!´ dedik.
Bunun üzerine, bize:
´Ben Benî Nadrlardan, Hevâzinlerden bir adamım.
Beni Hevâzinler casus olarak gönderdiler ve:
´Medine´ye git, Muhammed´le buluş! Müttefiklerinin (Huzâaların) işi hakkında ne yapmak istediğini, bizim için öğrenmeye çalış!
O, Kureyşîlere askerî bir birlik mi gönderiyor Yoksa, kendisi mi gidip onlarla savaşacaktır Biz onun Kureyşîlere büyük bir ordu ile baskın yapacağını sanıyoruz.
İster kendisi gitsin, ister askerî bir birlik göndersin, sen de onlarla birlikte Batn-ı Şerife kadar git!
Eğer onlar önce bizim üzerimize yürümek isterlerse, Batn-ı Şerif yolunu tutar, bizim yanımıza çıkarlar. Eğer Kureyşîlerin üzerine yürümek isterlerse, yollarına devam ederler!´ dediler´ dedi."
Peygamberimiz Aleyhisselam, casusa:
"Hevâzinler neredeler " diye sordu.
Casus:
"Onları Buk´â´da pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraköm.
Onlar bütün Arapları kendilerine yardıma çağırdılar, Sakîflere de haber saldılar. Onlar da yapılan davete icabet ettiler.
Sakîfleri de, savaşmak üzere pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraktım.
Onlar, debbabe ve mancınık yapma işini öğrenmeleri için, Cüreş´e adamlar gönderdiler. Kendileri de, Hevâzinlerin topluluklarıyla birlikte bulunmak üzere gidiyorlar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hevâzinler işlerini yürütmeyi kime havale ettiler " diye sordu.
Casus:
"Eşraf gençlerinden Malik b. Avf´a havale ettiler!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hevâzinlerin hepsi, Malik´e ve onun davet ettiği işe icabet ettiler mi " diye sordu.
Casus:
"Güçlülük ve dayanıklılıklarda tanınmış olan Benî Âmirler, davete aldırış etmediler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar, Benî Âmirlerden hangileridir " diye sordu.
Casus:
"Ka´blarveKilablar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hilaller ne yaptı " diye sordu.
Casus:
"Hevâzinlere onlardan pek azı katıldı.
Akşamleyin, senin kavmine uğramıştım.
Ebu Süfyan, yanlarına gelmişti.
Medine´den getirdiği haberden dolayı, Kureyşîlerin Ebu Süfyan´a çok kızmış olduklarını gördüm.
Onlar çok korkuyor ve ürperiyorlardı" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah bize yeter. O, ne güzel Vekîl´dir!
Sanırım ki, sen bana ancak doğru olanı söyledin!" buyurdu.
Casus:
"Bu, bana yarar sağlayacak, beni ölümden kurtaracak mıdır " dedi.
Casusun gidip halkı uyarmasından korkuldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu tutuklamasını, Halid b. Velid´e emretti.
İslâm ordusu Merruz-zahran´a vardığı zaman, casus kaçtı.
Halid b. Velid, ardına düşüp onu aradı, Erâk[349] yanında yakaladı ve:
"Eğer senin için söz vermiş olmasaydım, boynunu vururdum!" dedi. Durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye girinceye kadar onu tutuklu bulundurmasını Halid b. Velid´e em retti.[350]
Uyeyne b. Hısn´ın Arc´da Gelip Mücahidlere Katılışı
Uyeyne b. Hısn; Necd´de ev halkının yanında bulunduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına birçok Arap kabilelerinin toplanarak bir yana doğru gitmek istediklerini haber alınca, kavminden bazı kimselerle birlikte Medine´ye gelip, Peygamberimiz Aleyhisselamı iki gün önce gitmiş buldu ve hızla Arc´a doğru gitti. Orada, Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştu ve:
"Yâ Rasûlalları! Senin bir tarafa gideceğini haber aldım, geldim.
Ben sizde savaş hali görmüyorum: Ne çekilmiş sancaklar görüyorum, ne de bayraklar! Yoksa, umreye mi gitmek istiyorsunuz
Halbuki, sizde ihram hali de görmüyorum!
Yâ Rasûl allan! Siz nereye yönelmiş gidiyorsunuz " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah her nereye gitmemizi dilerse oraya gideceğiz!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn, mücahidlere katılıp Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte gitti.[351]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Orucunu Açışı ve Mücahidlere Oruçlarını Açmalarını Emredişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Arc´a geldiği zaman, çok susamıştı.
Susuzluğunu gidermek için, başına su döktü. Yüzünü yi kadı.[352]
Müslümanlar, yaya ve binitli olarak, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Kurâu´l-Gamîm´e vardılar.
"Yâ Rasûlallah! Oruçluluk halka çok ağır gelmeye başladı.
Halk, senin ne yapacağına bakıyorlar!" dediler.[353]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Usfan ile Emeç arasındaki Kudeyd[354] mevkiine gelince,[355] ikindi namazından sonra, hayvan üzerinde iken[356] bir bardak su[357] getirtti. Bardağı herkesin göreceği şekilde kaldırıp onu içti,[358] orucunu açtı.[359] Müslümanların da oruçlarını açmalarını emretti.[360]
Müslümanlardan bazısının orucunu açtığı, bazısının ise oruçlarını açmayıp tutmaya devam ettikleri haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar âsilerdir (Emre karşı gelenlerdir)![361]
Onlar âsilerdir! (Emre karşı gelenlerdir)![362]
Siz, sabahleyin düşmanlarınızla karşılaşacaksınız! Orucu açmak sizin için zindeliktir!" buyurdu.[363]
Düşmanla karşılaşacakları haber verilince, hepsi Merru´z-zahran´da oruçlarını açtılar.[364]
Medine´ye Gelmek Üzere Yola Çıkan Hz. Abbas´ın Yolda Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşması
Hz. Abbas, ailesiyle birlikte gelirken, Cuhfe´de veya Zülhuleyfe´de Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştu.[365]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona, yanındaki ağırlıklarını Medine´ye göndermesini emretti.[366]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kudeyd´e gelince, orada konakladı. Sancaklar ve bayraklar bağladı.[367]
Bağladığı sancak ve bayrakları kabilelere, kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi.[368]
Uyeyne b.Hısn, kabilelerin sancak ve bayraklar aldıklarını görünce, canının sıkıntısından, parmaklarını ısırmaya başladı.
Hz. Ebu Bekir, ona:
"Yoksa, geldiğine pişmanlık mı duyuyorsun " diye sordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Ben kavmimin Muhammed´le birlikte bulunmadığına üzülüyorum!" dedi ve
"Ey Ebu Bekir! Muhammed nereye gitmek istiyor " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Allah her nereye gitmesini isterse, o oraya gidecektir!" dedi.[369]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kudeyd´de bulunduğu sırada, Süleymler900 veya 1.000 atlı olarak geldiler.
Onların zırhlan sırtlarında, mızrakları ve silahları yanlarında bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın onlara gönderdiği iki elçisi Peygamber Aleyhisselamın yanına gelmekte acele etmelerini söyleyince, derlenip toparlanarak geldiler ve:
"Yâ Rasûlallah! Biz, senin dayıların oluruz.
Bizim savaş zamanında nasıl sebatlı, seninle buluştuğumuz zaman nasıl sadakatli olduğumuzu göreceksin" dediler.
Süleymlerin yanlarında durulmuş iki sancak ve beş bayrak bulunuyordu. Bayraklar siyahtı.
"Yâ Rasûlallah! Bizim bayraklarımızı da bağla ve istediğine ver!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cahiliye çağında bayraklarınızı taşıyan, bugün de taşısın! Evvelce yanıma hepinizle birlikte gelen o güzel yüzlü, tatlı dilli kişi ne yapıyor Siz gidiniz! Ordunun önüne geçiniz!" buyurdu.
Onları öncü birliği yaptı.
Benî Süleymlerle buluşuluncaya kadar, bu görevi Halid b. Velid yapmıştı.[370]
Muhacirlerin bayraktarları:
1. Hz. Ali,
2. Zübeyr b. Avvam,
3. Sa´d b. Ebi Vakkas,
Ensarın bayraktarları:
1. Evsîlerin Abduleşhel oğullarından Ebu Naile,
2. Evsîlerin Zafer oğullarından Katâde b. Numan,
3. Harise oğullarından Ebu Bürde b. Niyar,
4. Muaviye oğullarından Cebr b. Atîk,
5. Hatma oğullarından Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir,
6. Ümeyye oğullarından Mübeyyaz,
7. Sâide oğullarından Ebu Useydü´s-Sâidî,
8. Benî Haris b. Hazreclerden Abdullah b. Zeyd,
9. Selime oğullarından Kutbe b. Âmir b. Hadîd,
10. Malik b. Neccar oğullarından Umâre b. Hazm,
11. Mazin oğullarından Salît b. Kays,
12. Dinar oğulları,
Müzeynelerin sancaktarları:
1. Numan b. Mukarrin,
2. Bilal b. Haris,
3. Abdullah b. Amr,
Eslemlerin sancaktarları:
1. Büreyde b. Husayb,
2. Naciye b. A´cem,
Cüheynelerin sancaktarları:
1. Süveyd b. Sahr,
2. Rafi´ b. Mekîs,
3. EbuKer´a,
4. Abdullah b. Bedr,
Benî Amr b. Ka´bların sancaktarı:
Büsr b. Süryan,
Benî Gıfârların bayraktarı:
Ebu Zerri´l-Gıfârî veya İmâ´ b. Rahasa,
Kinane, Benî Leys, Damrâ ve Sa´d b. Bekrlerin sancaktarı:
1. Ebu Vâkıd el-Leysî,
Eşca´ların sancaktarları:
1. Ma´kıl b. Sinan,
2. Nuaym b. Mes´ud idi.[371]
Ebu Süfyan b. Hâris´le Abdullah b. Ebi Ümeyye´nin Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşmaları ve
Müslüman Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Haris b. Abdulmuttalib´in oğlu Ebu Süfyan ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, Mekke ile Medine arasında, Nîku´l-akab mevkiinde Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular, Müslüman olmak istediler.[372]
Bunların, Sukyâ ile Arc arasında[373] veya Ebvâ´da buluştukları da rivayet edilir.[374]
Ebu Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın süt kardeşi ve yaşıtı idi. Hz. Halime onu da emdirmişti.
Ebu Süfyan, eskiden Peygamberimiz Aleyhisselama dost ve arkadaş idi. Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselama peygamberlik gelince, düşman kesilmişti.[375]
Hiçbir düşmanın yapmadığı düşmanlığı yapardı. Şı´b´a varıp da, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını hicv ve tahkir etmediği gün yoktu.[376]
Yirmi yıl, hicv ve tahkir etmekten geri durmadı.
Müşriklerin Peygamberimiz Aleyhisselamla yaptıkları çarpışmaların hiçbirinden geri kalmadı.[377]
En sonunda, Yüce Allah, Ebu Süfyan b. Hâris´in kalbine İslâm sevgisini düşürdü.
Bir gün Rum Kayseri ile görüşmüş olan Ebu Süfyan b. Haris der ki:
"Rum Kayserinin yanında ne İslâm iyetten kaçı İdi ğı nı, ne de Muhammed´den başkasının tanındığını gördüm. Bunun üzerine, kalbime İslâmiyet sevgisi girdi. İçinde bulunduğum müşrikliğin bâtıl ve boş olduğunu anladım.
Ne çare ki, biz akılları başlarında bir kavimle birlikte bulunuyorduk.
İnsanların akıllarına ve görüşlerine göre yaşadıklarını sanıyordum.
Onlar bir yol tutup gittiler, biz de o yolu tutup gittik.
Şerefli, yaşlı kişiler putlarından yardım dileyerek Muhammed´e karşı ayaklandıkları ve ataları yüzünden ona kızdıkları zaman, onlara uyduk.[378]
Bir gün, kendi kendime:
´Ben kimlere arkadaş oluyorum ! Kimlerin yanında bulunuyorum ! İslâm yolu belli olmuş ve karar-laşmış bulunuyor!1 dedim ve zevcemle oğlumun yanına vardım ve:
´Yola çıkmak için hazırlanınız! Muhammed´in yanınıza gelmesi çok yaklaşmıştır!´ dedim.[379]
Zevcem ve oğlum:
´Canımız sana feda olsun![380]
Arapların ve Arap olmayanların Muhammed´e tâbi olduğunu görüyorsun da, hâlâ ona karşı düşmanlık mevkiinde bulunuyor, düşmanlıkta direnip duruyorsun!
Halbuki, ona yardım etmek herkesten çok sana düşerdi! Ona yardım edenlerin ilki sen olmalı idin! ´ dediler.
Uşağım Mezkûr´a:
´Bir deve ile atımı acele yanıma getir!´ dedim.[381]
Resûlullah ile buluşmak üzere Mekke´den yola çıktık.[382]
Ebvâ´ya varıp indiğimiz zaman, Resûlullah Aleyhisselamın öncü birliği oraya gelmiş bulunuyor ve Mekke´ye gitmek istiyordu.
Resûlullah Aleyhisselam, benim kanımın dökülmesini helâl ve gerekli kılmıştı.
Bunun için, öldürülmemden korktum ve gizlendim.
Oğlum Cafer´in elinden tutup yaya olarak bir mil kadar gittik.
Sabahleyin Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardık.[383]
Halk, takım takım geliyordu. Onlardan gizlendim.
Resûlullah Aleyhisselam hayvanına bineceği zaman, kendisiyle görüşmek istedim.[384] Resûlullah Aleyhisselam, bizden, yüzünü başka tarafa çevirdi.
Yüzünü çevirdiği tarafa geçtim. Tekrar tekrar, benden yüzünü çevirdi.
Bütün yakın-uzak herşey beni tuttu, sıktı! Ona erişemedikçe, ben bir ölüyümdür!
Onun iyiliğini, merhametini ve bana olan yakınlığını düşünmüş, bu yüzden beni tutar diye ummuştum.
Resûlullah Aleyhisselamın akrabası olduğum için, benim Müslüman olmama sevineceklerini sanıyor ve bunda şüphe etmiyordum.[385]
Resûlullah Aleyhisselamın benden yüzünü çevirdiğini görünce, bütün Müslümanlar da benden yüz çevirdiler.
Ebu Kuhâfe´nin oğlu (Hz. Ebu Bekir) bana rastladı ve benden yüzünü çevirdi.
Ensardan biri, beni kandırarak Ömer´in yanına yanaştırdı. Ömer, bana bakınca:
´Ey Allah düşmanı! Resûlullah Aleyhisselamı ve ashabını inciten sensin hâ!
Sen ona düşmanlığını yeryüzünün doğularına, batılarına kadar ulaştırdın!" dedi.
Hemen onun yanından ayrılıp amcam Abbas´ın yanına vardım ve:
´Ey Abbas! Ben Resûlullahın yakını ve asâletli oluşum dolayısıyla Müslümanlığımın Resûlullahı sevindireceğini ummuştum.
Kendisinden umduğum iltifatı göremedim!
Beni kabul etmesi için onunla konuş!´ dedim.
Abbas:
´Hayır! Vallahi, onun senden yüz çevirdiğini gördükten sonra, kendisiyle bir tek kelime bile konuşamam! Resûlullah Aleyhisselamı celallendirmiş olmaktan korkarım!´ dedi.
´Ey amca! Bari, gidip başvuracağım bir kimseyi bana söyle!´ dedim.
Amcam, Ali´yi göstererek:
´İşte o!´ dedi.
Ali ile buluşup konuştum.
O da, bana Abbas´ın söylediğinin tıpkısını söyledi.
Abbas´ın yanına döndüm ve:
´Ey amca! Bana sövüp sayan adamı bu davranışından vazgeçir!´ dedim.
Abbas:
´Bana onu tarif et!´ dedi.
´O, çok esmer tenli, kısa boylu, iki gözünün arası yaralıdır!´ dedim.
Amcam:
´O, Numan b. Haris en-Neccârîdir!1 dedi.
Ona:
´Ey Numan! Ebu Süfyan, Resûlullah Aleyhisselamın amcasının oğludur ve benim de kardeşimin oğludur.
Resûlullah Aleyhisselam her ne kadar ona kızmış bulunuyorsa da, ileride ondan hoşnut da olacaktır.
Bundan sonra, kendisine herhangi bir suretle hakaret etmekten vazgeç!´ diye haber gönderdi."[386]
Ebu Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girme çarelerini araştırdıkları ve kendilerinden yüz çevirildiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme de, onlar hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştu:
"Biri amcanın oğlu ve süt kardeşindir. Öbürü de halanın oğludur ve hısımındır.[387]
Allah, bunları sana Müslüman olarak getirdi.[388]
Bunlar, senin katında halkın en yaramazı olamazlar!" dedi.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bana onların ikisi de gerekmez!
Amcamın oğlu benim haysiyet ve şerefimi dili ile lekelemek istedi!
Halamın oğlu ve hışmım olan kişi ise, Mekke´de bana söylememesi gereken sözleri söylemiştir!" buyurdu.[390]
Ebu Süfyan b. Haris der ki:
"Gidip Resûlullahın kapısına oturdum.
Cuhfeye varıncaya kadar, oturmaktan ayrılmadım!
Ne kendisi, ne de Müslümanlardan hiçbirisi benimle konuşuyordu.
Her konakladığı yerde, gidip Resûlullahın kapısında duruyordum. Oğlum da, ayakta dikiliyordu.
Resûlullah, beni gördükçe, yüzünü benden çeviriyordu.
Ezâhir yokuşundan Mekke´nin Ebtah vadisine inince, Resûlullahın çadırının kapısına yaklaştım.
Resûlullah bana baktı! Bu bakış, onun bana ilk yumuşak bakışı idi. Kendisinin bana gülümseye-ceğini de ummaya başladım."[391]
Hz. Ali, Ebu Süfyan b. Hâris´e:
"Resûlullah Aleyhisselama arka tarafından varıp, Yusuf´un kardeşlerinin Yusuf Aleyhisselama söylediği sözü söyle ki, onlar:
´Allah´a yemin ederiz ki; Allah seni gerçekten bizden üstün kılmıştır! Biz, doğrusu, sana karşı yaptıklarımızda suçlu idik!1 dediler [Yusuf: 91].
Bundan daha güzel bir söz bulunabileceği kabul edilemez!" dedi.
Ebu Süfyan b. Haris böyle yapınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, Yusuf Aleyhisselamın kardeşlerine verdiği cevabı bildiren:
"Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O, Esirgeyenlerin en Esirgeyicisidir!" (Yusuf 92) mealli âyeti okudu.[392]
Ebu Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Bana, onların ikisi de gerekmez!" buyurduğunu haber aldığı zaman:
"Vallahi, ya yanına girmeme izin verecektir, ya da şu oğlumun elinden tutup yeryüzünde açlıktan, susuzluktan ölünceye kadar çekip gideceğiz![393]
Sen ki, benim hem akrabam, hem de halkın en uslusu, yumuşak huylusu, en iyilik severi ve cömerdi bulunuyorsun!" demişti.[394]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Süfyan´ın bu sözlerini işitince, her ikisine de acıdı ve kendilerinin huzuruna girmelerine izin verdi.
Girdiler ve Müslüman oldular.[395]
Ebu Süfyan b. Haris, Müslüman olduktan sonra, utancından, başını kaldırıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne bakam azdı.[396]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru´z-zahran´da Konaklayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte Merruz-zahran´a gelip konakladı.[397] Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru´z-zahran´a gelişi, yatsı vaktine rastlamıştı. Mücahidler Merruz-zahran´da toplandılar.[398] Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru´z-zahran´da geceleyin ashabına: "Mekke´de Kureyşîlerin aklı erenlerinden dördü, müşriklikten sıynlıp İslâmiyete girmek isti buyurdu.
"Yâ Rasûlalları! Kimdir onlar " diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"1. Attâb b. Esîd,
2. Cübeyr b. Mut´im,
3. Hakîm b. Hizam,
4. Süheyl b. Amr´dır!" buyurdu.[399]
Peygamberimiz Aleyhisselam Merruz-zahran´a gelinceye kadar, Kureyş müşriklerine bütün h; ler gizli kalmıştı.
Onlar Peygamberimiz Aleyhisselamın ne yapacağını bilmiyorlar,[400] fakat kendilerine savaş cağından korkup duruyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru´z-zahran´a gelince, geceleyin, ateş yakmalarını mücahh emretmiş, 10.000 ateş yakı İm işti.[401]
Kureyş Müşriklerinin Ebu Süfyan b. Harb´i Denetçi ve Elçi Olarak Göndermeyi Kararlaştırmaları
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyarı b. Harb´i, haberler araştırmak üzere göndermekte sözbirliği ettiler.
"Muhammed´le buluşursan, ondan bizim için eman sözü al![402]
Ancak, onun ashabını gevşek görürsen,[403] savaşılacağını kendilerine bildir![404]
Biz sizin arkanızdan hazırlanıp gelmeyeceğiz.
Çünkü, Muhammed´in kiminle; bizimle mi, yahutHevâzinlerle mi, ya da Sakfflerle mi savaşmak diğini bilmiyoruz" dediler.[405]
Bir gece, Ebu Süfyan b. Harb ile Hakîm b. Hizam, Mekke´den çıkıp gittiler.[406]
Yolda, Büdeyl b. Verkâ´ya rastladılar. Onun da kendileriyle birlikte gelmesini sağladılar.[407]
Bunlar; Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında haber araştıracaklar, toplayacaklar, işittikleri h; leh gözden geçirecekler, değerlendireceklerdi.[408]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan bazılarına:
"Ebu Süfyan´a göz kulak olunuz! Siz muhakkak onu bulacaksınız!" buyurmuştu.[409]
Casuslar; Merruz-zahran´da Erâk mevkiine eriştikleri zaman, pek çok çadırlar, askerler ve yaı ateşler gördüler, at kişnemeleri, deve böğürmeleri işittiler.
Bunlar onları ürküttü, son derecede korkuttu.[410]
Vakit, yatsı vakti i di. [411]
Arefe gecesinde yakılan ateşler gibi yanan ateşleri görünce, Ebu Süfyan:
"Bu ne kadar çok ateş Sanki, arefe gecesi ateşlerini andırıyor!
Ey Büdeyl! Yoksa bu ateşler, senin kavmin olan Benî Ka´bların mıdır " diye sordu.
Büdeyl b. Verkâ:
"Bunlar, Benî Amrların ateşleri olsa gerek!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benî Amrların ateşi bundan az olur, onların bu kadar çok ateşleri olamaz!" dedi.[412]
Büdeyl b. Verkâ:
"Belki de seninle çarpışmak üzere toplanmışlardır. Müzeyneleri de, bu gece kendilerine beki tutmuşlardır" dedi.[413]
"Bunlar, herhalde, Benî Ka´blar (Huzâalar)´dır. Savaş için toplanmışlardır" dediler.
Ebu Süfyan:
"Evet! Ama bunlar Benî Ka´blardan daha kalabalık görünüyorlar!" dedi.
"Belki de, Hevâzinler, yağmur düşen yerlerdeki otlardan hayvanlarını otiatmak için topraklanı kadar gelmişlerdir. Vallahi, bunların kimler olduklarını pek anlayamadık!" dediler.[414]
Peygamberimiz Aleyhisselam, casusları yakalamak için, atlılardan bir birliği ileri göndermişti.
Huzâalarda yolu kesmişler, arkaya kimseyi bırakmıyorlardı.[415]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ´nın Müslüman Olmaları
Mücahidler Merruz-zahran´a gelip konunca, Hz. Abbas, kendi kendine:
"Vâh Kureyşîlerin başlarına geleceklere!
Vallahi, onlar gelip Resûlullah Aleyhisselamdan eman dilemeden önce Resûlullah Aleyhisselam Mekke´ye harple girecek olursa, bu Kureyşflerin temelli helâklan olur!" demiş, Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Erâk mevkiine kadar gitmişti.
"Orada ben muhakkak bir oduncu veya bir sütçü ya da bir iş güç sahibi bulup Mekke´ye göndermeliyim ki; önce, üzerlerine Resûlullah Aleyhisselamın gelmekte olduğunu Mekkelilere bildirsin de, Mekkeliler Resûlullah Aleyhisselam üzerlerine harple girmeden önce gelip ondan eman dilesinler" dedi.
Hz. Abbas bu maksatla giderve maksadını gerçekleştirmek üzere bir adam ararken, Ebu Süfyan´la Büdeyl b. Verkâ´nın seslerini işitti.[416] Ebu Süfyan´ı sesinden tanıdı. Ona:
"Ebu Hanzale!"dedi.
O da, Hz. Abbas´ı sesinden tanıdı ve:
"Ebu´l-Fadl! Sensin ha!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Babam, anam sana feda olsun! Ne var [417] Arkandakilerden, ne haber var " diye sordu.[418]
Hz. Abbas:
"Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan![419] Arkamdaki, Resûlullah Aleyhisselamdır ve Müslümanlardan 10.000 kişilik, karşı koyamayacağınız askerlerin başında size doğru yönelmiş, geliy-or![420]
Vallahi, vay Kureyşîlerin başlarına geleceklere!" dedi.[421]
Ebu Süfyan:
"Babam, anam sana feda olsun! Buna bir çare, bir tedbir var mı " diye sordu.[422]
Hz. Abbas:
"Evet! Vardır!" dedi.
"Sen, ne yapmamı bana emir ve tavsiye edersin " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Vallahi, Resûlullah Aleyhisselamdan başkası tarafından ele geçirilecek olursan, muhakkak öldürülürsün![423]
Sen, haydi şu katırın sırtına bin de, seni Resûlullah Aleyhisselamın yanına kadar götüreyim.[424] Kendisinden senin için eman dileyeyim!" dedi.[425]
Ebu Süfyan:
"Vallahi, benim görüşüm de böyledir!" dedi.[426]
Hz. Abbas, Ebu Süfyan´ı süvarilerin ellerine düşmekten kurtardı.[427]
Ebu Süfyan, hemen Hz. Abbas´ın terkisine bindi.
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırının üzerinde, Ebu Süfyan da terkisinde olduğu halde, mücahidlerin ateşlerinden her bir ateşin yanından geçerken, "Kim bu " diye soruyorlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın katırını ve Hz. Abbas´ın da onun üzerinde bulunduğunu görünce:
"Resûlullah Aleyhisselamın amcası, Resûlullahın katırına binmiş!" diyorlardı.
Hz. Ömer´in ateşinin yanından geçerken, Hz. Ömer:
"Kim bu " dedi ve hemen ayağa kalktı.[428]
Hz. Abbas:
"Abbas´ım!" dedi ve geçip giderken, Hz. Ömer ona bakıyordu. Terkisinde Ebu Süfyan´ı gördü.[429] Görür görmez:
"Allah düşmanı Ebu Süfyan hâ!
Seni ahdsiz ve akidsiz olarak ele geçirmeye fırsat ve imkân veren Allah´a hamd olsun!" dedi ve hemen Peygamberimiz Aleyhisselama doğru hızla gitti.
Hz. Abbas da, katırı tepip yürümesini hızlandırdı.
Yavaş yürüyen hayvanın yavaş yürüyen adamı geçebileceği nisbette, Hz. Ömer´i geçti ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.
Hz. Ömer de, onun izince gelip içeri girdi ve:
"Yâ Rasûlallah! Bu Ebu Süfyan´ı, Allah, akidsiz ve ahdsiz olarak ele geçirmek imkân ve fırsatını vendi. Bırak beni de, onun boynunu vurayım!" dedi.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Ben ona eman vermiş bulunuyorum!" dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına oturdu.[430]
Resûlullah Aleyhisselamın başını tutup:
"Vallahi, bu gece benden başka hiç kimse Ebu Süfyan´la başbaşa kalmayacak!" diye yemin etti.
Hz. Ömer Ebu Süfyan´ın boynunu vurmak hakkındaki dileğinde direnip durunca, Hz. Abbas:
"Yeter ey Ömer! Vallahi, Ebu Süfyan Adiyy b. Ka´b oğullarından bir kimse olsaydı, böyle söylemezdin! Fakat, sen bunun Abdi Menaf oğullarının erkeklerinden olduğunu bildiğin için boynunu vurmak istiyorsun!" dedi.
Hz. Ömer:
"Sus ey Abbas! Vallahi, babam Hattab sağ olup da Müslüman olsaydı, ona, senin Müslüman olduğun gün sevindiğim kadarsevinmezdim!" dedi.[431]
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ´ya da eman vermiş bulunuyorum! Onlar huzuruna girecekler!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onları içeri al!" buyurdu.
İçeri girdiler. Onlar, gecenin geç vakitlerine kadar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında kaldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlardan Mekkeliler hakkında bilgi aldı ve kendilerini İslâmiyete davet etti:
"Allah´tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah´ın Resûlü olduğuma şehadet ediniz!" buyurdu.
Hakîm b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ hemen şehadet getirdiler ve Müslüman oldular.[432]
Allah onlardan razı olsun!
Ebu Süfyan ise:
"Vallahi, ey Muhammedi Senin Resûlullah olup olmadığın hakkında kalbimde azıcık bir kuşku var! Bana biraz mühlet versen olmaz mı " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas´a:
"Biz bunlara eman verdik! Kendilerini artık yerine götür!"[433]
Ebu Süfyan hakkında da:
"Ey Abbas! Onu da sen konak yerine götür, sabahleyin yanıma getir!" buyurdu.
Hz. Abbas, onu alıp konak yerine götürdü.
Ebu Süfyan geceyi Hz. Abbas´ın yanında geçirdi.[434]
Sabah namazı vakti olup da müezzin ezan okuyunca, Müslümanlar silkinip kalkmaya başladılar.
Ebu Süfyan, onların kendisi için kalktıklarını sandı.[435] Çok korktu ve:
"Bunlar ne yapmak istiyorlar [436] Ey Abbas! Halkın bu halleri nedir Yoksa, beni mi öldürmek istiyorlar " diye sordu.[437]
Hz. Abbas:
"Hayır! Namaza kalkıyorlar!" dedi.[438]
Ebu Süfyan:
"Muhammed´in münâdîsi (müezzini) bunların hepsini kaldıracak mı " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Bunların hepsi, kalkınca ne yapacaklar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Onlar Müslümandırlar, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gidecekler!" dedi.[439]
Kendisi de, Ebu Süfyan´ı yanına alıp gitti.[440]
Peygamberimiz Aleyhisselam abdest almaya kalktı.
Abdest alırken, Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın abdest suyunu yüzlerine sürmek için üşüştüler.[441]
Ebu Süfyan, bunu görünce:
"Ey Fadl´ın babası! Ben şimdiye kadar ne Kisrâ´da, ne de Benî Asfariarın (Rumların) hükümdarlarında, hakimiyet ve saltanatın böylesini görmedim![442] Kardeşinin oğlu kadar büyük saltanatlısını görmedim!" dedi.
Hz. Abbas:
"Bu saltanat değildir, fakat peygamberliktir! Bunun içindir ki, onun üzerine düşüyorlar![443]
Yazıklar olsun sana! Sen de iman et ona![444]
Eğer Müslüman olmaz ve Muhammed´in Resûlullah olduğuna şehadette bulunmazsan, muhakkak, öldürülürsün!" dedi.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´ın istediği şeyleri söylemek istiyor, fakat onlara bir türlü dili dönmüyor, düzgün söyleyemiyordu![445]
Peygamberimiz Aleyhisselam namaza başlama tekbirini aldı, Müslümanlar da tekbir aldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam rükûa gitti. Müslümanlar da, hep birlikte rükûa gittiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam rükûdan doğruldu. Müslümanlar da, hep birlikte rükûdan doğruldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam secdeye vardı. Müslümanlar da, hep birlikte secdeye vardılar.[446]
Namaz kılındıktan sonra, Ebu Süfyan:
"Ey Abbas! Muhammed onlara (Müslümanlara) birşey emretse, onlar o emri hemen yapar, yerine getirirler mi " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet! Vallahi, onlara yemeyi, içmeyi bırakmalarını da emredecek olsa, yine ona itaat ederler, onun emrini yerine getirirler!" dedi.[447]
Ebu Süfyan:
"Müslümanlar bir gün bir gecede kaç kere namaz kılarlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Beş kere!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Vallahi, çoktur!" dedi.[448]
Hz. Abbas, sabahleyin, Ebu Süfyan´ı alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
"Yazıklar olsun sana ey Ebu Sülyan! Senin için, Allah´tan başka ilah olmadığını öğrenmen zamanı daha gelmedi mi ![449]
Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan! Ben size dünya mutluluğunu da, ahiret mutluluğunu da sağlayacak bir din getirmişimdir.
Müslüman olunuz da, selamete eriniz!" buyurdu.[450]
Ebu Süfyan:
"İyi amma, Uzzâyı ne yaparım, ondan nasıl vazgeçerim !" dedi.
O sırada, Hz. Ömer çadırın arkasında bulunuyordu.
Ebu Süfyan´ın söylediği sözü işitince:
"Sen onun üzerine işe! Tersle!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Senin baban sert ve kaba sözlü idi, sen de sert ve kaba sözlüsün!
Ey Hattab1 in oğlu! Ben sana gelmedim! Ben amcamın oğluna geldim. Onunla konuşuyorum!
Beni bırak da, ben amcamın oğlu ile konuşayım!" dedi.[451]
Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam, anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte, akrabalık hakkı m gözetirlikte... senden daha üstünü yoktur!
Vallahi, sanırım ki, Allah´tan başka ilah olmasa gerek!
Çünkü, Allah ile birlikte başka ilah bulunmuş olsaydı, elbette, beni zararlardan korur, yararlardan yararlandırırdı![452]
Ey Muhammedi Ben İlahımdan yardım diledim. Sen de Allah´ından yardım diledin.
Vallahi, ben ne zaman seninle karşılaştı m sa, senin bana galip geldiğini gördüm!
Eğer benim İlahım gerçek, senin Allah´ın bâtıl ve boş olsaydı, ben sana galip gelirdim!" dedi.[453]
Nihayet, Ebu Süfyan da hakka şehadet getirip Müslüman oldu.[454]
Allah ondan da razı olsun!
Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Ebu Sülyan kavmimizin eşrafından ve yaşlılarındandır.[455] Ona, kavminin içinde övüneceği birşey lutfetsen olmaz mı " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur! Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[456]
Ebu Süfyan:
"Benim evime mi ! Benim evime mi !" dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Evet!" buyurdu.[457]
Ebu Süfyan:
"Benim evimin ne genişliği var ki " dedi.[458]
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Kim Kabe´ye girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[459]
Ebu Süfyan:
"Kabe´nin ne genişliği var ki " dedi.[460]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kim Mescid-i Haram´a girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir" buyurdu.[461]
Ebu Süfyan:
"Mescid-i Haram´ın ne genişliği var ki " dedi.[462]
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir![463]
Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[464]
Ebu Süfyan:
"İşte, bu geniştir!" dedi.[465]
Ebu Süfyan´a Dar Geçitte Mücahidlerin Geçişinin Seyrettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas´ı, Mekke´ye gitmek üzere, boz katırına bindirdi.
O da, Ebu Süfyan´ı terkisine alıp yola çıktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas´ın arkasından adam salıp:
"Abbas´a yetişiniz! Kendisini bana geri çeviriniz!" buyurdu.
Elçi Hz. Abbas´a yetişti. Fakat Hz. Abbas geri dönmek istemedi ve:
"Resûlullah Aleyhisselam, acaba Ebu Süfyan´ın Müslüman olduktan sonra, Mekke´ye varınca, oradaki Müslümanların azlığından yararlanarak küfre dönmesinden mi korkuyor ola " dedi.
Elçi:
"Öyleyse, onu burada tut, bırakma!" dedi.
Hz. Abbas da öyle yaptı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Abbas! Onu vadinin daraldığı, atların sıkışa sıkışa geçtiği dağ boğazının yanında tut da, Müslümanların, Allah ordusunun ihtişamını görsün!" buyurdu.
Hz. Abbas; Peygamberimiz Aleyhisselamın emri üzere, Ebu Süfyan´ı alıp vadinin daraldığı, afların sıkışı sıkışa geçtiği dağ boğazına doğru götürdü.[466]
Hakîm b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ da yanlarında bulunuyordu.[467]
Hz. Abbas, Müslümanların Ebu Süfyan´ı birden vurup öldüreceklerinden korktuğu için, onu bir tepeciğin üzerine oturttu.[468]
Ebu Süfyan, kendisinin durdurulup tutulmakla öldürüleceğini sanarak:
"Ey Hâşim oğulları! Bu, bir gadr (ahde vefasızlık, verilen eman sözünde durmam azlık) değil midir " dedi.[469]
Hz. Abbas:
"Biz, gadreder (ahde vefasızlık gösterir, sözünde durmaz) değiliz.[470] Peygamber sülâlesinde ahde vefasızlık olmaz![471]
Hayır![472] Benim tarafımdan yapılacak, seninle ilgili işler var!" dedi.[473]
Ebu Süfyan:
"O iş ne ise, haydi, önceden, ondan başlasana " dedi.
Hz. Abbas:
"Halid b. Velid´le Zübeyr b. Avvam yanına geldikleri zaman, anlarsın.[474]
Eğer sen şu yolu tutup gitmiş olsaydın, ben seni bir daha göremeyecektim!" dedi.[475]
Ebu Süfyan, Erâk yakınındaki dar boğazda durup da oradan geçenleri gördüğü zaman, Hz. Abbas´ın sözünün mânâsını anladı.[476]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bütün kabileler yanlarındaki silah ve teçhizatlarını kuşanacaklardır" diyerek mücahidlere nida ettirdi.[477]
Mücahidleri savaş düzenine koydu.
Kabileler, başlarında başkan ve kumandanları olduğu halde,[478] bayraklarını çekerek geçmeye başladılar.[479]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ilk önce, başlarında Halid b. Velid olduğu halde, Benî Süleymleri gönderdi.
Onlar 1.000 kişi idiler.
İki sancaklarından birini Abbas b. Mirdas es-Sülemî, diğerini Hufaf b. Nüdbe, bayraklarını da Haccac b. llâttaşıyordu.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Halid b. Velid´dir!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Şu bizim delikanlı mı " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet!" dedi.[480]
"Onun yanındaki kimlerdir " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Süleymlerdir!" dedi.[481]
Ebu Süfyan:
"Benimle Süleym oğulları arasında ne geçmiş, ne münasebet var ki Onlar ne diye buraya gelmişler !" dedi.[482]
Halid b. Velid Hz. Abbas´la Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler ve geçtiler.
Halid b. Velid´in arkasından, Muhacirlerle kim oldukları pek bilinmeyen Araplardan 500 kişilik askerî birliğin başında Zübeyr b. Avvam geçti.
Zübeyr b. Avvam´da siyah bir bayrak vardı.
Zübeyr b. Avvam, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdi, arkadaşları da tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kimdir bu " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Zübeyr b. Avvam´dır!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Senin kızkardeşinin oğlu mu " diye sordu.
"Evet!" dedi.
Sonra, 300 kişilik askerî birlik halinde Benî Gıfârlar geçti.
Bayraklarını Ebu Zerri´l-Gıfârî veya İmâ1 b. Rahasa taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Ey Fadl´ın babası![483] Ey Abbas! [484] Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Bunlar, Benî Gıfârlardır!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benimle Beni Gıfârlar arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler !" dedi.[485]
Sonra, 400 kişilik bir askerî birlik halinde Eşlemler geçti.
Kendilerinin iki sancakları bulunuyor, onlardan birini Büreyde b. Husayb, diğerini Naciye b. A´cemü´l-Eslemî taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Eşlemler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Ey Fadl´ın babası! Benimle Eşlemler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler !" dedi.[486]
Hz. Abbas:
"Onlar İslâmiyete girmiş, Müslüman olmuş bir cemaattirler" dedi.[487]
Sonra, 500 kişilik askerî bir birlik halinde Benî Ka´b b. Amrlar geçti.
Onların bayrağını, Büsr b. Süfyan taşıyordu.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Ka´b b. Amrlardır!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Evet! Onlar Muhammed´in müttefikleri ve artlaşmalılandır.[488] Eşlemlerin kardeşleridir" dedi.[489]
Sonra, 1.000 kişilik askerî bir birlik halinde Müzeyneler geçti.
Yanlarında üç sancak ve 100 at bulunuyordu.
Sancakları Numan b. Mukarrin, Bilal b. H âris ve Abdullah b. Amr taşıyordu.
Müzeyneler, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Müzeyneler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benimle Müzeyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler Onların silah sesleri, dağlarının başından, bana gelir dururdu!" dedi.
Sonra, 800 kişilik askerî bir birlik halinde Cüheyneler geçti.
Onların başlarında kumandanları ve yanlarında sancakları vardı.
Sancağın birini Ebu Rev´a b. Ma´bed b. Halid, ikincisini Süveyd b. Sahr, üçüncüsünü Rafi´ b. Mekîs, dördüncüsünü de Abdullah b. Bedr taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.[490]
Ebu Süfyan Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Cüheyneler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Benimle Cüheyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki Onlar buraya ne diye gelmişler " dedi.[491]
Sonra, 200 kişilik askerî bir birlik halinde Kinanelerle Damrâlarve Sa´d b. Bekrler geçti.
Bunların sancağını Ebu Vâkıd e I-Leysî taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Bekrler!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Evet! Vallahi, onlar uğursuz bir halktır. Muhammed bize onların yüzünden savaş açtı.
Amma, vallahi, bu hususta ne bana danışıldı, ne de benim bundan haberim vardı.
Ben, bunu haber aldığım zaman, hiç de hoş karşılamadım. Fakat bu mukadder birşeymiş, başımıza geldi!" dedi.
Hz. Abbas:
"Muhammed Aleyhisselamın savaş açmasını, Allah senin için hayırlı kılmıştır. Bu yüzden, hepiniz İslâmiyete girmek fırsatını kazandınız!" dedi.
Sonra, Benî Leysler, 200 kişilik askerî bir birlik halinde yalnız başlarına geçtiler.
Onların sancağını Sa´d b. Cessâme taşıyordu.
Onlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Benî Leysler!" dedi.
Sonra, Eşca´lar geçti.
Onlar 300 kişi idiler. Kendilerinin yanlarında iki sancak vardı.
Sancağın birini Ma´kıl b. Sinan, diğerini de N uaym b. Mes´ud taşıyordu. Bunlar, Ebu Süfyan´ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Eşca´lar!" dedi.[492]
Ebu Süfyan:
"Bunlar, Arapların, Muhammed´e karşı en amansız davrananı idiler!" dedi.
Hz. Abbas:
"Allah onların kalblerine İslâmiyet sevgisini düşürdü. Bu da, Yüce Allah´ın lütuf ve kereminin bir eseridir!" deyince, Ebu Süfyan sustu.
Sonra da:
"Muhammed niye geçmedi ki " dedi.
Hz. Abbas:
"O daha geçmedi.
Eğer Muhammed Aleyhisselamın içinde bulunduğu askerî birliği görmüş olsaydın, kendini, karşısında hiç kimsenin dayanamayacağı kadar silahlar, erler, atlardan ibaret bir manzara karşısında bulurdun!" dedi.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Vallahi, ey Fadl´ın babası! Sanırım ki, öyledir!
Bunca insan topluluklarına sahip ve hakim iken, ona kimin gücü yetebilir ki " dedi.[493]
Peygamberimiz Aleyhisselamın içinde bulunduğu birlik gelip geçinceye kadar hiçbir kabile geçmedi ki, Ebu Süfyan onların kim olduğunu sormamış, Hz. Abbas da onlan haber verdikçe:
"Benimle filan oğulları arasında ne münasebet, ne geçmiş var ki Onlar buraya niye gelmişler !" dememiş olsun.[494]
Ebu Süfyan, hemen her alayın, her taburun, her bölüğün geçişinde:
"Muhammed daha geçmedi mi " diye soruyor, Hz. Abbas da:
"Hayır!" diye cevap veriyordu.[495]
Nihayet, Peygamberimiz Aleyhisselamın o tepeden tımağa kadar silahlanmış cihad ordusu oraya doğru gelirken, atların ayaklarından kalkan tozlar ortalığı karartmakta idi.
Muhacirlerle Ensar mücahidlerinden oluşan bu alayda 1.000[496] veya 2.000[497] zırh gömlekli vardı.[498] Hepsi de miğferli idi.[499]
Peygamberimiz Aleyhisselam bayrağını Sa´d b. Ubâde´ye vermiş ve onu alayının önüne geçirmişti. Ensarın her kabilesine bayraklar, sancaklar verilmiş, her biri zırh gömleklere bürünmüştü. Gözlerinden başka bir yerleri görünmüyordu.
Hz. Ömer de, sırtına zırh gömlek giyinmişti. Peygamberimiz Aleyhisselamın alayını o yönetmekte idi.[500]
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesi Kasvâ´nın üzerinde ve Hz. Ebu Bekir´le Useyd b. Hudayhn arasında bulunuyor,[501] yanındakileri e kon üşüyordu.[502]
Ebu Süfyan, bir benzerini daha görmediği bu mücahidler alayı önünden geçerken:[503]
"Kim bunlar ey Abbas![504] Bu, hangi kabile alayı " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Ensardır!" dedi.
Ensarın başında Sa´d b. Ubâde bulunuyor ve onların bayrağını taşıyordu. Ebu Süfyan´a:
"Ey Ebu Süfyan! Bu gün, en büyük harp günüdür! Bu gün, Kabe´de kan dökmenin helâl kılındığı bir gündür[505] Allah bugün Kureyş müşriklerini hor ve hakîr kılacaktır!" diyerek bağırdı.[506]
Muhacir mücahidlerin başında Hz. Ali gelip geçti.
Ebu Süfyan:
"Ey Abbas! Kim bunlar " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Muhacirlerdir. Başlarındaki de, Ali b. Ebu Talib´dir!" dedi.[507]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhacirlerle Ensar arasında göründü. Hz. Abbas:
"İşte, Resûlullah Aleyhisselam da geldi!" dedi.[508]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Ey Abbas! Bu gün, senin Kabe´yi ve Mekke halkını ve beni himaye edeceğin ne iyi bir gündür!" dedi.[509]
Mücahidler, tepelerinden tımaklarına kadar silahlara bürünmüşlerdi. Kendilerinin yalnız gözleri görünmekte idi.
Onlar geçerken, Ebu Süfyan şaşırdı, "Sübhânallah!" dedi ve:
"Ey Abbas! Kim bunlar !" diye sordu.
Hz. Abbas:
"Bu, Resûlullah Aleyhisselamın aralarında bulunduğu Muhacirlerle Ensar alayıdır![510]
Bunlar, Allah yolunda ölüme susamış Muhacirlerle Ensardırlar!" dedi.[511]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Kardeşinin oğluna pek büyük bir saltanat verilmiş![512]
Bunlara, hiç kimse dayanamaz ve güç yetiremez!
Vallahi, Fadl´ın babası! Kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyümüş!" dedi.
Hz. Abbas:
"Ey Ebu Süfyan! Bu (saltanat değil) peygamberliktir!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Evet!" dedi.[513]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sancağını Zübeyr b. Avvam taşıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Süfyan´ın önünden geçerken, Ebu Süfyan:
"Yâ Rasûlallah! Sa´d b. Ubâde´nin ne söylediğini bilmiyor musun " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ne söyledi o " diye sordu.
Ebu Süfyan:
"Şöyle şöyle söyledi" diyerek Sa´d b. Ubâde´nin söylediklerini haber verdi.[514]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sa´d, yanlış söylemiş!
Bu gün, Allah´ın, ezan sesleriyle Kabe´nin şanını yükselteceği bir gündür!
Bu gün, Kabe´nin tevhid örtüsüyle örtüneceği bir gündür!" buyurdu.[515]
Ebu Süfyan:
"Allah aşkına, sen kavmini bağışla!
Sen insanların en iyisi, en uslusu, en yumuşak huylusu, en merhametlisi, akrabalık hakkını en çok gözetenisindir![516]
Yâ Rasûlallah! Sen kavmini öldürmeyi mi emrettin " dedi.[517]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Ben öyle emretmedim![518] Bu gün, merhamet günüdür!
Bu gün, Yüce Allah´ın Kureyşîleri (İslâmiyetle) güçlendireceği, üstünleştireceği bir gündür!" buyurdu.[519]
Peygamberimiz Aleyhisselamın alayı hareket halinde iken, Hz. Ömer saf düzenini, sırasını bozdurmamak için bağınyor[520] ve:
"Ahiriniz evvelinize gelip kavuşuncaya kadar yavaş yürüyünüz!" diyerek emirler veriyor, alay çavuşluğu yapıyordu.[521]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas´a:
"Ey Fadl´ın babası! Kim bu konuşan " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Ömerb. Hattab!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Çok az ve önemsiz olan Adiyy oğullarının, vallahi, bundan sonra işi iş!" dedi.
Hz. Abbas:
"Ey Ebu Süfyan! Şüphe yok ki, Allah, dilediği kimseyi dilediği şeyle yükseltir.
Muhakkak ki, Ömer de, İslâmiyetin yükselttiği kişilerdendir" dedi.[522]
Ebu Süfyan:
"Gidiver ey Abbas! Ben hiçbir zaman bugünkü gibi ne bir ordu, ne de birtopluluk gördüm!" dedi.[523]
İslâm Mücahidlerinin Tamamıyla Gelip Zî Tuvâ´da[524] Toplanışı
Mücahid birlikleri, Zî Tuvâ´ya varınca, orada durdular ve Peygamberimiz Aleyhisselamın oraya gelmesini beklediler.[525]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zî Tuvâ´ya geldi ve orada durdu.[526]
Süvariler her yandan gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde toplandılar ve Peygamberimiz Aleyhisselamı ortalarına aldılar.[527]
Kureyş müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamı sekiz yıl önce Mekke´den ayrılmak zorunda bırakıp, Peygamberimiz Aleyhisselam oradan ayrılırken:
"Vallahi, biliyorum ki, sen Allah´ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Yüce Allah´a da, bana da en sevgilisi olanısın!
Senden zorla çıkarılmamış olsaydım, senin halkın beni senden zorla çıkarmamış olsalardı, senden çıkmaz, ayrılmazdım!" diyerek, duyduğu üzüntüyü açıklamıştı.[528]
O zaman, Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Her halde, Kur´an´ın tebliğini sana farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere (Mekke´ye) döndürecektir" buyurmuştu.[529]
Yüce Allah sekiz yıl içinde, Kureyş müşriklerini Bedir´de ağır bir hezimete uğratmış; bütün kabilelerden topladıkları 10.000 kişilik ordular birliğiyle bir ay gece gündüz uğraştıkları Medine muhasarasında, Hendek savaşında hiçbir şey yapamadan elleri boş olarak geri çevirmiş; Benî Kaynuka, Benî Nadîr, Benî Kurayza ve Hayber Yahudileri gibi güçlü ve azılı İslâm düşmanlarını da ortadan kaldırmış ve en sonunda Mekke´yi fethettirip kendisini sevdiği yurduna döndüreceği hakkında yapmış olduğu va´dini de yerine getirmek üzere Peygamberini Mekke´nin başucuna getirmiş; ve Peygamberimiz Aleyhisselam m mübarek gönlü bütün bunlardan dolayı Yüce Allah´a karşı minnet ve şükran duygularıyla dolup taşmış bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zî Tuvâ´da, hayvanının üzerinde, başını Allah´a karşı tevazu ile önüne doğru eğdi.
O derecede eğdi ki, sakalının ucu devenin semerine değiyor[530] ve:
"Ey Allah´ım! Hayat, ancak ahiret hayatıdır!" diyordu.[531]
Mekkeli Müşriklerin İslâm Mücahidlerine Karşı Koymaya ve Çarpışmaya Hazırlanmaları
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Salvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr, bütün Mekke halkını Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ettiler.[532]
Kureyşîlerie Benî Bekrier ve Huzeyllerden de birçok kimseler, bunların davetine icabet ederek silahlandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselamı Mekke´ye harple sokmayacaklarına yemin ettiler[533] ve:
"Muhammed´i, Mekke´ye asla sokmayacağız!" dediler.[534]
Yanlarına Ehâbîş[535] ile Benî Haris b. Abdi Menatları ve Huzeylleri de aldılar.[536]
Çarpışmak üzere, Handeme mevkiinde[537] toplandılar.[538]
Mücahidlerin Savaş ve Mekke´yi Fetih Düzenine Konulması ve Kumandanlara Harekât
Hakkında Talimat Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mekkelilerin sataşmaya hazırlandıklarını haber alınca, İslâm müc-ahidlehni savaş düzenine koydu.[539]
Mücahidleri:
Sağ kol, sol kol, kalb ve öncü birliği olmak üzere, dörde ayırdı.[540]
Zübeyr b. Avvam´ı sol kol birliklerinin başına geçirdi.[541]
Bunlar, Muhacirlerle onların süvarilerinden oluşan birliklerdi.[542]
Zübeyr b. Avvam´a; Mekke´ye Küdâ mevkiinden[543] girmesini,[544] bayrağını Mekke´nin yukansındaki Hacun[545] mevkiine dikmesini emretti.[546] Kendisine:
"Bayrağı dikmeni emrettiğim yerden, ben gelinceye kadar ayrılma!" buyurdu.[547]
Peygamberimiz Aleyhisselam Halid b. Velid1 i sol kol birliklerinin kumandanlığına tayin etti. [548]
Bu birlikler; Eşlemler, Süleymler, Gıfarlar, Müzeyneler ve Cüheynelerle diğer Arap kabileleri cemaatlerinden kurulmuştu.[549]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´e, Mekke´ye aşağı taraftan, Ellît´tan girmesini,[550] bayrağını evlerin yakınına dikmesini emretti.[551]
Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı da, zırhsızların başında, kumandan olarak gönderdi. Bunlar Mekke vadisinin ortasını tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, bir askerî birliğin içinde idi.
Ebu Hureyre´yi görünce:
"Ebu Hureyre! Bana Ensarı çağır!" buyurdu.
Ensar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına koşarak geldiler.[552]
Kureyş müşrikleri, kendilerine muhtelif kabilelerden birtakım serseriler ve tâbiler toplamışlar ve:
"Bunları ileri sürelim. Şayet ellerine birşey geçerse, onlarla beraber oluruz. İsabet alırlar, ölürlerse, bizden istenileni veririz!" demişlerdi.[553]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ensar topluluğu! Kureyşîlerin evbaşını görüyor musunuz " diye sordu.
Ensar:
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bakınız! Yarın onlarla karşılaştığınızda, onları ekin biçer gibi biçmelisiniz!" buyurdu ve eliyle işaret etti de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.
Kumandanlara da:
"Benimle buluşma yeriniz, Safa tepeciğidir!" buyurdu.[554]
Peygamberimiz Aleyhisselam kumandanlarına Mekke´ye girme emrini verdiği sırada, kendileriyle çarpışmaya kalkışmadıkça, hiç kimse ile çarpışmamalarını;[555] ancak, aşağıda isimleri yazılı bazı erkeklerle kadınların[556] Kâbe´nin örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bil e-öldürülm el erini emretmişti: [557]
1. İkrime b. Ebu Cehil,
2. Hebbar b. Esved b. Muttalib,
3. Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh,
4. Mikyas b. Subabetü´l-Leysî,
5. Huveyris b. Nükayz (NCifeyi),
6. Abdullah b. Hilâl b. Hatal,
7. Hind binti Utbe b. Rebia,
8. Sâre (Amr b. Hâşim oğullarının azadlısı),
9-10. Ebu Hatal´ın şarkıcı cariyeleri Kurayna ve Kurayba veya Fertana ve Emebe,[558]
11. Safvan b. Ümeyye,
12. Abdullah b.Zibârâ,
13. Vahşî b. Harb.[559]
14. Haris b. Tulaytıla,[560]
15. Enes b.Züleym ed-Di´lî.[561]
Üsâme b. Zeyd´in Mekke´de Nereye İnileceğini Soruşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayf´a
İnileceğini Bildirişi
Üsâme b. Zeyd b. Harise:
"Yâ Rasûlallah! Yarın Mekke´de nereye ineceğiz [562] Mekke´de nereye, evine mi ineceksin " diye sordu.[563]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akîl bize orada evden barktan birşey mi bıraktı ki [564]
İnşaallah, Allah fethi nasib edince ineceğimiz yer Hayftır ki, orada Benî Kinanelerle Kureyşîler; Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarına karşı küfür üzerine antlaşmalardı" buyurdu.[565]
Ebu Kuhâfe´nin İslâm Mücahidlerini Ebu Kubeys Dağından Kızına Gözetletişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Zî Tuvâ´da bulunduğu ve Mekke´ye harekete hazırlandığı sırada, Hz. Ebu Bekir´in babası Ebu Kuhâfe, çocuklarının en küçüğü olan kızına[566] -ki, adı Kuraybe idi-:[567]
"Ey kızcağızım! Beni Ebu Kubeys dağının üzerine çıkar!" dedi.[568]
Ebu Kuhâfe´nin gözleri görmezdi. Kuraybe onu Ebu Kubeys dağının üzerine çıkardığı zaman, Ebu Kuhâfe:
"Ey kızcağızım! Bak, neler görüyorsun " diye sordu.[569]
Kız:
"Kapkara bir topluluk görüyorum!" dedi.
Ebu Kuhâfe:
"Onlar, süvarilerdir!" dedi.[570]
Kız:
"O karaltının önünde giden bir adam görüyorum!" dedi.
Ebu Kuhâfe:
"O, orduyu saf düzenine koyan, düzelten alay çavuşudur!" dedi[571] ve:
"Ey kızcağızım! Sen bir daha bak! Neler görüyorsun " diye sordu.[572]
Kız:
"Vallahi, karaltı dağıldı!" dedi.[573]
Ebu Kuhâfe:
"Askerler bölüklere ayrıldı.[574] Biliyorum, vallahi,[575] süvarilere emir verildi.[576] Hemen eve! Eve dönelim.[577] Beni acele evime ulaştır!" dedi.[578]
Kuraybe, gördüğü şeylerden korkmaya başlamıştı.
Ebu Kuhâfe:
"Ey kızcağızım! Korkma! Vallahi, kardeşin Atîk [Hz. Ebu Bekir] Muhammed´in yanındaki ashabının seçkinlerindendir!" diyerek onu teselli ediyordu.[579]
Ebu Kuhâfe daha evine ulaşamadan, süvariler gelip kavuştular.[580] Süvarilerden birisi, kızın boğazındaki gümüş gerdanlığı koparıp aldı.[581]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam´ın Kureyşlileri Uyarmak ve İslâmiyete Davet Etmek Üzere Önden
Gönderilişi
Hz. Abbas, Ebu Süfyan´a:
"Yazıklar olsun sana! Resûlullah Aleyhisselam senin kavminin yanına varıp girmeden önce,[582] sen kavmine yetiş![583] Onları uyar!" dedi.
Ebu Süfyan, acele Mekke´ye gitti.[584] Ebu Süfyan´ın yanında da, Hakîm b. Hizam bulunuyordu.[585] Kendilerinin önden gönderilmeleri, Kureyşlileri uyarıp İslâmiyete davet etmek içindi.[586]
Gönderilirlerken, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim Hakîm b. Hizam´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim kapısını üzerine kapatır ve elinden silahını bırakırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.
Ebu Süfyan´ın evi Mekke´nin yukarı semtinde, Hakîm b. Hizam´ın evi Mekke´nin aşağı semtinde bulunuyordu.[587]
Ebu Süfyan, Mekke´ye varıp evine girmek istediği zaman, karısı Hind:
"Arkanda ne haber var Allah seni iyilikten ırak etsin! Sen en kötü bir elçi oldun! " diyerek ona hakaret etti.[588]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam, Mescid-i Haram´a vardılar.
Ebu Süfyan:
"Ey Kureyş topluluğu![589] Ey Galib hanedanı!
Müslüman olunuz da,[590] selamete eriniz![591] Allah sizi onlardan Abbas sayesinde korudu!" diyerek avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.[592]
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:
"Sus![593] Kavmine senin gibi kötü elçilik yapanı, Allah iyilikten uzaklaştırsın!" dediler.[594]
Ebu Süfyan´ın karısı Hind binti Utbe, kocası Ebu Süfyan´ın yanına varıp sakalından tuttu.[595]
"Ey Galib hanedanı! Şu kocamış ahmağı,[596] şu elçinizi[597] öldürünüz![598] Çünkü, o dininden dönmüştür! Kavminin ne kötü bir gözeticisidir o![599] Allah, Kureyşîlerin senin gibi elçisini hayırdan uzaklaştırsın!" dedi.[600]
Ebu Süfyan, Hind´e:
"Sakalımı bırak![601] Varlığım Kudret Elinde bulunana andolsun ki; sen ya Müslüman olursun, ya da boynun vurulur! [602] Sen hemen evine gir!" dedi.
Bunun üzerine, Hind, Ebu Süfyan´ın sakalını bıraktı.[603]
Ebu Süfyan, Kureyş müşriklerine de:
"Yazıklar olsun size! Siz bu tutum ve davranışlarınızla kendi kendinizi aldatmayınız!
O (Muhammed Aleyhisselam), karşısında duramayacağınız, dayanamayacağınız ordular birliğiyle başucunuza gelmiş bulunuyor![604]
Ben, sizin görmediklerinizi, hiç göremeyeceklerinizi gördüm: Sayısız erler, atlar, silahlar... gördüm ki, onlara hiç kimsenin gücü yeter değildir![605]
Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Allah seni kahretsin! Senin evin bizim için ne kadar yararlı olabilir, hangimizi alabilir !" dediler.
Ebu Süfyan:
"Kim evine girip kapısını üzerine kaparsa, ona da eman verilmiştir!
Kim Mescid-i Haram´a girer, sığınırsa, ona da eman verilmiştir!" dedi.[606]
Bunun üzerine, Mekkeliler, evlerine ve Mescid-i Haram´a dağıldılar.[607]
Hz. Abbas´ın Peygamberimiz Aleyhisselamdan İzin Alarak Mekke´ye Gidişi
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Kavmin Kureyşîlerin yanına vanp onları uyarmak, Allah´a ve Allah´ın Resûlüne davet etmek üzere bana da izin vermeni istiyorum" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Onlara bu hususta neleri ve nasıl söyleyeceğimi, kendilerini tatmin edecek, gönüllerini yatıştıracak emanın da ne biçimde verileceğini bana açıkla!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen, onlara:
´Kim Allah´tan başka ilah olmadığına ve O´nun Bir olup eşi, ortağı olmadığına, Muhammed´in de O´nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederse, kendisine eman verilmiştir.
Kim silahını elinden bırakıp Kabe´nin yanında oturursa, ona da eman verilmiştir.
Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona da eman verilmiştir!´ dersin!" buyurdu.[608]
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Mekke´ye gidince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Babamı benim yanıma geri çeviriniz, babamı benim yanıma geri çeviriniz! İnsanın amcası babası gibidir.
Ben ona Kureyşlilerin yapılmayacak şeyi yapmalarından korkarım!
Vallahi, ona birşey yapacak olurlarsa, üzerlerinde ateş yakarım!" buyurdu.
Hz. Abbas, Mekke´ye vardı ve:
"Ey Mekkeliler! Müslüman olunuz da, selamete eriniz!
Siz, karşı durmaya güç vetirem eyeceğ in iz ordular birliği karşısındasınızdır.
İşte Zübeyr! Mekke´nin yukarı tarafından geliyor!
İşte Halid! Mekke´nin aşağı tarafından geliyor!
Kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir!" dedi.[609]
Halid b. Velid´in Ellît Mevkiinden Mekke´ye Girişi
Halid b. Velid, Mekke´ye Ellît´tan, Mekke´nin aşağısındaki yoldan girdi.[610]
Kureyş müşrikleri; Benî Bekrlerle Benî Haris b. Abdi Menatları, Huzeylleri ve Ehâbiş´i orada toplamışlar, onlara Mekke´nin aşağısında bulunmalarını ve kendilerine yardımcı olmalarını emretmişlerdi.[611]
Halid b. Velid, Handeme dağının dibinde, Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr´ın Müslümanlarla çarpışmak üzere topladıkları bu cemaatle karşılaştı.[612] Bunlar, Halid b. Velid´in Mekke´ye girmesine engel olmak istediler, silah çektiler.[613] Ok yağdırmaya başladılar ve:
"Mekke´ye hiçbir zaman harple giremeyeceksin!" dediler.[614]
Halid b. Velid´e karşı koyanlar, bilhassa, Benî Bekrlerle evbaşlardı.[615]
Halid b. Velid, askerlerine bağırdı:
"Onlarla çarpışınız![616]
Öldürülebilenler öldürülecek!
Bozguna uğrayıp kaçan, öldürülmeyecek!" dedi.[617]
Kaçanların ardlarına düşülüp araştırılmalarını yasakladı.[618]
Onlar, develerin iki sağım süresi arasında, bozgunun en kötüsüyle bozguna uğratıldılar.[619]
Benî Bekrlerden yirmiye yakın, Huzeyllerden de üç veya dört kişi öldürüldü.[620]
Bozguna uğrayanlar, Hazvere çarşısına kadar takip edilerek öldürüldüler.[621] Pek çokları,[622] oraya buraya kaçıştılar. Bir kısmı da, dağbaşlarına kaçtı.[623] Handeme dağına at üzerinde kaçanlar,[624] evlerine sokulanlar da vardı.[625]
Müslümanlar, kaçanları takip ettiler.[626]
Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr gibi Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri de, kaçanlar arasında idi.[627]
Silahlarını Peygamberimiz Aleyhisselam ve ashabı için onanp Handeme´de Müslümanları yenerek onlardan alacağı esiri karısına hizmetçi yapacağını söyleyen Hımas da, kaça kaça evine cansız düşmüştü![628]
Karısı:
"Bana söylemiş olduğun,[629] va´dettiğin hizmetçi[630] nerede kaldı [631] Senin bana getireceğin hizmetçiyi beklemekten geri durmadım !"[632] diyerek onunla alay etti.
Hımas:
"Sen şimdi alay etmeyi bırak da,[633] kapıyı benim üzerime sıkıca kapat![634] Çünkü, kim kapısını kapar, evinde oturursa, ona eman verilmiştir!" dedi.
Karısı:
"Yazıklar olsun sana! Ben seni Muhammed´le çarpışmaktan alıkoymak istememiş miydim !
Ben sana kaç kere:
´Onunla ne zaman çarpışmışsanız, muhakkak, onun size galebe çaldığını gördüm!´ dememiş miydim
Kapamamı istediğin kapımız nedir " dedi.
Hımas:
"O, hiç kimseye açılmayacak kapıdır!
Eğer sen Handeme´de bizim halimizi; Safvan´ın nasıl kaçtığını, İkrime´nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. Amfin nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğumuzu, bacak ve kafataslarının nasıl biçildiklerini, onların arkamızdan nasıl homurdandıklannı, haykırdıklarını., görmüş olsaydın, beni kınayacak en küçük söz bile söylemezdin!" dedi.[635]
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam´ın Müşriklere Öğüt ve Tavsiyeleri
Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam, Kureyş müşriklerine şöyle seslendiler: "Ey Kureyş topluluğu! Siz ne diye kendinizi boş yere öldürüyorsunuz ! Kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim Hakîm b. Hizam´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim silahını elinden bırakırsa, ona da eman verilmiştir!" diyerek bağırıyorlardı. Bunun üzerine, halk, evlerine girmek için koşuşup; kapılarını üzerlerine kapamaya, silahlarını yollara atmaya, Müslümanlar da atılan silahları almaya başladılar.[636]
Zübeyr b. Avvam´ın Mekke´ye Yukarı Tarafından Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ebu Süfyan´la Hakîm b. Hizam´ı Mekke´ye gönderdikten sonra, hemen arkalarından, Zübeyr b. Avvam´ı hareket ettirmişti.[637]
Zübeyr b. Avvam; Muhacir süvarileriyle birlikte, Mekke´nin üst tarafından Hacun´a kadar ilerleyip bayrağını oraya,[638] Feth Mescidinin bulunduğu yere dikti.[639]
Mekke´nin yukarı tarafındaki müşriklerden mücahidlere karşı koyan olmadığı için, Zübeyr b. Avvam, çarpışma yapmak zorunda kalmadı.[640]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´ye Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında Ramazan ayından 13 gece geçtikten sonra,[641] Cuma günü,[642] başına siyah bir sarık sardı.[643] Sarığının bir ucunu, iki om uzunun arasından, arkasına saldı.[644]
Peygamberimiz Aleyhisselamın o gün başına miğfer geçirmiş olduğu da rivayet edilir.[645]
Buna göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, ya sangını miğfieriyle birlikte sarmış, ya da Zî Tuvâ´da sangını çıkararak miğferini giymiş, Mekke´ye girdikten sonra, miğferini çıkarıp sangını sarmış demekti.[646]
Peygamberimiz Aleyhisselam; tepelerinden tımaklarına kadar silahlanmış mücahidlerin ortasında,[647] Hz. Ebu Bekir´le Useyd b. Hudayhn arasında[648] Zî Tuba´dan hareket edip Ezahir yolundan Mekke´nin üst tarafına doğru ilerledi.[649]
Ezâhir; Ahnes hanedanının Hira dağı ile Sakar dağı arasındaki mahallesi ile geniş yol arasında kalan yo kuştur.[650]
Peygamberimiz Aleyhisselamın taşınan sancağı beyazdı.[651]
Peygamberimiz Aleyhisselam devesinin üzerinde bulunduğu halde Mekke´ye girerken Feth sûresini yüksek sesle okuyor,[652] Allah´a şükür ve tevâzuundan, başını önüne eğmiş bulunuyordu.[653]
Ezâhir yokuşuna çıkınca, kılıç parıltıları gördü ve:
"Nedir bu parıltılar Halid b. Velid çarpışmaktan men edilmemiş mi idi ![654] Ben çarpışmayı yasaklamamış mı idim " diye sordu.[655]
"Yâ Rasûlallah! Sanırız ki; müşrikler Halid b. Velid´le çarpışmaya kalkmışlardır!
Onlar çarpışmayı başlatmamış olsalardı, Halid onlarla çarpışmazdı!" dediler.[656]
O sırada, Ku rey silerden birisi gelip:
"Yâ Rasûlallah! İşte, Halid b. Velid, adam öldürmeye hızla girişti!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan, yanında bulunan birisine:
"Kalk, Halid b. Velid´e git! Kendisine, ´Resûlullah sana Mekke´de hiç kimseyi öldürmemeni sana emrediyor![657] Ellerini adam öldürmekten çeksin diyor´ de!" buyurdu.[658]
Adam, gidince, Halid b. Velid´e:
"Ey Halid! Resûlullah Aleyhisselam, Karşılaştığın, kavuştuğun kimseyi öldürmeni sana emrediyor![659] Gücünün yettiğini öldür!1 buyuruyor!" dedi.[660]
Bunun üzerine, Halid b. Velid, çarpışmaya ve müşrikleri öldürmeye girişti.[661] Yetmiş kişi öldürdü.[662]
Ebu Süfyan gelip:
"Yâ Rasûlallah! Kureyş cemaati mahvoldu! Bundan sonra, Kureyş yok olmuş demektir!" dedi.[663]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Niçin yok olmuş !" diye sordu.
Ebu Süfyan:
"İşte Halid! Halktan, bulduğunu öldürüyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Halid´i bana çağırınız!" buyurdu.[664]
Halid b. Velid´i çağırdılar.[665]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Seni çarpışmaktan men etmiş olduğum halde, sen niçin çarpıştın !" diye sordu.
Halid b. Velid:
"Yâ Rasûlallah! Önce onlar bizi oka tuttular, bize silah çektiler. Bizimle çarpışmaya başladılar. Onlarla çarpışmaktan ellerimi çekmeye imkân bulamadım.[666]
Kendilerini İslâmiyete, halkın gireceği şeye girmeye davet ettim. Kabul etmediler. Onlarla çarpışmaktan başka çare bulamadım.
Sonunda, Allah bizi onlara muzaffer kıldı. Onlar her yere kaçışmaya başladılar" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Halid! Hiç kimseyi öldürmeyesin diye sana haber salmadım mı [667] Adam öldürmekten seni men etmedim mi " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Hayır! Öyle değil. Gücümün yettiğini, ele geçirebildiğimi öldüreyim diye bana haber saldın![668]
Senin tarafından, filan adam gelip gücümün yettiğini öldürmemi bana emretti!" dedi.[669]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ensarîyi bana çağır!" buyurdu. Çağırdılar.
Ona:
"Hiç kimseyi öldürmeyeceksin diye Halid´e emretmeni sana emretmemiş mi idim " diye sordu.
Ensarî:
"Evet! Öyle emretmiştin.
Ben senin emrini yerine getirmek istedim, fakat Allah başka türlü olmasını diledi! Allah´ın dilediği oldu![670]
Sen bir işin olmasını istedin, Allah da başka bir işin olmasını istedi.
Allah´ın olmasını istediği iş, senin olmasını istediğin işten üstün ve baskın geldi.
Olanı önlemeye güç yetiremedi m!" dedi.[671]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır" buyurdu.[672]
Ensarîye birşey söylemedi. Sustu.[673]
Sonra da:
"Ey Halid! Artık, hiç kimseyi öldürmeyeceksin değil mi " buyurdu.
Halid b. Velid:
"Evet! Öldürmeyeceğim!" dedi.[674]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Müşrikleri takipten, araştırmaktan da vazgeç!" buyurdu.
Halid b. Velid:
"Öyle yapayım!" dedi.[675]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilere Eman Verdiğini İlân Ettirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Her kim Ebu Süfyan´ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Her kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir! Her kim evine girip kapısını üzerine kapatırsa, ona da eman verilmiştir![676]
Ey Müslümanlar topluluğu![677] Artık silah kullanmaktan vazgeçiniz!
Ancak, Huzâalara, Benî Bekrlerin yaptıkları şeydan dolayı, ikindi namazına kadar çarpışmaya müsaade edilmiş, izin verilmiştir!" buyurdu.[678]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselamın münâdîsi:
"Mekke´de her kim evinin kapısını üzerine kapatır, silah kullanmaktan el çekerse, ona eman verilmiştir!" diyerek seslendi.[679]
Peygamberimiz Aleyhisselam, aynı zamanda:
"Yaralı öldürülmeyecektir!
Arkasına dönüp kaçan takip edilmeyecektir!
Esir alınan da öldürülmeyecektir!" buyurdu[680] ve:
Savaşanlar dışındaki bütün Mekke halkına, onların canlarına, mallarına, çoluk çocuklarına dokunulmamak üzere de eman verdi.[681]
Ensarın Duydukları Endişelerin Giderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safâ tepeciğinde Yüce Allah´a dua ile meşgul bulunduğu sırada, Ensardan bazıları:
"Allah Resûlullah Aleyhisselama yurdunun fethini nasip etti.
Artık kendileri burada kalır, oturur mu dersiniz " diyerek aralarında konuştular.[682] Mekke´de kalacağını sandılar.[683]
Bazıları da, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilerin canlarına ve mallarına dokunulmaması hakkında emir vermesine bakarak:
"Adamın(l) kavmine acıması ve yurduna rağbeti ve özlemi tuttu!" diye mırıldandılar.[684]
Peygamberimiz Aleyhisselam, duasını bitirince, onlara:
"Ne konuşuyordunuz " diye sordu.
"Yâ Rasûlallah! Birşeyyok!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam sorusunu tekrarladı durdu.[685]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama vahiy geldi, onların ne konuştukları kendisine haberveril-di.
Peygamberimiz Aleyhisselam, vahiyden başını kaldırıp:
"Ey Ensar cemaati! Siz, benim için, ´Adamın kavmine acıması, yurduna rağbeti, özlemi tuttu!´ diyerek konuştunuz, değil mi " diye sordu.[686]
"Evet yâ Rasûlallah! Böyle söylemiştik!" dediler.[687]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim ismim nedir ! (Bilmiyor musunuz !)
Benim ismim nedir ! (Bilmiyor musunuz !)
Benim ismim nedir ! (Bilmiyor musunuz !)
Ben, Muhammed´im! AH ahin kulu ve resûlüyüm![688]
Ben, Allah´a ve sizlere hicret ettim![689]
(Benim için) hayat, sizin hayatınızdır!
(Benim için) memat da, sizin mematınızdır!" buyurdu.[690]
Ben (sizinle birlikte olma sözümden dönmekten) Allah´a sığınırım!" buyurdu.[691]
Bunun üzerine, Ensar ağlayıp,[692] "Vallahi, biz, o söylediğimiz sözü sana kıyamadığımız, senden uzak kalmak istemediğimiz için söyledik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ve Resûlü de sizi doğruluyor ve sizi mazur görüyor!" buyurdu.[693]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hacun´da Kurulan Çadıra İnişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ezâhir´e çıkınca, orada durup Mekke evlerine baktı. Allah´a hamd ü sena etti.
Çadırının bulunduğu yene bakınca da:
"Ey Cabir! İşte, bizim konaklayacağımız orasıdır ki, Kureyşîler orada bizim aleyhimizde, küfür üzerinde anlaşmışlardı!" buyurdu.[694]
Gerçekten de, Benî Kinanelerin Mina´da, Hayf Muhassab diye anılan yurdunda, vaktiyle, Kureyşîlerle Kinane oğulları; Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları aleyhinde ve onlarla kız alıp vermemek, alışveriş etmemek üzere aralarında antlaşma yapmışlardı.
Bu boykot, Peygamberimiz Aleyhisselamı kendilerine boyun eğdirinceye kadar sürecekti![695]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hâşim ve Muttalib oğullarıyla birlikte, Şı´b-ı Ebu Talib´de üç yıl muhasara altında tutulmuştu.[696]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´nin yukarısına gelince, orada konakladı.[697]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye gelirken yukarı tarafından girer, Mekke´den çıkarken de aşağı tarafından çıkardı.[698]
Mekke´nin yukarı tarafı, İbrahim Aleyhisselamın Mekke Hareminde zürriyeti için dua ettiği ve duasının kabul olunduğu, insanları hacca çağırdığı yerdi. Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye gireceği zaman, yukarı tarafından girmeyi severdi.[699]
Peygamberimiz Aleyhisselama, Hacun´da, deriden bir çadır kurulmuştu.[700] Peygamberimiz Aleyhisselam, yanında zevceleri Hz. Ümmü Seleme ve Hz. Meymûne olduğu halde Hacun´a geldi.[701] Çadırına girdi.[702]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Şı´b-ı Ebu Talib´deki[703] evine inmeyecek misin " diye sorulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akîl bize bir ev bark mı bıraktı ki!" buyurmuştu.[704]
Akıl b. Ebu Talib; Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´deki evi ile kendisinin erkek ve kızkardeşlerinin ve Hâşim oğullarından hicret edenlerin hepsinin evlerini, hicret ettikleri zaman satmıştı.[705]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´de iki evi vardı. Birisi, içinde doğduğu Şı´b-ı Benî Ali´de bulunan ve annesi Hz. Âmine´den kalan evdi.
Diğeri de, zevcesi Hz. Hatice´nin Safa ile Merve arasında, Attar çarşısının arkasındaki evi idi.
Akîl b. Ebu Talib, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´ye hicretinden sonra, bu iki eve el koymuştu.[706]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Öyleyse, evinin dışında, Mekke evlerinden birine in!" denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bundan da çekindi ve:
"Ben evlere girmeyeceğim!" buyurdu.[707]
Abdullah b. Hatal´ın Suçu ve Öldürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına bir adam gelip:
"Yâ Rasûlallan! Şu İbn H atal adındaki kişi, Kabe´nin örtüsüne yapışmış, sığınmış!" dedi.[708]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öldürünüz onu![709] Nerede bulursanız bulunuz, öldürünüz!" buyurdu.[710]
İbn Hatal, Kabe´nin örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bile öldürülmeleri emirve kanları heder edilen kişiler arasında idi.[711]
Devlet başkanınca kanı heder edilip öldürülen kimse için, ne kısas, ne de diyet gerekir.[712]
İbn Hatal, Benî Teym b. Edrem b. Galiblerdendi.[713]
Kendisi, Müslüman olmuş,[714] Medine´ye hicret etmişti.[715]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu zekat ve sadaka tahsildarlığı vazifesine tayin etmişti.[716]
İbn Hatal´ın hizmetini gören Müslüman bir kölesi vardı.[717] Huzâalardandı.[718] Peygamberimiz Aleyhisselam, bu köleyi de yanına katarak, İbn Hatal´ı tahsilata göndermişti.[719]
Köle, İbn Hatal´ın hizmetini görüyor, yemeğini yapıyordu.[720]
Bunlar, bir konak yerinde konakladılar.
İbn Hatal; kendisi için erkek bir davar kesip yemek yapmasını köleye emretti.[721]
Öğle vakti,[722] yatıp uyudu.
Uyandığı zaman, kölenin kendisi için yemek yapmadığını gördü.[723] Köle de, uyuyakalmıştı.
İbn Hatal, köleye son derecede kızdı.[724] Üzerine atılıp,[725] onu döve döve[726] öldürdü.[727] Öldürdüğü zaman, kendi kendine:
"Vallahi, Muhammed´in yanına varırsam, bu suçumdan dolayı beni öldürür!" dedi.[728] İrtidad etti. İslâmiyetten, müşrikliğe döndü.[729]
Topladığı zekat ve sadaka mallarını da sürerek Mekke´ye kaçtı.[730]
Mekkeli müşrikler, İbn Hatal´a:
"Seni bizim yanımıza geri çeviren nedir " diye sordukları zaman,[731] İbn Hatal:
"Sizin dininizden daha iyisini bulamadım!" dedi,[732] müşrik olarak kalmakta devam etti.[733]
İbn Hatal tepeden tımağa kadar silahlanmış, uzun kuyruklu bir at üzerinde ve mızrağı elinde olduğu halde Mekke´nin yukarısından çıkıp gelirken, Saîd b. Âs´ın kızları, başörtülerini süvari atlarının yüzlerine sürdüklerini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´ye girdiğini İbn Hatal´a haber verdiler.
İbn Hatal, onlara:
"Fakat, vallahi, göreceksiniz ki, vücutlar kılıç darbelerinden su tutmayan tulumların ağızlarına benzemedikçe, onlar Mekke´ye giremeyeceklerdir!" demiş ve Handeme´ye kadar çıkıp gitmişti.
Orada İslâm süvarilerini ve çarpışmalarını görünce içine korku düşmüş, titremeye başlamış, Kabe´ye kadar gidip atından inerek silahlarını çıkarmış, Kabe´nin örtüleri arasına girmişti.
Benî Ka´blardan birisi, İbn Hatal´ın zırhını, zırh altna giydiği gömleğini, miğferini, tulgasını, kılıcını aldı, atına da binip Hacun´a, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[734]
İbn Hatal´ı, Ebu Berzetü´l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü´l-Mahzûmî´nin elbirliğiyle öldürdüklerinin bildirildiği gibi.[735] yalnız Ebu Berze´nin öldürdüğü de bildirilmiş;[736] Ebu Berzetü´l-Eslemî ise, onu kendisinin öldürdüğünü açıklamış:[737]
"İbn Hatal´ı Kabe´nin örtüsüne asılmış olduğu halde çıkarıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum!" demiştir.[738]
Kanları heder edilip öldürülmeleri emredilenler arasında, İbn Hatal´ın şarkıcı iki kadın kölesi de bulunuyordu.
Bunlardan birinin adı Fertana[739] veya Kureyna, diğerinin adı Kuraybe veya Emebe, Emeb idi.[740]
İbn Hatal içki içer, Peygamberimiz Aleyhisselamı hicv ve tahkir eden şiirler söyler, onları bunlara okutturdu.
Kureyş müşrikleri de, İbn Hatal´ın ve bu şarkıcı kadınların yanlarına gelirler, içki içerler; İbn Hatal´ın söylediği hiciv şiirleri okutulur, dinlenirdi.[741]
Bu şarkıcı kadınların işleri güçleri, Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylenilen hiciv şiirlerini okumaktı.[742]
Fetih günü, bunlardan birisi, yani Emeb yakalanıp öldürüldü.[743]
Diğeri ise kaçtı. Sonradan eman dileyip Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından eman verilinceye kadar görünmedi.[744]
Eman verilince, Fertana, kılık kıyafet değiştirerek gelip Müslüman oldu.[745]
Hâris b. Tulaytıla´nın Öldürülüşü
Benî Huzâalardan Haris b. Tulayüla da, kanı heder edilip öldürülmesi emnolunanlar arasında idi.[746] Peygam berim iz Aleyhisselam Mekke´de İslâmiyeti yayarken, Haris b. Tulaytila, Peygamberimiz Aleyhisselama ezâ, istihza ve tekzipte en ileri giden ve haklarında:
"Şimdi, sen ne ile em rol un uy orsan, kafalarını çatlatırcasına, apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme! Allah´ın yanında başka bir ilah daha tanıyan o alaycılara muhakkak ki Biz yeteriz! Onlar yakında uğrayacakları akıbetleri öğreneceklerdir! (Hicr: 94-96) mealli âyetler inen azılı müşriklerdendi.[747] Kendisi, Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürülmüştür.[748]
Huveyris b. Nukayz´ın Öldürülüşü
Kanı heder edilip öldürülen müşriklerden birisi de, Huveyris b. Nukayz b. Vehb b. Kusayy idi.
Kendisi, Mekke´de Peygamberimiz Aleyhisselama işkence yapan müşriklerdendi.[749]
Huveyris´in sözleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına giderdi.[750]
Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylenmiş olan hiciv şiirlerini okur dururdu.[751]
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın kızları Hz. Fâtıma ile Ümmü Külsûm´u Mekke´den Medine´ye yollarken, Huveyris onları vurup yere düşürmüştü.[752]
Huveyris Mekke´nin fethi gününde evine kapanmış, kapısını kil iti em işti.
Hz. Ali varıp sorduğu zaman:
"O çöldedir!" denildi.
Kendisinin aranmakta olduğu da, haber verildi.
Hz. Ali Huveyris´in kapısından uzaklaşınca[753] Huveyris evinden çıkıp başka bir eve kaçmak isterken, Hz. Ali arkasından yetişti ve onu vurup öldürdü.[754]
Mıkyes b. Subâbe´nin Öldürülüşü
Kanı heder edilip öldürülmesi emrolunan müşriklerden birisi de, Mıkyes b. Subâbe idi.[755] Mıkyes´in kardeşi Hâşim b. Subâbe, Müslüman olup Müreysi1 gazasına katı İm işti.[756]
Amr b. Avf oğullarından Ubâde b. Sâmit´in ailesinden Evs b. Sabit, onu müşrik sanarak yanlışlıkla vurup öldürmüştü.[757]
Mıkyes b. Subâbe, Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman olmuş ve kardeşinin diyetini istemişti.
Diyet kendisine ödendikten sonra, kardeşini yanlışlıkla öldürmüş bulunan Müslümanı öldürerek müşrikliğe dönmüş ve Mekke´ye kaçmıştı.[758]
Müşrikler, ona:
"Sen Muhammed´e tâbi olmuştun. Seni bize geri çeviren nedir " diye sordukları zaman, Mıkyes, iki putun yanına gidip başını kazıtmış ve:
"Ben sizin dininizden daha iyi, daha eski bir din bulamadım!" demiş, sonra da, neler yaptığını, kardeşini yanlışlıkla öldüren Müslümanı nasıl öldürdüğünü Kureyş müşriklerine övünerek haber vermişti.[759]
Fetih günü Mekkeli müşrikler bozguna uğradıkları zaman, Mıkyes b. Subâbe bazı arkadaşlarıyla birlikte bir yerde gizlice oturup içki içmekte idi.[760]
Nümeyle b. Abdullah el-Kinânî onun yerini öğrendi, gidip kendisini dışarı çağırdı. Dışarı çıkınca, kılıçla vurup onu öldürdü.[761]
Nümeyle, Mıkyes b. Subâbe´nin amcasının oğlu idi.[762]
Safvan b. Ümeyye´nin Cidde´ye Kaçışı
Safvan b. Ümeyye; kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerden ve Peygamberimiz Aleyhisselamın azılı düşmanlarındandı.[763]
Hudeybiye muahedesinin hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrlerle birlikte Huzâaları uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[764]
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme´de Halid b. Velid´e karşı koyan üç Kureyşliden biri idi.[765]
Savunma birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[766] Safvan b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamdan korkarak Cidde´ye kaçmıştı.[767] Oradan gemiye binip Yemen´e gidecekti.[768]
İkrime b. Ebu Cehil´in Yemen´e Kaçışı
İkrime b. Ebu Cehil de, kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerdendi.[769]
İkrime ve babası Ebu Cehil, Peygamberimiz Aleyhisselamın en katı ve azılı düşmanı idi.[770]
İkrime, Peygamberimiz Aleyhisselama işkencede, düşmanlıkta ve ona karşı açılan kavgalan malî gücü ile desteklemekte babasına benzerdi.[771]
Kendisi, müşriklerin ünlü süvarilerindendi.[772]
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandırıp Handeme´de Halid b. Velid kuvvetlerine karşı koyan üç Kureyşîden birisiydi.[773]
Hudeybiye muahedesi hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte Huzâaları uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyş müşrikleri arasındaydı.[774]
Müşriklerin savunma birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[775] İkrime b. Ebu Cehil de, öldürüleceğinden korkarak Yem en´e kaçtı.[776]
Hebbar b. Esved´in Kaçıp İzini Kaybedişi
Kanının dökülmesi helâl sayılan müşriklerden Hebbar b. Esved b. Muttalib,[777] Mekke´de Müslümanlara en ağır işkenceleri yapardı.[778]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz. Zeyneb´i Medine´ye hicreti sırasında Zi Tuvâ´da yakalamış, hevdeç içinde mızrakla vurarak devesinden kayanın üzerine düşürmüş, kamındaki çocuğunun düşmesine sebep olmuştu.[779] Hz. Zeyneb hastalanmış, vefatına kadar hastalıktan kurtulamamıştı.[780]
Mekke fethedilince Hebbar kaçmış, ele geçirilememiştir.[781]
Abdullah b. Zibârâ İle Hübeyre b. Ebi Vehb´in Necran´a Kaçmaları
Abdullah b. Zibârâ da öldürülmesi emredilen müşrikler arasında idi[782] ve halkın Peygamberimiz Aleyhisselama ve ashabına dili ile ve eli ile en sert ve katı davrananı idi.[783]
Müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya kışkırtır dururdu.[784]
Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylediği hiciv şiirleri müşriklerce üstün tutulan güçlü bir şairdi.
Fetih günü, Ümmü Hani´nin kocası Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzûmî ile birlikte Necran´a kaçmışlardır.[785]
Abdullah b. Sa´d b. Ebî Serh´in Öldürülmek İçin Aranılışı
Kabe´nin örtüsü altında bile bulunsa öldürülmesi emredilen[786] ve kanının dökülmesi helâl sayılan[787] Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, Müslümandı.[788]
Mekke´nin fethinden önce, Medine´ye hicret etmişti.[789]
Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahiyleri yazanlar arasında idi.[790]
Abdullah b. Sa´d; Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahyi yazdığı sırada:
´El-Kâfirîn´ yerine ´ez-zâlimîn,1 ´Azîzün Hakîmün´ yerine ´Alîmün Hakîmün´ diye yazmış[791] ve:
"Ben de Muhammed´in söylediği gibi söyleyebilirim![792]
Muhammed´e gelen şeyin benzeri bana da geliyor![793]
Muhammed peygamberse ve kendisine vahyolunuyorsa, ben de peygamberim! Bana da vahyolunuyor![794]
Allah ona Kufân indiriyorsa, ben de, Allah´ın indirdiğinin benzerini indirebilirim!
Muhammed ´S em Tan Alîm en´ dedi. Ben de ´Alîmen Hakîmen´ dedim!" demeye başladı.[795]
Yaptığı bu ve benzeri sinsice yaygara ve hainliklerin yayılacağını, Medine´de daha fazla kalamayacağını anlayan Abdullah b. Sa´d,[796] Müslümanlıktan müşrikliğe, küfre dönerek Mekke´ye kaçtı.[797]
Kureyş müşriklerine:
"Kendisi bana Kur´ân´ı yazdırırken ´Azîzün Hakîmün´ derdi. Ben:
´Yoksa ´Alîmün Hakîmün´ mü ´ diye sorardım.
´Evet! Hepsi de doğrudur1 derdi.
Sizin dininiz, onun dininden daha iyidir!" dedi.[798]
Abdullah b. Sa´d, bu iddialarında samimî olsaydı; Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurrâ ashabından Übeyy b. Ka´b´a Kufân-ı Kerîm´in yedi lehçeye kadar okunmasına melek tarafından müsaade edildiğini bildirdikten sonra, "´Gafûren Rahîmen´ desen de olur, ´Semîan Alîmen´ desen de olur!" buyur-duğunu;[799] Kufân-ı Kerîm´in Kendisine bütün kâinatın hamd ettiği yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirildiği gerçeğini; ve ona hiçbir bâtılın, ne önünden, ne ardından yaklaşamayacağı,[800] hatta Peygamberimiz Aleyhisselamın bile ona kendiliğinden birşey karıştı ram ayacağı, böyle birşeye teşebbüs edecek olsa biranda kalb damarının koparılarak helak edileceği hakkındaki ilahîtem-inatı[801] gözönünde tutsaydı, şeytana uyup bu vartaya düşmezdi![802]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid-i Haram´a Gelişi ve Kâbe´yi Tavaf Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, çadırında yıkandıktan ve halk da sükûnet bulup yatıştıktan sonra, devesi Kasvâyı çadırının kapısına getirterek onun üzerine bindi.[803]
Üsâme b. Zeyd´i yine terkisine aldı.[804]
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ yanında bulunuyor ve Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşuyordu.[805]
Muhacirlerle Ensar, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünü, arkasını ve çevresini sarmışlardı.[806] Bu şekilde ilerlemeye başladılar.
Ebtah´ta, Ebu Uhayha´nın evinin hizasında, Ebu Uhayha´nın kızlarına rastladılar. Kızlar, başörtülerini çıkarıp, onlarla süvari atlarının yüzlerindeki tozlan siliyoriardı![807]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları görünce, Hz. Ebu Bekir´e bakıp gülümsedi.[808] Hassan b. Sabit´in Kureyş şairlerinden Ebu Süfyan b. Hâris´e karşı söylediği ve bir gün İslâm süvarilerinin doludizgin Mekke´ye gireceklerini dile getiren şiirindeki;[809] kadınların başlarındaki başörtülerini çıkarıp onlarla atların yüzlerindeki tozları sileceklerini anlatan beytini hatırladı[810] ve Hz. Ebu Bekir´e:
"Hassan b. Sabit nasıl söylemiş, ne demişti " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir de, Peygamberimiz Aleyhisselama o beyti okudu.[811]
Nihayet, Müslümanlarla birlikte Kabe´ye gelip kavuştular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesinin üzerinde, Hacerü´l-Esved rüknüne kadar vardı.
Elinde bulunan ucu eğri değnekle işaret ederek Hacerü´l-Esved´i istilam etti ve tekbir getirdi.
Müslümanlar da, hep birlikte tekbir getirmeye başladılar.
Mekke tekbir sesleriyle sarsıldı!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Susunuz!" diye işaret etti.
O sırada, müşrikler, dağların başlarına çıkmış, bakıyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâ´nın üzerinde bulunduğu ve Muhammed b. Mesleme de Kasvâ´nın yularından tutmuş olduğu halde, Kabe´yi tavafa başladı.[812]
Tavafın yedi devresini yapti.
Her devrede, Hacerü´l-Esved rüknüne geldikçe, elindeki değnekle işaret ederek onu istilam etti.[813]
Tavafın yedinci devresini yapıp tavafı tamamlayınca, Kasvâ´dan indi.
Ma´mer b. Abdullah b. Nadle, gelip Kasvâ´yı dışarı çıkardı.
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, Makam-ı İbrahim´e vardı. Orada iki rekat tavaf namazı kılıp Zemzem kuyusuna geldi[814] ve:
"Eğer bana uyulmayacak ve Abdulmuttalib oğullarının Zemzem suyunu çekme hizmetine üşüşülüp kendileri bu hizmetten alıkonulmuş olmayacak olsaydı, Zemzem kuyusundan bir kova da kendim çekerdim!" buyurdu.[815]
Hz. Abbas, Zemzem kuyusundan bir kova çekti, Peygamberimiz Aleyhisselam ondan içti.
Bunu Ebu Süfyan´ın (b. Haris) çektiği de rivayet edilir.[816]
Peygamberimiz Aleyhisselam, o kovadan, içtiği gibi, abdest de aldı.
Abdest alırken, Müslümanlar üşüşüp dökülen abdest suyunu yüzlerine sürüyorlar, yere bir damla bile düşürmüyorlardı.
Müşrikler, bunu görünce:
"Biz hiçbir zaman böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!" dediler, şaşıp kaldılar.[817]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bundan sonra, Safa tepeceğine gidip Kabe´yi görünceye kadar onun üzerine çıktı. Ellerini kaldırdı. Allah´a hamd ü sena ve istediği dualarla dua etmeye başladı.[818]
Fadâle´nin Kötü Niyetini Değiştiren ve İmanını Berkiştiren Bir Hadise
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe´yi tavaf ederken Fadâle b. Umeyr b. Mülevvah el-Leysî öldürmek maksadıyla Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ona doğru vardı ve:
"Sen Fadâle misin " diye sordu.
Fadâle:
"Evet! Fadâle´yim yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen içinden ne geçiriyordun " diye sordu.
Fadâle:
"Hiçbir şey düşünmüyordum! Allah´ı zikirle meşgul oluyordum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, güldü ve:
"Allah´tan af ve yarlıganmak dile!" buyurdu.
Sonra, elini onun göğsüne koyunca, kalbi yatıştı, imanı berkişti.
Fadâle:
"Vallahi, göğsümden elini kaldırdığı zaman, Allah´ın yarattıklarından, bana ondan daha sevgili olan birşey yoktu!" demiştir.[819]
Ebu Süfyan b. Harb´in İçinden Geçirdiği Bir Kuruntudan Dolayı Uyarılışı
Ebu Süfyan b. Harb Mescid-i Haram´da oturuyorken, Peygamberimiz Aleyhisselamın önde, Müslümanların da arkasından Peygamberimiz Aleyhisselamın izince yürüdüklerini görünce:
"Muhammed için askerler toplasam mı, şu adamla yine çarpışmaya dönsem mi, ne yapsam ki !" diye içinden kurmaya başlamıştı.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam gelip onun başucuna dikildi ve iki küreği arasına eliyle vurarak:
"Allah o zaman da yine seni hor, hakir kılar!" buyurdu.
Ebu Süfyan, başını kaldırıp, başucuna Peygamberimiz Aleyhisselamın dikildiğini görünce:
"Şu ana kadar, senin gerçekten peygamber olduğuna kanaat getirememiştim.
İçimden geçirdiğim kuruntulardan dolayı Allah´a tevbe ediyor, O´ndan yarlıganmak diliyorum!" dedi.[820]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe´nin Anahtarını Getirtmesi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mescid-i Haratn´ın bir köşesinde oturdu. Mücahidler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde oturdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin anahtarını getirmesi için, Bilal-i Habeşî´yi Osman b. Talha´ya gönderdi.
Bilal-i Habeşî, Osman´a gidip:
"Resûlullah Aleyhisselam Kabe´nin anahtarını getirmeni sana emrediyor" dedi.
Osman b. Talha, "Olur!" diyerek, anası Sülâfe binti Sa´d´ın yanına gitti.
Bilal-i Habeşî, dönüp onun "Olur!" dediğini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi ve oradaki mücahidlerin yanına oturdu.
Osman b. Talha, anasına-ki, o zaman anahtar onun yanında bulunuyordu-
"Ey anacığım! Anahtarı bana ver! Resûlullah Aleyhisselam bana adam gönderdi ve onu kendisine getirmemi emretti" dedi.
Sülâfe:
"Kavminin şereflendiği, övündüğü birşeyi götürüp elinle teslim etmenden Allah´a sığınırım![821] O, bu anahtan, sizden alınca, hiçbir zaman size vermeyecektir!" dedi.[822]
Osman b. Talha:
"Vallahi, ya onu bana verirsin, ya da başka biri gelip onu senden zorla alır!" dedi.
Bunun üzerine Sülâfe, anahtarı belindeki uçkurunun içine sokup:
"Hangi adam buraya elini sokacak, onu alabilecek ![823]
Hayır! Lâtve Uzzâya andolsun ki; anahtan ona hiçbir zaman vermeyeceğim!" dedi.
Osman b. Talha:
"Eğer sen bana emrolunan şeyi yapmaz, anahtan vermezsen, ben de, kardeşim de öldürülürüm!" dedi.[824]
Onların böylece konuştukları sırada, dışarıdan Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer´in sesi duyuldu.
Osman b. Talha´nın geciktiğini görünce, Hz. Ömer
"Ey Osman! Yanıma çık!" diyerek seslendi.
Bunun üzerine, Osman´ın anası:
"Ey oğulcuğum! Al anahtarı! Çünkü, onu benden senin alman, Teym oğullarından Ebu Bekir´in ve Adiyy oğullarından Ömer´in almasından daha iyi gelir!" dedi.[825]
Osman b. Talha´nın gelmesi gecikince, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp beklemeye ve sıkıntısından terlemeye başladı ve: "Osman´ın anasının, ´O sizden bu anahtan alınca, artık hiçbir zaman onu size vermeyecektir!´ dediğini sanıyorum" buyurdu.[826]
Osman b. Talha anahtarı anasından alıp Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.[827]
Onu uzatırken, Hz. Abbas ayağa kalktı ve:
"Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Bunu, benim üzerimde, sikâye hizmetiyle birleştir!" deyince, Osman b. Talha elini geri çekti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Osman! Anahtan bana getir, ver!" buyurdu.
Osman b. Talha:
"Bunu sana Allah emaneti olarak veriyorum!" dedi.[828]
Kâbe Çevresindeki Putların Yıktırılışı
Kabe´nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla berkitilmiş[829] 360 put bulunuyordu.[830]
Bunlar, Arap kabilelerine ait olup, zaman zaman gelinir, ziyaret edilir, kendileri için kurbanlar kesilirdi.[831]
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Asanı eline alıp dokun onlara!" dedi.[832]
Peygamberimiz Aleyhisselam, elindeki asa ile putlara birer birer dokunuyor ve:
"Hak geldi, bâtıl yok olup gitti![833]
Hak geldi. Yok olan bâtıl, ne yoktan birşeyvar edebilir, ne de yok olanı diriltebilir!" buyuruyordu.[834]
Peygamberimiz Aleyhisselam asâ ile dokundukça, putlar yüzlerinin ve arkalarının üzerlerine düşüyorlardı![835]
Onlardan; Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne işaret ettiği put kafasının üzerine, kafasına dokunduğu da yüzünün üzerine yıkılıyordu!
Dokunulup da yere yıkılmadık put kalmadı.[836]
Bilal-i Habeşî´nin Kâbe Üzerinde Ezan Okumasından Müşriklerin Tedirgin Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselam; öğle vakti girince, Kabe´nin üzerine çıkıp ezan okumasını, Bilal-i Habeşî´ye emretti.
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden birçokları, öldürülmelerinden korkarak dağların başlarına kaçmışlar ve gizlenmişlerdi.
Onlardan, eman dileyen bazılarına da eman verilmiş bulunuyordu.[837]
Ezan okunduğu sırada, Ebu Süfyan b. Harb, Attâb b. Esîd, Haris b. Hişam ve daha başkaları, Kabe´nin yanında oturuyorlardı.[838]
Bilal-i Habeşî sesini olanca gücüyle yükselterek ezan okumaya başladı.[839]
Kureyşlilerden bazıları:
"Ey Allah´ın kulları! Kabe´nin üzerinde ezan okumak, bu kara köleye mi düştü !" dediler.
Bazısı da, Allah´ın ona gazab edeceğini ve bu işi değiştireceğini söylediler.[840]
"Eşhedü enne Muhammederresûlullah=Şehâdet ederim ki, Muhammed Allah´ın resûlüdür!" şehadeti üzerine, Ebu Cehil´in kızı Cüveyriyye:
"Hayatıma yemin ederim ki; senin adın, sanın yükseldi!
Namazı kılarız, amma, vallahi, sevdiklerimizi öldürenleri hiçbir zaman sevmeyeceğiz![841] Muhammed´e gelen peygamberlik, babama da gelmişti!
Fakat, o bunu reddetmiş, kavmine aykırı davranmak istememişti!" dedi.[842]
Halid b. Esîd:
"Kim bu seslenen " diye sordu.
"Bilal b.Rebah!" dediler.
Halid b. Esîd:
"Ebu Bekir´in Habeşli kölesi mi " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Halid b. Esîd:
"Nerede sesleniyor " diye sordu.
"Kabe´nin üzerinde!" dediler.
Halid b. Esîd:
"Onu Kabe´nin üzerine Ebu Talha oğulları mı çıkardı " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Halid b. Esîd:
"O neler söylüyor " diye sordu.
"´Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah=Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür!´ diyor" dediler.[843]
Halid b. Esîd:
"Allah´a şükürler olsun ki; babam Üseyd´i [Esîd´i] öldürdü de, ona bu günü göstermemek, şu hoşlanmayacağı sesi iş ittirmem ek lutfunda bulundu!" dedi.[844]
Esîd, Mekke´nin fethinden bir gün önce ölmüştü.[845]
Haris b. Hişam:
"Vallahi, onun gerçekten peygamber olduğunu bilseydim, muhakkak, kendisine tâbi olurdum!" dedi.[846]
Haris b. Hişam´a:
"Muhammed´in putlan adamlara nasıl kırdırdığını ve şu kara köleyi Kabe´nin üzerinde nasıl bağırttığını görmüyor musun " denildiği zaman da:
"Eğer Allah böyle olmasını istemeseydi, elbette onu değiştirirdi!" dedi.[847]
Hakem b. Ebi´l-Âs:
"Vallahi, bu, büyük bir hadisedir: Benî Cumahların kölesi çıksın da, Ebu Talhalara ait Beytullah üzerinde anırsın! Olur şey değil!" dedi.
Süheyl b. Amr:
"Eğer Allah buna gazaplanırsa, muhakkak, onu değiştirir![848]
Eğer buna razı olursa, onu yerleştirir!" dedi.[849]
Ebu Süfyan b. Harb ise:
"Ben birşey söylemeyeceğim! Eğer birşey söyleyecek olursam, şu kumlar, söylediğimi Muhammed´e haber verirler!" dedi.[850]
Cebrail Aleyhisselam, gelip, bunların söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[851]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların yanına varıp üzerlerine dikildi[852] ve:
"Ben sizin söylediklerinizi biliyorum.[853]
Ey filan! Sen şöyle söyledin!
Ey filan! Sen şöyle söyledin!
Ey filan! Sen de şöyle söyledin!"[854] buyurarak, onların söylediklerini kendilerine birer birer haber verdi.[855]
Ebu Süfyan:
"Yâ Rasûlallah! İyi ki, ben birşey söylemedim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi.[856]
Haris b. Hişam ile Attâb b. Esîd:
"Biz şehadet ederiz ki; sen Allah´ın Resûlüsün!
Çünkü, vallahi, bu söylediklerimize, yanımızdakilerden başka hiç kimse vâkıf değildi!
Söylediklerimiz, sana herhalde Allah tarafından haber verilmiştir!" dediler.[857]
Yıkılan Putların Kırılacaklarının Kırılışı ve Yakılacaklarının Yakılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; öğle namazını kıldıktan sonra, Kabe çevresindeki bütün putların biraraya toplanarak yakılacak olanlarının yakılmasını, kırılacak olanların kırılmasını emretti, emri yerine getirildi.
Bu hususta söylenen bir şiirde:
"Sen Mekke´nin fethinde putlan kırdıkları gün, Muhammed (Aleyhisselam)ı ve ordusunu bir görseydin, Allah´ın nurunun nasıl parıldadığını, şirkin, küfrün yüzünü karanlıkların nasıl bürüdüğünü görürdün!" denilmiştir.[858]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmü Hani´nin Evinde Fetih Namazı Kılışı
Putların yıkılışı, kınlısı sırasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın saçı, sakalı çok tuzlanmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcası Ebu Talib´in kızı Ümmü Hani´nin evine gitti. Orada, Hz. Fâtıma´nın getirdiği örtü ile siperlenerek yıkandı.[859]
Ümmü Hani de; Peygamberimiz Aleyhisselamın, Fetih günü olan Cuma günü evine gelip guslettikten sonra sekiz rekat namaz kıldığını bildirmiştir.[860]
Bu namaz, fetih namazı idi.
Kumandanlar bir memleketi, bir kaleyi fethettikleri zaman, bu namazı kılarlardı.[861]
Sa´d b. Ebi Vakkas da, Medâin´i fethettiği ve Kisrâ´nın eyvanına girdiği zaman, orada bu namazı kılmıştı.[862]
Fetih namazı sekiz rekat olup, bunda ne selamla aralarını ayırma, ne imamla birlikte (cemaatla) kılma, ne de açıktan kıraat vardır.
Taberî´ye göre, bu namaz sünnettir.[863]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kıldığı sekiz rekattan ikisi, Mekke´nin fethine şükür içindi.
İkisi, kuşluk namazına başlangıçtı.
Dördü de, öteden beri kılageldiği kuşluk namazı idi.[864]
Peygamberimiz Aleyhisselam Ümmü Hani´nin evine vardığı zaman, Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Kocamdan, akrabam olan bazı kimseler, bana sığınmış bulunuyorlar.
Ali b. Ebu Talib ise, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına kulak asmayacağını söylemiştir.
Ali´nin bunların yerini öğrenip kendilerini öldüreceğinden korkuyorum.
Ümmü Hani´nin evine girenlere, sığınanlara, Allah´ın Kelamını dinleyip Resûlüne iman edinceye kadar eman verildiğini açıklasan " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ümmü Hani´nin eman verdiğine, biz de eman verdik!" buyurdu.
Sonra da, Ümmü Hani´ye:
"Senin yanında, yiyebileceğimiz birşey var mı " diye sordu.
Ümmü Hani:
"Yanımda kuru ekmek kırıntılarından başka birşey yok! Onu da sana sunmaya utanırım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu getir, suyun içine ufala! Tuz da getir!" buyurdu ve:
"Biraz da katık var mı " diye sordu.
Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Yanımda sirkeden başka birşey yok!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Getir onu!" buyurdu, yemeğinin üzerine döküp yedikten sonra, Yüce Allah´a şükretti.
Ümmü Haniye de:
"Ne güzel katıktır sirke!
Ey Ümmü H ani! Sirke bulunan ev yoksul olmaz!" buyurdu.[865]
Mücahidlerin Fetih Gecesini Zikir ve İbadetle Geçirmeleri
Mücahidler, Mekke´yi fethettikleri günün gecesinde, sabaha kadar tekbir, tehlil getirmekten, Kabe´yi tavaftan geri durmadılar.
Bunu gören Ebu Süfyan, karısı Hind´e:
"Sen bunun Allah´tan olduğu kanaatinde misin " diye sordu.
Hind:
"Evet! Bu, Allah tarafından olan bir iştir!" dedi.
Ertesi günü, sabaha çıkınca, Ebu Süfyan erkenden Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen Hind´e, ´Bunun Allah´tan olduğu kanaatinde misin ´diye sordun. O da, ´Evet! Bu, Allah tarafından olan bir iştir!´ dedi" buyurdu.
Ebu Süfyan:
"Şehadet ederim ki; Sen Allah´ın Resûlüsün!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a andolsun ki; bu sözümü Allah ile, Hind´den başka, insanlardan hiçbir kimse işitmemiştir!" dedi.[866]
Kâbe´nin İçindekiler ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe´ye Girişi
Müşriklerin nazarında, putların en büyüğü olan Hübel putu,[867] Kabe´ye hediye edilen şeylerin konulduğu kuyunun başında dikili bulunuyordu.[868]
Bu put, kırmızı akikten yapılmıştı ve insan şeklinde idi.
Sağ eli kırılmış olarak elde edilmiş olup, Kureyşîler ona altından bir el yaptırmış!ardı.[869]
Hübel; Benî Bekrlerin, Maliklerin, Milkânların, Kinanelerle Kureyşîlerin putu idi.[870]
Seferden dönen bir kimse, Kabe´yi tavaf edip Hübel´in yanında tıraş olduktan sonra ev halkının yanına varırdı.[871]
Rivayete göre; Amr b. Luhayy, bazı işleri için Mekke´den çıkıp Şam´a gitmişti.
O zaman, Amalikaların oturduğu Belka´ ülkesindeki Meâb´a uğradı. Amalikaların putlara taptıklarını görünce:
"Sizin taptığınızı gördüğüm bu putlara ne için tapıyorsunuz " diye sordu.
Onlar da:
"Bu taptığımız putlardan yağmur dileriz, yağmura kavuşuruz.
Yardım dileriz, yardım olunuruz!" dediler.
Amr b. Luhayy:
"Arap ülkesine götürmek ve Arapları taptırmak için bu putlardan birini bana verir misiniz " dedi.
Onlar da, ona Hübel putunu verdiler.
Amr b. Luhayy, Hübel´i Mekke´ye getirip dikti ve ona tapmalarını, tazimde bulunmalarını halka emretti.
Kader ve nasip oklarının çekim işi de, Hübel´in yanında, görevlisi tarafından yapılırdı.[872]
Kureyş eşrafından Safvan b. Ümeyye, bu işe bakardı.[873]
Kabe´nin içinde, Hübel putundan başka, hurma ağacından yapılmış iki güvercin heykeli ile,[874] İbrahim Aleyhisselamın kestiği koçun iki boynuzu da bulunuyordu.[875]
O zaman, Kabe´nin altı direği vardı.[876] Bunlar iki sıra halinde idi.[877] Direkler yaldızla süslenmişti.
Kapıya doğru olan direkte Hz. Meryem´le kucağında İsa Aleyhisselamın sureti;
Öteki direklerde de, peygamberlerin, meleklerin ve oklarla fal çeken ihtiyar bir adam şeklinde İbrahim Aleyhisselamın sureti, bir koç veya bir koç başı ile ağaçlar çizilmiş bulunuyordu.[878]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe anahtarcısı Osman b. Talha´dan anahtarı eline alıp Kabe´yi açtı.[879]
Kabe´nin içinde putları;[880] meleklerin ve meleklerden başkalarının.[881] İbrahim Aleyhisselamın,[882] İsmail Aleyhisselamın[883] eliyle fal çeker bir şekilde tasvir edilmiş olduğunu görünce:[884]
"Allah bunları yapanları kahretsin![885]
Büyüğümüzü fal oku çeker bir halde tasvir etmişler!
İbrahim´in hal ve şanında fal oklan çekmek yoktur![886]
Vallahi, o puta tapanlar da bilirlerdi ki, bu iki peygamber hiçbir zaman fal oklan çekmemişlerdir!" buyurdu ve:
"İbrahim, ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat, o, Allah´ı bir tanıyan, dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden değildi o!" (Âl-i İmran: 67) mealli âyeti okudu.[887]
Kabe´nin içindeki putları çıkarmasını[888] ve suretleri gidermesini Hz. Ömer´e emretti.[889]
Hz. Ömer, Kabe´ye girip, silmedik suret, kırmadık heykel bırakmadı.
Ancak, İbrahim Aleyhisselamın suretine dokunmadı.
İbrahim Aleyhisselam, çok yaşlı ve fal oku çeker bir biçimde çizilmişti.[890]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin içine girip İbrahim Aleyhisselamın çizilmiş resminin çizilmediğini görünce:
"Ey Ömer! Ben sana, ´Hiçbir suret bırakmayacaksın! Hepsini silip yok edeceksin!´ diye emir vermedim mi !" buyurdu.[891]
Hz. Ömer:
"O, İbrahim´in sureti idi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sil onu da!" buyurdu.[892]
Hz. Ömer, Kabe´de, bezle silip yok etmedik suret bırakmadı.[893]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin kapısının üzerlerine kapatılmasını emretti; kapatıldı.
Kabe´nin içinde, uzunca bir müddet kaldılar.[894]
Kabe´nin, Abdullah b. Zübeyr zamanında yıkılıp yaptırılmasından önceki durumuna göre;[895] Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe´nin altı direğinden ikisi sağında, biri solunda, üçü de arkasında kalacak[896] ve Kabe´nin kapısı arkasına gelecek şekilde, ön sıradaki iki direk arasında, yeşil mermerin bulunduğu[897] yamacındaki duvarla aralarında üç zira kadar aralık kalan yerde durup[898] iki rekat namaz kıldı.[899]
Abdullah b. Ömer de, Kabe´ye girince, Kabe´nin kapısı arkasına gelmek üzere, yamacındaki duvara üç zira kalıncaya kadar ilerleyip, Bilal-i Habeşî´nin:
"Resûlullah Aleyhisselam burada kıldı" diye gösterdiği yerde kılardı.[900]
Kabe´nin içine gimnek ve iki rekat namaz kılmak, müstehabdır.[901]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´nin içinde namaz kıldıktan,[902] Kabe´nin her köşesini dolaşarak tekbir getirdikten,[903] teşbih ve dua ettikten,[904] içeride uzunca bir müddet kaldıktan sonra, kapı açıldı.
Bilal-i Habeşî, kapının arkasında, ayakta durmakta idi.[905]
İçeriye ilk dalan, Abdullah b. Ömer oldu. Bilal-i Habeşî´yi kapının arkasında bulup, ona Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede namaz kıldığını sordu, fakat kaç rekat kıldığını sormayı unuttu.
Bilal-i Habeşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yeri ona haber verdi.[906]
O sırada, Kureyşîler Mescid-i Haram´a dolmuşlar,[907] Kabe´nin çevresinde oturmuşlardı.[908]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ne yapacağını merakla bekliyor!ardı.[909]
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe´nin kapısının eşiğinde ayakta duruyor.[910] kapının sövelerine iki eliyle tutunuyordu.[911]
Gün, fethin ikinci günü idi.[912]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, üç kere tekbir getirdikten sonra:[913]
"Hamd, Allah´a mahsustur.[914] Allah´tan başka ilah yoktur. Yalnız O vardır. O´nun hiçbir eşi, ortağı yoktur![915]
O, va´dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Toplanan düşmanları, tek başına, bozguna uğrattı!
İyi biliniz ki;[916] Cahiliye çağına ait olup,[917] övünme vesilesi edinilegelen herşey, kan, mal dâvaları... bunların hepsi, şu ayaklarımın altında kalmış, kaldırılmıştır!
Ancak, Beytullah perdedariığı (hicâbe) hizmeti ile hacılara su dağıtma (sikâye) hizmeti, bunun dışındadır.[918]
Eski kan dâvaları kaldırılmış olmakla birlikte, bundan sonra bir cinayet vuku bulacak olursa, bilesiniz ki:
Kamçı ve sopa ile yapılan ve yarı kasıtlı sayılan hata cinayetine ağır diyet ödenmesi gerekir ki, bu da, içlerinden kırkının karınlarında yavruları bulunmak şartıyla, yüz devedir.[919]
Ey Kureyş cemaati![920] Muhakkak ki, Allah, Cahiliye gururunu, Cahiliye atalarıyla (soy soplanyla) övünüp büyüklenmeyi sizden kaldırmıştır!
Bütün insanlar[921] Âdem´den,[922] Âdem de topraktan yaratı İm ışür.[923]
İnsanlar iki kısım, iki sınıftır.
Bir kısmı mü´min ve müttakîdir; Allah katında değerli ve şereflidir.
Diğer kısmı ise azgındır, yaramazdır. Bunlar, Allah katında da değersiz ve şerefsizdir![924]
Nitekim, Yüce Allah:[925]
´Ey insanlar! Gerçekten, Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık.
Birbirinizle tanışasınız diye, sizi büyük büyük topluluklara, küçük küçük kabilelere ayırdık.
Şüphe yok ki, sizin Allah katında en değerliniz, en şerefliniz, Allahtan en çok sakınanınızdır.
Allah herşeyi hakkıyla Bilen, herşeyden haberdar olandır!´[926] buyuruyor.
Ey Kureyş cemaati![927] Ey Mekkeliler![928] Ne dersiniz [929]
Şimdi, hakkınızda benim ne yapacağımı sanırsınız " diye sordu.
Kureyşîler
"Biz, senin hayır ve iyilik yapacağını sanır ve ´Sen hayır yapacaksın!´ deriz.
Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş; kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun![930]
Gücün yetti, iyi davran!" dediler.[931]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim halimle sizin haliniz, Yusuf (Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi olacaktır.[932]
Yusuf (Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi, ben de:
´Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O, Esirgeyicilerin En Esirgeyicisidir!´ [Yusuf: 92] diyorum.[933] Gidiniz! Sizler, azad ve serbestsiniz!" buyurdu.[934]
Yüce Allah o Kureyş müşriklerini eline düşürmüş, kendisine boyun eğdirmiş iken Peygamberimiz Aleyhisselam böylece onları bağışlamış, azadlamış, serbest bırakmıştır.
Bunun içindir ki, Mekkelilere "Tulekâ=Azadlanmışlar" adı vehimiştir.[935]
Mekke fethedilip Peygamberimiz Aleyhisselam Kureyşîlerden Safvan b. Ümeyye´ye, Ebu Sütyan b. Harb´e, Haris b. Hişam´a haber saldığı gün, Hz. Ömer, kendi kendine:
"Allah onlara hakim olma fırsatını bize vermiş bulunuyor. Onların yapmış oldukları kötülükleri anlatayım, başlarına kakayım!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara söylediklerini söyleyince, Hz. Ömer
"Benden istemeyerek sâdır olan sözden pişmanlık duydum ve Resûlullah Aleyhisselamdan utandım!" demiştir.[936]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine Fethin ikinci günü,[937] öğle namazından sonra,[938] Kabe´nin merdiveninde,[939] arkası Kabe´ye dayalı olarak[940] Allah´a hamd ü senada bulunduktan sonra,[941] halka şöyle hitab etti:
"Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah, göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün, Mekke´yi de haram ve dokunulmaz kılınıştır![942]
Burası, Allah´ın haram ve dokunulmaz kıldığı bir bölgedir.[943]
Kıyamet gününe kadar da, haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır![944]
Mekke´yi haram ve dokunulmaz kılan, Allah´tır.
Onu insanlar Harem ki İmamı şiardır.[945]
Mekke´nin ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl olmamıştır.[946]
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir kimse için, Mekke Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz![947]
Mekke´de kan dökmek benden önce hiçbir kimse için helâl olmadığı gibi, benden sonra da, hiçbir kimse için helâl olmayacaktır.
Bana da, ancak, gündüzün belli bir saatinde helâl kılınmıştır.[948] Ki, bu da, Mekkelilerin ilahî gazabı haketmiş olmalarından ileri gelmiştir.[949]
Şüphe yok ki, Fil´i Mekke´ye girmekten alıkoyan, tutan, Allahtır.
Mekkeliler üzerine, Resûlullah ile mü´minler de, ancak bir kez salınmışlardır. İyi bilin ki; şu saatte Mekke benim için bile haramdır![950]
Mekke´nin bugünkü haramlığı, dünkü haramlığı haline dönmüştür![951]
Bu söylediklerimi, burada bulunanlar, burada bulunmayanlara ulaştırsın!
Şayet size biri çıkıp:
´Resûlullah burada çarpışma yapmıştı!´ diyerek ruhsat yoluna kaçacak olursa, ona:
´Yüce Allah yalnız Resûlüne helâl kılmış, izin vermişti. Size helâl kılmamış, izin vermemiştir!´ deyiniz![952]
Mekke´nin av hayvanları ürkütülmez, kaçın İm az!
Mekke´nin dikeni bile kesilmez!
Mekke´nin ağacına balta vurulmaz!
Yerdeki yitiği, uzanılıp alınmaz! Meğerki, sahibini aramak için ola.
Mekke´nin yeşil otları biçilmez!"[953] buyurdu.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! İzhırdan başka!´ buyur! Onu yasak dışında tut! Çünkü, o, evlerimiz ve kabirlerimiz için gereklidir" dedi.[954]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kısa bir müddet sustuktan sonra:[955]
"İzhırdan başka![956] Çünkü, onu biçmek helâldir.[957]
Ey Huzâa cemaati! Siz de artık adam öldürmekten ellerinizi çekiniz! Ne yararı varsa, pek çok adam öldürülmüştür!
Üstelik, Hüzeyllerin adamını da siz öldürdünüz!
Vallahi, onun diyetini (siz ödemezseniz), ben ödeyeceğim![958]
Şu bulunduğum yerdeki andan sonra, kim öldürülürse, öldürülenin ailesi için, iki şeyden birini seçmek vardır
Ya öldürenin kısas olarak öldürülmesini,
Ya da öldürülenin diyetini (kan bedelini) ister![959]
Hiç şüphesiz, insanların Allah´a karşı en saygısızı, en taşkını, Allah´ın Hareminde adam öldüren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren, ya da Cahiliye çağındaki öcünü almak için adam öldürendir!" buyurdu.
O sırada, adamın birisi ayağa kalktı ve:
"Filan, benim oğlumdur. Onun anası ile yatıp kalkmıştım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hitabesine şöyle devam etti:
"İslâmiyette insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisap etmesi diye birşey yoktur!
Cahiliye çağının kötü işleri silinip gitmiştir![960]
Doğan çocuk, döşeğin sahibine aittir!
Zânîye, esleb vardır!" buyurdu.[961]
"Esleb nedir " diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mahrumluk demektir" buyurdu[962] ve hitabesine şöyle devam etti:
"İddiasını isbatlamak için delil getirmek davacıya, yemin de inkâr edene düşer.[963]
Ey insanlar! Cahiliye çağında birtakım antlaşmalar yapılırdı. Cahiliye çağında yapılmış olan antlaşmalara riayet ediniz![964]
İslâmiyet ona kuvvetten başka birşey eklemez.[965]
İslâmiyette ne Cahiliye antlaşması vardır, ne de fetihten sonra hicret![966]
Fakat, cihad ve cihada niyet vardır.
Seferber edilmek istendiğiniz vakit, hemen seferber olunuz![967]
İslâmiyette Cahiliye çağı antlaşması ihdas etmeyiniz![968]
Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bütün Müslümanlar kardeştirler.[969]
Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir eldirler; elbirliğiyle, topluca hareket ederler.
Müslümanların kanları birbirine eşittir.
Zimmetlerini, onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine getirmeye gayret ederler.[970]
İyi biliniz ki; ne bir kâfir için bir mü´min ve Müslüman öldürülür, ne de onlardan taahhüt sahibi olanların taahhütlerinden dolayı, harbî olan kâfirler için öldürülürler.[971]
Kâfirin diyeti, Müslüman diyetinin yarısıdır.
İyi biliniz ki; İslâmiyette değiş-tokuş yolu ile evlenme yoktur![972]
Kadın ne halasının, ne de teyzesinin üzerine nikahlanıp biraraya getirilebilir.[973]
Kocasının izni olmadıkça onun malından birşey vermesi, kadın için helâl, caiz değildir.[974]
Kadın, yanında bir mahremi bulunmadıkça, üç günlük yola gidemez.[975]
İyi bilesiniz ki; vâris için, vasiyyete gerek yoktur![976]
Ayrı din sahipleri, birbirlerine vâris olamazlar.[977]
Parmakların her birisinde diyet, onar onar devedir.
Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet, beşer beşer devedir.
Sabah namazından sonra, güneş doğuncaya kadar, namaz yoktur.[978]
Zekat ve sadakaları teslim almak için, hayvanları bir yerden başka bir yere sürdürüp götürtm ek yoktur.
Zekat ve sadakalar, ancak, mal sahiplerinin yurtlarında teslim alınacaktır.[979]
Sizi iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur.
Sizi iki biçim giyimden de men ederim: Hiçbiriniz, ne ud, edeb yerleri açıkta kalacak biçimde sırt ve baldırlarını sarık ve benzeri bir bez parçasıyla sarsın, sarınsın! Ne de, iki yanı kaldırılıp omuzlara atılınca ud, edeb yerleri açılacak biçimde bir atkıya hürünsün!
Ben size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim!" buyurdu.[980]
Yemen halkından Ebu Şah adında bir zât kalkıp:
"Yâ Rasûlallah! Bunları, benim için, yazınız!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Onun için, yazınız!" buyurdu.[981]
"Ebu Şah için yazdıkları nelerdi " diye sorulunca, Evzâî:
"Onun için, dinlemiş olduğu hutbe yazıldı" demiştir.[982]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hicâbe ve Sikâye Hızmetlerini Eski Görevlilerine Vermesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, hutbesini bitirdikten sonra, Mescici-i Haram´ın bir köşesine varıp oturdu. Kabe´nin anahtarını elinde tutuyordu.[983]
Hicâbe (Kabe´nin kayyımlığı) hizmetini Osman b. Talha´dan, sikâye (hacılara su dağıtıcılığı) hizmetini de Hz. Abbas´tan geri almış bulunuyordu.[984]
Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama elini uzatarak:
"Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun!
Hicâbe ile sikâye vazifelerini bizim üzerimizde birleştir!" dedi.[985]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben size halkın Beytullah´a göndereceği örtü gibi şeylerden geçiminizi sağlayacağınız şeyi değil, hacıların su ihtiyaçlarını karşılamak üzere servetinizden harcayarak bu yüzden hayra ereceğiniz zahmetli şeyi veriyorum!" buyurdu[986] ve sikâye vazifesini Hz. Abbas´a yeniden verdi.
Hz. Abbas´ın Taifte üzüm bağı vardı.
Gerek İslâmiyetten önce, gerek sonra, oradan kuru üzüm taşır, sunulacak Zemzemlerin içine ondan atılarak, hacılara ikram edilirdi.
Hz. Abbas´tan sonra, İbn Abbas da, onun oğlu da, ondan sonrakilerde, hep böyle yaparlardı.[987]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Osman nerede " diye sordu.[988] "Bana Osman´ı çağırınız!" buyurdu.[989]
Hz. Osman (b. Affan), ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bana Osman´ı çağırınız!" buyurarak emrini tekrarladı.
Bunun üzerine, Osman b. Talha ayağa kalktı.[990]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şüphe yok ki, Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa: 58) mealli âyeti okuyarak:[991]
"Ey Ebu Talha oğulları! Yüce Allah´ın emanetini, sizde temelli kalmak ve dürüst hareket etmek üzere alınız!
Onu, zalim olmadıkça, hiç kimse elinizden alamaz![992]
Ey Osman! Yüce Allah size Beytini (Kabe´sini) emanet ediyor!
Yüce Allah´ın emânetini alınız![993] Ey Osman! İşte, anahtarını al!
Bu gün, iyilik ve ahde vefa günüdür!" buyurdu.[994]
Osman b. Talha anahtarı alıp gittiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam arkasından ona seslendi.
Osman b. Talha dönüp gelince:
"Sana vaktiyle söylemiş olduğum şey vuku bulmadı mı " diye sordu.[995]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretten önce, Mekke´de bulunduğu sırada Osman b. Talha´yı İslâmiyete davet etmişti.
O zaman, Osman b. Talha:
"Yâ Muhammedi Sen kavminin dinine aykırı davranmış ve ortaya yeni bir din çıkarmış bulunuyorsun! Doğrusu, benim sana tâbi olacağımı umman, şaşılacak şeydir!" demiş; Peygamberimiz Aleyhisselam bir gün de halk ile birlikte Kabe´nin içine girmek isteyince, Kabe´nin kayyımı olan Osman b. Talha Peygamberimiz Aleyhisselama karşı çok kaba ve katı davranmış, Kabe´ye girmesine engel olmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun bu uygunsuz davranışını sükûnetle karşılamış ve:
"Ey Osman![996] Umarım ki; bir gün sen beni bu anahtarı nereye istersem koyacağım, kime istersem vereceğim bir mevkide de göreceksin!" buyurmuştu.
Osman b. Talha:
"O zaman Kureyş mahvolmuş, kıymetten düşmüş olur!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bilakis, asıl o zaman Kureyş yaşayacak ve kıymetlenecektir!" buyurmuştu.[997]
Osman b. Talha, vaktiyle kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselama söylemiş olduğu sözünü ve Peygamberimiz Aleyhisselamın da kendisine söylemiş olduğu sözü hatırladı ve:
"Şehadet ederim ki; sen, hiç şüphesiz, Allah´ın Resûlüsün!" dedi.[998]
Ebu Ahmed´in Müşrikler Tarafından Gaspedilen Evleri Karşılığında Cennette Verilecek Köşke Razı Oluşu
Ebu Ahmed b. Cahş, Ebu Süfyan b. Harb´in damadı idi.[999]
Kadın erkek bütün Cahş ailesi Mekke´deki evlerini barklarını bırakıp Medine´ye hicret ettikleri zaman, Ebu Süfyan-onların antlaşmalıları olmasına rağmen-evlerine elkoymustu.[1000]
Ebu Süfyan, damadı Ebu Ahmed´in evini Amrb. Alkame´ye dört yüz dinara satmıştı.[1001]
Ebu Ahmed, bunu haber alınca, söylediği bir şiirle Ebu Süfyan´ı kınamıştı.[1002]
Peygamberimiz Aleyhisselam Fetih hutbesini irad edip bitirdiği zaman, Ebu Ahmed, Mescid-i Haram´ın kapısında, devesinin üzerinde:
"Allah aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Sizinle olan andımıza riayet ediniz.
Allah aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Evimi bana geri veriniz!" diyerek bağırmaya başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hemen, Hz. Osman´ı yanına çağırdı. Birşey söyleyip onu sevindirdi.
Hz. Osman da Ebu Ahmed´in yanına vardı, onu sevindirdi.
Ebu Ahmed devesinden indi, halk ile oturdu.
Kendisinin, Allah´a kavuşuncaya kadar, bu evden bahsettiği duyulmadı.[1003]
Ebu Ahmed´e:
"Sana Resûlullah Aleyhisselam ne söyledi " diye sorduklarında:
´Sabredersen, senin için hayırlı olur: Bu evine karşılık, sana Cennette bir köşk var!´ buyurdu.
Ben de:
´Sabrederim!´ dedim" demiştir.[1004]
Ebu Ahmed´in ev halkı da:
"Resûlullah Aleyhisselam, Ebu Ahmed´e:
´Evine karşılık, sana Cennette bir köşk var!´ buyurdu" demişlerdir.[1005]
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Osman´a da:
"Fetih günü, Ebu Ahmed´in sözü üzerine Resûlullah Aleyhisselam sana ne söylemişti " diye sorulmuştu.
Hz. Osman:
"Resûlullah Aleyhisselamın sağlığında ondan söz etmedim. Vefatından sonra söz eder miyim hiç " demiştir.[1006]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Karşısında Titremeye Başlayan Adamı Teskin Edişi
Fetih günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına bir adam gelip konuşurken, kendisini birden bir titreme tutmuş, titremeye başlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sakin ve ebsem ol![1007]
Ben bir hükümdar, bir kral değilim![1008]
Ben, ancak, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşîlerden bir kadının oğluyumdur" buyurdu.[1009]
Mekkelilerin Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet Üzerine Bey´atları
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekkelileri İslâmiyet üzerine bey´at yapmaya davet etti.[1010]
Mekkeliler Peygamberimiz Aleyhisselama bey´at için toplanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam Safa tepeciğinin üzerinde oturdu.
