MUHAMMED
BAYRAK

Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız. |
Forum İstatistikleri |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
DOWNLOADEN
AYET
FELSEFEMiZ
Raşit Tunca Sözü
GÜZEL SÖZ
Cennet ve Cehennem Hakkında Bilgiler
CEHENNEM ATEŞİ VE AZABI
Ateş, insan cismine çok büyük acı ve ızdırap verdiği için ahirette kâfir ve münâfıkların cezası ateşle verilecektir. Böylelikle Cehennem, Allah'ın tutuşturulmuş ateşinin ismidir,
İşte Cehennem'in en açık vasfı ateş olduğu için bazen, Cehennem yerine ateş manasına "nâr" kullanılır:
"Şüphesiz ki münâfıklar nâr'ın en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın."
(Nisâ, 145).
Cehennem'de görülecek azabın miktar, şiddet ve şekillerini ancak Allah ve Rasûlü'nün bizlere bildirmesiyle ve bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz.
Kur'an-ı Kerîm'de belirtildiğine göre;
a-Cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatır:
"Cehennem inkâr edenleri şüphesiz çepeçevre kuşatacaktır."
(Tevbe, 49)
b-Cehennem ateşi sönmez:
"Biz sapık kimseleri kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Varacakları yer Cehennem'dir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız. "
(İsrâ, 97)
c-Cehennem dolmak bilmez:
"O,gün Cehennem'e: "doldun mu?"deriz. O! " Daha var mı?" der. "
(Kaf, 30)
d- Kaynarken çıkardığı ses:
"Rablerini inkâr eden kimseler için Cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür. Oraya atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. İçine her bir topluluğun atılmasında bekçileri onlara: "size bir uyarıcı gelmemiş miydi" diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir uyarırı geldi; fakat biz yalanladık ve Allah hiç bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içerisindesiniz, demiştik " derler. "
(Mülk, 6-9)
e- "Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır. "
(Mü'minün, 104)
f- "Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. "
(Mü'min, 70-72).
g- İnkâr edenlere ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler, her defasında oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine "yakıcı azabı tadın"denir.
(Hâcc, 19-22).
h- Derileri yandıkça azabı tatmaları için yeniden başka derilerle değiştirilir.
(Nisâ, 56).
i- Ölümü isterler fakat azabları devamlıdır, ölmezler.
(Zuhruf,74-77; Fatır,36).
Peygamberimizin (sav) ifadesine göre:
"Cehennem ateşi (miktarca ve sayıca) dünya ateşleri üzerine altmış dokuz derece fazla kılınmıştır. Bunlardan her birinin harareti bütün dünya ateşinin harareti gibidir. "
Cezalar, işlenen suçlar cinsinden olacaktır. Dilleriyle suç işleyenlerin cezaları dillerine; elleriyle günah işleyenlerin cezaları ellerine vs. tatbik edilecektir.
CENNET ŞU ANDA VARMI ?
Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder:
"Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. "
(Âli İmrân, 133)
Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."
"Cennet bana yaklaştı, o kadar ki, eğer cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini size getirebilecektim."
CENNET'in GÜZELLİKLERİ
Kur'an'da Cennet'in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (1), güzel meskenler (2)
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (3)
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet'te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (4)
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir. Sizin için orada çokmeyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (5)
"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur" (6)
4- Cennet'te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmiş. "Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir" (7)
"Onlar Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler: Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)." (8)
5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet'i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet'teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir etmiştir: (9)
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger.
* (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.
* Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder.
* Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar.
* Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk.
* Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
* Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta şeffâf kupalarla dolaşılır ki ölçüsünde tavin ve takdir ederler.
* Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir.
* Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
* Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
* Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır.
* Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir.
Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. "
Cennet'in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadisin ifade ettiği durumdur:
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
"Salih kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım."
Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder.
Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır. Çoğulu Cinân ve Cennât`tır.
Kur`an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur`an-ı Kerîm`de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va`dolunan, gördüğünüz şu Cennet`tir ki, O, Allah`ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah`a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir. " (Kâf, 50/31-33).
"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmayarak Cennet`e, çok esirgeyici Allah`ın kullarına gıyâben va`d buyurduğu Adn Cennet`lerine gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet`tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî olanları vâris kılacağız. " (Meryem, 18/60-63).
Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. Kur`an`da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı." (Tâhâ, 20/76).
Kur`an`da Cennet`in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (ez-Zümer, 39/20), güzel meskenler (et-Tevbe, 9/72)
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (er-Rahmân, 55/58-54)
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet`te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21).
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet`tir. Sizin için orada çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (ez-Zuhruf 43/71-73).
"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur" (Saffât, 37/47).
4- Cennet`te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah`a sokacak söz işitilmez. "Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir" (el-Hicr, 15/47-48).
"Onlar Cennet`te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler: Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)." (el-Vâkıa, 56/25-26).
5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet`i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet`teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir etmiştir:
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet`i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet`teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. " (el-İnsan, 76/11-22).
Cennet`in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadis*in ifade ettiği durumdur: Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih kullanım için ben, Cennet`te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım." (et-Tâc, el-Câmiu li`l-Usül, fî ahâdisi`r-Rasul, V, 402).
Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet`in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder (et-Tâc, aynı yer).
Ehl-i Sünnet inancına göre mü`minler Cennet`te Allah`ı görecekler, bu onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna "Rü`yetullah*" denir. Bu hususta Kur`ân-ı Kerîm`de: "O gün Rablerine bakan ter-ü tâze (ışık saçan) yüzler vardır. " (el-Kryame, 75/22-23) buyrulur. Rasûlullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: "Siz gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz. Onu görmekte haksızlığa uğramıyacak, izdihâma düşmeyeceksiniz. " (Buhârî, Mevâkıt 16, 26). Suheyb (r.a.)`ın rivayetine göre Peygamber (s.a.s.): "iyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyâde (Allah`ı görmek) vardır. " (Yunus, 10/26), ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Cennetlikler Cennet`e girdiği zaman Allah (c. c.) şöyle buyuracak: " Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" Cennetlikler de Şöyle derler: "Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet`e koymadın mı, bizi Cehennem`den kurtarmadın mı? (o yeter)." Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: "Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz. " (Müslim`in rivayeti, et-Tâc, V, 423).
Müminlerin Allah`ü Teâlâ`yı Cennet`te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur`an ve Sünnet`te bildirildiği için kesinlikle böyle inanırız. Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder: "Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet`e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. " (Âli İmrân, 3/133).
Enes b. Mâlik (r.a.)`den rivayet olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu. " (Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, II, 483).
Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer cür`et edeydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim. " (Aynı eser, II, 713).
Bu Hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmış olup hâlen mevcuttur.
Cennetlikler: Kur`an ve Sünnet`te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler Cennet`e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen Allah`a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet`te gerçekleşir: "Takva sahipleri, elbette Cennet`lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller. " (el-Hicr, 15/45-48).
Kur`an-ı Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe inananların, Allah`ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların Cennete gireceklerini bildirmektedir. (el-Meâric, 70/23, 24, 25, 26, 27, 29, 33). Ayrıca Cenâb-ı Hakk`ın rızasını dileyerek sabredenlere (er-Ra`d, 13/20, 21, 22, 23); şükredenlere (el-Ahkâf, 35/15-16) yürekten tövbe edenlere (et-Tahrim, 66/8); Allah yolunda canını feda eden şehitler (el-Bakara, 2/154) ve Allah`a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah`ın ölçüsünde Allah`a yönelenlere" (Kaf, 50/31-34) içinde ebedî kalınacak Cennet`e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur`an ayetlerinden bazılarında şöyle buyrulur:
"İman edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol Cennetler`e hidâyet buyurur. Bunların, Cennet`te duâları: Allah`ım, seni tesbih ve tenzih ederiz. sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep selâmdır. Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler, âlemlerin Rabbine mahsustur." gerçeğidir" (Yunus, 10/9-10).
"Kim de O`na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler var. "
" Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle Cennetler` de ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır" (Tâhâ, 20/75-76).
