MUHAMMED
BAYRAK

Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız. |
Forum İstatistikleri |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
DOWNLOADEN
AYET
FELSEFEMiZ
Raşit Tunca Sözü
GÜZEL SÖZ
Kur'ân ve Yeni Çağ
“1428”...!?
Yeni bir yıla giriyoruz bugün… Yeni bir döneme…
Hayretteyim!..
Hicreti esas alan Müslümanların takvimine göre yüzyılın başını 27 yıl geçti ve
yeni bir yıla, yeni bir döneme daha giriyoruz; ama hâlâ umdukları gibi bir
“Müceddid” (yenileyici) gelmedi! Beyaz atı ve elinde kılıncıyla ya da tüfengiyle
Mehdi ortaya çıkmadı! Psikiyatrinin ilgi alanına giren bazı mehdiler(!) ise
konumuz dışında.
Peki, gerçekten böyle biri mi yok? Yoksa böyle biri var da, bizim
şartlandırıldığımız şekilde biri olmadığı için mi fark edemiyoruz?
Her neyse…
Gelmedi güya, ama biz hızla yenileniyoruz(!?) yepyeni anlayışlarla…
Köyüme ulaşan haberlere göre…
Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasal Kurumu ilan etti ki; vücut
hatlarını gösteren kıyafetler giyen kadınlar teşhircidir!
Muhyiddini Arabî, İbrahim Hakkı Erzurumî, Mevlâna Celâleddin, İmam Azîz Nesefî ve
nice bunlar gibi burçlar ilmini (astroloji) kabul eden, astrolojik tesirlerin
insanların tüm yaşamını –âhiret ve cennet boyutu dâhil– etkilediğini söyleyen
kişiler din dışıdır fetvası veriyor basında ilâhiyatçılar!
Kur’ân, insanların ölümü TATMAK suretiyle boyut değiştirip yaşamlarına devam
edeceklerini bildirirken... Allâh Rasûlü, kabirdeki kişilerin canlı ve
kendilerine hitap edeni duyar hâlde olduklarını vurgularken… Bütün Müslümanlar
Âmentü’de “vel ba’sü badel mevt”, yani “mefta oluşumla birlikte ölüm ötesi
yaşamıma bâ’s olacağıma iman ettim” derken... Ölen(!?) insanın toprak olup, sonra
tekrar topraktan yaratılacağını söyleyen bir kişi İlâhiyat Fakültesi’ne Dekan
seçilebiliyor; ortalıktaki bu tür ilâhiyatçılardan (tanrıbilimcilerden) ileri
geçilmiyor!
Daha, İmam Gazâli’nin açıkladığı “el Bâis” isminin anlamından ve “bâ’s”ın ne
olduğundan haberleri bile yok sayın din profesörlerinin!
FesubhanAllâh!..
Yenileniyoruz! Her nasıl yenilenmekse! Kulağın çınlasın ey Müceddid!
Bilinç, beynin “print-out”udur, yani dilediği kadarınının “çıktı”sı!
Neyse…
Dünya üzerinde yaşamakta olan bir sürü insan arasında, biz konumuza dönelim...
YENİ ÇAĞIN şifrelerini veren “KUR’ÂN” isimli, insanlık durdukça geçerli, muhteşem
bilgi kaynağının kodlarını çözmek için gerekli alt yapıyı kendimizde oluşturmaya
çalışarak…
Sonsuzluğun Muhteşem Ruhu Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın
işaretlerindeki şifreleri çözmeye çalışarak…
Zira gerçek yeni çağ, Kurân’ın değerinin günümüz bilgileri ışığında tüm Dünya’da
fark edilmesiyle yaşanacaktır… Ne var ki, bunun faturası ağır olacaktır
insanlığa… Doğum kolay gerçekleşmeyecektir.
Evet, konumuz evren içre evrenlerin hakikati… Bunu algılayan bilincimizin ne
olduğu…
Bilinç, beynin “print-out”udur, yani dilediği kadarınının “çıktı”sı!
Beyin dahi, İngilizcede “data” denen evrensel salt “bilgi”nin, “print-out”udur!
Dolayısıyladır ki, geçmişteki bir kısım önde gelen evliyaullâhın “âlemlerin aslı
hayaldir”, “yaşananlar hayal içre hayal içre hayaldir” şeklindeki keşifleri
mutlak gerçeği yansıtmaktadır!
Ceberût âleminden, “data”dan, yani “Esmâ mertebesinden” gelip, Nâsut âleminde
madde (?) dünyasında beyin olarak açığa çıkan ve tekrar geldiği yoldan “aslı”na
rücu eden (dönen) anlamlar, her an var olup yokluğa gitmekteler; yüzlerce yıl
önce keşif yollu algılandığı üzere.
“Salâvat ve Ayna Nöronlar” ile “Kurân’ı Neden Anlamıyoruz?” başlıklı yazılarımda,
insanın “madde” algılamasının yalnızca beş duyudan kaynaklanan bir zan olduğunu,
oysa içinde yaşamakta olduğumuz gerçek boyutun çok farklı olduğunu anlatmaya
çalışmıştım.
Muhteşem bilgi kaynağı Kurân’ın ve Allâh Rasûlü’nün işaretlerinin hakkıyla
değerlendirilmemesi sonucu, tamamen saptırılmış bir din anlayışının toplumlara
yerleştiğini, bunun sonucunda da çoğunluğu her şeyi madde sanan ve gelecekteki
yaşam boyutlarının dahi “madde” üzerine kurulu olduğunu hayal eden bir neslin
yetiştiğini fark ettirmeye çabaladım.
“Dünya’da âmâ olan (basîret körü), âhirette de ebediyen âmâ kalır” uyarısının
nedenlerini anlatmaya gayret ettim.
“Dünya” ismi bir anlamıyla üzerinde yaşadığımız arza işaret ederken, diğer
anlamıyla da “kişinin dünyasına” işaret eder!
“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir” hükmü, “kişinin
dünya”sıyla ilgilidir; fizik Dünya ile değil!
Bütün insanlar kendi dünyalarında yaşarlar. Kendi “nokta”larının projeksiyonu
içinde oluşan konideki “dünyalarında”! Birbirleriyle iletişimlerine rağmen! Rüya,
bunun apaçık misalidir.
Fizik Dünya’nın cehennemi her ne kadar Güneş ise de, Dünya, sonuçta Güneş içinde
buhar olup, yok olup gidecek; algıladığımız anlamda toprak veya madde kalmayacak
olsa da... Kişinin cehennemi, hem bulunduğu mahal itibarıyla, hem de içinde
yaşadığı hâl itibarıyladır. İçinde bulunduğu bedeni ve yaşadığı ortamın canlıları
itibarıyla yaşayacağı cehennem yanı sıra, bir de bildiğimiz anlamdaki ateş değil,
kişiyi yakan manevî anlamdaki ateştir! Tıpkı çok sevdiğini, bağlı olduğunu
yitiren insanın yanmasına yol açan ateş gibi! Bu olay Kurân’da, kişinin tekrar
tekrar derilerini yakan ateş olarak sembolleştirilmiştir. Yoksa maddenin ve
dolayısıyla maddeden oluşan bedenin olmadığı ortamda, fizik ateş tahayyülü
yalnızca robot beyinlerin ezberleyip tekrar edeceği bir olaydır!
“Dünya” ismi bir anlamıyla üzerinde yaşadığımız arza işaret ederken, diğer
anlamıyla da “kişinin dünyasına” işaret eder!
Hadislerden haberi olmayan ya da aklı basmadığı için onları inkâr eden din
adamları ve ilâhiyatçıların (tanrıbilimci) bu olayı deşifre edebilmesi elbette
mümkün değildir.
“Kıyamet günü, Güneş’in Dünya’ya bir mil mesafeye geleceğini, insanların sıcaktan
terlerinin bellerini ya da ağızlarını gemleyeceğini” söyleyen Allâh Rasûlü’nün
nasıl bir cehennemden söz ettiğini anlamak için çok kapsamlı ve sistemli düşünen
bir beyne sahip olmak gerekir. Âyet ezberleyip, üç kuruşluk aklının kavrayamadığı
hadisleri inkâr eden sözde din âlimlerinin bu konuları değerlendirmesi elbette
mümkün değildir.
Olayın bu kadar açık ve sarih yanlarını kavrayamayanların, insanın hakikatini,
varlığın aslını ve insanın ne yönüyle cennet diye tanımlanan boyutu, nasıl ve
nerede yaşayacağını ya da neden, nasıl yaşayamayacağını anlaması ise hiç mümkün
olmaz elbette.
Öte yandan, tasavvuf menkıbeleriyle ömür tüketip; mahallelerindeki zamanın
“gavs”ı(!) olan şeyh efendinin “Her şey Hak'tır, Hak’tan başka bir şey yoktur,
ben de Hakk’ım, sen de Hak’sın” anlatımlarıyla avunan kişilerin, “zâhidân”ı
(yoğun ibadetle tanrıya tapınan) evliyadan sanması elbette ki gayet normaldir.
“Ben Hakk’ım” diye bağırmaya başlamanın, “Nefs-i levvâme” düzeyinde kendindeki
hakikati yaşayamamanın bunalımı içindeki bilincin, “Mülhime” düzeyindeki
varlığının hakikatine ait ilhamları almasının sonucu olduğunu...
“Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni”
diyenin, “cübbemin altında Allâh’tan gayrı yok” diyenin, bunları “Mülhime”
bilinci yaşantısı içinde aldıkları ilhamlarla söylediklerini ve orada “Velâyet”in
daha kokusunu bile almamış olduklarını ne bilsin bu yolun heveslileri…
Ne bilsinler, kerâmet sandıkları bir kısım olağan dışı olguların, “Velâyet”
delili olmadığını… Müslüman olmayanlarda bile bunların açığa çıkabildiğini!
İstidraç ile kerâmetin aynı mekanizmayla meydana geldiğini… Bu yüzden de,
evliyaullâhın, “kevnî kerâmet”leri hoş görmeyip, “önemli olan ilmî kerâmettir”
dediklerini nereden bilecekler... Peki, ne ola ki o “ilmî kerâmet” denilen?
Kişilerin bilgilenip gerçeği görmemeleri için, her türlü araştırma, sorgulama,
başkalarının eserlerini okuma yasaklanmıştır pek çok çevrede!
Bir sürü insan, körü körüne tâbi olup, zamanın “Gavs”ı olduğunu sandığı şeyhinin
öğretisiyle geçer gider Dünya’dan, kendi hayal dünyası içinde. Niceleri geçmiş
böyle ve hâlâ geçmekte...
Velâyet, “Mutmainne”de başlar en dar kapsamlı müşahededen… “Risâlet” ile son
bulur en kapsamlı hâli “Sâfiye” ile…
Velî’de başlayan müşahede, gerçeklere şahit olma kemâlâtı, Rasûl’de zirveye
oturur. “Risâlet” varlığını “El Veliyy” isminin işaret ettiği özellikten alır.
Rasûller dahi velâyetleri itibarıyla farklı kapsamlara sahiptirler.
Nübüvvet, “dünyevî bir görevdir”; Dünya yaşamında son bulur ve âhiret yaşamında
işlevi yoktur. Nebi’ler dahi Velî’dirler ve velâyet kemâlleri ile âhirette yer
alırlar.
Velâyet, varlığın hakikatini yaşama açılımıdır.
Nübüvvet, varlıkta geçerli olan ve “Sünnetullâh” denen Sistem ve Düzen’in
işleyişini bildirme ve buna göre ne yapılırsa sonucunun ne olacağını bildirme
işlevidir.
Risâlet, velâyetin zirvesinin adıdır.
Velîler, “Allâh kubbesinin örtüsü altındadır” ve onları dışarıdan bilmek mümkün
değildir.
Öğrendiklerini “tekrarlamak” ve eskilerin anlattıklarını “yinelemek” velâyet
değildir; velâyet, kişiye özgü bir yaşam hâlidir! “Velâyet” konusunun detaylarını
“BİLİNCİN ARINIŞI” isimli kitabımızda yazmıştık. İsteyenler oradan okuyabilirler.
Bunları kısaca geçtikten sonra, geldik şimdi işin kavranılması zor olan bölümüne…
Varlığın aslı “Esmâ mertebesi” yani “Allâh isimlerinin işaret ettiği özelliklerin
bulunduğu âlemdir” dedik.
“Allâh isimleri”nin bize bildirilen anlamları, son derece sığ ve dar kapsamlıdır.
Beşere GÖRE anlatılan anlamlardır. Gerçekte bu isimlerin işaret ettiği anlamlar
ve varlığı oluşturmadaki işlevleri çok çok kapsamlı ve farklıdır.
Madde dünya, et-kemik insan ve gökte tanrı anlayışı ile olaya bakmaktan
arınamadığımız sürece, “Allâh” isimlerinin anlamı konusunda da maalesef çok sığ
düşünmekten çıkamayız. “Tanrının güzel isimleri” der, onları ezberleyip tekrar
etmekle “ihsa” ettiğimizi sanarak avunur, bunların bize niye bildirilmiş olduğu
veya konuya nasıl yaklaşmamız gerektiği hususları üzerinde hiç durmayız.
Oysa diğer tarafta…
Batılı bilim adamları, bugün ulaştıkları son noktada, fizikten, “teorik fiziğe”
dönmek zorunda kalmışlardır. Deneye dayanan bilim, bugün artık teorik fizik
olarak yaşamını devam ettirmek zorunda kalmıştır varlığın orijinini keşfetme
sahasında!
Gözden beyne giden dalga boyları, okyanustan bir zerre bile değildir.
“Madde” anlayışı günümüz fizik anlayışında varlığını tümüyle yitirmiş, yapı taşı
olmaktan çıkmış, yapıda algılanan taş noktasına inmiştir!
Geri kalmış ülkelerin insanları, “madde”yi esas alan bir fizik ve DİN
anlayışındayken; bilimsel gelişmeleri yakından takip eden kişiler teorik fizik ve
“spiritüel din” anlayışına ulaşmışlardır.
Ulaşılan “spiritüel DİN” anlayışı ise, yeni bir şey olmayıp, 1400 küsur sene
evvel Allâh Rasûlü muhteşem insan Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın açıklayıp;
O’nun yolundan giden evliyaullâhın yaşadığı, tasavvuf adı altında mecazlarla,
işaretlerle anlatılmaya çalışılmış “DİN” gerçeğidir.
1400 küsur yıl önce Mekke’den doğmuş ilim güneşi, bugün Batı’dan bilimsel doğuşa
başlayarak, Kurân’ın ve Allâh Rasûlü’nün verilerini teyit etmekte ve insanlığa
altın çağın müjdesini vermektedir.
Yeni çağ, Kur’ân bilgisinin bilimle deşifre edileceği çağ olarak insanlıkta
yerini alacaktır.
Evet, gelelim “Esmâ mertebesi” tanımlamasının işaret ettiği realiteye…
Önce fark edelim ki…
Beş duyu ile önünü görmeye çalışan insanlık, sanki yerden göğe uzanan metrelerce
uzunlukta bir çelik duvarın önünde durmakta; jilet kalınlığı kadar bir alandan,
duvarın arkasını görmeye çalışmaktadır!
Bilimin algı kaynağı gözün görme sınırları, santimetrenin on binde dördü ile
yedisi arasıdır. Santimetrenin üssü eksi 35’lerden (1-35cm) başlayan dalga
boylarından kilometrelerce uzunluktaki dalga okyanusu içinde gözden beyne giden
dalga boyları, okyanustan bir zerre bile değildir.
İnsanlığın evrenden algıladıklarının tamamı %4’tür günümüz bilimine göre… Geri
kalan %96 ise bize karanlıktır. Hesaplamalara göre bunun %60 küsuru dark
(karanlık) enerji ve %30 küsuru da dark (karanlık) madde… Uyarayım; burada
kullanılan “madde” kelimesini beş duyu ile algıladığınız “madde” ile
karıştırmayın… İsim benzerliği olaydaki… Gerçekte, sizin algıladığınızı
sandığınız gibi bir “madde” hiçbir zaman var olmadı!
Evet, tüm bilimsel tespitler, bu göz kökenli algılanan verilere göredir…
Oysa, beyin, orijini itibarıyla nedir? Et mi?.. Biyokimya mı? Biyoelektrik mi?
“Bileşik atomik evrensel kitle”de bir bölüm mü?.. Ya da ne?..
On bir boyutlu evren modelini ortaya koyan string teorisi, bazılarının “state”
dediği, bizim “data” kelimesini kullandığımız salt “bilgi”nin kendi içindeki
dönüşümünden başka bir şey değildir.
String hareketleriyle açığa çıkan her şey, “data”daki “Allâh isimleriyle işaret
edilen özelliklerin” (bilgi) oluşturduğu “sanal” (virtual) gerçekliktir.
Bu sanal-virtual gerçeklik, “Allâh” isimlerinin işaret ettiği özellikler
dolayısıyla, birbirini oluşturan algılama katmanlarıyla, “beyin” dediğimiz yapıyı
ve insan algılamalarını meydana getirirken; biyolojik anlamda beyni olmayan,
evrendeki sayısız varlıklarda dahi sanal-virtual “beyin”lerle, sayısız algılama
türlerini meydana getirmektedir.
String hareketleriyle açığa çıkan her şey, “data”daki “Allâh isimleriyle işaret
edilen özelliklerin” oluşturduğu “sanal” gerçekliktir.
“Görünmez varlıklar vücudunuzda gezer farkında olmazsınız” uyarısını yapanlar,
insan bedeninin diğer dalga yapılı varlıklar için belki de top sahası kadar geniş
dolaşma alanı olduğuna, insan bedeninin boşluklardan ibaret olduğuna dikkat
çekmişlerdi.
Bilinç, nasıl beynin açığa çıkmasını istediklerinden ibaretse, sanki bilgisayarın
monitörü hükmündeyse; bir “print-out” ise…
Gerek insandaki biyolojik beyin ve gerekse dalga okyanusundaki sayısız canlılarda
var olan sanal-virtual beyinler dahi, gerçekte “data”nın sanal çıktılarıdır. Esmâ
mertebesinin, âlemlerini seyridir.
Enerji, ilâhî kudretin algılanışının günümüzdeki adıdır!
“Data”, yani salt “bilgi”, tüm anlam ve kavramların anası-aslı, fakat bir anlama
bürünmemiş hâli, ilâhî ilmin ilk zuhurudur. Bu, ilk ve tek tecellidir. Hayatın
kaynağı olmasına işaretle “RUH” veya “Ruh-u Â’zâm” adı verilmiştir. İhtiva ettiği
“ilmi ilâhî” itibarıyla “Akl-ı evvel” denilmiştir. “Allâh önce aklı yarattı”
işareti bu noktayadır.
“Melekût” boyutu, bu sanal seyir boyutunun varlığıdır! Bu boyutun anlamları,
evren içre evrenleri ve varlıklarını meydana getirirler; algılayana göre var olan
bedenleriyle… “Akl-ı küll” ve “Nefs-i küll” tanımlamaları buradaki iki özelliğe
işaret eder. Burada, anlamlar belirginlik kazanmıştır evren içre evrenler
sûretinde. “Esmâ mertebesi”nin tenezzülü ile bu boyut meydana gelmiştir.
Hayat, ilim, irade, kudret, kelâm, semi, basar vasıfları, “Esmâ mertebesi”
dediğimiz salt “data” veya “bilgi”nin varlığını oluşturandır! “Nokta” bunların
tümünü kapsayan tekil yapıdır!
Bu isimler, aynı şeydeki yedi ana vasfa işaret eder ki, bunun sonucu da
“Tekvin”dir! Böylece Esmâ özellikleri açığa çıkar ve “kevn” meydana gelir… Yani,
âlem içre âlemler, evren içre evrenler!
Burada algılayan esastır! Algılayana göre, algılananlar oluşur!
Algılayan?
Algılama, “birim”dir!
“Birim”, algılamayla hayat bulur. Bu algılama da, reaksiyonu oluşturur ve böylece
birim varoluşunun amacına “kulluk” etmiş olur. Bize “iyyake na’budu” her namazda
“OKU”tulurken, yapacağımız mi’râc ile bu gerçeği hissetmemiz istenmiştir,
kanaatimce.
“Siz onların zikrini anlayamazsınız” hükmü, bu boyutsal derinlikte var olan
birimler ve yerine getirdikleri “kulluk” dolayısıyladır. Kişi, kendi varlığındaki
“birim”lerden, evren içre evrenlerde yer alan sayısız “birim”lere kadar,
hiçbirinin “kulluğu”nun neden, nerede, nasıl olduğunun farkında değildir.
Algılama, “birim”in hakikatindeki “Esmâ özellikleri”nden kaynaklanır. “Esmâ
mertebesi” denince, sayısız özellikleri olan “tek bir yapı”dan söz edilmektedir.
Bundaki çeşitli özellikler, sayısız birimleri yaratmakta ve onlara sayısız
özellikler bahşetmektedir kendi varlığıyla.
“Her an yeni bir şan alması”, bu tekilliğin, tek kare resmin her an yeni bir
görüntüsü olarak kabul edilmekte… Bu da, âlemlerin her an var olup daha sonra yok
olması olarak nitelenmektedir.
“Allâh” adıyla işaret edilen, Zât’ı itibarıyla, Esmâ mertebesi olarak açığa
çıkardığı “NOKTA” denilen âlem içre âlemler algılamasının getirisinden
“ĞANİYY”dir! Lütfen bunu iyi anlayalım.
Umarım, bu yazılarım bazılarınızdaki, “insan gibi düşünen, gökyüzünden bizi
seyreden, namaza durunca huzuruna çıkılan; gökten aracılarla kitaplar yollayıp
emirler yağdıran tanrı baba anlayışı”nı ortadan kaldırıp; Hazreti Muhammed
(aleyhisselâm)’ın “Allâh” ismiyle işaret ettiğine yönlendirir… Allâh Rasûlü’nü
de, “sevgili peygamberimiz” kabulünden çıkarıp “Hakikat-i Muhammedî”nin insanlık
âlemindeki muhteşem açığa çıkışını fark etmeye bizi yönlendirir…
“İnsan gibi düşünen tanrı” sanısından, “Allâh ahlâkıyla ahlâklanın” anlayışına
ulaşmak için, “Allâh” adıyla neye işaret ediliyor, önce bunu anlamak zorunludur!
Kurân’daki çeşitli sırlara işaret eden âyetleri önce fark etmek; sonra da
üzerlerinde derin düşünmek, çok farklı değerlendirmeler getirir insana… İnşâAllâh
bir gün buna da sıra gelir.
AHMED HULÛSİ 20 Ocak 2007
Mehdi ve Mehdîlik
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın bazı açıklamalarında görüldüğü üzere, Allâhû Teâlâ’nın her yüz yılda bir, dini yenileyici, canlandırıcı kişi gönderdiği; ve bu kişinin İslâm Dini’nin yayılması için görev yaptığı, İslâm Dini’ni benimsemiş olanlar ve tüm manevîyat ehli kişiler tarafından kabul edilmektedir.
Bu kişinin görevi, yine Rasûlullâh açıklamalarına göre, “İslâm Dini’ni günün anlayışına göre izah etmek”, dinin eski insanlara ait bir şey olmadığını onlara anlatmak; ve böylece onların hakikate yönelmesini sağlamaktır...
“MEHDİ” adıyla anılan ve Hz. Rasûlullâh’ın on ikinci torunu olan kimse daha altı yaşındayken bir kuyuya düşerek boğulmak suretiyle ölmüş olduğundan, aslında beklenen şahsın bu kimseyle katiyen bir alâkası yoktur...
Beklenen kişinin lakabıdır “MEHDİ”...
Mehdi denilen kişinin en yüksek dereceli velî olacağı söylenir.
Bazı açıklamalarında Hz. Rasûlullâh’ın “Benim adımı taşıyan bir müceddid gelir ki...” sözü bazı yorumcular tarafından, bu kişinin adının “Ahmed” veya “Muhammed” olacağı şeklinde tefsir edilmiştir... Nitekim yukarıda bahsettiğimiz Kadyanlı Mirza Gülam, adının Ahmed olması hasebiyle ve cinlerin de iğfal edişleriyle kendisinin “MEHDİ” olduğunu sanmıştır...
Bu konuda “İbn MACE” isimli hadis kitabında epeyce bilgi vardır...
Tasavvuf ehlinin çok yakından bildiği hicrî ikinci bin yılının müceddidi (müceddid-i elf-i sani) diye nam salan İmamı Rabbanî Ahmed Faruki Serhendi ise “Mektubat” isimli kitabında “Mehdi”nin derecesi hakkında şu bilgiyi vermektedir:
“Geleceği haber verilmiş bulunan Hz. MEHDİ’nin de Rabbi, ilim sıfatıdır...
Bu zât da, Hz. Âli gibi İsa aleyhisselâm’a bağlıdır...
Sanki İsa aleyhisselâm’ın iki ayağından birisi Hz. Âli’nin başı üzerinde, ikinci ayağı da Hz. MEHDİ’nin başı üzerindedir...”
İslâm ansiklopedisinde ise, “MEHDİ” lakaplı beklenen kişi hakkında özetle şu bilgi verilmektedir:
“Mehdi’nin mânâsı, kendisine ALLÂH tarafından yol gösterilen kişi şeklindedir... Kelime, geçmişte bazı kişiler; gelecekte de kıyamet öncesinde gelecek bir kimse için kullanılmaktadır.
Bu kelime ilk defa olarak Emevi halifesi ikinci Ömer için ‘müceddid’ olarak kullanılıyor ve ikinci Ömer, Allâh’ın rehberliğine mazhar kabul ediliyordu...
Daha sonraki devirlerde ise, müceddidlerin birincisinin ikinci Ömer olduğu, nihayet yedinci ve sonuncusun da, iki görüşe göre, ‘MEHDİ’ veya ‘İsa’ olacağı kabul edilmektedir...”
İbn-i Haldun’un “Mukaddime” isimli eserinin “Fâtıma nesli ve onun hakkında insanların düşündükleri ve bu meseleyi saran karanlığın kaldırılması” faslında “MEHDİ” lakaplı kişi için de şöyle bahsedilmektedir:
“Muhtelif devirlerde İslâm halkının hepsi tarafından genellikle kabul edilmiştir ki;
Zamanın sonlarında, kıyamete doğru, Hz. Rasûlullâh ailesinden, dine yardım edecek ve adaleti muzaffer kılacak bir kimse zuhur etmesi zaruri olarak icap eder; ki müslümanlar O’na tâbi olacaklardır...
O, müslüman ülkelerde hâkim olacak ve kendisine ‘EL MEHDİ’ denilecektir...
Dünya’ya hâkimiyeti ise, İsa aleyhisselâm’ın nüzûlü ile birlikte olacaktır...
Mevsuk (sahih) hadislerle tespit edilmiş olan, kıyamet gününü diğer alâmetleriyle Deccal’in zuhuru, ondan sonra vukuya gelecektir...
İsa aleyhisselâm, O’nun ortaya çıkmasından sonra inecek; ve O’nun çıkışından bir müddet sonra ortaya çıkacak olan Deccal’i öldürecektir.”
İbn-i Haldun “Mukaddime”sinde “Mehdi” ile alâkalı yirmi dört hadisi uzun uzadıya nakledip, altı değişik şekli ilave ve hepsinin de sıhhatini münakaşa eder... Bu hadislerden on dördünde yenileyiciye -müceddide- “MEHDİ” denilmiştir...
Evet, işte “Mehdi” hakkında İslâm dünyasında düşünülenler, konuşulanlar, bu minval üzere sürüp gitmektedir.
Keza kıyamet konusunda da, İslâm dünyasındaki genel kanaat, hicrî takvimle 1600 yılından evvel kopacağı şeklindedir... Ki bu da gene bir gün Hz. Rasûlullâh kendisine sorulan:
− Kıyamet ne zaman kopar ya Rasûlullâh?..
Sorusuna:
− Ümmetim iyi giderse 1000’i geçer!..
Şeklinde vermiş olduğu cevaptan çıkartılmaktadır...
Keza halk arasında dolaşan:
“1500’e varmam, 1600’e kalmam...”
Şeklinde söyleyişler dahi aslında bu hadise dayanmaktadır...
Çünkü yorumcular 2000 rakamının verilmemesinden kıyametin 1000 ila 2000 yılları arasında kopacağını çıkartmışlardır ki, bu da yaklaşık bir hesapla 1400 ile 1600 yılları arasına rastlamaktadır.
Nitekim bu hesap üzerinde duran bazı müslümanlar, her müceddidin 200 yılda bir gelmesi hesabına da katarak yedinci ve son müceddidin 1400 yılı başlarında geleceğini ve bunun da son müceddid olması hesabıyla lakabının “MEHDİ” olması gerektiğini ileri sürmektedirler...
Her hicrî yüz yılın başında, Müceddid yani yenileyici çıkar.
Yine bu çevreler, “Mehdi” denilen kişinin en yüksek dereceli velî olacağını; istediği anda Dünya’nın istediği yerini görebilecek; istediği anda istediği yerde yönetim gücünü kullanabilecek güçte olacağını, İslâm dünyasından küfrü kaldıracağını; daha sonra da, nüzûl edecek olan İsa Nebi ile birlikte bütün yeryüzünde tek din olarak İSLÂM’ı anlatıp bütün MEZHEPLERİ kaldıracağını; tarikatları kaldırarak, Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın devrindeki inanç sistemini ihya edeceğini söylemektedirler...
Çeşitli yerlerde ve tarihlerde bazen ortaya çıkıp, bazen de gizlice çevrelerine “Mehdi” olduğunu empoze eden pek çok kişi yaşamıştır ve hâlen de yaşamaktadır... Bunlar çevrelerindeki insanların bu konulardaki bilgilerinin son derece zayıf olmasından da istifâde ile, insanları rahatlıkla kandırabilmektedir. Öte yandan bu kişilerin büyük bir kısmı da zaten farkında olmadan CİNLERİN HÜKMÜ ALTINDA olan kişilerdendir. Ve cinlerin oyununa gelerek kendilerini “Mehdi” sanmaktadırlar. Çünkü ya gördükleri cin kaynaklı rüyalar, ya da aldıkları çeşitli cinnî ilhamlar onlara kendilerini “Mehdi” sandırmaktadır.
Kendilerindeki cinnî destek ile çevrelerindeki insanları etkileyebilen bu insanlara karşı ilim sahibi olmak ile “CİN DUASINI” okuyarak etki alanlarından kurtulmaktan başka çare de söz konusu değildir, bildiğimiz kadarıyla...
Gelişi müslümanlarca her an beklenen “Mehdi”nin, kesin geliş tarihine dair hiçbir delil yoktur ve “DİVAN” ehli hariç, evliyaullâh dahi bu konuda bilgisizdir... İslâmî takvimle zamanın 1400 yılını on yedi geçeye yaklaşması, konuyu günümüzde daha da konuşulur hâle getirmiş; ve bu yüzden çeşitli yerlerde kendini “Mehdi” sanan kimseler bir hayli türemiştir!..
Günümüzde, esef vericidir ki, ilimsiz pek çok kişi, kendini sırf cinlerin aldatıcı ilhamları yüzünden boş hayallere kaptırarak, “Mehdi” sanmakta ve çevrelerini de yanlış yollara sürükleyerek topluca CİNLERİN EĞLENCESİ olmaktadırlar.
Oysa, “Mehdi”, Rasûlullâh açıklamalarına göre, Mekke’de ortaya çıkacak; sonra Medine’ye geçecek; üzerine bir ordu gönderilecek ve bu ordu tamamıyla yere batacaktır. Bu olaylar, O’nun “Mehdi” olduğunun delili olacaktır...
Aklı başında hiçbir insan, İstanbul, Ankara, İzmir, Denizli ya da başka bir şehirde oturup kendinin “Mehdi” olduğunu iddia etmez!.. Şayet ediyorsa, konu ya psikiyatrinin sahasına, ya da cin tedavicilerinin ihtisas alanına giriyor demektir...
Bu konudaki düşüncemize gelince...
Biz, bu konunun zamana bırakılması; ve “bekle gör” görüşünün tatbik edilmesi taraftarıyız... Zira, her Hac mevsiminde “Mehdi” bu yıl ortaya çıkacak beklentisi içine girip; tüm geleceğe dönük planlarını yapan insanların yaklaşık yirmi yıldır sürekli hüsrana uğradığını gördük... Buna rağmen... Ne aczin dile gelişi anlamında inkâra sapar; ne de hakkında kesin deliller olmadığı ve imanın şartlarında bulunmadığı için, tasdik eder; eğer böyle bir kişi gelecek olursa, ve biz de onu görürsek, o zaman kesin kararımızı eldeki verilere göre verir; davranışlarımızı ona göre düzenleriz.
Şüphesiz ki zaman, en iyi açıklayıcıdır!..
AHMED HULÛSİ 1972
Visual Studio 2015 Çalışmıyor ucrtbased.dll ı Bulamadım Hatası ve Çözümü
"ucrtbased.dl" DLL Bozuk veya bulamadim Hatasi
Çözümü
Bilgisayarimizdan Systemsteuerungen e gidiyoruz oradan program yükle sil seçeneğine tıklayıp
ordan visule studya 2015 e sağ tıklayıp degiştir i seçiyoruz
açılan pencerede önce seç ayarla veya 'modify' seçeneğine tıklıyoruz ve açılan yeni menüden visul studio 2015 c +++
bu seçenek önce kapalı oluyor üstteki ilk linkin yanındaki oka tıklayinca bu seçenek açılıyor o zaman onu seçip resimdkei gibi 'update et' alltaki linke tıkla ve update yaklaşık 5 ile 10 dakika sürüyor sonra tamami tıkla ve yeniden calıştır benimki calıştı sorunsuz. sizde deneyin
kolay gelsin
"ucrtbased.dl" DLL Bozuk veya bulamadim Hatasi
Çözümü
Bilgisayarimizdan Systemsteuerungen e gidiyoruz oradan program yükle sil seçeneğine tıklayıp
ordan visule studya 2015 e sağ tıklayıp degiştir i seçiyoruz
açılan pencerede önce seç ayarla veya 'modify' seçeneğine tıklıyoruz ve açılan yeni menüden visul studio 2015 c +++
bu seçenek önce kapalı oluyor üstteki ilk linkin yanındaki oka tıklayinca bu seçenek açılıyor o zaman onu seçip resimdkei gibi 'update et' alltaki linke tıkla ve update yaklaşık 5 ile 10 dakika sürüyor sonra tamami tıkla ve yeniden calıştır benimki calıştı sorunsuz. sizde deneyin
kolay gelsin
"Her zorluğun yanında bir kolaylık vardır."
(Kar©glanin 04 Mart 2019 Vaazi)
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۙ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۜ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Feinne me'al'usri yüsran, İnne me'al'usri yüsra.
Meali :
Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.
Sadakallahul Aziym İnşirâh Suresi-5 ve 6. ayet
---oOo---
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
“Müslüman elinden ve dilinden Müslümanların selamet buldukları kişidir. Mü’min ise insanların canları ve malları hususunda güvendikleri kişidir.”
( Hadis-i Şerif , Müslim, İman: 14; Buhârî, İman: 3)
"Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
"Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
Yolculugumuza başliyoruz :
Zamanda yolculuk meselesinde, Allah'a iman etmeyen kimse bu yolculuğu yapamaz. Neden derseniz, biz Müslümanlar inanırız ki : Allah katında Her şey olmuş bitmiş, Kıyamet bile olmuş bitmiş haldedir. Eğer insan böyle İnanmazsa, gelecek henüz yaratılmadı, geçmiş ise yok edildi, O zaman nereye gideceksin. Gelecek henüz yok, Gideceğin yer yok, Geçmiş ise yok edildi, öldüler gittiler, tarumar oldu, memleketler toprak altında kaldılar, binlerce arkeolojik kazıda, toprak altındaki eski ümmetler bulunmakta. Peki sen geçmişe gittiğin zaman, O toprakların altına mı girmiş olacağız, nereye gideceksin yani. Ama işte eğer Allah'a inanıyorsanız, ve Müslüman gibi inanıyorsan, Allah katında her şey olmuş bitmiş, Öyle olunca filmin sonuna varılmış demek, artık filmi istediğin bölümünden seyredebiliriz, geri al, ileri al, sonuna bak, önüne bak, ortasına bak, ancak böyle müslümanca inandığımız zaman, böyle bir yolculuğa çıkmaya müsaade edilebilir belki, Çünkü öyle İnanmıyorsan, dediğim gibi, toprakların altına mı gireceğiz, o kavimleri ziyaret etmek için, nereye gideceğiz? arkeolojik kazılarda toprakların altına batmış çgu da denizlerin altında duruyor mu kitasi gibi, peki nereye gideceksin geçmişe gittiğin zaman, denizlerin altına mı gireceksin, ama işte, Allah katında Her şey olmuş bitmiş deyince, işte film sonuna kadar çekilmiş. ister filmin başına sardır seyret veya ortasına sardır seyret, veya sonuna bak, o zaman ancak bu mümkün olabilir.
Geleceğe veya geçmişe Yolculuk etmek isteyenlere yardımcı olacak birkaç bilgi vereceğim inşallah şimdi ben : Mesela Ben Geleceğe gideceğim zaman,hani var olup olmadığını bilmiyoruz herkesin ama, mesela ben torunuma ve vaktine, ya da torunumun torununun vaktine gidiyorum diye yola çıktığım zaman, geleceğe gitmiş olurum, veya geçmişe gitmek için de : Dedemin ninesine, dedemin dedesinin vaktine gidiyorum diye gittiğim zaman, geçmişe gitmiş olurum. Yani Navigasyona ne yazmamız gerektiğini anlatmaya çalışıyorum burada. Yani Fatih Sultan Mehmet'e gidiyorum diye yola çıkılmaz, Yani bunu anlatmaya çalışıyorum.
Zamanda yolculuğu keşfetmeye çalışan bilim adamlarına yol gösterici birkaç bilgi vereceğim.
Ben benim kainatımın içinde yolculuk edebilirim, yahut benim kainatımin içinde yer alan diğer kainatta yolculuk edebilirim. Bunun manası da, ben doğmadan önce, annemin kainatınin içindeydim, bir üst Kainat, annemin kainatı, onun üstünde babamın kainatı, yani babamın Dünyası deniyor bu günün sözü ile, annemin Dünyası, babamın Dünyası, dedemin Dünyası, Onlarin yaşadığı zamandaki, çocukluğu, arkadaşları, Okulu, gibi onun kainatınin içindekiler, işte ben oradan çıkıp geldiğim için, ancak bu kainattan, bu kainata geçebilirim, geçişlerim ancak oraya mümkün, Ben Fatih'e ve vaktine gitmek için kimin kainatının içine girmem gerektiğini nasıl bileceğim ben, zor bir iş değil mi, yani öyle olunca ve geleceğe gitmek içinde ben benden sonraki neslimin içinde yolculuk edebilirim yine benim kainatımin içinde bulunan bir komşular arkadaşlar, yahut amcam, Dayım, teyzem, bunlardan şu anki benim kainatımin içinde bulunanlar ise, ancak bunları içinde yolculuk edebilirim belki. yoksa mesela Romalılar vaktindeki Jülyus Sezar vaktine gitmek için hangi kainatın hangi kapısindan girmem gerektiğini bilmem gerekiyor. Kapıları Belli zaten, nereden girip çıkıldığı belli, Kainat kainata, yani insan insana, Anne karnından göbek bağı ile bağlı, babadan da köprü grup Sırat Köprüsü(Erkegin Zekeri) ile bağlı Başka bir yolu yok, oradan oraya geçebileceğim yol ve kapida o şekilde.
Yıldızlar Gökteki lambalar, ve ben dedemin vaktine gittiğim zaman, dedemin vaktinin güneşi dedemin lambası, torunumun vaktine gittiğim zaman torunumun güneşi torunumun lambası, Yıldızı demek oluyor. Güneş aynı Güneş diyeceksiniz, ama değil işte, herkesin güneşi farklı, Muhammed vaktinde, İki cihani aydınlatan Muhammed idi, zamanın halifesi kim ise? Güneş odur, aydınlatır bütün kainatı, Daha doğrusu sistemi. büyük yıldızlar ışıklarını daha ileriye de ulaştırabilir. Kutup yıldızı gibi, büyük yıldızlar, çünkü Adem mesela, yaratılışın başından, günümüze kadar unutulmamış, hatırlanan, bütün dinler ve bütün bilgiler de mevcut, o zaman ışığını bize kadar ulaştıralabilen uzak bir yıldız, ama Işığı bize kadar ulaşan bir yıldız, hala ışığını bize ulaştırabilen Yıldız. yine İbrahim İsmail Musa İsa böyle.
Ben mesela meyveyi yiyip, içindeki çekirdeğini dikip, o çekirdeğin, toprakta yetişip, tekrar ağaç olup, meyve verecek yaşa gelmesi, ve meyve verip, içinde de olgun bir çekirdek oluşturması, ne kadar bir zaman alır? Ve yine İnsanoğlu da aynı şekilde, çocuk olup, büyüyüp, sonra yetişip evlenip, eşiyle birlikte olup, tekrar çocuk yapıp, çocuğun da meyve verecek bir hale gelmesi, evlenecek yaşa gelmesi, ne kadar bir zaman alır. yani işte kainatlandan kâinatlara ve hayattan hayata geçişteki gibi yani bu kadar zaman aralığı var arada.
Türkler Altaylardan gelirken, bir kurt Türklerin atasını emzirdiği, beslediği hikayesindeki kurt, Allahu alem, bunu mitolojideki Mısır tanrılarına bağladığımız zama, hani bu çakal kafalı Tanrı temsili var, O zaman o Türkleri besleyen kurt, Aslında bildiğimiz o kurt değil, işte bu yani Tanrı Anibis olabilir Allahu alem.
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Serâbîluhum min katirânin vetaġşâ vucûhehumu-nnâr.
Meali :
Giysileri katrandan olacak ve yüzlerini de ateş bürüyecektir.
Sadakallahul Aziym İbrahim Suresi 50. Ayet
Vakıa suresinde olabilir "onlara katran giyip, katran içerler" veyahut başka surede olabilir yukardaki gibi yahutta hadislerde, onlar katran içerler var, bundan kastedileni zift ya ya da katran içerler anlamışlar bütün alimler.
Halbuki buradaki mana benim anlayışıma göre, katran gibi siyah su içerler. Peygamberimizin vaktinde çay yoktu çay siyah su, yine Coca Cola yoktu, Coca Cola yine siyah su, yine kahve siyaha yakın, kahve rengi su, kaynar su, Yani buradan kastedilen, Bence bu siyah sulardan birisi kast edildi, Yoksa onlar zift içerler manası değil, ve buradaki Coca Cola kötü bir içecek değil, yani yahut çay kötü bir içecek değil, cehennemliklerin içeceği içeceklerden birisi değil yani.
ve yine
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًاۙ اِلَّا حَم۪يمًا وَغَسَّاقًاۙ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Lâ ye®żûkûne fîhâ berden velâ şerâbâ. İllâ hamîmen ve ġassâkâ
Meali :
onlar orada serin içeceklerden başka şey ile riziklandirilmazlar, ve hatta birde gassak suyu gibi, yani gusl abdesti suyu kadar kaynar olan su içecekler.
Sadakallahul Aziym Nebe’ Suresi 24 ve 25. Ayet
yani o gün, muhammed vakti, sicak su içmesi bilinmiyordi ki, çay yoktu, kahve yoktu ki, bugün bizler kaynar su, yahutta, gusl abdesti suyu kadar sicak olan, agiz yakmayan, sicak sulu içecekler içmekteyiz, çaylar, çeşit çeşit çaylar, ve çeşit çeşit kahveli kakaolu içecekler içmekteyiz, ve bunlar bu vakitte mevcut, ve o ayette anlatilan cehennemliklerin içecekleri içecekleri degil, bizleri tarif ediyor belkide bu ayet.