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın berisinde durdu ve halkın ellerini tutup, güçleri yettiği kadar Allah´ın ve Allah´ın Resûlünün buyruklarını dinleyecekleri ve itaat edecekleri hakkında, Peygamberimiz Aleyhisselama birer birer bey´atlarını aldı.[1011]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bey´at almak üzere Mekke´nin yukarısındaki Sûku´l-Ganm´de,[1012] Kam-ı Müskala yanında oturduğu da rivayet edilir.[1013] Erkek kadın, büyük küçük bütün Mekkeliler, bey´at için geldiler.[1014] Allah´a iman, Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın Allah´ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet etmek suretiyle, Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet üzerine bey´at ettiler.[1015]
Yüce Allah, hepsinden razı olsun!
Bey´at alınırken, Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruklarını bey´at edeceklere ulaştırmakta ve duyurmakta idi.[1016]
Bu bey´at, erkeklerin bey´atı idi.[1017]
Mücaşi´ b. Mes´ud derki:
"Mekke fethedildikten sonra, kardeşimle birlikle, Peygamber Aleyhisselamın yanına gittim ve:
´Yâ Rasûlallah! Medine´ye hicret etmek üzere bey´at için kardeşimi sana getirdim!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Artık, hicretin hükmü-daha önce hicret edenlere ait olarak-geçti.[1018] Mekke´nin fethinden sonra, hicret yoktur!´ buyurdu.[1019]
Kendisine:
´Öyleyse, hangi şey üzerine bey´atmı alacaksın ´ diye sordum.
´İslâmiyet, iman ve cihad üzerine!´ buyurdu."[1020]
Ebu Kuhâfe´nin Peygamberimiz Aleyhisselama Getirilip Bey´at Ettirilişi
Hz. Ebu Bekir, babası Ebu Kuhâfe´nin elinden tutup yedenek Mescid-i Haram´a getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
"Şeyhi evinde bıraksaydın, buraya kadar emendirmeseydin de, kendisinin yanına ben varsaydım olmaz mıydı " buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Senin ona kadar yürümenden, onun sana kadaryürüyüp gelmesi, daha lâyık, daha uygundur!" dedi.
Ebu Kuhâfe gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam, önüne oturtup onun göğsünü sığadı.[1021]
Sonra da, ona:
"Ey Ebu Kuhâfe! Müslüman ol, selamete er!" buyurdu.
Ebu Kuhâfe hemen Müslüman oldu, şehadet getirdi.[1022]
Allah ondan razı olsun![1023]
Hz. Ebu Bekir´in Bacısına Alınan Gerdanlığı Hakkındaki Tavsiyesi
Bir süvari, Mekke´ye girince, Hz. Ebu Bekir´in bacısının boğazındaki gerdanlığı almıştı.
Hz. Ebu Bekir, bacısının elinden tutup:[1024]
"Allah ve İslâmiyet aşkına! Bacımın gerdanlığını geri veriniz!" diyerek orada seslendi.
Hiç kimseden ses çıkmayınca da, bacısına:
"Ey bacıcığım! Gerdanlığının karşılığını Allah´tan dile![1025]
Vallahi, bugün insanlarda emanet duygusu pek azdır!" dedi.[1026]
Ebu Leheb´in Oğulları Utbe ve Muattib´in Getirtilip Bey´at Ettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcası Hz. Abbas´a:
"Kardeşin Ebu Leheb´in iki oğlu Utbe ve Muattib nerede kaldılar Onlan göremedim! " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Herhalde, Kureyş müşriklerinden uzaklara çekip gidenlerle birlikte onlarda gidip uzaklaşmışlardır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onları bulup bana getir!" buyurdu.
Hz. Abbas, hayvanına binip onlan getirmeye gitti ve getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları Müslümanlığa davet edince, onlar Müslüman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların Müslüman olmalarına çok sevindi. Ellerinden tutup onları Mültezem´e götürdü. Onlar için Allah´a dua ettikten sonra döndü.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünde sevinç görünüyordu.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Allah seni sevindirsin! Yüzünde sevinç görüyorum " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Amcamın şu oğullarını benim için bağışlamasını Rabbimden diledim. O da bağışladı!" buyurdu.[1027]
Mekkeli Kadınların Peygamberimiz Aleyhisselama Bey´at Ettirilişi
Kureyş erkeklerinin bey´atları bitince, Kureyş kadınları takım takım gelip Peygamberimiz Aleyhisselama bey´at ettiler.[1028]
Ümmü Hani binti Ebu Talib, Ümmü Habib binti Âs b. Ümeyye, Ervâ binti Ebi´l-lys (Âs), Âtike binti Ebi´l-lys ile, Affan b. Ebi´l-lys´ın kızı, gelip ilk bey´at eden kadınlar arasındaydı.[1029]
Ebu Süfyan b. Harb´in kansı Hind binti Utbe, İkrime b. Ebu Cehil´in kansı Ümmü Hakîm binti Haris b. Hişam, Safvan b. Ümeyye´nin karısı Begüm binti Muazzel, Fâhite binti Velid b. Mugîre, Hind Reyta binti Münebbih b. Haccac ve daha bazı Kureyş kadınları da, toplanarak, on kişilik birtakım halinde bey´at için Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, zevcesi ile, kızı Hz. Fâtıma ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından bazıları da bulunuyordu.[1030]
Hz. Ömer; erkeklerin bey´atlarında olduğu gibi, Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruklarını kadınlara tebliğ edip ulaştırarak, onların da bey´atlarını aldı.[1031]
Ebu Süfyan b. Harb´in karısı Hind binti Utbe´nin de dediği gibi, bey´at sırasında Peygamberimiz Aleyhisselam Safa tepeciği üzerinde, Hz. Ömer de Peygamberimiz Aleyhisselamın berisinde bulunuyor, bey´at için buyurduklarını kadınlara ulaştırıyor, duyuruyordu.[1032]
Hind ve Kızkardeşinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Konuşmaları
Hind binti Utbe, kocası Ebu Süfyan´a:
"Ben gidip Muhammed´e bey´at etmek istiyorum!" deyince, Ebu Süfyan:
"Ben senin dün bu sözünü yalanlar davranışta bulunduğunu görmüştüm! " dedi.
Hind:
"Vallahi, şu Mescidde, bu geceden öncesine kadar, (Müslümanların yaptıkları gibi) Allah´a hakkıyla ibadet yapıldığını görmedim! Vallahi, onlar geceyi namaz kılarak geçiriyorlar!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Sen yapacağın şeyi muhakkak yaparsın! Kavminden bir adamı yanına al da, bey´at etmeye onunla birlikte git!" dedi.[1033]
Hind, tanınmamak için peçelenmiş,[1034] kılık kıyafet değiştirmişti.[1035] Tanınacağından, tanınırsa öldürüleceğinden korkuyor, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzakça duruyor,[1036] kendisini tanıtma-maya çalışıyordu.[1037]
Hind, kanının dökülmesi mubah sayılanlar arasında idi.[1038]
Hind:
"Yâ Rasûlallah! El tutuşup sana bey´at edelim mi " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben kadınlarla el tutuşmam!
Benim yüz kadına birden hitab etmem, her kadına ayrı ayrı hitab etmem gibidir" buyurdu.[1039]
Peygamberimiz Aleyhisselam kadınlarla ancak sözle bey´at yapardı. [1040]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: ´Allah´a hiçbir şeyi eş, ortak tutmamak üzere Resûlullaha bey´at edecekler!´" buyurdu.
Hind´in yanındaki Kureyş kadınları sustular, konuşmaktan kaçındılar.
Hind:
"Vallahi, biz, kadın erkek bizler, putlara tapıp duruyorduk.
Senin erkeklerden almadığını gördüğümüz bir taahhüdü sen bizden alıyorsun![1041]
Erkeklerden istemediğin bir taahhüdü kadınlardan ne diye istiyorsun [1042]
Her ne ise, biz, söylememizi istediğin şeyi de söyleyeceğiz![1043]
Ben iyice anlamışımdır ki; Allah ile birlikte başka mabudlar da olsaydı, başımıza gelenlerden bizi korurlardı!" dedi.[1044]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hind´e baktı ve Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Hırsızlık da etmeyecekler!" buyurdu[1045]
Hind:
´Yâ Rasûlallah! (Kocam) Ebu Süfyan, pinti ve cimri bir adamdır![1046]
Vallahi, ben, onun haberi olmadan, malından birşeyler çalıyordum!
Bu, benim için, helâl midir, değil midir; bilmiyorum.[1047]
Ebu Süfyan ne bana, ne de oğluma yeteri kadar birşey vermiyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun malından, kendine ve oğluna yetecek kadar birşey alabilirsin!" buyurdu.[1048]
Ebu Süfyan:
"Senin geçmişteki çaldığın, geçti gitti. Gelecekte çalacağın da, sana helâl olsun!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi,[1049] Hind´i yanına çağırdı [1050] ve:
"Demek, sen Hind binti Utbe´sin hâ !" buyurdu.
Hind:
"Evet![1051] Allah´a şükürler olsun ki; kendisi için seçip beğendiği dinini üstün kılmıştır.
Ey Muhammed! Muhakkak ki, bana rahmetin dokunacaktır! Ben şimdi Allah´a inanmış bir kadınım!" dedi ve yüzünden peçesini açtı.
"Ben Hind binti Utbe´yim![1052]
Allah geçmişleri bağışlar.[1053] Sen de benim geçmişlerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın!" dedi.[1054]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hind´e:
"Hoşgeldin!" buyurdu.
Hind:
"Vallahi yâ Rasûlallah! Dün, yeryüzünde senin çadırındakiler kadar zillete ve hakarete uğramasını özlediğim bir çadır halkı yoktu!
Bugün, sabaha çıkınca, senin çadırındakiler kadar izzet ve şerefe ermesini özlediğim bir çadır halkı yoktur!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu hal sende daha da çoğalsa gerektir!" buyurdu.[1055]
Fâtıma binti Utbe de:
"Senin çadırın ve içindekiler kadar kin duyduğum ve Allah´ın yağmalatmasını arzuladığım bir çadır yoktu! Fakat, şimdi bana senin çadırın ve içindekiler kadar sevdiğim ve Allah´ın mamur ve mübarek kılmasını özlediğim bir çadır yoktur!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyledir! Vallahi, ben kendisine çocuklarından, ana ve babalarından daha sevgili olmadıkça, hiçbiriniz, gerçekten iman etmiş olmazsınız!" buyurdu.[1056]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e döndü ve:
"Söyle onlara: Zina etmeyecekler!" buyurdu.
Hind:
"Yâ Rasûlallah! Hür kadın zina eder mi hiç !" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Vallahi, hür bir kadın zina edemez!" buyurduktan sonra, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Çocuklarını da öldürmeyecekler!" buyurdu.[1057]
Hind:
"Vallahi, küçük iken, onları biz büyüttük, yetiştirdik. Büyük iken, onları siz öldürdünüz [1058]
Sen bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki[1059] onları öldürelim ![1060]
Her ne ise, bu, sizin ve onların bileceği bir iş!" dedi.[1061]
Hz. Ömer, Hind´in:
"Sen bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki " sözüne o kadar güldü ki, az kalsın arkasına devrilecekti!
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, sadece gülümsedi.[1062]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmeyecekler!" buyurdu.
Hind:
"Vallahi, iftira çok kötü birşeydir.
Bize ancak doğru yol ve ahlâkî faziletler emrolunuyor! dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e:
"Söyle onlara: Allah´a tâat ve kulluk sayılan işlerde Resûlullaha muhalefet ve itaatsizlik etmeyeceklerdir!" buyurdu.
Hind:
"Vallahi, şu meclisimizde, hakkımızdaki herhangi birşeyde sana itaatsizlik ve muhalefet edelim diye oturmadık![1063]
Babam, anam sana feda olsun! Sen bizi ne kadar şerefli, ne kadar güzel şeylere davet ettin!" dedi.[1064]
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara Kur´ân-ı Kerîm okudu.[1065]
Hind´in Peygamberimiz Aleyhisselama Oğlak Kebabı Hediye Edişi ve Koyunlarının ve
Kuzulayıcılarının Bereketlenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebtah´ta bulunduğu sırada, Hind binti Utbe, kestirdiği iki körpe oğlağını ateş veya güneşte iyice ısıtılmış taş üzerinde kebap yaparak Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Hizmetçi kadın Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırına vardı, selam verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, zevcesi Hz. Üımımü Seleme ile Hz. Meymûne ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından da bazıları bulunuyordu.
Hind´in azadlısı kadın:
"Hanımım bu hediyeyi sana gönderdi. Kendisi ´Bugünlerde, bu yıllarda, koyunlarımız çok az kuzu-luyor1 diyor ve kebabı kuzudan yapamadığı için özür diliyor" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah sizin koyunlarınızı bereketlendirsin ve kuzulayıcılarını çoğaltsın!" diyerek dua etti.
Hizmetçi kadın Hind´in yanına dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın duasını haber verince, Hind buna çok sevindi.
Hizmetçi kadın:
"Koyunlarımızın ve kuzulayıcılarımızın öylesine çoğaldıklarını gördük ki, ne bundan önce, ne de yakın zamanlarda böylesini hiç görmemiştik!" derdi.
Hind de:
"Bu, Resûlullah Aleyhisselamın duası bereketi yüzündendir!
Hamd olsun o Allah´a ki, bizi İslâmiyete hidayet etti.
Bir gece rüyamda kendimi güneşin altında devamlı olarak ayakta duruyor, yakınımda bulunan gölgeye gitmeye bir türlü güç yetiremiyor bir halde görmüştüm!
Resûlullah Aleyhisselam bize yaklaşınca, sanki gölgeye girivermiştim!" derdi.[1066]
Hind, Müslüman olunca, evindeki putu keserle vurup parça parça etmiş ve:
"Biz senden dolayı ne kadar gurur, aldanış içinde idik!" demiştir.[1067]
Mekke Evlerindeki Putların Kırılışı ve Bazı Şeylerin Yasaklanışı
Mekke´de, umumî putlardan başka, her ailenin kendi evinde taptığı özel bir putu da vardı.
Bir kimse, yola çıkmak istediği ve hayvanına bineceği zaman, puta el yüz sürer; bu, onun yola çıkmadan önce yapacağı iş olurdu.
Yoldan döndüğü zaman da, yine, puta el yüz sürer; bu, onun döndükten sonra, daha ailesini görmeden yaptığı ilk iş olurdu.
Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamı tevhid akidesiyle peygamber olarak gönderdiği zaman, Kureyşliler
"Bütün ilahları bir tek ilah mı yapıyor ! Doğrusu, bu, şaşılacak şey!" demişlerdi.[1068]
Cübeyr b. Mut´im der ki:
"Mekke´nin fethedildiği günlerde, Resûlullah Aleyhisselamın münâdîsi (seslenicisi):
´Allah´a iman eden kişi, evinde kırmadık, yakmadık put bırakmasın! Putların parası da haramdır!´ diyerek seslendi.
Bundan önce, Mekke´de, onlara tapıldığını, çöl Araplarının onları satın alıp çadırlarına götürdüklerini görürdüm.
Kureyşîlerden, evlerinde bir putu bulunmayan, evlerine girerken, evlerinden çıkarken ona teber-rüken el sürmeyen kimse yoktu.
Mekke´de nida edildikten sonra, yeni Müslümanlar evlerindeki putları kırdılar."[1069]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´de içkileri de döktürdü. İçki küplerini kırdırdı.
İçki ve put alım satımını,[1070] içki ve put, domuz, ölmüş hayvan eti bedelini yemeyi, kâhinlere ücret vermeyi... de yasakladı.[1071]
Mekkeli Çocuklar İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Dua Ettirilişi
Velid b. Ukbe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Mekke´yi fethettiği zaman, Mekkeliler çocuklarını Resûlullaha götürüyor, Resûlullah Aleyhisselam da onların başlarını sıvazlıyor, okşuyor, kendilerine dua ediyordu.
Beni de Resûlullaha götürdüler.
Başıma bol zaferanla diğer kokulardan yapılan ağır bir koku sürülmüştü.
Resûlullah Aleyhisselam benim başımı sığamadı. Kendisini bundan alıkoyan, ancak, anamın beni bu ağır koku ile kokulamış olması idi. Resûlullah Aleyhisselam, sırf bunun için, benim başımı sığamadı."[1072]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Süheyl b. Amr´a Eman Verişi
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme´de Halid b. Velid´e karşı koyan üç Kureyşliden birisi Süheyl b. Amr idi.[1073]
Kendisi; yaptıklan muahede hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1074]
Süheyl b. Amr der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Mekke´ye girip hakim olduğu zaman, kendimi evime attım, kapımı üzerime kapattım!
Benim için Muhammed´den eman istesin diye, oğluma haber saldım. Öldürülmeyeceğimden emin değildim: Muhammed´le ashabına karşı olan tutum ve davranışlarımı hatırladım. Onlar katındaki durumumu düşündüm.
Benden daha kötü davranışlı bir kimse yoktu:
Resûlullah Aleyhisselamla hiç kimse karşılaşmazken, Hudeybiye günü ben karşılaşmış, muahede-nameyi de zorlayıp istediğim biçimde yazdırmıştım.
Bedir ve Uhud savaşlarına ve Kureyşlilerin ona karşı olan her hareketine katılmıştım!..."
Abdullah b. Süheyl, babası için, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ Rasûlallan! Ona eman verecek misin " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Ona Allah´ın emanı ile eman verilmiştir! Evinden dışarı çıksın!" buyurduktan sonra, çevresinde bulunanlara:
"Kim Süheyl b. Amr´a rastlarsa, ona dokunmasın! Ona sert bakışla da bakmasın ki, o dışarı çıkabilsin!
Andolsun ki; Süheyl, aklı ve şerefi olan bir adamdır.
Süheyl gibi kişiler, İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamazlar.
O, şimdiye kadar üzerinde durduğu şeylerin kendisi için hiç de yararlı olmadığını görmüş ve anlamış bulunuyordur!" buyurdu.
Abdullah b. Süheyl, babasının yanına gidip, Peygamberimiz Aleyhisselamın söylediklerini ona haber verdi.
Süheyl b. Amr:
"Vallahi, o küçükken de, büyükken de, iyi, dürüst ve yararlı idi" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gidip gelmeye başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte, Huneyn gazasına gitti ve Ci´râne´ye gelince Müslüman oldu.[1075]
Allah ondan razı olsun![1076]
Huvaytıb b. Abduluzzâ´nın Müslüman Oluşu
Huvaytıb b. Abduluzzâ, Hudeybiye muahede ve musalahası yazısına şahit olduğu ve imzasını koyduğu halde, bu muahede hükmünü çiğneyerek yüzünü kapatıp Benî Sekilerle birlikte Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1077]
Huvaytıb b. Abduluzzâ der ki:
"...Fetih yılı, Resûlullah Aleyhisselam Mekke´ye girince, son derecede korktum. Hemen evimden dışarı çıktım.
Ev halkımı, içinde emniyette olabilecekleri yerlere dağıttım.
Kendim de, Avf´ın bahçesine kadar gittim.
Bahçeye girdiğim zaman, orada Ebu Zerri´l-Gıfârî ile karşılaştım.
Kendisiyle aramızda dostluk vardı. Dostluk ise, tabiî ki, temelli olarak birbirlerini korumayı gerektirir.
Onu görür görmez, kaçtım.
Bana:
´Ebu Muhammedi1 diyerek seslendi.
´Buyur!´ dedim.
Bana:
´Senin neyin var Sen ne için kaçıyorsun ´ diye sordu.
Ona:
´Korkum var!´ dedim.
Bana:
´Senin için korku yok! Yüce Allah´ın emanıyla, sana eman verilmiştir! [1078] Gel!´ dedi.[1079]
Hemen, dönüp yanına vardım, selam verdim.[1080]
´Sana eman verilmiştir. İstersen seni Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna çıkarayım, istersen1[1081] evine kadar git!1 dedi.
Kendisine:
´Benim için, evime kadar gitmeye imkân var mı ki Vallahi, evime sağ olarak kavuşacağımı sanmıyorum! Ya yolda yakalanır, öldürülürüm, ya da evimde iken yanıma girilir, öldürülürüm [1082] Ev halkım da, dağınık yeri erdedir´ dedim.
Bana:
´Haydi, sen ev halkını bir yerde tnpla![1083]
Seni evine ulaştırıncaya kadar, seninle birlikte geleceğim!´ dedi ve benimle birlikte geldi.
Gelirken de:
´Huvaytıb´a eman verilmiştir! Ona saldırılmayacak, dokunulmayacaktır!´ diyerek sesleniyordu.
Ebu Zer, beni evime ulaştırdıktan sonra, dönüp Resûlullah Aleyhisselama gitti. Durumu kendisine arzetti.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Mekkelilerden, öldürülmelerini emrettiğim kimseler dışındaki herkese eman vermiş değil miydik !´ buyurdu.[1084]
Bunun üzerine, öldürülmeyeceğime iyice kanaat getirdim.
Ev halkımı da evlerine geri çevirdim.
Ebu Zer yanıma tekrar geldi ve bana:
´Ebu Muhammedi Sen her yerde geçip gittin! Daha ne zamana kadar ve nereye kadar geçip gideceksin !
Sen hayırlardan birçoğunu kaçırdın! Geride kalan daha birçok hayır var!
Hemen Resûlullah Aleyhisselama git, Müslüman ol, selamete er!
Resûlullah Aleyhisselam insanların en iyisi, insanların akrabalık haklarını en çok gözeteni, insanların en hayırlısı, en ağırbaşlısı, en uslusu, en yumuşak huylusudur.
Onun şerefi, senin de şerefindir. Onun güçlülüğü, üstünlüğü, senin de güçlülüğün, üstünlüğündür!´ dedi.
Ebu Zer´e:
´Öyleyse, ben seninle birlikte çıkar, ona giderim´ dedim.
Hemen, onunla birlikte yola çıkıp Ebtah´ta bulunan Resûlullahın yanına vardım.
Ebu Bekir ve Ömer de, onun yanında bulunuyordu.
Resûlullah Aleyhisselamın başucunda durdum.
Ebu Zer´e:
´Ona selam verileceği zaman ne söylenir ´ diye sordum.
Ebu Zer:
´Esselâmu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh=Allah´ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerine olsun ey peygamber, de!´ dedi.
Resûlullaha böyle söyleyerek selam verdim.
Resûlullah da:
´Ve aleykesselâm Huvaytıb!=Senin üzerine de olsun Huvaytıb!´ buyurdu.
Hemen:
´Eşhedü en lâ ilahe illallah ve enneke Resûlullah=Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! Hiç şüphesiz, sen de Allah´ın Resûlüsün!´ dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
´Hamd olsun o Allah´a ki, seni hidayete, doğru yola erdirdi!1 buyurdu ve Müslüman olmama sevindi. "[1085]
Allah ondan razı olsun![1086]
İkrime b. Ebu Cehil´e Eman Verilişi ve Kendisinin Müslüman Oluşu
İkrime b. Ebu Cehil´in zevcesi Ümmü Hakîım binti Haris, akıllı bir kadındı. [1087]
Mekkefethedildiği zaman, içlerinde Hind binti Utbe´nin de bulunduğu, Kureyş kadınlarından on kişilik bir topluluk halinde gelip Peygamberimiz Aleyhisselama bey´at ederek Müslüman olduktan sonra:
"Yâ Rasûlallah! İkrime senden korkarak kaçtı. Kendisini senin öldüreceğinden korkuyor. Ona eman versen " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ona eman verilmiştir!" buyurdu.[1088]
Ümmü Hakîm Hatun, kocası için Peygamberimiz Aleyhisselamdan eman alınca, onu aramaya gidip getirmek için de izin istedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verdi.[1089]
Ümmü Hakim, Rumî uşağını yanına alarak yola çıktı.
Yolda uşağı ona sarkıntılığa yeltendi.
Ümmü Hakîm, Âkke halkından bir cemaatin yanına varıncaya kadar onu oyaladı. Orada, uşağına karşı onlardan yardım istedi. Onlar da uşağı iple sımsıkı bağladılar.
Ümmü Hakîm, İkrimeye, Tihâme sahillerinden bir sahilde, gemiye bindiği bir sırada yetişti.[1090]
İkrime der ki:
"Gemiye binip Habeşe´ye kavuşmak istiyordum. Binmek için, geminin yanına vardım.
Gemici, bana:
´Ey Allah´ın kulu! Allah´a şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah´ı bir tanımadıkça gemime binme! Bunu yapmazsan, geminin içinde helak olacağımızdan korkarım!´ dedi.
Kendisine:
´Allah´a şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah´ı bir tanımayan hiç kimse gemiye binemez mi ´ diye sordum.
Gemici:
´Evet! Allah´a karşı ihlaslı olmadıkça, hiç kimse gemiye binemez!´ dedi."[1091]
İkrime gemide oturduğu yerden seslice Lâtve Uzzâ adını anınca, gemici:
"Şurada hiç kimsenin Allahtan başka hiçbir şeye dua etmesi caiz ve doğru olamaz![1092]
Allah´a karşı ihlaslı ol! Başkasını araya karıştırma!" dedi.
İkrime:
"Peki! Ne diyeyim " diye sordu.
Gemici:
"´Allah´tan başka ilah yoktur!´ de![1093]
Çünkü, burada Allah´tan başkası yarar vermez!" dedi.
İkrime:
"Galiba, bu, Muhammed´in bizi imana davet ettiği İlah olsa gerekli [1094]
Halbuki, ben bu yüzden kaçmıştım! [1095]
Muhammed´in getirip kabul etmeye bizi davet ettiği ve üzerinde anlasam ayarak kendisinden ayrıldığım şey de budur!
Vallahi, o denizde İlahımız ise, muhakkak, karada da İlahımızdır![1096]
Vallahi, o denizde bir olursa, her halde, karada da birdir!" dedi.[1097]
O sırada, çıkan fırtına gemiyi altüst ediyordu!
Gemici, gemi halkına:
"İlahınıza ihlaslı olunuz: O´ndan başka hiçbir şey, felâketi başımızdan savamaz!" dedi.[1098]
İkrime, gemi halkının Allah´a dua ve birliğini ikrar ettiklerini görünce, onlara:
"Bunu ne için yapıyorsunuz " diye sordu.
"Burada Allah´tan başkası yarar vermez!" dediler.[1099]
İkrime:
"Denizde Allah´a ihlaslı olmadıkça beni hiçbir şey kurta ram azsa, karada da ondan başkası kurtaramaz!
Ey Allah´ım! Boynumun borcu olsun: Eğer sen beni içinde bulunduğum tehlikeden kurtarırsan, Muhammed´e gidip elimi onun eline koyarak bey´at edeyim [1100]
Beni geri çeviriniz [1101]
Allah´a yemin ederim ki; ben artık Muhammed´in yanına döneceğim!" dedi.[1102]
İkrime der ki:
"İşte bunun üzerinedir ki, İslâmiyeti anlamaya başladım ve İslâmiyet sevgisi kalbime düştü!"[1103]
Ümmü Hakîm de, o sırada, yanlarına varmış bulunuyordu.[1104]
İkrime´ye:
"Ey amcamın oğlu! Ben sana insanların akraba haklarını en çok gözeteni, insanların en iyisi ve en hayırlısı olan zâtın yanından geldim![1105]
Kendini boş yere helak etme! Sen bunun üzerinde dur!
Sonunda gerçeği kavrayacak ve anlayacaksın![1106]
Hem, ben senin için[1107] Muhammed Resûlullah Aleyhisselamdan[1108] eman da almış bulunuyorum![1109] Sen emniyettesin!" dedi.[1110]
İkrime:
"Sen bu işi yapabildin mi " diye sordu.
Ümmü Hakîm:
"Evet! Ben kendisiyle konuştum. Sana eman verdi" dedi.
İkrime:
"Rumî uşağının bir kötülüğü ile karşılaştın mı " diye sordu.
Ümmü Hakîm onun kendisine yapmak istediği kötülüğü haber verince, İkrime vurup onu öldürdü.
Ümmü Hakîm, İkrime´nin temas isteğini:
"Sen kâfirsin! Ben Müslüman bir kadınım!" diyerek reddetti.
İkrime:
"Seni benden geri durduran şey, herhalde, büyük birşey olsa gerek!" dedi.[1111]
İkrime, Ümmü Hakîm ile birlikte Mekke´ye döndü.
Mekke´ye yaklaştıkları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"İkrime, sizin yanınıza, mü´min ve muhacir olarak geliyor!
Sakın, onun babasına kötü söz söylemeyiniz!
Çünkü, ölüye kötü söz söylemek diriyi üzer, ölüye birşey erişmez!" buyurdu.[1112]
İkrime Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırının kapısına gelip eriştiği,[1113] Peygamberimiz Aleyhisselam onu gördüğü zaman,[1114] onun gelişine sevincinden dolayı hemen sıçrayıp ayağa kalktı ve yanına doğru vardı [1115] Onu kucakladı.[1116]
Ona üç kere: [1117]
"Hoşgeldin süvari muhacir!" buyurdu.[1118]
Sonra, oturdu.
İkrime ile Ümmü Hakîm de, Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdular.
Ümmü Hakîm´in yüzü peçeli idi.[1119]
İkrime:
"Yâ Muhammed! Bu zevcem senin bana eman verdiğini söyledi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylemişin[1120] Sana eman verilmiştir!" buyurdu.[1121]
İkrime:
"Yâ Muhammed! Sen beni nelere davet ediyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben seni Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet etmeye,
Namaz kılmaya,
Zekat vermeye,
Oruç tutmaya,
Haccetmeye,
Ve şöyle şöyle yapmaya davet ediyorum!" buyurup, İslâmiyet esaslarını ve İslâm ahlâkını saydı.
İkrime:
"Vallahi, sen ancak hak ve gerçek olana, güzel ve iyi birşeye davet ediyorsun!
Vallahi, davet ettiğin şeylere davete başlamadan önce de, sen içimizde sözü en doğru olanımız, iyilik yönünden de en iyimizdin![1122]
Ben şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur.[1123] O´nun eşi, ortağı da yoktur![1124]
Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür![1125]
Sen ki, Allah´ın kulu ve resûlüsün! İnsanların en iyisi, en doğrusu ve en vefalısısın!" dedi.
İkrime, bunları söylerken, Peygamberimiz Aleyhisselamdan utandığından dolayı, başını önüne eğmiş bulunuyordu.[1126]
İkrime´nin Müslüman oluşu Peygamberimiz Aleyhisselamı sevindindi.[1127]
İkrime:
"Yâ Rasûlallah! Bildiğinin hayırlısını bana öğret, işlememi de emret![1128] sen bana hayırlı olan şeyi öğret de, ben onu söyleyeyim" dedi.[1129]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"´Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür!1 dersin![1130] Allah yolunda cihad edersin!" buyurdu.[1131]
İkrime:
"Bundan sonra, ne diyeyim " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"´Allah´ı şahit tutarım ve burada bulunanları da şahit tutarım ki; ben Müslümanım, muhacirim ve mücahidim1 dersin!" buyurdu.
İkrime de, öyle söyledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben, bugün benden dilediğin şeyi, senden başka kimseye vermediğim şeyi sana vereceğim!" buyurdu.[1132]
İkrime:
"Yâ Rasûlallah[1133] Sana karşı yaptığım bütün düşmanlıklar,[1134] müşrikliğin yayılması ve üstün gelmesi arzusuyla[1135] sana karşı attığım bütün adımlar, sana karşı geldiğim bütün yerler, senin yüzüne karşı veya arkandan sarf ettiğim bütün sözler için bana Allahtan mağfiret dilemeni istiyorum!" dedi.[1136]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Allah´ım! Onun bana karşı yaptığı bütün düşmanlıklardandı.[1137] Senin yolundan çevirmek maksadıyla[1138] gittiği, içinde erişeceği yere kadar adım attığı ve bununla da Senin nurunu söndürmeyi arzuladığı her yerdeki tutum ve davranışlarından doğan günahlarını bağışla! Onun, aleyhimde, yüzüme karşı veya arkamdan işlediği bütün kötülükleri de bağışla!" diyerek dua etti.
İkrime:
"Razı oldum yâ Rasûlallah![1139]
Amma, vallahi, yâ Rasûlallah! Allah´ın kullarını Allah´ın yolundan çevirmek için harcadığımın iki katını Allah yolunda harcamadıkça, Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların iki katını da Allah yolunda yapmadıkça, geri durmayacağım!" dedi.[1140]
Hz. Âişe derki:
"Resûlullah Aleyhisselam:
´Uyurken rüyamda Ebu Cehil´in yanıma gelip bana bey´at ettiğini görür gibi oldum!´ buyurmuştu.
(Ebu Cehil´in yeğeni) Halid b. Velid, Müslüman olunca:
´Yâ Rasûlallah! Halid´in Müslüman olmasıyla, Allah senin rüyanı doğruladı´ denildi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Muhakkak ki, ondan başkası Müslüman olacaktır!´ buyurdu.
Nihayet, İkrime b. Ebu Cehil Müslüman oldu ve bu, Resûlullah Aleyhisselamın rüyasını doğruladı ."[1141]
Başka bir rivayette de; Peygamberimiz Aleyhisselam rüyasında Cennete girince, orada hoşuna giden bir hurma ağacı görmüştü.
"Bu kimindir " diye sorup da;
"Ebu Cehil´indir!" denilince, bu çok ağırına gitmiş, kendi kendine:
"Cennette Ebu Cehil´in hurma ağacı nasıl olabilir
Vallahi, o hiçbir zaman Cennete giremez!" demişti.[1142]
Hz. Ümmü Seleme de:
"Resûlullah Aleyhisselam:
´Cennette Ebu Cehil´e ait (olduğu söylenen) bir hurma ağacı gördüm!´ buyurmuştu.
İkrime b. Ebu Cehil Müslüman olunca da, bana:
´Ey Ümmü Seleme! Ebu Cehil´e ait (olduğu söylenen) Cennette gördüğüm o hurma ağacı, işte budur!´ buyurdu" demişti.[1143]
İkrime, Müslüman olduktan sonra, Mekke´de Kureyşîlerin evlerinden hangi evde put bulunduğunu işitirse, hemen gider, onu kırardı. Halbuki, daha önce Cahiliye çağında put yapıp satanların başı idi.[1144]
İkrime iyi bir Müslümandı.[1145] Müslümanların iyilerindendi.[1146]
Mushafı eline alır, yüzüne gözüne sürer ve:
"Rabbimin Kelamı, Rabbimin Kitabı!" diyerek ağlardı.[1147]
Yüce Allah ondan razı olsun![1148]
Hâris b. Hişam´ın Müslüman Oluşu
Hâris b. Hişam, Ebu Cehil´in kardeşi ve Halici b. Velid´in de amcasının oğlu idi.[1149]
Kureyşflerin eşrafındandı.[1150]
Peygamberimiz Aleyhisselam onun Cahiliye çağında konukları ağırladığını, halka yemekler yedirdiğini anar ve:
"Allah´ın onu İslâmiyete hidayet etmesini ne kadar arzu ederdim!" buyururdu.[1151]
Peygamberimiz Aleyhisselamin amcası Ebu Talib´in kızı ve Hz. Ali´nin kızkardeşi (ablası) Ümmü Hani, Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzumî´nin nikâhlısı idi.
Akrabasından dolayı kendisine akraba olan Haris b. Hişam ile Züheyrb. Ebi Ümeyye, Mekke´nin fethi günü, Ümmü Hani´nin evine geldiler[1152] ve:
"Biz senin himayene giriyoruz!" dediler.
Ümmü Hani, onlara:
"Olur!" dedi.
O sırada, Hz. Ali atlı ve tepeden tımağa kadar silahlanmış olarak Ü mmü Hani´nin evine geldi.
Ümmü Hani, Hz. Ali´yi tanıyamadı.
Ona:
"Ben Resûlullah Aleyhisselamın amcasının kızıyım!" dedi.
Hz. Ali miğferini yukarı kaldırıp yüzünü açınca, Ümmü Hani "Kardeşim!" diyerek onu kucakladı, selamladı.[1153]
Hz. Ali, Ümmü Hani´nin yanındaki müşrikleri görünce, öldürmek için kılıcını sıyırıp onların üzerlerine yürüdü[1154] ve:
"Öldüreceğim onları!" dedi.[1155]
Ümmü Hani:
"Ey kardeşim![1156] Sen bana bu işi yapar mısın !" dedi[1157] ve hemen onların üzerlerine bir örtü örttü.[1158]
Hz. Ali:
"Sen iki müşriği mi koruyorsun ![1159] Çekil onların yanından!" dedi.[1160]
Ümmü Hani:
"Vallahi, sen onları öldüremezsin![1161] Öldürmeye benden başlamadıkça!" dedi.[1162]
Bunun üzerine, Hz. Ali birşey yapmadan çıkıp gitti.
Ümmü Hani de, onların üzerlerine kapısını kilitledi ve:
"Hiç korkmayınız!" dedi.[1163]
Durumu arzetmek üzere, Mekke´nin yukarısındaki Bathâya, Hacun´a kadar gitti.[1164]
Peygamberimiz Aleyhisselamı orada bulamadı. Hz. Fâtıma´yı buldu.[1165]
Ona:
"Anamın oğlu Ali´nin elinden ne çektiğimi bir bilsen!
Bana kocamdan akraba olan müşriklerden iki kişiyi himayeme almıştım. Ali öldürmek için kılıcını sıyırıp onların üzerlerine yürüdü!" dedi.[1166]
Hz. Fâtıma:
"Demek, sen iki müşriği himayene aldın hâ " dedi.[1167]
Hz. Fâtıma´nın bu sözü, Ümmü Hani´ye, Hz. Ali´nin davranışından daha ağır geldi.
O sırada Peygamberimiz Aleyhisselam oraya çıkageldi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın üstü başı tozlarım işti.[1168]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çadırında, bir leğenin içinde yıkandı.
Yıkanıncaya kadar, Hz. Fâtıma da elbisesini Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde tutarak Peygamberimiz Aleyhisselamı siperledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam elbisesini giydi ve sekiz rekat kuşluk namazı kıldı.[1169]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ümmü Hani´yi görünce:
"Kim bu " diye sordu.
Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Ben Ümmü Haniyim!" dedi.[1170]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ümmü Hani Fâhite! Hoşgeldin!" dedi[1171] ve:
"Sen ne için geldin " diye sordu.[1172]
Ümmü Hani:
"Yâ Rasûlallah! Anamın oğlu Ali´nin elinden ne çektiğimi bir bilsen! Az kalsın elinden kurtulamayacaktım!
Kocamdan akrabam ve müşrik olan iki kişiye eman vermiş, kendilerini himayeme almıştım.
Anamın oğlu Ali, üzerlerine yürüyüp onlan öldürmek istedi!" dedi.[1173]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun böyle davranması, uygun olmamış![1174]
Senin himayene aldığın, bizim de himayemizdedir![1175] Senin eman verdiğine, biz de eman ver-mişizdir![1176]
Onlar öldürülmeyeceklerdir!" buyurdu.[1177]
Bunun üzerine, Ümmü Hani hemen evine dönüp durumu onlara bildirdi ve:
"İsterseniz burada oturun, isterseniz evlerinize dönün!" dedi.
Onlar, Ümmü Hani´nin evinde iki gün oturduktan sonra, kendi evlerine döndüler.[1178]
Haris b. Hişam derki:
"Müşriklerin kendisine karşı koydukları her yerde Resûlullah Aleyhisselamın beni de görmüş bulunmasına rağmen bana gösterdiği iyiliği ve merhameti hatırladıkça, beni görmesinden utanır olmuştum.
Mescid-i Haram´a girdiği sırada, kendisine rastladım.
Beni güleryüzle karşıladı. Yanına varıncaya kadar, ayakta durdu.
Selam verdim ve hemen Cenab-ı Hakk´ın birliğine şehadet getirip Müslüman oldum.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam;
´Hamd olsun O Allah´a ki, sana doğru yolu gösterdi. İslâmiyeti nasip etti. Senin gibi bir adam İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamaz! Vallahi, zannetmem ki, İslâmiyet gibi bir din, tanınmaz ve takdir edilmez olsun!´ buyurdu."[1179]
Haris b. Hişam; kalbleri İslâmiyete ısındırılmak için kollanılan kişiler arasında iken, Müslümanlığını güzelleştirmiş, ashabın üstünlerinden ve hayırlılarından olmuştur.[1180]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Haris b. Hişam´ın oğlu Abdurrahman der ki:
"Haris b. Hişam:
´Yâ Rasûlallah! Bana birşey haber ver ki, ona sımsıkı sanlayım ´ demişti.
Resûlullah Aleyhisselam, diline eliyle işaret ederek:
´Buna sahip ol!´ buyurdu.
Aradan çok geçmeden, onun en az konuşan bir adam olduğunu gördüm.
Halbuki, ondan daha zeki ve anlayışlısı, atıp tutmaya başladığı zaman da ondan şiddetlisi, hiddetlisi yoktur.[1181]
Şair Abdullah b. Zibârâ´nın Necran´dan Gelip Müslüman Oluşu
Mekke fethedilince, Abdullah b. Zibârâ, öldürüleceğinden korkarak, Ümmü Hani´nin kocası Hübeyre b. Ebi Vehb ile birlikte Necran´a kadar kaçtı ve Necran kalesine girdi.
Orada, kendilerine:
"Arkanızdakil erden ne haber var " diye sordukları zaman:
"Kureyşîleri soruyorsanız, Muhammed Mekke´ye girdi. Kureyşîler de öldürüldüler!
Vallahi, öyle sanıyoruz ki, Muhammed bu kalenize kadarda ilerleyip gelecektir!" dediler.
Belharisler ile Kilablar, kalelerinin bozuk, yıkık yerlerini onardılar ve yaylım hayvanlarını topladılar.[1182]
Şair Hassan b. Sabit´in söylemiş olduğu bir tek beyit, Abdullah b. Zibârâyı uyarmaya, umutlandırmaya ve Mekke´ye geri çevirmeye yetti. [1183]
Abdullah b. Zibârâ, Hassan b. Sabit´in beytini alıp da Mekke´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına gitmeye hazırlanınca, Hübeyre b. Ebi Vehb:
"Ey amcamın oğlu! Sen nereye gitmek istiyorsun " diye sordu.
Abdullah b. Zibârâ:
"Vallahi, Muhammed´in yanına gitmek istiyorum!" dedi.
Hübeyre b. Ebi Vehb:
"Ona tâbi olmayı mı istiyorsun " diye sordu.
Abdullah b. Zibârâ:
"Evet! Vallahi!" dedi.
Hübeyre b. Ebi Vehb:
"Keşke ben senden başkasını yoldaş edinmiş olsaydım!
Vallahi, zannetmem ki, sen Muhammed´e temelli bağlı kalasın!" dedi.
Abdullah b. Zibârâ:
"Bu, senin görüşündür!
İnsanların en hayırlısı ve en iyisi olan amcamın oğlunu bırakıp da, ne için Benî Haris b. Ka´bların yanlarında oturalım !" dedi.
Necran´dan ayrılıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Abdullah b. Zibârâ gelirken, Peygamberimiz Aleyhisselam ashabıyla birlikte oturuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
"İşte İbn Zibârâ! Yüzünde İslâmiyet nuru parlıyor!" buyurdu.
Abdullah b. Zibârâ, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip ayakta durdu ve:
"Selam olsun sana ey Allah´ın Resûlü!
Şehadet ederim ki; Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
Şüşhesiz ki, sen de, O´nun kulu ve resûlüsün!
Hamd olsun O Allah´a ki, beni İslâmiyete hidayet edip kavuşturdu.
Ben, sana karşı, ata, deveye binerek veya yürüyerek düşmanlık yapmaktan geri durmamış; sonra da, senden korkup Necran´a kaçmıştım.
İslâmiyete hiçbir zaman yaklaşmamak istiyordum.
Yüce Allah ise, benim için, istediğimden daha hayırlısını diledi ve onun sevgisini gönlüme düşürünce, içinde yuvarlandığım dalâlet ve sapkınlıkları; hiçbir yarar vermez, kendisine kimin taptığını, kimin tapmadığını bilmez bir taş parçası karşısında akıl sahibinin tapınmasındaki ve ona kurbanlar kesmesindeki manasızlığı ve boşluğu düşünebildim!" dedi[1184] ve yapmış olduğu bütün kötülüklerden dolayı Peygamberimiz Aleyhisselamdan özür ve af diledi, özrü kabul edildi.[1185]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hamd olsun O Allah´a ki, sana İslâmiyeti bahşetti.
Şüphe yok ki, İslâmiyet kendisinden önce yapılanları siler!" buyurdu.[1186]
Abdullah b. Zibârâ, İslâm amelleriyle Müslümanlığını güzelleştirdi.[1187]
Abdullah b. Zibârâ´nın arkadaşı Hübeyre b. Ebi Vehb ise, Necran´da oturdu. Orada müşrik olarak ölüp gitti.[1188]
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Serh´in Özür Dileyişi ve Müslümanlığa Dönüşü
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh de, Kabe´nin örtüsü altında bile olsa öldürülmesi emnedilenler,[1189] kanı helâl sayılanlar arasında idi.[1190]
Mekke fethedilince, kaçıp Hz. Osman´a sığınmıştı.[1191]
Abdullah b. Sa´d´ın annesi, Hz. Osman´ı emzirmişti.[1192]
Bunun için, Abdullah b. Sa´d, Hz. Osman´ın sütkardeşi idi.[1193]
Abdullah b. Sa´d, Hz. Osman´a:
"Ben vallahi seni seçtim. Beni şurada tut! Muhammed´e git, benim hakkımda kendisiyle konuş!
Muhammed beni görürse gözlerimi oyar!
Çünkü, benim suçum, suçların en büyüğüdür!
İşlemiş bulunduğum suçtan pişmanlık duymuş, tevbe etmiş bulunuyorum!" dedi.
Hz. Osman:
"Hayır! Ben seni yanıma alır, giderim" dedi.
Abdullah b. Sa´d:
"Vallahi, o, beni görecek olursak, muhakkak boynumu vurdurur! Benim yüzüme bakmaz!
O, benim kanımın dökülmesini helâl saymıştı.
Onun ashabı da, beni öldürmek için, her yerde arıyorlar!" dedi.[1194]
Gerçekten de, o her yerde sıkı sıkı aranılıp duruyordu. [1195]
Hz. Osman, olağanüstü durum yatışıncaya kadar, Abdullah b. Sa´d´ı sakladı.[1196] Sonra, ona:
"Haydi, gel! Sen benim yanımda git! İnşaallah, Resûlullah Aleyhisselam seni öldürmez!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Osman´ın hiçbir dileğini dinlememezlik etmezdi
Hz. Osman, elinden tutup Abdullah b. Sa´d´ı Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü, önünde durdular ve:
"Yâ Rasûlallah! Bunun anası bunu yürütür, beni sırtında taşırdı.
Bunun sütünü keser, beni emzirirdi.
Bunu bırakır, bana iyilik eder, hediye verirdi.
Bunu, anasının benim üzerimdeki iyilikleri için, bana bağışla![1197]
Yâ Rasûlallah! Halka verdiğin genişliği, emanı, İbn Ebi Serh´e de ver!" dedi ve Abdullah b. Sa´d´ın elini tutup Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, boynunu ve yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz. Osman İbn Ebi Serh´in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine, yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz. Osman İbn Ebi Serh´in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.[1198]
Peygamberimiz Aleyhisselam ondan yüzünü başka tarafa çevirdikçe, Hz. Osman o yana varıp karşısında duruyor ve dileğini tekrarlıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam İbn Ebi Serh´ten tekrar tekrar yüz çevirmek, ona em an vermemekle, birisinin hemen kalkıp onun boynunu vurmasını istiyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu iş için hiç kimsenin kalkmadığını gördü.
Hz. Osman ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın başını öptü ve:
"Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Şunun bey1 atı m al!" diyerek, üzerine düştükçe düştü.[1199] Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh için af ve eman diledi.[1200]
Peygamberimiz Aleyhisselam, uzunca bir müddet sustuktan sonra: [1201]
"Olur!" buyurdu.[1202]
Başını kaldırıp Abdullah b. Sa´d´a üç kere baktı.[1203] Sonra, bey´atını aldı.[1204]
Hz. Osman Abdullah b. Sa´d´la dönüp gittikten sonra,[1205] Peygamberimiz Aleyhisselam, çevrelerindeki sahabilerine dönüp: [1206]
"Ben ancak bazınız kalkıp onun yanına varsın da boynunu vursun diye sustum.[1207]
Bey´atını almaktan ellerimi çektiğimi görünce, eman vermeden, kalkıp o fâsıkı öldürecek, içinizde anlayışlı birkimse yok mu idi ![1208]
Bunu yapmaktan sizi alıkoyan ne idi !" buyurdu.[1209]
Bir Ensarî, İbn Ebi Serh´i, görürse, öldürmeyi adamıştı.
İbn Ebi Şerh Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Hz. Osman´la geldiği zaman, Ensarî kılıcı elinde, ayakta duruyor; İbn Ebi Serh´i öldürmesi için Peygamberimiz Aleyhisselamın işaretini bekliyordu.
Hz. Osman´ın kayırmasıyla İbn Ebi Şerh kurtulup gidince, Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensarîye:
"Adağını yerine getirsen olmaz mı idi !" buyurdu.
Ensarî:
"Yâ Rasûlallah! İki elim kılıcımda, ayak üzeri duruyor, onu öldürmek için bana ne zaman işaret edeceksiniz diye bekliyordum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşaret, hıyanettir! Peygamber için, işaret etmek yoktur!" buyurdu.[1210]
Daha başkaları da:
"Yâ Rasûlallah! Biz, senin kalbinde olanı bilmiyorduk ki [1211]
Keşke bize gözünle işaret ediverseydin,[1212] onu öldürdük!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben işaretle kimseyi öldürtmem [1213]
Peygamber işaretle adam öldürtmez![1214]
Gözucuyla işaret etmek hiçbir peygambere yaraşmaz!" buyurdu.[1215]
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, Peygamberimiz Aleyhisselamı gördükçe, utancından kaçar dururdu.
Hz. Osman, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam, anam sana feda olsun! Anasının oğlu Abdullah´ın seni her görüşünde senden nasıl kaçtığını bir görseydin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi ve:
"Onun bey´atını almadım mı Kendisine eman vermedim mi " diye sordu.
Hz. Osman:
"Evet yâ Rasûlallah! Fakat, o, Müslüman olduğu zaman işlediği suçun büyüklüğünü düşünüyor da, senin yüzüne bakmaktan utanıyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İslâmiyet kendinden önce işlenmiş olan kötülükleri siler!" buyurdu.
Hz. Osman hemen dönüp bunu Abdullah b. Sa´d´a haber verdi.[1216]
Bunun üzerine, Abdullah b. Sa´d, halk ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselama gider, gelir, selam verirdi.[1217]
Abdullah b. Sa´d, yeniden Müslüman olduktan sonra, İslâmiyet amelleri ile Müslümanlığını güzelleştirmiş; ölünceye kadar, kendisinde kötü bir tutum ve davranış görülmemiş[1218] sadece hayır ve fazilet, iyi hallilik ve dindarlık görülmüş,[1219] fitneden, daima kaçınır olmuş ve:
"Ey Allah´ım! Benim en son amelimi sabah namazı yap!" diyerek dua etmiş durmuştur.
Bir gün, abdest alıp sabah namazına durmuş, birinci rekatta Fatiha ile Adiyât sûresini okumuş, ikinci rekatın sonunda sağ tarafına selam vermiş, sol tarafına selam verirken ruhu kabzolunmustur.[1220]
Allah ondan razı olsun.[1221]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safvan b. Ümeyye´ye Eman Verişi
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan b. Umeyye; Cidde´den gemiye binip Yemen´e gitmek üzere Mekke´den kaçmış.[1222] Şuaybe´ye ulaşmıştı.[1223]
Ashabdan Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Allah´ın Peygamberin[1224] Salvan b. Ümeyye benim kavmimin seyyididir. Kendisini denize atmak için kaçıp gitmiş bulunuyor. [1225] Senin kendisine eman vermeyeceğinden korkuyor.
Babam, anam sana feda olsun![1226] Ha ona da eman ver, ne olur [1227]
Allah´ın salât ü selamı senin üzerine olsun!" dedi.[1228]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ona eman verilmiştir!" buyurdu.
Umeyr b. Vehb, Safvan´ın izi sıra yola çıktı ve kendisine yetişti.[1229]
Safvan´ın yanında Yesar adındaki uşağından başka kimse yoktu.
Safvan, uşağına:
"Yazıklar olsun sana! Bak, kimi görüyorsun " diye sordu.
Uşak:
"Bu, Umeyr b.Vehb´dir!" dedi.
Safvan:
"Ben Umeyrl ne yapayım Vallahi, o ancak beni öldürmek maksadıyla gelmiştir. Kendisi bana karşı Muhammed´e yardım etmiş, onun peşine takılmış bulunuyor!" dedikten sonra, Umeyr´e:
"Ey Umeyr! Bana yaptıkların daha yetmedi mi
Hem borcunu ve ailenin geçimini banayükledin, hem de gelip beni öldürmek istiyorsun! " dedi.[1230]
Umeyr b. Vehb:
"Babam, anam sana feda olsun!
Allah´tan kork, Allahtan kork da, kendini helak etmekten sakın!
İşte, sana Resûlullah Aleyhisselamdan eman da getirmiş bulunuyorum!" dedi.
Safvan:
"Yazıklar olsun sana! Sen benden uzak dur! Benimle konuşma!
Çünkü, sen yalancısın! Olmayacak şeyi uyduruyorsun!" dedi.
Umeyr b. Vehb:
"Ey Safvan! Babam, anam sana feda olsun.[1231]
Ben, sana, insanların en iyisinin ve akraba haklarını en çok gözeteninin yanından geliyorum!
Resûlullah Aleyhisselam sana eman verdi!" dedi.
Safvan:
"Hayır! Vallahi, bana ondan tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, seninle birlikte dönmem!" dedi.
Bunun üzerine, Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Yâ Rasûlallah! Salvan´a gittim. O senden kaçıyor ve kendisini öldürmek istiyordu.
Ona senin eman verdiğini söyledim.
´Bana, ondan, tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, geri dönmem!´ dedi.[1232]
Yâ Rasûlallah! Kendisine eman verdiğini anlayacağı bir alâmet ver bana!" dedi.[1233]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Al sangımı!" buyurdu.[1234]
Peygamberimiz Aleyhisselamın verdiği sarık, Mekke´ye girerken başına sarmış olduğu, Yemen bezinden sarığı idi.[1235]
Umeyr b. Vehb, Salvan´a Peygamberimiz Aleyhisselamının sarığını götürdü.[1236]
Ona:
"Ey Salvan! Babam, anam sana feda olsun![1237]
Ben, sana, insanların en hayırlısının, akraba haklarını en çok gözeteninin, insanların en iyisinin, insanların en sabırlısı, en uslusunun yanından geliyorum.
Amcanın oğlunun şerefi senin şerefindir!
Onun üstünlüğü senin üstünlüğündür.
Onun hükümranlığı senin hükümranlığındır.[1238]
O, senin atalarının, babalarının oğludur.
Kendisi hakkındaki tutum ve davranışlarında Allah´tan korkmanı sana hatırlatırım!" dedi.[1239]
Safvan:
"Ben öldürülmekten korkuyorum!" dedi.[1240]
Umeyr b. Vehb:
"O seni İslâmiyete davet ediyor. Kabul edersen ne âlâ!
Kabul etmezsen, sana iki ay mühlet vermiş, tercih hakkı tanımıştır.
O, insanların en vefalısı ve en iyisidir.
Mekke´ye girerken sarınıp bir ucunu arkasına salmış olduğu sarığını sana göndermiştir" dedi ve:
"Onu görsen, tanır mısın " diye sordu.
Safvan "Evet!" deyince Umeyr b. Vehb sarığı çıkarıp ona gösterdi.
Safvan:
"Evet! Aynen onun sarığıdır!" dedi [1241] ve Umeyrle birlikte dönüp Mekke´ye geldi.[1242]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mescid-i Haram´da Müslümanlara ikindi namazını kıldırıyordu.
Orada, ayakta durdular.
Safvan, Umeyr b. Vehb´e:
"Müslümanlar gece ve gündüzde kaç namaz kılarlar " diye sordu.
Umeyr b. Vehb:
"Beş namaz!" dedi.
Safvan:
"Bu namazlan onlara Muhammed mi kıldırır " diye sordu.
Umeyr b. Vehb:
"Evet!" dedil
Peygamberimiz Aleyhisselam selam vererek namazını bitirince, Safvan b. Ümeyye, bağırarak:
"Ey Muhammed! Umeyr b. Vehb, bana senin sangını getirdi.
Beni senin yanına gelmeye çağırdığını, İslâmiyet işini kabul edersem ne âlâ, etmezsem bana iki ay mühlet verip tercih hakkı tanıdığını söyledi" dedi.[1243]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söylemiş!" buyurdu.
Safvan b. Ümeyye:
"Bana bu hususta iki ay mühlet var, tercih hakkı tanı!" dedi.[1244]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana bu hususta iki ay değil, dört ay mühlet verilmiş, tercih hakkı tanınmıştır[1245] İn hayvandan!" buyurdu.[1246]
Bunun üzerine, Safvan hayvanından indi.[1247]
Enes b. Züneym ed-Di´lî´nin Suçunun Affedilişi
Huzâa süvarileri Medine´ye gelerek Kureyşîlerle Benî Bekrlere karşı Peygamberimiz Aleyhisselamın yardım va´dini alıp dönecekleri sırada:
"Yâ Rasûlallah! Enes b. Züneymü´d-Di´lî seni şiirle hicv ve tahkir etti!" demişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da onun kanını heder ve helâl kılmıştı.[1248]
Enes b.Züneym, bunu haber alınca, söylediği uzun bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamdan özür ve af diledi.[1249]
Benî Bekrlerden Nüfâse oğullarının lideri Nevfel b. Muaviyetü´d-Di´lî bu hususta Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşup:
"Yâ Rasûlallah! Sen affetmekte insanların başında gelirsin!
Bizden hiçbir kimse, sana düşmanlık ve eziyet yapmamıştır.
Biz cehalet içinde bulunuyor, neyi tutacağımızı, neyi bırakacağımızı bilmiyorduk.
Nihayet, Allah bizi mahv ve helak olmaktan senin sayende doğru yola hidayet etti.
Huzâa süvarileri onun aleyhinde sana çok yalan söylemişler!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bırak Huzâa süvarilerini!
Biz Tihâme´de, yakından veya uzaktan, bize Huzâalardan daha çok iyiliği dokunan bir kimse görmedik!" buyurdu.
Nevfel b. Muaviye sustu. Susunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Affettim onu!" buyurdu.
Nevfel b. Muaviye:
"Babam, anam sana feda olsun!" dedi.[1250]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ordu İhtiyacı İçin Mekkeli Üç Zenginden Ödünç Para Alışı
Mekke fethedilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mekke´nin ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl kılınmıştır!" buyurduğu için,[1251] Mekke´den ganimet olarak birşey alınmamıştı.[1252]
İslâm ordusunun zarurî ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyor ve bu da, bir hayli paraya bağlı bulunuyordu.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke zenginlerinden kıntar[1253] Safvan b. Ümeyye´den ödünç ve borç olarak 50.000 dirhem,
Abdullah b. Ebi Rebia´dan 40.000 dirhem,
Huvaytıb b. Abduluzzâ´dan da 40.000 dirhem gümüş para isteyip aldı.[1254]
Bunu, muhtaç olan mücahidler arasından bölüştürdü. İhtiyaçlarına göre: her birine 50 dirhem veya daha az ya da daha çok düştü.
Benî Cezîme harekâtının tazminatını da bununla karşıladı.[1255]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekkelilere olan bu borcunu, Hevâzin savaşı ganimetinden tamamıyla ödemişi[1256] ve:
"Ödüncün karşılığı, ancak, onu ödemek ve teşekkür etmektir!" buyurmuştur.[1257]
İşkence ile Dininden Döndürülen Cebr´in Yeniden Müslüman Oluşu
Cebr, Yahudi olup, Abduddar oğullarının kölesi idi.[1258]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hicretten önce Mekke´de Yusuf sûresini okurken dinleyip, bunun Allah Kelamı olduğuna kanaat getirerek Müslüman olmuştu.
Fakat, Müslümanlığını gizli tutmakta idi.
Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh Müslümanlıktan dönüp Mekke´ye kaçınca, daha evine girmeden, Cebrin Müslüman olduğunu efendilerine haber vermiş; onlar da, Cebr´i işkencenin en ağırına uğratarak, söyletmek istediklerini zorla söyletmişler, onu Müslümanlıktan döndürmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´yi fethettiği zaman, Cebr gelip başından geçenleri Peygamberimiz Aleyhisselama anlattı ve buna da Abdullah b. Sa´d b. Ebi Serh´in sebeb olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Cebr´i efendilerinden satın alıp azad etti. Kendisini Benî Âmirlerden şerefli bir kadınla da evlendirdi. Kendisine geçimlik de verdi.[1259]
Peygamberimiz Aleyhisselama Sa´d b. Bekrlerden Bir Kadının Hediye Olarak Süt ve Keş Peyniri Getirişi
Ashabdan Ebu Husayn der ki:
"Peygamber Aleyhisselamın Ebtah´ta bulunduğu sırada, Sa´d b. Bekr kadınlarından birisi-ki, sütteyzesi veya süthalası idi-içi süt dolu bir tulumla bir dağarcık keş peyniri getirdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girip kendisinin kimlerden olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu tanıdı ve kendisini İslâmiyete davet etti.
Kadın hemen Müslüman oldu, Peygamber Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun hediyesinin kabul olunmasını emretti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sütannesi Halime Hatun hakkında ona sorular sordu, vefat etmiş olduğunu öğrenince, gözleri yaşla doldu. Sütteyzeye veya halaya:
"Onlardan, sağ olan kim var " diye sordu.
"Onlardan, sütkardeşin iki erkekle iki kız var!
Kendileri, vallahi, senin ihsanına ve akrabalık hakkını gözetmene muhtaç durumdadırlar.
Kendilerinin sığındıkları, güvendikleri kişileri ölüp gitti" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Nerede öldü " diye sordu.
Kadın:
"Evtas bumunda!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam; bu sütteyze veya süthalaya elbise giydirilmesini ve kendisine hevdeçli bir deve ile 200 dirhem gümüş para verilmesini ilgililere emretti.
Bu sütteyze veya süthala kadın, dönüp giderken:
"Vallahi, sen alınıp büyütülmüş olan ne iyi çocuktun!
Büyüdüğün zaman da, ne mübarek, ne iyi bir zâtsın!" diyordu.[1260]
Peygamberimiz Aleyhisselama İçmesi İçin Üzüm Şırası Getirilişi
Ashabdan Muttalib b. Ebi Vedâa der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, yazın çok sıcak bir gününde, Beytullah´ı tavaf ediyordu. Susadı ve su istedi.
Bir adam:
´Yâ Rasûlallah! Yanımızda, şu kuru üzümden, köpüklenmiş üzüm şırası (müselles) var! Sana onu getirip içirsem olur mu 1 diye sordu.
Peygamber Aleyhisselam:
´Olur!1 buyurdu.
Adam hemen evine haber salıp onu büyük bir sürahi ile getirtti.
Onu sunduğumuzda, Peygamber Aleyhisselam onda ağır bir koku duydu ve hiç hoşlanmayıp geri verdi.
İçmek için, su getirtti.
Sonra, yine su istedi. Kendisine Zemzem getirildi. Onu başının üzerine döktü. Zemzem suyunun iki yanından aktığını gördüm. Ondan ihtiyacı kadar da içtikten sonra:
´Kim içeceği şeyden şüphelenirse, onu suyu ile birlikte kırsın, atsın!" buyurdu."[1261]
Peygamberimiz Aleyhisselama Sakîfli Bir Dostu Tarafından Hamr (Şarap) Hediye Edilmek İstenilişi
Abdullah b. Abbas derki:
"Resûlullah Aleyhisselama, Sakffli bir dostu, bir kırba hamr (şarap) getirip hediye etmişti.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
´Yüce Allah´ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun !´ buyurdu.
Adam uşağının yanına vardı ve:
´Bunu Hazvere çarşısına götürüp sat!´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
´Uşağına ne emrettin ´ diye sordu.
Adam:
´Hamn (şarabı) satmasını emrettim´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Onun içilmesi haram edildiği gibi, satılması da haram edilmiştir´ buyurdu."[1262]
Mekke´nin Fethinde Haram Kılınan, Yasaklanan Şeyler
Cabir b. Abdullah´ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Fetih yılında, Mekke´de:
"Hiç şüphe yok ki; Allah ve Resûlü hamrı (şarabı),
Lâşeyi,
Domuzu,
Putları satmayı haram kıldı!" buyurmuştur.
"Yâ Rasûlallah! Ölü hayvanların iç yağlarının hükmünden bize haber ver.
Çünkü, onlarla gemiler boyanıyor, deriler yağlanıyor. Halk onlardan kandil yakıyor" denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! O da haramdır.
Allah Yahudilerin belâsını versin!
Allah kendilerine ölü hayvanların iç yağlarını haram kılınca, onu erittikten sonra satıp, parasını yediler!" buyurdu.[1263]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´nin fethinde kadınlarla müfa suretiyle belirli ve kısa bir süre için evlenmeyi de yasakladı.[1264]
Soylu Bir Kadının Hırsızlık Suçundan Dolayı Elinin Kesilişi
Kureyşîlerin Mahzum oğullarına mensup bir kadın, nasılsa, bir hırsızlık yapmıştı.
Kadının aile halkı, elinin kesileceğinden korkarak, Üsâme b. Zeyd´e başvurup, kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselam katında şefaatçi olmasını dilediler.
Üsâme durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzedip kadının bağışlanmasını dileyince, Peygamberimiz Aleyhisselamın rengi değişti ve:
"Sen kötülükleri önlemek üzere Allah´ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affı hakkında mı benimle konuşuyorsun !" buyurdu.
Üsâme:
"Yâ Rasûlallah! Bu uygunsuz davranışımdan dolayı, Allah´tan yarlıganmamı dile!" dedi.
Akşam olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp Allah´a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulundu ve:
"Bundan sonra derim ki: Sizden önceki insanları helak eden, ancak, onların içlerinden şerefli ve soylu birisi hırsızlık ettiği zaman onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zayıf biri hırsızlık edince de onun hakkında ceza uygulamaları idi.
Muhammed´in varlığı Kudret Elinde olan Allah´a yemin ederim ki; Fâtıma binti Muhammed hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak, onun da elini keserdim!" buyurdu.
Sonra da emretti, o kadının eli kesildi.
Bunun üzerine, kadın güzelce tevbe etti ve evlendi de.
Kadın, bundan sonra, Hz. Âişe´nin yanına gelir gider, o da onun ihtiyacını Peygamberimiz Aleyhisselama arzederdi.[1265]
Fetih Müyesser Olursa Beytü´l-Makdis (Kudüs)´te Namaz Kılmayı Adamanın Hükmü
Fetih günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına biri geldi:
"Allah bana Mekke´nin fethini nasip ederse Beytü´l-Makdis (Kudüs)te namaz kılmayı adadım! " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte şurada kılman, daha faziletlidir!" buyurdu.
Adamcağız sözünü, sorusunu üç kere tekrarlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; işte şurada kılınacak namaz, başka beldelerde kılınacak bin namazdan efdal ve üstündür!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne de:
"Yâ Rasûlallah! Ben de, eğer Allah bana Mekke´nin fethini nasip ederse, Beytü´l-Makdis´te namaz kılmayı kendime borç bilmiştim" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Senin buna gücün yetmez. Seninle oranın arasına Rumlar girmiştir!" buyurdu.
Hz. Meymûne:
"Ben de, önümde, arkamda, koruyucularla giderim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen buna güç yeti rem ezzsin!
Fakat, hayrına, Beytü´l-Makdis kandilinde yanmak üzere zeytinyağı gönder!
Böylece, oraya gidip namaz kılmış olursun!" buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Meymûne heryıl kendi parasıyla zeytinyağı satın alır, Beytü´l-Makdis kandilinde yanmak üzere, bunu Beytü´l-Makdis´e gönderirdi.
Vefet edeceği zaman da, bunu vasiyet etmişti.[1266]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´de Kaldığı Müddetçe Namazlarını Seferî Olarak Kıldığı, Kıldırdığı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´de Hacun´daki çadırında kalmakta ve herzaman için Mescid-i Haram´a gidip gelmekte idi.[1267]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´de kaldığı müddetçe de, dörtrekatlı farzları seferî olarak, kısaltıp ikişer rekat kılmış ve kıldırmıştır.[1268]
Saîd b. Saîd´in Mekke Çarşısı Müfettişliğine Tayin Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mekke´yi fethettiği zaman, Saîd b. Saîd b. As´ı Mekke çarşısına müfettiş olarak tayin etti.[1269]
Mekke Harem Sınırı ve Sınır Taşları
Rivayete göre; Âdem Aleyhisselam Cennetten yeryüzüne indirilince, şeytanın setrinden korkmaya başlamış ve Allah´a sığınmıştı.
Bunun üzerine, Yüce Allah ona koruyucu melekler göndermiş, bu melekler Mekke´yi her tarafından kuşatın ı şiardı.
Melekler Mekke´nin çevrelerinde nerelerinde durmuşlarsa, Yüce Allah oraları Mekke´nin Harem sının yapmıştır.[1270]
Mekke Hareminin Sınırı:
1. Medine yolu tarafından, Ten´im yakınındaki Benî Gitarların evlerine kadar üç mildir. [1271]
Ten´im; Mekke-Medine yolunun batı tarafındadır.
Bu yoldaki Harem sınır taşları, Zâtü´l-hanzal diye anılan dağ yolunun başındadır. Bu sınırın ön tarafı Harem, arka tarafı ise Hill´dir, yani Harem dışıdır.[1272]
2. Yemen yolu tarafından, Libn tepesindeki Edâetü´l-Libn´e kadar yedi mildir.[1273]
Edâetü´l-Libn; Tihâme tarafında, Yemen yolundadır.
Burada, sınır taşlan, Gurab dağı üzerindedir.
Dağın yansı Harem, yarısı Hill´dir, harem dışıdır.[1274]
3. Cidde yolu tarafından el-A´şâş´a kadar on mildir.[1275]
Cidde yolundaki Hudeybiye Harem sınır taşları A´şâş´a kadar uzanır.
A´şâş´tan önceki Batn-ı Mer üzerindeki saha Harem dışında ve Müreyr üzerine bakan bölge Harem içinde kalır.[1276]
4. Tâif yolu tarafından Arafat yolu üzerindeki Batn-ı Nemireye kadar onbir mildir.
5. Irak yolu tarafından Makta´ dağındaki Seniyetü´l-hal´e kadar yedi mildir.[1277]
Makta´, Necd ve Irak yolunda olup, Harem sınır taşları Harem´e dayanan Seniyetü´l-hal´in başındadır.[1278]
6. Ci´râne yolu tarafından Abdullah b. Halid b. Esîdlerin Şı´b´ına kadar dokuz mildir.[1279]
Mekke Hareminin sinirtaşlarını ilk önce diken, İbrahim Aleyhisselamdı.
Ona, bu taşların dikileceği yerleri de, Cebrail Aleyhisselam göstermişti.[1280]
Yüce Allah´ın emriyle Kabe´yi yapma işini tamamladıktan sonra, İbrahim Aleyhisselamla İsmail Aleyhisselam, kendilerine hac amellerini göstermesi için, Allah´a yalvardılar (Bakara: 128).
Cebrail Aleyhisselam, gelip İbrahim Aleyhisselam a hac amellerini gösterdi.
Haremin sınırlan üzerinde durdu ve o sınırlarda İbrahim Aleyhisselamı da durdurdu.
İbrahim Aleyhisselam, durduğu yerlere taşlar dizdi, işaretler koydu ve üzerlerine toprak çekti.
İsmail Aleyhisselamın koyunları bu Harem sınırlan içinde otlarlar, yayılırlar, Harem sının dışına çıkmazlar, Harem´in her tarafından yayıla yayıla sınırların sonuna vardıkları zaman, oradan topluca geri dönerlerdi.[1281]
Harem sınır taşlarını ilk defa onaran ve yenileyen de, İsmail Aleyhisselam idi.[1282]
Peygamberimiz Aleyhisselamın dedelerinden Kusayy´ın zamanına kadar, Harem taşları yerlerinden kımıldatılmadı.
İsmail Aleyhisselamdan sonra Harem sınır taşlarını onaran ve yenileyen, Kusayy olmuştur.[1283]
Kureyş Müşriklerinin Harem Sınır Taşlarını Söktükten Sonra Yerine Koymaları
Musa b. Ukbe´nin bildirdiğine göre; Kuneyş müşrikleri Harem sınır taşlarını söktüler.
Müşriklerin bu davranışları Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına gitti.
Cebrail Aleyhisselam gelerek, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Muhammedi Kureyşîlerin Harem sınır taşlarını sökmeleri her halde sana çok ağır geldi" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" dedi.
Cebrail Aleyhisselam:
"Amma, onlar bu sınır taşlarını yerlerine tekrar dikeceklerdir" dedi.
Çok geçmeden, Kureyş kabilesinden bir adamın bu işi bahis konusu ettiği, arkasından aynı kabileden bir adamın daha çıkıp bunu konuştuğu ve sonunda, Kureyş kabilelerinden birçok kimselerin bu işi konuşmaya başladıkları görüldü.
Hatta, içlerinden biri, onlara:
"Allah sizi Harem sayesinde aziz ve şerefli kılmış, tecavüzlerden korumuştu.
Siz ise, onun sınır taşlarını yerinden söküp çıkardınız!
Şimdi, Araplar sizi kapacaklardır!" dedi.
Meclislerde bunu konuşa konuşa sabahladılar.
Harem sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler.
Bunun üzerine, Cebrail Aleyhisselam gelip Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Muhammedi Kureyşîler Harem sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Cebrail! Taşları tam yerlerine dikebildiler mi " diye sordu.
Cebrail Aleyhisselam:
"Onların Harem sınır taşlarından diktikleri her bir taşı, yerlerine, kendileri değil, birer melek eliyle koydular!" dedi.[1284]
Mekke fethedildikten sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselam, Temim b. Esed el-Huzâ yi göndererek, H arem sınır taşlarını onartıp yenilettirdi.[1285]
Mekke Çevresindeki Putların Yok Edilmeleri İçin Birlikler Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke´yi fethettikten sonra, Ramazan´ın yirmisine rastlayan Cuma günü, her tarafa askerî birlikler gönderdi ve İslâmiyete uymayan herşeyi değiştirmelerini onlara emretti.
1. Hişam b. Âs, 200 kişilik bir birlikle Yelemlem taraflarına,
2. Halid b. Saîd b. As, 300 kişilik bir birlikle Ürene taraflarına,
3. Halid b. Velid, arkadaşlarından 30 kişilik bir süvari birliğiyle Uzzâ putuna gitti.[1286]
Uzzâ; Nahle´de, üç semüre (sakız) ağacından veya büyük dikili ağaçtan ibaret idi.[1287] Uzzâ´nın yanında da, Gatafanların taptıkları bir put bulunuyordu. [1288]
Uzzâ´nın üzerine, birde ev yapılmıştı. Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcıları orada otururlardı.[1289]
Araplardan, Mekke´de oturup da Uzzâ´ya, sonra Lât´a, sonra Menat´a tapmayan yoktu.[1290] Kureyşîlere göre; putların en büyüğü Uzzâ, sonra Lât, sonra Menattı.[1291]
Rivayete göre; bunların her birinde bir şeytan bulunur, kapıcı ve bakıcılarına görünür ve onlarla konuşurdu.[1292]
Halkı Uzzâ´ya tapmaya davet edenler; Amrb. Rebia ve Haris b. Ka´b adındaki kişilerdi.
Amr b. Rebia, halka:
"Taif serin olduğu için Rabbiniz Taifteki Lâfta yazlar, Tihâme sıcak olduğu için de Nahle´deki Uzzâ´da kışlar!" derdi.
Uzzâ´ya tapmayı ilk benimseyen ve Kureyşîlere benimseten de, Amr b. Luhayy idi.[1293]
Kendisi, kâhindi, cinle ilişkisi vardı.[1294]
Uzzâ; Kureyşîlerle Beni Kinane ve Huzâaların ve bütün Mudarların Nahle bölgesindeki tapınakları idi.[1295]
Benî Nasr, Cüşem, Sa´d b. Bekrier,[1296] Ganiyy ve Bâhileler de Uzzâ´ya taparlardı.[1297]
Bununla beraber, Kabe´yi, tapınakların hepsinden üstün tutarlardı. Çünkü, onun Allah dostu İbrahim´in mabedi ve mescidi olduğunu bilirlerdi.[1298]
Araplar, hac amellerini tamamladıkları ve Kabe´yi tavaf ettikleri zaman, Uzzâ´ya gidip onu da tavaf etmedikçe ihramdan çıkmazlar, onun yanında bir gün itikâfa girerler ve ihramdan öyle çıkarlardı.[1299]
Uzzâ´nın kapıcıları ve bakıcıları Süleymlerden Şeyban oğulları olup, kendileri Hâşim oğullarının müttefiki idiler.[1300]
Şeyban oğullarından son kapıcı ve bakıcı da, Dubay´a b. Haremiyyü´s-Sülemî idi.
Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselamı peygamber gönderip putlara tapmayı yeren âyetler indirerek putperestliği yasaklayıncaya kadar, Uzzâ´ya tapılmaktan geri durulmadı.
Uzzâ´ya dil uzatılması, Kureyş müşriklerinin çok ağırlarına gitti.
Ebu Uhayha Saîd b. Âs b. Ümeyye, ölümüyle sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, Ebu Leheb b. Abdulmuttalib onu ziyarete varmış ve ağlar bulmuştu.
Kendisine:
"Ey Ebu Uhayha! Ne diye ağlıyorsun Yoksa, öleceğine mi ağlıyorsun Ölmekten kurtulunmaz ki " deyince, Ebu Uhayha:
"Hayır! Ben öleceğime ağlamıyorum! Fakat, benden sonra Uzzâ´ya tapılmayacağından korkuyor ve buna üzülüyorum!" demişti.
Ebu Leheb:
"Vallahi, Uzzâya senin sağlığından dolayı tapılmıyordu ki, senin ölümünden sonra ona tapılmak bırakılsın!" dedi.
Bunun üzerine, Ebu Uhayha:
"Şimdi anladım ki; benim yerimi tutacak birisi var!" dedi.
Ebu Leheb´in Uzzâ´ya son derecedeki bu bağlılığı ve tapma tutkusu, kendisinin çok hoşuna gitti.
Ebu Leheb Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcısı Eflah b. Nadrü´s-Sülemî´yi de ölüm döşeğinde ziyaret edip kendisini üzgün görünce:
"Ben seni niye çok üzgün görüyorum " demişti.
Eflah:
"Benim ölümümden sonra Uzzâ´ya hizmet edilmemesinden, bakılmamasından korkuyor ve üzülüyorum!" dedi.
Ebu Leheb, ona:
"Hiç üzülme! Senden sonra onun üzerine ben bulunur, onu görür, gözetirim!" diyerek söz verdi.
Bunun üzerine, Ebu Leheb, her kime rastlarsa:
"Eğer Uzzâ Muhammed´e ve dâvasına galebe çalarsa, ben bir elimi onun üzerinde bulunduruyorumdur!
Eğer Muhammed Uzzâ´ya galebe çalarsa-ki, galebe çalacağını hiç sanmıyorum-kendisi kardeşimin oğludur, beni sayar!" diye propaganda yapmaya başlamıştı.[1301]
Uzzâ, Hüzeyllerin Mekke´ye iki gecelik uzaklıktaki Nahletü´ş-Şâmiye vadisinde bulunuyordu.[1302]
Halid b. Velid´in Uzzâ Putunu Kesişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´i Uzzâ´ya göndereceği zaman, ona:
"Nahle vadisine git! Orada yanyana üç semüre ağacı bulacaksın! Onlardan birincisini kes!" buyurdu.[1303]
Halid b. Velid, yanına arkadaşlarından otuz süvari alarak Nahle´ye gitti.[1304]
İlk ağacı kesti. Oradaki putu kırdı. Mal anbarını da yaktı.[1305]
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.[1306]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´e:
"Yıktin mı " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Evet yâ Rasûlallah!" dedi.[1307]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Birşey gördün mü " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Hayır! Birşey görmedim!" dedi.[1308]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, sen onu daha yıkamamışsın! Ona geri dön![1309] İkincisini de kes![1310] Yık onu da!" buyurdu.
Halid b. Velid, öfkeli bir halde geri dönüp Uzzâ´nın yanına vardı. Kılıcını sıyırdı.[1311]
Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcısı Dubay´a, Halid b. Velid´in geldiğini işitince, Uzzâ´nın üzerine bir kılıç asarak kendisi dağa çıktı.[1312]
O sırada, kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık,[1313] elleri boynunda, dişlerini gıcır-datan[1314] bir kadın Halid b. Velid´in karşısına birden dikiliverince, Halid b. Velid´in sırtının tüyleri ürperdi.[1315]
Uzzâ´nın kapıcısı ve bakıcısı ise, Halid b. Velid´e bakarak:
"Ey Uzzâ! Haydi, yalan çıkarma! En şiddetli bir saldırışla Halid´in üzerine saldır! Başörtünü at ve cemren!
Ey Uzzâ! Eğersen bugün Halid´i öldürmezsen, zelil olarak geri dönecek ve Nasranîleştirileceksin!" diye bağırıyordu.[1316]
Halid b. Velid, kılıcını sıyırmış olduğu halde, ona doğru vardı ve:
"Ey Uzzâ! Seni tanımak yok! Tenzih ve tasdik etmek de yok! Allah´ın seni alçalünış olduğunu görüyorum!" diyerek kılıçla vurup şeytan karıyı ikiye böldü.[1317]
O zaman, o, kapkara bir kül haline geldi.
Halid b. Velid, Uzzâ ağacını da kesti.
Uzzâ´nın kapıcı ve bakıcısını da öldürdü.[1318]
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü. Olan bitenleri haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! İşte o, Uzzâ´dır![1319]
Uzzâ, artık ülkenizde kendisine tapılmaktan temelli olarak umudunu kesmiştir.[1320]
Bundan, sonra, Araplar için Uzzâ yoktur! Ona hiç tapılmayacaktir!" buyurdu.[1321]
Halid b. Velid:
"Ey Allah´ın Resûlü! Haıınd olsun O Allah´a ki, bize İslâmiyet gibi yüce bir dini ikram ve ihsan etti de, bizleri helak olmaktan kurtardı. Ben, babamın yüz deve ve koyun içinden en iyisini seçerek götürüp Uzzâ için kestiğini ve onun yanında üç gün kaldıktan sonra sevine sevine yanımıza döndüğünü görürdüm.
Babamın hayatını tüketmiş ve ölüp gitmiş olduğu bu görüş ve inanışa, işitmez, görmez, zarar ve yarar vermez birtaş, ağaç parçası için kurbanlar keserek nasıl aldanmış olduğuna bakıyorum da, şaşıyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, hiç şüphesiz, Allah´a ait bir iştir.
Onun doğru yolu kolaylaştırdığı kimse doğru yolu bulur, sapkınlığı kolaylaştırdığı kimse de sapkınlık içinde kalır!" buyurdu.[1322]
Uzzâ´nın yıktırılması hadisesi, Hicreti 8. yılında, Ramazan´ın bitmesine beş gece kala vuku bulmuştur.[1323]
Amr b. Âs´ın Süva´ Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke´nin fethinden sonra, Mekke çevresindeki bölgelerde bulunan putları yıkıp ortadan kaldırmak, İslâmiyete aykırı herşeyi değiştirmek üzere her tarafa askerî birlikler gönderdiği sırada,[1324] Amr b. Âs´ı da Hüzeyllerin putu olan S Cıva´ı yıkmaya göndermişti.[1325]
Süva1; Amr b. Luhayy´ın Cidde sahilinde bularak getirdiği ve Arapları tapmaya davet ettiği beş puttan birisi olup, Amr b. Luhayy onu Mudar b. Nizâr soyundan, davetini kabul eden Haris b. Temimü´l-HüzelPye vermişti.
Süva1, Nahle vadisinde, Ruhatta idi.[1326]
Ruhat; Yenbu1 bölgesinde, Medine mülhakatından bir yerdir.[1327]
Yenbu1 da, Mekke ile Medine arasındadır.[1328]
Süva´ın kapıcı ve bakıcısı Benî Lihyanlardandı.[1329]
Süva´ın kapıcı ve bakıcısının Hüzeyllerin Sahile oğullarından olduğu da rivayet edilir.
Si^/a´ putuna, Benî Kinanelerle Hüzeyller, Müzeyneler ve Amr b. Kays b. Ayl anlar taparlardı.[1330]
Süva1 putunun bulunduğu yer, Mekke´ye üç mil uzaklıkta idi.[1331]
Amr b. Âs der ki:
"Süva´ putunun yanına kadar vardım. Yanında, kapıcı ve bakıcısı bulunuyordu.
Bana:
´Ne istiyorsun ´ diye sordu.[1332]
Ona:
´Süva´ı yıkmak istiyorum!´ dedim.
Bana:
´Onu yıkmak senin neyine gerek ´ dedi.[1333]
Ona:
´Süva´ı yıkmamı[1334] bana Resûlullah Aleyhisselam emretti!´dedim.
Bana:
´Onu yıkmaya senin gücün yetmez!´ dedi.
Ona:
´Ne için gücüm yetmez ´ diye sordum.
Bana:
´O, senden kolayca korunur ve savunur!´ dedi.
Ona:
´Yazıklar olsun sana ki, hâlâ bâtıl ve boş şeylerle oyalanıp durmaktasın! Bu put işitir veya görür mü hiç ´ dedim, ve yanına yaklaşıp onu kırdım.
Arkadaşlarıma da emrettim: Süva´ın mal deposunu yıktılar, ama onun içinde birşey bulamadılar.
Bakıcıya:
´Nasıl, gözünle de gördün mü ´ dedim.
Bakıcı:
´Ben Allah´a boyun eğdim, Müslüman oldum!´ dedi."[1335]
Sa´d b. Zeyd el-Eşhelî´nin Menat Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Fetihten sonra Mekke çevresindeki ülkelerde bulunan putları yıkıp ortadan kaldırmak ve İslâmiyete aykırı şeyleri değiştirmek üzere her tarafa askerî birlikler gönderdiği sırada.[1336] Sa´d b. Zeyd el-Eşhelî´yi de, Müşellel´de bulunan Menat putunu yıkmaya göndermişti.[1337]
Menat; Evs ve Hazrec kabileleri ile Yesrib (Medine) halkından bunların dinine bağlı olanların putu olup, Kudeyd nahiyesinde, Müşellel´de dikili idi.[1338]
Müşellel; Mekke ile Medine arasında, deniz sahilinde, Kudeyd´e kadar uzanan bir dağ olup,[1339] Medine´ye uzaklığı yedi mildir.[1340]
Menat´ı ilk diken, Amr b. Luhayy idi.
Menat, Kudeyd´de, Hüzeyllere ait bir kaya idi.[1341]
Menat, putların hepsinin en eskisi olup, onu Araplar mâbud edinmişlerdi.
Çocuklarına; Abdi Menat, Zeydi Menat gibi adlar takarlardı.
Hemen bütün Araplar, Menat´a tazimde bulunurlar ve onun çevresinde kurbanlar keserlerdi.
Evs ve Hazreclerle Mekke ve Medine´ye gelenler, yakın yerde bulunanlar da, Menat´a tazim ederler, ona kurbanlar keserlerdi, hediyeler sunarlardı.
Yalnız, Maadd´ın evladları, İsmail Aleyhisselamın dininden kalanlara; Rebia ve Mudarlarda, kendi dinlerinden kalanlara bağlı kalmışlardır.
Menat´a, Evs ve Hazrecler kadar sarılan ve tazimde bulunan bir cemaat yoktu.[1342]
Menat, Ezd kabilesiyle Gassan kabilesinin de putu idi.
Bu kabileler Menafi ziyaret ederler, ona tazimde bulunurlardı.[1343]
Sa´d b. Hüzeym ve Kudâalarda Menat´a taparlardı.[1344]
Evs ve Hazreclerle Medinelilerden ve başkalarından bunların dininde bulunanlar, haccederler, halk ile birlikte bütün vakfeleri yaparlar, fakat başlarını tıraş ettiremezlerdi.
Hacdan dağıldıkları zaman, Menat´a giderek başlarını onun yanında tıraş ettirirler, onun yanında kalırlar, böyle yapmadıkça, haclarını tamamlanmış saymazlardı.[1345]
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı, Ezd kabilesinden Gatarif idi.[1346]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´d b. Zeyd´i, 20 süvari ile birlikte, bu Menat´ı yıkmaya gönderdi.[1347]
Menat´ı yıkmaya gidenlerin başında, Hz. Ali´nin[1348] veya Ebu Süfyan b. Harb´in gönderildiği de rivayet edilir.[1349]
Sa´d b. Zeyd, Menat´ın yanına kadar vardı.
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı, Sa´d´a:
"Ne yapmak istiyorsun " diye sordu.
Sa´d:
"Menat´ı yıkmak istiyorum!" dedi.
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı:
"Sen bunu yapabilecek misin !" dedi.
Sa´d b. Zeyd Menata doğru varınca, Menat´tan, kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık bir karı çıkıp göğsünü dövmeye ve bağırmaya başladı!
Menat´ın kapıcı ve bakıcısı, ona:
"Menat´ı yanına al da, sana karşı gelenleri parçala!" dedi.
Sa´d b. Zeyd, kılıçla vurup kara karıyı öldürdü. Arkadaşlarıyla da, varıp Menat´ı da yıktılar.
Menat´ın mal deposunda birşey bulamadılar.
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndüler.
Bu hadise, Ramazan´ın bitmesine altı gün kala vuku bulmuştur.[1350]
Amr b. Selimetü´l-Cermî´nin Müslüman ve Küçük Yaşta Kavminin İmamı Oluşu
Amr b. Selimetü´l-Cermî der ki:
"Biz, halkın yol uğrağı olan[1351] bir su başında[1352] bulunuyorduk. Gelen geçen kervanlar,[1353] Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönen insanlar bize uğrarlardı.[1354]
Biz de, onlara:
´Ne oluyor insanlara Ne oluyor insanlara Ne yapıyor şu zât [1355] Ne oldu şu iş 1 diye sorardık.[1356]
Onlar da:
Kendisini Allah´ın peygamber olarak gönderdiği ve kendisine şu şu âyet veya sûreleri vahyettiği söyleniyor!1 derlerdi.[1357]
Ben de, onların yanına sokulur.[1358] o kelamları (Kur´ân-ı Kerîm âyet veya sûrelerini)[1359] dinler,[1360] ezberlerdim.[1361]
Onlardan, dinleyip de ezberlemediğim yoktu.
Böylece, Kur´ârvı Kerîm´den pek çok âyet ve sûreleri ezberlemiştim.[1362]
Sanki, onlar kalbime yapışmış bulunuyordu.[1363]
Arap kabileleri halkı, Müslüman olmak için, Mekke´nin fethini bekliyorlar ve:
´Onu kavmi olan Kureyşîlerle başbaşa bırakınız!
Eğer o kavmine galebe çalarsa, kendisi, hiç şüphesiz, gerçekten peygamberdir!´ diyorlardı.
Mekke, fâtihleri tarafından fethedilince, bütün Arap cemaatleri Müslüman olmaya koşuştular.[1364]
Temsilci olarak bir adam geliyorve:
´Yâ Rasûlallah! Ben filan oğullarının elçisi ve temsilcisiyim. Müslüman olmak için sana geldim!´ diyordu.[1365]
Babam Selime de, kavmimle birlikte, Müslüman olmaya koştu.[1366] Allah´ın oturmasını dilediği kadar, Resûlullahın yanında oturdu.[1367]
Sonra da:
´Bize namazı kim kıldıracak ´ diye sordular.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Sizin Kur´ân´ı en çok bileniniz size imamlık etsin, namazınızı kaldırsın!´ buyurdu.[1368]
Babam, Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönüp gelince, kabile halkına:
´Vallahi, ben size gerçekten peygamber olan bir zâtın yanından geliyorum[1369] ki, o, şöyle şöyle yapmanızı size emrediyor, şundan şundan da sizi nehyediyor.[1370]
´Filan namazı şu vakitte, filan namazı şu vakitte kılacaksınız! Namaz vakti gelince, biriniz ezan okusun ve Kur´ân´ı en çok bileniniz de, size imamlık etsin!´ buyurdu´ dedi.
Kabile halkı, baktılar İçlerinde Kur´ân´ı benden çok bilen bir kimse bulamadılar.
Çünkü, ben, Kur´ân´ı, uğrayan kervan halkından dinleyip ezberlemiş bulunuyordum.[1371] Bunun için, kabile halkı beni önlerine, imamlığa geçirdiler.
Halbuki, ben o zaman altı-yedi yaşlarında idim.
Üzerimde de, elbise olarak yalnız bir bürde, bürgü vardı.
Rükûa veya secdeye vardığım zaman, yukarı toplanıp edeb yerim açılırdı.
Kabilemizden, yaşlı bir kadın, bu hali görünce:
´(Kur´ân okuyucunuzun, imamınızın) ud, edeb yerini bize örtülü tutmayacak mısınız !´ dedi.
Bunun üzerine, satın aldıkları Bahreyn kumaşından, bana bir gömlek (cübbe) biçip diktiler.
Ben, buna sevindiğim kadar, hiçbir şeye sevinmemişimdir!"[1372]
Halid b. Velid´in Benî Cezîmelere Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Allah´a imana davet etmek üzere, Mekke çevresindeki bazı kabilelere askerî birlikler göndermişti.[1373]
Halid b. Velid, Uzzâ´yı yıkıp Mekke´ye dönünce, Peygamberimiz Aleyhisselam onu da Muhacirler ile Ensarve Benî Süleymden 350 kişilik askerî bir birliğin başına geçirerek Benî Cezîmelere gönderdi.[1374]
Halid b. Velid onları sadece İslâmiyete davetle iktifa edecek, çarpışma yapmayacaktı.[1375]
Benî Cezîme b. Âmir b. Abdi Menat b. Kinaneler.[1376] Mekke´nin aşağı tarafında, bir gecelik uzaklıktaki Yelemi em nahiyesinde,[1377] Gumeysâ diye anılan sularının başında oturmakta idiler.[1378]
Halid b. Velid, askerleriyle birlikte Benî Cezîmelerin yurduna vanp dayandı.[1379]
Benî Cezîmeler, Müslümanları görünce, silahlandılar.[1380] Çarpışmaya kalktılar, karşı koymanın en şiddetli siyle karşı koydular.
Halid b. Velid; ikindi, akşam ve yatsı namazlarına kadar bekledi.
Ezan sesi işitilmeyince, üzerlerine saldırdı. Onlardan, öldürülenler öldürüldü. Esir edilenler de esir edildiler.
Benî Cezîmeler, sonradan, kendilerinin Müslüman olduklarını iddia ettiler.[1381]
Abdullah b. Ebi Hadrad der ki:
"Gumeysâ günü, Benî Cezîmelere baskın yapıldığı sırada, süvarilerin arasında ve Halid b. Velid´in yanında idim.
Onlardan bir adamla karşılaştık. Adamın yanında da bir kadın vardı.
Adam, kadından dolayı çarpışarak, onu dağa çıkardı.
Başka bir adamla karşılaştık. Onun yanında da bir kadın bulunuyordu.
Adam, kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkarmayı başardı.
Halid b. Velid:
´Artık onların ardına düşmeyiniz!´ dedi.[1382]
Müslümanlar, hevdeçli develer üzerindeki kadınları genç bir adamın dağa doğru çekip götürdüğünü görmüşlerdi.
Halid b. Velid:
´Şunlara yetişiniz!´ diye emretti.
Müslümanlardan bazıları, onların ardına düştüler ve onlara yetiştiler.
Genç adam, Müslümanları görünce, yolda durdu."[1383]
Müslümanlar kendisinin yanına varınca, recez söyleyerek Müslümanlarla çarpışmaya girişti. Hayli çarpıştıktan sonra, öldürüldü. Kadınlara yetişildi.
Müslümanlar, yine, önceki gibi bir delikanlı ile karşılaştılar.
Delikanlı, recez söyleyerek çarpışmaya başladı.
O da öldürüldü.
Müslümanlar, hevdecin içinde, parlak yüzlü, sararmış benizli, bitkin bir genç adam buldular.[1384]
Ona:
İslâm ol!" dediler.
Genç adam:
"İslâmiyet ne demektir " diye sordu.
İslâmiyetin ne olduğu, ona anlatıldı.
Kendisinin İsiâmiyetten hiç haberi olmadığı anlaşıldı.[1385]
Ona:
"Sen kâfir misin "´ diye sordular.[1386]
Genç adam:
"Sizin istediğinizi yapmazsam[1387] bana ne yapacağınızı öğrenebilir miyim " diye sordu.[1388]
Müslümanlar
"Kâfir isen,[1389] seni öldürürüz!" dediler.[1390]
"Siz bana bir iyilik yapsanız olmaz mı " diye sordu.
Müslümanlar
"Ne imiş o iyilik " dediler.
Genç adam:
"Beni, şu vadinin aşağısındaki hevdeçli kadınlara ulaştırdıktan sonra öldürünüz!" dedi.
Müslümanlar
"Olur! Öyle yapalım!" dediler.[1391]
Elleri bağlı genç, Abdullah b. Ebi Hadrad´a:
"Ey delikanlı!" diye seslendi. Kendisi, Abdullah b. Ebi Hadrad´la yaşıt gibi idi.
Abdullah b. Ebi Hadrad, ona:
"Benden ne istiyorsun " diye sordu.
Genç adam:
"Sen ellerimin bağını çözsen, beni şu kadınların yanına kadar götürsen de, onlarla olan işimi bitirdikten sonra beni geri çevirip yapmak istediğinizi yapsanız olmaz mı " dedi.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Vallahi, senin istediğin şey kolaydır!" diyerek, hemen ellerini çözüp onu kadınların yanına götürdü.
Genç adam, kadınların yanında durdu[1392] ve:
"Selamlarım seni Hubeyş![1393] Artik, tükendi, bitti yaşayış! Benim suçum yok!" dedi[1394] ve ona bir şiir söyledi.[1395]
Kadın:
"Sana da, yedi, sekiz, dokuz, on kere selamlar olsun ve bu selamlar tek çift olarak uzayıp gitsin!" dedi.[1396]
Bundan sonra, genç adamın boynu vuruldu.
Kadın, gelip onun cesedinin üzerine kapandı, onu öpmeye başladı! [1397]
Kadın, bir-iki kere hıçkırdıktan sonra, orada can verdi.
Müslümanlar Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip bu hadiseyi anlattıkları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İçinizde, hiç mi bir merhametli adam yoktu !" buyurdu.[1398]
Rivayete göre; Benî Cezîmelere:
"İşte, bu gelen Halid b. Velid ve yanındakiler de Müslümanlardır!" denilmişti.[1399]
Halid b. Velid, Benî Cezîmelerden silaha sarılmış olanlara:
"Siz, nesiniz [1400] Müslüman mısınız,[1401] yoksa kâfir misiniz " diye sordu.[1402]
Benî Cezîmeler
"Eslemnâ! Müslüman olduk!" demeyi beceremediler de; [1403]
"Sabbe´nâ! Sebbe´nâ! Biz, bir dinden çıkıp diğer bir dine girdik!" dediler.[1404]
Başka rivayete göre:
"Biz Müslüman bir cemaatiz, namaz kılıp duruyoruz!
Muhammed´in peygamberliğini doğrulamış, meydanlarımızda mescidler yapmış bulunuyoruz, oralarda ezanlar da okuyoruz!" dediler.
Halid b. Velid:
"Ya üzerindeki silahlar ne oluyor " diye sordu.
Benî Cezîmeler
"Araplardan bir cemaatle aramızda düşmanlık vardır. Sizin onlar olduğunuzu sandık, korktuk![1405]
Kendimizi İslâmiyete karşı olanlardan koruyalım diye[1406] silahlarımızı üzerimize aldık!" dediler.[1407]
Halid b. Velid onların mazeretlerini kabul etmedi.[1408] Gerçekten Müslüman olduklarına kanaat getiremedi.[1409]
Onlara:
"Silahı, çarpışmayı bırakınız[1410] Tüm insanlar Müslüman olmuşlardır" dedi.[1411]
İçlerinden, Cahdem adındaki kişi:
"Yazıklar olsun size ey Cezîme oğulları! Vallahi, bu, Halid´dir![1412]
Muhammed, Müslüman olduğunu söyleyip duran bir kimseyi araştırmaz.
Halbuki, biz, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz.
Bu Halid, Müslümanlara yapılmak istenilmeyen şeyi bize yapmak istiyor!
O, silahlı iken bize yapamayacağı şeyi, bize esirlikte yapacak![1413]
Silahı bırakmanın arkasından esirlik gelecek,[1414] esiri iği n arkasından da[1415] kılıç,[1416] boyunların vurulması gelecek!
Vallahi, ben silahımı elimden hiçbir zaman bırakmam, teslim olmam!" dedi.[1417]
Benî Cezîmelerden bir kısmı Cahdem´in görüşünü benimsedilerve Halid b. Velid´e;
"Hayır! Vallahi, silahı bırakmanın sonu, ancak öldürülmektir!
Bizim ne sana, ne de yanındakilere güvenimiz vardır!" dediler.
Halid b. Velid:
"Teslim olmadıkça, sizin için eman yoktur!" dedi.[1418]
Benî Cezîmelerden bazıları ise, Cahdem´e:
"Ey Cahdem! Sen bizim kanlanmızın dökülmesini mi istiyorsun !
Halk teslim oldular ve silahlarını bıraktılar. Savaş bırakıldı. Halk emniyet ve selamete erdi.[1419]
Sana Allah´ı hatırlatırız! Bize aykırı davranma!" dediler.
Cahdem, kılıcı bırakmaktan kaçındı.
Cahdem´e:
"Biz Müslümanız. Halk teslim olmuştur.
Muhammed, Mekke´yi fethetmiş bulunuyor.
Halid´den ne diye korkacağız " dediler.
Cahdem:
"Amma vallahi, siz, bilmediğiniz, eskiden kalma hınç ve kinlerle tutulup cezalandırılacaksınız!" dedi.[1420]
Hep birden üzerine düşünce, Cahdem´e de silahını bıraktırdılar.[1421]
Benî Cezîmeler Halid b. Velid´in verdiği eman sözü üzerine silahlarını bırakınca,[1422] H alid b. Velid:
"Onları esir ediniz!" diye emir verdi.
Cahdem:
"Ey kavmim! O, Müslümanlardan bir kavmi esir etmek mi istiyor !
O, ancak, yapılmayacak birşeyi yapmak istiyor!
Artık herşey bitti.
Siz bana aykırı davrandınız, sözümü dinlemediniz.
Vallahi, onun yapacağı şey, kılıçtan geçirmektir!" dedi.[1423]
Benî Cezîmelerden bir kısmı teslim oldukları zaman, ötekileri etrafa dağılmışlardı.[1424]
Halid b. Velid, teslim olan Benî Cezimelerin ellerinin boyunlarına bağlanmasını emretti, bağlandı.[1425]
Elleri boyunlarına bağlanınca, kendileri, Müslümanlardan her birine, birer ikişer teslim edildi.[1426]
Cahdem, Halid b. Velid´in Benî Cezîmelere yaptığı muameleyi görünce:
"Ey BenîCezîme! Başınıza gelen şeyi ben size önceden haber vermiş, sizi uyarmıştım!" dedi.[1427]
Benî Cezîmeler, geceyi bağlanmış olarak geçirdiler.
Sabah vakti olunca, Müslümanlarla konuştular; namazlarını kıldıktan sonra, tekrar bağlandılar.
Bunun üzerine, Müslümanlar, aralarında anlaşmazlığa düştüler.
İçlerinden birisi:
"Biz onları esir etmek istemiyoruz.
Onları Peygamber Aleyhisselama götüreceğiz!"
Başka birisi:
"Bakalım sözümüzü dinleyecek mi " diyordu.
O sırada, Halid b. Velid:
"Herkes, yanındaki esirin kılıçla boynunu vursun!" diyerek seslendi.
Benî Süleymler, ellerindeki her esirin hemen boynunu vurdular.
Muhacirlerle Ensarise, kendilerine teslim edilmiş olan esirleri saldılar.
Ensardan Seleme der ki:
"Halid b. Velid´le birlikte bulunuyordum.
Elimdeki esiri salıp, kendisine:
´Nereyi istersen, oraya git!´ dedim.
Ensardan olanlarda, yanlarındaki esirleri saldılar, serbest bıraktılar."[1428]
Abdullah b. Ömer de:
"Halid, ´Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!´ diye seslenince:[1429]
´Vallahi, ben esirimi öldürmem! Arkadaşlarımdan olan kişiler de esirlerini öldürmezler!´ dedim.[1430] Esirimi hemen saldım!" demiştir.[1431]
Ebu Beşîrü´l-Mâzinî de, esiri ile aralarında geçeni şöyle anlatır:
"Benî Cezîmelerden yanımda bir esir bulunuyordu.
Halid b. Velid:
´Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!´ diyerek seslenince, boynunu vurmak için, kılıcımı sıyırdım.
Esir bana:
´Ey Ensârî kardeş! Sen bu işi kendiliğinden yapma! Kavmine bak!´ dedi.
Baktım ki; Ensar, esirlerini salmışlar!
Esirime:
´Haydi, sen de nereye istersen git!´ dedim.
Esir
´Allah sizi mübarek kılsın!
Fakat, bize sizden daha yakın olan kimseler [Benî Süleymler] bizi hiç acımadan öldürdüler!1 dedi.
Halid b. Velid, Muhacirlerle Ensarın esirleri salmalarına kızdı.
O zaman, Ebu Useydü´s-Sâidî, Halid b. Velid´e:
´Allah´tan kork! Vallahi biz Müslüman bir cemaati öldürmeyiz!´ dedi.
Halid b. Velid, ona:
´Sen onların Müslüman olduklarını ne biliyorsun ´ diye sordu.
Ebu Useydü´s-Sâidî:
´Onların Müslüman olduklarını söylediklerini işittik.
Şu mescidler de onların meydanlarında bulunuyor ya!´ dedi."[1432]
Ebu Katâde de:
"Seher vakti, Halid:
´Herkes, yanında olan esiri öldürsün!´ diye seslenince, esirimi saldım!
Halid´e:
´Allah´tan kork! Sen, bu davranışınla, ancak bir ölüşündür!
Bunlar, hiç şüphesiz, Müslüman bir cemaattirler!´ dedim.
Halid b. Velid:
´Ey Ebu Katâde! Senin onlar hakkında hiçbir bilgin yoktur!´ dedi.
Halid, onlar hakkında ancak içinde taşıdığı kin ve peşin hükme göre konuşmuştu" demiştir.[1433]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Cezimelere Yapılandan Üzüntü Duyuşu ve Allah a sığınışı
Beni Cezimilerden olup ölümden kurtulan bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek başlarına geleni Peygamberimiz Aleyhisselama haber verince[1434] Peygamberimiz Aleyhisselam ellerini havaya kaldırıp[1435] iki kere:[1436]
Allah ım! Halid b. Velid in yaptığı şeyden beri, uzak olduğumu Sana arzederim! Diyerek Allaha sığındı.[1437]
Sonra da:
Onu zorlayıp bundan vazgeçirecek bir kimse yok mu idi ! diye sordu.
Haberi getiren zât:
Evet vardı. Ak tenli, orta boylu bir adam ona karşı koydu.
Fakat, Halid onu azarladı, o da sustu.
Endamı düzgün olmayan, uzun boylu bir adam da ona karşı koymak istemişti dedi.
Hz. Ömer:
Ya Resûlallah! İlki benim oğlum, diğeri de Ebu Huzeyfe nin azadlısı Salim dir.! dedi.[1438]
Rivayete göre; Beni Cezimilerden öldürülenlerin sayısı otuza yakındı.[1439]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali yi çağırdı ve:
Ey Ali! Şu kavmin (Beni Cezimilerin) yanına git! İşlerini hallet! Cahiliye çağındaki davaları ayaklarının altına al, hükümsüz say. Buyurdu.[1440]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke fethedildiği zaman, Kureyşlilerden Abdullah b. Ebi Rebia ile Safvan b, Ümeyye ve Huvaytıb b. Abdulluzâ dan, ordu ihtiyacı için, ödünç olarak mühim miktarda para almıştı.[1441]
Hz. Ali, yanına bu paralardan mühim miktarda alarak, Beni Cezimilerin yurduna vardı.
Halid b. Velid in öldürmüş, öldürtmüş olduğu kimselerin diyetlerini (kan bedelerini) ödedi.
Kan bedelerinden veya iğtinam edilmiş ya da ziyaa uğratılmış-köpek yalaklarına varıncaya kadar- bütün malların bedellerini kendilerine ödendi.
Onların ödenmedik hiçbir alacakları kalmadı.[1442]
Hz. Ali Beni Cezimilerin yurdundan ayrılacağı sırada, onlara:
kan veya mal bedelinden, size ödemediğim bir alacağınız kaldı mı diye sordu.
Beni Cezimiler:
Hayır! Dediler.
Hz. Ali:
Şu yanımda kalan paraları da, Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin bilmediğiniz şeylerden dolayı, Resûlallah Aleyhisselam edına size veriyorum! Dedi, verdi. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.[1443]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Ey Ali ne yaptın diye sorunca, Hz. Ali :
Ya Resûlallah! Müslüman bir kavmin yanına vardık. Onlar meydanlarına mescidler yapmışlar.
Halid in öldürmüş, öldürtmüş olduğu herkesin diyetlerini diyetlerini ödedeim. Ve köpeklerinin yalaklarına varıncaya kadar onlara ödeme yaptım.
Yanımda bir miktar para artmış, kalmıştı.
Onlara:
Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin bilmediğiniz şeylere karşılık olarak , Resûlallah Aleyhisselam tarafından size ihsan edilmiştir! dedim. dedi.[1444]
Resûlallah Aleyhisselam:
çok iyi yapmış, isabet etmişsin![1445]
Ben Halid e adam öldürtmeyi emretmemiş, ancak onları İslamiyete davet etmesini emretmiştim buyurdu.[1446]
Abdurrahman b. Avf´ın Halid b. Velid´i Kınaması ve Onunla Tartışması
Abdurrahman b. Avf, Halici b. Velid´i çok kınadı ve:
"Ey Halid! Sen Cahiliye çağının işini [1447] İslâmiyette işledin! " deyince, Halid b. Velid:
"Ben senin babanın öcünü aldım![1448] Onları senin babana karşı tutup cezalandırdım!" dedi.[1449]
Abdurrahman b. Avf:
"Vallahi, yanılıyorsun!
Ben babamın katilini kendi elimle öldürmüşümdür.[1450]
Buna Osman b. Affan´ı şahit tutuyorum" dedi ve Hz. Osman´a dönerek:
"Allah aşkına söyle! Babamın katilini benim öldürdüğümü sen bilmiyor musun " dedi.
Hz. Osman:
"Allah için, evet!
Biliyorum!" dedi.
Bunun üzerine, Abdurrahman b. Avf, Halid b. Velid´e:
"Fakat, sen amcan Fâke b. Mugîre´nin öcünü aldın![1451]
Yazıklar olsun sana ey Halid! Faraza ben babamın katilini öldürmemiş olsaydım, sen, benim Cahiliye çağındaki babama karşı Müslüman bir kavmi nasıl öldürebilirsin !" dedi.
Halid b. Velid:
"Onların Müslüman olduklarını sana kim haber verdi " dedi.
Abdurrahman b. Avf:
"Senin onları mescidler yapmış, Müslüman olduklarını söyler halde bulduğunu, sonra da onları tutup kılıçtan geçirdiğini, birlik halkının hepsi haberverdiler" dedi.[1452]
Bunun üzerine, Halid b. Velid, mazeret olarak:
"Abdullah b. Huzâfetü´s-Sehmî, ´Resûlullah Aleyhisselam; onlar İslâmiyetten kaçınırlarsa kendileriyle çarpışmanı sana emretmiştir1 diyerek bunu bana emretmedikçe, çarpışma yapmadım!" dedi.[1453]
Hz. Ömer´in Halid b. Velid´i Kınaması ve Kendisine Tavsiyesi
Hz. Ömer de, Halid b.Velid´e:
"Yazıklar olsun sana ey Halid! Sen Benî Cezîmeleri Cahiliye çağına ait bir işten dolayı tutup cezalandırdın! İslâmiyet kendisinden önceki Cahiliye çağında olan şeyleri yok etmiş değil miydi " dedi.
Halid b. Velid:
"Ey Ebâ Hafs! Vallahi, ben onları ancak haklı olarak tuttum, müşrik olan bir kavim üzerine baskın yaptım, onlar bana karşı koydular.
Onlar karşı koyunca da, kendileriyle çarpışmamak, benim için mümkün olmadı.
Bunun üzerine, onları esir ettim. Sonra da, kılıçtan geçirdim!" dedi.
Hz. Ömer:
"Abdullah b. Ömer´i nasıl bir adam tanırsın " diye sordu.
Halid b. Velid:
"Vallahi, onu salih, iyi bir adam olarak tanırım!" dedi.
Hz. Ömer:
"İşte, o, bana, senin haber verdiğinin aksini haber verdi.
Kendisi, bu asker içinde ve senin yanında bulunuyordu!" dedi.
Halid b. Velid:
"Allah´tan mağfiret diliyor ve ona tevbe ediyorum!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yazıklar olsun sana! Resûlullah Aleyhisselama git de, senin yarlıganmanı Allah´tan dilesin!" dedi ve bu hadiseden dolayı ona kırıldı.
Halid b. Velid, Hz. Osman´la birlikte Abdurrahman b. Avf´a gitti.
Ondan özür diledi ve onun gönlünü aldı.
Ona:
"Yâ Ebâ Muhammedi Benim için Allah´tan mağfiret dile!" dedi.[1454]
Gerekli Bir Açıklama
Peygamberimiz Aleyhisselam askerî bir birliği bir yene göndereceği zaman, onlara:
"(Gideceğiniz yerde) bir mescid görür veya bir müezzin(in ezan) sesini işitirseniz (ora halkından) hiç
kimseyi öldürmeyiniz!" buyururdu. [1455]
Mealini arz ettiği m iz bu hadis-i şerifi Dârül-Harb ve Dârü´l-İslâm konusunda ölçü olarak gözönünde
tutmak, buna ters düşen yanlış görüş ve yorumlara, uygulamalara sapmamak gerekir.[1456]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 373, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134, 138, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 3, s. 87, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 58, Taberî, Târîh, c. 125, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 24, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 235, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 163,Zehebî, Megâzî, s. 449, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, İnşân u´l-uyûn, c. 3, s. 3, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 296.
[2] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 181.
[3] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 187.
[4] İbrahim: 27.
[5] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 105,111, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 113,117, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 54, 59.
[6] Kalkaşandf, Nihâyetü´l-ereb, s. 211.
[7] Bedrüddin Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 15. s. 1257.
[8] Ezhakf, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 54.
[9] İbn İshak, İbn Hişam ,Sîre,c. 3, s. 332, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 611, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 97, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350.
[10] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 s. 350.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[12] E bu Yusuf, Kitâbu´l -ha rac, s. 210.
[13] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 322, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 612, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1,s.35O.
[14] E bu Yusuf, Kitâbu´l -ha rac, s. 210.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 612.
[16] E bu Yusuf, Kitâbu´l -ha rac, s. 210.
[17] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî, c. 2, s. 61 2, Belâzurî, c. 1, s. 350, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 612.
[19] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32.
[20] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 781,782.
[21] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 69, Taberî, c. 2, s. 177, 179.
[22] Taberî, Târîh, c.2, s. 1 77,178, Halebî, İnsânu´l -uyun, c. 3, s. 3.
[23] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 69, 70, Taberî, Târih, c. 2, s. 178,179.
[24] Taberî, Tânh, c.2, s. 1 78.
[25] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, Târîh, c. 2, s. 179.
[26] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[27] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[28] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[29] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[30] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[31] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, c. 2, s. 179.
[32] Taberî, Târîh, c.2, s. 178,179.
[33] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[34] Taberî, Tânh, c.2, s. 1 78.
[35] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[36] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[37] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[38] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[39] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[40] İbn Sa´d. Tabakât. c. 1. s. 85. Belâzurî. Ensâb. c. 1. s. 71.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/297-302.
[41] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[42] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[43] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71 .
[44] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[45] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71.
[46] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[47] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 3, s. 3.
[48] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 85, 86, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 71, 72.
[49] Vâkıdî.Megâzî, c.2,s. 781, 782, Belâzurî, c. 1 , s. 71, 72, Halebî, c.3,s. 3, İmta´dan naklen Halebî, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 288, 289.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/302-303.
[50] İbn İshak, ibn Hişam, Sîre, c. 4, s. 31, 32, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 781, Taberî, Târih, c. 3, s. 110,111, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 223, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 239.
[51] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/303-304.
[52] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târih, c. 3, s. 111, İtan Hazm , Cevâmiu´s-Sîre, s. 223, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239.
[53] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 730, 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/304-305.
[54] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 782, 783, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 41, İtan EsTr, Kâmil, c. 2, s. 239, İmta´dan naklen Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/305-306.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 31, 32.
[57] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 361, Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhft, c. 2, s. 1 58.
[58] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 125.
[59] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 224, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 64, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 279.
[60] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 783, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[61] Beyhakî, Sünenü´ l-kübrâ, c. 9, s. 120.
[62] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[63] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 233, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 239, İbn Seyyid, c. 2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[65] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[66] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 34, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 64, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 289.
[67] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa´d, c. 2, s. 134, İbn Seyyid, c. 2, s. 164, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 289, 290.
[68] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234.
[69] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 289.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 32.
[71] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 32,33.
[72] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 279.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[74] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 239, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[75] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 783.
[76] Zehebî, Megâzî, s. 437.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 239, İ bn Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[78] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 33, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[79] Musa b. Ukbe´den naklen Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 281.
[80] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 6.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/306-309.
[81] Vâkidf, Megâzî, c.2, s783.
[82] Vâkidf, c. 2, s. 783, 784, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c.5, s. 6, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 290.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 783,784.
[84] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 34, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[85] Vâki dr, Megâzî, c.2, s. 792.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 784, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[87] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 785.
[89] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 787, 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 290.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 788.
[91] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac.s.212, Belâzuıî, Fütûhu´l-büldân, c. 1 ,s.44.
[92] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 44.
[93] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[94] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/309-312.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
[96] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
[97] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/313.
[98] Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 192, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 36.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 789, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[101] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 36.
[102] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 293.
[103] Abdi M enaf oğullarını n annesi de, Kusayy´ın annesi de Huzâalardandı.
[104] Yahut: "Sen kimseyi yardıma çağıramayacaksın sandılar" (Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 213).
[105] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 36, 37, E bu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 213, Vâki di, Megâzî, c. 2, s. 789, Belâzurî,Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353, 354, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, Taberânf, Mu´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 74, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 6, 7, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1175,1176, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 240, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 164, 165, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 278, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 178,179.
[106] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 786, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[107] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 40, Taberî, c. 3, s. 11 3, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 784, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 4.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784, Halebî, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[110] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 791, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[111] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[112] Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 5.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 7, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 240, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s.1 65, Zehebî, Megâzî, s. 437 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 279, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c.2, s. 179.
[114] E bu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 213.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 37, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 7, İbn Esîr, c.2, s. 240, İbn Seyyid, c.2, s. 165.
[116] Heysemi, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 161, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 240, 241.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/314-316.
[117] İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 243.
[118] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, s. 8, s. 40, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[119] İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 243.
[120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 292.
[121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, 787, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 787, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 787, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 44, Zürfcânf, c. 2, s. 292.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/316-317.
[126] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 784, 786.
[127] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 7, 8,İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 240, Zehebî, Megâzî, s. 437, 438.
[128] İtan Esrr.Kâmil, c. 2, s. 241.
[129] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 224, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 7, İbn Ear, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 280.
[130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 6.
[131] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791.
[132] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 37,38,Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 280.
[133] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 791, 792.
[134] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, c. 3, s. 112, İbn Seyyid, c. 2, s. 165.
[135] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4 s. 38, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[137] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 11 2, İbn Esîr, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 165.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fida, c. 4, s. 280
[140] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[141] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fida, c. 4, s. 280
[142] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/318-320.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, Târîh, c. 3, s.112, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 280.
[144] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2s.42.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 791, 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm , Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Esîr, t 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 65, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[146] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[147] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[148] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Halebî, c. 3, s. 7.
[149] Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[150] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[151] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 22.
[152] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,s. 792, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 10, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[153] Zührî, M eg âzf s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[154] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 281.
[155] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, c. 5, s. 374.
[156] Zührî, Megâzî, s. 87, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Abdurrezzak, c. 5, s. 374, Beyhakî, c. 5, s. 10, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 281 .
[157] Vâkıdî, c. 2, s. 792, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[158] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[159] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 792, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[161] Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[162] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[163] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid,c. 2, s. 165,166, Zehebî, s. 438
[164] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[165] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[166] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7.
[167] Ebu Yusuf, Kitâbu´l -haraç, s. 212, Bel âzurf, F ütûhu´l -bül dân, c. 1, s. 42.
[168] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 2, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[169] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[170] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 793, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[172] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[173] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112.
[174] Ebu Yusuf s. 212, Vâkıdî, c. 2, s. 793.
[175] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[176] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[177] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, c. 1, s. 42, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[178] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[179] Belâzurî, c. 1, s. 42, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[180] Ebu Yusuf s. 212, Belâzurî, c. 1, s. 42, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[181] Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Esîr, c.2, s. 241, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[182] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225.
[183] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, 10, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 438, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c.2, s. 179.
[184] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[185] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[186] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[187] Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 793, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 10, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[189] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 79.
[190] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[191] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[193] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[194] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241.
[195] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[196] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[197] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, İbn Hazm ,s. 225, Beyhakî, c.5, s. 8, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 280.
[198] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 794.
[199] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[200] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, c.5, s. 375.
[201] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 793.
[202] Zührî, Megâzî s. 87,88, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[203] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 793.
[204] Zührî, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[205] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[206] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[207] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, 39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 8, 9, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c. 2, s. 241 , İbn Seyyid, c. 2, s. 1 66, Zehebî, s. 438.
[208] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38,39,Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 9, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179.
[209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[210] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38,39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Esîr,c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[212] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[213] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s.113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Hazm , s. 225, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[214] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn Esîr, c. 2, s.241, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[216] Beyhakî, c. 5, s. 11, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, İ nsânu´l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[217] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
[218] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212, Belâzurî, Fütûh,c.1, s. 42.
[219] Vâkıdî, c. 2, s. 794, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[222] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113, Beyhakî,Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 11, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282.
[223] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[224] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[225] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 3, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 9, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 179,180.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 78, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[227] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyı m, c. 2, s. 1 80.
[228] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[229] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42.
[230] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[231] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/320-330.
[232] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, t 4, s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 180.
[233] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 212.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[235] Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 192, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[238] Ebu Yusu f, Kitâbu´l -h araç, s. 213.
[239] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 3.
[240] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 73, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Kastalânf, c. 1, s. 192.
[241] Taberânf, M u´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 73, Heysem f, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 163, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s:. 78.
[242] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[243] Musa b. Ukbe´den naklen Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 282, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 10.
[244] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[245] Beyhakî, Sünen, c. 9, s:. 234, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[246] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 213.
[247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[248] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[249] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s.1 2, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 78 Halebî,İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 79.
[250] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 213, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 134, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 10.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[252] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s:. 1 0.
[253] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 66, Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 283.
[254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 799.
[255] Yâkubî, TârTh, c. 2, s. 58.
[256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 799, 800.
[257] Zührî, Megâzî, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90, Taberî, c. 3, s. 114,1 22 Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 21, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, c. 2, s. 167, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 285, İbn Kayyım, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 164, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194,195, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 80.
[258] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 26, Zehebî, Megâzî, s. 433, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 285, Heysemî, c. 6, s. 170, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c.8,s.3, Kastalânf, c.1, s. 194, Halebî, c. 3, s. 13, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[259] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[260] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 80, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 13.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[262] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Taberî, Târîh, c. 3, s. 122, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42 Halebî, c. 3, s. 13.
[263] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 227.
[264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[265] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42, Halebî, c. 3, s. 13.
[266] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Halebî, c. 3, s. 1 3.
[267] Vâkıdî, c. 2, s. 800.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227.
[269] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 63.
[270] Taberî, Târîh, c. 3, s. 122.
[271] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, c. 3, s. 13.
[272] Taberî, c. 3, s. 1 22, İbn Hazm , s. 227, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42.
[273] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 812.
[274] Vâkıdî, c. 2, s. 812, 813, İbn Hazm s. 227.
[275] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244.
[276] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177.
[277] Taberî, c. 3, s. 1 22, İbn Hazm , s. 227, İbn E sır, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42.
[278] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 114, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 20, İbn Hazm, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167, Zehebî, Megâzî, s. 441, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 285.
[279] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[280] İbn Hacer´den naklen Zürkânf, M evâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 298.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/330-336.
[281] İbrı İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 40, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 79, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 89, Belâzurî, Ensâbu´l-esrâf, c. 1, s. 354, Taberî, c.3,s. 113, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 16, İbn Hazm, s. 226, İbn Esir, c. 2, s. 242, İbnSeyyid, c. 2, s. 167, Zehebî, s.439, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 283, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, c. 6, s. 162, İbn Haldun, c.2,ks. 2,s.42.
[282] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[283] Süheylf, Ravclu´l-ünüf, c. 7, s. 86, Kurtubf, Tefsir, c. 18, s. 50, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 284, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11.
[284] Vâhidf, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, Bedrüddin Aynf, Umdetü´l-kârî, c. 14, s. 255.
[285] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 48.
[286] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 147.
[287] Halebî, İnsânu´l-uyÜn, c. 3, s. 11,12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/336-337.
[288] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî.Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 79.
[289] Vâkidi, c. 2, s. 798, İbn Esîr, c. 2, s. 242, B. Aynı, Umdetü´l-kârf, c. 1 4, s. 255, Diyarfcekrf, c. 2, s. 79.
[290] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Vâhidf, Esbâbu´n-nüiûl, s. 281, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 255.
[291] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 58.
[292] Vahi df, E sbâbu´n-nüzül, s. 282, Zem ahşerî, K eşşâf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, Ne seff, M e dâri k, c. 4, s. 245, B. Ayn f, Umdetü´l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[293] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[294] Zemahşerf, c. 4, s. 88, Vâhidf, s. 282, Kurtubf, c. 18, s. 51.
[295] Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, B. Aynf, c. 24, s. 245.
[296] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860.
[297] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 78.
[298] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 361.
[299] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Vâhidf, E sbâbu´n-nüzül, s. 282, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü´l-kârf, c. 14, s. 245.
[300] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, 799, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
[301] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 40, 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye Ve´n-nİhâye, C. 4, S. 283, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/337-339.
[302] Başka rivayette Mikdad yerine E bu Mersed el -Ganevf zikredilin iştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, Müslim , c. 4, s. 1942).
[303] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.79, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941, E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409.
[304] Vâhidf, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, B. Aynf, Umde, c. 14, s. 255, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, İnsan, c. 3, s. 11, Zürkânf, c. 2, s. 295.
[305] Vahidî, s. 282, Zemahşerî, c. 4, s. 88, Kurtubî, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245, Diyarbekrî, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11 , Zürkânf, c. 2, s. 295.
[306] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 409.
[307] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.1O5.
[308] Ahmed b. Hanbel, c. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 409.
[309] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226.
[310] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226, Vâhidf, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 283, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180.
[311] Vâhidf, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245.
[312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1 , s. 79, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47.
[313] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[314] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[315] Vâhidi, Esbâbu´n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245.
[316] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâhidf, c. 2, s. 798, Taberî, Târih, c. 3, s. 114 .
[317] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[318] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.1O5.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[320] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[321] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 79, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh.c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 410.
[322] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[323] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79,80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim , c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[324] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 414, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114, Kurtubf, c. 18, s. 51.
[325] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 80, Buhârî, c. 6, s. 60 Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[326] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114.
[327] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[328] Vâhidf, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 89, Kurtubf, c. 18, s. 50.
[329] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[330] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 89, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 284.
[331] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 59.
[332] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[333] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 80, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1 941, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 41 0, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 354.
[334] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 109.
[335] Hakim, Müstedrek, c. 3, s. 302.
[336] Ahmed b. H anbel, M üsned, c. 1, s. 105, Bel âzurf, E nsâbu´l-eşrâ f, c. 2, s. 35 4, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 59.
[337] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[338] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[339] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[340] Mümtahine: 1.5.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/339-344.
[341] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre.c.4, s. 31, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[342] Zührî, Megâzî, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 801, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 90, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 21, 24, Etau´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 268.
[343] Zührî, M egâzf, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 35, fihmed b. Hanbel, c. 1 , s. 325, Buhârî, c. 5, s. 90, Taberî, TâriVı, c. 3, s. 114, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvye, c. 5, s. 21, 22, İbn Seyyid, Uyûnu´l- eser, c. 2, s. 167, Zehebî, Megâzî, s. 441 , Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286, 287, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 165.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 4.
[346] Vâkıdî, c. 2, s. 801, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 135.
[347] Yâ kût. M u´cem u´l-bül dân. c. 3. s. 421. Sem hû df. Vefâu"! -vefa. c. 4. s. 1253.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/345.
[348] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 801, Ibn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[349] Erâk; Mekke yakınında, A-afatta, Memire´de bir yerdir (Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 1, s. 135).
[350] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 804, 805.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/345-348.
[351] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, 804.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/348.
[352] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 801, 802.
[353] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 25, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286.
[354] Halkın buraya Kudeyd dediği de bildirilir (İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 180).
[355] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, Sahîh, t 5, s. 90.
[356] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 226, 227.
[357] Su yerine süt rivayeti de vardır (jbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 39 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 344, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90).
[358] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90, Müslim , Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 25, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286.
[359] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, c. 5, s. 90,MüsJim, c. 2, s. 785, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 316.
[360] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 139, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 227.
[361] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 25, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 227, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 286, 287.
[362] Müslim, Sahîh, c. 2, s. 785.
[363] Vâkıdî, c. 2, s. 802, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 15, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 300.
[364] Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 29. Buhârî. Sahîh. c. 5. s. 90. Tirmizî. Sünen. c. 4. s. 198.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/348-349.
[365] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167.
[366] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/350.
[367] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 804, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[368] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[369] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 801, 804.
[370] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 812, 81 3.
[371] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, 820.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/350-352.
[372] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 42, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[373] İbn Adilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 806, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 50.
[376] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 806.
[377] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 50.
[378] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, 811, 81 2.
[379] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[380] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[381] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[382] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[383] Vâkıdî, c. 2, s. 807, İbn Sa´d, c. 4, s. 50.
[384] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807.
[385] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, 88 İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[386] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 808.
[387] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 810, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, Beyhakî.Delâilü´n-nübüvvıe, c. 5, s. 27, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167.
[388] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 810.
[389] Vâkıdî, Megâzî, c.2,s. 810, İbn ^dilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 6, s. 165, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 180.
[390] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[391] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 808, 809.
[392] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1674, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 167,168, İbn Kayyım , Zâdu´l-m ead, c. 2, s. 181.
[393] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 28.
[394] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811.
[395] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[396] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Kâmil, c.2,s. 244, İbn Kayyım, Zâdu´l-m ead, c. 2, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/352-358.
[397] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4.
[398] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 814, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[399] İbn Asâkir´den naklen Alâüddin £Ji, Kenzü´l-ummâl, c. 11, s. 359, Takiyyüddin, Ikdu´s-simm, c. 6, s. 4.
[400] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 39.
[401] Vakıdî, c. 2, s. 814, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 135, Beyhakî, c. 5, s. 39.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/358.
[402] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s. 814, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 135, Halebi, İnsanu l-Uyun, c. 3, s. 16.
[403] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s. 814.
[404] Vâkıdî, c. 2, s. 814, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 170.
[405] Taberî, Târih, c. 3, s. 117.
[406] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 42, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 36.
[407] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[408] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4 s. 42, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 165.
[409] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[410] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[411] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 5, s. 170.
[412] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91.
[413] Taberânf, M u´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 74.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814.
[415] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 288.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/359-360.
[416] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 44, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 815, 816, Taberî, Târîh, c. 3, s. 115, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c.5,s.33.
[417] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 816,817.
[418] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[419] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[420] Taberî, Târih, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33. 41 4.
[421] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Beyhakî, c. 5, s. 33, Zehebî, Megâzî, s. 451.
[423] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817.
[424] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 44, 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, Taberî, Târih, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve,c.5, s. 33.
[425] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Taberî, c. 3, s. 11 6, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[426] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 817.
[427] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[428] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 4, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[429] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 817.
[430] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[431] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târih, c. 3, s. 166, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 33, 34.
[432] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 815, Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 18.
[433] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 815.
[434] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 32.
[435] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 76.
[436] Vâkıdî, c. 2, s. 815, Beyhakî, c. 5, s. 40, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[437] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 43.
[438] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 43.
[439] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[440] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[441] Vâkıdî, c. 2, s. 815, Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[442] Vâkıdî, c. 2, s. 816, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 40, Heysemî, c. 6, s. 170.
[443] Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[444] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 816.
[445] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 443, Heysemî, c. 6, s. 171.
[446] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 43, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 37, Zürkânf, M evâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 312.
[447] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 444, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[448] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 815.
[449] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 34, Zehebî, Megâzî, s. 452, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 43.
[450] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 170.
[451] Zührî, Megâzî, s. 88, 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Zehebî, Megâzî, s. 451, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 87, s. 6, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 18.
[452] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delalilü n-Nübüvve, c. 5, s. 34, İbn Haldun, Tarih, c. 2, s. 43.
[453] Vâkıdî, c. 2, s. 816, Beyhakî, c. 5, s. 37, 40, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 6, s. 171, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2,s.81.
[454] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, 46, Vâkıdî, c. 2, s. 81 7, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 37.
[455] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[456] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 34, Zehebî, Megâzî, s. 450.
[457] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 376.
[458] Beyhakî, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 921.