"İmran b. Husayn (r.a.)`dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 40). Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir. Çoğu insan mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennet`e ilk giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed (s.a.s.)`in ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi hesap ve ikap görmeksizin ilk olarak Cennet`e girecektir. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 41-43).
Hadislerden öğrendiğimize göre (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 845). Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar Cennet verilecektir. Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet`tir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 264-275). Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet`in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah`ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem`de ceza gördükten sonra Cennet`e girecektir. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a.)`ın Hz. Peygamber (s.a.s.)`den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah`dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)`in, Allah`ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem`i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)" (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IV 271).
Ehl-i Sünnet ve`l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah`ın izniyle mutlaka Cennet`e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.
Cehennem İle İlgili İlginç Bilgiler
Cehennem pek çok dinde günahkâr olanların kalacakları azaplı bir yer olarak bilinmektedir. İslam dininde de cehennem Kur’an-ı Kerim’de ve hadisi şeriflerde anlatılmıştır. İnsanların öldükten sonra işlemiş oldukları günahlardan dolayı azap görecekleri ahiret yurdu olarak bilinen cehennem farklı adlarla da anılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de cehennem yerine sair, haviye, nar gibi alevi, ateşi, dumanı ve sıkıntılı hayatı anlatan kelimeler kullanılmıştır.
Cehenneme Kimler Girecektir?
Cehennemin en alt tabaksı denilen yere münafıklar yani İslam’a inanmış gibi görünüp de Müslüman olmayan kişiler girecektir. Allah’a inanmayan kâfirler ve Allah’a şirk koşan müşriklerde buraya gireceklerdir. İslam dinine göre cehenneme inanan ancak çeşitli günahlar işleyen kimselerde girecektir. Bu kimseler günahlarının cezasını çekip tekrar cennete gireceklerdir.
Cehennem Nasıl Bir Yerdir?
Cehennem insanların ve taşların yakıt olarak kullanıldığı bir yerdir. Hatta bazı alimler cehennemin yakıtı olarak nohut büyüklüğü kadar olan taşların insanın beynini fokurdatacak kadar ateşli olduğunu söylemişlerdir. (1)
Cehennem cennetin aksine kötü bir konaktır ve orada dikenden döşekler vardır. Burada hiçbir insan bulunmak istemez. Dikenli döşekler dinlenmek isteyenlere batar. (2)
Cehennem ehli olan kişiler uzun uzun sütunlara bağlanır. Üzerlerine ise ateş salınır. İnsan derisi cehennemde yandıkça yenilenir ve yeniden yanar. (3)
Cehennemde acıkan kişilere kuru dikenler verilecektir. Susayan kişilere ise kan ve irinden oluşan sıvılar verilecektir. Zaten cehennem ateşinden yanan kişiler ise bunları yiyip, içtiklerinde ferahlama yerine içten içe parçalanacaklardır. (4)
Cehennemde yanan kişilerle ilgilenen ve onlardan mesul olan melekler vardır. Bunların en büyüğü Malik’tir. Cehennem ile görevli olan melek sayısı ise 19’dur. (5)
Cehennem melekleri buraya gelenler için sert tabiatlıdırlar. Allah’ın emrettiğinden başkasını yapmayan bu melekler iri gövdelidirler ve Allah’ın dediklerine, azabına karşı başkaldırmazlar. (6)
Cehennemde zakkum adı verilen bir ağaç vardır. Bu ağacın özelliği her dalında şeytan yüzüne benzeyen meyvelerin olmasıdır. Cehennem ehli bunlardan yemek ister ancak korkusundan koparamaz. Yediğinde ise içinde ateşler savrulur. (7)
Cehennem ehli cehennemde çektikleri acılardan dolayı inim inim inlerler. Hiç kimse onlara yardım etmez ve onlara ortak koştuklarının ve inandıkları batıl tanrılarının onlara yardım etmesi söylenir. Orada kimse kimseye yardım edemeyecek kadar acizdir. (8)
Cehennem ehli sürekli yok olmak ister. Çünkü üzerlerine dökülen kaynar sular ile derileri, karınları, bütün organları tek tek erir. İçleri yananlar kanlı, irinli sular içmek ister ancak o sularda yutulamaz. (9)
Cehennemde cennet gibi çeşitli kapılardan oluşur. Her kapıdan farklı bir grup girer. Bütün grupların günahları farklı farklıdır ve günahlarının dereceleri vardır. Cehennemin en alt tabakasında münafıklar bulunur. Çünkü onlar hem Allah’a inanmayarak kafir olurlar. Hem de Allah’a maddi çıkarlarını ortak koşarak müşriklerden olurlar. Cehennem sadece insanlar için değil aynı zamanda bizler gibi ümmet olan cinler içinde yaratılmıştır. Yani cennete ve cehenneme de girebilecek cinler vardır. Cehennemin en az azap görecek olan katı cehennem adı verilen kattır. Burada ise Hz. Muhammed’in ümmetinden olan kişiler çeşitli günahları yüzünden hesaba çekilirler. Cehennemin 2. ve 3. katında ise Yahudiler ile Hristiyanların yanacağı söylenmektedir. Cehennem ile ilgili olarak Hz.Peygamberin hadisi şeriflerinde de Kur’an-ı Kerim’i destekleyen açıklamalar vardır.
----------------
Cehennem yedi tabakadır, kâfirler durumuna göre tabakaların birinde azap görecektir.
Feraid-ül fevaid kitabında buyuruluyor ki:
Cehennem yedi tabakadır. Birbirinin altındadırlar. Her tabakanın ateşi, üstündekinden daha şiddetlidir. Günahı affedilmemiş olan müminler; birinci tabakada günahları miktarı yanıp, sonra Cehennemden çıkarılarak Cennete götürüleceklerdir.
Diğer altı tabakada çeşitli kâfirler sonsuz yanacaklardır.
Cennet ve Cehennem şimdi mevcuttur. Bazı âlimlere göre, Cehennemin nerede olduğu kesin bilinmemektedir. Bazılarına göre, yedi kat yerin altındadır. Arz küresi, güneş ve bütün yıldızlar birinci sema [gök] içinde olduklarına göre, yeryüzünün neresinde olursak olalım, yedi kat yerin altında sema vardır. Cehennemin yedi kat semadan birisinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Her Müslüman bilir ki, ilk insan ve bütün insanların babası olan Hazret-i Âdem, yıllarca Cennette yaşadı. Yasak ağaçtan yiyince, dünyaya indirildi. Bu hususta Kur'an-ı kerimde birçok âyet-i kerime vardır. Mesela Bekara suresinin 35 ve 36, Araf suresinin 17. âyet-i kerimesinden 27. âyet-i kerimesine kadar. Taha suresinin 117-119. âyet-i kerimeleri bu hususlardan bahsetmektedir. Kur'an-ı kerimde ayrıca müminler için Cennetin, kâfirler için de Cehennemin hazır vaziyette beklediği bildiriliyor:
(Takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan Cennete koşun.) [Al-i İmran 133]
(Kâfirler için hazırlanmış olan Cehennem ateşinden sakının!) [Al-i İmran 131]
Peygamber efendimiz de, Miraca gidince, Cennet ve Cehennemi de gezdi. Gördüğü şeyleri anlattı. Bunlardan birkaçı şöyle:
(Cennete girdim. İnciden kubbeler gördüm.) [Müslim]
(Miraca çıktığım zaman Cennetin kapısı üzerinde "Sadakanın sevabı on, ödünç vereninki ise on sekiz mislidir" yazılı olduğunu gördüm.) [İbni Mace]
(Miracda Cehenneme baktım. Kokmuş leşler yiyenler gördüm. Bunların kim olduğunu sordum. Cebrail aleyhisselam, "Bunlar, gıybet etmek suretiyle insanların etlerini yiyenlerdir" dedi.) [İ. Ahmed]
Cennet nerede?
Sual: Cennetin bildiğimiz gezegenlerden birinde olacağı mümkün müdür?