Ve Türkler ile gavurlar dediklerimizin arasında bir fark vardır, Türkler türbecidirler, Bir Alim ölse hemen mezarına türbe yaparlar, ve türbe türbe gezerler, ondan Medet, bundan Medet beklerler. Gavur dediklerimizde hemen eski tarihi bir şey bulsalar müzeye koyarlar, ve bunlarda müze müze gezip , onlardan birşeyler beklerler. O zaman Gavurlar müzeci, Türkler Türbeci, onlarda müzedekilerden bir Tılsım bir şey bekliyorlar, Keramet Mucize. Bizimkilerde evliya mezarlarından bir şeyler bekliyorlar, Medet mucize Keramet. Halbuki Allah Kur'an'da apaçık ayette bildirmiş,
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ve-en leyse lil-insâni illâ mâ se’â.
Meali :
Ve gerçekten de insan, ancak çalıştığını elde eder.
Sadakallahul Aziym Necm Suresi 39. Ayet
diye daha bundan büyük Keramet olur mu? adam Radyo keşfedip yapmış, Radyo bir keramet deilde ne, adamin elinden Radyo çıkmış. radyonun parçalarını düşünüyormusunuz. şimdi hadi Hemen cart diye Radyo bulunmadı, radyonun içindeki parçaları düşünürsen, diyot keşfolcak,transistör keşfolacak, kablo keşfolacak, Entegre keşolacak, frekans keşfolacak, dalga boyu keşfolacak, yani binlerce parçadan ve bilgiden oluşan radyoyu meydana getirmek, ne kadar zaman alır. hemen bir tane tahtayı dört köşe çakıp da, Radyo buldum olmadı, bu iş senelerce uğraşının emeğin sonucu. ve insanoğlu eğer radyoyu bulduysa, zatenbulan adamin elinden Keramet çıkmış, işte radyoyu bulan adama Keramet işlemiş, mucize meydana getirmiş değil mi ya? ona itibar edilmiyorda işte sakllai cübbeli adamın bir tanesi, uyduruktan Vay uçuyormuş Vay kaçıyormuş diyerekten uyduruk hikyalerden keinde faydasi olmayan adamlardan birde mucize keremet bekler olmuş insanlar ve böyle adamların peşine düşüyorlar, şeyhim şeyhim diye, el pençe divan duruyorlar.o şeyhin meyhin elinde radyodan daha mucize bir şey var mı, internet kadar mucize, Keramet diye bir şey var mı? telefon, veya cep telefonu, mesela Buradan konuşuyorsun, Amerika'dan duyuyor du, şimdi burdan konuşuyorsun amerikadan seni, hem duyuyor hem görüyor, bunlar keramet mucize değil de ne? sen kerameti sakallı şeyhlerde ara haala, sen çok ararsın daha ahmak.
Allah "insana ancak kazandığı vardır." dediği lafı ancak işte o gavur dediklerimiz anlamış, çalışıp gayret ediyor ve Radyo bulmuş, internet bulmuş, televizyon bulmuş, cep telefonu bulmuş, Bizimkiler hala "Estağfurullah, sübhanallah, Allah, Allah" deyip Keramet göstercek Alim olaverecekler, zikir çekince, köşeyi döneceğini zannediyorlar, bu akılda ve bu minvaldeler.
ilginç bir şeye daha rastladım hayatımda, bu gavur dediklerimiz, benim bulunduğum bölgede gördüğüm kadarıyla, taze ekmek semel yapıyorlar, semel çöreği gevrek taze ekmek , tazesinin yüzü ufalanıyor dökülüyor, cünkü parlak olsun diye üstüne nişasta ugrasi kullaniyorlar, o yüzden sertleşip parlak kahvrengi aliyor birde sertleşiyor ve taze koparirken ve isirirken tazeleginden parça kopuyor, ekmek ufağı meydana geliyor. Bizim taze ekmeğimizden ise ekmek ufağı meydana gelmez. Bizim Bayat ekmeğimiz ufalanır. buradabir söz vardir ki : yerken ekmeği ufalandımı döktümü o kimseye "senin çok çocuğun olacak." derler. Buradaki hikmet tazeden dökülmesi, bunların genç ve çocuklarında döl çok, yani taze ekmeklerinde ufalanma meydana geliyor, yani bebeleri döllü, çocuk olacak spermi çok. Bizim eski Diyarbakır karpuzların da çok çekirdek vardı, şimdiki çekirdeklerin içi de yok, Domates alıyorsun, domatesin çekirdekleri Fos, Bizim de eskilerde vardı döl, şimdikilerde yok. tazelerde yok. Çünkü bozdular, yeni Çocuklar dölsüz oldu, mayasını bozdular, ekmeğini bozdular, suyunu bozdular, dölsüz cekirdeksiz karpuz yedirdiler, kavun yedirdiler, işte dölsüz çocuklar meydana geldi, Kendi çocukları ise döllü oldu. Çünkü taze ekmeklerinden kırıntı çok dökülüyor. bu bunun alameti Allahu alem. Çünkü gayeleri oydu zaten kötü Yahudilerin, dünyada tek ırk kendi ırklarını bırakmak, diğer ırkları yok etmek. üstün ırk meselesi yüzünden bu işte, bu hale geldi. Ve bu halde kainat ekmek ufağı ile de sinyal veriyor işte. Onların taze ekmekleri dökülüyor ufalanıyor, Bizim de bayatlarımız dökülüyor ufalanıyor. Hani bunu bilerek oynamak, onun o sinyalini düzeltmek doğrultmak ile olmaz, doğal süreçdeki hali esas ve bilgi olaraka ele alınır.
Ve bazıları bize öyle milliyetçiyiz dedi ki, aynen kadınlara yaptığımız gibi, kendimiz başka kadının çıplak bacaklarını görsek, baldırını görsek, çatalını görsek bakarız, (Tabi bunlar, internet denen şey cikmadan önceydi, internette herşey serbest artik) ama kendimizikine bakılmasını istemeyiz. Buralarda yurtdışında artık ev alabiliyoruz yer arazi alabiliyoruz mu? alıyoruz, onlar bize bir şey demiyor müsade ediyorlar da, Onlar bizim Vatan'dan toprak aldı mı ev arazi aldı mıydı yaygarayı koparıyoruz, Vay vatanın bir karışını satmayız Bilmem netmeyiz, milliyetçi kesiliyoruz, kendimize var, Onlara yok. Bak dünya global oldu diyoruz, Global. Herkese, bak her şey her yerden geliyor, her şey her yerde var, Herkes her yerin toprağını yiyor zaten. ve sen bir karış toprak satmam derken, vatanından, yetiştirdiğin portakalı yetiştirdiğin domatesi ihraç ediyorum diyerekten, onlara toprağının, hemde en süzülmüş iyi yerini dışarlara export ediyorsun, bunu bir de alkışlıyoruz, aferin bize dolar kazandırdı filan adam, falan ton Bilmem biber satmış, Bilmem domates satmış, portakal elma satmış alkışlıyoruz, Bir de bravo bravo diyoruz ödül veriyoruz Hani sen vatanın bir karışını satmayız diyordun ne oldu?
Yani kardeşim, Allah onun(milliyetçiliğin) yanlış olduğunu, size bunu yaptıraraktan zaten milliyetçiliğinde yanlış olduğunu gösteriyor, yani Peygamber Efendimiz Arabın aceme acemin araba üstünlüğü yoktur üstünlük ancak takvadadır o zaman oranın buranin toprağını düşündüm ben, mesela Brezilya dan bana kahve geliyor, kahve içerken Brezilya'nın saf süzülmüş toprağın içiyordum Ben kahve diye, Allah'ım Ya Rabb'im Ya Resulallah, Brezilya'nın toprağının Ben de ne işi varmış, adam Brezilya'nın toprağını bana kahve diye sattı, Ben de aldım içtim, benim toprağıma karıştı mı karıştı,Yeni Zelanda dan kivi geliyor, avustralya'dan bilmem ne geliyor, yani o zaman birbirimiz ile kavga etmenin vakti değil artık, Burası cennet ise, adam gibi geçinmesini öğreneceğiz, Vay Şura senin , bura benim kavgalarina girmeyecegiz artik. Ama dedim sınırlar korunacak, o konuda Elbette ki dedim onu, anlattım Daha önce, tırnak tırnak bölgesinde yetişecek, tırnak olaraktan duracak, mesela kaşılarınin oldugu yerde kaş değilde tırnak yetişirse, Kaşların tırnak olursa olmaz, herkes yerinde güzel, herkesin sınırları var, tırnak bile belli derecede uzayacığı taraftan uzuyor. Vay efendim Suriye alacagiz bilmem irani alcaz IRAKi alcaz, niye alıyorsun. tırnak neyana uzayabiliyor sadece kestigin tarafa dogru, uzadı mı da kesiyoruz. herkesin sınırları belli olmuş zaten, şu andaki dünyamızda. herkesin isimleri belli sınırları belli. bir parmak o parmağın uzunluğu kadar uzama hakkına sahip, tırnak yine belli derece uzama hakkına sahip, ondan sonra kesiyoruz, saç yine öyle, O zaman şimdi Vay büyüyen Türkiye, Vay büyüyen Amerika diye bir şey yok, Herkesin sınırları belli, Kimsenin kimsenin hakkına hukukuna tecavüz etmeye hakkı hukuku yok, o zaman adam gibi geçinmesini öğreneceğiz, ve bu dünyayı cennete çevireceğiz.
Bazıları bizi antichrist ya da Deccal atfetmeye çalışıyorlar, ama Peygamberimizin sözü var, demiş ki "kem söz sahibine aittir"
Birinden; küfürlü¸ hakaret¸ alay¸ tahkir ve tezyif eden bir söz duyduğumuzda en kibar karşılık olarak¸ “Kem söz sahibine aittir.” deriz. bu sözün kaynagini bilmeyiz. “Ben bu lafın altında kalmam.” diyenler ise aynı cümlelerle karşılık verir. Kötü sözle yapılan nitelemeye muhatap layık olsa bile hiç kimse¸ muhatabın kişiliğini hedef alınarak hakaret edemez¸ küfredemez. Buna kimsenin hakkı yoktur. En fazla¸ yanlış olan söz ve davranış eleştirilebilir.
daha bundan başka bir şey demiyorum “Kem söz sahibine aittir.” onlara bu söz yeterli zaten Kem söz demek kötü söz, kötü lakap kötü ünvan kötü söylenilen şey işte.
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Vehuve-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda fî sitteti eyyâmin vekâne ‘arşuhu ‘alâ-lmâ-i
Meali :
Gökleri ve yeri altı günde yaratmış olan Allah’tır. O sırada yönetim merkezi ( O nun arşı) suyun üstündeydi.
Sadakallahul Aziym Hûd Suresi 7. Ayet
ve yine
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
İnne rabbekumu(A)llâhu-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda fî sitteti eyyâmin śümme-stevâ ‘alâ-l’arşi
Meali :
Şüphe yok, Rabbimiz, öyle bir Allah'tır ki gökleri ve yeryüzünü altı günde yaratmıştır da sonra yönetime Arşa geçmiş ve oradan onu yönetime hakim ve mutasarrıf olmuştur.
Sadakallahul Aziym A’râf Suresi 54. Ayet
Allah Kuranı Kerim'de kainatı 6 günde yarattığını ve 7. gün arşa istiva ettiğini bildiriyor. ve bunu bazıları anlamış 6 gün çalıştı 7. gün tatil yaptı. Allah bile tatil yaptı diye anlamışlar. Bazıları bu tatil hikmetini anlamıyor Hala,
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
vekulnâ lehum lâ ta’dû fî-ssebti
Meali :
Yine onlara: "Cumartesileri çalışma yasağını çiğnemeyin" dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.
Sadakallahul Aziym Nisâ Suresi 154. Ayetten pasaj
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Velekad ‘alimtumu-lleżîna’tedev minkum fî-ssebti fekulnâ lehum kûnû kiradeten ḣâsi-în
Meali :
İçinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Onlara “Aşağılık maymunlar gibi olun!” demiştik.
Sadakallahul Aziym Bakara Suresi 65. Ayet
Bu ayetler Kuranı Kerim'den cumartesi tatilinin Delileri, cumartesi pazar tatilinin insanlara vacip olduğunu anlatan ayet olduğunu öğretmek istiyorum, Ne zamandır söylüyorum Bir kere daha üstünden geçerekden anlatalım. yani bir hafta çalışdın yoruldun, hafta sonu dinlenirsen dinlenirsin, vücudun bir daha Kuveyt alır da, yeniden çalışma kuvveti enerjisi sahibi olursun, gece yattın uyudun dinlendin, uykunu aldın, o zaman tekrar Dinç olursun da, bir daha çalışırsın, aynı uyku gibi, dinlenmekte iştendir, çalışmanın içine dahildir. yoksa dinlenmeden Çalış çalış çalış, robot mıyız bizler, robot bile belli süre kapanıp açılmak dinlendirilmek mecburiyetinde, onların da kabloları ısınıyor, eğer kapatmazsan yangın çıkarıyor robot cinsi aletlerde.
Bütün kainat formül üzere, 6 gün iş, 7. gün tatil yani pazar tatili, allah bunun yeterli olmadigni görünce daha sonra işte cumartesiyi de Yahudilere atfen tatil vermiş bu yukardaki ayetler ile, Allahü Teala çalışmayın demiş cumartesi günleri, etti 2 gün. cumartesi ve pazar. Ve Muhammed'ilerede cuma günü öğleden sonrasını tatil etmiş, namazdan çıktıktan sonra çalışma yok, Allah haftada İki buçuk gün tatil vermiş, demek ki insana lazım olan Dinlenme süresi 7 günü 3'e böldüğümüzde ne yapar 2+2+2+1 bir gün kalır o 1 günü de 3'e böldüğümüz zaman 24 üçe böl 8 saat demek olur ve bir günde nasil 8 saat uyku normal halde saglikli bir insanin uyumuasi gerekn zaman ise 2 gün 8 saatte haftada tatil olması lazım gelen zaman miktari, İki buçuk gün bize Elzem olan, lazım olan tatil miktari, ve bu çiğneniyor işte, ondan sonra insanlar hasta oluyor, psikolojik hasta, normal vücuttaki hastalıklar meydana çıkıyor dinlenememekten, uykusuzluktan hastalıklar çıkıyor.Al lah'ın kuralına uyan, dünyada cennet gibi cennetti yaşayacak. ve yine seneye bakincada aynen seneyi 3 e böl ayni miktar sen bazında mecburi tatil olmasi gereken miktari buluruz. İşte o yüzden dindeki kurallar, dünyayı ferah yurdu cennete çevirme kuralları. güzel yaşamın kuralları, Kuranı Kerim, şeriat, İslam, musevilik, isevilik demek, onunla dünyayı cennete çevirme kuralları, yoksa ahiret öldükten sonrasi için degil, ahiret, ahiret neresi? kabirde ne güzel olacak, toprağımız mı daha güzel olacak, toprağımızda çiçeklermi açacak, güllermi açacak, bumu yani bize fayda verecek olan, halbuki ahiret işte geleceğimizde ki dünyamızın güzelleşmesi, Cennet halini alması, dinlerin amacı, hedefi ve gayesindeki Mesele budur.
Ben sayfalarıma, birçok sayfadan alıntı yaparaktan, bilgiler, resimler, müzikler,video klipler ekliyorum. mesela o bilgi videoları falan var bu bilgiler benim sayfamda yayinlansada yani Benim marketim de satılıyor bile olsa, irdeleyin, inceleyin, doğruluğunu inceleyin, ondan sonra alın. Ben çünkü, her bilgiyi, hepsini Okuyup da incelemiş degilim, yani benim onayımdan geçmiş bilgi olarak sumuyorum onlari, ve altına kaynak veriyorum ki, bu falancı siteden, filanca adamdan kadindan, filanci siteden alınmıştır diyerekten bilgi veriyorum ki, o bilgiler, o sitelerin yazarlarının yorumu, veyahutta onlarin bilgisinin onayından geçmiş bilgiler, hepsi Benim onayım değil. Ben de o bilgiyi hazır buldum aldım, ekledim. Çünkü bir markette, mesela şu anki bizim buradaki marketlerde, viskisi de satılıyor, şarabı da satılıyor, haram olnlar yani, peyniri de satılıyor,.. helal olanlarida gün gelir Kuranı Kerim'de satılır değil mi satılmasada hediye edilir. helal şeyler de satılıyor bizim bildiğimiz şeyler de satılıyor, Türkiye'deki marketlerde aynı şekilde bunlar sigara olsun alkol olsun marketlerde satılıyor, yanında peynirde var, az ilerisinde rakı da satılıyor, nasil sen bunlari alirken kendin dikkat edip, helal yiyip iciorsan, senin sorumlulugunda ise, benim sayfadan alacagin bilgileride bir süzgecten gecir ki , sence dogrumu bunlar, bazen senin dogrularina ters olabilir. Öyle olunca ben de dükkanımda yahut yani sayfalarimda her şey olsun ki, her ne arayan, ne ararsa arasın, gelsin bizim marketten (sayfalardan) alsın (Parali degil bedava bunlar bizim sayfalarda) aradigini alirken, belki bir de bu vaazlarimiza, yani bize ait bilgilere rastlarda, belki bizim fikirlerimizi de ögrenir de, bizim yolumuza girer diye, herşeyden sayfalrimizda bulundurmaya calişiyoruz işte. Öyledir zaten market sistemi, o şekildedir zaten, sana reklam gönderirler, der ki : bu hafta domatesi 10 kuruş indirdik dersin, domates almaya gidiyorum diye gidersin, domates yanında, biber alırsın, turşu alırsın, Bilmem ekmek alırsın, peynir alırsın, işte ihtiyacin olan diger şeyleride oradanfiyatlari uygunsa ve ihtiyacın varsa bakar alırsın. Öyle olunca, yani Biz de, bize gelen ne ararsa arasın, Biz de arayıp bulsun, bize gelsin ki, oradan bir de bizim sayfalarımızdan, bize ait dini bilgilerimizden birilerine bakıp da, hoşuna giderse onlardan da alırsa, Biz de O sayede sevap kazanalım, fayda görelim diyerekten bu sayfalarımızı açtık, ve bilgi ve resim video paylaşımı yapıyoruz yıllardır işte. Benim felsefem, bu konudaki felsefem, görüşüm, bu yönde, bu minvalde yani. yoksa ben ban ait olmayan o her bilginin üzerineonayımı imzamı atmış değilim, ben bunlarin onaylıyorum demiş değilim. O bilgiler, aynı marketteki adam mesela takım elbise satıyorsa, takım elbise satan adam, her elbiseden 1 tane e kendisine diktirip giymiyor, her renkten bir tane giymiyor, O adam bir tane modelinden almış belki ama, 50 çeşit model takım elbise satıyor, benim sayfalardaki her bilgiyi de ben test ettim denedim değil, ben kaynağını göstermişim, kaynak olmasa bile bir yerden alıntı olabilir, önce siz eger alacaksniz, inceleyin doğruluğuna karar kılarsınız, O zaman kabul edin, benim markette(Sayfada) satılıyor(Paylaşılıyor) olsa bile, yani benim forumlarda benim sayfalarında yazılı olsa bile, izleyin, inceleyin, dinleyin, aklınıza yatıyor mu diye,vicdaniniza dine diyanete cennet kavramlarina adaletli bir dünya kurallarina uyuyor mu diye, ondan sonra karar verip alirsiniz. ben o bütün diger mallari bilgileri satmamdaki gaye, esas bana ait bilgileri resimleri ve benzeri meteryalleri size sunmak için, oradaki diger bilgi ve resimleri ve videolari da promosyon olarak sunuyorum cogunu yani.
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
İnne-lleżîne yubâyi’ûneke innemâ yubâyi’ûna(A)llâhe yedu(A)llâhi fevka eydîhim© femen nekeśe fe-innemâ yenkuśu ‘alâ nefsih(i)(s) vemen evfâ bimâ ‘âhede ‘aleyhu(A)llâhe feseyu/tîhi ecran ‘azîmâ
Meali :
Sana bağlılık sözleşmesi yapanlar, o sözleşmeyi aslında Allah ile yapmış olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim sözünden cayarsa kendi aleyhine caymış olur. Kim de Allah’a karşı üstlendiği görevi yerine getirirse, Allah ona büyük bir ödül verecektir.
Sadakallahul Aziym Fetih Suresi 10. Ayet
Üzerinde tartışılan bir konuda Kuranı Kerim'de bir ayet var Onların elinin üzerinde onun eli vardır yani "yedullahe fevka eydihim" onun eli onların elinin üzerindedir, o diye kastedilen burada Allah, Allah'ın eli onların elinin üzerindedir, ve bu minvalde bir hadiste de bunu açıklamış Peygamberimiztefsir etmiş Bu ayeti kerimeyi ve demiş ki işte Allahu Teala Kutsi hadiste :
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı aklettiği kalbi, konuştuğu dili olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.
( Hadis-i Şerif , Buhârî, Rikak 38)
demiş işte bu ayeti kerime yani onların elinin üzerinde onun eli vardır ayetinden çıkaratan yazılmış uyduruk bir hadisdir diyerekten bazı hocalar bu hadisi yalanlyior ve oradaki o el teşbih ve benzetmedir diyorlar ve, Allah'ın elimi var diyorlar, teşbihdir sadece diyorlar, ve bu ayeti El almış hadis uydurmuşlar, böyle bir hadis ile milleti kandırıyorlar diyorlar. Halbuki Allah, dünyadaki işlerini görürken hücceti ve ordusu ile enip gelip de öyle yapmıyor, ya nasıl yapıyor? Ahmet amcanın eliyle, Mehmet amcanın biberiyle, Fatma teyzenin domatesiyle,.... yapıyor bu işleri. Bilmem falanca amcanın fabrikasından, filanca amcanın terazisiyle , yine falancinin radyosuyla,...... yapıyor. öyle olunca Allah'ın eli onların elinin üstündedir, yahutta, Allah bazılarını sevince, onlar Allah'ın eli ile tutar, Allah'ın gözüyle görür, Allah'ın kulağı ile duyarlar, o zaman Allah'ın eli kolu kulağı var mı? var ama bizim bildiğimiz gibi değil, ve şöyle yola çıkarsak bu konuda, Allah herkese ruhundan üfledi ise, Bizler Allah'ın parçalarıyız, herkes de bir parçası varsa, Allahu Teala'nın, herkeste, ruhundan parça bir ruhu varsa, Bizler Allah'ın ruhunun parçalarıyız, o zaman hepimizin toplamı ne olmuş oluyor, Allah olmuş oluyor, o zaman Ne oldu Haşa Biz hepimiz Allah mıyız, Allah ne diyor
Biz yaptık biz de ettik
Mesela, Kur'ân'ın indirildiğini haber veren bütün âyet-i kerimelerde "Biz indirdik" buyurulur.
"Kur'ân'ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız." (Hicr, 9)
"Bulutla gölge yaptık." (Bakara, 57)
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَي ا
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
vemâ rameyte iż rame.
Meali :
(O Taşı) Attığın zaman da sen atmadın, biz attık. (Allah attı.)
Sadakallahul Aziym Enfâl Suresi 17. Ayetten pasaj
Biz söyledik, biz attık, biz kim? İşte biz hepimiz, simurq, simurq yani üçler, yediler Kırklar, üçyüzlerler (Bedir savaşı sahabelerinin sayısı 313,5...), bunlar, işte biz, Allah da dünyada işlerini, halifesi İnsanoğlu üzerinden yürütüyor, Allah'ın dünyadaki eli bizleriz, Allah'ın dünyadaki gözü bizleriz, ve biz Allah'ın parçalarıyız, ve bütünümüz O, Hu ve Hüve o demek, İşte o yaptı, O etti, o söyledi gibi veya biz.
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Leyse-lbirra en tuvellû vucûhekum kibele-lmeşriki velmaġribi velâkinne-lbirra men âmene bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣiri velmelâ-iketi velkitâbi ve-nnebiyyîne veâte-lmâle ‘alâ hubbihi żevi-lkurbâ velyetâmâ velmesâkîne vebne-ssebîli ve-ssâ-ilîne vefî-rrikâbi veekâme-ssalâte veâtâ ezzekâte velmûfûne bi’ahdihim iżâ ‘âhedû(s) ve-ssâbirîne fi-lbe/sâ-i ve-ddarrâ-i vehîne-lbe/s(i)(k) ulâ-ike-lleżîne sadekû(i)(s) veulâ-ike humu-lmuttekûn.
Meali :
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!
Sadakallahul Aziym Bakara Suresi 177. Ayet
İhsan Eliaçık Hoca'dan bir şey duydum, Bakara Suresi 177 ayette ki iyilik bir değildir ayetini yorumunu,
bizde bu konuya Bizim daha önceki yazılarımızda anlattığımız bir yorumumuzda şu idi : mesela adam Çayıra gitmiş altlarını çayırda otlatırken, atları kaçıp gitmesin diye bir tane kazık çakmış, onu Atını da oraya bağlamış, ve daha sonra akşam evine giderken kazığı çıkarmamış, başka bir müslümanda gelirde altını buraya bağlar, Bir de kazık çamak için uğraşmaz diyerekten kazığı çakılı bırakmış öyle gitmiş, ve kendince bir hayır işlemiş, iyilik yapmış. ertesi gün başka bir adam gelmiş, oradan geçerken ayağa kazığa takılmış düşmüş, Kim koydu buraya bu kazığı diyerekten kalkmış o kazığı sökmüş çıkarmış atmış oradan, başka bir Müslümanın ayağına da takılır düşer diyerekten. O da bir iyilik yapmış bununki de iyilik, onun ki de ona göre iyilik, öbürüne ki de, öbürüne göre iyilik. o zaman iyilik Kime göre?
Arıya göre bir iyilik, arıya polen çiçek verirsen, gül çiçek dikersen, sen ona iyilik etmiş olursun, onu ve kolonisini kovanlar ile korur muhafaza edersen iyilik etmiş olursun. ama bir kediye köpeğe iyilik için, çiçek dikip de, alsana fayda veriyorum, iyilik ediyorum dersen olur mu? köpek çiçeği ne yapsın, köpek ve kediye et ve yal veya onmun yicegi yemek ve su ve barinak vercekskin ki ona iyilik olsun, yine koyuna ot vereceksin,.. herkese göre iyilik farklı, herkesin iyilik algısı, ve iyilik, o da sana iyilik ediyorsun diye bal veriyor, köpekten de bal beklenmez ki, köpek kapını bekler, Herkesin yaptığı iyiliği de farklı, iyilik algısı da farklı, Senin yapacağın iyilik de farklı, o zaman Bakara suresi 177 ayetteki iyilik bir değildir, bunu bu şekilde tefsir ettim bende.
"Ve cennette, kırk kap yemek yerler de karınları şişmez."
diye bir ayet veyahut Hadis i Şerif var galiba? bugün Adam az duruyor Kola içiyor az duruyor bir kahve getiriyor az duruyor bir çay içiyor az duruyor bir cips yiyor az duruyor az duruyor bir ekmek ve ekmeğin yanında peynir zeytin Tereyağı bal yiyor, az duruyor Ondan sonra akşam yemeği öğlen yemeği diyor öğlen yemeğinde diyor ki fırın güveç yaptım diyor, güvecin içine patates katmış et katmış domates katmış biber katmış salça katmış bilmem ne katmış etti sana 40 tane çeşit, 40 tane çeşit, 40 tane çeşit katmış içine, Allah'ım ya rabbi, eşi de bunu yediği zaman karında şişme olmaz hadisi, onu Öğlen yemeği diye yiyoruz, berikini ara aparatif diye, yaz içecekleri de, ara su içecekleri de içiyoruz, hiç karnımızda şişmiyor, ve Muhammed vaktinde adamların midesi nezelmiş, içine 2 tane hurma atsan şişiyor, bizim mideler büyümüş lastikli mübarek, içine dök dök dök bir şey yok gibi, onlar 2 hurma yedimi dermanları kesiliyor mideleri yoruluyor dermanı kesiliyor, Yani 40 kap onlara şişkinlik vermez budur yani yerler içerler şişkinlik olmadan gezerler budur. Bu ayeti kerime veya hadis ne ise budur yani, şu an yaşanıyor bu, yani şu anki dünyamızda mevcut, veya yaşanmakta, ve bu cennet vakitlerindeki İşte bizim vaktiimizi tarif ediyor.
Bazi cehennem veya cennet tasvirleride şöyledir :
Üstüne de kaynar su içeceksiniz - cay kahve
Gömlekleri katrandandır - petrolden üretuilen elbilsler naylon elbisler sentetik elbisler
Başlarının üstünden kaynar su dökülür - Banyo dus
Onlara kızgın bir kaynaktan su verilir. (ĞAŞİYE/5) maden suyu iciyoruz
Sonra üzerine onlar için kaynar bir içecek vardır. (SAFFAT/67)
İşte artık tatsınlar onu ki, o kaynar su ve irindir. (SAD/57)
kahve cay vazgcilmez sicak icecekler soguk icecekler
Cehennemde yiyecekleri
Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.
Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız. (VAKİ'A/52-53)
Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
O da ne besler, ne de açlığı giderir. (ĞAŞİYE/6-7)
Nasıl, bu mu daha hayırlı konukluk için, yoksa zakkum ağacı mı?
Gerçekten biz onu zalimler için bir fitne (imtihan) yaptık.
O bir ağaçtır ki cehennemin dibinde çıkar.
Tomurcukları şeytanların başları gibidir. (SAFFAT/62-65)
Gerçekten zakkum ağacı,
Günahkârların yemeğidir.
O pota gibi karınlarda kaynar.
O, kızgın bir sıvının kaynaması gibidir. (DUHAN/43-46)
Bir irinden başka yiyecek de yok. (HAKKA/36)
Demir kamçılarla kamçılanacaktır
Bir de bunlara demirden kamçılar vardır. (HAC/21)
-
Başlarının üstünden kaynar su dökülecektir
Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. O'nu inkar edenler için ateşten elbiseleri biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. (HAC/19)
-
Cehennemde giyecekleri
Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini ateş kaplar. (İBRAHİM/50)
Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. O'nu inkar edenler için ateşten elbiseleri biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. (HAC/19)
-
Cehennemde yiyecekleri
Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.
Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız. (VAKİ'A/52-53)
Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
O da ne besler, ne de açlığı giderir. (ĞAŞİYE/6-7)
Nasıl, bu mu daha hayırlı konukluk için, yoksa zakkum ağacı mı?
Gerçekten biz onu zalimler için bir fitne (imtihan) yaptık.
O bir ağaçtır ki cehennemin dibinde çıkar.
Tomurcukları şeytanların başları gibidir. (SAFFAT/62-65)
Gerçekten zakkum ağacı,
Günahkârların yemeğidir.
O pota gibi karınlarda kaynar.
O, kızgın bir sıvının kaynaması gibidir. (DUHAN/43-46)
Bir irinden başka yiyecek de yok. (HAKKA/36)
-
Cehennemde içecekleri
Üstüne de kaynar su içeceksiniz.
Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz. (VAKİ'A/54-55)
Dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Ve hiçbir kimsenin kazandığı şey yüzünden kendisini helake atmamasını, kendisi için Allah'tan başka hiç bir dost ve hiçbir şefaatçi bulunmadığını Kur'ân ile hatırlat. O, azaptan kurtulmak için bütün varını feda etse, kendisinden alınmaz. Onlar kazandıkları şey yüzünden helake uğratılmışlardır. Onlar için, inkâr ettiklerinden dolayı kaynar bir içecek ve can yakıcı bir azab vardır. (EN'AM70)
Ardından da Cehennem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir.
Onu yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve her yandan ona ölüm gelecek, fakat o ölemez. Arkasından da çetin bir azab gelecektir. (İBRAHİM/16-17)
Onlara kızgın bir kaynaktan su verilir. (ĞAŞİYE/5)
Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içecek bir şey.
Ancak bir kaynar su ve irin (içecekler). (NEBE/24-25)
Sonra üzerine onlar için kaynar bir içecek vardır. (SAFFAT/67)
Dönüşünüz hep O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. Herşeyi ilk baştan yaratan O'dur. Sonra iman edip salih amel işleyenleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırmak için geri döndürecek olan yine O'dur. Kâfirlere de inkâr ettikleri için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır. (YUNUS/4)
İşte artık tatsınlar onu ki, o kaynar su ve irindir. (SAD/57)
-
Allah onlarla konuşmaz
(Allah) buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın artık. (MÜ'MİNUN/108)
Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır. (AL-İ İMRAN/77)
-
Cennettekilerden su ve rızık isteyeceklerdir
Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği rızıktan bize de verin." diye seslenirler. Cennettekiler de: "Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı." derler. (A'RAF/50)
-
Cehennemden kaçış olmayacaktır
Günahkârlar ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır. Fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamazlar. (KEHF/53)
-
Yok olmayı isteyeceklerdir
Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve kâfir diyecek ki: "Ah ne olaydı, ben bir toprak olaydım." (NEBE/40)
Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman da, oracıkta yok olmayı isterler.
(Onlara şöyle denilir) Bu gün bir yok olmayı değil, nice yok olmaları isteyin! (FURKAN/13-14)
Onlar cehennem bekçisine: "Ey Mâlik! Rabbin artık bizi öldürsün." diye seslenirler. Mâlik de: "Siz böylece kalacaksınız." der. (ZUHRUF/77)
Rabbim, mehdi ve cemaatine ve sevenlerime ve sevdiklerime, bu dünyadaki cennetin kıymetini bilip, cennete Talip olmayı, cehennemini de tanıyıp bilip, ondan da sakınmayı Müyesser kılsın Amin.
--oOo---
أَأَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقاً وَ ارْزُقْنَا اتِّبَاعَهْ وَ أَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اجْتِنَابَهْ
''Allahım! Bizlere, hakkı Hak gösterip ona tabi olmayı, bâtılı da Bâtıl gösterip ondan yüz çevirmeyi nasib eyle..! '
وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîne,
Amiyn.
Elfatiha maassalavat.
سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve
etûbu ileyk.
--OoO--
Kar©glan
Başağaçlı Raşit Tunca
Schrems, 04 Mart 2019 Pazartesi
Original Kar © glan
Zikir Nedir? Vird Nedir? Evrad Nedir? Örnekleri ile Kısa Anlatım
Zikir Nedir : Sözlük manası ile, anmak, hatırlamak, unutmamak, ve çokca tekrar etmek, ve unutmamak için çokca tekrar etmek manalarını taşır.
Raşidi Tarikatına Göre Zikir Nedir : Zikir bir frekans aralığıdır, ve esas mana ile, sadece bir kelimenin çookca tekrarına verilen isimdir ki, mesela o kelime "Allah", "Rahman", "Kerim" gibi bir isimin veyahutta "Ya Kerim" ve "Ya Rahman" gibi bir niyazın ve çağırmanın, çookca tekrarı, veyahutta iki kelimeli "Elhamdülillah", Sübhanallah" gibi anlam ifade eden iki kelimenin çookca tekrarına verilen isimdir ki, bu sayede insan beyni kainata, belli bir frekansı devamlı olarakdan yayıp gönderir. ve uzak bir yere gönderilmek istenlen bir zikirin adedi, daha yüksek ve çok olmalıdır, ve kesik kesik olmamalıdır, aynı frenaks aralığının çokca tekrarı olmalıdır. Mesela Allah zikirinin ebced değeri 66 olduğu gibi, bu kalp frekansı denilen "1 Hertz" inde değeri 66 dır. Kalbin bir defa Allah demesindeki yaydığı frekans demekdir. Diğer zikirlerinde buna benzer "hertz" cinsinden bir frekans değeri vardır.
Raşidi Tarikatına Göre Vird Nedir : Vird anlamlı bir cümlenin, belli zaman aralıklarında, devamlı tekrarına verilen isimdir ki : Mesela sübhanalllah bir zikir idi, ve elhamdülillah bir zikir, ve Allahuekber de yine bir zikir, ve bunların anlamlı bir cümlede kullanilmiş hali ile "Subhânallâhi velhamdulillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber, Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm." şeklinde günün belli vakitlerinde, her gün, veya buna yakın, iki günde bir gibi, sabah ve akşam gibi, beli vakitlerde, devamlı takrarına verilen isimdir ki, bu sayede belli bir melek grubunun yaydığı frekans aralığına girilmiş olur, ve bir nevi onlardan olunmuş olur. Mesela çok sesli sanat müziği icra edilirken, saz, cümbüş, keman, zil,... hepsi aynı notayı, farklı sesler ile zikrederler, ve toplamı, bir eser, bir şarkıyı oluşturur, işte insanların, bitkilerin, hayvanların ve maddelerinde, aynı virdi tekrar etmeleri, kainata yaymalarıda, böyle bir uhrevi şarkının, mesela rabbimize doğru söylenilmesi gibidir. ve eğer bunun içinde bir ddilek ve bir istek var ise, rabbimizde o isteğimize cevap verir. Allah,Allah dedin de, mesela ahmet ahmet dedinde, ahmet buyur ne istiyorsun deyince, diyecek sözün yoksa, ahmet kızar, ne meşgul ediyon beni demez mi? ve zikir eden, Allah rahman,... diyen kimse, ardına isteği, muradı neyse onu istemelidir, ahmetten bir isteği olan onu cağırır, ve o duyasıya kadar cağırır degil mi? isteğin yoksa, dalgamı geçiyorsun sen onu çağırarakdan.
Raşidi Tarikatına Göre Evrad Nedir : Zikir anlamlı bir veya iki kelime idi, vird anlamlı bir cümle, ve evrad ise, çookca virdden oluşan bir şarkı gibidir. "Raşidi Zikir Evradı" gibi. yani çookca anlamlı cümleden oluşan, ilahi bir şarkının, ve ya bir isteğin, rabbimize iletilmesi, veya onun görevli meleklerine ilga edilmesi ki o istegin O na ulaştırılması için, hergün devamlı, ve belli vakit ,aralıklarında tekrar edilmesidir. Faidesi ise, mesela senin bir mahkemelik davan var, ve mahkemeye dava açarken, olan biteni kısa cümleler halinde, anlamlı ve makul bir şekilde izah etmek için, bir dilekçe, yani cümleler toplamı yazman icab eder. ve işte evrad da Allahin esmaları, veya kuran ayetleri, veya belli dua terkibilerinin, veya salavatlar gibi bazı özel zikirlerin toplamı ile, ya bir isteği, yahut belli bir getirisi olan, peygamberin söylediği, şunu zikrederseniz, cennette şu dereceya ulaşırsınız dedıği, bazı zikir ve virdlerin, veya isteklerin toplamindan oluşan, bir dilekçenin, veya manzum bir şarkının, gorevli meleklere duyurulması, onların sayesinde rabbimize iltetiılmesidir. Allahın bunun için melekleremi ihtiyacı var derseniz, önce sizin melek ne demek onu algılamanız lazım, burada melek görevini frekans denilen bir dalga boyutunun uzaklara taşıması manasını ele alınca, bir frekansın yayılaması için, belli dalga boyutuna ihtiyaç varmı yokmu, ve Allah bunu bu yasaya bağlamış mı? o önemli, yani Allah herşeyi belli yasalara ve meleklere tayin etmiş, sen ona melek değilde, sadece dalga olarakdan bakarsan, melek nedir anlamamış olursun.
ve bir nükte vardır:
Adam oğlunu Amerika ya okumaya gönderiyorum diye gönderir. O da gider, orada ingilizce ögrenip okuyacağına, aldığı parayı yer çarçur eder, ve bir gün izine geliyorum diye gelir, adam sorar, oğlum ingilizce ögrendin mi? öğrendim der. peki ingilizce ağac ne demek der? oğlan hemen uydurur:
"dan" demek der.
peki iki ağaç ne demek der
" dan dan" der
peki orman ne demek der
"dandiri dandan dandiri dandan" der
yani işte zikirde anlamlı bir veya iki kelimenin tekrarı,
vird anlamlı bir cümlenin tekrarı, ve Evrad da işte dandiridandan olmuş oluyor.
Sibh veya Tesbih etmek : Bir zikiri belli bir sayıda tekrar etmek demekdir. Nitekim sübhanallah demek işte Allahin isimlerini bilerek ve belli sayıda tekrar ederim demekdir.
Ezkar: Zikredilen şey demekdir, mesela ezkarın ne deyince, Ben rahman zikiri çekiyon demek gibi.
Zakir : Zikreden kimseye verilen isimdir.
Tesbih : Zikirdeki belli sayıyı muhafaza edebilmek için hafızalı abaküsdür.
Misbah : Tesbihin, abaküsün cinsini belirtir, ağaçmı, naylonmu, cammı, taşmı elmasmı, zümrütmü, yakutmu gibi. Tesbihin renk ve cinsine göre zikir farklı enerji boyutu yayar.
Kaynak :
Raşit Tunca
Schrems, 1 Mart 2019 Cuma
Mitolojideki Antik Mısır Tanrı ve Tanrıçaları
Antik Mısır tanrıları, Antik Mısır'da kendilerine tapınılan tanrı ve tanrıçalardır. Bu tanrılar çevresinde oluşan inançlar ve ritüeller tarihöncesi dönemde ortaya çıkmış ve Antik Mısır dininin özü hâline gelmiştir. Tanrı ve tanrıçalar doğa olaylarının ve fenomenlerinin simgesi olarak görülüyordu ve Mısırlılar doğa olaylarının ma'at'a yani ilahî düzene göre devam edebilmesi için ritüeller ve sunularla tanrı ve tanrıçaları yatıştırıyorlardı. Mısır devletinin MÖ 3100 yılı civarında kurulmasından sonra bu görevleri uygulama yetkisi, kendini tanrıların temsilcisi ilan eden ve ritüellerin yapıldığı tapınakları idare eden firavun tarafından kontrol edilmeye başlandı.
Tanrı ve tanrıçaların karmaşık özellikleri mitler ile birlikte tanrılar ile tanrıçalar arasındaki aile bağları, dağınık grup ve hiyerarşiler ve ayrı tanrıların birleştirilerek başka bir tanrı olarak tanımlanması gibi girift ilişkiler ile belirtilmiştir. Tanrı ve tanrıçaların, hayvan, insan, nesne ve çeşitli biçimlerin bileşkesi olarak sanatta yer alan tezahürleri de sembolizm yolu ile temel özelliklerini ima etmekteydi.
Değişik devirlerde, aralarında güneş tanrısı Ra, gizemli tanrı Amon ve ana tanrıça İsis'in de yer aldığı çeşitli tanrıların ilahî toplulukta en yüksek yerde bulunduğuna inanılmıştır. En yüksek tanrının genellikle dünyayı yarattığına inanılmış ve sıklıkla güneşin hayat verici gücüyle ilişkilendirilmiştir. Önemli tanrılar hakkında kalan Mısır yazıtlarını temel alan bazı âlimler, Antik Mısırlıların her şeyin arkasında yer alan ve diğer tüm tanrılarda bulunan tek bir ilahî gücü tanıdığını ortaya sürmüştür. Ancak Antik Mısırlılar, MÖ 14. yüzyılda kişiselleştirilmemiş güneş tanrısı Aton etrafında odaklanmış resmî din Atenizm dönemi dışında çoktanrılı dünya görüşlerini değiştirmemişlerdir.
Tanrı ve tanrıçaların dünyanın her yerinde mevcut olduğuna, doğa olayları ile insan yaşamını etkileyebildiklerine inanılırdı. İnsanlar kişisel nedenlerle olduğu kadar devlet ayinlerinde tapınaklarda ya da resmî olmayan mihraplarda tanrılar ile etkileşime geçerlerdi. Mısırlılar ilahî yardım almak için dua ederler, tanrıların harekete geçmesi için ritüeller düzenler ve tavsiye almak için yardımlarını isterlerdi. İnsanların tanrılarla olan ilişkileri Antik Mısır topluluğunun temel parçalarından biriydi.