[459] İbn Abdilberr, İstiâb,c.4, s. 1679, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[460] Beyhakî, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[461] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Yâkubî,Târîh, c. 2, s. 59, Taberî, c. 3, s. 116, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre,s. 229, Beyhakî, c. 5, s. 32, 34, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 43.
[462] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[463] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, İbn Abdilberr, İstiâb.c.4, s. 1679, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 291, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 43.
[464] Zührî, M egâzf, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Belâzurî, E nsâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 355, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 679, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 34, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 19.
[465] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 32, Zehebî, Megâzî, s. 450, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/360-368.
[466] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c.2, s. 818, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91.
[467] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 290.
[468] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[469] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[470] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818.
[472] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[473] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[474] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[475] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818.
[476] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[477] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 41, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 6.
[478] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818.
[479] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818.
[480] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818, 81 9, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 304.
[481] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 20.
[482] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 292, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[483] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 304.
[484] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91.
[485] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 304,305.
[486] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[487] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819.
[488] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 305.
[489] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[490] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 820, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[491] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[492] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[493] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 820, 821, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[494] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, 117, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 35, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 167.
[495] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[496] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[497] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[498] Vâkıdî, c. 2, s. 821, Halebî, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[499] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 230.
[500] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[501] Vâkıdî, c. 2, s. 821, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[502] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[503] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119.
[504] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 377, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91.
[505] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 119, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c.2,s.182.
[506] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 128.
[507] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 170.
[508] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[509] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 195.
[510] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 195.
[511] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 376.
[512] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 175.
[513] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 135, Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 35, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 290, İbn Kayyım, c. 2, s. 182.
[514] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 196.
[515] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91 , Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 38, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 291, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 82, Kastalânf, Mevâhib, c. 1 , s. 196, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 308.
[516] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 171, 172, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 7.
[517] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 44, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 7, s. 6-7, Kastalânf, c. 1, s. 196.
[518] İbn Hacer, Fethu´l -b ârf, c. 8, s. 6-7, Kast alânf, M evâhib, c. 1, s. 196.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 822, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 182.
[520] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[521] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[522] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[523] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/368-378.
[524] Zi Tuvâ; Mekke yakı nında bir vadidir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhft, c. 4, s. 360, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255).
[525] Vakıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[526] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[527] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 824, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 320.
[528] Ahmedb.Hanbel.Müsned.c. 4, s. 305Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 294, 295, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1 037, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[529] Kasas: 28/85.
[530] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 68, 69, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, 247, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 82.
[531] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 27, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 321.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/379-380.
[532] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 118.
[533] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[534] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 357.
[535] Ehâbiş; Mustalıklar ile Hevn b. Huieyme oğulları, Mekke´nin aşağısı ndaki Hubşa dağı eteğinde toplanıp düşmanlarına karşı birlikte hareket edecekleri hakkında Kureyş müşrikleriyle antlaşmış oldukları için, toplantı yerlerine izafetle bu kabilelere Ehâbiş denilmiştir Çİbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 25, Kalkaşandf, Nihâyetü´l-ereb, s. 164).
[536] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, 118, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 247, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 197.
[537] Handeme, Mekke dağlarındandır (Yakût, M u´cem u´l-bül dan, c. 2, s. 392).
[538] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Taberî, c. 3, s. 11 8, İbn Esir, c. 2, s. 247.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/380.
[539] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 231 .
[540] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1407.
[541] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[542] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 8, Kastalânf, Mevâhib, c. 1,5.197.
[543] Küdâ, ZT Tuvâ´da Kuaykıan dağının yanında, Mekke´nin yukarısına düşen bir yer olup, Akabe´ye oradan çıkılır (Yâküt, Mu´cemu´l-buldan, c. 4, s. 440).
[544] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 35,136.
[545] Hacun; Mekke´nin yukarısında, M ekkelilerin kabirlerinin yanında bir tepecik olup, Beytullah´a uzaklı ğı bir buçuk m il veya bir fersah ve bir fersahın da üçte biri kadardır (Yâküt, c. 4, s. 225). Bey´at Mescidinin hizasındadır (Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 273).
[546] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91, Taberî, Târih, c. 3, s. 117.
[547] Taberî, Târih, c. 3, s. 117, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 8.
[548] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[549] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Taben, c. 3, s. 11 8.
[550] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c.2, s. 136.
[551] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 8, Halebî, İnsânu´l-uyün, c. 3, s. 24.
[552] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
[553] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1405.
[554] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
[555] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 51, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3, s. 11 9, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 247.
[556] Vâkıdî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3, s. 120.
[557] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
[558] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[559] İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 251.
[560] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 85, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 10.
[561] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/381-383.
[562] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 157.
[563] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
[564] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 57, c. 5, s. 92.
[565] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/383.
[566] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173. 555.
[567] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[568] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[570] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[571] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 1 73.
[572] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[573] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[575] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[576] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[577] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[578] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[579] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[580] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[581] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, c. 2, s. 824, Heysemî, c. 6, s. 173.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/383-385.
[582] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 822.
[583] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822.
[584] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 230, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s.10.
[585] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Esîr, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[586] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[587] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 170, 171.
[588] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[589] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[590] Zührî, Megâzî, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 377, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[591] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn E ar, c. 2, s. 246.
[592] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[593] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[594] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[595] Zührî, s. 89, İbnİshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Abdurrezzak, c. 5, s. 377.
[596] Zührî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246, Heysemî, c. 6, s. 1 6.
[597] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[598] Zührî, s. 89, İbn İshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[599] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47.
[600] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[601] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[602] Zührî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[603] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[604] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 1 67.
[605] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[606] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 82, Heysemî, c.6,s.167.
[607] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, c. 2, s. 182, Heysemî, c. 6, s. 167.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/385-387.
[608] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
[609] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 171.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/387-388.
[610] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 49, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 36, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 197.
[611] Taberî, Târih, c. 3, s. 117, 118, Kasta lanı, Mevâhib, c. l.s.197.
[612] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 50, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 392,393.
[613] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[614] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 24.
[615] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 172.
[616] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825.
[617] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 24.
[618] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839.
[619] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[620] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Beyhakr, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 44.
[621] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 44, Heysemî, Meonau´z-zevâid, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 25.
[622] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[623] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 355, Beyhakî, c. 5, s. 44.
[624] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[625] Beyhaki, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 44, Heysemi, Mecmau´z-zevâi d, c. 6, s. 173.
[626] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[627] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 51, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[628] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, c. 2, s. 823 Beyhakî, c. 5, s. 47.
[629] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 50.
[630] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[631] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, c. 1,s.356.
[632] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356.
[633] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827.
[634] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827.
[635] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 50, 51, Vâkıdî, c. 2, s. 828, Ezrakî, ^hbâru Mekke, c. 2, s. 269, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356, 357, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 47, Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 393, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 296. 297.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/388-391.
[636] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392.
[637] Taberî, Târik. c. 3, s. 117, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 246.
[638] Vâkidi, Megâzî, c.2, s. 828, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[639] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 83.
[640] Taberî. Târike. 3. s. 118.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392.
[641] Zührî, Megâzî, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[642] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[643] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 455, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 387, Müslim, Sahih, c. 2, s. 990, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 54, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 225, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 201, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1186, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 507, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 67, 68, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Zehebî, Megâzî, s. 457, 458, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 293, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 27, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 319.
[644] Beyhakî, c. 5, s. 68, Zehebî, c. 458, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 293, Halebî, c. 3, s. 27, Zürkânf, c. 2, s. 319.
[645] Zührî, Megâzî, s. 91, Abdurrezzak, c. 5, s. 379, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 191.
[646] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 201, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 324.
[647] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[648] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84.
[649] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49.
[650] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 287, 288.
[651] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 32, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 195, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 941, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 200.
[652] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 70.
[653] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 293, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 83.
[654] Vâkıdî, M egâzf, c.2,s.826,İbnSa´d, Tabakâtü´l-kü brâ, c. 2, s. 136, D iyarbekrf, Târîhu´l -ham fs, c. 2, s. 83.
[655] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 197, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 311.
[656] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 36, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9, Kastalânf, Mevâhib, c.1 , s. 197, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 83.
[657] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 83, 84, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[658] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 297, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 311.
[659] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[660] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[661] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[662] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26, Zürkânf, c. 2, s. 311.
[663] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1407-1408, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 45, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 174.
[664] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[665] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[666] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, 839, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9.
[667] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[668] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
[669] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[670] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 297.
[671] Vâkıdî, c. 2, s. 826, 839, İbn Sa´d, c. 2, s. 136.
[672] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[673] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[674] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s., c. 2, s. 84.
[675] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 26.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392-396.
[676] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâzurî, Fütühu´l-büldân, c. 1 , s. 45.
[677] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839.
[678] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177.
[679] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 173.
[680] Belâzuıî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 46.
[681] İbn Hazm. Cevâmiu´s-Sîre. s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/396-397.
[682] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59.
[683] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 234.
[684] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiurf, Fütühu´l-büldân, c. 1, s. 45, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 56.
[685] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59.
[686] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408.
[687] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1 , s. 45, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 57, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 175.
[688] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiun, Fütûh, c. 1, s. 45, Beyhakî, Delâil.c.S, s. 57, İbn Seyyid, c. 2, s. 175.
[689] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[690] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiun, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[691] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 306.
[692] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[693] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim, c. 3, s. 1408, Belâiun", c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 307.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/397-398.
[694] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 828, Halebî, İnsânu´l-uvün, c. 3, s. 28.
[695] Buhârî, Sahibe. 5, s. 92.
[696] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 828.
[697] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 49, Taberî, Târîh, c. 3, s. 118.
[698] İbnSa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 40, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 154, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 174, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 209.
[699] Sühevlf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 98, 99.
[700] Vâkıdı, c. 2, s. 829, İbn Sa´d, c. 2, s. 136, Halebî, c. 3, s. 27.
[701] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Halebî, İnsânu´l-u^n, c. 3, s. 28.
[702] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[703] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
[704] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 36, Ezrakî, c. 2, s. 161 , Belâzuıî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[705] Ezrakî, ^ıbâru Mekke, c. 2, s. 161, Belâzurî, E nsâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[706] Mâverdf, Ahkâm u´s-sultâniye, s. 171.
[707] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/399-400
[708] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s. 423 İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 39,140, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 164, Bubin, Sahih, c. 5, s. 92.
[709] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 423, İbn Sa´d, c. 2, s. 139,1 40, A. b. Hanbel, c. 3, s. 1 64, Buhârî, c. 5, s. 92, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1,5.360.
[710] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 140.
[711] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 51, 52, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 360, Taberî, Târih, c. 3, s. 119.
[712] İbn Esir, Nihâye, c. 5, s. 250.
[713] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 237.
[714] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[715] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[716] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 829, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, Taberî, c. 3, s. 119.
[717] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[718] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 359.
[719] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s, c. 1, s. 360.
[720] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[721] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 9.
[722] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[723] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Taberî, c. 3, s. 119.
[724] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[725] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[726] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[727] İbn İshak, ibn.Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî.c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[728] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[729] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[730] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[731] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[732] Vâkıdî, c. 2, s. 859, 860, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[733] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860.
[734] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, 827.
[735] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53, Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[736] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 360.
[737] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 424, Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[738] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[739] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 52, Vâkıdî, c. 2, s. 825.
[740] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825.
[741] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 860.
[742] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9.
[743] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 53, İbn Hacer, c. 8. s. 10.
[744] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53.
[745] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 361, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 46.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/400-403
[746] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 94.
[747] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 50, 51 .
[748] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/403-404
[749] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[750] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[751] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, İbn Esir, c. 2, s. 250.
[752] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52.
[753] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[754] Vâkıdî, c. 2, s. 857, Belâzurî, c. 1.S.359, İbn Esir, c. 2,5.250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/404.
[755] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52.
[756] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[757] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 861.
[758] Vâkıdî, c. 2, s. 861, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, 359.
[759] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 862.
[760] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 359, İbn EsiY, Kâmil, c. 2, s. 250.
[761] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860, 861 Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[762] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/404-405.
[763] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 248.
[764] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[765] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Tataerf, Târih, c. 3, s. 118.
[766] Vâkidi, Megâzî,c.2,s. 825.
[767] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 248.
[768] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/405-406.
[769] Vâkıdî, c. 2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[770] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[771] İbn Esîr, Kâmil ,c. 2, s. 248.
[772] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[773] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 823, Taberî, c. 3, s. 118.
[774] İbn Esîr, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
[775] İbn Esîr, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
[776] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 248.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/406.
[777] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[778] İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9.
[779] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 857, İbn Atodilberr, İstiâb, t 4, s. 1854, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 76,177, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 185.
[780] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1854, İbn Seyyid, UyÛnu´l-eser, c. 2, s. 177.
[781] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 357.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407.
[782] İbn Esîr, Kâmil.c.2, s. 250.
[783] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 901, İ bn Esîr, Usdu´l-gâ be, c. 3, s. 239.
[784] Diyarbekrî, Târıîıu´l-hamfs, c. 2, s. 94.
[785] İbn Esîr. Kâmil. c. 2. s. 250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407.
[786] İbn İshak, İbn Hişam,Sîre, c. 4, s. 51, 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 118, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[787] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[788] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[789] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[790] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[791] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 259.
[792] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358, Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 274.
[793] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[794] Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 273, Halebî, İnsânu´l-u^ûn, c. 3, s. 36.
[795] Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 273.
[796] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 90, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 3, s. 36.
[797] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, Halebî, c. 3, s. 36.
[798] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 249.
[799] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 124.
[800] Fussilet: 41/42.
[801] EI-Hâkka: 69/44-46.
[802] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407-409.
[803] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[804] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 93.
[805] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[806] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 38.
[807] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[808] İbn İshak, ibn.Hişam, Sîre, c. 4, s. 66, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[809] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1936, 1938.
[810] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[811] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[812] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831, 832.
[813] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[814] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[815] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832, Bedrüddin Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 276, İbn Ha cer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 393, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 32.
[816] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[817] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 85, Halebî, İnşân, c. 3, s. 32.
[818] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/409-411.
[819] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59, İtan Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 180 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ye´n-nihâye,c. 4, s. 308, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 185.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/411-412.
[820] İbn Sa´d ve Beyhaki den naklen Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 304, İbn Sa´d, Beyhakî ve İbn Asâkfr´den naklen Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 2, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/412.
[821] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezraki, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[822] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177.
[823] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1,s.266.
[824] Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 535.
[825] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[826] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 177, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 15.
[827] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[828] İbn Merduye´den naklen Suyûtî, Esbâbu´n-nüzûl s. 66.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/412-414
[829] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 59, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 266, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92.
[830] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 120, 212 Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 72.
[831] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 30.
[832] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[833] İbn İshak, İbn Hişam, c.4,s. 59, İbn Sa´d, Tabakât, c.2,s. 136, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnâm, s.31, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, 93, Ezrakî, c. 1, s. 121, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 176.
[834] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 93, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1408, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 121, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183.
[835] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 136, Ezrakî, c. 1 , s. 121 , Taberânf, Mu´cemu´s-sagfr, c. 1 , s. 77, 78, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 234, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
[836] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ezrakî, c. 1, s. 121, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 302.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/414-415
[837] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[838] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[839] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[840] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274.
[841] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 846, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274, 275, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[842] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, Süheyl f, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 138.
[843] İbn Ebi Şeybe´den naklen AJâüddin ^Ji, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 536.
[844] Vâkıdî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 254.
[845] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 275.
[846] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 184.
[847] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 1 37.
[848] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 46, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 275.
[849] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846.
[850] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 46, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c.2, s. 184.
[851] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846,, Ezrakî, c. 1, s. 275.
[852] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[853] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[854] Ezrakî, Nıbâru Mekke, c. 1, s. 275.
[855] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[856] Ezrakî, c. 1,5.275.
[857] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/415-418.
[858] Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam, s. 31, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 121.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/418.
[859] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 144, 145.
[860] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[861] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 1 08, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[862] Süheylf, Ravd,c.7, s. 108, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 300.
[863] Süheylf, Ravd, c. 7. s. 108.
[864] Serahsf, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 255.
[865] Taberânf, M u´cem u´s-sagfr, c. 2, s. 67,68, Heysemî, Meanau´z-zevâ id,c.6, s. 175,176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/418-420.
[866] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 304, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 320.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/420.
[867] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 155, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam , s. 27, 28.
[868] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 160, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 119.
[869] Ebüu´l-Müniir H i sam, Kitâbu´l -esnam, s. 28,103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 119.
[870] İbn Hazm, Cemhere, s. 492.
[871] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 117.
[872] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 79, 155.
[873] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 3, s. 721, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 408.
[874] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Ezrakî, c.1, s. 169.
[875] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 166, 167.
[876] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 1, s. 266.
[877] Bedrüddin Avnf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244.
[878] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 165, 167,169.
[879] Bedrüddin Avnf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 243, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 371, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[880] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[881] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 55, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[882] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[883] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[884] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834.
[885] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[886] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[887] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[888] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[889] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 336.
[890] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[891] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834, Halebî, İnsânu´l-uvün, c. 3, s. 30.
[892] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[893] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 396.
[894] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[895] Bedrüddin Avnf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 372, 373.
[896] Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, 272.
[897] B. Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 373.
[898] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 13, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183.
[899] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, c. 1, s. 269.
[900] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55-56, Buhârî, c. 2, s. 160, Ezrakî, c.1, s. 268,269.
[901] B. Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 3, s. 373.
[902] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835.
[903] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 142, Buhârî, c. 5, s. 93.
[904] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[905] Buhârî, Sahih, c. , s. 93.
[906] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, 56, Buhârî, c. 5, s. 93, Ezrakî, c. 1.S.268.
[907] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 183.
[908] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, c. 2, s. 137.
[909] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[910] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 1, s. 267, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 44.
[911] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, E bu U beyti, Kitâbu´l-emvâl, s. 159, Ezrakî, c. 1, s. 267, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[912] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 234, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/420-424.
[913] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 185.
[914] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 1 60, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 121,İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 878, Nesâf, Sünen, c. 78, s. 42.
[915] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 159, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 410, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185, Taberî, TânTı, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252.
[916] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Abdumezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s. 159,160, Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185, İbn Mâce, c.2, s. 878, Nesâf, c. 8, s. 41, 42, Taberî, c. 3, s:. 120.
[917] Vâkıdî, c.2, s. 835, Abdurrezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s. 1 59, Ezrakî, c. 1, s. 11 4, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11 , c. 3, s. 410, İbn Mâce, c. 2, s:. 8785.
[918] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ezrakî, c. 1, s. 114, c. 2, s. 121, Ebu Ubeyd, s. 159, 160, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, İbn Mâce, c.2, s. 878, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Haldun, c. 2,ks. 2, s. 45.
[919] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî.c. 2, s. 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, s. 160, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, c. 2, s. 1 21, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185,195, İbn Mâce, c. 2, s. 877, 878, Nesâf, c. 8, s. 41,42.
[920] "Ey insanlar!" diye de rivayet edilmiştir (Tirmizî, c. 5, s. 389).
[921] "Hepiniz," diye de rivayet edilmiştir (Vâkıdî, c. 2, s. 836).
[922] Âdem oğullarıdır (İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 143, Tirmizî, c. 5, s. 389).
[923] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Sa´d, Tabakât, c.2, s. 1 43, Ezrakî, c. 2, s. 121, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Kayyım, c. 2, s. 184, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 45.
[924] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 569, Neseff, Medârik, c. 4, s. 173.
[925] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Ebu´l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 218.
[926] Hucurât: 14, İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54, 55, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, Târih, c. 3, s. 120, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45.
[927] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayyım, c. 2, s. 1 84, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[928] Taberî, c. 3, s. 1 20, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[929] Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 1 21.
[930] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[931] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[932] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[933] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa´d, c. 2, s. 142, Ezrakî, c.2, s. 121, Belâzurî, c. 1, s. 47, İbn Kayyım , c. 2, s. 1 84.
[934] İbn İsha k, İb n H işam, c. 4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn S eyyid, U yûnu´ l-eser, c. 2, s. 178, Kastalâni, M evâhi bü´l-le dün-niye, c. 1, s. 201.
[935] Taberî, c. 3, s. 1 20, İbn Esîr, c. 2, s. 252.
[936] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 141, 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/424-427.
[937] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 32,Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 123, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 205.
[938] Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[939] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11.
[940] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 179.
[941] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 385.
[942] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5,5.203.
[943] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, 31 5, 316, Nesâf, c. 5, s. 203.
[944] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203.
[945] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, 32, c. 6, s. 385, Buhârî, c. 1 ,s.35.
[946] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[947] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, c. 6, s. 385, Buhârî, c. 1 , s. 35.
[948] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 836-844, Eirakf, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, Buhân, c. 1 , s. 36, c. 5, s. 98, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 48, Nesâf, c. 5, s. 204.
[949] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[950] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 238, Buhârî, c. 1, s. 36, c. 8, s. 38.
[951] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 31, Buhârî, Sahîh, c. 1 , s. 35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 206.
[952] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahm ed b. Hanbel, c. 4, s. 31, Buhârî, c. 1, s. 35, Nesâf, c. 5, s. 206.
[953] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, 316, Buhârî, c. 1,s.36,c.5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203, 204.
[954] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, Buhârî, c.1, s. 36, c. 5, s. 98, Belâzurî, Fütûhu´l- büldân, c. 1, s. 48.
[955] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[956] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[957] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[958] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 846, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[959] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Buhârî, c. 1, s. 36, c. 8, s. 38.
[960] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[961] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 179.
[962] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[963] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837.
[964] Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 2, s. 215.
[965] Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 2, s. 207, 215.
[966] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[967] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 66, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 148,149, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[968] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[969] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836.
[970] Serahsf, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207, 211.
[971] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 21 5.
[972] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[973] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207.
[974] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 207, Ezrakî, c. 2, s. 122.
[975] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837.
[976] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122.
[977] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 195.
[978] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[979] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, 837, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[980] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, 837.
[981] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 238, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 38.
[982] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 238.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/427-432.
[983] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 267.
[984] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114.
[985] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114, 267.
[986] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114, 267, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 85.
[987] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838.
[988] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 55.
[989] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267.
[990] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267.
[991] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 265.
[992] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 111, 265.
[993] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, 268.
[994] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 78, İbn Kayvım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[995] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 184.
[996] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 178, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 184, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 338.
[997] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, İbn Seyyid, c. 2, s. 178, İbn Kayyım, c. 2, s. 184, Kastalânf, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 338.
[998] Vâkıdî, c. 2, s. 838 Ezrakî, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/432-434.
[999] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1000] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 102, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1001] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 145, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1002] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 145, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244, 245.
[1003] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 840, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1004] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 245.
[1005] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 840, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1006] Vâkıdî, Megâzî,c.2,s. 840.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/434-436.
[1007] Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 47, 48, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvvıe, c. 5, s. 69.
[1008] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 69, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 3, s. 43, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1009] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 48, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 69, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 293, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ.c. 2, s. 80.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/436.
[1010] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 318.
[1011] Taberî, Târih, c. 3, s. 121, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Neseff, Medârik, c. 4,s.25Ü, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1012] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 270, 271.
[1013] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 415, c. 4, s. 168.
[1014] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 201, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1015] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 415, c. 4, s. 168, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1016] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 85, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1017] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252.
[1018] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 469, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1019] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 469.
[1020] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 469, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/436-437.
[1021] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, İ bn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 5, s. 451, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 349.
[1022] İbn Sa´d. Tabakâtü´l-kübrâ. c. 5. s. 451.
[1023] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/437-438.
[1024] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.e, s. 349.
[1025] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 349,350.
[1026] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4.S.485, Vâkıdt, c. 2, s. 824.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/438.
[1027] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 4, s. 60, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 2, s. 82, Halebî, İnsanu´l-uyûn, c. 3, s. 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/438-439.
[1028] Taberî, Târîh, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1029] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252,253.
[1030] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 850.
[1031] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1032] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 139.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/439-440.
[1033] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 293.
[1034] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1035] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1036] Taberî, Tefar, c. 28, s. 78.
[1037] Taberî, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1038] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 825, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[1039] Vâkıdî, c. 2, s. 850, 851, İbn Sa´d, c. 8, s. 236, 237, Taberî, c. 28, s. 80.
[1040] Halebî, İnsânu´l-uyun, c. 3, s. 47.
[1041] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95.
[1042] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1043] İbn Sa´d, Tabakât, c. 8. s. 237.
[1044] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 139.
[1045] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1046] İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 237, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1047] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1048] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 237, İbn AMIberr, İstiâb, c. 4, s. 1 923, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 293.
[1049] Taberî, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1050] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1051] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1052] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 850.
[1053] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1054] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1055] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 850.
[1056] Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 486.
[1057] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1058] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1923, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 140.
[1059] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 237, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 46.
[1060] Heysem f, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 37.
[1061] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1062] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1063] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1064] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7. s. 139.
[1065] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 850, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8. s. 236.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/440-444.
[1066] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 868, 869.
[1067] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 871, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1, s. 123.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/444-445.
[1068] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 85, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam .
[1069] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 870, 871, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 123.
[1070] Ahmed b.Hanbel.Müsned, c. 3, s. 340.
[1071] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/445-446.
[1072] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 32.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/446.
[1073] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 8.
[1074] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîîıu´l-hamfs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 4.
[1075] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, 847.
[1076] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/447-448.
[1077] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 480.
[1078] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 492, 493.
[1079] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 849.
[1080] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1081] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 849.
[1082] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1083] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1084] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1085] Hâkim. Müstedrek. c. 3. s. 493.
[1086] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/448-450.
[1087] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1088] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1089] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1090] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1091] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1092] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1093] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1094] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1095] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1096] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1097] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1098] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1099] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1100] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1101] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 91.
[1102] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1103] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1104] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1106] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1110] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241
[1111] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1112] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1113] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1114] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1115] Vâkıdî, c. 2, s. 852, Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1116] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1117] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1118] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[1119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1124] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1126] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1127] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1128] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1129] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1083.
[1130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1131] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1132] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1133] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1134] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, M üstedrek, c. 3, s. 242.
[1135] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1137] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, .852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1138] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1139] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1140] Vâkıdî, c. 2, s. 852, 853, Hâkim, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1038.
[1141] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242, 243.
[1142] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311.
[1143] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 243, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 73.
[1144] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 123.
[1145] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[1146] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1147] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 243.
[1148] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/450-458.
[1149] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 420.
[1150] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 301.
[1151] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 302, 303.
[1152] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 53, 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829.
[1153] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, 830.
[1154] Serahsi, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c. 2, s. 829.
[1155] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 144.
[1156] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 277.
[1158] Vâkıdî, Megâzî, t 2, s. 830.
[1159] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c.2,s.830, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 277.
[1160] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1161] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 254.
[1162] Serahsf, Siyeru´l-kebir Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1163] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1164] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 423, 424, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1165] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 423, 424, 343.
[1166] Serahsf, Si yeru´l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1167] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1168] Serahsf, Siyeru´l-kebir Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 343, 424.
[1169] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 145, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 343, 423, 424, 425, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 84.
[1170] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 343, 423.
[1171] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 53, Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1 , s. 454, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1172] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 144.
[1173] Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, c. 2, s. 830, İbn Sa´d, c. 2, s. 144, 45, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 424.
[1174] Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Hâkim, c. 3, s. 278.
[1175] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Serahsf, c. 1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 330, İbn Sa´d, c. 2, s. 145, Ahmed, c. 6, s. 341, 342, 343.
[1176] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 341, 342, Hâkim, c. 3, s. 278.
[1177] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54.
[1178] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1179] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 278.
[1180] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 302.
[1181] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 421.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/458-462.
[1182] Vâkıdı, Megâzî, t 2, s. 847.
[1183] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 61, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 847.
[1184] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 847, 848.
[1185] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 902.
[1186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 848.
[1187] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 902.
[1188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 848, 849.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/462-464.
[1189] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 51, 52, Taberî, Târîh, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 259.
[1190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[1191] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Hâkim, Müsiedrek, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1192] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1193] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 , s. 358, Hâkim, Müstedrek, c.3.S.46.
[1194] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[1195] Belâzurî, Ensâbu´l-esrâf, c. 1 , s. 358.
[1196] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Hâkim, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1197] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, 856.
[1198] İbn Asâkir den naklen Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 1 0, s. 498, 499.
[1199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, 856.
[1200] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1201] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn E sfr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1202] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1203] Hâkim Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1204] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856.
[1205] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1206] Vâkıdî, c. 2, s. 856, Hâkim, c. 3, s. 45, İbn Abdilberr, c. 3, s. 91 8, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 60, İbn Esir, c. 3, s. 259.
[1207] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1208] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, Belâzurî, E nsâbu´l-esrâf, c. 1, s. 258, Hâkim, c. 3, s. 45, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 60.
[1209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856.
[1210] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 141.
[1211] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1212] Belâzurî, Ensâbu´l-esrâf, c. 1 , s. 358, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1213] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 358.
[1214] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1215] Vâkıdî, c. 2, s. 856, Belâzurî, c. 1, s. 358, Hâkim, c. 3, s. 45, İ bn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 91 8, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, 857.
[1217] Vâkıdî, c. 2, s. 856, 857, Belâzurî, c. 1, s. 358.
[1218] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 920, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 175.
[1219] İbn Hazm , Cevâmiu´s-a´re, s. 232.
[1220] İbn Abdilberr, c. 3, s. 920, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 175,176.
[1221] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/464-468.
[1222] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 121.
[1223] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 853.
[1224] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 .
[1225] İbn İshak, İbnHisam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 1 21.
[1226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853.
[1227] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 121.
[1228] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 ,122.
[1229] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c.2,s. 853, Taberî, c. 2, s. 120.
[1230] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Alâüddin AJi, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1231] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1232] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, İbn Asâkfr, Târih, c. 6, s. 432, Alâüddin AJi, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s:. 504.
[1233] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1234] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, İbn Asâkfr, t 6. s. 432, Kenzu´l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1235] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 46.
[1236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, 854.
[1237] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1238] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1239] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854.
[1240] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60 Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122.
[1241] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1242] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1243] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1244] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1245] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, AJâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1246] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 720, AJâüddin AJi,c.10,s. 505.
[1247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/468-472.
[1248] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789.
[1249] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789, 790, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1250] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 789, 791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/472-473.
[1251] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[1252] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 143.
[1253] Cahiliye devrinde Salvan b. Ümeyye´ye "Kıntar" derlerdi. Kendisinin bir kantar altını vardı. Safvan´ın babası da öyle idi (Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 48). Kantar; 40 ukıyye altına veya 1200 altına veya 1200 ukiyye altına veya 70 bin dinara veya 100 ratl altına denir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu´l-muhit, c. 2, s. 127).
[1254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1255] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, 864.
[1256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1257] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/473-474.
[1258] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 865.
[1259] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 865, 866, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1,5. 221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/474.
[1260] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 869.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/475.
[1261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/476.
[1262] Buhârî. Sahih. c. 3. s. 43. Müslim. Sahih. c. 3. s. 1207.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/476-477.
[1263] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 865.
[1264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/477.
[1265] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 162, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97,Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 132, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 72, Dâıimf, Sünen, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/477-478.
[1266] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/478-479.
[1267] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829.
[1268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 80, Vâkıdî, c. 2, s. 871, İbn Sa´d, c. 2, s. 143.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/479.
[1269] İbn Sa´d.c. 2,s.145,İbn Abdilberr, c. 2, s. 621, İbn Esîr, c. 2, s. 390.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/479.
[1270] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 127.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/480.
[1271] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 130, 131.
[1272] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 300 (Ek Belge)
[1273] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1274] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1275] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1276] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1277] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1278] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1279] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1280] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 127, 128.
[1281] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 128.
[1282] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 842.
[1283] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/480-481.
[1284] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 128, 129.
[1285] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/482-483.
[1286] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1287] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1288] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 315, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 116.
[1289] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 11 6.
[1290] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 11 8.
[1291] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 27.
[1292] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 127.
[1293] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 126.
[1294] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 54, Yâkût, c. 5, s. 367.
[1295] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1296] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 127.
[1297] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 315, İbn Hazm, Cemhene, s. 491.
[1298] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 85.
[1299] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 126.
[1300] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1301] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ezrakî, c. 1, s. 1 28.
[1302] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 277.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/483-485.
[1303] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25.
[1304] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 783, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 145.
[1305] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 315.
[1306] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 145, Ebu´l-Münzir Hişam, s. 25.
[1307] Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127.
[1308] Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127, Ebu´l-Münzir, s. 25, İbn Sa´d, c. 2, s. 146.
[1309] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1310] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25.
[1311] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 79, Taberî, c. 3, s. 123, İbn Esîr, c. 2, s. 260.
[1313] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa´d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1314] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 25.
[1315] Vâkıdı, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127
[1316] İbn İshak, İbnHisam, c. 4, s. 79, Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ebu´l-Münzir, s. 25, 26, Ezrakî, c. 1, s. 1 27.
[1317] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, 874, Ebu´l-Münzir Hişam , s. 25, 26, Ezrakî, Nıbâru Mekke, c.1, s. 127, 128.
[1318] Ebu´l-Münzir Hişam, s. 26, Yâkût, c. 4, s. 117.
[1319] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnâm, s. 26, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1320] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 128.
[1321] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 26.
[1322] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1323] Vâkıdî, c. 3, s. 874, İbn Sa´d, c. 2, s. 145, Ezrakî, c. 1, s. 128.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/485-488.
[1324] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1325] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870.
[1326] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 57, Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 3, s. 276.
[1327] Ebu´l-Münzir Hişam,s. 9,10, Yâkût, c. 5, s. 450.
[1328] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 450.
[1329] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnâm, s. 9,10.
[1330] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 316, İbn Hazm, Cemhere, s. 492.
[1331] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 207, Diyarbekrî, Târıtıu´l-hamfs, c. 2, s. 96.
[1332] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1333] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870.
[1334] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1335] Vâkıdî, c.2, s. 870, İbn Sa´d, c.2, s. 146, Ezrakî, c. 1,s. 131,1 32, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead,c.2, s. 186.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/488-489.
[1336] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1337] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870, İ bn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 146,147.
[1338] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 87, 88, Ebu´l-Münzir Hişam, Kitâbu´l-esnam, s. 13.
[1339] Ebu´l-Münzir Hişam , s. 13, Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 5, s. 1 36.
[1340] Yâkût, Mu´cemu´l-buldan, c. 5, s. 204.
[1341] Ezrakî, .Ahbâru Mekke, c. 1, s. 125, Yâkût, c. 5 s. 204.
[1342] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnam, s. 13, Yâkût, c. 5, s. 204, 205. 1322.
[1343] Ezrakî, c. 1, s. 125, Yâkût, c. 5, s. 204.
[1344] İbn Habib, Kitâbu´l -m uhabber, s. 316.
[1345] Ebu´l-Münzir Hişam , Kitâbu´l-esnam, s. 14.
[1346] İbn Habib, Kitâbu´l-m uhabber, s. 316.
[1347] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 6, c. 2, s. 870, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 147, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 260, İbn Seyyid, Uyunu´l-eser, c. 2, s. 185.
[1348] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 88, Ebu´l-Münzir Hişam, s. 15, Yâkût, c. 5, s. 205.
[1349] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 88.
[1350] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 186, Kastalânî, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 208
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/489-491.
[1351] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 95.
[1352] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1353] İbn Sa´d, c. 7, s. 89, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1354] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, 71.
[1355] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1356] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1357] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 89, Buhâıİ, Sahih, c. 5, s. 95.
[1358] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 71.
[1359] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 95.
[1360] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30.
[1361] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1362] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1363] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1364] İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95, 96.
[1365] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30.
[1366] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1367] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 90.
[1368] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 71.
[1369] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1370] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90.
[1371] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1372] İbn Sa´d, Tabakât, c. 7, s. 90, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 30, Buhârî, c. 5, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/491-493.
[1373] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 70, 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1374] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147, Taberî, Târîh, c. 3 s. 123, İbn Seyvid, Uyunu´l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayvım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 86.
[1375] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147. Taberî, c.3, s. 123, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 113, 114, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255, İbn Seyyid,c.2, s. 185, Zehebî, Megâzî s. 472, İbn Kayyım, c. 2, s. 186, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1376] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 123.
[1377] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 185.
[1378] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 114, İbn E ar, c. 2, s. 255.
[1379] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 97.
[1380] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 883, Taberî, c.3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1381] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 883.
[1382] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 148.
[1383] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 256,257.
[1384] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 256,257.
[1385] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1386] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 149.
[1387] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1388] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 149.
[1389] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 315.
[1390] İbn Sa´d, t 2, s. 149, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 315.
[1391] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 257.
[1392] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4, s. 76, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 877, 878, Taberî, Târîh, c.3, s. 125.
[1393] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa´d, c. 2, s. 149, Taberî, c. 3, s. 125.
[1394] Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa´d, c. 2, s. 149.
[1395] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa´d, c. 2, s. 149, Zehebî, Megâzî, s. 473,474.
[1396] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 77, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c.2,s. 149, Taberî, Târîh, c. 3, s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 473, 474, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1397] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 77, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, c. 3, s. 1 25, Zehebî, s. 473, 474, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 315, 316.
[1398] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 116,118, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 187, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 316, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 99.
[1399] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1400] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147.
[1401] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1402] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 210.
[1403] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, .150.
[1404] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 150.
[1405] Vâkıdî, c. 3 s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147.
[1406] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1407] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa´d, c. 2, s. 147.
[1408] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 98.
[1409] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 314.
[1410] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 875, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 147 İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255.
[1411] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, İbn Esîr, c. 2, s. 255, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1412] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 875, 876, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 31 3.
[1413] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1414] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 71.
[1415] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1416] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1417] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1418] Halebî, İ nsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21 0.
[1419] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1420] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1421] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1422] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1423] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 876.
[1424] Halebî, İ nsânu´l-uyûn, c. 3, s. 21 0.
[1425] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 72, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1426] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1427] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c. 4, s. 73.
[1428] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1429] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1430] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 151.
[1431] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1432] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1433] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/494-502.
[1434] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Taberi, Tarih, c.3, s.124, Ebu l Fida , el-Bidaye ve n nihaye, c. 4, s.313.
[1435] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 71, Vakıdi, Meğâzi, c.3, s. 881, İbn Sa d, Tabakâtü l-kübrâ, c.2, s. 148, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 1511, Taberi,c. 3,s. 124, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 114, İbn Esir, Kamil, c. 2, s. 256, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 186, Zehebi Megazi, s. 472, Ebu l Fida , el-Bidaye ve n nihaye, c. 4, s.313, İbn Kayyım, Zâdu l-mead, c.2, s. 186.
[1436] Beyhakî, Delâil, c.5, s. 114, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 2, s. 186, Zehebi s. 472, Zürkani , Mevabihu l-ledünniye, Şerhi , c. 3 , s. 83.
[1437] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Vakıdi, c.3, s.881, , İbn Sa d, Tabakâtü l-kübrâ, c.148, A. b. Hanbel c.2, s. 151, Taberi,c. 3,s. 124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 3, s. 186, Zehebi s. 472, Ebu l Fida , c. 4, s.313.
[1438] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Ebu l Fida , c. 4, s.313.
[1439] Vakıdi, Meğâzi, c.3, s. 884.
[1440] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi,c. 3,s. 124, Beyhakî, Delâil, c.5, s. 114.
[1441] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 74, Taberi, c.3, s.124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyun c. 2, s. 186
[1442] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882, Taberi, Tarih, c.3, s.124, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 114, 115, Zehebi, Megazi, s. 473, Ebu l Fida , el-Bidaye ve n nihaye, c. 4, s. 313.
[1443] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Taberi, c.3, s.124, Beyhakî, c. 5, s. 115, İbn Esir, Kamil c.2, s. 256, Zehebi, s. 473, Ebu l Fida , c. 4, s. 313.
[1444] Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882.
[1445] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi, c.3, s.124, Beyhakî, c. 5, s. 115, İbn Esir, c.2, s. 256, Zehebi, s. 473, Ebu l Fida , c. 4, s. 313.
[1446] Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/502-504.
[1447] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Vâkıdî, c.3,s. 880, Taberî, c. 3, s. 124.
[1448] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 74, İbn Esîr, c. 2, s. 256, İbn Seyyid,c.2, s. 1 86, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 314.
[1449] Vâkıdî, c. 3, s. 880.
[1450] İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 4, s. 74, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, Târih, c. 3, s. 124, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 86.
[1451] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 74, Taberî, c. 3, s:. 124, İbn Esîr, c.2, s. 256, İbn Seyyid.UyÛn, c. 2, s. 1 86, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s:. 314.
[1452] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880.
[1453] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu´l-Fidâ, c. 4,s:.313, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 98.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/504-505.
[1454] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, 881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/505-506.
[1455] İbn Ebu Sevice, Musannef, c. 1 2, s. 367, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 448, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 43, Tiım izf, Sünen, c. 4, s. 120, Bevtıakf, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 108, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâ ye ve´n-nihâve, c. 4, s. 315.
[1456] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/506-507.
En Büyük Fethin Arefesinde
Amr b. Âs´ın Zâtü´s-Selâsil´e Gönderilişi
Seferin Tarihi, İsmi, Mevkii ve Sebebi
Zâtü´s-Selâsil seferi, Hicretin 8. yılında Cumâde´l-âhire ayında vuku bulmuştur.[1]
Selsil veya Sülsil, Cüzamların toprağındaki bir suyun ismidir.[2] Suya Selsil veya Silsal ismi de, içimi tatlı ve hoş olup boğazdan kolayca geçtiği için verilmiştir.
Kum yığınlarının birbirleri üzerine zincir gibi sıralanmış bulunmalarının o yere bu ismin verilmesine sebep olduğu da rivayet edilir.[3]
Bu sefere de, müşrikler kaçmaktan korkup birbirlerine bağlandıkları için Zâtü´s-Selâsil ismi ver-ilmiştir.[4]
Lahm ve Cüzam gazvesi denildiği de vardır.
Zâtü´s-Selâsil; Beliyy, Uzre ve Benî Kaynların beldelerindendir.[5] Zâtü´s-Selâsil, Uzrelerin topraklarından olup,[6] Vâdi´l-kurâ´nın gerisinde, Medine´ye on günlük uzaklıktadır.[7]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Kudâa.[8]
Beliyy, [9]
Cüzam,[10]
Benî Uzre ve Yemen kabilelerinin[11] Medine´yi kuşatmak maksadıyla toplandıklarını haber aldı. Bunun üzerine, Amr b. Âs´ı yanına çağırdı.[12]
Ona:
"Ey Amr! Silahını kuşan, yolculuk elbiseni üzerine giy ve hemen yanıma gel!" buyurdu.
Amr b. Âs der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamın emrini yerine getirdim ve yanına vardım. O sırada, kendisi, gölge bir yere çıkmış, abdest alıyordu. Sonra aşağı indi ve:
´Ey Amr! Allah seni selamete ve ganimete erdirsin diye askerî bir birliğin başında bir yere göndermek istiyor, en iyi dileğimle, senin için ganimet diliyorum!´ buyurdu.
´Yâ Rasûlallah! Ben ganimet için Müslüman olmadım. Ancak, Müslüman olmayı, cihadlara katılmayı ve senin yanında bulunmayı arzulayarak Müslüman oldum!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Amr! Ganimetin yararlısı, insanın yararlısına ne güzel yaraşır!´ buyurdu."[13]
Beliyy oğulları, Âs b. Vâil´in dayıları oluyordu.[14] Amr b. Âs´ın babaannesi, Beliyy kabilesindendi. Peygamberimiz Aleyhisselam, bunun için, göndereceği birliğin başına Amr b. Âs´ı komutan yapmak suretiyle Benî Beliyy kabilesini ısındırmak, yumuşatmak istemişti.[15]
Giderken de, Beliyy, Uzre ve Belkayn kabilelerine uğrayıp, aradaki akrabalıktan, yardımlarını sağlamaya çalışmasını,[16] aynı zamanda, kendilerini İslâmiyete davet etmesini de Amr b. Âs´a emir buyurdu.[17]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Amr b. Âs için beyaz bir sancak bağladı. Kendisine, bir de siyah bayrak verdi.[18]
Kendisini; içlerinde Muhacir ve Ensarın ileri gelenleri ve seçkinleri de bulunan 300 kişinin başına geçirdi. Yanlarında 30 at da bulunuyordu.[19]
Mücahidler, Amr b. Âs´ın kumandası altında yola çıktılar. Gündüzleri gizleniyorlar, geceleri yürüyorlardı.
Aradıkları kavme yaklaştıkları zaman, onların kendileri için büyük bir yığınak yaptıklarını haber aldılar.[20]
Akşamleyin, onların yakınlarına varıp kondular.[21] Cüzamların yurdundaki Selsil suyunun üzerinde bulunuyorlardı.
Düşmanların çokluğu, Amr b. Âs´ın gözünü korkuttu.[22]
Amr b. Âs´a Ebu Ubeyde b. Cerrah´ın Kumandası Altında Takviye Birliği Gelişi
Amr b. Âs, Râfi´ b. Mekîs el-Cühenî´yi Peygamberimiz Aleyhisselama gönderip.[23] acele yandım istedi.[24]
Râfi1 b. Mekîs Medine´ye gelip düşmanların büyük bir yığınak yapmış olduklarını ve bunun için yandım istediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[25]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ilk Muhacirlerden Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı içlerinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer´in de bulunduğu,[26] Muhacir ve Ensarın ileri gelenlerinden ve seçkinlerinden 200 kişinin başına geçirip, yardımcı savaş birliği olarak yola çıkardı.
Amr b. Âs´la buluşup hep birlikte hareket etmelerini ve aralarında anlaşmazlığa düşmemelerini de sıkı sıkı emir ve tenbih etti.[27]
Ebu Ubeyde b. Cerrah Amr b. Âs´ın karargâhına varınca, Amr b. Âs, ona:
Sizin de kumandanınız benim! Çünkü, Resûlullah Aleyhisselama haber salıp bana yardım etmenizi kendisinden ben istedim.[28] Sen bana ancak yardımcı olmak üzere geldin!" dedi.
Ebu Ubeyde b. Cerrah:
"Hayır! İş öyle değildir. Ben kumandanı bulunduğum birliğin kumandanıyım, sen de kumandanı bulunduğun birliğin kumandanısın!" dedi.[29]
Muhacirler de, Amr b. Âs´a:
"Sen ancak maiyyetindeki arkadaşlarının kumandanısın! Ebu Ubeyde de maiyyetindeki Muhacirlerin kumandanıdır!" diyerek, Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı desteklediler.
Amr b. Âs, onlara da:
"Siz ancak bana yardım etmelerini istediğim biryardım birliğisiniz!" dedi.[30]
Ebu Ubeyde b. Cerrah imam olup halka namaz kıldırmak istediği zaman da, Amr b. Âs, ona:
"Sen benim yanıma ancak yardım için gelmiş bulunuyorsun. Peygamber Aleyhisselam seni bana sadece yardım etmek üzere gönderdi. Başkumandan benim! Sen bana imamlık yapmaya yetkili değilsin!" dedi.
Muhacirler:
"Hayır! Sen ancak maiyyetindeki arkadaşlarının kumandanısın! O da (Ebu Ubeyde de), kendi maiyyetindeki arkadaşlarının kumandanıdır!" dediler.
Amr b.Âs:
"Hayır! Sizler ancak bize yardımcılarsınız!" diyerek direndi.[31]
Ebu Ubeyde b. Cerrah; güzel, yumuşak huylu,[32] dünya işlerinde uysallık gösteren, güçlük çıkarmayan bir zât idi. Amr b. Âs´ın "Sen ancak benim yardımcımsın!" diyerek direndiğini görünce:[33]
"Ey Amr! Bilesin ki, Resûlullah Aleyhisselamın bana en son sözü:
´Arkadaşının yanına varınca, birbirinize karşı itaatli olunuz! Aranızda anlaşmazlığa düşmeyiniz!1 emir ve tavsiyesi olmuştur.[34]
Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat eder, boyun eğerim!" dedi.[35]
Amr b.Âs:
"Öyleyse, ben senin de kumandanınım! Sen benim yardımcımsın!" dedi.
Ebu Ubeyde b. Cerrah:
"Peki!" dedi,[36] kumandanlığı Amr b. Âs´a bıraktı.[37]
Bunun üzerine, namazı da Amr b. Âs kıldırdı.[38]
Amr b. Âs´ın arkasında namaz kılanların sayısı 500 idi.[39]
Ebu Ubeyde´nin Amr b. Âs´a Uyuşundan Dolayışı İtirazlara Uğrayışı
Muğîre b. Şube, Ebu Ubeyde b. Cetrah´ın yanına vararak:
"Resûlullah Aleyhisselam bize seni kumandan yaptı.
Yanında sana karşı hiçbir yetki bulunmayan filanın oğluna, halkın işi ne diye bırakılıyor !" dedi.
Ebu Ubeyde b. Cerrah:
"Resûlullah Aleyhisselam, bize birbirimize karşı itaatli olmayı emretmiştir.
Ben Resûlullah Aleyhisselamın emrine itaat ederim-Amr ona âsi olsa da!" dedi.[40]
Amr b. Âs her iki birliğin kumandanı olunca, Hz. Ömer´in de buna canı sıkıldı.
Ebu Ubeyde b. Cerrah´a:
"Demek, sen Nâbiga´nın oğluna itaatla, onu hem kendine, hem Ebu Bekir´e, hem de bizlere kumandan yaptın hâ !
Bu ne biçim görüş !" dedi.
Ebu Ubeyde b. Cerrah:
"Ey anamın oğlu! Resûlullah Aleyhisselam, bana ve ona, birbirimize itaatsizlik etmemeyi emir ve tavsiye buyurdu.
Ben eğer Amr b. Âs´a itaat etmeyecek olursam, Resûlullah Aleyhisselam a âsi olmuş olacağımdan korktum!" dedi.[41]
Amr b. Âs´ın Bazı Emir ve Tedbirlerinin Tepkiyle Karşılanışı
İslâm mücahidlerinin vardıkları yer soğuk olduğu için, mücahidler odun toplayarak ateş yakıp ısınmak istediler.
Amr b. Âs onlara engel oldu[42] ve:
"Hiç kimse ateş yakmayacaktır![43] Her kim ateş yakarsa, onu yaktığı ateşin içine atacağım!" dedi.[44]
Amr b. Âs´ın bu davranışı, mücahidlerin çok ağırına gitti.[45]
Hz. Ömer, Hz. E bu Bekir´e:
"Amr b. Âs halkın ateş yakmalarına izin vermiyor!
Onun halka yaptığı şeyi göremiyor musun Halkın ateşten yararlanmalarına nasıl engel oluyor !" dedi.
Hz. Ebu Bekir, gidip Amr b. Âs´la konuştu.[46]
Amr b.Âs:
"Sen beni dinlemek ve bana itaat etmekle emrolündün, değil mi " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Evet!" dedi.[47]
Amr b.Âs:
"Öyle ise, emrolunduğunu işle!" dedi.[48]
Hz. Ömer bunu işitince çok kızdı, hemen yanına varıp ona çatmak istedi.[49]
Hz. Ebu Bekir engel oldu ve:
"Bırak onu kendi haline! Resûlullah Aleyhisselam, onu ancak savaştaki üstün bilgisi yüzünden başımıza kumandan dikti!" dedi.[50]
Hz. Ömer sustu.[51]
Mücahidlerin Düşman Yurtlarına Akın ve Baskın Yapmaları
Amr b. As, 500 kişilik ordusuyla, gece gündüz ilerleyip Beliyylerin yurtlarına akın ve baskın yaptı.
Fakat, her nereye erişseler, oradaki cemaati dağılmış ve kaçmış buldular.
Beliyy, Uzre ve Belkaynların yurtlarının sonuna kadar varıp dayandılar.
Orada az bir düşman topluluğuna rastladılar.[52]
Onlarla bir müddet çarpıştılar, ok atıştılar.
O çarpışmada, Âmir b. Rebia, kolundan okla vuruldu.
Müslümanlar hep birden hücuma kalkınca, düşmanlar dağılıp her tarafa hızla kaçışmaya başladılar.[53]
Mücahidler kaçışan halkı takip etmek istedilerse de, Amr b. Âs engel oldu.[54]
Amr b. Âs orada günlerce oturdu.
Düşmanların ne topluluklarından, ne de bulundukları yerlerden haber alabildi.
Ancak, etrafa gönderdiği süvariler, bulabildikleri davar ve develeri sürüp getirmekte idiler.
Getirilen deve ve davarlar da, kesilip yenilmekte idi.[55]
Kudâa, Âmile, Lanın ve Cüzamlardan biraraya toplanmış olanlardan, çarpışma sırasında pek çoklarının öldürüldüğü ve mallarının iğtinam edildiği,[56] ayrıca, kadın erkek pek çok esirler alındığı ve bundan dolayı bu gazveye Zâtü´s-Selâsil denildiği bildihlmektedir.[57]
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer´in Yedikleri Etten Telaşa ve Korkuya Düşmeleri
Avf b. Malik el-Eşcaî, bu gazada Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer´e arkadaş olmuş,[58] konak yerlerinde onlarla birlikte bulunmuştu.
Avf b. Malik, bir gün ordugâha gitmiş, orada deve kesmek ve etlerini on parçaya ayınp bölüşmek isteyen ve fakat bunu bir türlü beceremeyen bir cemaate rastlamıştı.
Kendisi bu işin ustası idi.
Onlara:
"Bu devenin etini on parçaya ayırıp aranızda bölüştürmek üzere, bana bundan bir parçasını verir misiniz " dedi.
Onlar:
"Olur! Sana ondan bir parçasını verelim" dediler.
Avf b. Malik eline iki büyük bıçak aldı. Deveyi kesti, parçaladı ve aralarında bölüştürdü. Ondan bir parçasını da kendisi alıp, arkadaşlarının yanına getirdi. Pişirdiler ve yediler.
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, eti yedikten sonra:
"Ey Avf! Bu et sana nereden geldi " diye sordular.
Avf b. Malik hadiseyi anlatınca:
"Vallahi, sen bize bunu yedirdiğine iyi etmedin!" dediler ve karınlarına girenden dolayı, korka korka ayağa kalktılar.[59]
Hz. Ebu Bekir´in Râfi´ b. Ebi Râfi´e Öğütleri
Zâtü´s-Selâsil seferine katılan mücahidler arasında bulunan Rafi1 b. Ebi Râfi1 et-Tâî der ki:
"Ben Hıristiyan dininde bulunan bir adamdım, Sercis adıyla anılırdım.
Halka kılavuzluk eder, onlara, şu kum yığınlarının yerlerini gösterirdim.
Cahiliye devrinde, devekuşu yumurtalarının içine su koyar, kum yığınlarının bir köşesine saklardım.
Sonra, halkın develerini yağmalar, kum yığınlarına sokardım. Beni arayıp bulmaya kimse güç yetinemezdi.
Devekuşu yumurtalarının içine koyduğum sulara uğrar, onları çıkarır, içerdim.
Müslüman olduğum zaman, Resûlullah Aleyhisselamın Amr b. Âs´ı gönderdiği Zâtü´s-Selâsil seferine ben de katılmıştım.
Kendi kendime:
´Vallahi, ben kendime bir arkadaş seçeceğim!´ dedim.
Ebu Bekir´i arkadaş edindim. Hep onun yanında bulunuyordum.
Kendisinin üzerinde, Fedek işi kalın birharmanisi, abası vardı.
İnip konakladığımız yere onu serer, hayvanımıza bineceğimiz zaman, onun uçlarını dikenle iliştirip, elbise yerine üzerine onu giyendi.
Bunun için, kendisine ´Zâtü´l-Abâet= Abalı´ denirdi.
Kafile ile Medine´ye yaklaştığımız sırada:
´Yâ Ebâ Bekri Allah´ın senin arkadaşlığını bana yararlı kılması için bana bazı öğütler ve bilgiler versen ya ´ dedim.
Ebu Bekir
´Benden sormamış olsan bile, sen şunları muhakkak yapmalısın:
1. Kendisine hiçbir şeyi şerik koşmaksızın Allah´ı tevhid etmeni, bir bilmeni,
2. Namazı kılmanı,
3. Zekatı vermeni,
4. Ramazan orucunu tutmanı,
5. Şu Beytullah´ı hacc ve ziyaret etmeni,
6. Cünüplükten gusledip yıkanmanı,
7. Müslümanlardan iki kişinin bile başına geçmek arzusunda bulunmamanı sana emir ve tavsiye ederim!´ dedi.
Kendisine:
´Ey Ebu Bekir! Vallahi, ben hiçbir zaman Allah´a kimseyi şerik koşmayacağımı umarım.
İnşaallah, namazı da hiçbir zaman bırakmayacağım.
Malım olursa, inşaallah, onun zekatını da öderim.
İnşaallah, Ramazan orucunu da tutacak, hiç bırakmayacağım.
Haccı da, gücüm yeterse, inşaallahu teâlâ yapacağım.
Cünüplük oldukça, inşaallah yıkanıp ondan arınacağım.
İnsanların başına geçmeye gelince; ey Ebu Bekir! Görüyorum ki, halk, Resûlullah Aleyhisselam yanında da, insanlar yanında da, ancak bununla şerefleniyorlar!
Sen ise beni ondan nehyediyorsun! ´ dedim.
Ebu Bekir
´Sen benden görüşümü sondun, öğüt istedin. Ben de sana gönüşümü anlatmaya çalıştım.
Sana şunu da haber vereyim ki; Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamı, şu İslâm dini ile peygamber gönderdi.
O da, bu din uğrunda, olanca gücü ile çalıştı.
Nihayet, halk ister istemez ona girdiler. Girince de, Allah´a sığınmış, O´nun komşuluğuna ve himayesine girmiş oldular.
Sakın, Allah´ın komşuları hakkındaki ahdini bozayım deme!
Allah ahdini bozanları ukubete uğratır!
Allah´ın, komşuluğundan dolayı gazabı ise çok şiddetlidir!´ dedi.
Yanından ayrıldım.
Resûlullah Aleyhisselam vefat edip Ebu Bekir halkın başına getirildiği zaman, yanına vardım ve ona:
´Ey Ebu Bekir! Sen beni Müslümanlardan iki kişinin bile başına geçmekten nehyetmemiş miydin !´ diye sondum.
Ebu Bekir
´Evet! Ben bu sözümün üzerinde duruyor, seni şimdi bile ondan nehyediyorum´ dedi.
Kendisine:
´Ya seni halkın işini üzerine alıp yürütmeye sürükleyen şey ne ola ´ diye sordum.
Ebu Bekir
´Muhammed ümmetinin ihtilaf ve tefrikaya düşüp helak olmalarından korktum. Bunun için, bana tevdi ve emanet ettikleri vazifeden kaçmak, kurtulmak yolunu bulamadım!´ dedi."[60]
Amr b. Âs´ın Zâtü´s-Selâsil´den Dönerken İhtilam Oluşu ve Gusül Yerine Teyemmümle Namaz Kıldırışı
Mücahidler Zâtü´s-Selâsil´den Medine´ye dönerlerken, yolda, çok soğuk bir gecede, Amr b. As ihtil-am oldu.
Arkadaşlarına:
"Siz bana ne dersiniz Vallahi, ihtilam oldum, düşüm azdı!
Eğer bu soğukta gusleder, yıkanırsam, helak olurum!" dedi.
Su getirtip taharetlendi, abdest aldı. Gusül yerine de, teyemmüm yaptı.[61] Kalkıp arkadaşlarına sabah namazını kıldırdı.[62]
Avf b. Malik el-Eşcâîyi de, selametle dönüşlerini ve gazaları sırasında olup bitenleri Peygamberimiz Aleyhisselama haber vermek üzere, postacı olarak önden gönderdi.[63]
Avf b. Malik der ki:
"Halkın bu seferden dönüşlerinde, Resûlullah Aleyhisselamın yanına ilk varan ben oldum.[64] Seher vakti idi.[65] Resûlullah Aleyhisselam evinde namaz kılıyordu.
´Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh1 diyerek selam verdim.
Selam verince, Resûlullah Aleyhisselam:
´Sen, Avf b. Malik hâ 1 buyurdu.[66]
´Evet! Babam, anam sana feda olsun! Benim, Avf b. Malik yâ Rasûlallah!´ dedim.[67]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Sahibü´l-cezur=Deveyi kesip etini bölüştüren deveci hâ ´ buyurdu.[68]
´Evet!´ dedim.[69]
Resûlullah Aleyhisselam, selamımı alıp, bana daha fazla birşey söylemedi.[70]
´Olan bitenleri bana haber ver!´ buyurdu.
Ben de, giderken bütün olan bitenleri, Ebu Ubeyde b. Cerrahla Amr b. Âs arasında geçenleri ve Ebu Ubeyde´nin ona itaat edişini, uysal davranışını birer birer haberverdim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah, Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı rahmetiyle esirgesin!´ buyurdu.
Sonra, Amr b.Âs´ın, cünüb olduğu halde, yanında edeb yerlerini yıkamaya yetecek miktardan fazla su bulunmadığı için bize teyemmümle namaz kıldırdığını;[71] Müslümanları ateş yakmaktan ve düşmanları takipten men ettiğini haber verdim.[72]
Resûlullah Aleyhisselam sustu.[73]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Amr b. Âs´ı Sorguya Çekişi
Medine´ye döndükleri, geldikleri zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Amr´ı nasıl buldunuz " diye sordu.
Sahabiler, onu hayırla andıktan sonra:
"Yâ Rasûlalları! O, cünüb olduğu halde bize namaz kıldırdı!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, haber salıp Amr b. Âs´ı yanına çağırttı .[74]
Gelince, ona, Zâtü´s-Selâsil seferi sırasında cünüb olduğu halde teyemmümle kıldırmış olduğu namazı sordu.
Amr b.Âs:
"Seni hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah´a yemin ederim ki; gusletseydim, ölürdüm.
Ben hiçbir zaman soğuğun öylesini görmemisimdir!
Yüce Allah, ´Kendinizi öldürmeyiniz! Şüphe yok ki, Allah sizi çok esirgeyici bulunuyor1 (Nisa: 29) buyuruyor" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam güldü.
Başka birşey söylemedi.[75]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Amr b. Âs´ın yaptığını yerinde gördüğünden, kıldırmış olduğu namazı ne iade ettirdi, ne de kendisinden daha fazla izahat istedi.[76]
Amr b. Âs, Müslümanlara ateş yaktırmadığı ve düşmanları takip ettirmediği hakkında yapılan şikâyet üzerine de:
"Ey Allah´ın Peygamberi! Müslümanlar azlık idiler. Düşmanın onları az görmelerinden korktum.
Düşmanları takip etmekten de, onları nehyettim. Çünkü, onlar için pusu kurulmuş olmasından, kendilerinin pusuya düşürülmelerinden korktum!" dedi.
Amr b. Âs´ın bu davranışı da Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşuna gitti[77] ve Amr b. Âs´tan şikâyetlenenlere:
"Görüyor musunuz, arkadaşınız hem kendisini, hem sizi nasıl düşünüyor " buyurdu.[78]
Amr b.Âs da, namaz kıldırma hadisesini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki sorusunu nasıl cevapladığını şöyle anlatır
"Zâtü´s-Selâsil Gazvesinde soğuğu pek şiddetli olan soğuk bir gecede ihtilam olmuştum.
Gusledersem ölürüm diye korktum. Teyemmüm ettim. Sonra, arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım.
Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardığım zaman:
´Ey Amr! Sen arkadaşlarına cünüb iken namaz mı kıldırdın ´ diye sordu.
´Evet yâ Rasûlallah! Ben soğuğu pek şiddetli olan bir gecede ihtilam oldum. Eğer gusledersem ölürüm diye korktum.
Yüce Allah´ın, ´Kendinizi öldürmeyiniz. Şüphe yok ki, Allah, sizi çok esirgeyici bulunuyor´ [Nisa: 29] buyurduğunu hatırladım, teyemmüm ettim. Sonra, namaz kıldırdım!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam güldü, başka birşey söylemedi."[79]
Amr b. Âs´ın Peygamberimiz Aleyhisselama En Çok Kimi Sevdiğini Soruşu
Yine Amr b. Âs der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam beni askerî bir birliğin başında Zâtü´s-Selâsil´e göndermişti. Askerî birliğin içinde Ebu Bekir ve Ömer de bulunuyordu.
´Resûlullah Aleyhisselamın katında benim yerim daha üstün olmasa, herhalde Ebu Bekir ve Ömer´in başına beni kumandan dikerek göndermezdi!´ diye içime doğdu.[80]
Hemen Resûlullah Aleyhisselamın yanına varıp:
´Yâ Rasûlallah! Halkın sana en sevgilisi hangisidir ´ diye sordum.
´Âişe´dirl´ buyurdu.
´Erkeklerden kimdir ´ diye sordum.
´Âişe´nin babasıdır!´ buyurdu.
´Ondan sonra kimdir ´ diye sordum.
´Ondan sonra Ömer´dir!´ buyurdu.
Birtakım erkeklerin isimlerini daha saydı.[81]
Kendi kendime:
´Artık bu sorumu tekrarlamayayım´ dedim.[82]
Beni en sonraya bırakmasından korkup sustum.[83]
Ebu Ubeyde b. Cerrah´ın Sîfu´l-Bahr´e (Habat´a) Gönderilişi
Seferin Tarihi, ismi, Mevkii ve Sebebi
Sefer, Hicretin 8. yılında Recep ayında vuku bu I muştur.[84]
Bu sefıere, Sîfu 1-Bahr= Deniz Sahili ve Habat gazvesi denilir.[85]
Sefer sırasında askerler açlıktan ağaç yaprakları yedikleri için, Ceyşü´l-habat=Yaprak Askerleri seferi denildiği de vardır.[86]
Habat; lugatta, silkilmiş yapraklar demektir ki, kurutup un gibi incelttikten veya başka birşeyle karıştırılarak su katıldıktan sonra devenin ağzına dökülür.[87]
Habat, deniz sahilinde, Kabeliyye nahiyesinde Cüheynelere ait biryer olup, Medine´ye beş günlüktü r.[88]
Kabeliyye de, Cüheynelerin Benî Arek kabilesine ait bir dağdır.[89]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ka´b b. Umeyrln başkanlığı altında 15 kişilik bir irşad birliğini, Şam topraklarından Zât-i Atlah´a göndermişti.[90]
Zât-ı Atlanta oturan halk Kudâalardandı ve Sedus adındaki liderin idaresi altında idiler.
İslâm irşad birliği, Zât-ı Atlah´a vardıkları zaman, orada pek çok halkı toplanmış bulmuşlardı.[91]
Benî Kudâalar atlar üzerinde gelerek Müslümanları ok yağmuruna tutmuşlar ve hepsini yerlere sermişlerdi.
Benî Kudâaların bu tutum ve davranışları Peygamberimiz Aleyhisselama çok ağır gelmiş, onlara askerî bir birlik göndermeye niyetlenmiş ise de, başka biryere çekip gittiklerini haber alınca, onları kendi hallerine bırakmıştı.[92]
Cüheyneler, Kudâa kabilelerinden bir kabile idi.[93]
Mute savaşında düşmanın 200.000 kişilik ordular topluluğunun yansını teşkil eden yardımcı Arap askerleri arasındaki Behra, Beliyy, Belkayn gibi kabilelerde Kudâalardan idiler.[94]
Amr b. Âs´ınZâtü´s-Selâsil´e geldiğini işitince, bunlarda etrafa dağılmışlar, ele geçirilememişlerdi.[95]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sîfu´l-Bahr´e göndereceği askerî birliğe Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı kumandan tayin etti.[96]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhacir ve Ensarla karışık olan 300 kişilik birliği, deniz sahilinde Cüheynelerden bir kabileye doğru yola çıkardı.[97]
Bunların 310´dan fazla olduğu da rivayet edilir.[98]
Bunların içinde Hz. Ömer de bulunuyordu.[99]
Mücahidlere Yol Azıklarının Bölüştürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlere yol azığı olmak üzere bir dağarcık dolusu hurma verdi.[100]
Yola devam edildiği sırada azık tükenmeye başlayınca, Ebu Ubeyde b. Cerrah, askerlere, yanlarında ne kadar azık varsa getirmelerini emretti.
Getirilen azıkları bir iki kapta topladı.[101]
Onları mücahidlere her gün, azar azar,[102] o da tükenmeye yüz tutunca, birer birer dağıtmaya başladı.[103]
Mücahidler her gün aldıkları birer hurmayı küçük çocuğun emişi gibi emiyor, sonra da üzerlerine su içiyorlar, bu da onlara geceye kadar günlük gıdalarının yerine geçiyordu.[104]
Sonra, bir tek hurma da bölüştürülmeye başlandı.[105]
Nihayet, o da bitti.[106] Onun yokluğunun da acısını çektiler.[107]
Abdullah b. Âmir´in bildirdiğine göre; babası Âmirb. Rebia:
"Yavrucuğum!" demiş, "Resûlullah Aleyhisselam bizi askerî bir birlik içinde göndermişti.
Bizim bir dağarcık hurmadan başka azığımız da yoktu.
Kumandanımız, bu hurmaları aramızda birer avuç birer avuç bölüştürüyordu. Sonra, birer birer bölüştürür oldu!"
Abdullah b.Âmir:
"Babacığım! Bir tek hurmanın size ne yararı olabilir " deyince, Âmir b. Rebia:
"Böyle söyleme yavrucuğum! Tükendikten sonra, ona da ihtiyaç duyduk!" demiştir.[108]
Mücahidlerin Açlıktan, Ağaç Yaprakları Yemeye Başlamaları
Mücahidler yolda son derecede açlık sıkıntısı çektiler.[109] Hatta habat (develerin yedikleri selem ağacının yapraklarını) düşürerek su ile ıslatıp yemeye başladılar.[110]
Bundan dolayı, kendilerine "Ceyşü´l-habat" adı verildi.[111]
Mücahidlerin avurtları, diken yiyen develerin avurtlarına döndü.[112]
Ağızları ve diş etleri cerahatlandı ve iltihaplandı.[113]
Mücahidlerden Kays b. Sa´d b. Ubâde´nin Borçla Develer Satın Alarak Mücahidleri Doyuruşu
Mücahidler açlıktan sıkışık duruma düşünce, Kays b. Sa´d b. Ubâde:
"Benden deve karşılığında hurma satın alacak kim var ki, kendisi şuradaki develerinden bana versin de, ben ona Medine´de hurma vereyim " dedi.[114]
Hz. Ömer:
"Ne kadar şaşılır şu gence ki, kendisinin hiçbir malı yok iken, başkasının malı üzerinde tasarrufa ve ihsana yeltenmektedir !" dedi.
Kays b. Sa´d, Cüheynelerden bir adam buldu.[115] Adam, sahil halkındandı.[116] Kays, ona:
"Bana deve sat! Bedelini Medine´de sana yüklerle hurma vererek ödeyeyim!" dedi.[117]
Cühenî:
"Ben bu alışverişi yaparım,[118] ama vallahi ben seni hiç tanımıyorum. Sen kimsin " dedi.
Kays:
"Ben Kays b. Sa´d b. Ubâde b. Düleym´im" dedi.
Cühenî:
"Sen bana nesebini, Sa´d b. Ubâde´nin oğlu olduğunu ne diye önceden bildirmedin.
Yesrib halkının ulusu olan o Sa´d´la aramızda dostluk, kardeşlik vardır!" dedi.
Bunun üzerine, Kays her deveye iki vesk (deve yükü) hurma vermek üzere beş deve satın aldı.
Cühenî, hurmaların Düleym hanedanına ait depolanmış kuru hurmalardan olmasını şart koştu.
Kays:
"Olur!"dedi.[119]
Cühenî:
"Sen bunları kabul ettiğine ve yerine getireceğine dair, bana şahit de göster!" dedi.
Kays´ın yanında, Ensardanve Muhacirlerden bazı zâtlar vardı. Hz. Ömer, onların arasında bulunuyordu.
Kays:
"Bunlardan, istediğini şahit tut!" dedi.
Hz. Ömer:
"Ben bu muameleye şahit olmam! Çünkü, bunun ne ödeme gücü, ne de malı vardır. Mal ancak babasına aittir" dedi.
Cühenî:
"Vallahi, Sa´d b. Ubâde, oğlunun taahhüt ettiği on deve yükü hurma hakkında herhalde bana karşı ahdini yerine getirmezlik etmez![120] Ben, karşımdakinde güzel bir yüz ve şerefli işler görüyorum!" dedi.[121]
Hz. Ömer ile Kays arasında ileri geri sözler söylendi. Kays, Hz. Ömer´e karşı, sert ve ağır konuştu.
Kays, Cühenî´den aldığı develerden, üç yerde üç gün kesip, etini askerlere dağıttı.
Dördüncü gün, yine, develerden kesip etini askerlere dağıtmak istediği zaman, kumandan Ebu Ubeyde b. Cerrah, Hz. Ömer´le birlikte Kays´ın yanına varıp:
"Artık bunları kesmemeni sana tavsiye ederim. Senin ödeyecek şahsî bir malın bulunmadığına göre, sen taahhüdünü yerine getirmemek mi istiyorsun !" dedi.
Kays b. Sa´d:
"Ey Ebu Ubeyde! Babam Ebu Sabit halkın borcunu öder, yorulanların yük ve ağırlıklarını taşır, açlık zamanlarında yemekler yedirir dururken, Allah yolunda cihada çıkmış bir cemaat için borçlanılmış olan on deve yükü hurmayı ödemeyeceğini mi sanırsın !" dedi.[122]
Ebu Ubeyde b. Cerrah yumuşayıp onu kendi haline bırakmak üzere iken, Hz. Ömer
"Onun üzerine düş! Develeri kesmekten vazgeçir!" dedi.
Ebu Ubeyde b. Cerrah ısrar edince, Kays da kalan develeri kesmekten vazgeçti.[123] Kays b. Sa´d´ın Cühenîden aldığı develerin beş değil, daha çok olduğu anlaşılmaktadır.[124] Çünkü, üç defada üçerden dokuz deve kesildiğine ve kesim işi dördüncüde durdurulduğuna[125] ve Kays da Medine´ye iki deve ile döndüğüne göre, Cühenîden satın alınmış olan develerin onbir olması gerekmektedir.[126]
Mücahidlere İkram Edilen Dev Balık
Mücahidler Sîfu´l-Bahr´e, deniz sahiline eriştikleri zaman,[127] orada Yüce Allah mücahidler için denizden dalgalarla bir hayvan çıkarıp sahile attı.[128]
Bu, kum tepesi gibi, kocaman bir balık idi.[129]
Yanına varınca, onun anber diye anılan kocaman bir deniz hayvanı olduğunu gördüler.[130]
Mücahidler, balığın böylesini hiç görmemişlerdi.[131]
Bu, karnı yuttuğu balıklarla dolu, bale denilen balina balığı olup, 50 zira (arşın) uzunluğunda idi.[132]
Anber, deniz balıklarının en büyüğü idi. Derisinden kalkan yapılırdı.[133]
Ebu Ubeyde b. Cerrah:
"Bu, bir hayvan ölüsüdür.[134] Yemeyiniz!" dedi.[135]
Sonra da:
"Hayır! Muhakkak ki, biz Resûlullah Aleyhisselamın elçileriyiz.[136] Resûlullah Aleyhisselamın askerleriyiz. Allah yolunda cihada çıkmış ve açlıktan güç duruma düşmüş bulunuyoruz.[137] Bundan yeyiniz!" dedi.[138]
Orada kaldıkları sürece, yarım ay[139] veya onsekiz gece[140] veya yirmi gece,[141] ondan öküz büyüklüğünde parçalar kestiler,[142] yediler, karınlarını doyurdular. Açlıklarını giderdiler. Yağından da yararlandılar. Bedenleri semizleyip, güçleri yerine geldi.[143]
Balığın etinden bir kısmı da, yol azığı olmak üzere, su ile haşlanıp güneşte kurutuldu.[144]
Kumandan Ebu Ubeyde b. Cerrah, balığın kaburga kemiklerinden ikisini alıp diklemesine birbirine çattı.[145] Sonra da, en uzun boylu deveye baktı ve onu semerledi. Askerler içinde bulunan en uzun boylu adamı da[146] o en uzun boylu devenin üzerine bindirdi.[147]
Deve üzerindeki adam, dikili kaburga kemiğinin altından geçip gittiği halde, başı dikili kaburga kemiğine dokunmadı![148]
Ebu Ubeyde b. Cerrah, balığın göz çukuruna da, onüç kişi oturtmuştu.[149]
Mücahidlerin Yedikleri Balık Hakkındaki Hükmün Ne Olduğunu Peygamberimiz Aleyhisselamdan Sormaları
Mücahidler, Sîfu´l-Bahr´de deniz dalgalarının sahile attığı balığı ve ondan kumandanın emriyle yiyip yararlandıklarını anlatarak,[150] onu yediklerinden dolayı ne yapmak gerektiğini Peygamberimiz Aleyhisselamdan sordular.[151]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yiyiniz! O, Allah´ın sizin için denizden çıkardığı bir rızıktır. Yanınızda onun etinden az çok birşey varsa, bize de yedirseniz olmaz mı " buyurdu.[152] "Olur!" dediler.[153] Bir parça getirdiler. Ondan Peygamberimiz Aleyhisselam da yedi.[154]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kays b. Sa´d´ı ve Onun Hanedanının Cömertliğini Övüşü
Mücahidler, Kays b. Sa´d ın açlıkla karşılaşan askerler için develer satın alıp boğazladığını anlattıkları zaman Peygamberimiz Aleyhisselam: Cömertlik zaten bu hanedanın haslet ve adetlerindendir! buyurdu.[155]
Gerçekten de Kays, babası Sa´d, onun babası Ubade, onun babası Düleym, onun babası Harise, onun babası Ebu Huzeyme, onun babası Salebe, onun babası Tarif de çok cömert idiler.[156]
Bunlar, Cahiliye çağında, hergün, köşklerinin kulesine çıkıp: Et yağı ve et isteyen buraya gelsin! diyerek seslenirlerdi.
Urve b. Zubeyr der ki :
Ben Sa´d b. Ubade ye yetiştim ki, o, köşkünün üzerinde: Et yağı ve et isteyen ye gelsin! diyerek sesleniyordu.
Ben ondan sonra oğluna da yetiştim. O da aynen babası gibi, halkı Et yağına ve ete davet ediyordu.
Ben gençtim. Medinede yolda yürüyüp gittiğim sırada, Abdullah b. Ömer, Aliye mevkiindeki arazisine giderken, bana rastladı ve :
ey delikanlı gel bakalım: Sa´d b. Ubadenin köşkünün üzerinde bir kimsenin seslendiğini görebiliyor musun dedi.156
Hayır! Göremiyorum ! dedim.
Doğru söyledin! dedi.[157]
Sa´d b. Ubâde´nin Oğlundan İzahat Alarak Ona Dört Hurma Bahçesi Bağışlaması
Sa´d b. Ubâde, mücahidlerin yolda açlıkla karşılaştıklarını haber aldığı zaman:
"Eğer Kays benim bildiğim Kays ise, onlara muhakkak deve bulup boğazlar!" demişti.
Kays b. Sa´d, yolda kesip mücahidlere yediremediği iki deveyi Medine´ye getirmişti.
Kays babası Sa´d´ın yanına varınca, Sa´d b. Ubâde, ona:
"Askerler açlığa uğradıklarında, onların açlıklarını gidermek için sen ne yaptın " diye sordu.[158]
Kays b. Sa´d:
"Develer boğazladım!" dedi.[159]
Sa´d b. Ubâde:
"Develer boğazladığına iyi etmişsin!" dedi.[160]
Kays b. Sa´d:
"Sonra, yine açlığa uğradılar!" dedi.[161]
Sa´d b. Ubâde:
"Peki! Sen neyaptın [162] Yine develer boğazı asaydın ya!" dedi.[163]
Kays b. Sa´d:
"Boğazladım!" dedi.[164]
Sa´d b. Ubâde:
"Boğazladığına iyi etmişsin!" dedi.[165]
Kays b. Sa´d:
"Sonra, yine açlığa uğradılar" dedi.[166]
Sa´d b. Ubâde:
"Peki! Sen ne yaptın [167] Yine develer boğazlasaydın ya!" dedi.[168]
Kays b. Sa´d:
"Boğazladım!" dedi.[169]
Sa´d b. Ubâde:
"Boğazladığına iyi etmişsin!" dedi.[170]
Kays b. Sa´d:
"Tekrar açlığa uğradılar!" dedi.[171]
Sa´d b. Ubâde:
"Peki, sen neyaptın [172] Yine develer boğazlasaydın ya!" dedi.
Kays b. Sa´d:
"Develer boğazlamaktan men edildim!" dedi.[173]
Sa´d b. Ubâde:
"Seni bundan kim men etti " diye sordu.
Kays b. Sa´d:
"Kumandan Ebu Ubeyde b. Cerrah!" dedi.
Sa´d b. Ubâde:
"Niçin men etti " diye sordu.
Kays b. Sa´d:
"Benim malım bulunmadığını söyledi ve ´Mal ancak babana aittir1 dedi. Ben de:
´Babam, kendisine en uzak olanların bile borçlarını öder,yorulanların yüklerini taşır, açlığa uğrayanları yedirir dururken, bana gelince mi, bunu yapmayacak ´ dedim" dedi.
Sa´d b. Ubâde:
"Dört hurma bahçesi senindir!" dedi.
Bu hususta, Kays için bir de tapu senedi yazdı.
Senedi Ebu Ubeyde b. Cerrah´a götürdü ve onu senede şahit yazdı.
Hz. Ömer´e de gitti.
Hz. Ömer şahit yazılmaktan kaçındı.
Bu bahçe ve bostanlardan en az 50 deve yükü hurma çıkardı.
Cühenî, Kays´la birlikte Medine´ye gelmişti. Kays, ona borçlu bulunduğu hurma yüklerini yükledi ve sırtına bir de elbise giydirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kays´ın bu tutum ve davranışını işitince:[174]
"Muhakkak ki, onun kalbinde ve onun ev halkı ndal[175] cömertlik vardır!" buyurdu.[176]
Kays b. Sa´d hastalanıp, ziyaretine gelenlerin gelmekte geciktikleri ve ´Onlar, sana olan borçlarından dolayı yanına gelmeye utanıyorlar!" denildiği zaman:
"Kays´ın herkimde alacağı varsa, Kays o borcu ona helâl kılmış, bağışlamıştır!" diye nida ettirmiş; bunun üzerine, gelen giden ziyaretçilerin çokluğundan, merdiveninin basamakları kırılmıştır![177]
Yüce Allah ondan da. onun babasından da razı olsun![178]
Ebu Katâde´nin Hadıra´ya Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Hadıra seferi, Hicretin 8. yılında Şaban ayında vuku bulmuştur.[179] Hadıra; Necd´de Muhariblerin yurtları ndandır.[180] İbnÂmir´in bostanının yanındadır ve Medine´ye uzaklığı yirmi mildir.[181]
Benî Gatafanlar, Necd´de Muhariblerin yurdu olan Hadıra´da oturmakta idiler.[182] Hicretin 7. yılında, BenîFezârelerle Cinab´da toplanıp Medine´ye baskın yapmak istedikleri haber alınınca, Beşirb. Sa´d 30 kişilik bir birlikle üzerlerine gönderilmişse de, onların etrafa dağıldıkları görülmüştü.[183]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Katâdeyi de, 15 kişilik bir birliğin başında, Hadıraya gönderdi.[184]
Abdullah b. Ebi Hadrad´ın bildirdiğine göre, gönderirken de:
"Geceleri yürüyünüz, gündüzleri gizleniniz! Dağınık düzenle dört taraftan kuşatarak Gatafanlara birden baskın yapınız. Kadınları ve çocukları öldürmeyiniz!" buyurdu.
Gatafanların nahiyesine varınca, Ebu Katâde, Allah´ın buyruklarını yerine getirmelerini, yasakladıklarından sakınmalarını mücahidlere tavsiye etti.[185]
Herkesi, ikişer ikişer arkadaş yaptı .[186]
Kumandanın verdiği direktife göre, ölmedikçe, hiç kimse arkadaşından ayrılmayacak, dönünce, arkadaşı hakkında kumandanına bilgi verecek, "Onun hakkında bir bilgim yok!" diyemeyecekti.[187]
Kumandan tekbir getirdiği zaman bütün mücahidi er tekbir getirecekler, kumandan hücuma geçtiği zaman da, bütün mücahidler hücuma geçeceklerdi. Kaçan düşmanları yakalamak için arkalarına düşülüp birlikten uzakl aşı İm ayacaktı.[188]
Gatafanların yurduna geceleyin varıldı.
Birliğin kumandanı Ebu Katâde, mücahidleri ikişer ikişer keşfe gönderdi. Gönderirken:
"Birbirinizden hiç ayrılmayacaksınız!
Herhangi birinizin yanında arkadaşını göremediğim zaman, ona, arkadaşının ne olduğunu soracağım!
Sakın, kaçanı yakalamak için ardına düşüp birbirinizden uzaklaşmayınız!" dedi.[189]
Mücahidler, Gatafanların konak yerini öğrendiler.[190]
Yatsı vakti olunca, kumandanı[191] Ebu Katâde kılıcını sıyırdı. Mücahidler de kılıçlarını sıyırdılar.[192]
Kumandan tekbir getirdi. Mücahidler de tekbir getirdiler.[193]
Kumandan hücuma geçti. Mücahidler de hücuma geçtiler.[194]
Benî Gatafanların konak yerindeki büyük bir topluluğa saldırdılar.
Gatafanların savaş erleri mücahidlerle çarpışmaya başladılar.
Gatafanların en şerefli kişileri öldürüldüler.[195]
Benî Gatafanlardan, uzun boylu bir adam, kılıcını sıyırıp parlatarak geri geri gidiyor ve:
"Ey Müslüman! Cennete gel! Cennete!" diyordu.[196]
Abdullah b. Ebi Hadrad, onun ardına düştü.[197]
Abdullah´a, arkadaşı:
"Kumandanımız, kaçanı yakalamak için arkasından gitmeyeceğimiz hakkında bize tenbihatta bulunmuştu. Geri dön!" dedi.
Arkadaşı, Abdullah´ın düşmanın arkasını bırakmadığını görünce de:
"Vallahi, ya geri döneceksin, ya da seni kumandana haber vereceğim!" dedi.
Abdullah, arkadaşının tavsiyesine yanaşmadı ve:
"Vallahi, ben onu takip edeceğim!" dedi ve takip etmeye devam etti.[198]
Adam, yine:
"Cennete gel, Cennete!" diyor, mücahidlere hakaret ediyordu.[199]
Arkadaşı, Abdullah´a:
"Uzaklaşma! Kumandanımız, kaçanı kovalamaktan bizi men etti!
Yâhû! Nereye gidiyorsun !
Vallahi, Ebu Katâde´nin yanına gittiğim ve seni benden sorduğu zaman, bu yaptığını ona haber vereceğim!" diyerek seslenmekte idi.[200]
Abdullah, adama yaklaştı, yetişti ve bir ok atıp onu kafasından vurdu.
Adam, yine:
"Ey Müslüman! Cennete yaklaş!" dedi.[201]
Abdullah ona yaklaşmadı. Bir ok daha attı, adamı ölü olarak yere düşürdü. Adamın kılıcını aldı.[202] Başını gövdesinden ayırdı.
Pek çok deve ve davar iğtinam edildi.[203]
Abdullah b. Ebi Hadrad, Ebu Katâde´nin yanına varmadan önce, arkadaşıyla buluşup, ona:
"Kumandanım beni senden sordu mu " diye sordu.
Arkadaşı:
"Evet! Bana ve sana çok kızdı!" dedi ve ganimetlerin biraraya toplandığını, Benî Gatafanların ileri gelenlerinin öldürüldüğünü haber verdi.
Ebu Katâde, Abdullah´ı çok kınadı.
Abdullah; bir adamın ardına nasıl ve niçin düşüp gittiğini, onun söylediklerini, kendisini nasıl öldürdüğünü Ebu Katâdeye birer birer haber verdi.
Esir alınan kadınları hayvanlara bindirdiler. Kınlarına sokulu kılıçları devenin semerine astılar.[204] Medine´ye yöneldiler.[205]
İğtinam edilen deve ve davarlar sürülüp Medineye getirildi. Mücahidler arasında bölüştürüldü.[206] İğtinam edilen mallar, 200 deve ile[207] 1.000[208] veya 2.000 davardı.[209]
Ganimetin beşte biri ayrıldıktan sonra, kalan beşte dördü mücahidler arasında bölüştürüldü.
Her hisseye ya 12´şerdeve veya bir devenin karşılığı olarak 10 davar hesabıyla tutarları olan davarlar düşmüştü .[210]
Benî Gatafanlardan, ayrıca esirler de alınmıştı.[211]
Esirler arasında dört de kadın vardı.[212] Bunlar, Benî Gatafanların eşraf ve ileri gelenlerinin kadınları idiler.[213]
Esirler mücahidler arasında bölüştürüldüğü zaman, Ebu Katâde´nin hissesine bir kadın düşmüştü.[214]
Mahmiyye b. Cez, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek:
"Ebu Katâde´nin hissesine bir kadın düşmüş... Allah´ın nasip edeceği ilk ganimetten bana birkadın vermeyi vaad buyurmuştun!" dedi.[215]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Katâde´ye haber gönderip:
"Senin hissene bir kadın mı düştü " diye sordu.
Ebu Katâde de:
"Esir kadınlardan bir kadını, ganimetin beşte biri çıkarıldıktan sonra, kendim için almıştım!" dedi.[216]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu bana bağışla!" buyurdu.
Ebu Katâde de:
"Olur yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, o kadını Ebu Katâde´den alıp Mahmiyye b. Cez´e verdi.[217]
Abdullah b. Ebi Hadrad´ın Gâbe´ye Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Gâbe seferi, Hicretin 8. yılında Şaban ayında vuku bulmuştur.[218]
Gâbe; Şam yolu üzerinde, Medine yakınında, Medine´ye bir beridlik, 12 millik uzaklıktadır.[219]
Sel1 dağına uzaklığı 8 mil olup, Medinelilerin mallarının bulunduğu, sık ağaçlı bir yerdir.
Hz. Abbas gecenin sonuna doğru Sel1 dağına çıkıp Gâbe´deki uşaklarına seslenir, sesini onlara duyururdu.[220]
Gâbe, bol suludur.[221]
Abdullah b. Ebi Hadrad der ki:
"Benî Cüşem[222] kabilesinden büyük bir oymağa mensup bulunan Rifaâ b. Kays (veya Kays b. Rifâa) adındaki kişi, kavmi ve kendi adamlarıyla birlikte gelip Gâbe´ye konmuştu. Kaysları[223] Resûlullah Aleyhisselamla savaştırmak istiyordu. Kendisi, Cüşem kabilesi içinde ad ve şan sahibi idi.
Resûlullah Aleyhisselam beni çağırdı. Yanıma da, Müslümanlardan iki kişi[224] kattı ve:
´Şu adamın yanına kadar gidiniz! Ya onu, ya da ondan bana bir haber ve bilgi getiriniz!1 buyurdu.
Bize yaşlı ve ank bir deve verip, birimizi onun üzerine bindirdi.
Vallahi, adamlar arkasından elleriyle itmedikçe, deve ayağa kalkamadı, ayağa da güçlükle kalkabildi.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselam:
´Bunun üzerine nöbetleşe bininiz ve o (adam)a erişiniz!´ buyurdu.
Hemen yola çıktık.
Yay, ok ve kılıç gibi silahlarımız da yanımızda idi.
Güneş batarken, Benî Cüşemlerin konak yerlerinin yakınında hayvan otlattıkları bir yere vardık.
Ben orada bir köşeye sindim.
İki arkadaşıma da, Benî Cüşemlerin konak yerine yakın bir köşeye sinmelerini emrettim ve:
"Benim konak yerine hücuma geçip tekbir getirdiğimi işittiğiniz zaman, ikiniz de tekbir getiriniz ve benimle birlikte hücum ediniz!1 dedim.
Vallahi, biz böylece Benî Cüşemlerin uykuya dalma veya onlardan bazılarını ele geçirme fırsatını, gece karanlığı bizi bürüyüp açılıncaya kadar bekledik durduk.
Benî Cüşemlerin bu bölgede hayvanlarını otlatan bir çobanları vardı.
Çobanları yanlarına dönmekte gecikince, onun hakkında endişelenmeye başladılar.
Benî Cüşem lerin başkanı olan Rifâa b. Kays kalktı, kılıcını alıp boynuna astıktan sonra:
´Vallahi, ben bu çobanımızın izini izleyeceğim! Muhakkak, onun başına birfelâket gelmiştir!´ dedi.
Yanında bulunan kimselerden bazıları:
´Vallahi, onu izlemeye sen gitme! Senin yerine bizim gitmemiz yeter!´ dediler.
Rifâa b. Kays:
´Vallahi, onu izlemeye benden başkası gitmeyecektir!´ dedi.
´Öyleyse, seninle birlikte biz de gelelim!´ dediler.
Rifâa b. Kays:
´Vallahi, sizden hiç kimse de benim izimden gelmesin!´ dedi ve benim bulunduğum yerden kendisine atacağım okumu yetiştirebileceğim bir yere kadar geldi.
Geçeceği sırada, oku atıp kalbine sapladım.
Vallahi, hiç konuşturmadan üzerine atıldım ve başını kestim.
Konak yerine saldırdım ve tekbir getirdim.
İki arkadaşım da saldırdılar ve tekbir getirdiler.
Vallahi, konak yeri halkı ancak kadınları ve çocuklarıyla yanlarındaki mallarından binecek veya taşınabilecek hafiflikte olanlarını alarak kaçıp kurtulabildiler.
Kendilerinin pek çok deve ve davarlarını sürüp Resûlullah Aleyhisselamın yanına getirdik.
Resûlullah Aleyhisselam, bu develerin onüçünü bana verdi."[225]
Uyeyne b. Hısn ile Hâris b. Avf´ın Müslüman Olmak Üzere Yola Çıkışları
Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf; Müslüman olmaya karar vererek, Medine´ye gitmek üzere hazırlanıp yola çıkmışlardı.
Yolda Ferve b. Hübeyretü´l-Kuşeyrîye rastladılar.
Ferve, umre yapmak üzere Mekke´ye gitmekte idi.
Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf, Ferve ile konuştular. Üzerinde durdukları işi, yapmak istedikleri şeyi ona haber verdiler.
Ferve:
"Bence, şu Hudeybiye musalahası içinde, kavminin ona (Muhammed Aleyhisselama) ne yapacağını görünceye ve Kureyşîlerden edineceğim haberi size getirinceye kadar, acele etmeseniz, ağırdan alsanız iyi olur" deyince, Medine´ye gitmeyi geri bıraktılar.
Ferve b. Hübeyre; Kureyş müşrikleriyle görüşüp konuştuktan sonra, Mekke´den dönüşünde, Uyeyne b. Hısn ve Haris b. Avf la buluştu. Onlara Kureyş müşriklerinin durum ve tutumunu bildirdi:
"Gördüm ki; Muhammed´in kavmi, onun muzaffer olacağına kesin olarak kanaat getirmişler!
Onun üzerine yürümeye yeltenir gibi oluyorlar. Fakat, işin sonucunu düşünüp geri duruyorlar! Ayaklarının birini ileriye atarlarsa, diğerini geriye atıyorlar!" dedi.[226]
Uyeyne b. Hısn, Ferve ile konuştuktan sonra, Hicretin 8. yılında, Mekke´nin fethinden biraz önce, Medine´ye gelip Müslüman oldu.[227]
Benî Süleymlerden Medine´ye Gelip Müslüman Olanlar
Benî Süleymlerden Kays b. Nuseybe, Medine´ye gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın konuşmasını dinledi.
Peygamberimiz Aleyhisselama bazı şeyler sordu. Aldığı cevaplan ezberledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından İslâmiyete davet edilince de, Müslüman oldu.
Kays b. Nuseybe, kavmi olan Benî Süleymlerin yanına döndüğü zaman:
"Ben, Rumların tercemelerini, Farsların fısıltı ve mırıltılarını. Arapların şiirlerini, kâhinlerin kehânetlerini, Himyer dilbazlarının sözlerini dini em isimdir.
Onların sözlerinden, Muhammed´in söylediklerine hiçbir uyanı, benzeyeni yoktur!
Siz beni dinleyiniz de, ondan nasibinizi, payınızı alınız!" diyerek onları İslâmiyete davet ve teşvik etti.
Râşid b. Abdi Rabbih de, Süleymlerin putlarının bakıcısı idi.
Bir gün, iki tilkinin gelip putun üzerine işediğini görünce:
"Üzerine tilkilerin işeyerek horlamış olduğu birşey nasıl Tanrı olabilir " dedi ve onu kırıp attıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"İsmin nedir " diye sordu.
"Gavîb. Abduluzzâ´dır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Senin ismin Râşid b. Abdi Rabbih´tir" buyurdu.
Râşid, Müslüman oldu. Müslümanlığını İslâm amelleriyle güzeli eştirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hakkında:
"Râşid, Benî Süleymlerin hayırlısıdır!" buyurdu ve onu Benî Süleymlerin sancaktarı yaptı.
Süleymlerin Şerid oğullarından Kıdrb. Ammar da, Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman oldu.
Kavminden 1.000 atlı getirmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselama söz verdi.
Kavminin yanına dönünce, durumu onlara anlattı. Kavminden yüz kişi geri kaldı. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitmek maksadıyla 900 kişiyi yanına alarak yola çıktı. Yolda ölüm döşeğine düştü.
Kavminden üç kişiye vasiyette bulundu:
Abbas b. Mirdas´ı 300 kişinin başına geçirdi.
Cebbar b. Hakem´i 300 kişinin başına geçirdi.
Ahnes b. Yezid´i 300 kişinin başına geçirdi ve:
"Boynumdaki va´di yerine getirmek üzere, şu zâtın (Muhammed Aleyhisselamın) yanına gidiniz!" dedikten sonra öldü.
Yüce Allah ondan razı olsun.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´nin fethine gittiği ve Kudeyd´de bulunduğu sırada, Süleym oğulları, aralarında Abbas b. Mirdas, Enes b. lyaz ve Raşid b. Abdi Rabbih de olduğu halde, 900 kişilik bir kafile halinde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler ve Müslüman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Güzel yüzlü, tatlı dilli, doğru yeminli, imanlı zât nerede " diye sordu.
Benî Süleymler:
"Yâ Rasûlallah! Allah onu katına davet, o da Allah´ın davetine icabet etti" dediler ve onun hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama bilgi verdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bini tamamlayacak olan ve haklarında bana söz verilmiş bulunan o kişiler nerede " diye sordu.
"Kabileden yüz kişi Kinanelerle aramızda çıkacak savaştan korkarak geri kaldılar!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"´Bu yılınızda size Kinanelerden hoşlanmayacağınız hiçbir şey, hiçbir zarar gelmeyecektir!1 diye onlara haber salınız!" buyurdu.
Münakka b. Malik´in kumandası altında, yüz kişi olarak, onlar da Hedde´ye geldiler.
Atların kişnemelerini işitince, Süleym oğulları:
"Yâ Rasûlallah! Bize mi geldiler !" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Gelenler lehinizedir, aleyhinize değil! Süleym b. Mansur geldi!" buyurdu.
Süleym oğulları, Abbas b. Mirdas´ın kumandası altında, Mekke´nin fethinde ve Huneyn savaşında bulundular.[228]
Yüce Allah hepsinden razı olsun![229]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vâkıdî, M egâzf, c. 1, s. 6, İbn Sa´d, Tabak âtü´l -k übrâ, c. 2, s. 131, Belâ zurt, E nsâb u´l-eşrâf, c. 1, s. 380.
[2] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 272, Taberî, Târih, c. 3, s. 104, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 232.
[3] Halebî, insânu´l-uyûn, c. 3, s. 198, 199, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 278.
[4] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 75, Halebî, İnsan, c. 3, s. 199, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 278.
[5] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 113.
[6] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 272. İbn Hazm , Cevâmiu´s-Sîre, s. 20.
[7] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 131, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 57.
[8] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770, İbn Sa´d, c. 2, s. 131 , İbn Asâkfr, Târih, c. 1,s.1O3.
[9] Vâkıdî, c. 2, s. 770, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 75, İbn Asâkfr, c. 1, s. 1 03.
[10] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 381.
[11] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 75.
[12] Vâkıdî, c. 2, s. 770, İbn Sa´d, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c. 1, s. 103.
[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 1 97, 202, Zehebî, Megâzî, s. 429, 430, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 273.
[14] Beyhakî, DelâilüYı-nübüvve, c. 4, s. 398, İbn Asâkfr, Târih, c. 1 ,s.1O4, Zehebî, Megâzî, s. 428, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[15] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 272, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770, Beyhakî, c. 4, s. 399,400, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, Zehebî, Megâzî, s. 429.
[16] Vâkıdî, c. 2, s. 770, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c. 1, s. 103, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 157, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 174,175.
[17] İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 232.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 131, Taberî, Târih, c. 3, s. 104, İbn Asâkfr, c. 1, s. 103.
[19] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770, İbn Asâkir, t 1, s. 103.
[20] Vâkıdî, c. 2, s. 770, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 131, Taberî, c. 3, s. 104, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, İbn Seyyid, c. 2, s. 157, İbn Kayyım, c. 2, s. 1 74.
[21] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770.
[22] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 272, Taberî, c. 3, s. 104, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 399, 400, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 232, Zehebî, Megâzî, s. 429, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 273.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/261-263.
[23] Vâkıdî, c. 2, s. 770, İbn Sa´d, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, İbn Seyyid, c. 2, s. 157, İbn Kayyım, c. 2, s. 175.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 272, Vâkıdı, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, c. 2, s. 131.
[25] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 770.
[26] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 272, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 104.
[27] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c.1, s. 104, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c.
2, s. 1 57, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 175.
[28] Musa b. Ukbe´den naklen Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 273.
[29] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 272, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1186, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 400, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 245, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[30] İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 104, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 1 , s. 5, Musa b. Ukbe´den naklen Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[31] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 771, Beytıakf, Delâil, c. 4, s. 399, İbn Asâkfr, c. 1, s. 1 04.
[32] Vâkıdî, c. 2, s. 771, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 399, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, Zehebî, Megâif, s. 428, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c.1, s. 5, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[33] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 272, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 245, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[34] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 771, Beyhakî, Delâilü´n-nübüwe, c. 4, s. 399, Zehebî, Megâzî, s. 428, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-
nihâye, c. 4, s. 273.
[35] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. Taberî, Târîh, c. 3, s. 104, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 399, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1 , s. 105, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 232.
[36] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 272, Taberî, c. 3, s. 104, İbn Esîr, c. 2, s. 232.
[37] BeyhakP, Delâil, c. 4, s. 399, Zehebî, Megâzî, s. 428, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 272, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 771, Taberî, c. 3, s. 104 Beyhakî, c. 4, s. 400, İbn Esîr, c.2, s. 232, İbn Seyyid, c. 2, s. 157,158, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[39] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 3, s. 1187, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/263-265.
[40] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 1 96, İbn Asâkfr, c. 1, s. 105, İbn Seyyid, c. 2, s. 158, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 175.
[41] Zührî, Megâzî, s. 1 50, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 453, İbn Asâkfr, c. 1, s. 105.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/265-266.
[42] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 770, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 104.
[43] Zehebî, Megâzî, s. 430, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 44.
[44] İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 106, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 200, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 279.
[45] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 770.
[46] Zürkâni, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 279.
[47] Hale bi, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 200.
[48] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, Halebî, İnsânu´l-uyun, c. 3, s. 200.
[49] Halebî, İnsânu´l-uyun, c. 3, s. 200, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 279.
[50] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 44, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 200, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 279.
[51] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 200, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 279.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/266-267.
[52] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 771 , İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 131, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 401, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 158, Zehebî, Megâzî, s. 430, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 274.
[53] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 771, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 401 , İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 104, Zehebî, Megâzî, s. 430, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 274.
[54] Helebi, İnşânu´l-uyûn, c. 3, s. 1 99, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 279.
[55] Vâkıdî, c. 3, s. 771, Beyhakî, c. 4, s. 401, İbn Asâkfr, c. 1,s.1O4, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[56] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 381.
[57] Zührî, Megâzî, s. 1 50,151, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 453, 454.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/267-268.
[58] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.4, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 773.
[59] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 773, Beyhakî, c. 4, s. 404, 405, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 275.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/268-269.
[60] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 274, Vâkıdî, Megâiı, c. 2, s. 771, 773.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/269-271.
[61] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 773, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 402.
[62] Vâkıdî, c. 2, s. 773, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 203, Ebu Dâvud, Sünen, c.1, s. 92, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 402, Zehebî, Megâzî, s. 431, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 274.
[63] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 131, Beyhakî, c. 4, s. 402, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 175.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 272.
[65] Vâkıdî, c. 2, s. 773, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 402, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[66] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 773, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 402, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 274.
[67] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 773, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[68] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 274, Vâkıdî, c. 2, s. 773, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[69] Vâkıdî, c. 2, s. 773, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 274, Vâkıdî, c. 2, s. 773, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[71] Vâkıdî, c. 2, s:. 773, 774, Beyhakî, c. 4, s:. 404, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 274, 275.
[72] Halebî, İnsânu´l-uyÛn, c. 3, s. 200.
[73] Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 227, Vâkıdî, c. 2, s. 774, Beyhakî, c. 4, s. 402, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 275.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/271-272.
[74] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ,, c. 3, s. 45.
[75] Vâkıdî, c. 2, s. 774, Beyhakî, c. 4, s. 402, Zehebî, Megâzî, s. 431, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 275, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 200.
[76] Kâsânf, Bedâyiu´s-sanâyi´, c. 1, s. 48.
[77] Zehebî, Megâzî, s. 430, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 45.
[78] Kâsânf, Bedâyiu´s-sanâyi´, c. 1, s. 48.
[79] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 203, 204, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 82, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 402, Zehebî, Megâzî, s. 430, 431, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 274, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 175.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/273-274.
[80] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 400, 401.
[81] . Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 113, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1856, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 401, Zehebî, Megâzî, s. 429, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 280.
[82] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 401, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 106, Zehebî, Megâzî, s. 429, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c.1,s.28O.
[83] Buhân, Sahih, c. 5, s. 113, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 276, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 280.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/274-275.
[84] İ bn Şa´d, Taba kâtü´l -kübrâ, c. 2, s. 132, Bel âzurf, E nsâ bu´l-eşrâf, c. 1, s. 381 , Ta beıf, T ârf h, c. 3, s. 1 04.
[85] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 281, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 411, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 113,114, Taberî, Târih, c. 3, s. 105.
[86] İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 411 .Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1536, İbn Esîr.Nihâye, c. 2, s. 7.
[87] F fru zâbâd f, Kâm üsu´l -m uhft, c. 2, s. 369.
[88] İbn Sa´d, c. 2, s. 132, Yâküt, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 344.
[89] Yâküt, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 307.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s.6,c. 2, s. 752, İbn Sa´d, c. 2, s. 127, Taberî, Târih, c. 3, s. 103.
[91] Taberî, c. 3, s. 103, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 231.
[92] Vâkıdî, c. 2, s. 753, İbn Sa´d, c. 2, s. 127, 128, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 152 İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 301.
[93] Kalkaşandf, Nihâyetü´l-ereb, s. 221.
[94] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2 s. 41 .
[95] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 771 , İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 131, İbn Seyyid, c. 2, s. 158, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ye´n-nihâye, c. 4, s. 241.
[96] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 281, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 774, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 32.
[97] Vâkıdî, c. 2, s. 774, İbn Sa´d, c. 2, s. 132, Taberî, Târih, c. 3, s. 104.
[98] İbn Sa´d, Taba kâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 411.
[99] Vâkıdî, c. 2, s. 775, İbn Sa´d, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, UyÜnu´l-eser, c. 2, s. 158.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/275-276.
[100] İbn İshak.İbnHişam, c. 4, s. 281, İbn Sa´d, c. 3, s. 411, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1535, Taberî, Târih, c. 3, s. 105, Beyhakî, D el âil ü´n-nübü we, c. 4, s. 407, İbn EsTr, Kâmil, c. 2, s. 232, Ze hebf, M egâzf, s. 433, E bu´l -F i dâ, el -B idâye ve´n-nih âye, c. 4, s. 276.
[101] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 306, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 11 4, Müslim, Sahih, c. 3 s. 1537.
[102] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114.
[103] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 306, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1537.
[104] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311 , Müslim, Sahih, c. 3, s. 1535.
[105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 774.
[106] İbn İshak.İbnHişam, c. 4, s. 281, İbn Sa´d, c. 3, s. 311 .
[107] Vâkıdî, c. 2, s. 774, İbn Sa´d, c. 3, s. 411 , Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 306, Buhârî, c. 5 s. 114.
[108] Ahmedb. Hanbel, c. 3, s. 446, Ebu Nuaym, Hilyetü´l-evliya, c. 1, s. 179.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/277.
[109] Vâkıdî.Megâzî, c. 2, s. 774, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 32, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim, Sahih, c. 3, s.
1536, Taberî, Târih, c. 3, s. 105.
[110] İbn Sa´d, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1535, B.
Umdetü´l-kârf, c. 1 8, s. 16, İbn Hacer, Fethu´l-bârî, c. 8, s. 82.
[111] İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 411, Buharı, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1536, İbn Esîr, Nihâve, c. 2, s. 7.
[112] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 774, Taberı, Târih, c. 3, s. 105.
[113] Diyarbekrî, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 75, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 201.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/278.
[114] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 775, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 159, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 201.
[115] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 775, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 159.
[116] Haletaf, İnsânu´l-uyÜn, c. 3, s. 201.
[117] Vâkıdî, c. 2, s. 775, İbn Seyvid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 159.
[118] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 201.
[119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 775, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 159.
[120] Vâkıdî, c. 2, s. 775, İbn Seyyid, c. 2, s. 159, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 201 ,202.
[121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 775.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 775, 776, İbn Seyyid, c. 2, s. 159, Halebî, c. 3, s. 202, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 282.
[123] Vâkıdî, c. 2, s. 776, İbn Seyyid, c. 2, s. 159, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[124] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şeridi, c. 2, s. 282, 283.
[125] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 114, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1536, Zehebî, Megâzî, s. 432, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 276, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 176.
[126] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 776.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/278-280.
[127] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ.c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1535.
[128] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 281, İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1535, Taberî, Târih, c. 3, s. 105.
[129] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 777, İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311 , Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1535.
[130] İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Müslim, c. 3, s. 1535.
[131] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311 , Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114.
[132] İbn Hacer, Fethu´l-bârî, c. 8, s. 83.
[133] İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 306.
[134] İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Müslim, c. 3, s. 1535.
[135] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 411 .
[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311 , Müslim, c. 3, s. 1535.
[137] İbn Sa´d, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 31, Müslim, c. 3, s. 1535.
[138] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Müslim, c. 3, s. 1535.
[139] İbn Sa´d, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim , c. 3, s. 1536.
[140] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1537.
[141] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 281, İbn Sa´d, c. 3, s. 411.
[142] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311 , Müslim, Sahih, c. 3, s. 1535.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 281, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1535.
[144] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1536.
[145] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 306, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114.
[146] Kays b. Sa´d b. Ubâde (Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 202).
[147] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 281, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1536.
[148] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 821, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 777, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 306, Buhârî, c. 5, s. 114.
[149] İbn Sa´d. Tabakât. c. 3. s. 411 .Ahmed b. Hanbel. c. 3. s. 311. Müslim, c. 3. s. 1536.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/280-282.
[150] İbn Şa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 41.
[151] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.4, s. 281.
[152] İbn Sa´d,Tabakât,c.3,s.411, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311, 31 2, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 115, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1536.
[153] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 411 .
[154] Ahmed b. Hanbel, c.3, s. 312, Buhârî, c. 5, s. 115, Müslim, c. 3, s. 1536.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/282.
[155] Taberi Tarih, c. 3, s. 105, İbn Abdilberr, İstiab, c.3, s. 1290, İbn Esir, Kamil, c. 2, s. 233 , Halebi, İnsanul uyun , c.3 , s. 203.
[156] İbn Habib, Kitabul muhabber, s. 155.
[157] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 613-614.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/282-283.
[158] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 776, İbn Sa´d, Tabakât.c. 2, s.1 60, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 203, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 282.
[159] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 776, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 160, Halebî, İ nsân, c. 3, s. 203, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 776, İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 2, s. 282.
[161] Buhârî, Sahîh.c. 5, s. 114.
[162] Vâkıdî, c. 2, s. 776, İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 3, s. 282.
[163] Buhârî, Sahîh.c. 5, s. 114.
[164] Vâkıdî, c. 2, s. 776, Buhârî, c. 5, s. 114, İbn Seyyid, c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[165] Vâkıdî, Megâzî,c. 2, s. 776, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 160,Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s.203, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 203.
[166] Buhârî, Sahîh.c. 5, s. 114.
[167] Vâkıdî, c. 2, s. 776, İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 2, s. 282.
[168] Buhârî, Sahîh.c. 5, s. 114.
[169] Vâkıdî, c. 2, s. 776, Buhârî, c. 5, s. 114, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 60, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 2, s. 282.
[170] Vâkıdî, c. 2, s. 776, İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 2, s. 282.
[171] Buhârî, Sahîh.c. 5, s. 114.
[172] Vâkıdî, c. 2, s. 776, İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203 Zürkânf, c. 2, s. 282.
[173] Vâkıdî, c. 2, s. 776, Buhârî, c. 5 s. 114, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 60, Halebî, c. 3, s. 203 Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[174] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 776.
[175] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 160, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 282.
[176] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 776, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 203, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[177] İbn Habib. Kitâbu´l-muhabber. s. 155.
[178] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/283-286.
[179] VâkıdP, Megâzî, c. 1, s. 6, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 132, Belâzurî, Ensâbu´l-eş râf, c. 1, s. 381.
[180] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 132, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 377.
[181] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6.
[182] İbn Sa´d, c. 2, s. 132, Belâzurî, c. 1, s. 381.
[183] Vâkıdî, c. 2, s. 728, İbn Sa´d, c. 2, s. 120, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 166.
[184] İbn Sa´d, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 61, Zehebî, Megâzî, s. 434, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 191, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 76, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 204, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2 s. 284.
[185] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 778.
[186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 778, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 11.
[187] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 778.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 778, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 11.
[189] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 11.
[190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 778, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s:. 11.
[191] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 11.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s:. 778.
[193] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s:. 778 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 11.
[194] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s:. 11.
[195] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 779, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 161 , Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 191, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 204.
[196] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 778, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s:. 288.
[197] Vâkidi, c. 2, s. 778, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 11, Zürkânf, c. 2, s. 288.
[198] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 11.
[199] Vâkıdî, c. 2, s:. 778, 779, Zürkânf, M evâhib Şerhi, c. 2, s. 288.
[200] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 778, 779.
[201] Vâkidt, c. 2, s. 778, 779, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 11.
[202] Vâkıdî, Megâzr, c. 2, s:. 779, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 11.
[203] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s:. 11.
[204] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 779.
[205] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 11.
[206] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 779, 780.
[207] Vâki dr, c. 2, s. 780, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 161, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 191, Diyarbekrî, Târîhu´l-ham fs, c. 2, s. 76, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 204.
[208] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 780.
[209] İbn Sa´d, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 61, Kastalânf, c. 1 , s. 191, Diyarbekrî, c. 2, s. 76, Halebî, c. 3, s. 204.
[210] Vâkidf, c. 2, s. 780, İbn Sa´d, c. 2, s. 132, 133, Taberî, Târîh, c. 3, s. 106, İbn Seyyid, c. 2, s. 161 , Halebî, c. 3, s. 204.
[211] Vâki dr, Megâzr, c. 2, s. 780, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 32.
[212] Vâkıdr, c. 2, s. 780, Taberî, Târih, c. 3, s. 106, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 285.
[213] Taberî, Târih, c. 3, s. 106.
[214] Vâkıdî, c. 2, s. 780, İbn Sa´d, c. 2, s. 133, Taberî, c. 3, s. 106.
[215] Vâkıdî, c. 2, s. 780, Halebî, İnşân, c. 3, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 285.
[216] Vâkıdr,Megâzr,c.2,s. 780.
[217] Vâkıdr, Megâzr, c. 2, s. 780, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 133, Taben, Târih, c. 3, s. 1 06.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/286-290.
[218] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 233.
[219] İbn Sa´d, Tabakatü´l-kübrâ, c. 2, s. 80.
[220] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 182.
[221] Semhûdf, Vefâu´l-vıefâ, c. 4, s. 1 276.
[222] Benf Cüşem b. Muaviye b. Bekr b. Hevâzinler, Kays b. Aylanlardan idiler (İbn Hazm , Cemhere, s. 270, Kalkaşandf, Mihâye, s. 214).
[223] Kays b. Aylanlar, Mudar kabilelerinden olup, bunlardan pek çok kabileler türemiştir (İbn Hazm, Cemhere, s. 468, 469, Kalkaşandı, s. 403, 404).
[224] Katılanlardan birisi E bu K atâde idi (İ bn E sfr, Kâm il, c. 2, s. 233).
[225] İbn İshak, İbn Hisam, Sıre, c. 4, s. 278, 279, Taberî, TâriVı, o. 3, s. 105,106, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvre, c.4, s. 303, 304, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 162,163 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 223, 224, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 166, Diyarbekrî, Târılıu´l-hamfs, c. 2, s. 76, Halebî, İnsanu´l-uyûn, o. 3, s. 205, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 287.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/290-292.
[226] Vâkıdî, Megâiî, c. 2, s. 730, 731.
[227] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 249, İ bn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 331.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/292-293.
[228] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 307, 309.
[229] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/293-295.
Mute Gazası
Gazanın Tarihi, İsmi ve Sebebi
Mute gazası, Hicretin 8. yılında Cumâdelûlâ ayında vuku bulmuştur.[1]
Bu gaza, Mute gazası, Ceyşü´l-ümerâ (Kumandanlar ordusu) gazası diye de anılır. [2]
Bu da, ya orduya müteaddit kumandanların katılışından veya orduya katlan mücahidlerin başka gaza ve seriyyelere nazaran daha çok sayıda oluşundan, ya da, düşmanlarla karşılaşınca, son derecede çarpışma yapılışından dolayı idi. [3]
Mute; Şam sınırlarından Belka1 köylerinden bir köy, Şam yaylalarından bir yayla olup, kılıçların en iyisi orada yapılır ve ora kılıçlarına da, oraya izafetle, Meşârif yapısı kılıç denilirdi. [4]
Meşârif; Belka1 köylerindendir. [5]
Mute; Belka1 yakınındadır. Beytü´l-Makdis (Kudüs)´e iki merhaleliktir. [6]
Belka1 ise; Dımaşk nahiyelerinden olup Şam´la Vâdi´l-kurâ arasındadır. Amman´ın kasabasıdır.
Belka´da, birçok köyler ve geniş ekinlikler vardır. Buğdayının iyiliği, dillere destandır. [7]
Mute halkı, Gassanlarla Rumlardan karışıktı. [8]
Mute gazasının sebebine gelince; Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Lehblerden Haris b. Umeyr el-EzdPyi, Busrâ hükümdarına bir mektupla göndermişti. [9]
Rivayete göre; Haris b. Umeyr, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Şam´a, Rum Kayserine götürmekte idi. [10]
Haris b. Umeyr, Mu´teye varınca, durdurulup Şurahbil b. Amr el-Gassânî´nin huzuruna çıkarıldı. [11]
Şurahbil b. Amr, Kayser´in Şam ülkesi valilerindendi. [12]
Şurahbil, Haris b. Umeyr´e:
"Sen nereye gitmek istiyorsun " diye sordu.
Haris b. Umeyr
"Şam´a!" dedi.
Şurahbil:
"Sen Muhammed´in elçilerinden olmayasın (olabilirsin) " dedi.
Haris b. Umeyr
"Evet! Ben Resûlullahın elçisiyim!" dedi. [13]
Şurahbil emretti; Haris b. Umeyr bir iple bağlandıktan sonra, götürülüp boynu vuruldu! [14]
O güne kadar, Hâris´in şehit edilişi, Peygamberimiz Aleyhisselama çok ağır geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hemen Müslümanları topladı. [15] Onlara, Haris b. Umeyr´in şehit edildiği yeri ve kendisini kimin şehit ettiğini haber verdi. [16] Kendilerini, Cüruf ordugâhında toplanmaya davet etti. [17]
Müslümanlar, hemen Cüruf ordugâhında toplandılar. [18]
Peygamberimiz Aleyhisselam, daha önce, Ka´b b. Umeyr´in kumandası altında 15 kişilik İslâm propaganda heyetini Şam´ın Zât-ı Atlah nahiyesinde şehit edenlere askerî bir birlik göndermeye niyetlenmiş ise de, oradaki halkın başka bir yere çekip gittiklerini haber alınca, bundan vazgeçmiş bulunuyordu. [19]
Zât-ı Atlah halkı, Kudâalardan olup, Sedus adında bir liderin idaresi altında idiler. [20]
Mu´te Mücahidlerinin Sayısı ve Orduya Kumanda Edeceklerin Belirlenişi
Silahlanıp yola çıkmaya hazırlanan İslâm mücahidlerinin sayısı 3.000 idi.[21]
Peygamberimiz Aleyhisselam, öğle namazını kıldırdıktan sonra, oturdu. Ashab da, çevresinde, kendisiyle birlikte oturdular.
O sırada, Numan b. Funhus (Mahs) adındaki Yahudi de, gelip halk ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamın başucunda durdu. [22]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cihada çıkacak olan şu insanlara, Zeyd b. Harise kumandandır!
Zeyd b. Harise öldürülürse, Cafer b. Ebu Talib kumandandır!
Cafer b. Ebu Talib öldürülürse, Abdullah b. Revâha kumandandır! [23]
Abdullah b. Revâha da öldürülürse, Müslümanlar, aralarından münasip birini seçsinler ve onu kendilerine kumandan yapsınlar!" buyurdu. [24]
Peygamberimiz Aleyhisselam ordunun kumandanlığına Zeyd b. Hârise´yi tayin buyurduğu zaman, Hz. Cafer sıçrayıp kalktı ve:
"Anam, babam sana feda olsun ey Allah´ın Peygamberi! Zeyd´i benim üzerime kumandan tayin edeceğini sanmamıştım! " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen emre göre hareket et! Hangisinin hakkında daha hayırlı olduğunu bilmezsin!" buyurdu. [25]
Bunun üzerine, Müslümanlar ağlamaya başladılar ve:
"Yâ Rasûlallah! Keşke sağ kalsalar da, kendilerinden yararlansaydık!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, cevap vermeyip sustu. [26]
Yahudi Numan b. Funhus:
"Ey Ebu´l-Kasım! Eğersen gerçekten peygambersen, az veya çok adlarını andığın kişilerin hepsi ölürler.
Çünkü, İsrail oğulları içinde zuhur eden peygamberler bir adamı bir cemaat üzerine kumandan tayin ettikleri ve ´Filan, filan öldürülecek!´ dedikleri zaman, yüz kişinin bile adını anmış olsalar, onların hepsi ölürler, sağ kalmazlardı!" dedi.
Sonra da, Zeyd b. Hâriseye dönüp:
"Vedanı, vasiyetini yap!
Eğer Muhammed gerçekten peygamberse, artık sen hiçbir zaman onun yanına geri dönemeyeceksin!" dedi.
Zeyd b. Harise ise:
"Ben şehadet ederim ki; o, hiç şüphesiz, gerçek peygamberdir!" dedi. [27]
Mücahidlerin Medine´den yola çıkacakları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam beyaz bir sancak, bayrak bağlayıp Zeyd b. Hârise´ye verdi. [28]
Haris b. Umeyr´in öldürüldüğü yere kadar gitmesini ve orada bulunanları İslâmiyete davet etmesini, Müslümanlığı kabul ederlerse, ne âlâ; kabul etmedikleri takdirde, Allah´ın yardımına güvenerek onlarla çarpışmasını emir buyurdu.
Uğurlamak üzere, Veda yokuşuna kadar, mücahidlerle birlikte gitti ve orada durdu[29] ve:
"Ben size Allah´ın buyurduklarını yerine getirmenizi, yasakladıklarından sakınmanızı, Müslümanlardan yanınızda bulunanlara karşı hayırlı olmanızı, iyi davranmanızı tavsiye ederim!
Allah yolunda ve Allah´ın ismiyle gaza ediniz. Allah´ı tanımayanlarla çarpışınız!
Ganimet mallarına hıyanet etmeyiniz!
Ahde vefasızlık göstermeyin iz!
Küçük çocukları öldürmeyiniz!
Müşriklerden, düşmanınla karşılaştığın zaman, onları üç husustan birisine davet et! Onlardan hangisine icabet ederlerse, icabetlerini kabul et, onlardan elini çek!
Sonra, onları, Muhacirler yurdu olan Medineye, yurtlarını değiştirmeye davet et!
Onlar davetine icabet eder, senin dediğini yaparlarsa, Muhacirlerin sahip oldukları haklara kendilerinin de sahip olacaklarını ve onların mükellef bulundukları vazifelerle kendilerinin de mükellef olacaklarını bildir!
Eğer Müslüman olup yurtlarında oturmayı tercih ederlerse, Müslümanlardan, göçebe Araplar gibi olacaklarını ve onlar hakkında uygulanan ilahî hükmün kendileri hakkında da uygulanacağını, harp ganimetinden kendilerine birşey verilemeyeceğini ve ganimetten ancak Müslümanların yanında savaşmış olanların yararlanacağını haber ver!
Eğer Müslüman olmaya yanaşmazlarsa, onları cizye vermeye davet et! Onlardan, bunu yapanlardan elini çek!
Cizye vermeye de yanaşmazlarsa, Allah´ın yardımına sığınarak onlarla çarpış.
Eğer kuşattığın kale veya şehir halkı, senden, kendileri için Allah´ın ve Resûlünün emanını isterlerse, sen onlara Allah ve Resûlü adına eman verme! Fakat, kendi emanını, babanın emanını ve arkadaşlarının emanını ver!
Çünkü, siz kendinizin ve babalarınızın vermiş olduğunuz eman sözünü bozacak olursanız, bu, Allah ve Resûlü adına vermiş olduğunuz eman sözünü bozmanızdan, sizin için, vebal bakımından daha hafiftir!" buyurdu. [30]
Birçok halk da, ordugâha kadar gelip, kumandanlarla vedalaştılar ve onlara dua ettiler.
Mücahidlerden bazıları da, halktan bazılarıyla vedalaştılar. [31]
Ordu karargâhtan hareket ettiği zaman, Müslümanlar:
"Allah sizleri hertehlikeden korusun! Yine, sağ salim ve ganimetler elde etmiş olarak geri çevirsin!" diyerek seslendiler. [32]
Abdullah b. Revâha´nın Vedalaşırken Ağlaması ve Ağlamasının Sebebi
Abdullah b. Revâha, yanındaki kumandan arkadaşlarıyla birlikte vedalaştıkları sırada ağladı.
Ona:
"Ey Revâha´nın oğlu! Ne için ağlıyorsun " diye sordular.
Abdullah b. Revâha:
"Vallahi, ben ne dünya sevgisinden, ne de sizleri özleyeceğimden ağlıyor değilim!
Fakat, ben, Yüce Allah´ın Kitabından, içinde Cehennem ateşi anılan; ´İçinizden, Cehenneme uğramayacak yoktur! Bu, Rabbinin yapmayı üzerine vacib kıldığı bir gerçektir!1 [Meryem: 71] âyetini okurken, Resûlullah Aleyhisselamdan işitmisimdir.
Cehenneme uğradıktan sonra, oradan selametle nasıl geri dönebileceğimi bilmiyorum ve bunun için ağlıyorum!" dedi.
Müslümanlar
"Allah sizin yardımcınız olsun! Sizleri her tehlikeden korusun! Sizi sağ salim geri çevirsin!" dediler.
Abdullah b. Revâha, onlara:
"Fakat, ben, Rahman olan Allah´tan, yarlıganmak, kanları fışkırtıp köpürten bir kılıç darbesiyle, yahut ciğer ve barsakları kasıp kavuran bir kargı saplamasıyla şehit olmak isterim ki; kabrime uğrayanlar, ´Allah, bu savaşçıya doğru yolu göstermiş, o da doğru yolu bulmuştur!1 desinler" mealli beyitleri okudu.
Ordunun gitmeye hazırlandığı sırada, Abdullah b. Revâha Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vanp Peygamberimiz Aleyhisselamla vedalaştıktan sonra:
"Allah, Musa´ya olduğu gibi, sana olan ihsanlarını da sabit ve devamlı kılsın! Yardım olunan ve zafere kavuşturulanlar gibi, sana da yardımını ihsan buyursun!
Ben, sana Allah tarafından hayır (peygamberlik) ihsan olunduğunu hemen anlamı sırrıdır. Allah bilir ki, ben keskin görüşlüyümdür. Sen, hiç şüphesiz, Allah´ın Resûlüsün!" mealli beyitleri okudu.[33]
Abdullah b. Revâha:
"Allah sana olan ihsanını sabit ve devamlı kılsın!" dediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam da, ona:
"Ey Revâha´nın oğlu! Allah seni de iyilikte en güzel şekilde sabit ve devamlı kılsın!" diyerek cevap verdi. [34]
Abdullah b. Revâha:
"Yâ Rasûlallah! Bana nasihatini arttır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ı daima zikret! Çünkü, Allah´ı zikr, umduğuna ermende sana yardımcı olur!" buyurdu. [35]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Seniyetü´l-Veda´da mücahidlerle vedalaştı. [36]
Onlara:
"Haydi, Allah´ın ismiyle gaza ediniz!
Allah´ın ve sizin Şam´da olan düşmanlarınızla çarpışınız!
Orada, Nasranîlerin kiliselerinde, halktan ayrılmış, kendilerini ibadete vermiş birtakım kimseler bulacaksınız. Sakın onlara dokunmayınız!
Onların dışında, başlarında şeytanların yuvalandıkları daha bir takım kimseler de bulacaksınız. Onların başlarını kılıçla koparınız!
Siz, ne bir kadını, ne süt emen bir çocuğu, ne yaşlanmış birpîr-i f anîyi öldürecek; ne bir ağaç yakacak veya kesecek, ne de bir ev yıkacaksınız!" buyurdu[37] ve kendilerini sis bürüdüğü ve hiçbir yeri göremez bir halde bulundukları sırada, sabahlamadıkça, Mu´teye girmekten de nehyetti. [38]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle vedalaşıp Medine´ye dönerken, Abdullah b. Revâha Peygamberimiz Aleyhisselamı şu beyitle selamladı:
"Geride kalan hurmalıkta kendisine veda ettiğim zâta, o en hayırlı uğurlayıcıya, en hayırlı dosta selam olsun!" [39]
İslâm mücahidleri Medine´den ayrıldılar. [40]
Şurahbil´in Savaşmaya Hazırlanışı
Şurahbil b. Amr, İslâm mücahidlerinin kendisine doğru gelmekte olduklarını haber alınca, pek çok asker topladı.[41]
Topladığı askerlerin sayısı 100.000´i aşkındı. [42]
Şurahbil, Müslümanların geleceği yollara gözcüler (casuslar) çıkardı. [43]
İslâm mücahidleri, Vâdi´l-kurâya gelip konakladılar ve orada günlerce oturdular.
Şurahbil b. Amr, kardeşi Sedus´u veya Vebr b. Amr1!, ileri birliği olarak ileri sürmüştü. [44]
Mücahidler, Sedus´un 50 kişilik birliğini bozguna uğrattılar. [45]
Sedus öldürülünce, Şurahbil korktu, kalesine sığındı. [46]
Mücahidler, yollarının üzerindeki bir köye uğramışlardı.
Kale halkı, mücahidlerden birini vurup şehit ettiler. [47]
Mücahidlerin Maan´da Durup Durumu Gözden Geçirmeleri
İslâm mücahidleri yollarına devam ederek Şam topraklarından Maan (Muan)´a vardılar.
Kayser Herakliyus´un 100.000 askerle Belka´ topraklarından Meab´a gelip konduğunu ve Beliyy kabilesinden Malik b. Zafile adında birinin kumandası altında Lahm, Cüzam, Kayn, Behra1, Vâil, Bekrve Beliyy Hıristiyan Araplarından 100.000 kişilik bir kuvvetin de gelip onlara katıldığını haber aldılar.[48]
Başka rivayete göre; toplanan düşmanların sayısı 150.000 veya 200.000´i Rumlardan ve 50.000´i Hıristiyan Araplardan olmak üzere 250.000 idi. Bunların yanlarında atlar ve silahlar da bulunuyordu. Müslümanlar ise, bunlardan ımahrumdu. [49]
Lahm ve Cüzam, çöl Arapları olup Hıristiyandılar.
Behra1, Beliyy ve Kayn da, Kudâa kabilelerinden idiler. [50]
Kudâa kabileleri; Benî Mehre, Benî Behra1, Benî Beliyy, Benî Cüheyne, Benî Selaman, Benî Selih ve Benî Huşeyş kabileleridir. [51]
Benî Ganmlerden Rum Ordularına Katılmayanların Çoğalmaları, Katılanların Azalıp Küçülerek Yoksul Düşmeleri
Rumlara katılan Arap kabilelerinden Lahmlar:
Beni´d-Dârlar, Benî Nadrlar, Benî Râşideler, Benî Hadesler ve BenîZu´rlar gibi dallara ayrılmakta idiler.[52]
Benî Hadeslerin kâhin bir kadınları vardı.
Kadın, Peygamberimiz Aleyhisselamın askerinin gelmekte olduğunu işitince, Benî Hadeslerden olan kavmi Benî Ganmlere:
"Ben sizi gollerinin ucuyla, hınçla bakan, atlarını yedeklerinde taşıyan ve kanlar döken bir kavme karşı koymaktan sakındırırım!" diyerek onlan uyardı.
Benî Ganmler de, onun sözünü tutup Lahmlerden ayrıldılar.
Benî Hadeslerden bir kol olup o zaman Müslümanlarla savaşan Benî Sa´lebeler ise, bundan sonra gitgide azaldılar, küçüldüler, küçüldüler ve yoksul düştüler. [53]
İslâm Mücahidlerinin Maan´da Durum Değerlendirmesi Yapmaları
İslâm mücahidleri, durumu gözden geçirmek üzere Maan´da iki gece (iki gün) oturdular.[54]
Zeyd b. Harise; Rumların İslâm mücahidleriyle çarpışmak için pek çok asker toplamış olduklarını haber verip, bu yolda ne yapmak gerektiğini mücahidlere sordu.
Mücahidler:
"Rumlarla karşılaşmaktan vazgeçip memleketlere akın yap! Halklarını esir al, Medine´ye dön!" dediler.
Abdullah b. Revâha susuyor, konuşmuyordu.
Zeyd b. Harise, ona bu hususta ne düşündüğünü sordu.