CEVAP
Bugün bildiğimiz bütün yıldızlar ve gezegenler birinci kat semadadır. Semalar ise yedi kattır. Diğer katların ise bilinen bu semadan çok büyük olduğu bildirilmiştir. Cennet hakkında Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bilgi vardır. Cennetin genişliğinin yer ile göğün genişliği kadar olduğu Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. (Hadid 21)
Bu durumda Cennetin gezegenlerde olması mümkün değildir. Cennet daha yukarı semalardadır. (Deylemi)
Sekiz Cennet
Sual: Sekiz Cennetin isimleri nelerdir?
CEVAP
1- Dâr-i celal,
2- Dâr-i karar,
3- Dâr-i selam,
4- Huld,
5- Meva,
6- Adn,
7- Firdevs,
8- Naim.
Cennet Cehennem şimdi vardır
Sual: Din adamı sanılan biri, (Şimdi Cennet Cehennem yoktur) diyor. Cennet şimdi yok mudur? Peygamber efendimiz Miraca çıkınca Cenneti Cehennemi görmedi mi?
CEVAP
Cennet Cehennem yok diye ne bir hadis-i şerif, ne de bir İslam âliminin sözü vardır. Aksine, Cennet ve Cehennemin şimdi var olduğu bildirilmektedir. Din kitaplarında deniyor ki:
Cennet ve Cehennem şimdi vardır. Cennet, yedi kat göklerin üstündedir. Cehennem, her şeyin altındadır. Sekiz Cennet, yedi Cehennem vardır. Cennet, yer küresinden ve Güneş’ten ve göklerden daha büyüktür. Cehennem de Güneş’ten büyüktür. (Herkese Lazım Olan İman, Miftah-ül-Cennet)
Resulullah efendimiz, Miracda, Cenneti, Cehennemi ve daha başka yerleri gördü. (Mevahib-i Ledünniyye)
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde olarak Kürsî, Arş ve ruh âlemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü. Gözsüz, kulaksız, vasıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. (S. Ebediyye)
Cennet ve Cehennemle ilgili hadis-i şeriflerden ikisi şöyledir:
(Bir Cennet kadını dünyaya baksa, misk kokusundan yeryüzü dolar ve yüzünün nuru güneş ve ayın ziyasını bastırırdı.) [İbni Mübarek]
(Cehennemden bir kıvılcım dünyaya düşse, sıcaklığının şiddeti ve pis kokusu Doğu ile Batı’yı kaplardı.) [Râmuz]
Kaynaklar
(1)Tahrim Suresi, 66/ Bakara Suresi, 24
(2)Al-i İmran Suresi, 12/ Ra’d Suresi, 18
(3)Hümeze Suresi, 8-9
(4)Ğaşiye Suresi, 6-7
(5)Müddesir Suresi, 35-36
(6)Tahrim Suresi, 6
(7)Vakıa Suresi, 52-53
(8)Mü’min Suresi, 50/ Fatır Suresi, 37
(9)Hac Suresi, 20/ Furkan Suresi, 14/ Secde Suresi, 20
Cennette Erkeklere Huri Bayanlara da Gılman Verilmesi Hakkinda Bilgi
Cennette erkeklere huri verildiği gibi bayanlara da gılman mı verilecek?
Kur'ân-ı Kerim'in sadece bir âyetinde geçen "gılman" tâbiri vardır. 52. Sûre olan, Tûr Sûresi 24. âyetinde :
"Etraflarında, sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz gılmanlar dolaşır."
Sözlükte "çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmetçi" anlamına gelen "gulâm" kelimesinin çoğulu olan "gılman", anlaşıldığı kadarıyla, Allah'ın ( c.c) mü'min kulları için özel yarattığı ve vazifesi sadece hizmetkârlık olan cennet gençleridir. Onlar cennet ehline yiyecekler ve içecekler sunarlar ve bu vazifeyi görmekten mutluluk duyarlar.
Fani hayatın sona ermesinden sonra ebedî bir saadet başlayacak. Orada Allah'ın rahmeti, lütuf ve ihsanı bütün haşmetiyle tecelli edecektir. İşte bu ebedî saadetin ve sonsuz nimet ve güzelliklerin merkezi cennettir. Cennet hem mü'min erkeklerin, hem de mü'min kadınların nimetler içinde yüzdüğü bir mekândır. Yani cennetin nimetlerinden erkekler kadar kadınlar da istifade edecek, bütün nimet ve ihsanlar her iki cinse de verilecektir.
Cennet ve cennetlikler en güzel ve tatlı bir şekilde Kur'ân'da anlatılır. Çoğu yerde mü'min erkeklerle birlikte, mü'min kadınlar da zikredilir. Meselâ, Tevbe Sûresinin 72. âyetinin meali şöyledir :
"Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara devamlı kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn Cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası için en büyük mükâfattır. İşte büyük kurtuluş budur."
Cennetlikler ve cennet nimetleri Kur'ân'da anlatılırken cennet ehli için "müttekiler ( Allah'tan hakkıyla korkanlar)" ifadesi geçer. Bu kelime hem erkekler hem de kadınlar için müşterek kullanılır. Biri öbüründen ayırd edilmez, ayrı tutulmaz.
Hadis-i şeriflerde geçen ifadeler de hem erkekler, hem de kadınlar içindir. Bütün müjdeler, taltifler, nimetler, ikramlar herkese aynıdır. Bir hadisin meali şöyle :
"Cennet ehli cennete girdiklerinde bir vazifeli şöyle seslenir : 'Şüphe yok ki, siz cennette ebedî yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Hastalanmayacak ve devamlı sıhhatli bulunacaksınız. Sonsuz nimetlere mazhar olacak ve hiçbir zaman hüzün ve keder görmeyeceksiniz.' "1
Başka bir hadis-i şerifte de cennet ehlinin bir hâli şöyle anlatılır :
"Muhakkak, sizden biriniz cennetin en alt derecesinde bulunsanız bile, ona Allah'ın emri ile melekler tarafından, 'Gönlünden geçenleri iste!' denir. O da devamlı temenni eder durur. Bunun üzerine ona, 'Kalbinden geçenleri tamamen temenni ettin mi?' diye sorulur. 'Evet' cevabı verince, 'Muhakkak temenni ettiğin şeyler bir misli fazlasıyla sana verilecek' denir."2
Esas itibariyle cennetin nimetleri hem erkek, hem de kadın mü'minler için müşterek iken, bazı hususlarda her iki cins de birbirlerinden üstünlüklere sahiptirler. Bu üstünlüklerin bir kısmı erkeklere mahsus iken, büyük bir kısmı da kadınlara mahsustur. Kur'ân'da cennetlik kadınlar "Ezvâcün mutahharatün" yani "temiz kadınlar" olarak vasfedilir. Bu ifadenin içinde şu mânâlar saklıdır : Cennet kadınlara mekân ve meskendir. O kadınlar o yüksek cennette lâyıktırlar. Aynı zamanda cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların güzellikleri de artar. Ve cennet onlarla güzelleşir ve süslenir.3
Yani cennetlik kadınlar, cennetin güzelliğine güzellik katmakta, Allah'ın ebedî yurdunu süsleyen canlı bir unsur olmaktadır. Bu "mutahharatün ( temiz)" ifadelerinden ayrıca şu mânalar çıkıyor : "Dünya kadınları cennete girdikten sonra kötülüklerden, kıskançlık ve benzeri çirkin huylardan arınacaklar, içleri de dışları gibi berrak ve ter temiz olacak. Güzellikte hurileri geçecekler."
Peygamberimiz ( asm) cennetlik kadınları şöyle anlatır :
"Onların vücutlarının güzelliği ile letafetinden dolayı her birinin baldırındaki kemiğin iliği etinin üstünden görünür. Onların aralarında ne ihtilâf vardır ne düşmanlık ne de çekememezlik."4
Yani cennet ehli kadınlar güzellikte o kadar ileride bulunuyorlar ki, sadece bir tek tırnağı dünyaya görünse güneşin ışığını kapatacak kadar parlaklıkta olan hurilerden daha güzel olacaklar. Bir kadının bundan daha güzel bir şey tahayyül etmesi mümkün müdür?