Tanımı
Antik Mısır geleneğine göre ilahî varlıkların sayısını kesin olarak ortaya koymak oldukça zordur. Mısır yazılarında doğası bilinmeyen ya da açık olmayan birçok tanrı olduğu gibi adı bile verilmeyen birçok tanrıya da doğrudan olmayan atıflar bulunmaktadır.[1] Mısırbilimci James P. Allen Mısır yazılarında1.400'den fazla tanrının adını geçtiğini tahmin ederken[2] meslektaşı Christian Leitz tanrıların sayısız olduğunu belirtir.[3]
Bu varlıklara Mısırlılar nṯr, "tanrı" ve nṯrt, "tanrıça" adını vermişti.[4] Bilginler bu kelimelere çeşitli kökenler önererek tanrıların kökenini ayırtetmeye çalışmuş ancak bu önerilerin hiçbiri kabul görmemiştir. Mısırlıların kullandığı bu terimlerin kökeni bilinememektedir. Bu kelimeleri yazmak için kullanılan hiyeroglifler Mısırlıların tanrılar ile bağlantılı gördükleri bazı özellikleri gösterir.[5] Bu sembollerin en yaygını ucunda bayrak sallanan direktir. Antik Mısır tarihi boyunca buna benzer direkler tapınak girişlerinde bir tanrının varlığını belirtmek için kullanılmıştır. Diğer hiyeroglifler arasında erken dönemlerde doğan olarak tanımlanan tanrılara ithafen doğan figürü ile oturmuş tanrı ve tanrıça figürleri sayılabilir.[6] Tanrıça kelimesinde kullanılabilen yumurta sembolü de tanrıçaları yaradılış ve doğuş ile bağdaştırırken kullanılan kobra figürü de birçok tanrıçayı tanımlamak içik kullanılan kobrayı aksettirir.[5]
Mısırlıların kullandığı nṯr terimi gündelik yaşamın dışında yer alan varlıklar için kullanılırdı.[7] Ölen insanlar için de nṯr terimi kullanılırdı çünkü ölülerin de tanrılar arasında yer aldığı düşünülmekteydi.[8] Ancak bu terim günümüz bilginleri tarafından "şeytanlar" olarak tanımlanan daha küçük doğaüstü varlıklar için Mısırlılar tarafından kullanılmamaktaydı.[3] Antik Mısır dinî sanatı yerleri, nesneleri ve kavramları da insan biçiminde tasvir etmiştir. Bu kişileştirilmiş fikirler mitlerde ve ritüellerde önemli olan tanrılardan yalnızca bir ya da iki kere kendinden sözedilmiş ve belki de metafordan başka bir şey olmayan muğlak varlıklara kadar birçok ilahî varlığı kapsamaktadır.[9]
İlahî varlıklar hakkında çok da belirgin olmayan bu ayrılıklar karşısında bilginler "tanrı" terimi için farklı tanımlamalar önermişlerdir. Geniş kabul gören tanımlardan biri[3] Jan Assmann tarafından önerilmiştir ve bu tanıma göre bir "tanrı"nın kültü olması, evrenin bir durumu ile bağlantılı olması ve mitoloji ile diğer yazılı eserlerde tanımlanmış olması gereklidir.[10] Dimitri Meeks tarafından yapılan bir naşka tanımlamaya göre nṯr terimi herhangi bir ritüelin odağı olan varlıklar için kullanılmaktaydı. Bu açıdan bakınca "tanrı" terimi taç giydikten sonra tanrı olarak görülen firavun ve cenaze töreninden sonra ilahî âleme giren ölmüşlerin ruhları için de kullanılır. Keza büyük tanrıların egemenliği tüm Mısır'da kendilerine gösterilen ritüel bağlılık ile sağlanmaktaydı.[11]
Kökenleri
Antik Mısır'da tanrılar ile ilgili ilk yazılı kaynak Erken Hanedan Dönemi'ne (yak. MÖ 3100 - 2686) dayanır.[12] Tanrılar bu dönemden önce tarihöncesi dinsel inançlardan kaynaklanarak ortaya çıkmış olmalıdır. Hanedan öncesi dönemin sanat eserlerinde çeşitli insan ve hayvan figürleri tasvir edilmiştir. Bu desenlerin aralarında yer alan yıldızlar ve sürü hayvanları gibi konular daha sonraki Mısır dininin önemli konularını hatırlatır ancak çoğu durumda desenlerin tanrılar ile bağlantılı olup olmadığını gösterecek kanıtlar ortada bulunmamaktadır. Mısır toplumu geliştikçe dinsel eylemlerin belirtileri daha açık hâle gelmiştir.[13] Bilinen ilk tapınaklar hanedan öncesi dönemin son yüzyıllarında ortaya çıkmış[14] ve Horus'u ve çeşitli tanrıları temsil eden doğan, Nit'i temsil eden çapraz oklar[15] ile Set'i temsil eden gizemli "Set hayvanı" gibi bilinen tanrıları gösteren simgeler de aynı dönemde görülmeye başlamıştır.[16]
Bu erken dönemde tanrılar hakkındaki inancın nasıl geliştiği hakkında birçok Mısırbilimci ve antropolog çeşitli teoriler öne sürmüştür.[17] Örneğin, Gustave Jéquier Antik Mısırlıların ilk önce ilkel fetişlere sonra hayvan şeklinde tanrılara ve en sonunda da insan şeklinde tanrılara tapındığını düşünürken Henri Frankfort tanrıların başlangıçtan beri insan şeklinde tahayyül edildiğini öne sürmüştür.[15] Bu teorilerin bazıları günümüzde çok basite indirgenmiş olarak kabul edilir[18] ve Siegfried Morenz'in teorisi gibi güncel görüşler insanların çevresel olaylardan tanrıları soyutlayarak insan olarak gördüklweri görüşlerinin kanıtlanmasının zor olduğunu söylemektedir.[15]
Hanedan öncesi dönem Mısır küçük ve bağımsız köylerden oluşmaktaydı.[19] Daha sonraları ortaya çıktığı üzere tanrıların belirli kasaba ve bölgelerle olan güçlü bağlarının olması bilginler tarafından bu tanrıların birbirinden bağımsız topluluklarda ortaya çıktığı ve bu toplulukların birleşerek daha büyük devletler kurması sonucu eski tanrılara tapınma geleneğinin yayılması görüşününün ortaya atılmasına neden olmuştur. Ancak bir kısım bilgine göre ise, Hanedan öncesi Mısır'da siyasi olarak bölünmeler olmasına karşın, bu dönemin en önemli tanrılarının, Mısır kültürünün diğer ögeleri gibi, ülkenin tamamında yaygın olduğudur.[20]
Mısır dininin oluşumundaki son adım ise, Yukarı Mısır'daki hükümdarların kendilerini tüm Mısır'ın firavunu yaparak ülkeyi birleştirmeleridir.[13] Bu kutsal krallar ve kendilerine tabi olanlar tanrılarla iletişime girme haklarını elinde bulundurarak[21] hükümdarlığı dinin birleştirici odağı hâline getirdi.[13]
Bu değişikliğin ortaya çıkmasından sonra da yeni tanrılar ortaya çıkmaya devam etti. İsis ve Amon gibi bazı önemli tanrı ve tanrıçaların Eski Krallık dönemine (y. MÖ 2686-2181) kadar ortaya çıkmadıkları bilinmektedir.[22] Mekânlar ve kavramlar birdenbire bunları temsil edecek yeni tanrıların çıkmasına ilham verebilmekteydi[23] ve bazen varolan tanrı ya da tanrıçaların karşı cinsten eşleniklerini temsil edebilmek için ortaya çıkmaktaydı.[24] Her ne kadar firavunlar kutsal sayılsa da yalnızca birkaçına öldükten sonra uzunca bir süre tapınılmıştır. Kraliyet ailesinden olmayan bazı insanların da tanrıların lütfuna mazhar olduğuna inanılır ve ona göre saygı görürlerdi.[25] Bu saygı görme ve tapınma genellikle kısa süreli olmasına rağmen bazı resmî görevlilerle[26], kraliyet mimarları İmhotep'e ve Hapu'nun oğlu Amenhotep'e yaşadıkları dönemden yüzlerce yıl sonra bile tanrı olarak tapınılmıştır.[27]
Komşu uygarlıklar ile olan temaslarla Antik Mısırlılar aynı zamanda yabancı tanrı ve tanrıçaları da benimsemiştir. İlk olarak Eski Krallık döneminde adı geçen ve Nubiya, Baal ve Astarte'den gelmiş olabileceği düşünülen Dedun, Yeni Krallık döneminde (y. MÖ 1550-1070) Kenan dininden geçerek benimsenmiştir.[28] Antik Yunan ve Roma dönemlerinde, MÖ 332'den milattan sonraki ilk yüzyıllara kadar olan sürede Mısır'da Akdeniz bölgesindeki tanrılara tapınılmış ancak eski yerel tanrılara da inanılmaya devam edilmiş ve yeni gelen tanrılar eski tanrıların kültü içinde erimiştir.[29]
Özellikleri
Antik Mısırlıların tanrıları ve tanrıçaları ile ilgili inanışları hakkında günümüzdeki bilgilerin çoğu o zamanın kâtip ve din adamlarının yazdığı dinî metinlerden kaynaklanmaktadır. bu kişiler Antik Mısır toplumunun elit tabakasını oluşturmaktaydı ve çoğunluğu okuryazar olmayan genel halk topluluğundan çok farklıydılar. Elit tabakanın geliştirdiği karmaşık fikirler hakkında geniş halk tabakasının ne bildiği ya da ne anladığı çok fazla bilinememektedir.[30] Sıradan insanların tanrılar hakkındaki algıları rahiplerin algılarından farklılıklar gösterebilir. Örneğin dinin tanrılar hakkındaki sembolik ifadeleri ve tanrıların eylemleri halk tarafından gerçek olarak kabul edilmiş olabilir.[31] Yine de halkın dinsel inançları hakkında bilinen çok az bilgi elit tabakanın gelenekleriyle uyumludur. Elitlerin ve halkın gelenekleri tanrılar ve onların doğası hakkında büyük ölçüde tutarlı bir görüş ortaya koymaktadır.[32]
Antik Mısır tanrı ve tanrıçalarının çoğu doğal ve sosyal olayları temsil eder. Genel olarak tanrıların bu olayların doğasında içkin varlığından söz edilirdi.[33] Temsil ettikleri olaylar fiziksel mekânlar ve nesneler olduğu kadar soyut kavramlar ve güçler de olabilmekteydi.[34] Tanrı Şu dünyanın tüm havasının tanrılaşmış hâliydi; tanrıça Mertseger yalnızca belirli bir bölgeyi, Teb Nekropolisi'ni kontrol ediyordu; tanrı Sia ise algı kavramının tanrılaşmış hâliydi.[35] Ana tanrıların sıklıla birçok işlevi vardı ve çeşitli olaylarla ilişkilendirilirlerdi. Örneğin, Thoth ay tanrısıydı. Takvim hesabında ay gerekli olduğu için de Thoth aynı zamanda takvimden, hesaplamadan, yazıdan ve Mısır toplumunda bu işleri yapan kâtiplerden sorumluydu.[36] Tanrılar doğada aynı işlevleri paylaşabilirlerdi; Ra, Atum, Khepri, Horus ve diğer ilâhi varlıklar güneş tanrıları olarak görülüyordu.[37] Çeşitli işlevlerine rağmen tanrıların çoğunun ortak bir işlevleri bulunmaktaydı: ma'at'ı yani Antik Mısır dininin ana ilkesi olan ve kendisi de bir tanrıça olarak görülen evrensel düzeni sürdürmek.[38] Ancak bazı tanrı ve tanrıçalar ma'at'ı bozma yönünde olayları temsil etmekteydi. Bunların en önde gelenlerinden Apep kaosun gücüydü ve sürekli olarak evrensel düzeni yok etmek için bir tehdit oluşturuyordu; Set ise hem düzensizliğe karşı savaşan hem de düzensizliği ortaya çıkaran kararsız bir tanrıydı.[39]
Varoluşun tüm hâlleri tanrı olarak temsil edilmemiştir. Örneğin Mısır uygarlığının vazgeçilmez parçası olan Nil ile bağlantılı birçok tanrı ve tanrıça olsa da Ra'nın güneşi temsil ettiği gibi Nil'i temsil eden bir tanrı yoktur.[40] Gökkuşağı ya da tutulmalar gibi kısa süreli olaylar,[41] ateş ve su gibi elementler ve dünyayı oluşturan birçok öge de tanrılar ile temsil edilmemiştir.[42]
Her tanrının işlevi değişkendi ve tanrılar özelliklerini genişleterek yeni işlevlere sahip olabilmekteydi. Sonuç olarak tanrıların ilevlerini kategorize etmek ve tanımlamak oldukça zordur. Ancak bu esnekliklerine rağmen tanrıların yetenekleri ve nüfuz alanları sınırlıydı. Yaratıcı tanrı bile kendi yarattığı evrenin sınırları ötesine ulaşamamaktaydı ve hatta tanrıların arasında en akıllısı olarak görülen İsis'in mutlak bilgiye sahip olduğu söylenmiyordu.[43] Ancak Richard H. Wilkinson Yeni Krallık'ın son dönemlerinden kalma bazı metinlere dayanarak tanrı Amon inancının gelişmesiyle bu tanrının mutlak bilgiye ve mutlak mevcudiyete yaklaştığını ve diğer tanrıların aksine dünyanın sınırlarının ötesine ulaşabildiğini savunmaktadır.[44]
Çok sınırlı ve uzmanlaşmış alanlara sahip tanrılar günümüzde "ikincil tanrılar" ya da "iblisler" olarak adlandırılırlar ancak bu terimlerin belirgin ve kesin tanımlamaları yoktur.[45] Bu ikincil tanrılar arasında Mısırbilimci Claude Traunecker, bazı mekânların, nesnelerin ya da eylemlerin koruyucu ruhu olan uzmanlaşmış "cinler" ile daha tehlikeli bir karaktere sahip "iblisler" arasında belirgin bir ayrıma gider. İblislerin çoğu saldırgandır ve insanlar arasında sorunlara ve hastalıklara yol açarlar.[46] Güçleri aynı zamanda koruyucu da olabilir; ölülerin diyarı Duat'ta bazı yerlere bekçilik ederler ya da insanları koruyup öğüt verirler. İblisler sıklıkla büyük tanrılara hizmet eder ve ulaklık yaparlar ama tanrılar hiyerarşisi içinde konumları sabit değildir. İlk olarak ikincil tanrılar arasında olan koruyucu tanrılar Bes ve Taweret'in zamanla nüfuzları artmıştır.[45]
Davranışları
İlâhi davranışın doğanın tamamına hâkim olduğuna inanılırdı.[47] İlâhi düzeni bozan birkaç tanrının davranışı dışında[39] tanrı ve tanrıçaların eylemleri ma'at'ı sürdürüyor ve tüm yaşamı yaratıp devam ettiriyordu.[38] Bunu yaparken Mısırlıların heku dedikleri ve genellikle "büyü" olarak çevrilen bir gücü kullanıyorlardı. Heku, yaratıcı tanrının dünyayı ve tanrıları yaratmak için kullandığı temel güçtür.[48]
Tanrıların o anki eylemleri ilâhilerde ve defin metinlerinde tanımlanır ve methedilirdi.[49] Buna karşın mitoloji belirgin olmayan hayalî bir gelecekte, tanrılar dünya üzerinde bulunduklarında ve insanlarla doğrudan etkileşimde bulunduklarında yaşananlarla ilgilidir. Bu geçmiş zamanda yaşanmış olan olaylar şimdiki zamanın olay örgüsünü oluşturmuştur. Periyodik olaylar mitik geçmişte yaşanmış olaylara bağlanırdı; örneğin her yeni firavunun tahta çıkması Horus'un babası Osiris'in yerine tahta çıkmasına bağlanırdı.[50] Mitler, insanların tam olarak anlayamayacağı tanrıların eylemleri için birer mecazdı. İçlerinde birbiriyle çelişen fikirler barındırmakta ve her biri ilâhi olayları farklı bir açıdan ele almaktaydı. Mitlerdeki çelişkiler Henri Franfort tarafından tanrıları anlamak için "yaklaşımların bolluğu" olarak tanımlanan Antik Mısırlıların dinî inanış hakkındaki çok yönlü yaklaşımlarının bir parçasıdır.[51]
Mitlerde tanrılar insanlara benzer şekilde davranışlara sahipti. Duyguları vardı; yeme, içme, dövüşme, ağlama gibi eylemlerde buluuyor, hastalanıp ölebiliyorlardı.[52] Bazılarının kendilerine özgü karakterleri vardı.[53] Set saldırgan ve fevrîydi; bilginin koruyucusu olan Thoth çok uzun nutuk atabiliyordu. Yine de, genel olarak tanrılar çok iyi anlatılmış karakterlerden çok arketipler olarak görülmekteydi.[54] Davranışları tutarsızdı ve düşünceleri ile motivasyonları nadiren belirtiliyordu.[55] Haklarındaki mitlerin çoğunda gelişmiş karakterler ve olay örgüsü bulunmuyordu çünkü mitlerin sembolik anlamları ayrıntılı öykü anlatımından daha önemliydi.[56]
İlk ilâhi eylem evrenin yaradılışıdır vr çeşitli yaradılış mitlerinde anlatılır. Bu mitler her biri yaratıcı tanrı olarak görülen farklı tanrılar üzerine eğilmiştir.[57] Yaradılıştan önce gelen kaosu temsil eden Ogdoad'ın sekiz tanrısı güneş tanrıyı doğurur ve güneş tanrı yeni oluşan dünyada düzeni sağlar; düşünce ve yaratıcılığı temsil eden Ptah her şeyi tasarlayarak adlandırır.[58] Atum her şeyi kendinden kaynaklanarak oluşturur;[2] ve Amon, kendi rahipleri tarafından yayılan mitlere göre diğer yaratıcı tanrılardan önce gelmiş ve onları da yaratmıştır.[59] Yaradılış ile ilgili bu versiyonlar ve diğerleri birbirleriyle çelişir olmasına rağmen böyle kabul edilmemişlerdir. Her biri, ayırtedilemez kaostan düzenli evrenin oluşması sırasındaki karmaşık süreci farklı bir açıdan anlatır.[60] Yaradılıştan sonra bir dizi tanrının ilâhi topluma krallık yaptığı dönem mitlerin çoğunun geçtiği dönemdir. Tanrılar insanların dünyasından çekilip Mısır'ı yönetmek için başına tarihî kralları geçirmeden önce kaosun güçleri ve kendileri arasında mücadele ederler.[61]
Bu mitlerde sıkça görülen tema tanrıların düzensizliğin güçlerine karşı ma'at'ı sürdürme çabalarıdır. Yaradılışın başında tanrılar kaosun güçleri ile acımasız ve şiddetli savaşlar yapar. Her gece savaşan Ra ve Apep o dönemden beri bu savaşı devam ettirir.[62] Bir başka öne çıkan konu da tanrıların ölümüdür.Bir tanrının ölümüne dair en açık örnek Osiris'in öldürülmesidir. Osiris öldürüldükten sonra tekrar dirilerek Duat'ın hâkimi olmuştur.[63][Note 1] Güneş tanrının gün boyunca gökyüzündeki yolculuğu sırasında yaşlandığı, gece Duat'a göçtüğü ve şafakla birlikte küçük bir çocuk olarak ortaya çıktığı söylenir. Bu süreç sırasında güneş tanrı ezeli kaosun canlandırıcı suyu ile temas eder. Ra'nın Duat'ta yaptığı yolculuğu tarif eden defin metinlerinde onunla birlikte canlanan diğer tanrılar da belirtilir. Hiçbir tanrı tam anlamıyla ölümsüz değildir; aksine tanrılar periyodik olarak ölür ve yaradılış olaylarını tekrar ederek yeniden doğar ve böylece de tüm dünyayı yenilerler.[64] Ama her zaman için bu dönüşümün bozulması ve kaosun geri gelmesi mümkündür. Çok iyi anlaşılamamış bazı Mısır metinlerinde bu felaketin bir gün olacağından, yaratıcı tanrının dünyanın düzenini dağıtıp geriye ezeli kaosun içinde yalnızca kendisi ve Osiris'i bırakacağından söz eder.[65]
Mekânlar
Mısır'ın nomlarını (idarî bölümler) temsil eden tanrılar.
Tanrılar evrenin belirli bölgeleri ile bağlantılıdır. Antik Mısır geleneğinde dünya yeri, göğü ve Duat'ı kapsar. Bunların çevresinde yaradılıştan önce varolan karanlık şekilsizlik bulunur.[66] Genel olarak tanrılar gökyüzünde yaşar ama evrenin başka bölgeleriyle bağlantılı olan tanrıların kendi bölgelerinde yaşadığı söylenir. Tanrıların insanların arasından çekildiği zamandan önce geçen mitlerin çoğunda olaylar dünya üzerinde yer alır. Dünya üzerindeki tanrılar ile gökyüzündeki tanrılar birbirlerini etkilerler. Duat ise buna karşın uzak ve ulaşılamaz bir yerdir ve orada yaşayan tanrılar yaşayanlar dünyasında bulunanlar ile iletişimde zorluk çeker.[67] Evrenin dışında bulunan boşluğun da çok uzak olduğu söylenir. Bu boşlukta da bazıları diğer tanrılara ve evrensel düzene yardımcı olan diğerleri de düşman olan ilâhi varlıklar yaşar.[68]
Mitlerden sonraki zamanda tanrıların gökyüzünde yaşadığı ya da dünya üzerinde görünmez şekilde bulunduğu söylenirdi. Tapınaklar, insanlık ile tanrıların ana iletişim yoluydu. Her gün tanrıların ilâhi diyardan insan dünyasındaki evleri olan tapınaklara geldiğine inanılırdı. Tanrılar tapınaklarda kendilerini temsil eden heykeller olan idollere yerleşir ve tapınak ayinleri sırasında insanların kendileri ile iletişime geçmesine olanak sağlarlardı. Diyarlar arası olan bu hareket bazen gökyüzü ile yeryüzü arasında bir yolculuk olarak tanımlanır. Tapınaklar Mısır şehirlerin mihrakını oluşturduğu için bir şehrin ana tapınağının tanrısı aynı zamanda o şehrin ve çevresindeki bölgenin koruyucu tanrısıydı.[69] Tanrıların yeryüzündeki nüfuz alanları şehirler ve onları çevreleyen bölgelerle belirlenmişti.[66] Birçok tanrının birden fazla kült merkezi vardı ve etki alanları zaman içinde değişiklik göstermiştir. Yeni şehirlere yerleşebildikleri gibi, etki alanları azalabilmekteydi de. Dolayısıyla bir tanrının tarihî dönemlerdeki ana kült merkezi o tanrının ortaya çıktığı yer olmayabilmektedir.[70]
Adlar ve lakaplar
Mısır inanışına göre adlar belirledikleri nesnelerin asıl doğasını ifade eder. Bu inanışa uygun olarak tanrıların adları sıklıkla işlevleri ya da çıkış yerleri ile bağlantılıdır. Yıkım tanrıçası Sekhmet'in adı "güçlü olan", gizemli tanrı Amon'un adı "gizli olan" ve Nekheb şehrinde tapınılan tanrıça Nekhbet'in adı da "Nekhebli kadın" anlamına gelir. Ama birçok diğer tanrı adının, hatta tek bir işlevi olan tanrıların adlarının bile belirli bir anlamı yoktur. Gökyüzü tanrıçası Nuit ile yeryüzü tanrısı Geb'in adları Mısırlıların gökyüzü ve yeryüzü adlarına benzerlik taşımaz.[71]
Mısırlılar aynı zamanda ilâhi adlara daha fazla anlam veren düzmece etimolojiler de çıkarmışlardır.[71] Tabut Metinlerinde bulunan bir bölümde defin tanrısı Sokar'ın adını "ağzın temizlenmesi" anlamına gelen sk r olarak verir ve tanrının işlevini ağzın açılması ayini ile bağdaştırırken[72] Piramid Metinlerinde bu tanrının adının Osiris'in haykırarak söylediği kelimelerden geldiği söylenerek Sokar'ı en önemli defin tanrısı ile bağdaştırır.[73]
Tanrıların birçok adı olduğuna inanılırdı. Bunların arasında tanrıların gerçek doğasını diğerlerinden daha anlamlı bir şekilde verdiğine inanılan gizli adlar da vardı. Bir tanrının gerçek adını bilmek onun üzerinde güç sahibi olmak demektir. Adların önemi İsis'in daha üstün tanrı olan Ra'yı zehirleyerek gizli adını söyleyene kadar iyileştirmemesini anlatan mit ile gösterilir. Ra'nın gizli adını öğrenen İsis bunu oğlu Horus'a söyler ve her ikisi de bu gizli adı öğrenerek büyük bilgi ve güç sahibi olurlar.[74]
Adlarının yanı sıra tanrılara işlevlerinin ya da yapılan tapınmanın bir kısmını gösteren lakaplar da verilmiştir: "İhtişam sahibi", "Abidos'un hâkimi" ve "gökyüzünün efendisi" gibi. Tanrıların çeşitli olan işlevleri ve aynı işleve sahip farklı tanrılar olması nedeniyle tanrıların birçok lakabı bulunmaktaydı ve en önemli tanrılar en çok lakaba sahipti. Aynı lakap aynı zamanda farklı tanrılar için de kullanılabiliyordu. İlâhi adların ve lakapların çokluğu tanrıların muhtelif doğalarını belirtmektedir.[75]
İlişkileri
Mısır tanrıları ve tanrıçaları birbirleriyle karmaşık ve değişkin bir dizi ilişki ile bağlıdırlar. Bir tanrının diğer tanrılarla olan bağlantıları ve etkileşimleri karakterini tanımlamaya yardımcı olur. Dolayısıyla İsis, Horus'un annesi ve koruyucusu olarak aynı zamanda büyük bir şifacı ve kralların da koruyucusuydu. Bu tarz ilişkiler oluşan mitlere temel oluşturmuştur.[76]
Ptah ve Sekhmet çocukları rolünü alan firavun Nefertum'un iki yanında.[77]
Aile ilişkileri tanrılar arasında sık rastlanan bir bağlantıdır. Tanrılar sıklıkla Mısır dinî düşüncesinde çocuk sahibi olmanın önemini belirtecek şekilde erkek ve dişi çiftler oluşturur.[78] Ana, baba ve çocuk rolündeki üç tanrılı aileler yeni yaşamın yaratılmasını ve babadan oğula veraseti temsil eder ki bu misal ilâhi aileler ile kraliyet intikalini birbirine bağlar.[79] Osiris, İsis ve Horus bu tip aile tipinin en belirgin örneğidir. Bu aileden çıkan örnek zamanla yayılmış ve Memphis'te Ptah, Sekhmet ve çocukları Nefertum ile Teb'de Amon, Mut ve çocukları Khons gibi üç kişilik ailelere yerel kült merkezlerinde görülmüştür.[80] Mısır inanışında yer alan çoklu perspektiflerle uyumlu olarak bu tarz soy bağlantıları değişiklik gösterir.[81] Bereket tanrıçası olarak Hathor güneş tanrısının çocukluk şekli de dahil olmak üzere herhangi bir çocuk tanrıya anne olarak görülebilmekteydi ancak bazı durumlarda Hathor güneş tanrının kızıydı.[82]
Diğer ilâhi gruplar birbirleri ile ilgisi olan tanrılar ya da Mısır'ın mitolojik evreninin bir bölgesini temsil eden tanrılardan oluşur. Gün ve gecenin saatleri için ve Mısır'ın idarî bölgeleri olan nomlar için tanrı grupları vardı. Bu grupların bazıları sembolik olarak önemli bir sayıda tanrıdan oluşurdu.[83] Çift tanrılar daha büyük bir bütünün parçasını oluşturan birbirine zıt ama ilişkili kavramları temsil ederdi. Dinamik olan ve ışık veren Ra ile statik olan ve karanlıklara gömülmüş Osiris her gece tek bir tanrı hâline gelirdi.[84] Antik Mısır düşüncesinde üçlü gruplar çokluğu, dörtlü gruplar da bütünlüğü temsil ederdi.[83] Yeni Krallık'ın son dönemlerinde hükümdarlar özellikle Amon, Ra ve Ptah'tan oluşan üçlüyü diğerlerinin üzerinde tutmuşlardır. Bu üç tanrı tüm tanrıların çokluğunu temsil ettiği gibi kendi kült merkezlerini (Teb, Heliopolis ve Memphis) ve Mısır dinî inanışlarında yer alan birçok üçlü kavramı temsil etmektedir.[85] Mısır'ın on dokuzuncu hanedanının koruyucu tanrısı olan[86] ve dünya üzerindeki düzensizliği temsil eden Set'de zaman zaman bu üç tanrının yanına eklenmiş ve bu dörtlü grup Antik Mısır panteonunun basit ve tutarlı görüntüsünü vurgulamıştır.[87]
Üç ile üçün çarpımı olan dokuz çokluğu temsil eder bu nedenle Mısırlılar çeştili büyük grupları, içindeki tanrı adedi dokuzdan fazla olsa da "ennead" olarak nitelendirmiştir[Note 2] En göze çarpan grup Heliopolis Enneadıdır. Bu grup yaratıcı tanrı Atum'dan gelen en önemli tanrıları içerir.[83] "Ennead" terimi sıklıkla Antik Mısır2ın tüm tanrılarından söz etmek için de kullanılır.[88]
Bu ilâhi topluluğun hiyerarşik düzeni belirsiz ve değişkendir. Evrende geniş nüfuza sahip olanlar ya da mitolojik olarak diğerlerinden daha yaşlı olanlar ilâhi toplulukta daha önemli konumdaydılar. Bu topluluğun tepesinde genellikle yaratıcı tanrı ile özdeşleştirilen tanrıların hükümdarı bulunurdu.[88] Mısır tarihinin değişik dönemlerinde tanrıların hükümdarı farklı tanrılar olmuştur. Erken Hanedan Dönemi'nde Horus en önemli tanrıydı; Eski Krallık'ta Ra bu mertebeye yükseldi. Yeni Krallık'ta Amon en yüce tanrıyken Yunan ve Roma Devrinde İsis iâhi kraliçe ve yaratıcı tanrıçaydı.[89]
Tezahürler ve birleşmeler
Amun-Ra-Kamutef, Ra'nın güneş özellikleri ile Min'in üreme güçlerini birleştiren Amon'un bir tezahürüdür.[90] Başındaki güneş diski Ra ereksiyon hâlindeki erkeklik organı ise Min ikonografisinden gelir.[91]
Tanrıların birçok değişik şekilde tezahür ettiğine inanılırdı.[92] Mısırlıların insan ruhu kavramı oldukça karmaşıktı ve inanışa göre ruh farklı parçalardan müştekildi. Tanrıların ruhları da aynı ögelerin çoğundan ibaretti.[93] İnsan ruhunun ya da ilâhi ruhun kendi çevresindeki dünyayı etkileyen parçasına ba adı verilirdi. Bir tanrının gücünün görülür tezahürü o tanrının basıdır; örneğin güneş Ra'nın basıdır.[94] Bir tanrının tasvirine ka adı verilirdi ve bu tasvir tanrının basının yaşaması için bir kap görevi görürdü. Tapınak ayinlerinin odağında yer alan idoller ile bazı tanrıları temsil eden kutsal hayvanların kutsal baları bu şekilde içerdiklerine inanılırdı.[95] Tanrıların doğasının farklı yönlerini gösteren ve buna göre de adlandırılan birçok ba ve ka tanrıla atfedilebilirdi.[96] Varolan her şeyin, başlangıçta her şeyi içinde bulundurduğuna inanılan yaratıcı tanrı Atum'un bir kası olduğu söylenirdi.[97] Bir tanrı başka bir tanrının bası olabilmekteydi, yani biri diğerinin gücünün bir tezahürü olarak görülebilmekteydi.[98] İlâhi vücut parçaları da ayrı tanrılar olarak görülürdü. Örneğin Horus'un gözü ile Atum'un eli tanrıça olarak görülmekteydi.[99]
Ulusun tamamında önemli görülen tanrıların, bazen bölgelerde tapınılan eski tanrıların özelliklerini de kapsayan yerel tezahürleri görünürdü.[100] Örneğin Horus'un Nekhenli Horus, Buhenli Horus ve Edfulu Horus gibi bazı mekânlara bağlı olan birçok şekli bulunurdu.[101] Bu tarz yerel tezahürler hemen hemen ayrı tanrılar olarak da görülebilmekteydi. Yeni Krallık zamanında Pe-Khentyli Amon ile iletişim içinde olduğu varsayılan bir kâhin tarafından giysi çalmakla suçlanan bir adam, farklı bir yargıya varılması için Amon'un başka yerlerdeki kâhinlerine danışmıştır.[102] Tanrıların tezahürleri aynı zamanda işlevlerine göre de farklılıklar gösterebilmektedir. Örneğin Horus güçlü gökyüzü tanrısı ya da savunmasız bir çocuk olarak görülebilmekteydi ve bu farklı tezahürler bağımsız tanrılar olarak kabul edilirdi.[103]
Tanrılar birbirleriyle birleşebildikleri gibi kendi içinde farklı tanrılara da ayrılabilirdi. Bir tanrı başka bir tanrının bsı olabilir ya da iki ile üç tanrı birleşik isme ve ikonografiye sahip tek bir tanrıya dönüşebilirdi.[104] Yerel tanrılar önemli tanrılar ile bağlantılıydı ve benzer işlevlere sahip tanrılar birleşebiliyordu. Örneğin Ra yerel tanrı Sobek ile birleşip Sobek-Ra'yı, kendisi gibi hükümdarların koruyucusu Amon ile birleşip Amon-Ra'yı, Horus'un güneş tezahürü ile birleşip Ra-Horakhty'i ve çeştili güneş tanrılarıyla birleşip Horemakhet-Khepri-Ra-Atum'u oluşturuyordu.[105] Nadir durumlarda, farklı cinsiyetten tanrılar da birleşip Osiris-Nit ve Mut-Min gibi birleşik tanrıları oluşturabiliyordu.[106] Tanrıların bu şekilde birleştirilmesine senkretizm denir. Bu terimin kullanıldığı diğer durumların aksine Mısır hakkında kullanıldığında rekâbet hâlindeki inanış sistemlerinin birleşmesi anlamında kullanılmaz ancak yabancı tanrılar yerli tanrılar ile senkretize olabilmektedir.[105] Mısır'da senkretizm birleşen tanrıların işlevlerindeki benzerliği kabul edip her birinin nüfuz alanını artırmaktadır. Senkretik birleşmeler kalıcı değildir ve birleşime katılan tanrılar ayrı olarak görülmeye ya da farklı tanrılarla farklı birleşimler oluşturmaya devam etmektedir.[106] Ancak çok yakın olarak birleşen tanrılar bazen tek bir tanrı hâlinde devam edebilmektedir. Örneğin Horus, Eski Krallık döneminde Khenty-irty ve Khenty-khety gibi çeşitli doğan tanrılarla birleşmiştir.[107]
Aton ve olası tektanrıcılık
Atenizm
Yeni Krallık Döneminin ortalarında, firavun Akhenaton'un hüküm sürdüğü yıllarda (y. MÖ 1353- MÖ 1336) devlet dininin odağı tek başına güneş tanrısı Aton olmuştur. Akhenaton diğer tanrılar için tapınak yapılmasına ödenek ayırmamaya başlamış ve özellikle Amon olmak üzere diğer tanrıların adlarını ve tasvirlerini anıtların üzerinden sildirmiştir. Bazen Atenizm adı da verilen bu yeni dinî sistem diğer dönemlerde görülen çoktanrılı tapınmadan büyük farklılık gösterir. Önceki dönemlerde yeni önem kazanmış olan tanrılar varolan dinî inanışlara eklenirken Atenizm geleneksel olan farklı perspektiflerin çokluğu kavrayışını dışarıda bırakarak kutsal üzerinde tek bir anlayışın yayılmasında ısrarcı olmuştur.[108] Atenizm tam anlamıyla tektanrıcılık sayılmaz çünkü tektanrıcı inanışta diğer tanrılar inanç sistemi içinde yer almazlar. Bu dönemde genel kitlenin, kendi özellerinde diğer tanrılara inanmaya devam ettiğine dair işaret eden kanıtlar bulunmaktadır. Özellikle Atenizm'in Shu gibi bazı diğer tanrılara tolerans göstermesi de olayı karmaşıklaştırmaktadır. Bu nedenlerden ötürü Mısırbilimci Dominic Montserrat, tek tanrıya tapınılan Atenizm'in tektanrıcı olmadığını ve ancak monolatrist bir inanç sistemi sayılabileceğini önermiştir. Atenizm'in o döneme göre anormal teolojik sistemi Mısır halkı arasında kök salmamış ve Akhenaton'un halefleri geleneksel inanç sistemlerine geri dönmüşlerdir.[109]
Geleneksel dinde tanrının tekliği
Geleneksel Mısır dininin birçok tanrıyı daha derin bir düzeyde birleştirip tek tanrıya dönüştürdüğü konusu bilginler tarafından uzun süre tartışılmıştır. Bu tartışmaların nedenleri arasında tüm tanrıların en sonunda tek bir tanrı olarak birleşebileceğini öneren senkretizm uygulaması ve Mısır metinlerinin diğer tüm tanrıların güçlerini geçen özel bir tanrıdan söz etmesi sayılabilir. Diğer bir anlaşmazlık noktası, sebayt adı verilen Mısır etik yazılarında belirli bir tanrı ya da tanrı grubuna bağlı olmadan geçen "tanrı" kelimesinin varlığıdır.[110] Yirminci yüzyılın başlarında E. A. Wallis Budge Mısır halkının çoktanrıcı olduğuna inanmakta ancak dinin gerçek tektanrıcı doğasının sebayt metinlerini yazan elit zümrenin anlayışı ile sınırlı olduğunu belirtmekteydi.[111] Çağdaşı James Henry Breasted ise Mısır dininin çoktanrıcı değil güneş tanrının gücünün tüm tanrılarda varolduğundan kaynakla tümtanrıcı olduğunu düşünmekteydi. Hermann Junker ise Mısır uygarlığının başlangıçta tektanrıcı olduğunu ancak tarih içinde çoktanrıcılığa doğru dönüştüğünü önermektedir.[112]
Diğer tanrıların özellikleri ile birlikte tasvir edilen tanrı Bes. Bunun gibi tasvirler tek bir varlığın içinde birçok kutsal gücün bulunmasını temsil etmektedir.[113]
Mısırbilimci Erik Hornung 1971 yılında bu görüşleri çürüten bir çalışmasını yayımladı[Note 3] Hornung çalışmasında, herhangi bir dönemde aralarında ikincil tanrıların da bulunduğu birçok tanrının diğerlerinden daha üstün olarak tanımlandığını belirtmiştir. Aynı zamanda sebayt metinlerinde geçen belirsiz "tanrı" teriminin okuyucunun tapınmayı seçtiği tanrıyı betimleyen genel bir terim olarak kullanıldığını iddia etmiştir.[114] Her ne kadar her tanrının birleşimleri, tezahürleri ve ikonografileri sürekli olarak değişiklik gösterse de bu değişiklikler her zaman için belirli sayıda biçimle sınırlı kalmış ve tektanrıcı ya da tümtanrıcı bir inanışa doğru dönüşmemiştir. Hornung, Mısır dinini diğer terimlerden çok henoteizm teriminin en iyi şekilde tanımladığını söyler. Herhangi bir Antik Mısırlı belirli bir dönemde herhangi bir tanrıyı en ulu tanrı olarak görüp tapınabilmekte ama diğer tanrıların varlığını yadsımamakta ve diğer tanrıların güçlerini de o anda inandığı tanrı ile birleştirmekteydi. Hornung tanrıların gerçek anlamda yalnızca mitolojide, yaradılıştan önceki zamanda bir bütün olduğu ve yaradılış ile birlikte tekdüze yokluktan tanrıların çokluğunun ortaya çıktığı sonucuna varır.[115]
Hornung'un savları Mısır dini ile ilgilenen diğer bilginleri oldukça etkilemesine rağmen yine de bazıları hâlâ Mısır tanrılarının bazı dönemlerde Hornung'un görüşlerinin izin verdiğinden daha çok birleşmiş olduğunu düşünmektedir.[51] Jan Assmann, güneş tanrılar arasında en önemli tanrı olarak Amon-Ra'nın görülmeye başlaması ile birlikte Yeni Krallık Dönemi boyunca tek tanrı kavramının yavaş yavaş geliştiği görüşünü savunmaya devam etmektedir.[116] Onun görüşlerine göre, Atenizm bu eğilimin en uç uzantısıydı. Atenizm tek tanrıyı güneş ile eş tutmakta ve diğer tanrıları bertaraf etmekteydi. Atenizm'in ardında tepki olarak gelen dönemde rahipler evrensel tanrıyı geleneksel çoktanrıcı inanış ile birlikte varolabilecek şekilde açıkladılar. Tek tanrı dünyanın ve diğer tanrıların ötesine geçebilmekteydi ancak aynı zamanda diğer tanrılar tek tanrının farklı özelliklerini göstermekteydi. Assman'a göre bu tek tanrı özellikle Yeni Krallık Döneminin sonlarında baskın tanrı olan Amon ile eşlenikti ancak Mısır tarihinin diğer dönemlerinde başka tanrıların bu rolü üstlendiği görülebilmektedir.[117] James P. Allen tek tanrı ile birlikte tanrıların çokluğu kavramlarının bir arada yaşayabilmesinin Mısır düşüncesindeki "yaklaşımların çokluğu" ile ve ayrıca sıradan inananların tapınma eylemlerindeki henoteistik yaklaşımla çok tutarlı olduğunu söyler. Mısırlıların tek tanrı kavramını duruma bağlı olarak seçtikleri bir tanrı özelinde tanımlamış olabileceklerini belirtir.[2]
Tarifler ve tasvirler
Mısır metinleri tanrıların vücutlarını detaylı olarak betimler. Tanrıların vücutları değerli maddelerden müşekkeldir: Etleri altından, kemikleri gümüşten ve saçları lacivertaşındandır. Kokuları Mısırlıların ritüellerde kullandıkları tütsülere benzer. Bazı metinler, tanrıların boyu ve göz rengi de dahil olmak üzere kesin betimlemeler verir. Ancak bu özellikler sabit değildir ve mitlerde tanrılar kendi amaçlarına uyacak şekilde görünüşlerini değiştirirler.[118] Mısır metinleri sıklıkla tanrıların gerçek biçimlerinden "gizemli" olarak söz eder. Dolayısıyla Mısırlıların tanrıları görsel olarak lafzi tasvir etmezler. Hiyerogliflerde ideogramların işlevleri gibi her tanrının karakterinin özel yönlerini sembolik olarak kullanırlar.[119] Bu nedenle defin tanrısı Anubis Mısır sanatında genellikle köpek ya da çakal olarak tasvir edilir çünkü çakalın leşçilik özellikleri gömülü olan mumyaların korunmasına tehdit oluşturmaktadır ve bu şekilde tasvirin amacı da bu tehdide karşı gelebilmek ve koruma amacı ile kullanabilmektir. Anubis'in siyah rengi de mumyalanmış bedenlerin rengini ve yeniden doğuşun sembolü olarak görülen Mısır'ın verimli kara renkli toprağının temsilidir.[120]
Çoğu tanrı farklı şekillerde tasvir edilmiştir. Örneğin Hathor inek, kobra, dişi aslan ya da büyükbaş hayvan boynuzları ve kulakları olan bir kadın olarak gösterilebilirdi. Bir tanrıyı farklı şekillerde tasvir ederek Mısırlılar o tanrının asıl doğasının farklı özelliklerini göstermekteydiler.[119] Tanrıların tasvir edilen sembolik şekilleri belirli sayıda olduğundan ötürü ikonografilerine bakılarak tanrılar birbirinden ayırt edilebilmektedir. Kullanılan biçimler arasında erkek ve kadın (insan biçimcilik), hayvanlar (hayvan biçimcilik) ve nadir de olsa cansız nesneler bulunur. İnsan bedenli ve hayvan başlı biçim kombinasyonlarına çok sık rastlanır.[6] Tarih boyunca yeni biçimler ve giderek karmaşık hâle gelen yeni kombinasyonlar ortaya çıknıştır.[113] İsis ve Hathor gibi bazı tanrıçalar ve başka tanrılar birbirlerinden yalnızca yazı ile belirtilirse ayırt edilebilirler.[121] Bu iki tanrıça arasındaki yakın bağlantı nedeniyle ilk olarak yalnızca Hathor'un olan inek boynuzlu başlık sonraları iki tanrıçada da görülmektedir.[122]
Kutsal tasvirlerin bazı özellikleri tanrıyı ayırt etmek için diğerlerinden daha yararlıdır. Özellikle kafa tasviri önemlidir.[123] Melez bir tasvirde kafa tanrının özgün biçimini yansıtır öyle ki Mısırbilimci Henry Fischer "dişi aslan başlı bir tanrıça dişi aslanın insan biçimi iken bir kraliyet sfenksi ise aslan biçimini almış erkektir" der.[124] İnsan krallar tarafından giyilen taçlardan kafanın üzerinde bulunan büyük hiyerogliflere kadar değişik kutsal başlıklar da önemli bir göstergedir. Buna karşın tanrıların elinde tuttukları nesneler önemli değildir.[123] Tanrılar was asa taşır; tanrıçalar papirüs sapı tutar ve her iki cinsiyet yaşam verici güçlerini temsil eden Mısır "yaşam" kelimesi anlamına gelen ankh sembolü taşır.[125]
Timsah tanrı Sobek'in hayvan biçiminde heykelciği.