Abdullah b. Revâha:
"Biz, ganimetler elde etmek için yola çıkmadık. Fakat, Rumlarla karşılaşmak için yola çıktık!" dedi. [55]
Diğer mücahidler ise:
"Resûlullah Aleyhisselama yazı yazıp düşmanımızın sayısını bildirelim. Bize savaş erleri yetiştirmesini, ya da bu yolda yapmak istediği şeyi bize emretmesini isteyelim" dediler.
Bu hususta söz ve görüş birliğine vardılar. [56]
Abdullah b. Revâha:
"Ey kavmim! Vallahi, sizin şimdi istememiş olduğunuz şey, arzulayıp elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir! [57]
Biz, insanlarla, ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice çokluk olduğumuz için değil, Allah´ın bizi şereflendirdiği şu din kuvvetiyle savaşıyoruz!
Gidiniz, çarpışınız! Bunda muhakkak iki iyilikten biri; ya zafer, ya da şehitlik vardır! [58]
Vallahi, Bedir savaşı gününde yanımızda iki at, Uhud savaşı gününde de bir tek at bulunuyordu.
Eğer bu seferimizde düşmana galip gelmek kaderde varsa, zaten Allah´ın ve Peygamberimizin bize va´di de böyledir, Allah va´dinden cayar değildir.
Eğer kaderde şehitlik varsa (şehit olur, daha önce şehit olan) kardeşlerimize böylece Cennetlerde kavuşmuş oluruz!" dedi.
Abdullah b. Revâha´nın bu sözleri, mücahidleri cesaretlendirdi: [59]
"Vallahi, Revâha´nın oğlu doğru söyledi!" dediler, yollarına hızla devam ettiler. [60]
Abdullah b. Revâha´nın Şehitlik Özlemi
Zeyd b. Erkam der ki:
"Ben, Abdullah b. Revâha´nın terbiyesi altında bir yetimdim.
Kendisi Mu´te seferine çıktığında, beni de devesinin terkisine bindimnişti.
Vallahi, geceleyin, biraz gidince, onun şu beyitleri okuduğunu işittim:
´Ey devem! Beni ve yükümü, Kumluktaki kuyuya vardıktan sonra dört konak daha götürsen, artık seni başka sefere çıkarmayacağım!
Sen sahipsiz, kendi başına, serbest kalacaksın!
Ben herhalde geriye, ailemin yanına dönmeyeceğim!
Umarım ki, şehit olacağım!
Müslümanlar geldiler, beni kalmaya iştiyaklı olarak Şam topraklarında bıraktılar.
Artık, ne hurması zahir olmuş, yağmur suyu ile sulanan ağaçlar, ne de suya kanmış, diplerinden sulanan hurma ağaçlan umurumda değildir!1
Kendisinden bunları işitince, ağladım.
Abdullah b. Revana, bana kamçısıyla dokunarak:
´Ey yaramaz! Allah´ın bana şehitlik nasip etmesinden ve senin de hayvan üzerinde, yolculuk eşyalarının iki yanı arasında geri dönüp gitmenden sana ne zarar olur [61]
Ben, böylece, şu dünyanın dert ve tasalarından, üzüntülerinden, hadiselerinden kurtulmuş, rahata kavuşmuş olurum!1 dedi.
Geceleyin inip iki rekat namaz kıldı. Namazının sonunda uzunca bir dua etti ve bana:
´Ey çocuk!´ diye seslendi.
´Buyur!´ dedim.
´Bu seferde, inşaallah, bana şehitlik nasip olacak!1 dedi." [62]
İbn Ebi Sebre´nin Mu´te´de Kalesini İslâm Mücahidlerine Açışı ve Mücahidlerin Meşârif Köyünde Düşman Ordularıyla Karşılaşmaları ve Savaş Düzenine Girmeleri
İslâm mücahidleri, Mu´te´de İbn Ebi Sebretü´l-Gassânî ile buluştular.
İbn Ebi Sebııe, kalesini üç gün Müslümanlardan başkasına kapalı tutup, içeriye kimse almadı.[63]
Mücahidler, ilerleyerek Belka1 sınırlarına varıp dayandıkları zaman, Belka1 köylerinden, Meşârif diye anılan köyde, Herakliyus´un Rum ve Hıristiyan Araplardan mürekkep ordularıyla karşılaştılar. Düşmanlar, mücahidlere doğru yaklaşmaya başladılar.
İslâm mücahidleri de, Mu´te köyüne doğru yönelip, onun yanında, düşmanlarla çarpışmak için hazırlandılar.
Sağ kol, Benî Uzrelerden Kuttıe b. Katâde´nin;
Sol kol da, Ensardan Ubâye (Ubâde) b. Malik´in kumandası altında idi.[64]
Düşman Ordularının Göz Kamaştıran Güçleriyle Çarpışmaya Başlanılışı
Ashabdan Ebu Hutıeyre derki:
"Mute savaşında ben de bulundum.
Müşrikleri gördüğümüz zaman, sayı, silah, at... (gibi askerî), atlas, ipek ve altın gibi (malî güç) bakımından, bizimle karşılaştırılamayacak, karşılarında hiç kimse dayanamayacak derecede olduklarını gördük! Gözüm kamaştı!
Sabit b. Erkam, bana:
´Ey Ebu Hureyre! Sana ne oldu Sen, galiba, pek çok orduların toplandığını görünce, şaşırmış gibisin 1 dedi.
´Evet!´ dedim.
Sabit b. Erkam:
´Bizi Bedir´de görmedin mi Biz orada çokluk sebebiyle mansur ve muzaffer olmuş değildik!´ dedi."[65]
Düşman Ordularıyla Çarpışmaya Girişilmesi ve Zeyd b. Hârise´nin Şehit Oluşu
İki taraf askerleri, başlarında kumandanları olduğu halde,[66] şiddetle çarpışmaya başladılar! [67]
Peygamberimiz Aleyhisselamın haberverdiğine göre; şeytan hemen gelip Zeyd b. Hârise´ye hayatı ve dünyayı sevdirmek, ölümü çirkin ve sevimsiz göstermek istedi.
Zeyd b. Harise:
"Bu an, mü´minlerin kalblerinde imanı berkiştimnekzamanıdır!
Halbuki, sen bana dünyayı sevdirmek istiyorsun! " dedi[68] ve sırtında zırh gömleği, altında atı, Peygamberimiz Aleyhisselamın bayrağı elinde olduğu halde, çarpışmaya girişti. [69]
Vücudu Rumların mızraklanyla delik deşik edilip kanları saçılıncaya kadar, çarpışmaktan geri durmadı. [70]
En sonunda, cansız olarak yere düştü, şehit oldu. [71]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Zeyd b. Harise, şehit olduğu zaman, ellibeş yaşında idi. [72]
Hz. Cafer´in Kumandayı Ele Alışı ve Şehit Oluşu
Zeyd b. Harise şehit olunca, sancağı Hz. Cafer aldı.[73]
Zeyd b. Harise´nin zırh gömleğini sırtına giydi ve atına bindi. [74]
Şeytan gelip ona da hayatı ve dünyayı sevdirmek, ölümü çirkin ve sevimsiz göstermek istedi.
Hz. Cafier:
"Bu an, mü´minlerin kalblerinde imanı berkiştimnekzamanıdır!
Halbuki, sen bana dünyayı sevdirmek istiyorsun! " dedi, [75] ilerledi. Düşmanlar
"Bunu arkadaşının yanına ulaştıracak kim var " diye birbirlerine seslendiler.
İçlerinden birisi:
"Ben ulaştırırım!" dedi. [76]
Hz. Cafier, çarpışa çarpışa, düşmanların ortalarına kadar dalmış bulunuyordu.
Kurtuluş yolu olmadığını görünce, atından yere atladı ve onu sinirledikten sonra, son nefesine kadar çarpıştı. [77]
"Cennet kokusundan daha güzel koku yoktur!" diyerek[78] çarpışırken, düşmanlartarafından vurulup bir eli kesildi. Sancağı öbür eline aldı.
O eli de vurulup kesilince, sancağı koltuğunun altına kıstırdı. [79]
O sırada, Rumlardan bir adam, varıp mızrağını sapladı. [80]
Sonra da, kılıçla vurarak onu ikiye ayırdı. [81]
Hz. Cafier, cansız olarak yere düştü, şehit oldu. [82]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Abdullah b. Ömer der ki:
"Cafer b. Ebu Talib´i ölüler arasında aradık, kendisinin vücudunda doksandan fazla mızrak, ok, kılıç yarası bulduk!"[83]
Hz. Cafier, şehit olduğu zaman, otuzüç yaşında idi. [84]
Abdullah b. Revâha´nın Kumandayı Ele Alışı ve Şehit Oluşu
Hz. Cafer şehit olunca, Ebu´l-Yeser Amr el-Ensârî, bayrağı (sancağı) alıp Abdullah b. Revâha´ya vendi.[85]
Abdullah b. Revana, sancağı alınca, atının üzerinde olduğu halde, düşmanlara doğru ilerledi.
İlerlerken de, nefsini kendisine boyun eğdirmeye ve bazı tereddütlerini gidermeye uğraşıyor ve şöyle diyordu:
"Ey nefis! Ben seni indirmeye (kendime boyun eğdirmeye) yemin ettim!
Sen ya kendiliğinden ineceksin, ya da zorla inersin!
İnsanlar, toplanmış, bağırıyor ve ağlamaklı olarak terci1 ediyor (´İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun=B izler Allah´ın [kullany]ız ve O´na dönücüleriz!1 diyor) iken, sana ne oluyor ki, seni Cennetten pek hoşlanmıyor görüyorum !
İtmi´nanlı, huzurlu zamanların epey oldu.
Sen, eski bir su kırbasında azıcık safi bir su damlasından başka nesin ki
Ey nefis! Sen şimdi öldürülmesen, er geç öleceksin ya!
Bu öyle bir ölüm ateşidir ki; sen ona girmiş bulunmaktasın!
İşte, özleyip durduğun şey sana verilmiş bulunmaktadır!
Eğer sen o iki kişinin (Zeyd b. Harise ile Cafer b. Ebu Talib´in) yaptıkların yapar (şehitliği tercih eder)sen, doğru bir iş yapmış (muradına ermiş) olursun! [86]
Eğer gecikirsen, bedbaht olursun!" [87]
Abdullah b. Revâha, nefsinin tereddüdünü hâlâ giderememiş olmalı ki, ona:
"Ey nefis! Şehitlikten seni çekindiren, sakındıran hangi şeylerdir
Eğer çekinmen zevcem filanca hatundan mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, o üç talakla boşan-m iştir!
Eğer çekinmen filan filan kölelerimden mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, onlar zaten azad edilmişler, hürriyetlerine kavuşturulmuşlardır.
Yok eğer çekinmen bakımsız, verimsiz hale gelmiş bulunan bahçemden, bostanımdan mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, o, Allah´a ve Resûlullaha bırakılmış (vakfedilmiş) bulunuyor!" dedi. [88]
Abdullah b. Revâha, çarpıştıktan sonra, iki dostunun yaptığı gibi, atından indiği, zırh gömleğini sırtından çıkardığı sırada, [89] amcasının oğlu, ona üzeri kurumuş etli bir kemik getirdi ve:
"Al, bunu ye de, biraz güçlen!
Çünkü, sen, hayatında hiç karşılaşmadığın şeyle bugün karşılaştın!" dedi. [90]
Abdullah b. Revâha, üç günden beri hiçbir şey yememişti. [91]
Kurumuş etli kemiği amcasının oğlundan alıp ondan azıcık ısırmıştı ki, o sırada, Müslümanların bulundukları köşede bir kargaşalık koptu, sınma ve bozulma oldu.
Abdullah b. Revâha, kendi kendine:
"Sen hâlâ dünyadasın! Dünyada yiyip içmekle uğraşıyorsun! " diyerek kendisini kınadı ve hemen elindeki etii kemiği yere attı. Kılıçla, çarpışmaya girişti. [92]
Vücuduna saplanan mızraklarla yaralandı.
Müslümanlarla düşmanların safları arasında yere yıkıldı ve:
"Ey Müslümanlar topluluğu! Kardeşinizin cesedini (düşmanlar tarafından kesilip biçilerek) oyuncak ettirmeyin!" dedi ve çok geçmeden de, kaldırıldığı yerde can verdi. [93]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Abdullah b. Revâha şehit olup sancak yere düşünce, Müslümanlar, müşrikler birbirlerine kanştılar! [94]
Müslümanlar görülmedik bir bozguna uğradılar, darmadağın oldular. [95]
İki kişi birarada görülmez oldu. [96]
Müşrikler Müslümanların arkalarına düştüler. Müslümanlardan bazıları şehit oldular. [97]
Kutbe b. Âmir´in Müslümanları Öğütleyişi ve Sabit b. Akrem´in Sancağı ve Kumandayı Halid b.
Velid´e Tevdi Edişi
Kutbe b. Amir:
"Ey kavmim! İnsanın yüzyüze öldürülmesi, arkasından vurulup öldürülmesinden daha iyidir!" diyerek arkadaşlarına sesleniyor, fakat hiçbir dinleyen, onun davetine icabet eden olmuyordu. [98]
Abdullah b. Revâha şehit olunca, [99] Ebu´l-Yeser Ka´b b. Umeyr, sancağı alıp BenîAclanlardan Sabit b. Akrem´e vermişti. [100]
Sabit b. Akrem, sancağı alır almaz[101] koştu ve mücahidlerin önüne geçti. Sancağı yere dikti[102] ve:
"Ey insanlar! Ey Ensar hanedanı! Bana doğru geliniz!" diyerek seslenmeye başladı.
Müslümanlar, her taraftan, sıçraşıp Sabit b. Akrem´in başında toplandılar. [103] Sabit b. Akrem:
"Ey Müslümanlar topluluğu! Siz, içinizden birini kendinize kumandan olarak seçiniz ve onun çevresinde toplanınız!" dedi.
Mücahidler:
"Biz seni kumandan seçtik. Biz sana razıyız!" dediler.
Sabit b. Aknem:
"Ben bu işi yapamam!" dedi. [104]
Halid b. Velid´e bakıp:
"Ey Ebu Süleyman! Al sen şu sancağı!" dedi.
Halid b.Velid:
"Ben bu sancağı senden alamam. Sen buna benden daha lâyıksın! Çünkü, daha yaşlısın ve Bedir savaşında da bulunmuş bulunuyorsun!" dedi.
Sabit b. Akrem:
"Al şunu be adam! Vallahi, ben onu ancak sana vermek için aldım!" dedi. [105]
Halid b.Velid:
"Gel, sen bunu bana verme!" dedi.
Sabit b. Aknem:
"Sen çarpışma usulünü benden daha iyi bilirsin!" dedi ve Müslümanlara da:
"Halid´i kumandan seçme hususunda görüş ve söz birliği ediyor musunuz " diye sordu.
Müslümanlar, hep birden, "evet!" dediler. [106]
Müslümanlar Halid b. Velid´in kumandanlığı üzerinde böyle söz ve görüş birliğine varınca, [107] Halid b.Velid sancağı aldı. [108]
Müslümanların Saldırıya Geçip Düşmanlardan Bir Kısmını Bozguna Uğratmaları
Halid b. Velid, sancağı alır almaz saldırıya geçti.
Düşmanlar da saldırıya geçtiler. Halid b. Velid´in yerinden kımıldamadığını görünce, şaşırdılar.
Saldırıya geçen Müslümanlar ise, Rumların topluluklarından bir topluluğu bozguna uğrattılar ve dağıttılar.[109]
Sağ kol kumandanı Kutbe b. Katâde, Hıristiyan Arapların kumandanı Malik b. Zafile´yi mızrakla yaraladıktan sonra, boynuna kılıçla vurup başını gövdesinden ayırdı .[110]
Halid b. Velid´in Düşmanları Şaşırtan ve Maneviyatlarını Sarsan Bir Tedbire Başvuruşu
Halid b. Velid; geceyi geçirip sabaha çıkınca, mücahidlerin önde bulunanlarını arkaya, arkada bulunanlarını öne, sağ yandakilerini sol yana, sol yandakilerini de sağ yana geçirdi.
Rumlar, sabahleyin, daha önce tanıdıkları o bayraklı, şekil ve kıyafetli Müslümanlardan başkalarıyla karşılaşınca, hoşlanmadılar ve:
"Herhalde, bunlara yardımcı kuvvetler gelmiş!" dediler.
Yüreklerine korku düştü.[111]
Halid b. Velid:
"O gün, benim elimde yedi kılıç parçalandı! Elimde, ağzı enli Yemen yapısı kılıçtan başka dayanan kalmadı!" demiştir. [112]
Müslümanlar, bozguna uğrattıkları düşmanlardan, az çok ganimet de aldılar. [113]
Nitekim, Huzeyme b. Sabitin Rumlardan kendisiyle çarpışan bir adamı öldürünce onun miğferinden aldığı yakutu Hz. Ömer´in (veya Hz. Osman´ın) halifeliği devrinde 100 dinara satıp bir hurma bahçesi satın aldığı; [114]
H i my eril erden bir mücahidin de, Rumlarla Kudâaların Hıristiyan Araplarından karışık bir toplulukla çarpışıldığı sırada, eğeri altın sırmalı bir at üzerinde bulunan ve kını altın sırmalı kılıçlı bir Rumu öldürüp atını ve silahını aldığı bildirilmektedir. [115]
Mu´te´de Kaç Gün ve Ne Kadar Düşmanla Çarpışıldığı ve Halid b. Velid´in Bir Avuç Mücahidi Savaş Yerinden Nasıl Bir Ustalıkla Geri Çekmeyi Başardığı
3.000 İslâm mücahidi, Mute´de 200.000[116] veya 250.000[117] kişilik mücehhez düşman ordularıyla yedi gün çarpıştılar. [118]
Gerek sayı, gerek savaş araç ve gereçleri bakımından yetmiş seksen kat fazla güce sahip bulunan düşman orduları, her an, umumî bir saldırıyla Müslümanları kuşatıp son neferlerine kadar hepsini yok edebilirlerdi. [119]
İşte, Halid b. Velid, böyle bir avuç İslâm mücahidi için, çok nazik ve tehlikeli bir sırada, önce İslâm mücahidlerinin savaş düzenindeki yerlerini birbirleriyle değiştirip düşmanların karşısına yeni şahıslar çıkarmak suretiyle takviye kuvvetleri alındığı hissini verdirerek gözlerini yıldırdıktan, korkuttuktan, maneviyatlarını sarstıktan[120] ve ardarda yaptığı hücumlarla da onları arkalarına düşmeyi göze alamayacak derecede şaşkına çevirdikten sonra, mücahidleri, tereyağdan kıl çeker gibi, savaş alanından geri çekmek ve İslâm´ın biricik savaş gücü ve varlığı olan bir avuç ordusunu topluca yok olmaktan kurtarmak becerikliliğini göstermiştir ki; bu, zafer kadar büyük ve önemli bir başarı idi.
İşte, Yüce Allah, Mu´te´de ona ve Müslümanlara böyle birfetih ihsan etti. [121] O kadar güçlü olmalarına rağmen, düşmanları, bozguna uğramanın en kötüsüyle, hiç görülmedik bir bozguna uğrattı. [122]
Mute savaşında, yedi günde, mücahidlerden ancak ondört kişi şehit oldu. [123]
Düşmanlardan öldürülenler ise, pek çoktu. [124]
Müslümanlardan sonra, düşmanlar da savaş alanından ayrıldılar. [125]
Mu´te Savaşında Şehit Olan Mücahidler
1- Zeyd b. Harise,
2- Hz. Cafer b. Ebu Talib,
3- Abdullah b. Revana,
4- Vehb b. Sa´db.Ebi Şerh,
5- Abbâd (veya Ubâde) b. Kays,
6- Haris b. Numan b. İsaf (veya Yesaf),
7- Sürâka b. Amr b. Atiyye b. Hasnâ,
8- Ebu Küleyb (veya Kilâb) b. Amr b. Zeyd b. Avf,
9- Cabir b. Amr b. Zeyd b. Avf,
10- Amr b. Sa´d b. Haris b. Abbâd,
11- Âmir b. Sa´d b. Haris b. Abbâd,[126]
12- Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, [127]
13- Süveyd b. Amr, [128]
14- Mes´ud b. Süveyd b. Harise b. Nadle. [129]
Yüce Allah hepsinden razı olsun![130]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mu´te´de Kumandanların Nasıl Şehit Olduklarını Medine´de Müslümanlara Bildirişi
İslâm kumandanlarının Mu´te´de şehit oldukları saatte Peygamberimiz Aleyhisselama haber gelmiş, bu da kendilerini son derecede üzmüş bulunuyordu.[131]
Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselamı üzgün görünce:
"Ey Allah´ın Peygamberi! Sende olan üzüntüyü gördüğümüzden beri duyduğumuz üzüntünün derecesini ancak Allah bilir! " dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bende görmüş olduğunuz, beni hüzün içinde bırakan şey, ashabımın şehit düşmeleri idi.
Bu hal, onları Cennette karşılıklı tahtlar üzerinde oturmuş kardeşler olarak görünceye kadar sürdü!" buyurdu.[132]
Peygamberimiz Aleyhisselam, minbere çıkıp oturdu. Namaz için toplanılmak üzere seslenilmesini, ezan okunmasını emir buyurdu.[133]
Şam´la aradaki uzaklıklar, engeller kalkmıştı: Peygamberimiz Aleyhisselam, Mute savaş meydanına bakıyordun.[134] Müslümanlar Mescidde toplanınca,[135] Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´tan, onlara hayır ve sevab kapısının açılmasını dilerim![136]
Allah´tan, onlara hayır ve sevab kapısının açılmasını dilerim!
Allah´tan, onlara hayır ve sevab kapısının açılmasını dilerim![137]
Şu gazaya çıkan ordunuzdan size haber vereyim[138]
Onlar gittiler, düşmanla karşılaştılar.[139]
Zeyd b. Harise bayrağı eline aldı. Şeytan, hemen onun yanına geldi. Ona hayatı ve dünyayı sevdirmek, ölümü çirkin ve sevimsiz göstermek istedi.
Zeyd ise:
´Bu an, mü´minlerin kalblerinde imanı berkiştirecekzamandır!
Sen ise bana dünyayı sevdirmek istiyorsun! ´ dedi ve ilerledi.[140]
Çarpıştı ve nihayet şehit olarak öldürüldü![141] Onun için, Allah´tan mağfiret dileyiniz!" buyurdu.[142]
Müslümanlar, ona Allahtan mağfiret dilediler.[143]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O şimdi Cennete girdi. Orada koşup duruyordun[144]
"Sonra, bayrağı Cafer b. Ebu Talib aldı.[145] Şeytan hemen onun yanına vardı. Ona da hayatı ve dünyayı sevdirmek ve ölümü çirkin ve sevimsiz göstermek istedi.
Cafer ise:
´Bu an, mü´minlerin kalblerinde imanı berkiştirmek zamanıdır!´ dedi ve ilerledi,[146] çarpıştı ve nihayet şehit olarak öldürüldü.[147]
Kardeşiniz için, Allah´tan mağfiret dileyiniz![148]
O, şehit olarak Cennete girdi. Şimdi o Cennette yakuttan iki kanadıyla dilediği gibi uçup duruyor-dur.[149]
Cafer´i Cennette meleklerle birlikte iki kanadıyla uçuyor gördüm!" buyurdu.[150]
Müslümanlar, onun için de Allahtan mağfiret dilediler. [151]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cafer´den sonra, bayrağı Abdullah b. Revâha aldı!" buyurdu.[152]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir müddet sustu.
Ensarın (Medineli Müslümanların) yüzleri değişti, sarardı. Abdullah b. Revâha´nın, hoşlarına gitmeyen bazı işler yaptığını sandılar.[153]
Peygamberimiz Aleyhisselam, sözlerine şöyle devam etti:
"Abdullah b. Revâha iki ayağını berkiştirdi.[154] Elinde bayrak olduğu halde düşmanlarla çarpıştı, şehit olarak öldürüldü.[155]
Tereddütlü olarak Cennete girdi.[156]
Onun için de, Allah´tan mağfiret dileyiniz!" buyurdu.[157]
Abdullah b. Revâha´nın Cennete tereddütlü olarak girişi, Ensarın ağırlarına gitti.[158]
"Yâ Rasûlallah! Onun tereddüdü ne idi " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kendisi, yaralandığı zaman, düşmanla çarpışmaktan çekindi. Sonra nefsini kınadı. Cesaretlendi ve şehit oldu.[159] Cennete girdi" buyurunca, Ensar sevindiler.[160]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar, Cennette altın tahtlar üzerinde oturur oldukları halde bana gösterildi!
Abdullah b. Revâha´nın tahtının arkadaşlarınınkinden engin ve eğri olduğunu gördüm.
´Bununki neden böyledir 1 diye sordum.
´Abdullah çarpışmaya giderken bazı tereddütler geçirmiş, sonra da, çarpışmaya gitmiştir!´ denildi.[161]
Rüyada Cennete girdiğimde, Cafer´i kana boyanmış iki kanatlı, Zeyd´i de onun karşısında gördüm. Revâha´nın oğlu da onların yanında bulunuyordu. Kendisinin, onlardan yüz çevirir gibi bir hali vardı.
Bunun sebebini de, size haber vereyim:
Cafer, savaş meydanına ilerlediği ve ölümü gördüğü zaman, ondan hiç çekinmedi ve yüz çevirmedi.
Zeyd de öyle yaptı.
Revâha´nın oğlu ise, ölümden çekingen davrandı.[162]
Kendisinin kılıçtan hoşlanmıyor gibi bir hali vardı" buyurdu.[163]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bu Şehitler Hakkındaki Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam.Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebu Talib ve Abdullah b. Revâha´nın şehit olduklarını böylece haberverdikten sonra:
"Ey Allah´ım! Zeyd´i yarlığa! Ey Allah´ım! Zeyd´i yarlığa! Ey Allah´ım! Zeyd´i yarlığa! Ey Allah´ım! Cafer´i ve Abdullah b. Revâha´yı da yarlığa!" diyerek dua etti.[164]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Halid b. Velid Hakkındaki Takdiri ve Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam; Müslümanlara, Mu´te´de şehit olan üç kumandan hakkındaki müşahedelerini gözleri yaşararak haber verdikten sonra:
"Nihayet, bayrağı[165] Allah´ın kılıçlarından bir kılıç,[166] Halid b. Velid aldı.[167] İşte, şimdi tandır tutuştu, savaş kızıştı[168] Allah, mücahidlere fethi müyesser kıldı!" buyurdu.[169]
"Allah´ım! Halid senin kılıçlarından bir kılıçtır! Sen ona nusret ihsan buyur!" diyerek dua etti.[170]
Ya´lâ b. Ümeyye´nin Mu´te Haberini Medine´ye Getirişi
Musa b. Ukbe´nin Megâzî´sinde bildirildiğine göre; Mu´te haberini Peygamberimiz Aleyhisselama ilk getiren zât, Ya´lâ b. Ümeyye idi.
Ya´lâ b. Ümeyye, Mu´te savaşını ve sonucunu daha anlatmaya başlamadan, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"İstersen onu sen bana haber ver, istersen onu ben sana haber vereyim " buyurdu.
Ya´lâ:
"Yâ Rasûlallah! Sen bana haber ver!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mu´te´de mücahidlerin başlarından geçenlerin hepsini Ya´lâ´ya vasıflarıyla birer birer haber verince, Ya´lâ:
"Seni hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah´a yemin ederim ki; sen mücahidlerin hadiselerinden anlatmadık bir harf bile bırakmadın! Onların işini size ben anlatsaydım, ben de bu kadar anlatırdım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah benim için yeryüzünü aradan kaldırdı da, onların savaş meydanlarını gözlerimle gördüm!" buyurdu.[171]
Hz. Cafer´in Şehitlik Haberinin Ev Halkına Duyuruluşu
Hz. Cafer´in zevcesi Esma binti Umeys der ki:
"Cafer ve arkadaşları şehit oldukları zaman, Resûlullah Aleyhisselam yanıma geldi.
O gün kırk deri dabaklamıştım.
Ekmeklik hamurumu yoğurduktan sonra, çocuklarımın yüzlerini yıkamış, başlarını tarayıp yağlamıştım.[172]
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
´Ey Esma! Cafer´in çocukları nerede [173] Beni Cafer´in oğullarının yanına götür!´ buyurdu.[174]
Ben de, kendisini onların yanına götürdüm. Onları bağrına basıp öptü ve kokla di.
Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
´Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Seni ağlatan nedir [175]
Sen, ne için, oğullarıma, yetimlere yaptığın gibi yapıyorsun [176]
Yoksa, Cafer ve arkadaşlarından sana acı bir haber mi erişti [177]
Herhalde, Cafer´den sana birşey erişmiş olmalı ´ dedim.[178]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet! Onlar bugün şehit oldular!´ buyurdu.[179]
´Vâh efendim! Vâh Cafer´im!´ diyerekferyad etmeye başladım.[180] Kadınlar başıma toplandılar.[181]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Esma! Sakın ağzından kaba ve uygunsuz sözler kaçırma ve göğsünü de dövme!´ buyurdu.[182]
Abdullah b. Cafer de der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, benim ve kardeşimin başımızı okşarken, ben onun yüzüne bakıyordum: Gözlerinden süzülen yaşlar sakalından damlıyordu.[183]
´Ey Allah´ım! Cafer hiç şüphesiz sevabın en güzeline doğru ilerleyip vardı, kavuştu.
Sen iyi kullarından ol anları nzürriyetlerine halef olduğun en güzel şeylerle onun zürriyetine de halef ol!´ diyerek dua etti."[184]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Cafer´in Ev Halkı İçin Yemek Hazırlatışı
Esmâ binti Umeys der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam kalkıp evine gitti.[185] Kızı Fâtıma´nın yanına vardı.
Fâtımâ:
´Vâh amcacığım!´ diyerek ağlıyordu.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
´Sen, ağıtçı olarak Cafer üzerine, Cafier gibisine ağla!1 buyurdu.[186]
Sonra da:
´Cafer ailesi için yemek yapmayı ihmal etmeyin![187] Onlar için yemek yapın[188]
Onlar bugün başlarının derdiyle, kaybettikleri aile büyüklerinin acısıyla uğraşıyorlar.[189]
Onların başına, kendilerine bakamayacak hal geldi!´ buyurdu."[190]
Üç gün, Hz. Cafer´in ev halkına yemek yapılıp yedirildi.
Bu, Hâşim oğulları hanedanı arasında sünnet, âdet oldu.[191]
Bu, İslâm´da, ölünün ev halkı için yapılan ilkyemekti.[192]
Abdullah b. Cafer de, o günlere ait hatıralarını şöyle anlatır:
"Resûlullah Aleyhisselam evine girdi ve beni de içeri aldı ve emretti, benim ve ev halkım için yemek yapıldı.
Adam gönderip kardeşimi de getirtti.
Kendisinin yanında yemek yedik.
Vallahi, yediğimiz, tatlı ve mübarek bir yem ekti.
Hizmetçisi Selma hemen arpa kabının yanına vardı. Onu öğütüp kepeğinden ayırdı, pişirdi. Zeytinyağı katüktan sonra, üzerine biber ekti.
Onu, ben ve kardeşim, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte yedik.
Resûlullah Aleyhisselamın evinde üç gün oturduk.
Resûlullah Aleyhisselamın kadınlarının evlerinden her birinde kendisiyle birlikte kalıyorduk.
Sonra, evimize döndük.
Resûlullah Aleyhisselam, benim ve kardeşim için bir davar işaretleyip gönderdi ve onun üzerine bereket duası yaptı. Ben, o davar kadar bereketli ve verimli ne birşey sattım, ne de satın aldım.[193]
Resûlullah Aleyhisselam, Cafer´in ev halkının yanına üç gün uğramadı, onları kendi hallerine bıraktı.
Sonra, onların yanına vardı ve:
Kardeşime ağlamayınız artık! Bugünden ve yarından sonra, kardeşimin iki oğluna bakmak da, bana aittir!´ buyurdu.
Bizi, kuş yavrusu gibi, evine getirtti ve:
´Bana bir berber çağırın!´ buyurdu.
Berber çağrıldı. Berber, gelip başımızı tıraş etti.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Muhammed, amcamız Ebu Talib´e daha çok benziyor!
Abdullah ise, yaratıldığı fizikî yapıca ve huyca, bana daha çok benziyor1 buyurduktan sonra, ellerini kaldırdı ve:
´Ey Allah´ım! Cafer´in ev halkına hayırla halef ol!
Abdullah´ın sağ elini, alışverişte mübarek ve verimli kıl!´ diyerek dua etti ve bunu üç kere tekrarladı.
Annemiz gelince, ona bunu anlattım, çok sevindi.
Resûlullah Aleyhisselam da, kendisine:
´Sen bu çocukların geçim ve bakımları hakkında hiç endişelenme! Dünyada ve ahirette onların velîsi benim ![194]
Sen de bugünden sonra kardeşime ağlama!´ buyurdu."[195]
Hz. Cafer´e Ağlamanın Yasaklanışı
Hz. Âişe der ki:
"Cafer´in şehit edildiği haberi geldiği zaman, Resûlullah Aleyhisselamın çok üzüntülü olduğunu yüzünden anladık.[196]
Resûlullah Aleyhisselam Mescidinde oturuyor, ben de kapının Resûlullah Aleyhisselamı görebileceğim bir aralığından kendisine bakıyordum.[197]
O sırada, Resûlullah Aleyhisselamın yanına bir adam geldi ve:
´Yâ Rasûlallah![198] Cafer´e kadınlar ağlayıp duruyorlar.[199] Bizi fitneye düşürdüler!´ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Yanlarına dön de, sustur onları!´ buyurdu.
Adam gitti ve geri dönüp geldi.[200]
Onları çığlık koparmaktan nehyettiğini ve fakat kendisini dinlemediklerini söyledi.[201]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Dön de, sustur onları1 buyurdu.[202]
Adamcağız tekrar gitti. İzi sıra geri dönüp geldi ve:
´Vallahi, kadınlar galebe çaldılar!´ dedi.[203]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Dön de sustur onlan! Susmaktan kaçınırlarsa,[204] onların ağızlarına doğru toprak saç!´ buyurdu.
Kendi kendime, o adama:
´Allah cezanı versin![205]
Yüzünü, bumunu yere sürtsün![206] Sen, vallahi, böyle yapmakla Resûlullah Aleyhisselamın buyruğuna boyun eğmeyi terkettin! ´ diyerek söylendim.[207]
Anladım ki, adam onların ağızlarına toprak saçacak güçte değil!"[208]
Mu´te Mücahidlerinin Medine´de Nasıl Karşılandıkları
Mu´te mücahidleri, Medine´nin yakınına gelmişlerdi.[209]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´deki Müslümanlara:
"Toplanınız da, kardeşlerinizi karşılayınız!" buyurunca, çok sıcak bir gün olmasına rağmen, geride hemen hiç kimse kalmaksızın, Medine´deki Müslümanlar toplandılar.[210]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, hayvanına binip, onlarla birlikte mücahidleri karşılamaya gitti. Çocuklar arkalarından gelip karşılayıcılara kavuşunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Çocukları da binitlerinize alınız! Cafer´in oğlunu bana veriniz!" buyurdu.
Abdullah b. Cafer getirilince, Peygamberimiz Aleyhisselam onu alıp önüne bindirdi.[211]
Mute´den dönen orduya Medine´nin Cüruf mevkiinde kavuştular.[212] Halktan bazıları, gazilerin üzerlerine toprak saçarak:
"Ey kaçaklar! Demek siz Allah yolunda savaşmaktan kaçtınız ha !" diyerek kınamaya başladılar.[213]
Mücahidler, halkın bu davranışından, Peygamberimiz Aleyhisselama şikâyet]endiler[214] ve:
"Yâ Rasûlalları! Biz kaçaklar mıyız " dediler.[215]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizler Allah yolunda savaşmaktan kaçanlar değil, dönüp dönüp vuruşanlarsınız!" buyurdu[216] ve halka da:
"Onlar, Allah yolunda savaşmaktan kaçanlar değil, belki, inşaallah, döne döne çarpışanlardır!" buyurdu.[217]
Bunun üzerine, halk mücahidleri kınamaktan vazgeçtiler.[218]
Mute gazilerinden, evine, ev halkına dönüp kapılarını çaldıkları halde, ev halkı tarafından:
"Demek sen arkadaşlarınla birlikte ilerleyip şehit olmadın ha !" diye kınanarak kapılan açılmayan, içeri alınmayanlar bile olmuştu. Büyük sahabilerden bazıları utandıklarından dolayı dışarı çıkamayıp evlerinde oturdukları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Sizler Allah yolunda döne döne çarpışanlarsınız!" diye haber göndermişti .[219]
Seleme b. Hişam b. Muğîre´nin hanımı, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme´yi ziyarete gelmişti.[220]
Hz. Ümmü Seleme, ona:
"Ben Seleme b. Hişam´ın Resûlullah Aleyhisselam ve Müslümanlarla birlikte namaz kıldığını göremiyorum!
Bana bu hususta verebileceğin bir bilgi var mı [221]
Yoksa, bir rahatsızlığı mı var " diye sordu.
Seleme´nin hanımı:
"Hayır! Vallahi, bir hastalığı yok![222] Fakat, o dışarı çıkamıyor.
Dışarı çıktığı zaman, ona ve arkadaşlarına, halk:
´Ey kaçaklar! Demek, siz Allah yolunda çarpışmaktan kaçtınız ha !1 diyerek bağırıyorlar! Bunun için, o evinde oturuyor, oturmak zorunda kalıyor" dedi.[223]
Hz. Ümmü Seleme, bunu Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Onlar, Allah yolunda döne döne çarpışanlardır! Evinden dışarı çıksın!" buyurdu.[224]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 15, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 128, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 380, Taberî,Târîh, c. 3, s. 107, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 220, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 359, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 234, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 153, Zehebî, Megâzî, s. 401, Heysem f, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 157.
[2] İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 46, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 299, İbn Haldun, TârıVı, c. 2, ks. 2, s. 40.
[3] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 267.
[4] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 220.
[5] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 1 9.
[6] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 268.
[7] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 489.
[8] Vâkıdî, M egâzf 1367/1 948 Mısır baskısı, s. 322.
[9] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 755, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 128, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 227, 228, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 408, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 153, İbn Kayyı m, Zâdu´l-m ead, c. 2, s. 172, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 1 87, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 70.
[10] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 1, s. 298, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 408, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 153, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 173, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 786.
[11] Vâkıdî, c. 2, s. 755, İbn Sa´d, c. 2, s. 128, İbn Abdilberr, c.1 , s. 298, İbn Esîr, c. 1, s. 408, İbn Seyyid, c. 2, s. 153, İbn Kayyı m ,c. 2, s. 1 73.
[12] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 70, Halebî, c. 2, s. 786, Zürkânf, c. 2, s. 268.
[13] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 755, Zehebî, Megâzî, s. 41 , Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 786.
[14] Vâkıdî, c. 2, s. 755, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 298, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 94, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 408, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 153, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 173.
[15] Vâkıdî, c. 2, s. 755, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 128, İbn Asâkfr, c. 1, s.94, İbn Seyyid, c. 2, s. 153, Zehebî, Megâzî, s. 401, İbn Kayyım, c. 2, s. 173.
[16] Vâkıdî, c. 2,5.755, İbn Asâkfr, c. 1, s. 94, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 70.
[17] İbn Asâkfr, c. 1 ,s.94, Diyarbekrî, c. 2, s. 70.
[18] Vâkıdî, c. 2, s. 755, İbn Sa´d, c. 2, s. 128, İbn Asâkfr, c. 1, s. 94, Diyarbekrî, c. 2, s. 70.
[19] Vâkıdî, c. 2, s. 753, İbn Sa´d, c. 2, s. 127, 128, İbn Seyyid, c. 2, s. 152, Zehebî, s. 400, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 241, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 301.
[20] Taberî. Târîh. c. 3. s. 1 03. İbn Esîr. Kâmil. c. 2. s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/227-229.
[21] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c. 4, s. 15, Vâkıdî, c. 2, s. 756, İbn Sa´d, c. 2, s. 128, Taberî, Târih, c. 3, s. 107, İbn Asâkfr, c. 1, s. 94, İtan Esîr, c. 2, s. 23, İbn Seyyid, c. 2, s. 153, Zehebî, s. 403, Ebu´l-Fidâ, c.4,s. 241 İbn Haldun, Târih, c. 2, s. 40 Ebul-(:::), Ikdu´s-simfn, c. 1, s. 259, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 157.
[22] Vâkıdî, c. 2, s. 756, Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 528, 529, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 361, İbn Asâkfr, c. 1,5.94, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 241.
[23] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 15, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 756, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 128, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 204, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 86, 87, Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 528, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve,c.4, s. 361, 362, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 993, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 23, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 152, Zehebî, Megâzî,s. 401, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 241, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 40, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 157,Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 187, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 70, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 77.
[24] Vâkıdî, c. 2, s. 756, İbn Sa´d, c. 2, s. 128, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 204, Buhârî, c. 5, s. 86, 87, İbn Asâkfr, c. 1, s. 93, Zehebî, s. 401, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 241, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 402, Ebut-(:::), c. 1, s. 259, Kastalânf, c. 1, s. 187, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 2, s. 70, Diyarbekrî, c. 2, s. 70, Halebî, c. 2, s. 787, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 269.
[25] İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 46, 47, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Beyhakî, c. 4, s. 367, İbn Esîr, c. 2, s. 234, Zehebî, s. 406, Heysemî, c. 6, s. 156, İbn Hacer, c. 7, s. 393.
[26] İbn Esîr Kâmil, c. 2, s. 234.
[27] Vâkıdî, c. 2, s. 756, EbuNuaym, Delâilü´n-nübüvve, c.2, .529, Beyhakî, Delâil.c. 4, s. 361, 362, İbn Asâkfr, c. 1, s. 94, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 241, Diyarbekrî, c. 2, s. 70, Suyûtî, c. 2, s. 70, Halebî, c. 2, s. 787, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 269.
[28] Vâkıdî, c. 2, s. 756, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 128, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 94.
[29] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 128, İbn Asâkir, Târih, c. 1, s. 95, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 241 , Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 70, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 187, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 787, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 269.
[30] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 757-758, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 358, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1357-1358, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 37, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 162, 163, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 953, 954.
[31] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 756.
[32] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 756, İbn Sa´d, Tabakât ü´l-kübrâ, c. 2, s. 128.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/229-232.
[33] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 15, 16, Taberî, Târih, c. 3, s. 1 07, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 898, 900, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 359, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 93, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 234, 235, Zehebî, Megâzî, s. 401, 402, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 241, 242, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 173, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 157, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 70.
[34] SüheyifıRavdu´l-ünüf,c. 7, s. 40, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 359, 360, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 225.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 758.
[36] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 16, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 128.
[37] Vâkıdî, c. 2, s. 758, İbn Asâkfr, c. 1, s. 95, Halebî, c. 2, s. 787.
[38] Halebî, İnsânu´l-uyÛn, c. 2, s. 787.
[39] İbn İshak,İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 16, Taberî, Târîh, c. 3, s. 107, İbn Esîr, Kâmil, c.2,s. 235, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 242.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 759.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/232-234.
[41] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 759, 760, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2,5.128,129.
[42] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 129.
[43] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 129.
[44] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760.
[45] İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 97, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 270.
[46] 270 Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760 İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 97.
[47] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 72, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 274.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/235.
[48] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 16, 17, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 129, Taberî, Târih, c. 3, s. 107, E bu Nuaym, Hilyetü´l-evliyâ, c. 1, s. 119, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 98, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 235 İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 153, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 242, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 41, Heysem f, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 157, Diyarbekrî, c. 2, s. 71 .
[49] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 41 , Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 787.
[50] İbn Haldun Târîh, c. 2, ks. 2, s. 41 .
[51] İbn Hazm. Cemhere. s. 485. 486.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/235-326.
[52] İbn Hazm, Cemhere, s. 477.
[53] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 24, Taberî, Târih, c. 3, s. 110.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/236.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 16, 17, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 129, Taberî, Târih, c. 3, s. 107, Ebu Nuaym, Hilyetü´l-evliya, c. 1, s. 11 9, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 360, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 98, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 236, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 153.
[55] İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 99, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 1, s. 173.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 17, Vâkıdî, c.2, s. 760, İbn Sa´d, c. 2, s. 1 29, Taberî, c. 3, s. 107, Ebu Nuaym, c.1,s.119.
[57] İbnİshak, İbn Hişam, c. 4, s. 17, Taberî, c. 3, s. 107, Ebu Nuaym, c. 1 ,s. 119, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre.s. 221, İbn Asâkfr, c.1, s. 94, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 235 İbn Seyyid, c.2, s. 153, 154, Zehebî, Megâzî, s. 402, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 243, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 173, Heysemî, Mecmau´i-zevâid, c. 6, s. 158.
[58] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 17, Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 760, Taberî, Târih, c. 3, s. 107, 108, Ebu Nuaym, Hilystü´l-evliyâ, c. 1, s. 119, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 221, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 94, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 235, İbn Seyyid, Uyûnu´l- eser, c. 2, s. 154, Zehebî, Megâzî, c. 402, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 243, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 173, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 158, Diyarbekrî, Târîhu´l-ham fs, c. 2, s. 71, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c.2, s. 787.
[59] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760.
[60] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 17, Taberî, c. 3, s. 108, Ebu Nuaym, c. 1, s. 11 9, Beyhakî, Delâilü´n-nübüwe, c. 4, s. 360, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/236-238.
[61] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 18, 19, Taberî, c. 3, s. 108, Ebu Nuaym, c. 1, s. 11 9, 120, İbn E ar, c. 2, s. 235, 236, İbn Seyyid,c.2, s. 154.
[62] VâkıdîıMegâzîıc.2,s.759.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/238-239.
[63] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 364, 365, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 95, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 160.
[64] İbnİshakıİbnHişam,Sîreıc.4ı s. 19,Taberî, Târih, c. 3, s. 118, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 360, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 236, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 154, Zehebî, Megâzî, s. 402, 403, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 244, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 70 Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 788.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/239.
[65] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 362, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 98, Zehebî, Megâzî, s. 402403, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 244, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 2, s. 71.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/239-240.
[66] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 365, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1 , s. 95, Heysemî, Meanau´z-ZEvâid, c. 6, s. 160.
[67] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 19, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 761 , İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 129, Taberî, Târih, c. 3, s. 108, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 367, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 97, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 236, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 154, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 244.
[68] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 761, E bu Nuaym , Delâil ü´n-nübüvve, c. 2, s. 529, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 368, 369 İbn Asâkfr, Târîh, c.1,s.98.
[69] İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 97.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 19, Taberî, c. 3, s. 108, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 215, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 236.
[71] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 173.
[72] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 46.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/240-241.
[73] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.4, s. 20, VâkıdP, Megâzî, c. 2, s. 761, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 129.
[74] İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 97.
[75] Vâkıdî, c. 2, s. 762, İbn Sa´d, c. 4, s. 37, 38, Beyhakî, c. 4, s. 369.
[76] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 160, 161.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.4, s. 20, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c.2,s. 129, Taberî, Târih, c. 3, s. 108, 109, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 236.
[78] H eysem f, M ecm au´i-ievâi d, c. 6, s. 160.
[79] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 20, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 154.
[80] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 1, s. 154.
[81] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.4, s. 20, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 761, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 129.
[82] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 761, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 38.
[83] İbn Sa´d, Tabakât, c.4, s. 38, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 87, Ebu Muaym, Hilyetü´l-evliyâ, c. 1, s. 11 7,118, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvvE, c. 4, s. 361, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 243, Zehebî, Siyer, c. 1, s. 153,154, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 256, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 174, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 188.
[84] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 20, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 54, Zehebî, Megâzî, s. 411, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 41, Diyarbekrî, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 71.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/241-242.
[85] Heysemi, Mecmau´z-zevâi d, c. 6, s. 157.
[86] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 20, 21, Taberî, Târih, c. 3, s. 109, Ebu Nuaym, Hilye, c. 1, s. 120, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 363, 364, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 236, 237, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 237, 238, Zehebî, Megâzî, s. 405, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 244, 245, Heysem f, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 159.
[87] İbn E ar, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 237, Zehebî, Megâzî, s. 405, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 1, s. 172, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c.2,s.72.
[88] İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 237, Diyarbekrf, T ârfhu´l -h am fs, c. 2, s. 71.
[89] İbn Asâkfr.Târih.c. 1.S.97.
[90] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 21, Taberî, Târih, c. 3, s. 109, Ebu Nuaym, c. 1, s. 120, Beyhakî, c. 4, s. 364, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 237, Zehebî, Megâzî, s. 405, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 245.
[91] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 71 .
[92] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 21, Taberî, c. 3, s. 1 09, Ebu Nuaym, c. 1, s. 120, Beyhakî, c. 4, s. 364, İbn Esîr, c. 2, s. 237, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 54,155, İbn Kayyım, c. 2, s. 173, Zehebî, s. 405, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 245.
[93] İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 238, Zehebî, Megâzî, s. 415.
[94] Vakidf, Megâzî, c. 2, s. 763.
[95] Vakıdf, Megâzî, c. 2, s. 763, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 130.
[96] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 130.
[97] Vakıdi, Megâzî, c. 2, s. 763, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 29,130.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/242-244.
[98] Vakidf, Megâzî, c. 2, s. 7&3, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 72.
[99] H eysemi, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 157.
[100] İbn İshak İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 21, Vakıdi, Megâzî, c. 2, s. 764.
[101] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 130.
[102] Vakıdf, Megâzî, c. 2, s. 763, İbn Sa´d, c. 2, s. 130, c. 4, s. 253, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 98.
[103] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 21, Taberî, Târîh, c. 3, s. 109, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 221, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s.238, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 98, İ bn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 155, Zehebî, Megâzî, s. 405, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s.173, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 159, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 72.
[104] Vâkıdî, c. 2, s. 763, İbn Sa´d, c. 2, s. 130, c. 4, s. 253, İbn Asâkfr, c. 1, s. 98, 99, Diyarbekrî, c. 2, s. 72.
[105] Heysemî, M ecm au´z-zevâ id, c. 6, s. 157.
[106] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 764, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 253.
[107] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 21, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 129.
[108] Vâkıdî, c. 2, s. 763, İbn Sa´d, c. 2, s. 130, c. 4,5.253, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1,s.99.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/244-246.
[109] Vâkıdî, c. 2, s. 763, İbn Sa´d, c. 4, s. 23.
[110] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 23, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 407.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/246.
[111] Vâkıdî, c. 2, s. 764, İbn Sa´d, c. 3, s. 467, 469, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 370, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 99, Zehebî, Megâzî, s. 407.
[112] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 253, Buhârî, Sahih, c.5, s. 87, 88, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 373, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 429, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 110, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 1, s. 269, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 246, 249.
[113] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 768, Hâkim´den naklen Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 188, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 72, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 273.
[114] Vâkidi, M egâzi, c. 2, s. 769, Beyh akf, D elâi lü´n -nüb üwe, c. 4, s. 374, Zeheb f, M egâ zf, s. 410.
[115] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 768, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 26, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 373, 374, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 100, Zehebî, Megâzî, s. 409, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 229, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 273.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/246-247.
[116] İbn İshak, İbnHisam, c. 4, s. 17, Vâkıdî, c. 2, s. 760, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 129.
[117] Sühevlf, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 41, Halebî, İ nsânu´l-uyün, c. 2, s. 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 273.
[118] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 273.
[119] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 273.
[120] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 764, İbn Sa´d, c. 3, s. 467, 469, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 370, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 99, Zehebî,Megâzî, s. 407, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 247, Diyarbekrî, c. 2, s. 72, Halebî, İnsan, c. 2, s. 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 273.
[121] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 25, Ahm ed b. Hanbel, M üsned, c. 1 , s. 204, c. 3, s. 113 İbn Sa´d, c. 4, s. 37, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 87, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 298, Heysemî, Meonau´i-zevâid, c. 6, s. 160.
[122] İbn Sa´d, Tabakâtü"l-kübrâ, c. 2, s. 130, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 72, Halebî, İnsânu´l-uyun, c. 2, s. 788.
[123] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 30, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 769, İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 407, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 222, 223, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 679, c. 4, s. 1560, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 492, c. 5, s. 459, İbn Seyyid, Uyûnu´l- eser, c. 2, s. 156, Zehebî, Megâzî, s. 416, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 259, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 174, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 273.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 764, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 370, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 99, Zehebî, Megâzî, s. 407, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 247, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 273.
[125] İbn İshak, İbn Hişam, c.4, s. 21, 22, Taberî, Târih, c. 3, s. 109, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 99, İbn Seyyid, Uyun, c.2, s. 155, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 173,174, Halebî, İnşân, c. 2, s. 788.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/247-248.
[126] İbn İshak.İbn Hişam.c.4, s. 30, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 769, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 222, 223, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 259, İbn Kayyım, c. 2, s. 174.
[127] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 407, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1560, İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 459.
[128] İbn Sa´d, c. 3, s. 407, İbn ^bdilberr, c. 2, s. 679, c. 4, s. 1560, İbn EsTr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 492, c. 5, s. 459.
[129] İbn Sa´d. c. 4. s. 141 İbn Adilberr. c. 3. s. 1390. İbn E ar. c. 5. s. 163.
[130] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/248-249.
[131] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 237.
[132] İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 130.
[133] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 299, Taberî, Târih, c. 3, s. 109, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 367, Zehebî, Megâzî, s. 406.
[134] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 761, Ebû Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 529, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 369, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 98, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 246, 247.
[135] Taberî, Târih, c. 3, s. 109, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 367, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 237, Zehebî, Megâzî, s. 406.
[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 299, Taberî, Târih, c. 3, s. 109, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 237.
[137] Taberî, Târih, c. 3, s. 109, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 237, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 246.
[138] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 109, Beyhakî, c. 4, s. 367, İbn Esîr, c. 2, s. 237.
[139] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 109, Beyhakî, c. 4, s. 367, İ bn Esîr, c. 2, s. 237, Zehebî, s. 406, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 246.
[140] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 761, 762, Ebu Muaym, Delâilü´n-nübüvvıe, c. 2, s. 529, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 368, 369, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 98, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 247.
[141] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 22, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 368.
[142] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 762, İbn Sa´d, Tabakât, c. 3, s. 46, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110.
[143] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 299, Taberî, Târih, c. 3, s. 110.
[144] Vâkıdî, c. 2, s. 762, İbn Sa´d, c. 3, s. 46, Beyhakî, c. 4, s. 369, İbn Asâkfr, c. 1 , s. 98.
[145] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 22, Vâkıdî, c. 2, s. 762, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110, Beyhakî, c. 4, s. 368, İbn Asâkfr, c. 1, s. 98, Zehebî, Megâzî, s. 407, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 247.
[146] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 762, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 37, 38, Ebu Muaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 529, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 369, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 98, Zehebî, Megâzî, s. 407, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 247.
[147] Vâkıdî, c. 2, s. 762, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 299, Taberî, Târih, c. 3, s. 110, Beyhakî, c. 4, s. 369, İbn Asâkfr, c. 1,s.98, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 237.
[148] Vâkıdî, c.2, s. 762, Ahmed b. Hanbel, c.5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110, Ebu Nuaym, c. 2, s. 529, Beyhakî, c.4, s. 369, İbn Asâkir, c. 1,s.98.
[149] Vâkıdî, c. 2, s. 762, İbn Sa´d, c. 4, s. 38, Ebu Nuaym, c. 2, s. 529, Zehebî, s. 407, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 247.
[150] İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 39, Tirmizî, Sünen, c.5, s. 654.
[151] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110.
[152] Vâkıdî, c. 2, s. 762, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110.
[153] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 22, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 237.
[154] Ahmed b. Hanbel, c.5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110, Zehebî, s. 406.
[155] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 22, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110, İbn Esîr, c.2, s. 237.
[156] Vâkıdî, c.2, s. 762, İbn Sa´d, c. 3, s. 530, Ebu Nuaym, c. 2, s. 529, Beyhakî, c. 4, s. 369, İbn Asâkfr, c. 1, s. 98, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 247.
[157] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taberî, c. 3, s. 110.
[158] Vâkıdî, c.2, s. 762, İbn Sa´d, c. 3, s. 530, Ebu Nuaym, c. 2, s. 529, Beyhakî, c. 4, s. 369, İbn Asâkfr, c. 1, s. 98, Ebu´l- Fidâ, c. 4, s. 247.
[159] Vâkıdî, c. 2, s. 762, İbn Sa´d, c. 3, s. 530, Ebu Nuaym , c. 2, s. 529, Beyhakî, c. 4, s. 369.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 762, İbn Sa´d, c. 3, s. 530, Ebu Nuaym , c. 529, Beyhakî, c. 4, s. 369, İbn Asâkfr, c. 1, s. 98, Ebu´l-Fidâ, c.4, s. 247.
[161] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 22, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 368, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 74.
[162] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 161.
[163] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 130.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/249-252.
[164] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 3, s. 46.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/253.
[165] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 113,117,118, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 87, Beyhakî, Sünen, c. 8, s. 154.
[166] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 204, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 87, Beyhakî, Sünen, c. 8, s. 154.
[167] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 204, c. 3, s. 113, Beyhakî, Sünen, c. 8, s. 154. Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 204, c. 3, s. 113, Beyhakî, Sünen, c. 8, s. 154.
[168] Vakidi.Megazi, c.2, s. 764, İbn Sa´d, c.2, s. 129, c.4, s. 253, Ebul Fida , el-Bidaviye ven-nihaye, c.4, s. 247.
[169] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 204, c. 3, s. 113, Buhârî, c. 5, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 367.
[170] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 299, Taben, Târih, c. 3, s. 110, Beyhakî, c. 4, s. 367, 368,İbn Asâkfr, Târîh.c. 1, s. 100, Zehebî, Megâzî, s. 406, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 156.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/253.
[171] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 365, . İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 97, Musa b. Ukbe´den naklen İbn Seyyid, Uyunu´l-eser, c. 2, s. 155,156, Musa b. Ukbe´den naklen İbn Kayyım, Zadu´l-mead, c. 2, s.174, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 247, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 189, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 73, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2 s. 276.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/253-254.
[172] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 22, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 766, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 282.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 766, İbn Sa´d, c. 8, s. 282.
[174] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 22,
[175] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 22, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 161.
[176] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 65.
[177] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 22, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 161.
[178] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 766, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 282.
[179] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 22, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 766, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 282.
[180] Yâkubî, Târih, c. 2, s:. 65.
[181] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 22, Vâkıdî, c. 2, s. 766, İbn Sa´d, c. 8, s. 282.
[182] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 766, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 282.
[183] Vâkıdî, c. 2, s. 767, Zehebî, Megâzî, s. 409.
[184] Vâkıdî, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, c. 4, s. 39, 40, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 371, Zehebî, Megâzî, s. 409.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/254-255.
[185] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 22.
[186] Vâkıdî, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, c. 8, s. 282, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 66, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 243, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 370.
[187] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 22.
[188] Vâkıdı, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, c. 8, s. 282.
[189] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 22.
[190] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 205.
[191] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 66.
[192] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, S. 238.
[193] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 767, Be^akf, Delâilü´n-nübüvvE, c. 4, s. 371, Halebî, İnsânu´l-u^n, c. 2, s. 790.
[194] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 37, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 204, 205.
[195] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/255-257.
[196] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.4, s. 23, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 40.
[197] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 40, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 87, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 372.
[198] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 23, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 372.
[199] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 40, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 372, Zehebî, Megâzî, s. 408.
[200] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 23, Vâkıdî, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, c. 4, s. 40, Beyhakî, c. 4, s. 372, Zehebî, s. 408.
[201] İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 372, Zehebî, s. 408.
[202] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 23, Vâkıdî, c. 2, s. 767, Beyhakî, c. 4, s. 372, Zehebî, s. 408.
[203] İbn Sa´d, c. 4, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 372, Zehebî, s. 407.
[204] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 23, Vâkıdî, c. 2, s. 767, Beyhakî, c. 4, s. 372.
[205] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 23, Vâkıdî, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, c. 4, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 372.
[206] İbn Sa´d, c. 4, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 372.
[207] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 23, Vâkıdî, c. 2, s. 767, İbn Sa´d, c. 4, s. 40, 41, Buhârî, c. 5, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 372,Zehebî, s. 408, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 251.
[208] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 23, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 251 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/257-258.
[209] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 24.
[210] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 299.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 24, Taberî, Târih, c. 3, s. 110, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye vıe´n-nihâye, c. 4, s. 253.
[212] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 765, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 29.
[213] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 24, Vâkıdî, c. 2, s. 765, İbn Sa´d, c. 2, s. 129, Taberî, Târih, c. 3, s. 110, Bevhakf, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 374, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 238, Zehebî, Megâzî, s. 41 0.
[214] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 320.
[215] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 792.
[216] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 320, Halebî, İ nsânu´l-uyûn, c. 2, s. 792.
[217] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 24, Vâkıdî, c. 2, s. 765, İbn Sa´d.c. 2, s. 1 29, Taberî, c. 3, s. 110, Beyhakî, Delâil,c.4, s. 374, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 238, Zehebî, s. 410.
[218] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 320.
[219] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 765, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 793.
[220] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 765.
[221] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 24, Taberî, Târih, c. 3, s. 110, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 374, 375, Zehebî, Megâzî, s. 411.
[222] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 765.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 24, 25, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 765, Taberî, Târih, c. 3, s. 110, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 375, Zehebî, Megâzî, s. 411 .
[224] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 765.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/259-260.
Yeni Seferler Yeni İhtidalar
Ahrem b. Ebi´l-Avcâ´ın Süleym Oğullarına Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Ahrem b. Ebi´l-Avcâ´ın Süleym oğullarına gönderilişi, Hicretin 7. yılında, Zilhicce ayında, umre yapılarak Medine´ye dönüşten sonra idi.[1]
Süleym oğullarının yurtları; Hayber yakınında ve Necd´in yukarılarında idi.
Süleym oğulları, Süleym ve Narharreleri ile Vâdi´l-kurâ ve Teymâ´da otururlardı. [2]
Nahl ovası ile Nakra arasındaki Cemum da, Süleym oğullarının yurtlarındandı. [3]
Seferin sebebi; Süleym oğullarını İslâmiyete davet idi. [4]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Süleym oğullarından Ahrem b. Ebi´l-Avcâ´ı, 50 kişilik askerî bir birliğin başına geçirerek İslâmiyete davet etmek üzere Süleym oğullarına yolladı.
Süleym oğulları hesabına casusluk yapan bir adam da, bu askerî birliğe katılmış bulunuyordu.
Mücahidler Medine´den ayrıldıklan zaman, Süleym oğullarının casusu, kavminin yanına bunlardan önce yetişip, 50 kişilik askerî bir birliğin kendilerinin üzerine gelmekte olduğunu haber verdi ve onları uyardı.
Süleym oğulları, çok sayıda asker topladılar ve çarpışmak için hazırlandılar.
İslâm mücahidleri onları, onlarda İslâm mücahidlerini gördüler.
Ahrem b. Ebi´l-Avca´, gidip Süleym oğullarını İslâmiyete davet etti.
Süleym oğulları:
"Senin davet ettiğin şey bize gerekmez!" dediler.
Ahrem´in sözlerini dinlemediler. Müslümanlara ok yağdırmaya başladılar.
Bir müddet oklarla çarpışıldı.
Kendiler
ine yeni yardımcılar gelince, Süleym oğulları Müslümanları her taraftan kuşattılar, ortalarına aldılar, Müslümanlarla en şiddetli bir şekilde çarpıştılar.
İslâm mücahidlerinin hemen hepsi şehit oldu.
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Birlik kumandanı Ahrem de, ağır yaralar alarak şehitler arasına düştü. [5] Süleym oğulları, onu öldü sanarak bıraktılar. [6]
Ahrem, ayılıp şehitler arasından kalktı, yavaş yavaş Medine yolunu tuttu. [7]
Arkadaşlarından sağ kalabilenler de, onunla birlikte Medine´ye girdiler. [8]
Ahrem´in sağ kalan arkadaşları iki veya ikiden fazla olup, Medine´ye gelirken Ahrem´e yardım ettiler. [9]
Ahrem´in Medine´ye gelişi, Hicretin 8. yılında Safer´in ilk gününde idi. [10]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kızı Hz. Zeyneb´in Vefatı
Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz. Zeyneb, Hicretin 8. yılının başında vefat etti.[11]
Yüce Allah, ondan razı olsun!
Hz. Zeyneb´in vefatının sebebi; deve üzerinde hevdeç içinde Mekke´den Medine´ye hicreti sırasında, Kureyş müşriklerinden Hebbar b. Esved´le Fihrî bir arkadaşının Zî Tuvâ´da mızrakla vurup devesinden kaya üzerine düşürmesiyle kamındaki çocuğunun düşerek kendisinin hastalanmış olması idi. [12]
Hz. Zeyneb akan kan yüzünden hastalandı ve vefatına kadar da bu hastalıktan kurtulamadı. [13]
Hz. Zeyneb´in Yıkanışı, Kefenlenişi, Cenaze Namazının Kılınışı ve Kabre Konuluşu
Hz. Zeyneb´i, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerinden Hz. Şevde ve Hz. Ümmü Seleme ile Peygamberimiz Aleyhisselamın dadısı Ümmü Eymen Bereke ve Ensar kadınlarından Ümmü Atiyye yi kadı.[14]
Hz. Zeyneb´i yıkarlarken, Peygamberimiz Aleyhisselam, onların yanlarına varıp:
"Onu yıkamaya, sağ tarafından ve abdest azalarından başlayınız!
Su ve sidrle tek sayıda; üç veya beş, ya da yedi kere, hatta gerekli görürseniz, bundan da fazla yıkayınız!
Sonuncusunda, suya kâfur, yahut kâfurdan biraz koku koyunuz!
Yıkama işini bitirip boşalınca, bana bildiriniz!" buyurdu.
Yıkayıcılar, Hz. Zeyneb´in saçlarını taradılar, üçe ayırıp her birini bir bukle yaptılar.
Buklelerden ikisi, Hz. Zeyneb´in yan taraflarındaki, biri de ön tarafındaki saçlarındandı.
Yıkayıcılar, yıkama işini bitirdiklerini bildirince, Peygamberimiz Aleyhisselam onlara hıkvesini (beline bağladığı fotasını) verip:
"Bunu Zeyneb´e iç gömleği yapınız!" buyurdu. [15]
Sonra, Hz. Zeyneb´in cenaze namazını kıldı. [16] Düşünceli ve üzüntülü olarak onun kabrinin içinde indi ve biraz durduktan sonra, sevinerek dışarı çıktı ve:
"Zeyneb´in zayıflığını düşünüp, ona kabir sıkıntısını ve hararetini hafifletmesini Yüce Allahtan diledim. Yüce Allah da, bu dileğimi kabul buyurup, ona bunları hafifletti" buyurdu. [17]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Zeyneb´i ilk defa olarak üzerinde taşındığı şerirle kabre koydu. Kabre de, damadı, Hz. Zeyneb´in zevci Ebu´l-Âs´ın yardımıyla indirdi. [18]
Amr b. Âs´ın Müslüman Oluşu
Amr b. Âs´ın Soyu, Künyesi ve Kişiliği
Amr b. Âs´ın soyu, Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile Ka´b b. Lüeyy´de birleşir.
Amr b. Âs´ın künyesi, Ebu Abdullah, Ebu Muhammed´dir.
Annesi, Nâbiga Selma binti Harmele´dir.[19]
Babası Âs b.Vâil, Kureyşîlerin eşrafındandı. [20]
İmam Şa´bî´ye göre; Amr b. Âs Arapların dört dahisinden, cin fikirlisinden birisi olup, karışık ve içinden çıkılmaz sorunları çözmekte maharetli idi. [21] Hz. Ömer, bir kimsenin aklını ve görüşünü zayıf gördüğü ve beğenmediği zaman:
"Ben seni de, Amr b. Âs´ı da yaratanın Bir olduğuna şehadet ederim!" der ve bununla, Allah´ın zıt-lar yaratıcılığını anlatmak isterdi. [22]
Amr b. As, şairdi ve Kureyşîlerin Cahiliye devrinde süvarilerindendi. [23]
Kendisi, kısa boylu idi. [24]
Amr b. Âs der ki:
"Ben, Müslümanlıktan inatla yüz çevirici bir kimse idim.
Bedir savaşında müşriklerle birlikte bulundum ve kurtuldum.
Sonra, Uhud savaşında bulundum ve kurtuldum.
Kendi kendime:
´Vallahi, Muhammed Kureyşîleri yenecektir!´ dedim.
Halk ile düşüp kalkmayı azalttım.
Vaht mevkiindeki mallarımın başına döndüm, onlarla uğraşmaya başladım.
Bunun için, ne Hudeybiye´de, ne de Hudeybiye´de yapılan anlaşmada bulundum.
Resûlullah Aleyhisselam anlaşma yapıp Medine´ye, Kureyşîler de Mekke´ye döndüler.
Ve yine, kendi kendime:
´Gelecek yıl, Muhammed ashabıyla birlikte gelip Mekke´ye girecektir! Artık, ne Mekke, ne de Taif, benim için, oturulacak bir yer değildir. Buralardan çıkıp gitmekten daha iyisi yoktur!´ dedim.
İslâmiyete büsbütün düşman kesildim! Bütün Kureyşîler Müslüman olacak olsalar, ben hiçbir zaman Müslüman olmam sanıyordum.[25]
O zaman, insanlardan Resûlullah Aleyhisselama olduğu kadar kin ve hınç beslediğim bir kimse bulunmadığı gibi, bir fırsatını bulup onu öldürmemden daha makbulü deyoktu! [26]
Hendek savaşından kabilelerle birlikte döndüğümüz sıralarda idi ki, Kureyşîlerden, kavmimden bazı adamları topladım. Ki, onlar benim her husustaki görüşümü benimserler, sözlerimi dinlerlerdi. [27]
Onlara:
´Aranızda benim mevkiim, yerim nasıldır ´ diye sordum. [28]
´Sen bizim görüş sahibi, koruyucu, uğurlu ve işi bereketli bir adamımızsın!´ dediler. [29]
Onlara:
İyi biliniz ki; vallahi, ben Muhammed´in işinin muhakkak her işten üstün gelen bir işe dönüşeceğini görüyor ve bu yolda birşey düşünmüş bulunuyorum!´ dedim.
Bana:
´Nedir o düşündüğün şey 1 diye sordular.
Onlara:
´Düşündüm ki; Necaşî´nin yanına gidip onun yanında bulunalım.
Eğer biz Necaşî´nin yanında bulunduğumuz sırada Muhammed kavmimiz olan Kureyşîlere galip gelirse, Muhammed´in eli altında bulunmamızdan, Necaşî´nin eli altında bulunmamız, bizim için daha iyi, daha yeğdir!
Şayet kavmimiz olan Kureyşîler Muhammed´e galip gelecek olurlarsa, [30] hemen yanlarına döneriz. [31] Onlardan da, bize ancak hayır ve iyilik gelir!´ dedim.[32]
´İşte, yerinde olan görüş budur!1 dediler.
Onlara:
´Öyle ise, Necaşîye hediye edilecek şeyi yanımıza toplayınız!´ dedim.
Necaşî´ye yapılacak hediyenin en makbulü ve sevimlisi, yurdumuzda çıkan meşindi.
Pek çok meşin toplayıp yükledikten sonra, yola çıktık.
Nihayet, Necaşî´nin yanına vardık.
Vallahi, bizim Necaşî´nin yanına vardığımız sırada, Amrb. Ümeyye ed-Damrî de oraya çıkageldi. [33]
Resûlullah Aleyhisselam, onu Cafer ve arkadaşlarının işi[34] ve Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan´ı kendisine nikahlaması için, yazdığı bir mektupla göndermişti.[35]
Amr b. Ümeyye NecaşPnin yanına girdi. Sonra, yanından dışarı çıktı.
Arkadaşlarıma:
´Bu, Amr b. Ümeyye´dir! Eğer Necaşî´nin yanına girersem, onu kendisinden isterim. Bana teslim ederse, öldürürüm!
Bunu yaptığımı, Muhammed´in elçisini öldürmeyi başardığımı Kureyşîler işitirlerse, sevinirler!´ dedim.
Necaşî´nin yanına girdim. Her zaman yaptığım gibi, önünde yere kapandım.
Necaşî, bana:
´Merhaba, hoşgeldin dostum!´ dedi ve:
´Bana memleketinden birşeyler hediye edecek misin 1 diye sordu.
´Evet, ey hükümdar! Sana birçok meşin hediye edeceğim!´ dedim ve sonra da, hediye edilecek meşinleri kendisine yaklaştırdım.
Meşinler, Necaşî´nin çok hoşuna gitti. [36]
Necaşî, meşinlerden bir kısmını ayırıp devlet adamları ve kumandanları arasında bölüştürdü.
Geri kalanının belli bir yere konulmasını, yazılıp saklanmasını emretti.
Necaşî´nin neşelendiğini görünce: [37]
´Ey hükümdar! Ben senin yanından bir adamın çıktığını gördüm ki, o bize düşman bir adamın elçi-sidir! Onu bana teslim et de, öldüreyim!
Çünkü, o eşrafımızdan ve hayırlılarımızdan bazı kişileri öldürmüştür! [38]
Ben, ona rastlayınca, boğazını sıkıp dayak attım!´ dedim. [39]
Necaşî, benden bu sözleri işitince, [40] kızdı.
Sonra, elini uzatıp bumuma öyle bir çarptı ki, bumum kırıldı sandım [41]
Bumumun deliklerinden fışkıran kan, elbiseme sıçradı! Üzerime zillet ve mahcubiyet çöktü[42]
Eğer o sırada yer benim için yanlsaydı, korkumdan, yerin dibine girerdim!
Sonra, kendimi toparladım ve:
´Ey hükümdar! Vallahi, bundan hoşlanmayacağını bilseydim, onu senden istemezdim!´ dedim.
Necaşî:
´Ey Amr! Demek, sen Musa ve İsa Peygambere gelmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)´in kendisine gelip durduğu bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun hâ ! [43]
Vallahi, eğer onu öldürmüş olsaydın, sizden sağ bir kimse bırakmazdım!
Resûlullahın elçisi öldürülür mü hiç !´ dedi . [44]
Allah, kalbimi, üzerinde bulunduğum hali birden değiştirdi.[45] Kalbimi İslâmiyete açtı. [46]
Kendi kendime:
´Araplar da, Arap olmayanlar da İslâmiyet gerçeğini tanı maktalar! Sen ise hâlâ ona muhalefet edip durmakta ve karşı koymaktasın! ´ dedim. [47] Kendimi kınadım. [48]
Necaşî´ye:
´Ey hükümdar! O gerçekten böyle bir peygamber midir
Sen, onun böyle Resûlullah olduğuna şehadet ediyor musun ´ diye sordum. [49]
Necaşî:
´Yazıklar olsun sana eyAmr! [50]
Evet! Ben onun Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğuna şehadet ediyorum!
Sen benim sözümü dinle de, ona tâbi ol!
Çünkü, vallahi o muhakkak hak üzeredir ve kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir! Musa Peygamberin Firavun´a galip geldiği gibi!´ dedi.
´Öyleyse, sen benim ona İslâmiyet üzerine bey´atımı alır mısın ´ dedim.
Necaşî:
´Olur!´ dedi ve elini uzattı.
Ona İslâmiyet üzerine bey´at ettim. [51]
Necaşî, benim için büyük bir tas (leğence) getirtti. Bumumun kanını yıkattı. Bana yeni bir elbise giydirdi.
Çünkü, bumuma dolan kanı silerek elbisemi kirletmiştim.
Bundan sonra, Necaşî´nin yanından ayrılıp arkadaşlarımın yanına vardım.
Arkadaşlarım, Necaşî´nin bana verdiği elbiseyi görünce, çok sevindiler ve:
´Dostun Necaşî´den istediğin şeyi de koparabildin mi ´ diye sordular.
Onlara:
´Kendisiyle daha ilk buluşmada dileğimi dile getirmeyi uygun bulmadım. Yanına tekrar varacak, dileğimi söyleyeceğim!´ dedim. [52]
´Yerinde olan, senin görüşündür1 dediler. [53]
Müslüman olduğumu sakladım, arkadaşlarıma açmadım. [54]
Amr b. Ümeyye´nin yanına gittim, boynuna sarılıp onu kucakladım, o da boynuma sarılıp beni kucakladı. [55]
Bir işim için ayrılı yormuş um gibi, arkadaşlarımın yanından ayrıldım. Doğruca, gemilerin bulunduğu yere, iskeleye vardım.
Orada, ağaç (kereste) yüklenmiş bir gemi buldum. Ona bindim.
Şuaybe´ye varınca, ağaçları (keresteleri) orada boşalttılar.
Ben de, Şuaybe´den ayrıldım.
Yanımda bir miktar harçlığım vardı. Bir deve satın alıp Medine´ye gitmek üzere yola çıktım. Merru´z-zahran´ı geçtim.
Hedde´de bulunduğum sırada idi ki, iki kişinin, benden biraz önce geçip bir konak yeri aradıklarını
gördüm.
Onlardan birisi çadırın içinde bulunuyor, diğeri ise ayakta durarak binit hayvanlarını tutuyordu.
Dikkatlice baktığımda, bir de ne göreyim Halid b. Velid! [56]
´Ebu Süleyman hâ !1 dedim.
´Evet!1 dedi. [57]
Kendisine:
´Ey Ebu Süleyman! Sen nereye ve ne için gitmek istiyorsun ´ diye sordum. [58]
Halid:
´Vallahi, tutulacak yol belli oldu, iş aydınlandı: Bu zât, muhakkak peygamberdir!
Vallahi, ben hemen gidip Müslüman olacağım!
Daha ne zamana kadar ve ne diye bekleyip duracağım ! [59]
Aklı başında olan kimselerden, Müslümanlığa girmeyen kalmadı. Vallahi, biz böyle oturup duracak olursak, sırtlanların inlerinde yakalandıkları gibi, Muhammed de bizi boyunlarımızdan yakalayacaktır!´ dedi.
Ona:
´Vallahi, ben de Muhammed´in yanına gitmek ve Müslüman olmak istiyorum1 dedim.
O sırada, Osman b. Talha çadırdan dışarı çıktı ve bana:
´Merhaba=Hoşgeldin!´ dedi.
Üçümüz, bir yerde konakladık.
Sonra, birlikte yoldaşlık ederek Medine´ye geldik.
Ebu İnebe kuyusunda bir adamın bize rastladığı sırada ´Yâ Rebah! Yâ Rebah!1 diyerek bağırdığını hâlâ unutmam ışı m dır.
Adamın bu sözünü hayra yorduk ve yolumuza devam ettik.
Adamın bize tekrar bakıp:
´Mekke, artık, şu ikisinden sonra, yakasını, idaresini bize vermiştir!´ dediğini işittim.
Sanırım ki; o bu sözüyle beni ve Halid b. Velid´i kasdetmişti.
Adam hemen ardına dönüp koşarak Mescide kadar gitti. Zannımca, bizim geldiğimizi Resûlullah Aleyhisselama müjdelemeye gitmişti. Zan ve tahmin ettiğim gibi de olmuş.
Harre mevkiinde develerimizi indirdik. Üzerimize temiz elbiselerimizi giydik. Sonra, ikindi ezanı okundu.
Kalkıp Resûlullahın yanına vardık. Resûlullahın yüzü parıl panl parlıyordu.
Müslümanlar çevresini sarmışlardı.
Bizim Müslüman olmamıza sevinmekte idiler. [60]
Resûlullah Aleyhisselam, bizleri görünce:
´Mekke, ciğerparelerini kucağınıza attı!´ buyurdu. [61]
Önce, Halid b. Velid bey´at etti, Müslüman oldu.
Sonra, Osman b. Talha bey´at etti, Müslüman oldu.
Sonra da, ben vardım. Vallahi, kendimi birden Resûlullahın önüne oturmuş buldum! Kendisine karşı utancımdan dolayı, başımı kaldırıp yüzüne bakamadım ! [62]
´Yâ Rasûlallah! Sağ elini aç da, sana bey´at edeyim1 dedim.
Resûlullah elini açınca, ben elimi geri çektim!
Resûlullah:
´Sana ne oldu ey Amr !´ diye sordu.
´Bey´at için şart koşmak istiyorum ´ dedim.
Resûlullah:
´Nedir şartın ´ diye sordu.
´Şartım; geçmişteki günahlarımın bağışlanıp yarlıganmasıdır! [63]
Yâ Rasûlallah! Ben, geçmişte olan günahlanm bağışlanmak, yarlıganmak üzere sana bey´at edeceğim!´ dedim. [64]
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Amr! Bey´at et! [65] Şüphe yok ki, İslâmiyet daha önce olanları siler, yok eder. Hicret de, daha önce olanları siler, yok eder! [66]
Hacc da daha önce işlenmiş günahları yıkar, yok eder!´ buyurdu. [67]
Ben, geçmişte işlediğim ve gelecekte işleyeceğim günahlarım bağışlanıp yarlıganmak üzere bey´at etmeyi içimden geçirmiştim.
Halbuki, bey´at ettiğim zaman:
´Geçmişte işlediğim günahlanm bağışlanmak üzere´ dedim de, ´gelecekte işleyeceğim günahlarım´ demeyi unuttum. [68] Aklıma gelmedi. [69]
İnsanlardan hiçbiri, bana, Resûlullah Aleyhisselamdan daha sevgili ve ondan daha yüce olmamıştı r! [70]
Vallahi, Müslüman oluşumuzdan beri, mühim işlerde Resûlullah Aleyhisselam beni ve Halid b. Velid´i ashabının hiçbirinden ayırmadı. [71]
Bey´attan sonra, ben Mekke´ye döndüm. [72]
Amr b. Âs´ın Müslümanlığı Kabulde Gecikmesinin Sebebi
Amr b. Âs´a:
"Sen akıllı, aklı başında bir adamdın. İslâmiyeti kabulde seni geciktiren ne idi " diye sorulmuştu.
Amr b. Âs şu cevabı verdi:
"Biz, bizden önceki kuşaktan, yaşlı başlı, bize hakim bir toplulukla birarada bulunuyorduk.
Onlar karşılıklı dağlar arasındaki bir dağ yolunu tutup gittiler.
Biz de, ovaya çıkıncaya kadar, onlara uyduk:
Onlar Peygamber Aleyhisselarm inkâr ettiler. Onlarla birlikte, biz de inkâr ettik!
O zaman, işimiz üzerinde hiç düşünmedik. Sadece onları taklit ettik.
Onlar ölüp gidince, iş bizlere kaldı.
Peygamber Aleyhisselamın işine bakıp gerçekliği belli olunca, İslâmiyet sevgisi kalbime düştü.
Herkes Kureyşîlerin işleri hakkında yardımlarına koşup dururken, onlar benim ağırdan almaya, geri kalmaya başladığımın farkına vardılar, kendilerinden, bir genci bana gönderdiler.
Genç, bana:
´Yâ Ebâ Abdillah! Kavmin, senin Muhammed´e meylettiğini sanıyor1 dedi.
Ona:
´Ey kardeşimin oğlu! Eğer bende ne olduğunu öğrenmek istiyorsan, Hira dağının dibinde seninle buluşup konuşalım!´ dedim.
Orada buluştuk.
Ona:
´Senin Rabbin, senden öncekilerin Rabbi ve senden sonrakilerin Rabbi olan Allah aşkına doğru söyle! Biz mi daha doğru yoldayız Yoksa, Farslar ve Rumlar mı daha doğru yoldadırlar ´ dedim.
Genç:
´Elbette, biz daha doğru yoldayızdır!1 dedi.
Ona:
´Geçim hususunda biz mi daha genişiz Yoksa, onlar mı daha geniştirler 1 diye sordum.
Genç:
´Onlar daha geniştirler!´ dedi.
Ona:
´Şu dünyada bir yararı olmayacaksa, doğru yolda onlara üstün olmamızın bize ne yaran vardır
Kaldı ki, onlar dünyada bu ve diğer hususlarda bizden daha ileri ve üstündürler!
Bunun içindir ki, iyinin iyiliğinin karşılığını, kötünün de kötülüğünün karşılığını görmek üzere öldükten sonra dirilecekleri hakkında Muhammed´in söylemiş olduğu şeyin gerçekliği, içime, kalbime sinmiş bulunmaktadır.
İşte ey kardeşimin oğlu! Benim içime sinen, kalbime sinen bu gerçekten sonra, herhalde boş şeyler üzerinde direnip durmakta hayır yoktur!´ dedim." [73]
Halid b. Velid ile Osman b. Talha´nın Müslüman Oluşu
Hafid b. Velid´in Soyu, Künyesi ve Kişiliği
Halid b. Velid´in soyu, Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile Mürre b. Ka´b´da birleşir. [74]
Halid b. Velid´in künyesi Ebu Süleyman ve Ebu´l-Velid´dir.
Annesi; Lübâbetü´s-suğra binti Haris olup, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne ile Hz. Abbas´ın zevcesi Ümmü´l-Fadl, Lübâbe´nin kızkardeşi idi.
Halid b. Velid, Cahiliye çağında, Kureyşîlerin eşraflndandı.
Savaşlarda, askerî araç ve gereçlerle ilgilenme, ordunun çadırlarını kurdurma ve süvari birliği kumandanlığı gibi önemli görevler kendisine verilmişti. [75]
Kureyşîlerin babayiğitlerindendi. [76]
Osman b. Talha´nın Soyu ve Kişiliği
Osman b. Talha´nın soyu da, Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile Kusayy´da birleşir. [77]
Osman b. Talha´nın annesi Sülâfe binti Sa´d b. Şüheyd´dir. [78]
Osman b. Talha, Kureyş müşriklerinin eşrafındandı. [79]
Hicâbe (Kabe´nin kapıcılığı, Kabe´nin anahtarlarını taşıma ve saklama) görevi, Osman b. Talha´larda idi .[80]
Osman b. Talha der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Umretü´l-kazâ için Mekke´ye gelip girdiği zaman, Allah, kalbimin öteden beri bulunduğu hali değiştirdi. Bulunduğum o hali ki, işitmez, görmez, yarar veya zarar vermez, taştan yontulmuş putlara nasıl tapıp durduğumuzu düşündüm.
Birde, Resûlullah Aleyhisselamla ashabına ve onların gidişatlarına ve kendilerini dünyadan nasıl alıkoyduklarına baktım da, bunun te´siri altında kaldım ve kendi kendime:
´Şu kavmin amelinin karşılığı, öldükten sonra, muhakkak, sevab ve mükâfat olacaktır!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselamı Ebtah´taki konak yerine gitmek üzere Benî Şeybe kapısından çıkarken gördüğüm zaman, yanına varmayı ve elini tutup Müslüman olmayı istedimse de, bu benim için mümkün olmadı. Resûlullah Aleyhisselam Medine´ye dönmek üzere Mekke´den ayrıldıktan sonra ona gitmeyi tasarladım..." [81]
Halid b. Velid de derki:
"Yüce Allah, benim hayrımı dilediği zaman, kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri anlayacak hale getirdi.
Kendi kendime:
"Ben," dedim, "Muhammed´e karşı, her savaş yerinde bulundum.
Bulunduğum savaş yerinden hiçbirisi yoktu ki, dönerken, aykırı ve yanlış bir iş üzerinde bulunduğumu ve Muhammed´in muhakkak galip geleceğini içimde sezmiş olmayayım!
Resûlullah Aleyhisselam Hudeybiye´ye çıkıp geldiği zaman, ben de, müşrik süvarilerinin başında yola çıktım. Usfan´da, Resûlullah Aleyhisselamla ashabına yaklaşıp gözüktüm.
Resûlullah Aleyhisselam bizden emin bir surette, ashabına öğle namazını kıldırıyordu.
Üzerlerine birden baskın yapmayı düşündükse de, gerçekleşmedi. Böyle olması da, hayırlı oldu.
Resûlullah Aleyhisselam kalbimizden geçenleri sezmiş olmalı ki, ikindi namazını salât-ı havf (korku halinde namaz) olarak kıldırdı.
Bu, beni çok etkiledi.
Kendi kendime:
´Bu zât herhalde Allah tarafından korunuyordur!1 dedim.
Birbirimizden ayrıldık.
Resûlullah, süvarilerimizin bulunduğu taraftan sağa yöneldi, sağ taraftaki yolu tutup gitti.
H udeybiye´de Kureyşîlerie barı ş yapı p Kureyşîler onu öğle vaktinden geceye kadar olan vakitte geri çevirince:
´Geride ne ve hangi şey kaldı ki !
Nereye; NecaşPye mi gideceğim Halbuki, o da Muhammed´e bağlanmış bulunuyor! Ashabı da, onun yanında emniyet ve selamet içinde barınıp duruyor!
Yoksa, Herakliyus´un yanına gideyim de, dinimi bırakıp Hıristiyan mı olayım Ya da Yahudiliğe mi gireyim ! Yahut, kendilerine tâbi olarak, İranlılar, Acemlerle birlikte mi oturayım !
Yoksa, kavmimden sağ kalanlar arasında evimde mi oturayım !´ diye kendi kendime söylendim, düşündüm durdum!
Ben bu düşünceler ve tereddütler içinde bulunduğum sırada Resûlullah Aleyhisselam Umretü´l-kazıyye için Mekke´ye gelip girince, ondan gizlendim.
Kendisinin Mekke´ye girişini görmedim.
Kardeşim Velid b. Velid, Peygamber Aleyhisselamla birlikte, Umretül-kazıyye için Mekke´ye girmişti.
Beni arayıp bulamayınca, bana bir mektup yazmış ve mektubunda şöyle demişti:
´Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah´a hamd ü sena ve Resûlullaha salât ve selamdan sonra, derim ki:
Doğrusu, ben, senin İslâmiyetten böyle tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüşün kadar şaşılacak bir görüş görmedim!
Halbuki, eğri yola gitmekten seni alıkoyacak bir aklın da var! Aklını kullansana!
İslâmiyet gibi bir dini kim bilmez, tanımaz olur !
Resûlullah Aleyhisselam seni bana sordu:
´Halid nerededir ´ dedi.
Ben de:
´Allah onu getirir!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Onun gibi bir adam, İslâmiyeti bilmez ve tanımaz olabilir mi
Keşke o bütün savaş ve çabalarını, Müslümanların yanında, müşriklere karşı gösterseydi, kendisi için ne kadar hayırlı olurdu!
Biz, kendisini başkalarına tercih eder, üstün tutardık´ buyurdu.
Ey kardeşim! En elverişli, en yararlı yerlerde kaçırmış bulunduğun fırsatlara acele yetiş!´
Bana kardeşimin bu mektubu gelince, Medine´ye gitmek için acele ettim.
İslâmiyete olan isteğim de arttı.
Resûlullah Aleyhisselamın söyledikleri ise, beni çok ferahlattı.
Uyurken, rüyamda da, çok dar, sıkıntılı ve kurak yerlerden, yemyeşil ve geniş biryere çıktığımı görmüştüm.
Kendi kendime:
´Bu rüya herhalde boş değil! Medine´ye varınca, bunu Ebu Bekir´e anlatır, yordururum!1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselamın yanına gitmek için derlenip toparlandığım zaman, kendi kendime:
´Acaba Resûlullaha kadar, bana kim arkadaş ve yoldaş olur ´ dedim.
Safvan b. Ümeyyeye rastladım. Ona:
´Yâ Ebâ Vehb! Sen bizim içinde bulunduğumuz durumu şöyle bir gözönüne getirsen ya
Biz, ancak, bir azınlık ve yiyinti halindeyiz!
Muhammed ise, Araplara ve Arap olmayanlara galip gelmiş bulunuyor!
Muhammed´in yanına gitsek de, ona tâbi olsak olmaz mı
Çünkü, Muhammed´in şerefi, bizim için de bir şeref teşkil eder!´ dedim.
Safvan, bu teklifime, karşı koymanın en ağırı ile karşı koydu ve:
´Kureyşil erden, benden başka hiç kimse kalmasa, yine de ben ona hiçbir zaman tâbi olmam!´ dedi.
Birbirimizden ayrıldık.
Kendi kendime:
´Bu, kinci bir adamdır; kin güdüyor. Babası ve kardeşi Bedir savaşında öldürülmüş bulunuyor!´ dedim.
İkrime b. Ebu Cehil´e rastladım. Ona da Salvan´a söylediklerimin tıpkısını söyledim.
O da bana Safvan´ın söylediği gibi söyleyince, ona:
´Bari, sana açtığım şeyi gizli tut, açığa vurma!´ dedim.
İkrime:
´Onu kimseye anmam!1 dedi.
Evime gittim. Hayvanımı dışarı çıkarmalarını emrettim. Hayvanıma bindim. Osman b. Talha ile buluşmak üzere yola çıktım.
Kendi kendime:
İşte bu, muhakkak bana yoldaş ve arkadaş olur!
Keşke maksadımı daha önce ona açsaydım!´ dedim.
Sonra da, baba soylarından (Uhud savaşında) öldürülmüş olanları hatırlayarak, maksadımı kendisine açıklamayı uygun görmedim.
Yine, kendi kendime:
´Şu saatte hayvanımın üzerinde yola çıkmış iken, böyle şeyleri düşünmek, benim ne üstüme gerek!´ dedim. Olan biten işi ona söyledim ve:
´Biz, ancak, deliğinde sıkışıp kalan ve üzerine yukarıdan kova ile su dökülünce dışarı fırlamak zorunda kalan birtilki durumundayız!´ dedim.
Ona da, iki dostuma söylemiş olduklarımın tıpkısını söyledim.
Osman b. Talha, teklifimi tereddütsüz kabul ediverdi. Ona:
´Sen bugün dur! Yarın, sabah vaktini kolla! Ben de yarın sabah vaktini kollayacağım. Şu hayvanım Mekke´nin Fahh vadisinde bulunacaktır´ dedim.
Kendisiyle Ye´cec´de buluşmaya söz verdim.
Eğer o benden önce gelirse, orada durup beni bekleyecekti. Ben ondan önce gelirsem, orada durup onu bekleyecektim. [82]
Ertesi gün, seher vakti yola çıktık. Tan yeri ağarmadan Ye´cec´de buluştuk.
Kuşluk vakti Hedde´ye ulaştık.
Amrb.Âs´ı orada bulduk.
O, bize:
´Hoşgeldiniz kavmim!" dedi.
Biz de, ona:
´Sen de hoşgeldin!1 dedik.
O, bize:
´Siz, nereye ve ne için gidiyorsunuz ´ diye sordu.
Biz de, ona:
´Sen, ne için ve nereye çıkıp gidiyorsun ´ diye sorduk ve:
´Biz İslâmiyete girmeye, Muhammed´e tâbi olmaya gidiyoruz!´ dedik.
Amr b. Âs da:
´Beni getiren de budur! [83] Ben de ancak Müslüman olmak için geldim. [84]
Vallahi, artık tutulacak yol belli oldu. İş iyice aydınlandı. Bu zât, muhakkak peygamberdir!
Vallahi, ben gidip Müslüman olacağım. Daha ne zamana kadar bekleyip duracağım [85]
Aklı başında olanlardan, Müslüman olmayan kimse kalmadı.
Vallahi, biz böyle oturup duracak olursak, sırtlanların inlerinde yakalandıkları gibi, Muhammed de bizi boyunlarımızdan tutup yakalayacaktır!´ dedi." [86]
Hep birlikte yoldaşlık ve arkadaşlık ederek Medine´ye geldiler.
Harre mevkiinin arkasında develerini ıhdırdılar.
Geldikleri Peygamberimiz Aleyhisselama haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam çok sevindi.
Üç arkadaş, elbiselerinin en iyilerini giydikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmeye hazırlandılar.
O sırada, Halid b. Velid´in kardeşi Velid, gelip Halid b. Velid´e:
"Acele et! Çünkü, senin geldiğin Resûlullah Aleyhisselama haber verilmiş, gelişin kendisini çok sevindirmiştir.
O şimdi sizleri bekliyor!" deyince, hareketlerini hızlandırdılar. [87]
Resûlullah Aleyhisselam, onları görünce, ashabına:
´Mekke, ciğerparelerini kucağınıza attı!" buyurdu. [88]
Halid b. Velid, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına varırken, Peygamberimiz Aleyhisselam ona gülümseyip duruyordu.
Halid b. Velid, Peygamberimiz Aleyhisselama peygamberlik selamıyla selam vendi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onun selamına mukabele etti.
Halid b. Velid:
"Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına, senin de Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´e "Beri gel!" buyurduktan sonra:
"Sana hidayet eden, doğru yolu gösteren Allah´a hamd olsun!
Ben senin akıllı olduğunu biliyor, bunun er geç seni selamet ve hayra erdireceğini umuyordum!" buyurdu.
Halid b. Velid:
"Yâ Rasûlallah! Sen benim sana karşı açılan savaşların hepsinde-haktan inatla uzaklaşmış olarak-hazır bulunduğumu biliyorsun.
Benim bu yoldaki günahlarımı bağışlaması, yariıgaması için Allah´a dua et!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş günahları keser atar!" buyurdu.
Halid b. Velid:
"Yâ Rasûlallah! Sen benim için böylece de dua etsen " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ım! Halid´in, kullarını Senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün çabalarından ileri gelen günahlarını bağışla!" diyerek dua etti.
Halid b. Velid:
"Vallahi, Müslüman olduğum günden beri, Resûlullah Aleyhisselam, beni önemli işlerde ashabının hiçbirinden ayırmadı" demiştir. [89]
Hicretin 8. yılında, Safer ayının ilk gününde,
Önce Halid b. Velid,
Sonra Osman b. Talha,
Ondan sonra da Amr b. Âs, Peygamberimiz Aleyhisselama bey´at edip Müslüman olmuslardır. [90]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid´e, evinin yanında bir yer verdi. [91]
Savaşlarda da, kendisini süvari birliği kumandanlığında bulundurdu ve bu görevden hiç ayırmadı. [92]
Osman b. Talha da, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatına kadar, Medine´de oturdu. [93]
Galib b. Abdullah´ın Benî Mülevvahlara Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Kedid seferi, Hicretin 8. yılında Safer ayında idi.[94]
Kedid; Mekke ile Medine arasında, bir suyu bulunan sert topraklı bir vadidir. [95]
Mekke´ye, Medine´den daha yakındır. Mekke´ye 42 mildir, Usfan´la Emec arasındadır. [96]
Hicretin 5. yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve İslâmiyeti ortadan kaldırmak maksadıyla toplanıp Medine´yi kuşatan Arap kabileleri arasında Sakîf ve sair kabilelerle birlikte Kinane kabilelerinden de birçok aile toplulukları bulunuyordu. [97]
o Abdi Menatb. Kinane oğulları: Leys, Dil, Damrâ, Urebe kollarına;
o Leys b. Bekr b. Abdi Menat kabilesi: Âmir, Cunda´, Sa´d kollarına;
o Âmirb. Leys kabilesi de: Ka´b, Şicc, Kays, Utvâre kollarına ayrılır.
İşte, Benî Mülevvah b. Ya´merler de; Benî Ka´b b. Âmir b. Leys b. Bekr b. Abdi Menat b. Kinanelerdendi. [98]
Demek ki, Benî Mülevvahlar Benî Leyslere. [99] Benî Leysler de Bekr b. Abdi Menat b. Kinanelere mensuptu. [100]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hudeybiye´de kendisini sair Arap kabileleriyle başbaşa bırakmaları için Kureyş müşriklerine teklifte bulunmuş;[101] on yıllık bir mütareke yapmıştı.[102]
Hudeybiye musalahası sırasında, Kureyş müşrikleri temsilcileri:
"Bizim bu yoldaki taahhüt ve şartlarımız, bize katılacak olanlar için de aynen cari ve muteberdir!" [103] dedikleri zaman, Kinanelerden Bekr oğulları:
"Biz Kureyşîlerin akdine ve ahdine girdik! [104] Biz Kureyşîlerin yanındayız!" [105] diyerek Kureyşîlere sığınmışlar, emniyetlerini sağlamışlardı.
Kinanelerden Benî Leyslere mensup Mülevvah oğulları ise, muahede dışında kalmışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, büyük küçük, Arap olan olmayan İslâm düşmanlarını, önem derecelerine göre, te´dib hareketlerine başlamış bulunuyor; Benî Mülevvahlara da bir darbe indirip, İslâmiyete karşı direnişlerini kırmak gerekiyordu.
Cündüb b. Mekîs el-Cühenî der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, BenîKelb b. Avflardan biri olan Galib b. Abdullah el-Leysîyi, bir askerî birliğin başında Benî Mülevvahlara gönderdi.
Ben de, gidenlerin içinde idim.
Resûlullah Aleyhisselam, Kedid´de oturan ve Benî Leyslerden olan Benî Mülevvahlar üzerine her taraftan ve birden baskın yapmasını ona emir buyurdu." [106]
Benî Mülevvahlar üzerine gönderilen birliğin mevcudu 19 kişi kadardı. [107]
Cündüb b. Mekîs, anlatmaya devam ederek der ki:
"Yola çıktık.
Kudeyd´de bulunduğumuz sırada Haris b. Malik b. Bersâ el-Leysî´ye rastladık, kendisini yakaladık.
´Ben Müslüman olmak istiyorum ve Resûlullah Aleyhisselama gitmekten başka bir maksatla da yola çıkmadım!´ dedi.
Ona:
´Eğer sen gerçekten Müslüman isen, bir gece bir gündüz iple bağlanmak sana zarar vermez.
Eğer bundan başka türlü isen, senden emniyette kalmış bulunuruz!´ dedik.
Kendisini bir iple sıkıca bağladık. Sonra, arkadaşlarımızdan birisini (Süveyd b. Sahr´ı) onu beklemek üzere arkamızda bıraktık ve kendisine:
´Eğer sana düşmanlığa ve galebe çalmaya kalkarsa, başını kes!´ dedik. [108]
´Dönülüp sana uğrayıncaya kadarda, burada onunla birlikte otur!´ diye emir verdik. [109]
Sonra, yolumuza devam edip, güneş battığı sırada Kedid´e vardık. Vadinin bir köşesine sindik.
Arkadaşlarım beni gözcü (casus) olarak Benî Mülevvahlara gönderdi.
Gittim, su başlarında oturan cemaatin üzerine çıkaran tepeciğe kadar ilerledim.
Orada, bir müddet etrafa göz gezdirdim. Tepeciğin en yüksek noktasına kadar yükseldim. Tepe üzerinde yüzükoyun yatıp su başlarındaki cemaati gözetlemeye başladım ki, vallahi, Benî Mülevvahlardan bir adam, gölgeliğinden çıkıp, karısına:
´Ben şu tepeciğin üzerinde bir karaltı görüyorum ki, bu günümün başında, ben bunu hiç görmemiştim.
Bir de sen bak ona! Gözlerinle araştır bakalım, birşeyler görebilir misin
Orada köpekler bazı şeyler tutup çekiştiriyor olmasın ´ dedi.
Kadın baktı ve:
´Hayır! Vallahi, ben gözlerimle birşey göremiyorum!´ deyince, adam:
´Bana yayımı, iki okla getir, ver!´ dedi.
Kadın yayı iki okla birlikte ona götürüp verdi.
Adam bir ok attı. Vallahi, hiç şaşmadan, böğrüme saplandı.
Oku böğrümden yavaşça çıkarıp yere bıraktım. Yerimden hiç kımıldamadım.
Adam ikinci oku attı. Ok omuzumun başına saplandı!
Onu da yavaşça çıkarıp yere bıraktım. Yine, yerimden hiç kımıldamadım. [110]
Adam:
´Eğer canlı, kımıldar bir hayvan[111] veya yabancı bir kavmin gözcüsü (casusu) olsaydı. [112] muhakkak ki mil dardı.
Oklarım onu karıştırdı, altüst etti.
Sen, başarabilirsen, sabaha çıkınca, oklarımı orada bul, al, bana getir!
Köpeklerin etini çiğnemek bana gerekmez!´ dedi, sonra çadırına girdi. [113]
BenîMülevvahların deve ve davar gibi yaylım hayvanları, yaylımdan döndüler.
Benî Mülevvahlar, sütlü davarları sağdılar, develeri suvarıp su başına ıhdırdılar. [114]
Onları bir müddet kendi hallerine bıraktık. [115] Sükûnete erince, uykuya daldılar. [116]
Seher vakti girmişti. [117]
Süvarilerimizi dağıtıp hertaraftan onlara birden baskın yaptık. [118]
Benî Mülevvahlardan, çarpışanları öldürdük. [119]
Develeri, [120] davarları[121] iğtinam ederek sürdük, [122] acele, geri döndük. [123]
Medine´ye doğru inip gidiyorduk. [124]
BenîMülevvahların ´İmdad!´ diye bağıncısı onlara doğru koşarak gitti.
Benî Mülevvahlardan büyük bir topluluk, bize doğru gelmeye başladı.
Haris b. Bersâ el-Leysî´ye ve arkadaşlarına uğrayıp onu ve arkadaşlarımızı yanımıza aldık.
Benî Mülevvahlar bize yetiştiler, [125] çokyaklaştılar. [126]
Onlarla aramızda, ancak Kudeyd vadisi vardı. [127]
Bize doğru baktılar ve yöneldiler.
Yüce Allah, Kudeyd vadisinde Müslümanların imdadına yetişti. [128] Vadiye, hiç görmediğimiz, bulutsuz, yağmursuz birsel gönderdi. [129]
Vallahi, o gün, selden önce ne bir bulut, ne de yağmur gördük!
Vadinin iki yanı, sel suyu ile doldu! [130]
Sel onlarla bizim aramıza gerildi, engel oldu. [131]
Hiçbirinin seli geçip yanımıza gelmeye gücü yetmedi. [132]
BenîMülevvahların sadece durup bize bakıştıklarını gördüm. [133]
O sırada, biz Kudeyd vadisinin üzerindeki Müşellel tepesine sığınmıştık. [134]
Benî Mülevvahlardan hiçbiri seli geçip bizi takip etmeye imkân bulamadı. Onları geride bırakıp[135] Medine´ye geldik." [136]
Galib b. Abdullah´ın Fedek Çevresindeki Benî Mürrelere Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Benî Mürre seferi, Hicretin 8. yılında Safer ayında yapılmıştır.[137]
Benî Mürrelerin yurdu, Fedek yakınında idi.
Benî Mürrelerin işleri güçleri, Fedek ile ol urdu. [138]
Hicretin 5. yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve İslâmiyeti yok etmek için Kureyş müşriklerinden Ebu SüfÇan b. Harb´in kumandası altında gelip Medine´yi kuşatan 10.000 kişilik ordular birliğinin 400 kişisi, Haris b. Avf´ın kumandası altındaki Mürre oğulları idiler. [139]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 7. yılında, Şaban ayında, [140] 30 kişilik askerî bir birliği Beşir b. Sa´d´ın kumandası altında Mürre oğullarına göndermişti. [141]
O sırada, Mürre oğulları, susuzluk yüzünden kışlık vadilerine çekilmiş bulunuyorlardı. [142]
Beşir b. Sa´d, Mürre oğullarının orada bulabildikleri davar, deve ve sığırlarını iğtinam ederek onlara bir darbe indirmek istemiş, Medine´ye doğru yol almaya başlamıştı.
Bunu haber alan Mürre oğulları, Medine´ye yönelen İslâm birliğinin arkasından çok sayıda adamlar koşturmuşlar, geceleyin İslâm birliğine baskın yapmışlar, sabaha kadar çarpışıp Beşir b. Sa´d´ın arkadaşlarını şehit etmişler, içlerinden yalnız Ulbe ile şehitler arasında baygın bir halde bulunan Beşir b. Sa´d kurtulabilmişti. [143]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Mürreleri te´dib için, 200 kişilik askerî bir birlik hazırlayıp Zübeyr b. Avvam´ı göndereceği sırada Galib b. Abdullah el-Leysî Medine´ye gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam, Zübeyr b. Avvam´a:
"Sen burada otur, kal!" buyurdu[144] ve Zübeyr b. Avvam için bağladığı bayrağı Galip b. Abdullah´a verdi. [145] Onu, 200 kişilik birliğin başında, Fedek´te oturan Benî Mürrelere yolladı.
Üsâme b.Zeyd, Ebu Mes´ud es-Sakafî, Ukbe b. Amr, Ucre, Huvayyısa b. Mes´ud ile Fedek´te Benî Mürrelerin elinden canını kurtarmış bulunan Ulbe b. Zeyd de, gönderilen bu birliğin içinde idiler. [146]
İslâm mücahidlerinin parolaları "Emit! Emit!" sözü idi. [147]
İslâm mücahidleri, Fedek´te Beşir b. Sa´d´ın ve arkadaşlarının vurulup şehid oldukları yere kadar vardılar. [148]
Benî Mürrelere yaklaştılar.
Galib b. Abdullah, Benî Mürrelerin konak yerlerini keşfetmek üzere, Ulbe b. Zeyd´i, on kişilik bir gözcü birliğinin başında öncü olarak ileri gönderdi.
Bunlar, Benî Mürrelerden bir cemaatin konak yerlerini keşfe muvaffak olduktan sonra, dönüp gördüklerini Galib b. Abdullah´a bildirdiler.
Galib b. Abdullah, Benî Mürreleri geceleyin gözle görebilecekleri bir yere kadar mücahidlerle birlikte ilerleyip, orada durdu.
Benî Mürreler davarlarını sağdılar, develerini suvarıp su başına ıhdırdılar. Kendileri de istirahata geçtiler.
Galib b. Abdullah, ayağa kalkıp, Cenab-ı Hakk´a lâyık olduğu şekilde haıınd ü senada bulunduktan sonra, şöyle dedi:
"Ben size Bir olan, şerîki ve nazîri olmayan Allah´ın emirlerini yerine getirmeyi, yasakladıklarından da sakınmayı, bana da itaat etmenizi ve karşı gelmemenizi, hiçbir işte bana aykırı davranmamanızı tavsiye ederim. Çünkü, ancak, rey ve görüş sahibi olmayan kişiye itaat olunmaz.
Bana itaatsizlik etmeyiniz.
Çünkü, Resûlullah Aleyhisselam:
´Benim kumandanıma itaat eden, bana itaat etmiş; ona itaatsizlik eden de, bana itaatsizlik etmiş olur!´ buyurmuştur.
Binâenaleyh, siz ne zaman bana itaatsizlik ederseniz, Peygamberinize itaatsizlik etmiş olur-sunuz!" [149]
Galib b. Abdullah, konuşmasını bitirdikten sonra, mücahidleri:
"Ey filan! Sen, filanla. Ey filan! Sen, filanla... arkadaş ve kardeşsin!
Herkes, arkadaşından aynim ayacaktır!
Sizden biriniz yanıma dönünce, ona:
´Arkadaşın filan kişi, nerededir ´ diye soracağım.
Sakın, bana:
´Ben onun nerede olduğunu bilmiyorum!´ diye cevap vermeyesiniz!" diyerek birbirlerine kardeş ve arkadaş yaptı.[150]
Benî Mürrelere Baskın Yapılışı
Mücahidler, Benî Mürrelere baskın yapmak üzere hazırlandılar.[151]
Benî Mürrelerin konak yerlerini iyice göndüler.
Benî Mürreler, deve ve sığırlarını sulayıp, dinlenmeye başlamışlardı.
Galib b. Abdullah, mücahidlere:
"Ben tekbir aldığım zaman, siz de tekbir alınız!" dedi[152] ve hemen tekbir aldı.
Mücahidler de tekbir aldılar, kılıçlarını sıyırdılar, sabahleyin erkenden baskın yaptılar. [153]
Benî Mürrelerin erkekleri, mücahidleri karşıladılar.
Mücahidler onları kılıçtan geçirdiler. [154]
Orada bulunan Benî Mürrelerin birçokları öldürüldü. [155]
Mirdas b. Nehik´in Üsâme Tarafından Öldürülüşü
Birlik kumandanı Galib b. Abdullah:
"Üsâme b. Zeyd nerede kaldı " diye sordu.
Geceden bir kısmı geçtikten sonra, Üsâme b. Zeyd geldi.
Galib b. Abdullah onu en ağır bir şekilde kınadı ve:
"Sana ne dediğimi bilmiyor musun !" dedi.
Üsâme:
"Ben bana son derecede kızan bir adamın ardına düştüm. Kendisine yaklaşıp kılıcımı kaldırdığım zaman, ´Lâ ilahe illallah1 diyerek kelime-i tevhidi söyledi" dedi.
Galib b. Abdullah:
"O zaman, kılıcını kınına soktun mu " diye sordu.
Üsâme b. Zeyd:
"Hayır! Vallahi, onun boyun damarını kesmedikçe, geri durmadım!" dedi.
Kumandan ve mücahidler:
"Vallahi, sen, buyurulmadığın kötü bir iş yaptın! " dediler.
Üsâme, yaptığına çok pişman oldu, elleri yanlarına düştü![156]
Üsâme´nin müşrik sanarak öldürdüğü kimse, Cüheynelerin Hurka kolundan Mirdas b. Nehik idi. [157]
Kendisi, Benî Mürrelerin müttefiki idi. [158]
Fedek halkından, bundan başkası Müslüman olmamıştı.
Galib b. Abdullah İslâm mücahidleriyle oraya gelince, Fedekliler hep kaçışmışlar, Mirdas b. Nehik ise, Müslümanlığına güvenerek kaçmamıştı. [159]
Üsâme´nin Yaptığına Son Derecede Üzülüşü
Üsâme, adamı öldürünce, içinde son derecede üzüntü duydu.
Medine´ye gelinceye kadar, üzüntüsünden, yemek yiyemedi.[160]
Hadise Peygamberimiz Aleyhisselama haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Üsâme! ´Lâ ilahe illallah!1 demiş olan bir adamı, öldürdün ha ! [161]
Demek, o ´Lâ ilahe illallah!1 dedi. Sen de onu öldürdün ha ! [162]
Demek, o ´Lâ ilahe illallah!1 dedikten sonra, onu öldürdün ha !" buyurdu. [163]
Üsâme:
"Yâ Rasûlallah! O bunu ancak silahtan korktuğu için söylemişti[164] O buna öldürülmekten kurtulmak için sığınmıştır!" dedi. [165]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bari, adamın kalbini yarsaydın da, bu sözü doğru mu, yalandan mı söylediğini de öğrenseydin ya !" buyurdu. [166]
Peygamberimiz Aleyhisselam Üsâme´ye bunları o kadar tekrarlayıp durdu ki, Üsâmeye:
"Keşke bugünden önce Müslüman olmamış olsaydım da, Resûlullah Aleyhisselamın bu itablarına uğram asaydı m!" dedirtti. [167]
Üsâme:
"Yâ Rasûlallah! Ben artık hiçbir zaman ´Lâ ilahe illallah!1 diyen kimseyi öldürmemek üzere Allah´a yemin ediyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Üsâme! ´Benden işittikten sonra1 diyeceksin!" buyurdu.
Üsâme de:
"Senden işittikten sonra!" dedi. [168]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, Üsâmeye:
"Onun kalbini yanp da içine baktın mı !" diye sorduğu zaman, Üsâme´nin:
"Yâ Rasûlallah! Onun kalbi, ancak cesedinden bir et parçasıdır! Onu yarıp da, içinden geçeni nasıl anlayayım !" dediği de rivayet edilir. [169]
Şüca b. Vehb´in Benî Âmirlere Gönderilişi
Seferin İsmi, Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Siyy seferi, Hicretin 8. yılında Rebiülevvel ayında yapılmıştır.[170]
Siyy; Mekke´den Basra´ya giden büyük yol üzerinde, üç merhale uzaklıktadır. [171] Siyy´in Mâdin arkasına düşen Rükbe nahiyesi, Hevâzinlerden Benî Âmir cemaatinin yurdu olup, burası da, Medine´ye beş geceliktir.[172] Benî Âmirler, burada otururlardı. [173]
Hicretin 4.yılında, kırk kişilik İslâm irşad birliğinin imhası için Âmir b. Tufieyl tarafından yapı lan davete icabetten kaçınır görünmelerine rağmen. [174] Benî Âmirlerden kalabalık bir kabile, Müslümanları kuşatarak şehit eden kabileler arasında bulunuyordu. [175]
Onları te´dib etmek sırası gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Şüca1 b. Vehb el-Esedîyi 24 kişilik bir birliğin başında, Siyy´de bulunan Hevâzinlerden Benî Âmirlere baskın yapmak, bir darbe indirmek üzere gönderdi.
Benî Âmirler, Siyy´in Rükbe nahiyesinde bulunmakta idiler.
Mücahidler geceleri yürüdüler, gündüzleri gizlendiler. Nihayet, varacakları yere vardılar. [176]
Şüca´ b. Vehb; baskından önce, mücahidlerin önüne geçti[177] ve kaçanların arkasına düşüp birliklerinden uzaklaşmamalarını onlara sıkı sıkı tenbih etti. [178]
Mücahidler; Benî Âmirlere, sabahleyin, konak yerlerinde gafil bulundukları bir sırada, her taraftan, birden baskın yaptılar. [179] Benî Âmirlerin pek çok deve ve davarlarını ele geçirdiler.
Mücahidlerden her birinin hissesine ya 15 deve, ya da bir deveye on koyun hesabıyla 150 koyun düştü.
Bu askerî harekatın gidiş ve dönüşü 15 gece sürdü. [180]
Esir edilip Medine´ye getirilen Benî Amir kadınları hakkında konuşmak üzere Benî Âmirlerden Medine´ye Müslüman bir heyet gelip, esir kadınlar hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onların yurtlarına geri çevirilmeleri için Şüca1 b. Vehb ve arkadaşlarıyla konuştu.
Kadınlar Müslüman oldular ve adamlarına iade edildiler.
Yalnız, Şüca´ b. Vehb´in kendisi için ayırmış olduğu kızı, Benî Âmir heyeti, Şüca1 b. Vehb´in yanında kalıp kalmamakta serbest bıraktılar. Kız da kalmayı tercih etti. [181]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,s.741,İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 123, Belâzurî, Ensâb.c.1, s. 379.
[2] Kalkaşandf, Nihâyetü´l-ereb, s. 295.
[3] Vâkıdî, M egâzî, c. 1, s. 6, Yak üt, M u´cem u´l-büldân, c. 2, s. 163.
[4] Vâkıdî, c. 2, s. 741, İbnSa´d.c.2, s. 123, İbn Seyyid, UyÛnu´l-eser, c. 2, s. 140.
[5] Vâkıdî, c. 2, s. 741, İbn Sa´d, t 2, s. 123, İbn Seyvid, c. 2, s. 149,150, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 235,236.
[6] Zürkâni, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 263.
[7] Vâkıdî, c.2,s. 741, İbn Sa´d, c. 2, s. 123, İbn Seyyid, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 236.
[8] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 236.
[9] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 263.
[10] İbn Sa´d, Tabakât,c.2, s. 123, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 236 Kastalânf,Mevâhibü´lledünniye, c.s. 1 86.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/193-194.
[11] İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 23, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 177, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 312.
[12] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 309, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1854, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 185, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 177, 178.
[13] İbn Abdilberr, c. 4, s. 1 854, İbn Seyyid, c. 2, s. 177, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, Târîhu´l hamis, c. 2, s. 93.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/195.
[14] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8,s. 34, 36.
[15] İbn Sa´d, c. 8, s. 34, 36, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 84, 85, c. 6, s. 407, 408, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 73, 75, Müslim , Sahih, c. 2, s. 647,648.
[16] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 195.
[17] İbn EsTr.Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 131 .
[18] Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 195.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/195-196.
[19] İbn /üJcicliItoerr, İstiâb, c. 3, s. 1184, İtanEsîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 244.
[20] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 408.
[21] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1446, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 248, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 39.
[22] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1188.
[23] İbn Abdilberr, İ stiâto, c. 4, s. 1188, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 39.
[24] İbn Esir, Usdu´l-gâbe, c. 4, s. 248, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 37.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 741, 742, Beyhakî, Delâilü´n-nübüwe, c. 4, s. 343, Zehebî, Megâzî, s. 393, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 236.
[26] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, t 4, s. 258, 259.
[27] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 289, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 742, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 4, s. 198, Taberî, Târîh, c. 3, s. 103, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 343, Zehebî, Megâzî, s. 393.
[28] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 742, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Beyhakî, c. 4, s. 343, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 236, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 9, s. 350.
[29] Vâkıdî, c. 2, s. 742, Beyhakî, c. 4, s. 343, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 236.
[30] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 289, Vâkıdî, c. 2, s. 742, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c.3, s. 103, Beyhakî, c. 4,s. 393, Zehebî, Megâzî, s. 393, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 236, 237.
[31] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 40.
[32] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 289, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c. 3, s. 1 03, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c.9, s. 351.
[33] İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 289, Vâkıdî, c. 2, s. 42, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c. 3, s. 103, Beyhakî, c. 4, s. 344, Zehebî, s. 393, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[34] İbn İshak, İbn Hisam, c.3, s. 289, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c. 3, s. 103, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 231, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 40.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 742, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 344, Zehebî, Megâzî, s. 393.
[36] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 289,290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 742, 743, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 198, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 03, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 344, Zehebî, Megâzî, s. 393, 394.
[37] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 743, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 344, Zehebî, Megâzî, s. 394, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4,s. 237.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 4, s. 198, Taberî, Târîh,c. 3, s. 103, Beyhakî, c. 4, s. 344, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 231, Zehebî, Megâzî, s. 394.
[39] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 41 .
[40] İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 231.
[41] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 290, Vâkıdî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198 Taberî, c. 3, s. 103, Beyhakî, c. 4, s. 344, Zehebî, M egâzf, s. 394, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 237.
[42] Vâkıdî, c. 2, s. 743, Beyhakî, c. 4, s. 344, Zehebî, Megâzî, s. 394, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[43] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 290, Vâkıdî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198 Taberî, c. 3, s. 103, Beyhakî, c. 4, s. 344, 347, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[44] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 41 .
[45] Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 7 43, B eyhak f, Del âil ü´n-nübüvve, c. 4, s. 34 4, 345, Zehebî, M egâzf, s. 394.
[46] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 259.
[47] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 743, Zehebî, Megâzî, s. 394.
[48] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 743, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 35, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 237.
[49] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 743, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 35, 347, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 41, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[50] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 198, Taberî, Târîh, c.3, s. 104, Beyhakî, c. 4, s. 347, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 231.
[51] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 290, Vâkıdî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198 Taberî, c. 3, s. 103, Beyhakî, c. 4, s. 345, İbn Esîr, c. 2, s. 231 , Zehebî, Megâzî, s. 394.
[52] Vâkıdî, c. 2, s. 744, Beyhakî, c. 4, s. 345, Zehebî, Megâzî, s. 394.
[53] Vâkıdî, c. 2, s. 744, Beyhakî, c. 4, s. 35, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 199, Taberî, c. 3, s. 104 İbn Esîr, c. 2, s. 231.
[55] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 41 .
[56] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 744, Beyhakî, Delâilü´n-nübüwe, c. 4, s. 345, Zehebî, Megâzî, s. 394, 395, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 237.
[57] Beyhakî, D el âil ü´n-nübüvve, c. 4, s. 35, Zehebî, Megâzî, s. 395.
[58] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 744, Taberî, Târîh, c. 3, s. 104, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 454, Beyhakî, c. 4, s. 35, Zehebî, Megâzî, s. 395.
[59] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 199, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 454, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 41, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 66, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 777, 778.
[60] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 744, 745, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 345, 346, Zehebî, Megâzî, s. 395, Ebu´l-Fidâ, el- Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 237, 238.
[61] Mus´abu´z-Zübeyrf, N ese bi K ure yş, s. 251, 320, 409, İ bn Abd ilb err, İ sti âb, c. 3, s. 118 5, c. 2, s. 428, İ bn E sfr, U sdu´l-gâbe, c. 2, s. 109, c. 3, s. 579, Takiyyüddin, Ikdu´s-simfn, c. 6, s. 22, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67.
[62] Vâkıdî, c. 2, s. 744, 745, Zehebî, s. 395, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 238.
[63] İbn Şa´d, c. 4, s. 259, Müslim, c. 1, s. 112, Beyhakî, c. 9, s. 98.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 199, Taberî, Târîh, c. 3, s. 104, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 82, 83, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 9, s. 351.
[65] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 291 , Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 199, Taberî, c. 3, s. 1 104, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 348, Heysemî, c. 9, s. 351 .
[66] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 291, Vâkıdî, c. 2, s. 745, İbn Sa´d, c. 4, s. 259, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 1 99, Müslim, c. 1 , s. 112, Taberî, c. 3, s. 104, Beyhakî, c. 4, s. 348, Zehebî, Megâzî, s. 395, Heysemî, c. 9, s. 351.
[67] İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 259, Müslim , c. 1, s. 112, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 98.
[68] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 83.
[69] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 745.
[70] İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 259, Müslim ,Sahîh,c.1, s. 112, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 98.
[71] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 745.
[72] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 291, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 199, Taberî, Târîh, c.3, s. 104.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/196-205
[73] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 41 0, 411, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 2.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/205-206.
[74] Mus´abu´z-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, s. 300,320, İbn Abdilberr, İsti âb, c. 2, s. 427, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 109, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 9, s. 348.
[75] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 427, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 109, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1.S.413.
[76] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 394.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/206-207.
[77] İbn Sa´d, Tabak ât, c. 5, s. 448, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1034, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 107, İbn E ar, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 578, Diyarbekrî, TânTiu´l-hamfs, c. 2, s. 67.
[78] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 251.
[79] M us´ab u´z-Zübeyrf, M esebi Ku reyş, s. 251, İ bn Abdi Ibe rr, İ stiâb, c. 3, s. 1034, İ b n E sTr, U sdu´l -gâb e, c. 3, s. 579, D i yarbek rf, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67.
[80] Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 1, s. 8, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 460.
[81] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 66.
[82] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 745, 748, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 349, 351, Zehebî, Megâzî s. 396, 398, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 238, 239.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 748, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 4, s. 252, c. 7, s. 394, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 351, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 239, Halebî, c.2, s. 777.
[84] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 1999.
[85] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 199, Taberî, c. 3, s. 104 Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 454, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 66, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 777, 778.
[86] Vâkıdî, M e gâzf, c. 2, s. 744, Zehebî, M egâzf, s. 395, E bu´l -F id â, c. 4, s. 237, 238, H al ebf, İ nsânu´l -uyun, c. 2, s. 777, 778.
[87] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 744, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 239, 240, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 777, 778.
[88] Mus´abu´z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 251, 320, 409, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1034,1185, c.2, s. 428, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 109, c. 3, s. 579, Takıyyüddin, Ikdu´s-simfn, c. 6, s. 22, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67, Halebî, İnşân, c. 2, s.778.
[89] Vâkıdî, c. 2, s. 748-749, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 7, s. 394-395, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 351,352, Ebu´l- Fidâ, c. 4, s. 240, Halebî, c. 2, s. 778.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 745, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 252, Taberî, Târîh, c. 3, s. 103, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 3, s. 37
[91] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 253.
[92] İbn Esîr, c.2, s. 110.
[93] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1034, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 579, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/207-214.
[94] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, c. 2, s. 750, İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 124, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 379.
[95] Ffruzâbâdf, Kâm üsu´l-muhit, c. 1 , s. 344, 345, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 1 86.
[96] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 442.
[97] Belâzuıî, c. 1, s. 343.
[98] İbn Hazm, Cemhere, s. 180.
[99] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 750, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 124.
[100] Kalkaşandf, Nihâyetü´l-ereb, s. 412.
[101] Vâkıdî, c. 2, s. 593, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 179, Taberî, Târîh, c. 3, s. 74.
[102] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî, c. 2, s. 593, Abdurrezzak, c. 5, s. 333, Buhârî, c. 3, s. 179, Taberî, c. 3, s. 74.
[103] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 210.
[104] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 332, Vâkıdî, c.2, s. 612, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350.
[105] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 210.
[106] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 257, 258 Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 750, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 124, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 467, 468, Taberî, Târîh, c. 3, s:. 101.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 752, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 25, Taberî, Târîh, c. 3, s. 102, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 230.
[108] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 258, Vâkıdî, c. 2, s. 750, 751, İbn Sa´d, c. 2, s. 14, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, Taberî, c. 3, s. 102, Zehebî, Megâzî, s. 375.
[109] Taberî, Târîh, c. 3, s. 102, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 229.
[110] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c. 4, s. 258, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 751, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 124, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 468, Taberî, Târîh, c. 3, s. 102, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 229, Zehebî, Megâzî s. 376.
[111] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 751, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 468.
[112] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 258, İbn Sa´d, c. 2, s. 124, Taberî, c. 3, s. 102.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 258, Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa´d, c.2, s. 124-125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, Zehebî,Megâzî, s. 376.
[114] Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa´d, c. 2, s. 125, Zehebî, s. 376.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 258, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, İbn Esîr, c. 2, s. 229.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 258, İbn Sa´d, c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[117] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 258, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[118] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 258, 259, Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa´d, c. 2, s. 125, Ahmed, c. 3, s. 468.
[119] Vâkıdî, c. 2, s. 751, Taberî, c. 3, s. 1 02, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 165.
[120] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa´d, c.2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[121] Vâkıdî, c. 2, s. 751, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 196.
[122] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa´d, c.2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[123] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, Taberî, c. 3, s. 102, İbn Esîr, c. 2, s. 229, İbn Kayyım, c. 2, s. 165.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 751.
[125] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 752, İbn Sa´d, c.2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[126] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 259.
[127] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 259, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 752, İbn Şa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 468, Taberî, Târîh, c. 3, s. 102, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 229, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[128] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 752, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 25.
[129] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 259, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[130] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 752, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 125.
[131] Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 468.
[132] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 752, İbn Sa´d, c.2, s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[133] İbn İshak, İbn Hişam, c.4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 752, İbn Sa´d, c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, Zehebî, s. 376.
[134] Vâkıdî, c. 2, s. 752, İbn Sa´d, c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, Zehebî, s. 376.
[135] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 259, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 752, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 752, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/214-219.
[137] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 151, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 186, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67.
[138] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 250.
[139] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 443, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 66.
[140] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 5, c.2, s. 723, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 118, Belâzurî, Ensâb, c. 1.S.379.
[141] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 723, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 126.
[142] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723.
[143] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 723, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 119.
[144] Vâkıdî, c. 2, s. 723, İbn Sa´d, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, c. 2, s. 151 .
[145] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67.
[146] Vâkıdî, c. 2, s. 723, 725, İbn Sa´d, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, c. 2, s. 151.
[147] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 724.
[148] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 723, 724, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2,5.126.
[149] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 126.
[150] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 724.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/219-221.
[151] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 51, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67.
[152] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 724, Zehebî, Megâzî, s. 374.
[153] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uvûnu´l-eser, c. 2, s. 1 51, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 724, Zehebî, Megâzî, s. 374.
[155] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 67.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/221-222.
[156] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 724-725, Halebî, İnsânu´l-u^n, c. 3, s. 1 97.
[157] İbrı İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 271, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 724.
[158] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 271.
[159] Zemahşerf, Keşşaf, c. 1, s. 555.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/222-223.
[160] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 725.
[161] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 271, Vâkıdî, c. 2, s. 725.
[162] Müslim, Sahih, c. 1 , s. 96.
[163] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 200, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 97.
[164] Müslim, Sahih, c. 1 , s. 96.
[165] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre.c. 4, s. 271, Vâki d t, Megâzî, c. 2, s. 725, ^medb. Hanbel, c. 5, s. 200, Buharı, c. 5, s. 88, Müslim, c. 1, s. 97.
[166] Vâkıdî, c. 2, s. 725, Müslim, c. 1, s. 96.
[167] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 271 , Vâkıdî,c.2, s. 725, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 200. Buhârî, c. 5, s. 88, Müslim, c. 1,s. 97.
[168] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 271, İbn Asâkfr, Târih, c. 2, s. 398.
[169] Taberî. Tefsfr. c. 5. s. 224.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/223-224.
[170] Vâkıdi, Megâzî, c. 1, s. 66,c. 2, s. 753,İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 127, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf,c. 1, s. 380,Taberî, TâriVı, c. 3, s. 301.
[171] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 3, s. 267.
[172] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2,s.127,İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 152.
[173] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 198, Zürfcânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 267.
[174] İbn İshak.İbnHişam, c. 3, s. 194, Vâkıdı, c.1 , s. 347.
[175] Vâkıdî, Megâzî, c.1 s. 348.
[176] Vâkıdî, c. 2, s. 753, İbn Sa´d, c. 2, s. 127, Beyhakî, Delâilü´n-nübüwe, c. 4, s. 353.
[177] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 152, Zehebî, Megâzî, s. 399.
[178] Vâki cif, c. 2,3.753, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 198.
[179] Vâkidi, c. 2, s. 753, İbn Sa´d, c. 2, s. 127, Taberî, c. 3, s. 103, İbn Seyyid, c. 2, s. 152, Zehebî, Megâzî, s. 399.
[180] Vâkıdî, c. 2, s. 753, 754, İbn Sa´d, c. 2, s. 127, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 353, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 1 52, Zehebî, Megâzî, s. 399.
[181] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 754, Zehebî, Megâzî, s. 399, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 240.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/224-225.
Umretul Kaza Seferi
Umrenin Mânâları, Hükmü ve Fazileti
Umre; lügatta, ziyaret mânâsına gelir.[1]
Şeriat teriminde, Beytü´l-Haram olan Kabe´yi, hususî şartlarına ve usulüne göre ziyaret etmek demektir. [2]
Umre, sünnettir. [3]
Peygamberimiz Aleyhisselam; umrenin yoksulluğu ve günahları gidereceğini, [4] bir umrenin, gelecek umreye kadar, aralarında işlenmiş günahlara keffâret olacağını haber vermiştir. [5]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yaptığı Umrelerin Sayısı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´ye hicretten sonra, dört umre yapmıştır:
1- Hudeybiye umresi,
2- Hudeybiye muahedesine göre, ertesi (7.) yılda yapılması kararlaştırılmış ve yapılmış olan umretü´l-kazâ,
3- Huneyn ganimetinin taksiminden sonra, Ci´râne´den gelip yaptığı umre,
4- Veda Haccıyla birlikte yaptığı umre.
Veda Haccıyla birlikte yapılan umre hariç olmak üzere, diğer umrelerin hepsi Zilkade ayında yapılmıştır.[6]
Umretü´l-Kazâ Seferi Ne Zaman ve Nasıl Hazırlandı ve Yapıldı
Hicretin 6. yılında, Hudeybiye´de Kureyş müşriki eriyle yapılan muahede uyarınca, ertesi yılda yapılacak umrenin zamanı gelmişti.