Cenab-ı Hak hem erkek, hem de kadın mü'minlere kalblerinden geçenlerin bir misli fazlasını vereceğine göre, nimet ve ihsanın derecesini siz düşünün. Artık bu kadar lütuf ve ikramdan sonra "Allah, cennette bir erkeğe çok sayıda huri veriyor da cennet ehli kadınlara neden böyle bir imkân verilmiyor?" denmez. Cennette "yok yoktur." Allah, insan fıtratına en uygun şekilde her türlü nimet ve ihsanı verecek, kimseyi mahrum bırakmayacaktır.
Esas mesele Allah'ın rızasına nail olmak, ebedî saadete liyakat kazanmak, fâni dünyadan imanlı olarak ayrılıp, cennetin kapısına ulaşabilmektir.
--------------------
Cennette evlilik nasıl olacaktır? Cennette verilecek huri ve gılman hakkında bilgi verir misiniz?
Cennette günah işlemek mümkün mü? Veya dünyada günah olan bir fiil cennette caiz olabilir mi?
Her yönüyle nezih ve temiz olan, sadece temiz, iyi ve güzel şeylerin toplandığı bir mekân olan cennette, dünyada günah addedilen şeylerin bulunması söz konusu değildir.
“Cennetlikler cennette ne bir boş söz ne de günah işitmezler.” ( Vâkıa, 56/25),
“Orada boş sözler ve yalan işitmezler.” ( Nebe’, 78/35)
ayetleri, cennette, değil günah sayılan fiillerin işlenmesi, günah şeylerden bahsedilmesinin hatta boş, manasız, malayani sözlerin konuşulmasının bile söz konusu olmadığını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Müttakiler dünyada iken Allah’ı görmedikleri halde bu tür fiillerden şiddetle kaçınırken, cennette her an Yüce Rablerinin huzurunda olduklarını müşahede ettikleri halde, dünya hayatında Allah’ın gazabını celbeden ve çeşitli kavimlerin helâkine sebep olan bir takım çirkin fiilleri ve bu fiilleri çağrıştıracak şeyleri işlemeleri asla düşünülemez.
Cennette dünyada günah addedilen bir takım çirkin fiillerin mübah olduğu düşüncesinde olan kimselere göre, bu fiiller hoş şeyler olup cennette ulaşacağı, şimdiden hayal edilebilecek fiillerdir.
Böyle bir kimse, bu tür büyük günahları basit görecek, bu fiilleri dünyada iken işleyenlere sadece,, aceleciler nazarıyla bakacaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de cennet hurilerinin cinsel yönüne işaret eden,
“Onlara kocalarından önce hiç bir insan ve cin dokunmamıştır.” ( Rahmân, 55/56),
“Biz o cennet kadınlarını ashab-ı yeminden olan kocalarına düşkün bakireler kıldık.” ( Vâkıa, 56/36-38 )
gibi ifadeler bulunurken, ne âyetlerde ne de hadis-i şeriflerde gılmanın cinselliğini çağrıştıran herhangi bir ifade yoktur. ( Bursevî’nin izahına göre, Cennet çocuklarının sadece saçılmış incilere benzetilip, bu teşbihe ilaveten hurilerin saklı yumurtalara da benzetilmesinde cennet çocuklarından faydalanmanın hurilerin aksine sadece dış görünüşleriyle ( zahirleri) itibarıyla olduğuna ( dünyada olduğu gibi gönle sürur ve neşe katmalarına) işaret vardır. Çünkü hurilerin benzetildiği saklı beyaz yumurta rengin beyazlığıyla beraber tatma lezzetini de ifade eder. Buradan cennette livata olmadığı, böyle bir şeyi caiz görenin iddiasının batıl olduğu anlaşılır. ( Ruhu’l-Beyân, IX, 321; X, 273)
Âyet ve hadislerin ışığında vildân ve gılman kelimelerini incelediğimizde, bu kelimelerin -kadın ve erkek- cennetliklere ait, cennet çocukları ve hizmetçileri için kullanıldığını görürüz.
Kur’an-ı Kerim’de geçen VİLDAN kelimesi hangi manada kullanılmıştır? ĞILMAN dan farkı nedir?
“Cennetliklerin etrafında, ebedî kılınmış vildân ( çocuklar) dolaşıp hizmet ederler.” ( Vâkıa, 56/17) ve,
“Etraflarında, ebedî kılınmış vildân ( çocuklar) hizmet için dolaşır durur. Onları gördüğünde, etrafa saçılmış inciler sanırsın.” ( İnsân, 76/19)
ayetlerinde geçen vildân kelimesi, çocuk doğurma ve çocuk sahibi olma manalarına delalet eden v-l-d kökünden gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de bu kökten gelen pek çok fiil ve isim kullanılmıştır. ( velede, yelidu, elidu, vulide, yuled; veled, evlad, valid, valide, valideyn, velid, mevlud, vildan.)
Bunlardan biri olan vildân, velîd’in çoğulu olup ( Maverdî, V, 450; Râzî, XXIX, 131) mevlud ( doğurulmuş) manasındadır.
Fakat, mevlud olmalarından sarf-ı nazarla ( ana-babalarına nisbeti düşünülmeksizin) küçük çocuklar için kullanılır olmuştur. ( Râzî, XXIX, 131) Velid’in ise, doğumu yaklaşmış çocuk için kullanıldığı söylense de ( Bursevî, X, 273) bebek manasına geldiği daha açıktır.
Çünkü âyette Hz. Musa ( as)’nın bebeklik dönemi için kullanılmıştır. ( Şuarâ, 26/18 ) Bu kelime hem kız hem de erkek çocukları için kullanılır. Lügatlerde velid’e, sonraki dönemlerde bu kelimeye izafe edilmiş ikinci ve üçüncü mana olarak köle ve genç hizmetçi manaları da verilmiştir. ( bk. Kuraşî, Kamus-i Kur’ân ( veled maddesi), el-Mu’cemu’l-Vasit ( veled maddesi)
Vildân kelimesi, ele alacağımız iki âyet dışında, üçü Nisâ ( 75, 98, 127. âyetler), biri Müzzemmil ( 17. âyet) sûrelerinde olmak üzere dört âyette daha geçmektedir. Müfred şekli olan velid ise bir âyette ( Şuarâ, 26/18 ) geçmektedir.
Nisâ sûresindeki üç âyetten ilk ikisinde vildân kelimesi mustaz’aflar ( Mekke’de zor durumda bulunan hicret edememiş Müslümanlar/ mustaz’afine mine’r-ricali ve’n-nisai ve’l-vildân) içinde, üçüncüsünde de yine yetim kadınların yanında çaresiz çocuklar manasında ( el-müstaz’afine mine’l-vildân) üçüncü grup olarak zikredilir. [Mehmet Çakır, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçesi isimli meâlinde Nisa, 127. ayete “Kur’ân’da çaresiz erkek çocuklar için de fetvalar var…” şeklinde mana vermiş, ayetteki vildan’a erkek çocuklar manası vermiştir. Bu eserin tenkidini yapan Akdemir’in de belirttiği gibi, ( bk. Hikmet Akdemir, “Kur’ân-ı Kerim ve Türkçesi” adlı Çeviriye Dair Bazı Değerlendirmeler” Marife, yıl : 5, sayı : 2, s. 91) ayetteki vildan kelimesi tağlib yoluyla kız çocuklarını da içine almaktadır . Dolayısıyla vildanı mutlak manada çocuklar olarak çevirmek daha doğrudur.]
Müzzemmil sûresinde ise kıyametin dehşeti anlatılırken zikredilir :
“İnkâr ettiğiniz takdirde, çocukları ( vildân) ihtiyarlatan bir günden nasıl korunacaksınız!?” ( Müzzemmil, 73/17).
Vâkıa, 56/17 ve İnsân, 76/19. âyetlerdeki vildân kelimesine verilen manalara göz attığımızda ise şunları görüyoruz : Çocuklar, cennet çocukları, evladlar, gencecik uşaklar, gençler, civanlar, delikanlılar, hizmetçiler, genç hizmetçiler, genç nedimler, gençlikler.
Görüldüğü gibi bu âyet hakkında da benzer meâller söz konusudur. Bu meâller içinde bizce en isabetli olanları çocuklar veya cennet çocukları ifadeleridir. Çünkü vildân kelimesinin çocuklar manasına delaleti açıktır.