Tanrıların gösterildiği biçimler çeşitli olmasına rağmen sınırlı sayıdadır. Mısır'da yaygın olarak bulunan birçok yaratık kutsal ikonografide kullanılmazken doğan, kobra ve büyükbaş hayvanlar gibi çok azı birçok tanrıyı temsil etmek için kullanılmıştır. Mısır tarihinin başlarında bölgede olmayan hayvanlar tanrıları temsil etmek için kullanılmamıştır. Örneğin İkinci Ara Dönemde (y. MÖ 1650-1550) Mısır'a getirilen at hiçbir zaman bir tanrıyı temsil etmek için kullanılmamıştır. Benzer şekilde tüm dönemlerde insan biçimli tanrılar tarafından giyilen giysiler Eski Krallık Döneminde kullanılanlardan farklılık taşımamıştır: Kilt, takma sakal, tanrılar için gömlek ve tanrıçalar için uzun elbise.[126][Note 4]
Temel insan biçimli şekil değişiklik gösterir. Çocuk tanrılar çıplak olarak tasvir edilirler. Üreme güçleri vurgulanan bazı erkek tanrılar da çıplak olarak gösterilir.[128] Bazı tanrıların göbekleri ve göğüsleri çift cinsiyeti ya da refah ve bereketi temsil edecek şekilde büyük gösterilirdi.[129] Tanrıların çoğunun derisi kırmızı iken tanrıçalar sarı derili tasvir ediliyordu. Aynı renkler Mısırda erkek ve kadınları için de kullanılıyordu. Buna karşın olağandışı renkte derisi olan tanrılar da vardı.[130] Tanrı Hapi temsil ettiği Nil taşkınlarının besleyici verimliliğine ithafen mavi derili ve göbekli olarak resmedilirdi.[131] Osiris, Ptah ve Min gibi az sayıda tanrı uzuvları bezle kaplanmış olarak mumya gibi resmedilmekteydi.[132] Her ne kadar bu tanrılar mumyaya benzese de buna benzer ilk örnekler bez ile sarılı mumyalamanın başlamasından önceye dayanmaktadır ve mumya yerine tanrıların uzuvsuz hâllerini temsil ettiği düşünülür.[133]
Tanrıları temsil eden cansız nesneler arasında güneş ve ayı temsil eden disk şeklinde neseneler görülür.[134] Bazı nesneler belirli bir tanrı ile özdeşleşmiştir; örneğin Nit'i temsil eden kalkan ve çapraz yaylar
Hanedanöncesi Dönemin tanrı kültlerini sembolize eder.[135] Bu gibi çoğu durumda ilk özgün nesnenin doğası gizemlidir.[136]
İnsanlar ile etkileşimler
Firavun ile ilişkileri
Resmî metinlerde firavunların ilâhi olduğu geçer ve sürekli olarak panteonda bulunan tanrılar ile birlikte tasvir edilirlerdi. Firavunların ve seleflerinin mitik tarihöncesi zamanda Mısır'da hüküm süren tanrıların halefleri olduğu kabul edilirdi.[137] Yaşayan firavunlar Horus ile eşdeğer tutulur ve özellikle Osiris ile Ra olmak üzere birçok tanrının "oğlu" olarak adlandırılırlardı; ölmüş krallar ise büyük tanrılar ile eşdeğer tutulurdu.[138] Firavunların yaşamları sırasında ve öldükten sonra kendileri için ritüeller düzenlenen cenaze tapınakları bulunurdu.[139] Ancak öldükten sonra çok az firavuna uzun süre boyunca tapınılmıştır ve resmî olmayan metinler firavunları daha çok insan olarak betimlemiştir. Bu nedenlerden ötürü bilginler Mısırlıların firavunların gerçekten tanrı olarak görüp görmediklerini tartışmaktadırlar. Firavunlar yalnızca dinî törenler sırasında ilâhi olarak görülmüş olabilirler.[140]
Yine de firavunun ilâhi statüsünün tanrılar katında Mısır'ın temsilcisi olma ve ilâhi dünya ile insanların yaşadığı dünya arasında bağlantı kurma rolünün mantıksal dayanağı olduğuna inanılmaktadır.[141] Mısırlılar tanrıların içinde yaşamak için tapınaklara ihtiyaçları olduğuna, düzenli olarak ritüeller yapılması gerektiğine ve tanrıları beslemek için sunular verilmesi gerektiğine inanmaktaydılar. Bunlar başlarında firavunun olduğu rahipler ve işçilerden oluşan külteler tarafından sağlanırdı.[142] Kraliyet ideolojisine göre tapınak yapmak ve genelde firavunun adına rahipler tarafından yapılan ritüelleri yapmak özel olarak firavunun görevleriydi.[143] Bu eylemler bir firavunun temel görevi olan ma'at'ı sürdürmenin bir parçasıydı.[144] Firavun ve onun temsil ettiği ulusu tanrılara ma'at'ı sağlamaktaydı ve bu sayede tanrılar işlevlerini yerine getirerek insanların yaşamaya devam edebilmesi için evrendeki ma'at'ı sürdürmekteydiler.[145]
İnsan dünyasındaki varlıkları
Her ne kadar Mısırlılar tanrıların kendileri etrafındaki dünyada varolduklarına inansalar da insan dünyası ile ilâhi dünya arasındaki bağlantı çoğunlukla özel durumlar ile sınırlıydı.[146] Edebiyatta tanrılar insanlara fiziksel biçimleri ile görünseler de gerçek hayatta Mısırlılar doğrudan olmayan iletişim yolları ile tanrılarla bağlantı kurmaktaydı.[147]
Bir tanrının ba'sı dönem dönem ilâhi dünyadan ayrılıp kendi tasvirlerinde yaşamaya geldiği söylenirdi.[148] Tanrılar kendi tasvirlerinde yaşayarak gizli konumlarından ayrılıp fiziksel bir biçim içine girerdi.[69] Mısırlılar için ḏsr yani "kutsal" olan bir mekân ya da nesne mücerret ve arınmış ise tanrıların yaşaması için uygundur.[149] Tapınak heykelleri ve rölyefleri ile Apis boğası gibi kutsdal hayvanlar bu şekilde ilâhi vasıtalar olarak görülürdü.[150] Rüyalar ve transa girmeler farklı bir iletişim yolu olarak görülürdü. Bu şekilde insanların tanrılara yanaşabildiği ve bazen de onlardan mesaj alabildiğine inanılırdı.[151] Antik Mısır dininde bulunan ölüm sonrası yaşam inançlarına göre de ölen insanların ruhunun ilâhi dünyaya geçtiği düşünülürdü. Dolayısıyla Mısırlılar öldüklerinde tanrılarla aynı düzeyde varolacaklarına ve onların gizemli doğasını tam olarak anlayacaklarına inanırlardı.[152]
II. Ramses (sağdan ikinci), Ebu Simbel Büyük Tapınağında tanrılar Ptah, Amon ve Ra ile birlikte.
Devlet ritüellerinin düzenlendiği tapınaklar tanrıların tasvirleri ile doludur. En önemli tapınak tasviri iç mabette bulunan tanrı tasviridir. Normal boyuttan küçük olan bu heykeller tanrıların vücutlarını oluşturduğuna inanılan aynı değerli metal ve taşlardan yapılmıştır. Tapınakların çoğunda birkaç mabet bulunurdu ve her mabette aile üçlüsü gibi grup hâlinde tanrıları temsil eden kült heykelleri vardı.[148][Note 5] Bir şehrin ana tanrısı o şehrin efendisi olarak görülürdü ve kendisini temsil eden tapınakta kalanlar onun kutsal hizmetkârları olarak nitelendirilirdi. Mısır'ın tüm tapınaklarında yaşayan tanrıların tamamı Mısır panteonunun tamamını oluşturmaktaydı.[154] Ancak aralarında önemli tanrıların da olduğu birçok tanrının kendine ait tapınakları yoktu ama bazıları başka tanrıların tapğınaklarında temsil edilmekteydi.[155]
Tapınaklardaki mabetlerde bulunan kutsal gücü dış dünyanın saf olmayan durumundan korumak için Mısırlılar tapınak mabetlerini tecrit etmiş ve içine girebilecekleri sınırlandırmıştır. Firavunlar ve yüksek rahipler dışındakilerin kült heykelleri ile bağlantısı engellenmiştir. Buna tek istisna bayramlarda heykelin dışarı çıkarılmasıdır ancak bu durumda bile hareketli mabetler içinde saklanmışlardır.[156] Halkın tanrılar ile ilişkileri daha az doğrudan yollarla sağlanıyordu. Tapınakların halka açık yerlerinde dua edecek küçük mekânlar ve tapınak binasının arkasında bağımsız küçük binacıklar bulunuyordu.[157] Topluluklar kendi kullanmaları için küçük tapınma yerleri inşa ediyordu ve bazı ailelerin kendi evlerinde tapınma yerleri vardı.[158] İnsanlığı kutsal dünyadan ayıran uçuruma rağmen Mısırlılar tanrılarına yaklaşabilmek için gerekli olanaklarla çevriliydiler.[159]
İnsanların yaşamlarına müdahaleleri
Mısır tanrıları doğanın düzenine olduğu gibi insanların yaşamlarına da karışmaktaydılar. Geleneksel olarak yabancıların ilâhi düzenin dışında olduğuna inanıldığı için bu ilâhi etki asıl olarak Mısır'ı etkiliyordu. Ancak Yeni Krallık Döneminde Mısırlıların egemenliğine diğer ulusların girmesiyle yabancıların da Mısırlılar gibi güneş tanrının müşfik hükmü altında olduğu söylenmiştir.[160]
Zamanın efendisi olan Thoth'un hem insanların hem de tanrıların yaşam sürelerini belirlediği söylenirdi.[161] Aralarında doğuma nezaret eden Mesenet ile kaderi temsil eden Shay gibi tanrı ve tanrıçalar da insan yaşamının süresi üzerinde söz sahibiydiler.[162] Mısır kader kavramının ana noktası ölümün şekli ve zamanıdır. Tanrılar ayrıca başka olayları da etkilemektedir. Çeşitli metinlerde tanrıların insanların kararlarını etkiledikleri ve onlara ilham verdikleri söylenir. Bunu yaparken tanrılar Mısır inanışına göre duyguların ve zekânın merkezi olan insanların kalbini etkilerler. Tanrıların ayrıca insanlara emirler de verdiğine inanılırdı: Firavunlara ülkesini nasıl yöneteceğini ve tapınakları nasıl idare edeceğini söylerlerdi. Mısır metinlerinde kişilere tanrıların doğrudan verdiği emirlerden nadiren bahsedilir ve bu emirler ilâhi ahlâk kurallarına dönüşmemiştir.[163] Antik Mısır'da ahlâk ma'at kavramı üzerinde şekillenmişti. Bu kavram insan topluluğu üzerine uygulandığında herkesin başkalarının refahına engel olmayacak şekilde düzenli olarak yaşamaları anlamına geliyordu. Tanrılar ma'at'ın koruyucusu olduğu için ahlâk da onlarla bağlantılıydı. Örneğin tanrılar ölümden sonra insanların ahlâki davranışlarını yargılardı ve Yeni Krallık Dönemi ile birlikte ölümden sonra yaşama kabul edilebilmek için bu yargılama sonucunda insanların masum olması gerekiyordu. Ancak genel olarak ahlâk, tanrıların verdiği katı kurallardan çok günlük yaşamda ma'at'ı korumak için gereken pratik kurallardan oluşuyordu. [164]
Tanrı Shed tılsımı.
İnsanlar özgür iradeye sahipti ve ilâhi rehberlik ile ma'at'ın gerektirdiği davranışlarından kaçınabilirdi ancak bunun sonucunda ilâhi olarak cezalandırılabilirlerdi.[165] Tanrılar bu cezayı güçlerinin insan dünyasındaki tezahürü olan ba'yı kullanarak uygularlardı. Doğal âfetler ve hastalıklar sinirli ilâhi ba'ların işi olarak görülürdü.[166] Buna karşın tanrılar iyi insanları hastalıktan kurtarıp aynı zamanda yaşamlarını da uzatabilirdi.[167] İnsan yaşamına olan bu tarz müdahaleler Yeni Krallık Döneminde ortaya çıkmış olan ve kötülükten ilâhi yolla kurtulmayı temsil eden Shed[168] ile Mısır tarihinin sın dönemlerinde ortaya çıkan ve yanlışları düzelteceğine inanılan "apotropaik" yani kötülükle savaşan tanrı Petbe ile temsil edilir.[169]
Mısır metinlerinde insanların haksız yere ıstırap görmelerinin tanrılar yüzünden olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunur. Talihsizlik genellikle ma'at'ın zıddı olan kozmik düzensizlik isfet'in bir ürünü olarak görülmekteydi, dolayısıyla da kötü olayların olmasında tanrılar suçlu olarak görülmezdi. İsfet ile yakından bağlı olan Set gibi tanrılar dünyadaki düzensizlikten sorumlu tutulabilirken diğer tanrılar suçlanmazdı. Ancak bazı metinlerde insanların sefâletinden tanrılar sorumlu tutulurken diğerlerinde tanrıları savunan teodiselere rastlanır.[170] Orta Krallık Döneminden itibaren çeşitli metinlerde dünyadaki kötülüğün kaynağı yaratıcı tanrının insanların isyanına karşı savaşarak sonucunda dünyadan çekilmesini anlatan bir mite bağlanır. İnsanların bu kötü davranışından ötürü yaratıcı kendi yarattığı dünyadan uzak durur ve ıstırabın ortaya çıkmasına olanak verir. Yeni Krallık metinlerinde ise tanrıların bu konuda haklı oldukları Orta Krallık'ta olduğu kadar güçlü bir şekilde savunulmaz. Bu metinlerde insanların tanrılar ile kişisel ilişkilerine ve tanrıların insanlar arsında yaşanan olaylara müdahalelerine önem verilir. Bu dönemdeki insanlar kendilerine yardımcı olacak ve hayatları boyunca koruyacak belirli tanrılara bel bağlamışlardır. Bunun sonucunda da iyi bir yaşam sürebilmek için ma'at'ı sürdürme idealleri önemini kaybederken tanrıların gözüne girmek daha çok önem kazanmıştır.[171] Firavunların bile ilâhi yardıma ihtiyaçları olduğu düşünülürdü ve Yeni Krallık sona erdiğinde hükümet tanrıların isteğini bildiren kâhinlerden oldukça çok etkilenmekteydi.[172]
Tapınma
Tüm Mısır'ın yararına ma'at'ı sürdürmek için yapılan resmî dinî ayinler[173] kendi kişisel sorunlarının çözümünü tanrılarda arayan sıradan insanların tapınmalarıyla[174] bağlantılı olmasında rağmen farklıydı.
Resmî din tapınaklarda yapılan bir dizi ayinler içerirdi. Bazı ayinler her gün yapılırken diğerleri daha uzun süren ve genellikle belirli bir tanrı ya da tapınağa özgü bayramlardan oluşurdu.[158] Günlük törenlerde tanrıları heykelleri giydirilir, kutsanır ve ilâhiler eşliğinde yiyecekler tanrılara sunulurdu.[175] Bu sunular, tanrıların ma'at'ı sürdürmesini sağlamanın yanı sıra onların yaşam verme cömertliklerini kutlamak ve kinci olmayıp iyi davranmaya devam etmeleri için cesaretlendirmek amacıyla verilirdi.[176]
Bayramlarda genellikle tanrıların idolleri kayık şeklinde kutsal bir mahfazanın içinde tapınağın dışına çıkarılır ve geçit alayları düzenlenirdi. Bu alaylar çeşitli amaçlara hizmet ederdi.[177] Nil Nehrinin taşkınları üzerinde tüm yerel tanrıların etkisi olduğuna inanıldığı Roma Döneminde tanrıların idolleri nehir kenarına taşınır ve tanrıların büyük ve verimli bir taşkına sebep olması istenirdi.[178] Geçit alayları Hathor'un idolünün Dendera Tapınağından yola çıkıp eşi Horus'u Edfu Tapınağında ziyaret etmesi gibi tapınaklar arasında da yapılırdı.[177] Bir tanrı için yapılan ritüeller genellikle o tanrının mitolojisi ile ilgili olurdu. Bu ritüeller mitik geçmişte olmuş olayların tekrarını oluştururdu ve böylelikle özgün olayların yararlı etkilerini yenileme amacı güderdi.[179] Osiris'in onuruna düzenlenen Khoiak bayramında ölümü ve yeniden canlanması ekilen tohumların filizleneceği dönemde yeniden canlandırılırdı. Topraktan çıkan yeşil filizler tanrının yaşamının yenilenmesini sembolize ederdi.[180]
Ra-Horakhty kendisine tapınan kadına ışık hüzmeleri bahşederken.[181]
Tanrılar ile insanların kişisel etkileşimlerinin birçok şekli bulunur. Tanrılardan bilgi ya da öğüt isteyen kiilerde tapınaklarda kâhinlere başvurur ve onların kanalıyla sorularına tanrıların verdiği cevapları ararlardı. Kişisel ayinler ile hastalıkların iyileştirilmesinden düşmanların lânetlenmesine kadar farklı konularda tanrıların gücü ile kişisel hedeflere ulaşılmaya çalışılırdı.[182] Bu ayinlerde yaratıcının insanlara kötü talihten kurtulmak için verdiği söylenen ve tanrıların da kullandığı büyü gücü olan heka kullanılırdı. Kişisel ayin yapan bir kişi mitlerdeki bir tanrının rolünü üstlenir ve bazen diğer tanrıları da tehdit ederek hedefine ulaşmak için diğer tanrıların müdahil olmasını sağlamaya çalışırdı.[183] Bu ayinlerin yanı sıra kişisel sunular ve dualar da ilâhi yardıma nâil olmanın kabul edilen yöntemleri arasında sayılırdı.[184]
Dualar ve kişisel sunular genellikle "kişisel sofuluk" diye adlandırılırdı ve bir kişi ile bir tanrı arasındaki yakın ilişkiyi gösterirdi. Kişisel sofuluğa ait kanıtlara Yeni Krallık Döneminden önce pek rastlanmaz. Adaklar ve çoğu teofor isim olan kişi adları sıradan halkın kendileri ile tanrıları arasında bir bağlantı hissettiklerini gösterir. Ancak tanrılara adanmışlığın kesin kanıtları Yeni Krallık Döneminde göze çarpar bu dönemin sonlarına doğru doruk noktaya ulaşır.[185] Bilginler bu değişikliğin anlamı hakkında yani tanrılarla doğrudan ilişkinin yeni bir gelişme mi olduğu yoksa eski geleneklerin geldiği bir nokta mı olduğu konusunda tartışmaktadırlar.[186] Mısırlılar bu döenmden itibaren tanrılara olan bağlılıklarını tapınakların içinde ve çevresinde bir dizi yeni aktivitelerle göstermeye başlamışlardır.[187] Dualarını ve ilâhi yardımlara olan teşekkürlerini stellere kaydetmişlerdir. Dua ettikleri tanrıları ya da ulaşmak istedikleri hedefleri temsil eden figürinleri adak olarak adamışlardır. Örneğin Hathor'un rölyef tasviri ile bir kadın heykelciği doğurganlık için bir duayı temsil edebilir. Ara sıra bir kişi belirli bir tanrıyı koruyucu tanrısı olarak seçer ve mallarını ya da emeğini o tanrının kültüne adayabilirdi. Bu uygulamalar Mısır tarihinin son dönemlerine kadar devam etmiştir.[188] Mitlerde ve resmî dinde geçen önemli tanrıların bazıları kişisel tapınmada nadiren görülseler de devlet dininin temel tanrıları popüler geleneklerde de önemli tanrılar olarak görülmüşlerdir.[32]
Yeni Krallık Döneminde, bazı Mısır tanrılarına tapınma, Kenan ve Nubya gibi komşu bölgelere de, özellikle bu bölgeler firavunların kontrolü altında iken, yayılmıştır. Kenan'da Hathor, Amon ve Set gibi Mısır'dan gelen tanrılar yerel tanrılar ile senkretize edilmiş ve sonrasında Mısır'a yayılmışlardır.[189] Mısır tanrılarının Kenan'da kalıcı tapınakları olmamıştır[190] ve Mısır bölgenin kontrolünü kaybettikten sonra bu tanrılara tapınma yavaş yavaş kaybolmuştur.[189] Buna karşın Nubya'da birçok Mısır tanrısı ve tanrılaştırılmış firavunlar adına tapınaklar inşa edilmiştir. Nubya'da Mısır hükümranlığı sona erdikten sonra bile özellikle Amon olmak üzere Mısır tanrıları bağımsız Kuşi Krallığı'nın dininde yer almaya devam etmişlerdir.[189] Bazı tanrılar daha da uzaklara ulaşmıştır. Taweret Minos Uygarlığında bir tanrıça olmuş[191] ve Siva Vahası'nda Amon'un kâhini tüm Akdeniz bölgesindeki halklar tarafından tanınan ve başvurulan bir konuma ulaşmıştır.[192]
Jüpiter Amon, Amon ile Roma tanrısı Jüpiter'in birleşimi.
Ptolemaios Krallığı ve Roma hâkimiyeti zamanında Yunanlar ve Romalılar kendi tanrılarını Mısır'a getirmiştir. Bu yeni hâkimler Yunan-Roma interpretatio graeca geleneğinin bir parçası olarak Mısır tanrıları ile kendi tanrılarını eş saymışlardır. Ancak yerel tanrılara tapınmanın yerine yabancı tanrılara tapınma geçmemiştir. Bunun yerine Antik Yunan ve Roma tanrıları Mısır tanrılarının tezahürleri olarak kabul edilmiş ve Antik Yunanca ile Antik Yunan felsefesi bu kültlerin içine sokulmuştur.[193] Aynı sırada özellikle İsis, Horus'un Harpocrates adı verilen biçimlerinden biri ile Yunan-Mısır tanrısı Serapis gibi bazı Mısır tanrılarına tapınma Mısır'ın dışında Roma dünyasına da yayılmıştır.[122] Roma dininin sonlarına doğru geleneklerin karışmasıyla birlikte Thoth efsanevi ezoterik usta Hermes Trismegistus'a dönüşmüş[194]; İsis, Britanya'dan Mezopotamya'ya kadar olan coğrafyada tapınılan bir tanrıça olmuş[195] ve Roma hükümdarları kendilerinden önce gelen Batlamyus hanedanı gibi, otoritelerini kanıtlamak için İsis ile kocası Serapis'in himayesini kabul etmişlerdir.[196]
Roma ekonomisinin MS üçüncü yüzyıldan itibaren zayıflamasıyla birlikte Mısır'daki tapınaklar ve kültler gerilemey başlamış ve MS dördüncü yüzyıldan itibaren de Hristiyanlar Mısır tanrılarına yapılan tapınmayı tamamen kaldırmıştır.[197] Philae'de kalan son resmî kültler ise beşinci ile altıncı yüzyıllarda ortadan kaybolmuştur.[198][Note 6] Tanrılar ile ilgili inanışların çoğu birkaç yüzyıl içinde kaybolmuş ve yedinci ile sekizinci yüzyıllara geldiğinde yalnızca büyü metinlerinde yer alır hâle gelmiştir. Ancak geçit alayları ve kâhinlik gibi tapınma uygulamalarının çoğu Hristiyan ideolojisine adapte edilerek Kıptî Kilisesinin bir parçası olarak devam etmiştir.[197] O zamandan beri Mısır külütürü üzerinde büyük değişiklikler olması ve çeşitli etkileşimlerin bulunması nedeniyle bilginler Kıptî Kilisesinin günümüzdeki uygulamalarının firavunların dininden geldiği konusunda bir görüşbirliğine varamamışlardır. Mısır'da uygulanan ister Hristiyan ister İslam geleneklerinin Mısır'ın antik tanrılarına tapınmaya benzediği düşünülmektedir.[199]
Amon
Amon (Amen, Amun, Ammon, Amoun): "Amen" "saklı olan" demektir.
Amon, Teb'in baş tanrısıdır ve ilk tanrıdır ve bütün tanrıların tanrısıdır. Eşi Amunet'le birlikte tanrıdır. Kutsal hayvanları kaz ve koçtur. Orta Krallık Dönemi'nde sadece yerel bir tanrıydı ama Tebliler Mısır'a hakim olunca Amen önemli bir tanrı oldu. 18. Hanedan'dan itibaren Tanrıların Kralı oldu. Ünlü Amen Tapınağı Karnak, dünyanın en büyük dinî yapısıdır. 19. ve 20. Hanedanlar Amen’in “görünmeyen yaratıcı güç” olduğunu cennetteki, dünyadaki, engin derinlerde ve yer altı dünyasındaki hayatın temeli olduğunu düşünürlerdi.
Amon daha sonra Ra ile birleşerek dini törenlerde adı anılan ve kendisine yücelikler atfedilen Mısırın en güçlü tanrısı oldu.
Kral IV. Amenhotep Amon hoşnuttur anlamına gelen adını Akhenaton (Aton'un hizmetkarı) olarak değiştirdi ve Mısırda herhangi bir betimleme yapılmayan Aton dinini kurdu ve diğer tanrılara tapınmayı yasakladı. Kralların da tanrı değil insan olduğu düşüncesini yaydı. ancak Amon rahipleri bu durum karşısında ayaklandılar. Akhenaton'un ölümünden sonra Aton'un tek tanrıcı Güneş dini' tarihten silindi.[1]
Güncel etkiler; Amon'un adı günümüze kadar dini tören ve dualarda Âmin, Âmen şeklinde tekrarlanmaktadır.
Ra
Ra, Mısır mitolojisinde güneş tanrısıdır. Kutsal merkezi Heliopolis'tir. Genellikle başında bir disk bulunan şahin kafalı insan biçiminde canlandırılmıştır. Eski tanrı Atum'la bir tutularak; IV. sülale döneminde devlet tanrısı olmuştur.
Kefren'den başlayarak firavunlar, onun soyundan geldiklerini ilan etmişlerdir. Ra daha sonra Osiris firavun ilan edilmiştir. Osiris'ten sonra ise Set Osirisi öldürerek başa geçmiştir.Set'en sonra babasının öcünü alarak Horus firavun olmuştur Horus'u da kapsamış ve Ra-Horakhty (ya da Ra-Horus) ismini almıştır.
Güneş Ra'nın sembolüdür; tüm vücudunu ya da gözünü temsil eder. Ra'nın sembolleri güneş sembolleridir, Phoenix'e benzer bir özelliği vardır; her sabah ateşlerin içinden tekrar doğar. E.A. Wallis Budge'a göre; Ra Mısır'ın tek tanrısı (monteizm) idi. Diğer tüm tanrılar ve tanrıçalar; Ra'nın parçalarını oluşturuyordu.
Tanrılığı
(MÖ 2400); ulusal bir tanrılığa ulaştı, ve daha sonra Amun ile birleşip Amun-Ra'yı oluşturdu. Ra diğer tanrılardan daha köklü bir yapıya sahip olduğundan çoğu olaylarda diğer tanrılara emir verdiği ve yönetici olduğu vurgulanmaktadır.Amun-Ra en güçlü tanrıydı ve Mısır'ı bir teokrasi'ye çevirdi. Sonraki zamanlarda; yeryüzü tanrısı Atum Güneş'i batıran tanrı olduğuna inanıldığı için; Ra'nın güneş battıktan sonraki haliydi. Khepri; güneşi gökyüzünde hareket ettiren tanrı; zamanla Ra'nın bir parçası oldu; Ra'yı doğan güneş kıldı.
Amon-Ra'nın kimliği Yunan ve Roma Mitolojilerinde Jupiter ile birleşmiş; Zeus'un şehri Diospolis; Thebes'a adanmıştı. MÖ 14. yüzyıla kadar aynı şekilde varolan Ra; Akhenaten zamanında Aten tek tanrısına inanış geçtiğinde tek tanrılığını yitirdi.
Ancak; Ra her zaman tek tanrı olarak görülüyordu. Ra'ya İlahi (MÖ 1370), panteizm doğasında; Ra'nın gelen çoktanrıcılıkla olan savaşını anlatıyordu. İçinde birçok tanrı'nın ayrı bir tanrı olarak değil de; Ra'nın bir parçası olarak varolduğunu anlatıyordu. Örnek olarak:
"Şükürler olsun o Ra 'ya; Gücü yaratan, Ament'in alışkanlıklarının içine giren; bakın Temu'nun vücuduna."
"Şükürler olsun o Ra'ya. Gücü yaratan, Anubis'in gizli yerlerine giren, bakın Khepera'nın vücuduna."
Güneş Saltanat Kayığı
Ra Heykelciği
Ra her gece Duat (öbür dünya)'a geçmek için; bir saltanat kayığı ile yolculuğa çıkardı. Sabahları Atet, öğleden sonraları da Sektet eşlik ederdi. Maat, kaos antitezinde; kayığın gideceği yolu belirlerdi.
Ay'ın sembolü Thoth eşlik eder; Horus'un yanında geceleri beklerdi.
Birçok diğer tanrı bu kayıkla beraber eşlik etmiştir Mehen'in yardımcılığında. Mehen kayığı; karanlık canavarlardan korurdu. İlk Mitoloji'de; Set kayığı koruyordu ve Apep saldırıyordu. Ancak daha sonraki mitolojilerde; Set şeytan olarak görüldü ve Thoth Set şeytanına karşı kayığı koruyordu. Güneş tutulmalarını da; kayığın korunamaması yüzünden olduğuna inanılırdı.
Ra'yı Güneş tanrısı olarak kabul edenler için; Mısır'da; Tanrı yaşam ve ışıktı. En iyi şekilde Güneş tarafından temsil edilebiliyordu; çünkü Dünya'yı ıstıyordu ve fotosentez sayesinde enerji veriyordu. Güneş bu noktada; insanların Ra'yı anlaması için bir metafordur.
Hathor ve Ra
Tanrıça Hathor ve Ra bir zamanlar kavga ederler, ve Hathor Mısır'ı terkeder. Ra hemen O'nu özlediğini anlar; ama Hathor dişi bir aslan'a dönüşmüştür ve kendisine yaklaşan her insan ve tanrıyı yokeder. Bu Hathor-Sekhmet tanrıçalarının da özelliğini belirler. Daha sonrasında; Thoth; Hathor'a bir şişe iksir hazırlar ve sonra yeniden Hathor'a dönüşür.
Popüler kültüre etkileri
Norveçli kaşif ve antropolojist Thor Heyerdahl; Ra ve Ra II isimli iki saltanat kayığı yaparak; eski Mısırlıların Amerika'ya gidebileceğini ispatladı. 17 Mayıs 1970 tarihinde; Heyerdahl Fas'tan yola çıkarak; Atlantik Okyanusu'nu geçti ve Orta Amerika'ya vardı.
Sun Ra, ismini Ra'dan almaktadır.
Iron Maiden'in 1984 yılındaki albümü Powerslave'de Ra'nın gözü albüm kapağında gözükmektedir, ve aynı isimde bir şarkısı da mevcuttur.
Utupia 1977 yılında RA isimli albüm yapmıştır.
Angel isimli televizyon dizisinde; 4. sezonda Ra-Tet isimli şeytani bir grup Ra'dan esinlenmiştir.
1994 yılında gösterilen Stargate; Ra'yı Dünya'ya uğramış bir uzaylı olarak göstermektedir. (Akabinde Stargate SG-1 isimli televizyon dizisi de başlamıştır)
Yu-Gi-Oh! tarafından; Mısır tanrıları oyun kartlarında bulunmaktadır.
Ra Age of Mythology isimli oyunda da bulunmaktadır.
NBA oyuncusu Rasheed Wallace, vücudunda Ra dövmesi bulunur.
Las Vegas'taki Luxor isimli otelde; Ra isimli bir gece klubü vardır.
"SMITE" adlı tanrıların birbirleri ile savaşını konu alan oyunda "RA" ismi ile tasvir edilmiştir.
Heroes Of Newerth adlı oyunda adını taşıyan "AmunRa"adında kahraman vardır.
Ortadoğu kültüründe dualardan sonra amin (amen) denilmesi Amon-Ra ile bağlantılıdır.
Göz boncuğu (Nazar boncuğu)nun Ra'nın gözü ile ilişkili bir obje ve inanç olduğu ifade edilmektedir.
Bir Dipçe
Ra'nın kökeninin her ne kadar kayıp Mu Kıtasına dayandığı yönünde bilgiler varsa da şimdilik Mısır Güneş Tanrısı olduğu kabul ediliyor.
..."Ra" sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, "O" diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır.
Bast
Bast (Bastet, Baset, Ubasti veya Pasht), Mısır mitolojisindeki tanrıçalardan biridir. Kültünün merkezi bir delta şehri olan ve tarihçi Herodot'un vakayinâmelerinde yer bularak tanınan Per-Bast (Yunanca: Bubastis, çağdaş Zagazig'in yakınları) olan ana kedi tanrıça, Bast, antik tanrıçalardandı ve en azından İkinci Hanedan'dan beri tapınılmaktaydı. Kült merkezi Par-Bast'ta yapılan kazılarda mumyalanmış kutsal kedilerden oluşan bir mezarlık da bulunmuştur[1]. Başlarda Aşağı Mısır'ın koruyucu tanrıçası konumundaydı ve vahşi bir aslan olarak betimlenirdi. Nitekim ismi de (dişi) "yiyici, (yiyerek) yok edici" anlamına gelmektedir. Ev kedileriyle özdeşleştirilmesi ve bu şekilde betimlenmesi MÖ 1456 yılında başlamıştır. Koruyucu tanrıça olarak firavunun savunucusu ve koruyucusu olarak görülürdü. Ra'nın kızı sayılan Bast ayrıca 'Ra'nın Gözü' olan tanrılardandı.
Her ne kadar başlarda bir güneş tanrıçası olsa da, daha sonraları Yunanların gelişiyle Yunanlar tarafından bir ay tanrıçasına dönüştürülmüş, Artemis ile ilişkilendirilmiştir. Yunanlar aynı zamanda Mısır tanrılarından Horus'u Yunan tanrı Apollo ile ilişkilendirmişti. Apollo ile Artemis ise, Yunan mitolojisinde kardeşti. Bu ilişkilendirmeler sonucu da, Yunanlar sonrası dönemde, Bast ile Horus arasında bir tür kardeşlik ilişkisi ortaya çıkmıştır. Böylece Bast, Osiris ile İsis'e dair olan efsanede kendine yer bulmuştur. Yunan mitolojisinde Bast Ailuros ("kedi") ismiyle de geçmektedir.
Sonraki dönemlerde kâtipler ismini Bastet olarak yazmış ve böylece zaten dişilik takısı içeren Bast ismine ikinci bir dişilik takısı eklemişlerdir. Bastet'in sözlük anlamının merhem şişesinin (kadını) olması hasebiyle zamanla bir tür koku tanrıçası olmuştur. Buradan hareketle Anubis mumyalama tanrısı olduğunda, merhem (veya koku) tanrıçası olarak Bast onun karısı olarak addedilmiştir. Genellikle birlikte anıldığı aslan başlı tanrıça Sekhmet'in olumlu yansımasıdır. Genellikle bir kedi olarak betimlense de aslan-başlı bir şekilde de betimlenmiştir. Yeni Krallık döneminde, bazı arkeologlara göre Mısır dışından gelen, tanrı Maahes'in Mısır mitolojisinde ortaya çıkmasıyla, bu tanrının annesi olarak sayılmıştır. Maahes de bir kedi-aslan tanrıydı. Aşağı Mısır'da koruyucu tanrıça olması hasebiyle zamanla Aşağı Mısır'ın baş tanrıçası Wadjet ile ilişkilendirilmiş ve sonunda Wadjet-Bast ortaya çıkmıştır.
Hathor
Hathor Mısır mitolojisi'nde en önemli tanrıçadır. Hathor (Mısır dilinde Horus’un evi anlamında) samanyolu galaksisinin kişileştirilmesini temsil eder. Galaksimiz dünyadan ışıklı bir spiral şeklinde göründüğü için eski Yunan ve Latin dillerinde olduğu gibi İngilizce’de de “Süt gibi Yol” anlamına gelen Milky Way olarak adlandırılmıştır. Hathor bazı figurlerinde memelerinden süt akan ilahi bir inek olarak çizilir. Hathor en eski tanrıçalardandır. En azından MÖ 2700'lere kadar inek/boğa kutsallığı çerçevesinde, 2. krallık döneminde, hatta Akrep Kral döneminde bile(King Scorpion) (King Scorpion MÖ 5000'lere kadar gidebilir) Hathor’a tapıldığı tahmin ediliyor. Hathor, aynı zamanda Ogdoad kozmolojisi denilen antik Mısır yaratılış mitolojisindeki yaratıcı tanrı Ra’nın kızıdır.
Hathor heykeli.
Hathor aşk tanrıçası olarak da bilinir. Ayrıca müzik tanrısı olarak düşünürler. Hathor’un çok sayıda ismi vardır. Ancak 3000 yıldan beri en çok kullanılan isimlerinden biri Mehturt’dur (aynı zamanda Mehurt, Mehet-Weret, ve Mehet-uret biçiminde de söylenir) ve “büyük tufan” ya da “büyük sel baskını” anlamına gelir ki bu da “süt gibi yol”a direk bir referans içermektedir. Samanyolu gökyüzündeki bir suyolu gibi görülürdü, bu “göklerdeki Nil nehri”nde güneş tanrısı ve Mısır’a önderlik eden kral yelken açıp giderlerdi. Bundan dolayı, mehturt adı Hathor’un her yıl Nil’in taşıp sel baskınlarına yol açmasından sorumlu olduğu anlamına gelir. Bu adın gösterdiği başka bir şey de Hathor’un çok yakında olacak doğumun bir müjdecisi olarak görüldüğüdür. Amniyo kesesi yırtılıp da doğum suyu akar akmaz, bu çocuğun çok yakında doğacağını gösteren bir belirtidir.
Hathor aynı zamanda çöl bölgelerinin koruyucusu olarak da gösterilmiştir. (Serabet el-Kadim)
Bazı Mısırologlar, Hathor’un adına yapılmış olan tapınaktaki rölyefleri adeta elektrik lambalarına benzeyen bir yapay ışıkla ilişkilendirirler. Diğer bazı Mısırologlar ise bunun üzerinde bir yılanın doğum yaptığı bir lotus çiçeği olduğunu ileri sürüyorlar. (Dendera Tapınağına bakınız)mısır antik efsane kenti
Edfu da Horus'un eşi olarak bilinir. Teb de ölüm tanrısıdır ama genel olarak aşk, neşe, dans ve alkol tanrısı olarak kabul edilir.
Hathor, eşi Ra'ya kızıp Mısır'ı terk eder.Ra hemen O'nu özlediğini anlar; ama Hathor dişi bir aslan'a dönüşmüştür ve kendisine yaklaşan her insan ve tanrıyı yokeder. Bu Hathor-Sekhmet tanrıçalarının da özelliğini belirler. Daha sonrasında; Thoth; Hathor'a bir şişe iksir hazırlar ve sonra tekrar Hathor'a dönürşür.
Tapınağı Dendera Tapınağı'dır.
Horus
Horus (Haru, Hor), Antik Mısır mitolojisinde gök tanrısıdır. Osiris ve İsis'in oğludur. Horus, şahin başlı tasvir edilir, bazı tasvirlerde firavunlar İsis'in kucağında sembolize edilmiştir. Bunun sebebi firavunların dünya üzerindeki Horus olduğuna inanılmasındandır. Firavunlar kendilerini Horus'un yeryüzündeki cisimleşmiş halleri olarak gördükleri için Horus, Antik Mısır'ın en önemli tanrılarından biridir. Firavunlar, Horus'un ismini kendi isimlerinden biri olarak alırlardı. Aynı zamanda Firavunlar Ra'nın takipçisiydiler, bu yüzden Horus aynı zamanda güneş ile de ilişkilendirilirdi. Güneş tanrısı olarak gösterilmesi yanında Osiris'in oğluydu. Mısır'ın farklı bölgelerinde farklı Horus varyasyonları konusundaki ihtilafı çözmek için en az on beş farklı Horus formu kullanılmıştır. Bu formlar ait oldukları soy ağacına bağlı olarak güneş ve Osiris tipi olmak üzere iki kategoriye ayrılabilir. Eğer İsis'in oğlu olduğu söyleniyorsa, Osiris tipi; yoksa güneş tipi kabul edilmektedir. Güneş tipi Horus, Atum, Ra, Geb ya da Nut çeşitli tanrıların oğlu olarak adlandırılırdı.
Doğumu
Harsiesis (İsis'in oğlu), Horus'a, Isis'in büyüleri ile babası Osiris'in öldürülmesinden sonra gebe kalınmıştır. Annesi tarafından Buto'ya yakın yüzen ada Chemmis'te büyütülmüştür. O, şeytanî amcası Set'in daimi düşmanıydı, fakat annesi onu korudu ve yaşattı.
Çocukluğu, Harpokrates olarak bilinir, bu kelime bebek Horus anlamına gelir ve İsis tarafından emzirilen bir bebek olarak betimlenir. Daha sonraki zamanlarda yenidoğan güneş ile ilişkilendirilmiştir. Harpokrates, saçları yandan lüleli ve baş parmağını emerken de resmedilmiştir. Mısır sanatında, Harpokrates bir timsahın üzerinde ayakta duran, bir elinde akrep, diğerinde yılan tutan bir çocuk olarak da betimlenmiştir.
Harmakhis (Ufuktaki Horus), "doğan güneş" olarak kişileştirilmiştir ve dirilişin ve sonsuz hayatın sembolü Khepera ile simgelenmiştir. Giza platosundaki Büyük Sfenks, Horus'un görünümlerinden biridir.
Haroeris (Yetişkin Horus), Horus'un erken formlarında Yukarı (Güney) Mısır'ın lider tanrısıydı. Hathor'un oğlu ya da bazen de kocası olarak metinlerde geçer. Aynı zamanda Osiris ve Set'in erkek kardeşiydi. Set'in ülkesi Aşağı Mısır'ı yaklaşık MÖ 3000 yıllarında feth etmiş ve her iki krallığı birleştirmiştir.
Yetişkin Horus'un çok sayıda karısı ve çocuğu vardır. Dört erkek evladı bir gruplandırılır, İsis'ten olma olduklarına inanılır. Bunların isimleri; Duamutef, Imsety, Hapi ve Qebehsenuef'tir. Lotus çiçeğinden doğmuşlar ve yaratılış ile ilişkilendirilen güneş tanrılarıydılar. Nun'ın suyunu, Ra'nın emri ile yeniden getirmişlerdir. Anubis, onlara cenaze törenlerinde mumyalama, 'Ağız açma', Osiris'i ve tüm erkeklerin gömülmesi ödevlerini verdiğine inanılır. Horus onları daha sonra dört ana yönün koruyucusu yaptı. Ma'at'ın ölüleri yargılaması sırasında lotus çiçeğinin üzerinde Osiris'in önünde otururlar. Diğer taraftan, çok yaygın olarak ölünün iç organlarını koruyucusu olarak hatırlanırlar.