Hicretin 7. yılı Zilkade ayı girince, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hudeybiye seferine katılanlardan, şehit olan veya ölenler hariç, hiçbiri geri kalmaksızın umreye hazırlanmalarını ashabına emretti.[7]
Umreye hazırlanmalar için de, halka seslenildi. [8]
Çevrelerden gelip de o sırada Medine´de bulunan Araplar:
"Vallahi, yâ Rasûlallah! Bizim ne azığımız, ne de bizi doyuracak bir adamımız var!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ihtiyacı olanlara Allah için sadaka vermelerini, yardım etmelerini Medine halkına duyurdu. [9]
Umre için hazırlanan Müslümanların sayısı 2.000´i bulmuştu. [10]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´de Kimleri Vekil Bıraktığı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´de yerine Uveyf b. Azbetü´d-Di´lî´yi vekil bıraktı.[11] Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´de yerine Ebu Rühm el-Gıfârî´yi[12] veya Ebu Zerri´l-Gıfârî´yi vekil bıraktığı da rivayet edilir. [13]
Hazırlanan Kurbanlık Develer ve Sürücüleri
Kurban edilmek üzere 60 deve hazırlandı.[14]
Naciye b. Cündüb el-Eslemî de, kurbanlık develeri yayarak sürüp götürmekle görevlendirildi. [15]
Naciye´nin yanına da, Eşlemlerden dört genç yardımcı olarak verildi.
Ubeyd b. Ebu Rühm ile Ebu Hureyre de, sürücü yardımcıları arasında idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kurbanlık devesine kendi eli ile nişan vurdu. [16]
Hazırlanan Silahlar ve Süvarilerle Yola Çıkılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; yanlarına miğfer, zırh gömlek ve mızrak... gibi askerî silahlarla yüz de at aldı.
Yüz atlı süvariyi önceden yola çıkardı ve onların başına da Muhammed b. Meslemeyi kumandan tayin etti.
Beşir b. Sa´d´ı da, silah kafilesiyle görevlendirdi.
"Yâ Rasûlallah! Kureyşîler, yolcu silahı olan, kınlarında sokulu kılıçlardan başka silahlarla yanlarına girmem ekliğim izi bize şart koşmuşlardı. Halbuki, sen silah taşımaktasın " dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Biz, o silahlan Harem´de Kureyşîlerin yanlarına sokacak değiliz.
Fakat, onlar yakınımızda, elimizin altında olacak!
Kureyş cemaatinden, bize yapılabilecek bir saldırıya karşı, silahlar yakınımızda bulunacaktır!" buyurdu.
"Yâ Rasûlallah! Bu hususta Kureyşîlerden korkuyor musun " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam cevap vermedi, sustu.
Zü´l-huleyfie´y6 gelindiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam süvarileri ileri sürdü.
Silah yükleriyle kurbanlık develeri de ileri gönderdi.[17]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zü´l-huleyfe´de, mescidin kapısında ihrama girdi[18] ve telbiyeye başladı. [19]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlarla birlikte telbiye ederekZü´l-huleyfe´den ayrılıp yollarına devam ettiler.[20]
Kureyş Müşriklerinin Korkuya ve Telaşa Düşmeleri
Muhammed b. Mesleme, kumandası altındaki süvari birliğiyle Merru´z-zahran´a vardı, Orada, Kureyş müşriklerinden bazı adamlara rastladı.[21] Onlar, süvarilerle gelişinin sebebini Muhammed b. Meslemeye sordular. [22]
Muhammed b. Mesleme:
"Bunlar, Resûlullah Aleyhisselamın süvarileridir.
İnşaallah, kendileri de, yarın sabah burada, bu yerde bulunacaklardır!" dedi. [23]
Onlar, Beşir b. Sa´d´ın yanında da pek çok silahlar bulunduğunu görünce, acele Mekke´ye gittiler, gördükleri süvarileri ve silahlan Kureyş müşriklerine haber verdiler.
Kureyş müşrikleri çok korktular ve birbirlerine:
"Vallahi, biz hiçbir hadise çıkarmadık ki!
Yazımıza ve anlaşmamıza bağlı bulunuyoruz da!
Hal böyle iken, Muhammed ne diye ashabıyla gelip bizimle çarpışacak ! Anlayamadık!" dediler. [24]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru´z-zahran´a gelince, bütün silahları, Batn-ı Ye´cec´e (veya Ye´cic´e) gönderdi.[25]
Batn-ı Ye´cec´e konulan silahlar arasında oklar, yaylar ve kalkanlarda bulunuyordu. [26]
Batn-ı Ye´cec; Mekke´ye 3 mil yakınlıkta bir yer olup, [27] onun neresinden bakılsa Mekke Hareminin dikili taşları görünür.
Peygamberimiz Aleyhisselam silahlara sahip olmak üzere, 200 kişiyi de orada bıraktı ve başlarına da Ensardan Evs b. Havlîyi dikti. [28]
Peygamberimiz Aleyhisselam Merru´z-zahran´a gelip konduğu zaman, sahabiler, kendileri hakkında müşriklerin "Onlar, zayıflıktan, geceleri hiç uyuyamıyorlarmış!" dediklerini işittikleri için:
"Keşke yük develerimizden bazısını kesseydik, etinden yiyip çorbasından içseydik de, yarın sabah o Kureyş cemaatinin yanına olanca gücümüz ve zindeliğimizle varsaydık!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Böyle yapmayınız! Azıklarınızdan, kalanları, benim yanımda toplayınız!" buyurdu.
Azıkları topladılar ve deriden sofralar üzerine yaydılar ve yediler.
Her biri, dağarcıklarında kalanları da, kurtlara, kuşlara bıraktılar. [29]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kureyş Temsilcileriyle Konuşması
Peygamberimiz Aleyhisselam, Batn-ı Ye´cec´de ashabıyla birlikte bulunduğu ve kurbanlık develerle silah yüklerinin oraya gelip kavuştukları sırada idi ki, Kureyş müşrikleri, Mikrez b. Hafs´ı, yanına Kureyşîlerden bazılarını katarak, Peygamberimiz Aleyhisselama göndermişlerdi.
Kureyş temsilcileri Peygamberimiz Aleyhisselamla buluşunca;
"Yâ Muhammedi Herhalde, bizim sana küçük veya büyük herhangi bir hıyanetimiz, vefasızlığımız haber verilmiş değildir.
Buna rağmen, Harem´e, kavminin yanına böyle silahla mı gireceksin !
Halbuki, oraya, yolcu silahı olan, kınlarına sokulu kılıçlardan başkasıyla girmemek şartını kabullenmiş bulunuyordun! " dediler.[30]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yine de, öyledir! Biz oraya kınlarına sokulu kılıçlardan başkasıyla girecek değiliz! [31]
Onların (kavmimin) yanına da silahla girmeyeceğim! [32]
Ben çocukluğumda da, olgunluğumda da ancak vefakârlıkla tanınmışı m dır.
Onların (kavmimin) yanına silah sokmak istiyor da değilim!
Fakat, silahların bana yakın bir yerde bulunmasını isterim!" buyurdu. [33]
Mikrez b. Hafs:
"Zaten, senden beklenen, sana yaraşan da budur; iyilik ve vefakârlıktır!" dedi. [34]
Mikrez b. Hafs´ın Durumu Müşriklere Duyuruşu ve Kâbe Tavafı İçin Mekke´nin Boşaltılışı
Mikrez b. Hafs, acele Mekke´ye, adamlarının yanına döndü[35] ve:
"Muhammed, Mekke´ye silahla girmeyecektir.
O, bize vermiş olduğu söz ve şart üzerinde duruyor!" dedi. [36]
Mikrez Peygamberimiz Aleyhisselamdan bu haberi getirince, Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri Mekke´yi boşalttılar, dağ başlarına çıkıp gittiIer[37] ve:
"Ne onu, ne de onun ashabını görmeyelim!" dediler. [38] Müşrik ulularının, böyle Mekke´den çıkıp gitmeleri, Allah´a ve Allah´ın Resûlüne karşı besledikleri düşmanlıktan; Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabının Beytullah´ı tavaflarını görmeye katlanamamalarından; 37 kin, kızgınlık ve kıskançlıklarından ileri geliyordu. [39]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Muhacir Sahabilerine Emir ve Tavsiyeleri ve Mekke´ye Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke´ye girmek için hazırlandığı sırada, Muhacir sahabilerine:
"Kavminiz olan Kureyş müşrikleri, yarın sizi görmek isteyeceklerdir. Onlar sizi muhakkak güçlü ve dayanıklı görmelidirler" buyurdu[40] ve kurbanlık develerin de öne geçirilip Zî Tuvâ´ya götürülmesini ve orada bırakılmasını emrettti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesi Kasvâ´nın üzerinde, sahabileri de kılıçlarını kuşanmış, Peygamberimiz Aleyhisselamı ortalarına almış oldukları halde, yüksek sesle:
"Lebbeyk! Allâhümme lebbeyk! Lebbeyk! Lâ şerike leke lebbeyk! İnnel hamde ve´n nîmete leke vel mülke lâ şerîke lek!" diye telbiye ederek Zî Tuvâ´ya kadar ilerlediler. [41]
Peygamberimiz Aleyhisselam, T\ Tuvâ´ya gelince, durdu.
Sonra, yine, kendisi devesi Kasvâ´nın üzerinde bulunduğu ve Kasvâ´nın yuları Abdullah b. Revâha´nın elinde olduğu, Müslümanlarda çevresinde yürüdükleri halde, Hacun tepeciği üzerine çıkılan Seniye´den, yokuştan Mekke´ye girdiler. [42]
Zaten, Mekke´ye giriş, Mekke´nin yukansındaki Bathâ´daki Seniyetü´l-ulyâ´dan; Mekke´den çıkış da, Mekke´nin aşağı tarafındaki Seniyetü´s-süflâ´dan yapılır. [43]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´nin gölgelik barakalarına gelinceye kadar telbiyeye devam etti. [44] Umrede, Mescid-i Haram´a girilince, telbiye kesilir. [45]
Abdullah b. Revâha´nın Recez Söyleyerek Peygamberimiz Aleyhisselamın Önünde Yürümesi ve Hâşim Oğulları Çocuklarının Sevinçlerinden Koşuşmaları
Abdullah b. Revâha; Peygamberimiz Aleyhisselamın devesi Kasvâ´nın yularını çekerek Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde yürümekte ve:
"Ey kâfirlerin dölleri! Onun (Resûlullahın) yolundan çekiliniz! Çekiliniz ki, Rahman olan Allah ona Kur´ân´ı indirmiştir.
Her hayır ve iyilik, Resûlullahta ve onun yolundadır!
En hayırlı ölüm de, onun yolunda çarpışarak ölmektir!
Ben, onun gerçekten Resûlullah olduğuna şehadet etmişimdir.
Yâ Rab! Ben onun sözlerine, buyruğun üzere, inanmış; onun sözlerini kabul etmenin ilahî bir gerçek olduğunu anlamışımdır!
Kur´ân´ın Allah tarafından indirildiğini inkâr ettiğinizde, başları boyun ve gövdelerden ayıran, dosta dostunu unutturan darbeleri size indirdiğimiz gibi, onun mânâsını inkâr ettiğinizde de, size darbeler indiririz!" diyerek recez söylemekte idi.[46]
Peygamberimiz Aleyhisselamı sevinçle karşılayan Haşim oğullarının küçük çocuklan ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın gâh önünden, gâh arkasından koşuşmakta idiler.[47]
Müşriklerin Peygamberimiz Aleyhisselam ve Ashabı Hakkındaki Konuşmaları
Kureyş müşrikleri, geçen yıl Hudeybiye´de muahede yapıldığı sıralarda, birbirlerine:
"Burunları kurtlanıp ölesiye kadar, Muhammed´i de, ashabını da kendi hallerine bırakınız![48]
Yanımızdan çıkıp gittikten sonra, Muhammed´in ashabı yoksulluğa ve hastalığa uğramışlar! [49]
Muhammed ve ashabı, darlık, yokluk ve sıkıntı içinde imişler! [50]
Yanınıza bir cemaat gelecek ki, Yesrib´in (Medine´nin) humması (sıtması) onları çok zayıf düşür-müş! [51]
Yesrib´in humması, Muhammed´i de, ashabını da çokzayıflatmış! [52] Onlar, zayıflıktan, geceleri hiç uyuyamıyoriarmış!" [53] diyerek konuşmaktan geri durmamakta idiler.
Yüce Allah, müşriklerin bütün bu konuşmalarını Peygamberimiz Aleyhisselama bildirmiştir! [54]
Müşriklerin ileri gelenleri, Peygamberimiz Aleyhisselamla Müslümanları görmemek için dağ başlarına çıkmışlardı. [55]
Mekkeli halkın erkek, kadın, çoluk çocukları ise, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını seyretmek için Dârü´n-Nedve´de sıralanmışlardı. [56]
Bazıları da, Hicr (Hatfm)´in bir tarafında oturmakta idiler. [57]
Beytullah´ın Silkelene Silkelene Çalımlıca Tavaf Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mescid-i Haram´a girince, omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğunun altından alıp sol omuzunun üzerine attı ve sağ om uzunu açtı. Sonra da:
"Bugün kendisini şu müşriklere güçlü ve zinde gösterecek olan er kişileri Allah rahmetiyle yarlı-gasın, esirgesin![58]
Sakın Kureyş cemaati sizde bir gevşeklik ve eksiklik görmesinler![59]
Müşriklerin gücünüzü görmeleri için, Beytullah´ı tavafın ilk üç devresinde remel yapınız!" buyurdu. [60]
Yani, tavafın ilk üç devresinde omuzlarını açık bulundurmalarını; [61] adımlarını kısaltıp omuzlarını silkeleyerek hızlıca ve çalımlıca, [62] iki rükün arasında ise ağır ağır yürümelerini ashabına emir buyurdu. [63]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâya bindi.
Abdullah b. Revana, Kasvâ´nın yularından tuttu.
Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselam gibi, sağ omuzlarını açtılar, tavaf için sıralandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hacerü´l-Esved´e yaklaştı. Elindeki değneğin ucuyla ona dokunarak istilam etti[64] ve değneğin ucunu öptü. [65]
Sahabiler de, Hacerü´l-Esved´e ellerini ve yüzlerini sürdüler. [66]
Kabe´yi tavafa, silkelene silkelene, hızlıca ve çalımlıca dolaşmaya başladılar. [67]
Kabe´nin Yemen köşesine eriştiler; oradan, Hacerü´l-Esved köşesine kadar ağır ağır yürüdüler.
Sonra, tekrar, Yemen köşesine kadar, silkelene silkelene, çalımlıca ve hızlıca; oradan, Hacerü´l-Esved köşesine kadar ağır ağır yürüdüler. Üç tavafı böylece yaptlar. [68]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mecsid-i Haram´a yürüyerek girdiği, tavaf ve koşmaları yaya olarak yaptığı da rivayet edilir. [69]
Abdullah b. Revâha, tavafta da recez okumaya başlayınca, Hz. Ömer, ona:
"Sen Resûlullah Aleyhisselamın önünde, Allah´ın Hareminde bu şiiri söyleyip duracak mısın !" dedi. [70]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´e:
"Ona engel olma! Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çabuk, daha çok tesirlidir! [71] İbn Revâha! Devam et!" buyurduktan sonra, [72] Abdullah b. Revâhaya:
"´Allah´tan başka hiçbir ilah ve mabud yoktur! Bir olan O´dur!
Va´dini gerçekleştiren O´dur!
Bu kuluna yardım eden O´dur!
Askerlerini güçlendiren O´dur!
Toplanmış olan kabileleri bozguna uğratan da yalnız O´dur!´ de!" buyurdu.
Abdullah b. Revâha bunu söylemeye başlayınca, Müslümanlar da, onun söylediği gibi söylemeye başladılar. [73]
Müslümanların Tavafta Yaptıkları Remellerin Müşrikleri Hayal Kırıklığına Uğratması
Müslümanlar tavafın üç dolaşımında remel yaptıkları, silkelene silkelene, çalımlıca ve hızlıca yürüdükleri zaman, müşrikler:
"Demek, Medine´nin humması onları hiç de zayıflatmam iş[74] Demek, bunlar hâlâ zinde, sapasağlam imişler! [75] Size, bunların sıtmadan zayıf düştükleri anlatılmıştı. Halbuki, bunlar, bizden daha zinde, daha diridirler! [76] Baksanıza! Bunlar, yürümeye razı olmuyorlar, kanaat etmiyorlar da, geyiklerin sıçrayışı, zıplayışı gibi sıçrıyorlar!" dediler. [77]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Tavafta Okudukları ve Okunmasını Tavsiye Buyurdukları Dualar
Tavafın geri kalan dört dolaşımı ise, ağır ağır yürünerek yapıldı.[78]
Peygamberimiz Aleyhisselam tavafta Hacerü´l-Esved köşesine geldikçe, orada durup Hacerü´l-Esved´e elindeki değnekle işaret etmekte ve tekbir getirmekte idi. [79]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kabe´yi tavaf ederken, Yemen köşesinde ´Allâhümme innî es´elüke´l-afve vel âfiyete fid dünyâ vel âhire! Rabbena âtinâ fid dünyâ ve fil âhireti haseneten ve kına azâbennâr!1 diye dua eden kişiye, vazifeli yetmiş melek ´Amîn´ derler" buyurdu. [80]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, tavaf sırasında, Hacerü´l-Esved´le Hatîm arasında:
"Rabbena âtinâ fid dünyâ ve fil âhireti haseneten ve kına azâbennâr!" diyerek dua ettiği de işitil mistir. [81]
Tavaf Namazı Kılınışı ve Sa´y Yapılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe´yi yedi defa tavaf ettikten ve iki rekat namazı kıldıktan sonra, say yapmak üzere Safa tepeciğine gitti.[82]
Safa tepeciği ile Merve tepeciği arasında, yine, Kasvâ´nın üzerinde olduğu halde, yedi kere sa´y yaptı.
Yedincisinde, Merve üzerinde sayini tamamladı. [83]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safa ile Merve arasında say yaparken Kasvâ´yı hızlandırması, Kureyş müşriklerine, güçlülüğünü ve zindeliğini-ashabı gibi-göstermek içindi. [84]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safâ ve Merve Tepeciklerindeki Tekbir, Tehlil ve Duaları
Peygamberimiz Aleyhisselam, Safa ve Merve tepeciklerinde durdukları zaman üç kene tekbir getirmiş, üç kere "Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey´in kadîr" demiş ve dua etmiştir.[85]
Ashabdan Abdullah b. Ebi Evfâ der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamla birlikte umre yaptığımız zaman, kendisi, Kabe´yi tavaf etti. Onun yanında, biz de tavaf ettik.
O Makam-ı İbrahim´in arkasında namaz kıldı. Biz de, onun yanında (tavaf namazı) kıldık. [86]
O, Safa ile Merve arasında say yaptı. [87] Biz, onu Mekkeli müşriklerin ve onların akılsız delikanlılarının herhangi birşeyle rahatsız etmelerinden koruduk! [88]
Ona hiçbir kimse birşey yapamadı ." [89]
Kurbanların Kesilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, sa´y´ini Merve´de tamamladığı zaman, kurban kesmek için orada durdu ve:
"Burası, kurban kesim yeridir. Mekke´nin her caddesi de, kurban kesim yeridir" buyurdu ve kurbanını orada, Merve´de kesti.[90]
Müslümanlara da, kurbanlarını kesmelerini emretti.
Deve bulan, deve kesti. Bulamayanların da, sığır kesmelerine müsaade edildi. [91] O sırada, bir adam, Mekke´ye sığır getirmişti. Sığır kesecek olanlar da, ondan sığır alıp kestiler. [92]
Hudeybiye´de bulunmuş olanlar, kesilen kurbanlara ortak oldular. Hudeybiye seferine katılmamış olanlar ise, kurban kesmediler. [93]
Kurban Kesiminden Sonra Tıraş Olunuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Merve´de kurbanını kestikten sonra, orada başının saçını kazıttı.[94]
Peygamberimiz Aleyhisselamın başının saçını kazıyan, Hıraş b. Ümeyye idi. Bu işi yapanın Ma´mer b. Abdullah el-Adevî olduğu da rivayet edilir.[95] Müslümanlar da tıraş oldular.[96]
Ye´cec´deki Sahabilerin Umrelerini Yapmak Üzere Getirilip Yerlerine Başkalarının Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ye´cec vadisinde bulunan sahabilerinin de gelip umrelerini yapmaları için, Müslümanlardan bazılarının Ye´cec´deki silahları beklemeye gitmelerini emretti. Peygamberimiz Aleyhisselamın bu emri hemen yerine getirildi.[97]
Kâbe Üzerinde Okunan Ezanın Müşrikleri Tedirgin Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Bilal-i Habeşî´ye emretti, Kabe´nin üzerinde öğle ezanını okuttu.[98] Bilal-i Habeşî´nin ezanını işitince, Kureyş müşriklerinden İkrime b. Ebu Cehil: "Allah, Ebu´l-Hakem´e [Ebu Cehil´e], bu kölenin söylediğini işittirmemek lutfunda bulunmuştur!" dedi. Safvan b. Ümeyye:
"Allah´a şükürler olsun ki; bunları görmeden önce, babamı alıp götürdü!" dedi. Halid b. Esîd de:
"Allah´a şükürler olsun ki; babamı öldürdü de, o bugünü, Ümmü Bilal´in oğlu Bilal´in Kabe´nin üzerine dikilip anırdığı (hâşâ) zamanı görmedi!" dedi.
Süheyl b. Amr ile yanında bulunan kişiler ise, bu ezanı işittikleri zaman, yüzlerini kapadılar! [99]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´de Bulunduğu Müddetçe Çadırdan Başka Yerde Oturmayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´de üç gün oturdu.[100] Mekke evlerinden hiçbir evin çatısı altına girmedi. Zaten, seferi erinde evlerde oturmazdı.
Bu umre seferinde de, Mekke´den ayrılıncaya kadar, Ebtah´ta kendisi için kurulmuş bulunan deri çadırda kaldı.[101]
Hz. Abbas´ın Tavsiye ve Teklif Ettiği Hz. Meymûne´yi Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevceliğe Kabul Edişi
Hz. Meymûne; Hz. Abbas´ın zevcesi Ümmü´l-Fadl ile Hz. Cafer´in zevcesi Esmâ binti Umeys´in kızkardeşi olup,[102] İslâmiyetten önce Mes´ud b. Amr es-Sakaff ile evli iken ondan ayrılıp Ebu Rühm b. Abduluzzâ ile evlenmiş; Ebu Rühm´ün ölümü ile de dul kalmıştı. [103]
Hz. Abbas, Hz. Meymûne´yi Peygamberimiz Aleyhisselama övmüş; [104] Peygamberimiz Aleyhisselam da umre için Medine´den yola çıkmadan önce, Ebu Rafı1 ile Ensardan bir zâtı (Evs. b. Havlî´yi) dünürlük etmek üzere Mekke´ye göndermiş bulunuyordu. [105]
Peygamberimiz Aleyhisselam umre için yola çıkıp Cuhfe´de bulunduğu sırada da, Hz. Abbas´la buluşunca, Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Meymune binti Haris dul kaldı. Onu kendine zevceliğe alsana" demişti. [106]
Hz. Meymûne, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisiyle evlenmek istediği haberini deve üzerinde bulunduğu sırada alınca:
"Deve de, üzerindeki de Resûlullah Aleyhisselamındır!" dedi. [107]
Kendisini Peygamberimiz Aleyhisselama bağışladı[108] ve gereğinin yapılmasını da, kızkardeşi Ümmü´l-Fadl´a, o da zevci Hz. Abbas´a bıraktı. Bunun üzerine, Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselamdan 400 dirhem mehir alarak Hz. Meymûneyi Peygamberimiz Aleyhisselama nikahladı. [109]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´de Üç Gün Daha Kalma Teklifinin Müşriklerce Kabul Edilmeyişi
Hudeybiye anlaşmasına göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´de kalacağı üç günlük müddet dolmuş bulunuyordu.[110]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kureyş müşriklerine:
"İsterseniz, zevcemle evlenme törenini yapmak üzere burada üç gün daha oturayım ve çekeceğim düğün ziyafetine sizi de çağırayım" diye Hz. Osman´la haber saldı. [111]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu vesile ile onları kendisine ısındırmak istemişti.
Kureyş müşrikleri, Hz. Ali´nin yanına geldiler ve:
"´Artıkyanımızdan ayrılıp git! Müddet dolmuştur!1 diye sahibine söyle!" dediler. [112] Peygamberimiz Aleyhisselama Hz.Ali ile haber saldılar. [113]
Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını Mekke´den çıkarma işini Huvaytıb b. Abduluzzâ´ya havale etmişlerdi. [114]
Huvaytıb b. Abduluzzâ ile Süheyl b. Amr, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler. [115]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Medineli Müslümanların meclislerinden bir mecliste oturup konuşuyor ve yanında da Sa´d b. Ubâde bulunuyordu. [116]
Kureyş temsilcileri:
"Yâ Muhammed! [117] Müddetin dolmuştur! Çık, git artık yanımızdan!" dediler. [118]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben sizden bir kadını nikâhlamışüm. Onunla evlenme törenini yapıncaya kadar bırakılmamdan size ne zarar gelirdi"[119]
Ne olurdu, beni bıraksaydınız da, evlenme törenimi aranızda yapsaydım, sizin için yapacağımız düğün yemeğimizde de bulunsaydınız
Böyle yapmak, size düşmez, yaraşmaz mıydı " dedi.
Kureyş temsilcileri:
"Senin düğün yemeğinde bulunmak, bize gerekmez! [120]
Bize ne sen, ne de düğün yemeğin gerek![121]
Hemen çık git artık yanımızdan! [122]
Yâ Muhammedi Allah aşkına söyle! ´Toprağımızdan muhakkak çıkıp gideceksin!´ diye aramızda seninle muahede yapmadık mı
İşte, o üç günlük müddet de dolmuştur!" dediler.
Sa´d b. Ubâde, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı böyle kaba ve sert konuştuklarını görünce, son derecede kızdı[123] ve Süheyl b. Amfa:
"Ey anasının bilmem nesini yiyesice! [124] Sen yalan söylüyorsun! Burası ne senin toprağındır, ne de senin babanın toprağıdır! [125] Resûlullah Aleyhisselam, buradan, kendisi istemedikçe çıkmaz! [126] Vallahi, o buradan ancak muahedeye uyarak rızasıyla çıkar gider. Yoksa, zorla çıkıp gitmez!" dedi.
Sa´d b. Ubâde´nin bu sözleri üzerine, Huvaytıb b. Abduluzzâ ile Süheyl b. Amr sustular ve sindiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi, sonra da:
"Ey Sa´d! Konak yerimizde, kavmimizden bizi ziyarete gelenleri incitme!" buyurdu. [127]
Akşama Kadar Mekke´yi Terketmelerinin Müslümanlara Duyuruluşu ve Yola Çıkılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Müslümanlardan hiç kimse burada akşamlamayacak, yola çıkacaktır!" diyerek göç halkına seslenmesini Ebu Râfi´e emir buyurdu.[128]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, hemen devesine bindi. Derlenip toparlanabilen Müslümanlarla birlikte Mekke´den ayrılarak Şerif mevkiinde konakladı.
Arkadan gelen Müslümanlar da orada toplandılar, tamamlandılar.[129]
Hz. Meymûne´nin Mekke´den Çıkarılıp Serif´e Getirilişi ve Evlenme Töreninin Serif´te Yapılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´den ayrılmadan önce, Ebu Râfi´i Hz. Meymûne´nin göç hazırlığını görüp Şerife getirmekle görevlendirmişti.[130]
Ebu Râfi´ akşama kadar Hz. Meymûne´nin işiyle uğraştı. Akşamleyin, Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasından, Hz. Meymûne ve yanındakiler de yola çıktılar.
Yolda, Anâ´ mevkiinde, müşriklerin ayaktaki m I arıyla karşılaştılar. Onlar, Peygamberimiz Aleyhisselama[131] ve Hz. Meymûneye[132] dil uzatmaya başladılar.
Ebu Râfi1, onlara:
"Siz bizden ne istiyorsunuz !
İşte, vallahi, süvariler ve silahlar, Batn-ı Ye´cec´de bekliyor! [133]
Siz anlaşmayı bozmak mı istiyorsunuz !" deyince, müşrikler başlarını önlerine eğdiler, hemen dönüp gittiler. [134]
Ebu Râfi´ ve yanında bulunanlar Batn-ı Ye´cec´e vardılar. Oradaki süvarilerle birlikte, bütün gece yola devam ederek Şerife geldiler. [135]
Hz. Meymûne´nin Mekke´de yapılamayan evlenme töreni Şerifte yapıldı. [136]
Fetih ve Umre Hakkındaki İlahî Vaadlerin Gerçekleşmesi
Yüce Allah, Hudeybiye muahedesinden sonra indirdiği âyette (Feth: 27) vaad buyurduğu fethi Hayber´i fethettirmek suretiyle yerine getirdiği gibi, Resûlünün umre hakkında gördüğü rüyayı da yaptırdığı bu umre ile doğru çıkarmıştır.[137]
Hz. Hamza´nın Kızı Ümâme´nin Medine´ye Getirilişi
Hz. Hamza´nın kızı Ümâme, Mekke´de bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke´ye vardığı sırada, Hz. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Amcamızın biricik yetim kızını müşriklerin arasında ne diye bırakalım " demiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da bu teklifi olumsuz karşılamamıştı.[138]
Hz. Ali, Ümâme´yi erkeklerin arasında Kabe´yi tavaf ederken görüp elinden tutarak Hz. Fâtıma´nın yanına getirmiş: [139]
"Amcanın kızı senin yanında dursun!" demiş,[140] Hz. Fâtıma´nın hevdecine koymuştu.[141]
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´den ayrılırken de, Ümâme:
"Amca! Amca!" diye seslenerek Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasından koşmuştu. [142]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onu Mekke´den Medine´ye getirmişti. [143]
Ümâme´ye Kimin Bakması Gerekeceğinin Belirlenişi
Zeyd b. Harise ile Hz. Cafer ve Hz. Ali, Umâmeye bakmak için isteklendiler.
Aralarında tartışmaya başladılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu hususta, aralarında kendisinin hüküm vereceğini bildirdi ve:
"Ey Cafer! Ümâme´yi görüp gözetmeye, sen daha lâyıksın! Çünkü, onun teyzesiyle evli bulunuyorsun! Kadın, ne teyzesi, ne de halası üzerine nikahlanıp gelemez!" buyurdu, Ümâme´yi Hz. Cafer´in görüp gözetmesine hüküm verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu hükmü verince, Hz. Cafer sevincinden ayağa kalkıp, Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde, tek ayağı üzerinde seke seke yürümeye başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Cafer! Nedir bu !" diye sordu.[144]
Hz. Cafer:
"Bu, Habeşlilerin sevinçlerinden krallarına yaptıklarını gördüğüm birşeydir. [145]
Yâ Rasûlallah! Necaşî de, bir kimseden hoşlandı mı, kalkar, onun çevresinde, tek ayağı üzerinde seke seke yürürdü!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ümâme´yi, Hz. Ümmü Seleme´nin oğlu Seleme b. Ebu Seleme ile evlendirmiştir. [146]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Umre seferinden Zilhicce ayında Medine´ye dönmüştür. [147]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ffruzâbâdf, Kâm ûsu´l-m uhft, c. 2, s. 99.
[2] İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 297.
[3] Mâlik.Muvatta´, c. 1, s. 347, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 316, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 270.
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 387, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 15, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 115.
[5] Mâlik, Muvatta´, c. 1, s. 346, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 246, Müslim , Sahîh, c. 2, s. 983, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 272. Nesâf. Sünen. c. 5. s. 115.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/171.
[6] Ibn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 1 70,171, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 134, Müslim, c. 2, s. 916, Ebu Da\ud, Sünen, c. 2, s. 205. 206. Tirmizî. c. 3. s. 180. İbnMâce. Sünen. c. 2. s. 999. Hâkim. Müstednek. c. 3. s. 50.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/171-172.
[7] Vâkidi, Megâzi, c. 2, s. 731, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 120.
[8] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 168, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 227, İbn Hacer, Fethu´l-bârî, c. 7, s. 383.
[9] Vâkıdî, Megâzi, c. 2, s. 732, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 254.
[10] Vâkidi, Megâzi, c. 2, s. 731, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 120, İbn Hacer, Fethu´l-bârf, c. 7, s. 383, Kastalânf,Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 184, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 62.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/172.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 12, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353.
[12] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c.2,s. 120, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 149.
[13] Belazuri, Ensâb, c. 1, s. 353.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/172-173.
[14] Vâki dr, Megâzî, c.2, s. 732, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 121, Belâzuıî, Ensâb.c.1, s. 353, Taberî, Târih, c. 3, s. 101.
[15] Vâkıdî, c. 2,5.732, İbn Sa´d, c. 2, s. 120, 121, Belâzurî, c. 1, s. 353.
[16] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 732,733.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/173.
[17] Vâkıdî, Megâzî,c.2, s. 733, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 121.
[18] Vâkıdî, Megâzî,c.2, s. 733, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 121, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 62.
[19] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 145.
[20] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/173-174.
[21] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 734, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 121.
[22] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 255.
[23] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 734, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 121, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 231.
[24] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 734, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 231, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 780, Zürkâni, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255.
[25] Vâkıdî, c. 2, s. 734, İbn Sa´d, c. 2, s. 121, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 231, Diyarbekrî, c. 2, s. 62, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s.255.
[26] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 168.
[27] İbn ESİr, Nihâye, c. 5, s. 291.
[28] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 734, 735, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 121, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 62, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 255.
[29] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 305, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 231 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/174-175.
[30] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 734, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 231, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 780, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255.
[31] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 734.
[32] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 231, Halebî, c. 2, s. 780, Zürkânf, c. 2, s. 255.
[33] Taberî, Tarîh, c. 3, s. 101.
[34] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 231, Halebî, c. 2, s. 780, Zürkânf, c. 2, s. 255.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/175-176.
[35] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 734, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 231, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 780, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 255.
[36] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 734.
[37] Vâkidi, c. 2, s. 734, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 121, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 231 Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255.
[38] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 734, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 231 .
[39] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 148, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/176-177.
[40] Diyarbekrı, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 62, Halebı, c. 2, s. 780, 781, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255.
[41] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 734, 735, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 121, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 23, Diyarbekrı, c. 2, s. 62, 63, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255.
[42] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 735, İbn Sa´d, c. 2, s. 121, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 184.
[43] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 142, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 111.
[44] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 735, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 121.
[45] Mâlik. Muvatta1, c. 1.S.343.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/177-178.
[46] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 13, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 736, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 121, Nesâf, Sünen, c.5, s. 212, Taberî, Târîh, c. 3, s. 106, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 227, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 228, 229, 231, İbn Hacer, Fethu ´l-bârf, c. 7, s. 383, 384, Kastalânf, Mevahibü´l-ledünniye, c. 1, s. 184,185, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 63, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 783, 784, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 255, 257.
[47] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 204, Nesâf, Sünen, c.5, s. 212.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/178.
[48] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 232.
[49] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 353.
[50] İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c. 4, s. 12, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 227, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 232.
[51] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 123, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 86, Müslim, Sahih, c. 2, s. 923, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 178, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 230, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 185.
[52] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 306.
[53] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 305.
[54] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 178, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 230, 231.
[55] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 231.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 12, Taberî, Târih, c. 3, s. 100, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 227, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 227.
[57] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 123, Müslim , Sahîh, c. 2, s. 923, Mesâf, Sünen, c. 5, s. 231.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/178-179.
[58] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 12,13, Taberî, Târih, c. 3, s. 100, İbn Esir, Kâmil,c. 2, s. 227.
[59] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 305.
[60] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 123, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 306, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 229, 231, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1 , s. 185.
[61] Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 229, 231, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 168.
[62] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 123, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 161, c. 5, s. 86, Müslim, Sahih, c. 2, s. 923, E bu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 178, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 231, İbn Kayyım , Zâd, c. 2, s. 168, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 148, Kastalânf, Mevâhib, 1, s. 185.
[63] Nesâf, Sünen, c. 5, s. 231.
[64] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 735, İbn Sa´d, t 2, s. 121.
[65] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 983.
[66] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 735, 736, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 121.
[67] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 13.
[68] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 984.
[69] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 12,13.
[70] Nesâi, Sünen, c. 5, s. 212, Diyartoekrf, Hamfs, c. 2, s. 63, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 784.
[71] Nesâf, Sünen, c. 5, s. 212, Diyartoekrf, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 63, Halebî, c. 2, s. 784.
[72] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 122.
[73] İbn Sa´d, Taba kât, c. 2, s. 122, Halebî, c. 2, s. 7 84, Zürkânf, M evâhibü ´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 257.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/179-181.
[74] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 123, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 306.
[75] Nesaî, Sünen, c. 5, s. 231.
[76] Müslim, Sahih, c. 2, s. 923, Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 178.
[77] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/181-182.
[78] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 13, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 984.
[79] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 162,163, 166.
[80] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 985.
[81] İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 4, s. 108.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/182.
[82] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160,163, 165-166, İbnMâce, Sünen, c. 2,5.996.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 736, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 122.
[84] Buhârî. Sahıh.c.2.s.171 . c. 5. s. 86. Müslim. Sahih. c. 2. s. 923. Tirmizî. Sünen. c. 2. s. 217. Nesâf. Sünen. c. 5. s. 243.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/182.
[85] Nesâf, Sünen, c. 5, s. 240.
[86] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 355, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 995,996.
[87] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 355.
[88] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 355, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 86, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 257.
[89] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 311, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/183.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 736, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 122, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 63.
[91] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 737.
[92] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 737, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 785.
[93] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 736, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 259.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/183.
[94] Ibn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 122.
[95] Vâkidt, Megâzî, c.2, s. 737
[96] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/184.
[97] Vâkidi c. 2, s. 740, İbn Sa´d, c. 2, s. 122, Kastalânf, c. 1, s. 195, Diyarbekrî, c. 2, s. 63.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/184.
[98] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 738, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 122.
[99] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 737, 738, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 232.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/184-185.
[100] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 14, İtan Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 122, Taben, Târih, c. 3, s. 100, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 227.
[101] Vâkıdı, Megâzı,c.2,s.740.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/185.
[102] İbn Abdilber İsti âb, c. 4, s. 1915, 1916.
[103] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 132, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 30.
[104] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 142.
[105] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 132, 133, Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nübelâ, c. 2, s. 170.
[106] İbn Abdilberr, İstiâb,c.4, s. 1916, İbn E ar, Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 273, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 64.
[107] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 7, s. 29, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 233.
[108] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 132, Hâkim , Müstedrek, c. 4, s. 33, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1916 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 233.
[109] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 14, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 122.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/185-186.
[110] Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 31, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 234.
[111] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 64.
[112] E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 234.
[113] İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 227.
[114] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4,s. 14.
[115] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 739, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 122.
[116] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 739, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 169, Diyarbekrî, c. 2, s. 63,64.
[117] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 4, s. 1917.
[118] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 14, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 739, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 122, Taberî, Târîh, c. 3, s. 100, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 229.
[119] İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 169, Diyarbekrî, TârıTiu´l-hamfs, c. 2, s. 64.
[120] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 14, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 739, 740, Taberî, Târîh, c. 3, s. 100, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 31.
[121] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 4, s. 1917.
[122] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 1 4, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 740, Taberî, Târîh, c. 3, s. 100, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 31, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 191 7, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 229.
[123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 740, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 33.
[124] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1917, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 229, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 64.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 740, İbn Kayyı m, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 169, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 229, Diyarbekrî, c. 2, s. 64, Halebî,c. 2, s. 783, Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 262.
[126] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1917-1918, Diyarbekrî, c. 2, s. 64.
[127] Vâkıdî, c. 2, s. 740, Diyarbekrî, c. 2, s. 64, Halebî, c. 2, s. 783, Zürkânf, c. 2, s. 242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/186-188.
[128] Vâkıdî, c. 2, s. 740, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 122, Halebî, c. 2, s. 783.
[129] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 740, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 122.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/188.
[130] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 14.
[131] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 740, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 169, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 229.
[132] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 783.
[133] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 740, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 783.
[134] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s:. 783.
[135] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s:. 740.
[136] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s:. 14, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s:. 741, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s:. 1 22.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/188-189.
[137] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 14, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 89.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/189.
[138] 235 Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 738, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 158, 159.
[139] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 35.
[140] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 98, İbn Kaybım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 171, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 234.
[141] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 35.
[142] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 98, İbn Kayyım, c. 2, s. 171, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 235 Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 185, Diyarbekrî, Târıîıu´l-hamfs, c. 2, s. 63, 64, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 785.
[143] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 98.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/189-190.
[144] Vâkidi, Megâzı, c.2, s. 738, 739, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 159,160.
[145] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 35, 36.
[146] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 739, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 160.
[147] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 14, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 234.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/190-191.
Gazanın Tarihi, Mevkii ve Sebepleri
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hudeybiye´den döndükten ve Zilhicce ayı ile Muharrem´in bir kısmını Medine´de geçirdikten sonra, Hicretin 7. yılında, Muharrem ayının sonuna doğru Hayber üzerine yürümüştür.[1]
Gazanın mevkii, Hayber´dir.
Hayber; Şam yolu üzerinde, Medine´ye sekiz beridlik,[2]yani 48 millik uzaklıkta,[3] birçok ekinlikleri ve hurma bahçeleri bulunan bir şehirdir.
Hayber; Yahudice, kale demektir.[4]
Amâlik kavminden, Hayber b. Kaniye b. Mehlail adında bir adam Hayber´e gelip yerleştiği için şehre Hayber ismi verildiği ve, yine bunun gibi, Semûd kavminden Vatîh b. Mazin adındaki kimseden dolayı da Vatîh kalesine Vatfh isminin verildiği rivayet edilir.[5]
Hayber şehri:
Natat,
Şıkk,
Ketibe diye üç bölgeye ayrılır ve her bölge de kalelerden meydana gelir.
Natat bölgesi:
1- Nâim,
2- Sa´b b. Muaz,
3- Zübeyr kalelerinden oluşur.
Şıkk bölgesi:
1- Übeyy (Sümran),
2- Nizar (Beriyy) kalelerinden oluşur.
Ketibe bölgesi:
1- Kamus,
2- Vatîh,
3- Sülalim kalelerinden oluşur.[6]
Hayber gazasının birçok sebepleri vardır
Benî Nadîr Yahudileri aradaki muahedeye rağmen Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine damdan kaya yuvarlamak suretiyle hayatına kasdettikleri için yurtlarından çıkarılıp sürüldükleri zaman, onlardan bir kısmı Şam´a, bir kısmı da Hayber´e gelip yerleşmişlerdi.
Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´la Kinane b. Rebi´ b. Ebi´l-Hukayk ve Huyey b. Ahtab, Hayber´deki akrabalarının evlerine inmişlerdi.[7]
Medine´den ayrılacakları sırada, Ebu RâfT Sellâm b. Ebi´l-Hukayk hazinelerini içinde sakladıkları deve tulumunu kaldırarak:
"Bu, bizim dünyayı alçaltmak ve yükseltmek üzere hazırladığımız şeydir! Biz buradaki hurmalıklarımızı bırakıyorsak, Hayber´in hurmalıklarına varıyoruz!" diyerek bağırmıştı.[8]
Hayber´de, hazırlıklı, cesaretli sayıda Yahudi cemaati bulunuyordu.[9]
İçlerinde Benî Nadîr Yahudileri eşrafından Sellâm b. Mişkem ile[10] Benî Nadîr reisi Huyey b. Ahtab ve Kinane b. Rebi´ b. Ebi´l-Hukayk, Vâil oğullarından Hevze b. Kays ve Ebu Ammar,[11] Varr/ah b. Amr ve onun kabilesinden bazıları ile[12] Dubay´a oğullarından Ebu Âmir Abdi Amr b. Sayfî´nin de bulunduğu 19 kişilik bir heyet,[13] Mekke´ye giderek Kuneyş müşriklerini ve onlara bağlı kabileleri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet etmişler ve Kureyş müşriklerine:
"Onun işini bitirinceye kadar, biz de sizin yanınızda bulunacak ve sizinle el ve iş birliği yapacağız[14] Muhammed´e düşmanlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle antlaşma yapalım diye geldik!" demişler ve Kabe´nin örtüsü arasına girerek anıtlaşmışlardı.[15]
Bu Yahudi propaganda heyeti; Kays b. Aylanlardan Gatafanlara gitmişler, onları da kendileriyle birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ve kendilerine Hayber´in bir yıllık hurma mahsulünü vermeyi taahhüt etmişler,[16] çevredeki bütün Arap kabilelerine uğramışlar, hepsini ayaklandırmışlar,[17] en sonunda müşriklerin on bin kişilik ordular topluluğu ile Mekke´den gelip Medine´yi kuşatmalarını sağlamışlardı.[18]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hendek savaşından boşalır boşalmaz Benî Kurayza Yahudilerini cezalandırması üzerine, Hayber Yahudileri korkmuşlar ve Sellâm b. Mişkem´e gidip bu yolda ne düşündüğünü sormuşlardı.
Sellâm b. Mişkem:
"O bizim üzerimize yürümeden, bütün Hayber Yahudileriyle birlikte, biz onun üzerine yürüyelim! Teymâ, Fedek ve Vâdi´l-kurâ Yahudilerini de yanımıza alalım. Yurdunun ortasında, onunla, eski ve yeni bütün hıncımızla çarpışalım!" demiş, Hayber Yahudileri de:
"İşte, yerinde görüş budur!" demişlerdi.[19]
Ebu Râfi´ öldürülünce, Yahudiler, kendilerine Üseyr b. Zarim´i (veya Büseyr b. Rizam´ı) lider seçmiş bulunuyor! ardı.[20]
Üseyr (veya Büseyr), gözüpek, korkmak bilmez bir adamdı.
Bir gün, Yahudilerin meclisinde ayağa kalkarak:
"Vallahi, Muhammed ashabından her kimi Yahudilerden istediği her kime göndermişse, muhakkak onu öldürmüştür![21] Fakat, ben ona kendisinin adamlarıma yapamadığını yapacağım!" dedi.
Yahudiler
"Onun senin adamlarına yapamadığı ve fakat senin ona yapmayı istediğin şey nedir " diye sordular.
Üseyr:
"Gatafanların yanına gideceğim. Onları, Muhammed´le çarpışmak için toplayacağım!" dedi.[22]
Üseyr, dediğini yaptı.
Gatafanlara ve daha başkalarına başvurarak, onları Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere biraraya getirdi.[23]
Gatafanları Hayber´de topladı[24] ve Yahudilere:
"Ey Yahudi cemaati! Yurdunun ortasında bulunduğu bir sırada, Muhammed´in üzerine yürüyeceğiz!
Çünkü, hiç kimse yoktur ki, yurdunun ortasında çarpışılsın da, düşmanı umduklarından bir kısmını elde etmemiş, koparmamış olsun!" dedi.
Yahudiler
"Ne güzel görüşün var!" diyerek Üseyr´i alkışladılar.[25]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerinin bu hazırlıklarını haber aldı.
Hicretin 6. yılında, Ramazan ayında[26] Abdullah b. Revâha´yı, üç kişinin başında,[27] gözcü olarak Hayber´e gönderdi.
Gönderirken de, Abdullah b. Revâha´ya:
"Hayberl gözetle! Halkın içine gir. Onlar ne yapmak istiyorlar, neler konuşuyorlar, öğren!" buyurdu.
Abdullah b. Revâha, arkadaşlarıyla birlikte Hayber´e gitti.
Arkadaşlarından birini Natat, birini Şıkk, birini de Ketibe kalesine gönderdi.
Üseyr´den ve başkalarından işittikleri şeyleri ezberlediler.
Hayber´de üç gün kaldıktan sonra, Ramazan´ın son gecelerinde Medine´ye dönüp, bütün gördüklerini, işittiklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdiler.[28]
Daha sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Hârice b. Huseyl el-Eşcâî gelmişti.
Hârice:
"Üseyr b. Zarim´i, Yahudilerin birçok askerî birlikleriyle birlikte senin üzerine yürür bir halde gerimde bırakmış bulunuyorum!" dedi.[29]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Üseyr´i Hayber´e vali yapmayı ve böylece çarpışmayı durdurup barışı sağlamayı tasarladı ise de,[30] Üseyr buna önce isteklenir gibi olmuş, fakat sonradan hainlik yoluna sapmıştır.[31]
Yine, Hicretin 6. yılında, Sa´d b. Bekr oğulları kabilesinin de Hayber Yahudilerine yardım için Fedek´e geldikleri ve yapacakları yardıma karşılık Hayber´in hurma mahsulünü Hayber Yahudilerinden istedikleri haber alınmış, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali´yi yüz kişilik askerî bir birlikle Fedek´e gönderip onları dağıtmıştı.[32]
Hayber Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselamı ve Müslümanları ortadan kaldırmak üzere Mekkelilerle aralarında yapmış oldukları antlaşmalarına göre, Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber Yahudilerinin üzerine yürüyecek olursa, Mekke müşrikleri Medine´ye baskın yapacaklar; Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke müşrikleri üzerine yürüyecek olursa, Hayber Yahudileri Medine´ye baskın yapacaklardı.[33]
Bütün bunlar, Hayber´in gün geçtikçe Müslümanlık ve Müslümanlar için önlenmesi güçleşen bir tehlike teşkil ettiğini gösteriyordu.
Bununla beraber, Kureyş müşrikleriyle barış yapmadan Hayber işini halletmeye kalkmak çok tehlikeli olabilirdi.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam umre seferini düzenleyip Hudeybiye´ye kadar varmış ve Kureyş müşriklerine:
"Muhakkak ki, savaş Kureyşîleri çok yıpratmış, zayıflatmış, birçok zararlara uğratmıştır.
Eğer onlar isterlerse, yine de, kendilerine bir mütareke müddeti bel iri ey ey im .[34]
Bu müddet içinde, kendileri benden emniyet ve selamette bulunsunlar.[35] Benimle sair halk arasına girmesinler. Beni onlarla başbaşa bıraksınlar.[36]
Eğer insanlar beni yenerierse, zaten, kendilerinin istedikleri budur. Eğer Allah beni insanlara galip kılarsa, o zaman, kendileri şu iki şeyden birisini seçerler: Ya hazırlanmış olarak benimle çarpışırlar, ya da topluca selamet dairesine girerler.
Yoksa, vallahi, Yüce Allah şu İslâm dinini yeryüzüne yayacağı hakkındaki va´dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla çarpışıp duracağım!"[37] buyurması üzerine, müşriklerle Hudeybiye barışını sağlamıştı.[38]
İşte, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekkeli müşriklerle muahede yapıp onlardan gelecek tehlikeyi önledikten sonradır ki, Hayber üzerine yürü muştur.[39]
Cihad Hazırlığına Girişilmesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazası için hazırlanmalarını ve hakkıyla çarpışacak olanları çevresinde toplamalarını ashabına emir buyurdu.[40]
Hudeybiye umresi seferine katılmaktan çekinerek, kaçınarak geri kalmış olanlar ise, Hayber1 in yiyecek, yağ ürünü ve servet bakımından Hicaz´ın en verimli, bereketli ve ucuzluk bir şehri olduğunu bildikleri için, ganimet maksadıyla Hayber seferine katılmak istemişler ve:
"Haybefe biz de sizinle birlikte gidelim!" dem işlerdi.[41]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cihad etmek, Allah yolunda çarpışmak isteyenlerden başkası, bizimle birlikte gidemeyecekler![42]Onlara ganimetten de birşey verilmeyecektir!" buyurdu.
Medine içinde de:
"Allah yolunda çarpışmak isteyenden başkaları, bizimle birlikte gidemeyeceklerdir! Onlara ganimetten de hiçbir şey verilmeyecektir!" diyerek nida ettirildi.[43]
Medine Yahudilerinin Telaşlanmaları, Alacakları İçin Müslümanları Sıkıştırmaları
Müslümanların Hayber´e gitmek üzere hazırlanmaları, Peygamberimiz Aleyhisselamla antlaşmalı bulunan Medine Yahudilerini çok kaygılandırdı ve harekete geçirdi.
Bunlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın Kaynuka, Naüîr ve Kurayza oğulları Yahudilerini silip süpürdüğü gibi Hayber Yahudilerini de silip süpüreceğini anladılar.
Müslümanlarda az çok alacağı olup da onu tahsil için Müslümanların yakasına sarılmayan Medineli Yahudi kalmadı.
Yahudi Ebu´ş-Şahm´ın, Abdullah b. Ebi Hadrad el-Eslemî´de beş dirhem alacağı vardı. Abdullah, ev halkı için bu Yahudi den arpa satın almıştı.
Ebu´ş-Şahm yakasına sarılınca, Abdullah:
"Bana biraz mühlet ver! Ben inşaallah yanına gelip alacağını sana ödeyeceğimi umuyorum.
Çünkü, Yüce Allah, Peygamberine Hayber ganimetini va´d buyurmuştur.
Ey Ebu´ş-Şahm! Biz, Hicaz´ın, yiyecek ve servetçe en zengin şehrine gidiyoruz" deyince, Ebu´ş-Şahm´ın kıskançlığı ve azgınlığı kabardı ve:
"Sen Hayber savaşını Araplardan karşılaştığınız gibi mi sanıyorsun ! Tevrat üzerine yemin ederim ki; orada savaşçı on bin kişi vardır!" dedi.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Ey Allah düşmanı! Sen bizim himayemiz altında bulunuyorsun!
Vallahi, seni Resûlullahın huzuruna çıkaracağım!" dedi.
Onu tutup Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirdi ve:
"Yâ Rasûlalları! Bu Yahudi neler söylüyor, dinle!" dedi ve Ebu´ş-Şahm´ın söylediklerini haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu, ona hiçbir şey söylemedi. Yalnız, dudaklarının kımıldadığı görüldü. Fakat, ne söylediği işitilemedi.
Yahudi:
"Ey Ebu´l-Kâsım! Bu, bana haksızlık etti. Yiyeceğimi aldı, hakkımı tuttu, ödemedi!" dedi.[44]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Ebi Hadrad´a:
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.[45]
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Seni hak din ve Kitab´la peygamber gönderen Allah´a yemin ederim ki; onu ödeyecek güçte değilim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Ebi Hadrad´a tekrar
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; onu ödeyecek güçte değilim!
Senin bizi Hayber´e götüreceğini, bize Hayber ganimetinden birşeyler düşeceğini umduğumu ve dönünce borcumu ödeyeceğimi kendisine haber vermiştim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.
Bunun üzerine, Abdullah b. Ebi Hadrad, kalkıp çarşıya gitti.
Başından itibaren omuzuna aldığı atkıyı çıkardı. Omuz atkısının yerine, sarığına büründü.
Yahudiye:
"Şu omuz atkısını benden satın al!" dedi.
Yahudi, atkıyı Abdullah´tan dört dirheme satın aldı.[46]
Abdullah, kalan borcunu da bulup buluşturup Yahudiye ödedi.[47]
Sarığına bürünmüş olarak gelirken, yaşlı bir kadın Abdullah b. Ebi Hadrad´a rastladı ve:
"Ey Resûlullahın sahabisi! Bu ne hal !" diye sordu.
Abdullah b. Ebi Hadrad da, ona durumu haber verdi.
Kadıncağız hemen üzerindeki atkısını çıkarıp ona verdi ve:
"İşte sana omuz atkısı!" dedi.[48]
Abdullah b. Ebi Hadrad´la Ebu Abs b. Cebr´in Hayber Gazasına Nasıl Katılabildikleri
Abdullah b. Ebi Hadrad, Hayber gazasına, Seleme b. Eslem´in verdiği elbise ile gidebildi.
Ebu Abs b. Cebr de, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Elimizde ne çoluk çocuklar için geçimlik, ne yol azığı, ne de yolculuk elbisesi var! " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir elbise verdi.
Ebu Abs elbiseyi sekiz dirheme satıp iki dirhemine yol azıklığı için hurma satın aldı. İki dirhemini, geçimlik için ev halkına bıraktı. Dört dirhemine de, kendisine elbise satın aldı.[49]
Medine Yahudilerinin Müslümanların Maneviyatlarını Sarsmaya, Bozmaya Çalışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´e gitmeye hazırlandığı sırada, Medine´deki Yahudiler, Müslümanlara:
"Vallahi, Hayber´in kalelerini ve savaş erlerini görmüş olsaydınız, daha onların yanlarına varmadan, geri dönerdiniz!
Dağların tepelerinde yükselen kaleler, orada!
Hiç kesilmeyen, sürekli akan sular, orada!
Zırh gömlekli on bin savaş eri orada!
Esed ve Gatafan kabileleri de onları koruyorlar!
Siz Hayber´e nasıl dayanabileceksiniz !" demekte;
Ashab-ı Kiram da:
"Yüce Allah, Peygamberine, Hayber ganimetini elde edeceğini va´d buyurmuştur" diyerek cevap vermekte idiler.[50]
Hayber Gazasına Katılan Mücahidlerin Sayısı ve İslâm Kadınlarının Adları
Hayber gazasına katılan Mücahidlerin 1400´ü piyade, 200´ü de, atlı idi.[51] Hayber seferine katılan Müslüman kadınları da:
1- Peygam berim iz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme,
2- Peygamberimiz Aleyhisselamın halası Hz. Safiyye binti Abdulmuttalib,
3- Peygamberimiz Aleyhisselamın dadısı Ümmü Eymen Bereke,
4- Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Ebu Râfi´in zevcesi Leyla,
5- Asım b. Adiyy´in zevcesi,
6- Ümmü Umâre Nesîbe binti Ka´b,
7- Ümmü Meni1 (Ümmü Şübas),
8- Küaybe binti Sa´d el-Eslemiyye,
9- Ümmü Muta el-Eslemiyye,
10- Ümmü Süleym binti Milhan,
11- Ümmü Dahhâk binti Amr b. Haram,
12- Hind binti Amr b. Haram,
13- Ümmü´-A´lâ el-Ensariyye,
14- Ümmü Âmir el-Eşheliyye,
15- Ümmü Atiyye el-Ensariyye,
16- Ümmü Salît,
17- Ümeyye binti Kays,
18- Abdullah b. Uneys´in zevcesi Hubla,
19- Ümmü Sinan,
20- Hazrec b. Ziyad el-Eşcâî´nin babaannesi idi.[52]
Ümeyye binti Kays der ki:
"Gıfâr oğulları kadınlarının arasında, Resûlullah Aleyhisselamın yanına ben de gittim.
´Yâ Rasûlallan! Biz yaralıları tedavi edelim ve gücümüzün yettiği şeyle Müslüman erkeklere yardımcı olalım diye seninle birlikte bu sefere katılmak istiyoruz1 dedik.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah´ın bereketi üzere, gidiniz!1 buyurdu.[53]
Sefere katılan bu Müslüman kadınları yanlarında götürdükleri ilaçlarla yaralıları tedavi etmekle kalmayacaklar, aynı zamanda mücahidlerin yemeklerini pişirecekler, ip eğirecekler.. Allah yolunda ellerinden geleni yaparak onlara yardımcı olmaktan geri durmayacaklardı.[54]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´de Yerine Siba´ b. Urfuta´yı Vekil Bırakışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabdan Siba1 b. Urfutayı, Medine´de yerine vekil bıraktı.[55] Peygamberimiz Aleyhisselamın Nümeyle b. Abdullah el-Leysîyi vekil bıraktığı da rivayet edilir.[56]
Hayber Ordusunun Sancaktarı, Parolası ve Düzeni
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazasına çıkarken, beyaz sancağını Hz. Ali´ye verdi.[57]
Hayber gazasında kullanılacak parola "Yâ Mansur! Emit! Emit!" sözleri idi.[58]
Ukkâşe b. Mıhsan el-Esedî, ordu öncüsü olarak ileri sürüldü.
Hz. Ömer sağ kol kumandanlığına, ashabdan başka bir zât da sol kol kumandanlığına tayin edildi.[59]
Hayberyolculuğu için Eşca1 kabilesinden Huseyl b. Hârice ile Abdullah b. Nuaym kılavuz tutuldu.[60]
Huseyl b. Hârice derki:
"Davar satmak üzere Medine´ye gelmiştim. Davarları sattıktan sonra, Resûlullah Aleyhisselamin yanına vardım.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Sana yirmi sa´ hurma vereyim de, ashabıma kılavuz olup Hayber yolunu göster!1 buyurdu.
Öyle yaptım.
Resûlullah Aleyhisselam Hayber´e varıp onu fethettikten sonra da, kendisinin yanına vardım. Bana yirmi sa1 hurmayı verdikten sonra, Müslüman oldum."[61]
Baş Münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl´ün Hayber Yahudilerine Haber Salışı
Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Hayber Yahudilerine:
"Muhammed size doğru geliyor! Tedbirinizi alınız! Mallarınızı kalelerinize doldurunuz! Onunla çarpışmak için dışarı çıkarsınız.
Ondan hiç korkmayınız! Çünkü, sizin hazırlığınız da, sayınız da çoktur! Muhammed´in cemaati hem az, hem de silahsızdır. Silahlan olsa bile, pek azdır!" diye haber saldı.[62]
Medine´den Sahbâ´ya Kadar Gidiş
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber´e gitmek üzene Medine´den yola çıktı.
Önce Seniyetü´l-Veda´ya vardı.
Sonra Zegabe üzerini tuttu.
Sonra Nakmâ´ya;
Nakmâ´dan sonra Müstenah´a;
Müstenah´tan sonra Asr´a (Asr veya Asar´a) vardı.[63]
Seniyetü´l-Veda; Medine´ye gelinirken giriş, Medine´den Mekke´ye gidilirken de yolcuların uğurlanış ve çıkış yolu olan yokuştur.[64]
Nakmâ; Medine´nin ağaçlık dene içlerindendir.[65] Uhud dağının yakınındadır.[66]
Isr, Medine ile Füru´ arasında bir dağdır.[67]
Isr´ın Medine´ye uzaklığı bir merhaledir.[68]
Isr´da, Peygamberimiz Aleyhisselam için bir mescid yapıldı.[69]
Isr Mescidi, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´e giderken içinde namaz kıldıkları mescidlerin meşhurlarındandır.[70]
Hayber´e Götürecek En Uygun Yolun Araştırılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam kılavuzları çağırdı.[71]
Huseyl b. Hârice ile Abdullah b. Nuaym gelince, Huseyl´e:
"Önümüze düş! Bizi öyle vadilere tutup götür ki, Hayber´le Şam arasındaki yoldan Hayber´e varalım; Hayber Yahudileriyle Şam arasına girmiş, onlarla müttefikleri olan Gatafanlar arasına gerilmiş olalım!" buy urdu.[72]
Huseyl:
"Ben seni öyle bir yere götüreceğim, ulaştıracağım ki, orada birçok yollar vardır. Yâ Rasûlallah! Orası yolların kavşağıdır. Bütün yollar oradan gelir geçer" dedi.[73]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolların isimlerini bana söyle!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam ismin güzelini arar, sever; kötüsünden ise hoşlanmaz, onu uğurlu saymazdı.[74]
Huseyl:
"Hayberln bir yolu var ki, ona ´H azen1 denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu tutma!" buyurdu.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, ona ´Şaş´ (Şe´s) denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu da tutma!" buyurdu.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, ona ´Hâtıb´ denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu da tutma!" buyurdu.
Hz. Ömer, Huseyl´e:
"Ben senin Resûlullah Aleyhisselama haber vermek için bu gecede olduğu kadar kötü isimler bulduğunu görmedim!" dedi.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, artık ondan başka yolu kalmamıştır!" deyince, Hz. Ömer:
"İsmini söyle!" dedi.
Huseyl:
"Onun ismi ´Merhab´dır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur! O yolu tut!" buyurdu.
Hz. Ömer, Huseyl´e:
"Bu yolun ismini önce söyleseydin ya!" dedi.[75]
Âmir b. Ekvâ´ya Recez Söylettirilişi
Seleme b. Ekvâ´nın bildirdiğine göre; Seleme´nin amcası Amir b. Ekvâ (Sinan) da, Hayber seferine katılanlar arasında bulunuyordu.[76]
Kendisi, şairdi.[77]
Bir gece, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte giderlerken,[78] İslâm mücahidlerinden birisi, ona:
"Ey Âmir! Bize recezlerinden [kısa vezinli şiirlerinden] bir parça dini etsen ya!" demişti.
Bunun üzerine, Âmir hayvanından indi[79] ve:
"Ey Allah´ım! Sen bize hidayet ve rahmet ihsan etmemiş olsaydın, biz muhakkak dalâlet ve sapkınlık içinde kalırdık!
Bizim üzerimize yürüyen kâfirler, bizim kaçındığımız fitne ve fesadı [dinden döndürme kötülüğünü] bize yapmak istedikleri ve bizimle karşılaştıkları zaman, kalblerimize sükûnet ve metanet indir, ayaklarımıza sebat ver![80]
Biz bağırışlarla çarpışmaktan korkutulmak istenilsek de, çarpışmaya çağırıldığımız zaman, gelir ve ondan geri kalmayız!
Düşmana arka çevirip kaçmaktan da kaçınınz!"[81] mealli kıt´asını okuyunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şiir okuyup develeri hızlandıran kimdir " diye sordu.
Sahabiler.
"Âmir b. Ekvâ´dır!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ona rahmet etsin!" diye dua etti.[82]
Peygamberimiz Aleyhisselam herkime rahmet ve mağfiretle dua ederse, o muhakkak şehit olurdu.
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın Âmir için rahmet dileğini işitince:[83]
"Vallahi yâ Rasûlallah! Bu duanızla, Âmir´e cennetlik gerçekleşti! Keşke onu bize bağışlasaydın da, kendisinden bir müddet daha yararlansaydık!" dedi.
Gerçekten de, Âmir b. Ekvâ, Hayber´de şehit oldu.[84]
Keşif Birliği Tarafından Yakalanan Casusun Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; bazı süvarileri, Abbâd b. Bişr´in kumandası altında, keşif ve tecessüs için öncü olarak ileri sürmüştü.
Abbâd b. Bişr; Eşca1 kabilesinden olup Yahudiler hesabına casusluk yapan bir bedevî (çöl Arabi) yakaladı ve ona:
"Sen kimsin " diye sordu.
Bedevî:
"Ben kaybettiğim devemi arayan bir arayıcıyım!" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Sende Hayber hakkında bir bilgi var mı " diye sordu.[85]
Bedevî:
"Sen benden Hayber hakkında mı, yoksa Hayberliler hakkında mı; hangisinden bilgi istiyorsun " dedi.
Abbâd b. Bişr
"Yahudilerden!" dedi.
Bedevî:
"Olur!
Kinane b. Ebi´l-Hukayk ve Hevze b. Kays, Gatafan´dan olan müttefiklerinin yanına gitti. Onlardan asker toplayıp Hayber´in bir yıllık mahsulünü onlara vermeyi va´d ettiler.
Gatafanlar, Utbe b. Bedr´in kumandası altında, atları, silahları ve hazırlıklarıyla gelip Yahudilerin kalelerine girdiler.
Onlar şimdi Yahudilerle birlikte kalelerdedirler.
Kalelerde 10.000 savaş eri bulunuyor.[86] Onlar, Muhammed ve ashabı ile çarpışmak için bekliyor-lar![87]
Onlar, oklarla vurulmaz, başa çıkılmaz kalelilerdir!
Kendilerinin yanlarında da, pek çok silahlan ve yiyecekleri vardır.
Yıllarca kuşatılacak da olsalar, yine, bunlar kendilerine yeterlidir.
Onların kalelerinde içecekleri, devamlı akar sulan davardır.
Onlara hiç kimsenin dayanabileceğini sanmıyorum!" dedi.
Abbâd b. Bişr, kamçısını kaldırıp ona birkaç kamçı vurdu ve:
"Sen ancak onların bir casususundur! Bana doğrusunu söyle! Yoksa boynunu vururum!" dedi.
Bedevî:
"Sana doğrusunu söylersem, bana eman verir, kanımı bağışlar mısın " diye sordu.
Abbâd b. Bişr
"Evet!" dedi.
Bunun üzerine, Bedevî:
"Onlar, Yesrib Yahudilerine (Benî Kurayza ile Benî Nadîriere) yapmış olduğunuz şeyden korkuya düşmüş bir cemaattirler.
Medine Yahudileri, Medine´ye emtia satın almaya giden amcamın oğlunu buldular. Sizin sayıca az, atlarınızın ve silahlarınızın da az olduğunu haber vermek üzere, onu Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a göndermişler.
Ona:
´Muhammed, şimdiye kadar sizin gibi iyi çarpışan bir kavimle karşılaşmamıştır.
Muhammed´in; harp malzemelerinizin, sayınızın, silahınızın çokluğunu, kalelerinizin sarplığını bilemeyerek üzerinize yürümesine, Kureyşîler ve Araplar sevinmektedirler.
Kureyşîlerve başkaları, durumu dikkatle izliyorlar.
Kureyşîler
"Hayber Yahudileri Muhammed´i yenecektir! Eğer Muhammed muzaffer olursa, bu temelli horluk olur!´ diyorlar´ demişler.
Ben bütün bunları işitmiş bulunuyorum.
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, bana:
´Sen git de, yolda onların önlerine geç!
Onlar senin ne iş üzerinde bulunduğunu anlayamazlar.
Sen onları bizim hesabımıza korkut!
Bir dilenci gibi, yanlarına sokul.
Onlara sayımızın ve yardımcılarımızın çokluğunu anlat!
Kendileri hakkında edineceğin haberlerle yanımıza dönmekte acele et!1 dedi."[88]
Abbâd b. Bişr bedevîyi Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi ve kendisinden aldığı bilgileri Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Hz. Ömer:
"Vurun onun boynunu" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Ben ona eman verdim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Abbâd! İş belli oluncaya kadar, sen onu yanında tut!" buyurdu.[89]
Bedevî bir iple bağlandı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber´e varınca, Bedevîye İslâmiyeti anlattı ve:
"Seni üç kere İslâmiyete davet edeceğim. Müslüman olmazsan, boynundan ip çıkan İm ayacaktır!" buyurunca, bedevî Müslüman oldu.[90]
Hayber Yahudilerinin Gatafanların Desteğini Sağlamaları
Bedevinin dediği doğru idi:
Kinane b. Ebi´l-Hukayk ile Hevze b. Kays, yanlarına Yahudilerden 14 kişi alarak müttefikleri bulunan Gatafanlara gitmişler, Hayberln bir yıllık hurma mahsulünün yarısını vermeyi taahhüt edip onların yardımını sağlamışlardı.
Gatafanlar, Utbe b. Bedr´in kumandası altında hazırlıklı ve atlı olarak Hayber´e gelip Yahudilerle birlikte kalelere girmişlerdi.[91]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber´e gelmeden üç gün önce, Uyeyne b. Hısn da, Yahudilere yardım etmek üzere, Gatafanlardan 4.000 kişi ile gelip Natat kalesine girmiş bulunuyordu.[92]
Mücahidlerin Yolda Yüksek Sesle Tekbir Getirmekten Men Edilmeleri
İslâm mücahidleri, bir vadiye erişince:
"Allahuekber! Allahuekber! Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber!" diyerek hep birden yüksek sesle tekbir getirmeye başlamışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nefeslerinize acıyınız!
Çünkü, sizin dua ettiğiniz Allah ne sağırdır, ne de gaibdir!
Siz en çok işiten ve en yakın olan Allah´a dua ediyorsunuz"[93] buyurdu.[94]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Varışı ve Allah´a Dua Edişi
Kılavuz; İslâm mücahidlerini Şerir vadisine kadar götürdü.[95]
Şerir; Hayberyakınında bir vadidir.[96]
Karkara vadisine erişilince, namaz vakti girmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, vadiden çıkıncaya kadar namazı kılmadı.[97]
Karkara Hayber´e altı mildir.[98] İslâm mücahidleri, Karkaraya ininceye kadar vadiyi takip ettiler.[99]
Pegyamberimiz Aleyhisselam, Şıkk ile Natat arasında konakladı.
Oradaki böğürtlen, Sincan dikenlik ve çalılığı üzerinde namazını kıldı. Namaz kıldığı yer, çevresi taşla çevrilerek mescid haline getirildi.[100]
Sonra, doğrulup Şıkk kalesiyle Natat kalesi arasından, Hayber´e doğru ilerlediler.[101]
Peygamberimiz Aleyhisselam, o sırada "Durunuz!" buyurarak mücahidleri durdurdu ve Allah´a şöyle dua etti:
"Ey göklerin ve gölgelediklerinin Rabbi olan Allah´ım!
Ey yerlerin ve yüklenip taşıdıklarının Rabbi olan Allah´ım!
Ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah´ım!
Ey rüzgârların ve savurduklarının Rabbi olan Allah´ım!
Biz Senden bu kentin hayrını ve iyiliğini, bu kent halkının hayrını ve iyiliğini ve kentte bulunan herşeyin hayrını ve iyiliğini dileriz!
Bu kentin şerrinden, bu kent halkının şerrinden, bu kentte bulunan herşeyin şerrinden de Sana sığınırız!
Haydi ilerleyiniz, Bismillah!"[102]
Hayber Yahudilerinin Zanları, Görüşleri ve Savaşmaya Hazırlanıp Aralarında Anlaşmazlığa Düşmeleri
Hayber Yahudilerinin 10.000 kişilik savaş erleri[103] her gece tanyeri ağarmadan önce silahlarını kuşanıp savaş düzenine göre saf bağlarlar;[104] kalelerine, kalelerinin sarplığına, silahlarının ve sayılarının çokluğuna bakarak Peygamberimiz Aleyhisselamın kendileriyle çarpışamayacağını sanırlar ve:
"Muhammed mi bizimle çarpışacak ! Ne kadar uzak!" diyerek gururlanırlardı.[105]
Peygamberimiz Aleyhisselam geceleyin meydanlarına gelip konuncaya kadar, Hayber Yahudilerinin haberleri olmadı.
Hayber Yahudileri, aralarında anlaşmazlığa da düştüler.
Haris Ebu Zeyneb adındaki Yahudi kaleler dışında karargâh kurmalarını ve Peygamberimiz Aleyhisselamla kaleler dışında çarpışmalarını teklif ve tavsiye etmiş ve:
"Benim gördüğüm, Muhammed tarafından kuşatıldıktan sonra onun emrine boyun eğerek kalelerinden inmek zorunda kalanlar için hayat hakkı kalmamış, onlardan kimisi esir edilmiş, kimisi de sonradan öldürülmüştür!" demişti.
Yahudiler
"Bizim bu kalelerimiz, senin o misal getirdiğin kalelere benzemez! Bu sarp kaleler, dağların tepeleri üzerindedir!" demişler, Hâris´in görüşünü benimsememişler ve kalelerine sığınmışlardı.[106]
Yahudilerin ileri gelenlerinden Sellâm b. Mişkem Hayber´in Sa´b b. Muaz kalesinde idi.
Yahudi casuslarından birtopluluk onun evine gittiler.
Ona, kaleden dışarı çıkıp da mı, yoksa kalelere sığınarak mı çarpışılmasının uygun olacağını danıştılar.
Sellâm, onları kaleden dışarı çıkarak çarpışmaya teşvik etti ve:
"Yerinde olan görüş; Abdullah b. Übeyy´in öğüt yoluyla size işaret eylediğidir!" dedi.
Fakat, Hayberliler kalelerden dışarı çıkmaya cesaret edemeyerek kalelerinde kaldılar.[107]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm mücahidleriyle birlikte Hayber´e geldiği gece Hayberliler hep uykuya dalmışlar, hiç kımıldamamışlar, horozları bile ötmem işti. Güneş doğunca, tarlalarına gitmek üzere kalelerinin kapılarını açmışlardı.[108]
Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam bir kavimle çarpışacağı zaman, sabah olmadıkça onlara ansızın baskın yapmaz, ezan sesi işitirse baskın yapmaktan vazgeçer, ezan sesi işitmezse baskın yapardı.
Hayber´e geceleyin inmiştik.
Resûlullah Aleyhisselam orada geceyi geçirdi.[109]
Sabah namazını Hayber´in yanıbaşında, daha karanlık iken kıldık.[110]
Sabah olup Hayber´den ezan sesi işitmeyince,[111] hayvanına bindi.
Bizler de hayvanlarımıza bindik.
Ben Ebu Talha´nın terkisine bindim.
Giderken, benim dizim Resûlullah Aleyhisselamın dizine değmekte idi.[112]
Sabahleyin, Hayber işçileriyle karşılaştık.[113]
İşçiler, kaleden çıkıp, araçları, zenbilleri, kovaları ile[114] tarlalarına gidiyorlardı.
Resûlullah Aleyhisselamla askerlerini görür görmez:
İşte Muhammed ve Hamîs![115] İşte Muhammed ve Hamîs! Vallahi, Muhammedi İşte Muhammed ve Hamîs!´[116] diyerek bağırıştılar ve hemen arkalarına dönüp kaçtılar.[117]
Resûlullah Aleyhisselam, ellerini kaldırdı [118] ve:
´Allahuekber! Allahuekber! Harab olup gitti Hayber!
Biz düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, uyarılmış olan o kâfirlerin hali yaman olur!´ buyurdu [119] ve bunu üç kere tekrarladı ."[120]
Hamîs; ordu,[121] büyük askerî birlik demektir.
Cahiliye çağında da, orduya hamîs denirdi.[122]
Orduya hamîs denilmesi de beş kısımdan; yani öncü, ardcı, orta, sağ ve sol yan birliklerinden oluştuğu içindir.[123]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Menzile mevkiine kadar ilerledi, hayvanından indi, yürüyerek oradaki bir kayaya doğru gitti.[124]
Hayvanın yularını çekmek istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayvanı kendi haline bırakınız!" buyurdu.
Hayvan kayanın yanına varıp çöktü.[125]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağırlıklarının yanına bırakılmasını, mücahidlerin de oralara inmelerini em retti.[126]
Hayber´e, hurmaların koruk ve ham bulunduğu bir sırada gelinmişti.
Hava ise çok sıcak ve sıcaklık da tehlikeli derecede idi.[127]
Menzile karargâhında, Peygamberimiz Aleyhisselam için bir mescid yapıldı.[128]
Peygamberimiz Aleyhisselam nafile (teheccüd) namazını orada kıldı.
Menzile adını taşıyan bu mescid taştan yapılmıştı.[129]
Menzile Mescidi, içinde bayram namazları da kılınan en büyük ve geniş mesciddir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kılarken yöneldiği kaya da bu mescidin içindedir.[130]
Hubab b. Münzir´in Karargâh Hakkında Arzettiği Görüşünü Peygamberimiz Aleyhisselamın
Benimseyip Muhammed Mesleme´ye Karargâh İçin Elverişli Bir Yer Aratışı
Hubab b. Münzir:
"Yâ Rasûlallah! Burası Natat kalesine çok yakındır. Hem de, Hayber´in bütün savaşçıları orada toplanmıştır.[131]
Ben Natat kalesi halkını çok iyi tanırım.
Onlar kadar uzaklara ok atabilen ve onlar kadar oklarını isabet ettiren bir kavim yoktur.
Bununla birlikte, onlar bizim üst tarafımızda da bulunuyorlar.[132]
Bizim bütün tutum ve davranışlarımızı görebilecek, öğrenebilecek bir mevkidedirler.
Biz ise, onların tutum ve davranışlarını görebilecek, öğrenebilecek mevkide değiliz![133]
Onların okları, yukarıdan aşağı doğru hızla iner,[134] bizim oklarımız ise onlara ulaşmaz![135]
Bununla birlikte, onların evlerinden sık sık çıkıp sık hurma ağaçlan içinde siperlenmeyeceklerinden de emin değilim.[136]
Burası, humna bahçeleri arasında tehlikeli bir yerdir.
Tehlikelerden, bozukluklardan uzak bir yeri karargâh edinmeyi emretseniz olmaz mı [137]
Hiç değilse, şu kara taşlık, kayalık yeri aramızda bulunduralım.
Yahudilerin atacakları oklar bize erişemesin!" dedi.[138]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubab b. Münzir´e:
"İşaret ettiğin görüş yerindedir!" buyurdu[139] ve Muhammed b. Mesleme´yi yanına çağırarak, ona:
"Bak! Yahudilerin kalelerinden ve bataklık hastalığından uzak, Yahudi evlerinden yapılabilecek saldırılardan emniyet ve selamette kalabileceğimiz, karargâh edinmeye elverişli bir yer araştır!" buyurdu.
Muhammed b. Mesleme etrafı dolaşarak Reci´e kadar vardıktan sonra, geceleyin Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Senin için, karargâh edinmeye elverişli bir yer buldum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ın bereketi onun üzerinde olsun!" buyurdu.[140]
Sellâm b. Mişkem´in Teşviki Üzerine Yahudilerin Savaşmaya Karar Vermeleri
Hayber Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın ordusu ile birlikte Hayber´e geldiğini görünce, kalelere çekilmişler, Sellâm b. Mişkem´e gidip durumu haber vermişlerdi.
Sellâm b. Mişkem:
"Siz benim sözümü dinlemediniz! Muhammed´in üzerine yürümekte kusur ettiniz!
Bari burada onunla çarpışmakta kusur etmeyiniz!
Onunla çarpışa çarpışa ölmeniz, sizin için, tek başınıza kalmanızdan hayırlıdır" dedi.
Bunun üzerine, Yahudiler, sonuna kadar savaşmaya kararverdiler.
Mallarını, çoluk ve çocuklarını Ketibe kalesine götürdüler.
Erzak ve yiyeceklerini de Nâim kalesinde depoladılar.
Bütün savaş erlerini Natat kalesinde topladılar.
Sellâm b. Mişkem de, hasta olduğu halde, onlarla birlikte Natat´a geldi. Yahudileri savaşmaya kışkırttı durdu ve orada da öldü.[141]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Öğütleyişi ve Cihada Teşvik Buyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerinin savaşmaya hazırlandığını anlayınca, geceleyin mücahidleri Natat kalesinde toplanan Yahudilerle çarpışmak üzere hazırladı.
Sabır ve sebat ettikleri takdirde muhakkak zafere ve ganimete ereceklerini onlara müjdeledi ve kendilerini çarpışmaya teşvik etti.
Yahudiler İslâm karargâhına ok yağdırmaya başladılar.[142]
Yahudilerin attıkları oklar İslâm karargâhının gerisine düşmekte,[143] İslâm mücahidleri de bu okları toplayıp yaylarına yerleştirerek onlara atmakta idiler.[144]
İslâm mücahidleri o gün Natat´taki Yahudi topluluğu ile akşama kadar savaştılar.
İlk günde, Natat Yahudilerinin attıkları oklarla yaralanan mücahidlerin sayısı elliyi buldu.
Hubab b. Münzir:
"Yâ Rasûlallah! Karargâhı hemen değiştirsen iyi olur" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akşam olunca, inşaallah değiştiririz!" buyurdu.
Akşamleyin, Peygamberimiz Aleyhisselam, yakınlarındaki evlerden gelebilecek tehlikelerden ashabını korumak için, karargâhın yeni yere değiştirilmesini emretti.
Mücahidler karargâhı Reci´e taşıdılar.
Hz. Osman da Reci1 karargâhında görevlendirildi.[145]
Natat ve Nâim Kaleleri Önünde Savaşa Devam Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; her gün sabahleyin silahlanarak İslâm mücahidleri ile birlikte bayraklarını çekip gelmekte, Natat´ın üst tarafında akşama kadar Yahudi kuvvetleriyle savaşmakta, akşam olunca da Reci1 karargâhına dönmekte idi.
Yaralanan mücahidler, Reci1 karargâhına götürülüp tedavi edilmekte idiler.
İlk günde yaralananlar da orada tedavi edilmişlerdi.[146]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hastalanışı ve Savaşa Bazı Sahabilerin Kumandası Altında Devam Edilişi
Büreyde b. Husayb´ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, tutulup bir-iki gün süren yanm baş ve yüz ağrısından dolayı Müslümanların yanına çıkamamış,[147] aksancağını Hz. Ebu Bekir´e verip onu Yahudilerle çarpışmaya göndermişti.
Hz. Ebu Bekir mücahidi erle gitti, şiddetle çarpıştı. Fakat, kaleyi ele geçiremedi.[148] Bozguna uğradı, geri döndü.[149]
Ertesi günü, mücahidlerle birlikte Hz. Ömer gönderildi. O da, Hayber Yahudileriyle şiddetle çarpıştı. Fakat, ona da kaleyi fethetmek nasip olmadı.[150] Mücahidlerle birlikte bozulup geri döndüler ve birbirlerini korkaklıkla suçladılar.[151]
Hz. Ömer tekrar gitti. Yine zafer elde edemedi.[152]
Peygamberimiz Aleyhisselam, sancağını Ensardan bir zâta (Sa´d b. Ubâde´ye) verdi.
O da, gitti, bir iş yapamadan geri döndü.[153]
Yahudilerin Saldırıya Geçişi ve Mücahidleri Bozguna Uğratışı
Yahudilerin hücum birlikleri, önlerinde Haris Ebu Zeyneb olduğu halde, yerleri sarsa sarsa ilerlemeye başladılar.
Ensar sancaktarı, İslâm mücahidleriyle birlikte onları karşıladı, kalelerine girinceye kadar, onları geriletti.
Fakat, Merhab´ın kardeşi Üseyr, kaleden askerleriyle çıkıp Ensar sancaktarının kumandası altındaki Müslümanları bozguna uğrattı. Peygamberimiz Aleyhisselamın bulunduğu yere kadar gelip dayandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlere kızdı, Allah´ın Müslümanlara dünyadaki ve ahiretteki vaadlerini hatırlattı. Üzgün olarak akşamladı.
Ensar sancaktarı Sa´d b. Ubâde de yaralandı.
Ensar ve Muhacir sancaktarlanyla arkadaşları, birbirlerini geç ve ağır davranmakla suçlamakta ve:
"Hep sizin yüzünüzden!" demekte idiler. [154]
Yedi gün, Reci1 karargâhından gelinip, Natat´a üst tarafından hücumlar yapıldı.[155]
Mahmud b. Mesleme´nin Üzerine Bırakılan Taşla Şehit Edilişi
Yazın en sıcak bir günü idi. Mahmud b. Mesleme, hararetten ve çarpışmaktan yorgun ve bitkin düşmüştü. Silahlarının hepsi de üzerinde bulunuyordu. Gölgelenmek ve dinlenmek için Nâim kalesinin dibine oturmuştu.
Nâim kalesinde savaşçı bulunmadığını, orada ancak erzak ve eşya bulundurulduğunu sanıyordu.
Merhab[156] yukarıdan Mahmud b. Mesleme´nin üzerine el değirmeni taşını bıraktı.
Taş, onun başına düşünce, miğferini ezdi, alnının derisini yüzüne kadar yüzüp indirdi.
Mahmud b. Mesleme, Reci´deki İslâm karargâhına götürüldü. Aldığı yaradan, üç gün sonra, Merhab´ın öldürüldüğü gün, dünyaya gözlerini yumdu.[157]
Âmir b. Ekvâ´nın Merhab´la Çarpışırken Kendi Kılıcıyla Yaralanıp Şehit Oluşu
Hayberli Yahudilerin kumandanlarından ve ünlü kahramanlarından Merhab, kılıcını sallaya sallaya kaleden dışarı çıktı.[158]
Merhab´ın kılıcında:
"Bu kılıç Merhab´ın kılıcıdır ki, onu kim tadarsa helak olur!" diye yazılı idi.[159]
Merhab, dışarı çıkınca:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tımağa kadar silahlanan, cesareti ve kahramanlığı denenip durmuş olan Merhab´ımdır!" diye övünerek, kendisiyle çarpışacak er diledi.
İslâm mücahidlerinden Âmir b. Ekvâ da, onunla çarpışmak için ortaya çıkıp:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben de, tepeden tımağa kadar silahlı, kendisini savaşın dehşetleri ve şiddetleri içine atmaktan çekinmeyen Âmir´imdir!" dedi.
Hemen birbirleriyle vuruştular.[160]
Önce, Merhab Âmir´e kılıçla saldırdı.
Âmir kalkanı ile korundu.
Merhab´ın kılıcı kalkana saplandı.
Âmir kılıcını kaldırıp Merhab´ın bacağına, aşağıdan yukarıya doğru olanca hızıyla çaldı[161]
Âmir b. Ekvâ´nın kılıcı kısa idi.[162]
Âmir, Merhab´ın bacağına kılıcını hızla vurduğu zaman, kılıcın ağzı kendisine yönelip kendi bacağının orta damarını kesiverdi![163]
Bu yara, kendisinin şehit olmasına sebep oldu.[164]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Reci´den Menzileye döndüğü zaman, Âmir b. Ekvâ yaralanmış bulunuyordu.
Kendisi hemen Reci´e götürüldü.[165]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu Reci´deki bir mağaraya Mahmud b. Mesleme ile birlikte gömdü.[166]
Yüce Allah, ikisinden de razı olsun![167]
Hayber Yahudilerinin İslâmiyete Davet Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yahudilere bir şeytan gelmiş de:
´Muhammed, ancak, mallarınızı ele geçirmek için sizinle çarpışıyor!1 demiş.
Onlara:
´Öyle ise, Lâ ilahe illallah deyiniz de, mallarınızı, canlarınızı koruyunuz! Ahiretteki hesabınız ise Allah´a aittir!1 diye sesleniniz!" buyurdu.
Yahudilere seslendiler.
Yahudiler
"Musa´nın aramızdaki Kitabı olan Tevrafa yemin ederiz ki; biz ne istediğiniz şeyi yaparız, ne de dinimizi bırakırız!" diyerek karşılık verdiler.[168]
Natat Çevresindeki Hurma Ağaçlarının Kesilişi
İslâm mücahidi eriyle Yahudi kuvvetlen arasında sık ağaçlı hurma bahçeleri bulunuyor ve Yahudilerin bunlar arasında siperleneceklerinden endişe ediliyordu.[169]
Yahudilerin yegâne iktisadî güçleri de, Medine´de yitirip Hayber´de buldukları hurma bahçeleri idi.
Nitekim, Medine´den ayrıldıkları sırada, Sellâm b. Ebil-Hukayk:
"Biz, buradaki hurmalıklarımızı bırakıyorsak, Hayber´in hurmalıklarına varıyoruz!" diyerek bağır-mışti.[170]
Bunlar, onlara, evlatlarından daha sevgili idi.[171]
Hayberliler Gatafanları ne zaman kendilerine yardıma çağımnışlarsa, onlara hep Hayber´in hurma mahsulünden vermeyi taahhüt etmişlerdi .[172]
Düşmanın iktisadî gücünü sarsmak, ona indirilecek darbenin en etkilisi ve en yenicisi idi.
Bunun için, Hubab b. Münzir, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Hurma ağaçları, Yahudilere evlatlarından daha sevgilidir. Onların hurma ağaçlarını kes de, ümitleri ve direnme güçleri kırılsın!" demişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, hurma ağaçlarının kesilmesini emretti.
Müslümanlar, Natat hurma bahçelerinden, dört yüz ağaçtan başka ağaç kesmediler.[173]
Yahudilerden Ayrılıp Gitmesi İçin Uyeyne b. Hısn´la Konuşulması
Gatafanların başkanı Uyeyne b. Hısn´ın Gatafan savaş erleriyle gelip Hayber kalesine girdiği ve Yahudilerin yanında bulunduğu sıralarda, Peygamberi m iz Aleyhisselam ona Sa´d b. Ubâde´yi gönderdi.
Sa´d b. Ubâde, kalenin dibine kadar varıp:
"Ben Uyeyne b. Hısn´la konuşmak istiyorum!" diyerek onlara seslendi.
Uyeyne b. Hısn Sa´d b. Ubâde´yi içeri almak isteyince, Merhab:
"Onu içeri sokma!
O, kalemizin bozuk yerlerini görür, gelinecek köşelerini öğrenir!
Fakat, sen onun yanına git!" dedi .[174]
Merhab´ın köşkü ile kardeşi Yâsir´in konağı da Natat´ta idi.[175]
Uyeyne b. Hısn:
"Kalenin sarplığını, çetinliğini ve kaledeki savaş erlerinin çokluğunu görsün diye onu içeri sokmak isterdim" dedi.
Merhab, Sa´d b. Ubâde´nin içeri sokulmasına yanaşmadı.
Bunun üzerine, Uyeyne b. Hısn, kalenin kapısına vardı.
Sa´d b. Ubâde, ona:
"Resûlullah Aleyhisselam beni sana gönderdi.
´Yüce Allah bana Hayberln fethini va´d buyurdu. Siz geri dönüp gidiniz! HayberYahudilerine galebe çaldığımız zaman, Hayberln bir yıllık hurma mahsulü sizin olsun!´ buyuruyor" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Biz, vallahi, müttefiklerimizi hiçbir şey için geri bırakmayız!
Biz, senin de, senin yanında bulunan kimselerin de şuracıktaki gücünün ne olduğunu çok iyi biliyoruz.
Şu Yahudi kavminin müstahkem kaleler halkı olduğunu, savaş erlerinin sayılarının ve silahlarının çokluğunu da biliyoruz.
Eğer sen ve yanındakiler burada daha fazla kalırsanız, mahvolacaksınız.
Eğer çarpışmak isterseniz, savaş erlerini ve silahlarını üzerinize çekmekte acele etmiş olacaksınız!
Hayır! Vallahi, şu Hayberliler ansızın baskın yapıp sizi mağlup eünek maksadıyla üzerinize yürümüş ve bunu başaramayarak geri dönüp gitmiş olan Kureyş kavmi gibi değillerdir.
Bunlar savaşta size öyle tuzaklar kuracaklar ve onu öyle uzatıp duracaklar ki, en sonunda onlara eğilmek zorunda kalacaksınız!" dedi.
Sa´d b. Ubâde:
"Ben şüphesiz olarak bilir ve sana da bildiririm ki; sana teklif ettiğimiz şeyi içinde bulunduğun şu kalede bir gün dilemek zorunda kalacaksın da, sana kılıçtan başka karşılık vermeyeceğiz
Ey Uyeyne! Yesrib Yahudilerinden yurtları yanıbaşımızda olanların neye uğradıklarını, nasıl darmadağın olduklarını görmüşsündür" dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına dönüp Uyeyne´nin söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber vererek, şunları söyledi:
"Yâ Rasûlallah! Yüce Allah sana olan va´dini yerine getirecek ve sana yardım edecektir! Sen şu çöl Arabına bir tek hurma bile verme!
Yâ Rasûlallah! Onlar, kendilerine kılıçların sıyrıldığını görecek olurlarsa, daha önce Hendek´te yaptıkları gibi, yurtlarına kadar kaçarlar!" dedi.[176]
Gatafanlardan Benî Fezâre cemaatine de, Hayber Yahudilerine yardım etmekten vazgeçtikleri, dönüp yurtlarına gittikleri takdirde Hayber´in bir yıllık hurma mahsulünden verileceği teklif edilmiş, bunlar da Peygamberimiz Aleyhisselamın bu teklifine-Uyeyne b. Hısn gibi-yanaşmamışlardır.[177]
Gatafanların Acele Yurtlarına Dönüşü ve Yahudilerin Hayal Kırıklığına Uğrayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerin hücumlarını Gatafanların bulundukları kaleye yöneltmelerini emir buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu emri zeval vakti ile akşam vakti arasında ve Gatafanların Natat, Nâim kalesinde bulundukları sırada vermişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın seslenicisi:
"Gatafanların içinde bulundukları Nâim kalesi yanında bayraklarınızı çekip sabahlayacaksınız!" diyerek seslenince, Gatafanlaro gecelerini korku içinde geçirdiler.
Bu geceden sonra, gökten mi, yoksa yerden mi geldiğini pek anlayamadıkları bir bağırıcının:
"Ey Gatafan cemaatı! Hayfâ´da bulunan ev halkınız! Ev halkınız! İmdad! İmdad! Ne dere kaldı, ne mal!" diyerek üç kere bağırdığını işittiler, acele Hayber´den ayrılıp yurtlarına gittiler.
Sabaha çıkılınca, Ketibe kalesinde bulunan Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a, Gatafanların gittikleri haber verildi.
Kinane´nin elleri yanlarına düştü, zelil oldu. Yok olunacağını anladı ve:
"Biz, şu çöl Araplanyla hep boşuna biraraya geldik durduk.
Biz onların yanına vardık. Bize yardım va´d etmemiş olsalardı, biz Muhammed´le savaşıcı olmazdık.
Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´ın:
´Şu çöl Araplarından hiçbir zaman yardım istemeyiniz!
Biz onlan hep denemiş dumnuşuzdur.
Onlar Benî Kurayzalara yardım için çağırılmışlardı. Onları aldattılar.
Biz onlarda bize karşı hiçbir vefakârlık göremedik.
Huyey b. Ahtab da, onların yanına kadar gitmişti.
Fakat, onlar Muhammed´den barış dileğinde bulundular.
Sonra Muhammed BenîKurayzalar üzerine yürüyünce, Gatafanlar dağılarak ev halklarının yanlarına döndüler1 dediğini unutmamalı idik" dedi.[178]
Gatafanların Hayber´den Döndüklerine Üzülmeleri
Gatafanlar, Hayfâ´daki halklarına gelip kavuştukları zaman, onları eskiden oldukları durumda buldular ve onlara:
"Sizi herhangi bir sürükleyici oldu mu " diye sordular.
"Hayır! Vallahi, biz sizin ganimet alıp getirdiğinizi sanmıştık.
Halbuki, yanınızda ne bir ganimet, ne de bir hayır görüyoruz! " dediler.
Uyuyne b. Hısn, adamlarına:
"Vallahi, bu, Muhammed ve ashabının aldatmalarındandır!
Vallahi, biz aldatıldık!" dedi.
Haris b. Avf:
"Siz hangi şeyle aldatıldınız " diye sordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Natat kalesinde iken, gecenin ilk üçte biri sıralarında, bir bağırıcının:
´Hayfâ´daki ev halkınız! Ev halkınız! Ne dere kaldı, ne mal!´ diyerek üç kere bağırdığını işittik.
Sesin gökten mi, yoksa yerden mi geldiğini anlayamadık!" dedi.
Haris b. Avf:
"Ey Uyeyne! Vallahi, sağlığında bundan yararlanabilirsin!
Vallahi, işitmiş olduğun ses, gökten gelmiştir!
Vallahi, Muhammed herkesi yenecek; dağların başında olanlara bile, dilerse, erişecektir!" dedi.
Uyeyne b. Hısn, ev halkının yanında birkaç gün oturduktan sonra, adamlarını Yahudilerin yardımına gitmek için yanına çağırdı.
Haris b. Avf, gelip:
"Ey Uyeyne! Sen beni dinle de, evinde otur! Yahudilere yardımı bırak!
Bununla birlikte, sanıyorum ki; Hayber´e döndüğünde, Muhammed orayı fethetmiş, ele geçirmiş bulunacaktır!
Senin bu tutum ve davranışınla, hakkında iyi davranılacağından emin değilim!" dedi.
Uyeyne, Hâris´in sözlerini kabulden kaçındı ve:
"Ben müttefiklerimi hiçbir şey için geri bırakmam!" dedi.[179]
İki Mülteci Yahudinin Hayber ve Hayberliler Hakkında Bilgiler Vermeleri
Ka´b b. Malik der ki:
"Reci´deki karargâhımızda bulunduğumuz sırada, Natat halkından Simâk adlı bir Yahudi:
´Eğer bana eman verirseniz, yanınıza geleyim1 diyerek seslendi.
Biz:
´Olur!1 dedik, hemen onun yanına koştuk.
Kendisinin yanına ilk varan, bendim.
Ona:
´Sen kimsin 1 diye sordum.
´Yahudilerden bir adamım´ dedi.
Kendisini alıp Resûlullah Aleyhisselamın yanına koyduk.
Yahudi:
´Ey Ebu´l-Kasım! Yahudilerin sakıncalı, gizli, önemli yerlerinden bazılarını sana göstermek şartıyla bana ve ev halkıma eman verir misin ´ diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet!´ buyurdu.
Yahudi Simâk, Yahudilerin kalelerini ele geçirmeye elverişli yerlerini Resûlullah Aleyhisselama haber verdi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam ashabını yanına çağırdı, onları Yahudilerle çarpışmaya teşvik etti.
Yahudilerin aralarında anlaşmazlık çıktığını ve müttefikleri olan Gatafanların da kaçtıklarını bildirdi."[180]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Reci1 karargâhında kaldığı yedi günde, geceleri ashabı arasında sıra ile karargâhı bekleme nöbeti tutturdu.
Altıncı gecede, nöbet sırası Hz. Ömer´de idi.
Hz. Ömer´in arkadaşlarıyla birlikte gece yarısı ordugâh çevresinde dolaştığı sırada, Yahudilerden bir adam bulunup getirildi.
Hz. Ömer, onun boynunun vurulmasını emretti.
Yahudi:
"Beni Peygamberinizin yanına götürünüz! Onunla konuşacağım!" deyince, Hz. Ömer onu öldürmekten vazgeçti.
Yahudi ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırına kadar gittiler. Peygamberimiz Aleyhisselamı namazda buldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´in geldiğini işitince, selam verdi.
Hz. Ömer, Yahudi ile birlikte içeri girdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudiye:
"Gerinde ne haber var ve sen kimsin " diye sordu.
Yahudi:
"Ey Ebu´l-Kasım! Bana eman ver, sana doğrusunu söyleyeyim " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur!" buyurdu.
Yahudi:
"Ben Natat halkının yanından geliyorum. Onların hiç düzenleri kalmamıştır.
Onları bu gece kaleden çıkıyor oldukları halde geride bıraktım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar nereye gidiyorlar " diye sordu.
Yahudi:
"Öteden beri içinde bulundukları Şıkk kalesine zelil olarak gidiyorlar!
Kendileri senden son derecede korkmuş bulunuyorlar!
Onların yürekleri, korkularından duracak gibi çarpıyor!
Yahudilerin silah, erzak ve yağlan bu kalede depolanmıştır.
Birbirleriyle çarpışırlarken kullanmış oldukları kale araçlarını içinde sakladıkları yeraltındaki ev de bu Natat kalelerindedir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o araçlar " diye sordu.
Yahudi:
"Bir adet mancınık[181]
İki aded debbabe (kale yapım ve yıkımında kullanılan araç),[182]
Birçok zırh gömlek,
Miğferler,
Kılıçlar., gibi silahlardır.
Yarın, kaleye girdiğinde, oraya da girersin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İnşaallah!" buyurdu.
Yahudi:
"İnşaallah, seni onun üzerine kadar götürüp durduracağım.
Orayı, Yahudilerden, benden başka hiç kimse bilmez!
Dahası da var!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o dahası da " diye sordu.
Yahudi:
"Araçları çıkardıktan sonra, onu Şıkk kalesine dikmedir!
Debbabenin de altına adamlar girip kalenin dibini kazar ve delerler! Orayı bir günde fetheder, ele geçirirsin!
Ketibe kalesinde de böyle yaparsın!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Sanırım ki, bu adam doğru söylüyor" dedi.
Yahudi:
"Ey Ebu´l-Kasım! Bana eman verecek, kanımı dökmeyeceksin, değil mi " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen emniyet ve selamettesin" buyurdu.
Yahudi:
"Nizar kalesindeki karımı da bana bağışla!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu da sana bağışladım!" buyurdu ve ona:
"Yahudiler çoluk çocuklarını Natat kalesinden ne için ayırdılar " diye sordu.
Yahudi:
"Serbestçe çarpışabilmek için onları yanlarından ayırdılar, çoluk çocukları Şıkk ve Ketibe kalelerine gönderdiler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudiyi İslâmiyete davet etti.
Yahudi:
"Bana birkaç gün mühlet ver!" dedi.[183]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´in Fethedileceğini Müjdeleyişi ve Onu Fethedecek Yiğidin
Vasıflarını Bildirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki, Allah ve Allah´ın Resûlü onu sever,[184] o da Allah´ı ve Allah´ın Resûlünü sever![185]
O, Hayber´i fethetmedikçe, arkasına dönmeyecektir[186]
O, Hayber´i zorla alacaktır![187] Allah, fethi onun eli ile gerçekleştirecektir. [188] Kendisi düşmandan yüz çevirici, kaçıcı kişi de değildir!" buyurdu.[189]
Sancağın Kime Verileceğinin Ümit ve Merakla Beklenişi
Sehl b. Sa´d´ın bildirdiğine göre; sahabiler geceyi sancağın kime verileceğini konuşarak geçirmişler, hemen hepsi de sancağın kendilerine verileceğini ummuş durmuşlardı.[190]
Büreyde b. Husayb der ki:
"Yarın Hayber´in fethi nasip ve müyesser olacak diye geceyi gönül rahatlığı ve ferahlığı içinde geçirdik.
Sabah namazı vakti olunca, Resûlullah Aleyhisselam sabah namazını kıldırdıktan sonra ayağa kalktı ve sancağın getirilmesini istedi.
Mücahidler Resûlullah Aleyhisselamın karşısında saf bağlamışlardı.[191]
Resûlullah Aleyhisselam, getirilen sancağı eline alıp salladı, sonra da:
"Bunu, hakkını yerine getirmek üzere, kim alır " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve hemen bütün Kureyş Muhacirleri, sancağı almak için boyunlarını uzatıp durdular.
Sa´d b. Ebi Vakkas, önce, Peygamberimiz Aleyhisselamın hizasına çöktü. Sonra da, kalkıp önünde durdu.[192]
Büreyde b. Husayb da sancağa uzananlar arasında idi.[193]
Zübeyr b. Avvam, gelip:
"Sancağı ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Geç!" buyurdu.
Sonra, başka birisi geldi ve:
"Ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
"Geç!" buyurdu.
Daha başka birisi kalkıp:
"Ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
"Geç!" buyurduktan sonra:
"Muhammed´in zâtını peygamberlikle şereflendiren Allah´a andolsun ki; ben bu sancağı öyle birer kişiye vereceğim ki, o, düşmandan kaçmak nedir bilmez!" buyurdu.[194]
Hz. Ömer;
"Benim, kumandanlığı o günkü kadar arzuladığım hiç olmamıştır!" demiştir.[195]
Hayber Fatihliğinin Hz. Ali Üzerinde Gerçekleşmesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir müddet bekledikten sonra: "Ali nerededir " diye sordu. "Yâ Rasûlallah! Onun gözleri ağrıyor!" dediler.[196] Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu bana çağırınız " buyurdu.[197]
Seleme b. Ekvâ kalkıp gitti, Hz. Ali´yi elinden tutarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi.[198]
Hayber"in tozundan, Hz. Ali´nin gözleri ağrımakta idi.[199]
Ashab-ı Kiram, onun gelebileceğini hiç beklemiyorlardı. Birdenbire onunla karşılaşınca:
"İşte, Ali geldi!" dediler.[200]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte, bununla fetih gerçekleşecek!" buyurdu.[201]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ali İçin Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali´ye:
"Yanıma yaklaş!" buyurdu.[202]
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Görüyorsun ki; ayaklarımın bastığı yeri bile göremeyecek bir haldeyim!" dedi.[203]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali´nin ağrıyan gözlerine puf diyerek püskürdü.[204] Elleri ile de gözlerini meshedip sığadı.[205]
Şifa vermesi için de, Yüce Allah´a dua etti.
Ağrı, sızı birden geçti!
Hz. Ali´nin gözleri, hiç ağrımamış gibi oluverdi![206]
Hz. Ali derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, gözlerim ağrıdığı ve adam salıp beni getirttiği zaman:
´Yâ Rasûlallah! Gözlerim ağrıyor!1 dedim.
Gözlerime puf diyerek püskürdükten sonra:
´Ey Allah´ım! Sıcağın, soğuğun sıkıntısını bundan gider!´ diyerek dua etti.
O günden beri, sıcaktan da, soğuktan da hiç rahatsız olmadım!"[207]
Gerçekten de, Hz. Ali en sıcak günde en kalın elbise giyer, sıcaktan bunalmazdı. En soğuk günde de en ince elbise giyer, soğuktan üşümezdi.
Bunun sebebi sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´de kendisi için bu hususta dua etmiş olduğunu söylem iştir.[208]
Hz. Ali´nin Giydirilip Kuşattırılışı ve Görevinin Kendisine Bildirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali´ye zırh gömlek giydirdi.
Zülfikah onun beline bağladı.
Ak sancağını ona uzatarak:[209]
"Al bu sancağı ![210]
Allah sana fethi nasip edinceye kadar,[211] git, çarpış![212] Arkana bakınma!" buyurdu.[213]
Hz. Ali biraz gittikten sonra durdu, ama arkasına bakmadı ve:
"Yâ Rasûlalları! Ben insanlarla ne üzerine çarpışacağım " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar ´Allahtan başka hiçbir ilah yoktur ve Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür!1 diye şehadet getirinceye kadar, onlarla çarpış!
Onlar bunu yaptılar mı, kanlarını ve mallarını senden korudular demektir!
Ancak, hakkıyla olursa, o başka!
Kendilerinin hesaplan da Allah´a kalmıştır!" buyurdu.[214]
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Onlarla, bizim gibi Müslüman oluncaya kadar mı çarpışacağım " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"(Kalelerine) yavaşça gir! Tâ onların sahasına in! Sonra, kendilerini İslâmiyete davet et!
İslâm´da, kendilerine vâcib olan Allah hakkını, İslâmî umdeleri onlara haberver!
Vallahi, senin sayende Allah´ın bir adama hidayet vermesi, senin için, kırmızı tüylü develerin [dünya nimetlerinin en kıymetlilerinin] sana bahşolunmasından daha hayırlıdır!" buyurdu.[215]
Hz. Ali´ye ve arkadaşlarına yardım etmesi için de, Allah´a yalvardı.[216]
Hz. Ali´nin Sancağı Kalenin Dibine Dikişi ve Yahudilerle Kale Dışında Çarpışılışı
Seleme b. Ekvâ der ki:
"Vallahi, Ali sancağı alınca, silkelene silkelene gitti.
Biz de, onun ardına, izine düşüp gittik!
Ali b. Ebu Talib, sancağını kalenin dibindeki bir taş yığınına dikti.
Kalenin üzerinden bir Yahudi, ona:
´Sen kimsin 1 diye sordu.
Ali b. Ebu Talib:
´Ben, Ali b. Ebu Talib´iml´ dedi.
Bunun üzerine, Yahudi, Yahudilere:
´Musa´ya indirilmiş olanlara andolsun ki; siz yenilgiye uğrayacaksınız!´ dedi."[217]
Natat kalesinin arkasına üç kat duvar örülmüştü.
Yahudiler, Müslümanlarla çarpışmak için kaleden ve duvarlardan geçerek dışarı çıktılar.[218]
Hz. Ali ve arkadaşlarıyla çarpışmak için kaleden adamlarıyla birlikte ilk çıkan da, Merhab´ın kardeşi Haris oldu.
Haris, cesareti ve yavuzluğu ile tanınırdı.
Hz. Ali onunla çarpıştı ve vurup onu öldürdü.[219]
Başına kırmızı sarıkla tuğ yapmış bulunan Ebu Dücâne, Hayber süvarilerinden Haris (EbuZeyneb) ile karşılaştı ve onu öldürdü.
Yahudi savaşçılarından Üseyr ve Âmirde, Haris gibi, başlarına tuğ yapmışlardı.[220]
"Benimle çarpışacak kim var " diyerek haykırıyordu.
Muhammed b. Mesleme, ona doğru vardı.
Birbirlerine kılıç vuruştular.
Muhammed b. Mesleme, onu öldürdü.
Yâsir de, Yahudilerin yavuz savaşçılarındandı.
Müslümanlardan kaçacak olanları toplayıp götürmek için yanında kısa bir mızrak taşıyordu.
Hz. Ali hemen ona doğru vardı.
Zübeyr b. Avvam:
"Allah aşkına! Sen aramıza girme!" diye and verince, Hz. Ali geri durdu.[221]
Yâsir
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben tepeden tımağa kadar silahlanıp er meydanlarında dolanan Yâsir´imdir!" diye recez söyleyerek övünüyordu.[222]
Zübeyr b. Avvam´ın annesi Hz. Safiyye binti Abdulmuttalib:
"Yâ Rasûlallan! Oğlumu öldürecek o!" diye feryad edince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Belki inşaallah oğlun onu öldürecektir!" buyurdu.[223]
Zübeyr b. Avvam da:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben de, güçlü, kuvvetli, hiçbir kavimden yüz çevirip kaçmaz, zaaf göstermez ulu bir kişiyimdir!
Şan ve şereflerini koruyanların, hayırlı kişilerin oğluyumdur!
Ey Yâsir! Kâfirlerin topluluğu seni aldatmasın!
Onların topluluğu ağır ağır çekilip giden serap gibidir!" recezini okuyarak ona doğru vardı.[224]
Çarpıştılar. Zübeyr b. Avvam, Yâsir´i vurup öldürdü.[225]
Hz. Ali´nin Âmir ve Merhab´la Karşılaşıp Onları Öldürüşü
Âmir; iri ve uzun boylu bir adamdı. Üzerine iki kat zırh gömlek giymiş, demirlere bürünmüş idi ve:
"Karşıma çıkacak kim var " diyerek haykırıyor, kılıcını sallayıp duruyor ve Müslümanlara saldırmaya hazırlanıyordu.
Hz. Ali onu karşıladı. Bacaklarına Zülfikarla vurup çökertti ve başını gövdesinden ayırdı.[226]
Merhab´a gelince; kendisi, HimyerYahudilerindendi.[227]
Hayberliler içinde, Merhab´dan daha cesaretli kimse yoktu.[228]
Merhab, kendisine mahsus kalenin başkanı ve kumandanı idi.[229]
Merhab, kardeşi Yâsir´in öldürüldüğünü görünce, silahlanıp askerleriyle birlikte kaleden dışarı çıktı.
Üzerine iki kat zırh gömlek giymiş, iki kılıç kuşanmış, başına da iki kat sarık sanrım işti.[230]
Başına aspur boyasıyla boyalı Yemen işi[231] bir miğfer, onun üzerine de yumurta biçiminde, taştan oyulmuş ikinci bir miğfer geçinin işti.[232]
Merhab´ın karşısında, benim diyen en babayiğit adam bile dayanamazdı.[233] Kendisi, kızmış, köpürmüş bir puğur deve gibi idi[234] Kılıcını sallayarak:[235]
"Hayber halkı iyi bilir ki, ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda tepeden tımağa kadar silahlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab´ımdır![236] Ben, kükreyerek geldikleri zaman, arslanlan bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir!" diyerek recez söylüyor ve övünüyordu.[237]
Hz. Ali de:
"Ben oyum ki, anam bana Haydar [Arslan] adını takmıştır.
Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir!
Sizi geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir!" diye recez söyleyerek Merhab´ın karşısına dikildi.[238]
Merhab; o gece, düşünde, kendisini birarslanın parçaladığını görmüştü.[239]
Belki de, Yüce Allah, Merhab´a düşünü hatırlatmak ve kendisinin kalbine korku düşürmek için, Hz. Ali´ye recezini böyle söyletmişti.
"Korkanın elinde, silah taşımaya güç kalmaz" denilir.
Hz. Ali ile Merhab, karşılaşınca, birbirlerine kılıç vurdular.
Hz. Ali Merhab´ın tepesine kılıçla öyle bir darbe indirdi ki,[240] kılıç Merhab´ın siperlendiği kalka-nını[241] ve demirden miğferini kesti.[242] Başını ikiye ayırdı![243] Dişlerine kadar işledi!
Karargâh halkı da kılıcın çıkardığı madenî, acı sesi işittiler.[244]
Hayber karargâhında bulunan Hz. Ümmü Seleme de:
"Merhab´ın dişlerine kadar inen kılıcın çıkardığı madenî acı sesi, ben de işittim!" demiştir.[245]
Merhab, cansız olarak yere düştü![246]
Merhab ve Yâsir öldürüldüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sevininiz! Hayber işi artık rahatı aştı, kolaylaştı!" buyurdu.[247]
Hz. Ali, o gün, Yahudilerin ulu ve namlı kişilerinden sekizini öldürdü.
Müslümanlar da hücuma geçtiler. Yahudilerden, savaşan birçok kimseleri öldürdüler. Geride kalanlar da, bozguna uğrayarak kalelerine kaçıp sığındılar. Mücahidler de, kaçan Yahudileri takip ettiler.[248]
İslâm Mücahidlerinin Natat´a Girişi
Ümmü Sinan derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, her sabah, üzerinde zırh gömlek olduğu halde, çarpışmak, çarpışmayı yönetmek için, Reci1 karargâhından ayrılır; akşamleyin yanımıza dönerdi. Böylece, yedi gün kalındı. Nihayet, Yüce Allah Natat´ın fethini nasip etti."[249]
Peygamberimiz Aleyhisselamın haber vermiş olduğu gibi, Yüce Allah, Hayber´in fethini Hz. Ali´nin eliyle gerçekleştirmişti.[250]
Hz. Ali başta olmak üzere, İslâm mücahidi eri kaçışan Yahudilerin arkasından Natat´a daldılar.
Ka´b b. Malik´in bildirdiğine göre; Natat boşaltılmıştı. Natat sokaklarında, bir kısım çoluk çocuktan başka kimse bulamadılar.
Yahudiler, Natat´ı boşaltmışlardı.[251]
Natatta ilk olarak ele geçirilen BenîKımme mahallesi olup, Merhab´ın kardeşi Yâsir´in konağı burada idi.[252]
Natat´ın üç kalesi vardı:
1. Nâim,
2. Sa´b b. Muaz,
3. Kulle (Zübeyr kalesi).[253]
Nâim Kalesinin Kuşatılışı ve Ele Geçirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam üzerine iki kat zırh gömlek giydi, başına miğfer geçirdi. Yayı ile kalkanını eline aldı. Zarib adındaki atına bindi. Ashab-ı Kiram da, Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresini sardılar.[254] Peygamberimiz Aleyhisselam İslâm mücahidi eriyle birlikte Natat´ın Nâim kalesine kadar ilerledi. Nâim´in müteaddit kaleleri vardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidleri savaş düzeninde sıraladı. Kendisi emir vermedikçe, çarpışma yapmayı yasakladı.
Fakat, Eşca1 kabilesinden birisi Yahudilere saldırmak istedi ve Yahudiler tarafından öldürüldü. Mücahidler:
"Yâ Rasûlallah! Filan kişi şehit edildi!" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ben çarpışmayı yasaklamadım mı " diye sordu. "Evet! Yasakladın!" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cennet âsi olana helâl değildir!" diye ilan edilmesini emir buyurdu.[255] Yahudiler, o gün mücahidlere ok yağdırdılar, mücahidler de kalkanlanyla korundular.[256] Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidleri çarpışmaya teşvik etti.[257] Şidddetle çarpışıldı Yahudilerin en sabatlı, en cesaretli, en kahraman adamları, Nâim savaşında öldürüldü.[258] Mücahidlerden de:
1. Evs b.Habib,[259]
2. Üneyf b. Vâil şehit oldu.[260] Allah onlardan razı olsun![261]
Müslüman ve Aynı Zamanda Şehit Olan Çoban
Hayber Yahudilerinden Amirin Yesar adında Habeşli (Zenci) bir kölesi vardı ve onun davarını güderdi.[262]
Yesar; Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber kalelerinden bazısını kuşattığı sırada[263] Hayberlilerin silaha sanldıklarını görünce, onlara:
"Siz ne yapmak istiyorsunuz " diye sormuştu. Onlar da:
"Şu peygamber olduğunu söyleyen kişi ile çarpışacağız!" demişlerdi.
Peygamber sözü, kalbine işledi.
Davarını sürüp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[264]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Muhammedi Sen neler söylüyor ve nelere davet ediyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İslâmiyete, Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadete, Allahtan başkasına ibadet etmemeye ve benim de Resûlullah olduğuma şehadete davet ediyorum!" buyurdu.[265]
Yesar:
"Ben böyle şehadet getirir ve Allah´a iman edersem, bana ne var " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu iman ve şehadet üzerine ölürsen, sana Cennet var!" buyurunca,[266] Yesar:
"Yâ Rasûlallah! Bana İslâmiyet], nasıl Müslüman olacağımı anlat!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyeti anlatınca, Yesar Müslüman oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyete davette hiç kimseyi hor görmez, küçümsemezdi.[267]
Yesar, Müslüman olunca:
"Yâ Rasûlallah! Ben şu davarların sahibinin işçisiyim. Bu davarlar benim yanımda bir emanettir.
Şimdi ben bunları ne yapayım " diye sordu.[268]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onları karargâhtan dışarı çıkar, onlara bağır ve ufak taşlar at!
Muhakkak ki, Yüce Allah sana emanetini eda ettirecek,[269] onlar sahipleri yanına döneceklerdir!" buyurdu.[270]
Yesar hemen kalkıp yerden bir avuç kum aldı, davarların yüzlerine attı ve:
"Sen sahibine dön! Vallahi, ben artık sana sahip olamayacağım!" dedi.[271]
Davarlar, sanki çoban tarafından sürülüyorlarmış gibi, kaleye girinceye kadar, topluca gittiler, sahiplerinin yanına döndüler.[272]
Yesar´ın Müslüman olduğunu anladılar.[273]
Hz. Ali´nin sancağı çekip kaleye dalarak çarpıştığı sırada, Yesar da Hz. Ali´nin yanında çarpıştı .[274]
Daha Allah´a bir vakit bile namaz kılamadan, bir tek secde bile yapamadan şehit oldu![275]
Yesar, Yahudilerin attıkları taşla veya okla şehit oldu.
Yesar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirilip arkasının üzerine yatırıldı, üzerine de bir örtü örtüldü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona dönüp baktı.
Ashab-ı Kiram da, dönüp baktılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ondan, hemen yüzünü başka tarafa çevirdi.
Ashab:
"Yâ Rasûlallah! Sen ondan ne için yüzünü çevirdin " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şimdi, onun yanında Cennet hurilerinden iki zevcesi bulunduğunu,[276] onların onun elbisesiyle vücudu arasına girmekte birbirleriyle nizalaştıklarını gördüm![277]
Allah, bu kuluna yardım edip, onu Hayber´e şevketti" buyurdu.[278]
Huriler, Yesar´ın yüzünden tozları silerlerken:
"Allah seni toza toprağa bulayanın yüzünü toza toprağa bulasın! Seni öldüreni öldürsün!" demekte idiler.[279]
Eslemlerin Peygamberimiz Aleyhisselama Açlıktan Şikâyetlenmeleri
İslâm ordusunun erzakı çoktan tükenmişti.
Mücahidler, günlerden beri, aç olarak çarpışıyorlardı.
Eşlem kabilesi mücahidleri, toplanarak Esma b. Hârise´ye:
"Muhammed Resûlullaha git de; ´Eşlemler sana selam söylüyorlar. Biz açlığa dayanamaz hale geldik, diyorlar1 de!" dediler.
Eiüreyde b. Husayb:
"Vallahi, ben hiçbir zaman Araplar arasında bugünkü gibi yapılan birşey görmedim!" dedi.
Hind b. Harise:
"Vallahi, biz Resûlullah Aleyhisselama adam göndermenin hayır kapısını açacağını umuyoruz!" dedi.
Esma b. Harise, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Yâ Rasûlallah! Eşlemler, ´Biz açlığa ve zaafa dayanamaz hale geldik! Bizim için Allah´a dua et!1 diyorlar" dedi.[280]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, onlara verilecek birşey yoktu.[281]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vallahi, benim elimde onlara yetecek kadar yiyecek yoktur!" buyurdu ve sonra da, herkese işittirecek kadar yüksek sesle:
"Ey Allah´ım! Sen onların halini, hiç yiyecekleri kalmadığını ve benim de elimde onlara verebileceğim hiçbir şey bulunmadığını biliyorsundur. Onlara genişlik verecek yiyeceği ve et yağı en çok olan kalelerden en büyüğünün fethini nasip et!" diyerek Allah´a dua etti.[282]
Açlıktan Eşek Eti Yemeye Kalkılışı
Ebu Rühm el-Gıfârî der ki:
"Hurmaların koruk ve ham olduğu zamanda Hayber´e varıp konmuştuk. Hayber, çok sıcak ve sıcaklığı da tehlikeli bir yerdi. Orada, son derecede açlığa uğramıştık.
Sa´b b. Muaz kalesini kuşattığımız sırada idi ki, kaleden yirmi veya otuz kadar ehlî eşek dışarı çıkmıştı.
Yahudiler, onları içeri sokamadılar.
Müslümanlar, onları tutup boğazladılar.
Yer yer ateş yakıp eşeklerin etlerini pişirmeye başladılar.[283]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu ateşler nedir Bunları ne için yakıyorlar " diye sordu.
"Et pişirmek için!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hangi eti, ne etini pişirmek için !" diye sordu.
"Ehlî" eşeklerin etini pişirmek için!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Dökünüz onu! Onların kaplarını da kırınız!" buyurdu.
Ashabdan birisi:
"Yâ Rasûlallah! Etlerini döksek de, kaplarını yıkasak olmaz mı " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ya da öyle yapınız!" buyurdu.[284]
Enes b. Malik, Peygamberimiz Aleyhisselama gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu.
Enes b. Malik, ikinci kez gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine sustu.
Enes b. Malik, üçüncü kez gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ve Resûlü, sizi ehlî eşeklerin etini yemekten nehyeder.
Çünkü, o murdardır!
Onlardan hiç yemeyiniz. Onları dökünüz!" diyerek halka seslenilmesini emir buyurdu.
Et tencereleri döküldü.[285]
Seslenen zât, Ebu Talha idi.[286]
Sa b b. Muaz Kalesinin Kuşatılışı ve Fethedilişi:
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubab b. Münzir e sancağı verdi., mücahidleritoplayıp savaşmaya hazırladı.
Sa b b. Muaz kalesine varıp dayandılar.
Eslemler, kaleye kavuşanların ilki idiler.
Sa b b. Muaz kalesinde Yahudilerin 500 savaşçısı bulunuyordu.
Onlardan Yuşa adındaki savaşçı, kaleden dışarı çıkıp kendisiyle çarpışacak er diledi.
Hubab b. Münzir ona karşı vardı.
Birbirlerine kılıç vurdular. Hubab b. Münzir onu öldürdü.
Zeyyal adında başka bir yahudi meydana çıktı.
Ona, Umare b. Ukbetü l-Gıfari karşı vardı ve:
Al bunu, benden! Ben Gıfarların uşağıyım! diyerek Zeyyal ın tepesine kılıçla bir darbe indirip işini bitirdi!
Müslümanlar:
O, bu sözü söylemekle, cihadı boşa giderdi! dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bu sözünü işitti ve:
Onun öyle söylemesinde bir sakınca yoktur!
Kendisi ecre erer ve övülür! buyurdu.
Sa d b. Ubade nin kumandası altında çarpışıldığı gün, Müslümanlar bozguna uğradılar.[287]
Muhammed b. Mesleme der ki:
Peygamber Aleyhisselamı kalkanlarıyla koruyanlar arasında bulunuyor, okla çarpışılırken mücahidlere:
Kalkanlarınızla koruyunuz! diye bağırıyordum.
Mücahidler de öyle yaptılar.
O gün öyle oka tutulduk ki, yerimizden sökülüp atılacağımızı sandım.
Ok atarken, Resûlallah Aleyhisselama bakıyordum. Rasûlallah Aleyhisselam, attığı oklardan hiçbirini boşa gidermiyordu. Bana bakıp gülümsedi.
Nihayet, yahudiler dağıldılar ve kalelerine girdiler.
İki gün, Hubab b. Münzirin kumandası altında en şiddetli şekilde çarpıştılar.
Üçüncü gün olunca, tan yeri ağarırken, Peygamberimiz Aleyhisselam mücahitlerle birlikte Sa b b. Muaz kalesi karşısında durdular.
Kaleden, gemi direği gibi bir Yahudi çıktı. Kendisinin elinde, mızrağı vardı.
Yahudi piyadeleri de onunla birlikte dışarı çıktılar ve çıkar çıkmaz Müslümanlara ok yağdırmaya giriştiler.
Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselamı kalkanlarıyla korudular.
Yahudiler, çekirgeler gibi oklar yağdırdıktan sonra Müslümanlara hep birden saldırdılar ve onları bozguna uğratılar.
Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın bulunduğu yere kadar gerilediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam atından inmişti.
Atı, Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlı kölesi Mid am tutuyordu.
Sancaktar Hubab b. Münzir ise, yerinde sebat etmekte idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahitleri cihada teşvik etti.
Yüce Allah ın Hayber fethini ve ganimetini kendilerine vaat buyurmuş olduğunu haber verdi.
Yanına toplanan mücahitleri sancaktarlarının yanına gönderdi.
Bunun üzerine, Hubab b. Münzir mücahitlerle birlikte, Yahudilere azar azar yaklaşarak onları püskürttüler, kaçırdılar.
Yahudiler, kalelerine girip kapılarını kapattılar.
Kalenin kademeli duvarlarının üzerine çıktılar, oradan Müslümanlara taş yağdırdılar.
Müslümanlar, Hubab b. Münzir in bulunduğu yere kadar gerilemek zorunda kaldılar.
Yahudiler, aralarında, kendi kendilerini kınıyorlar:
Bizler ne diye sağ kalkak istedik ! diyorlardı.
Çünkü, sebat ve cesaret sahipleri hep Naim kalesi savaşında öldürülmüşlerdi.
Sa b b. Muaz kalesi savaşçıları, ölüme susamış olarak kaleden dışarı çıktılar.
İslam mücahitleri de, dönüp onlarla kale kapısında en şidetli bir şekilde çarpıştılar.
Yahudilerden birçok kimseler öldürüldü.
Yahudiler, öldürülenleri kaleden içeri taşımakta idiler.
Hubab b. Münzir, mücahitlerle birlikte hücuma geçti.
Yahudiler, kalelerine girmek zorunda kaldılar.
İslam mücahitleri, Yahudilerin arkalarını bırakmayarak kaleye girdiler.
Mücahitlerin kaleden içeri girdiklerini görünce , Yahudiler şaşkına döndüler, uysallaştılar.
Onlardan karşı koyannlar öldürüldü, bir kısmı da esir edildi.
Yahudiler, her tarafta , binit hayvanlarının iyilerine binip Kulle (Zübeyr) kalesine doğru kaçmak istiyorlardı.
Fakat, İslam mücahitlerini görünce, oraya buraya kaçıştılar.
Mücahitler, duvarların üzerlerine çıkarak yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar.
Tekbirler Yahudilerin kollarını kırdı.
Eslem ve Gıfâr kabilelerinin gençleri de, kalenin üzerine çıkıp tekbir getirdiler.
Sa b b. Muaz kalesinin kuşatılması ve alınması üç gün sürdü.
Sa b b. Muaz kalesi savaşında mücahitlerden Ebu Dayyah Numan b. Sabit ile Haris b. Hatıb ve Adiyy b. Mürre şehit oldular.[288]
Allah onlardan razı olsun!
Ebu Dayyah Numan b. Sabit i, Yahudilerden birisi, kılıçla vurup tepesinden: Haris b. Hatıb ı da, bir yahudi kale üzerinden attığı okla tepesinden vurup şehit etmişti.[289]
Adiyy b. Mürre yi ise, Yahudilerden birisi, göğsünden mızraklayarak şehit etmiştir.[290]
Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselamın duası bereketiyle,[291] Müslümanlara Sa b b. Muaz kalesinin fethini nasib etti ki, Hayber kaleleri içinde, yiyeceği, et yağı bu kaleden daha bol olan bir kale yoktu.[292]
İslam mücahitleri, Sa b b. Muaz kalesinde pek çok miktarda arpa , hurma, tereyağı , bal, zeytinyağı ve etten sızdırılmış yağ buldular ki, orada bu kadar ganimet elde edebileceklerini umuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisi:
İstediğiniz kadar yiyniz! Hayvanlarınızı da yemleyiniz! Fakat, memleketlerinize bir şey götürmeye kalkmayınız! diyerek seslendi.
Mücahitler, orada bulundukları müddetçe, kendi yiyeceklerini ve hayvanlarının yemlerini aldılar.
Kalede çok miktarda, kumaş, elbise, kab kacak , taşınamayacak kadar büyük eşya ve içkiler de bulundu. İçki küplerini kırılması emredildi. Küpler kırıldığı zaman, içkiler seller gibi aktı.
Mücahitler; Yahudilerin içinde yemek yedikleri bakır kaplar, su ve içki içtikleri toprak çanak ve bardaklar hakkında ne yapılacağını da Peygamberimiz Aleyhisselama sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Onları yıkayınız. İçlerinde yemeklerinizi pişiriniz, yiyiniz, içiniz! buyurdu.
Sa b b. Muaz kalesinden, çok sayıda davar, sığır, merkep gibi hayvanlardan başka; pek çok savaş araçları, mancınık, debbabe, mallardan ve silahlardan, gelecek için hazırlanıp depolanmış pek çok şeyler çıkarıldı.
Sa b b. Muaz köşklerinden de, Yemen işi yirmi çuval kumaş ve elbise, 1500 kadife, on yük de kuru tahta çıkarıldı.
Yahudiler; kalenin zaman boyunca hep kendilerinde kalacağını ve kendilerinin malı olacağını sanmışlardı.[293]
Ganimet Malına Hıyanet Etmenin Cezası
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisi:
"Bölüşülmeden ganimet mallarından aldığınızı, bir iğne ve iplik bile olsa, geri veriniz!
Çünkü, ganimet mallarına hıyanet etmek çok ayıptır ve Kıyamet gününde ateştir" diyerek seslendi.
O gün, ganimet memuru Ferve b. Amr, emtia satışı yapmış, güneşten gölgelenmek için de, başına ganimet eşyasından birşey bağlamış bulunuyordu.
Başına sardığı şeyle durak yerine döndüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın emri kendisine hatırlatılınca, o da hemen gidip başına sardığı şeyi ganimet eşyası arasına bıraktı.
Ferve´nin bu hareketi Peygamberimiz Aleyhisselama haberverilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cehennem ateşinden bir bağı başına bağlamış!" buyurdu.[294]
Hz. Ömer der ki:
"Hayber günü, Resûlullah Aleyhisselamın ashabından bazıları gelip ´Filan kişi şehit oldu! Filan kişi şehit oldu!1 dediler.
Hatta, vurulup yere düşmüş bir adama rastladılar ki, onun hakkında, ´Filan da şehit oldu!´ dediler.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
´Hayır! Öyle söylemeyiniz! Ben onu, ganimet malından aşırdığı bir hırka veya aba yüzünden, Cehennem ateşinin içinde gördüm!´ buyurdu. Sonra da:
´Ey Hattab´ın oğlu! Git de, halkın arasında:
´Cennete Müslümanlardan başka girmez, diye seslen!´ buyurdu.