Özetle, "vildân"ın manasının çocuklar olduğu hususunda ihtilaf söz konusu değildir.
"Ğılmân" kelimesi erkek çocuklar için kullanıldığı, "ğılmânun lehum" ifadesi malikiyet manasında alınarak, “onlara ait olan ğılmân” manasını ihtiva ettiği ve hadislerde de cennetliklerin çok sayıda hizmetçileri olacağı bildirildiği için, bu çocukların cennette hizmet için yaratılmış oldukları düşünülebilir.
Vildân ise, hem erkek hem de kız çocuklarını kapsadığı ve kelime kök itibariyle doğumu çağrıştırdığı için bu çocukların cennetliklerin dünyada buluğ çağına ermeden vefat eden ve bunlara ilaveten bazı hadis-i şeriflerde dile getirilen, arzu ettikleri takdirde bir hamilelik sıkıntısı olmadan cennetlikler için yaratılan kendi çocukları olabilir… [Müfessirlerin ve İslam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre cennette tenasül/çoğalma yoktur. Ancak bazı rivayetlere göre dünya hayatındakinden farklı bir surette çocuk sahibi olma söz konusudur. Ebu Saidi’l-Hudrî’den nakledilen bir rivayete göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur : “Cennette mü’min, çocuk arzu ettiğinde, hamli, doğumu ve yaş alması bir anda oluverir.” ( Tirmizî, Cenne, 23; İbn Mâce, Zühd, 39; Dârimî, Rikak, 11; İbn Hanbel, III, 9)].
Bazılarına göre, cennette cinsel hayat vardır, ancak bunun sonucunda çocuk olmaz. Mücahid, Tavus ve İbrahim en-Nehai bu kanaattedirler. Nitekim Ebu Rezin el-Ukaylî Peygamberimizden şöyle rivayet etmiştir :
“Cennette cennet ehlinin çocukları olmaz.”
İshak b. İbrahim ve başkaları ise, yukardaki hadiste belirtildiği gibi, Cennette mümin, çocuk arzu ettiğinde istediği gibi, bir anda oluverir, ancak arzu etmez demişlerdir ( Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 104). Burada, “ancak arzu etmezler” kaydının hadisin devamı değil de, Peygamberimizin ifadesini nakleden İshak b. İbrahim ve başkalarına ait olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde böyle bir ifadenin ( hadisin) hiçbir manası olmaz. Olmayacak bir şeyi olacakmış gibi teferruatlı bir şekilde anlatıp ardından böyle bir şeyin olmayacağını söylemenin abes bir ifade olacağı açıktır. Çünkü mana öyle olsaydı, hamli, doğumu ve yaş alması kayıtlarına yer verilmez, sadece “istense olurdu” gibi bir ifade kullanılırdı. Ayrıca, eğer manasındaki in edatı yerine, kat’iyet ifade eden iza edatının kullanılmış olması da arzu edilenin olacağını göstermektedir. Dolayısıyla bizce böyle bir değerlendirme, cennet ehlinin çocukları olmayacağına dair rivayet esas alınarak yapılmış tekellüflü bir tevildir. Bu konudaki rivayetler şöyle cem edilebilir : Cennet bildiğimiz manada hamilelik vs. yoluyla bir tenasül yeri değildir. Dünyadaki gibi çocuk sahibi olma yoktur. Ancak istendiğinde bir anda çocuk sahibi olunabilir...
Bu durumda dünya hayatında çocukları olmasa da, bütün cennetliklerin, cennette diledikleri kadar çocuk sahibi olmaları söz konusudur.
Cennetlikler dünyadaki yaşlarına bakılmaksızın gençler sûretinde inşa olunacakları gibi, cennetlik çocuklar da, vefat yaşları ne olursa olsun çocukluğun en güzel çağında ana-babalarına ebedî bir eğlence, sürur kaynağı ve göz aydınlığı olmak üzere yeniden inşa edileceklerdir. ( Cennet çocuklarının farklı yaşlarda inşa edilmeleri de mümkündür. Çünkü çocukluğun her bir evresinin ayrı bir güzelliği ve tatlılığı vardır. Cennet çocukları için vildan ve ğılman kelimelerinin kullanılmasında bu duruma işaret edildiği de düşünülebilir. Böylece vildanın küçük ğılman ise daha genç çocuklar için kullanılmış olması muhtemeldir.)
Dünya hayatındaki en büyük manevî zevklerden birisi hiç şüphesiz sevimli, neşeli küçük çocuklardır. Bu durum, cennet hayatının en güzel yönlerinden birisinin bu çocuklar olacağına işaret etmektedir.
Cennet hizmetçilerinin çocuklar manasındaki ğılmân kelimesiyle ifade edilmesindeki hikmet nedir?
Cennetliklerin eşleriyle beraber olacakları ortamlarda, gençlerin yerine çocuk görünümlü hizmetçiler bulunması daha uygundur. Çocukların hizmeti daha rahatlatıcıdır. Çocukların hizmet için daha hareketli, enerjik oldukları da bir gerçektir. Ayrıca cennette yorulma olmayacağı, keza bütün işler zevkle yapılacağı için bu hizmet onlara asla ağır gelmeyecek, aksine bu işten büyük bir lezzet alacaklardır denilebilir.
Ğılmân ifadesinin, mahiyetleri bizce meçhul olan bu hizmetçilerin, bizim anlayış seviyemize uygun hale getirilmiş bir hitap şekli olduğu düşünülebilir…
Dolayısıyla bu hizmetçilerin ğılmân ( çocuklar) olarak isimlendirilmesi onların tamamen farklı bir mahiyet ve keyfiyette, erkek veya kadınlıktan, cinsiyet ve cinselliği çağrıştıran şeylerden, tamamen uzak bir görünüm ve tabiatte, sûret ve sirette yaratıldığına işaret sayılabilir.
Bizce cennetliklerin içecek kaplarının billur-gümüş ( kavarira min fıdda) olarak tavsif edilmeleri, bu kapların çok farklı bir keyfiyette olduğuna delalet ettiği gibi, bu kelime ( ğılmân) da, hizmetçilerin yaş ve cinsiyetinden çok, onların masumiyetini, çocuk görünümlü olduklarını, ama güç ve kuvvetçe hizmet için son derece elverişli kimseler olduklarını ifade etmektedir. İbn Abbas’ın, “Cennette dünyadaki şeylerin ancak isimleri vardır.” ( yani mahiyetleri çok daha farklı ve üstün niteliktedir) sözü de bu kanaatimizi desteklemektedir.
Vildan, eğer cennette dünyadan giden ergenliğe ulaşmadan ölen çocuklar ise, bunların anne babalarına hizmetçi yapılmaları nasıl açıklanabilir?
Âyetlerde, vildân’ın da cennetliklere hizmet ettiğinin belirtilmesinden hareketle, -vildân’ın cennetliklerin çocukları sayıldığı takdirde- bu durumun hizmet etmekle bağdaşmayacağı söylenebilir.
Bizce, bu çocukların ana-babalarına hizmeti ihtiyaçtan kaynaklanan bir durum olmayıp, nimetlerin onların eliyle sunulmasında ayrı bir tat ve güzellik olduğu içindir.
Hizmetçi kelimesinin zihinlerde çağrıştırdığı mana ile bu çocukların hizmeti arasında önemli farklar olduğu kanaatindeyiz. Bu çocukların hizmeti sıradan bir hizmetçilik değil anne ve babalarına olan sevgi ve düşkünlüklerini göstermeye yönelik bir hizmettir. Hizmetten çok bir nevi lezzettir. Bu hizmetle hem kendileri büyük bir zevk almaktadırlar hem de anne ve babaları.
Hareketsiz bir çocuğa karşın hareketli, enerjik çocuk daha sevimlidir. Çocukların hareketliliği, anne ve babalarının etraflarında dönüp durmaları, sağa sola koşuşmaları onların güzelliğine ve sevimli olmalarına ayrı bir güzellik katar.