Behdetli Horus, yetişkin Horus'un bir başka formu olup, Behdet'in batı deltasında tapınılırdı.
Sembolizmde Horus
Egypt.Edfu.Temple.01.jpg
“Horus” adı, bu ilahın Grekçe’deki adıdır, Mısır dilindeki asıl adı “Hor”dur. Antik Mısır eserlerinde Horus, sık sık bir gözle, şahin kafasıyla veya atmaca kanatlı bir yıldız diskiyle tasvir edilir. Çocuk başıyla ya da genç bir insan başıyla temsil edildiğinde parmağı kelam organı olan ağzında ya da ağzını işaret eder tarzda tasvir edilir.
Horus sembolizmde genellikle, İlâhî Yasalar’ın insanda vicdan tarzında belirmesini simgeler. Şahin kafalı Horus’un yırtıcı kuşların keskin bakışıyla tasvir edilmesi, kişinin hiçbir hareketini gözünden kaçırmayan bir ilah oluşunu, yani vicdanın gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını simgeler. Bir başka deyişle bu, insanın iç dünyasındaki her niyetini ve sosyal yaşamındaki her hareketini gözden kaçırmayan merhametsiz yargıcın keskin bakışını simgeler. Bu, yasaların kıl kadar şaşmadan uygulanmasını gözeten, kişiden özellikle öte-âlemde hesap soran vicdanın ifade edilişidir. Günde yirmidört saat uyanık ve gözleri hep açık olmalıdır; çünkü hem yasaların kıl kadar şaşmadan uygulanmasını sağlamakta hem de ilah Seth (‘nefsaniyet’i ve kötülüğü simgeleyen ilah) ile mücadele etmektedir. Bu yüzden Güneş ve Ay, Horus’un gözleri olarak ifade edilir. Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve gündüz insanın üzerinden eksik olmaz, Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi. Horus’tan “Sirius içindeki Horus” olarak söz eden kimi Mısır metinlerinde ise, Horus’un Dünya insanlarına Sirius’tan gelen bir ‘tesir’ olduğu ve kaynağının göksel Osiris olduğu belirtilir..
Parmağını ağzına götürmüş Horus ise misterler konusundaki sessizlik ilkesini simgeler.
Popüler kültüre etkileri
2007 yapımı Zeitgeist (Zeitgeist: The Movie) belgesel filminde Hıristiyanlığın Horus ve benzeri Antik Mısır inançlarından köken alan figürleri anlatılır.
İmhotep
İmhotep ("barış içinde gelen", MÖ 2667 - MÖ 2648[1]), Antik Mısır'da mimar, yazar, hekim, mucit, mühendis, heykeltıraş, astronom ve firavun Djoser'in veziri olan efsanevi kişi.
İmhotep, çağının en büyük dehalarından biridir; bilimsel bilgileri yenileyip zenginleştiren bazı hekimlik ve astronomi incelemelerinin yer aldığı Ahlak Bilgilerinin yazarıdır. Adı "Sulh ve sükûndan gelen" anlamında olan İmhotep, engin tıbbî bilgisinin yanı sıra mimârî ve astrolojide de söz sahibi, yazarlık ve rahiplik yapan, çok yönlü bir alimdir. İmhotep, aynı zamanda kâtiplerin de başıdır. Yunan ve Mısırlı kâtipler, yazı yazdıklarında son damlayı İmhotep için dökerlerdi.
Babası mimar Khanofer ve annesi Khereduankh'dir. Ronpetnofret adında bir eşi vardır. Dehasından ötürü sonraki Mısır nesilleri tarafından tanrısallaştırılmıştır.
İmhotep ilk yapılan basamak piramidinin mimarıdır. Bu piramidi yaparken Antik Mısır yazılarında kutsal olan Üçgenden (firavunu sonsuzluğa taşıması için) ve merdivenden (firavunu sonsuzluğa daha rahat ulaştırması için) yararlanmıştır [kaynak belirtilmeli].
İmhotep Mısır'da iyi bir hekimdi. Tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat'dan yüzyıllar önce modern tıbbı kullanmıştır.
İmhotep'in mezarı hala bulunamamıştır ama hastalarını tedavi ederken kullandığı oda bulunabilmiştir ve modern tıbbı kullandığı kanıtına bu yolla varılmıştır [kaynak belirtilmeli].
Universal Pictures, çektiği Mumya filmlerindeki Mumya büyücüye onun adını vermiştir.
Osiris
Geb ve Nut'un oğlu yeraltı dünyasının hakimi, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı, kardeşi Set'in tam zıddı olarak iyilik tanrısı, kural koyucu, koruyucu; ölülerin yargıcı lahitinin bulunduğu yer Abidos’ta kültünün oluştuğu yerdir. Osiris, Nut ve Geb’in ilk çocuğuydu. Set, Nephthys ve İsis’in kardeşiydi, aynı zamanda İsis’in kocasıydı. Horus, İsis'ten oğluydu. Bir hikâyeye göre Nephthys, İsis gibi davranarak ve Osiris’i baştan çıkarmış ve Anubis’i doğurmuştur. Osiris adı bu tanrıya eski Yunanların verdiği bir addır. Osiris’in eski Mısırca’daki asıl adı “gözün yeri” anlamındaki “As-âr”dır ( ya da Usire). Bu ad, hiyeroglif yazısı ile yazılırken iki ideogram kullanılarak yazılır; kullanılan iki ideogramdan biri taht, diğeri gözdür.
Osiris başta erkeklerin dünyasının kural koyucusu olmuş ve Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı bıraktığında kardeşi Set, Osiris’i öldürdü. İsis’in sihri sayesinde tekrar yaşama döndü. İlk ölen yaşayan canlı olduğu için sonraları ölülerin lordu oldu. Oğlu Horus, onun ölümünün öcünü aldı. Set’i yendi ve onu batı Mısır’ın çölüne (Sahra) gönderdi.
Tüm Mısır tarihi boyunca dualar ve büyüler Osiris’e yöneltilmişti, onu kutsayarak kendisinin kural koyduğu öbür dünyaya girmesi umulmuştu, özellikle Orta krallık döneminde popularitesi arttı. 18. sülale döneminde Mısır’da en çok tapılan tanrı olmuştu. Osiris’in popularitesi, Mısır tarihinin en son evrelerine kadar sürdü.
Mısır, tarihinin ilk dönemlerinde farklı kabilelerden, daha sonra da farklı nomoslardan oluştuğu için, Mısır panteonu çok sayıda tanrı ile doludur. Osiris ise Geb ve Nutun ilk oğlu yer altı dünyasının hakimidir. Geb ve nutun dört çocuğu olmuştur Osiris İsis Seth ve Nepht'tir. Efsaneye göre Osiris İsis'e aşıktır. Yani İsis hem Osirisin eşi hem kardeşidir. Bir gün İsis bir plan kurar bu planla eşi Osiris'i kral yapmaktır. Bir gece Ra ( o zamanlar kral Ra idi ) uyurken İsis Ra'nın tükürüğünü alır ve tükürüğü kille karıştırır ve bir yılan yaratır. O gece yılan Ra'yı ısırır, ısırık Ra'yı mahveder, kimse onu iyileştiremez. İsis'de Ra'ya gizli adını söylerse onu iyileştirebileceğini söyler. Ra bunu kabul eder ve adını söyler, İsis Ra'yı iyileştirir ama onun üzerinde büyük bir güce sahip olur. Osiris'in kral olması için Ra'yı tahtı bırakıp göklere çekilmesi için zorlar, Ra ise bunu kabul etmek zorunda kalır. Ve taht Osiris'e kalır, artık Osiris Tanrıların, insanların ve her şeyin kralıdır.
Osiris'in erkek kardeşi Set Osiris'in kral olmasına çok içerler. Çünkü Set Ra'nın en vefakâr yardımcısıdır ve Ra yok iken ağabeyinin kral olmasına kendisinin olamamasına sinirlenir, tahta geçmeyi kafasına koyar. Savaşarak kazanamayacağını bilir çünkü Osiris Set'ten kat be kat güçlüdür, bir ordu kursa bile varolan her canlı Osiris sevmekte ve onun yönetiminden çok memnundur bu yüzden Set bir plan yapar. Bu plana göre Set, Osiris’in ölçülerine göre bir uyuma tabutu hazırlatır ve sandığı en değerli taşlarla süsletir ve sadece Osiris'in sığabilmesi için büyüler. Set, bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygulamaya koyulur. Seth büyük bir yemek verir ve Osiris’i de çağırır. Osiris hiçbir şeyden şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemeğin sonunda Set tabutu çıkarır ve sığacak olan kişiye hediye edeceğini söyler, her Tanrı dener şekil değiştirseler bile sığamazlar sona Osiris kalır İsis'in uyarılarına rağmen gene de dener Osiris tabutu yatar yatmaz Set kapağı kapatır üzerine erimiş kurşun döker Tanrılar engellemeye çalışsada Set onları durdurur ve tabutu Nil Nehrine atar. Tabutun karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır. Byblos Kralı Malkandros bu ağacı gördüğünde hayran kalır ve ağacı kestirerek sarayına sütun olarak diktirmeye karar verir. Ağaç kesildiğinde çok güzel bir koku çıkarmıştır. Bu olay Isis’in kulağına kadar gelmiştir. İsis durumu anlar ve Malkandros’un sarayına gider. Burada önce Astarte’nin çocuğunun dadısı olur. İsis bir gün çocuğu ölümsüz yapmak ister ve bu amaçla çocuğu ölümsüzlük ateşine batırır. Bunu gören kraliçe çığlıklar atarak İsis’i engeller. İsis kendini tanıtmak zorunda kalır. Daha sonra Kral Malkandros’dan izin alarak ağacın gövdesini açar ve içinden tabutu alır. İsis tabutu vatanına götürdükten sonra, Osiris'i büyüsüyle hayata döndürmek üzereyken Set İsis'e ve çocuk Horus'a saldır. Set Osiris’in bedenini 14 parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine dağıtır. İsis ve Set'in eşi Neftis bütün Mısır’ı dolaşarak Osiris’in bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker. Bu yüzden Mısır’ın birçok yerinde, içinde Osiris’in cesedinin bulunduğu söylenen birçok tapınak vardır. Osiris'in parçalarını topladıktan sonra Neftis'in oğlu Anubis mumya bezleriyle Osiris'i sarar ve Osiris hayata döner. Efsanenin sonunda ise Osiris’in oğlu Horus Set'i yener. Yeniden canlanan Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri yargılanması için Osiris’e getirecektir.
Osiris, öte âlemin, ölüm ötesinin, yargılamanın ve yeniden doğuşun tanrısıdır. Ölüler aleminin hükümranlığı Osiris’in ellerindedir. O, ölüm olayı ile bedenlerini terk edenleri karşılar ve onların ölüm ötesindeki mukadder yaşamlarına başkanlık eder. İnsanlara çok şey veren ve öğreten Osiris, yaratılışla ilgili olarak tohumla da ilişkilendirilir ki, atribülerinden biri başaktır. O bir tohumu andırır, buğday tohumu gibidir. Ama o, evrendeki her şeyin tohumlarını içerir.
Osiris hep sivri külah başlığıyla, ayakları bitişik olarak tasvir edilir. Kimi zaman başında taç ve iki veya daha fazla tüy bulunur. Tasvirlerinde vücudu ya sargılıdır ya da balık pullarıyla kaplıdır. Elleri göğüste çapraz vaziyettedir ve bir kraliyet kırbacı ile bir de baston tutar. Tuttuğu bastonun üzerinde Sirius yıldızının bazı sembolleri bulunur ki, bu sembollerden ikisi köpek başı ve yaydır. Kimi yazarlar Osiris’i Sirius-B, İsis’i Sirius-A yıldızıyla ilişkilendirirler.
İsis
İsis (İzis, Aset), Osiris'in (aynı zamanda karısıdır), Seth ve Nephthys'in kardeşidir, Nut ve Geb'in kızları ve çocuk Horus'un annesidir. Bazı kaynaklara göre Anubis de İsis ile Osiris'in oğludur.
Bir firavun gibi giyinmiş VII. Kleopatra İsis'e adaklarını sunarken.
Bir çift boynuzun arasında güneş diski bulunan akbaba şeklinde bir şapka giymiş kadın olarak gösterilir. Çok seyrek olarak, bir çift koç boynuzu ya da Ma'at tüyü ile beraber Güney ve Kuzey çift tacını giyer. İsis bir tanrıça olarak değil ama kadın olarak ise sıradan saç biçimiyle gösterilir, ancak her zaman alnında bir yılan figürü bulunurdu.
Osiris'in hem kız kardeşi hem de karısı olarak ise, İsis, yeryüzü krallığı boyunca kocasına yardımcı olmuştur. Piramit metinleri, İsis'in kocasının ölümünü önceden gördüğünü göstermektedir. Onun ölümünün arkasından, İsis, kocasının yeraltı dünyasında huzur içinde yatması ve uygun şekilde gömülmesi için gövdesini yorulmaksızın aramıştır. Büyüleri sayesinde, Osiris'i hayata geri döndürmüş, ondan kendini erkek çocukları Horus'a hamile bıraktırmıştır.
İsis, tanrılar ile insanoğlu arasında hayati bir bağlantıdır. Firavun yaşayan Horus olarak onun oğlu kabul edilirdi. Piramit metinlerinde Horus, İsis'in kutsal memelerinden emzirilen çocuk olarak gösterilmiştir. İsis'i genç Horus'u kucağında gösteren çok sayıda heykel ve resim vardır. Sıklıkla, ana kraliçenin resmi ve o anki firavun aynı yerde resmedilmiştir. İsis, Horus'u çocukluğu boyunca onu öldürmek isteyen amcası Seth'ten korumuştur. Onun bir gün büyüyüp babasının intikamını alması onun hayatındaki boşluğu doldurmuştur.
Ölüler kitabında, hayat verici ve ölümün gıdası olarak gösterilmiştir. Ölümün yargıçlarından biri olarak da düşünülebilir. Ona atfedilen bir başka rol ise Horus'un dört oğlundan biri olan İmsety'nin koruyuculuğudur.
İsis, büyük bir büyücüdür ve büyü yeteneklerini kullanması ile meşhurdur. Örneğin, ilk kobrayı, onun zehirli ısırığını kullanarak Ra'ya gizli ismini itiraf ettirmek için yaratmıştır.
Mısır tarihinin başından sonuna kadar, İsis, Mısır'ın en büyük tanrıçası olmuştur. Yararlı bir tanrıçadır ve sevgisi tüm yaşayan canlıları kapsayan bir annedir.
Ona tapınma Mısır'ın sınırlarının çok ötesinde İngiltere'ye bile yayılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Klasik yazarların eserleri, O'nu Persephone, Tethys, Athene, Osiris'i ise Hades, Dionysos ve diğer yabancı tanrılar ile eşleştirmiştir.
İsis’in eski Mısırcadaki adları Aset ve Esi’dir. İsis eski Yunanların koyduğu bir addır. Hiyeroglif yazıdaki Aset ideogramı aynı zamanda, taht sözcüğünde kullanılan ilk ideogramdır. Bir başka deyişle İsis’in adının ideogramı tahttır. İsis ve Osiris Geb ve Nut’tan doğan dört ilahtan ikisidir, diğerleri İsis’e yardımcı kızkardeş Nephtys ve kötü kardeş Seth’tir. Kimi zaman başı üzerinde yer alan bir yıldız ve beyaz tacıyla, kimi zaman da kucağında çocuğunu emzirir, süt verir halde tasvir edilen ve Mısır metinlerinde Sirius gibi “vericilik” özelliğiyle nitelenen İsis, aynı zamanda Osiris’in beden parçalarını bir araya getirmeye çalışan bir ilahedir. Şefkatli bir anne gibi verici olan İsis’in diğer belirgin özellikleri sorumluluk taşıması, vazifesine bağlı olması ve sadık kalmasıdır (Osiris’e sadakati). O’ndan ilâhî anne ve sihirlerin efendisi olarak da söz edilir. Rüzgarlara, yağmurlara, ırmaklara, gemilere hükmeden, tüm suların da hükmedicisi olan İsis’tir. Yıldızı Sothis, yani Sirius-A’dır. Mısır Ölüler Kitabı’na göre, ölüm olayı ile bedenini terk eden varlıklardan tekamül düzeyi ileri olanlardan bazıları İsis’in kudretinden yararlanır, ışığa dönüşür, ilahlarla özdeşleşir ve Sirius’un “yüce kapısı”na ulaşabilirler. Şahin biçiminde resmedilen oğlu Horus ise içteki vicdan sesinin ilâhıdır. İsis’e çeşitli tasvirlerde en sık eşlik eden semboller inek , boynuzlar, küre, testi, hilal, yunus, emzirilen çocuk ya da süt verme, gemi ya da kayık, orak, kulplu haç ya da ankh ve bu ankh sembolüne benzeyen, “İsis’in düğümü” denilen semboldür.
Ma'at
Ma'at, Mısır'ın doğruluk ve adalet tanrıçasıdır. Thoth'un karısı olduğuna inanılır ve ondan sekiz çocuğu olmuştur. Bu çocuklardan en önemlisi Amon'dur. Bu sekiz evlat, Hermopolis'in baş tanrılarıdır ve oradaki rahiplere göre, onlar yerküreyi yaratmışlardır.
Ma'at, oturan ya da ayakta duran kadın formlarında resmedilmiştir. Onun resimlerinde her zaman başında bir tüy bulunur. Bazı resimlerinde ise kollarında bir çift kanat görülür.
Firavunlar ülkelerini bu tanrıçanın belirlediği ilkelere göre yönetirlerdi ve böylece "evrensel düzenin" sağlanacağına inanırlardı. Kafasında bir devekuşu tüyü taşır. Bu tüy saf iyiliği,hakikati ve doğruluğu temsil eder ve Osiris'in mahkemesinde ölünün kalbi terazide bu tüy karşına konurdu. Böylece ölen kişinin iyi ve kötü ruhlu olduğu anlaşılırdı.
İnanışa göre, zamanın başlangıcında dünya yaratılırken ortaya çıkan kaos Ma'at'ın koyduğu kurallar ile ortadan kalkmıştır. Bu nedenle firavunların bu kurallardan uzaklaşması durumunda kaosun geri gelip Mısır ve dünyayı yok edeceğine inanılır.
Ölü kişi yargılanırken, Ma'at'ın tüyü ile ölünün kalbi terazinin kefelerine konur. Eğer, kalp tüy ile dengede kalırsa, ölü Duat'ta ölümsüz yaşama hak kazanır. Çünkü, tüy kadar hafif yürek günah ve şeytanın yükünü taşımıyor demektir.
Ma'at'ın son görevi, güneş tanrısı Ra'ya gökyüzündeki seyahatlerinde rehberlik etmektir. Her gün gökyüzünde onu taşıyan geminin rotasını belirler. Bazı inanışlara göre, gemide onunla beraber yön göstermek için yolculuk da eder.
Şah
Şah (Eski Farsça: Khşayath) ya da Şahenşah, Fars ve Afgan hükümdarlarının unvanı. Kral anlamına gelmektedir. Zamanla İslam aleminde hükümdar anlamında yaygın olarak kullanılagelmiştir.
Hükümdarlar hükümdarı anlamına gelen şehinşah unvanı, Perslerin krallar kralı saydığı II. Kyros'un (Büyük) anısına 20. yüzyılda Pehlevi hanedanı tarafından kullanılmıştır. Gene Şahtan türetilen Farsça padişah unvanı da koruyucu, ulu hükümdar anlamını taşır. Şah unvanı, 1973'te monarşinin yıkılmasına değin Afganistan'da, ayrıca Orta ve Güney Asya'daki başka ülkelerde birçok hükümdar ya da prens tarafından kullanılmıştır. Soyla gelen valiler de bazen kendi adlarına şah sıfatını eklemişlerdir.
İslam'da şah kavramı
Öte yandan bazı İslam tarikatları Ali'yi şah sanıyla anarlar. Ali'nin mezarı Necef'te olduğu için Necef sultanı anlamında Şah-ı Necef, yiğitler sultanı anlamında Şah-ı Merdan ve daha yaygın olarak da velilik sultanı anlamında Şah-ı Velayet sanları kullanılır.
Alevilik ve Bektaşilikte Ali, Muhammed ile birlikte Allah nurunun tecellisi sayıldığı için, çoğu Alevi-Bektaşi gülbanki Bismillah yerine, Ali'nin adıyla anlamında Bismişah ile başlar.[kaynak belirtilmeli]
Şah kelimesi Yunus Emre'nin demelerinde de vardır. Safevi Şah'ları ile bağdaştırmak yanlış bir düşüncedir. Şah kelimesi yaradan manasında da kullanılabilmektedir. Gerçek anlamı budur. Sünni Osmanlı düşüncesinde Safevi'ler ile bağdaştırmak için kullanılmıştır.
Alevi-Bektaşi edebiyatında şah sözcüğü zaman zaman hem Ali'yi, hem de ilk Safevi ŞahenŞah'ı Şah İsmail Hazretlerini çağrıştıracak biçimde kullanılmıştır.
Hindularda Şah
Raj, Raja gibi bilinen Hint hükümdarlarından sonra belirli bazı yöneticilerde ismen hoş ve komşu ülkelerinin sıklıkla kullanması sebebiyle; "şah" unvanınıda benimsemiştir.
Örneğin; Shah Devdan
Satrançta şah
Satrançtaki en önemli taş şah olarak anılır. Batılı dillerde bunun yerine kral kullanılır. Satranç oyunu Hindistan'da ortaya çıkmış olmasına rağmen satranca dair bilinen en eski belgeler 5. yy. Pers belgeleridir.
Ayrıca Oğuz Türklerinde de satrancı atası olduğu iddia edilen bir oyun oynandığı bilinmektedir. Oyun günümüzde [Anadolu] da da oynanmaktadır.
Sekhmet
Sekhmet Antik Mısır mitolojisinde savaş ve yıkımın tanrıçasıdır. Aslan başlı veya bir aslan olarak tasvir edilir. Bir zamanlar Bastet'le özdeleştirilirdi.
Bir efsaneye göre Sekhmet Ra'nın emri üzerine Ra'ya eskiden inanıp şimdi inanmayanları tek tek yok edeceğine tüm insan neslini yok etmeye çalışmıştır. Ama Sekhmet insan kanının tadını öyle sevmiştir ki önüne geleni öldürmüştür. Ra'nın rahipleri ve müritlerini bile. Ra çok geç kalmadan Nil Nehri'ni kırmızı bir tozla Nil'e kırmızı rengini verir, ancak bu bir büyüdür. Sekhmet onu kan zannedip içtiğinde büyü onu eski haline çevirir ve insan neslinin tükenmesine Ra engel olur.
Ayrıca Hathor'un ikinci kimliği olduğu sanılır,ölülerin iç organlarını korumada yardım eder, mumyalama işlemlerini organize eder, büyü gücü vardır. Hastalıkları iyileştirme gücü olduğundan sargıların tanrıçası olarak da bilinmektedir. Büyü gücü ve kötü niyetli insanlara ölüm verdiği için Selket'le de bütünleştirilir.
Set
Set (ayrıca Sutekh, Seteh, Seth olarak da bilinir ama orijinal kullanımı SET'tir.) Mısır mitolojisinde bir tanrıdır. Nut ve Geb'in oğludur.
Mısır mitolojisinde Seth kötülük tanrısı, kardeşi Osiris ise iyilik tanrısıdır. Seth‚ ne kadar akıllı bir şekilde uğraşsa da Osiris ve Horus’u yok edemeyince, iyi kötüye karşı zafer kazanır. Ancak tanrılar da Seth’i yok edemezler.[1]
Aşağı (kuzey) Mısır kralı kabul edilir. Bir eşeği anımsatan kırmızı saçlı ve büyük kulaklı bir hayali hayvan olarak temsil edilir. Çöl ve fırtınalar ile beraber düşünülür. Yunanlar, bu tanrıyı Typhon olarak görürler.
Kimliği
Set, Osiris'in erkek kardeşidir. İsis, Osiris'in karısıdır, oğlu Horus'tur. Set'in oğlu Anubis sayılır, fakat aslında onun oğlu değildir. Nephthys kocasından yeterince ilgi göremediği için büyüyle kendini İsis gibi gözüktürmüştür.-İsis ve Nephthys birbirlerine çok benzlerler- Bir akşam Osiris'in biraz sarhoş olmasını sağlar ve ondan çocuğu olur. Bu çocukta Anubis'tir.
Set aynı zamanda bereketli Osiris'in anti-tezidir. Horus ile savaşları boyunca, tanrıça Neith Horus'a taht, Set'e ise Astarte ve Anat tanrıçalarını veren bir anlaşma önerdi.
Set, erkek kardeşi Osiris'i öldürmesi ile ünlüdür, mitolojiye göre insanlar ve tanrı'lar Osiris'i severler. Koyduğu kuralları severek yerine getirirler. Kardeşi Seth onun bu başarısını kıskanır. Seth Osiris'ten kurtulmak için bir plan yapar.72 kişi Seth'e bu plan için yardımda bulunmuştur. Kardeşinin ölçülerine uygun bir tabut yaptırır ve tabutu çok pahalı elmaslarla süsler. Bir şölen düzenler ve Osiris'i de o şölene davet eder. Şölenin en sonunda önceden yaptırdığı tabutu çıkararak bu tabutun kime uyarsa ona verileceğini söyler. Herkes tabutu sırayla dener ve sıra Osiris'e geldiğinde Osiris tabutun içine girdiğinde Seth tabutu hızlıca kapayıp çiviler ve Tabutu Nil nehrine bırakır, aynı zamanda onun oğlu Horus'u da öldürmeye teşebbüs etmiştir. Horus, yaşamış, babasının ölümünün intikamını almış ve Set'i sonsuza kadar çöle sürgüne yollamıştır. Set'in sürgüne gönderilme kararı Ra tarafından yönetilen tanrılar konseyinde alınmıştır. Tanrıların çoğu Horus ve onun annesi İsis'in Osiris'ten gelen Mısır tacının mirasçısının Horus olduğu iddiasını desteklerken, Ra bu fikre katılmamıştır. O, Horus'un böyle güçlü bir pozisyon için çok genç olduğuna inanıyordu. Böylece, duruşma kimse yenişemeden uzun yıllar sürdü. İsis'in bir kurnazlığı davanın kapanmasına neden oldu.
Set'in şeytana dönüştürülmesi
Set spearing Apep
Uzun yıllar boyunca, Set, aşağı Mısır'ın; Horus da yukarı Mısır'ın koruyucu tanrısı idiler. İki ülke birleştikten sonra, Set ve Horus beraber taç giymiş eşit firavunlar olarak, yukarı Mısır, aşağı Mısırı fethettikten sonra ise; aşağı Mısırın Firavunu olan Set, sıklıkla Horus'un şeytani düşmanı Set olarak portrelenmiştir;
"Büyü kullanarak, İsis kendini çok güzel bir genç kadına çevirdi. Set, O'nu gözlerinden yaş akarken gördü ve sorunun ne olduğunu sordu. İsis, kendi ve Horus'un durumuna benzetmeden bir hikâye anlattı. Buna göre şeytani bir adam onun kocasını öldürmüş, ailesini sürülerini çalmayı denemişti. Set, bu kötü duruma çok kızar, bu şeytani adamı yok ederek aile mülklerinin genç kadının oğluna geçmesi için ısrar eder. Kendi kelimeleri ile kendi yaptıklarını ayıplar ve Mısır tacını kaybeder."
Set, her zaman tamamıyla şeytani bir figür olmamıştır. Onun yer altına yaptığı karanlık yolculuk boyunca, Horus ile kavgasında O'nu hamisi olan Ra'nın mavnasında olan güneşi korumuştur. Yılan şeklindeki canavar Apep ile kavga etmiştir. Ayrıca, 19. hanedan döneminde kısa bir süre çölün güçlerini sakinleştiren tanrı olarak Set'e duyulan saygı büyümüştür. Birçok firavun, o dönemde Set'in isminden türeme örneğin Seti gibi isimleri kendilerine isim olarak seçmişlerdir. Set ölümsüzlerin ve tanrı yiçilerin babası olarak anılır, tek amacı Dünya'yı ele geçirmektir bu sebeple firavun olmaya çalışır.
Popüler kültürde Set
Değişik dillerde (İng. satan, Arapça şeytan) kötü karakterin sembolü olarak ismi yaşatılır.
Hathor
Hathor Mısır mitolojisi'nde en önemli tanrıçadır. Hathor (Mısır dilinde Horus’un evi anlamında) samanyolu galaksisinin kişileştirilmesini temsil eder. Galaksimiz dünyadan ışıklı bir spiral şeklinde göründüğü için eski Yunan ve Latin dillerinde olduğu gibi İngilizce’de de “Süt gibi Yol” anlamına gelen Milky Way olarak adlandırılmıştır. Hathor bazı figurlerinde memelerinden süt akan ilahi bir inek olarak çizilir. Hathor en eski tanrıçalardandır. En azından MÖ 2700'lere kadar inek/boğa kutsallığı çerçevesinde, 2. krallık döneminde, hatta Akrep Kral döneminde bile(King Scorpion) (King Scorpion MÖ 5000'lere kadar gidebilir) Hathor’a tapıldığı tahmin ediliyor. Hathor, aynı zamanda Ogdoad kozmolojisi denilen antik Mısır yaratılış mitolojisindeki yaratıcı tanrı Ra’nın kızıdır.
Hathor heykeli.
Hathor aşk tanrıçası olarak da bilinir. Ayrıca müzik tanrısı olarak düşünürler. Hathor’un çok sayıda ismi vardır. Ancak 3000 yıldan beri en çok kullanılan isimlerinden biri Mehturt’dur (aynı zamanda Mehurt, Mehet-Weret, ve Mehet-uret biçiminde de söylenir) ve “büyük tufan” ya da “büyük sel baskını” anlamına gelir ki bu da “süt gibi yol”a direk bir referans içermektedir. Samanyolu gökyüzündeki bir suyolu gibi görülürdü, bu “göklerdeki Nil nehri”nde güneş tanrısı ve Mısır’a önderlik eden kral yelken açıp giderlerdi. Bundan dolayı, mehturt adı Hathor’un her yıl Nil’in taşıp sel baskınlarına yol açmasından sorumlu olduğu anlamına gelir. Bu adın gösterdiği başka bir şey de Hathor’un çok yakında olacak doğumun bir müjdecisi olarak görüldüğüdür. Amniyo kesesi yırtılıp da doğum suyu akar akmaz, bu çocuğun çok yakında doğacağını gösteren bir belirtidir.
Hathor aynı zamanda çöl bölgelerinin koruyucusu olarak da gösterilmiştir. (Serabet el-Kadim)
Bazı Mısırologlar, Hathor’un adına yapılmış olan tapınaktaki rölyefleri adeta elektrik lambalarına benzeyen bir yapay ışıkla ilişkilendirirler. Diğer bazı Mısırologlar ise bunun üzerinde bir yılanın doğum yaptığı bir lotus çiçeği olduğunu ileri sürüyorlar. (Dendera Tapınağına bakınız)mısır antik efsane kenti
Edfu da Horus'un eşi olarak bilinir. Teb de ölüm tanrısıdır ama genel olarak aşk, neşe, dans ve alkol tanrısı olarak kabul edilir.
Hathor, eşi Ra'ya kızıp Mısır'ı terk eder.Ra hemen O'nu özlediğini anlar; ama Hathor dişi bir aslan'a dönüşmüştür ve kendisine yaklaşan her insan ve tanrıyı yokeder. Bu Hathor-Sekhmet tanrıçalarının da özelliğini belirler. Daha sonrasında; Thoth; Hathor'a bir şişe iksir hazırlar ve sonra tekrar Hathor'a dönürşür.
Ma'at
Ma'at, Mısır'ın doğruluk ve adalet tanrıçasıdır. Thoth'un karısı olduğuna inanılır ve ondan sekiz çocuğu olmuştur. Bu çocuklardan en önemlisi Amon'dur. Bu sekiz evlat, Hermopolis'in baş tanrılarıdır ve oradaki rahiplere göre, onlar yerküreyi yaratmışlardır.
Ma'at, oturan ya da ayakta duran kadın formlarında resmedilmiştir. Onun resimlerinde her zaman başında bir tüy bulunur. Bazı resimlerinde ise kollarında bir çift kanat görülür.
Firavunlar ülkelerini bu tanrıçanın belirlediği ilkelere göre yönetirlerdi ve böylece "evrensel düzenin" sağlanacağına inanırlardı. Kafasında bir devekuşu tüyü taşır. Bu tüy saf iyiliği,hakikati ve doğruluğu temsil eder ve Osiris'in mahkemesinde ölünün kalbi terazide bu tüy karşına konurdu. Böylece ölen kişinin iyi ve kötü ruhlu olduğu anlaşılırdı.
İnanışa göre, zamanın başlangıcında dünya yaratılırken ortaya çıkan kaos Ma'at'ın koyduğu kurallar ile ortadan kalkmıştır. Bu nedenle firavunların bu kurallardan uzaklaşması durumunda kaosun geri gelip Mısır ve dünyayı yok edeceğine inanılır.
Ölü kişi yargılanırken, Ma'at'ın tüyü ile ölünün kalbi terazinin kefelerine konur. Eğer, kalp tüy ile dengede kalırsa, ölü Duat'ta ölümsüz yaşama hak kazanır. Çünkü, tüy kadar hafif yürek günah ve şeytanın yükünü taşımıyor demektir.
Ma'at'ın son görevi, güneş tanrısı Ra'ya gökyüzündeki seyahatlerinde rehberlik etmektir. Her gün gökyüzünde onu taşıyan geminin rotasını belirler. Bazı inanışlara göre, gemide onunla beraber yön göstermek için yolculuk da eder.
Anubis
Anubis (Anpu), Antik Mısır mitolojisine göre ölüm ve cenaze tanrısıdır. Set ile evli olan Nephthys ve Osiris'in oğludur. Çakalların mezarlar etrafında dolaşması nedeniyle çakal başlı Anubis ölümle beraber anılır. Daha sonra Set tarafından öldürülen Osiris'i mumyaladığı için mumyalama tanrısı olmuştur. Görevi tüm ölüleri korumak ve yüceltmektir. Bu yüzden mumyalamayla görevli kişiler Anubis maskesi takarlardı. Ölen kişi diğer dünyada yargılanırken Anubis ona yardım eder. Anubis diğer dünyada ölülerin koruyucusu ve ölüler kentinin efendisidir. Anubis tanrılar arasında en korkutucu olanıdır. Ölüleri tekrar hayata döndürme gibi bir özelliği de olduğu sanılmaktadır. Yüzünde bir çakal ısırığı vardır. Kutsal mumyalayıcı olarak da bilinir.
Anubis'in çakal başlı olma sebebi ise mezarların etrafında çakallar dolaşmasıdır. Mezarlar da Anubis'i ilgilendirdiğinden çakal başlı olarak tasvir edilmiştir. Anubis'in izi neredeyse tüm mezarlarda görülür.
Antik Mısır inancına göre Anubis'in mezarları koruma güçüne sahip olduğu bilinmektedir. Bu yüzden mezarların girişine mezarları korusun diye Anubis heykelleri konulmuştur.
Ayrıca Anubis bizde bilinen ismi ile mahşer günü ruhu tartan tanrıdır. Terazisinde ölünün ruhunu temsil eden kalbi ile Adaletin tanrıçası Ma'at' ın tüyünü tartar. İyi birinin kalbi tüye karşı hafif gelir ve ölünün ruhunu gök yüzüne bir daha doğması için gönderir. Eğer kötülük yapmış biri ise tüy hafif gelir ki bu durumda o kişinin ruhu yer altı ülkesine yılanlara gönderilir. Bu da sonsuz azap demektir.
Anubis en çok bilinen Mısır tanrılarından biriydi. Doğruluk tüyüne karşı ölünün yüregini tartarken, Anubis ahrete kimin gideceginin kararını verme konusunda Osiris’e yardım ederdi.
Anubis’in rolü, ölüye yeraltında rehberlik etmekti ve bu ona Mısırlılarda özel bir önem vermekteydi.
Yeryüzündeki hayattan çok, onları ilgilendiren yer altı tanrısı olan Osiris’in diyarındaki sonraki yaşamdı. Anubis’e bütün bu ölümlerinde ‘temiz’ olarak yargılanmak isteyenlerden dolayı saygı duyulurdu ki diğer dünyaya rahatça gidebilsinlerdi. Kalbi dogruluk tüyünden daha hafif ya da esit olarak tartılan kişi yer altı dünyasında Osiris’e sunulurdu.
Ek olarak, Anubis bedenin çürümesini engelleyen mumyalamanın mucidi olarak bilinirdi. Mumyalanan bir Mısırlı'nın ruhu yargılanır yargılanmaz daha önceden içinde bulundugu bedene tekrar girebilirdi. Anubis eğer orada vücudu korumazsa kurtuluş ve dolayısıyla ahiret olmazdı.
Anubis'in Tasviri
Anubis çogunlukla bir çakalın ya da kurdun siyah bası ile insan formunda tasvir edilirdi.
Bu özellik mezarlık çevrelerinde dolasan birçok vahsi köpegin temsili olmalıydı. Bunlar mezarlıkların resmi olmayan gardiyanları olarak belirmislerdir, daha sonrasında ise köpek-baslı Anubis’le baglantıları kurulmustur.
Anubis genellikle uzun adım atmıs ya da ayakta durmus sekilde canlandırılırdı fakat bazen ise yere uzanmıs ya da çömelmis tam bir hayvan formunda gösterilirdi. Yine siyah renkte olarak, Mısır tapınaklarında bulunan tanrıların heykellerini içeren tapınak olan naos seklinde bir tabutun üzerine egilmis vaziyette olabilirdi.
Mısır Tanrı ve Tanrıçalarının isimleri ve Anlamları
Atum - İmparatorluk Tanrısı
Anubis - Ölüler Tanrısı
Sekmet - Savaş Tanrısı
Hator - Neşe ve Aşk Tanrıçası
Horus - Gök ve Işık Tanrısı
Thoth - İlim Tanrısı
Pta - Hanatçıların Tanrısı
Osiris - Yeraltı ve Ölüler Tanrısı
İsis - Bereket Tanrıçası
Maat - Adalet Tanrıçası
Ra - Güneş Tanrısı
Seth - Çöl Tanrısı
Amon - Gök Tanrısı
Ailuros - Antik Mısır'da kedi tanrıça. Bastet olarak da biliniyordu. Uzunca bir süre Mısır'da bir kediye zarar vermek kanuna aykırıydı ve bu suçun cezası ölümdü. Bastet İsis'in ve Ra'nın kızıydı. Başta cinsellik ve doğurganlık Tanrıçasıyken, ölüleri koruma, ölenlerin başarılı yada başarısız olduklarına karar verme, yağmur yağdırma, hastalara, özellikle de çocuklara iyileşmeleri için yardım etme özelliklerine ek olarak güneş, ay, analık ve aşk Tanrıçası haline de geldi.
Aker - Güneşi ayarlamak ve yükseltmekten sorumlu Tanrı.
Akeru - Aker'in yardımcılığını yapan Tanrılar Grubuna verilen genel ad.
Amathaunta - Mısır mitolojisine göre, Deniz Tanrıçası.
Am-heh - Mısır mitolojisinde karma Tanry. Yeraltı Dünyasının Tanrısı.
Ammut - Ölümsüz yasama layık olmayanın kalbini yiyen canavar.
Amon - Hermopolis rahiplerine göre Yaratıcı Tanrı.
Amon-Ra - Amon'in rahipleri tarafından karma birleşik Tanrı. Amon-Ra bir Boğa olarak resmedilirdi.
Amset - Horus'un oğlu. Ölülerin karaciğerinin koruyucusudur ve Tanrıça İsis tarafından korunur.
Anubis - (Anpu) Ölüleri koruyan ve yücelten Tanrıça. Çakal başlıdır. Piramit metinlerinde, Anubis Ra'nın oğlu olarak yer alır. Başka metinlerde ise Osiris yada Seth ile ilişkilendirilir. Anubis Osiris'in ölümünden sonra onun vücudunun korunması işini üstlenir.
Anuket - (Anqet) Soğuk su dağıtıcısı.
Apis - Verimlilik Tanrısıdır. Güneş diski ve uraeusserpentten oluşan boğa tacıyla betimlenmiştir. Kutsal Apis boğası, Memphis'te bulunurdu ve Serapum'da büyük bir kitle halinde Apis boğalarının mezarı bulunuyor.
Bastet - (Bast) Kedilerin koruyucusu olan Tanrıça. Uzunca bir süre Mısır'da bir kediye zarar vermek kanuna aykırıydı ve bu suçun cezası ölümdü. Bastet İsis'in ve Ra'nın kızıydı. Başta cinsellik ve doğurganlık Tanrıçasıyken, ölüleri koruma, ölenlerin başarılı yada başarısız olduklarına karar verme, yağmur yağdırma, hastalara, özellikle de çocuklara iyileşmeleri için yardım etme özelliklerine ek olarak güneş, ay, analık ve aşk Tanrıçası haline de geldi.
Bes - Müzik, dans ve iyi yemek gibi aile zevklerinin Tanrısı olarak sayılır. Ayrıca çocukların eğlendiricisi ve koruyucusudur. Sakallı, vahşi görünümlü komik bir cüce olarak ve yuvarlak bir yüzle resmedilmiştir.
Buto - Aşağı Mısır'ın Kobra Tanrıçası.
Duamutef - Horus'un oğlu. Ölünün midesinin koruyucusudur ve Tanrıça Neith tarafından korunur.
Edjo - Yılan Tanrıça, Aşağı Mısır'ın sembolü ve koruyucusu.
Geb- Yeryüzünün Tanrısı. Gökyüzünün eşi. Kutsal hayvanı kazlardı. Erkek olan Geb Mısır toprağını , daha genel olarak da yeryüzünü temsil eder.
Hapi - (Hapy) Horus'un oğlu. Ölülerin ciğerlerinin koruyucusudur ve Tanrıça Nephthys tarafından korunur. Hapi ismi farklı hiyerogliflerle ifade edilmişti; çoğunlukla ama her zaman olmamak kaidesiyle Nil Nehrinin Tanrısının ismiydi. Hapi, tacı zambaklardan (yukarı Nil) veya papirüs bitkilerinden (Aşağı Nil) yapılmış şişman bir adama benzetilmiştir.
Har-nedj-itef - Horusun bir görünümü. Ölümün koruyucusu.
Harpocrates - Osiris'le İsis'in oğlu. Emzirilen küçük bir çocuk. Parmak emen genç bir oğlan olarak gösterilmiştir.
Hatmehit - Balık Tanrıça.
Hator - (Hathor) Mısır'ın çok eski bir gökyüzü Tanrıçası Tanrıçasıdır. İnek Tanrıçadır. İnek başı ile sembolize edilirdi. Sık sık İsis'le eşdeğer tutulmuştur. Hator Edfu'da Horus'un partneri olarak tapılmıştır. Aşk, müzik ve gülmenin Tanrıçası olarak düşünülmektedir.
Hauhet - Ölçülemeyen Sonsuzluğun Tanrıçası. Çoğunlukla bir kurbağa gibi yada kurbağa kafalı bir kadın gibi resmedilirdi.
Heh - Sonsuzluğu temsil eden Tanrılardan. Bir kurbağa yada kurbağa kafalı bir adam gibi resmedilirdi.
Hemen - Şahin Tanrı.
Hemsut - Kader Tanrıçası.
Heqet - Hermopolis'teki 8 Tanrıdan biri.
Heru-ra-ha - Horus ve Ra'ya şükretmeyi sembolize eden karma bir Tanrı.
Hike - Doğaüstü güçlerin Tanrısı.
Horus - Osiris'le İsis'in oğlu. Cennetin hükümdarı, yeryüzünün kralı ve kutsal şahin olarak kabul edilir. Horus'un evrensel olduğu ve ezelden beri var olduğu fikri piramit yazılarında belirtiliyor.
Imhotep - Hekimlik Tanrısı. Djoser'in veziri, sonra Ptah'in oğlu gibi ibadet edilmiştir.