Ben de; Resûlullah Aleyhisselamın yanından ayrılıp:
´Haberiniz olsun ki; Cennete mü´minlerden başkası girmez!´ diyerek seslendim."[295]
Abdullah b. Abbastan rivayet edilen hadis-i şerife göre:
"Bir kavimde ganimet mallarına hıyanet yaygınlaştı mı, muhakkak, onların kalblerine korku düşürülür!
Bir kavimde zina yaygınlaştı mı, muhakkak, onlarda ölüm çoğalır!
Bir kavim ölçeceklerini, tartacaklarını eksik ölçmeye, eksik tartmaya başladı mı, muhakkak, onların rızıkları, geçimlikleri eksilir!
Bir kavim haksız hüküm verdi mi, muhakkak, içlerinde kan dökülmesi yaygınlaşır!
Bir kavim verdikleri sözden döndü mü, muhakkak, Allah da onların üzerine düşmanlarını musallat kılar!"[296]
Şehit Olmak İçin Müslüman Olan ve Şehit Olan Kişi
Bir çöl Arabi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek iman edip Müslüman olmuş ve:
"Senin yanına hicret edeceğim!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onu kollamalarını bazı sahabilerine tavsiye buyurmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazasında ele geçirdiği ganimet hayvanlarını mücahidler arasında bölüştürürken, bu çöl Arabına da hisse ayırmıştı.
Bu zât ganimet hayvanlarını her gün karargâh arkasında gütmekte, yaymakta idi.
Karargâha geldiği, hissesini ona verdikleri zaman:
"Nedir bu " diye sordu.
"Resûlullah Aleyhisselamın senin için ayırdığı hissedir!" dediler.
Onları alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ Rasûlallan! Nedir bu " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana bölüştürdüğüm hissendir!" buyurunca:
"Yâ Rasûlallah! Ben sana bunun için iman ve ittiba etmedim!" dedikten sonra, boğazına işaret ederek:
"Şuramdan okla vurulayım da Cennete gireyim diye iman ve ittiba etmiştim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen Allah´ı doğrularsan, Allah da seni doğrular" buyurdu.
Bunun üzerine, bu zât hemen hazırlandı, çarpışmaya gitti, çarpıştı. Çarpışma sırasında, kendi eliyle işaret ettiği yerden (boğazından) bir okla vurulup şehit edilmiş olarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, o garib midir " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu Allah´ı doğruladı, Allah da onu doğruladı!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu kendisinin cübbesine sardı. Cenaze namazını kıldıktan sonra:
"Allah´ım! Bu kulun, Senin yolunda muhacir olarak geldi ve şehit olarak da öldürüldü!
Ben onun böyle olduğuna şehadet ediyorum!" buyurdu.[297]
Kulle (Zübeyr) Kalesinin Kuşatılıp Fethedilişi
Yahudiler; Nâim ve Sa´b b. Muaz kalesinden ve bütün Natat´tan Külle kalesine geçtiler.
Natat kalelerinden bazılarının sarp yerlerinde ancak bir-iki Yahudi kalmıştı.
Onlar, üzerlerine varanları, muhakkak vurup öldürüyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları gözetlemek üzere, mücahidlerden bazılarını görevlendirdi.[298]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte yavaş yavaş ilerleyerek Külle kalesine yaklaştı ve onu kuşattı.
Yahudiler, kalenin kapılarını kilitlediler.
Külle kalesi, en sarp ve en sağlam bir kale idi.
Kaleye, bu sarplığından, en sağlamlığından dolayı, ne süvari, ne de piyade çıkabilirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Külle kalesini üç gün kuşattı.[299]
Yahudilerden, Gazzal adında birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Ey Ebu´l-Kasım! Ben seni Natattan kaçan halk üzerine götürecek şeye kılavuzlasam ve sen Şıkk halkına gidecek olursan-ki, Şıkk halkı senden korkularından neredeyse helak oluverecekler-bana eman verir, kanımı dökmez misin " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona ve onun ev halkına eman verince, Gazzal:
"Sen bir ay oturup kuşatacak olsan, bu kaleyi fiethedemez, ele geçiremezsin. Fakat, onların yeraltında su kanal ve ırmakları vardır ki, geceleri gidip oradan su alır, içerler, sonra da kalelerine döner, senden korunurlar! Eğer onların sularını kesersen, susuzluktan, bağıra bağıra helak olurlar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hemen gidip onların su yollarını kestirdi.
Suları kesilince, kale halkı, siperlendikleri yerde daha fazla kalmaya dayanamadılar, çıkıp şiddetle çarpıştılar.
O gün, Müslümanlardan bazıları şehit oldu.
Yahudilerden de, on kişi öldürüldü.
Natat kalelerinin sonuncusu olan Külle kalesi de, böylece fethedilmiş oldu.[300]
Reci´ Karargâhının İlk Karargâh Yeri Olan Menzile´ye Getirilişi ve Şıkk Kalelerinin Fethedilişi
Natat halkı, Yahudilerin en azılı ve en cesaretlilerinden oldukları için, İslâm karargâhı da Natat evlerinden ve hurma bahçelerinden uzakça bir yer olan Reci´e nakledilmek zorunda kalınmıştı.
Natat kaleleri fethedilince, Peygamberimiz Aleyhisselam karargâhın Reci´den ilk yerine (Menzileye) taşınmasını emir buyurdu.[301]
Şıkk´ın:
Übeyy (Sümran),
Nizar (Beriyy) adıyla anılan iki kalesi vardı .[302]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Külle kalesini fethettikten sonra, Şıkk kalesine geçti.
Übeyy (Sümran) kalesi üzerinde durdu.
Sümran kalesi, Şıkk´ın ilk kalesi idi.[303]
Sümran, bir dağ olup; kale onun üzerinde kurulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sümran dağının başında namaz kıldı.[304]
Sümran kalesi halkı ile de şiddetle çarpışıldı.
Sümran kalesinden, Gazzal adında bir Yahudi çıkıp, kendisiyle çarpışacak er diledi.
Hubab b. Münzir, ona doğru vardı. Vuruştular.
Hubab b. Münzir, vurup Gazzal´ın sağ elini-kolunun yarısından-kesti!
Gazzal´ın kılıcı, elinden yere düştü.
Silahsız kalan Gazzal, kaleye doğru kaçmaya başladı.
Hubab b. Münzir onun arkasını bırakmadı, kılıçla vurup ökçesini de kesti, yere yıkılınca da başını gövdesinden ayırdı!
Başka bir Yahudi de meydana çıkıp:
"Benimle kim çarpışır " diyerek seslendi.
Cahş hanedanından bir Müslüman ona karşı vardı. Vurulup şehit oldu.
Yahudi, yerinde durarak kendisiyle çarpışacak er diledi.
Ebu Dücâne, hemen onun karşısına çıktı.[305]
Kendisi, miğferinin üzerine kırmızı bir sarık sarmıştı,
Başka bir tarafa gider gibi yapt ve birden dönüp bir vuruşta Yahudinin bacaklarını biçti![306]
Yere yıkılan Yahudinin başını gövdesinden ayırdı!
Önlerinde Ebu Dücâne olduğu halde, mücahidler hep birden tekbir getirerek hücuma geçtiler ve kalenin içine daldılar.
Kalede çarpışan Yahudiler, geyikler, keler ve tilkiler gibi, duvarlara doğru olanca hızlarıyla kaçmaya başladılar. Soluklarını, Şıkk´ın Nizar kalesinde aldılar!
Natat kalelerinden kaçıp kurtulabilenler de, Nizama gelip sığınmışlardı.
İslâm mücahidleri, Sümran kalesinde bir hayli ev eşyası, yiyecek, giyecek şeyler ve davarlar iğti-nam ettiler.
Sümran´dan kaçanlar, Şıkk´ın ikinci kalesi olan Nizar kalesinde üslendiler.
Orada, son derecede savundular ve korundular.[307]
Nizar Kalesine Mancınıkla Taş Yağdırılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´b b. Muaz kalesinde ele geçirilen[308] mancınığın onanldıktan sonra dikilmesini ve Nizar kalesinin taşa tutulmasını emir buyurdu.
Mancınığı hazırladılar. Nizar kalesine mancınıkla taş yağdırmaya başladılar.[309]
Yahudiler de, mücahidi eri ok ve taş yağmuruna tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, çarpışan Müslümanların yanında bulunuyordu.
Yahudilerin attıkları oklardan birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın elbisesine değdi ve üzerine asılı kaldı.[310]
Nizar Kalesinde Alınan Esirler ve Ganimetler
Peygamberimiz Aleyhisselam, yenden bir avuç kum alıp kaleye doğru attı. Yahudiler sarsıldılar ve yere serildiler.[311]
Nizar Kalesinde Alınan Esirler ve Ganimetler
Nizar kalesinden başka, ne Natat´ta, ne de Şıkkta, Yahudilerin çoluk ve çocuklarından esir edilenler olmadı.
Yahudiler, Nataftan çekilince, çok sarp ve sağlam olan Nizar kalesindekiler hariç olmak üzere, bütün çoluk ve çocuklarını Ketibe kalesine göndermişlerdi.
Nizar kalesinde bulunan çoluk ve çocuklar esir edildiler.[312]
Yahudi Simâk´a Karısının Teslim Edilişi ve Kendisinin Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselama Hayberln fethini çabuklaştırmaya ve gerçekleştirmeye yarayan bilgileri vermiş olan Yahudi Simâk´a, esirler arasında bulunan karısı Nüfeyle teslim edildi.
Vatîh ve Sülalim kaleleri fethedildiği zaman da, Simâk Müslüman oldu. Hayber´den çıkıp gitti ve bir daha adı sanı duyulmadı.[313]
Bozguna Uğrayan Yahudilerin Ketibe Kalelerinde Üslenişleri
Natat ve Şıkk kalelerinde tutu nam ayan, yenilgiye uğrayan Yahudiler, Ketibe´de, Kamus, Vatîh ve Sülalim kalelerinde üslendiler, İslâm mücahidlerine karşı savundular, korundular.[314]
Ketibe; Kamus, Vatîh ve Sülalim kalelerinden müteşekkildi.[315]
Kamus Haybefde bir dağ olup, Yahudi Ebi´l-Hukayk´ın kalesi bu dağın üzerinde bulunuyordu.[316]
Kamus kalesi, çok sarp ve sağlam bir kale idi[317] ve Hayber kalelerinin en büyüğü idi .[318]
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, Vatîh ve Sülalim kalelerinde otururdu.
Bu kaleler, kapılan açılamaz, üzerlerinden aşılamaz kalelerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bunların fethi için mancınık kurdurmak istedi ise de, bunun tehlikeli olacağını anlayınca, vazgeçti. Ondört gün kuşatmakla yetindi.
Bu müddet içinde, kaleden hiç kimse çarpışmaya çıkmadı.[319]
Kamus kalesinin Yahudi savaşçıları, hazırlanıp kalenin kapısında dikildiler.
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, ok atmaya hazırlandı.
Okun yayını çekmek isteyince, elleri titremeye başladı.
Ok atmaya hazırlanan okçulara da, "Atmayınız!" diye işaret etti.
Yüce Allah, Yahudilerin kalblerine korku düşürdü.[320]
Onlar, yok olacaklarını anladılar, kanlarının bağışlanıp sürgün edilmelerini istediler.[321]
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yanına inip seninle konuşacağım!" diye, Şemmah adındaki Yahudi ile haber saldı.
Mücahidler Şemmah´ı Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdiler.
Şemmah, Kinane´nin elçisi olarak geldiğini haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane´nin dileğine, "Olur!" buyurdu.
Ebi´l-Hukayk hanedanından bir cemaat:
"Hep Yesrib (Medine) Yahudilerinin kötülük ve yaramazlıkları yüzünden!" diyerek yakınmakta idiler.[322]
Üzerlerinde Anlaşmaya Varılıp Kararlaştırılan Maddeler
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, Yahudilerden bazı adamlarla birlikte kaleden indi ve:
1. Kalede çarpışma yapmış olan Yahudilerin kanları dökülmemek,
2. Yahudilerin çocukları kendilerine bırakılmak, Hayber´den ve Hayber arazisinden çocuklarıyla birlikte çıkıp gitmelerine müsaade olunmak,
3-5. Yanlarında birer hayvan yükünden başka birşey götürmem ek; safra ve beyzâ (altın, gümüş), menkul ve gayrimenkul bütün malları ile, yay, miğfer, at, cübbe, zırh gömlek... gibi askerî araç ve gereçleri ve-üzerlerindeki elbiselerinden başka-bütün elbiseler ile kumaşları Resûlullaha bırakmak,
6. Resûlullaha bırakılması gereken herhangi birşeyi gizlememek ve gizleyecek olanlar Allah´ın ve Resûlullahın eman ve himaye taahhüdünün dışında kalmak... üzere anlaşma ve barış yapıldı.[323]
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, bu maddelere bağlı kalacağına yemin etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer siz ganimet mallarından bana teslim etmeniz gereken herhangi birşeyi benden gizleyecek, gaib edecek olursanız, Allah´ın ve Resûlullahın eman ve himaye taahhüdünden uzak kalırsınız!" buyur-du.[324]
Vatîh ve Sülalim Kalelerinden Teslim Alınan Ganimet Malları
Peygamberimiz Aleyhisseiamm adamlar göndererek Vatîh ve Sülalim Yahudilerinden teslim aldırdığı ganimet malları:
1. Canlı mallar ve gayrimenkuller,
2. Kumaşlar ve elbiseler,
3. Yüz adet zırh gömlek,
4. Dört yüz adet kılıç,
5. Bin adet mızrak,
6. On çantalı (500 adet) Arap işi yay,
7. Çeşitli silahlar vs.den ibaretti.[325]
Hayber´in Diğer Kalelerinden Teslim Alınan Ganimet Malları
Hayber´in Natat, Şıkkve Ketibe bölgesindeki bütün ganimet malları toplandı.[326]
Bunlar:
1. Pek çok sayıda ev eşyası,
2. Kumaş ve elbiseler,
3. Saçaklı havlı kaftanlar,
4. Pek çok sayıda silahlar,
5. Davarlar,
6. Sığırlar,
7. Çeşitli yiyecekler,
8. Pek çok miktarda sahtiyan ve tabaklanmış deriler,
9. Hayvan yemleri,[327]
10. Develer,[328]
11. Müteaddit Tevrat nüshaları idi.
Yahudiler, Tevrat nüshalarının kendilerine verilmesini istediler. Peygamberimiz Aleyhisselam da, onları Yahudilere geri verdi.[329]
Mücahidlerin İhtiyaçlarının Ganimet Mallarından Karşılanışı
Ganimet mallan bölüşülünceye, herkese hissesi verilinceye kadar mücahidlerin katık ve hayvan yemi ihtiyacı ganimet mallarından karşılandığı gibi, gerektiğinde, mücahidlere emanet olarak silahlar da verildi .[330]
Ebi´l-Hukayk Hanedanına Ait Hazine Hakkında Soruşturma Yapılışı ve Hazinenin Gömülü
Bulunduğu Yerden Çıkarılışı
Hayber fethedilince, birçok emtia ile sığır, deve, davar vesaire ele geçirildi. Fakat, Hayber´dekilerin ne altınlarına, ne de gümüşlerine rastlanabildi.[331]
Halbuki, Benî Nadfr Yahudileri Medine´deki yurtlarından çıkıp Hayber´e giderlerken, Ebu Râfi1 Sellâm b. Ebi´l-Hukayk; içinde altın, gümüş ve kıymetli madenlerle zinet eşyası saklanılan deve tulumunu kaldırarak:
"Bu, bizim dünyayı alçaltmak ve yükseltmek için hazırladığımız şeydir!" diyerek bağırmıştı.[332]
Bu hazine; önce koyun tulumuna doldurulmuştu. Çoğalınca, öküz tulumuna, daha çoğalınca da deve tulumuna konulmuştu.[333]
Bu hazine; Ebi´l-Hukayk hanedanının büyüklerinden, büyüklerine devredile edile saklanmakta idi.
Mekke eşrafı, düğünleri olunca, Hayber´e gidip Ebi´l-Hukayk´ın büyüğüne başvurarak bu zinet eşyasından bazısını rehine karşılığında ondan bir ay süre ile emaneten alırdı.[334]
Hatta, bir kez, bu zinet eşyasından birşey kaybolmuştu.
Onu kaybeden kişi, bedelini 10.000 dinar (altın) olarak ödemişti.
İbn Ebi´l-Hukayk; bu hazineyi ve daha pek çok malları Peygamberimiz Aleyhisselamdan saklamıştı.[335]
Kinane b. Rebi´ b. Ebi´l-Hukayk ile Kinane´nin kardeşi ve amcasının oğlu Rebia, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirildiler.[336]
Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirilenler arasında Huyey b. Ahtab´ın amcası Sa´ye (Salebe) b. Sellâm (Amr) b. Ebi´l-Hukayk da bulunuyordu.[337]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ey Ebi´l-Hukayk oğulları! Ben sizin Allah´a ve Allah´ın Resûlüne karşı duyduğunuz düşmanlığınızı biliyorum!
Bununla birlikte, sizin bu düşmanlığınız, adamlarınıza verdiğim eman ve himaye taahhüdünü size de vermeme engel olmamış; ganimet mallarından herhangi birşeyi benden gizlememek, kaçırmamak şartıyla size eman vermişimdir!
Benden birşey gizleyecek olursanız, kanlarınızı dökmek, bizim için helâl olur![338] Allah´ın ve Resûlünün eman ve himaye taahhüdünden uzak kalırsınız!" buyurdu[339] ve:
"Sizi Medine´den sürüp çıkardığım zaman, Medine´den getirdiğiniz,[340] Mekkelilere emaneten veregeldiğiniz zinet eşyasıyla nakitleri içinde sakladığınız hazine tulumlarınız nerededir [341]
Filandaki, filandaki hazine tulumlarınızı ne yaptınız " diye sordu.[342]
"Ey Ebu´l-Kasım! Biz onları savaşlarımızda harcadık!
Vallahi, elimizde onlardan hiçbir şey kalmadı ![343]
Bizi Medine´den çıkardığın zaman, onlarla geçindik.[344]
Savaşlar ve geçimler, onların hepsini sürüp götürdü.[345]
Onlardan, elimizde hiçbir şey kalmadı!" dediler ve bu husustaki sözlerini de yeminler ederek pekişti rdiler.[346]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Söylediklerinize dikkat ediniz![347] (Aradan) geçen zaman az, (gizlenen) mal ise ondan çok fazladır! (Az zamanda o kadar çok mal nasıl harcanıp tükenir )[348] Ne dersiniz Bu hazineyi, sizin yanınızda bulursam, sizi öldüreyim mi " diye sordu.
"Evet! Öldür!" dediler.[349]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu hazine sizin yanınızda çıkacak olursa, Allah´ın ve Resûlünün hakkınızda vermiş olduğu eman ve himaye taahhüdü sizden uzak kalsın mı " diye sordu.
"Evet! Uzak kalsın!" dediler.[350]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer benden birşey sakladığınızı tesbit edersem, kanlarınızı dökmeyi ve çoluk ve çocuklarınızı esir etmeyi helâl sayarım ![351]
Bütün mallarınızı almak, kanlarınızı dökmek, bana helâl olur.
Size vermiş olduğum eman ve himaye taahhüdü ortadan kalkar!" buyurdu.
"Olur! Eğer senden birşey sakladığımız anlaşılırsa, bize verdiğin eman sözünü geri al ve kanlarımızı dök!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bu sözlerine Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zübeyrb. Avvam ile Yahudilerden on kişiyi şahit tuttu.[352]
Yahudilerden bir adam, kalkıp Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a doğru vardı ve yavaşça:
"Muhammed´in senden istediği şey senin yanında ise veya bunun hakkında birşey biliyorsan ona bildir de, kanını, canını kurtar!
Aksi takdirde, vallahi, o muhakkak bunu elde etmeye muvaffak olacak, Allah onu bundan başkasına da, bizim bildirmediğimiz şeylere de vâkıf kılacaktır!" dedi.
Kinane b. Ebi´l-Hukayk azarlayınca, Yahudi bir köşeye çekilip oturdu.[353]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a:
"Ne dersin, hazineyi senin yanında bulacak olursak, senin boynunu vurayım mı " diye tekrar sordu.
Kinane:
"Evet! Bulursan, vur!" dedi.[354]
Sa´ye b. Sellâm´ın Sıkıştırılınca Gerçeği Söylemesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane b. Ebi´l-Hukayk´tan sonra Saye (Salebe) b. Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´a da:
"Huyey b. Ahtab´ın tulum içinde saklanan hazinesi nerededir " diye sordu.
Sa´ye:
"Savaşlar ve geçimler, onu giderdi, eritti!" dedi.[355]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´ye´yi, sıkıştırması için, Zübeyrb. Avvam´a havale etti. Zübeyrb. Avvam onu sı kıstırdı .[356]
Sa´ye, zayıf, hafif akıllı bir adamdı.
Sıkıştırılınca, eliyle bir harabeye işaret ederek:
"Ben Kinane´nin her sabah şu harabede dolaştığını görüyordum! Benim bu hususta bundan başka bilgim yok! Eğer o oraya birşeyler gömmüşse, o oradadır!" dedi.[357]
Gerçekten de, Peygamberimiz Aleyhisselam, Natat kalelerini fethetmeye başladığı ve Natat halkının kalblerine korku düştüğü sırada, Kinane b. Ebi´l-Hukayk tehlikeyi sezmiş, deve tulumu içindeki hazineyi, zinet eşyasını, geceleyin Ketibeye götürüp kazdığı bir çukura kimse görmeden gömmüş ve üzerini toprakla kapatmıştı. Sa´ye (Salebe) de, Kinane´nin her sabah o harabede dolaştığını görmüştü. [358]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´yeyi, Zübeyrb. Avvam ve Müslümanlardan bazılarıyla birlikte, o harabeye gönderdi.
Sa´ye de, onlara, Kinane´nin dolaştığı yeri gösterdi.
Orası kazıldı.[359] Hazinenin bir kısmı oradan çıkarıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hazinenin geri kalan kısmının da nerede olduğunu, Kinane b. Ebi´l-Hukayktan sordu.
Kinane onları da teslime yanaşmadı.[360]
Peygamberimiz Aleyhisselam; hazinenin geri kalanını getirip teslim etmesi için Kinane b. Ebi´l-Hukayk´ı sıkıştırmasını Zübeyr b. Avvam´a emretti.
O da, Kinaneyi söyletmek için, göğsünde çakmak çakıp kıvılcım çıkararak s öy I etmeye zorladı ise de, söyletemedi.[361]
Yüce Allah, Yahudilerin bu hazineyi nerede sakladıklarını Peygamberimiz Aleyhisselam a haber verdi.[362]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan bir zâtı çağırıp, ona:
"Şu tarlaya doğru, şöyle şöyle git! Sonra, hurma ağacına doğru var! Sağındaki ve solundaki hurma ağacına bak! Orada göreceğin yüksek hurma ağacının dibinde bulacağın şeyleri çıkar, bana getir!" buyurdu.
Ensârî gitti, oradaki hazine tulumunu da bulup getirdi.[363]
Çıkarılan Hazinenin Cinsi ve Miktarı
İçinde hazine bulunan tulum, Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne getirilip açıldı Bunlar:
1. Altın bilezikler,
2. Altın pazubandlar,
3. Altın halhallar (ayak bilekleri için),
4. Altın küpeler,
5. Mücevher gerdanlıklar,
6. Zümrüt gerdanlıklar,
7. Kaşlı altın yüzükler,
8. Kaşsız halka yüzükler (Bunlar, bir hayvan çulunu dolduracak kadardı),
9. Altınlı Yemen gözboncuğundan gerdanlıklar,
10. İnci gerdanlıklar vs .den ibaretti.[364]
11. Yahudi cemaati tarafından ayrıca nakit olarak 10.000 dinar (altın) getirilip teslim edildi.[365]
Ebi´l-Hukayk Oğullarının Cezalandırılmaları
Ebi´l-Hukayk oğullarının sakladıkları hazine ortaya çıkarıldığı zaman,[366] Peygamberimiz Aleyhisselam, muahede gereğince cezalandırılmak ve Mahmud b. Mesleme´ye karşı boynunu vurmak üzere, Kinane b. Rebi1 b. Ebi´l-H ukayk´ın Muhammed b. Meslemeye teslimini emretti.
Muhammed b. Mesleme de, onun boynunu vurdu.[367]
Ebil-Hukayk oğullarından diğerinin de, Bişr b. Berâ´nın velileri tarafından boynu vuruldu.[368]
Bunların çoluk çocukları da, esirler arasına katıldılar.[369]
Ebi´l-Hukayk´ın iki oğlu ile birlikte, aynı aileden daha bazıları da, ahdi bozdukları için, boyunları vurularak cezalandınldılar.[370]
Uyeyne b. Hısn ile Fezârelerin Hayber Ganimetinden Pay İstemeye Gelmeleri
Uyeyne b. Hısn, Gatafan askerleriyle birlikte Hayfâ´ya gidip ev halklarıyla görüştükten sonra, tekrar Hayber´e geldi.
Hayber yakınındaki Hatam mevkiinde, gecenin bir kısmını geçirdi.
Askerlerine:
"Size müjdelerim: Bu gece, düşümde Zü´r-Rukaybe´nin bana verildiğini gördüm!
Vallahi, Muhammed´in boynundan, yakasından tutacağım!" dedi.
Uyeyne b. Hısn Hayber´e geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Hayberl fethetmiş ve ganimetleri toplamış bulunuyordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Yâ Muhammedi Müttefiklerimden aldığın ganimetlerden, bana da pay ver!
Çünkü, ben senden ve seninle çarpışmaktan vazgeçtim, müttefiklerimi yalnız bıraktım. Senin üzerine, askerlerimi yığmadım. Dört bin savaş eriyle geri dönüp gittim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yalan söylüyorsun!
Seni ancak işitmiş olduğun o bağırıcı, ürkütüp ev halkının yanına kadar götürdü!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn:
"Öyle ise, bana bir ihsanda bulun!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Haydi, Zü´r-Rukaybe senin olsun!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn:
"Zü´r-Rukaybe nedir " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O bir dağdır ki, onu uykuda gördüğün düşünde almıştın!" buyurunca, Uyeyne eli boş olarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrıldı.[371]
Gatafanların bir kolu olan Benî Fezâreler de Hayberlilere yardıma gelmişlerdi.
Yahudilere yardımdan vazgeçtikleri, yurtlarına dönüp gittikleri takdirde onlara da Hayber"in hurma mahsulünden verileceği hakkında haber salınmış, fakat Benî Fezâreler bu teklifi kabul etmekten kaçınmışlardı.[372]
Uyeyne´den sonra, Benî Fezârelerden bazı kişiler de, Peygamberimiz Aleyhisselama gelerek:
"Bize va´detmiş olduğun payımızı ver!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara da:
"Sizin payınız, Hayber dağlarından Zü´r-Rukaybe dağıdır!
Haydi, Zü´r-Rukaybe sizin olsun!" buyurdu.
BenîFezârîler:
"Öyle ise, biz de sizinle çarpışırız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bizimle çarpışmak için buluşma yeriniz Cenefâ olsun!" buyurdu.
Fezârîler, Peygamberimiz Aleyhisselamdan bunu işitir işitmez, kaçıp gittiler.[373]
Cenefâ, Benî Fezârelerin yurtlarından bir yer, sularından bir sudur.[374]
Uyeyne b. Hısn´ın Yahudileri Kışkırtmaya Çalışması
Kendisine Hayber ganimetinden bir pay verilmesi isteği reddedildikten sonra ve Ebi´l-Hukayk oğulları öldürülmezden önce, Uyeyne b. Hısn, Yahudilerin yanına varıp onları ayartmaya çalıştı ve:
"Ben bugünkü gibi bir iş daha görmedim. Vallahi, ben Muhammed´i sizden başkasının yere sere-bileceğini sanmaz ve kendi kendime:
´Bunlar, kalelere, askere, güce ve seıvetlere sahiptirler!1 derdim.
Sizler, şu sarp ve aşılmaz kaleler içinde olduğunuz, şu bol yiyecek ve içecekler, hiç kesilmeyen sular önünüzde bulunduğu halde, demek ellerinizi ona teslim ettiniz, bağlattınız hâ !" dedi.
Yahudiler
"Biz, Zübeyr kalesinde korunmak ve direnmek istemiştik.
Fakat, su kanalımız kesildi.
Hararet bastı. Orada tutunmak, yaşamak, bizim için mümkün olmadı!" dediler.
Uyeyne b. Hısn:
"Siz Nâim kalelerinden kaçıp Zübeyr kalesine gitmiştiniz. Orada kimler öldürüldü " dedi.
Yahudiler, öldürülenleri haberverdiler.
Uyeyne b. Hısn:
"Vallahi, cesaret ve sebat sahipleri hep öldürülmüşler!
Artık, Hicaz´da Yahudiler için dirlik düzenlik yoktur!" dedi.
Salebe b. Sellâm b. Ebi´l-Hukayk, Uyeyne´nin söylediklerini işitti.
Kendisinin akılca zayıf ve sözlerini birbirine karıştırır bir kimse olduğu sanılırdı.
Salebe:
"Ey Uyeyne! Sen onları aldattın! Onlardan ayrıldın.
Muhammed´le yaptıkları çarpışmalarında onları yalnız bıraktın!
Sen bundan önce Benî Kurayzalara da böyle yapmıştın!" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Muhammed ev halkımız hakkında bize tuzak kurdu: Biz, o bağırıcıyı işittiğimiz zaman, Muhammed´in ev halkımıza arkamızdan baskın yaptığını sanmış, hemen yanlarına dönmüştük. Fakat, kendilerinde böyle birşey göremeyince, size yardım edelim diye tekrar gelmiştik!" dedi.
Salebe:
"Kendilerine yardım edeceğin kim kaldı ki ! Öldürülenler öldürüldü, kalanlar da Muhammed´e köle oldu!
Muhammed hepimizi esir ve mallarımızı iğtinam etti!" dedi.[375]
Uyuyne b. Hısn; Müslümanların Sa´b b. Muaz kalesindeki yiyecekleri, hayvan yemlerini, kumaş ve elbiseleri taşıdıklarına bakıp:
"Ne diye hiç kimse hayvanlarımıza yem vermiyor ve bizler şu ele geçirilen yiyeceklerden yedirilmiy-oruz !
Halbuki, bu kale halkı, yanlarına gelenlere ikramda bulunurlardı!" dedi.
Müslümanlar
"Resûlullah Aleyhisselam sana Zü´r-Rukaybeyi ayırdı ya!" deyince, Uyeyne sustu, konuşmasını kesti.[376]
Yine, elleri boş olarak ev halkının yanına döndü.
Uyeyne b. Hısn yurduna dönünce, Haris b. Avf gelip:
"Ben sana ´Eline birşey geçmez!´ diye söylemedim mi
Vallahi, Muhammed doğu ile batı arasındaki herkesi yenecektir!
Yahudiler bunu bize haber verir dururlardı.
Ebu Râfi´ Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´ın:
´Biz, peygamberlik hususunda, Muhammedi, Harun oğulları arasından çıkmamıştır diye kıskanıyoruz. Halbuki, o, insanlara gönderilmiş olan peygamberdir! Fakat, Yahudiler beni dinlemezler! Bizim için, iki kez boğazlanmak vardır! Biri Yesrib´de, diğeri Hayber´de!´ dediğini kulaklarımla işittiğime şehadet ederim!
O zaman, Sellâm´a:
´O, yeryüzüne hakim olacak mı ´ diye sormuştum.
´Musa´ya indirilmiş olan Tevrat üzerine yemin ederim ki; evet! Fakat, Yahudilerin bu hususta söylediğim şeyi öğrenmelerini istemem!´ demişti" dedi.[377]
Yahudilerin Peygamberimiz Aleyhisselamı Zehirlemeye Kalkışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´i fethedip dinlenmekte bulunduğu sırada, Sellâm b. Mişkem´in karısı Zeyneb:
"Muhammed davar etinin neresini, hangi yerini yemeyi en çok sever " diye sormuştu.
"Kol, kürek etini yemeyi çok sever!" denildi.[378]
Zeyneb, Merhab´ın da kızkardeşi idi.[379]
Zeyneb, Yahudilerle görüşüp konuştu.
Bir davar kızartılıp hepsinin zehirlenmesi hususunda söz birliği ettiler.[380]
Zeyneb, hemen dişi keçisinin yanına vardı. Onu kesti. Kızarttı, kebap yaptı.
Vakit geçirmeden, öldürücü zehirle zehirlemeye kalktı.[381]
Kebabın her yerine zehir sürdü. Kol ve küreklerini ise, daha çok zehirledi.
Akşam olunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın akşam namazını kıldıktan sonra konak yerine dönüp oturduğu sırada, Zeyneb geldi ve Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Ebu´l-Kasım! Bunu sana hediye ediyorum!" dedi.[382]
Peygamberimiz Aleyhisselam; hediye edilen şeyi yer, sadaka olarak verilen şeyi yemezdi.[383]
Kendisine ev halkından başkası yiyecek birşey getirdiklerinde sorar, eğer hediye olduğu söylenirse onu yer, "Sadakadır!" denilirse ashabına "Siz yiyiniz!" buyurur, kendisi ondan hiç yemezdi.[384]
Zeyneb, getirdiği keçi kebabını Peygamberimiz Aleyhisselamın[385] ve ashabından orada bulunanların önüne koydu.[386]
Bişr b. Berâ1 b. Ma´rur da, orada bulunan sahabiler arasında idi.[387]
Peygamberimiz Aleyhisselam, davar kebabının kolundan bir parça koparıp ağzına aldı, fakat, onu yutmayarak hemen dışarı attı.
Bişr b. Berâ1 b. Ma´rur da, Peygamberimiz Aleyhisselamınki gibi bir parça koparıp ağzına aldı.
Fakat, o, ağzına aldığı et parçasını çiğneyip yuttu.[388]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ağzına aldığı etin kürek eti olduğu da rivayet edilir.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağzına aldığı et parçasını ağzından hemen dışarı çıkarmakla beraber, sahabilerine de:
"Ellerinizi kebaptan çekiniz![390]
Şu kürek eti, zehirlenmiş olduğunu bana haber verdi!" buyurmuştu.[391]
Bişr b. Berâ1, zehirlendikten bir yıl sonra, bu yüzden vefat etti.
Yüce Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, bu hadiseden sonra, üç yıl daha yaşadı.[392]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağzına alıp çıkardığı zehirli etin tesirinden kurtulmak için, iki omuzu-nun arasından kan aldırdı.[393]
Bişr b. Berâ´nın annesi der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam vefatıyla sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, yanına varmıştım. Kendisi, humma nöbeti geçiriyordu.
Alınlarına elimle dokundum ve:
´Yâ Rasûlallah! Seni hiç kimsenin tutulmadığı hummaya tutulmuş gördüm! ´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Bize verilecek ecir ve mükâfat kat kat olduğu gibi, ibtilâlar da bize böyle kat kat olur!´ buyurdu ve:
´Halk, benim hastalığıma ne diyor ´ diye sordu.
Halk:
´Resûlullahtaki hastalıkzâtülcenptir diyorlar1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah bana o hastalığı musallat etmiş değildir. Bu, ancak, şeytanın bir telkini ve vesvesesidir!´ buyurdu.[394]
´Yâ Rasûlallah! Sen bu hastalığın neden ileri geldiğini sanıyorsun Ben, oğlumun ölümünün, ancak Hayber´de yemiş olduğu zehirli davar kebabından ileri geldiğini sanıyorum!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Ümmü Bişr! Ben de bu hastalığımın ancak ondan ileri geldiğini sanıyorum![395]
Hayber´de onunla birlikte tatmış olduğum zehirli etin acısından, şu anda kalb damarımın koptuğunu duymaktayım![396]
Zaman zaman onun ağrısını ve sızısını duyuyorum!´ buyurdu."[397]
Hz. Âişe de; Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Ey Âişe! Hayber´de tatmış olduğum zehirli etin sancısını zaman zaman duyuyorum!
Şu anda, kalbimin damarının koptuğunu duymaktayım!" buyurduğunu bildirir.[398]
Enes b. Malik de:
"Resûlullah Aleyhisselamın küçük dili üzerinde bu zehrin izini görür dururdum!" demiştir.[399]
Peygamberimiz Aleyhisselam; bu zehirlenme yüzünden şehit olarak vefat etmiş, kendisini peygamberlikle şereflendiren Yüce Allah, şehitlikle de şereflendirmiştir.[400]
Yahudi Kadını Zeyneb ile Hayber Yahudilerinin Sorguya Çekilmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, adam gönderip, Yahudi kadını Zeyneb binti Hâris´i getirtti.[401]
Ona:
"Bu davar kebabını, şu küreği sen mi zehirledin " diye sordu.
Zeyneb:
"Zehirlediğimi, sana kim haber verdi " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu önümde bulunan kürek kemiği haber verdi" buyurdu.
Zeyneb:
"Evet! Ben zehirledim!" diyerek suçunu itiraf etti.[402]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen bunu ne için yapmak istedin " diye sordu.[403]
Zeyneb:
"Sen benim babamı, amcamı ve kocamı öldürdün! Kavmime, senin yapmadığın kalmadı ![404]
Senin için, kendi kendime:
´Eğer o gerçekten peygamberse, yaptığım şey, kendisine muhakkak Allah tarafından haber ver-ilir.[405] Zehir ona zarar vermez!
Eğer o bir yalancı ise, bir hükümdarsa, bu zehirden ölür de, biz böylece kendisinden kurtulmuş, rahata ermiş oluruz!1 dedim!" dedi.[406]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah, bunu bana yapacak gücü ve hakimiyeti sana vermemiştir!" buyurdu.[407]
Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselama, Yahudi kadını hakkında:
"Onu öldürelim mi " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır![408] Ona ne dokunulacak, ne de işkence yapılacaktır![409]
Şu Hayber´de bulunan Yahudileri de benim yanımda toplayınız!" buyurdu.
Yahudiler yanında toplanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşeyler soracağım. Bana doğru cevap verecek misiniz " diye sordu.
Yahudiler
"Evet, ey Ebu´l-Kasım! Doğru cevap vereceğiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Sizin babanız kimdir " diye sordu.
Yahudiler
"Babamız filan, filan!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yalan söylediniz! Sizin babanız, filan, filan!" buyurdu.
Yahudiler
"Doğru söyledin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşey daha soracağım! Bana doğru cevap verecek misiniz " diye sordu.
Yahudiler
"Evet, yâ Ebe´l-Kasım! Sana doğru cevap vereceğiz!
Biz sana yalan söylesek bile, sen, babamızın kim olduğunu bildiğin gibi, yalan söylediğimizi de bilirsin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Cehennemlikler kimlerdir " diye sordu.
Yahudiler
"Kısa bir müddet, Cehennemde biz bulunacağız!
Sonra, oraya ardımız sıra giren sizler olacaksınız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Haydi oradan! Vallahi, biz hiçbir zaman Cehennemde size halef olacak değiliz!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşey daha soracağım. Bana doğru cevap verecek misiniz " diye sordu.
Yahudiler
"Evet, yâ Ebe´l-Kasım! Sana doğru cevap vereceğiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Şu davar kebabını zehirlediniz mi " diye sordu.
Yahudiler
"Evet! Zehirledik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Bunu yapmaya sizi sürükleyen nedir " diye sordu.
Yahudiler
"Eğer sen bir yalancı isen, zehirli kebabı yer, ölürsün, biz de senin elinden kurtulur, rahata ereriz!
Eğer gerçekten peygambersen, zehir sana zarar vermez diye düşündük!" dediler.[410]
Hz. Safiyye´nin Kimliği ve Başkumandan Hakkı Olarak Peygamberimiz Aleyhisselam Tarafından Seçilişi
Hayber´in Kamus kalesi fethedilince, esir edilen kadınlar arasında Hz. Safiyye ile amcasının kızı da buIunuyordu.[411]
Hz. Safiyye; Benî Nadîr Yahudilerinin reisi Huyey b. Ahtab´ın kızı olup, önce Sellâm b. Mişkem´le evlenmiş, ondan ayrılınca da Kinane b. Rebi1 b. Ebi´l-Hukayk´la evlenmiş, Hayber savaşlarında esir düşmüş, Kinane b. Rebi1 b. Ebi´l-Hukayk´ın öldürülmesiyle de, dul kalmıştı.[412]
İslâm mücahidlerinden Dıhye b. Halife, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Ey Allah´ın Peygamberi! Esir alınan kadınlardan, bana bir kadın ver" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, ona:
"Git, bir kadın al!" buyurdu.
Dıhye b. Halife de, Hz. Safiyye´yi aldı.
Mücahidlerden birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek:
"Yâ Rasûlallah! Beni Kurayza ve Benî Nadirlerin reisi Huyey´in kızı Safiyye´yi Dıhyeye vermen, vallahi doğru olmaz! Onu ancak sen almalısın!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Dihye´yi yanına çağırdı.
Ona:
"Safiyye´nin yerine, başka bir kadın al!" buyurdu[413] ve Hz. Safiyye´nin amcasının kızını ona verdi.[414]
Bilal-i Habeşî Hz. Safiyye ile amcasının kızını Yahudi erkeklerinden öldürülmüş iki kişinin yanından geçirirken, Hz. Safiyye´nin amcasının kızı onları görür görmez, çığlık kopardı, yüzünü yırttı, toprakları başına saçtı .[415]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Bilal! Senden acıma duygusu sökülüp atıldı mı ki, bu kadıncağızları ölülerinin yanından geçirdin !" buyurdu.[416]
Hz. Safiyye´nin amcasının kızı için de:
"Bu, şeytandan başka birşey değildir.[417] Onu yanımdan uzaklaştırın!" buyurdu ve Hz. Safiyye´yi arka tarafına almalarını emretti ve onun üzerine omuz atkısını örttü.
Bunun üzerine, Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın ganimet arasından başkumandan hakkı olarak Hz. Safiyye´yi seçtiğini anladılar.[418]
Peygamberimiz Aleyhisselam; ganimet içinden-geleneğe göre-başkumandan hakkı olarak, ya bir köle, ya bir cariye, ya da bir at alır ve buna Safiyy denirdi.[419]
Hz. Safiyye´nin asıl adı Zeyneb olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu ganimet içinden seçip aldığı için Safiyye adıyla anıldı.[420]
Hz. Safiyye´nin Gerdek Gecesinde Gördüğü Rüyası ve Müslüman Oluşu
Hz. Safiyye; Peygamberimiz Aleyhisselamın Haybefe gelişinden birkaç gün önce Kinane b. Ebi´l-Hukayk ile nişanlanarak develer boğazlanıp Yahudilere ziyafetler çekilmiş ve Sülalim bölgesine gelin götürülmüştü .[421]
Hz. Safiyye, gerdek gecesinde, düşünde; bir ayın Medine tarafından gelip kucağına düştüğünü görmüş, bunu Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a anlatınca, Kinane öfkelenmiş:
"Sen ancak Hicaz hükümdarı Muhammed´e varmak istiyorsun!" diyerek yüzüne bir tokat vurup gözünü gövertmiş, morartmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirildiği zaman, Hz. Safiyye´nin gözünde o tokatın izi duruyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir bu " diye sorunca, Hz. Safiyye Peygamberimiz Aleyhisselama hadiseyi anlattı .[422]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona İslâmiyeti anlatıp:
"Biz seni kendi dininde bulunuyorsun diye zorlayacak veya senin bu halini hoş görmeyecek değiliz [423]
Eğer sen Müslümanlığı,[424] Allah´ı ve Allah´ın Resûlünü tercih edersen,[425] ben seni kendime alıkoyacak, zevce edineceğim![426]
Eğer Yahudiliği tercih edecek olursan, ben seni azad ederim, sen de gider, kavmine kavuşursun!" buyurdu.[427]
Hz. Safiyye; böyle azad edilip Peygamber zevcesi olarak kalmak veya kavminin yanına dönmek hususlarından birini seçmekte serbest bırakılınca, azad edilip Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi olmayı tercih etti, seçti [428] ve:
"Yâ Rasûlallah! Sen beni İslâmiyete davet etmeden önce, konak yerine geldiğim zaman, ben Müslüman olmayı özlemiş ve seni doğrulamış bulunuyordum.
Benim ne Yahudilikte bir emelim, ne de Hayber´de bir babam veya kardeşim var!
Sen beni küfür ile İslâmiyetten birini seçmekte serbest bırakıyorsun!
Allah ve Allah´ın Resûlü, bana, azadlanmamdan ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgi-lidir![429]
Evet! Ben Allah´ı ve Allah´ın Resûlünü tercih ediyorum!" dedi.[430]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onu azad edip zevceliğe kabul buluyordu.[431]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´de Mücahidlere Yasakladığı Şeyler
Ensardan Rüveyfi´ b. Sabit´in bildirdiğine göre; Hayber günü, Peygamberimiz Aleyhisselam ayakta dikilerek yaptıkları bir hitabelerinde şöyle buyurdular:
"Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, dölsuyu ile yabancı bir tarlayı sulaması (yani esir kadınlarla temasta bulunması) helâl olmaz!
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, esir bir kadına-hayızlı ise, hayızdan temizlenmedikçe, hamile ise doğurmadıkça-dokunmak da, helâl olmaz!
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, bölüşülmedikçe, Müslümanların ganimet mallarından bir hayvana zayıflatıp iade edinceye kadar binmek helâl olmaz!
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, Müslümanların ganimet mallardan bir elbiseyi, eskitip iade edinceye kadar giymek helâl olmaz!"[432]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber günü:
Ehlî eşeklerin etini yemeyi,
Her yırtıcı, azı dişli hayvanın etini yemeyi,
Ganimet mallarını, bölüşülmeden, satmayı veya satın almayı da yasakladı.[433]
Hayber"de muahede yapıldıktan sonra, bazı Yahudilerin Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Bize ait bahçelere ashabından bazıları girerek oradan hububat ve sarımsak aldılar! " diye şikâyetlenm eleri üzerine de, Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından Abdurrahman b.Avf´a emir verilip:
"Resûlullah Aleyhisselam, ´Muahedeyapmış olanların mallarından, hakkınız olandan başka, hiçbir şey size helâl kılınmamıştır!1 buyuruyor!" diyerek mücahidlere seslenildi.[434]
Hayber Şehitleri
Hayber savaşında İslâm mücahidi erinden şehit olanlar, yirmiden fazla idi[435]
1. Rebia b. Eşlem b. Sahbere,[436]
2. Sakf (Sıkaf) b. Amr b. Sumeyt,[437]
3. Rifâa b. Mesruh,[438]
4. Abdullah b. Ebi Ümeyye b. Vehb (Hübeyb veya Hubeyb),[439]
5. Bişr b. Berâ1 b. Ma´rur,[440]
6. Fudayl b. N um an, [441]
7. Mes´ud b. Sa´d. [442]
8. Mahmud b. Mesleme, [443]
9. Ebu Dayyah Sabit b. Numan, [444]
10. Haris b. Hâtıb, [445]
11. Urve (veya Adiyy) b. Mürre b. Sürâka, [446]
12. Evs b. Fâid (veya Fâke veya Fâtik),
13. Evs b. Habib (veya Cebr el-Ensârî),
14. Üneyf veya Hubeyb b. Vâile, [447]
15. Sabit b. Esle. [448]
16. Talha, [449]
17. Umâre b. Ukbe b. Abbâd b. Müleyl, [450]
18. Âmir b. Ekvâ, [451]
Âmir, Hayber Nâim kalesinde Merhab´la çarpışmış, kısa olan kılıcı ile Merhab´ın bacağına aşağıdan yukarı doğru hızla vurunca kılıcın ağzı kendisine yönelip kendi kılıcıyla yaralanmış ve şehit olmuştu. Kendisinin bu biçimde ölüşü bazılarınca hayra yorulmamış, şehit sayılmayacağı sanılmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Hatta, ona iki ecir vardır!" buyurmuştur. [452]
19. Zenci köle çoban Yesar, [453]
20. Mes´ud b. Rebia, [454]
21. Evsb.Katâde, [455]
22. İsmi bilinmeyen bir bedeu\[456]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Hayber´de öldürülen Yahudilerin sayısı ise 93 idi. [457]
Hayber Ganimetlerini Toplamak ve Bölüştürmekle Görevlendirilenler
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hayber ganimetlerini toplamak ve korumak görevini Ferve b. Amr el-Beyâzîye vermiş, o da, Hayber ganimetlerini üç bölgede:
1. Natat,
2. Şıkk,
3. Ketibe kalelerinde toplamış bulunuyordu.[458]
Mücahidler, emaneten aldıkları silahların hepsini Ferve b. Amr´a getirip teslim ettiler.[459]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. Sabit´i de, Hayber gazasına katılan mücahidleri saymakla görevlendirdi.[460]
Hayber ganimetini hesaplamaya ve ayırmaya, Zeyd b. Sabitten başka, Selime oğullarından Cebbar b. Sahr´ın da görevlendirildiği de rivayet edilir.[461]
Hayber Ganimetinin Kimlere ve Nasıl Bölüştürüldüğü
Hayber ganimeti, Hayber´de bulunsun bulunmasın, Hudeybiye seferine katılmış olanlar arasında bölüştürüldü.[462]
Çünkü, Hayber ganimeti, Hudeybiye seferine katılan Müslümanlara Yüce Allah tarafından Feth sûresinde (âyet: 20) va´d edilmiş bulunuyordu.[463]
Onlarda, 1400 kişi idiler.[464] Ayrıca, 200 de atlı vardı.[465]
Menkul ganimet malları ilk önce beş parçaya ayrıldı.
Beş parçadan birisinin üzerine "Allah´a ait,"
Diğer parçaların üzerlerine de "Ağfal" sözleri yazıldı.
Allah´a ait olan beşte bir parça, Peygamberimiz Aleyhisselama teslim edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, diğer dört parçanın satışa çıkarılmasını, satın almak istedikleri şeylerin mücahidlere arttırma yoluyla satılmasını emretti.
Ferve b. Amr el-Beyâzîyi de, satış memuru yaptı.[466]
Satılacak mallar hakkında da:
"Allah´ım! Bunlara sürüm ihsan et!" diyerek dua etti.
Ferve b. Amr der ki:
"Halkın, başıma üşüşüp satılacak mallan iki günde tükettiklerini gördüm!
"Halbuki, malın çokluğundan, başa çıkamayacağımızı, kolay kolay satıp kurtulamayacağımızı sanmıştım.
Resûlullah Aleyhisselam da, kendisine teslim edilen beşte bir hisseden ev halkı ile Abdulmuttalib oğulları hanedanının erkek ve kadınlarına, Müslümanların yetimlerine ve isteyenlerine elbise, boncuk ve ev eşyası verdi.[467]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ganimet mallarından satılanların paralarını mücahidler arasında bölüştürdü.[468]
Hayber"e gelen Devsîlerle Eş´arîlerin Hayber ganimetinden yararlandırılmalarını ashabıyla konuştuktan sonra, onlara da hisse verdi.[469]
Menkul ganimetten beşte dört parçası 1400 piyade ve 200 süvariye göre ve piyadelere birer; soy at ve develere de ikişer hisse verilmek üzere 1800 parçaya bölündü.
Bunlar da, yüzer hisselik 18 kümede toplandı.[470]
Peygamberimiz Aleyhisselam; savaşa iki atla katılanlara dördü iki at, biri de at sahibi olmak üzere beş hisse verdi.
İki attan fazlası için bir at hissesi verdi.
Süveyd b. Numan, at üzerinde geceleyin Hayber evlerini gözetlerken attan düşüp eli kırılmış, Hayber´in fethine kadar, karargâhtan çıkamamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da süvari hissesi verdi.[471]
Medine Yahudilerinden olup Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Hayber savaşına katılan on Yahudiye de, Hayber ganimetinden birşeyler verildi.
Yahudi Ebu´l-Lahm´ın azadlı kölesi Umeyr:
"Bana Hayber ganimetinden hisse ayrıldı. Ancak, ev eşyası verildi. Ben Hayber´de köle olarak bulundum. Peygamber Aleyhisselam, Hayber´i fethettiği zaman, bana bir kılıç verdi ve ´Bunu kuşan!´ buyurdu" demiştir.[472]
İslâm ordusuna katılan yirmi kadına da ganimetten hisse ayrılmamış, ancak kendilerine ganimetten birşeyler verilmiştir.[473]
Bu cümleden olmak üzere;
Ümeyye binti Kays´a bir gerdanlık,[474]
Ümmü´l-A´lâ´ya üç boncuk,
Başka birisine bir altın küpe,
Ümmü Sinan´a boncuktan ve gümüşten takılar,
Ümmü Umâre´ye kırmızı boncuk...
Hâsılı, yirmi kadından her birine boncuklar, kadife ve Yemen kumaşları ve ikişer dinar (altın) verildi.
Hayber´de bulunan veya orada doğan Müslüman çocuklarına da, Hayber ganimetinden az çok birşeyler verildi.[475]
Gayrimenkul Ganimetlerin Bölüştürülüşü
Hayber arazisi ve varidatı; Şıkk, Natat ve Ketibe mülkleri olarak bölüştürüldü.
Şıkkve Natat mülkleri, Müslümanların (beşte dört) hisselerine karşılık tutuldu.
Ketibe mülkleri ise, Allah´a ait (beşte bir) hisse olarak Peygamberimiz Aleyhisselama bırakıldı.[476]
Başka rivayete göre; batan Hayber mülkleri, ilk önce her biri yüzer hisselik 36 kümeye ayrıldı.
Bundan, Natat ve Şıkk mülkleri, yüzer hisselik 18 küme halinde Müslümanlar arasında bölüştürüldü.
Vatîh, Ketibe ve Sülalim mülklerini ise Peygamberimiz Aleyhisselam işletip; gelirlerinden, kendi ev halkının geçimleri ile karşılaşılacak önemli hadiseleri, musibet ve felaketleri, halkın umumî ihtiyaçlarını, Medine´ye gelecek heyetlerin masraflarını karşılamak üzere vakıf olarak elinde tuttu.[477]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bundan, akrabaları ile yetimlerin, yoksulların, yolcuların ve sulh için Medine´ye gidip gelmiş olanların yiyeceklerini de karşılamakta idi.
Nitekim, Muhayyısa b. Mes´ud´a verdiği otuz vesk (deve yükü) arpa ile otuz vesk hurma bu mülklerin gelirierindendi.[478]
Ganimetin Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ayrılan beşte bir parçası da, dörde bölünüp:
Dörtte biri Allah ve Resûlü ve Resûlullahın akrabaları için,
İkinci dörtte biri yetimler için,
Üçüncü dörtte biri miskinler, yoksullar için,
Dördüncü dörtte biri Müslümanların yanlarına gelen fakir konuklar için ayrılırdı.[479]
Natat mülkleri 5´e,
Şıkk mülkleri de 13´e bölündü.
Bunlar da, 1400 piyade ve 200 süvari hissesi olmak üzere yüzer hisselik 18 gruba ayrıldı.
Hisse sahiplerine hisselerini dağıtmak üzere, heryüz hisse için de birer başkan, yönetici tayin edildi.
Yüzer hisselik onsekiz grubun isimleri:
1. Hz. Ali grubunun hisseleri,
2. Zübeyr b. Avvam grubunun hisseleri,
3. Talha b. Ubeydullah grubunun hisseleri,
4. Hz. Ömer grubunun hisseleri,
5. Abdurrahman b. Avf grubunun hisseleri,
6. Asım b. Adiyy grubunun hisseleri,
7. Useyd b. Hudayr grubunun hisseleri,
8. Belharis b. Hazrec grubunun hisseleri,
9. Benî Beyâzâlar grubunun hisseleri,
10. Benî Ubeydler grubunun hisseleri,
11. Benî Selimelerden Benî Haramlar grubunun hisseleri,
12. Benî Hâriselerden Ubeyd es-Sehham b. Evs´in hissesi (rivayete göre; Ubeyd bu hisseyi Hayber
ganimet hisselerinden satın almıştı),
13. Benî Sâideler grubunun hisseleri,
14. Benî Neccarlar grubunun hisseleri,
15. Harise b. Hâriseler grubunun hisseleri,
16. Evsîler grubunun hisseleri,
17. Gıfârve Eşlemler gruplarının hisseleri,[480]
18. Nâim´deki hisseler (Avf b. Hazrec oğulları ile Müzeynelere ve ortaklarına ait) idi.[481] Peygamberimiz Aleyhisselam; Natat´ta Hav ve Süreyr mevkiinde ilk önce Zübeyr b. Avvam´ın hiss esini ayırdı.
İkinci olarak Beyâzâların,
Üçüncü olarak Useyd b. Hudayr´ın
Dördüncü olarak Benî Haris b. Hazreclerin,
Beşinci olarak Benî Avf b. Hazreclerie Müzeynelerve ortaklarının Nâim´deki hisselerini ayırdı.
Bundan sonra, Şıkk´a çıktılar.
Şıkkta ilk ayrılan hisse, Benî Aclanların kardeşi Asım b. Adiyy´in hissesi idi ki, Peygamberimiz Aleyhisselamın hissesi de onun yanında idi.
Sonra, Abdurrahman b. Avf´ın,
Sonra, Sâidelerin,
Sonra, Neccariarın,
Sonra, Hz. Ali´nin,
Sonra, Talha b. Ubeydullah´ın,
Sonra, Gıfârlarla Eşlemlerin,
Sonra, Hz. Ömer´in,
Sonra, Seleme b. Ubeyd ve Haram oğullarının,
Sonra, Hâriselerin hisselerini,
Sonra, Abdu´s-Sehham´ın hissesini,
Sonra, Evslerin (ki, Ellefif diye anılan ve Cüheyneler ile sair Araplardan, Hayber savaşına katılanlara ait bulunan) hisseler topluluğunu ayırdı.
En sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselamın onların sırasındaki hissesi aynldı ki, Asım b. Adiyy´in hissesi içine düşmüş bulunuyordu.[482]
Hâs (veya Hals) Vadisi Mahsullerinin Bölüştürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam, mülkleri bölüştürdükten sonra, Ketibe´nin Hâs (veya Hals) vadisindeki mülklerin buğday, arpa, hurma ve hurma çekirdeği vesair mahsullerini, ihtiyaçlarına göre, akrabaları, zevceleri, Müslüman erkek ve kadınlar arasında şöyle bölüştürdü:
1. Hz. Fâtıma´ya 200 vesk (yük, yani 12.000 sa1),
2. Hz. Ali´ye 100 vesk (yük),
3. Üsâme b. Zeyd´e 200 vesk (yük),
4. Hz. Âişeye 200 vesk (yük),
5. Hz. Ebu Bekir´e 100 vesk (yük),
6. Akîl b. Ebu Talib´e 100 vesk (yük),
7. Hz. Cafer´in oğullarına 50 vesk (yük),
8. Rebia b. Hâris´e 100 vesk (yük),
9. Salt b. Mahreme ile iki oğluna 100 vesk (bunun 40 veski Salt´a aitti),
10. Ebu Benîk´a 50 vesk (yük),
11. Rükâne b. Abdi Yezid´e 50 vesk (yük),
12. Kays b. Mahremeye 30 vesk (yük),
13. Ebu´l-Kasım b. Mahreme´ye 40 vesk (yük),
14. Ubeyde b. Hâris´in kızlarına 40 vesk (yük),
15. Benî Ubeyd b. Abdi Yezid´e 60 vesk (yük),
16. Evs b. Mahremeye 30 vesk (yük),
17. Mıstah b. Üsâse´ye ve İbn İlyas´a 50 vesk (yük),
18. Ümmü Rümeyseye 40 vesk (yük),
19. Nuaym b. Hind´e 30 vesk (yük),
20. Buhayne binti Hâris´e 30 vesk (yük),
21. Uceyr b. Abdi Yezid´e 30 vesk (yük),
22. Ümmü Hakim binti Abdi Yezid´e 30 vesk (yük),
23. Cümâne binti Ebu Talib´e 30 vesk (yük),
24. İbn Erkam veya Ü mmü´l-Erkam´a 40 vesk (yük),
25. Abdurrahman b. Ebu Bekir´e 40 vesk (yük),
26. Hamne binti Cahş´a 30 vesk (yük),
27. Ümmü´z-Zübeyr´e 40 vesk (yük),
28. Dubâa binti Zübeyr´e 40 vesk (yük),
29. İbn Ebi Huneys´e 30 vesk (yük),
30. Ümmü Talib binti Ebu Talib´e 40 vesk (yük),
31. Ebu Basra´ya 20 vesk (yük),
32. Nümeyletü´l-Kelbî´ye 50 vesk (yük),
33. Abdullah b. Vehb´e ve iki kızına 90 vesk (yük) (bunun 40 veski iki oğluna aitti),
34. Ümmü Habibe binti Cahş´a 30 vesk (yük),
35. Melkü b. Abde´ye 30 vesk (yük),
36. Peygamberimiz Aleyhisselamm Hz. Aişe´den başka olan bütün zevcelerine 700 vesk (yük),[483]
37. Abbas b. Abdulmuttalib´e 200 vesk (yük),
38. Kasım b. Mahreme b. Muttalib´e 50 vesk (yük),
39. Hind b. Üsâseye 30 vesk (yük),
40. Safiyye binti Abdulmuttalib´e 40 vesk (yük),
41. Husayn, Hatice ve Hind b. Ubeyde b. Hâris´e 100 vesk (yük),
42. Ümmü Hani binti Ebu Talib´e 40 vesk (yük),
43. Muhayyısa b. Mes´ud´a 30 vesk (yük),
44. Ebu Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib´e 100 vesk (yük),
45. Mikdad b. Amr´a 15 vesk (yük), (Mikdad b. Amr´ın heryıl Hayber´den aldığı bu 15 vesk arpa
hakkı, Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından 100.000 dirheme satın alınmıştır)
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali´nin 300 vesk hissesinden 85 veski arpa idi.
Üsâme b. Zeyd´in hissesinden 40 veski arpa, 50 veski hurma çekirdeği idi.
Salt b. Mahreme´nin hissesi, Vâkıdî´ye göre 40 değil, 30 vesk idi.
Kays b. Mahreme´nin hissesi, VâkıdPye göre, 30 vesk değil, 50 vesk idi.
Ümmü Rümeyse´nin hissesinden 5 veski arpa idi.
Ebu Basra´nın hissesi, 20 vesk değil, 40 vesk idi.
Peygamberimiz Aleyhisselamm zevcelerinden her birinin hissesine 80 vesk hurma, 20 vesk arpa düşmüştü.[484]
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından yazdırılmış olan bir belgeye göre de; heryıl Hayber´in buğday mahsulünden:
Peygamberimiz Aleyhisselamm zevcelerine 180´er vesk,
Hz. Fâtıma´ya 85 vesk,
Üsâmeye 40 vesk,
Mikdad b. Amr´a 15 vesk,
Ümmü Rümeyse´ye 5 vesk buğday verilmiştir.[485]
İhtimal ki, aradaki fark, arpa yerine buğday ekilmiş olmasından ileri gelmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Abdullah es-Sakaff´nin zevcesi Zeyneb´e de 50 vesk hurma, 20 vesk arpa vermiştir.[486]
Hisse Satışları
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Gıfârlardan, hissesini satmak isteyen bir kimsenin hissesini iki deveye satın aldı. Sonra, ona:
"Ben, senden alacağım hissenin sana vereceğimden hayırlı ve sana vereceğimin alacağım hisseden düşük olduğunu biliyorum.
Hal böyle olduğuna göre, sen istersen develeri alıp hisseni bana devret, istersen hisseni elinde tut, bana devretme!" buyurarak uyardı.
Gıfârî develeri aldı.
Hz. Ömer de, Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabından satın almış olduğu Evsîlerin Lefif diye anılan 100 kişilik ganimet hissesini Peygamberimiz Aleyhisselamdan satın aldı.
Muhammed b. Mesleme de, Eşlemlerle Gitarların her ikisinin hisselerini kendilerinden satın aldı ki, Eşlemler yetmiş küsur, Gitarlar da, yirmi küsur kişi olup her ikisi yüz kişiyi bulmakta idiler.[487]
Hayber Yahudilerinin Hayber Topraklarını Yarıcı Olarak İşletmeleri
Hayber Yahudileri, hususan Vatîh ve Sülalim Yahudileri, kendilerine Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından verilen eman ve söz üzerine, bütün mallarını, mülklerini bırakarak Hayber´den çıkıp gideceklerdi.[488]
Peygamberimiz Aleyhisselamın onları Hayber´den sürüp çıkarmak istediği sırada, Yahudiler:
"Bizi Hayber´de bırak da, şu Haybertoprağında bulunalım, onları imar edelim, görüp gözetelim.[489]
Yâ Muhammedi Biz mal mülk sahipleriyiz.[490] Mülk bakımını, işletmesini, biz sizden daha iyi bilir ve başarı rız.[491]
Sen bu mülkleri bize işlettir!" dediler.[492]
Hayber mülkleri üzerinde yarıcı olarak çalışmak istediler.[493]
Gerçekten de, ne Peygamberimiz Aleyhisselamın, ne de ashabının Hayber mülklerine bakabilecek işçileri bulunmadığı gibi, kendilerinin orayı bizzat görüp gözetmeye de vakitleri yoktu.[494]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İstiyorsanız, şu mallan işlemek üzere size vereyim, mahsul ve meyveler aramızda bölüşülsün!
Sizi bu mallar üzerinde Allah´ın durdurduğu müddetçe durdurayım!" buyurdu.
Hayber Yahudileri kabul ettiler.[495]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizi çıkarmak istediğimiz zaman, çıkarmamız şartıyla!" diyerek ve mahsulü yarı yarıya bölüşmek üzere, onlarla anlaşma yaptı.
Hayber arazisini, böylece, onlara işletti.[496]
Buna göre; Yahudiler çalışacaklar, ekecekler, dikecekler, elde edilecek ekin ve hurma mahsullerinin yansını hizmetlerinin karşılığı olarak alacaklardı.[497]
Abdurrezzak´ın İmam Zührî´den rivayetine göre de; Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerini, Hayber´den çıkıp gidecekleri sırada yanına çağırdı.
Mahsulünü yarı yanya bölüşmek üzere Hayber hurmalık ve ekinliklerini onlara teslim etti ve kendilerine:
"Allah sizi durdurdukça, bu iş üzerinde duracaksınız" buyurdu.
Hayber´de, ne Peygamberimiz Aleyhisselam, ne de ashabı hesabına, Yahudilerden başka işçi çalıştın İm amıştır.[498]
Ketibe´de yetişmiş 400.000 hurma ağacı vardı.[499]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mahsul zamanında Abdullah b. Revâha´yı, sonra da Cebbar b. Sahr´ı Hayber´e gönderir, mahsul ve meyveleri adalet ve hakkaniyet üzere tahminlettirip yan yarıya bölüştürürdü.
Abdullah b. Revâha, mahsulü tahminleyip ikiye böldükten sonra, istedikleri bölüğü almakta Yahudileri serbest bırakır, yahut onlara:
"Siz tahminleyip bölünüz, birisini almakta beni serbest bırakınız" derdi.[500]
Buna rağmen, Yahudilerin Abdullah b. Revâha´ya:
"Bize haksızlık ettin!" diyecek kadar ileri gittikleri olur, Abdullah b. Revâha:
"İsterseniz, bize düşen sizin olsun! Size düşen de bizim olsun!" diyerek olgunluk gösterirdi.[501]
Yahudiler, kadınlarının zinet takıntılarını toplayıp Abdullah b. Revâha´ya:
"Bunlar senin olsun da, bize bölüştürmede iyilik et! Göz yum!" dediler.
Abdullah b. Revâha:
"Ey Yahudi cemaati! Vallahi, siz bana Allah´ın yaratıklarının en sevimsizi ve iğrencisinizdir!
Sizin bana teklif ettiğiniz ücret, bir rüşvettir. Rüşvet ise haramdır! Biz onu ağzımıza koymayız, yemeyiz!" dedi.[502]
Yahudiler
"Gökler ve yer durdukça, hak ve gerçek olan da budur!" diyerek, rüşvetin kendilerince de haram olduğunu itiraf ettiler.[503]
Abdullah b. Revâha, mahsulü 40.000 vesk olarak tahminlemiş, her iki tarafa yirmişer bin vesk düşmüştü.[504]
Hayber Yahudileri, Abdullah b. Süheyl´i öldürünceye kadar, Müslümanlardan hiçbir sert muamele görmediler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir de, Hayber Yahudileri hakkında aynı şekilde hareket etti.
Hz. Ebu Bekir´in vefatından sonra da, Hz. Ömer, Hayber Yahudileri hakkında, onlar işi azıtıncaya kadar, böyle hareket etti.[505]
Hz. Ömer´in devrinde Müslümanların elinde işçiler çoğalmış, toprağı işlemek kolaylaşmış, Yahudilere pek ihtiyaç kalmam işti.[506]
Ketibe´nin yıllık hurma mahsulü tahminen S.OOOvesk idi. Bunun yarısı olan4.000 vesk hurma yarıcı olan Yahudilere bırakılıyordu.
Ketibe´de ekilen arpanın yıllık hasılatı 3.000 sa´ idi. Bunun yarısı olan 1.500 sa´ arpayı Peygamberimiz Aleyhisselam alıyor, 1.500 sa´ını da Yahudilere bırakıyordu.
1.000 sa´ tutan hurma çekirdeğinin de yarısı Peygamberimiz Aleyhisselama aitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bütün bu arpa ve hurma mahsulleriyle hurma çekirdeğinden, Müslümanlara vermekte idi.[507]
Kureyş Müşriklerinin Hayber Savaşında Yahudilerin mi, Yoksa Müslümanların mı Kazanacağı
Hakkında Birbirleriyle Bahse Girişmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber üzerine yürüdüğü zaman, savaşın sonucu hakkında Kureyş müşrikleri aralarında bahse girişmişlerdi.
Huvaytıb b. Abduluzzâ der ki:
"Hudeybiye sulhundan Mekke´ye döndüğümde, Muhammed´in bütün halka galebe çalacağına kanaat getirmiştim.
Fakat, şeytan beni Muhammed´e tâbi olmaktan kaçındırdı ve dinime 5 an İttirdi!
Abbas b. Mirdas es-Sülemî Mekke´ye, yanımıza gelip Muhammed´in Hayberliler üzerine yürüdüğünü ve Hayberier halkının pek çok askerler topladığını ve Muhammed´in onların elinden kolay kolay kurtulamayacağını bize haber verdi ve:
Kim isterse, Muhammed´in kurtulamayacağı hakkında, onunla bahse girerim!´ dedi.
Ona:
´Ben de, seninle bahse girerim!1 dedim.
Safvan b. Ümeyye ile Nevfel b. Muaviye:
´Ey Abbas! Ben senin yanında ve görüşündeyim!´ dediler.
Kureyşflerden bazıları, benim görüşüme meylettiler.
Aramızda, arttıra artüra, 100 deveye kadar bahse giriştik!
Ben ve benim tarafımı tutanlar
´Muhammed galebe çalacaktır!´ diyorduk.
Abbas ve onun tarafını tutanlar ise:
´Yahudilerve müttefiki Gatafanlar, galebe çalacaktır!´ diyorlardı.
Sesler yükselmeye başladı.
E bu Süfyan b. Harb:
´Lât üzerine yemin ederim ki; Abbas b. Mirdas tarafını tutanların bahsi kaybedeceklerinden korkuyorum!´ dedi.
Safvan b. Ümeyye kızdı ve:
´Senin korkak olduğunu anladım!´ dedi.
E bu Süfyan sustu."
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayberlileriyendiği haberi gelince, Huvaytıb b. Abduluzzâ, kesiştiklerini,[508] yani 100 deveyi aldı.[509]
Haccac b. Ilâtü´s-Sülemî´nin Peygamberimiz Aleyhisselamdan İzin Alıp Mekke´deki Mallarını
Toplamaya Gidişi
Hayber´in fethedildiği sırada, Haccac b. Ilâtü´s-Sülemî, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Benim gerek Mekke´deki karım Ümmü Şeybe binti Ebi Talha´nın yanında, gerek Mekkeli tüccarlarda dağınık bir halde mallarım var.[510]
Yâ Rasûlallah! Bana izin ver de,[511] gidip bu mallarımı alayım.
Eğer Müslüman olduğumu anlarlarsa, mallarımdan hiçbir şeyi ele geçiremem" dedi.[512]
Peygamberimiz Aleyhisselam ona izin verince, Haccac:
"Yâ Rasûlallah! Mallarımı kurtarabilmem için, senin hakkında uygunsuz birşeyler söylemem de gerekecektir.[513]
Senin hakkında uygunsuz şeyler söylemem de bana helâl olur mu " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisi hakkında istediğini söylemesine de izin verdi.[514]
Haccac derki:
"Mekke´ye gittim. Seniyetü´l-Beyzâ-ki, Ten´im´dedir-mevkiine erişince, orada Kureyş müşriklerinden bazı kişiler buldum ki, onlar Resûlullah Aleyhisselamın Hayber üzerine yürüdüğünü haber almışlardı.
Hayberln Hicaz ülkesinde en mamur, en bol mahsul veren, ucuzluk, aynı zamanda sarp ve sağlam, savaş erleri çok olan bir yer olduğunu da biliyorlar; giden, gelen yolculardan, harekât sonucu hakkındaki haberleri işitmek ve öğrenmek istiyorlardı.
Hayber harekâtının sonucu hakkında aralarında mal koyup bahse de girişmiş bulunuyorlardı.
Onlar, beni görünce:
´Vallahi, haber bundadır!1 dediler.
Bana:
´Ey llât´ın oğlu! Hoşgeldin! Şu akrabalık bağlarını kesen kişi hakkında sende bir haber var mı 1 dediler.
Onlara:
´Söyleyeceklerimi gizli tutmak şartıyla, evet!1 deyince, gizli tutacaklarına söz verdiler ve:
´Yâ Ebâ Muhammedi Haydi, bize haber ver! Biz, o akrabalık bağlarını kesip atmış olan kişinin Hayber üzerine yürüdüğünü işittik.
Hayber bir Yahudi memleketidir ve Hicaz´ın en mamur ve mahsuldar bir yeridir1 dediler.[515]
Onlar, benim Müslüman olduğumu bilmiyorlardı.[516]
Onlara:
´Muhammed´in Hayber üzerine yürüdüğünü, ben de işittim.[517] Bu hususta edindiğim, getirdiğim haber, sizi sevindirecek mahiyettedir!´ der demez, devemin yanını sardılar, üzerime örüldüler, sabırsızlandılar:
´Ey Haccac! Haydi, ne olduğunu bize tezce söyleyiver! Bildiriver!´ dediler.[518]
Kendilerine:
´Muhammed´le ashabı, şimdiye kadar, çarpışmayı, savaşmayı Hayberlilerden daha iyi bilen başka bir kavimle karşılaşmamıştı.
Hayberiiler, asker toplamak üzere Arap kabilelerine de başvurmuşlar, on bin kişilik bir ordu toplamışlardı.[519]
Muhammed´le ashabı, hiçbir zaman bir benzerini daha işitmediğiniz bir bozguna, yenilgiye uğradı ![520]
Muhammed´in ashabı, hiçbir zaman bir benzerini daha işitmediğiniz bir öldürülüşle öldürüldüler![521]
Muhammed de, esaretin en biçimsizi ile esir edildi![522]
Hayberiiler
´Muhammed´i biz öldürmeyelim, Mekkelilere gönderelim de, onu Mekkeliler, öldürülmüş olan adamlarına karşılık, kendileri, gözleri önünde öldürsünler![523]
Yahut, onu bizden ve onlardan öldürülenlere karşılık, Mekkelilerin gözleri önünde, biz öldürelim!
Onlar, eski hallerinin iadesi için kavim ve kabilelerine başvurarak sizden eman dileyecek olurlarsa, onların size yaptıklarını siz de onlara yapmadıkça, dileklerini kabul etmeyiniz!´ dediler1 dedim.[524]
Sonra, Mekke´ye geldik. Müşrikler, Mekke´de:
´Bu Haccac, size haber getirdi. Muhammed esir edilmiş![525] Onun yanınıza getirilmesini bekleyiniz! Mekke´ye getirilince, kendisi, gözlerinizin önünde öldürülecek!1 diyerek bağırdılar."[526]
Haccac´ın Mekke´de Müşriklerdeki Alacağını Müşriklere Toplatışı
"Kureyş müşriklerine:
´Mekke´deki mallarımı, bonçl ulardaki alacaklarımı toplamak hususunda siz de bana yardım ediniz ki, hezimete uğrayan Muhammed ile ashabının satılacak ganimet mallarını satın almakta başka tüccarlar benden önce davranmadan Hayber´e kendim yetişmek istiyorum!1 dedim.
Mekkeliler, hemen kalkıp Mekke´deki mallarımı (alacaklarımı) toplayıp verdiler.[527]
Müşrikler, sevine sevine içkiler içtiler.[528]
Sonra, karımın yanına vardım.
Onun yanında da, bana ait mallar bulunuyordu.[529]
Ona:
´Haydi, yanındaki mallarımı[530] toplayıp yanıma getiriver![531] Tüccarlar benden önce davranmadan Hayber´e yetişeceğim![532] Muhammed ile ashabının satılacak ganimetlerinden biraz şeyler satın almak istiyorum.
Çünkü, onlar Hayberliler tarafından yenilgiye uğratılarak kanlan helâli eştirilmiş, malları da yağ-malanmıştır!´ dedim.
Bu acı haber, Mekke´de çabucak yayılmıştı.
Müslümanlar, tasalarından, mahvoldular!
Müşrikler ise, sevinçlerinden, kaplarına sığmadılar."[533]
Hz. Abbas´ın Üzüntüden Bayılışı
Hz. Abbas, bu haberi işitir işitmez, arkasının üzerine yi kıldı.[534] Evine güçlükle götürüldü.[535]
Hz. Abbas´ı, oğlu Kusem, sedirine yatırdı.[536]
Hz. Abbas, kapısının açık tutulmasını emretti.
Kapının önünde toplanan kadın erkek Müslümanlar, işittikleri haberi doğru sanarak, küfür ve azgınlığın bu galebesinden mahvolmuş gibi idiler.
Hz. Abbas ise, üzüntüsünü, tasasını belli etmemek için, düşmanlara duyuracak derecede sesini yükselterek recez söylüyordu.
Müslümanlar Hz. Abbas´ın durumunun iyi olduğunu görünce, ferahladılar, zindeleştiler ve güçlendiler.[537]
Hz. Abbas´ın Acı Haberi Haccac´dan Soruşturuşu
Hz. Abbas, kölesi Ebu Zübeybe´yi[538] yanına çağırdı ve ona:
"Haccac´a git! Abbas, sana ´Sânı en yüksek, en yüce olan Allah aşkına! Senin ağzından verilmiş olan haber gerçek midir [539] Senin getirdiğin haberin mahiyeti nedir Senin söylediğin nedir Allah´ın (Resûlüne ve Müslümanlara) va´d ettiği hayır, senin getirdiğin haber olamaz! (Getirdiğin haberle bağdaşamaz!)1 diyor, de!" dedi.
Haccac, Hz. Abbas´ın kölesine:
Ebu´l-Fadl´a benden selam söyle!
Evlerinden, ıssız, tenha bir yer hazırlasın!
Ben kendisinin yanına geleceğim.
Vereceğim haber kendisini sevindirecektir.[540]
Yalnız, benden işittiklerini gizli tutsun!" dedi.[541]
Ebu Zübeybe, Hz. Abbas´ın kapısının önüne gelip kavuşunca:
"Müjde yâ Ebel-Fadl!" diyerek seslendi.
Hz. Abbas, sevincinden sıçrayıp kalktı ve Ebu Zübeybe´nin alnından öptü.
Ebu Zübeybe Haccac´ın söylediklerini bildirince, sevincinden, Ebu Zübeybe´yi azad etü[542] ve:
"On köle daha azad etmek boynuma borç olsun!" dedi.[543]
Haccac der ki:
"Tüccar çadırlarından bir çadırın içinde bulunduğum sırada, Abbas b. Abdulmuttalib gelip yanımda durdu ve:
´Ey Haccac! Senin şu getirmiş olduğun haberin içyüzü nedir 1 diye sordu.
Kendisine:
´Sana onu emanet olarak söyleyecek olursam, gizli tutabilecek misin 1 diye sordum.
´Evet! Gizli tutacağım!´ dedi.
´Öyle ise, şimdi sen benden biraz geri dur! Ben seninle bir tenhada buluşurum!
Görüyorsun ki; şimdi ben halk üzerinde alacağım olan mallarımı toplamaya uğraşıyorum.
Ben bu işlerden boşalıncaya kadar, yanımdan ayrılıp git!´ dedim.
Mekke´deki bütün mallarımı toplama işini bitirdikten ve yola çıkmak üzre derlenip toparlandıktan sonra Abbas´la bul ustum."[544]
Haccac´ın Hz. Abbas´a Hayber´in Fethedilmiş Olduğunu Bildirişi
Haccac, bir gün, öğle vaktinde Hz. Abbas´ın yanına gelip, ona:
"Allah aşkına! Benden işiteceğin haberleri, üç gün, hiç kimseye söylemeyeceksin!" diye yemin verdi.
Hz. Abbas da, üç gün içinde bu hususta hiç kimseye hiçbir şey söylemeyeceğine yemin etti.[545]
Haccac:
"Yâ Ebe´l-Fadl! Sana söyleyeceklerimi muhakkak gizli tutmalısın. Üç gün içinde Mekkelilerin arkamdan gelip beni yakalamalarından korkarım.
Üç gün sonra, istediğini söyleyebilirsin" dedi.
Hz. Abbas:
"Öyle yaparım" diye söz verdi.[546]
Haccac:
"Ben Müslüman olmuşumdur.
Karımın yanında ve Mekke halkı üzerinde de bir hayli alacaklarım vardı.
Eğer Müslüman olduğumu anlasalardı, bana hiçbir şey vermez I erdi.[547]
Vallahi, ben Resûlullah Aleyhisselamı, o kardeşinin oğlunu, Hayberl fethetmiş, orada Hayber ganimetinden Allah ve Resûlünün hisselerini ayırıp almış, sahabilerine hisselerini dağıtmış, Hayber hükümdarının kızı Safiyye ile de evlenmiş olarak gerimde bırakmış bulunuyorum!" dedi.[548]
Hz. Abbas:
"Ey Haccac! Sen neler söylüyorsun ![549]
Ben Hayber´i iyi bilirim. Orası, Hicaz´ın en mamur, en verimli, en ucuzluk ve bolluk bir yeridir.
Hayberliler ise sayıca çoklukturlar, savaş için çok hazırlıklı ve güçlüdürler!
Gerçek mi dersin bu söylediklerin !" dedi.[550]
Haccac:
"Evet! Vallahi, iş böyledir![551]
Ebil-Hukayk´ın oğlu öldürüldü![552]
Resûlullah Aleyhisselam, Huyey´in kızı Safiyye´yi kendisine ayırdı ve azad edip zevceliğe kabul olunmak veya ev halkına iade edilmek arasında serbest bıraktı.
O da, azadlanıp zevce olmayı tercih etti.
Ben, buraya, alacaklarımı toplayıp götürmek için gelmiş bulunuyorum.
Resûlullah Aleyhisselamdan izin istedim. İstediğimi söylemem için de, kendisi bana izin verdi.
Sen benden işittiklerini üç gün gizli tut, sonra istediğini söyle![553] İşini açıkla!
Vallahi, o, senin hoşuna gidecek bir halde ve durumdadır!" dedi.
Hz. Abbas, üç gün geçince, üzerine kaftanını giydi, koku süründü, asasını eline aldı.[554] Haccac b. I lâfın evine kadar gitti. Kapıyı çaldı ve:
"Haccac nerede " diye sordu.
Haccac´ın karısı:
"Yahudilerin hezimete, yenilgiye uğrattıkları Muhammed ile ashabından aldıkları ganimet mallarını başka tüccarlardan önce davranıp satın almak üzere Hayber´e gitti.[555]
Ey Ebe´l-Fadl! Allah seni hor ve hakîr etmesin!
Sana erişmiş olan haber, bize de çok ağır ve çetin geldi!" dedi.
Hz. Abbas:
"Evet! Allah beni hor ve hakîr etmemiştir ve hamdolsun, vâki olan da ancak hoşlandığımız, arzuladığımız şeyden ibarettir
Yüce Allah, Resûlüne Hayberln fethini müyesser kılmış, onların ganimet mallan Müslümanlar arasında bölüşülmüş, Resûlullah Aleyhisselam Safiyyeyi kendisine seçmiştir! Eğer sana kocan lazımsa, git, ona kavuş![556] Kocan Haccac Müslüman olmuş ve Resûlullah Aleyhisselamla Hayber´in fethinde bulunmuştur.
Sen, onun dinini istemedikçe, karısı değilsindir!
O, buraya malını alıp götürmek için gelmiş, malını alınca da, senden ve senin ailenden kaçmıştır!" dedi.
Kadın:
"Yâ Ebe´l-Fadl! Gerçek mi söylüyorsun !" diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet! Vallahi, söylediklerim gerçektir!" dedi.[557]
Kadın:
"Vallahi, sanırım ki, sen herhalde doğru söylüyorsun d ur" dedi.
Hz. Abbas:
"Ben vallahi doğru söylüyorum! İş, sana haber verdiğim şekildedir" dedi.[558]
Kadın:
"Bunları sana kim haber verdi " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Sana acı haberi veren, haber verdi!" dedi.[559]
Kadın:
"Söylediklerin, inanılabilecek, güvenilebilecek şeylerdir. Sen herhalde doğrusundur, doğru söylüy-orsundur!" dedi, kalkıp durumu ailesi halkına haber verdi.[560]
Hz. Abbas´ın Kâbe´yi Tavaf Etmesi ve Kureyş Müşrikleriyle Konuşması
Hz. Abbas, Haccac b. Ilât´ın evinden dönüp Kabe Mescidine kadar gitti.
Kureyş müşrikleri, o sırada, Haccac´ın işini konuşuyorlardı.[561]
Hz. Abbas, Kabe´yi tavaf etti.[562]
Müşrikler Hz. Abbas´a ve onun haline bakıyorlar; kaslarıyla, gözleriyle birbirlerine işaret ederek kendisinin felâket ve musibet karşısındaki soğukkanlılığına ve dayanıklığına şaşıyorlardı.
Beytullah´ı tavaf sırasında,[563] ona:
"Yâ Ebe´l-Fadl! Senin bu halin, vallahi, musibet ve felaket ateşine karşı son derecede bir dayanık-lılıkve soğukkanlılıktır![564]
Sen üç günden beri hiç görünmedin, nerede idin [565]
Sana, senin başına (bir daha) hayırdan başka birşey gelmesin!" dediklerinde, Hz. Abbas:
"Evet! Allah´a hamdolsun ki, bana hayırdan başka birşey de gelmemiştir.[566]
Hayır! Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederek size bildiririm ki; Muhammed Aleyhisselam Hayber´i fethetmiş ve (fethi gerçekleştirmek üzere de) onların reisi Huyey b. Ahtab´ın kızı Safiyye ile orada evlenmiş, Hayber´deki mallara ve herşeye el koymuştur! Şimdi, Hayber´deki bütün mallar onun ve ashabınındır![567]
Yesrib ve Hayber´de Nadir oğulları Yahudilerinin görmüş bulunduğunuz elebaşıları Ebi´l-Hukayk oğullarının boyunları vurulmuş,[568] Hayber ganimetleri Müslümanlar arasında bölüştürülmüştür!" dedi.[569]
Kureyş müşrikleri:
"Bunu sana kim haber verdi [570] Bu haberi sana kim getirdi " diye sordular.
Hz. Abbas:
"Size o haberi getirmiş olan kişi, bu haberi de getirmiş;[571] bunu üç gün gizli tutmamı, açıklama-maklığımı benden istemiştir.
Kendisi, buraya, Müslüman olarak ve buradaki mallarını alıp götürmek üzere gelmiştir.[572]
Malını alıp Muhammed Aleyhisselamla ashabına kavuşmak ve onun yanında bulunmak üzere, buradan savuşup gitmiştir.[573]
İsterseniz, karısına haber salar, gidip gitmediğini sorabilirsiniz!" dedi.
Kureyş müşrikleri, Haccac´ın karısına hemen bir adam saldılar.
Haccac´ı, karısının bile haberi olmadan, malını alıp gitmiş buldular.
Yaptıkları soruşturma neticesinde, Hz. Abbas´ın söylediklerinin hepsinin doğru olduğunu anladılar.
Aradan beş gün bile geçmemişti ki, bu hususta Kureyş müşriklerine haber geldi: Hayberln gerçekten fethedildiği öğrenildi.[574]
Kureyş müşrikleri, Mekkelilere:
"Ey Allah´ın kulları! Allah düşmanı[575] Haccac bizi aldatmış![576] Mallarını toplayıp kaçmış!
Vallahi, biz bunun böyle olduğunu bilseydik, bizimle onun arasında iş olur biterdi!" dediler.[577]
Hz. Abbas Müslümanların yanlarına gitti, durumu onlara haber verdi.
Evlerinden tasalı ve kaygılı çıkan Müslümanların yüzlerini güldürdü, kendilerini sevince boğdu.
Yüce Allah, Mekke´deki Müslümanların üzerlerindeki bütün tasaları, kaygıları müşriklerin üzerlerine itiverdi.[578]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbrı İshak, İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 342, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 634, İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 115, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 21 6.
[2] Berid, 4 fersahtır. 1 fersah, 3 mildir. 1 mil, 4000 adımdır. 1 adım da, 3 ayaktır. (Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 43).
[3] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 409.
[4] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 409.
[5] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 545.
[6] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 176.
[7] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 201.
[8] Vâkıdı, M egâzf, c. 1, s. 375, Halebî, İnsan, c. 2, s. 565, 566.
[9] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 441.
[10] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 186, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 130.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 225.
[12] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 232.
[13] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 441.
[14] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 225, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 441.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 441,442.
[16] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 443.
[17] Vâkıdî, c. 2, s. 442, 443, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 ,s.343.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 227, 230, 231, Vâkıdî, c. 2, s. 444, 494, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 66, Belâzurî,Ensâb, c. 1, s. 344, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 1, s. 484.
[19] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 530,531 .
[20] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 92.
[21] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566.
[22] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 186.
[23] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 92, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 74, Taberî, Târîh, c. 3 s. 171, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 15, Halebî, c. 3, s. 186.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 266.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566.
[26] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 111, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 160.
[27] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 92.
[28] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566.
[29] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566, 567.
[30] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 187.
[31] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 567, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 111, Halebî, İnşân, c. 3, s. 187.
[32] Vâkıdî, c. 2, s. 562, 563, İbn Sa´d, c. 2, s. 89, 90, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 3 378, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 73, 74, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 209, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 111 , İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 135.
[33] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 298, Serahsf, Mebsût, c. 10, s. 86.
[34] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 593, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 179, Taberî, Târîh, c. 3, s. 74.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 593.
[36] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 593, Abdurrezzak, c. 5, s. 333, Buhârî, c. s. 179, Taberî, c. 3 s. 74.
[37] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 209, 210.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 334, Vâkıdî, c. 2, s. 611, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 97, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 351 , Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[39] Serahsf, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 298.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/19-24.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 634, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 106.
[41] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 634.
[42] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 634, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 106.
[43] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/24-25.
[44] Vâkidf, Megâzî, c.2, s. 634,635.
[45] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 635, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
[46] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
[47] Vâkıdî,Megâzîıc.2ıs.635.
[48] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/25-27.
[49] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 635.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/27.
[50] Vâkidf, Megâzî, c.2, s. 637.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/27-28.
[51] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 238, İbn Hazm, Cevâmiu´s-are, s. 214, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 216, İbn Seyvid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 139, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 202, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 53, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 173, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 55.
[52] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 685,687.
[53] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 685.
[54] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 271, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 205.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/28-29.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 636, İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 345, Taberî, Târih, c. 3, s. 91 .Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 36,37,İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 216, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 181.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 342, İbn Hazm, Cevâmiu´s-a>e, s. 211, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/29.
[57] İbrı İ shak, İbn_Hişam, Sîre, c. 3, s. 342, Vâki d t, Megâzî, c. 2, s. 649, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, İbn Hazm Cevâmiu´s-aYe, s. 21 2, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38.
[58] İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 347, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 106.
[59] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 43.
[60] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638.
[61] İbn Ea"r, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 17, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 148.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/30.
[62] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 43, Halebî, İnsânu´l-u^ûn, c. 2, s. 730.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/30.
[63] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, 642.
[64] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 86.
[65] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 300.
[66] Sem hûdf, Vefâu´l-vıefâ, c. 4, s. 1323.
[67] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 128, Semhûdf, Vefa, c. 4, s. 1267.
[68] Semhûdf, Vefâu´l-vefâ, c. 3, s. 1027.
[69] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 244, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638.
[70] Sem hûdf. Vefâu´l-vefâ. c. 3. s. 1028.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/31.
[71] Sem hûdî, Velau´l-vela, c. 3, s. 1028.
[72] Semhûdî, Velau´l-vela, c. 3, s. 1028.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 639, 640.
[74] Diyarbekrî, Târihu´l-hamîs, c. 2, s. 44.
[75] Vâkıdi, M egâzî, c.2,s.639,640, Diyarbekrî, Târıhu´l -hamis, c. 2, s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/31-32.
[76] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 342.
[77] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 47, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[78] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[79] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 47, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[80] İbn İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 3, s. 342, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111 , Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 431 , Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 148.
[81] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 638, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 308, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 48, Buhârî, Sahih, c. 72.
[82] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 48, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[83] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111.
[84] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 343, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, c. 4, s. 303, Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 4. s. 48. Buhârî. Sahih. c. 5. s. 72.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/32-34.
[85] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, Diyarbekıf, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 44.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 640.
[87] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 44.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, 641 .
[89] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 641, Diyarbekıf, TânTiu´l-hamfs, c. 2, s. 44.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/34-36.
[91] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 640, 642.
[92] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 650.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/36-37.
[93] Kays b. Abbâd, "Resûlullah Aleyhisselamın ashabı, üç yerde, 1) çarpışma arasında, 2) cenaze sırasında, 3) zikir sırasında sesi yükseltmekten hoşlanmazlardı" der. (İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 12, s. 462, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 153).
[94] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 394, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 75.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/37.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641.
[96] Sem hûdf, Vefâu´l-vefâ, c. 4, s. 1233.
[97] Sem hûdf, Vefa, c. 3, s. 1028.
[98] Semhûdf,Vefâ, c. 4, s. 1288.
[99] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641.
[100] Semhûdf, Vefa, c. 3, s. 1028.
[101] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641,642.
[102] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 343, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 642, Beyhakî, Delâilü´n-nübüwe, c. 4, s. 203, 204, İbn Ea>,
Kâmil, c. 2, s. 217, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 131, Zehebî, Megâzî, s. 21 7, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 148, Ebu´l-Fidâ,
el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 183, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45, Halebî, İnşân, c. 3, s. 729, Zürfcânf, Mevâhibü´l-ledünniye
Şerhi, c.2, s. 221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/37-38.
[103] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 637, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 730.
[104] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 642.
[105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 637, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 730.
[106] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 737, 738.
[107] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 44, 45.
[108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 642.
[109] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[110] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 109, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 97.
[111] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343.
[112] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 109, Buhârî, c. 1, s. 98, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[114] Baltalan ve kazmalanyla (Vâkıdî, c. 2, s. 642, İbn Sa´d, c. 2, s. 106).
[115] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 111.
[116] Mâlik, M uvatta1, c. 2, s. 468, İbn Sa´d, c. 2, s. 108, Buhârî, c. 5, s. 73.
[117] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Vâkıdî, c. 2, s. 642, 643, İbn Sa´d, c. 2, s. 108,1 09.
[118] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 111, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 113.
[119] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 344, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 468, 469, Vâkıdî, c. 2, s. 643, İbn Sa´d, c. 2, s. 109, Buhârî, c.
1, s. 98, c. 5, s. 73, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 121 Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 153, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 148.
[120] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 111, Buhârî, c. 1,s.98.
[121] Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 228, İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 79.
[122] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 551.
[123] Süheylf, c. 6, s. 551, İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 79, Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 17, s. 237, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 1 75, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 730.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Semhûdf, Vetâu´l-vetâ, c. 3, s. 1028.
[126] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643.
[127] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 660.
[128] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Semhûdf, Vefa, c. 3, s. 1028, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45.
[129] Semhûdf, Vetâ, c. 3, s. 1028, Diyarbekrî, c. 2, s. 45.
[130] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/38-41.
[131] Diyarbekıİ, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[132] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[133] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[134] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[135] Diyarbekıi, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[137] Diyarbekıİ, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 46.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643.
[139] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[140] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/41-42.
[141] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/43.
[142] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45, 46).
[143] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644.
[144] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, Diyarbekrî, Târîîıu´l-hamfs, c. 2, s. 46.
[145] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/43-44.
[146] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 644, 646.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/44.
[147] Taberr,Târıh,c.3, s. 93, Hâkim, Müstedrek, t 3, s. 37, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 219.
[148] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 349, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 37, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 150.
[149] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 37.
[150] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 37, Heysemî,
Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 150.
[151] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 37.
[152] Diyarbekrî, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 48.
[153] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/44-45.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 653.
[155] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 645.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/45.
[156] Yahut, Kinane b. Ebi´l-Hukayk (İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 281, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 46).
[157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 645, 648.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/45-46.
[158] İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 110,111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 51, 52, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1440.
[159] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr [Serahsf Şerhi], c. 2, s. 606.
[160] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2,3.110,111, Ahmed ta. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 51, 52, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1440.
[161] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[162] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 176, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[163] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 52, Kastalânf, c. 1,s.176, Diyarbekrî, c. 2, s. 49.
[164] Vâkıdî, c. 2, s. 658, Kastalânf, c. 1, s. 176, Diyarbekrî, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 729.
[165] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 658.
[166] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 658, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 303.
[167] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/46-47.
[168] Vâkıdı,Megâzı,c.2,s. 653.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/47-48.
[169] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 2, s. 731.
[170] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 375, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 2, s. 565, 566.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644.
[172] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, 642, 643.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, 645.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/48.
[174] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 650.
[175] Diyarbekrî, Târflıu´l-hamfs, c. 2, s. 48.
[176] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 650, 651.
[177] Musa b. Ukbe´den naklen Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf, Vefâu´l-vefâ, c. 4, s. 1170, Diyartoekrf, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 55.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/49-50.
[178] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 651, 652.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/50-51.
[179] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 652.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/52-55.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 646, 648.
[181] Mancınık; en eski savaş araçlarından büyük bir sapan idi ki, savaşlarda düşman taralına, düşmanlara ve kalelerine büyük büyük taşlar atmak için kullanılırdı (M. Salahf, Kâmûs-u Osm ânf, c. 4, s. 383). Bugün, onun yerini top almıştır (Mütercim Âsi m E fendi, Kâm üs Tercem esi, c. 3, s. 80).
[182] Debbâbe; kalın deri ve tahtalardan yapılmış, kale duvarlarını yükseltirken işçi ve ustaların içine girip çalışabilecekleri, üzeri kapalı seyyar iskeledir ki, savaşlarda da, kuşatılan kalelerin delinmesi, alınması için surlara yanaştırılır, içine askerler girer, onları üzerlerine atılacak taş ve oklardan korurdu. (Ibn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 96).
[183] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 647, 648, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 733.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/52-55.
[184] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 349, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 653, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 5, s. 553, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 207, c. 5, s. 77, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441, Yâkubî, TânTı, c. 2, s. 56, Taberî, TânTı,
c. 3, s. 93, Beyhakî, D elâi lü´n -nüb üwe, c. 4, s. 205, 209, İ bn E siY, K âm il, c. 2, s. 219, Zehebî, M egâzf, s. 339, E tau´l-F idâ, el-Bi dâye
ve´n-nihâye, c. 4, s. 186, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 149, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 175, Diyarbekrî, Târîhu´l-
hamfs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsanu´l-uyûn, c. 733, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 223.
[185] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 207, c.5, s. 77,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 144 Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 205, 209, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 150.
[186] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353.
[187] Tabeıî, Târih, c. 3, s. 94, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 211 , İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 21 9 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4,s. 187.
[188] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 653, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 57, s. 5, s. 76, Müslim, Sahih,
c.3, s. 1872, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 38, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 132, İbn Hacer, Metâlibu´l-
âliye,c.4,s.239.
[189] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 349, Vâkıdî, c. 2, s. 653, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 99, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Beyhakî, Delâil, s. 4, s. 209, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 151.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/56.
[190] Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 207, c. 5, s. 76.
[191] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 553, 554.
[192] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 48.
[193] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 354, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 151.
[194] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 209, Heysemî, Meanau´i-ievâid, c. 9, s. 124.
[195] Müslim. Sahih. c. 4. s. 1872.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/56-57.
[196] Bu hân, Sahih, c. 5, s. 76, 77, Müslim , Sahih, c. 4, s. 1872.
[197] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1871, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 151.
[198] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 734.
[199] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 153.
[200] Müslim, Sahîh, c. 4. s. 1873.
[201] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 734.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/58.
[202] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 220, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 187.
[203] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 151, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 735.
[204] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 654, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 99, c. 5, s. 354.
[205] Beyhakî, Sünen, t 9, s. 132.
[206] Bu hân , Sahîh, c. 5, s. 77, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872.
[207] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 99, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 124, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 735.
[208] Süheyif, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 560.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/58-59.
[209] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[210] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 349, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 210, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 135, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 186, İbn Hacer, Metâlibu´l4liye, c. 4, s. 240, Halebî, c. 2, s. 737.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 110, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 210,
İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 135, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 186, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 240, Halebî,
İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[212] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 11 0, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 206, Zehebî, Megâzî, s. 340, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 185.
[213] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 110, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1872, Beyhakî, c. 4, s. 206, Zehebî, s. 340, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 185, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[214] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 110, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 384, 385, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 38, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 4, s. 206, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 133, Zehebî, s. 340.
[215] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 76, 77, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1 872, Beyhakî, c. 4, s. 205, Zehebî, s. 339, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 49, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 224.
[216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 654, Halebî, İnsânu´l-uyÛn, c. 2, s. 737.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/59-60.
[217] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 220, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 186, İtan Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 240, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[218] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 72, 73.
[219] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 654, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[220] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 654.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657.
[222] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 219.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 348, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657, Taberî, Târîh, c. 3, s. 93, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 189.
[224] Taberî, Târih, c. 3, s. 93.
[225] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 657, Taberî, Târih, c. 3, s. 93.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/60-62.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657.
[227] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 348.
[228] Diyarbekri, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 50.
[229] Müslim, Sahih, t 3, s. 1440, Taberî, Târih, c. 3, s. 94, İbn EsTr, Kâmil, c. 2, s. 220.
[230] Diyarbekri, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 50, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[231] Taberî, Târih, c. 3, s. 94.
[232] Taberî, Târih, c. 3, s. 94, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 737.
[233] Diyarbekri, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 50.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 655.
[235] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52.
[236] İbnSa´d, Tabakât, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 52, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441, Hâkim , Müstedrek, c.3,s.39.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 347, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 357, Taberî, c. 3, s. 93, Heysemî, Meonau´i-zevâid, c. 5, s.
150, Diyarbekrî, s. 2, s. 50,51 .
[238] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441, Taberî, Târih,
c. 3, s. 94, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 39, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 566, İbn Abdilberr, İsti âb, c. 2, s. 787, İbnEsîr, Kâmil, c. 2,s. 220.
[239] Diyarbekri, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 50, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 738.
[240] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 358, Müslim, c. 3, s. 1441, Heysemî, Meanau´i-zevâid, c. 6, s.150.
[241] İbn Esîr, c. 2, s. 220, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 738.
[242] Taberî, c. 3, s. 94, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 738.
[243] İbn Sa´d, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 52, Hâkim, c. 3, s. 39, Diyarbekrî, c. 2, s. 50.
[244] Ahmedb. Hanbel, c. 5, s. 358, 359, Heysemî, c. 6, s. 150, Diyarbekrî, c. 2, s. 50.
[245] Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 152.
[246] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 220.
[247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 657.
[248] Diyarbekri, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 51.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/62-64.
[249] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 687.
[250] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 653, Buhân, Sahih, c. 4, s. 57, c. 5, s. 36, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1872, Yâkubî, TâriVı, c. 2, s. 56, İbn Hacer, Metâlibu´l-âlive, c. 4, s. 239.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 647.
[252] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsan, c. 2, s. 740.
[253] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, 653, Halebî, c. 2, s. 732.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/64-65.
[254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 653, Halebî, c. 2, s. 732.
[255] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 63, 64, Vâkıdî, c. 2, s. 648, 649.
[256] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 652.
[257] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649.
[258] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657, 658.
[259] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 377, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85.
[260] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649, İbn Abdilbeır, İstiâb, c. 1 , s. 85.
[261] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/65-66.
[262] Aynı kaynaklar.
[263] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85, Beyhakî Delâilü´n-nübüvvıe, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 142.
[264] Vâkıdî, c. 2, s. 649, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c.2,s. 150, Zehebî, Megâzî, s. 347, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 190.
[265] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 649, Beyhakî, c. 4,s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 190,191.
[266] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 287, 288, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 190,
191.
[267] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, İbn Seyyid, c. 2, s. 142.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, Beyhakî, c. 4, s. 220, Zehebî, s. 347, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191 .
[269] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 220, İbn Kayyım Zâdu´l-mead, c. 2, s. 150, Zehebî, M egâ zf, s. 3 47, E bu´l-F idâ, el-Bi dâye ve ´n-n ihâye, c. 4, s. 191.
[270] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, Uyûnu´l-
eser, c.2, s. 142, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191.
[271] Vâkıdî, c. 2, s. 649, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, c. 2, s. 142.
[272] Aynı kaynaklar.
[273] Vâkıdî, c. 2, s. 649, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191.
[274] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649.
[275] İbn İshak, İtan Hişam, c. 3, s. 359, Zehebî, s. 347, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191 , İbn Kayy,m, c. 2, s. 150.
[276] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, 86, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 42.
[277] Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 221, Zehebî, s. 348, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191, İbn Kayyım, c. 2, s. 150.
[278] Beyhakî, c. 4, s. 220, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 1 91, İbn Kayyım, c. 2, s. 150.
[279] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/66-69.
[280] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 658, 659.
[281] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 346.
[282] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 346, Vâkidî, Megâzî, c. 2, s. 659.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/69.
[283] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 660, 661.
[284] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 50, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1429,1 540.
[285] Bu hân , Sahih, c. 5, s. 73, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1540.
[286] İbn Sa´d. Tabakâtü´l-kübrâ. c. 2. s. 113. Müslim. Sahih. c. 3. s. 1540.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/69-71.
[287] Vakıdi, Megazi, c.2, s. 659, 661; Halebi, İnsanu l-Uyun, c. 2, s. 741.
[288] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 663-700.
[289] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 663, İbn Sa d, Tabakâtü l-kübrâ, c.3, s. 461.
[290] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 663, İbn Hacer, el-İsâbe, c.2, s. 471.
[291] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 346, Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 659, Taberi, Tarih, c.3, s. 93.
[292] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 346.
[293] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 664-665.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/71-74.
[294] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 681.
[295] Aynı kaynaklar.
[296] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 460, Zürkânf, c. 3, s. 322.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/74-76.
[297] Beyhakî, Sünen, c. 4, s. 16, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 191.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/76-77.
[298] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 666.
[299] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 666, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 742.
[300] Vâkıdî, Megâiı, c. 2, s. 666, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 742, 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/77-78.
[301] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667.
[302] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106.
[303] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667, 669.
[304] Semhûdf, c. 4, s. 1236.
[305] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667, 668, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî, İnşânu´l-uyûn, c. 2, s. 743.
[306] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 668.
[307] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 668, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/78-79.
[308] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 664.
[309] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 648.
[310] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 668, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 753.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80.
[311] Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 668, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Suyûtî, Hasâisu´l-kübrâ, c. 2, s. 56, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80.
[312] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 669.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80.
[313] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 648.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80-81.
[314] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
[315] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106.
[316] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 398.
[317] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670.
[318] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 744.
[319] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
[320] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670.
[321] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, 352.
[322] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, 671.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/81-82.
[323] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebîr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 110, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 157, 158, Belâzurî, Fütûhu´l-buldân, c. 1, s. 25, 26, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 225-226, 231-232, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 251, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
[324] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/82-83.
[325] Vâkidif Megâzî, c. 2, s. 671, Halebî, İnsânu´l-u^ûn, c. 2, s. 680.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/ 83.
[326] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680.
[327] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680.
[328] Bu hân , Sahîh, c. 5, s. 81.
[329] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, 681, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 2, s. 745.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/83-84.
[330] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 680, 681.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/84.
[331] Buhârî,Sahîh,c.5, s. 81.
[332] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 375. Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 565, 566, 746.
[333] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsan, c. 2, s. 746.
[334] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 671, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsan, c. 2, s. 746.
[335] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279.
[336] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112.
[337] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 745.
[338] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 30.
[339] İmam , Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151.
[340] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151.
[341] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
[342] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 30.
[343] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1 , s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1,s.3O.
[344] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 152.
[345] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 38, İbn Kayyım ,
Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 745.
[346] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671.
[347] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 152.
[348] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1 , s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151 , Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199, Halebî, c. 2, s. 746.
[349] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279.
[350] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, 672.
[351] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 152.
[352] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672.
[353] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[354] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Taberî, Târîh, c. 3, s. 93, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/84-87.
[355] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 158, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138.
[356] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138.
[357] İmam Muhammed, Siyenj´l-kebfr, c. 1, s. 280, 281, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 2, s. 26, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye vıe´n-nihâye, c. 4, s. 197.
[358] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672.
[359] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Diyarbekıf, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 47.
[360] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351.
[361] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 762.
[362] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
[363] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/87-88.
[364] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 745.
[365] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/88-89.
[366] Belazuri, Futuhu l-Buldan, c. 1, s. 130.
[367] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, 673.
[368] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 673.
[369] Vâkıdî, c. 2, s. 673, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151.
[370] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/89.
[371] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 675, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154.
[372] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172.
[373] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf, Vetâu´l-vefâ, c. 4, s. 1179, Diyarbekrî, Târflıu´l-hamfs, c. 2, s. 55.
[374] İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 307, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172, Semhûdf, Vefâu´l-vefa, c. 4, s. 1179.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/90.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677.
[376] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 665, 666.
[377] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154, 155, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 211 , 212.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/91-93.
[378] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, Taberî, Târih, c. 3, s. 95.
[379] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 4, s. 1 421, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 673.
[380] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 1 81.
[381] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181 .
[382] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677.
[383] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174.
[384] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 338.
[385] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181.
[386] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181 .
[387] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Kastalânf, Mevâhib, t 1. s. 181.
[388] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Taberî, Târih, c. 3, s. 95, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 214.
[389] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174.
[390] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, E bu Dâvud, Sünen, c.4, s. 174, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210, Heysemi, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 153.
[391] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, ç. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Taberî, Târih, c. 3,
s.95, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre,s. 214, İbn Esîr,Kâmil, c. 2, s. 221, İbn Haldun, Târih, c.2,ks. 2, s. 39, Heysemî,Meonau´z-zevâid,
c. 6, s. 398, 399, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181.
[392] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 310, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 153, 154.
[393] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 209.
[394] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 314.
[395] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 21 9, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 572.
[396] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 353, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa´d, Tabak ât, c. 8, s. 314, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâyeve´n-nihâye, c. 4, s. 210.
[397] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 314, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155.
[398] Bu hân , Sahih, c. 5, s. 1 37.
[399] Müslim, Sahih, c.4, s. 1721.
[400] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 353, Taberî, Târih, c. 3, s. 95, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 222, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210, 211.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/93-96.
[401] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 352, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 1 74, Taberî, Târîh, c. 3, s. 95.
[402] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 222, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210.
[403] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 1 74, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210.
[404] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 4, s. 1 421, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678.
[405] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, İmam Muhamm ed, Siyer, c. 4, s. 1421, Vâki df, c. 2, s. 678, Taberî, c. 3, s. 95, İbn Esîr, c. 2, s. 222.
[406] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 4, s. 1 421, Vâkıdî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, c. 4, s. 174, Taberî, c. 3, s. 95, İbn Esîr, c. 2, s. 222.
[407] Müslim, Sahih, t 4, s. 1721, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 173,174.
[408] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 173, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155.
[409] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 55.
[410] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 115, 116, ^med b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451, Buhârî, Sahih, c. 7, s. 32, İbn Kayyı m, Zâdu´l-m ead, c. 2, s. 155, Zehebî, Megâzî, s. 362, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 208, 209.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/96-99.
[411] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 350.
[412] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 210.
[413] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 102, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 153.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674.
[415] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 350, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 220, 221.
[416] İbn İshak İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 350, 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 673, İtan Estr, Kâmil, c. 2, s. 220,221.
[417] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674, 675.
[418] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 350, 351.
[419] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 22, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emval, s. 19, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 152.
[420] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/99-100.
[421] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 121, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 26, 27, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 221, İbn Ka^ım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 152.
[423] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707.
[424] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[425] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707.
[426] Vâkıdî, c. 2, s. 707, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8. s. 123.
[427] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[428] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[429] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[430] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 1 21.
[431] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 1 25, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 99.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/101-102
[432] İbnİsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 345, 346, Vâkıdî, c. 2, s. 682, İbn Sa´d, c.2, s. 115, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 108, 109.
[433] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 345, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 125, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 133.
[434] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 1 33.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/102-103.
[435] İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 39.
[436] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 699.
[437] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 699, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[438] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 699-700, İbn Sa´d, c.2, s. 107.
[439] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357-358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[440] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[441] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[442] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[443] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358.
[444] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[445] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[446] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[447] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[448] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[449] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[450] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[451] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, c.2, s. 107.
[452] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441.
[453] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, c.2, s. 107.
[454] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[455] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[456] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 681, 700, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 107.
[457] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 07.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/103-104
[458] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[459] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680.
[460] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 07, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 55.
[461] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 139, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 202.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/104-105
[462] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 684.
[463] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 684.
[464] İbn İnak,İbn Hişam, c. 3, s. 322, Vâkıdî, c. 2, s. 574, İbn Sa´d, c. 2, s. 95, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 202.
[465] Vâkidf, c. 2, s. 689, İbn Sa´d, c. 2, s. 107 Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 202, Diyarbekrî, c. 2, s. 55, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 690, Zürkânf, M evâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 181.
[466] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 07.
[467] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 680.
[468] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 689, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[469] İbn Şa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 108.
[470] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 688, 689.
[472] Ebu Yusu f, Kitâbu´l-haraç, s. 198.
[473] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 356, Vâkıdî, c. 2, s. 685, 686.
[474] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 686.
[475] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 686, 688.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/105-107
[476] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 363.
[477] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 113, 11 4, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emrâl, s. 79, E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 159,160, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 28, 29.
[478] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 363, 364, Taberı, Târih, c. 3, s. 97.
[479] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 453.
[480] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, 365, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689, 690.
[481] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 365.
[482] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/107-110
[483] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 365, 367.
[484] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 693, 695.
[485] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 367.
[486] Heysemi, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 7.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/110-112
[487] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 690.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/112.
[488] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 351 , 352, İmam Muhamm ed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, 671.
[489] Belâzurî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137.
[490] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 50.
[491] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50.
[492] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50.
[493] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352.
[494] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 79, Belâzurî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 26.
[495] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 371, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl s. 79.
[496] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50, 51.
[497] Buhârî, Sahili, c. 5, s. 84, Belâzun, Fütûhu´l-büldân, t 1, s. 25, 26.
[498] Abdurreizak, Musannef, c. 5, s. 372, 373.
[499] Ebu Dâvud,Sünen,c.3,s. 161, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 162.
[500] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50.
[501] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, Taberî, Târîh, c. 3, s. 98.
[502] Mâlik.Muvatta´, c. 2, s. 703, 704.
[503] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, Mâlik, Muvatta´, 4, c. 2, s. 704, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 138.
[504] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 109.
[505] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, 371, Taberî, TârPh, c. 3, s. 98.
[506] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 79, 80, 142.
[507] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 693.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/113-115.
[508] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 701, 702.
[509] Belâzuıî, Ensâb, c. 1 , s. 352.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/115-116.
[510] İbrı İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359.
[511] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[512] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[513] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[514] £Jodurrezzak, Musannef, c. 5, s. 566, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[515] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[516] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[517] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[518] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 703.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[520] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[521] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[522] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 703.
[523] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[524] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[525] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 382.
[526] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 382.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/117-119.
[527] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 260, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 269.
[528] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 57.
[529] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, c. 2, s. 703, İbn Sa´d, c. 4, s. 269.
[530] Ziynet eşyaayla birtakım emtiayı (Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 1 38,139).
[531] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 466, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[532] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[533] Abdurreiiak, Musannef, c. 5, s. 466, 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/119-120.
[534] Vâkıdî, c. 2, s. 703, 704, Abdurrezzak, c. 5, s. 467, İbn Sa´d, c. 4, s. 270, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[535] Vâkıdı, Megâzı,c.2,s. 704.
[536] Abdurrezzak, c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 138.
[537] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/120.
[538] VâkıdPye göre; Ebu Zübeyne.
[539] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[540] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[541] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 704, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 4, s. 270.
[542] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[543] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
[544] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 360, 361, Taberî, Târîh, c. 3, s. 97.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/120-121
[545] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 361.
[546] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[547] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[548] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[549] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[550] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
[551] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
[552] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[553] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 467, 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[554] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[555] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[556] Abdurrezzak, Musannef, c. 4, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156.
[557] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[558] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156.
[559] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 56.
[560] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/121-124
[561] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[562] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[563] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705.
[564] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705.
[565] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705.
[566] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156.
[567] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[568] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[569] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 130.
[570] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[571] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[572] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139.
[573] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[575] Müşrikler, "Allah düşmanı" yerine, "putlarım izin düşm anı" deseler, gerçeği söylemiş olurlardı.
[576] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 458.
[577] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[578] Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 468, 469, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 155.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/124-126.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hudeybiye´den döndükten ve Zilhicce ayı ile Muharrem´in bir kısmını Medine´de geçirdikten sonra, Hicretin 7. yılında, Muharrem ayının sonuna doğru Hayber üzerine yürümüştür.[1]
Gazanın mevkii, Hayber´dir.
Hayber; Şam yolu üzerinde, Medine´ye sekiz beridlik,[2]yani 48 millik uzaklıkta,[3] birçok ekinlikleri ve hurma bahçeleri bulunan bir şehirdir.
Hayber; Yahudice, kale demektir.[4]
Amâlik kavminden, Hayber b. Kaniye b. Mehlail adında bir adam Hayber´e gelip yerleştiği için şehre Hayber ismi verildiği ve, yine bunun gibi, Semûd kavminden Vatîh b. Mazin adındaki kimseden dolayı da Vatîh kalesine Vatfh isminin verildiği rivayet edilir.[5]
Hayber şehri:
Natat,
Şıkk,
Ketibe diye üç bölgeye ayrılır ve her bölge de kalelerden meydana gelir.
Natat bölgesi:
1- Nâim,
2- Sa´b b. Muaz,
3- Zübeyr kalelerinden oluşur.
Şıkk bölgesi:
1- Übeyy (Sümran),
2- Nizar (Beriyy) kalelerinden oluşur.
Ketibe bölgesi:
1- Kamus,
2- Vatîh,
3- Sülalim kalelerinden oluşur.[6]
Hayber gazasının birçok sebepleri vardır
Benî Nadîr Yahudileri aradaki muahedeye rağmen Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine damdan kaya yuvarlamak suretiyle hayatına kasdettikleri için yurtlarından çıkarılıp sürüldükleri zaman, onlardan bir kısmı Şam´a, bir kısmı da Hayber´e gelip yerleşmişlerdi.
Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´la Kinane b. Rebi´ b. Ebi´l-Hukayk ve Huyey b. Ahtab, Hayber´deki akrabalarının evlerine inmişlerdi.[7]
Medine´den ayrılacakları sırada, Ebu RâfT Sellâm b. Ebi´l-Hukayk hazinelerini içinde sakladıkları deve tulumunu kaldırarak:
"Bu, bizim dünyayı alçaltmak ve yükseltmek üzere hazırladığımız şeydir! Biz buradaki hurmalıklarımızı bırakıyorsak, Hayber´in hurmalıklarına varıyoruz!" diyerek bağırmıştı.[8]
Hayber´de, hazırlıklı, cesaretli sayıda Yahudi cemaati bulunuyordu.[9]
İçlerinde Benî Nadîr Yahudileri eşrafından Sellâm b. Mişkem ile[10] Benî Nadîr reisi Huyey b. Ahtab ve Kinane b. Rebi´ b. Ebi´l-Hukayk, Vâil oğullarından Hevze b. Kays ve Ebu Ammar,[11] Varr/ah b. Amr ve onun kabilesinden bazıları ile[12] Dubay´a oğullarından Ebu Âmir Abdi Amr b. Sayfî´nin de bulunduğu 19 kişilik bir heyet,[13] Mekke´ye giderek Kuneyş müşriklerini ve onlara bağlı kabileleri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet etmişler ve Kureyş müşriklerine:
"Onun işini bitirinceye kadar, biz de sizin yanınızda bulunacak ve sizinle el ve iş birliği yapacağız[14] Muhammed´e düşmanlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle antlaşma yapalım diye geldik!" demişler ve Kabe´nin örtüsü arasına girerek anıtlaşmışlardı.[15]
Bu Yahudi propaganda heyeti; Kays b. Aylanlardan Gatafanlara gitmişler, onları da kendileriyle birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ve kendilerine Hayber´in bir yıllık hurma mahsulünü vermeyi taahhüt etmişler,[16] çevredeki bütün Arap kabilelerine uğramışlar, hepsini ayaklandırmışlar,[17] en sonunda müşriklerin on bin kişilik ordular topluluğu ile Mekke´den gelip Medine´yi kuşatmalarını sağlamışlardı.[18]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hendek savaşından boşalır boşalmaz Benî Kurayza Yahudilerini cezalandırması üzerine, Hayber Yahudileri korkmuşlar ve Sellâm b. Mişkem´e gidip bu yolda ne düşündüğünü sormuşlardı.
Sellâm b. Mişkem:
"O bizim üzerimize yürümeden, bütün Hayber Yahudileriyle birlikte, biz onun üzerine yürüyelim! Teymâ, Fedek ve Vâdi´l-kurâ Yahudilerini de yanımıza alalım. Yurdunun ortasında, onunla, eski ve yeni bütün hıncımızla çarpışalım!" demiş, Hayber Yahudileri de:
"İşte, yerinde görüş budur!" demişlerdi.[19]
Ebu Râfi´ öldürülünce, Yahudiler, kendilerine Üseyr b. Zarim´i (veya Büseyr b. Rizam´ı) lider seçmiş bulunuyor! ardı.[20]
Üseyr (veya Büseyr), gözüpek, korkmak bilmez bir adamdı.
Bir gün, Yahudilerin meclisinde ayağa kalkarak:
"Vallahi, Muhammed ashabından her kimi Yahudilerden istediği her kime göndermişse, muhakkak onu öldürmüştür![21] Fakat, ben ona kendisinin adamlarıma yapamadığını yapacağım!" dedi.
Yahudiler
"Onun senin adamlarına yapamadığı ve fakat senin ona yapmayı istediğin şey nedir " diye sordular.
Üseyr:
"Gatafanların yanına gideceğim. Onları, Muhammed´le çarpışmak için toplayacağım!" dedi.[22]
Üseyr, dediğini yaptı.
Gatafanlara ve daha başkalarına başvurarak, onları Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere biraraya getirdi.[23]
Gatafanları Hayber´de topladı[24] ve Yahudilere:
"Ey Yahudi cemaati! Yurdunun ortasında bulunduğu bir sırada, Muhammed´in üzerine yürüyeceğiz!
Çünkü, hiç kimse yoktur ki, yurdunun ortasında çarpışılsın da, düşmanı umduklarından bir kısmını elde etmemiş, koparmamış olsun!" dedi.
Yahudiler
"Ne güzel görüşün var!" diyerek Üseyr´i alkışladılar.[25]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerinin bu hazırlıklarını haber aldı.
Hicretin 6. yılında, Ramazan ayında[26] Abdullah b. Revâha´yı, üç kişinin başında,[27] gözcü olarak Hayber´e gönderdi.
Gönderirken de, Abdullah b. Revâha´ya:
"Hayberl gözetle! Halkın içine gir. Onlar ne yapmak istiyorlar, neler konuşuyorlar, öğren!" buyurdu.
Abdullah b. Revâha, arkadaşlarıyla birlikte Hayber´e gitti.
Arkadaşlarından birini Natat, birini Şıkk, birini de Ketibe kalesine gönderdi.
Üseyr´den ve başkalarından işittikleri şeyleri ezberlediler.
Hayber´de üç gün kaldıktan sonra, Ramazan´ın son gecelerinde Medine´ye dönüp, bütün gördüklerini, işittiklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdiler.[28]
Daha sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Hârice b. Huseyl el-Eşcâî gelmişti.
Hârice:
"Üseyr b. Zarim´i, Yahudilerin birçok askerî birlikleriyle birlikte senin üzerine yürür bir halde gerimde bırakmış bulunuyorum!" dedi.[29]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Üseyr´i Hayber´e vali yapmayı ve böylece çarpışmayı durdurup barışı sağlamayı tasarladı ise de,[30] Üseyr buna önce isteklenir gibi olmuş, fakat sonradan hainlik yoluna sapmıştır.[31]
Yine, Hicretin 6. yılında, Sa´d b. Bekr oğulları kabilesinin de Hayber Yahudilerine yardım için Fedek´e geldikleri ve yapacakları yardıma karşılık Hayber´in hurma mahsulünü Hayber Yahudilerinden istedikleri haber alınmış, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali´yi yüz kişilik askerî bir birlikle Fedek´e gönderip onları dağıtmıştı.[32]
Hayber Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselamı ve Müslümanları ortadan kaldırmak üzere Mekkelilerle aralarında yapmış oldukları antlaşmalarına göre, Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber Yahudilerinin üzerine yürüyecek olursa, Mekke müşrikleri Medine´ye baskın yapacaklar; Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke müşrikleri üzerine yürüyecek olursa, Hayber Yahudileri Medine´ye baskın yapacaklardı.[33]
Bütün bunlar, Hayber´in gün geçtikçe Müslümanlık ve Müslümanlar için önlenmesi güçleşen bir tehlike teşkil ettiğini gösteriyordu.
Bununla beraber, Kureyş müşrikleriyle barış yapmadan Hayber işini halletmeye kalkmak çok tehlikeli olabilirdi.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam umre seferini düzenleyip Hudeybiye´ye kadar varmış ve Kureyş müşriklerine:
"Muhakkak ki, savaş Kureyşîleri çok yıpratmış, zayıflatmış, birçok zararlara uğratmıştır.
Eğer onlar isterlerse, yine de, kendilerine bir mütareke müddeti bel iri ey ey im .[34]
Bu müddet içinde, kendileri benden emniyet ve selamette bulunsunlar.[35] Benimle sair halk arasına girmesinler. Beni onlarla başbaşa bıraksınlar.[36]
Eğer insanlar beni yenerierse, zaten, kendilerinin istedikleri budur. Eğer Allah beni insanlara galip kılarsa, o zaman, kendileri şu iki şeyden birisini seçerler: Ya hazırlanmış olarak benimle çarpışırlar, ya da topluca selamet dairesine girerler.
Yoksa, vallahi, Yüce Allah şu İslâm dinini yeryüzüne yayacağı hakkındaki va´dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla çarpışıp duracağım!"[37] buyurması üzerine, müşriklerle Hudeybiye barışını sağlamıştı.[38]
İşte, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekkeli müşriklerle muahede yapıp onlardan gelecek tehlikeyi önledikten sonradır ki, Hayber üzerine yürü muştur.[39]
Cihad Hazırlığına Girişilmesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazası için hazırlanmalarını ve hakkıyla çarpışacak olanları çevresinde toplamalarını ashabına emir buyurdu.[40]
Hudeybiye umresi seferine katılmaktan çekinerek, kaçınarak geri kalmış olanlar ise, Hayber1 in yiyecek, yağ ürünü ve servet bakımından Hicaz´ın en verimli, bereketli ve ucuzluk bir şehri olduğunu bildikleri için, ganimet maksadıyla Hayber seferine katılmak istemişler ve:
"Haybefe biz de sizinle birlikte gidelim!" dem işlerdi.[41]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cihad etmek, Allah yolunda çarpışmak isteyenlerden başkası, bizimle birlikte gidemeyecekler![42]Onlara ganimetten de birşey verilmeyecektir!" buyurdu.
Medine içinde de:
"Allah yolunda çarpışmak isteyenden başkaları, bizimle birlikte gidemeyeceklerdir! Onlara ganimetten de hiçbir şey verilmeyecektir!" diyerek nida ettirildi.[43]
Medine Yahudilerinin Telaşlanmaları, Alacakları İçin Müslümanları Sıkıştırmaları
Müslümanların Hayber´e gitmek üzere hazırlanmaları, Peygamberimiz Aleyhisselamla antlaşmalı bulunan Medine Yahudilerini çok kaygılandırdı ve harekete geçirdi.
Bunlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın Kaynuka, Naüîr ve Kurayza oğulları Yahudilerini silip süpürdüğü gibi Hayber Yahudilerini de silip süpüreceğini anladılar.
Müslümanlarda az çok alacağı olup da onu tahsil için Müslümanların yakasına sarılmayan Medineli Yahudi kalmadı.
Yahudi Ebu´ş-Şahm´ın, Abdullah b. Ebi Hadrad el-Eslemî´de beş dirhem alacağı vardı. Abdullah, ev halkı için bu Yahudi den arpa satın almıştı.
Ebu´ş-Şahm yakasına sarılınca, Abdullah:
"Bana biraz mühlet ver! Ben inşaallah yanına gelip alacağını sana ödeyeceğimi umuyorum.
Çünkü, Yüce Allah, Peygamberine Hayber ganimetini va´d buyurmuştur.
Ey Ebu´ş-Şahm! Biz, Hicaz´ın, yiyecek ve servetçe en zengin şehrine gidiyoruz" deyince, Ebu´ş-Şahm´ın kıskançlığı ve azgınlığı kabardı ve:
"Sen Hayber savaşını Araplardan karşılaştığınız gibi mi sanıyorsun ! Tevrat üzerine yemin ederim ki; orada savaşçı on bin kişi vardır!" dedi.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Ey Allah düşmanı! Sen bizim himayemiz altında bulunuyorsun!
Vallahi, seni Resûlullahın huzuruna çıkaracağım!" dedi.
Onu tutup Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirdi ve:
"Yâ Rasûlalları! Bu Yahudi neler söylüyor, dinle!" dedi ve Ebu´ş-Şahm´ın söylediklerini haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu, ona hiçbir şey söylemedi. Yalnız, dudaklarının kımıldadığı görüldü. Fakat, ne söylediği işitilemedi.
Yahudi:
"Ey Ebu´l-Kâsım! Bu, bana haksızlık etti. Yiyeceğimi aldı, hakkımı tuttu, ödemedi!" dedi.[44]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Ebi Hadrad´a:
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.[45]
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Seni hak din ve Kitab´la peygamber gönderen Allah´a yemin ederim ki; onu ödeyecek güçte değilim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Ebi Hadrad´a tekrar
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; onu ödeyecek güçte değilim!
Senin bizi Hayber´e götüreceğini, bize Hayber ganimetinden birşeyler düşeceğini umduğumu ve dönünce borcumu ödeyeceğimi kendisine haber vermiştim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.
Bunun üzerine, Abdullah b. Ebi Hadrad, kalkıp çarşıya gitti.
Başından itibaren omuzuna aldığı atkıyı çıkardı. Omuz atkısının yerine, sarığına büründü.
Yahudiye:
"Şu omuz atkısını benden satın al!" dedi.
Yahudi, atkıyı Abdullah´tan dört dirheme satın aldı.[46]
Abdullah, kalan borcunu da bulup buluşturup Yahudiye ödedi.[47]
Sarığına bürünmüş olarak gelirken, yaşlı bir kadın Abdullah b. Ebi Hadrad´a rastladı ve:
"Ey Resûlullahın sahabisi! Bu ne hal !" diye sordu.
Abdullah b. Ebi Hadrad da, ona durumu haber verdi.
Kadıncağız hemen üzerindeki atkısını çıkarıp ona verdi ve:
"İşte sana omuz atkısı!" dedi.[48]
Abdullah b. Ebi Hadrad´la Ebu Abs b. Cebr´in Hayber Gazasına Nasıl Katılabildikleri
Abdullah b. Ebi Hadrad, Hayber gazasına, Seleme b. Eslem´in verdiği elbise ile gidebildi.
Ebu Abs b. Cebr de, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Elimizde ne çoluk çocuklar için geçimlik, ne yol azığı, ne de yolculuk elbisesi var! " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir elbise verdi.
Ebu Abs elbiseyi sekiz dirheme satıp iki dirhemine yol azıklığı için hurma satın aldı. İki dirhemini, geçimlik için ev halkına bıraktı. Dört dirhemine de, kendisine elbise satın aldı.[49]
Medine Yahudilerinin Müslümanların Maneviyatlarını Sarsmaya, Bozmaya Çalışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´e gitmeye hazırlandığı sırada, Medine´deki Yahudiler, Müslümanlara:
"Vallahi, Hayber´in kalelerini ve savaş erlerini görmüş olsaydınız, daha onların yanlarına varmadan, geri dönerdiniz!
Dağların tepelerinde yükselen kaleler, orada!
Hiç kesilmeyen, sürekli akan sular, orada!
Zırh gömlekli on bin savaş eri orada!
Esed ve Gatafan kabileleri de onları koruyorlar!
Siz Hayber´e nasıl dayanabileceksiniz !" demekte;
Ashab-ı Kiram da:
"Yüce Allah, Peygamberine, Hayber ganimetini elde edeceğini va´d buyurmuştur" diyerek cevap vermekte idiler.[50]
Hayber Gazasına Katılan Mücahidlerin Sayısı ve İslâm Kadınlarının Adları
Hayber gazasına katılan Mücahidlerin 1400´ü piyade, 200´ü de, atlı idi.[51] Hayber seferine katılan Müslüman kadınları da:
1- Peygam berim iz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme,
2- Peygamberimiz Aleyhisselamın halası Hz. Safiyye binti Abdulmuttalib,
3- Peygamberimiz Aleyhisselamın dadısı Ümmü Eymen Bereke,
4- Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Ebu Râfi´in zevcesi Leyla,
5- Asım b. Adiyy´in zevcesi,
6- Ümmü Umâre Nesîbe binti Ka´b,
7- Ümmü Meni1 (Ümmü Şübas),
8- Küaybe binti Sa´d el-Eslemiyye,
9- Ümmü Muta el-Eslemiyye,
10- Ümmü Süleym binti Milhan,
11- Ümmü Dahhâk binti Amr b. Haram,
12- Hind binti Amr b. Haram,
13- Ümmü´-A´lâ el-Ensariyye,
14- Ümmü Âmir el-Eşheliyye,
15- Ümmü Atiyye el-Ensariyye,
16- Ümmü Salît,
17- Ümeyye binti Kays,
18- Abdullah b. Uneys´in zevcesi Hubla,
19- Ümmü Sinan,
20- Hazrec b. Ziyad el-Eşcâî´nin babaannesi idi.[52]
Ümeyye binti Kays der ki:
"Gıfâr oğulları kadınlarının arasında, Resûlullah Aleyhisselamın yanına ben de gittim.