Nitekim, İnsân, 76/19. âyette bu hizmetçi çocukların etrafa saçılmış incilere benzetilmesi, onların çokluğunu, meclis ve evlerde sürekli bir faaliyet, hareket ve çeşitli hizmetler içinde olduklarını ve keza renklerinin saflığını ve güzelliklerini ifade etmektedir. İncilerin dizili oldukları ipten sıyrılarak etrafa saçılmasıyla parıltılarının birbirine yansıması sebebiyle ayrı bir güzelliği, gönle hoş gelen, sürur veren ayrı bir özelliği vardır. Bilhassa altın veya ipek sergi üzerine saçılırsa çok daha güzel bir görünüm arz ederler. Sedefinden yeni çıkarılarak etrafa saçılan henüz el değmemiş, üzerine toz konmamış yaş ve taze olan incilerin sürur veren ayrı bir güzelliği vardır.
[Taberî, XII, 370; Maverdî, VI, 171; Zemahşerî, IV, 119; İbnu’l-Cevzî, VII, 219; VIII, 149; Kurtubî, XIX, 93; İbn Kesir, IV, 487; İbn Kayyım, Hadi’l-Ervah, s. 309; Bursevî, IX, 196; X, 273; Alûsî, XXVII, 34; XXIX, 161. Maverdî, bu teşbihin çocukların çokluğunu ifade ettiğine dair görüşün Katade; renklerinin saflığını, görünüşlerinin hoşluğunu ifade ettiğine dair görüşün ise Süfyan-ı Sevri’ye ait olduğunu belirtir ( a.y).]
Kur'an da geçen “…hiç el değmemiş hizmetçiler” mealindeki ayetleri nasıl anlamamız gerekir?
Tûr, 52/24. âyet,
“Hizmetleri için de kendilerine mahsus, hiç el dokunmamış, guya sedeflerinde gizlenmiş inciler gibi gılmanlar etraflarında devreder.”
( Bu meâlde muhtemelen, İbn Cubeyr’dan nakledilen ve İbnu’l-Cevzî, Bursevî ve Alûsî’nin tefsirlerinde yer alan cennet hizmetçilerinin, sadeflerinde saklı ( korunan) el değmemiş incilere benzetildiğine dair rivayetten faydalanılmıştır.) şeklinde olup “hiç el dokunmamış” ifadesi “inciler”’e ait bir sıfat olarak zikredilmişken, art niyetli biri tarafından ( Bu iddia ateizmi savunan bir internet sitesinde dile getirilmiş olup iddia sahibinin ismine yer verilmemiştir. Bu tür iddialar hakkında bilgi edinmek için, arama motoruna “gılman” yazarak karşılaşacağımız bazı sitelere bakılabilir.) gılmanların sıfatı olarak ele alınmış ve şöyle denilmiştir :
“Burada gılmanlar, yani genç oğlanlar hiç el dokunmamış olarak ifade edilmiştir.” Böylece, fitne arayan nazarlar bu ifadeyi arzu ettikleri şekilde anlamak istemişler, başkalarının eli değmemiş ama sahiplerinin eli değecek gibi yorumlamışlardır.
Halbuki el değmemiş ifadesi, saklı inciler ifadesini açıklamak için olup incilerin güzelliğini, saflığını belirtmek için yapılmış bir açıklamadır. Yani saklı ( sadefindeki) incilere ait bir sıfattır. Bu anlayışta her ne kadar kötü niyetli olmanın rolü büyük olsa da, meâlin maksûdu ifade etmede yetersizliği de ortadadır.
Bu âyette gılmanların cennetliklerin etrafında hizmet için dolaştıklarının belirtilmemesi de bu tür yanlış anlamalara kapı aralamaktadır. Bu hizmetçilerin sadeflerinde saklı incilere benzetilmeleri, onların saflığını, temizliğini, beyazlıklarını, güzelliklerini ve değerli olduklarını dile getirmek içindir. ( Taberî, XI, 492; Zemahşerî, IV, 24; Râzî, XXVIII, 218; Alûsî, XXVII, 34.) Ayette, “ğılmanuhum” değil de “ğılmanun lehum” denilmesinde şöyle bir nükte zikredilir : Eğer ğılmanuhum ( hizmetçileri) denilseydi, dünya hayatında bir kimseye hizmet eden kişi aynı kişiye cennette de hizmet edeceği endişesine kapılarak sürekli olarak o kimseye tabi olacağı düşüncesiyle mahzun olurdu. ( Alûsî, a.y). Cennette her şey nihâyet derecede güzel olduğu gibi bu hizmetçilerin de güzel olması tabii bir durumdur.
Cennette çok eşlilik nasıl olacak? Bu konu ile ilgili ayetleri nasıl anlamalıyız?
Örneğin, “… Ve onlara ( cennetliklere) orada ( cennette) temiz eşler vardır.” ( Bakara, 2/25) âyetinin tefsirinde Elmalılı’nın “cennetlerde tertemiz, pam pak çiftler, eşler, yani erkekler için zevceler, kadınlar için zevcler vardır” ( Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, tsz., I, 276.) ifadesi bazıları tarafından yanlış anlaşılarak erkeklere birden çok kadın ( huri) verildiği gibi kadınlara da birden çok erkek ( gılman) verileceği şeklinde değerlendirilmiştir.
Oysa burada anlatılmak istenen cennette kadın-erkek herkesin evli olması, temiz eşlere sahip olmasıdır. Erkekler ve kadınlar çoğul olarak zikredildiği için onların eşleri olarak zikredilen zevceler ve zevcler de çoğul olarak zikredilmiştir. Yani her erkeğin temiz zevcesi ve her kadının da temiz zevci vardır denmek isteniyor.
Bu ifade, bir öğretmenin yıl sonunda talebelere hitaben, “Şimdi karnelerinizi dağıtacağım.” demesi gibidir. Bu ifadeden bir talebeye birden fazla karne verileceği manası çıkmaz. Aksine her birine bir karne verileceği anlaşılır. Talebeler çoğul olduğu için karne de çoğul olarak zikredilmiştir. Bu tür ifadeleri yanlış anlamada, konu hakkında bilgi sahibi olmamanın rolü büyüktür.
Örneğin İslam hakkında bilgi sahibi olmayan bir kimse meâllerde, pek çok âyette geçen “rabbuhum” kelimesinin Türkçe karşılığı olan “rableri” ( Örnek olarak bk. Bakara, 5; Al-i İmrân, 169; Mâide, 66; En’âm, 1; A’râf, 77; Enfâl, 2; Tevbe, 21…) ifadesini okuduğu zaman, bu ifadeden onların birden çok rabbi olduğu zannına kapılabilir. Ama İslam’ın tevhid dini olduğunu bilen bir kimse asla böyle bir yanlış anlamaya kapılmaz ve bu meâldeki rableri ifadesinin o insanların Rabbi manasında olduğunu, yani çoğul ifadesinin Rabb’e değil de insanlara ( onlara) ait olduğunu derhal anlar.
Ayrıca âyetin siyak ve sibakından da gerçek mananın ne olduğunu anlamak zor değildir. ( Bu durum kelimenin Arapça aslıyla ilgili olmayıp Türkçe’nin yapısı gereği, “ler-lar” çoğul ekleri almasından kaynaklanmakta ve bazı âyetlerin çevirisinde bu tür problemlere sebep olabilmektedir. Bu konuda bk. Dücane Cündioğlu, Kur’ân Çevirilerinin Dünyası, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 32.) Ayrıca burada şunu da belirtelim ki, âyetteki ve-lehum fiha ezvacun mutahharatun ifadesinin açık manası erkeklere temiz zevceler verileceğidir. Ancak Elmalılı, erkekler için kullanılan hum zamirini tağlib olarak değerlendirerek kadınları da bu zamirin şumûlüne dahil etmiştir.
Cennette bir kadının bir tek kocası olacağına veya birden çok kocası olmayacağına dair açık bir delil var mı?
Bizce, böyle bir soruya açık bir şekilde “Evet, vardır!” cevabını vermek mümkündür.
Şöyle ki : Çeşitli hadis-i şeriflerde dünyada iken, kocasının ölmesi sebebiyle ikinci bir erkekle evlenmiş olan bir kadının cennette hangisiyle ( öncekiyle mi sonrakiyle mi?) olacağına dair Ümm-ü Habibe’nin Peygamberimize yönelttiği soruya karşın, Peygamberimiz, güzel ahlaklı olanla birlikte olacağını bildirmiştir.