İsis - Mısır'ın en büyük Tanrıçası. Simgesi, Sirius yıldızıdır. Sanat Tanrıçasıdır. Osiris'in dulluğunun ve şiirin Tanrıçası olarak bilinmektedir. Kutsal hayvanı kobra yılanıdır. İsis'in Mısır halkı tarafından reankarnasyonla Cleopatra'nın içinde yaşadığına inanılmıştı.
Khepri - (Khepare) Heliopolitan inancında yaratıcı Tanrı. Atum ve Ra ile karışmıştır. Yükselen günesin böcek Tanrısı.
Khnemu - Su baskını ve Nil'in iri Tanrısı.
Khnum - (Khnemu) Yaratıcı Tanrılardan biri. Bir çömlekçi ustalığıyla, çamura biçim verip insanı yaratıyordu.
Khons - (Khonsu) Ay Tanrısı. Theban'da tapılmıştır.
Maat - (Ma'at) Gerçek ve Hukukun Tanrıçası.
Mefetseger - Krallar Vadisi'nin Tanrıçası.
Min - Erkek Bereket Tanrısı. Ona güç ve iktidar Tanrısı da denilmektedir.
Month - (Montu) Savaş Tanrısı. Mısır'da tapılmıştır.
Mut - Amon'in eşi ve Theban'ın ana Tanrıçası. Akbaba başlıdır.
Nefertem - Nilüfer çiçeğinin Memphis Tanrıçası.
Neith - Eski bir savaş ve dokuma Tanrıçası.
Nekhebet - - Yukarı Mısır'daki Akbaba Tanrıçası.
Nephthys - Ölülerin özel koruyucu Tanrıçası. Seth'in eşi ve Isis'in kız kardeşi.
Neter'ler - Mısır yazılı belgelerinde, Tufan'dan sonra ülkeyi yönettiği söylenen "yarı Tanrı" varlıklar.
Nun - Kainat'ın yaratıldığı ilk suların Tanrısı.
Nut - Gökyüzü Tanrıçası. Osiris ve Isis'in annesi ve gökyüzü Tanrıçası. Gökyüzü olarak dünyanın üzerinde kemer gibi uzanmıştır.
Onuris - Savaşçı ve Abidos'un gökyüzü Tanrısı.
Osiris - Mısır kültünde, en önemli Tanrılardan biri. Ölülerin Tanrısı, ölümsüz yaşam için diriliş Tanrısı, kural koyucu, koruyucu, ölülerin yargıcı. Gökyüzünde, Orion takımyıldızının onu simgelediği düşünülürdü.
Ptah - Mısır panteonunda en eski ve en büyük "Yaratıcı Tanrı". Cennetleri ve dünyayı yaratmakla sorumlu. Memphis'in mumya yaratma Tanrısı. Mimari, mühendislik ve "yapı bilimi" ile özdeşleştirilir. İnsan başlı bir Tanrıdır.
Qebsenuef - (Qebehsenuef) Horus'un oğlu. Ölülerin bağırsaklarının koruyucusudur ve Tanrıça Selket tarafından korunurdu.
Qetesh - Aşkın ve güzelliğin Tanrıçası. Aynı zamanda doğa Tanrıçası olarak da tanınmaktaydı.
Ra - Hermopolis güneş Tanrısı. Atmaca kafalı bir insan olarak temsil edildi.
Satet - Nil suyu ve bereket Tanrıçası.
Seker - Işığın Tanrıçası ve yeraltından başlayan öbür dünyaya giden ölülerin ruhlarının koruyucusudur.
Sekhmet - Yıkım ve savaşın dişi aslan Tanrıçası.
Selket - Akrep Tanrıçadır. Büyüleri vardır. Kötü ruhlu insanlara ölüm verir.
Serapis - Yer altı dünyasının ve güneşin Helenistik Tanrısı.
Seshat - Ölçüm ve Yazma Tanrıçası.
Seth - Eski dönemlerde fırtına, gök ve gök gürültüsü Tanrısı. Kötü güçlerin etkisi altına giren Seth, kardeşi Osiris'i öldürdü ve Mısır'a sahip olmak istedi. Ama İsis, dağılmış parçalarından Osiris'i canlandırdı, ondan bir çocuk sahibi oldu. Oğulları Horus, Seth'i yenip babasının intikamını aldı ve Mısır'ın başına geçti. Osiris'e karşı çıktıktan sonra şeytani Tanrı olarak anılmaya başlamıştır.
Shu - Rüzgar ve havanın Tanrısı. Mut ve Geb'in babası. Yunan mitolojisindeki Atlas gibi gökyüzünü taşır.
Sobek - Timsahlar Tanrısı. Su Tanrısı olarak, aynı zamanda Nil'in yıllık taşmasını ve vadisinin gübrelenmesini sembolize etti.
Tavaret - (Tauret) Hamile kadınlara göz kulak olan hipopotam Tanrıçasıdır.
Tefnut - Nem ve bulutların Tanrıçasıdır. Nut ve Geb'in annesi. Bazı metinlerde kardeşi Şu ile beraber, Güneş'in doğuşundan itibaren gökyüzünü taşır.
Thoth - Bilgeliğin Tanrısı. Yazma, Akıl ve Ay Tanrısı özelliği ile anılmıştır. İbiş kuşu başıyla resmedilmiştir ve elinde bir dolmakalem ve her şeyi kaydettiği parşömenler vardır. Hiyerogliflerin ve simyanın onun insanlığa armağanı olduğu söylenir. Yunan Tanrısı Hermes ile özdeşleştirilmiştir. Bir görüşe göre, Tarot kelimesi de Thoth'un adından türemiştir.
Uneg - Mısırlıların tarım Tanrısı
Unut - Kuş beyinli Tanrıça olarak anılmıştır.
Wepwawet - Eski Mısır'da çakal başlı savaş ve cenaze tanrısı. Asyut (Siut) bölgesinde Mezarlık Tanrısı olarak tapınılırdı. Yunanlar ona Ophois derlerdi.
Wosyet - Eski Mısır'da gençlerin koruyucusu olarak bilinen Tanrıça.
Zenenet - Hermonthis'in Tanrıçası.
Osiris
Eski Mısır dininde ölüler tanrısı.Bütün eskiçağ boyunca tanınmasını sağlayan bir efsanenin olan Osiris’in , eski inançların doğmasında büyük payı vardır.
Öbür Dünyanın Efendisi
Mısır Dininin Başlangıç yılları ve özellikle Osiris’le ilgili bilgiler bu tanrının başlangıçta eski mısır’daki tanrısal varlıklar arasında önemli bir rol oynamadığını gösterir.O zamanlar , toprağa bereket veren güçlerin cisimleşmesi ve bitkilerin tanrısı olan Osiris ‘ in etkisi, kısa sürede dinsel merkeze yayıldı ve buralarda öbür tanrıların yerini aldı , işlevlerini üstlendi. Busiri’te tanrı-kral olan Anceti’nin yerine geçti.Helipolis’te , tanrılar topluluğuna katıldı ve isis’i kendisine kız kardeş ve eş olarak aldı.Memphis’te kendisini , tanrı Ptah’ın ölümle ilgili bir niteliğiyle özdeşleştirerek ölüler tanrısı oldu. Abidos’ta , ölülerin efendisi ve yer altı gömütlerinin yöneticisi olan Khentamentiu’nun nüfuzunu yok ederek onun yerini aldı ve yer altı tanrılarının en büyüğü oldu.Abidos’un efendisi ve her ölünün önünde hesap vermek zorunda olduğu tanrıydı.
Yargılama lehte sonuçlanırsa , ölüde artık bir Osiris olacak ve tanrı kendisine sonsuzluk krallığında ölümsüzlük verecekti.
Osiris’in çeşitli yönlerini bağdaştırmayı reddeden halk mitolojisi , bu tanrı çevresinde bir efsane yarattı: Bu efsaneye göre Osiris , ölümle karşılaşan bir insan kişiliğindeydi.
Nefertiti
Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton) eşi, Firavun Tutankhamun'un kayınvalidesidir. Adı "güzelik geliyor" anlamındadır. Nefertiti yasadığı dönemin en güçlü kadınlarından biriydi. Özellklede Mısır'da. Çünkü Nefertiti kocası Akhenathon yani firavunla aynı düzeyde bulunuyordu. Hatta firavunun uygulaması gereken cezaları ya da yapması gereken işleri yapabilme yetkisi vardı. Bu durumdan halk ve din adamları hiç memnun değildi, çünkü bu Mısır'da alışkın olunan bir uygulama değildi. Tahtta çok uzun süre kalamadıklarından dolayı bu memnuniyetsizlik uzun sürmedi. Akhenaton saraya yayılan salgın bir hastalıktan öldü. Nefertiti de bir süre tahtta kaldı ve yaşama veda etti.
Mısır Tanrı ve Tanrıçalarının Betimlemleri
TANRI RA
TANRI ANUBiS
TANRI HORUS
TANRI MAAT
TANRI NABUKED NAZAR
TANRI OSiRiS
TANRI THOTH (Ölüm Tanrisi- Azrail)
TANRILARIN AiLE SOY AĞACI
--------------------
Kaynak :
wikipedia
Cennet ve Cehennem Hakkında Bilgiler
CEHENNEM ATEŞİ VE AZABI
Ateş, insan cismine çok büyük acı ve ızdırap verdiği için ahirette kâfir ve münâfıkların cezası ateşle verilecektir. Böylelikle Cehennem, Allah'ın tutuşturulmuş ateşinin ismidir,
İşte Cehennem'in en açık vasfı ateş olduğu için bazen, Cehennem yerine ateş manasına "nâr" kullanılır:
"Şüphesiz ki münâfıklar nâr'ın en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın."
(Nisâ, 145).
Cehennem'de görülecek azabın miktar, şiddet ve şekillerini ancak Allah ve Rasûlü'nün bizlere bildirmesiyle ve bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz.
Kur'an-ı Kerîm'de belirtildiğine göre;
a-Cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatır:
"Cehennem inkâr edenleri şüphesiz çepeçevre kuşatacaktır."
(Tevbe, 49)
b-Cehennem ateşi sönmez:
"Biz sapık kimseleri kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Varacakları yer Cehennem'dir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız. "
(İsrâ, 97)
c-Cehennem dolmak bilmez:
"O,gün Cehennem'e: "doldun mu?"deriz. O! " Daha var mı?" der. "
(Kaf, 30)
d- Kaynarken çıkardığı ses:
"Rablerini inkâr eden kimseler için Cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür. Oraya atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. İçine her bir topluluğun atılmasında bekçileri onlara: "size bir uyarıcı gelmemiş miydi" diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir uyarırı geldi; fakat biz yalanladık ve Allah hiç bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içerisindesiniz, demiştik " derler. "
(Mülk, 6-9)
e- "Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır. "
(Mü'minün, 104)
f- "Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. "
(Mü'min, 70-72).
g- İnkâr edenlere ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler, her defasında oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine "yakıcı azabı tadın"denir.
(Hâcc, 19-22).
h- Derileri yandıkça azabı tatmaları için yeniden başka derilerle değiştirilir.
(Nisâ, 56).
i- Ölümü isterler fakat azabları devamlıdır, ölmezler.
(Zuhruf,74-77; Fatır,36).
Peygamberimizin (sav) ifadesine göre:
"Cehennem ateşi (miktarca ve sayıca) dünya ateşleri üzerine altmış dokuz derece fazla kılınmıştır. Bunlardan her birinin harareti bütün dünya ateşinin harareti gibidir. "
Cezalar, işlenen suçlar cinsinden olacaktır. Dilleriyle suç işleyenlerin cezaları dillerine; elleriyle günah işleyenlerin cezaları ellerine vs. tatbik edilecektir.
CENNET ŞU ANDA VARMI ?
Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder:
"Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. "
(Âli İmrân, 133)
Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."
"Cennet bana yaklaştı, o kadar ki, eğer cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini size getirebilecektim."
CENNET'in GÜZELLİKLERİ
Kur'an'da Cennet'in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (1), güzel meskenler (2)
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (3)
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet'te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (4)
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir. Sizin için orada çokmeyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (5)
"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur" (6)
4- Cennet'te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmiş. "Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir" (7)
"Onlar Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler: Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)." (8)
5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet'i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet'teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir etmiştir: (9)
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger.
* (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.
* Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder.
* Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar.
* Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk.
* Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
* Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta şeffâf kupalarla dolaşılır ki ölçüsünde tavin ve takdir ederler.
* Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir.
* Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
* Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
* Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır.
* Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir.
Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. "
Cennet'in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadisin ifade ettiği durumdur:
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
"Salih kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım."
Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder.
Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır. Çoğulu Cinân ve Cennât`tır.
Kur`an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur`an-ı Kerîm`de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va`dolunan, gördüğünüz şu Cennet`tir ki, O, Allah`ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah`a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir. " (Kâf, 50/31-33).
"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmayarak Cennet`e, çok esirgeyici Allah`ın kullarına gıyâben va`d buyurduğu Adn Cennet`lerine gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet`tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî olanları vâris kılacağız. " (Meryem, 18/60-63).
Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. Kur`an`da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı." (Tâhâ, 20/76).
Kur`an`da Cennet`in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (ez-Zümer, 39/20), güzel meskenler (et-Tevbe, 9/72)
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (er-Rahmân, 55/58-54)
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet`te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21).
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet`tir. Sizin için orada çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (ez-Zuhruf 43/71-73).
"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur" (Saffât, 37/47).
4- Cennet`te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah`a sokacak söz işitilmez. "Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir" (el-Hicr, 15/47-48).
"Onlar Cennet`te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler: Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)." (el-Vâkıa, 56/25-26).
5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet`i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet`teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir etmiştir:
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet`i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet`teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. " (el-İnsan, 76/11-22).
Cennet`in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadis*in ifade ettiği durumdur: Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih kullanım için ben, Cennet`te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım." (et-Tâc, el-Câmiu li`l-Usül, fî ahâdisi`r-Rasul, V, 402).
Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet`in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder (et-Tâc, aynı yer).
Ehl-i Sünnet inancına göre mü`minler Cennet`te Allah`ı görecekler, bu onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna "Rü`yetullah*" denir. Bu hususta Kur`ân-ı Kerîm`de: "O gün Rablerine bakan ter-ü tâze (ışık saçan) yüzler vardır. " (el-Kryame, 75/22-23) buyrulur. Rasûlullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: "Siz gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz. Onu görmekte haksızlığa uğramıyacak, izdihâma düşmeyeceksiniz. " (Buhârî, Mevâkıt 16, 26). Suheyb (r.a.)`ın rivayetine göre Peygamber (s.a.s.): "iyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyâde (Allah`ı görmek) vardır. " (Yunus, 10/26), ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Cennetlikler Cennet`e girdiği zaman Allah (c. c.) şöyle buyuracak: " Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" Cennetlikler de Şöyle derler: "Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet`e koymadın mı, bizi Cehennem`den kurtarmadın mı? (o yeter)." Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: "Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz. " (Müslim`in rivayeti, et-Tâc, V, 423).
Müminlerin Allah`ü Teâlâ`yı Cennet`te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur`an ve Sünnet`te bildirildiği için kesinlikle böyle inanırız. Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder: "Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet`e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. " (Âli İmrân, 3/133).
Enes b. Mâlik (r.a.)`den rivayet olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu. " (Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, II, 483).
Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer cür`et edeydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim. " (Aynı eser, II, 713).
Bu Hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmış olup hâlen mevcuttur.
Cennetlikler: Kur`an ve Sünnet`te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler Cennet`e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen Allah`a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet`te gerçekleşir: "Takva sahipleri, elbette Cennet`lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller. " (el-Hicr, 15/45-48).
Kur`an-ı Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe inananların, Allah`ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların Cennete gireceklerini bildirmektedir. (el-Meâric, 70/23, 24, 25, 26, 27, 29, 33). Ayrıca Cenâb-ı Hakk`ın rızasını dileyerek sabredenlere (er-Ra`d, 13/20, 21, 22, 23); şükredenlere (el-Ahkâf, 35/15-16) yürekten tövbe edenlere (et-Tahrim, 66/8); Allah yolunda canını feda eden şehitler (el-Bakara, 2/154) ve Allah`a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah`ın ölçüsünde Allah`a yönelenlere" (Kaf, 50/31-34) içinde ebedî kalınacak Cennet`e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur`an ayetlerinden bazılarında şöyle buyrulur:
"İman edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol Cennetler`e hidâyet buyurur. Bunların, Cennet`te duâları: Allah`ım, seni tesbih ve tenzih ederiz. sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep selâmdır. Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler, âlemlerin Rabbine mahsustur." gerçeğidir" (Yunus, 10/9-10).
"Kim de O`na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler var. "
" Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle Cennetler` de ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır" (Tâhâ, 20/75-76).
"İmran b. Husayn (r.a.)`dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 40). Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir. Çoğu insan mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennet`e ilk giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed (s.a.s.)`in ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi hesap ve ikap görmeksizin ilk olarak Cennet`e girecektir. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 41-43).
Hadislerden öğrendiğimize göre (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 845). Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar Cennet verilecektir. Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet`tir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 264-275). Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet`in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah`ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem`de ceza gördükten sonra Cennet`e girecektir. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a.)`ın Hz. Peygamber (s.a.s.)`den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah`dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)`in, Allah`ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem`i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)" (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IV 271).
Ehl-i Sünnet ve`l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah`ın izniyle mutlaka Cennet`e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.
Cehennem İle İlgili İlginç Bilgiler
Cehennem pek çok dinde günahkâr olanların kalacakları azaplı bir yer olarak bilinmektedir. İslam dininde de cehennem Kur’an-ı Kerim’de ve hadisi şeriflerde anlatılmıştır. İnsanların öldükten sonra işlemiş oldukları günahlardan dolayı azap görecekleri ahiret yurdu olarak bilinen cehennem farklı adlarla da anılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de cehennem yerine sair, haviye, nar gibi alevi, ateşi, dumanı ve sıkıntılı hayatı anlatan kelimeler kullanılmıştır.
Cehenneme Kimler Girecektir?
Cehennemin en alt tabaksı denilen yere münafıklar yani İslam’a inanmış gibi görünüp de Müslüman olmayan kişiler girecektir. Allah’a inanmayan kâfirler ve Allah’a şirk koşan müşriklerde buraya gireceklerdir. İslam dinine göre cehenneme inanan ancak çeşitli günahlar işleyen kimselerde girecektir. Bu kimseler günahlarının cezasını çekip tekrar cennete gireceklerdir.
Cehennem Nasıl Bir Yerdir?
Cehennem insanların ve taşların yakıt olarak kullanıldığı bir yerdir. Hatta bazı alimler cehennemin yakıtı olarak nohut büyüklüğü kadar olan taşların insanın beynini fokurdatacak kadar ateşli olduğunu söylemişlerdir. (1)
Cehennem cennetin aksine kötü bir konaktır ve orada dikenden döşekler vardır. Burada hiçbir insan bulunmak istemez. Dikenli döşekler dinlenmek isteyenlere batar. (2)
Cehennem ehli olan kişiler uzun uzun sütunlara bağlanır. Üzerlerine ise ateş salınır. İnsan derisi cehennemde yandıkça yenilenir ve yeniden yanar. (3)
Cehennemde acıkan kişilere kuru dikenler verilecektir. Susayan kişilere ise kan ve irinden oluşan sıvılar verilecektir. Zaten cehennem ateşinden yanan kişiler ise bunları yiyip, içtiklerinde ferahlama yerine içten içe parçalanacaklardır. (4)
Cehennemde yanan kişilerle ilgilenen ve onlardan mesul olan melekler vardır. Bunların en büyüğü Malik’tir. Cehennem ile görevli olan melek sayısı ise 19’dur. (5)
Cehennem melekleri buraya gelenler için sert tabiatlıdırlar. Allah’ın emrettiğinden başkasını yapmayan bu melekler iri gövdelidirler ve Allah’ın dediklerine, azabına karşı başkaldırmazlar. (6)
Cehennemde zakkum adı verilen bir ağaç vardır. Bu ağacın özelliği her dalında şeytan yüzüne benzeyen meyvelerin olmasıdır. Cehennem ehli bunlardan yemek ister ancak korkusundan koparamaz. Yediğinde ise içinde ateşler savrulur. (7)
Cehennem ehli cehennemde çektikleri acılardan dolayı inim inim inlerler. Hiç kimse onlara yardım etmez ve onlara ortak koştuklarının ve inandıkları batıl tanrılarının onlara yardım etmesi söylenir. Orada kimse kimseye yardım edemeyecek kadar acizdir. (8)
Cehennem ehli sürekli yok olmak ister. Çünkü üzerlerine dökülen kaynar sular ile derileri, karınları, bütün organları tek tek erir. İçleri yananlar kanlı, irinli sular içmek ister ancak o sularda yutulamaz. (9)
Cehennemde cennet gibi çeşitli kapılardan oluşur. Her kapıdan farklı bir grup girer. Bütün grupların günahları farklı farklıdır ve günahlarının dereceleri vardır. Cehennemin en alt tabakasında münafıklar bulunur. Çünkü onlar hem Allah’a inanmayarak kafir olurlar. Hem de Allah’a maddi çıkarlarını ortak koşarak müşriklerden olurlar. Cehennem sadece insanlar için değil aynı zamanda bizler gibi ümmet olan cinler içinde yaratılmıştır. Yani cennete ve cehenneme de girebilecek cinler vardır. Cehennemin en az azap görecek olan katı cehennem adı verilen kattır. Burada ise Hz. Muhammed’in ümmetinden olan kişiler çeşitli günahları yüzünden hesaba çekilirler. Cehennemin 2. ve 3. katında ise Yahudiler ile Hristiyanların yanacağı söylenmektedir. Cehennem ile ilgili olarak Hz.Peygamberin hadisi şeriflerinde de Kur’an-ı Kerim’i destekleyen açıklamalar vardır.
----------------
Cehennem yedi tabakadır, kâfirler durumuna göre tabakaların birinde azap görecektir.
Feraid-ül fevaid kitabında buyuruluyor ki:
Cehennem yedi tabakadır. Birbirinin altındadırlar. Her tabakanın ateşi, üstündekinden daha şiddetlidir. Günahı affedilmemiş olan müminler; birinci tabakada günahları miktarı yanıp, sonra Cehennemden çıkarılarak Cennete götürüleceklerdir.
Diğer altı tabakada çeşitli kâfirler sonsuz yanacaklardır.
Cennet ve Cehennem şimdi mevcuttur. Bazı âlimlere göre, Cehennemin nerede olduğu kesin bilinmemektedir. Bazılarına göre, yedi kat yerin altındadır. Arz küresi, güneş ve bütün yıldızlar birinci sema [gök] içinde olduklarına göre, yeryüzünün neresinde olursak olalım, yedi kat yerin altında sema vardır. Cehennemin yedi kat semadan birisinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Her Müslüman bilir ki, ilk insan ve bütün insanların babası olan Hazret-i Âdem, yıllarca Cennette yaşadı. Yasak ağaçtan yiyince, dünyaya indirildi. Bu hususta Kur'an-ı kerimde birçok âyet-i kerime vardır. Mesela Bekara suresinin 35 ve 36, Araf suresinin 17. âyet-i kerimesinden 27. âyet-i kerimesine kadar. Taha suresinin 117-119. âyet-i kerimeleri bu hususlardan bahsetmektedir. Kur'an-ı kerimde ayrıca müminler için Cennetin, kâfirler için de Cehennemin hazır vaziyette beklediği bildiriliyor:
(Takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan Cennete koşun.) [Al-i İmran 133]
(Kâfirler için hazırlanmış olan Cehennem ateşinden sakının!) [Al-i İmran 131]
Peygamber efendimiz de, Miraca gidince, Cennet ve Cehennemi de gezdi. Gördüğü şeyleri anlattı. Bunlardan birkaçı şöyle:
(Cennete girdim. İnciden kubbeler gördüm.) [Müslim]
(Miraca çıktığım zaman Cennetin kapısı üzerinde "Sadakanın sevabı on, ödünç vereninki ise on sekiz mislidir" yazılı olduğunu gördüm.) [İbni Mace]
(Miracda Cehenneme baktım. Kokmuş leşler yiyenler gördüm. Bunların kim olduğunu sordum. Cebrail aleyhisselam, "Bunlar, gıybet etmek suretiyle insanların etlerini yiyenlerdir" dedi.) [İ. Ahmed]
Cennet nerede?
Sual: Cennetin bildiğimiz gezegenlerden birinde olacağı mümkün müdür?
CEVAP
Bugün bildiğimiz bütün yıldızlar ve gezegenler birinci kat semadadır. Semalar ise yedi kattır. Diğer katların ise bilinen bu semadan çok büyük olduğu bildirilmiştir. Cennet hakkında Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bilgi vardır. Cennetin genişliğinin yer ile göğün genişliği kadar olduğu Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. (Hadid 21)
Bu durumda Cennetin gezegenlerde olması mümkün değildir. Cennet daha yukarı semalardadır. (Deylemi)
Sekiz Cennet
Sual: Sekiz Cennetin isimleri nelerdir?
CEVAP
1- Dâr-i celal,
2- Dâr-i karar,
3- Dâr-i selam,
4- Huld,
5- Meva,
6- Adn,
7- Firdevs,
8- Naim.
Cennet Cehennem şimdi vardır
Sual: Din adamı sanılan biri, (Şimdi Cennet Cehennem yoktur) diyor. Cennet şimdi yok mudur? Peygamber efendimiz Miraca çıkınca Cenneti Cehennemi görmedi mi?
CEVAP
Cennet Cehennem yok diye ne bir hadis-i şerif, ne de bir İslam âliminin sözü vardır. Aksine, Cennet ve Cehennemin şimdi var olduğu bildirilmektedir. Din kitaplarında deniyor ki:
Cennet ve Cehennem şimdi vardır. Cennet, yedi kat göklerin üstündedir. Cehennem, her şeyin altındadır. Sekiz Cennet, yedi Cehennem vardır. Cennet, yer küresinden ve Güneş’ten ve göklerden daha büyüktür. Cehennem de Güneş’ten büyüktür. (Herkese Lazım Olan İman, Miftah-ül-Cennet)
Resulullah efendimiz, Miracda, Cenneti, Cehennemi ve daha başka yerleri gördü. (Mevahib-i Ledünniyye)
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde olarak Kürsî, Arş ve ruh âlemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü. Gözsüz, kulaksız, vasıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. (S. Ebediyye)
Cennet ve Cehennemle ilgili hadis-i şeriflerden ikisi şöyledir:
(Bir Cennet kadını dünyaya baksa, misk kokusundan yeryüzü dolar ve yüzünün nuru güneş ve ayın ziyasını bastırırdı.) [İbni Mübarek]
(Cehennemden bir kıvılcım dünyaya düşse, sıcaklığının şiddeti ve pis kokusu Doğu ile Batı’yı kaplardı.) [Râmuz]
Kaynaklar
(1)Tahrim Suresi, 66/ Bakara Suresi, 24
(2)Al-i İmran Suresi, 12/ Ra’d Suresi, 18
(3)Hümeze Suresi, 8-9
(4)Ğaşiye Suresi, 6-7
(5)Müddesir Suresi, 35-36
(6)Tahrim Suresi, 6
(7)Vakıa Suresi, 52-53
(8)Mü’min Suresi, 50/ Fatır Suresi, 37
(9)Hac Suresi, 20/ Furkan Suresi, 14/ Secde Suresi, 20
Cennette Erkeklere Huri Bayanlara da Gılman Verilmesi Hakkinda Bilgi
Cennette erkeklere huri verildiği gibi bayanlara da gılman mı verilecek?
Kur'ân-ı Kerim'in sadece bir âyetinde geçen "gılman" tâbiri vardır. 52. Sûre olan, Tûr Sûresi 24. âyetinde :
"Etraflarında, sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz gılmanlar dolaşır."
Sözlükte "çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmetçi" anlamına gelen "gulâm" kelimesinin çoğulu olan "gılman", anlaşıldığı kadarıyla, Allah'ın ( c.c) mü'min kulları için özel yarattığı ve vazifesi sadece hizmetkârlık olan cennet gençleridir. Onlar cennet ehline yiyecekler ve içecekler sunarlar ve bu vazifeyi görmekten mutluluk duyarlar.
Fani hayatın sona ermesinden sonra ebedî bir saadet başlayacak. Orada Allah'ın rahmeti, lütuf ve ihsanı bütün haşmetiyle tecelli edecektir. İşte bu ebedî saadetin ve sonsuz nimet ve güzelliklerin merkezi cennettir. Cennet hem mü'min erkeklerin, hem de mü'min kadınların nimetler içinde yüzdüğü bir mekândır. Yani cennetin nimetlerinden erkekler kadar kadınlar da istifade edecek, bütün nimet ve ihsanlar her iki cinse de verilecektir.
Cennet ve cennetlikler en güzel ve tatlı bir şekilde Kur'ân'da anlatılır. Çoğu yerde mü'min erkeklerle birlikte, mü'min kadınlar da zikredilir. Meselâ, Tevbe Sûresinin 72. âyetinin meali şöyledir :
"Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara devamlı kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn Cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası için en büyük mükâfattır. İşte büyük kurtuluş budur."
Cennetlikler ve cennet nimetleri Kur'ân'da anlatılırken cennet ehli için "müttekiler ( Allah'tan hakkıyla korkanlar)" ifadesi geçer. Bu kelime hem erkekler hem de kadınlar için müşterek kullanılır. Biri öbüründen ayırd edilmez, ayrı tutulmaz.
Hadis-i şeriflerde geçen ifadeler de hem erkekler, hem de kadınlar içindir. Bütün müjdeler, taltifler, nimetler, ikramlar herkese aynıdır. Bir hadisin meali şöyle :
"Cennet ehli cennete girdiklerinde bir vazifeli şöyle seslenir : 'Şüphe yok ki, siz cennette ebedî yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Hastalanmayacak ve devamlı sıhhatli bulunacaksınız. Sonsuz nimetlere mazhar olacak ve hiçbir zaman hüzün ve keder görmeyeceksiniz.' "1
Başka bir hadis-i şerifte de cennet ehlinin bir hâli şöyle anlatılır :
"Muhakkak, sizden biriniz cennetin en alt derecesinde bulunsanız bile, ona Allah'ın emri ile melekler tarafından, 'Gönlünden geçenleri iste!' denir. O da devamlı temenni eder durur. Bunun üzerine ona, 'Kalbinden geçenleri tamamen temenni ettin mi?' diye sorulur. 'Evet' cevabı verince, 'Muhakkak temenni ettiğin şeyler bir misli fazlasıyla sana verilecek' denir."2
Esas itibariyle cennetin nimetleri hem erkek, hem de kadın mü'minler için müşterek iken, bazı hususlarda her iki cins de birbirlerinden üstünlüklere sahiptirler. Bu üstünlüklerin bir kısmı erkeklere mahsus iken, büyük bir kısmı da kadınlara mahsustur. Kur'ân'da cennetlik kadınlar "Ezvâcün mutahharatün" yani "temiz kadınlar" olarak vasfedilir. Bu ifadenin içinde şu mânâlar saklıdır : Cennet kadınlara mekân ve meskendir. O kadınlar o yüksek cennette lâyıktırlar. Aynı zamanda cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların güzellikleri de artar. Ve cennet onlarla güzelleşir ve süslenir.3
Yani cennetlik kadınlar, cennetin güzelliğine güzellik katmakta, Allah'ın ebedî yurdunu süsleyen canlı bir unsur olmaktadır. Bu "mutahharatün ( temiz)" ifadelerinden ayrıca şu mânalar çıkıyor : "Dünya kadınları cennete girdikten sonra kötülüklerden, kıskançlık ve benzeri çirkin huylardan arınacaklar, içleri de dışları gibi berrak ve ter temiz olacak. Güzellikte hurileri geçecekler."
Peygamberimiz ( asm) cennetlik kadınları şöyle anlatır :
"Onların vücutlarının güzelliği ile letafetinden dolayı her birinin baldırındaki kemiğin iliği etinin üstünden görünür. Onların aralarında ne ihtilâf vardır ne düşmanlık ne de çekememezlik."4
Yani cennet ehli kadınlar güzellikte o kadar ileride bulunuyorlar ki, sadece bir tek tırnağı dünyaya görünse güneşin ışığını kapatacak kadar parlaklıkta olan hurilerden daha güzel olacaklar. Bir kadının bundan daha güzel bir şey tahayyül etmesi mümkün müdür?
Cenab-ı Hak hem erkek, hem de kadın mü'minlere kalblerinden geçenlerin bir misli fazlasını vereceğine göre, nimet ve ihsanın derecesini siz düşünün. Artık bu kadar lütuf ve ikramdan sonra "Allah, cennette bir erkeğe çok sayıda huri veriyor da cennet ehli kadınlara neden böyle bir imkân verilmiyor?" denmez. Cennette "yok yoktur." Allah, insan fıtratına en uygun şekilde her türlü nimet ve ihsanı verecek, kimseyi mahrum bırakmayacaktır.
Esas mesele Allah'ın rızasına nail olmak, ebedî saadete liyakat kazanmak, fâni dünyadan imanlı olarak ayrılıp, cennetin kapısına ulaşabilmektir.
--------------------
Cennette evlilik nasıl olacaktır? Cennette verilecek huri ve gılman hakkında bilgi verir misiniz?
Cennette günah işlemek mümkün mü? Veya dünyada günah olan bir fiil cennette caiz olabilir mi?
Her yönüyle nezih ve temiz olan, sadece temiz, iyi ve güzel şeylerin toplandığı bir mekân olan cennette, dünyada günah addedilen şeylerin bulunması söz konusu değildir.
“Cennetlikler cennette ne bir boş söz ne de günah işitmezler.” ( Vâkıa, 56/25),
“Orada boş sözler ve yalan işitmezler.” ( Nebe’, 78/35)
ayetleri, cennette, değil günah sayılan fiillerin işlenmesi, günah şeylerden bahsedilmesinin hatta boş, manasız, malayani sözlerin konuşulmasının bile söz konusu olmadığını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Müttakiler dünyada iken Allah’ı görmedikleri halde bu tür fiillerden şiddetle kaçınırken, cennette her an Yüce Rablerinin huzurunda olduklarını müşahede ettikleri halde, dünya hayatında Allah’ın gazabını celbeden ve çeşitli kavimlerin helâkine sebep olan bir takım çirkin fiilleri ve bu fiilleri çağrıştıracak şeyleri işlemeleri asla düşünülemez.
Cennette dünyada günah addedilen bir takım çirkin fiillerin mübah olduğu düşüncesinde olan kimselere göre, bu fiiller hoş şeyler olup cennette ulaşacağı, şimdiden hayal edilebilecek fiillerdir.
Böyle bir kimse, bu tür büyük günahları basit görecek, bu fiilleri dünyada iken işleyenlere sadece,, aceleciler nazarıyla bakacaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de cennet hurilerinin cinsel yönüne işaret eden,
“Onlara kocalarından önce hiç bir insan ve cin dokunmamıştır.” ( Rahmân, 55/56),
“Biz o cennet kadınlarını ashab-ı yeminden olan kocalarına düşkün bakireler kıldık.” ( Vâkıa, 56/36-38 )
gibi ifadeler bulunurken, ne âyetlerde ne de hadis-i şeriflerde gılmanın cinselliğini çağrıştıran herhangi bir ifade yoktur. ( Bursevî’nin izahına göre, Cennet çocuklarının sadece saçılmış incilere benzetilip, bu teşbihe ilaveten hurilerin saklı yumurtalara da benzetilmesinde cennet çocuklarından faydalanmanın hurilerin aksine sadece dış görünüşleriyle ( zahirleri) itibarıyla olduğuna ( dünyada olduğu gibi gönle sürur ve neşe katmalarına) işaret vardır. Çünkü hurilerin benzetildiği saklı beyaz yumurta rengin beyazlığıyla beraber tatma lezzetini de ifade eder. Buradan cennette livata olmadığı, böyle bir şeyi caiz görenin iddiasının batıl olduğu anlaşılır. ( Ruhu’l-Beyân, IX, 321; X, 273)
Âyet ve hadislerin ışığında vildân ve gılman kelimelerini incelediğimizde, bu kelimelerin -kadın ve erkek- cennetliklere ait, cennet çocukları ve hizmetçileri için kullanıldığını görürüz.
Kur’an-ı Kerim’de geçen VİLDAN kelimesi hangi manada kullanılmıştır? ĞILMAN dan farkı nedir?
“Cennetliklerin etrafında, ebedî kılınmış vildân ( çocuklar) dolaşıp hizmet ederler.” ( Vâkıa, 56/17) ve,
“Etraflarında, ebedî kılınmış vildân ( çocuklar) hizmet için dolaşır durur. Onları gördüğünde, etrafa saçılmış inciler sanırsın.” ( İnsân, 76/19)
ayetlerinde geçen vildân kelimesi, çocuk doğurma ve çocuk sahibi olma manalarına delalet eden v-l-d kökünden gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de bu kökten gelen pek çok fiil ve isim kullanılmıştır. ( velede, yelidu, elidu, vulide, yuled; veled, evlad, valid, valide, valideyn, velid, mevlud, vildan.)
Bunlardan biri olan vildân, velîd’in çoğulu olup ( Maverdî, V, 450; Râzî, XXIX, 131) mevlud ( doğurulmuş) manasındadır.
Fakat, mevlud olmalarından sarf-ı nazarla ( ana-babalarına nisbeti düşünülmeksizin) küçük çocuklar için kullanılır olmuştur. ( Râzî, XXIX, 131) Velid’in ise, doğumu yaklaşmış çocuk için kullanıldığı söylense de ( Bursevî, X, 273) bebek manasına geldiği daha açıktır.
Çünkü âyette Hz. Musa ( as)’nın bebeklik dönemi için kullanılmıştır. ( Şuarâ, 26/18 ) Bu kelime hem kız hem de erkek çocukları için kullanılır. Lügatlerde velid’e, sonraki dönemlerde bu kelimeye izafe edilmiş ikinci ve üçüncü mana olarak köle ve genç hizmetçi manaları da verilmiştir. ( bk. Kuraşî, Kamus-i Kur’ân ( veled maddesi), el-Mu’cemu’l-Vasit ( veled maddesi)
Vildân kelimesi, ele alacağımız iki âyet dışında, üçü Nisâ ( 75, 98, 127. âyetler), biri Müzzemmil ( 17. âyet) sûrelerinde olmak üzere dört âyette daha geçmektedir. Müfred şekli olan velid ise bir âyette ( Şuarâ, 26/18 ) geçmektedir.
Nisâ sûresindeki üç âyetten ilk ikisinde vildân kelimesi mustaz’aflar ( Mekke’de zor durumda bulunan hicret edememiş Müslümanlar/ mustaz’afine mine’r-ricali ve’n-nisai ve’l-vildân) içinde, üçüncüsünde de yine yetim kadınların yanında çaresiz çocuklar manasında ( el-müstaz’afine mine’l-vildân) üçüncü grup olarak zikredilir. [Mehmet Çakır, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçesi isimli meâlinde Nisa, 127. ayete “Kur’ân’da çaresiz erkek çocuklar için de fetvalar var…” şeklinde mana vermiş, ayetteki vildan’a erkek çocuklar manası vermiştir. Bu eserin tenkidini yapan Akdemir’in de belirttiği gibi, ( bk. Hikmet Akdemir, “Kur’ân-ı Kerim ve Türkçesi” adlı Çeviriye Dair Bazı Değerlendirmeler” Marife, yıl : 5, sayı : 2, s. 91) ayetteki vildan kelimesi tağlib yoluyla kız çocuklarını da içine almaktadır . Dolayısıyla vildanı mutlak manada çocuklar olarak çevirmek daha doğrudur.]
Müzzemmil sûresinde ise kıyametin dehşeti anlatılırken zikredilir :
“İnkâr ettiğiniz takdirde, çocukları ( vildân) ihtiyarlatan bir günden nasıl korunacaksınız!?” ( Müzzemmil, 73/17).
Vâkıa, 56/17 ve İnsân, 76/19. âyetlerdeki vildân kelimesine verilen manalara göz attığımızda ise şunları görüyoruz : Çocuklar, cennet çocukları, evladlar, gencecik uşaklar, gençler, civanlar, delikanlılar, hizmetçiler, genç hizmetçiler, genç nedimler, gençlikler.
Görüldüğü gibi bu âyet hakkında da benzer meâller söz konusudur. Bu meâller içinde bizce en isabetli olanları çocuklar veya cennet çocukları ifadeleridir. Çünkü vildân kelimesinin çocuklar manasına delaleti açıktır.
Özetle, "vildân"ın manasının çocuklar olduğu hususunda ihtilaf söz konusu değildir.
"Ğılmân" kelimesi erkek çocuklar için kullanıldığı, "ğılmânun lehum" ifadesi malikiyet manasında alınarak, “onlara ait olan ğılmân” manasını ihtiva ettiği ve hadislerde de cennetliklerin çok sayıda hizmetçileri olacağı bildirildiği için, bu çocukların cennette hizmet için yaratılmış oldukları düşünülebilir.
Vildân ise, hem erkek hem de kız çocuklarını kapsadığı ve kelime kök itibariyle doğumu çağrıştırdığı için bu çocukların cennetliklerin dünyada buluğ çağına ermeden vefat eden ve bunlara ilaveten bazı hadis-i şeriflerde dile getirilen, arzu ettikleri takdirde bir hamilelik sıkıntısı olmadan cennetlikler için yaratılan kendi çocukları olabilir… [Müfessirlerin ve İslam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre cennette tenasül/çoğalma yoktur. Ancak bazı rivayetlere göre dünya hayatındakinden farklı bir surette çocuk sahibi olma söz konusudur. Ebu Saidi’l-Hudrî’den nakledilen bir rivayete göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur : “Cennette mü’min, çocuk arzu ettiğinde, hamli, doğumu ve yaş alması bir anda oluverir.” ( Tirmizî, Cenne, 23; İbn Mâce, Zühd, 39; Dârimî, Rikak, 11; İbn Hanbel, III, 9)].
Bazılarına göre, cennette cinsel hayat vardır, ancak bunun sonucunda çocuk olmaz. Mücahid, Tavus ve İbrahim en-Nehai bu kanaattedirler. Nitekim Ebu Rezin el-Ukaylî Peygamberimizden şöyle rivayet etmiştir :
“Cennette cennet ehlinin çocukları olmaz.”
İshak b. İbrahim ve başkaları ise, yukardaki hadiste belirtildiği gibi, Cennette mümin, çocuk arzu ettiğinde istediği gibi, bir anda oluverir, ancak arzu etmez demişlerdir ( Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 104). Burada, “ancak arzu etmezler” kaydının hadisin devamı değil de, Peygamberimizin ifadesini nakleden İshak b. İbrahim ve başkalarına ait olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde böyle bir ifadenin ( hadisin) hiçbir manası olmaz. Olmayacak bir şeyi olacakmış gibi teferruatlı bir şekilde anlatıp ardından böyle bir şeyin olmayacağını söylemenin abes bir ifade olacağı açıktır. Çünkü mana öyle olsaydı, hamli, doğumu ve yaş alması kayıtlarına yer verilmez, sadece “istense olurdu” gibi bir ifade kullanılırdı. Ayrıca, eğer manasındaki in edatı yerine, kat’iyet ifade eden iza edatının kullanılmış olması da arzu edilenin olacağını göstermektedir. Dolayısıyla bizce böyle bir değerlendirme, cennet ehlinin çocukları olmayacağına dair rivayet esas alınarak yapılmış tekellüflü bir tevildir. Bu konudaki rivayetler şöyle cem edilebilir : Cennet bildiğimiz manada hamilelik vs. yoluyla bir tenasül yeri değildir. Dünyadaki gibi çocuk sahibi olma yoktur. Ancak istendiğinde bir anda çocuk sahibi olunabilir...
Bu durumda dünya hayatında çocukları olmasa da, bütün cennetliklerin, cennette diledikleri kadar çocuk sahibi olmaları söz konusudur.