´Yâ Rasûlallan! Biz yaralıları tedavi edelim ve gücümüzün yettiği şeyle Müslüman erkeklere yardımcı olalım diye seninle birlikte bu sefere katılmak istiyoruz1 dedik.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah´ın bereketi üzere, gidiniz!1 buyurdu.[53]
Sefere katılan bu Müslüman kadınları yanlarında götürdükleri ilaçlarla yaralıları tedavi etmekle kalmayacaklar, aynı zamanda mücahidlerin yemeklerini pişirecekler, ip eğirecekler.. Allah yolunda ellerinden geleni yaparak onlara yardımcı olmaktan geri durmayacaklardı.[54]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´de Yerine Siba´ b. Urfuta´yı Vekil Bırakışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabdan Siba1 b. Urfutayı, Medine´de yerine vekil bıraktı.[55] Peygamberimiz Aleyhisselamın Nümeyle b. Abdullah el-Leysîyi vekil bıraktığı da rivayet edilir.[56]
Hayber Ordusunun Sancaktarı, Parolası ve Düzeni
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazasına çıkarken, beyaz sancağını Hz. Ali´ye verdi.[57]
Hayber gazasında kullanılacak parola "Yâ Mansur! Emit! Emit!" sözleri idi.[58]
Ukkâşe b. Mıhsan el-Esedî, ordu öncüsü olarak ileri sürüldü.
Hz. Ömer sağ kol kumandanlığına, ashabdan başka bir zât da sol kol kumandanlığına tayin edildi.[59]
Hayberyolculuğu için Eşca1 kabilesinden Huseyl b. Hârice ile Abdullah b. Nuaym kılavuz tutuldu.[60]
Huseyl b. Hârice derki:
"Davar satmak üzere Medine´ye gelmiştim. Davarları sattıktan sonra, Resûlullah Aleyhisselamin yanına vardım.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Sana yirmi sa´ hurma vereyim de, ashabıma kılavuz olup Hayber yolunu göster!1 buyurdu.
Öyle yaptım.
Resûlullah Aleyhisselam Hayber´e varıp onu fethettikten sonra da, kendisinin yanına vardım. Bana yirmi sa1 hurmayı verdikten sonra, Müslüman oldum."[61]
Baş Münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl´ün Hayber Yahudilerine Haber Salışı
Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Hayber Yahudilerine:
"Muhammed size doğru geliyor! Tedbirinizi alınız! Mallarınızı kalelerinize doldurunuz! Onunla çarpışmak için dışarı çıkarsınız.
Ondan hiç korkmayınız! Çünkü, sizin hazırlığınız da, sayınız da çoktur! Muhammed´in cemaati hem az, hem de silahsızdır. Silahlan olsa bile, pek azdır!" diye haber saldı.[62]
Medine´den Sahbâ´ya Kadar Gidiş
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber´e gitmek üzene Medine´den yola çıktı.
Önce Seniyetü´l-Veda´ya vardı.
Sonra Zegabe üzerini tuttu.
Sonra Nakmâ´ya;
Nakmâ´dan sonra Müstenah´a;
Müstenah´tan sonra Asr´a (Asr veya Asar´a) vardı.[63]
Seniyetü´l-Veda; Medine´ye gelinirken giriş, Medine´den Mekke´ye gidilirken de yolcuların uğurlanış ve çıkış yolu olan yokuştur.[64]
Nakmâ; Medine´nin ağaçlık dene içlerindendir.[65] Uhud dağının yakınındadır.[66]
Isr, Medine ile Füru´ arasında bir dağdır.[67]
Isr´ın Medine´ye uzaklığı bir merhaledir.[68]
Isr´da, Peygamberimiz Aleyhisselam için bir mescid yapıldı.[69]
Isr Mescidi, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´e giderken içinde namaz kıldıkları mescidlerin meşhurlarındandır.[70]
Hayber´e Götürecek En Uygun Yolun Araştırılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam kılavuzları çağırdı.[71]
Huseyl b. Hârice ile Abdullah b. Nuaym gelince, Huseyl´e:
"Önümüze düş! Bizi öyle vadilere tutup götür ki, Hayber´le Şam arasındaki yoldan Hayber´e varalım; Hayber Yahudileriyle Şam arasına girmiş, onlarla müttefikleri olan Gatafanlar arasına gerilmiş olalım!" buy urdu.[72]
Huseyl:
"Ben seni öyle bir yere götüreceğim, ulaştıracağım ki, orada birçok yollar vardır. Yâ Rasûlallah! Orası yolların kavşağıdır. Bütün yollar oradan gelir geçer" dedi.[73]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolların isimlerini bana söyle!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam ismin güzelini arar, sever; kötüsünden ise hoşlanmaz, onu uğurlu saymazdı.[74]
Huseyl:
"Hayberln bir yolu var ki, ona ´H azen1 denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu tutma!" buyurdu.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, ona ´Şaş´ (Şe´s) denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu da tutma!" buyurdu.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, ona ´Hâtıb´ denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu da tutma!" buyurdu.
Hz. Ömer, Huseyl´e:
"Ben senin Resûlullah Aleyhisselama haber vermek için bu gecede olduğu kadar kötü isimler bulduğunu görmedim!" dedi.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, artık ondan başka yolu kalmamıştır!" deyince, Hz. Ömer:
"İsmini söyle!" dedi.
Huseyl:
"Onun ismi ´Merhab´dır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur! O yolu tut!" buyurdu.
Hz. Ömer, Huseyl´e:
"Bu yolun ismini önce söyleseydin ya!" dedi.[75]
Âmir b. Ekvâ´ya Recez Söylettirilişi
Seleme b. Ekvâ´nın bildirdiğine göre; Seleme´nin amcası Amir b. Ekvâ (Sinan) da, Hayber seferine katılanlar arasında bulunuyordu.[76]
Kendisi, şairdi.[77]
Bir gece, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte giderlerken,[78] İslâm mücahidlerinden birisi, ona:
"Ey Âmir! Bize recezlerinden [kısa vezinli şiirlerinden] bir parça dini etsen ya!" demişti.
Bunun üzerine, Âmir hayvanından indi[79] ve:
"Ey Allah´ım! Sen bize hidayet ve rahmet ihsan etmemiş olsaydın, biz muhakkak dalâlet ve sapkınlık içinde kalırdık!
Bizim üzerimize yürüyen kâfirler, bizim kaçındığımız fitne ve fesadı [dinden döndürme kötülüğünü] bize yapmak istedikleri ve bizimle karşılaştıkları zaman, kalblerimize sükûnet ve metanet indir, ayaklarımıza sebat ver![80]
Biz bağırışlarla çarpışmaktan korkutulmak istenilsek de, çarpışmaya çağırıldığımız zaman, gelir ve ondan geri kalmayız!
Düşmana arka çevirip kaçmaktan da kaçınınz!"[81] mealli kıt´asını okuyunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şiir okuyup develeri hızlandıran kimdir " diye sordu.
Sahabiler.
"Âmir b. Ekvâ´dır!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ona rahmet etsin!" diye dua etti.[82]
Peygamberimiz Aleyhisselam herkime rahmet ve mağfiretle dua ederse, o muhakkak şehit olurdu.
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın Âmir için rahmet dileğini işitince:[83]
"Vallahi yâ Rasûlallah! Bu duanızla, Âmir´e cennetlik gerçekleşti! Keşke onu bize bağışlasaydın da, kendisinden bir müddet daha yararlansaydık!" dedi.
Gerçekten de, Âmir b. Ekvâ, Hayber´de şehit oldu.[84]
Keşif Birliği Tarafından Yakalanan Casusun Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; bazı süvarileri, Abbâd b. Bişr´in kumandası altında, keşif ve tecessüs için öncü olarak ileri sürmüştü.
Abbâd b. Bişr; Eşca1 kabilesinden olup Yahudiler hesabına casusluk yapan bir bedevî (çöl Arabi) yakaladı ve ona:
"Sen kimsin " diye sordu.
Bedevî:
"Ben kaybettiğim devemi arayan bir arayıcıyım!" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Sende Hayber hakkında bir bilgi var mı " diye sordu.[85]
Bedevî:
"Sen benden Hayber hakkında mı, yoksa Hayberliler hakkında mı; hangisinden bilgi istiyorsun " dedi.
Abbâd b. Bişr
"Yahudilerden!" dedi.
Bedevî:
"Olur!
Kinane b. Ebi´l-Hukayk ve Hevze b. Kays, Gatafan´dan olan müttefiklerinin yanına gitti. Onlardan asker toplayıp Hayber´in bir yıllık mahsulünü onlara vermeyi va´d ettiler.
Gatafanlar, Utbe b. Bedr´in kumandası altında, atları, silahları ve hazırlıklarıyla gelip Yahudilerin kalelerine girdiler.
Onlar şimdi Yahudilerle birlikte kalelerdedirler.
Kalelerde 10.000 savaş eri bulunuyor.[86] Onlar, Muhammed ve ashabı ile çarpışmak için bekliyor-lar![87]
Onlar, oklarla vurulmaz, başa çıkılmaz kalelilerdir!
Kendilerinin yanlarında da, pek çok silahlan ve yiyecekleri vardır.
Yıllarca kuşatılacak da olsalar, yine, bunlar kendilerine yeterlidir.
Onların kalelerinde içecekleri, devamlı akar sulan davardır.
Onlara hiç kimsenin dayanabileceğini sanmıyorum!" dedi.
Abbâd b. Bişr, kamçısını kaldırıp ona birkaç kamçı vurdu ve:
"Sen ancak onların bir casususundur! Bana doğrusunu söyle! Yoksa boynunu vururum!" dedi.
Bedevî:
"Sana doğrusunu söylersem, bana eman verir, kanımı bağışlar mısın " diye sordu.
Abbâd b. Bişr
"Evet!" dedi.
Bunun üzerine, Bedevî:
"Onlar, Yesrib Yahudilerine (Benî Kurayza ile Benî Nadîriere) yapmış olduğunuz şeyden korkuya düşmüş bir cemaattirler.
Medine Yahudileri, Medine´ye emtia satın almaya giden amcamın oğlunu buldular. Sizin sayıca az, atlarınızın ve silahlarınızın da az olduğunu haber vermek üzere, onu Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a göndermişler.
Ona:
´Muhammed, şimdiye kadar sizin gibi iyi çarpışan bir kavimle karşılaşmamıştır.
Muhammed´in; harp malzemelerinizin, sayınızın, silahınızın çokluğunu, kalelerinizin sarplığını bilemeyerek üzerinize yürümesine, Kureyşîler ve Araplar sevinmektedirler.
Kureyşîlerve başkaları, durumu dikkatle izliyorlar.
Kureyşîler
"Hayber Yahudileri Muhammed´i yenecektir! Eğer Muhammed muzaffer olursa, bu temelli horluk olur!´ diyorlar´ demişler.
Ben bütün bunları işitmiş bulunuyorum.
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, bana:
´Sen git de, yolda onların önlerine geç!
Onlar senin ne iş üzerinde bulunduğunu anlayamazlar.
Sen onları bizim hesabımıza korkut!
Bir dilenci gibi, yanlarına sokul.
Onlara sayımızın ve yardımcılarımızın çokluğunu anlat!
Kendileri hakkında edineceğin haberlerle yanımıza dönmekte acele et!1 dedi."[88]
Abbâd b. Bişr bedevîyi Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi ve kendisinden aldığı bilgileri Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Hz. Ömer:
"Vurun onun boynunu" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Ben ona eman verdim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Abbâd! İş belli oluncaya kadar, sen onu yanında tut!" buyurdu.[89]
Bedevî bir iple bağlandı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber´e varınca, Bedevîye İslâmiyeti anlattı ve:
"Seni üç kere İslâmiyete davet edeceğim. Müslüman olmazsan, boynundan ip çıkan İm ayacaktır!" buyurunca, bedevî Müslüman oldu.[90]
Hayber Yahudilerinin Gatafanların Desteğini Sağlamaları
Bedevinin dediği doğru idi:
Kinane b. Ebi´l-Hukayk ile Hevze b. Kays, yanlarına Yahudilerden 14 kişi alarak müttefikleri bulunan Gatafanlara gitmişler, Hayberln bir yıllık hurma mahsulünün yarısını vermeyi taahhüt edip onların yardımını sağlamışlardı.
Gatafanlar, Utbe b. Bedr´in kumandası altında hazırlıklı ve atlı olarak Hayber´e gelip Yahudilerle birlikte kalelere girmişlerdi.[91]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber´e gelmeden üç gün önce, Uyeyne b. Hısn da, Yahudilere yardım etmek üzere, Gatafanlardan 4.000 kişi ile gelip Natat kalesine girmiş bulunuyordu.[92]
Mücahidlerin Yolda Yüksek Sesle Tekbir Getirmekten Men Edilmeleri
İslâm mücahidleri, bir vadiye erişince:
"Allahuekber! Allahuekber! Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber!" diyerek hep birden yüksek sesle tekbir getirmeye başlamışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nefeslerinize acıyınız!
Çünkü, sizin dua ettiğiniz Allah ne sağırdır, ne de gaibdir!
Siz en çok işiten ve en yakın olan Allah´a dua ediyorsunuz"[93] buyurdu.[94]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Varışı ve Allah´a Dua Edişi
Kılavuz; İslâm mücahidlerini Şerir vadisine kadar götürdü.[95]
Şerir; Hayberyakınında bir vadidir.[96]
Karkara vadisine erişilince, namaz vakti girmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, vadiden çıkıncaya kadar namazı kılmadı.[97]
Karkara Hayber´e altı mildir.[98] İslâm mücahidleri, Karkaraya ininceye kadar vadiyi takip ettiler.[99]
Pegyamberimiz Aleyhisselam, Şıkk ile Natat arasında konakladı.
Oradaki böğürtlen, Sincan dikenlik ve çalılığı üzerinde namazını kıldı. Namaz kıldığı yer, çevresi taşla çevrilerek mescid haline getirildi.[100]
Sonra, doğrulup Şıkk kalesiyle Natat kalesi arasından, Hayber´e doğru ilerlediler.[101]
Peygamberimiz Aleyhisselam, o sırada "Durunuz!" buyurarak mücahidleri durdurdu ve Allah´a şöyle dua etti:
"Ey göklerin ve gölgelediklerinin Rabbi olan Allah´ım!
Ey yerlerin ve yüklenip taşıdıklarının Rabbi olan Allah´ım!
Ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah´ım!
Ey rüzgârların ve savurduklarının Rabbi olan Allah´ım!
Biz Senden bu kentin hayrını ve iyiliğini, bu kent halkının hayrını ve iyiliğini ve kentte bulunan herşeyin hayrını ve iyiliğini dileriz!
Bu kentin şerrinden, bu kent halkının şerrinden, bu kentte bulunan herşeyin şerrinden de Sana sığınırız!
Haydi ilerleyiniz, Bismillah!"[102]
Hayber Yahudilerinin Zanları, Görüşleri ve Savaşmaya Hazırlanıp Aralarında Anlaşmazlığa Düşmeleri
Hayber Yahudilerinin 10.000 kişilik savaş erleri[103] her gece tanyeri ağarmadan önce silahlarını kuşanıp savaş düzenine göre saf bağlarlar;[104] kalelerine, kalelerinin sarplığına, silahlarının ve sayılarının çokluğuna bakarak Peygamberimiz Aleyhisselamın kendileriyle çarpışamayacağını sanırlar ve:
"Muhammed mi bizimle çarpışacak ! Ne kadar uzak!" diyerek gururlanırlardı.[105]
Peygamberimiz Aleyhisselam geceleyin meydanlarına gelip konuncaya kadar, Hayber Yahudilerinin haberleri olmadı.
Hayber Yahudileri, aralarında anlaşmazlığa da düştüler.
Haris Ebu Zeyneb adındaki Yahudi kaleler dışında karargâh kurmalarını ve Peygamberimiz Aleyhisselamla kaleler dışında çarpışmalarını teklif ve tavsiye etmiş ve:
"Benim gördüğüm, Muhammed tarafından kuşatıldıktan sonra onun emrine boyun eğerek kalelerinden inmek zorunda kalanlar için hayat hakkı kalmamış, onlardan kimisi esir edilmiş, kimisi de sonradan öldürülmüştür!" demişti.
Yahudiler
"Bizim bu kalelerimiz, senin o misal getirdiğin kalelere benzemez! Bu sarp kaleler, dağların tepeleri üzerindedir!" demişler, Hâris´in görüşünü benimsememişler ve kalelerine sığınmışlardı.[106]
Yahudilerin ileri gelenlerinden Sellâm b. Mişkem Hayber´in Sa´b b. Muaz kalesinde idi.
Yahudi casuslarından birtopluluk onun evine gittiler.
Ona, kaleden dışarı çıkıp da mı, yoksa kalelere sığınarak mı çarpışılmasının uygun olacağını danıştılar.
Sellâm, onları kaleden dışarı çıkarak çarpışmaya teşvik etti ve:
"Yerinde olan görüş; Abdullah b. Übeyy´in öğüt yoluyla size işaret eylediğidir!" dedi.
Fakat, Hayberliler kalelerden dışarı çıkmaya cesaret edemeyerek kalelerinde kaldılar.[107]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm mücahidleriyle birlikte Hayber´e geldiği gece Hayberliler hep uykuya dalmışlar, hiç kımıldamamışlar, horozları bile ötmem işti. Güneş doğunca, tarlalarına gitmek üzere kalelerinin kapılarını açmışlardı.[108]
Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam bir kavimle çarpışacağı zaman, sabah olmadıkça onlara ansızın baskın yapmaz, ezan sesi işitirse baskın yapmaktan vazgeçer, ezan sesi işitmezse baskın yapardı.
Hayber´e geceleyin inmiştik.
Resûlullah Aleyhisselam orada geceyi geçirdi.[109]
Sabah namazını Hayber´in yanıbaşında, daha karanlık iken kıldık.[110]
Sabah olup Hayber´den ezan sesi işitmeyince,[111] hayvanına bindi.
Bizler de hayvanlarımıza bindik.
Ben Ebu Talha´nın terkisine bindim.
Giderken, benim dizim Resûlullah Aleyhisselamın dizine değmekte idi.[112]
Sabahleyin, Hayber işçileriyle karşılaştık.[113]
İşçiler, kaleden çıkıp, araçları, zenbilleri, kovaları ile[114] tarlalarına gidiyorlardı.
Resûlullah Aleyhisselamla askerlerini görür görmez:
İşte Muhammed ve Hamîs![115] İşte Muhammed ve Hamîs! Vallahi, Muhammedi İşte Muhammed ve Hamîs!´[116] diyerek bağırıştılar ve hemen arkalarına dönüp kaçtılar.[117]
Resûlullah Aleyhisselam, ellerini kaldırdı [118] ve:
´Allahuekber! Allahuekber! Harab olup gitti Hayber!
Biz düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, uyarılmış olan o kâfirlerin hali yaman olur!´ buyurdu [119] ve bunu üç kere tekrarladı ."[120]
Hamîs; ordu,[121] büyük askerî birlik demektir.
Cahiliye çağında da, orduya hamîs denirdi.[122]
Orduya hamîs denilmesi de beş kısımdan; yani öncü, ardcı, orta, sağ ve sol yan birliklerinden oluştuğu içindir.[123]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Menzile mevkiine kadar ilerledi, hayvanından indi, yürüyerek oradaki bir kayaya doğru gitti.[124]
Hayvanın yularını çekmek istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayvanı kendi haline bırakınız!" buyurdu.
Hayvan kayanın yanına varıp çöktü.[125]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağırlıklarının yanına bırakılmasını, mücahidlerin de oralara inmelerini em retti.[126]
Hayber´e, hurmaların koruk ve ham bulunduğu bir sırada gelinmişti.
Hava ise çok sıcak ve sıcaklık da tehlikeli derecede idi.[127]
Menzile karargâhında, Peygamberimiz Aleyhisselam için bir mescid yapıldı.[128]
Peygamberimiz Aleyhisselam nafile (teheccüd) namazını orada kıldı.
Menzile adını taşıyan bu mescid taştan yapılmıştı.[129]
Menzile Mescidi, içinde bayram namazları da kılınan en büyük ve geniş mesciddir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kılarken yöneldiği kaya da bu mescidin içindedir.[130]
Hubab b. Münzir´in Karargâh Hakkında Arzettiği Görüşünü Peygamberimiz Aleyhisselamın
Benimseyip Muhammed Mesleme´ye Karargâh İçin Elverişli Bir Yer Aratışı
Hubab b. Münzir:
"Yâ Rasûlallah! Burası Natat kalesine çok yakındır. Hem de, Hayber´in bütün savaşçıları orada toplanmıştır.[131]
Ben Natat kalesi halkını çok iyi tanırım.
Onlar kadar uzaklara ok atabilen ve onlar kadar oklarını isabet ettiren bir kavim yoktur.
Bununla birlikte, onlar bizim üst tarafımızda da bulunuyorlar.[132]
Bizim bütün tutum ve davranışlarımızı görebilecek, öğrenebilecek bir mevkidedirler.
Biz ise, onların tutum ve davranışlarını görebilecek, öğrenebilecek mevkide değiliz![133]
Onların okları, yukarıdan aşağı doğru hızla iner,[134] bizim oklarımız ise onlara ulaşmaz![135]
Bununla birlikte, onların evlerinden sık sık çıkıp sık hurma ağaçlan içinde siperlenmeyeceklerinden de emin değilim.[136]
Burası, humna bahçeleri arasında tehlikeli bir yerdir.
Tehlikelerden, bozukluklardan uzak bir yeri karargâh edinmeyi emretseniz olmaz mı [137]
Hiç değilse, şu kara taşlık, kayalık yeri aramızda bulunduralım.
Yahudilerin atacakları oklar bize erişemesin!" dedi.[138]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubab b. Münzir´e:
"İşaret ettiğin görüş yerindedir!" buyurdu[139] ve Muhammed b. Mesleme´yi yanına çağırarak, ona:
"Bak! Yahudilerin kalelerinden ve bataklık hastalığından uzak, Yahudi evlerinden yapılabilecek saldırılardan emniyet ve selamette kalabileceğimiz, karargâh edinmeye elverişli bir yer araştır!" buyurdu.
Muhammed b. Mesleme etrafı dolaşarak Reci´e kadar vardıktan sonra, geceleyin Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Senin için, karargâh edinmeye elverişli bir yer buldum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah´ın bereketi onun üzerinde olsun!" buyurdu.[140]
Sellâm b. Mişkem´in Teşviki Üzerine Yahudilerin Savaşmaya Karar Vermeleri
Hayber Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın ordusu ile birlikte Hayber´e geldiğini görünce, kalelere çekilmişler, Sellâm b. Mişkem´e gidip durumu haber vermişlerdi.
Sellâm b. Mişkem:
"Siz benim sözümü dinlemediniz! Muhammed´in üzerine yürümekte kusur ettiniz!
Bari burada onunla çarpışmakta kusur etmeyiniz!
Onunla çarpışa çarpışa ölmeniz, sizin için, tek başınıza kalmanızdan hayırlıdır" dedi.
Bunun üzerine, Yahudiler, sonuna kadar savaşmaya kararverdiler.
Mallarını, çoluk ve çocuklarını Ketibe kalesine götürdüler.
Erzak ve yiyeceklerini de Nâim kalesinde depoladılar.
Bütün savaş erlerini Natat kalesinde topladılar.
Sellâm b. Mişkem de, hasta olduğu halde, onlarla birlikte Natat´a geldi. Yahudileri savaşmaya kışkırttı durdu ve orada da öldü.[141]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Öğütleyişi ve Cihada Teşvik Buyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerinin savaşmaya hazırlandığını anlayınca, geceleyin mücahidleri Natat kalesinde toplanan Yahudilerle çarpışmak üzere hazırladı.
Sabır ve sebat ettikleri takdirde muhakkak zafere ve ganimete ereceklerini onlara müjdeledi ve kendilerini çarpışmaya teşvik etti.
Yahudiler İslâm karargâhına ok yağdırmaya başladılar.[142]
Yahudilerin attıkları oklar İslâm karargâhının gerisine düşmekte,[143] İslâm mücahidleri de bu okları toplayıp yaylarına yerleştirerek onlara atmakta idiler.[144]
İslâm mücahidleri o gün Natat´taki Yahudi topluluğu ile akşama kadar savaştılar.
İlk günde, Natat Yahudilerinin attıkları oklarla yaralanan mücahidlerin sayısı elliyi buldu.
Hubab b. Münzir:
"Yâ Rasûlallah! Karargâhı hemen değiştirsen iyi olur" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akşam olunca, inşaallah değiştiririz!" buyurdu.
Akşamleyin, Peygamberimiz Aleyhisselam, yakınlarındaki evlerden gelebilecek tehlikelerden ashabını korumak için, karargâhın yeni yere değiştirilmesini emretti.
Mücahidler karargâhı Reci´e taşıdılar.
Hz. Osman da Reci1 karargâhında görevlendirildi.[145]
Natat ve Nâim Kaleleri Önünde Savaşa Devam Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; her gün sabahleyin silahlanarak İslâm mücahidleri ile birlikte bayraklarını çekip gelmekte, Natat´ın üst tarafında akşama kadar Yahudi kuvvetleriyle savaşmakta, akşam olunca da Reci1 karargâhına dönmekte idi.
Yaralanan mücahidler, Reci1 karargâhına götürülüp tedavi edilmekte idiler.
İlk günde yaralananlar da orada tedavi edilmişlerdi.[146]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hastalanışı ve Savaşa Bazı Sahabilerin Kumandası Altında Devam Edilişi
Büreyde b. Husayb´ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, tutulup bir-iki gün süren yanm baş ve yüz ağrısından dolayı Müslümanların yanına çıkamamış,[147] aksancağını Hz. Ebu Bekir´e verip onu Yahudilerle çarpışmaya göndermişti.
Hz. Ebu Bekir mücahidi erle gitti, şiddetle çarpıştı. Fakat, kaleyi ele geçiremedi.[148] Bozguna uğradı, geri döndü.[149]
Ertesi günü, mücahidlerle birlikte Hz. Ömer gönderildi. O da, Hayber Yahudileriyle şiddetle çarpıştı. Fakat, ona da kaleyi fethetmek nasip olmadı.[150] Mücahidlerle birlikte bozulup geri döndüler ve birbirlerini korkaklıkla suçladılar.[151]
Hz. Ömer tekrar gitti. Yine zafer elde edemedi.[152]
Peygamberimiz Aleyhisselam, sancağını Ensardan bir zâta (Sa´d b. Ubâde´ye) verdi.
O da, gitti, bir iş yapamadan geri döndü.[153]
Yahudilerin Saldırıya Geçişi ve Mücahidleri Bozguna Uğratışı
Yahudilerin hücum birlikleri, önlerinde Haris Ebu Zeyneb olduğu halde, yerleri sarsa sarsa ilerlemeye başladılar.
Ensar sancaktarı, İslâm mücahidleriyle birlikte onları karşıladı, kalelerine girinceye kadar, onları geriletti.
Fakat, Merhab´ın kardeşi Üseyr, kaleden askerleriyle çıkıp Ensar sancaktarının kumandası altındaki Müslümanları bozguna uğrattı. Peygamberimiz Aleyhisselamın bulunduğu yere kadar gelip dayandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlere kızdı, Allah´ın Müslümanlara dünyadaki ve ahiretteki vaadlerini hatırlattı. Üzgün olarak akşamladı.
Ensar sancaktarı Sa´d b. Ubâde de yaralandı.
Ensar ve Muhacir sancaktarlanyla arkadaşları, birbirlerini geç ve ağır davranmakla suçlamakta ve:
"Hep sizin yüzünüzden!" demekte idiler. [154]
Yedi gün, Reci1 karargâhından gelinip, Natat´a üst tarafından hücumlar yapıldı.[155]
Mahmud b. Mesleme´nin Üzerine Bırakılan Taşla Şehit Edilişi
Yazın en sıcak bir günü idi. Mahmud b. Mesleme, hararetten ve çarpışmaktan yorgun ve bitkin düşmüştü. Silahlarının hepsi de üzerinde bulunuyordu. Gölgelenmek ve dinlenmek için Nâim kalesinin dibine oturmuştu.
Nâim kalesinde savaşçı bulunmadığını, orada ancak erzak ve eşya bulundurulduğunu sanıyordu.
Merhab[156] yukarıdan Mahmud b. Mesleme´nin üzerine el değirmeni taşını bıraktı.
Taş, onun başına düşünce, miğferini ezdi, alnının derisini yüzüne kadar yüzüp indirdi.
Mahmud b. Mesleme, Reci´deki İslâm karargâhına götürüldü. Aldığı yaradan, üç gün sonra, Merhab´ın öldürüldüğü gün, dünyaya gözlerini yumdu.[157]
Âmir b. Ekvâ´nın Merhab´la Çarpışırken Kendi Kılıcıyla Yaralanıp Şehit Oluşu
Hayberli Yahudilerin kumandanlarından ve ünlü kahramanlarından Merhab, kılıcını sallaya sallaya kaleden dışarı çıktı.[158]
Merhab´ın kılıcında:
"Bu kılıç Merhab´ın kılıcıdır ki, onu kim tadarsa helak olur!" diye yazılı idi.[159]
Merhab, dışarı çıkınca:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tımağa kadar silahlanan, cesareti ve kahramanlığı denenip durmuş olan Merhab´ımdır!" diye övünerek, kendisiyle çarpışacak er diledi.
İslâm mücahidlerinden Âmir b. Ekvâ da, onunla çarpışmak için ortaya çıkıp:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben de, tepeden tımağa kadar silahlı, kendisini savaşın dehşetleri ve şiddetleri içine atmaktan çekinmeyen Âmir´imdir!" dedi.
Hemen birbirleriyle vuruştular.[160]
Önce, Merhab Âmir´e kılıçla saldırdı.
Âmir kalkanı ile korundu.
Merhab´ın kılıcı kalkana saplandı.
Âmir kılıcını kaldırıp Merhab´ın bacağına, aşağıdan yukarıya doğru olanca hızıyla çaldı[161]
Âmir b. Ekvâ´nın kılıcı kısa idi.[162]
Âmir, Merhab´ın bacağına kılıcını hızla vurduğu zaman, kılıcın ağzı kendisine yönelip kendi bacağının orta damarını kesiverdi![163]
Bu yara, kendisinin şehit olmasına sebep oldu.[164]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Reci´den Menzileye döndüğü zaman, Âmir b. Ekvâ yaralanmış bulunuyordu.
Kendisi hemen Reci´e götürüldü.[165]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu Reci´deki bir mağaraya Mahmud b. Mesleme ile birlikte gömdü.[166]
Yüce Allah, ikisinden de razı olsun![167]
Hayber Yahudilerinin İslâmiyete Davet Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yahudilere bir şeytan gelmiş de:
´Muhammed, ancak, mallarınızı ele geçirmek için sizinle çarpışıyor!1 demiş.
Onlara:
´Öyle ise, Lâ ilahe illallah deyiniz de, mallarınızı, canlarınızı koruyunuz! Ahiretteki hesabınız ise Allah´a aittir!1 diye sesleniniz!" buyurdu.
Yahudilere seslendiler.
Yahudiler
"Musa´nın aramızdaki Kitabı olan Tevrafa yemin ederiz ki; biz ne istediğiniz şeyi yaparız, ne de dinimizi bırakırız!" diyerek karşılık verdiler.[168]
Natat Çevresindeki Hurma Ağaçlarının Kesilişi
İslâm mücahidi eriyle Yahudi kuvvetlen arasında sık ağaçlı hurma bahçeleri bulunuyor ve Yahudilerin bunlar arasında siperleneceklerinden endişe ediliyordu.[169]
Yahudilerin yegâne iktisadî güçleri de, Medine´de yitirip Hayber´de buldukları hurma bahçeleri idi.
Nitekim, Medine´den ayrıldıkları sırada, Sellâm b. Ebil-Hukayk:
"Biz, buradaki hurmalıklarımızı bırakıyorsak, Hayber´in hurmalıklarına varıyoruz!" diyerek bağır-mışti.[170]
Bunlar, onlara, evlatlarından daha sevgili idi.[171]
Hayberliler Gatafanları ne zaman kendilerine yardıma çağımnışlarsa, onlara hep Hayber´in hurma mahsulünden vermeyi taahhüt etmişlerdi .[172]
Düşmanın iktisadî gücünü sarsmak, ona indirilecek darbenin en etkilisi ve en yenicisi idi.
Bunun için, Hubab b. Münzir, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Hurma ağaçları, Yahudilere evlatlarından daha sevgilidir. Onların hurma ağaçlarını kes de, ümitleri ve direnme güçleri kırılsın!" demişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, hurma ağaçlarının kesilmesini emretti.
Müslümanlar, Natat hurma bahçelerinden, dört yüz ağaçtan başka ağaç kesmediler.[173]
Yahudilerden Ayrılıp Gitmesi İçin Uyeyne b. Hısn´la Konuşulması
Gatafanların başkanı Uyeyne b. Hısn´ın Gatafan savaş erleriyle gelip Hayber kalesine girdiği ve Yahudilerin yanında bulunduğu sıralarda, Peygamberi m iz Aleyhisselam ona Sa´d b. Ubâde´yi gönderdi.
Sa´d b. Ubâde, kalenin dibine kadar varıp:
"Ben Uyeyne b. Hısn´la konuşmak istiyorum!" diyerek onlara seslendi.
Uyeyne b. Hısn Sa´d b. Ubâde´yi içeri almak isteyince, Merhab:
"Onu içeri sokma!
O, kalemizin bozuk yerlerini görür, gelinecek köşelerini öğrenir!
Fakat, sen onun yanına git!" dedi .[174]
Merhab´ın köşkü ile kardeşi Yâsir´in konağı da Natat´ta idi.[175]
Uyeyne b. Hısn:
"Kalenin sarplığını, çetinliğini ve kaledeki savaş erlerinin çokluğunu görsün diye onu içeri sokmak isterdim" dedi.
Merhab, Sa´d b. Ubâde´nin içeri sokulmasına yanaşmadı.
Bunun üzerine, Uyeyne b. Hısn, kalenin kapısına vardı.
Sa´d b. Ubâde, ona:
"Resûlullah Aleyhisselam beni sana gönderdi.
´Yüce Allah bana Hayberln fethini va´d buyurdu. Siz geri dönüp gidiniz! HayberYahudilerine galebe çaldığımız zaman, Hayberln bir yıllık hurma mahsulü sizin olsun!´ buyuruyor" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Biz, vallahi, müttefiklerimizi hiçbir şey için geri bırakmayız!
Biz, senin de, senin yanında bulunan kimselerin de şuracıktaki gücünün ne olduğunu çok iyi biliyoruz.
Şu Yahudi kavminin müstahkem kaleler halkı olduğunu, savaş erlerinin sayılarının ve silahlarının çokluğunu da biliyoruz.
Eğer sen ve yanındakiler burada daha fazla kalırsanız, mahvolacaksınız.
Eğer çarpışmak isterseniz, savaş erlerini ve silahlarını üzerinize çekmekte acele etmiş olacaksınız!
Hayır! Vallahi, şu Hayberliler ansızın baskın yapıp sizi mağlup eünek maksadıyla üzerinize yürümüş ve bunu başaramayarak geri dönüp gitmiş olan Kureyş kavmi gibi değillerdir.
Bunlar savaşta size öyle tuzaklar kuracaklar ve onu öyle uzatıp duracaklar ki, en sonunda onlara eğilmek zorunda kalacaksınız!" dedi.
Sa´d b. Ubâde:
"Ben şüphesiz olarak bilir ve sana da bildiririm ki; sana teklif ettiğimiz şeyi içinde bulunduğun şu kalede bir gün dilemek zorunda kalacaksın da, sana kılıçtan başka karşılık vermeyeceğiz
Ey Uyeyne! Yesrib Yahudilerinden yurtları yanıbaşımızda olanların neye uğradıklarını, nasıl darmadağın olduklarını görmüşsündür" dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına dönüp Uyeyne´nin söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber vererek, şunları söyledi:
"Yâ Rasûlallah! Yüce Allah sana olan va´dini yerine getirecek ve sana yardım edecektir! Sen şu çöl Arabına bir tek hurma bile verme!
Yâ Rasûlallah! Onlar, kendilerine kılıçların sıyrıldığını görecek olurlarsa, daha önce Hendek´te yaptıkları gibi, yurtlarına kadar kaçarlar!" dedi.[176]
Gatafanlardan Benî Fezâre cemaatine de, Hayber Yahudilerine yardım etmekten vazgeçtikleri, dönüp yurtlarına gittikleri takdirde Hayber´in bir yıllık hurma mahsulünden verileceği teklif edilmiş, bunlar da Peygamberimiz Aleyhisselamın bu teklifine-Uyeyne b. Hısn gibi-yanaşmamışlardır.[177]
Gatafanların Acele Yurtlarına Dönüşü ve Yahudilerin Hayal Kırıklığına Uğrayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerin hücumlarını Gatafanların bulundukları kaleye yöneltmelerini emir buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu emri zeval vakti ile akşam vakti arasında ve Gatafanların Natat, Nâim kalesinde bulundukları sırada vermişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın seslenicisi:
"Gatafanların içinde bulundukları Nâim kalesi yanında bayraklarınızı çekip sabahlayacaksınız!" diyerek seslenince, Gatafanlaro gecelerini korku içinde geçirdiler.
Bu geceden sonra, gökten mi, yoksa yerden mi geldiğini pek anlayamadıkları bir bağırıcının:
"Ey Gatafan cemaatı! Hayfâ´da bulunan ev halkınız! Ev halkınız! İmdad! İmdad! Ne dere kaldı, ne mal!" diyerek üç kere bağırdığını işittiler, acele Hayber´den ayrılıp yurtlarına gittiler.
Sabaha çıkılınca, Ketibe kalesinde bulunan Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a, Gatafanların gittikleri haber verildi.
Kinane´nin elleri yanlarına düştü, zelil oldu. Yok olunacağını anladı ve:
"Biz, şu çöl Araplanyla hep boşuna biraraya geldik durduk.
Biz onların yanına vardık. Bize yardım va´d etmemiş olsalardı, biz Muhammed´le savaşıcı olmazdık.
Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´ın:
´Şu çöl Araplarından hiçbir zaman yardım istemeyiniz!
Biz onlan hep denemiş dumnuşuzdur.
Onlar Benî Kurayzalara yardım için çağırılmışlardı. Onları aldattılar.
Biz onlarda bize karşı hiçbir vefakârlık göremedik.
Huyey b. Ahtab da, onların yanına kadar gitmişti.
Fakat, onlar Muhammed´den barış dileğinde bulundular.
Sonra Muhammed BenîKurayzalar üzerine yürüyünce, Gatafanlar dağılarak ev halklarının yanlarına döndüler1 dediğini unutmamalı idik" dedi.[178]
Gatafanların Hayber´den Döndüklerine Üzülmeleri
Gatafanlar, Hayfâ´daki halklarına gelip kavuştukları zaman, onları eskiden oldukları durumda buldular ve onlara:
"Sizi herhangi bir sürükleyici oldu mu " diye sordular.
"Hayır! Vallahi, biz sizin ganimet alıp getirdiğinizi sanmıştık.
Halbuki, yanınızda ne bir ganimet, ne de bir hayır görüyoruz! " dediler.
Uyuyne b. Hısn, adamlarına:
"Vallahi, bu, Muhammed ve ashabının aldatmalarındandır!
Vallahi, biz aldatıldık!" dedi.
Haris b. Avf:
"Siz hangi şeyle aldatıldınız " diye sordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Natat kalesinde iken, gecenin ilk üçte biri sıralarında, bir bağırıcının:
´Hayfâ´daki ev halkınız! Ev halkınız! Ne dere kaldı, ne mal!´ diyerek üç kere bağırdığını işittik.
Sesin gökten mi, yoksa yerden mi geldiğini anlayamadık!" dedi.
Haris b. Avf:
"Ey Uyeyne! Vallahi, sağlığında bundan yararlanabilirsin!
Vallahi, işitmiş olduğun ses, gökten gelmiştir!
Vallahi, Muhammed herkesi yenecek; dağların başında olanlara bile, dilerse, erişecektir!" dedi.
Uyeyne b. Hısn, ev halkının yanında birkaç gün oturduktan sonra, adamlarını Yahudilerin yardımına gitmek için yanına çağırdı.
Haris b. Avf, gelip:
"Ey Uyeyne! Sen beni dinle de, evinde otur! Yahudilere yardımı bırak!
Bununla birlikte, sanıyorum ki; Hayber´e döndüğünde, Muhammed orayı fethetmiş, ele geçirmiş bulunacaktır!
Senin bu tutum ve davranışınla, hakkında iyi davranılacağından emin değilim!" dedi.
Uyeyne, Hâris´in sözlerini kabulden kaçındı ve:
"Ben müttefiklerimi hiçbir şey için geri bırakmam!" dedi.[179]
İki Mülteci Yahudinin Hayber ve Hayberliler Hakkında Bilgiler Vermeleri
Ka´b b. Malik der ki:
"Reci´deki karargâhımızda bulunduğumuz sırada, Natat halkından Simâk adlı bir Yahudi:
´Eğer bana eman verirseniz, yanınıza geleyim1 diyerek seslendi.
Biz:
´Olur!1 dedik, hemen onun yanına koştuk.
Kendisinin yanına ilk varan, bendim.
Ona:
´Sen kimsin 1 diye sordum.
´Yahudilerden bir adamım´ dedi.
Kendisini alıp Resûlullah Aleyhisselamın yanına koyduk.
Yahudi:
´Ey Ebu´l-Kasım! Yahudilerin sakıncalı, gizli, önemli yerlerinden bazılarını sana göstermek şartıyla bana ve ev halkıma eman verir misin ´ diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Evet!´ buyurdu.
Yahudi Simâk, Yahudilerin kalelerini ele geçirmeye elverişli yerlerini Resûlullah Aleyhisselama haber verdi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam ashabını yanına çağırdı, onları Yahudilerle çarpışmaya teşvik etti.
Yahudilerin aralarında anlaşmazlık çıktığını ve müttefikleri olan Gatafanların da kaçtıklarını bildirdi."[180]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Reci1 karargâhında kaldığı yedi günde, geceleri ashabı arasında sıra ile karargâhı bekleme nöbeti tutturdu.
Altıncı gecede, nöbet sırası Hz. Ömer´de idi.
Hz. Ömer´in arkadaşlarıyla birlikte gece yarısı ordugâh çevresinde dolaştığı sırada, Yahudilerden bir adam bulunup getirildi.
Hz. Ömer, onun boynunun vurulmasını emretti.
Yahudi:
"Beni Peygamberinizin yanına götürünüz! Onunla konuşacağım!" deyince, Hz. Ömer onu öldürmekten vazgeçti.
Yahudi ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırına kadar gittiler. Peygamberimiz Aleyhisselamı namazda buldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer´in geldiğini işitince, selam verdi.
Hz. Ömer, Yahudi ile birlikte içeri girdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudiye:
"Gerinde ne haber var ve sen kimsin " diye sordu.
Yahudi:
"Ey Ebu´l-Kasım! Bana eman ver, sana doğrusunu söyleyeyim " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur!" buyurdu.
Yahudi:
"Ben Natat halkının yanından geliyorum. Onların hiç düzenleri kalmamıştır.
Onları bu gece kaleden çıkıyor oldukları halde geride bıraktım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar nereye gidiyorlar " diye sordu.
Yahudi:
"Öteden beri içinde bulundukları Şıkk kalesine zelil olarak gidiyorlar!
Kendileri senden son derecede korkmuş bulunuyorlar!
Onların yürekleri, korkularından duracak gibi çarpıyor!
Yahudilerin silah, erzak ve yağlan bu kalede depolanmıştır.
Birbirleriyle çarpışırlarken kullanmış oldukları kale araçlarını içinde sakladıkları yeraltındaki ev de bu Natat kalelerindedir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o araçlar " diye sordu.
Yahudi:
"Bir adet mancınık[181]
İki aded debbabe (kale yapım ve yıkımında kullanılan araç),[182]
Birçok zırh gömlek,
Miğferler,
Kılıçlar., gibi silahlardır.
Yarın, kaleye girdiğinde, oraya da girersin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İnşaallah!" buyurdu.
Yahudi:
"İnşaallah, seni onun üzerine kadar götürüp durduracağım.
Orayı, Yahudilerden, benden başka hiç kimse bilmez!
Dahası da var!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o dahası da " diye sordu.
Yahudi:
"Araçları çıkardıktan sonra, onu Şıkk kalesine dikmedir!
Debbabenin de altına adamlar girip kalenin dibini kazar ve delerler! Orayı bir günde fetheder, ele geçirirsin!
Ketibe kalesinde de böyle yaparsın!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Sanırım ki, bu adam doğru söylüyor" dedi.
Yahudi:
"Ey Ebu´l-Kasım! Bana eman verecek, kanımı dökmeyeceksin, değil mi " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen emniyet ve selamettesin" buyurdu.
Yahudi:
"Nizar kalesindeki karımı da bana bağışla!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu da sana bağışladım!" buyurdu ve ona:
"Yahudiler çoluk çocuklarını Natat kalesinden ne için ayırdılar " diye sordu.
Yahudi:
"Serbestçe çarpışabilmek için onları yanlarından ayırdılar, çoluk çocukları Şıkk ve Ketibe kalelerine gönderdiler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudiyi İslâmiyete davet etti.
Yahudi:
"Bana birkaç gün mühlet ver!" dedi.[183]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´in Fethedileceğini Müjdeleyişi ve Onu Fethedecek Yiğidin
Vasıflarını Bildirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki, Allah ve Allah´ın Resûlü onu sever,[184] o da Allah´ı ve Allah´ın Resûlünü sever![185]
O, Hayber´i fethetmedikçe, arkasına dönmeyecektir[186]
O, Hayber´i zorla alacaktır![187] Allah, fethi onun eli ile gerçekleştirecektir. [188] Kendisi düşmandan yüz çevirici, kaçıcı kişi de değildir!" buyurdu.[189]
Sancağın Kime Verileceğinin Ümit ve Merakla Beklenişi
Sehl b. Sa´d´ın bildirdiğine göre; sahabiler geceyi sancağın kime verileceğini konuşarak geçirmişler, hemen hepsi de sancağın kendilerine verileceğini ummuş durmuşlardı.[190]
Büreyde b. Husayb der ki:
"Yarın Hayber´in fethi nasip ve müyesser olacak diye geceyi gönül rahatlığı ve ferahlığı içinde geçirdik.
Sabah namazı vakti olunca, Resûlullah Aleyhisselam sabah namazını kıldırdıktan sonra ayağa kalktı ve sancağın getirilmesini istedi.
Mücahidler Resûlullah Aleyhisselamın karşısında saf bağlamışlardı.[191]
Resûlullah Aleyhisselam, getirilen sancağı eline alıp salladı, sonra da:
"Bunu, hakkını yerine getirmek üzere, kim alır " diye sordu.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve hemen bütün Kureyş Muhacirleri, sancağı almak için boyunlarını uzatıp durdular.
Sa´d b. Ebi Vakkas, önce, Peygamberimiz Aleyhisselamın hizasına çöktü. Sonra da, kalkıp önünde durdu.[192]
Büreyde b. Husayb da sancağa uzananlar arasında idi.[193]
Zübeyr b. Avvam, gelip:
"Sancağı ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Geç!" buyurdu.
Sonra, başka birisi geldi ve:
"Ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
"Geç!" buyurdu.
Daha başka birisi kalkıp:
"Ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
"Geç!" buyurduktan sonra:
"Muhammed´in zâtını peygamberlikle şereflendiren Allah´a andolsun ki; ben bu sancağı öyle birer kişiye vereceğim ki, o, düşmandan kaçmak nedir bilmez!" buyurdu.[194]
Hz. Ömer;
"Benim, kumandanlığı o günkü kadar arzuladığım hiç olmamıştır!" demiştir.[195]
Hayber Fatihliğinin Hz. Ali Üzerinde Gerçekleşmesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir müddet bekledikten sonra: "Ali nerededir " diye sordu. "Yâ Rasûlallah! Onun gözleri ağrıyor!" dediler.[196] Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu bana çağırınız " buyurdu.[197]
Seleme b. Ekvâ kalkıp gitti, Hz. Ali´yi elinden tutarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi.[198]
Hayber"in tozundan, Hz. Ali´nin gözleri ağrımakta idi.[199]
Ashab-ı Kiram, onun gelebileceğini hiç beklemiyorlardı. Birdenbire onunla karşılaşınca:
"İşte, Ali geldi!" dediler.[200]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte, bununla fetih gerçekleşecek!" buyurdu.[201]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ali İçin Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali´ye:
"Yanıma yaklaş!" buyurdu.[202]
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Görüyorsun ki; ayaklarımın bastığı yeri bile göremeyecek bir haldeyim!" dedi.[203]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali´nin ağrıyan gözlerine puf diyerek püskürdü.[204] Elleri ile de gözlerini meshedip sığadı.[205]
Şifa vermesi için de, Yüce Allah´a dua etti.
Ağrı, sızı birden geçti!
Hz. Ali´nin gözleri, hiç ağrımamış gibi oluverdi![206]
Hz. Ali derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, gözlerim ağrıdığı ve adam salıp beni getirttiği zaman:
´Yâ Rasûlallah! Gözlerim ağrıyor!1 dedim.
Gözlerime puf diyerek püskürdükten sonra:
´Ey Allah´ım! Sıcağın, soğuğun sıkıntısını bundan gider!´ diyerek dua etti.
O günden beri, sıcaktan da, soğuktan da hiç rahatsız olmadım!"[207]
Gerçekten de, Hz. Ali en sıcak günde en kalın elbise giyer, sıcaktan bunalmazdı. En soğuk günde de en ince elbise giyer, soğuktan üşümezdi.
Bunun sebebi sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´de kendisi için bu hususta dua etmiş olduğunu söylem iştir.[208]
Hz. Ali´nin Giydirilip Kuşattırılışı ve Görevinin Kendisine Bildirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali´ye zırh gömlek giydirdi.
Zülfikah onun beline bağladı.
Ak sancağını ona uzatarak:[209]
"Al bu sancağı ![210]
Allah sana fethi nasip edinceye kadar,[211] git, çarpış![212] Arkana bakınma!" buyurdu.[213]
Hz. Ali biraz gittikten sonra durdu, ama arkasına bakmadı ve:
"Yâ Rasûlalları! Ben insanlarla ne üzerine çarpışacağım " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar ´Allahtan başka hiçbir ilah yoktur ve Muhammed Allah´ın kulu ve resûlüdür!1 diye şehadet getirinceye kadar, onlarla çarpış!
Onlar bunu yaptılar mı, kanlarını ve mallarını senden korudular demektir!
Ancak, hakkıyla olursa, o başka!
Kendilerinin hesaplan da Allah´a kalmıştır!" buyurdu.[214]
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Onlarla, bizim gibi Müslüman oluncaya kadar mı çarpışacağım " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"(Kalelerine) yavaşça gir! Tâ onların sahasına in! Sonra, kendilerini İslâmiyete davet et!
İslâm´da, kendilerine vâcib olan Allah hakkını, İslâmî umdeleri onlara haberver!
Vallahi, senin sayende Allah´ın bir adama hidayet vermesi, senin için, kırmızı tüylü develerin [dünya nimetlerinin en kıymetlilerinin] sana bahşolunmasından daha hayırlıdır!" buyurdu.[215]
Hz. Ali´ye ve arkadaşlarına yardım etmesi için de, Allah´a yalvardı.[216]
Hz. Ali´nin Sancağı Kalenin Dibine Dikişi ve Yahudilerle Kale Dışında Çarpışılışı
Seleme b. Ekvâ der ki:
"Vallahi, Ali sancağı alınca, silkelene silkelene gitti.
Biz de, onun ardına, izine düşüp gittik!
Ali b. Ebu Talib, sancağını kalenin dibindeki bir taş yığınına dikti.
Kalenin üzerinden bir Yahudi, ona:
´Sen kimsin 1 diye sordu.
Ali b. Ebu Talib:
´Ben, Ali b. Ebu Talib´iml´ dedi.
Bunun üzerine, Yahudi, Yahudilere:
´Musa´ya indirilmiş olanlara andolsun ki; siz yenilgiye uğrayacaksınız!´ dedi."[217]
Natat kalesinin arkasına üç kat duvar örülmüştü.
Yahudiler, Müslümanlarla çarpışmak için kaleden ve duvarlardan geçerek dışarı çıktılar.[218]
Hz. Ali ve arkadaşlarıyla çarpışmak için kaleden adamlarıyla birlikte ilk çıkan da, Merhab´ın kardeşi Haris oldu.
Haris, cesareti ve yavuzluğu ile tanınırdı.
Hz. Ali onunla çarpıştı ve vurup onu öldürdü.[219]
Başına kırmızı sarıkla tuğ yapmış bulunan Ebu Dücâne, Hayber süvarilerinden Haris (EbuZeyneb) ile karşılaştı ve onu öldürdü.
Yahudi savaşçılarından Üseyr ve Âmirde, Haris gibi, başlarına tuğ yapmışlardı.[220]
"Benimle çarpışacak kim var " diyerek haykırıyordu.
Muhammed b. Mesleme, ona doğru vardı.
Birbirlerine kılıç vuruştular.
Muhammed b. Mesleme, onu öldürdü.
Yâsir de, Yahudilerin yavuz savaşçılarındandı.
Müslümanlardan kaçacak olanları toplayıp götürmek için yanında kısa bir mızrak taşıyordu.
Hz. Ali hemen ona doğru vardı.
Zübeyr b. Avvam:
"Allah aşkına! Sen aramıza girme!" diye and verince, Hz. Ali geri durdu.[221]
Yâsir
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben tepeden tımağa kadar silahlanıp er meydanlarında dolanan Yâsir´imdir!" diye recez söyleyerek övünüyordu.[222]
Zübeyr b. Avvam´ın annesi Hz. Safiyye binti Abdulmuttalib:
"Yâ Rasûlallan! Oğlumu öldürecek o!" diye feryad edince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Belki inşaallah oğlun onu öldürecektir!" buyurdu.[223]
Zübeyr b. Avvam da:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben de, güçlü, kuvvetli, hiçbir kavimden yüz çevirip kaçmaz, zaaf göstermez ulu bir kişiyimdir!
Şan ve şereflerini koruyanların, hayırlı kişilerin oğluyumdur!
Ey Yâsir! Kâfirlerin topluluğu seni aldatmasın!
Onların topluluğu ağır ağır çekilip giden serap gibidir!" recezini okuyarak ona doğru vardı.[224]
Çarpıştılar. Zübeyr b. Avvam, Yâsir´i vurup öldürdü.[225]
Hz. Ali´nin Âmir ve Merhab´la Karşılaşıp Onları Öldürüşü
Âmir; iri ve uzun boylu bir adamdı. Üzerine iki kat zırh gömlek giymiş, demirlere bürünmüş idi ve:
"Karşıma çıkacak kim var " diyerek haykırıyor, kılıcını sallayıp duruyor ve Müslümanlara saldırmaya hazırlanıyordu.
Hz. Ali onu karşıladı. Bacaklarına Zülfikarla vurup çökertti ve başını gövdesinden ayırdı.[226]
Merhab´a gelince; kendisi, HimyerYahudilerindendi.[227]
Hayberliler içinde, Merhab´dan daha cesaretli kimse yoktu.[228]
Merhab, kendisine mahsus kalenin başkanı ve kumandanı idi.[229]
Merhab, kardeşi Yâsir´in öldürüldüğünü görünce, silahlanıp askerleriyle birlikte kaleden dışarı çıktı.
Üzerine iki kat zırh gömlek giymiş, iki kılıç kuşanmış, başına da iki kat sarık sanrım işti.[230]
Başına aspur boyasıyla boyalı Yemen işi[231] bir miğfer, onun üzerine de yumurta biçiminde, taştan oyulmuş ikinci bir miğfer geçinin işti.[232]
Merhab´ın karşısında, benim diyen en babayiğit adam bile dayanamazdı.[233] Kendisi, kızmış, köpürmüş bir puğur deve gibi idi[234] Kılıcını sallayarak:[235]
"Hayber halkı iyi bilir ki, ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda tepeden tımağa kadar silahlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab´ımdır![236] Ben, kükreyerek geldikleri zaman, arslanlan bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir!" diyerek recez söylüyor ve övünüyordu.[237]
Hz. Ali de:
"Ben oyum ki, anam bana Haydar [Arslan] adını takmıştır.
Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir!
Sizi geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir!" diye recez söyleyerek Merhab´ın karşısına dikildi.[238]
Merhab; o gece, düşünde, kendisini birarslanın parçaladığını görmüştü.[239]
Belki de, Yüce Allah, Merhab´a düşünü hatırlatmak ve kendisinin kalbine korku düşürmek için, Hz. Ali´ye recezini böyle söyletmişti.
"Korkanın elinde, silah taşımaya güç kalmaz" denilir.
Hz. Ali ile Merhab, karşılaşınca, birbirlerine kılıç vurdular.
Hz. Ali Merhab´ın tepesine kılıçla öyle bir darbe indirdi ki,[240] kılıç Merhab´ın siperlendiği kalka-nını[241] ve demirden miğferini kesti.[242] Başını ikiye ayırdı![243] Dişlerine kadar işledi!
Karargâh halkı da kılıcın çıkardığı madenî, acı sesi işittiler.[244]
Hayber karargâhında bulunan Hz. Ümmü Seleme de:
"Merhab´ın dişlerine kadar inen kılıcın çıkardığı madenî acı sesi, ben de işittim!" demiştir.[245]
Merhab, cansız olarak yere düştü![246]
Merhab ve Yâsir öldürüldüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sevininiz! Hayber işi artık rahatı aştı, kolaylaştı!" buyurdu.[247]
Hz. Ali, o gün, Yahudilerin ulu ve namlı kişilerinden sekizini öldürdü.
Müslümanlar da hücuma geçtiler. Yahudilerden, savaşan birçok kimseleri öldürdüler. Geride kalanlar da, bozguna uğrayarak kalelerine kaçıp sığındılar. Mücahidler de, kaçan Yahudileri takip ettiler.[248]
İslâm Mücahidlerinin Natat´a Girişi
Ümmü Sinan derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, her sabah, üzerinde zırh gömlek olduğu halde, çarpışmak, çarpışmayı yönetmek için, Reci1 karargâhından ayrılır; akşamleyin yanımıza dönerdi. Böylece, yedi gün kalındı. Nihayet, Yüce Allah Natat´ın fethini nasip etti."[249]
Peygamberimiz Aleyhisselamın haber vermiş olduğu gibi, Yüce Allah, Hayber´in fethini Hz. Ali´nin eliyle gerçekleştirmişti.[250]
Hz. Ali başta olmak üzere, İslâm mücahidi eri kaçışan Yahudilerin arkasından Natat´a daldılar.
Ka´b b. Malik´in bildirdiğine göre; Natat boşaltılmıştı. Natat sokaklarında, bir kısım çoluk çocuktan başka kimse bulamadılar.
Yahudiler, Natat´ı boşaltmışlardı.[251]
Natatta ilk olarak ele geçirilen BenîKımme mahallesi olup, Merhab´ın kardeşi Yâsir´in konağı burada idi.[252]
Natat´ın üç kalesi vardı:
1. Nâim,
2. Sa´b b. Muaz,
3. Kulle (Zübeyr kalesi).[253]
Nâim Kalesinin Kuşatılışı ve Ele Geçirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam üzerine iki kat zırh gömlek giydi, başına miğfer geçirdi. Yayı ile kalkanını eline aldı. Zarib adındaki atına bindi. Ashab-ı Kiram da, Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresini sardılar.[254] Peygamberimiz Aleyhisselam İslâm mücahidi eriyle birlikte Natat´ın Nâim kalesine kadar ilerledi. Nâim´in müteaddit kaleleri vardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidleri savaş düzeninde sıraladı. Kendisi emir vermedikçe, çarpışma yapmayı yasakladı.
Fakat, Eşca1 kabilesinden birisi Yahudilere saldırmak istedi ve Yahudiler tarafından öldürüldü. Mücahidler:
"Yâ Rasûlallah! Filan kişi şehit edildi!" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ben çarpışmayı yasaklamadım mı " diye sordu. "Evet! Yasakladın!" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cennet âsi olana helâl değildir!" diye ilan edilmesini emir buyurdu.[255] Yahudiler, o gün mücahidlere ok yağdırdılar, mücahidler de kalkanlanyla korundular.[256] Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidleri çarpışmaya teşvik etti.[257] Şidddetle çarpışıldı Yahudilerin en sabatlı, en cesaretli, en kahraman adamları, Nâim savaşında öldürüldü.[258] Mücahidlerden de:
1. Evs b.Habib,[259]
2. Üneyf b. Vâil şehit oldu.[260] Allah onlardan razı olsun![261]
Müslüman ve Aynı Zamanda Şehit Olan Çoban
Hayber Yahudilerinden Amirin Yesar adında Habeşli (Zenci) bir kölesi vardı ve onun davarını güderdi.[262]
Yesar; Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber kalelerinden bazısını kuşattığı sırada[263] Hayberlilerin silaha sanldıklarını görünce, onlara:
"Siz ne yapmak istiyorsunuz " diye sormuştu. Onlar da:
"Şu peygamber olduğunu söyleyen kişi ile çarpışacağız!" demişlerdi.
Peygamber sözü, kalbine işledi.
Davarını sürüp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[264]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Muhammedi Sen neler söylüyor ve nelere davet ediyorsun " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İslâmiyete, Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadete, Allahtan başkasına ibadet etmemeye ve benim de Resûlullah olduğuma şehadete davet ediyorum!" buyurdu.[265]
Yesar:
"Ben böyle şehadet getirir ve Allah´a iman edersem, bana ne var " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu iman ve şehadet üzerine ölürsen, sana Cennet var!" buyurunca,[266] Yesar:
"Yâ Rasûlallah! Bana İslâmiyet], nasıl Müslüman olacağımı anlat!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyeti anlatınca, Yesar Müslüman oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyete davette hiç kimseyi hor görmez, küçümsemezdi.[267]
Yesar, Müslüman olunca:
"Yâ Rasûlallah! Ben şu davarların sahibinin işçisiyim. Bu davarlar benim yanımda bir emanettir.
Şimdi ben bunları ne yapayım " diye sordu.[268]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onları karargâhtan dışarı çıkar, onlara bağır ve ufak taşlar at!
Muhakkak ki, Yüce Allah sana emanetini eda ettirecek,[269] onlar sahipleri yanına döneceklerdir!" buyurdu.[270]
Yesar hemen kalkıp yerden bir avuç kum aldı, davarların yüzlerine attı ve:
"Sen sahibine dön! Vallahi, ben artık sana sahip olamayacağım!" dedi.[271]
Davarlar, sanki çoban tarafından sürülüyorlarmış gibi, kaleye girinceye kadar, topluca gittiler, sahiplerinin yanına döndüler.[272]
Yesar´ın Müslüman olduğunu anladılar.[273]
Hz. Ali´nin sancağı çekip kaleye dalarak çarpıştığı sırada, Yesar da Hz. Ali´nin yanında çarpıştı .[274]
Daha Allah´a bir vakit bile namaz kılamadan, bir tek secde bile yapamadan şehit oldu![275]
Yesar, Yahudilerin attıkları taşla veya okla şehit oldu.
Yesar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirilip arkasının üzerine yatırıldı, üzerine de bir örtü örtüldü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona dönüp baktı.
Ashab-ı Kiram da, dönüp baktılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ondan, hemen yüzünü başka tarafa çevirdi.
Ashab:
"Yâ Rasûlallah! Sen ondan ne için yüzünü çevirdin " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şimdi, onun yanında Cennet hurilerinden iki zevcesi bulunduğunu,[276] onların onun elbisesiyle vücudu arasına girmekte birbirleriyle nizalaştıklarını gördüm![277]
Allah, bu kuluna yardım edip, onu Hayber´e şevketti" buyurdu.[278]
Huriler, Yesar´ın yüzünden tozları silerlerken:
"Allah seni toza toprağa bulayanın yüzünü toza toprağa bulasın! Seni öldüreni öldürsün!" demekte idiler.[279]
Eslemlerin Peygamberimiz Aleyhisselama Açlıktan Şikâyetlenmeleri
İslâm ordusunun erzakı çoktan tükenmişti.
Mücahidler, günlerden beri, aç olarak çarpışıyorlardı.
Eşlem kabilesi mücahidleri, toplanarak Esma b. Hârise´ye:
"Muhammed Resûlullaha git de; ´Eşlemler sana selam söylüyorlar. Biz açlığa dayanamaz hale geldik, diyorlar1 de!" dediler.
Eiüreyde b. Husayb:
"Vallahi, ben hiçbir zaman Araplar arasında bugünkü gibi yapılan birşey görmedim!" dedi.
Hind b. Harise:
"Vallahi, biz Resûlullah Aleyhisselama adam göndermenin hayır kapısını açacağını umuyoruz!" dedi.
Esma b. Harise, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Yâ Rasûlallah! Eşlemler, ´Biz açlığa ve zaafa dayanamaz hale geldik! Bizim için Allah´a dua et!1 diyorlar" dedi.[280]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, onlara verilecek birşey yoktu.[281]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vallahi, benim elimde onlara yetecek kadar yiyecek yoktur!" buyurdu ve sonra da, herkese işittirecek kadar yüksek sesle:
"Ey Allah´ım! Sen onların halini, hiç yiyecekleri kalmadığını ve benim de elimde onlara verebileceğim hiçbir şey bulunmadığını biliyorsundur. Onlara genişlik verecek yiyeceği ve et yağı en çok olan kalelerden en büyüğünün fethini nasip et!" diyerek Allah´a dua etti.[282]
Açlıktan Eşek Eti Yemeye Kalkılışı
Ebu Rühm el-Gıfârî der ki:
"Hurmaların koruk ve ham olduğu zamanda Hayber´e varıp konmuştuk. Hayber, çok sıcak ve sıcaklığı da tehlikeli bir yerdi. Orada, son derecede açlığa uğramıştık.
Sa´b b. Muaz kalesini kuşattığımız sırada idi ki, kaleden yirmi veya otuz kadar ehlî eşek dışarı çıkmıştı.
Yahudiler, onları içeri sokamadılar.
Müslümanlar, onları tutup boğazladılar.
Yer yer ateş yakıp eşeklerin etlerini pişirmeye başladılar.[283]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu ateşler nedir Bunları ne için yakıyorlar " diye sordu.
"Et pişirmek için!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hangi eti, ne etini pişirmek için !" diye sordu.
"Ehlî" eşeklerin etini pişirmek için!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Dökünüz onu! Onların kaplarını da kırınız!" buyurdu.
Ashabdan birisi:
"Yâ Rasûlallah! Etlerini döksek de, kaplarını yıkasak olmaz mı " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ya da öyle yapınız!" buyurdu.[284]
Enes b. Malik, Peygamberimiz Aleyhisselama gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu.
Enes b. Malik, ikinci kez gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine sustu.
Enes b. Malik, üçüncü kez gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ve Resûlü, sizi ehlî eşeklerin etini yemekten nehyeder.
Çünkü, o murdardır!
Onlardan hiç yemeyiniz. Onları dökünüz!" diyerek halka seslenilmesini emir buyurdu.
Et tencereleri döküldü.[285]
Seslenen zât, Ebu Talha idi.[286]
Sa b b. Muaz Kalesinin Kuşatılışı ve Fethedilişi:
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubab b. Münzir e sancağı verdi., mücahidleritoplayıp savaşmaya hazırladı.
Sa b b. Muaz kalesine varıp dayandılar.
Eslemler, kaleye kavuşanların ilki idiler.
Sa b b. Muaz kalesinde Yahudilerin 500 savaşçısı bulunuyordu.
Onlardan Yuşa adındaki savaşçı, kaleden dışarı çıkıp kendisiyle çarpışacak er diledi.
Hubab b. Münzir ona karşı vardı.
Birbirlerine kılıç vurdular. Hubab b. Münzir onu öldürdü.
Zeyyal adında başka bir yahudi meydana çıktı.
Ona, Umare b. Ukbetü l-Gıfari karşı vardı ve:
Al bunu, benden! Ben Gıfarların uşağıyım! diyerek Zeyyal ın tepesine kılıçla bir darbe indirip işini bitirdi!
Müslümanlar:
O, bu sözü söylemekle, cihadı boşa giderdi! dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bu sözünü işitti ve:
Onun öyle söylemesinde bir sakınca yoktur!
Kendisi ecre erer ve övülür! buyurdu.
Sa d b. Ubade nin kumandası altında çarpışıldığı gün, Müslümanlar bozguna uğradılar.[287]
Muhammed b. Mesleme der ki:
Peygamber Aleyhisselamı kalkanlarıyla koruyanlar arasında bulunuyor, okla çarpışılırken mücahidlere:
Kalkanlarınızla koruyunuz! diye bağırıyordum.
Mücahidler de öyle yaptılar.
O gün öyle oka tutulduk ki, yerimizden sökülüp atılacağımızı sandım.
Ok atarken, Resûlallah Aleyhisselama bakıyordum. Rasûlallah Aleyhisselam, attığı oklardan hiçbirini boşa gidermiyordu. Bana bakıp gülümsedi.
Nihayet, yahudiler dağıldılar ve kalelerine girdiler.
İki gün, Hubab b. Münzirin kumandası altında en şiddetli şekilde çarpıştılar.
Üçüncü gün olunca, tan yeri ağarırken, Peygamberimiz Aleyhisselam mücahitlerle birlikte Sa b b. Muaz kalesi karşısında durdular.
Kaleden, gemi direği gibi bir Yahudi çıktı. Kendisinin elinde, mızrağı vardı.
Yahudi piyadeleri de onunla birlikte dışarı çıktılar ve çıkar çıkmaz Müslümanlara ok yağdırmaya giriştiler.
Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselamı kalkanlarıyla korudular.
Yahudiler, çekirgeler gibi oklar yağdırdıktan sonra Müslümanlara hep birden saldırdılar ve onları bozguna uğratılar.
Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın bulunduğu yere kadar gerilediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam atından inmişti.
Atı, Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlı kölesi Mid am tutuyordu.
Sancaktar Hubab b. Münzir ise, yerinde sebat etmekte idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahitleri cihada teşvik etti.
Yüce Allah ın Hayber fethini ve ganimetini kendilerine vaat buyurmuş olduğunu haber verdi.
Yanına toplanan mücahitleri sancaktarlarının yanına gönderdi.
Bunun üzerine, Hubab b. Münzir mücahitlerle birlikte, Yahudilere azar azar yaklaşarak onları püskürttüler, kaçırdılar.
Yahudiler, kalelerine girip kapılarını kapattılar.
Kalenin kademeli duvarlarının üzerine çıktılar, oradan Müslümanlara taş yağdırdılar.
Müslümanlar, Hubab b. Münzir in bulunduğu yere kadar gerilemek zorunda kaldılar.
Yahudiler, aralarında, kendi kendilerini kınıyorlar:
Bizler ne diye sağ kalkak istedik ! diyorlardı.
Çünkü, sebat ve cesaret sahipleri hep Naim kalesi savaşında öldürülmüşlerdi.
Sa b b. Muaz kalesi savaşçıları, ölüme susamış olarak kaleden dışarı çıktılar.
İslam mücahitleri de, dönüp onlarla kale kapısında en şidetli bir şekilde çarpıştılar.
Yahudilerden birçok kimseler öldürüldü.
Yahudiler, öldürülenleri kaleden içeri taşımakta idiler.
Hubab b. Münzir, mücahitlerle birlikte hücuma geçti.
Yahudiler, kalelerine girmek zorunda kaldılar.
İslam mücahitleri, Yahudilerin arkalarını bırakmayarak kaleye girdiler.
Mücahitlerin kaleden içeri girdiklerini görünce , Yahudiler şaşkına döndüler, uysallaştılar.
Onlardan karşı koyannlar öldürüldü, bir kısmı da esir edildi.
Yahudiler, her tarafta , binit hayvanlarının iyilerine binip Kulle (Zübeyr) kalesine doğru kaçmak istiyorlardı.
Fakat, İslam mücahitlerini görünce, oraya buraya kaçıştılar.
Mücahitler, duvarların üzerlerine çıkarak yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar.
Tekbirler Yahudilerin kollarını kırdı.
Eslem ve Gıfâr kabilelerinin gençleri de, kalenin üzerine çıkıp tekbir getirdiler.
Sa b b. Muaz kalesinin kuşatılması ve alınması üç gün sürdü.
Sa b b. Muaz kalesi savaşında mücahitlerden Ebu Dayyah Numan b. Sabit ile Haris b. Hatıb ve Adiyy b. Mürre şehit oldular.[288]
Allah onlardan razı olsun!
Ebu Dayyah Numan b. Sabit i, Yahudilerden birisi, kılıçla vurup tepesinden: Haris b. Hatıb ı da, bir yahudi kale üzerinden attığı okla tepesinden vurup şehit etmişti.[289]
Adiyy b. Mürre yi ise, Yahudilerden birisi, göğsünden mızraklayarak şehit etmiştir.[290]
Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselamın duası bereketiyle,[291] Müslümanlara Sa b b. Muaz kalesinin fethini nasib etti ki, Hayber kaleleri içinde, yiyeceği, et yağı bu kaleden daha bol olan bir kale yoktu.[292]
İslam mücahitleri, Sa b b. Muaz kalesinde pek çok miktarda arpa , hurma, tereyağı , bal, zeytinyağı ve etten sızdırılmış yağ buldular ki, orada bu kadar ganimet elde edebileceklerini umuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisi:
İstediğiniz kadar yiyniz! Hayvanlarınızı da yemleyiniz! Fakat, memleketlerinize bir şey götürmeye kalkmayınız! diyerek seslendi.
Mücahitler, orada bulundukları müddetçe, kendi yiyeceklerini ve hayvanlarının yemlerini aldılar.
Kalede çok miktarda, kumaş, elbise, kab kacak , taşınamayacak kadar büyük eşya ve içkiler de bulundu. İçki küplerini kırılması emredildi. Küpler kırıldığı zaman, içkiler seller gibi aktı.
Mücahitler; Yahudilerin içinde yemek yedikleri bakır kaplar, su ve içki içtikleri toprak çanak ve bardaklar hakkında ne yapılacağını da Peygamberimiz Aleyhisselama sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Onları yıkayınız. İçlerinde yemeklerinizi pişiriniz, yiyiniz, içiniz! buyurdu.
Sa b b. Muaz kalesinden, çok sayıda davar, sığır, merkep gibi hayvanlardan başka; pek çok savaş araçları, mancınık, debbabe, mallardan ve silahlardan, gelecek için hazırlanıp depolanmış pek çok şeyler çıkarıldı.
Sa b b. Muaz köşklerinden de, Yemen işi yirmi çuval kumaş ve elbise, 1500 kadife, on yük de kuru tahta çıkarıldı.
Yahudiler; kalenin zaman boyunca hep kendilerinde kalacağını ve kendilerinin malı olacağını sanmışlardı.[293]
Ganimet Malına Hıyanet Etmenin Cezası
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisi:
"Bölüşülmeden ganimet mallarından aldığınızı, bir iğne ve iplik bile olsa, geri veriniz!
Çünkü, ganimet mallarına hıyanet etmek çok ayıptır ve Kıyamet gününde ateştir" diyerek seslendi.
O gün, ganimet memuru Ferve b. Amr, emtia satışı yapmış, güneşten gölgelenmek için de, başına ganimet eşyasından birşey bağlamış bulunuyordu.
Başına sardığı şeyle durak yerine döndüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın emri kendisine hatırlatılınca, o da hemen gidip başına sardığı şeyi ganimet eşyası arasına bıraktı.
Ferve´nin bu hareketi Peygamberimiz Aleyhisselama haberverilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cehennem ateşinden bir bağı başına bağlamış!" buyurdu.[294]
Hz. Ömer der ki:
"Hayber günü, Resûlullah Aleyhisselamın ashabından bazıları gelip ´Filan kişi şehit oldu! Filan kişi şehit oldu!1 dediler.
Hatta, vurulup yere düşmüş bir adama rastladılar ki, onun hakkında, ´Filan da şehit oldu!´ dediler.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
´Hayır! Öyle söylemeyiniz! Ben onu, ganimet malından aşırdığı bir hırka veya aba yüzünden, Cehennem ateşinin içinde gördüm!´ buyurdu. Sonra da:
´Ey Hattab´ın oğlu! Git de, halkın arasında:
´Cennete Müslümanlardan başka girmez, diye seslen!´ buyurdu.
Ben de; Resûlullah Aleyhisselamın yanından ayrılıp:
´Haberiniz olsun ki; Cennete mü´minlerden başkası girmez!´ diyerek seslendim."[295]
Abdullah b. Abbastan rivayet edilen hadis-i şerife göre:
"Bir kavimde ganimet mallarına hıyanet yaygınlaştı mı, muhakkak, onların kalblerine korku düşürülür!
Bir kavimde zina yaygınlaştı mı, muhakkak, onlarda ölüm çoğalır!
Bir kavim ölçeceklerini, tartacaklarını eksik ölçmeye, eksik tartmaya başladı mı, muhakkak, onların rızıkları, geçimlikleri eksilir!
Bir kavim haksız hüküm verdi mi, muhakkak, içlerinde kan dökülmesi yaygınlaşır!
Bir kavim verdikleri sözden döndü mü, muhakkak, Allah da onların üzerine düşmanlarını musallat kılar!"[296]
Şehit Olmak İçin Müslüman Olan ve Şehit Olan Kişi
Bir çöl Arabi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek iman edip Müslüman olmuş ve:
"Senin yanına hicret edeceğim!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onu kollamalarını bazı sahabilerine tavsiye buyurmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazasında ele geçirdiği ganimet hayvanlarını mücahidler arasında bölüştürürken, bu çöl Arabına da hisse ayırmıştı.
Bu zât ganimet hayvanlarını her gün karargâh arkasında gütmekte, yaymakta idi.
Karargâha geldiği, hissesini ona verdikleri zaman:
"Nedir bu " diye sordu.
"Resûlullah Aleyhisselamın senin için ayırdığı hissedir!" dediler.
Onları alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ Rasûlallan! Nedir bu " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana bölüştürdüğüm hissendir!" buyurunca:
"Yâ Rasûlallah! Ben sana bunun için iman ve ittiba etmedim!" dedikten sonra, boğazına işaret ederek:
"Şuramdan okla vurulayım da Cennete gireyim diye iman ve ittiba etmiştim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen Allah´ı doğrularsan, Allah da seni doğrular" buyurdu.
Bunun üzerine, bu zât hemen hazırlandı, çarpışmaya gitti, çarpıştı. Çarpışma sırasında, kendi eliyle işaret ettiği yerden (boğazından) bir okla vurulup şehit edilmiş olarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, o garib midir " diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu Allah´ı doğruladı, Allah da onu doğruladı!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu kendisinin cübbesine sardı. Cenaze namazını kıldıktan sonra:
"Allah´ım! Bu kulun, Senin yolunda muhacir olarak geldi ve şehit olarak da öldürüldü!
Ben onun böyle olduğuna şehadet ediyorum!" buyurdu.[297]
Kulle (Zübeyr) Kalesinin Kuşatılıp Fethedilişi
Yahudiler; Nâim ve Sa´b b. Muaz kalesinden ve bütün Natat´tan Külle kalesine geçtiler.
Natat kalelerinden bazılarının sarp yerlerinde ancak bir-iki Yahudi kalmıştı.
Onlar, üzerlerine varanları, muhakkak vurup öldürüyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları gözetlemek üzere, mücahidlerden bazılarını görevlendirdi.[298]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte yavaş yavaş ilerleyerek Külle kalesine yaklaştı ve onu kuşattı.
Yahudiler, kalenin kapılarını kilitlediler.
Külle kalesi, en sarp ve en sağlam bir kale idi.
Kaleye, bu sarplığından, en sağlamlığından dolayı, ne süvari, ne de piyade çıkabilirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Külle kalesini üç gün kuşattı.[299]
Yahudilerden, Gazzal adında birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Ey Ebu´l-Kasım! Ben seni Natattan kaçan halk üzerine götürecek şeye kılavuzlasam ve sen Şıkk halkına gidecek olursan-ki, Şıkk halkı senden korkularından neredeyse helak oluverecekler-bana eman verir, kanımı dökmez misin " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona ve onun ev halkına eman verince, Gazzal:
"Sen bir ay oturup kuşatacak olsan, bu kaleyi fiethedemez, ele geçiremezsin. Fakat, onların yeraltında su kanal ve ırmakları vardır ki, geceleri gidip oradan su alır, içerler, sonra da kalelerine döner, senden korunurlar! Eğer onların sularını kesersen, susuzluktan, bağıra bağıra helak olurlar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hemen gidip onların su yollarını kestirdi.
Suları kesilince, kale halkı, siperlendikleri yerde daha fazla kalmaya dayanamadılar, çıkıp şiddetle çarpıştılar.
O gün, Müslümanlardan bazıları şehit oldu.
Yahudilerden de, on kişi öldürüldü.
Natat kalelerinin sonuncusu olan Külle kalesi de, böylece fethedilmiş oldu.[300]
Reci´ Karargâhının İlk Karargâh Yeri Olan Menzile´ye Getirilişi ve Şıkk Kalelerinin Fethedilişi
Natat halkı, Yahudilerin en azılı ve en cesaretlilerinden oldukları için, İslâm karargâhı da Natat evlerinden ve hurma bahçelerinden uzakça bir yer olan Reci´e nakledilmek zorunda kalınmıştı.
Natat kaleleri fethedilince, Peygamberimiz Aleyhisselam karargâhın Reci´den ilk yerine (Menzileye) taşınmasını emir buyurdu.[301]
Şıkk´ın:
Übeyy (Sümran),
Nizar (Beriyy) adıyla anılan iki kalesi vardı .[302]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Külle kalesini fethettikten sonra, Şıkk kalesine geçti.
Übeyy (Sümran) kalesi üzerinde durdu.
Sümran kalesi, Şıkk´ın ilk kalesi idi.[303]
Sümran, bir dağ olup; kale onun üzerinde kurulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sümran dağının başında namaz kıldı.[304]
Sümran kalesi halkı ile de şiddetle çarpışıldı.
Sümran kalesinden, Gazzal adında bir Yahudi çıkıp, kendisiyle çarpışacak er diledi.
Hubab b. Münzir, ona doğru vardı. Vuruştular.
Hubab b. Münzir, vurup Gazzal´ın sağ elini-kolunun yarısından-kesti!
Gazzal´ın kılıcı, elinden yere düştü.
Silahsız kalan Gazzal, kaleye doğru kaçmaya başladı.
Hubab b. Münzir onun arkasını bırakmadı, kılıçla vurup ökçesini de kesti, yere yıkılınca da başını gövdesinden ayırdı!
Başka bir Yahudi de meydana çıkıp:
"Benimle kim çarpışır " diyerek seslendi.
Cahş hanedanından bir Müslüman ona karşı vardı. Vurulup şehit oldu.
Yahudi, yerinde durarak kendisiyle çarpışacak er diledi.
Ebu Dücâne, hemen onun karşısına çıktı.[305]
Kendisi, miğferinin üzerine kırmızı bir sarık sarmıştı,
Başka bir tarafa gider gibi yapt ve birden dönüp bir vuruşta Yahudinin bacaklarını biçti![306]
Yere yıkılan Yahudinin başını gövdesinden ayırdı!
Önlerinde Ebu Dücâne olduğu halde, mücahidler hep birden tekbir getirerek hücuma geçtiler ve kalenin içine daldılar.
Kalede çarpışan Yahudiler, geyikler, keler ve tilkiler gibi, duvarlara doğru olanca hızlarıyla kaçmaya başladılar. Soluklarını, Şıkk´ın Nizar kalesinde aldılar!
Natat kalelerinden kaçıp kurtulabilenler de, Nizama gelip sığınmışlardı.
İslâm mücahidleri, Sümran kalesinde bir hayli ev eşyası, yiyecek, giyecek şeyler ve davarlar iğti-nam ettiler.
Sümran´dan kaçanlar, Şıkk´ın ikinci kalesi olan Nizar kalesinde üslendiler.
Orada, son derecede savundular ve korundular.[307]
Nizar Kalesine Mancınıkla Taş Yağdırılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´b b. Muaz kalesinde ele geçirilen[308] mancınığın onanldıktan sonra dikilmesini ve Nizar kalesinin taşa tutulmasını emir buyurdu.
Mancınığı hazırladılar. Nizar kalesine mancınıkla taş yağdırmaya başladılar.[309]
Yahudiler de, mücahidi eri ok ve taş yağmuruna tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, çarpışan Müslümanların yanında bulunuyordu.
Yahudilerin attıkları oklardan birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın elbisesine değdi ve üzerine asılı kaldı.[310]
Nizar Kalesinde Alınan Esirler ve Ganimetler
Peygamberimiz Aleyhisselam, yenden bir avuç kum alıp kaleye doğru attı. Yahudiler sarsıldılar ve yere serildiler.[311]
Nizar Kalesinde Alınan Esirler ve Ganimetler
Nizar kalesinden başka, ne Natat´ta, ne de Şıkkta, Yahudilerin çoluk ve çocuklarından esir edilenler olmadı.
Yahudiler, Nataftan çekilince, çok sarp ve sağlam olan Nizar kalesindekiler hariç olmak üzere, bütün çoluk ve çocuklarını Ketibe kalesine göndermişlerdi.
Nizar kalesinde bulunan çoluk ve çocuklar esir edildiler.[312]
Yahudi Simâk´a Karısının Teslim Edilişi ve Kendisinin Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselama Hayberln fethini çabuklaştırmaya ve gerçekleştirmeye yarayan bilgileri vermiş olan Yahudi Simâk´a, esirler arasında bulunan karısı Nüfeyle teslim edildi.
Vatîh ve Sülalim kaleleri fethedildiği zaman da, Simâk Müslüman oldu. Hayber´den çıkıp gitti ve bir daha adı sanı duyulmadı.[313]
Bozguna Uğrayan Yahudilerin Ketibe Kalelerinde Üslenişleri
Natat ve Şıkk kalelerinde tutu nam ayan, yenilgiye uğrayan Yahudiler, Ketibe´de, Kamus, Vatîh ve Sülalim kalelerinde üslendiler, İslâm mücahidlerine karşı savundular, korundular.[314]
Ketibe; Kamus, Vatîh ve Sülalim kalelerinden müteşekkildi.[315]
Kamus Haybefde bir dağ olup, Yahudi Ebi´l-Hukayk´ın kalesi bu dağın üzerinde bulunuyordu.[316]
Kamus kalesi, çok sarp ve sağlam bir kale idi[317] ve Hayber kalelerinin en büyüğü idi .[318]
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, Vatîh ve Sülalim kalelerinde otururdu.
Bu kaleler, kapılan açılamaz, üzerlerinden aşılamaz kalelerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bunların fethi için mancınık kurdurmak istedi ise de, bunun tehlikeli olacağını anlayınca, vazgeçti. Ondört gün kuşatmakla yetindi.
Bu müddet içinde, kaleden hiç kimse çarpışmaya çıkmadı.[319]
Kamus kalesinin Yahudi savaşçıları, hazırlanıp kalenin kapısında dikildiler.
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, ok atmaya hazırlandı.
Okun yayını çekmek isteyince, elleri titremeye başladı.
Ok atmaya hazırlanan okçulara da, "Atmayınız!" diye işaret etti.
Yüce Allah, Yahudilerin kalblerine korku düşürdü.[320]
Onlar, yok olacaklarını anladılar, kanlarının bağışlanıp sürgün edilmelerini istediler.[321]
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yanına inip seninle konuşacağım!" diye, Şemmah adındaki Yahudi ile haber saldı.
Mücahidler Şemmah´ı Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdiler.
Şemmah, Kinane´nin elçisi olarak geldiğini haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane´nin dileğine, "Olur!" buyurdu.
Ebi´l-Hukayk hanedanından bir cemaat:
"Hep Yesrib (Medine) Yahudilerinin kötülük ve yaramazlıkları yüzünden!" diyerek yakınmakta idiler.[322]
Üzerlerinde Anlaşmaya Varılıp Kararlaştırılan Maddeler
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, Yahudilerden bazı adamlarla birlikte kaleden indi ve:
1. Kalede çarpışma yapmış olan Yahudilerin kanları dökülmemek,
2. Yahudilerin çocukları kendilerine bırakılmak, Hayber´den ve Hayber arazisinden çocuklarıyla birlikte çıkıp gitmelerine müsaade olunmak,
3-5. Yanlarında birer hayvan yükünden başka birşey götürmem ek; safra ve beyzâ (altın, gümüş), menkul ve gayrimenkul bütün malları ile, yay, miğfer, at, cübbe, zırh gömlek... gibi askerî araç ve gereçleri ve-üzerlerindeki elbiselerinden başka-bütün elbiseler ile kumaşları Resûlullaha bırakmak,
6. Resûlullaha bırakılması gereken herhangi birşeyi gizlememek ve gizleyecek olanlar Allah´ın ve Resûlullahın eman ve himaye taahhüdünün dışında kalmak... üzere anlaşma ve barış yapıldı.[323]
Kinane b. Ebi´l-Hukayk, bu maddelere bağlı kalacağına yemin etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer siz ganimet mallarından bana teslim etmeniz gereken herhangi birşeyi benden gizleyecek, gaib edecek olursanız, Allah´ın ve Resûlullahın eman ve himaye taahhüdünden uzak kalırsınız!" buyur-du.[324]
Vatîh ve Sülalim Kalelerinden Teslim Alınan Ganimet Malları
Peygamberimiz Aleyhisseiamm adamlar göndererek Vatîh ve Sülalim Yahudilerinden teslim aldırdığı ganimet malları:
1. Canlı mallar ve gayrimenkuller,
2. Kumaşlar ve elbiseler,
3. Yüz adet zırh gömlek,
4. Dört yüz adet kılıç,
5. Bin adet mızrak,
6. On çantalı (500 adet) Arap işi yay,
7. Çeşitli silahlar vs.den ibaretti.[325]
Hayber´in Diğer Kalelerinden Teslim Alınan Ganimet Malları
Hayber´in Natat, Şıkkve Ketibe bölgesindeki bütün ganimet malları toplandı.[326]
Bunlar:
1. Pek çok sayıda ev eşyası,
2. Kumaş ve elbiseler,
3. Saçaklı havlı kaftanlar,
4. Pek çok sayıda silahlar,
5. Davarlar,
6. Sığırlar,
7. Çeşitli yiyecekler,
8. Pek çok miktarda sahtiyan ve tabaklanmış deriler,
9. Hayvan yemleri,[327]
10. Develer,[328]
11. Müteaddit Tevrat nüshaları idi.
Yahudiler, Tevrat nüshalarının kendilerine verilmesini istediler. Peygamberimiz Aleyhisselam da, onları Yahudilere geri verdi.[329]
Mücahidlerin İhtiyaçlarının Ganimet Mallarından Karşılanışı
Ganimet mallan bölüşülünceye, herkese hissesi verilinceye kadar mücahidlerin katık ve hayvan yemi ihtiyacı ganimet mallarından karşılandığı gibi, gerektiğinde, mücahidlere emanet olarak silahlar da verildi .[330]
Ebi´l-Hukayk Hanedanına Ait Hazine Hakkında Soruşturma Yapılışı ve Hazinenin Gömülü
Bulunduğu Yerden Çıkarılışı
Hayber fethedilince, birçok emtia ile sığır, deve, davar vesaire ele geçirildi. Fakat, Hayber´dekilerin ne altınlarına, ne de gümüşlerine rastlanabildi.[331]
Halbuki, Benî Nadfr Yahudileri Medine´deki yurtlarından çıkıp Hayber´e giderlerken, Ebu Râfi1 Sellâm b. Ebi´l-Hukayk; içinde altın, gümüş ve kıymetli madenlerle zinet eşyası saklanılan deve tulumunu kaldırarak:
"Bu, bizim dünyayı alçaltmak ve yükseltmek için hazırladığımız şeydir!" diyerek bağırmıştı.[332]
Bu hazine; önce koyun tulumuna doldurulmuştu. Çoğalınca, öküz tulumuna, daha çoğalınca da deve tulumuna konulmuştu.[333]
Bu hazine; Ebi´l-Hukayk hanedanının büyüklerinden, büyüklerine devredile edile saklanmakta idi.
Mekke eşrafı, düğünleri olunca, Hayber´e gidip Ebi´l-Hukayk´ın büyüğüne başvurarak bu zinet eşyasından bazısını rehine karşılığında ondan bir ay süre ile emaneten alırdı.[334]
Hatta, bir kez, bu zinet eşyasından birşey kaybolmuştu.
Onu kaybeden kişi, bedelini 10.000 dinar (altın) olarak ödemişti.
İbn Ebi´l-Hukayk; bu hazineyi ve daha pek çok malları Peygamberimiz Aleyhisselamdan saklamıştı.[335]
Kinane b. Rebi´ b. Ebi´l-Hukayk ile Kinane´nin kardeşi ve amcasının oğlu Rebia, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirildiler.[336]
Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirilenler arasında Huyey b. Ahtab´ın amcası Sa´ye (Salebe) b. Sellâm (Amr) b. Ebi´l-Hukayk da bulunuyordu.[337]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ey Ebi´l-Hukayk oğulları! Ben sizin Allah´a ve Allah´ın Resûlüne karşı duyduğunuz düşmanlığınızı biliyorum!
Bununla birlikte, sizin bu düşmanlığınız, adamlarınıza verdiğim eman ve himaye taahhüdünü size de vermeme engel olmamış; ganimet mallarından herhangi birşeyi benden gizlememek, kaçırmamak şartıyla size eman vermişimdir!
Benden birşey gizleyecek olursanız, kanlarınızı dökmek, bizim için helâl olur![338] Allah´ın ve Resûlünün eman ve himaye taahhüdünden uzak kalırsınız!" buyurdu[339] ve:
"Sizi Medine´den sürüp çıkardığım zaman, Medine´den getirdiğiniz,[340] Mekkelilere emaneten veregeldiğiniz zinet eşyasıyla nakitleri içinde sakladığınız hazine tulumlarınız nerededir [341]
Filandaki, filandaki hazine tulumlarınızı ne yaptınız " diye sordu.[342]
"Ey Ebu´l-Kasım! Biz onları savaşlarımızda harcadık!
Vallahi, elimizde onlardan hiçbir şey kalmadı ![343]
Bizi Medine´den çıkardığın zaman, onlarla geçindik.[344]
Savaşlar ve geçimler, onların hepsini sürüp götürdü.[345]
Onlardan, elimizde hiçbir şey kalmadı!" dediler ve bu husustaki sözlerini de yeminler ederek pekişti rdiler.[346]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Söylediklerinize dikkat ediniz![347] (Aradan) geçen zaman az, (gizlenen) mal ise ondan çok fazladır! (Az zamanda o kadar çok mal nasıl harcanıp tükenir )[348] Ne dersiniz Bu hazineyi, sizin yanınızda bulursam, sizi öldüreyim mi " diye sordu.
"Evet! Öldür!" dediler.[349]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu hazine sizin yanınızda çıkacak olursa, Allah´ın ve Resûlünün hakkınızda vermiş olduğu eman ve himaye taahhüdü sizden uzak kalsın mı " diye sordu.
"Evet! Uzak kalsın!" dediler.[350]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer benden birşey sakladığınızı tesbit edersem, kanlarınızı dökmeyi ve çoluk ve çocuklarınızı esir etmeyi helâl sayarım ![351]
Bütün mallarınızı almak, kanlarınızı dökmek, bana helâl olur.
Size vermiş olduğum eman ve himaye taahhüdü ortadan kalkar!" buyurdu.
"Olur! Eğer senden birşey sakladığımız anlaşılırsa, bize verdiğin eman sözünü geri al ve kanlarımızı dök!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bu sözlerine Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zübeyrb. Avvam ile Yahudilerden on kişiyi şahit tuttu.[352]
Yahudilerden bir adam, kalkıp Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a doğru vardı ve yavaşça:
"Muhammed´in senden istediği şey senin yanında ise veya bunun hakkında birşey biliyorsan ona bildir de, kanını, canını kurtar!
Aksi takdirde, vallahi, o muhakkak bunu elde etmeye muvaffak olacak, Allah onu bundan başkasına da, bizim bildirmediğimiz şeylere de vâkıf kılacaktır!" dedi.
Kinane b. Ebi´l-Hukayk azarlayınca, Yahudi bir köşeye çekilip oturdu.[353]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a:
"Ne dersin, hazineyi senin yanında bulacak olursak, senin boynunu vurayım mı " diye tekrar sordu.
Kinane:
"Evet! Bulursan, vur!" dedi.[354]
Sa´ye b. Sellâm´ın Sıkıştırılınca Gerçeği Söylemesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane b. Ebi´l-Hukayk´tan sonra Saye (Salebe) b. Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´a da:
"Huyey b. Ahtab´ın tulum içinde saklanan hazinesi nerededir " diye sordu.
Sa´ye:
"Savaşlar ve geçimler, onu giderdi, eritti!" dedi.[355]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´ye´yi, sıkıştırması için, Zübeyrb. Avvam´a havale etti. Zübeyrb. Avvam onu sı kıstırdı .[356]
Sa´ye, zayıf, hafif akıllı bir adamdı.
Sıkıştırılınca, eliyle bir harabeye işaret ederek:
"Ben Kinane´nin her sabah şu harabede dolaştığını görüyordum! Benim bu hususta bundan başka bilgim yok! Eğer o oraya birşeyler gömmüşse, o oradadır!" dedi.[357]
Gerçekten de, Peygamberimiz Aleyhisselam, Natat kalelerini fethetmeye başladığı ve Natat halkının kalblerine korku düştüğü sırada, Kinane b. Ebi´l-Hukayk tehlikeyi sezmiş, deve tulumu içindeki hazineyi, zinet eşyasını, geceleyin Ketibeye götürüp kazdığı bir çukura kimse görmeden gömmüş ve üzerini toprakla kapatmıştı. Sa´ye (Salebe) de, Kinane´nin her sabah o harabede dolaştığını görmüştü. [358]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa´yeyi, Zübeyrb. Avvam ve Müslümanlardan bazılarıyla birlikte, o harabeye gönderdi.
Sa´ye de, onlara, Kinane´nin dolaştığı yeri gösterdi.
Orası kazıldı.[359] Hazinenin bir kısmı oradan çıkarıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hazinenin geri kalan kısmının da nerede olduğunu, Kinane b. Ebi´l-Hukayktan sordu.
Kinane onları da teslime yanaşmadı.[360]
Peygamberimiz Aleyhisselam; hazinenin geri kalanını getirip teslim etmesi için Kinane b. Ebi´l-Hukayk´ı sıkıştırmasını Zübeyr b. Avvam´a emretti.
O da, Kinaneyi söyletmek için, göğsünde çakmak çakıp kıvılcım çıkararak s öy I etmeye zorladı ise de, söyletemedi.[361]
Yüce Allah, Yahudilerin bu hazineyi nerede sakladıklarını Peygamberimiz Aleyhisselam a haber verdi.[362]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan bir zâtı çağırıp, ona:
"Şu tarlaya doğru, şöyle şöyle git! Sonra, hurma ağacına doğru var! Sağındaki ve solundaki hurma ağacına bak! Orada göreceğin yüksek hurma ağacının dibinde bulacağın şeyleri çıkar, bana getir!" buyurdu.
Ensârî gitti, oradaki hazine tulumunu da bulup getirdi.[363]
Çıkarılan Hazinenin Cinsi ve Miktarı
İçinde hazine bulunan tulum, Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne getirilip açıldı Bunlar:
1. Altın bilezikler,
2. Altın pazubandlar,
3. Altın halhallar (ayak bilekleri için),
4. Altın küpeler,
5. Mücevher gerdanlıklar,
6. Zümrüt gerdanlıklar,
7. Kaşlı altın yüzükler,
8. Kaşsız halka yüzükler (Bunlar, bir hayvan çulunu dolduracak kadardı),
9. Altınlı Yemen gözboncuğundan gerdanlıklar,
10. İnci gerdanlıklar vs .den ibaretti.[364]
11. Yahudi cemaati tarafından ayrıca nakit olarak 10.000 dinar (altın) getirilip teslim edildi.[365]
Ebi´l-Hukayk Oğullarının Cezalandırılmaları
Ebi´l-Hukayk oğullarının sakladıkları hazine ortaya çıkarıldığı zaman,[366] Peygamberimiz Aleyhisselam, muahede gereğince cezalandırılmak ve Mahmud b. Mesleme´ye karşı boynunu vurmak üzere, Kinane b. Rebi1 b. Ebi´l-H ukayk´ın Muhammed b. Meslemeye teslimini emretti.
Muhammed b. Mesleme de, onun boynunu vurdu.[367]
Ebil-Hukayk oğullarından diğerinin de, Bişr b. Berâ´nın velileri tarafından boynu vuruldu.[368]
Bunların çoluk çocukları da, esirler arasına katıldılar.[369]
Ebi´l-Hukayk´ın iki oğlu ile birlikte, aynı aileden daha bazıları da, ahdi bozdukları için, boyunları vurularak cezalandınldılar.[370]
Uyeyne b. Hısn ile Fezârelerin Hayber Ganimetinden Pay İstemeye Gelmeleri
Uyeyne b. Hısn, Gatafan askerleriyle birlikte Hayfâ´ya gidip ev halklarıyla görüştükten sonra, tekrar Hayber´e geldi.
Hayber yakınındaki Hatam mevkiinde, gecenin bir kısmını geçirdi.
Askerlerine:
"Size müjdelerim: Bu gece, düşümde Zü´r-Rukaybe´nin bana verildiğini gördüm!
Vallahi, Muhammed´in boynundan, yakasından tutacağım!" dedi.
Uyeyne b. Hısn Hayber´e geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Hayberl fethetmiş ve ganimetleri toplamış bulunuyordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Yâ Muhammedi Müttefiklerimden aldığın ganimetlerden, bana da pay ver!
Çünkü, ben senden ve seninle çarpışmaktan vazgeçtim, müttefiklerimi yalnız bıraktım. Senin üzerine, askerlerimi yığmadım. Dört bin savaş eriyle geri dönüp gittim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yalan söylüyorsun!
Seni ancak işitmiş olduğun o bağırıcı, ürkütüp ev halkının yanına kadar götürdü!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn:
"Öyle ise, bana bir ihsanda bulun!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Haydi, Zü´r-Rukaybe senin olsun!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn:
"Zü´r-Rukaybe nedir " diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O bir dağdır ki, onu uykuda gördüğün düşünde almıştın!" buyurunca, Uyeyne eli boş olarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrıldı.[371]
Gatafanların bir kolu olan Benî Fezâreler de Hayberlilere yardıma gelmişlerdi.
Yahudilere yardımdan vazgeçtikleri, yurtlarına dönüp gittikleri takdirde onlara da Hayber"in hurma mahsulünden verileceği hakkında haber salınmış, fakat Benî Fezâreler bu teklifi kabul etmekten kaçınmışlardı.[372]
Uyeyne´den sonra, Benî Fezârelerden bazı kişiler de, Peygamberimiz Aleyhisselama gelerek:
"Bize va´detmiş olduğun payımızı ver!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara da:
"Sizin payınız, Hayber dağlarından Zü´r-Rukaybe dağıdır!
Haydi, Zü´r-Rukaybe sizin olsun!" buyurdu.
BenîFezârîler:
"Öyle ise, biz de sizinle çarpışırız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bizimle çarpışmak için buluşma yeriniz Cenefâ olsun!" buyurdu.
Fezârîler, Peygamberimiz Aleyhisselamdan bunu işitir işitmez, kaçıp gittiler.[373]
Cenefâ, Benî Fezârelerin yurtlarından bir yer, sularından bir sudur.[374]
Uyeyne b. Hısn´ın Yahudileri Kışkırtmaya Çalışması
Kendisine Hayber ganimetinden bir pay verilmesi isteği reddedildikten sonra ve Ebi´l-Hukayk oğulları öldürülmezden önce, Uyeyne b. Hısn, Yahudilerin yanına varıp onları ayartmaya çalıştı ve:
"Ben bugünkü gibi bir iş daha görmedim. Vallahi, ben Muhammed´i sizden başkasının yere sere-bileceğini sanmaz ve kendi kendime:
´Bunlar, kalelere, askere, güce ve seıvetlere sahiptirler!1 derdim.
Sizler, şu sarp ve aşılmaz kaleler içinde olduğunuz, şu bol yiyecek ve içecekler, hiç kesilmeyen sular önünüzde bulunduğu halde, demek ellerinizi ona teslim ettiniz, bağlattınız hâ !" dedi.
Yahudiler
"Biz, Zübeyr kalesinde korunmak ve direnmek istemiştik.
Fakat, su kanalımız kesildi.
Hararet bastı. Orada tutunmak, yaşamak, bizim için mümkün olmadı!" dediler.
Uyeyne b. Hısn:
"Siz Nâim kalelerinden kaçıp Zübeyr kalesine gitmiştiniz. Orada kimler öldürüldü " dedi.
Yahudiler, öldürülenleri haberverdiler.
Uyeyne b. Hısn:
"Vallahi, cesaret ve sebat sahipleri hep öldürülmüşler!
Artık, Hicaz´da Yahudiler için dirlik düzenlik yoktur!" dedi.
Salebe b. Sellâm b. Ebi´l-Hukayk, Uyeyne´nin söylediklerini işitti.
Kendisinin akılca zayıf ve sözlerini birbirine karıştırır bir kimse olduğu sanılırdı.
Salebe:
"Ey Uyeyne! Sen onları aldattın! Onlardan ayrıldın.
Muhammed´le yaptıkları çarpışmalarında onları yalnız bıraktın!
Sen bundan önce Benî Kurayzalara da böyle yapmıştın!" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Muhammed ev halkımız hakkında bize tuzak kurdu: Biz, o bağırıcıyı işittiğimiz zaman, Muhammed´in ev halkımıza arkamızdan baskın yaptığını sanmış, hemen yanlarına dönmüştük. Fakat, kendilerinde böyle birşey göremeyince, size yardım edelim diye tekrar gelmiştik!" dedi.
Salebe:
"Kendilerine yardım edeceğin kim kaldı ki ! Öldürülenler öldürüldü, kalanlar da Muhammed´e köle oldu!
Muhammed hepimizi esir ve mallarımızı iğtinam etti!" dedi.[375]
Uyuyne b. Hısn; Müslümanların Sa´b b. Muaz kalesindeki yiyecekleri, hayvan yemlerini, kumaş ve elbiseleri taşıdıklarına bakıp:
"Ne diye hiç kimse hayvanlarımıza yem vermiyor ve bizler şu ele geçirilen yiyeceklerden yedirilmiy-oruz !
Halbuki, bu kale halkı, yanlarına gelenlere ikramda bulunurlardı!" dedi.
Müslümanlar
"Resûlullah Aleyhisselam sana Zü´r-Rukaybeyi ayırdı ya!" deyince, Uyeyne sustu, konuşmasını kesti.[376]
Yine, elleri boş olarak ev halkının yanına döndü.
Uyeyne b. Hısn yurduna dönünce, Haris b. Avf gelip:
"Ben sana ´Eline birşey geçmez!´ diye söylemedim mi
Vallahi, Muhammed doğu ile batı arasındaki herkesi yenecektir!
Yahudiler bunu bize haber verir dururlardı.
Ebu Râfi´ Sellâm b. Ebi´l-Hukayk´ın:
´Biz, peygamberlik hususunda, Muhammedi, Harun oğulları arasından çıkmamıştır diye kıskanıyoruz. Halbuki, o, insanlara gönderilmiş olan peygamberdir! Fakat, Yahudiler beni dinlemezler! Bizim için, iki kez boğazlanmak vardır! Biri Yesrib´de, diğeri Hayber´de!´ dediğini kulaklarımla işittiğime şehadet ederim!
O zaman, Sellâm´a:
´O, yeryüzüne hakim olacak mı ´ diye sormuştum.
´Musa´ya indirilmiş olan Tevrat üzerine yemin ederim ki; evet! Fakat, Yahudilerin bu hususta söylediğim şeyi öğrenmelerini istemem!´ demişti" dedi.[377]
Yahudilerin Peygamberimiz Aleyhisselamı Zehirlemeye Kalkışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´i fethedip dinlenmekte bulunduğu sırada, Sellâm b. Mişkem´in karısı Zeyneb:
"Muhammed davar etinin neresini, hangi yerini yemeyi en çok sever " diye sormuştu.
"Kol, kürek etini yemeyi çok sever!" denildi.[378]
Zeyneb, Merhab´ın da kızkardeşi idi.[379]
Zeyneb, Yahudilerle görüşüp konuştu.
Bir davar kızartılıp hepsinin zehirlenmesi hususunda söz birliği ettiler.[380]
Zeyneb, hemen dişi keçisinin yanına vardı. Onu kesti. Kızarttı, kebap yaptı.
Vakit geçirmeden, öldürücü zehirle zehirlemeye kalktı.[381]
Kebabın her yerine zehir sürdü. Kol ve küreklerini ise, daha çok zehirledi.
Akşam olunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın akşam namazını kıldıktan sonra konak yerine dönüp oturduğu sırada, Zeyneb geldi ve Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Ebu´l-Kasım! Bunu sana hediye ediyorum!" dedi.[382]
Peygamberimiz Aleyhisselam; hediye edilen şeyi yer, sadaka olarak verilen şeyi yemezdi.[383]
Kendisine ev halkından başkası yiyecek birşey getirdiklerinde sorar, eğer hediye olduğu söylenirse onu yer, "Sadakadır!" denilirse ashabına "Siz yiyiniz!" buyurur, kendisi ondan hiç yemezdi.[384]
Zeyneb, getirdiği keçi kebabını Peygamberimiz Aleyhisselamın[385] ve ashabından orada bulunanların önüne koydu.[386]
Bişr b. Berâ1 b. Ma´rur da, orada bulunan sahabiler arasında idi.[387]
Peygamberimiz Aleyhisselam, davar kebabının kolundan bir parça koparıp ağzına aldı, fakat, onu yutmayarak hemen dışarı attı.
Bişr b. Berâ1 b. Ma´rur da, Peygamberimiz Aleyhisselamınki gibi bir parça koparıp ağzına aldı.
Fakat, o, ağzına aldığı et parçasını çiğneyip yuttu.[388]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ağzına aldığı etin kürek eti olduğu da rivayet edilir.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağzına aldığı et parçasını ağzından hemen dışarı çıkarmakla beraber, sahabilerine de:
"Ellerinizi kebaptan çekiniz![390]
Şu kürek eti, zehirlenmiş olduğunu bana haber verdi!" buyurmuştu.[391]
Bişr b. Berâ1, zehirlendikten bir yıl sonra, bu yüzden vefat etti.
Yüce Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, bu hadiseden sonra, üç yıl daha yaşadı.[392]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağzına alıp çıkardığı zehirli etin tesirinden kurtulmak için, iki omuzu-nun arasından kan aldırdı.[393]
Bişr b. Berâ´nın annesi der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam vefatıyla sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, yanına varmıştım. Kendisi, humma nöbeti geçiriyordu.
Alınlarına elimle dokundum ve:
´Yâ Rasûlallah! Seni hiç kimsenin tutulmadığı hummaya tutulmuş gördüm! ´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Bize verilecek ecir ve mükâfat kat kat olduğu gibi, ibtilâlar da bize böyle kat kat olur!´ buyurdu ve:
´Halk, benim hastalığıma ne diyor ´ diye sordu.
Halk:
´Resûlullahtaki hastalıkzâtülcenptir diyorlar1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Allah bana o hastalığı musallat etmiş değildir. Bu, ancak, şeytanın bir telkini ve vesvesesidir!´ buyurdu.[394]
´Yâ Rasûlallah! Sen bu hastalığın neden ileri geldiğini sanıyorsun Ben, oğlumun ölümünün, ancak Hayber´de yemiş olduğu zehirli davar kebabından ileri geldiğini sanıyorum!´ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
´Ey Ümmü Bişr! Ben de bu hastalığımın ancak ondan ileri geldiğini sanıyorum![395]
Hayber´de onunla birlikte tatmış olduğum zehirli etin acısından, şu anda kalb damarımın koptuğunu duymaktayım![396]
Zaman zaman onun ağrısını ve sızısını duyuyorum!´ buyurdu."[397]
Hz. Âişe de; Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Ey Âişe! Hayber´de tatmış olduğum zehirli etin sancısını zaman zaman duyuyorum!
Şu anda, kalbimin damarının koptuğunu duymaktayım!" buyurduğunu bildirir.[398]
Enes b. Malik de:
"Resûlullah Aleyhisselamın küçük dili üzerinde bu zehrin izini görür dururdum!" demiştir.[399]
Peygamberimiz Aleyhisselam; bu zehirlenme yüzünden şehit olarak vefat etmiş, kendisini peygamberlikle şereflendiren Yüce Allah, şehitlikle de şereflendirmiştir.[400]
Yahudi Kadını Zeyneb ile Hayber Yahudilerinin Sorguya Çekilmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, adam gönderip, Yahudi kadını Zeyneb binti Hâris´i getirtti.[401]
Ona:
"Bu davar kebabını, şu küreği sen mi zehirledin " diye sordu.
Zeyneb:
"Zehirlediğimi, sana kim haber verdi " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu önümde bulunan kürek kemiği haber verdi" buyurdu.
Zeyneb:
"Evet! Ben zehirledim!" diyerek suçunu itiraf etti.[402]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen bunu ne için yapmak istedin " diye sordu.[403]
Zeyneb:
"Sen benim babamı, amcamı ve kocamı öldürdün! Kavmime, senin yapmadığın kalmadı ![404]
Senin için, kendi kendime:
´Eğer o gerçekten peygamberse, yaptığım şey, kendisine muhakkak Allah tarafından haber ver-ilir.[405] Zehir ona zarar vermez!
Eğer o bir yalancı ise, bir hükümdarsa, bu zehirden ölür de, biz böylece kendisinden kurtulmuş, rahata ermiş oluruz!1 dedim!" dedi.[406]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah, bunu bana yapacak gücü ve hakimiyeti sana vermemiştir!" buyurdu.[407]
Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselama, Yahudi kadını hakkında:
"Onu öldürelim mi " diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır![408] Ona ne dokunulacak, ne de işkence yapılacaktır![409]
Şu Hayber´de bulunan Yahudileri de benim yanımda toplayınız!" buyurdu.
Yahudiler yanında toplanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşeyler soracağım. Bana doğru cevap verecek misiniz " diye sordu.
Yahudiler
"Evet, ey Ebu´l-Kasım! Doğru cevap vereceğiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Sizin babanız kimdir " diye sordu.
Yahudiler
"Babamız filan, filan!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yalan söylediniz! Sizin babanız, filan, filan!" buyurdu.
Yahudiler
"Doğru söyledin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşey daha soracağım! Bana doğru cevap verecek misiniz " diye sordu.
Yahudiler
"Evet, yâ Ebe´l-Kasım! Sana doğru cevap vereceğiz!
Biz sana yalan söylesek bile, sen, babamızın kim olduğunu bildiğin gibi, yalan söylediğimizi de bilirsin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Cehennemlikler kimlerdir " diye sordu.
Yahudiler
"Kısa bir müddet, Cehennemde biz bulunacağız!
Sonra, oraya ardımız sıra giren sizler olacaksınız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Haydi oradan! Vallahi, biz hiçbir zaman Cehennemde size halef olacak değiliz!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşey daha soracağım. Bana doğru cevap verecek misiniz " diye sordu.
Yahudiler
"Evet, yâ Ebe´l-Kasım! Sana doğru cevap vereceğiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Şu davar kebabını zehirlediniz mi " diye sordu.
Yahudiler
"Evet! Zehirledik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Bunu yapmaya sizi sürükleyen nedir " diye sordu.
Yahudiler
"Eğer sen bir yalancı isen, zehirli kebabı yer, ölürsün, biz de senin elinden kurtulur, rahata ereriz!
Eğer gerçekten peygambersen, zehir sana zarar vermez diye düşündük!" dediler.[410]
Hz. Safiyye´nin Kimliği ve Başkumandan Hakkı Olarak Peygamberimiz Aleyhisselam Tarafından Seçilişi
Hayber´in Kamus kalesi fethedilince, esir edilen kadınlar arasında Hz. Safiyye ile amcasının kızı da buIunuyordu.[411]
Hz. Safiyye; Benî Nadîr Yahudilerinin reisi Huyey b. Ahtab´ın kızı olup, önce Sellâm b. Mişkem´le evlenmiş, ondan ayrılınca da Kinane b. Rebi1 b. Ebi´l-Hukayk´la evlenmiş, Hayber savaşlarında esir düşmüş, Kinane b. Rebi1 b. Ebi´l-Hukayk´ın öldürülmesiyle de, dul kalmıştı.[412]
İslâm mücahidlerinden Dıhye b. Halife, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Ey Allah´ın Peygamberi! Esir alınan kadınlardan, bana bir kadın ver" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, ona:
"Git, bir kadın al!" buyurdu.
Dıhye b. Halife de, Hz. Safiyye´yi aldı.
Mücahidlerden birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek:
"Yâ Rasûlallah! Beni Kurayza ve Benî Nadirlerin reisi Huyey´in kızı Safiyye´yi Dıhyeye vermen, vallahi doğru olmaz! Onu ancak sen almalısın!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Dihye´yi yanına çağırdı.
Ona:
"Safiyye´nin yerine, başka bir kadın al!" buyurdu[413] ve Hz. Safiyye´nin amcasının kızını ona verdi.[414]
Bilal-i Habeşî Hz. Safiyye ile amcasının kızını Yahudi erkeklerinden öldürülmüş iki kişinin yanından geçirirken, Hz. Safiyye´nin amcasının kızı onları görür görmez, çığlık kopardı, yüzünü yırttı, toprakları başına saçtı .[415]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Bilal! Senden acıma duygusu sökülüp atıldı mı ki, bu kadıncağızları ölülerinin yanından geçirdin !" buyurdu.[416]
Hz. Safiyye´nin amcasının kızı için de:
"Bu, şeytandan başka birşey değildir.[417] Onu yanımdan uzaklaştırın!" buyurdu ve Hz. Safiyye´yi arka tarafına almalarını emretti ve onun üzerine omuz atkısını örttü.
Bunun üzerine, Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın ganimet arasından başkumandan hakkı olarak Hz. Safiyye´yi seçtiğini anladılar.[418]
Peygamberimiz Aleyhisselam; ganimet içinden-geleneğe göre-başkumandan hakkı olarak, ya bir köle, ya bir cariye, ya da bir at alır ve buna Safiyy denirdi.[419]
Hz. Safiyye´nin asıl adı Zeyneb olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu ganimet içinden seçip aldığı için Safiyye adıyla anıldı.[420]
Hz. Safiyye´nin Gerdek Gecesinde Gördüğü Rüyası ve Müslüman Oluşu
Hz. Safiyye; Peygamberimiz Aleyhisselamın Haybefe gelişinden birkaç gün önce Kinane b. Ebi´l-Hukayk ile nişanlanarak develer boğazlanıp Yahudilere ziyafetler çekilmiş ve Sülalim bölgesine gelin götürülmüştü .[421]
Hz. Safiyye, gerdek gecesinde, düşünde; bir ayın Medine tarafından gelip kucağına düştüğünü görmüş, bunu Kinane b. Ebi´l-Hukayk´a anlatınca, Kinane öfkelenmiş:
"Sen ancak Hicaz hükümdarı Muhammed´e varmak istiyorsun!" diyerek yüzüne bir tokat vurup gözünü gövertmiş, morartmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirildiği zaman, Hz. Safiyye´nin gözünde o tokatın izi duruyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir bu " diye sorunca, Hz. Safiyye Peygamberimiz Aleyhisselama hadiseyi anlattı .[422]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona İslâmiyeti anlatıp:
"Biz seni kendi dininde bulunuyorsun diye zorlayacak veya senin bu halini hoş görmeyecek değiliz [423]
Eğer sen Müslümanlığı,[424] Allah´ı ve Allah´ın Resûlünü tercih edersen,[425] ben seni kendime alıkoyacak, zevce edineceğim![426]
Eğer Yahudiliği tercih edecek olursan, ben seni azad ederim, sen de gider, kavmine kavuşursun!" buyurdu.[427]
Hz. Safiyye; böyle azad edilip Peygamber zevcesi olarak kalmak veya kavminin yanına dönmek hususlarından birini seçmekte serbest bırakılınca, azad edilip Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi olmayı tercih etti, seçti [428] ve:
"Yâ Rasûlallah! Sen beni İslâmiyete davet etmeden önce, konak yerine geldiğim zaman, ben Müslüman olmayı özlemiş ve seni doğrulamış bulunuyordum.
Benim ne Yahudilikte bir emelim, ne de Hayber´de bir babam veya kardeşim var!
Sen beni küfür ile İslâmiyetten birini seçmekte serbest bırakıyorsun!
Allah ve Allah´ın Resûlü, bana, azadlanmamdan ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgi-lidir![429]
Evet! Ben Allah´ı ve Allah´ın Resûlünü tercih ediyorum!" dedi.[430]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onu azad edip zevceliğe kabul buluyordu.[431]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber´de Mücahidlere Yasakladığı Şeyler
Ensardan Rüveyfi´ b. Sabit´in bildirdiğine göre; Hayber günü, Peygamberimiz Aleyhisselam ayakta dikilerek yaptıkları bir hitabelerinde şöyle buyurdular:
"Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, dölsuyu ile yabancı bir tarlayı sulaması (yani esir kadınlarla temasta bulunması) helâl olmaz!
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, esir bir kadına-hayızlı ise, hayızdan temizlenmedikçe, hamile ise doğurmadıkça-dokunmak da, helâl olmaz!
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, bölüşülmedikçe, Müslümanların ganimet mallarından bir hayvana zayıflatıp iade edinceye kadar binmek helâl olmaz!
Allah´a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, Müslümanların ganimet mallardan bir elbiseyi, eskitip iade edinceye kadar giymek helâl olmaz!"[432]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber günü:
Ehlî eşeklerin etini yemeyi,
Her yırtıcı, azı dişli hayvanın etini yemeyi,
Ganimet mallarını, bölüşülmeden, satmayı veya satın almayı da yasakladı.[433]
Hayber"de muahede yapıldıktan sonra, bazı Yahudilerin Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Bize ait bahçelere ashabından bazıları girerek oradan hububat ve sarımsak aldılar! " diye şikâyetlenm eleri üzerine de, Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından Abdurrahman b.Avf´a emir verilip:
"Resûlullah Aleyhisselam, ´Muahedeyapmış olanların mallarından, hakkınız olandan başka, hiçbir şey size helâl kılınmamıştır!1 buyuruyor!" diyerek mücahidlere seslenildi.[434]
Hayber Şehitleri
Hayber savaşında İslâm mücahidi erinden şehit olanlar, yirmiden fazla idi[435]
1. Rebia b. Eşlem b. Sahbere,[436]
2. Sakf (Sıkaf) b. Amr b. Sumeyt,[437]
3. Rifâa b. Mesruh,[438]
4. Abdullah b. Ebi Ümeyye b. Vehb (Hübeyb veya Hubeyb),[439]
5. Bişr b. Berâ1 b. Ma´rur,[440]
6. Fudayl b. N um an, [441]
7. Mes´ud b. Sa´d. [442]
8. Mahmud b. Mesleme, [443]
9. Ebu Dayyah Sabit b. Numan, [444]
10. Haris b. Hâtıb, [445]
11. Urve (veya Adiyy) b. Mürre b. Sürâka, [446]
12. Evs b. Fâid (veya Fâke veya Fâtik),
13. Evs b. Habib (veya Cebr el-Ensârî),
14. Üneyf veya Hubeyb b. Vâile, [447]
15. Sabit b. Esle. [448]
16. Talha, [449]
17. Umâre b. Ukbe b. Abbâd b. Müleyl, [450]
18. Âmir b. Ekvâ, [451]
Âmir, Hayber Nâim kalesinde Merhab´la çarpışmış, kısa olan kılıcı ile Merhab´ın bacağına aşağıdan yukarı doğru hızla vurunca kılıcın ağzı kendisine yönelip kendi kılıcıyla yaralanmış ve şehit olmuştu. Kendisinin bu biçimde ölüşü bazılarınca hayra yorulmamış, şehit sayılmayacağı sanılmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Hatta, ona iki ecir vardır!" buyurmuştur. [452]
19. Zenci köle çoban Yesar, [453]
20. Mes´ud b. Rebia, [454]
21. Evsb.Katâde, [455]
22. İsmi bilinmeyen bir bedeu\[456]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Hayber´de öldürülen Yahudilerin sayısı ise 93 idi. [457]
Hayber Ganimetlerini Toplamak ve Bölüştürmekle Görevlendirilenler
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hayber ganimetlerini toplamak ve korumak görevini Ferve b. Amr el-Beyâzîye vermiş, o da, Hayber ganimetlerini üç bölgede:
1. Natat,
2. Şıkk,
3. Ketibe kalelerinde toplamış bulunuyordu.[458]
Mücahidler, emaneten aldıkları silahların hepsini Ferve b. Amr´a getirip teslim ettiler.[459]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. Sabit´i de, Hayber gazasına katılan mücahidleri saymakla görevlendirdi.[460]
Hayber ganimetini hesaplamaya ve ayırmaya, Zeyd b. Sabitten başka, Selime oğullarından Cebbar b. Sahr´ın da görevlendirildiği de rivayet edilir.[461]
Hayber Ganimetinin Kimlere ve Nasıl Bölüştürüldüğü
Hayber ganimeti, Hayber´de bulunsun bulunmasın, Hudeybiye seferine katılmış olanlar arasında bölüştürüldü.[462]
Çünkü, Hayber ganimeti, Hudeybiye seferine katılan Müslümanlara Yüce Allah tarafından Feth sûresinde (âyet: 20) va´d edilmiş bulunuyordu.[463]
Onlarda, 1400 kişi idiler.[464] Ayrıca, 200 de atlı vardı.[465]
Menkul ganimet malları ilk önce beş parçaya ayrıldı.
Beş parçadan birisinin üzerine "Allah´a ait,"
Diğer parçaların üzerlerine de "Ağfal" sözleri yazıldı.
Allah´a ait olan beşte bir parça, Peygamberimiz Aleyhisselama teslim edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, diğer dört parçanın satışa çıkarılmasını, satın almak istedikleri şeylerin mücahidlere arttırma yoluyla satılmasını emretti.
Ferve b. Amr el-Beyâzîyi de, satış memuru yaptı.[466]
Satılacak mallar hakkında da:
"Allah´ım! Bunlara sürüm ihsan et!" diyerek dua etti.
Ferve b. Amr der ki:
"Halkın, başıma üşüşüp satılacak mallan iki günde tükettiklerini gördüm!
"Halbuki, malın çokluğundan, başa çıkamayacağımızı, kolay kolay satıp kurtulamayacağımızı sanmıştım.
Resûlullah Aleyhisselam da, kendisine teslim edilen beşte bir hisseden ev halkı ile Abdulmuttalib oğulları hanedanının erkek ve kadınlarına, Müslümanların yetimlerine ve isteyenlerine elbise, boncuk ve ev eşyası verdi.[467]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ganimet mallarından satılanların paralarını mücahidler arasında bölüştürdü.[468]
Hayber"e gelen Devsîlerle Eş´arîlerin Hayber ganimetinden yararlandırılmalarını ashabıyla konuştuktan sonra, onlara da hisse verdi.[469]
Menkul ganimetten beşte dört parçası 1400 piyade ve 200 süvariye göre ve piyadelere birer; soy at ve develere de ikişer hisse verilmek üzere 1800 parçaya bölündü.
Bunlar da, yüzer hisselik 18 kümede toplandı.[470]
Peygamberimiz Aleyhisselam; savaşa iki atla katılanlara dördü iki at, biri de at sahibi olmak üzere beş hisse verdi.
İki attan fazlası için bir at hissesi verdi.
Süveyd b. Numan, at üzerinde geceleyin Hayber evlerini gözetlerken attan düşüp eli kırılmış, Hayber´in fethine kadar, karargâhtan çıkamamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da süvari hissesi verdi.[471]
Medine Yahudilerinden olup Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Hayber savaşına katılan on Yahudiye de, Hayber ganimetinden birşeyler verildi.
Yahudi Ebu´l-Lahm´ın azadlı kölesi Umeyr:
"Bana Hayber ganimetinden hisse ayrıldı. Ancak, ev eşyası verildi. Ben Hayber´de köle olarak bulundum. Peygamber Aleyhisselam, Hayber´i fethettiği zaman, bana bir kılıç verdi ve ´Bunu kuşan!´ buyurdu" demiştir.[472]
İslâm ordusuna katılan yirmi kadına da ganimetten hisse ayrılmamış, ancak kendilerine ganimetten birşeyler verilmiştir.[473]
Bu cümleden olmak üzere;
Ümeyye binti Kays´a bir gerdanlık,[474]
Ümmü´l-A´lâ´ya üç boncuk,
Başka birisine bir altın küpe,
Ümmü Sinan´a boncuktan ve gümüşten takılar,
Ümmü Umâre´ye kırmızı boncuk...
Hâsılı, yirmi kadından her birine boncuklar, kadife ve Yemen kumaşları ve ikişer dinar (altın) verildi.
Hayber´de bulunan veya orada doğan Müslüman çocuklarına da, Hayber ganimetinden az çok birşeyler verildi.[475]
Gayrimenkul Ganimetlerin Bölüştürülüşü
Hayber arazisi ve varidatı; Şıkk, Natat ve Ketibe mülkleri olarak bölüştürüldü.
Şıkkve Natat mülkleri, Müslümanların (beşte dört) hisselerine karşılık tutuldu.
Ketibe mülkleri ise, Allah´a ait (beşte bir) hisse olarak Peygamberimiz Aleyhisselama bırakıldı.[476]
Başka rivayete göre; batan Hayber mülkleri, ilk önce her biri yüzer hisselik 36 kümeye ayrıldı.
Bundan, Natat ve Şıkk mülkleri, yüzer hisselik 18 küme halinde Müslümanlar arasında bölüştürüldü.
Vatîh, Ketibe ve Sülalim mülklerini ise Peygamberimiz Aleyhisselam işletip; gelirlerinden, kendi ev halkının geçimleri ile karşılaşılacak önemli hadiseleri, musibet ve felaketleri, halkın umumî ihtiyaçlarını, Medine´ye gelecek heyetlerin masraflarını karşılamak üzere vakıf olarak elinde tuttu.[477]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bundan, akrabaları ile yetimlerin, yoksulların, yolcuların ve sulh için Medine´ye gidip gelmiş olanların yiyeceklerini de karşılamakta idi.
Nitekim, Muhayyısa b. Mes´ud´a verdiği otuz vesk (deve yükü) arpa ile otuz vesk hurma bu mülklerin gelirierindendi.[478]
Ganimetin Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ayrılan beşte bir parçası da, dörde bölünüp:
Dörtte biri Allah ve Resûlü ve Resûlullahın akrabaları için,
İkinci dörtte biri yetimler için,
Üçüncü dörtte biri miskinler, yoksullar için,
Dördüncü dörtte biri Müslümanların yanlarına gelen fakir konuklar için ayrılırdı.[479]
Natat mülkleri 5´e,
Şıkk mülkleri de 13´e bölündü.
Bunlar da, 1400 piyade ve 200 süvari hissesi olmak üzere yüzer hisselik 18 gruba ayrıldı.
Hisse sahiplerine hisselerini dağıtmak üzere, heryüz hisse için de birer başkan, yönetici tayin edildi.
Yüzer hisselik onsekiz grubun isimleri:
1. Hz. Ali grubunun hisseleri,
2. Zübeyr b. Avvam grubunun hisseleri,
3. Talha b. Ubeydullah grubunun hisseleri,
4. Hz. Ömer grubunun hisseleri,
5. Abdurrahman b. Avf grubunun hisseleri,
6. Asım b. Adiyy grubunun hisseleri,
7. Useyd b. Hudayr grubunun hisseleri,
8. Belharis b. Hazrec grubunun hisseleri,
9. Benî Beyâzâlar grubunun hisseleri,
10. Benî Ubeydler grubunun hisseleri,
11. Benî Selimelerden Benî Haramlar grubunun hisseleri,
12. Benî Hâriselerden Ubeyd es-Sehham b. Evs´in hissesi (rivayete göre; Ubeyd bu hisseyi Hayber
ganimet hisselerinden satın almıştı),
13. Benî Sâideler grubunun hisseleri,
14. Benî Neccarlar grubunun hisseleri,
15. Harise b. Hâriseler grubunun hisseleri,
16. Evsîler grubunun hisseleri,
17. Gıfârve Eşlemler gruplarının hisseleri,[480]
18. Nâim´deki hisseler (Avf b. Hazrec oğulları ile Müzeynelere ve ortaklarına ait) idi.[481] Peygamberimiz Aleyhisselam; Natat´ta Hav ve Süreyr mevkiinde ilk önce Zübeyr b. Avvam´ın hiss esini ayırdı.
İkinci olarak Beyâzâların,
Üçüncü olarak Useyd b. Hudayr´ın
Dördüncü olarak Benî Haris b. Hazreclerin,
Beşinci olarak Benî Avf b. Hazreclerie Müzeynelerve ortaklarının Nâim´deki hisselerini ayırdı.
Bundan sonra, Şıkk´a çıktılar.
Şıkkta ilk ayrılan hisse, Benî Aclanların kardeşi Asım b. Adiyy´in hissesi idi ki, Peygamberimiz Aleyhisselamın hissesi de onun yanında idi.
Sonra, Abdurrahman b. Avf´ın,
Sonra, Sâidelerin,
Sonra, Neccariarın,
Sonra, Hz. Ali´nin,
Sonra, Talha b. Ubeydullah´ın,
Sonra, Gıfârlarla Eşlemlerin,
Sonra, Hz. Ömer´in,
Sonra, Seleme b. Ubeyd ve Haram oğullarının,
Sonra, Hâriselerin hisselerini,
Sonra, Abdu´s-Sehham´ın hissesini,
Sonra, Evslerin (ki, Ellefif diye anılan ve Cüheyneler ile sair Araplardan, Hayber savaşına katılanlara ait bulunan) hisseler topluluğunu ayırdı.
En sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselamın onların sırasındaki hissesi aynldı ki, Asım b. Adiyy´in hissesi içine düşmüş bulunuyordu.[482]
Hâs (veya Hals) Vadisi Mahsullerinin Bölüştürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam, mülkleri bölüştürdükten sonra, Ketibe´nin Hâs (veya Hals) vadisindeki mülklerin buğday, arpa, hurma ve hurma çekirdeği vesair mahsullerini, ihtiyaçlarına göre, akrabaları, zevceleri, Müslüman erkek ve kadınlar arasında şöyle bölüştürdü:
1. Hz. Fâtıma´ya 200 vesk (yük, yani 12.000 sa1),
2. Hz. Ali´ye 100 vesk (yük),
3. Üsâme b. Zeyd´e 200 vesk (yük),
4. Hz. Âişeye 200 vesk (yük),
5. Hz. Ebu Bekir´e 100 vesk (yük),
6. Akîl b. Ebu Talib´e 100 vesk (yük),
7. Hz. Cafer´in oğullarına 50 vesk (yük),
8. Rebia b. Hâris´e 100 vesk (yük),
9. Salt b. Mahreme ile iki oğluna 100 vesk (bunun 40 veski Salt´a aitti),
10. Ebu Benîk´a 50 vesk (yük),
11. Rükâne b. Abdi Yezid´e 50 vesk (yük),
12. Kays b. Mahremeye 30 vesk (yük),
13. Ebu´l-Kasım b. Mahreme´ye 40 vesk (yük),
14. Ubeyde b. Hâris´in kızlarına 40 vesk (yük),
15. Benî Ubeyd b. Abdi Yezid´e 60 vesk (yük),
16. Evs b. Mahremeye 30 vesk (yük),
17. Mıstah b. Üsâse´ye ve İbn İlyas´a 50 vesk (yük),
18. Ümmü Rümeyseye 40 vesk (yük),
19. Nuaym b. Hind´e 30 vesk (yük),
20. Buhayne binti Hâris´e 30 vesk (yük),
21. Uceyr b. Abdi Yezid´e 30 vesk (yük),
22. Ümmü Hakim binti Abdi Yezid´e 30 vesk (yük),
23. Cümâne binti Ebu Talib´e 30 vesk (yük),
24. İbn Erkam veya Ü mmü´l-Erkam´a 40 vesk (yük),
25. Abdurrahman b. Ebu Bekir´e 40 vesk (yük),
26. Hamne binti Cahş´a 30 vesk (yük),
27. Ümmü´z-Zübeyr´e 40 vesk (yük),
28. Dubâa binti Zübeyr´e 40 vesk (yük),
29. İbn Ebi Huneys´e 30 vesk (yük),
30. Ümmü Talib binti Ebu Talib´e 40 vesk (yük),
31. Ebu Basra´ya 20 vesk (yük),
32. Nümeyletü´l-Kelbî´ye 50 vesk (yük),
33. Abdullah b. Vehb´e ve iki kızına 90 vesk (yük) (bunun 40 veski iki oğluna aitti),
34. Ümmü Habibe binti Cahş´a 30 vesk (yük),
35. Melkü b. Abde´ye 30 vesk (yük),
36. Peygamberimiz Aleyhisselamm Hz. Aişe´den başka olan bütün zevcelerine 700 vesk (yük),[483]
37. Abbas b. Abdulmuttalib´e 200 vesk (yük),
38. Kasım b. Mahreme b. Muttalib´e 50 vesk (yük),
39. Hind b. Üsâseye 30 vesk (yük),
40. Safiyye binti Abdulmuttalib´e 40 vesk (yük),
41. Husayn, Hatice ve Hind b. Ubeyde b. Hâris´e 100 vesk (yük),
42. Ümmü Hani binti Ebu Talib´e 40 vesk (yük),
43. Muhayyısa b. Mes´ud´a 30 vesk (yük),
44. Ebu Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib´e 100 vesk (yük),
45. Mikdad b. Amr´a 15 vesk (yük), (Mikdad b. Amr´ın heryıl Hayber´den aldığı bu 15 vesk arpa
hakkı, Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından 100.000 dirheme satın alınmıştır)
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali´nin 300 vesk hissesinden 85 veski arpa idi.
Üsâme b. Zeyd´in hissesinden 40 veski arpa, 50 veski hurma çekirdeği idi.
Salt b. Mahreme´nin hissesi, Vâkıdî´ye göre 40 değil, 30 vesk idi.
Kays b. Mahreme´nin hissesi, VâkıdPye göre, 30 vesk değil, 50 vesk idi.
Ümmü Rümeyse´nin hissesinden 5 veski arpa idi.
Ebu Basra´nın hissesi, 20 vesk değil, 40 vesk idi.
Peygamberimiz Aleyhisselamm zevcelerinden her birinin hissesine 80 vesk hurma, 20 vesk arpa düşmüştü.[484]
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından yazdırılmış olan bir belgeye göre de; heryıl Hayber´in buğday mahsulünden:
Peygamberimiz Aleyhisselamm zevcelerine 180´er vesk,
Hz. Fâtıma´ya 85 vesk,
Üsâmeye 40 vesk,
Mikdad b. Amr´a 15 vesk,
Ümmü Rümeyse´ye 5 vesk buğday verilmiştir.[485]
İhtimal ki, aradaki fark, arpa yerine buğday ekilmiş olmasından ileri gelmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Abdullah es-Sakaff´nin zevcesi Zeyneb´e de 50 vesk hurma, 20 vesk arpa vermiştir.[486]
Hisse Satışları
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Gıfârlardan, hissesini satmak isteyen bir kimsenin hissesini iki deveye satın aldı. Sonra, ona:
"Ben, senden alacağım hissenin sana vereceğimden hayırlı ve sana vereceğimin alacağım hisseden düşük olduğunu biliyorum.
Hal böyle olduğuna göre, sen istersen develeri alıp hisseni bana devret, istersen hisseni elinde tut, bana devretme!" buyurarak uyardı.
Gıfârî develeri aldı.
Hz. Ömer de, Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabından satın almış olduğu Evsîlerin Lefif diye anılan 100 kişilik ganimet hissesini Peygamberimiz Aleyhisselamdan satın aldı.
Muhammed b. Mesleme de, Eşlemlerle Gitarların her ikisinin hisselerini kendilerinden satın aldı ki, Eşlemler yetmiş küsur, Gitarlar da, yirmi küsur kişi olup her ikisi yüz kişiyi bulmakta idiler.[487]
Hayber Yahudilerinin Hayber Topraklarını Yarıcı Olarak İşletmeleri
Hayber Yahudileri, hususan Vatîh ve Sülalim Yahudileri, kendilerine Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından verilen eman ve söz üzerine, bütün mallarını, mülklerini bırakarak Hayber´den çıkıp gideceklerdi.[488]
Peygamberimiz Aleyhisselamın onları Hayber´den sürüp çıkarmak istediği sırada, Yahudiler:
"Bizi Hayber´de bırak da, şu Haybertoprağında bulunalım, onları imar edelim, görüp gözetelim.[489]
Yâ Muhammedi Biz mal mülk sahipleriyiz.[490] Mülk bakımını, işletmesini, biz sizden daha iyi bilir ve başarı rız.[491]
Sen bu mülkleri bize işlettir!" dediler.[492]
Hayber mülkleri üzerinde yarıcı olarak çalışmak istediler.[493]
Gerçekten de, ne Peygamberimiz Aleyhisselamın, ne de ashabının Hayber mülklerine bakabilecek işçileri bulunmadığı gibi, kendilerinin orayı bizzat görüp gözetmeye de vakitleri yoktu.[494]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İstiyorsanız, şu mallan işlemek üzere size vereyim, mahsul ve meyveler aramızda bölüşülsün!
Sizi bu mallar üzerinde Allah´ın durdurduğu müddetçe durdurayım!" buyurdu.
Hayber Yahudileri kabul ettiler.[495]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizi çıkarmak istediğimiz zaman, çıkarmamız şartıyla!" diyerek ve mahsulü yarı yarıya bölüşmek üzere, onlarla anlaşma yaptı.
Hayber arazisini, böylece, onlara işletti.[496]
Buna göre; Yahudiler çalışacaklar, ekecekler, dikecekler, elde edilecek ekin ve hurma mahsullerinin yansını hizmetlerinin karşılığı olarak alacaklardı.[497]
Abdurrezzak´ın İmam Zührî´den rivayetine göre de; Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerini, Hayber´den çıkıp gidecekleri sırada yanına çağırdı.
Mahsulünü yarı yanya bölüşmek üzere Hayber hurmalık ve ekinliklerini onlara teslim etti ve kendilerine:
"Allah sizi durdurdukça, bu iş üzerinde duracaksınız" buyurdu.
Hayber´de, ne Peygamberimiz Aleyhisselam, ne de ashabı hesabına, Yahudilerden başka işçi çalıştın İm amıştır.[498]
Ketibe´de yetişmiş 400.000 hurma ağacı vardı.[499]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mahsul zamanında Abdullah b. Revâha´yı, sonra da Cebbar b. Sahr´ı Hayber´e gönderir, mahsul ve meyveleri adalet ve hakkaniyet üzere tahminlettirip yan yarıya bölüştürürdü.
Abdullah b. Revâha, mahsulü tahminleyip ikiye böldükten sonra, istedikleri bölüğü almakta Yahudileri serbest bırakır, yahut onlara:
"Siz tahminleyip bölünüz, birisini almakta beni serbest bırakınız" derdi.[500]
Buna rağmen, Yahudilerin Abdullah b. Revâha´ya:
"Bize haksızlık ettin!" diyecek kadar ileri gittikleri olur, Abdullah b. Revâha:
"İsterseniz, bize düşen sizin olsun! Size düşen de bizim olsun!" diyerek olgunluk gösterirdi.[501]
Yahudiler, kadınlarının zinet takıntılarını toplayıp Abdullah b. Revâha´ya:
"Bunlar senin olsun da, bize bölüştürmede iyilik et! Göz yum!" dediler.
Abdullah b. Revâha:
"Ey Yahudi cemaati! Vallahi, siz bana Allah´ın yaratıklarının en sevimsizi ve iğrencisinizdir!
Sizin bana teklif ettiğiniz ücret, bir rüşvettir. Rüşvet ise haramdır! Biz onu ağzımıza koymayız, yemeyiz!" dedi.[502]
Yahudiler
"Gökler ve yer durdukça, hak ve gerçek olan da budur!" diyerek, rüşvetin kendilerince de haram olduğunu itiraf ettiler.[503]
Abdullah b. Revâha, mahsulü 40.000 vesk olarak tahminlemiş, her iki tarafa yirmişer bin vesk düşmüştü.[504]
Hayber Yahudileri, Abdullah b. Süheyl´i öldürünceye kadar, Müslümanlardan hiçbir sert muamele görmediler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir de, Hayber Yahudileri hakkında aynı şekilde hareket etti.
Hz. Ebu Bekir´in vefatından sonra da, Hz. Ömer, Hayber Yahudileri hakkında, onlar işi azıtıncaya kadar, böyle hareket etti.[505]
Hz. Ömer´in devrinde Müslümanların elinde işçiler çoğalmış, toprağı işlemek kolaylaşmış, Yahudilere pek ihtiyaç kalmam işti.[506]
Ketibe´nin yıllık hurma mahsulü tahminen S.OOOvesk idi. Bunun yarısı olan4.000 vesk hurma yarıcı olan Yahudilere bırakılıyordu.
Ketibe´de ekilen arpanın yıllık hasılatı 3.000 sa´ idi. Bunun yarısı olan 1.500 sa´ arpayı Peygamberimiz Aleyhisselam alıyor, 1.500 sa´ını da Yahudilere bırakıyordu.
1.000 sa´ tutan hurma çekirdeğinin de yarısı Peygamberimiz Aleyhisselama aitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bütün bu arpa ve hurma mahsulleriyle hurma çekirdeğinden, Müslümanlara vermekte idi.[507]
Kureyş Müşriklerinin Hayber Savaşında Yahudilerin mi, Yoksa Müslümanların mı Kazanacağı
Hakkında Birbirleriyle Bahse Girişmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber üzerine yürüdüğü zaman, savaşın sonucu hakkında Kureyş müşrikleri aralarında bahse girişmişlerdi.
Huvaytıb b. Abduluzzâ der ki:
"Hudeybiye sulhundan Mekke´ye döndüğümde, Muhammed´in bütün halka galebe çalacağına kanaat getirmiştim.
Fakat, şeytan beni Muhammed´e tâbi olmaktan kaçındırdı ve dinime 5 an İttirdi!
Abbas b. Mirdas es-Sülemî Mekke´ye, yanımıza gelip Muhammed´in Hayberliler üzerine yürüdüğünü ve Hayberier halkının pek çok askerler topladığını ve Muhammed´in onların elinden kolay kolay kurtulamayacağını bize haber verdi ve:
Kim isterse, Muhammed´in kurtulamayacağı hakkında, onunla bahse girerim!´ dedi.
Ona:
´Ben de, seninle bahse girerim!1 dedim.
Safvan b. Ümeyye ile Nevfel b. Muaviye:
´Ey Abbas! Ben senin yanında ve görüşündeyim!´ dediler.
Kureyşflerden bazıları, benim görüşüme meylettiler.
Aramızda, arttıra artüra, 100 deveye kadar bahse giriştik!
Ben ve benim tarafımı tutanlar
´Muhammed galebe çalacaktır!´ diyorduk.
Abbas ve onun tarafını tutanlar ise:
´Yahudilerve müttefiki Gatafanlar, galebe çalacaktır!´ diyorlardı.
Sesler yükselmeye başladı.
E bu Süfyan b. Harb:
´Lât üzerine yemin ederim ki; Abbas b. Mirdas tarafını tutanların bahsi kaybedeceklerinden korkuyorum!´ dedi.
Safvan b. Ümeyye kızdı ve:
´Senin korkak olduğunu anladım!´ dedi.
E bu Süfyan sustu."
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayberlileriyendiği haberi gelince, Huvaytıb b. Abduluzzâ, kesiştiklerini,[508] yani 100 deveyi aldı.[509]
Haccac b. Ilâtü´s-Sülemî´nin Peygamberimiz Aleyhisselamdan İzin Alıp Mekke´deki Mallarını
Toplamaya Gidişi
Hayber´in fethedildiği sırada, Haccac b. Ilâtü´s-Sülemî, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Benim gerek Mekke´deki karım Ümmü Şeybe binti Ebi Talha´nın yanında, gerek Mekkeli tüccarlarda dağınık bir halde mallarım var.[510]
Yâ Rasûlallah! Bana izin ver de,[511] gidip bu mallarımı alayım.
Eğer Müslüman olduğumu anlarlarsa, mallarımdan hiçbir şeyi ele geçiremem" dedi.[512]
Peygamberimiz Aleyhisselam ona izin verince, Haccac:
"Yâ Rasûlallah! Mallarımı kurtarabilmem için, senin hakkında uygunsuz birşeyler söylemem de gerekecektir.[513]
Senin hakkında uygunsuz şeyler söylemem de bana helâl olur mu " dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisi hakkında istediğini söylemesine de izin verdi.[514]
Haccac derki:
"Mekke´ye gittim. Seniyetü´l-Beyzâ-ki, Ten´im´dedir-mevkiine erişince, orada Kureyş müşriklerinden bazı kişiler buldum ki, onlar Resûlullah Aleyhisselamın Hayber üzerine yürüdüğünü haber almışlardı.
Hayberln Hicaz ülkesinde en mamur, en bol mahsul veren, ucuzluk, aynı zamanda sarp ve sağlam, savaş erleri çok olan bir yer olduğunu da biliyorlar; giden, gelen yolculardan, harekât sonucu hakkındaki haberleri işitmek ve öğrenmek istiyorlardı.
Hayber harekâtının sonucu hakkında aralarında mal koyup bahse de girişmiş bulunuyorlardı.
Onlar, beni görünce:
´Vallahi, haber bundadır!1 dediler.
Bana:
´Ey llât´ın oğlu! Hoşgeldin! Şu akrabalık bağlarını kesen kişi hakkında sende bir haber var mı 1 dediler.
Onlara:
´Söyleyeceklerimi gizli tutmak şartıyla, evet!1 deyince, gizli tutacaklarına söz verdiler ve:
´Yâ Ebâ Muhammedi Haydi, bize haber ver! Biz, o akrabalık bağlarını kesip atmış olan kişinin Hayber üzerine yürüdüğünü işittik.
Hayber bir Yahudi memleketidir ve Hicaz´ın en mamur ve mahsuldar bir yeridir1 dediler.[515]
Onlar, benim Müslüman olduğumu bilmiyorlardı.[516]
Onlara:
´Muhammed´in Hayber üzerine yürüdüğünü, ben de işittim.[517] Bu hususta edindiğim, getirdiğim haber, sizi sevindirecek mahiyettedir!´ der demez, devemin yanını sardılar, üzerime örüldüler, sabırsızlandılar:
´Ey Haccac! Haydi, ne olduğunu bize tezce söyleyiver! Bildiriver!´ dediler.[518]
Kendilerine:
´Muhammed´le ashabı, şimdiye kadar, çarpışmayı, savaşmayı Hayberlilerden daha iyi bilen başka bir kavimle karşılaşmamıştı.
Hayberiiler, asker toplamak üzere Arap kabilelerine de başvurmuşlar, on bin kişilik bir ordu toplamışlardı.[519]
Muhammed´le ashabı, hiçbir zaman bir benzerini daha işitmediğiniz bir bozguna, yenilgiye uğradı ![520]
Muhammed´in ashabı, hiçbir zaman bir benzerini daha işitmediğiniz bir öldürülüşle öldürüldüler![521]
Muhammed de, esaretin en biçimsizi ile esir edildi![522]
Hayberiiler
´Muhammed´i biz öldürmeyelim, Mekkelilere gönderelim de, onu Mekkeliler, öldürülmüş olan adamlarına karşılık, kendileri, gözleri önünde öldürsünler![523]
Yahut, onu bizden ve onlardan öldürülenlere karşılık, Mekkelilerin gözleri önünde, biz öldürelim!
Onlar, eski hallerinin iadesi için kavim ve kabilelerine başvurarak sizden eman dileyecek olurlarsa, onların size yaptıklarını siz de onlara yapmadıkça, dileklerini kabul etmeyiniz!´ dediler1 dedim.[524]
Sonra, Mekke´ye geldik. Müşrikler, Mekke´de:
´Bu Haccac, size haber getirdi. Muhammed esir edilmiş![525] Onun yanınıza getirilmesini bekleyiniz! Mekke´ye getirilince, kendisi, gözlerinizin önünde öldürülecek!1 diyerek bağırdılar."[526]
Haccac´ın Mekke´de Müşriklerdeki Alacağını Müşriklere Toplatışı
"Kureyş müşriklerine:
´Mekke´deki mallarımı, bonçl ulardaki alacaklarımı toplamak hususunda siz de bana yardım ediniz ki, hezimete uğrayan Muhammed ile ashabının satılacak ganimet mallarını satın almakta başka tüccarlar benden önce davranmadan Hayber´e kendim yetişmek istiyorum!1 dedim.
Mekkeliler, hemen kalkıp Mekke´deki mallarımı (alacaklarımı) toplayıp verdiler.[527]
Müşrikler, sevine sevine içkiler içtiler.[528]
Sonra, karımın yanına vardım.
Onun yanında da, bana ait mallar bulunuyordu.[529]
Ona:
´Haydi, yanındaki mallarımı[530] toplayıp yanıma getiriver![531] Tüccarlar benden önce davranmadan Hayber´e yetişeceğim![532] Muhammed ile ashabının satılacak ganimetlerinden biraz şeyler satın almak istiyorum.
Çünkü, onlar Hayberliler tarafından yenilgiye uğratılarak kanlan helâli eştirilmiş, malları da yağ-malanmıştır!´ dedim.
Bu acı haber, Mekke´de çabucak yayılmıştı.
Müslümanlar, tasalarından, mahvoldular!
Müşrikler ise, sevinçlerinden, kaplarına sığmadılar."[533]
Hz. Abbas´ın Üzüntüden Bayılışı
Hz. Abbas, bu haberi işitir işitmez, arkasının üzerine yi kıldı.[534] Evine güçlükle götürüldü.[535]
Hz. Abbas´ı, oğlu Kusem, sedirine yatırdı.[536]
Hz. Abbas, kapısının açık tutulmasını emretti.
Kapının önünde toplanan kadın erkek Müslümanlar, işittikleri haberi doğru sanarak, küfür ve azgınlığın bu galebesinden mahvolmuş gibi idiler.
Hz. Abbas ise, üzüntüsünü, tasasını belli etmemek için, düşmanlara duyuracak derecede sesini yükselterek recez söylüyordu.
Müslümanlar Hz. Abbas´ın durumunun iyi olduğunu görünce, ferahladılar, zindeleştiler ve güçlendiler.[537]
Hz. Abbas´ın Acı Haberi Haccac´dan Soruşturuşu
Hz. Abbas, kölesi Ebu Zübeybe´yi[538] yanına çağırdı ve ona:
"Haccac´a git! Abbas, sana ´Sânı en yüksek, en yüce olan Allah aşkına! Senin ağzından verilmiş olan haber gerçek midir [539] Senin getirdiğin haberin mahiyeti nedir Senin söylediğin nedir Allah´ın (Resûlüne ve Müslümanlara) va´d ettiği hayır, senin getirdiğin haber olamaz! (Getirdiğin haberle bağdaşamaz!)1 diyor, de!" dedi.
Haccac, Hz. Abbas´ın kölesine:
Ebu´l-Fadl´a benden selam söyle!
Evlerinden, ıssız, tenha bir yer hazırlasın!
Ben kendisinin yanına geleceğim.
Vereceğim haber kendisini sevindirecektir.[540]
Yalnız, benden işittiklerini gizli tutsun!" dedi.[541]
Ebu Zübeybe, Hz. Abbas´ın kapısının önüne gelip kavuşunca:
"Müjde yâ Ebel-Fadl!" diyerek seslendi.
Hz. Abbas, sevincinden sıçrayıp kalktı ve Ebu Zübeybe´nin alnından öptü.
Ebu Zübeybe Haccac´ın söylediklerini bildirince, sevincinden, Ebu Zübeybe´yi azad etü[542] ve:
"On köle daha azad etmek boynuma borç olsun!" dedi.[543]
Haccac der ki:
"Tüccar çadırlarından bir çadırın içinde bulunduğum sırada, Abbas b. Abdulmuttalib gelip yanımda durdu ve:
´Ey Haccac! Senin şu getirmiş olduğun haberin içyüzü nedir 1 diye sordu.
Kendisine:
´Sana onu emanet olarak söyleyecek olursam, gizli tutabilecek misin 1 diye sordum.
´Evet! Gizli tutacağım!´ dedi.
´Öyle ise, şimdi sen benden biraz geri dur! Ben seninle bir tenhada buluşurum!
Görüyorsun ki; şimdi ben halk üzerinde alacağım olan mallarımı toplamaya uğraşıyorum.
Ben bu işlerden boşalıncaya kadar, yanımdan ayrılıp git!´ dedim.
Mekke´deki bütün mallarımı toplama işini bitirdikten ve yola çıkmak üzre derlenip toparlandıktan sonra Abbas´la bul ustum."[544]
Haccac´ın Hz. Abbas´a Hayber´in Fethedilmiş Olduğunu Bildirişi
Haccac, bir gün, öğle vaktinde Hz. Abbas´ın yanına gelip, ona:
"Allah aşkına! Benden işiteceğin haberleri, üç gün, hiç kimseye söylemeyeceksin!" diye yemin verdi.
Hz. Abbas da, üç gün içinde bu hususta hiç kimseye hiçbir şey söylemeyeceğine yemin etti.[545]
Haccac:
"Yâ Ebe´l-Fadl! Sana söyleyeceklerimi muhakkak gizli tutmalısın. Üç gün içinde Mekkelilerin arkamdan gelip beni yakalamalarından korkarım.
Üç gün sonra, istediğini söyleyebilirsin" dedi.
Hz. Abbas:
"Öyle yaparım" diye söz verdi.[546]
Haccac:
"Ben Müslüman olmuşumdur.
Karımın yanında ve Mekke halkı üzerinde de bir hayli alacaklarım vardı.
Eğer Müslüman olduğumu anlasalardı, bana hiçbir şey vermez I erdi.[547]
Vallahi, ben Resûlullah Aleyhisselamı, o kardeşinin oğlunu, Hayberl fethetmiş, orada Hayber ganimetinden Allah ve Resûlünün hisselerini ayırıp almış, sahabilerine hisselerini dağıtmış, Hayber hükümdarının kızı Safiyye ile de evlenmiş olarak gerimde bırakmış bulunuyorum!" dedi.[548]
Hz. Abbas:
"Ey Haccac! Sen neler söylüyorsun ![549]
Ben Hayber´i iyi bilirim. Orası, Hicaz´ın en mamur, en verimli, en ucuzluk ve bolluk bir yeridir.
Hayberliler ise sayıca çoklukturlar, savaş için çok hazırlıklı ve güçlüdürler!
Gerçek mi dersin bu söylediklerin !" dedi.[550]
Haccac:
"Evet! Vallahi, iş böyledir![551]
Ebil-Hukayk´ın oğlu öldürüldü![552]
Resûlullah Aleyhisselam, Huyey´in kızı Safiyye´yi kendisine ayırdı ve azad edip zevceliğe kabul olunmak veya ev halkına iade edilmek arasında serbest bıraktı.
O da, azadlanıp zevce olmayı tercih etti.
Ben, buraya, alacaklarımı toplayıp götürmek için gelmiş bulunuyorum.
Resûlullah Aleyhisselamdan izin istedim. İstediğimi söylemem için de, kendisi bana izin verdi.
Sen benden işittiklerini üç gün gizli tut, sonra istediğini söyle![553] İşini açıkla!
Vallahi, o, senin hoşuna gidecek bir halde ve durumdadır!" dedi.
Hz. Abbas, üç gün geçince, üzerine kaftanını giydi, koku süründü, asasını eline aldı.[554] Haccac b. I lâfın evine kadar gitti. Kapıyı çaldı ve:
"Haccac nerede " diye sordu.
Haccac´ın karısı:
"Yahudilerin hezimete, yenilgiye uğrattıkları Muhammed ile ashabından aldıkları ganimet mallarını başka tüccarlardan önce davranıp satın almak üzere Hayber´e gitti.[555]
Ey Ebe´l-Fadl! Allah seni hor ve hakîr etmesin!
Sana erişmiş olan haber, bize de çok ağır ve çetin geldi!" dedi.
Hz. Abbas:
"Evet! Allah beni hor ve hakîr etmemiştir ve hamdolsun, vâki olan da ancak hoşlandığımız, arzuladığımız şeyden ibarettir
Yüce Allah, Resûlüne Hayberln fethini müyesser kılmış, onların ganimet mallan Müslümanlar arasında bölüşülmüş, Resûlullah Aleyhisselam Safiyyeyi kendisine seçmiştir! Eğer sana kocan lazımsa, git, ona kavuş![556] Kocan Haccac Müslüman olmuş ve Resûlullah Aleyhisselamla Hayber´in fethinde bulunmuştur.
Sen, onun dinini istemedikçe, karısı değilsindir!
O, buraya malını alıp götürmek için gelmiş, malını alınca da, senden ve senin ailenden kaçmıştır!" dedi.
Kadın:
"Yâ Ebe´l-Fadl! Gerçek mi söylüyorsun !" diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet! Vallahi, söylediklerim gerçektir!" dedi.[557]
Kadın:
"Vallahi, sanırım ki, sen herhalde doğru söylüyorsun d ur" dedi.
Hz. Abbas:
"Ben vallahi doğru söylüyorum! İş, sana haber verdiğim şekildedir" dedi.[558]
Kadın:
"Bunları sana kim haber verdi " diye sordu.
Hz. Abbas:
"Sana acı haberi veren, haber verdi!" dedi.[559]
Kadın:
"Söylediklerin, inanılabilecek, güvenilebilecek şeylerdir. Sen herhalde doğrusundur, doğru söylüy-orsundur!" dedi, kalkıp durumu ailesi halkına haber verdi.[560]
Hz. Abbas´ın Kâbe´yi Tavaf Etmesi ve Kureyş Müşrikleriyle Konuşması
Hz. Abbas, Haccac b. Ilât´ın evinden dönüp Kabe Mescidine kadar gitti.
Kureyş müşrikleri, o sırada, Haccac´ın işini konuşuyorlardı.[561]
Hz. Abbas, Kabe´yi tavaf etti.[562]
Müşrikler Hz. Abbas´a ve onun haline bakıyorlar; kaslarıyla, gözleriyle birbirlerine işaret ederek kendisinin felâket ve musibet karşısındaki soğukkanlılığına ve dayanıklığına şaşıyorlardı.
Beytullah´ı tavaf sırasında,[563] ona:
"Yâ Ebe´l-Fadl! Senin bu halin, vallahi, musibet ve felaket ateşine karşı son derecede bir dayanık-lılıkve soğukkanlılıktır![564]
Sen üç günden beri hiç görünmedin, nerede idin [565]
Sana, senin başına (bir daha) hayırdan başka birşey gelmesin!" dediklerinde, Hz. Abbas:
"Evet! Allah´a hamdolsun ki, bana hayırdan başka birşey de gelmemiştir.[566]
Hayır! Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederek size bildiririm ki; Muhammed Aleyhisselam Hayber´i fethetmiş ve (fethi gerçekleştirmek üzere de) onların reisi Huyey b. Ahtab´ın kızı Safiyye ile orada evlenmiş, Hayber´deki mallara ve herşeye el koymuştur! Şimdi, Hayber´deki bütün mallar onun ve ashabınındır![567]
Yesrib ve Hayber´de Nadir oğulları Yahudilerinin görmüş bulunduğunuz elebaşıları Ebi´l-Hukayk oğullarının boyunları vurulmuş,[568] Hayber ganimetleri Müslümanlar arasında bölüştürülmüştür!" dedi.[569]
Kureyş müşrikleri:
"Bunu sana kim haber verdi [570] Bu haberi sana kim getirdi " diye sordular.
Hz. Abbas:
"Size o haberi getirmiş olan kişi, bu haberi de getirmiş;[571] bunu üç gün gizli tutmamı, açıklama-maklığımı benden istemiştir.
Kendisi, buraya, Müslüman olarak ve buradaki mallarını alıp götürmek üzere gelmiştir.[572]
Malını alıp Muhammed Aleyhisselamla ashabına kavuşmak ve onun yanında bulunmak üzere, buradan savuşup gitmiştir.[573]
İsterseniz, karısına haber salar, gidip gitmediğini sorabilirsiniz!" dedi.
Kureyş müşrikleri, Haccac´ın karısına hemen bir adam saldılar.
Haccac´ı, karısının bile haberi olmadan, malını alıp gitmiş buldular.
Yaptıkları soruşturma neticesinde, Hz. Abbas´ın söylediklerinin hepsinin doğru olduğunu anladılar.
Aradan beş gün bile geçmemişti ki, bu hususta Kureyş müşriklerine haber geldi: Hayberln gerçekten fethedildiği öğrenildi.[574]
Kureyş müşrikleri, Mekkelilere:
"Ey Allah´ın kulları! Allah düşmanı[575] Haccac bizi aldatmış![576] Mallarını toplayıp kaçmış!
Vallahi, biz bunun böyle olduğunu bilseydik, bizimle onun arasında iş olur biterdi!" dediler.[577]
Hz. Abbas Müslümanların yanlarına gitti, durumu onlara haber verdi.
Evlerinden tasalı ve kaygılı çıkan Müslümanların yüzlerini güldürdü, kendilerini sevince boğdu.
Yüce Allah, Mekke´deki Müslümanların üzerlerindeki bütün tasaları, kaygıları müşriklerin üzerlerine itiverdi.[578]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbrı İshak, İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 342, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 634, İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 115, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 21 6.
[2] Berid, 4 fersahtır. 1 fersah, 3 mildir. 1 mil, 4000 adımdır. 1 adım da, 3 ayaktır. (Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 43).
[3] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 409.
[4] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 409.
[5] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 545.
[6] İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 176.
[7] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 201.
[8] Vâkıdı, M egâzf, c. 1, s. 375, Halebî, İnsan, c. 2, s. 565, 566.
[9] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 441.
[10] İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 186, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 130.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 225.
[12] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 232.
[13] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 441.
[14] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 225, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 441.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 441,442.
[16] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 443.
[17] Vâkıdî, c. 2, s. 442, 443, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1 ,s.343.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 227, 230, 231, Vâkıdî, c. 2, s. 444, 494, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 66, Belâzurî,Ensâb, c. 1, s. 344, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 1, s. 484.
[19] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 530,531 .
[20] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 92.
[21] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566.
[22] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 186.
[23] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 92, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 74, Taberî, Târîh, c. 3 s. 171, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 15, Halebî, c. 3, s. 186.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 266.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566.
[26] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 111, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 160.
[27] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 92.
[28] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 566.
[29] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 566, 567.
[30] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 3, s. 187.
[31] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 567, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 111, Halebî, İnşân, c. 3, s. 187.
[32] Vâkıdî, c. 2, s. 562, 563, İbn Sa´d, c. 2, s. 89, 90, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 3 378, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 73, 74, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 209, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 111 , İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 135.
[33] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 298, Serahsf, Mebsût, c. 10, s. 86.
[34] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 593, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 179, Taberî, Târîh, c. 3, s. 74.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 593.
[36] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 593, Abdurrezzak, c. 5, s. 333, Buhârî, c. s. 179, Taberî, c. 3 s. 74.
[37] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 209, 210.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 334, Vâkıdî, c. 2, s. 611, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 97, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 351 , Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[39] Serahsf, Siyeru´l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 298.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/19-24.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 634, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 106.
[41] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 634.
[42] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 634, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 106.
[43] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/24-25.
[44] Vâkidf, Megâzî, c.2, s. 634,635.
[45] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 635, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
[46] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
[47] Vâkıdî,Megâzîıc.2ıs.635.
[48] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/25-27.
[49] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 635.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/27.
[50] Vâkidf, Megâzî, c.2, s. 637.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/27-28.
[51] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 238, İbn Hazm, Cevâmiu´s-are, s. 214, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 216, İbn Seyvid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 139, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 202, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 53, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 173, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 55.
[52] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 685,687.
[53] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 685.
[54] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 271, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 205.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/28-29.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 636, İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 345, Taberî, Târih, c. 3, s. 91 .Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 36,37,İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 216, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 181.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 342, İbn Hazm, Cevâmiu´s-a>e, s. 211, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/29.
[57] İbrı İ shak, İbn_Hişam, Sîre, c. 3, s. 342, Vâki d t, Megâzî, c. 2, s. 649, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106, İbn Hazm Cevâmiu´s-aYe, s. 21 2, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38.
[58] İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 347, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 106.
[59] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 43.
[60] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638.
[61] İbn Ea"r, Usdu´l-gâbe, c. 2, s. 17, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 148.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/30.
[62] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 43, Halebî, İnsânu´l-u^ûn, c. 2, s. 730.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/30.
[63] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, 642.
[64] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 86.
[65] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 300.
[66] Sem hûdf, Vefâu´l-vıefâ, c. 4, s. 1323.
[67] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 128, Semhûdf, Vefa, c. 4, s. 1267.
[68] Semhûdf, Vefâu´l-vefâ, c. 3, s. 1027.
[69] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 244, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638.
[70] Sem hûdf. Vefâu´l-vefâ. c. 3. s. 1028.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/31.
[71] Sem hûdî, Velau´l-vela, c. 3, s. 1028.
[72] Semhûdî, Velau´l-vela, c. 3, s. 1028.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 639, 640.
[74] Diyarbekrî, Târihu´l-hamîs, c. 2, s. 44.
[75] Vâkıdi, M egâzî, c.2,s.639,640, Diyarbekrî, Târıhu´l -hamis, c. 2, s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/31-32.
[76] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 342.
[77] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 47, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[78] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[79] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 47, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[80] İbn İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 3, s. 342, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111 , Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 431 , Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 148.
[81] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 638, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 308, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 48, Buhârî, Sahih, c. 72.
[82] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 48, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[83] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111.
[84] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 343, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, c. 4, s. 303, Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 4. s. 48. Buhârî. Sahih. c. 5. s. 72.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/32-34.
[85] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, Diyarbekıf, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 44.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 640.
[87] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 44.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, 641 .
[89] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 641, Diyarbekıf, TânTiu´l-hamfs, c. 2, s. 44.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/34-36.
[91] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 640, 642.
[92] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 650.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/36-37.
[93] Kays b. Abbâd, "Resûlullah Aleyhisselamın ashabı, üç yerde, 1) çarpışma arasında, 2) cenaze sırasında, 3) zikir sırasında sesi yükseltmekten hoşlanmazlardı" der. (İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 12, s. 462, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 153).
[94] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 394, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 75.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/37.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641.
[96] Sem hûdf, Vefâu´l-vefâ, c. 4, s. 1233.
[97] Sem hûdf, Vefa, c. 3, s. 1028.
[98] Semhûdf,Vefâ, c. 4, s. 1288.
[99] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641.
[100] Semhûdf, Vefa, c. 3, s. 1028.
[101] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 641,642.
[102] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 343, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 642, Beyhakî, Delâilü´n-nübüwe, c. 4, s. 203, 204, İbn Ea>,
Kâmil, c. 2, s. 217, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 131, Zehebî, Megâzî, s. 21 7, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 148, Ebu´l-Fidâ,
el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 183, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45, Halebî, İnşân, c. 3, s. 729, Zürfcânf, Mevâhibü´l-ledünniye
Şerhi, c.2, s. 221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/37-38.
[103] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 637, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 730.
[104] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 642.
[105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 637, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 730.
[106] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 737, 738.
[107] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 44, 45.
[108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 642.
[109] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[110] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 109, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 97.
[111] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343.
[112] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 109, Buhârî, c. 1, s. 98, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[114] Baltalan ve kazmalanyla (Vâkıdî, c. 2, s. 642, İbn Sa´d, c. 2, s. 106).
[115] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 111.
[116] Mâlik, M uvatta1, c. 2, s. 468, İbn Sa´d, c. 2, s. 108, Buhârî, c. 5, s. 73.
[117] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Vâkıdî, c. 2, s. 642, 643, İbn Sa´d, c. 2, s. 108,1 09.
[118] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 111, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 113.
[119] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 344, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 468, 469, Vâkıdî, c. 2, s. 643, İbn Sa´d, c. 2, s. 109, Buhârî, c.
1, s. 98, c. 5, s. 73, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 121 Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 153, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 148.
[120] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 111, Buhârî, c. 1,s.98.
[121] Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 228, İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 79.
[122] Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 551.
[123] Süheylf, c. 6, s. 551, İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 79, Aynf, Umdetu´l-kârf, c. 17, s. 237, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 1 75, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 730.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Semhûdf, Vetâu´l-vetâ, c. 3, s. 1028.
[126] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643.
[127] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 660.
[128] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Semhûdf, Vefa, c. 3, s. 1028, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45.
[129] Semhûdf, Vetâ, c. 3, s. 1028, Diyarbekrî, c. 2, s. 45.
[130] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/38-41.
[131] Diyarbekıİ, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[132] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[133] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[134] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[135] Diyarbekıi, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[137] Diyarbekıİ, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 46.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643.
[139] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
[140] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/41-42.
[141] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/43.
[142] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 45, 46).
[143] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644.
[144] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, Diyarbekrî, Târîîıu´l-hamfs, c. 2, s. 46.
[145] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/43-44.
[146] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 644, 646.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/44.
[147] Taberr,Târıh,c.3, s. 93, Hâkim, Müstedrek, t 3, s. 37, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 219.
[148] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 349, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 37, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 150.
[149] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 37.
[150] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 37, Heysemî,
Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 150.
[151] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 37.
[152] Diyarbekrî, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 48.
[153] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/44-45.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 653.
[155] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 645.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/45.
[156] Yahut, Kinane b. Ebi´l-Hukayk (İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 281, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamfs, c. 2, s. 46).
[157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 645, 648.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/45-46.
[158] İtan Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 110,111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 51, 52, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1440.
[159] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr [Serahsf Şerhi], c. 2, s. 606.
[160] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2,3.110,111, Ahmed ta. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 51, 52, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1440.
[161] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[162] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 176, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[163] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 52, Kastalânf, c. 1,s.176, Diyarbekrî, c. 2, s. 49.
[164] Vâkıdî, c. 2, s. 658, Kastalânf, c. 1, s. 176, Diyarbekrî, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 729.
[165] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 658.
[166] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 658, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 303.
[167] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/46-47.
[168] Vâkıdı,Megâzı,c.2,s. 653.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/47-48.
[169] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 2, s. 731.
[170] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 375, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 2, s. 565, 566.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644.
[172] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 640, 642, 643.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, 645.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/48.
[174] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 650.
[175] Diyarbekrî, Târflıu´l-hamfs, c. 2, s. 48.
[176] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 650, 651.
[177] Musa b. Ukbe´den naklen Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf, Vefâu´l-vefâ, c. 4, s. 1170, Diyartoekrf, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 55.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/49-50.
[178] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 651, 652.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/50-51.
[179] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 652.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/52-55.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 646, 648.
[181] Mancınık; en eski savaş araçlarından büyük bir sapan idi ki, savaşlarda düşman taralına, düşmanlara ve kalelerine büyük büyük taşlar atmak için kullanılırdı (M. Salahf, Kâmûs-u Osm ânf, c. 4, s. 383). Bugün, onun yerini top almıştır (Mütercim Âsi m E fendi, Kâm üs Tercem esi, c. 3, s. 80).
[182] Debbâbe; kalın deri ve tahtalardan yapılmış, kale duvarlarını yükseltirken işçi ve ustaların içine girip çalışabilecekleri, üzeri kapalı seyyar iskeledir ki, savaşlarda da, kuşatılan kalelerin delinmesi, alınması için surlara yanaştırılır, içine askerler girer, onları üzerlerine atılacak taş ve oklardan korurdu. (Ibn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 96).
[183] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 647, 648, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 733.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/52-55.
[184] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 349, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 653, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 5, s. 553, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 207, c. 5, s. 77, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441, Yâkubî, TânTı, c. 2, s. 56, Taberî, TânTı,
c. 3, s. 93, Beyhakî, D elâi lü´n -nüb üwe, c. 4, s. 205, 209, İ bn E siY, K âm il, c. 2, s. 219, Zehebî, M egâzf, s. 339, E tau´l-F idâ, el-Bi dâye
ve´n-nihâye, c. 4, s. 186, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 149, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 175, Diyarbekrî, Târîhu´l-
hamfs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsanu´l-uyûn, c. 733, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 223.
[185] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 207, c.5, s. 77,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 144 Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 205, 209, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 150.
[186] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353.
[187] Tabeıî, Târih, c. 3, s. 94, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 211 , İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 21 9 Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4,s. 187.
[188] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 653, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 57, s. 5, s. 76, Müslim, Sahih,
c.3, s. 1872, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 38, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 132, İbn Hacer, Metâlibu´l-
âliye,c.4,s.239.
[189] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 349, Vâkıdî, c. 2, s. 653, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 99, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Beyhakî, Delâil, s. 4, s. 209, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 151.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/56.
[190] Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 207, c. 5, s. 76.
[191] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 553, 554.
[192] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 48.
[193] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 354, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 151.
[194] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 209, Heysemî, Meanau´i-ievâid, c. 9, s. 124.
[195] Müslim. Sahih. c. 4. s. 1872.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/56-57.
[196] Bu hân, Sahih, c. 5, s. 76, 77, Müslim , Sahih, c. 4, s. 1872.
[197] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1871, Heysemî, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 151.
[198] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 734.
[199] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 153.
[200] Müslim, Sahîh, c. 4. s. 1873.
[201] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 734.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/58.
[202] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 220, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 187.
[203] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 151, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 735.
[204] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 654, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 99, c. 5, s. 354.
[205] Beyhakî, Sünen, t 9, s. 132.
[206] Bu hân , Sahîh, c. 5, s. 77, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872.
[207] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 99, Heysemî, Meanau´z-zevâid, c. 6, s. 124, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 735.
[208] Süheyif, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 560.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/58-59.
[209] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[210] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 349, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 210, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 135, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 186, İbn Hacer, Metâlibu´l4liye, c. 4, s. 240, Halebî, c. 2, s. 737.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, İbn Sa´d, Tabak âtü´l-kübrâ, c. 2, s. 110, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 210,
İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 135, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 186, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 240, Halebî,
İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[212] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 11 0, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 206, Zehebî, Megâzî, s. 340, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 185.
[213] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 110, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1872, Beyhakî, c. 4, s. 206, Zehebî, s. 340, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 185, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[214] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 110, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 384, 385, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 38, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 4, s. 206, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 133, Zehebî, s. 340.
[215] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 76, 77, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1 872, Beyhakî, c. 4, s. 205, Zehebî, s. 339, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 49, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 224.
[216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 654, Halebî, İnsânu´l-uyÛn, c. 2, s. 737.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/59-60.
[217] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 220, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 186, İtan Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 4, s. 240, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 49.
[218] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 72, 73.
[219] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 654, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[220] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 654.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657.
[222] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 219.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 348, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657, Taberî, Târîh, c. 3, s. 93, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 189.
[224] Taberî, Târih, c. 3, s. 93.
[225] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 657, Taberî, Târih, c. 3, s. 93.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/60-62.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657.
[227] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 348.
[228] Diyarbekri, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 50.
[229] Müslim, Sahih, t 3, s. 1440, Taberî, Târih, c. 3, s. 94, İbn EsTr, Kâmil, c. 2, s. 220.
[230] Diyarbekri, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 50, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 737.
[231] Taberî, Târih, c. 3, s. 94.
[232] Taberî, Târih, c. 3, s. 94, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 737.
[233] Diyarbekri, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 50.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 655.
[235] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52.
[236] İbnSa´d, Tabakât, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 52, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441, Hâkim , Müstedrek, c.3,s.39.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 347, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 357, Taberî, c. 3, s. 93, Heysemî, Meonau´i-zevâid, c. 5, s.
150, Diyarbekrî, s. 2, s. 50,51 .
[238] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441, Taberî, Târih,
c. 3, s. 94, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 39, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 566, İbn Abdilberr, İsti âb, c. 2, s. 787, İbnEsîr, Kâmil, c. 2,s. 220.
[239] Diyarbekri, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 50, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 738.
[240] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 358, Müslim, c. 3, s. 1441, Heysemî, Meanau´i-zevâid, c. 6, s.150.
[241] İbn Esîr, c. 2, s. 220, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 738.
[242] Taberî, c. 3, s. 94, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 738.
[243] İbn Sa´d, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 52, Hâkim, c. 3, s. 39, Diyarbekrî, c. 2, s. 50.
[244] Ahmedb. Hanbel, c. 5, s. 358, 359, Heysemî, c. 6, s. 150, Diyarbekrî, c. 2, s. 50.
[245] Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 152.
[246] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 220.
[247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 657.
[248] Diyarbekri, Târihu´l-hamfs, c. 2, s. 51.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/62-64.
[249] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 687.
[250] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 653, Buhân, Sahih, c. 4, s. 57, c. 5, s. 36, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1872, Yâkubî, TâriVı, c. 2, s. 56, İbn Hacer, Metâlibu´l-âlive, c. 4, s. 239.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 647.
[252] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsan, c. 2, s. 740.
[253] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, 653, Halebî, c. 2, s. 732.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/64-65.
[254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 653, Halebî, c. 2, s. 732.
[255] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 63, 64, Vâkıdî, c. 2, s. 648, 649.
[256] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 652.
[257] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649.
[258] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657, 658.
[259] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 377, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85.
[260] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649, İbn Abdilbeır, İstiâb, c. 1 , s. 85.
[261] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/65-66.
[262] Aynı kaynaklar.
[263] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85, Beyhakî Delâilü´n-nübüvvıe, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 142.
[264] Vâkıdî, c. 2, s. 649, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c.2,s. 150, Zehebî, Megâzî, s. 347, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 190.
[265] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 649, Beyhakî, c. 4,s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 190,191.
[266] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 287, 288, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 190,
191.
[267] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, İbn Seyyid, c. 2, s. 142.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, Beyhakî, c. 4, s. 220, Zehebî, s. 347, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191 .
[269] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 220, İbn Kayyım Zâdu´l-mead, c. 2, s. 150, Zehebî, M egâ zf, s. 3 47, E bu´l-F idâ, el-Bi dâye ve ´n-n ihâye, c. 4, s. 191.
[270] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, Uyûnu´l-
eser, c.2, s. 142, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191.
[271] Vâkıdî, c. 2, s. 649, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, c. 2, s. 142.
[272] Aynı kaynaklar.
[273] Vâkıdî, c. 2, s. 649, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191.
[274] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 649.
[275] İbn İshak, İtan Hişam, c. 3, s. 359, Zehebî, s. 347, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191 , İbn Kayy,m, c. 2, s. 150.
[276] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, 86, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 42.
[277] Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 221, Zehebî, s. 348, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 191, İbn Kayyım, c. 2, s. 150.
[278] Beyhakî, c. 4, s. 220, E bu´l-Fidâ, c. 4, s. 1 91, İbn Kayyım, c. 2, s. 150.
[279] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/66-69.
[280] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 658, 659.
[281] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 346.
[282] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 346, Vâkidî, Megâzî, c. 2, s. 659.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/69.
[283] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 660, 661.
[284] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 50, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1429,1 540.
[285] Bu hân , Sahih, c. 5, s. 73, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1540.
[286] İbn Sa´d. Tabakâtü´l-kübrâ. c. 2. s. 113. Müslim. Sahih. c. 3. s. 1540.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/69-71.
[287] Vakıdi, Megazi, c.2, s. 659, 661; Halebi, İnsanu l-Uyun, c. 2, s. 741.
[288] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 663-700.
[289] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 663, İbn Sa d, Tabakâtü l-kübrâ, c.3, s. 461.
[290] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 663, İbn Hacer, el-İsâbe, c.2, s. 471.
[291] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 346, Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 659, Taberi, Tarih, c.3, s. 93.
[292] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 346.
[293] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 664-665.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/71-74.
[294] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 681.
[295] Aynı kaynaklar.
[296] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 460, Zürkânf, c. 3, s. 322.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/74-76.
[297] Beyhakî, Sünen, c. 4, s. 16, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 150, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 191.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/76-77.
[298] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 666.
[299] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 666, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 742.
[300] Vâkıdî, Megâiı, c. 2, s. 666, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 742, 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/77-78.
[301] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667.
[302] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106.
[303] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667, 669.
[304] Semhûdf, c. 4, s. 1236.
[305] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 667, 668, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî, İnşânu´l-uyûn, c. 2, s. 743.
[306] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 668.
[307] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 668, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/78-79.
[308] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 664.
[309] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 648.
[310] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 668, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 753.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80.
[311] Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 668, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 198, Suyûtî, Hasâisu´l-kübrâ, c. 2, s. 56, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80.
[312] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 669.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80.
[313] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 648.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/80-81.
[314] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
[315] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 106.
[316] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 398.
[317] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670.
[318] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 744.
[319] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
[320] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670.
[321] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, 352.
[322] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, 671.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/81-82.
[323] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebîr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 110, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 157, 158, Belâzurî, Fütûhu´l-buldân, c. 1, s. 25, 26, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 225-226, 231-232, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 251, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
[324] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/82-83.
[325] Vâkidif Megâzî, c. 2, s. 671, Halebî, İnsânu´l-u^ûn, c. 2, s. 680.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/ 83.
[326] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680.
[327] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680.
[328] Bu hân , Sahîh, c. 5, s. 81.
[329] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, 681, Halebî, İnsânu´l-uvûn, c. 2, s. 745.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/83-84.
[330] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 680, 681.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/84.
[331] Buhârî,Sahîh,c.5, s. 81.
[332] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 375. Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 565, 566, 746.
[333] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsan, c. 2, s. 746.
[334] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 671, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsan, c. 2, s. 746.
[335] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279.
[336] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112.
[337] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 745.
[338] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 30.
[339] İmam , Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151.
[340] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151.
[341] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
[342] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 30.
[343] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1 , s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1,s.3O.
[344] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 152.
[345] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 1 38, İbn Kayyım ,
Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 745.
[346] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671.
[347] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 152.
[348] Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1 , s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151 , Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199, Halebî, c. 2, s. 746.
[349] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279.
[350] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, 672.
[351] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 152.
[352] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672.
[353] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46.
[354] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Taberî, Târîh, c. 3, s. 93, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/84-87.
[355] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 158, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138.
[356] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138.
[357] İmam Muhammed, Siyenj´l-kebfr, c. 1, s. 280, 281, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 2, s. 26, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye vıe´n-nihâye, c. 4, s. 197.
[358] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672.
[359] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Diyarbekıf, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 47.
[360] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351.
[361] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 762.
[362] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
[363] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/87-88.
[364] Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 745.
[365] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/88-89.
[366] Belazuri, Futuhu l-Buldan, c. 1, s. 130.
[367] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, 673.
[368] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 673.
[369] Vâkıdî, c. 2, s. 673, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 112, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 138, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 151.
[370] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 199.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/89.
[371] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 675, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154.
[372] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172.
[373] Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf, Vetâu´l-vefâ, c. 4, s. 1179, Diyarbekrî, Târflıu´l-hamfs, c. 2, s. 55.
[374] İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 307, Yâkût, Mu´cemu´l-büldân, c. 2, s. 172, Semhûdf, Vefâu´l-vefa, c. 4, s. 1179.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/90.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677.
[376] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 665, 666.
[377] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 154, 155, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 211 , 212.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/91-93.
[378] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, Taberî, Târih, c. 3, s. 95.
[379] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 4, s. 1 421, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 673.
[380] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 1 81.
[381] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181 .
[382] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677.
[383] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174.
[384] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 338.
[385] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181.
[386] Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181 .
[387] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Kastalânf, Mevâhib, t 1. s. 181.
[388] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Taberî, Târih, c. 3, s. 95, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 214.
[389] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174.
[390] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, E bu Dâvud, Sünen, c.4, s. 174, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210, Heysemi, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 153.
[391] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, ç. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Taberî, Târih, c. 3,
s.95, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre,s. 214, İbn Esîr,Kâmil, c. 2, s. 221, İbn Haldun, Târih, c.2,ks. 2, s. 39, Heysemî,Meonau´z-zevâid,
c. 6, s. 398, 399, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210, Kastalânf, Mevâhibü´l-ledünniye, c. 1, s. 181.
[392] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 310, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 153, 154.
[393] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 209.
[394] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 314.
[395] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 21 9, Süheylf, Ravdu´l-ünüf, c. 6, s. 572.
[396] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 353, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa´d, Tabak ât, c. 8, s. 314, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâyeve´n-nihâye, c. 4, s. 210.
[397] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 314, İbn Kayyım , Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155.
[398] Bu hân , Sahih, c. 5, s. 1 37.
[399] Müslim, Sahih, c.4, s. 1721.
[400] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 353, Taberî, Târih, c. 3, s. 95, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 222, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210, 211.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/93-96.
[401] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 352, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 1 74, Taberî, Târîh, c. 3, s. 95.
[402] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 222, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210.
[403] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 1 74, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 210.
[404] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 4, s. 1 421, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678.
[405] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, İmam Muhamm ed, Siyer, c. 4, s. 1421, Vâki df, c. 2, s. 678, Taberî, c. 3, s. 95, İbn Esîr, c. 2, s. 222.
[406] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 4, s. 1 421, Vâkıdî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, c. 4, s. 174, Taberî, c. 3, s. 95, İbn Esîr, c. 2, s. 222.
[407] Müslim, Sahih, t 4, s. 1721, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 173,174.
[408] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 173, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 155.
[409] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 55.
[410] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 115, 116, ^med b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451, Buhârî, Sahih, c. 7, s. 32, İbn Kayyı m, Zâdu´l-m ead, c. 2, s. 155, Zehebî, Megâzî, s. 362, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 208, 209.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/96-99.
[411] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 350.
[412] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 210.
[413] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 102, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 153.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674.
[415] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 350, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 220, 221.
[416] İbn İshak İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 350, 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 673, İtan Estr, Kâmil, c. 2, s. 220,221.
[417] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674, 675.
[418] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 350, 351.
[419] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 22, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emval, s. 19, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 152.
[420] Zürkânf, Mevâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/99-100.
[421] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 121, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 26, 27, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 221, İbn Ka^ım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 152.
[423] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707.
[424] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[425] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707.
[426] Vâkıdî, c. 2, s. 707, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8. s. 123.
[427] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[428] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[429] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[430] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 1 21.
[431] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, İbn Sa´d, Tabakât, c. 8, s. 1 25, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 99.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/101-102
[432] İbnİsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 345, 346, Vâkıdî, c. 2, s. 682, İbn Sa´d, c.2, s. 115, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 108, 109.
[433] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 345, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 125, İbn Seyyid, Uyünu´l-eser, c. 2, s. 133.
[434] İmam Muhammed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 1 33.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/102-103.
[435] İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 39.
[436] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 699.
[437] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 699, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[438] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 699-700, İbn Sa´d, c.2, s. 107.
[439] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357-358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[440] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[441] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[442] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[443] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358.
[444] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[445] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[446] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[447] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[448] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[449] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[450] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[451] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, c.2, s. 107.
[452] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 111, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441.
[453] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, c.2, s. 107.
[454] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[455] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[456] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 681, 700, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 107.
[457] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 07.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/103-104
[458] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[459] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680.
[460] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 07, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 2, s. 55.
[461] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 2, s. 139, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 202.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/104-105
[462] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 684.
[463] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 684.
[464] İbn İnak,İbn Hişam, c. 3, s. 322, Vâkıdî, c. 2, s. 574, İbn Sa´d, c. 2, s. 95, Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 202.
[465] Vâkidf, c. 2, s. 689, İbn Sa´d, c. 2, s. 107 Ebu´l-Fidâ, c. 4, s. 202, Diyarbekrî, c. 2, s. 55, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 690, Zürkânf, M evâhibü´l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 181.
[466] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 1 07.
[467] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 680.
[468] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 689, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[469] İbn Şa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 108.
[470] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 688, 689.
[472] Ebu Yusu f, Kitâbu´l-haraç, s. 198.
[473] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 356, Vâkıdî, c. 2, s. 685, 686.
[474] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 686.
[475] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 686, 688.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/105-107
[476] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 363.
[477] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 113, 11 4, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emrâl, s. 79, E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 159,160, Belâzurî, Fütûhu´l-büldân, c. 1, s. 28, 29.
[478] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 363, 364, Taberı, Târih, c. 3, s. 97.
[479] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 453.
[480] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, 365, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689, 690.
[481] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 365.
[482] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/107-110
[483] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 365, 367.
[484] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 693, 695.
[485] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 367.
[486] Heysemi, Meonau´z-zevâid, c. 6, s. 7.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/110-112
[487] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 690.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/112.
[488] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 351 , 352, İmam Muhamm ed, Siyeru´l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 670, 671.
[489] Belâzurî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137.
[490] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-haraç, s. 50.
[491] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50.
[492] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50.
[493] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352.
[494] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 79, Belâzurî, Fütûhu´l-buldan, c. 1, s. 26.
[495] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 371, Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl s. 79.
[496] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50, 51.
[497] Buhârî, Sahili, c. 5, s. 84, Belâzun, Fütûhu´l-büldân, t 1, s. 25, 26.
[498] Abdurreizak, Musannef, c. 5, s. 372, 373.
[499] Ebu Dâvud,Sünen,c.3,s. 161, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 162.
[500] Ebu Yusuf, Kitâbu´l-harac, s. 50.
[501] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, Taberî, Târîh, c. 3, s. 98.
[502] Mâlik.Muvatta´, c. 2, s. 703, 704.
[503] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, Mâlik, Muvatta´, 4, c. 2, s. 704, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 138.
[504] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 109.
[505] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, 371, Taberî, TârPh, c. 3, s. 98.
[506] Ebu Ubeyd, Kitâbu´l-emvâl, s. 79, 80, 142.
[507] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 693.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/113-115.
[508] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 701, 702.
[509] Belâzuıî, Ensâb, c. 1 , s. 352.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/115-116.
[510] İbrı İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359.
[511] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[512] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[513] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[514] £Jodurrezzak, Musannef, c. 5, s. 566, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[515] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[516] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[517] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[518] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 703.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[520] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[521] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[522] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 703.
[523] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[524] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[525] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 382.
[526] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 382.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/117-119.
[527] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 260, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 269.
[528] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 57.
[529] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, c. 2, s. 703, İbn Sa´d, c. 4, s. 269.
[530] Ziynet eşyaayla birtakım emtiayı (Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 1 38,139).
[531] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 466, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[532] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[533] Abdurreiiak, Musannef, c. 5, s. 466, 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/119-120.
[534] Vâkıdî, c. 2, s. 703, 704, Abdurrezzak, c. 5, s. 467, İbn Sa´d, c. 4, s. 270, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[535] Vâkıdı, Megâzı,c.2,s. 704.
[536] Abdurrezzak, c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 138.
[537] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/120.
[538] VâkıdPye göre; Ebu Zübeyne.
[539] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[540] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[541] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 704, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 4, s. 270.
[542] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[543] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
[544] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 360, 361, Taberî, Târîh, c. 3, s. 97.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/120-121
[545] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 361.
[546] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[547] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[548] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[549] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[550] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
[551] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
[552] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[553] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 467, 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[554] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[555] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[556] Abdurrezzak, Musannef, c. 4, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156.
[557] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[558] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156.
[559] İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 1 56.
[560] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/121-124
[561] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[562] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[563] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705.
[564] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705.
[565] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705.
[566] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156.
[567] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[568] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[569] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 130.
[570] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 270.
[571] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[572] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139.
[573] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[575] Müşrikler, "Allah düşmanı" yerine, "putlarım izin düşm anı" deseler, gerçeği söylemiş olurlardı.
[576] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 458.
[577] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[578] Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 468, 469, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım, Zâdu´l-mead, c. 2, s. 156, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 155.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/124-126.
İslâmda Muaşeret (Güzel Geçinme) Adâbi
İslâm dini, insanların muaşeretine (birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum halinde medeniyet üzere yaşamalarına) büyük bir önem vermiştir.
Müslümanlarin birbirleriyle geçinmelerinde samimiyet, tevazu, sadelik, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik bir esastır.
İslâmda halk ile geçinmenin çeşitli yönleri ve dereceleri vardir. Bunların bir kısmı şunlardır:
1) Herkese karşı tadlı dilli, güler yüzlü, açık kalbli olmak. Bir müslüman daima güleryüzlü bulunur. Hiç bir kimseyi asık bir yüzle karşılamaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, Allah yumuşak huylu, açık yüzlü kimseyi sever."
2) Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur.
"Müslüman odur ki, dilinden ve elinden müslümanlar selâmette bulunur."
3) İnsanların eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Sıddîkların (özü-sözü dosdoğru olanların) derecelerine geçmek istersen, senden ilgiyi kesene bağlan, senden esirgeyene sen ver, sana zulmedeni de bağışla."
4) Dargınlığa hemen son vermek. Müslümanlar arasında bir dargınlık olursa hemen barışırlar, birbirlerinden üç günden ziyade ayrı kalmazlar. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık ve kin duyguları yaşamaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Üç günden ziyade kardeşine dargin kalmak bir müslümana helal olmaz."
5) Darginlarin arasini düzeltmeye çalişmak. Bir müslüman, iki din kardeşi arasında her nasilsa bir darginlik olduğunu görünce aralarini bulmaya ve o küskünlügü gidermeye çalişir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Sadakanın en faziletlesi, dargınların aralarını bulup düzeltmektir."
6) İnsanların kusurlarını araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak. Müslümanlar kimsenin kusurlarını araştırmazlar. Kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırıp ortaya çıkarmaya ve göstermeye çalışmazlar. Buna aykırı hareket dinde yasaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bir kul bir kulun kusurunu örterse, Allah Tealâ Hazretleri de onu kıyamette örter (günahlarını açığa vurmaz)."
7) Dostları arkalarından savunma. Bir müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur. Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bir kul kardeşine yardımda bulundukça, kendisine de Allah daima yardım eder."
8) İnsanların kalblerini kötü zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak. Buna aykırı davranmak birçok kimselerin günaha girmesine sebeb olur, insanlar arasında dedi-koduya ve nefrete yol açar. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Töhmet yerlerinden kaçınız..."
9) Değişik halk sınıfları ile makamlarına göre sohbet edip ilişki kurmak. Herkese kabiliyet ve durumuna göre hitab etmeli. Bir alimden, bir zahidden, bir zenginden beklenen vasıfları, bir cahilden, bir fasıkdan, bir fakirden beklememelidir.
10) Yaşlılara hürmet, çocuklara, düşkünlere merhamet ve şefkat göstermek. İslâmda büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı sevgi bir esastır. Bu esas, âileler arasında bir kat daha önemlidir. Anaya-babaya pek ziyade hürmet etmek bunun bir örneğidir. Bunları adları ile çağırmak terbiyeye aykırıdır. Bir kadının kocasını adı ile çağırması da edebe aykırı olduğundan mekruhtur. Bir hadis-i şerifin anlamı şöyledir: "Bir genç bir yaşlıya sadece yaşından dolayı hürmet etti mi, Allah da ona bir mükâfat olmak üzere, ihtiyarlığı zamanında hürmet edecek bir kimseyi muhakkak yaratır."
Bu mübarek hadis, yaşlılara saygı gösteren gençlerin sevab kazanacaklarını ve çok yaşayacaklarını müjdelemektedir. Artık ihtiyarları bir yük kabul eden gençler, bunu biraz düşünmelidirler.
11) Hayırsever olmak, yardım etmek ve arka çıkmak. Şöyle ki: Müslümanlar herkes için hayır ister, herkese yardımda bulunmaktan haz duyar. Müslümanların din ölçüleri içinde birbirlerine yardım etmesi ve şefaatta bulunması, aralarındaki kardeşliğin bir gereğidir. Kendisi için hayırlı görüp istediği bir şeyi, başkaları için de istemeyen kimse, İslâm muaşeretinin temiz esaslarını gözetmemiş olur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Sizden biriniz kendi nefsi için sevip istediği bir şeyi kardeşi (veya komşusu) için de sevip istemedikçe, gerçek mümin olamaz."
12) Selâm vermek. Şöyle ki: Müslümanlar arasında selâm vermek bir sünnettir, bir dostluk ve hayırseverlik alâmetidir. Selâm almak da bir farzdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsiniz. Size bir şey göstereyim mi ki, onu yaptiginiz zaman birbirinizi sevmiş olursunuz: Aranizda selâmi yayiniz."
Selâm vermenin bazı edebleri vardır. Bunlardan bir kısmı: Bir topluluğun yanına girilirken konuşulmadan önce "Esselâmu aleyküm" diye selâm verilir.
İçinde insan olmayan bir yere girildiği zaman "Esselâmu aleyna ve alâ ibadillahissalihîn" denilir.
Gençler yaşlılara, süvariler yayalara, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere selâm verirler. Bir topluma verilen selâma: "Ve aleykümüsselâm" diye içlerinden birisi karşılık verirse, diğerlerinden selâm alma görevi düşmüş olur. Fakat o topluluk içinden hiç biri karşılık vermezse, hepsi de günahkâr olur. Bir toplantıdan ayrılırken de selâm vermek iyidir. Kendisine selâm verilen kimse, daha güzel bir karşılıkta bulunarak şöyle der: "Ve aleykümüsselâmu ve rahmetullahi ve berekatüh." Bunu söylemek yerine göre pek güzeldir. Bir kimsenin selâmını getirip tebliği edene "Aleyke ve Aleyhisselâm" diye karşılık verilir. Bir mektubla selâm yazılmış olursa, ya dil ile veya yazı ile: "Ve aleykesselâm" denilir.
Selâma karşılık veremeyecek durumda olanlara selâm vermek mekruhtur. Onun için yemek yiyene, Kur´an okuyana, hutbe dinleyene, namaz kılana selâm vermemelidir. Verilirse, cevablanması mutlaka gerekmez. İşlediği günahı açıkca söylemekten çekinmeyen kimselere (fasıklara) selâm vermek mekruhtur.
Sonuç
Selâm verip almak, bir dostluk belirtisidir, sevgi alâmetidir. Fakat selâm verirken aşağı doğru bükülmek mekruhtur. Öyle ki, bazı alimlere göre, selâm verirken rüku haline yakın eğilmek, secde etmek gibidir. Yaratıklara saygı için yapılacak bir secde ise imana aykırıdır.
13) Musafaha (el sıkışmak). Şöyle ki: İki müslüman bir araya gelince birbirinin elini tutarlar. Salât-selâm getirerek birbirinin hatırını sorarlar. Bu da sevgi ve dostluk nişanıdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Birbirine rasgelen iki müslüman musafahada bulundu mu, onlar daha birbirinden ayrılmadan bağışlanırlar."
14) Teşmitte bulunmak (aksırana hayır ve bereket istemek). Şöyle ki: Bir müslüman aksırınca: "Elhamdülillâh" der. Yanındaki müslüman kardeşi de: "Yerhamükallah Allah sana rahmet etsin" diye dua eder. Aksıran adamda: "Yehdina ve yehdikümullah Allah, bizleri de sizleri de hidayet üzere bulundursun," diyerek karşılık verir.
15) Toplantılarda temiz bulunmak ve edebe uygun davranmak. Şöyle ki: Müslümanlar, toplantılarda yıkanmış olarak temiz bir halde bulunurlar. İçleri ve dışları temiz olur. Toplantılarda ilim sahipleri ve yaşlılar baş tarafa geçirilir. Gerek olmadıkça söze karışmazlar, söylenilen yararlı şeyleri dinlerler. Toplantıya sonradan gelenlere yer verir ve birbirlerine karşı güleryüzlü bulunurlar.
Müslümanlar toplantılarda kendiliklerinden baş tarafa geçip oturmazlar. Kendilerine saygı için kalkarak yer vermek isteyenlerin hemen yerlerine oturmazlar. İki kişinin arasına rızaları olmadıkça girip oturmazlar. Bir toplantıda üç müslümandan ikisi başbaşa verip gizlice konuşmazlar. Böylece üçüncü kimsenin üzülmesine ve yanlış fikre kapılmasına meydan vermezler.
Müslümanlar bulundukları bir toplantıdan, arkadaşlarından izin alarak ayrılırlar. Geçici olarak toplantıdan ayrılanların yerine de hemen oturmazlar.
16) Dostları ziyaret: Müslümanlar uygun zamanlarda gidip din kardeşlerini, büyüklerini ve yakınlarını ziyaret ederler. Bu ziyaret de, bir sevgi ve bağlılık nişanıdır. Ancak bu ziyaret, usandırıcı ve pek sık olmamalıdır. Ziyarete gelen misafirlere mümkün olduğu kadar ikram edilmesi gerekir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Sizi ziyarete gelenlere ikram ediniz"
17) Ziyafetlere (davetlere) icabet etmek. Bir müslüman, din kardeşinin davetine uyar, ziyafetinde bulunur. Böylece aralarindaki sevgi ve yakinlik artmiş olur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur.
"Sizden birinizi, kardeşi dügün yemegine veya başka bir şeye çagirirsa, ona icabet etsin (uysun)."
Yeter ki, ziyafet yerinde haram bir şey bulunmasin. Çünkü bir müslüman, haramlarin işlenecegini bildigi bir yere gidemez. Ancak o haramlari engelleyebilecekse veya kendisine saygi için işlenmeyecekse, gidebilir.
Ziyafetlerde, misafirlere agirlik verecek kimseleri bulundurmamalidir. Misafirler gitmek isteyince, ev sahibi israr etmeksizin biraz daha oturmalarini istemelidir. Toplantilar sade ve külfetsiz olmalidir.
18) Saygı için ayağa kalkmak. Müslümanlar, yanlarına gelen din kardeşlerine karşı ayağa kalkabilirler. Bu bir hürmet belirtisidir. Mescidde bulunan veya Kur´an okuyan bir kimsenin, hürmet edilmeğe hak kazanmış bir kimse için ayağa kalkması mekruh değildir. Bir toplantıya gelenler için ayağa kalkılması âdet olan yerlerde, ayağa kalkılması müstahabdır. Böyle yapılmazsa, kin ve nefrete yol açılmış olabilir.
19) Değerli zatların ellerini öpmek. Müslümanlar, alimlerin, takva sahibi kimselerin ve adaletli hakimlerin ellerini sevgi ve saygı göstermek niyetiyle öperler, onlarla musafahada bulunurlar; bunda bir sakınca yoktur. Bunlardan başka büyüklerin ellerini dindarlıklarına saygı ve ikram için öpmek de caizdir. Fakat dünyaya ait bir maksad için öpmek mekruhtur.
Bir de, bir müslümanın, başkası ile karşılaştığı zaman kendi elini öpmesi tahrimen mekruhtur. Alimlerin ve diğer büyüklerin huzurunda yerleri öpmek de haramdır. Bunu yapanlar ve yapılmasına razı olanlar günaha girmiş olurlar. Bu, bir nevi putlara yapılan ibadeti andırır. Bir müslüman için asla caiz değildir.
20) Komşuluk haklarını gözetmek. Şöyle ki: İslâmda komşuluğun büyük önemi vardır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Ev satın almadan önce komşu, yola çıkmadan önce de yoldaş arayınız."
Komşulara ikram bir sünnettir. Bir müslüman komşusunun hakkını fazla gözetir, ona güleryüz gösterir, gerektiğinde ödünç verir, bir kaderi olunca onu teselli etmeye çalışır, taziyede (baş sağlığı dileğinde) bulunur. Komşusuna eziyet verecek şeyleri yapmaktan sakınır. Evin akıntı suları ile ve çöplerle komşularını rahatsız etmez. Yüksek sesle devam eden çalgı ve radyo sesleri ile komşularını rahatsız edenler, hasta ve okur-yazarları düşünmeyenler komşuluk haklarını gözetmemiş olur ve topluma karşı görevlerini çiğnemiş sayılırlar.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Kötülüklerinden komşusu emin olmayan kimse, gereği üzre Allah´a iman etmiş olmaz."
Sonuç
İnsan, komşularinin sevgi ve övgülerini kazanmalıdır. Hazret-i Ömer (radiyallahu anh) buyurmuştur: "Komşusu, yakını ve yol arkadaşı tarafindan övülen kimsenin güzel hal ve ahlâk sahibi oldugundan şübhe etmeyiniz."
21) Hastaları ziyaret etmek. Müslümanlar hasta olan dostlarını ve komşularını uygun zamanlarda yanlarına giderek ziyaret ederler. Sağlıklarına duada bulunurlar. Bu da sevgiyi kuvvetlendirmeye ve kalbleri hoşlandırmaya yardım eden bir görevdir. Bunun da bir takım edebleri vardır. Şöyle ki: Bu ziyaretler pek sık yapılmamalıdır, hastanın yanında çok oturmamalı, hastanın canını sıkacak sözler söylememelidir.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Beş şey vardir ki, bunlar kardeşine karşı müslümana vacib olur: Verilen selâmi almak, aksirana teşmit (hayir dua) etmek, davete gitmek (icabet etmek),hastayi ziyaret etmek, cenazelerin arkasindan gitmek"
22) Cenazeleri teşyi etmek (ugurlamak). Bu da önemli ve sevabi çok olan bir kardeşlik görevidir. Müslümanlar, ölen din kardeşlerinin cenazelerini mezarlarina kadar üzgün ve düşünceli olarak götürürler, rahmet topragina birakirlar, haklarinda rahmet isteyerek duada bulunurlar. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bir cenaze üzerine namaz kılana bir kırat, gömülmesinde bulunana da iki kırat (sevab) vardır. Bir kırat ise, Uhud dağı kadardır."
23) Müslümanların mezarlıklarını ziyaret etmek. Müslümanlar kendi aralarında, âhirete göçmüş olanların, özellikle yüksek alimlerin ve salih kimselerin, mezarlarını zaman zaman ziyaret ederler, onları rahmetle anarlar. Bu da bir vefakârlıktır, değer bilmedir. Bir hadis-i şerifde beyan olunduğu üzere, mezarları ziyaret etmek ölümü hatırlatır, uyanmaya sebeb olur. Onun için kabirleri saygı ve ibretle ziyaret etmeli, insanlığın acıklı sonucunu düşünerek gaflet içinde yaşamaktan kaçınmalıdır.
islamda Önemli Edebler Adablar Nelerdir?
Adab Nedir?
Edep kelimesinin çoğulu olan adab terimi İslam dininin her Müslüman için gerekli gördüğü bir ahlak sınıfıdır. İnsan aklının da güzel bulduğu söz ve davranışlarda, aklı başında bir Müslümanın uyması gereken görgü kuralları göz önünde bulundurarak hareket etmek adaptır. Adap insanı iyiliğe, hayra ve güzelliğe yöneltmesi sebebi ile her Müslüman için önemlidir.
Fıkıh terimi olarak ise adab, Hazreti Peygamber Efendimizin devamlı olarak değil de ara sıra yaptığı işler, davranışların karşılığı olarak kullanılan bir terimdir. İslam dinide, dine ve sünnete dair adabları yerine getiren her kul sevap kazanır. Bu adabları yerine getirmeyen kullar ise günaha girmezler vede kınanmaz. Bu açıdan Adab nafile, mendub, müstehap, tatavvu ve fazilet ile eş anlamlı manaları da içermektedir. Adab kelimesi, herhangi bir işl veya davranışa nispet edildiği vakit ise o alana dair gerekli özel kuralları ve o işin incelikleri, uyulması gereken dini, ahlaki, mesleki gibi konularda hüküm ve esasları ifade etmektedir.
Yüce Mevlamızda insanlara adab ve edep konusunda emirler ve öğütler vermiştir. Şu ayeti kerime bunun bir örneğidir. Bu ayeti kerimede Yüce Mevlamın insanlara Peygamberin yanında adablı olmaya “yükses sesle bağırmayın” buyurarak çağırmıştır. * Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider. (Hucurat-2)
Adab terimini bilhassa tasavvufi terimler arasında yeralmaktadır. Zira tasavvuf bir usul ve eğitim terbiye metodu olduğu için adabta tasavvufun bir parçasıdır. Çünkü adab denilince eğitim, yapılması gerekenler manası kastedilmektedir.
Sünnete göre âdâb-ı muaşeret (Görgü kuralları) Nelerdir?
Peygamberimizin (asm) sünnetleri çok geniştir. Bu bakımdan hepsini burada anlatmamız mümkün değildir. Peygamberimizin sünnetlerini anlatan eserlere bakmanızı tavsiye ederiz.
İslâm; doğumdan ölüme kadar hayatın ne şekilde yaşanacağını, davranışların nasıl olacağını, iç ve dış dünyamızın ne şekilde bir yapıya kavuşturulacağını tespit etmiştir. Madden ve mânen sağlıklı bir fert, sağlıklı bir aile ve sağlıklı bir toplumun yolu İslâm'ın emrettiği hayat tarzını yaşamak ile mümkün olabilecektir.
HER HAYRIN BAŞI BESMELEDİR:
Her hayırlı işe "Bismillahirrahmanirrahim" ile başlanır. Sonunda da "elhamdülillah" denir. Sevgili Peygamberimiz (asm):
"Bir işe besmele ile başlanılmaz, sonunda da elhamdülillah denmezse o işte hayır olmaz."
buyurmuştur. Çünkü besmele çekerek kul ile Allah arasındaki gerçek alâka kurulmuş olur. Nerelerde besmele çekilir veya çekilmez bir kaç misal verelim:
- Yemek yemeğe, abdest almaya ve hayırlı işe başlarken besmele çekmek sünnettir...
- Tuvalet ihtiyacı giderirken besmele çekmek mekruhtur.
- Haram olan bir şeyi yapmaya başlarken besmele çekmek haramdır.
SELAM VERME ADABI:
Müslümanlar birbirleri ile karşılaşınca selamlaşır ve tokalaşır. Selam vermek sünnet, verilen selamı almak farzdır:
1. İslam'ın emrettiği selamı unutma.
2. Tanıdığın veya tanımadığın Müslümanlarla karşılaştığın zaman selam vermeyi ihmal etme.
3. Selam verme şekli şöyle:
a) Binek üzerinde olan yürüyene,
b) Yürüyen oturana,
c) Az kişiler çok kişilere,
d) Küçükler büyüklere selam verirler.
4. Verilen selama onun misliyle veya ondan daha güzel bir şekilde cevap ver.
5. Konuşmadan önce selam ver. Peygamberimiz bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
KONUŞMA ADABI:
Şahsımıza karşı vazifelerimizden biri de dilimizi terbiye ve islah etmektir. İnsan iyi ve kötü bir çok şeyi dilinden bulur. Birçok insan dili sebebiyle en büyük musibetlere uğramışlardır. İnsanları cehenneme sürükleyip götüren de dilleridir.
1. Söylediği sözün nereye varacağını, düşünmek.
2. Dünya ve ahiret için faydası olmayan sözleri söylememek.
3. Sözleriyle kimsenin gönlünü kırmamak.
4. Musibet ve felaket getireceğinden korktuğu şeyi söylememek.
5. Konuşurken başkasının sözünü kesmemek.
6. Bir insanı över veya yererken aşırı gitmemek.
7. Büyüklerin yanında yüksek sesle konuşmamak.
8. Boşboğazlık, gevezelik etmemek.
9. Söylerken ağzını eğip büzmemek, avurt çatlatmamak, ustalık, bilgiçlik satmamak.
10. Konuşurken karşısındakini hiçe sayarak ukalalık yapmamak, onun sözlerinde ayıp ve kusur aramamak.
11. Dilini lanete, küfüre ve kaba konuşmaya alıştırmamak.
12. Kendisine verilmiş bir sırrı başkasına söylememek.
13. Yalan yere bir söz vermemek, yapamayacağı bir şeyi söylememek.
14. Yalan söylemekten, yeminden, gıybet etmekten, koğuculuktan sakınmak.
15. Başkalarıyla alay etmemek, kimseye kötü bir ad takmamak.
EVE GİRİŞ ÇIKIŞ ADABI
1. Kapının sağında veya solunda durmak.
2. Kapıya üç defa vurmak, izin verilir ise, içeriye girmek, izin verilmez ise geri dönmek.
3. Eve girince ve çıkarken "Esselamü Aleyküm" diyerek selam vermek.
4. Evden çıkınca "Bismillahi tevekkeltü al-Allah la havle vela guvvete illabillah" demek.
YEMEK YEME ADABI
1. Sofra hazırlanırken yardımcı olmak.
2. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.
3. Büyükleri sofraya oturmadan sofraya oturmamak.
4. Besmele çekip, Allah'a vermiş olduğu nimetler için şükür etmek.
5. Yemeğe önce yaşça veya mevkice büyük olan kişinin başlaması uygundur
6. Sağ eliyle yemek.
7. Lokmayı ağza göre almak ve iyice çiğnedikten sonra yutmak.
8. Lokmayı yutmadıkça ikinci lokmaya el uzatmamak.
9. Önündeki yemeği soğutmak için, yemeğin içine üflememek.
10. Başkalarını tiksindirecek, iğrendirecek harekette bulunmamak ve söylememek.
11. Ağızda yemek varken konuşmamak, gülmemek.
12. Başkasının lokmasına ve yediğine bakmamak.
13. Elini yemek kabına silkmemek ve lokmayı ağzına götürürken başını tabağa doğru uzatmamak.
14. Yemek seçmemeye özen göstermek.
15. Yemeği aynı kaptan yeyip, tabağın ortasından değil, kendi önünden yemek.
16. Lokmasını ve aldığı yemeği bitirmek.
17. Tabaklarda artık, sofrada kırıntı bırakmamak.
18. Toplu yemek yenirken herkes yeyip bitirmedikçe sofradan kalkmamak.
19. Yemek bitince "Elhamdülillah" demek.
20. Yemeği yapana teşekkür etmek.
21. Sofra kaldırırken yardımcı olmak.
22. Yemek sonrası elleri yıkamak, dişleri fırçalamak.
23. Sokaklarda yemek yememek ve içmemek.
24. Gezinerek yemek yememek.
25. Helalinden, temiz yemek ve Allah'a şükretmek.
26. Acıkmadan yemek yememek. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur:
"Sizden biriniz yiyeceği zaman sağ eli ile yesin, içeceği zaman da sağ eli ile içsin. Zira şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer." (bk. Müslim, Eşribe, 104-106)
SUYU İÇME ADABI
1. Besmele çekmek.
2. Suyu bardaktan (veya tasdan) içmek.
3. Suyu oturarak içmek.
4. Bardağı sağ el ile ağıza götürmek.
5. Bardağın içine nefes vermemek.
6. Suyu üç yudumda içmek sonunda "Elhamdülillah" demek; su içmenin adaplarındandır.
TUVALET ADABI
1. Tuvalete girmeden önce "Eüzü Besmele" çekmek.
2. Sol ayak ile girmek.
3. İhtiyacı ayakta değil, oturarak gidermek.
4. Tuvalette konuşmamak, bir şeyler yememek, oyalanmamak.
5. Tuvaletten çıkmadan temizlik kontrolü yapmak (elleri yıkamak).
6. Sağ ayak ile çıkmak. Çıkınca "Gufraneke" demek, adaptandır.
YATMA ADABI
1. Yatmadan önce elleri yıkamak.
2. Dişleri fırçalamak.
3. Kıyafetlerle değil, pijamalarla yatmaya özen göstermek.
4. Giysilere sağdan giymeye başlamak.
5. Besmele çekip sağ tarafa doğru dönüp yatmak.
6. Yatmadan önce dua etmek, adaptandır.
GÖZ KULAK GİBİ AZALARIN TERBİYESİ
Müslüman'a başkalarının kanı, ırzı, namusu, malı haramdır. Kendisinin olmayan herhangi bir şeye kötü gözle bakmamak, kendi canı, namusu, malı nasıl mukaddes ise, başkalarınınkini de aynı şekilde kabul etmeli, kendini tamamen haramdan ve kendisine ait olmayan her şeyden çekmek İslâm'ın emridir.
TOPLANTILARDA ADAB
Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Efendimiz (asm) bir mecliste nasıl davranılacağını bildirmiştir.
1. Bir toplantıya herkesi iğrendirecek elbise ile, fena kokularla gitmemek,
2. Mecliste daima güler yüzlü olup, ekşi suratlı ve geveze olmamak,
3. İleri geçip oturmamak, hakkı olmadıkça ileriye geçmemek,
4. Kendisinden yaşça ve bilgice yüksek olanlara hürmet etmek,
5. Anası, babası veya hocasına daha çok hürmetli olmak,
6. Oturanlara sıkıntı verecek hallerden sakınmak,
7. İki kişi arasına oturmak lazım gelirse, onların iznini istemek,
8. Sonradan gelene yer göstermek,
9. Kendisinden büyük olanların yanında ayak ayak üstüne koymamak,
10. Ev sahibinin, misafiri uğurlaması,
11. Kalabalık içinde iki kişi arasında gizli konuşulmaması,
12. Esnememek, mecbur olursa eli ile ağzını kapamak,
13. Öksürme veya geğirme ile çevreyi rahatsız etmemek, tiksindirmemek,
14. Meclis ve toplantılarda edebe riayet etmek.
KOMŞULARIMIZA KARŞI VAZİFELERİMİZ
Aile ve akrabamızdan sonra bize en yakın olan komşularımızdır. Komşularımıza olan vazifelerimizin başlıcaları şunlardır:
1. Komşulara el ve dil ile eziyet etmekten kaçınmalıdır. Evde gürültü yapmak, dökülen çöplerle komşuları zor durumda bırakmak, vb. Müslümanlıkla bağdaşmaz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah'a ve ahiret gününe İman eden komşusuna eziyet etmesin." (Müslim, İman, 73, 75)
2. Komşusunu çaresizlik içinde gören kimse, onun yardımına koşmalıdır. Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimede komşuya iyilik edilmesini tavsiye etmektedir. (Nisa, 4/36)
3. Komşunun evini, kendisinin bulunmadığı zamanlarda korumak,
4. Komşuları zaman zaman ziyaret etmek, hastalandıklarında kendileriyle yakından ilgilenmek, komşu hakkının önemini Peygamber Efendimiz (asm) şu hadisi şeriflerinden daha iyi anlamaktayız:
"Cebrail, bana durmadan komşuya iyilik yapmayı tavsiye etti. Bu sıkı tavsiyeden, komşuyu komşuya mirasçı yapacağını zannettim." (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr ve Sıla, 140: 141)
Komşumuz Müslüman olmasa bile onlarla iyi geçinmek (örnek olmak), eziyet etmekten sakınmak, iyi davranışlar içinde bulunmalıyız.
MİSAFİRLERE KARŞI VAZİFELERİMİZ
Misafirleri güzel bir şekilde ağırlamak, Müslümanlığın emirlerindendir. Peygamber Efendimiz (asm), kendisini ziyarete gelenlere elinde bulunan yiyeceklerden bol bol yedirir, hatta ev halkıyla birlikte geceyi aç olarak geçirdiği zamanlar da olurdu. Bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurulmakta:
"Allah'a ve kıyamet gününe iman eden kimse, misafirine ikram etsin." (Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75)
Atalarımız kahramanlığı ve dürüstlüğü yanında, misafirperverliği de, sahip olduğu eşsiz üstünlüklerindendir. Bugün yurdumuzun birçok Köylerinde, misafirler için ayrılmış özel yerler (köy odaları) vardır. Misafirlerimize karşı olan vazifelerimizden başlıcalar şunlardır:
1. Misafirleri güler yüz ve tatlı dille karşılamak,
2. Yediğimiz içtiğimiz şeylerin en iyisini onlara sunmak,
3. Misafirlerin üzerine fazla düşüp onları sıkmamak,
4. Misafirlerin yanında çocukları ve hizmetçileri azarlamamak,
5. Topluluklarda dikkat ettiğimiz önemli noktalara, misafirlerin yanında da dikkat etmek.
ZİYARETLERİN ADABI
Müslümanların birbirlerini ziyaret etmeleri, aradaki sevgi, saygı ve dayanışmayı kuvvetlendirir. Zaman zaman akraba, yaşlı ve hasta kimseler ziyaret edilmek suretiyle gönülleri alınmalıdır. Ancak ziyaretlerin, usulüne uygun olarak yapılması gerekir. Ziyaretlerle ilgili edepleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Ziyaretlerin vakti iyi seçilmelidir. Uyku, yemek ve iş zamanlarında ziyarete gidilmemelidir.
2. Ziyaretlere giderken, temiz ve düzgün elbiseler giyilmelidir.
3. Ziyaret edilen evin kapısı çalınmalı, ev sahibi izin verdikten sonra içeri girilmelidir.
4. Ziyaret sırasında güler yüz gösterilmelidir.
5. Ziyaretine gidilen evde bulunanların, sevinçleri ve kederleri paylaşılmalıdır.
6. Ev sahibinin işi varsa, ziyareti uzatmadan müsaade isteyerek ayrılmalıdır.
7. Ziyaret edilen kimsenin yaş, akrabalık veya hastalık gibi durumları göz önünde bulundurularak, konuşma şeklinde dikkat edilmelidir.
8. Özellikle yaşlılar ile hastalar, sık sık ziyaret edilmelerini beklerler. Bu bakımdan bu kimselerin ziyaretleri diğerlerine göre daha fazla yapılmalıdır.
Banyo Adabı
Dinimiz müslümanın sadece namaz kılarken değil hayatının tüm safhalarında temiz olmasını istemiştir. Hayatının her anında bizlere örnek olan peygamber efendimiz ise bizlere banyo adabı ile ilgili nelere dikkat etmemiz gereken konuları hadisleriyle bizlere anlatmaya özen göstermiştir. Kadınların banyo adabı nasıl olmalıdır? Banyoda örtünmek ve çıplak olarak banyo yapmak gibi konularda peygamber efendimiz hadis-i şeriflerinde neler söylemiştir?
Maddeler Halinde Efendimizin Banyo Adabı
Peygamber efendimiz banyoya girerken sol ayağı ile girerdi. Bu alışkanlığı bizlerde peygamber efendimizin banyo adabı olarak uygulamalıyız. Peygamber efendimiz hayırlı işleri sağ eliyle ve sağ ayağı ile yerine getirirken temizlenmek, taharetlenmek gibi işlerini de sol eli ve sol ayağı ile yerine getirirdi. Ayrıca peygamber efendimiz banyoya girerken şu duayı okurdu:“Bismillahirrahmanirrahim, pisliklerin her cinsinden ve kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.”
Peygamber efendimiz bir müslümanın sürekli Allah’ın karşısında olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle müslümanın sürekli temiz ve gusül abdesti almış olarak durması gerektiğini belirtmiştir.
Efendimiz banyoda setr-i avret kurallarına uyardı. Bu nedenle gusül almak için banyoya girerken mutlaka avret yerlerini örter ve kesinlikle çıplak olarak banyo yapmazdı. Çıplak olarak banyo yapmak dinimizin banyo adabı kurallarına uygun değildir.Çıplak olarak banyo yapmak mekruh sayılmaktadır.
Peygamber efendimiz banyoya ilk girişinde sağ ve sol omuzlarını yıkardı.
Suyu kesinlikle fazla israf etmezdi. Hatta bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır.
Akarsuyun kenarında bile olsan suyu israf etme.
Peygamber efendimizin banyo adabı ile ilgili bizlere tavsiye ettiği en önemli hususlardan birisi de banyoda konuşmamamız gerektiğidir. Banyoda konuşmamalı Kur’an v.b şeyler okunmamalıdır.
Banyoda küçük veya büyük abdest bozmak peygamber efendimizin yasakladığı hususlardan birisidir.
Banyoya ne zaman girilmesi konusunda da peygamber efendimiz bizlere şu hususu hatırlatmıştır. Banyoya akşama yakın yada akşam ile yatsı namazları arasında banyoya girilmemelidir.
Koltuk altı ve etek traşı adabı
Hz. Ebu Hureyre anlatıyor; Hz. Peygamber (a.s.m) buyurdu ki:
“Etek tıraşı olmak, sünnet olmak, bıyıkları kısaltmak, koltuk altını temizlemek, tırnakları kesmek fıtrattandır. (Yani; eskiden beri peygamberlerin uygulaya geldikleri prensiplerdendir.)” (bk. Neylu’l-Evtar,1/108)
Kütübü Sitte’de yer alan söz konusu hadiste geçen hususlar, bütün mezheplerin ittifakıyla sünnettir.(bk. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 1/306-308).
Sünnet olmak hariç, diğer işlevleri haftada bir yapmak sünnettir. Hz. Peygamber (a.s.m)’in bu işlevleri cuma veya perşembe günü yaptığına dair rivayetler vardır.(bk. Zuhaylî, a.g.e. I/311).
Bunları kırk günden fazla yerine getirmemek -bütün mezheplere göre- mekruhtur.. (bk. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 1/311).
Hanefilere göre bu gecikme tahrimen mekruhtur. (bk. Cezerî, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-arbaa, 2/45).
Tüyler ile saçları gidermenin ve tırnaklan kısaltmanın adabları
Tüyler ile saçları gidermenin ve tırnaklan kısaltmanın hükmüne ilişkin mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
(86) Şâfiîler dediler ki: Cuma gününün sünnetlerinden biri, bıyığı, dudağın kırmızılığı görünecek şekilde kısaltmaktır. Bunun anlamı, tüyleri hafifletip altı görününceye kadar bıyığı kısaltmada mübalağa edilmesidir. Tümden tıraş edilmesi mekruh olduğu gibi dipten kesilmesi de mekruhtur. Ama bir kısmını tıraş edip bir kısmını kısaltması caiz olur. Sakalı tıraş etmek ve kısaltmakta aşırıya kaçmaksa mekruhtur. Bir tutamdan daha uzun olduğu takdirde fazlalığın kesilmesi normal olur. Özellikle kişinin yaratılış üzere olan normal görüntüsünü bozması, ya da uzun sakalı dolayısıyla lâf işitmesi dolayısıyla, bir tutamdan fazlasını kesmesi normal olur. Cuma günü kişiden istenen sünnetlerden biri de, koltuk altlarındaki tüyleri yolmasıdır. Tüyleri yolabilen kişinin, tıraş etmesi mekruhtur. Ama yolmaktan ötürü acı çeken kişinin tıraş etmesi mekruh olmaz.
Yine cuma günü kişiden istenen sünnetlerden biri de, erkek ise kasık tüylerini tıraş etmesi, kadın ise yolmasıdir. Kocasının emretmesi hâlinde kadının, kasık tüylerini gidermesi zorunlu olur. Burundaki kılları yolmak mekruhtur. Uzaması hâlinde kesilmesi sünnet olur. Sağlık açısından faydalı olduğu gerekçesiyle tamamen gidermeyip bir kısmını bırakmak sünnet olur. Baştaki saçlara gelince, bunları tıraş etmek mubahtır. Temiz tutmayı taahhüd eden kişinin saçlarını kesmeyİp olduğu gibi bırakmasında bir sakınca yoktur. Ancak bu, belli bir gruba benzemek ve insanların zihnini karıştırmak maksadıyla yapılırsa caiz olmaz.
Cuma günü ihramda bulunmayan kişiden istenen sünnetlerden biri, uzamış tırnaklarını kesmesidir. Bu hususta Pazartesi ve Perşembe de Cuma günü gibidir. Tırnak kesme keyfiyetinin mûtemed şekli, önce sağ elin işaret parmağından başlayıp, sonra sırasıyla serçe parmağa doğru diğer parmakların tırnaklarını kesmektir. Bundan sonra da başparmağın tırnağı kesilir. Sonra da sol elin serçe parmağından başlayıp sırasıyla baş parmağa doğru tırnaklar kesilir.
Ayak parmaklarındaki tırnaklara gelince, sağ ayağın serçe parmağının tırnağından başlayarak, ara vermeksizin sol ayağın serçe parmağına doğru sırasıyla hepsi kesilir.
Hanefîler dediler ki: Erkeğin sakalını tıraş etmesi haramdır. Bir tutamdan fazla uzun olmaması sünnettir. Bir tutamdan fazlasını kesmek gerekir. Sakalın etrafını aldırmak, koltuk altlarındaki tüyleri tıraş etmek, beyaz kılları yolmakta bir sakınca yoktur. Bıyığı üst dudağın son çizgisi ile paralel hâle gelinceye kadar kışlatmakta aşırılığa gidilmesi sünnet olur. Bazıları, muhakkak sünnet olan, bıyığı tıraş etmektir demişlerdir. Bu söz İmam A´zâm ile iki arkadaşına nisbet edilmiştir. Kasık tüylerini, erkeğin tıraş ederek veya hamam otuyla gidermesi, kadınınsa yolarak gidermesi sünnettir. Koltuk altlarındaki tüyleri yolarak veya tıraş ederek gidermek sünnettir. Ama en uygunu yolarak gidermektir. Sırttaki ve göğüsteki tüyleri tıraş etmekse edebe aykırıdır. Tırnak ve bıyık kesimini, koltuk altı tüylerini yolmayı kırk geceden fazla geciktirmek tahrîmen mekruhtur.
Erkeğin başındaki saç üzerinde görüş ayrılığına düşülmüştür. Bazısı, ih-ramlı olmayan erkeğin her Cuma saçını tıraş ettirmesinin sünnet olduğunu söylemişlerdir. Tıraş etmesinin de, etmemesinin de caiz olduğu söylenilmiştir. Tıraş edilmeyip öylece bırakıldığı takdirde taranıp ayırılması sünnet olur. Başın orta kısmının tıraş edilip, gerisinin tüylerinin de bükmeksizin olduğu gibi bırakılması sakıncalı değildir. Çünkü saçları bükmek mekruhtur. Kadının, kocası izin verse bile zaruret olmaksızın saçını tıraş etmesi haramdır. Zîrâ erkeğin kadına benzemesi haram olduğu gibi, kadının da erkeğe benzemesi ve onun şekline girmesi haramdır. İşte bu nedenledir ki erkeğin, sakalını tıraş etmesi haram kılınmıştır.
İhramlı olmayan kişinin, tırnaklarını kısaltması müstehabtır. Ancak bunu dişiyle değil, başka araç kullanarak yapmalıdır. Tırnak kesmenin belli bir şekil ve günü yoktur. Kesilen tırnağın, saçın, hayizlı kadın bezinin ve kanın yer altına gömülmesi müstehabtır. Bütün bunların temizlik ve edeb gereği olduğu açıkça bilinmektedir.
Mâlikîler dediler ki: Sakalı tıraş etmek haramdır. Bıyığı kısaltmak sünnettir. Bundan maksat, tümünü kısaltmak değildir. Sâdece üst dudağa inen dâiremsi kısmını kısaltmak sünnettir. Bu kısım, dudak ucu görününce-ye dek kısaltılır. Bu kısımdan başka tarafı kısaltmak mekruhtur. Koltuk altlarındaki tüyleri yolmak sünnettir. Bu tüyleri yolmak, tıraş etmekten ve hamam otuyla gidermekten daha fazîletli olur. Yolmaya sağ koltuktan başlanır. Yolduktan sonra ellerini yıkamak sünnettir. Kasık tüylerini tıraş etmek veya hamam otuyla gidermek kadınlara ve erkeklere sünnettir. Bu tüylerin yolunması, kadınlara da erkeklere de mekruhtur. Göğüste, ellerde, kaba etlerde ve oturak halkasının etrafındaki tüyler gibi bedendeki tüylerin tümünü tıraş etmek mubahtır. Baştaki saçın bir kısmını tıraş edip bir kısmını bırakmak mekruhtur. Ama tümünü tıraş etmek mubahtır. Kadının, güzelliğe mâni bütün şeyleri gidermesi vâcib olur. Kocasının rağbet etmemesi hâlinde, kadının bedenindeki tüyleri gidermesi vâcib olur. Eğer sakalı bitiyorsa sakalını kesmesi de gerekir. Güzel olmasını sağlayan saçlarını olduğu gibi bırakması da gerekir. Şu halde baştaki saçı tıraş etmesi haram olur. İhramda bulunma zamanı dışında kadın ve erkeklerin tırnaklarını kesmeleri sünnet olur. En kısa süresi de Cuma´dan Cuma´ya kesilmesidir. Dişlerle kesilmesi mekruhtur. Kesilmesinin belli bir zamanı olmadığı gibi, belli bir keyfiyeti de yoktur.
Hanbelîler dediler ki: Sakalın tıraş edilmesi haramdır. Ancak bir tutamdan uzun kısmını kesmenin sakıncası yoktur. Bu fazlalığı almak mekruh olmadığı gibi, olduğu gibi bırakmak da mekruhtur. Bıyığı kısaltmada mübalağa etmek sünnettir. Kişi temiz tutmayı taahhüd edebilirse saçını tıraş etmeyip olduğu gibi bırakır. Tıraş etmeyip yerinde bırakırsa yıkaması ve sağ taraftan başlayarak taraması ve saçlarını ortadan ikiye ayırması gerekir. Saçı uzayıp da omuzlarına düşen kişi, bu saçlarını örmelidir. Başında yara bu lunması gibi mazereti olmayan bir kadının saçını tıraş etmesi veya kısaltması mekruhtur. Bİr musibet (için matem tutma) dolayısıyla tıraş etmesi ise haramdır. Kasık tüylerini tıraş etmek, kesmek veya hamam otuyla gidermek sünnettir. Koltuk altındaki tüyleri yolmak; zor gelirse tıraş etmek sünnet olur. Kaş ve yanak tüylerinin alınması ise mekruh olmaz.
İhramda bulunmayan kişinin her halükârda tırnaklarını kısaltması sünnet olur. Tırnak kesmenin belli bir keyfiyeti olduğuna ilişkin hiç bir rivayet gelmemiştir. Tırnak kesmenin ve kasık tıraşının kırk günden fazla geciktirilmesi mekruhtur.
islamda yüzük takmanın adabı nedir?baş parmağa veya işaret parmağına takılabilirmi?
İslâm'a göre; erkekler de kadınlar da yüzük takabilirler Ancak, yüzüğün takılış maksadı ve yapıldığı madde ile ilgili bazı şartların gözetilmesi gerekir
Hanefî mezhebine göre, maddesi ne olursa olsun ihtiyaç duyulmaması halinde yüzük takılmaması daha iyidir
Altından yapılan yüzükleri erkekler takamazlar Takarlarsa haranı işlemiş olurlar Kadınlar ise takabilirler
(el-Mevsılî, el-İhtiyar fi Ta'lili'l-Muhtar, Mısır IV, 224: Merginânî, el-Hidaye, IV, 82; İbn Abidîn, Reddü'lMuhtar, İst 1233, V, 216)
Hz Peygamber bir hadisinde; "İpek ve altın ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helal edilmiştir" buyurmuştur (Tirmizî, Libas, 1)
Gümüşten yapılan yüzüğü hem erkekler hem de kadınlar takabilirler Ancak, erkeklerin takacakları yüzüğün, kadınların taktıklarına benzememesi ve ağırlığının üç gramdan daha az olması gerekir
(el-Cezîrî, Kitabü'l-Fıkh ale'l-Mezahilai'l-Erbaa, II, 16; Alâuddin Abidin, El-Hediyyetü'l-Alâiyye, 1978, 318)
Demir, bakır, kurşun ve tunç gibi madenlerden yapılan yüzükler hem erkeklere hem de kadınlara mekruhtur (el-Mevsılî, age, IV, 224)
Akîk ve yeşim gibi kıymetli taşlardan yapılanlar ise kadın erkek herkes için caizdir (İbn Abidin, age; V, 315)
Yüzüğün kaşına Allah'ın, Peygamberin ya da kişinin kendi adını işletilmesi de mahzur yoktur Fakat insan ve hayvan gibi bir canlının resminin konulması günahtır Kaşında Allah'ın ismi veya Peygamber'in adının yazılı olduğu bir yüzle helâya giren kişi, yüzüğünü gizlemelidir Eğer yüzük sol elinde ise taharetleneceğinde parmağından çıkarmalıdır (İbn Abidin, age, V, 317)
Yüzük, her iki elin her hangi bir parmağına takılabilir Ancak, küçük parmağa takılması sünnettir
(İbn Abidin, age, V, 316; Kamil Miras, Tecrid Tercemesi, XII, 108)
islamda Misafirlik Adabi
Misafir ağırlamak, bazı kişiler tarafından genellikle maddi ve manevi bir külfet olarak algılanır. Çünkü bu insanlar misafir ağırlamayı, Yüce Allah'ın rızasını kazanmaya ve güzel ahlak sergilemeye vesile olacak bir ortam olarak algılamazlar. Toplumsal bir gelenek ya da sosyal bir zorunluluk olarak görürler. Bu konuda ancak menfaat sağlama ihtimali onlar için şevklendirici olur. Oysa Kuran ahlakını benimsemiş bir mümin için misafir ağırlamak değerli bir ibadet ve güzel ahlakın ortaya konulabileceği bir vesiledir. Bu nedenle müminler, iman etmeyen insanların aksine misafiri güzellikle karşılarlar.
Peygamberler Allah'ın insanlara ahlak ve tavır güzelliğinde örnek olarak yarattığı çok değerli insanlardır. Bizler din ahlakının nasıl yaşanması gerektiğini peygamberlerimizin kıssalarından öğrenebiliriz. Bu kıssalardan biri de Hz. İbrahim ve konukları ile ilgilidir. Bir misafirin İslam ahlakına göre nasıl ağırlanması gerektiği Kuran'da Hz. İbrahim örnek verilerek açıklanır. Aşağıdaki ayetlerde hayatı müminlere güzel bir örnek olan Hz. İbrahim'in, yaşadığı olay şöyle haber verilmektedir:
AYET: “Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi? Hani, yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "(Haklarında bil gim olmayan) Yabancı bir topluluk." Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi. Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); "Yemez misiniz?" dedi.” (Zariyat Suresi, 24-27)
Kuran'da bahsi geçen Hz. İbrahim'in konuklarını ağırlama şekli, İslam ahlakının günlük hayata yansıyan en güzel örneklerinden bir tanesidir. Bu ayetlerdeki bilgilere göre:
Misafir Güzellikle Karşılanmalıdır: Hz. İbrahim kıssasında olduğu gibi müminler, ağırlayacağı kimselere öncelikle saygı, sevgi, huzur ve güleryüz sunar. Bunlar olmadan yalnızca ikrama dayalı bir ağırlama hoşnut edici olmaz. Nitekim Hz İbrahim de konuklarınıselam diyerek karşılamaktadır. Çünkü Yüce Allah
AYET: “Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır.” (Nisa Suresi, 86) ayetinde selam verildiğinde en güzel şekilde karşılık vermenin önemine dikkat çekmiştir. Kuran ahlakında güzel davranışlarda bulunma konusunda bir yarış söz konusudur. Müminin daha misafiri karşılarken verdiği selam da bunun bir örneğidir. Din ahlakına göre yaşamayan insanlar, genellikle önce selam verenin karşı taraf olmasını bekler ve ilk selam veren olmayı küçük düşürücü olarak görürler. Halbuki dirlik ve güzellik temennisi olan selam, müminlerin ibadet olarak yerine getirdiği bir ahlak özelliğidir. Bu nedenle müminler selam vermek için sıra beklemez ve Allah'ın bu emrin gerektiği an yerine getirirler. Kendilerine selam verenlere ise daha güzeliyle karşılı verirler.
Misafir Rahat Ettirilmelidir: Kuran ahlakına sahip müminler, misafirin olabilecek tüm ihtiyaçlarını, özenle düşünür, onun söylemesine ve hissettirmesine gerek kalmadan bu ihtiyaçlarını karşılarlar.
İkram Sezdirmeden Hazırlanmalıdır: Ayette bildirildiği gibi Hz. İbrahim gelen misafirlere sunacağı ikramı sezdirmeden yapmıştır. Çünkü misafir olan kişi, çoğu zaman nezaketinden dolayı karşı tarafa ihtiyaçlarını hissettirmez. Hatta çoğu zaman da ince düşünceli davranarak kendisine yapılacak olan ikramları engellemeye çalışır. Böyle bir kişiye örneğin bir ihtiyacı olup olmadığı sorulacak olsa büyük olasılıkla olmadığını söyleyecek ve teşekkürle karşılık verecektir. Bu durumda da Kuran ahlakına göre gösterilecek olan en uygun tavır, ikramın sezdirilmeden yapılması, kesinlikle konuğun kendisine sorulmadan, herşeyin ince ince düşünülerek hazırlanıp sunulmasıdır.
Evlere Girildiğinde Selam Verilmesi
Müminler cennetin kapısında meleklerin esenlik dilekleriyle ve selamlarıyla karşılanırlar. Ayrıca Kuran'da cennet halkının kendi aralarındaki konuşmalarından örnek verilirken birbirlerine dirlik temennisi olarak selam verdikleri şöyle bildirilir:
“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder). Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne Yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Yunus Suresi, 9-10)
Bu nedenle evlere girilirken selam vererek girmek, orada bulunan insanlara cennet ahlakını hatırlatacağı için ruha hoşnutluk verir. Ayrıca selam verilerek içeri girilmesi, eve giren kişinin mümin olduğuna işaret ettiği için bir güvenilirlik alametidir. Allah evlere girerken selam verilmesi gerektiğini bir ayetinde şu şekilde bildirmektedir:
“Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (Nur Suresi, 27)
İkram Gecikmeden Yapılmalıdır: Yine bu ayetlerde işaret edilen bir başka güzel tavır da, söz konusu ikramın gecikmeden yapılmasına yöneliktir. Böyle bir tavır herşeyden önce kişinin, misafirin varlığından duyduğu memnuniyeti ifade eder. Çünkü ikramın ayette de haber verildiği gibi “hemen”, “çok geçmeden” yapılmış olması, kişinin karşı tarafa hizmet etme ve ağırlama konusundaki tevazusunu ve şevkini ortaya koyar.
İkramın En İyisi Seçilmelidir: Misafir ağırlama adabında uygun tavırlardan biri de Zariyat Suresinde haber verildiği gibi ikram edilebilecek en iyi yiyeceklerin seçilmesidir. Hz. İbrahim evine gelen konukları tanımadığı halde yapabileceği ikramın en iyisini yapmaya çalışmış ve hemen giderek “semiz bir buzağı” ile geri dönmüştür. Etin en lezzetlisi, en sağlıklısı ve en besleyicisi de en “semiz” olanıdır. Hz. İb rahim'in bu ahlakını örnek alan müminler de misafir ağırlarken imkanları oranında malzemelerin en tazesini, en temizini ve en lezzetlisini seçmeli ve özenli bir biçimde hazırlanmalıdır, ki bu ayetin bir işaretidir.
Yüce Allah'a iman, insanları birçok konuda mükemmelleştirdiği gibi hal ve tavır olarak da mükemmele götürür. Din ahlakının bir gereği olarak sürekli vicdanına uyan bir mümin, her yerde en güzel, en rahatlatıcı, ince düşünceli ve en hoşnut edici tavrı bulmayı umabilir.
Misafirliğe Gitme Adabı
Bir kişinin evine misafir olarak gidildiğinde en güzel, en rahatlatıcı ve en asil tavrın nasıl olması gerektiği de Kuran ayetlerinde bize açıklanmaktadır. Ayetlerde Peygamber Efendimiz (sav)'in evine nasıl girilmesi gerektiği örnek verilerek misafirlik adabının nasıl olması gerektiği bildirilir. Bu konuyla ilgili ayet şöyledir:
“Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın...” (Ahzab Suresi, 53)
Misafirlik ile ilgili olan bu ayette de birkaç nükte aydınlığa kavuşmaktadır:
1. İzin almadan ( ve davetten önce), yemek yemek için ev sahibinin evine girmeyiniz.
2. Davet edildikten sonra, misafirlik vaktinin gelişinden önce ev sahibinin evine girmeyiniz.
3. Yemek vakti geldiğinde misafirleri bekletmeyiniz.
4. Yemek yendikten sonra, kalkınız ve gidiniz; sohbet ve konuşma için oturmayınız
Misafirliğe gidildiğinde karşı tarafa eza ve sıkıntı vermemek için Kur'an'da dikkat çekilen hususlar şunlardır:
Misafirliğe gidildiğinde bu ziyaretin yemek vaktine denk gelmemesine itina ederek, karşı tarafı zor durumda bırakmamak.
Eğer yemek vaktinden evvel gidilmişse yemek vaktine kadar beklememek. Ancak ev sahibinden bir davet olduğu zaman yemeğe kalmak.
Yemeğin yenmesinden sonra gerekmedikçe söze dalıp, karşı tarafın vaktini boş yere alarak oturup
kalmamak.
Bütün bunlar İslam ahlakının bir kişiye kazandırdığı insaniyetin ve üstün ahlak anlayışının günlük hayata yansıyan örnekleridir. Her an güzel ahlak göstermekle mükellef olan bir mümin, evine konuk olan bir kişiye kim olursa olsun, hangi mevkide ya da kaç yaşında olursa olsun hürmetle, sevgi ve saygıyla yaklaşır. Her hareketiyle karşısındaki insana değer verdiğini hissettirir. Bu ahlakından karşısındaki kişi kadar kendisi de çok fazla zevk alır. Aynı şekilde misafirliğe giderken de adaba ve ince düşünceye dair çok güzel davranışlar şergiler. Çünkü misafirlik adabı İslam ahlakının kişiye kazandırdığı aklın, ince düşüncenin ve merhamet anlayışının bir tecellisidir
MİSAFİRLİKLE İLGİLİ HADİSLER
Misafir ile ilgili hadisler Mumsema (Zekatını veren, misafirlerini ağırlayan, darda olanlara yardım eden kimse, cimri sayılmaz) [Taberani]
(Ancak şerli, kötü kimseler, misafir kabul etmez) [Beyheki]
(Misafir rızkı ile gelir, ev halkının günahlarının affına sebep olur) [İSünni]
(Misafir, bin bereket ve bin rahmetle gelir) [Nisâb-ül ahbâr]
(Allah’a ve kıyamete inanan, misafirine ikram eylesin!) [Buhari]
(Allahü teâlâ hayır murat ettiğine hediye olarak misafir gönderir) [E Nuaym]
(Misafir istemeyende hayır yoktur) buyurdu (İAhmed)
(Misafir girmeyen eve, melekler de girmez) [Şir’a]
(Misafirle yenilen yemekten sorgu-sual olmaz) [Deylemi]
(Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur Misafirini üzen Allahü teâlâyı üzmüş olur) [İbni Lâl]
(Garip, yatacak yer bulamayan bir misafire yardım etmek, yemek yedirmek müslümanlar üzerine borçtur) [İAsakir]
(Misafirden hizmet beklemek, aklın noksanlığına alamettir) (Deylemi)
(Misafir rızkı ile gelir) [Şir’a]
(Misafir girmeyen eve, melek girmez) [Şir’a]
(Sofra misafirin önünde bulunduğu müddetçe, melekler ev sahibi için istiğfar ederler) [Taberani]
Misafirin duası makbuldür) [Beyheki]
Misafirin de giderken veya yemekten sonra (Evinizde oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyi insanlar yesin!) gibi dua etmesi sünnettir (Tirmizi)
islamda Yolculuk âdabı
“Allâhım! Ümmetimin (sabah) erkenden başladıkları
işlerini bereketli kıl!” (Ebu Dâvûd, Cihâd, 78)
İnsan hayatının vazgeçilmez ihtiyaç ve vâkıalarından biri, yapılan yolculuklardır. Bu yolculuklar askerî, ticârî, ilmî maksatlarla olabileceği gibi ibret almak ve sıla-i rahim için de olabilir. Bunun haricinde beşeri hayat îcâbı daha farklı gayelerle de yolculuklar yapılır. Şu kadar var ki yapılan bu yolculukların; dinen “meşru” olması, belli bir gâyeye mâtuf olması ve Allâh ve Resûlü'nün emrine muhalif olmaması gerekmektedir
Yolculukların esas hedefini, Rabbimizin rızası ve O'nun tâlim buyurduğu maksatlar teşkil etmelidir. Yüce Rabbimiz, Zâtı'nın azamet ve kibriyâ nişânelerini müşâhede etmek ve geçmiş nesillerin iyi veya kötü hâllerinden ibret alabilmek için seyr ü sefer yapmayı tavsiye ederek:
“ (Resûlüm) de ki: Yeryüzünde dolaşın da (dîni) yalanlayanların âkıbetlerinin nasıl olduğuna bir bakın!” (el-En'âm 6/11)
“ (Resûlüm) de ki: Yeryüzünde dolaşın da Allâh'ın (kâinâtı) ilk olarak nasıl yarattığına ve sonra ikinci dirilişi nasıl tekrar ettiğine ibret nazarıyla bir bakın. Şüphesiz Allâh, her şeye kâdirdir” buyurur. (el-Ankebût 29/20)
Kur'ân-ı Kerîm, samimi niyetlerle ve güzel gâyelerle sefere çıkmayı ve seyahati teşvik etmektedir. Bu maksatla seyahat edenleri; tevbe, ibadet, hamd, rükû ve secde edenler, emr-i bi'l-ma'rûf nehy-i ani'l-münkerde bulunanlar ile birlikte zikrederek müjdelemiş ve övmüştür. (et-Tevbe 9/112) Bu sebeple olmalıdır ki ta Hz. Ömer'den itibaren İslâm âleminde yol ve konaklama tesisleri ciddi olarak ele alınmıştır. Meselâ Kahire'den yola çıkan bir kişi Bağdat'a gelinceye kadar yanına ne kendisi için azık ne de hayvanına yem almadan huzurlu ve emniyetli bir şekilde seyahat edebilmiştir
Seyahat, tasavvufta seyr u sülûkun ikmali için uygulanan bir metoddur. Bu uygulama ile doğup büyüdüğü, âşina olduğu yerlerden ayrılan kişi, dünyada fânî olduğunu hisseder. Ziyâret ettiği yerlerde kendisini kimsenin tanımaması neticesinde, gariplik duygusunu derinden hissetmesi onun maneviyatının ve şahsiyetinin tekamülüne vesile olur. Zira seyahat etmek, suyun akmak sûretiyle pisliklerden arınması gibi, sâliki dünya bağlarından ve manevi kirlerden temizler
Müslümanları, vâkıalardan ibret almak ve daha ziyâde mânevî bir gaye için seyahate teşvik eden İslâm dini, yolculuğun meşakkatine mukâbil dört rekâtlık farz namazları iki rekât kılmak, duruma göre oruç tutmayı ve Cuma namazı kılmayı ihtiyârî hâle getirmek, imkânını zâyi edene zekât alabilmek ve kurban kesmemek gibi bâzı kolaylıklar getirmiştir
Allâh Resûlü, hicret, gaza ve benzeri vesilelerle birçok yolculuklar yapmıştır. Bu yolculuklarında dikkat ettikleri mühim hususlar vardır ki bunlar, ümmeti için de ittiba edilmesi gereken birer örnektir
Fahr-i Kâinât Efendimiz, yolculuklarına umûmiyetle Perşembe günü çıkardı. Perşembe günü haricinde yolculuğa çıktığı pek nâdir olurdu(Buhârî, Cihâd, 103; Ebu Dâvûd, Cihâd, 77)
Peygamber Efendimiz'in, yolculuk için bu günü seçmesinin şüphesiz pek çok hikmeti vardır. Zira bu gün, amellerin Allâh Teâlâ'ya arzedildiği (Tirmizi, Savm, 43) ve cennet kapılarının açıldığı bir gündür. (Müslim, Birr, 35) Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yolculuğu da Allâh rızası için yaptığından, bunun bir sâlih amel olarak Rabbine arzedilmesini istemiştir. Dolayısıyla mü'minlerin de bu hassasiyete dikkat etmeleri gerekir
Yolculuğa erken saatlerde çıkmak, sabahın serinlik ve dinçliğinden istifâde etmek lâzımdır. Nitekim Nebiyy-i Ekrem Efendimiz; “Allâhım! Ümmetimin (sabah) erkenden başladıkları işlerini bereketli kıl!” diye dua eder, gönderdiği seriyye ve orduları sabahleyin erkenden gönderirdi. (Ebu Dâvûd, Cihad, 78) Nitekim meşhur bir atasözümüzde; “Erken kalkan yol alır.” denilmektedir.
İşe erkenden başlamak, sadece yolculuk için değil ilim öğrenmek, ticaret yapmak gibi her türlü hayırlı iş için de pek mühim bir düstûr ve bereket vesilesidir. Mü'minler bu bereket kaynağından istifade etmelidirler. Sahâbeden ticaretle meşgul olan Sahr bin Vedâa el-Gâmidî'nin, ticaret mal ve kervanlarını sabah erkenden yola çıkarırdığı için malının arttığı ve zengin olduğu bildirilmiştir ( Tirmizî, Büyû', 6 )
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- yolculuğa çıkarken hayvanı üzerine binip iyice yerleşince üç kere tekbir getirir ve:
“Bunu bizim hizmetimize veren Allâh'ı tesbih ve takdis ederiz; yoksa biz buna güç yetiremezdik. Şüphesiz biz Rabbimiz'e döneceğiz” (ez-Zuhruf 43/12-13) âyetini okur, sonra da şöyle dua ederdi:
“Ey Allâhım! Biz, bu yolculuğumuzda Sen'den iyilik ve takvâ, bir de hoşnut olacağın amellere muvaffak kılmanı dileriz. Ey Allâhım! Bu yolculuğumuzu kolay kıl ve uzağı yakın et! Ey Allâhım! Seferde yardımcım, geride kalan çoluk çocuğumun koruyucusu Sen'sin. Ey Allâhım! Yolculuğun zorluklarından, üzücü şeylerle karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuzda kötü haller görmekten sana sığınırım”
Efendimiz yolculuktan döndüğünde de aynı sözleri söyler ve şu cümleleri ilâve ederdi:
“Biz yolculuktan dönen, tevbe eden, kulluk yapan ve Rabbimiz'e hamd eden kişileriz” (Müslim, Hac, 425; Ebû Dâvûd, Cihad, 72)
Bu duada Sevgili Peygamberimiz, yolculuğa çıkan herkesin hissedebileceği müşterek endişe ve kaygıları dile getirerek, bunlar için Yüce Rabbimiz'e nasıl niyaz edileceğini fiilen göstermiştir
Sevgili Peygamberimiz yolculuğa çıkarken ve binitine binerken şu âyet-i kerîmeyi de okurdu:
“ (Bindiğimiz bu vâsıtanın) gitmesi de durması da Allâh'ın ismiyledir. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Hûd 11/41)
Yolculuk esnasında Peygamber Efendimiz, ashabı ile birlikte tepelere çıktıklarında “Allâhüekber” derler, düzlüklere indiklerinde de “sübhânellâh” diye tesbih ederlerdi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 72) Yine hac, umre veya bir gazadan dönerken her yokuş veya yüksek yere çıktığında üç kere
“Allâhüekber” der sonra:
“Allâh'tan başka ilâh yoktur, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'na âittir. O, her şeye gücü yetendir. Biz yolculuktan dönen, tevbe eden, kulluk yapan ve Rabbimiz'e hamd eden kişileriz. Allâh verdiği sözü yerine getirdi, kuluna yardım etti ve o toplulukları hezimete uğratıp perişan etti.” buyururdu. ( Buhârî, Cihâd, 158; Müslim, Hac, 428)
Ancak Allâh Resûlü, yolculukta tekbir getirip tesbihatta bulunurken îtidali muhafaza eder, aşırılıktan sakınır ve ashabına da bunu tavsiye ederdi. Fırsat düştükçe Allâh'ın azametini ve O'na saygılı olmayı hatırlatırdı. Bu hususta sahabeden Ebû Musâ el-Eş'arî -radıyallâhu anh-'ın rivayet ettiği şu hâdise ne kadar ibretlidir:
“Biz bir yolculukta Efendimiz ile birlikte idik. Tepelere çıktıkça «Allâhüekber, Lâ ilâhe illallâh» diye yüksek sesle tekbir ve tehlil getirdik. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem; «Ey Müslümanlar! Kendinizi zorlamayınız. Zira siz sağıra veya burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allâh dâima sizinle beraberdir, işitir ve size sizden daha yakındır.» buyurdu.” (Buhârî, Cihâd, 131; Müslim, Zikr, 44)
Peygamber Efendimiz yolculuklarında; “Ey yeryüzü! Benim Rabbim de senin Rabbin de Allâh'tır. Senin ve sendekilerin şerrinden, sende yaratılanların ve üzerinde dolaşıp duranların şerrinden Allâh'a sığınırım. Arslanın, büyük yılanın, diğer yılan ve akreplerin şerrinden, burada yaşayanların, doğuran ve doğanların şerrinden Allâh'a sığınırım. ” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 75) diye duâ ederdi. Ayrıca Efendimiz şerlerden muhafaza etmesi için Allâh'a iltica edilmesini tavsiye ederek:
“Kim bir yerde konaklar da sonra:
«Yarattıklarının şerrinden Allâh'ın mükemmel kelimeleri (âyet, sıfat ve isimleri) ne sığınırım.» derse, konakladığı o yerden ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar veremez.” buyururdu. (Müslim, Zikir, 54-55)
İnsan yolculuğa yalnız çıkmamaya gayret göstermelidir. “Evvel refîk sümme't-tarîk; önce arkadaş sonra yolculuk” düsturundan hareketle kendisine güzel bir yol arkadaşı edinmelidir. Pîr Mehmed Azmî, yalnız başına yola çıkmanın akıl işi olmadığını, bunun birçok tehlikeler taşıdığını şöyle ifâde etmektedir:
Âkil isen eyleme tenhâ sefer
Yalınız gitmekte vardır çok hatar
Yolculuk esnasında, tabiî sıkıntıların yanında beklenmedik durumlar da vuku bulabilmektedir. Değişik sebeplerle insanlar yardıma muhtaç olurlar. Kiminin çocuğu hasta olur, kiminin azığı biter, kiminin hayvanı rahatsızlanır, kimisinin de ya arabası ârıza yapar veya benzeri ihtiyaçlar olabilir
Zira ?????????? ???????? ???? ????????? “Sefer, cehennem ve ateş manasına gelen Sekar'dan bir parçadır. (Hatta yazılışlarında bile sadece bir nokta farkı vardır.)” Bu gibi durumlarda Müslüman, muhakkak yanındaki insanlara yardımcı olmalıdır. Bu da yolculukta İslâm'ın emrettiği edeplerden biridir. Ebu Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Allâh Resûlü ile bir yolculukta beraberken devesi üzerinde bir adam çıkageldi. (Yardım talebiyle) sağına soluna bakınmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz:
«Yanında fazla binek hayvanı olan olmayana versin, fazla azığı olan da olmayana versin!» diye hemen hemen her çeşit malı saydı. Öyleki biz, hiçbir malın fazlasında, hiçbirimizin hakkı olmadığı düşüncesine kapıldık.” (Müslim, Lukata, 18)
Câbir -radıyallâhu anh-'den rivâyet edildiğine göre Peygamber Efendimiz bir gazveye çıkacağı zaman:
“Ey Muhâcirler ve Ensâr topluluğu! Malı ve akrabası olmayan kardeşleriniz vardır. Her biriniz onlardan iki veya üç kişiyi yanına alsın” buyururdu. Aslında bizlerin de ancak bir kişi ile nöbetleşe binebileceğimiz bir devemiz vardı. Ben nöbetleşe binmek üzere iki (veya üç) kişi aldım. Benim de ancak onlardan biri kadar deveme binme hakkım vardı. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 34)
Yine Câbir -radıyallâhu anh-, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in yolculuk esnasında yol arkadaşlarına yardım etmek için arkadan yürüdüğünü, yürümekte güçlük çeken kimseleri terkisine bindirdiğini ve onlara dua ettiğini haber vermektedir. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 94) Bir grupla hareket edilirken en zayıf kişinin seviyesi dikkate alınarak hareket edilmelidir. Zîrâ bir zincirin kuvvetliliği en zayıf halkasıyla ölçülür
Yolculuk mânâsına gelen “sefer” kelimesinde açma, ortaya çıkarma mânâları da vardır. Bundan hareketle yolculuklar, insanların karakter ve iç dünyâlarının açığa çıkıp anlaşıldığı en önemli anlardır. Nitekim şu hâdise de bunu açıkça ifâde etmektedir:
Bir adam Hz. Ömer'in huzûrunda birini methetmişti. Hz. Ömer ona:
– O kimseyle herhangi bir ticâretiniz, alış verişiniz oldu mu?
– Hayır.
– Onunla komşuluk yaptınız mı?
– Hayır.
– Peki beraber yolculuk yaptınız mı?
– Hayır.
Bunun üzerine Hz. Ömer:
– O hâlde siz hiç tanımadığınız birinden bahsediyorsunuz, demiştir.
Özellikle pek meşakkatli ve yorucu olan hac yolculuklarında bu husus daha açık bir şekilde tebellür etmektedir. Çok küçük sebeplerden dolayı büyük kırgınlıklar ve kargaşalar olabilmektedir. Bu, insanın za'fiyetinden ve içinde sakladığı menfîliklere mâni olamamasından kaynaklanmaktadır. Hâlbuki böyle kudsî bir yolculukta gâyet nezâketli, sabırlı ve tahammüllü olmak; kötü sözden, münâkaşadan ve her türlü günahlardan uzak durmak gerekmektedir.
Yolculuktan maksat hâsıl olduğunda, fazla oyalanmadan hemen dönülmelidir. Fahr-i Kâinât Efendimiz, yolculuğun bir çeşit azâp olduğunu, insanı düzenli bir şekilde yiyip içmekten ve uyumaktan alıkoyduğunu belirterek:
“Yolculuğa çıkan biri işini bitirince, evine dönmekte acele etsin!” buyururdu. (Buhârî, Umre, 19; Müslim, İmâre, 179)
Zira insanın üzerinde, başta kendisinin olmak üzere, ailesinin ve çoluk çocuğunun da hakkı vardır. Bir Müslüman, hayatını tanzim ederken, üzerine düşen vazife ve sorumluluklar arasında muvâzene tesis edebilmelidir. Bu da ancak her şeye, layık olduğu hakkını vermekle sağlanabilir.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, uzun bir süre âilesinden ayrı kalan kimsenin, evine gece vakti ansızın gelmesini de yasaklamıştır. (Buhârî, Nikâh, 130; Müslim, İmâre, 183)
Enes bin Mâlik -radıyallâhü anh-'ın bildirdiğine göre Resûlüllâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bizzat kendisi de, yolculuktan evine gece değil kuşluk vakti veya akşam üstü dönerdi. (Müslim, İmâre, 180)
Şüphesiz bu edebin pek çok hikmeti, ferdî ve ailevî faydaları vardır. Özellikle haberleşme imkânı olmayan zamanlarda bu hususa dikkat edilmelidir. Zîrâ evdekiler, şeklen ve rûhen kendilerini hazırlama imkân ve fırsatı bulacaklar, eksikleri tamamlayacaklar ve eve çeki düzen vereceklerdir. Haber verilmişse zaten sürpriz olmayacak ve bir problem doğmayacaktır. Eğer haber vermek mümkün değilse kişi, programını gündüzleyin eve ulaşacak şekilde düzenlemelidir
Ka'b bin Mâlik -radıyallâhu anh-'den rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bir yolculuktan döndüğü zaman ilk olarak mescide uğrar ve iki rekât namaz kılardı (Buhârî, Meğâzî, 79)
Bu şekilde bir davranış, pek çok hikmet ve faydayı ihtivâ etmektedir. Öncelikle bu, yolculuğumuzu sağ salim tamamlayıp dönmemizi nasip ettiği için Yüce Rabbimiz'e bir hamd ve şükrân ifadesidir. İkinci olarak, abdest ve namaz insanı her türlü maddî mânevî pisliklerden temizler ve hem bedenen hem de rûhen dinçlik verir. Yolculuk ise kısa mesâfeli bile olsa insanı yorar ve halsiz bırakır. Yoldan döndüğümüzde abdest alıp mescidde kılacağımız iki rekât namaz, bu yorgunluğu atmaya ve ailemizin yanına daha dinç, neşeli ve huzurlu varmamıza vesile olur. Ayrıca eve varmadan biraz bekleme fırsatı bularak, biz yokken meydana gelen ölüm, hastalık vesâire gibi herhangi bir fevkalade durumla alakalı bilgi alma imkânı bulmak ve âniden haberdar olunduğu zaman insanı derinden sarsacak olan bu tür şeylere karşı ruhen hazırlanmak mümkün olacaktır
RAŞiT TUNCA
BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA


FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik
ALLAH
BAYRAK

Radyo Karoglan
Foruma Misafir Olarak Gir
Forumda Neler Var


GALATASARAY
FENERBAHÇE
BEŞiKTAŞ
TRABZONSPOR
MiLLi TAKIM
ETKiNLiKLERiMiZ