Başka bir rivâyette ise, kadının dünyada evlendiği kimseler hakkında muhayyer bırakılacağı ve dilediği birisine eş olacağı bildirilmiştir. Diğer bir rivâyette de, son evlendiği kimsenin eşi olacağı ifade edilmiştir. ( Nitekim Hz. Muaviye, kocası ölen Ümmü’d-Derda ile evlenmek istediğinde, Ümmü’d-Derda bu teklifi kabul etmemiş ve gerekçesini şöyle açıklamıştır :
"Ebu’d-Derda bana, “Kadın cennette son kocasının olacaktır. Dolayısıyla benden sonra başkasıyla evlenme.” dedi." ( Rivayetler için bkz. Şa’ranî, Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî, s. 103).
Bu rivâyetler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kadının, güzel ahlaklı olan, kendisine karşı iyi davranan kocasını tercih edeceği açıktır. En son evlendiği kimseye eş olması ise, eşlerin her biri güzel ahlaklı olup, birini diğerine tercih edememesi durumu için söz konusu olabilir.
Burada bizim için önemli olan bu rivâyetlerin her birinin, cennette bir kadının birden çok erkeğin eşi olmayacağına, birden fazla erkekle bir arada olamayacağına dair açık delaletidir.
Çünkü eğer bir kadın cennette birden çok erkekle beraber olsaydı, öncelikle dünyada iken evlenip de kendisi gibi cennete girmiş olan dünyevî kocalarıyla birlikte olurdu. Kadının, o erkeklerden sadece birisinin eşi olacağının belirtilmesi, cennetteki evlilik hayatının sadece o erkeğe münhasır olacağının apaçık delilidir. Karşı iddiada bulunanlar, zannî bilgiler ve indî mütalaalar yerine sağlam deliller getirmelidirler.
Cennette Erkeklere Huri Verilmesi
Hem dünya imtihanını kazanıp cennete girmeye layık olan takvalı bir kadın hurilerden üstün olacaktır. Huriler bir nevi cariye veya hizmetçi gibi cennetlik olanlara hizmet edecektir. Gılmanlarda böyledir. Dünyadan giden kadınlar ise hizmetçi konumunda olmayacak erkeğin eşi ve kendisine hizmet edilen konumunda olacaktır. Cennetteki ahvali ora şartlarına göre değerlendirmelidir.
Peygamber ( s.a.s) de Cennet ehlini şu şekilde tasvîr etmektedir :
"Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet arasında ne ihtilaf vardır ne de düşmanlık; gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah'ı tesbih ederler." ( Buhârî, Bed'ül-Halk, 59, Sıfâtü'l-Cenne).
Şu kadar var ki, dünyada iken iman etmiş ve salih kullar sınıfına girmiş kadınlar "hûrîler"den de üstündürler. Çünkü onlar bir taraftan şeytanlarıyla, diğer taraftan nefisleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Onlar, bu mücadelede galip gelerek, Hakk'ın rızasını kazanmış ve Cennete girmeyi hakketmişlerdir. Hûrîler ise kendi amelleri dolayısıyla cennete girmiş değiller. Allah onları, diğer nimetler gibi Cennet ehli için yaratmıştır. Peygamber ( s.a.s)'in aşağıdaki hadisi bunu teyid etmektedir.
Ümmü Seleme, Peygamber ( s.a.s)'e bir gün, "Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa Cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah ( s.a.s); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir." diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin?" deyince O, şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için." ( Tabarânî'den naklen; Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur'ân Terc., VI. 81).
Hûriler, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte “Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor” denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman şöyle diyor :
“İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler."
"Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır.’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” ( Sözler s. 813)
Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
----------------
Caner TaslamaninYorumundan Cenntte Cinsellik ve Huri Meselesi
Hakkında çok konuşulan, din düşmanları tarafından istismar edilen bu konu hakkındaki görüşümü kısaca açıklayacağım. Öncelikle temel yöntemimi ortaya koymalıyım.
Bu konuyu Kuran temelli ele alıyorum ( Hadislerde bu konu hakkında birçok uydurmalar -mevzu hadisler- olduğu kanaatindeyim). Bu söylediğimin açılımı şudur : Bu konuda Kuran’ın söylediği doğru, Kuran’la çelişen yanlış, Kuran’da açıklanmayan mümkün kategorisindedir. İşin doğrusu, bu konuda, birçok başka konuda olduğu gibi, en temel sorun, bu metodun geçerliliğini anlamayla ilgilidir.
Şimdi bunlara dayanarak şu soruya cevap verelim : Kuran’da cennette cinselliğin olup olmayacağı, ya da nasıl olacağı veya hurilerin cinsel bir ödül olduğuna dair açık bir ifade var mı? Bu sorunun cevabı açıkça “Hayır”dır. Yani Kuran’da ahirette cinsel yaşamın detayları olmadığı gibi olduğuna veya olmadığına dair açık bir ifade de yoktur. Bu açıdan bakıldığında ahirette cinselliğin olması “mümkün” kategorisindedir. Ahirette insan nefsinin istediklerinin karşılanacağını söyleyen ayetlere ( 41-Fussilet-31ve 43-Zuhruf-71) binaen, ahirette cinsellik olacağı beklentisi, bence makul bir beklentidir. Fakat orada, insanın, yeni bir şekilde yaratılacağını ifade eden ayetlere ( Bakınız : 56-Vakıa-61) binaen, açıkça belirtilmeyen bu hususu “mümkün” görmeme rağmen, bu yeni yaratılışta böyle bir şeyi arzu edip etmeyeceğimizi bilemeyeceğimizi saptamakta fayda var. Cennetteki insanların hoşuna gidecek birçok nimetin gerçek vasıflarını hiç kimsenin bilmediğini söyleyen 32-Secde-17 ayeti, bu konuda olması gerekli zihinsel tavra ışık tutmalıdır.
Kuran’da, cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin tam olarak bilemeyeceği belirtildiğine göre, Kuran’ın bu nimetleri anlatmasının tek yolu “benzetmelerle anlatım” ( teşbih) yapmaktır ( 3-Ali İmran Suresi-7. ayet Kuran’da “benzetmeli anlatım”ın –müteşabih- önemini göstermektedir.) Diğer yandan Kuran’dan, ahirette, dünyadan daha çok nimetin, büyük bir saltanatın ( 76-İnsan Suresi-20) olduğunu öğreniyoruz; kısacası Kuran’da tüm detayların değil, bilakis sadece bazı kesitlerin anlatılması kaçınılmazdır. Sonuçta Kuran’da, ahirette olanların “benzetmeli anlatım” ve “bazı kesitleri aktarmak” suretiyle aktarıldığını hep aklımızda tutmalıyız. Bu ise Kuran’da anlatılanların cennetteki nimetlerin tam olarak aktarılması olmadığı ( çünkü benzetme tam aktarma değildir), fakat orda olanları anlamamız için ipucu niteliğinde olduğu; ayrıca Kuran’da haberi verilmeyen birçok nimet olduğu, anlatılanların var olanların ufak bir kısmı olduğu anlamına gelir.
Gelelim cennette cinsellik olduğunu ifade ettiği düşünülen ayetlerin ve huri meselesinin incelenmesine. Bu konuda önemli gördüğüm şu birkaç hususu ilgili ayetlerle beraber kısaca inceleyeceğim :
1- HURİLER ERKEKLERE VERİLEN BİR ÖDÜL MÜ?
Arapça’da, başka birçok dilde olduğu gibi, erkek-kadın karışık topluluklara ve sırf erkeklerden oluşan topluluklara kullanılan fiiller ortaktır. Sonuçta cennetlikler için bu tip fiiller kullanıldığı gibi cehennemlikler için de aynı fiiller kullanılır. Bu ödül veya cezaların sırf erkeklere mahsus olduğunu düşünemeyeceğimiz gibi “hurilerin” sırf erkekler için bir ödül olduğunu düşündürecek bir Kurani ifade de yoktur. Bu konuda tefsirci Prof. Dr. Mehmet Okuyan şöyle demektedir : “Kur’ân’da eğer kadınlarla ilgili çok özel bir mesele gündeme getirilecekse, onlara ait dişi zamirler veya kullanımlar devreye sokulur. Eğer önemli bir fark yoksa o zaman cümlelerin içerisinde erkek ve kadın ayırımı yapılıyorsa da sonuçta tek sığa tercih edilir ki bu da müzekker, yani erkek sığadır.”