Cennetlikler dünyadaki yaşlarına bakılmaksızın gençler sûretinde inşa olunacakları gibi, cennetlik çocuklar da, vefat yaşları ne olursa olsun çocukluğun en güzel çağında ana-babalarına ebedî bir eğlence, sürur kaynağı ve göz aydınlığı olmak üzere yeniden inşa edileceklerdir. ( Cennet çocuklarının farklı yaşlarda inşa edilmeleri de mümkündür. Çünkü çocukluğun her bir evresinin ayrı bir güzelliği ve tatlılığı vardır. Cennet çocukları için vildan ve ğılman kelimelerinin kullanılmasında bu duruma işaret edildiği de düşünülebilir. Böylece vildanın küçük ğılman ise daha genç çocuklar için kullanılmış olması muhtemeldir.)
Dünya hayatındaki en büyük manevî zevklerden birisi hiç şüphesiz sevimli, neşeli küçük çocuklardır. Bu durum, cennet hayatının en güzel yönlerinden birisinin bu çocuklar olacağına işaret etmektedir.
Cennet hizmetçilerinin çocuklar manasındaki ğılmân kelimesiyle ifade edilmesindeki hikmet nedir?
Cennetliklerin eşleriyle beraber olacakları ortamlarda, gençlerin yerine çocuk görünümlü hizmetçiler bulunması daha uygundur. Çocukların hizmeti daha rahatlatıcıdır. Çocukların hizmet için daha hareketli, enerjik oldukları da bir gerçektir. Ayrıca cennette yorulma olmayacağı, keza bütün işler zevkle yapılacağı için bu hizmet onlara asla ağır gelmeyecek, aksine bu işten büyük bir lezzet alacaklardır denilebilir.
Ğılmân ifadesinin, mahiyetleri bizce meçhul olan bu hizmetçilerin, bizim anlayış seviyemize uygun hale getirilmiş bir hitap şekli olduğu düşünülebilir…
Dolayısıyla bu hizmetçilerin ğılmân ( çocuklar) olarak isimlendirilmesi onların tamamen farklı bir mahiyet ve keyfiyette, erkek veya kadınlıktan, cinsiyet ve cinselliği çağrıştıran şeylerden, tamamen uzak bir görünüm ve tabiatte, sûret ve sirette yaratıldığına işaret sayılabilir.
Bizce cennetliklerin içecek kaplarının billur-gümüş ( kavarira min fıdda) olarak tavsif edilmeleri, bu kapların çok farklı bir keyfiyette olduğuna delalet ettiği gibi, bu kelime ( ğılmân) da, hizmetçilerin yaş ve cinsiyetinden çok, onların masumiyetini, çocuk görünümlü olduklarını, ama güç ve kuvvetçe hizmet için son derece elverişli kimseler olduklarını ifade etmektedir. İbn Abbas’ın, “Cennette dünyadaki şeylerin ancak isimleri vardır.” ( yani mahiyetleri çok daha farklı ve üstün niteliktedir) sözü de bu kanaatimizi desteklemektedir.
Vildan, eğer cennette dünyadan giden ergenliğe ulaşmadan ölen çocuklar ise, bunların anne babalarına hizmetçi yapılmaları nasıl açıklanabilir?
Âyetlerde, vildân’ın da cennetliklere hizmet ettiğinin belirtilmesinden hareketle, -vildân’ın cennetliklerin çocukları sayıldığı takdirde- bu durumun hizmet etmekle bağdaşmayacağı söylenebilir.
Bizce, bu çocukların ana-babalarına hizmeti ihtiyaçtan kaynaklanan bir durum olmayıp, nimetlerin onların eliyle sunulmasında ayrı bir tat ve güzellik olduğu içindir.
Hizmetçi kelimesinin zihinlerde çağrıştırdığı mana ile bu çocukların hizmeti arasında önemli farklar olduğu kanaatindeyiz. Bu çocukların hizmeti sıradan bir hizmetçilik değil anne ve babalarına olan sevgi ve düşkünlüklerini göstermeye yönelik bir hizmettir. Hizmetten çok bir nevi lezzettir. Bu hizmetle hem kendileri büyük bir zevk almaktadırlar hem de anne ve babaları.
Hareketsiz bir çocuğa karşın hareketli, enerjik çocuk daha sevimlidir. Çocukların hareketliliği, anne ve babalarının etraflarında dönüp durmaları, sağa sola koşuşmaları onların güzelliğine ve sevimli olmalarına ayrı bir güzellik katar.
Nitekim, İnsân, 76/19. âyette bu hizmetçi çocukların etrafa saçılmış incilere benzetilmesi, onların çokluğunu, meclis ve evlerde sürekli bir faaliyet, hareket ve çeşitli hizmetler içinde olduklarını ve keza renklerinin saflığını ve güzelliklerini ifade etmektedir. İncilerin dizili oldukları ipten sıyrılarak etrafa saçılmasıyla parıltılarının birbirine yansıması sebebiyle ayrı bir güzelliği, gönle hoş gelen, sürur veren ayrı bir özelliği vardır. Bilhassa altın veya ipek sergi üzerine saçılırsa çok daha güzel bir görünüm arz ederler. Sedefinden yeni çıkarılarak etrafa saçılan henüz el değmemiş, üzerine toz konmamış yaş ve taze olan incilerin sürur veren ayrı bir güzelliği vardır.
[Taberî, XII, 370; Maverdî, VI, 171; Zemahşerî, IV, 119; İbnu’l-Cevzî, VII, 219; VIII, 149; Kurtubî, XIX, 93; İbn Kesir, IV, 487; İbn Kayyım, Hadi’l-Ervah, s. 309; Bursevî, IX, 196; X, 273; Alûsî, XXVII, 34; XXIX, 161. Maverdî, bu teşbihin çocukların çokluğunu ifade ettiğine dair görüşün Katade; renklerinin saflığını, görünüşlerinin hoşluğunu ifade ettiğine dair görüşün ise Süfyan-ı Sevri’ye ait olduğunu belirtir ( a.y).]
Kur'an da geçen “…hiç el değmemiş hizmetçiler” mealindeki ayetleri nasıl anlamamız gerekir?
Tûr, 52/24. âyet,
“Hizmetleri için de kendilerine mahsus, hiç el dokunmamış, guya sedeflerinde gizlenmiş inciler gibi gılmanlar etraflarında devreder.”
( Bu meâlde muhtemelen, İbn Cubeyr’dan nakledilen ve İbnu’l-Cevzî, Bursevî ve Alûsî’nin tefsirlerinde yer alan cennet hizmetçilerinin, sadeflerinde saklı ( korunan) el değmemiş incilere benzetildiğine dair rivayetten faydalanılmıştır.) şeklinde olup “hiç el dokunmamış” ifadesi “inciler”’e ait bir sıfat olarak zikredilmişken, art niyetli biri tarafından ( Bu iddia ateizmi savunan bir internet sitesinde dile getirilmiş olup iddia sahibinin ismine yer verilmemiştir. Bu tür iddialar hakkında bilgi edinmek için, arama motoruna “gılman” yazarak karşılaşacağımız bazı sitelere bakılabilir.) gılmanların sıfatı olarak ele alınmış ve şöyle denilmiştir :
“Burada gılmanlar, yani genç oğlanlar hiç el dokunmamış olarak ifade edilmiştir.” Böylece, fitne arayan nazarlar bu ifadeyi arzu ettikleri şekilde anlamak istemişler, başkalarının eli değmemiş ama sahiplerinin eli değecek gibi yorumlamışlardır.
Halbuki el değmemiş ifadesi, saklı inciler ifadesini açıklamak için olup incilerin güzelliğini, saflığını belirtmek için yapılmış bir açıklamadır. Yani saklı ( sadefindeki) incilere ait bir sıfattır. Bu anlayışta her ne kadar kötü niyetli olmanın rolü büyük olsa da, meâlin maksûdu ifade etmede yetersizliği de ortadadır.
Bu âyette gılmanların cennetliklerin etrafında hizmet için dolaştıklarının belirtilmemesi de bu tür yanlış anlamalara kapı aralamaktadır. Bu hizmetçilerin sadeflerinde saklı incilere benzetilmeleri, onların saflığını, temizliğini, beyazlıklarını, güzelliklerini ve değerli olduklarını dile getirmek içindir. ( Taberî, XI, 492; Zemahşerî, IV, 24; Râzî, XXVIII, 218; Alûsî, XXVII, 34.) Ayette, “ğılmanuhum” değil de “ğılmanun lehum” denilmesinde şöyle bir nükte zikredilir : Eğer ğılmanuhum ( hizmetçileri) denilseydi, dünya hayatında bir kimseye hizmet eden kişi aynı kişiye cennette de hizmet edeceği endişesine kapılarak sürekli olarak o kimseye tabi olacağı düşüncesiyle mahzun olurdu. ( Alûsî, a.y). Cennette her şey nihâyet derecede güzel olduğu gibi bu hizmetçilerin de güzel olması tabii bir durumdur.
Cennette çok eşlilik nasıl olacak? Bu konu ile ilgili ayetleri nasıl anlamalıyız?
Örneğin, “… Ve onlara ( cennetliklere) orada ( cennette) temiz eşler vardır.” ( Bakara, 2/25) âyetinin tefsirinde Elmalılı’nın “cennetlerde tertemiz, pam pak çiftler, eşler, yani erkekler için zevceler, kadınlar için zevcler vardır” ( Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, tsz., I, 276.) ifadesi bazıları tarafından yanlış anlaşılarak erkeklere birden çok kadın ( huri) verildiği gibi kadınlara da birden çok erkek ( gılman) verileceği şeklinde değerlendirilmiştir.
Oysa burada anlatılmak istenen cennette kadın-erkek herkesin evli olması, temiz eşlere sahip olmasıdır. Erkekler ve kadınlar çoğul olarak zikredildiği için onların eşleri olarak zikredilen zevceler ve zevcler de çoğul olarak zikredilmiştir. Yani her erkeğin temiz zevcesi ve her kadının da temiz zevci vardır denmek isteniyor.
Bu ifade, bir öğretmenin yıl sonunda talebelere hitaben, “Şimdi karnelerinizi dağıtacağım.” demesi gibidir. Bu ifadeden bir talebeye birden fazla karne verileceği manası çıkmaz. Aksine her birine bir karne verileceği anlaşılır. Talebeler çoğul olduğu için karne de çoğul olarak zikredilmiştir. Bu tür ifadeleri yanlış anlamada, konu hakkında bilgi sahibi olmamanın rolü büyüktür.
Örneğin İslam hakkında bilgi sahibi olmayan bir kimse meâllerde, pek çok âyette geçen “rabbuhum” kelimesinin Türkçe karşılığı olan “rableri” ( Örnek olarak bk. Bakara, 5; Al-i İmrân, 169; Mâide, 66; En’âm, 1; A’râf, 77; Enfâl, 2; Tevbe, 21…) ifadesini okuduğu zaman, bu ifadeden onların birden çok rabbi olduğu zannına kapılabilir. Ama İslam’ın tevhid dini olduğunu bilen bir kimse asla böyle bir yanlış anlamaya kapılmaz ve bu meâldeki rableri ifadesinin o insanların Rabbi manasında olduğunu, yani çoğul ifadesinin Rabb’e değil de insanlara ( onlara) ait olduğunu derhal anlar.
Ayrıca âyetin siyak ve sibakından da gerçek mananın ne olduğunu anlamak zor değildir. ( Bu durum kelimenin Arapça aslıyla ilgili olmayıp Türkçe’nin yapısı gereği, “ler-lar” çoğul ekleri almasından kaynaklanmakta ve bazı âyetlerin çevirisinde bu tür problemlere sebep olabilmektedir. Bu konuda bk. Dücane Cündioğlu, Kur’ân Çevirilerinin Dünyası, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 32.) Ayrıca burada şunu da belirtelim ki, âyetteki ve-lehum fiha ezvacun mutahharatun ifadesinin açık manası erkeklere temiz zevceler verileceğidir. Ancak Elmalılı, erkekler için kullanılan hum zamirini tağlib olarak değerlendirerek kadınları da bu zamirin şumûlüne dahil etmiştir.
Cennette bir kadının bir tek kocası olacağına veya birden çok kocası olmayacağına dair açık bir delil var mı?
Bizce, böyle bir soruya açık bir şekilde “Evet, vardır!” cevabını vermek mümkündür.
Şöyle ki : Çeşitli hadis-i şeriflerde dünyada iken, kocasının ölmesi sebebiyle ikinci bir erkekle evlenmiş olan bir kadının cennette hangisiyle ( öncekiyle mi sonrakiyle mi?) olacağına dair Ümm-ü Habibe’nin Peygamberimize yönelttiği soruya karşın, Peygamberimiz, güzel ahlaklı olanla birlikte olacağını bildirmiştir.
Başka bir rivâyette ise, kadının dünyada evlendiği kimseler hakkında muhayyer bırakılacağı ve dilediği birisine eş olacağı bildirilmiştir. Diğer bir rivâyette de, son evlendiği kimsenin eşi olacağı ifade edilmiştir. ( Nitekim Hz. Muaviye, kocası ölen Ümmü’d-Derda ile evlenmek istediğinde, Ümmü’d-Derda bu teklifi kabul etmemiş ve gerekçesini şöyle açıklamıştır :
"Ebu’d-Derda bana, “Kadın cennette son kocasının olacaktır. Dolayısıyla benden sonra başkasıyla evlenme.” dedi." ( Rivayetler için bkz. Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 103).
Bu rivâyetler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kadının, güzel ahlaklı olan, kendisine karşı iyi davranan kocasını tercih edeceği açıktır. En son evlendiği kimseye eş olması ise, eşlerin her biri güzel ahlaklı olup, birini diğerine tercih edememesi durumu için söz konusu olabilir.
Burada bizim için önemli olan bu rivâyetlerin her birinin, cennette bir kadının birden çok erkeğin eşi olmayacağına, birden fazla erkekle bir arada olamayacağına dair açık delaletidir.
Çünkü eğer bir kadın cennette birden çok erkekle beraber olsaydı, öncelikle dünyada iken evlenip de kendisi gibi cennete girmiş olan dünyevî kocalarıyla birlikte olurdu. Kadının, o erkeklerden sadece birisinin eşi olacağının belirtilmesi, cennetteki evlilik hayatının sadece o erkeğe münhasır olacağının apaçık delilidir. Karşı iddiada bulunanlar, zannî bilgiler ve indî mütalaalar yerine sağlam deliller getirmelidirler.
Cennette Erkeklere Huri Verilmesi
Hem dünya imtihanını kazanıp cennete girmeye layık olan takvalı bir kadın hurilerden üstün olacaktır. Huriler bir nevi cariye veya hizmetçi gibi cennetlik olanlara hizmet edecektir. Gılmanlarda böyledir. Dünyadan giden kadınlar ise hizmetçi konumunda olmayacak erkeğin eşi ve kendisine hizmet edilen konumunda olacaktır. Cennetteki ahvali ora şartlarına göre değerlendirmelidir.
Peygamber ( s.a.s) de Cennet ehlini şu şekilde tasvîr etmektedir :
"Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet arasında ne ihtilaf vardır ne de düşmanlık; gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah'ı tesbih ederler." ( Buhârî, Bed'ül-Halk, 59, Sıfâtü'l-Cenne).
Şu kadar var ki, dünyada iken iman etmiş ve salih kullar sınıfına girmiş kadınlar "hûrîler"den de üstündürler. Çünkü onlar bir taraftan şeytanlarıyla, diğer taraftan nefisleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Onlar, bu mücadelede galip gelerek, Hakk'ın rızasını kazanmış ve Cennete girmeyi hakketmişlerdir. Hûrîler ise kendi amelleri dolayısıyla cennete girmiş değiller. Allah onları, diğer nimetler gibi Cennet ehli için yaratmıştır. Peygamber ( s.a.s)'in aşağıdaki hadisi bunu teyid etmektedir.
Ümmü Seleme, Peygamber ( s.a.s)'e bir gün, "Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa Cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah ( s.a.s); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir." diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin?" deyince O, şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için." ( Tabarânî'den naklen; Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur'ân Terc., VI. 81).
Hûriler, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte “Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor” denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman şöyle diyor :
“İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır.’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” ( Sözler s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
----------------
Caner TaslamaninYorumundan Cenntte Cinsellik ve Huri Meselesi
Hakkında çok konuşulan, din düşmanları tarafından istismar edilen bu konu hakkındaki görüşümü kısaca açıklayacağım. Öncelikle temel yöntemimi ortaya koymalıyım.
Bu konuyu Kuran temelli ele alıyorum ( Hadislerde bu konu hakkında birçok uydurmalar -mevzu hadisler- olduğu kanaatindeyim). Bu söylediğimin açılımı şudur : Bu konuda Kuran’ın söylediği doğru, Kuran’la çelişen yanlış, Kuran’da açıklanmayan mümkün kategorisindedir. İşin doğrusu, bu konuda, birçok başka konuda olduğu gibi, en temel sorun, bu metodun geçerliliğini anlamayla ilgilidir.
Şimdi bunlara dayanarak şu soruya cevap verelim : Kuran’da cennette cinselliğin olup olmayacağı, ya da nasıl olacağı veya hurilerin cinsel bir ödül olduğuna dair açık bir ifade var mı? Bu sorunun cevabı açıkça “Hayır”dır. Yani Kuran’da ahirette cinsel yaşamın detayları olmadığı gibi olduğuna veya olmadığına dair açık bir ifade de yoktur. Bu açıdan bakıldığında ahirette cinselliğin olması “mümkün” kategorisindedir. Ahirette insan nefsinin istediklerinin karşılanacağını söyleyen ayetlere ( 41-Fussilet-31ve 43-Zuhruf-71) binaen, ahirette cinsellik olacağı beklentisi, bence makul bir beklentidir. Fakat orada, insanın, yeni bir şekilde yaratılacağını ifade eden ayetlere ( Bakınız : 56-Vakıa-61) binaen, açıkça belirtilmeyen bu hususu “mümkün” görmeme rağmen, bu yeni yaratılışta böyle bir şeyi arzu edip etmeyeceğimizi bilemeyeceğimizi saptamakta fayda var. Cennetteki insanların hoşuna gidecek birçok nimetin gerçek vasıflarını hiç kimsenin bilmediğini söyleyen 32-Secde-17 ayeti, bu konuda olması gerekli zihinsel tavra ışık tutmalıdır.
Kuran’da, cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin tam olarak bilemeyeceği belirtildiğine göre, Kuran’ın bu nimetleri anlatmasının tek yolu “benzetmelerle anlatım” ( teşbih) yapmaktır ( 3-Ali İmran Suresi-7. ayet Kuran’da “benzetmeli anlatım”ın –müteşabih- önemini göstermektedir.) Diğer yandan Kuran’dan, ahirette, dünyadan daha çok nimetin, büyük bir saltanatın ( 76-İnsan Suresi-20) olduğunu öğreniyoruz; kısacası Kuran’da tüm detayların değil, bilakis sadece bazı kesitlerin anlatılması kaçınılmazdır. Sonuçta Kuran’da, ahirette olanların “benzetmeli anlatım” ve “bazı kesitleri aktarmak” suretiyle aktarıldığını hep aklımızda tutmalıyız. Bu ise Kuran’da anlatılanların cennetteki nimetlerin tam olarak aktarılması olmadığı ( çünkü benzetme tam aktarma değildir), fakat orda olanları anlamamız için ipucu niteliğinde olduğu; ayrıca Kuran’da haberi verilmeyen birçok nimet olduğu, anlatılanların var olanların ufak bir kısmı olduğu anlamına gelir.
Gelelim cennette cinsellik olduğunu ifade ettiği düşünülen ayetlerin ve huri meselesinin incelenmesine. Bu konuda önemli gördüğüm şu birkaç hususu ilgili ayetlerle beraber kısaca inceleyeceğim :
1- HURİLER ERKEKLERE VERİLEN BİR ÖDÜL MÜ?
Arapça’da, başka birçok dilde olduğu gibi, erkek-kadın karışık topluluklara ve sırf erkeklerden oluşan topluluklara kullanılan fiiller ortaktır. Sonuçta cennetlikler için bu tip fiiller kullanıldığı gibi cehennemlikler için de aynı fiiller kullanılır. Bu ödül veya cezaların sırf erkeklere mahsus olduğunu düşünemeyeceğimiz gibi “hurilerin” sırf erkekler için bir ödül olduğunu düşündürecek bir Kurani ifade de yoktur. Bu konuda tefsirci Prof. Dr. Mehmet Okuyan şöyle demektedir : “Kur’ân’da eğer kadınlarla ilgili çok özel bir mesele gündeme getirilecekse, onlara ait dişi zamirler veya kullanımlar devreye sokulur. Eğer önemli bir fark yoksa o zaman cümlelerin içerisinde erkek ve kadın ayırımı yapılıyorsa da sonuçta tek sığa tercih edilir ki bu da müzekker, yani erkek sığadır.”
Burada dikkat çekilmesi gerekli husus “huri” kelimesinin Arapçada dişi veya erkek bir kelime olmadığıdır. Bu kelime “gözünün beyazı bembeyaz, tertemiz, güzel” gibi anlamlara gelmektedir. Kuran’da hurilerin insanlarla “eşleştirileceği” ( zevvecnahum) ifade edilmektedir ( Bakınız : 44-Duhan Suresi-54, 52-Tur Suresi-20); fakat bu eşleştirmede cinsellik olduğu şeklinde bir beyan yoktur. Nitekim Kuran’da nefislerin eşleştirilmesi için ( Bakınız : 81-Tekvir Suresi-7), ahirette insanların gruplar şeklinde birleştirilmesi için ( Bakınız : 56-Vakıa Suresi-7) de aynı kelime ( zevc) geçmekte, fakat buradaki “eş, grup olma” anlamındaki “zevc” kelimesinden kimse cinsel ilişkili bir eşleştirmeyi anlamamaktadır. Peki niteliği bilinmeyen bir varlığın insanlarla buluşturulmasından ne hakla kesin şekilde cinsellik anlamını, hem de sadece erkekler için çıkarmaktayız, üstelik kelimenin kendisi bir dişi kelime bile değilken? Cennet nimetleri, bu dünyada yapılan iyiliklerin ve Allah’ın hem erkeklere hem kadınlara rahmetinin bir sonucuyken, bu şekilde bir tefsirin, erkek merkezli ve Arap zihniyeti merkezli bir tefsir anlayışından kaynaklandığını düşünmekte haksız mıyız? Kuran’da bahsedilen hurilerin, cennete girecek insanların arkadaşları veya hizmetçileri veya rehberleri gibi bir vazifeleri olabileceğini de düşünmek pekala mümkünken, neden onların “cinsel partner” olduğunda ısrar edilmektedir? İşin en iyisi, Kuran’da anlatılan kesitte hurilerin fonksiyonunun anlatılmadığını saptayarak, “fonksiyonları nedir” sorusuna “bilmiyoruz” cevabını vermektir.
Allah isteseydi, Kuran’da cinsellik için kullanılan “lamese” gibi kelimelerle, hurilerle cinselliğin olacağını açık bir şekilde beyan edebilirdi; böylesi açık bir beyan yokken, cenneti daha çok erkekler için hazırlanmış bir alan gibi gösteren ve insanlara ( sadece kadınlara veya sadece erkeklere değil) yaptıklarının karşılığının verileceğini söyleyen Kuran ayetlerinin ruhuna ters bu anlayışı reddetmeli, Kuran’da anlatılmayan detayları “bilmiyoruz” demeyi bilmeliyiz. Bunların cinsel tatminle ilgili ilgili bir fonksiyonları varsa bile, mevcut Kuran ayetlerinden hareketle bunun kesin bir şekilde ifade edilmesi mümkün değildir.
2- KURAN’DA CENNETTEKİ BAKİRE KADINLARDAN BAHSEDİLİYOR MU?
Kuran’da bakireliğe atıf olduğu, böylece cennette cinselliğe atıf yapıldığı söylenmiştir. Bu konuda üç ayet gündeme getirilmiştir : 55-Rahman Suresi-56, 74 ve 56-Vakıa Suresi-36. ayetler. Şimdi bu ayetleri sırasıyla inceleyelim :
55-Rahman Suresi-56. ve 74. ayetlerde, daha önce insanların ve cinlerin onlara dokunmadıkları, temas etmedikleri geçmektedir ( Lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn). Fakat Kuran’da başka hiçbir yerde, bu ayette “yatmishunne” ifadesiyle belirtilen “temas, dokunma” cinsel ilişki için kullanılmamış; “lamese” ( 5-Maide Suresi-6), “eta” ( 2-Bakara Suresi-222), “messe” ( 2-Bakara Suresi236, 237), “başera” ( 2-Bakara Suresi-187) tipi fiiller cinsel ilişki için kullanılmıştır. O zaman Rahman Suresi 56 ve 74’ten “kimsenin önceden sahip olmaması, kimsenin dokunmamış bile olması” gibi bir anlamı anlamak daha doğru değil midir? Burada açıkça cinselliği ifade eden bir anlam yoktur. Üstelik eğer bu ayetlere bazılarının yaptığı gibi “insanların ve cinlerin hurilerin bakireliğini önceden bozmadığı” gibi bir anlam verilirse, insanlarla cinlerin aynı tip bir varlıkla cinsel ilişkiye girebilme ihtimalini düşünmek gibi bir zorluk da ortaya çıkmaktadır.
56-Vakıa Suresi-36. ayetine ise “o hurileri bakireler kıldık” anlamı verilmiştir. Oysa ayette “huri” diye bir ifade yoktur. Önceki ayetlerde birçok cennet nimetlerinden bahsedildikten sonra 34. ayette “yükseltilmiş oturma alanlarından” bahsedilir, 35. ayette “onların yeni bir şekilde oluşturulduğundan” bahsedilir, 36. ayette geçen “ve cealna hunne ebkaran” ifadesini o zaman “daha önce onları hiç kimse kullanmamıştır” şeklinde çevirmek daha uygundur. “Onları” ifadesini ise ayette ve ayetin yakınlarında bir yerde hiç olmayan “huri” ifadesine yollamak yerine, ayetin en yakınında, 34. ayette bahsedilen “oturma alanlarına” ( furuşin) göndermek dilbilim açısından en uygunudur. 37. ayette geçen “Uruben etraba” ifadesini ise “uruben” kelimesini “kusursuz”, “etraba” kelimesini ise “uyumlu, denk” olarak yani “kusursuz, uyumlu” şeklinde çevirmek uygun olacaktır.
3- HURİLERİN “İNCİ”YE BENZETİLMESİ CİNSEL BİR İMA MIDIR?
Huriler Kuran’da “inci”ye ( 56-Vakıa Suresi-23) benzetilmektedir. Bu benzetmeyi bile bir cinsel ima olarak değerlendirenler olmuştur. Oysa Kuran’da ahiretteki çocuklardan ( vildan) bahsedilirken bunlar da inciye benzetilmektedir ( 76-İnsan Suresi-19). Kuran’da “vildan” ifadesinin “çocuklar” anlamında kullanıldığı 4-Nisa Suresi-75, 98, 127. ve 73-Müzemmil Suresi-17. ayetlerden de anlaşılmaktadır. Herhalde çocuklar için “inci” benzetmesi var diye çocuklarla cinsel ilişkiye girildiğini düşünebilecek kimse yoktur! Aynı şekilde Kuran’daki “genç” anlamına gelen “gılman” için de 52-Tur Suresi-24’te “inci” benzetmesi yapılmaktadır; fakat bundan da cinsellik anlamı çıkarılmamıştır. Peki o zaman huriler için böylesi tanımlamalar olmasından hareketle hangi hakla bu ifadenin kesin bir şekilde cinselliği kastettiğini söyleyebiliriz? ( 55-Rahman Suresi—58. ayetteki “yakut” ve “mercan” benzetmeleri de bu çerçevede düşünülmelidir.)
4- KURAN’DA AHİRETTE “GÖĞÜSLERİ YENİ TOMURCUKLANMIŞ DİLBERLER”DEN BAHSEDİLİYOR MU?
78-Nebe Suresi-33. ayetteki Arapça “kevaıbe etraben” ifadesine birçok Türkçe mealde “göğüsleri yeni tomurcuklanmış yaşıt kızlar” anlamı verilmiştir, hatta bazıları “dilberler” diye bile çeviriye ilave yapmıştır. Burada “etraben” ifadesi “uyumlu, denk” anlamına gelmektedir; “kevaıbe” kelimesi ise “göğüsleri yeni tomurcuklanmış ( dilber) kızlar” olarak çevrilmiştir. Oysa ayette ne “dilber” vardır, ne “göğüs” vardır, ne de “tomurcuklanma” vardır. Öncelikle şunu belirtelim Arapça’da “kevaıbe” kelimesinin de “etrab” kelimesinin de dişili erkeği aynıdır; yani bu kelimeler dişilik ifade etmemektedir. Prof. Dr. Mehmet Okuyan “kevaıbe” kelimesine, bu kelimenin anlamlarından olan “kaliteli, değerli” anlamlarının verilmesini uygun görmektedir; buna göre bir önceki ayette ( 32. ayet) belirtilen “bahçeler, üzüm bağlarının” veya genel olarak cennet nimetlerinin “kaliteli ve ( insanların kullanımına) uygun” olduğu bu ayetten anlaşılır. Eğer bazılarının verdiği anlam olan “genç” anlamı bu ayete verilirse; “erkeklerde bıyıkların terlemesi” ve “kızlarda göğüslerin tomurcuklanması” gençlik alametidir, fakat genç erkeği belirtmek için çeviride genç erkeğin alameti üzerinden “bıyıkları yeni terlemiş” diye çevirirseniz kimse bundan bir cinsel içerik anlamayacakken, genç kızlığın alameti alan “göğüsleri yeni tomurcuklanmış” ifadesiyle çevirirseniz nasıl cinsel çağrışımlar yapacağı açıktır. ( Bu tarz çevirileri ateistlerin ve İslam düşmanlarının nasıl istismar ettiğini hatırlayalım.) Dişil bir yapısı olmayan “kevaıbe” kelimesinin, bu ayette “genç kız” olarak çevrilmesi yerine -Okuyan’n yaptığı gibi- “kaliteli, değerli” anlamında alınmasını daha uygun buluyorum ama bu kelimeyi “genç kız” anlamında alanların da, hiç olmazsa, bu kelimeyi bu temel anlamıyla “yaşıt gençler” veya “yaşıt genç kızlar” şeklinde çevirmesi ve ayetin ne öncesiyle ne sonrasıyla ne mantıkla bağdaşmayacak şekilde bu cinsel içerikli çağrışımı yapmamaları gerekirdi.
SONUÇ
Sonuçta Kuran’da, ahirette cinsel bir yaşamın olduğu veya olmadığına dair açık bir ifade olmadığı gibi, “hurilerin” erkeklerin cinsel partnerleri olduğuna dair bir ifade de yoktur. “En çok salavat getirene ahirette en çok huri verilecektir” gibi, metinlerinden uydurma olduğu rahatlıkla anlaşılabilecek hadislere bu yazıda yer verilmedi, merak edenler, Kuran’da olmayan huri algısının nasıl oluştuğunu, uydurma olduğunu düşündüğümüz bu hadisleri okuyarak öğrenebilirler.
Ahirette insanların canının istediği birçok nimet olacağı Kuran’da belirtildiğine göre ( 41-Fussilet-31, 43-Zuhruf-71, 76-İnsan Suresi-20) ahirette cinsellik beklentisi kanaatimce normal bir beklentidir. Fakat bilemediğimiz konuda “Bilmiyoruz” demeyi bilmeli ve cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin bilmediğini söyleyen 32-Secde-17. ayeti bu tip konular gündeme geldiğinde hatırlamalıyız. Ayrıca 9-Tevbe Suresi-72. ayette dendiği gibi Allah’ın rızasının tüm Cennet nimetlerinin üstünde olduğunu da hep aklımızda tutmalıyız.
-------------------
Cennette eşler ve hurilerle gılmanlar
İzmir’den okuyucumuz : “Cennette eşler beraber olacaklar mı? Ayrılık olacak mı? Cennette kıskançlık var mı? Dünya kadınları mı, huriler mi daha üstündürler?”
Birbirini Allah için seven iman ehlinin aile fertlerinin Cennette birlikte olacakları konusunda çok sayıda âyet ve hadis vardır. Bu konuyu işleyen âyetlerin birkaçı şöyledir : “Onlar Adn Cennetine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlar da kendileriyle beraberdirler. Onları tebrik için her bir kapıdan giren melekler diyeceklerdir ki : ‘Sabrettiğiniz için size selâm olsun! Bu, dünya hayatının ne güzel neticesidir!”1, “Siz ve eşleriniz Cennete girin! Orada ağırlanıp sevindirileceksiniz.”2, “İman edenleri ve onlara iman ile tabi olan nesillerini Cennette birbirine kavuşturacağız.”3
Peygamber Efendimiz ( asm) : “Kişi sevdiğiyle beraberdir”4 buyurarak veciz şekilde söz konusu âyetleri açıklıyor. Asrımızın büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretlerine göre, kadınla erkeğin arasında dünyada nikâh ile kurulan şiddetli münasebet ve bağlılık yalnızca dünya hayatının ihtiyaçları ve gerekçeleri için değildir. Kadınla erkek nikâhla kurdukları dünya birlikteliği ile ebedî hayatta ve Cennette de birlikte olabilecek bir beraberliğin temelini atmış oluyorlar.5
Öyleyse denebilir ve denmeli ki : İmanlı ve birbirini Allah için seven karı koca daha şimdiden birbirine Cennet dostu olarak bakabilirler. Böyle bir yaklaşım, aralarındaki sevgiyi daha da pekiştirecek, varsa aradaki sürtüşmeleri ve tartışmaları da yok edecektir.
Cennette ayrılık yoktur. Kıskançlık ve haset yoktur. Kin ve nefret yoktur. Kötü duyguların hiçbirisi yoktur. Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle herkes dilediğini bulacak ve dilediğine kavuşacaktır. Dünya kadınları ile hurilerin her birisinin makamları ayrı, görevleri ayrı, sorumlulukları ayrı olacaktır. Beraber olmaları birbirini kıskanmayı değil, sevmeyi gerektirecektir.
Resulullah Efendimiz’in ( asm) pak zevcesi Ümmü Seleme validemiz ( ra) anlatıyor :
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘İri gözlü hurilerdir’6 âyetini anlatır mısın, dedim.
“Onlar beyaz tenli, iri gözlü, karakuşun kanatları gibi sürmelidir” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘Sanki o kadınlar birer yakut ve mercandır!’7 âyetini açıklar mısın?” dedim. Resulullah ( asm) :
“Onlar el değmemiş sedefteki inci gibi güzeldirler” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘O Cennetlerde iyi ahlâklı güzel kadınlar vardır’8 âyetini açıkla” dedim. Resulullah ( asm) :
“Onlar çok güzel huylu ve güzel yüzlüdürler” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın ‘Onlar toz konmamış yumurta gibidirler’9 âyetini anlat” dedim. Resulullah ( asm) :
“Onlar yumurtanın zarı gibi beyaz ve naziktirler” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘Kocalarına sevimli ve birbirlerinin akranlarıdır’10 âyetini anlat” dedim. Resulullah Efendimiz ( asm) :
“Onlar dünyada ihtiyar, gözleri çapaklı, saçları ağarmış ve zayıf olarak ölmüşken, Allah onları Cennette bakire, kocalarına sevimli, âşık ve birbirlerinin akranı kılacak” buyurdu.
“Ya Resulallah! Dünya kadınları mı üstündür, yoksa iri gözlü huriler mi?” dedim.
“Elbisenin yüzü astarından kıymetli olduğu gibi, dünya kadınları da hurilerden üstündürler” buyurdu.
“Neden Ya Resulallah?” dedim. Resulullah Efendimiz ( asm) :
“Namazları, oruçları ve takvaları sebebiyle Allah onların yüzlerini nurlandırır. Kendilerine ipek elbiseler giydirir. Onların tenleri beyaz, elbiseleri yeşil, ziynetleri sarı, buhurdanlıkları inci ve tarakları altındır. Onlar şöyle derler : ‘Biz burada ebedî kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Asla üzülüp sıkılmayız. Her şeye razıyız. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere!”
“Ya Resulallah! Bizim kadınlarımızdan dünyada iki, üç ve dört kocaya varanlar var. Cennette bunların hangisi kocası olacak?” dedim. Resulullah ( asm) :
“Ümmü Seleme! O kadın evlendiği erkeklerden huyu en güzel olanı seçerek : ‘Onu bana eş kıl!’ diyecek. Ümmü Seleme! Huyu güzel olan hem dünyada, hem ahirette mutludur. İki âlemin de mutluluğuna kavuşur” buyurdu.”11
------------------
Huri ve gılman hakkında bilgi
Kur’ân-ı Kerim’in sadece bir âyetinde geçen gılman tâbiri vardır. 52. Sûre olan, Tûr Sûresi 24. âyetinde “Etraflarında, sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz gılmanlar dolaşır”. Sözlükte “çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmetçi” anlamına gelen gulâm kelimesinin çoğulu olan gılman, anlaşıldığı kadarıyla, Allah’ın ( c.c) mü’min kulları için özel yarattığı ve vazifesi sadece hizmetkârlık olan Cennet gençleridir. Onlar cennet ehline yiyecekler ve içecekler sunarlar ve bu vazifeyi görmekten mutluluk duyarlar.
Hûriler ise, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte “Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor” denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman “İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler.
Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” ( Sözler s. 813) Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
-----------------------
Karoglan hocanin Cennet aanlatimi
![[Resim: i422biwphe.jpg]](https://www.imageman.eu/imgup/uploads/2017/09/i422biwphe.jpg)
Cennet Nerededir Yerdemi Göktemi ?
![[Resim: sari-isik-large.gif]](https://aynel-yakin.com/images/sari-isik-large.gif)
( Kar©glanin 29 Eylül 2017 Vaazi)
![[Resim: sari-isik.gif]](https://aynel-yakin.com/images/sari-isik.gif)
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
سُوۡرَةُ الاٴعلی
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ
سَبِّحِ ٱسۡمَ رَبِّكَ ٱلۡأَعۡلَى ( ١) ٱلَّذِى خَلَقَ فَسَوَّىٰ ( ٢) وَٱلَّذِى قَدَّرَ فَهَدَىٰ ( ٣) وَٱلَّذِىٓ أَخۡرَجَ ٱلۡمَرۡعَىٰ ( ٤) فَجَعَلَهُ ۥ غُثَآءً أَحۡوَىٰ ( ٥) سَنُقۡرِئُكَ فَلَا تَنسَىٰٓ ( ٦) إِلَّا مَا شَآءَ ٱللَّهُۚ إِنَّهُ ۥ يَعۡلَمُ ٱلۡجَهۡرَ وَمَا يَخۡفَىٰ ( ٧) وَنُيَسِّرُكَ لِلۡيُسۡرَىٰ ( ٨) فَذَكِّرۡ إِن نَّفَعَتِ ٱلذِّكۡرَىٰ ( ٩) سَيَذَّكَّرُ مَن يَخۡشَىٰ ( ١٠) وَيَتَجَنَّبُہَا ٱلۡأَشۡقَى ( ١١) ٱلَّذِى يَصۡلَى ٱلنَّارَ ٱلۡكُبۡرَىٰ ( ١٢) ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيہَا وَلَا يَحۡيَىٰ ( ١٣) قَدۡ أَفۡلَحَ مَن تَزَكَّىٰ ( ١٤) وَذَكَرَ ٱسۡمَ رَبِّهِۦ فَصَلَّىٰ ( ١٥) بَلۡ تُؤۡثِرُونَ ٱلۡحَيَوٰةَ ٱلدُّنۡيَا ( ١٦) وَٱلۡأَخِرَةُ خَيۡرٌ۬ وَأَبۡقَىٰٓ ( ١٧) إِنَّ هَـٰذَا لَفِى ٱلصُّحُفِ ٱلۡأُولَىٰ ( ١٨) صُحُفِ إِبۡرَٲهِيمَ وَمُوسَىٰ ( ١٩)
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
87/A'LÂ-1 : Sebbihısme rabbikel a’lâ.
Rabbinin “Âlâ” ismini tesbih et.
87/A'LÂ-2 : Ellezî halaka fesevvâ.
O ki yarattı sonra sevva etti ( dizayn etti, düzenledi).
87/A'LÂ-3 : Vellezî kaddere fe hedâ.
Ve O ki, bir kader tayin etti. Sonra da hidayet etti.
87/A'LÂ-4 : Vellezî ahrecel mer’â.
Ve O ki, yerden mera ( yeşillikler) çıkardı.
87/A'LÂ-5 : Fe cealehu gusâen ahvâ.
Sonra da onu siyah atık haline getirdi.
87/A'LÂ-6 : Senukriuke fe lâ tensâ.
( Kur'ân'ı) sana, Biz okutacağız, bundan sonra sen unutmayacaksın.
87/A'LÂ-7 : İllâ mâ şâallâh( şâallâhu), innehu ya’lemul cehre ve mâ yahfâ.
Ancak ( bu) Allah'ın dilediği şeydir. Muhakkak ki O, açık ve gizli olanı bilir.
87/A'LÂ-8 : Ve nuyessiruke lil yusrâ.
Ve kolay gelmesi için Biz ( O'nu), sana kolaylaştıracağız.
87/A'LÂ-9 : Fe zekkir in nefeatiz zikrâ.
O halde, eğer zikir fayda verecekse zikret ( zikri öğret, öğüt ver).
87/A'LÂ-10 : Seyezzekkeru men yahşâ.
Allah'a karşı huşû duyan kişi zikir yapacaktır ( ve tezekkür edecektir).
87/A'LÂ-11 : Ve yetecennebuhel eşkâ.
Ve şâkî olan, ondan ( zikirden) içtinap edecek ( kaçınıp zikretmeyecek).
87/A'LÂ-12 : Ellezî yaslen nârel kubrâ.
Ki o ( şâkî), büyük ateşe atılacak.
87/A'LÂ-13 : Summe lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.
Sonra onun içinde ( ateşte) ölmez ve de hayat bulmaz.
87/A'LÂ-14 : Kad efleha men tezekkâ.
Nefsini tezkiye eden kimse felâha ( kurtuluşa) ermiştir.
87/A'LÂ-15 : Ve zekeresme rabbihî fe sallâ.
Ve ( o nefsini tezkiye eden) Rabbinin İsmi'ni zikretti ve de namaz kıldı.
87/A'LÂ-16 : Bel tu’sırûnel hayâted dunyâ.
Hayır, siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz ( tercih ediyorsunuz).
87/A'LÂ-17 : Vel âhıretu hayrun ve ebkâ.
Ve ahiret hayatı daha hayırlıdır ve bâkidir ( devamlıdır).
87/A'LÂ-18 : İnne hâzâ le fîs suhufîl ûlâ.
Muhakkak ki bu, evvelki sahifelerde de elbette var.
87/A'LÂ-19 : Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.
( Hz.) İbrâhîm'in ve ( Hz.) Musa'nın sahifelerinde ( var).
Meali :
Sadakallahul Aziym A'LÂ Suresi 1 ila 19. ayet
---oOo---
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
"Anne cennet kapılarının ortasındadır."
( Hadis-i Şerif ,İbn Hanbel, V, 198 );
"Cennet annelerin ayakları altındadır."
( Hadis-i Şerif ,Nesâî, Cihad, 6)
"Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
"Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
Yolculugumuza başliyoruz :
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيرًا
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ
Meali :
Esteuzubillah
Mü’min olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
Sadakallahul Aziym NİSÂ Suresi 124. ayet
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi, hamelethu ummuhu vehnen alâ vehnin ve fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyke, ileyyel masîr. Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ ma’rûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyye, summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn
Meali :
Esteuzubillah
İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. ( İşte onun için) Önce bana, sonra da ana, babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.
Sadakallahul Aziym LOKMAN Suresi 14 ve 15. ayet
ibrahim HAKKI Hazretlerinin marifetnamesinde yer verdiği konulardan biriside şudur :
ârifler demişlerdir ki, alemde insan ahlâkı, türlü hayvanların şekil ve suretlerinin benzer ve misalleri, insan nefsinde de vardır ki, hayvanî kötü ahlâklardır. Meselâ;
kibir sureti kaplana benzerdir.
Tasallut sureti aslana benzerdir.
Haset sureti kurda benzerdir…
Gazap sureti köpektir;
hile sureti tilkidir;
gaflet sureti tavşandır;
ferce yönelik şehvet sureti eşektir;
arkadan yaklaşma sureti domuzdur;
midevî şehvetin sureti koyundur;
oburluk sureti inektir;
tama sureti karıncadır;
cimrilik sureti faredir;
kin sureti beyaz devedir;
vecdin sureti kırmızı devedir;
düşmanlık sureti yılandır;
ezanın-sıkıntı vermenin sureti akreptir;
Vesvese sureti sarı arıdır ve diğer ahlâk suretleri, sair hayvanların şekillerine benzer. Hatta kötü ahlaktan birine galip olan gönül, rüyada kendini o surette olan hayvana dahi galip görür… Bütün hayvan suretleri ve kâinatın şekilleri insanın içinde ve dışında suret bulup şekillenmiştir..
Bu aciklamayi şu ayet ispat edip durur :
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
لَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَواْ مِنكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُواْ قِرَدَةً خَاسِئِينَ فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ve lekad alimtumullezîne’tedev minkum fîs sebti fe kulnâ lehum kûnû kıradeten hâsiîn. Fe cealnâhâ nekâlen li mâ beyne yedeyhâ ve mâ halfehâ ve mev’ızaten lil muttakîn
Meali :
Esteuzubillah
Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik. Biz bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık.
Sadakallahul Aziym BAKARA Suresi 65. ve 66. ayet
--ALINTI--
Burada söz konusu edilen ibret dersinden maksat, Allah’a karşı isyan edenlerin cezasız kalmayacağıdır. Bu ibret dersi, hiç kimsenin sonsuz ilim ve kudret sahibi yüce Allah’a karşı küçük aklıyla kurnazlık yapmak gibi bir ahmaklığa saplanmaması konusunda yapılan bir uyarıdır. Bu uyarıdan ders almayanlar burada veya öteki dünyada, rezil-rüsvay olmuş, aşağılanmış bir şekilde cezalandırılacaklardır.
Diğer taraftan, insanlık faziletinden mahrum kalmış bir insan, şeklen insan da olsa, manen ameline göre bir hayvanın suretine girmiştir.
Elmalılı'nın izahına göre, insan ile maymun arasındaki fark, bir kıl ve kuyruktan ibaret olmayıp, akıl, mantık ve ahlâk farkı vardır. Maymunun bütün hüneri taklitçiliğidir. Halbuki maymunun önünde günlerce ateş yakılsa, karşısında ısınması öğretilse, sonra da bir kıra götürülüp önüne odun ve kibrit konsa, odunları kendi başına yakıp ısınması mümkün değildir. İşte maneviyatı silinmiş insanlar da böyledir. Onlar kör bir taklitten başka bir şey düşünemezler. İlk bakışta insan gibi görünseler de hakikatte maymundan başka bir şey değillerdir. Fındığı kırar, yer de bir fındık ağacını dikmeyi idrak edemezler. ( Hak Dini Kur'ân Dili, ilgili ayetlerin tefsiri)
Demek ki, Allah'a isyan eden kimseler insanlıktan çıkmış sayılırlar. Görünüşte insan suretinde yaşasalar bile, amellerine göre manen bir hayvan sıfatını almışlardır.
--ALINTI SONU--
isa efendimiz son yemekde ortadaki ekmegi böldü, ve dedi bu benim etim, yiyin dedi, sonra şerbet vardi, vişne veya üzüm şerbeti bu da benim kanim, için dedi. Yani o , o elemnetlerin kendini oluşturcak olan parcalar oldugunu biliyordu, fakat onlari o, havarilerini yedirdi, ve o havarileri olarak hayat sürdü, misyonunu tamam etti, ve hiristiyanlik diye bir din, dünyada, ikinci büyük din oldu, ve onlar yine onun lokmalarini, onun müsadesi ile yediler, amma dedi, sofradiklerden yaninizda, evinize götürmeyin bundan dedi, alip gidenler domuz suretine carpildilar.
Bunlar hepsi gösteriyorki insanlar yaptiklari ameller neticesinde, ya iyi bir insan suretine, yada kötü ahlaklari sebebi ile, kötü bir hayvan sifatina carpiliyolrlar, carpilmakdan kasit işte yeni hayatlarinda, o hayvan olarak dünyaya gelip, ve mesela dünya dünya diye dünyaya ve ömre doymayan birsi, karga suretine carpilip, yeni hayatini karga suretinde sürmekde, ve ona beşyüz sene ömür bahşeden rab, onu yaz kiş ayakda, uyku dünek yok, ve bir lokmaya muhtac halde birakiyorki, al sana taptigin ömür, bak bakalim, bu senin için hayirilimi dercesine, ona bir nevi yaptgi yanlişdan dönmesini, hayatanin bir serencami olarak talim ediyor.
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
وَٱتۡلُ عَلَيۡہِمۡ نَبَأَ ٱبۡنَىۡ ءَادَمَ بِٱلۡحَقِّ إِذۡ قَرَّبَا قُرۡبَانً۬ا فَتُقُبِّلَ مِنۡ أَحَدِهِمَا وَلَمۡ يُتَقَبَّلۡ مِنَ ٱلۡأَخَرِ قَالَ لَأَقۡتُلَنَّكَۖ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ ٱللَّهُ مِنَ ٱلۡمُتَّقِينَ ( ٢٧) لَٮِٕنۢ بَسَطتَ إِلَىَّ يَدَكَ لِتَقۡتُلَنِى مَآ أَنَا۟ بِبَاسِطٍ۬ يَدِىَ إِلَيۡكَ لِأَقۡتُلَكَۖ إِنِّىٓ أَخَافُ ٱللَّهَ رَبَّ ٱلۡعَـٰلَمِينَ ( ٢٨) إِنِّىٓ أُرِيدُ أَن تَبُوٓأَ بِإِثۡمِى وَإِثۡمِكَ فَتَكُونَ مِنۡ أَصۡحَـٰبِ ٱلنَّارِۚ وَذَٲلِكَ جَزَٲٓؤُاْ ٱلظَّـٰلِمِينَ ( ٢٩) فَطَوَّعَتۡ لَهُ ۥ نَفۡسُهُ ۥ قَتۡلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ ۥ فَأَصۡبَحَ مِنَ ٱلۡخَـٰسِرِينَ ( ٣٠) فَبَعَثَ ٱللَّهُ غُرَابً۬ا يَبۡحَثُ فِى ٱلۡأَرۡضِ لِيُرِيَهُ ۥ كَيۡفَ يُوَٲرِى سَوۡءَةَ أَخِيهِۚ قَالَ يَـٰوَيۡلَتَىٰٓ أَعَجَزۡتُ أَنۡ أَكُونَ مِثۡلَ هَـٰذَا ٱلۡغُرَابِ فَأُوَٲرِىَ سَوۡءَةَ أَخِىۖ فَأَصۡبَحَ مِنَ ٱلنَّـٰدِمِينَ ( ٣١) مِنۡ أَجۡلِ ذَٲلِكَ ڪَتَبۡنَا عَلَىٰ بَنِىٓ إِسۡرَٲٓءِيلَ أَنَّهُ ۥ مَن قَتَلَ نَفۡسَۢا بِغَيۡرِ نَفۡسٍ أَوۡ فَسَادٍ۬ فِى ٱلۡأَرۡضِ فَڪَأَنَّمَا قَتَلَ ٱلنَّاسَ جَمِيعً۬ا وَمَنۡ أَحۡيَاهَا فَڪَأَنَّمَآ أَحۡيَا ٱلنَّاسَ جَمِيعً۬اۚ وَلَقَدۡ جَآءَتۡهُمۡ رُسُلُنَا بِٱلۡبَيِّنَـٰتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرً۬ا مِّنۡهُم بَعۡدَ ذَٲلِكَ فِى ٱلۡأَرۡضِ لَمُسۡرِفُونَ ( ٣٢) إِنَّمَا جَزَٲٓؤُاْ ٱلَّذِينَ يُحَارِبُونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ ۥ وَيَسۡعَوۡنَ فِى ٱلۡأَرۡضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُوٓاْ أَوۡ يُصَلَّبُوٓاْ أَوۡ تُقَطَّعَ أَيۡدِيهِمۡ وَأَرۡجُلُهُم مِّنۡ خِلَـٰفٍ أَوۡ يُنفَوۡاْ مِنَ ٱلۡأَرۡضِۚ ذَٲلِكَ لَهُمۡ خِزۡىٌ۬ فِى ٱلدُّنۡيَاۖ وَلَهُمۡ فِى ٱلۡأَخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ ( ٣٣) إِلَّا ٱلَّذِينَ تَابُواْ مِن قَبۡلِ أَن تَقۡدِرُواْ عَلَيۡہِمۡۖ فَٱعۡلَمُوٓاْ أَنَّ ٱللَّهَ غَفُورٌ۬ رَّحِيمٌ۬ ( ٣٤) يَـٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَٱبۡتَغُوٓاْ إِلَيۡهِ ٱلۡوَسِيلَةَ وَجَـٰهِدُواْ فِى سَبِيلِهِۦ لَعَلَّڪُمۡ تُفۡلِحُونَ ( ٣٥) إِنَّ ٱلَّذِينَ ڪَفَرُواْ لَوۡ أَنَّ لَهُم مَّا فِى ٱلۡأَرۡضِ جَمِيعً۬ا وَمِثۡلَهُ ۥ مَعَهُ ۥ لِيَفۡتَدُواْ بِهِۦ مِنۡ عَذَابِ يَوۡمِ ٱلۡقِيَـٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنۡهُمۡۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٌ۬ ( ٣٦) يُرِيدُونَ أَن يَخۡرُجُواْ مِنَ ٱلنَّارِ وَمَا هُم بِخَـٰرِجِينَ مِنۡہَاۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ۬ مُّقِيمٌ۬ ( ٣٧) وَٱلسَّارِقُ وَٱلسَّارِقَةُ فَٱقۡطَعُوٓاْ أَيۡدِيَهُمَا جَزَآءَۢ بِمَا كَسَبَا نَكَـٰلاً۬ مِّنَ ٱللَّهِۗ وَٱللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ۬ ( ٣٨) فَمَن تَابَ مِنۢ بَعۡدِ ظُلۡمِهِۦ وَأَصۡلَحَ فَإِنَّ ٱللَّهَ يَتُوبُ عَلَيۡهِۗ إِنَّ ٱللَّهَ غَفُورٌ۬ رَّحِيمٌ ( ٣٩) أَلَمۡ تَعۡلَمۡ أَنَّ ٱللَّهَ لَهُ ۥ مُلۡكُ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ يُعَذِّبُ مَن يَشَآءُ وَيَغۡفِرُ لِمَن يَشَآءُۗ وَٱللَّهُ عَلَىٰ ڪُلِّ شَىۡءٍ۬ قَدِيرٌ۬ ( ٤٠)
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
5/MÂİDE-27 : Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar( âhari) kâle le aktulennek( aktulenneke) kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn( muttekîne).
Ve onlara Adem'in iki oğlunun haberini ( kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, Allah'a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, ( Kurban) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. ( Kurbanı kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da, “Allah sadece takvâ sahiplerinden kabul eder.” dedi.
5/MÂİDE-28 : Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktulek( aktuleke), innî ehâfullâhe rabbel âlemîn( âlemîne).
Gerçekten, eğer sen, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım.
5/MÂİDE-29 : İnnî urîdu en tebûe bi ismî ve ismike fe tekûne min ashâbin nâr( nâri), ve zâlike cezâûz zâlimîn( zâlimîne).
Gerçekten ben, benim günahım ile kendi günahını yüklenmeni, böylece ateş halkından olmanı dilerim.Ve zâlimlerin cezası, işte budur.
5/MÂİDE-30 : Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn( hâsirîne).
Bunun üzerine nefsi, onu, kardeşini öldürmeye kandırdı ( kolay ve zevkli gösterdi). Böylece onu öldürdü, sonra hüsrana uğrayanlardan oldu.
5/MÂİDE-31 : Fe beasallâhu gurâben yebhasu fîl ardı li yuriyehu keyfe yuvârî sev’ete ahîh( ahîhi) kâle yâ veyletâ e aceztu en ekûne misle hâzel gurâbi fe uvâriye sev’ete ahî, fe asbaha minen nâdimîn( nâdimîne).
Sonra, Allah, ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, bu karga gibi olup böylece kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi oldum?" dedi Sonra da pişman olanlardan oldu.
5/MÂİDE-32 : Min ecli zâlik( zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa( cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa( cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fîl ardı le musrifûn( musrifûne).
İşte bundan dolayı ( Tevrat'ta) İsrailoğullarına şöyle yazdık; Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse, muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de ( bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur. Ve andolsun ki Resûl'lerimiz onlara apaçık deliller ile geldi. Sonra da, şüphesiz onlardan birçoğu, bundan sonra gerçekten yeryüzünde aşırı giden müsrifler oldular.
5/MÂİDE-33 : İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard( ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm( azîmun).
Allah ve O'nun Resûl'ü ile harp edenlerin ve yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rezilliğidir. Ve ahirette ise, onlara “büyük azap” vardır.
5/MÂİDE-34 : İllellezîne tâbû min kabli en takdirû aleyhim, fa’lemû ennallâhe gafûrun rahîm( rahîmun).
Onları sizin ( yenerek) ele geçirmenizden önce tövbe edenler hariç. Artık Allah'ın Gafûr ( mağfiret eden) olduğunu, Rahîm ( rahmet nuru gönderen) olduğunu biliniz!
5/MÂİDE-35 : Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn( tuflihûne).
Ey âmenû olanlar ( Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
5/MÂİDE-36 : İnnellezîne keferû lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu li yeftedû bihî min azâbi yevmil kıyâmeti mâ tukubbile minhum, ve lehum azâbun elîm( elîmun).
Muhakkak ki o kâfir olanlar, eğer yeryüzünde olanların hepsi, ve onunla birlikte bir misli daha onların olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onları feda edecek olsalar ( fidye olarak verseler), onlardan kabul edilmez. Ve onlar için “acı azap” vardır.
5/MÂİDE-37 : Yurîdûne en yahrucû minen nâri ve mâ hum bi hâricîne minhâ, ve lehum azâbun mukîm( mukîmun).
Ateşten çıkmak isterler ve onlar oradan çıkacak değillerdir. Ve, onlar için “daimî azap” vardır.
5/MÂİDE-38 : Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh( minallâhi) vallâhu azîzun hakîm( hakîmun).
Ve, hırsızlık yapan erkek ve kadının yaptıklarına karşılık olmak üzere, Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Ve Allah Azîz'dir, Hakîm 'dir ( hüküm ve hikmet sahibidir).
5/MÂİDE-39 : Fe men tâbe min ba’di zulmihî ve aslaha fe innallâhe yetûbu aleyh( aleyhi) innallâhe gafûrun rahîm( rahîmun).
Artık kim, yaptığı zulümden sonra tövbe ederse ve ıslâh olursa, o taktirde, muhakkak ki Allah onun tövbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
5/MÂİDE-40 : E lem ta’lem ennallâhe lehu mulkus semâvâti vel ardı yuazzibu men yeşâu ve yagfiru limen yeşâ( yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr( kadîrun).
Göklerin ve yerin mülkünün Allah'ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder ve dilediğini mağfiret eder. Ve Allah herşeye kaadirdir.
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
إِنَّ لِلۡمُتَّقِينَ مَفَازًا ( ٣١) حَدَآٮِٕقَ وَأَعۡنَـٰبً۬ا ( ٣٢) وَكَوَاعِبَ أَتۡرَابً۬ا ( ٣٣) وَكَأۡسً۬ا دِهَاقً۬ا ( ٣٤) لَّا يَسۡمَعُونَ فِيہَا لَغۡوً۬ا وَلَا كِذَّٲبً۬ا ( ٣٥) جَزَآءً۬ مِّن رَّبِّكَ عَطَآءً حِسَابً۬ا ( ٣٦) رَّبِّ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا بَيۡنَہُمَا ٱلرَّحۡمَـٰنِۖ لَا يَمۡلِكُونَ مِنۡهُ خِطَابً۬ا ( ٣٧) يَوۡمَ يَقُومُ ٱلرُّوحُ وَٱلۡمَلَـٰٓٮِٕكَةُ صَفًّ۬اۖ لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنۡ أَذِنَ لَهُ ٱلرَّحۡمَـٰنُ وَقَالَ صَوَابً۬ا ( ٣٨) ذَٲلِكَ ٱلۡيَوۡمُ ٱلۡحَقُّۖ فَمَن شَآءَ ٱتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِۦ مَـَٔابًا ( ٣٩) إِنَّآ أَنذَرۡنَـٰكُمۡ عَذَابً۬ا قَرِيبً۬ا يَوۡمَ يَنظُرُ ٱلۡمَرۡءُ مَا قَدَّمَتۡ يَدَاهُ وَيَقُولُ ٱلۡكَافِرُ يَـٰلَيۡتَنِى كُنتُ تُرَٲبَۢا ( ٤٠)
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
78/NEBE-31 : İnne lil muttekîne mefâzâ( mefâzen).
Muhakkak ki, muttakiler ( takva sahipleri) için kurtuluş ( ve kazanç) vardır.
78/NEBE-32 : Hadâika ve a’nâbâ( a’nâben).
Bahçeler ve üzüm bağları vardır.
78/NEBE-33 : Ve kevâıbe etrâbâ( etrâben).
Ve o günlerde onlarla aynı yaşta, memeleri büyütülüp dikleştirilmi şahane endamlı genç kızlar. ( Burda televizyonlardaki, mama plastik Hasan Findik aklima geliyor, ve diyorki meme ve gösgüs güzelleştirme operasonlari uzmani Hasan Findik, yani cigerim, o vakit bu vakit, ve kadinlar artik dik ve dolgun ve güzel memeli kizlar kadinlar, yani öyle olunca, ve vakit bu vakit, peki cennet neresi, burasimi, daha yukarisimi)
78/NEBE-34 : Ve ke’sen dihâkâ( dihâkan).
Ve içi dolu kadehler vardır.
78/NEBE-35 : Lâ yes’meûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ( kizzâben).
Orada boş söz ve yalan işitmezler.
78/NEBE-36 : Cezâen min rabbike atâen hısâbâ( hısâben).
( Bunlar) Rabbin tarafından, hesaba karşılık verilen mükâfattır ( ihsanlardır).
78/NEBE-37 : Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumer rahmâni lâ yemlikûne minhu hitâbâ( hitâben).
( Allah) göklerin ve yerin ve onların arasında bulunanların Rahmân olan Rabbidir. ( Hiç kimse) ondan bir hitaba mâlik değildir.
78/NEBE-38 : Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ( saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ( sevâben).
O gün, ruh ( devrin imamının ruhu) ve ( arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân'ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve ( izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39 : Zâlikel yevmul hakk( hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ( meâben).
İşte o gün ( mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen ( Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran ( yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. ( Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab ( sığınak, melce) olur.
78/NEBE-40 : İnnâ enzernâkum azâben karîbâ( karîben), yevme yenzurul mer’u mâ kaddemet yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ( turâben).
Muhakkak ki, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, elleri ile takdim ettiği şeye bakacak. Ve kâfir olan : “Keşke ben toprak olsaydım.” diyecek.
-----------------------
Zikirimizdeki Kelimei tevhid zikrine gelince
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
Hergün 100 kere "Lâ İlahe İllallahü Vahdehu Lâ Şerikeleh Lehül Mülkü ve Lehül Hamdü ve Hüve Âlâ Külli Şey-ün Kadir" diyen kimse, 10 köle azad etmiş gibi olur, kendisine 100 sevap yazılır, yüz günahı silinir, o gün akşama kadar şeytanın şerrinden emin olur. Hiçbir kimse hiçbir ibadetle bu seviyeye ulaşamaz, ancak ondan daha fazla yapan müstesna.
( Hadis'i Şerif, Buhari, Müslim)
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
Gezdiği sokakta bir kere söyleyenin bir milyon günahı bağışlanır, defterine bir milyon sevap yazılır ve kendisi için cennette bir köşk inşa edilir. Hadis'i Şerif
( Hadis'i Şerif, Ahmed İbn'i Hanbel)
"LAİLAHEİLLALLAH" bütün günahları mahveder, mizana konulmaz çünkü onun karşısında bir şey durmaz.1 kere sadakatle söylendiğinde, 4000 büyük günahı defterden sildirir ve 4000 derece yükseltir.
ve işte o zamanilari yaşiyoruz, cünkü benim üniversite ögrenciligim vaktinde, sabancinin bir gök deleni vardi, ve binlerce oda, onlarca kat, ve demek olurki bu sabanci, önceki hayatinda, cokca kelimei tevhid ceken biriydiki, ona işde her bir "LAİLAHEİLLALLAH" zikire bir kat ve bir oda verllmiş, her bir kat kac daire, kac oda , kac tane köşk verilmiş ondan daha cok köşkü olan inslarda var mesela USA başkani Trump amca gökdelen oteller krali, dünyada bu köşkler, peki bunlar köşk degilde möşkmü, lan salak aha san cennet, aha san köşk, ve bunlar muhammed vakti yokdu, ne oldu o zaman, ve eger bir ileri zaman gecerken, dünya bir yukari yükseliyorsa, o zaman, sema veya cennet gelecek demek, ve gelecek ise, dünün gelecegi biziz, bizim gelecegimiz de yarinlar olur, ve yarinlar cennet demek olur, ve birgün ölümünde caresi bulunursa, sonsuz yaşama sirrida ifşa olmuş olur, ve hastlaliklarda gen teknolojisi ile cözülürse, artik hastalik diyede birşey olmaz, ve o zamanalrda gelecek demekki, ve daha sen cenneti nerde ariyon, gökteyse lan zaten biz dünün semasiyiz, yarin bürgün ise bizim semamiz olur, ve mülk suresinde öyle buyurmuyormu Rab
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ( tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut( tefâvutin), ferciıl basara hel terâ min futûr. Summerciıl basara kerrateyni yenkalib lieykel basaru hâsien ve huve hasîr
Meali :
Esteuzubillah
O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Geleceginize "future" Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak ( ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların ( aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.
Sadakallahul Aziym MULK Suresi 3. ve 4.ayet
ölümsüzlüge gelince, yine bazi insanlar varki, buna astral seyahet diyorlar, yani tasavvufun tüm gayesi olan işlem, en son raddeye varinca, alincak olan meyva, yani ruhu bedenden cikarabilmek hali, ve bazilari bunu budizmle yapiyor, bazilari islamla, bazilari sihir ve büyücülükle, bazilari esmaül hüsna ile, bazilarida zikir ile yapiyor, ve ruh bedenden cikip, geri dönmesini ögrenince, ve cikip heryere gidebilince, ve duvardan gecebilince, ve ilerde olanlari görebilince, bu beden ona sinir degilidrki, yani artik onun için beden sadece bir kaporta, ve böyle bir insan, ruhunu bedenden cikarabilen birisi için, artik ölümün bir manasi varmi, ölüm ne, ruhun bedenden ayrilmasi, amma işde ondan sonrasi mühim, yeni bir bedene girebilmek, ve bunuda başarabilen bir ruh, artik ölümsüzlügede erdi, eskiyen bedenden cikar, birde ona tekme atar artik eskidindiye, yeni bedene gidiyon der, ve ayni matrixdeki mr simitin bu bedenler de hapsolup ve o kan kokusundan nefret ediyon, bu bedenden cikmam lazim diyor, ve sonunda cikmasini ögreniyor, ve amma işde, matrix veya mehdide bunu ögreniyor, ve birgün mehdide bunu başariyor, ve bedenden cikip, başka bedene girebilir o, ve öyle olunca, yani bu ruh derecesine, bu nefis derecesine yükselen birisi için, artik ölümün bir mansasi yok demek olur, ve bugün bunu yapan onlarca insan biliyon ben, ve demekki o zaman onlar bunu da burada dünyada başka bedene gecipde yapiyorsa bu işi, bazilari artik "orda Cennette sonsuz kalirlar sirrina ermişler demek olur, cennet neresi o zaman? burasi neresi? cennet yerdemi gökdemi, yoksa analarin ayaginin altindami, yani nere orasi? bu dünya, analar nerde geziyor yürüyor, bu dünyada, uzayda degil lan, bakin ve birazda siz tefekkür ediniz.
---------
Zikrimizdeki Salavati Kebirdeki
Allahumme salli ala seyyidina Feryail,
Allahumme salli ala seyyidina Ferruh,
kimdir nedir necidir derseniz
Allahu Teala Hz. Ademi ilk toprakdan halkettiginde, daha icine ruh üflenmemiş hali, camur testi veya camur biblo gibiyken, rivayete göre , 40 sene cile rüzgari estirmiş, 1senede sürur rüzgari estirmişki, onun görevli meleginin birisinin ismi Feryail, digerinin ismide Ferruh veya ferah ve sürurdur. bu yüzden insan ömrünün 40 da biri sürür ve ferahdir, diger 39 u cile ve caba ve gayret ile gecer, ve sonunda ise, varilan cennet, ve gelecek ve günümüz.
ve cennette bazilarina cennetin en fakirine bir dünya verilcek, yani adamin bir mahallesi var, ömrü boyu mahallesinden dişari cikmamiş, yada köyü var, köyünden dişari hic cikmamiş, yani öyle olunca, onun dünyasi köy kadar kücük, digerinin dünyasi ise, birkac şehir gezmiş, biraz büyük, birisi bütün türkiyeyi, yada hangi ülkeden ise ülkesini geziyor, biraz daha büyük dünyasi var, yine birisine öyle ulaslararasi pasaport vermişler vize vermişler, dünyayi geziyor, daha büyük dünyasi var, zengin, cennetin zengini,
Yine bir rivayet onlarin tahtlari vardir, tahtlarinda otururlar kurulurlar hadisi, yani lan dün sultan tahti diye bir koltuk yapmişlar, sadece bir sultan o koltukda oturuyordu, bugün herkesin evinde koltuk takimi var, her evde herkesin tahti, taht koltugu var, kimilerinin televizyon koltugu, kimininki bilgisayar koltugu, kimininki oturma odasi koltugu, kimininki masajli falan filen, yani herke tahtlarda oturuyor yine bu cagda, daha ne o zaman, yani yine başka rivayet onlar tahtlarinda oturup hurileri seyrederler, lan screet mankenlerini seyredenleri düşün, adam koltuguna kasalamiş, mayolu screet mankenleri seyrediyor, isterse, zenginse birisini alip götürüyor, binlerce kizla yatan zenginler var, ve hangi huri arioyn sen, işde bu huriler dik memeli iri gögüslü huriler yani adnan hocanin hurilere bir bak, yani silikonlu bayanlar demek o dik mememli veya iri memmeli demekde , anlayan arif anlamayan haala öldükden sonra gidecegiz diye cennet beklesin dursun, yaptinsa bir iyilik yeni bedne gecersin, yoksa bir köpek olursun, bir lokma sahip vercekde doyacan yani.
ve hurilerin icleri gözükcekden kasitta, yani kemikleri gözükcek degil, icleri, yani ciplak vücutlari gözükcek demek o da, yani screet mankenleri, yani mayolu yada ic camşirli mankenler işde lan, bunlra bak seyreden birlieri varmi var sen bakamiyorsan sen o derecede degilsin, daha ne, bunu anlamaycak ne var.
Rabbim , inanan mümin kullarina, ve mehdi ve cematine, bu cennet gibi zamana erdikden sonra, hata yapipda, adem ile havva gibi cennetten kovulup, dertlere dücar olmakdan muaf buyursun, ve zamanimizin, mehdi vaktinin, o ruhun vaktinin, kiymetini bilmek nasip etsin.
--oOo---
أَأَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقاً وَ ارْزُقْنَا اتِّبَاعَهْ وَ أَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اجْتِنَابَهْ
''Allahım! Bizlere, hakkı Hak gösterip ona tabi olmayı, bâtılı da Bâtıl gösterip ondan yüz çevirmeyi nasib eyle..! '
وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîne,
Amiyn.
Elfatiha maassalavat.
سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve
etûbu ileyk.
--OoO--
![[Resim: kirmizi-isik.gif]](https://aynel-yakin.com/images/kirmizi-isik.gif)
Vaazi mp3 olarak indirmek için linke sag tikla farkli kaydeti sec
![[Resim: burdanindir.gif]](https://aynel-yakin.com/images/burdanindir.gif)
Buraya TIKLA Dinle Veya Sag TIKLA indir dinle
![[Resim: kirmiziisik-2.gif]](https://aynel-yakin.com/images/kirmiziisik-2.gif)
Kar©glan
Başağaçlı Raşit Tunca
Schrems, 29 Eylül 2017 Cuma
Original Kar © glan
![[Resim: kirmizi-isik.gif]](https://aynel-yakin.com/images/kirmizi-isik.gif)
Sessiz Zehirin - ve internetin Sesi ve Onun Şifası Olan - Radyo Karoglan
Ocak - Şubat - Mart - Nisan - Mayıs - Haziran
Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim - Kasım - Aralık
1 Senede/12 Ay
Pazartesi - Salı - Çarşamba - Perşembe - Cuma - Cumartesi - Pazar
1 Yılda/365 Gün
7 Günde/24 Saat
Vaaz - Dini Sohbet - Tasavvuf Sohbetleri - Radyo Karoglanda
RADYO KAROGLAN
Sessiz Zehirin - ve internetin Sesi ve Onun Şifası Olan - Radyo Karoglan
![[Resim: gul.gif]](https://aynel-yakin.com/images/gul.gif)
Dipnotlar :
1-Ra’d Suresi : 23,
2-Zuhruf Suresi : 70,
3-Tur Suresi : 21,
4-Buhari, Fazilet-i Ashab-ı Nebi, 6; Müsned, 3/227,
5-Lem’alar, s. 456,
6-Vakıa Suresi : 22,
7-Rahman Suresi : 58,
8-Rahman Suresi : 70,
9-Saffat Suresi : 49,
10-Vakıa Suresi. 37,
11-Et-Terğib ve’t- Terhib, 7/369.
SÜLEYMAN KÖSMENE
Dipnotlar :
1. Müslim, Cennet 22.
2. Müslim, îman : 301.
3. Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü'l-İcaz, s. 175.
4. Müslim, Cennet : 14-17.
( bk. Mehmed PAKSU, En Çok Sorulan Mes'eleler ve Çözümleri -2, 2. Baskı, Nesil yayınları, İstanbul, 2000, s. 144-146)[/font]
Kuranda Hâbil ve Kâbil
(Maide Suresi, 27 - 40)
27- وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku.”
Âdemin iki oğlundan murat, Kâbil ve Hâbildir. Allahu Teâlâ Hz. Âdeme onlardan her birini diğerinin ikizi olanla evlendirmeyi emretmiş idi. Kâbil buna kızdı. Çünkü kendi ikizi olan kız kardeşi daha güzeldi. Bunun üzerine Hz. Âdem onlara dedi: “Her biriniz birer kurban takdim edin. Hanginizinki kabul edilirse, o onunla evlenir.”
Her ikisi kurbanlarını sundular. Hâbilinki semadan bir ateş inip kendi kurbanını yakmasıyla kabul edilmiş oldu. Bunun üzerine Kâbil büsbütün kızdı ve yapacağını yaptı.
Denildi ki: Ayette bahsi geçen Âdemin iki oğlu kendi öz evlatları değildir, İsrailoğullarından iki adamdır. Bundan dolayı ayetin devamında “İsrailoğullarına şunu yazdık…” denildi.
إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ “Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti.”
Kurban, Allaha yakınlık için sunulan kurbanlık veya kurbanlık dışında şeylerin ismidir.
Denildi ki: Kâbil çiftçi idi, kurban olarak buğdayın en düşük kalitelisini sundu. Hâbil ise sürü sahibi idi, semiz bir deveyi kurban olarak takdim etti.
قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ “(Kurbanı kabul edilmeyen), “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” dedi.”
قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ “Diğeri de, “Allah, ancak takva sahibi olanlardan kabul eder” dedi.”
Yani, “sen takvayı terk ederek nefsanî hareket ettin. Niye beni öldürüyorsun?”
Bunda şöyle bir işaret vardır: Hased eden kimse, kusurundan dolayı mahrum kalacağını görmeli ve haset ettiği kimse hangi şekilde başarılı olmuşsa öyle hareket etmeye çalışmalıdır. Yoksa başarılı kimsenin elindekini ortadan kaldırmaya çalışmak uygun değildir. Çünkü böyle bir hareket kendisine zarar verir, fayda getirmez. Ayrıca, yapılan itaat, ancak takva sahibi mü’minden kabul edilir.
28- لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ “Andolsun! Beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim.”
إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ “Ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.”
Denildi ki, aslında Hâbil Kâbilden daha güçlü idi, ancak onu öldürmekten çekindi, Allahtan korkarak teslimiyet gösterdi.
Çünkü o zaman henüz mukabele mubah kılınmamıştı.
Veya karşılık vermemesi, daha efdal olanı aramaktan kaynaklanabilir. Hz. Peygamber şöyle der: “Allahın maktûl kulu ol, katil kulu olma.”
29- إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennem ashabından olasın.”
وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ “İşte bu, zalimlerin cezasıdır.”
Bu, ona saldırmama gerekçesi olarak ikinci bir sebebi beyandır.
Burada “benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip” şeklinde ifade edilen durum, “beni öldürme günahın ve bir de kurbanının kabul edilmemesine sebep olan durum” olabilir.
Belki de Kâbil bu ifadeyle kardeşinin günah ve şekavetini murat etmedi. Bundan maksadı, “eğer bu mutlaka olacaksa, isterim ki yapan sen ol, ben değil” manası olabilir.
30- فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ “Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü.”
فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Böylece hüsrana düşenlerden oldu.”
Böylece dinen ve dünya itibariyle zarara düşenlerden oldu. Çünkü ömrü boyunca matrud (kovulmuş) ve mahzun bir şekilde yaşadı.
626 b Beydâvî Tefsiri
Hâbili yirmi yaşındayken Hira yokuşunda veya Basrada Mescid-i Azamın olduğu yerde öldürdüğü söylenir.
31- فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا “Derken Allah bir karga gönderdi.”
يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ “Karga, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeliyordu.”
قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım?” dedi.”
Rivayete göre Kâbil, Hâbili öldürünce onu ne yapacağını bilemedi. Çünkü Hâbil, Âdemin evladından ilk ölen kimse idi. Derken Allah iki karga gönderdi, bunlar birbiriyle dövüştüler, biri diğerini öldürdü. Gagası ve iki ayağıyla çukur kazıp, öldürdüğü kargayı oraya koydu.
فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ “Böylece, pişman olanlardan oldu.”
Öldürdüğüne pişman oldu. Çünkü, onu ne yapacağını bilmedi. Rivayete göre uzun süre sırtında taşıdı, kargaya talebe oldu, öldürdüğüne ceza olarak rengi karardı, anne babası ondan teberri etti.
Rivayet edilir ki, kardeşini öldürdüğünde cesedi karardı. Bunun üzerine Hz. Âdem, kardeşi Hâbilden sordu. “Ben onun vekili değilim” diye cevap verdi. Hz. Âdem, “Hayır sen onu öldürdün, bundan dolayı cesedin karardı” dedi ve ondan uzaklaştı. Bundan sonra yüzyıl yaşadı, hiç gülmedi ve yaptığı hiçbir işte başarılı olmadı.
32- مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ “Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık:”
أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا “Kim bir canı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.”
Çünkü kan dökmenin haramlığını çiğnemiş, öldürmek çığrını açmış, insanları buna cür’ete sevk etmiştir.
Veya şu cihetten de bakılabilir: Allahın gadabını ve büyük azabı celbetmede bir kişiyi öldürmekle bütün insanları öldürmek arasında fark yoktur.
وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا “Kim de onu ihya ederse, sanki bütün insanları ihya etmiş gibidir.”
“Canı ihya etmek”ten murat,
-Affederek birinin hayatta kalmasını sağlamak.
-Onu katlden alıkoyarak yaşamasına sebebiyet vermek.
-Ölüme yol açabilecek bazı sebeplerden kurtarmak gibi durumlardır.
İşte kim bunu yapsa, sanki bütün insanlara böyle yapmış gibidir.
Ayetin bu tarz ifadesinden maksat, haksız yere cana kıymanın ne derece büyük bir cinayet olduğunu ve hayatına sebep olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektir. Bu tarz ifadede, başkasına saldırmaktan korkutmak ve başkasının yaşamasına vesile olmaya teşvik vardır.
وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ “Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mu’cize ve âyetler) getirdiler.”
ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ “Ama onlardan birçoğu bundan sonra da yeryüzünde aşırı gitmektedir.”
Üstte anlatılan Habilin öldürülmesi cinayeti sebebiyle, onlara bu şekilde sert hüküm bildirdik, apaçık ayetlerle peygamberler gönderdik. Böylece hayatı korumaları için, verilen emri te’kid ettik, ahitlerini yeniledik. Ama onların çoğu yeryüzünde katle devam ile aşırı gidiyorlar ve buna aldırmıyorlar.
Bununla, kıssa daha önceki Âdemin iki oğlunun kıssasıyla birleşmiştir.
Ayette, onların aşırılığı “müsrifün” kelimesi ile ifade edilmiştir. İsraf, herhangi bir meselede itidal sınırından uzaklaşmaktır.
33- إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا “Allah’a ve Resûlüne harp açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası ancak şudur:”
“Allah ve Rasulüne harp açmak” ile, Allah ve Rasulünün dostları olan Müslümanlar kastedilmiştir. Müslümanlara karşı yapılan harbin, Allah ve Rasulüne harb ilan etmek anlamına geleceği, bu şekilde ifade edilmiştir. Bunda, Müslümanlarla harbin çok büyük bir vebâl olduğuna işaret vardır.
“Harp” kelimesinin aslında başkasından almak vardır. Burada ise harbten murat yol kesmektir. Velev şehirde de olsa çetecilik de buna girer.
أَن يُقَتَّلُواْ “Öldürülmeleri.”
Sadece adam öldürenlerin cezası, asılmadan kısas yoluyla öldürülmeleridir.
أَوْ يُصَلَّبُواْ “Yahut asılmaları.”
Eğer hem çalmış hem de öldürmüşlerse asılarak cezalandırılırlar. Fıkıh âlimleri asılma şeklinde farklı görüşler söylerler. Kimine göre önce öldürülür, sonra asılır. Kimine göre ise diri olarak asılır veya ölünceye kadar mızrak atılır.
أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ “Veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi.”
Eğer sadece çalmış, ama öldürmemişlerse sağ elleri ve sol ayakları çapraz olarak kesilir.
أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ “Veya o yerden sürülmeleridir.”
Eğer sadece tehdit etmişlerse, bir yerde kalıp yerleşmeyecek şekilde bir beldeden başka beldeye sürülür.
Ebu Hanife, sürgünü hapis ile tefsir etmiştir.
Ayetteki “veya” ifadesi, üstteki bu açıklamaya göre tafsil içindir. Yani, suçun durumuna göre farklı ceza uygulanır.
Ancak, “veya” ifadesinin “tahyir” yani bu şıklardan birini seçmede muhayyerlik ifade ettiğini söyleyenler de olmuştur. Bu durumda, idareci olan kimse yol kesen kimselerle ilgili bu cezalardan herhangi birini uygulamada serbesttir.
ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا “Bu, dünyada onlar için bir zillettir.”
وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Ahirette de onlara çok büyük bir azap vardır.”
34- إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن قَبْلِ أَن تَقْدِرُواْ عَلَيْهِمْ “Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tevbe edenler başka.”
فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Bilin ki Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”
Ayetteki istisna Allahın hakkı ile alakalıdır. Devamında “Bilin ki Allah, Ğafur – Rahîm’dir” denilmesi buna delâlet eder. Ama kısas olarak öldürülmesine gelince, tevbe etmesi ile bunun cevazı değil, vücubu sakıt olur.
Ayette tevbenin onların yakalanmalarından önce ile kayıtlanması, yakalandıktan sonra tevbe etseler bile had cezasının düşmediğine delâlet eder. Ancak Allah hakkı olan azap düşebilir.
Ayet, Müslüman eşkıya hakkındadır. Çünkü müşrik birisi yakalanmadan önce veya sonra tevbe etse, cezası kaldırılabilir.
35- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ “Ey iman edenler! Allah’tan korkun!”
وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ “O’na vesile arayın.”
Yani, Allaha itaat etmek, günahları terk etmek gibi O’ndan sevap elde etmeye ve O’na kurbiyete vesile olan şeyler yapın.
Hadiste şöyle bildirilir: “Vesile, cennette bir mertebedir.”
وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Ve O’nun yolunda cihad edin, ola ki kurtuluşa eresiniz.”
Görülen ve görülmeyen Allah düşmanlarına karşı cihad edin.
36- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُواْ بِهِ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ “Yeryüzünde olanların tamamı ve bir o kadarı daha kâfirlerin olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için hepsini fidye olarak verseler yine onlardan kabul edilmez.”
وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlara elem dolu bir azap vardır.”
Ayet, azabın onlar için kaçınılmaz olduğunu anlatan bir temsildir. Ve onlar için bu azaptan bir kurtuluş yolu yoktur.
37- يُرِيدُونَ أَن يَخْرُجُواْ مِنَ النَّارِ “Cehennem ateşinden çıkmak isterler.”
وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنْهَا “Ama oradan çıkacak değillerdir.”
وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ “Onlar için devamlı bir azap vardır.”
38- وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ “Yaptıklarına bir ceza ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere, hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin.”
وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Allah, Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Müberrede göre, ayetteki “fe” harfi sebebiyet bildiren bir şart manasını tazammun ettiği için, habere dahil olmuştur. Yani, “o kimse ki hırsızlık yaptı… Siz de hırsızlığı sebebiyle ellerini kesin.”
Hırsızlık, başkasının malını gizlice almaktır. El kesme cezasının uygulanması için, korunmuş bir mal olma şartı vardır. Ayrıca, kıymet itibariyle de en az dört dinar değeri olmalıdır.
Hz. Peygamber şöyle bildirir:
“El kesme, dört dinar ve üstündeki meblağlar içindir.”
Ulema, bu konuda gelen hadisler sebebiyle bu meselede farklı görüşlere sahiptir. “Şerhu’l-Mesabih” isimli eserde bu konuyu ayrıntılarıyla ele aldım.[1>
Ayette belirtilen el, sağ eldir. İbnu Mes’udun “onların sağ ellerini kesin” şeklindeki kıraati bunu teyid eder.
Ayette “el” anlamındaki “yed” kelimesi aslında omuza kadar kolu da içine alır. Bundan dolayı Harici mezhebi, omuzdan kesilmesi gerektiğini savunur. Cumhur yani âlimlerin ekserisi ise, bundan muradın sadece el olduğunu kabul eder. Çünkü Hz. Peygambere hırsız getirildiğinde, sağ elinin kesilmesini emretmiştir.
39- فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ “Her kim zulmünün arkasından tevbe edip durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder.”
إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Çünkü Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”
Her kim hırsızlık suçu işledikten sonra tevbe eder, suçu gerektiren durumlardan hassasiyetle kaçınır ve bir daha o suça dönmemeye kesin kararlı olursa, Allah onun tevbesini kabul eder, ahirette bu suçtan dolayı ceza vermez. Dünyada el kesilme cezası ise, ekser fıkıh âlimlerine göre uygulanır. Çünkü onda, malı çalınanın hakkı vardır.
40- أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Bilmedin mi, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”
يُعَذِّبُ مَن يَشَاء “O, dilediğine azap eder.”
وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء “Dilediğini de bağışlar.”
وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Allah, her şeye kadirdir.”
RAŞiT TUNCA
BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA


FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik
ALLAH
BAYRAK

Radyo Karoglan
Foruma Misafir Olarak Gir
Forumda Neler Var


GALATASARAY
FENERBAHÇE
BEŞiKTAŞ
TRABZONSPOR
MiLLi TAKIM
ETKiNLiKLERiMiZ