Burada dikkat çekilmesi gerekli husus “huri” kelimesinin Arapçada dişi veya erkek bir kelime olmadığıdır. Bu kelime “gözünün beyazı bembeyaz, tertemiz, güzel” gibi anlamlara gelmektedir. Kuran’da hurilerin insanlarla “eşleştirileceği” ( zevvecnahum) ifade edilmektedir ( Bakınız : 44-Duhan Suresi-54, 52-Tur Suresi-20); fakat bu eşleştirmede cinsellik olduğu şeklinde bir beyan yoktur. Nitekim Kuran’da nefislerin eşleştirilmesi için ( Bakınız : 81-Tekvir Suresi-7), ahirette insanların gruplar şeklinde birleştirilmesi için ( Bakınız : 56-Vakıa Suresi-7) de aynı kelime ( zevc) geçmekte, fakat buradaki “eş, grup olma” anlamındaki “zevc” kelimesinden kimse cinsel ilişkili bir eşleştirmeyi anlamamaktadır. Peki niteliği bilinmeyen bir varlığın insanlarla buluşturulmasından ne hakla kesin şekilde cinsellik anlamını, hem de sadece erkekler için çıkarmaktayız, üstelik kelimenin kendisi bir dişi kelime bile değilken? Cennet nimetleri, bu dünyada yapılan iyiliklerin ve Allah’ın hem erkeklere hem kadınlara rahmetinin bir sonucuyken, bu şekilde bir tefsirin, erkek merkezli ve Arap zihniyeti merkezli bir tefsir anlayışından kaynaklandığını düşünmekte haksız mıyız? Kuran’da bahsedilen hurilerin, cennete girecek insanların arkadaşları veya hizmetçileri veya rehberleri gibi bir vazifeleri olabileceğini de düşünmek pekala mümkünken, neden onların “cinsel partner” olduğunda ısrar edilmektedir? İşin en iyisi, Kuran’da anlatılan kesitte hurilerin fonksiyonunun anlatılmadığını saptayarak, “fonksiyonları nedir” sorusuna “bilmiyoruz” cevabını vermektir.
Allah isteseydi, Kuran’da cinsellik için kullanılan “lamese” gibi kelimelerle, hurilerle cinselliğin olacağını açık bir şekilde beyan edebilirdi; böylesi açık bir beyan yokken, cenneti daha çok erkekler için hazırlanmış bir alan gibi gösteren ve insanlara ( sadece kadınlara veya sadece erkeklere değil) yaptıklarının karşılığının verileceğini söyleyen Kuran ayetlerinin ruhuna ters bu anlayışı reddetmeli, Kuran’da anlatılmayan detayları “bilmiyoruz” demeyi bilmeliyiz. Bunların cinsel tatminle ilgili ilgili bir fonksiyonları varsa bile, mevcut Kuran ayetlerinden hareketle bunun kesin bir şekilde ifade edilmesi mümkün değildir.
2- KURAN’DA CENNETTEKİ BAKİRE KADINLARDAN BAHSEDİLİYOR MU?
Kuran’da bakireliğe atıf olduğu, böylece cennette cinselliğe atıf yapıldığı söylenmiştir. Bu konuda üç ayet gündeme getirilmiştir : 55-Rahman Suresi-56, 74 ve 56-Vakıa Suresi-36. ayetler. Şimdi bu ayetleri sırasıyla inceleyelim :
55-Rahman Suresi-56. ve 74. ayetlerde, daha önce insanların ve cinlerin onlara dokunmadıkları, temas etmedikleri geçmektedir ( Lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn). Fakat Kuran’da başka hiçbir yerde, bu ayette “yatmishunne” ifadesiyle belirtilen “temas, dokunma” cinsel ilişki için kullanılmamış; “lamese” ( 5-Maide Suresi-6), “eta” ( 2-Bakara Suresi-222), “messe” ( 2-Bakara Suresi236, 237), “başera” ( 2-Bakara Suresi-187) tipi fiiller cinsel ilişki için kullanılmıştır. O zaman Rahman Suresi 56 ve 74’ten “kimsenin önceden sahip olmaması, kimsenin dokunmamış bile olması” gibi bir anlamı anlamak daha doğru değil midir? Burada açıkça cinselliği ifade eden bir anlam yoktur. Üstelik eğer bu ayetlere bazılarının yaptığı gibi “insanların ve cinlerin hurilerin bakireliğini önceden bozmadığı” gibi bir anlam verilirse, insanlarla cinlerin aynı tip bir varlıkla cinsel ilişkiye girebilme ihtimalini düşünmek gibi bir zorluk da ortaya çıkmaktadır.
56-Vakıa Suresi-36. ayetine ise “o hurileri bakireler kıldık” anlamı verilmiştir. Oysa ayette “huri” diye bir ifade yoktur. Önceki ayetlerde birçok cennet nimetlerinden bahsedildikten sonra 34. ayette “yükseltilmiş oturma alanlarından” bahsedilir, 35. ayette “onların yeni bir şekilde oluşturulduğundan” bahsedilir, 36. ayette geçen “ve cealna hunne ebkaran” ifadesini o zaman “daha önce onları hiç kimse kullanmamıştır” şeklinde çevirmek daha uygundur. “Onları” ifadesini ise ayette ve ayetin yakınlarında bir yerde hiç olmayan “huri” ifadesine yollamak yerine, ayetin en yakınında, 34. ayette bahsedilen “oturma alanlarına” ( furuşin) göndermek dilbilim açısından en uygunudur. 37. ayette geçen “Uruben etraba” ifadesini ise “uruben” kelimesini “kusursuz”, “etraba” kelimesini ise “uyumlu, denk” olarak yani “kusursuz, uyumlu” şeklinde çevirmek uygun olacaktır.
3- HURİLERİN “İNCİ”YE BENZETİLMESİ CİNSEL BİR İMA MIDIR?
Huriler Kuran’da “inci”ye ( 56-Vakıa Suresi-23) benzetilmektedir. Bu benzetmeyi bile bir cinsel ima olarak değerlendirenler olmuştur. Oysa Kuran’da ahiretteki çocuklardan ( vildan) bahsedilirken bunlar da inciye benzetilmektedir ( 76-İnsan Suresi-19). Kuran’da “vildan” ifadesinin “çocuklar” anlamında kullanıldığı 4-Nisa Suresi-75, 98, 127. ve 73-Müzemmil Suresi-17. ayetlerden de anlaşılmaktadır. Herhalde çocuklar için “inci” benzetmesi var diye çocuklarla cinsel ilişkiye girildiğini düşünebilecek kimse yoktur! Aynı şekilde Kuran’daki “genç” anlamına gelen “gılman” için de 52-Tur Suresi-24’te “inci” benzetmesi yapılmaktadır; fakat bundan da cinsellik anlamı çıkarılmamıştır. Peki o zaman huriler için böylesi tanımlamalar olmasından hareketle hangi hakla bu ifadenin kesin bir şekilde cinselliği kastettiğini söyleyebiliriz? ( 55-Rahman Suresi—58. ayetteki “yakut” ve “mercan” benzetmeleri de bu çerçevede düşünülmelidir.)
4- KURAN’DA AHİRETTE “GÖĞÜSLERİ YENİ TOMURCUKLANMIŞ DİLBERLER”DEN BAHSEDİLİYOR MU?
78-Nebe Suresi-33. ayetteki Arapça “kevaıbe etraben” ifadesine birçok Türkçe mealde “göğüsleri yeni tomurcuklanmış yaşıt kızlar” anlamı verilmiştir, hatta bazıları “dilberler” diye bile çeviriye ilave yapmıştır. Burada “etraben” ifadesi “uyumlu, denk” anlamına gelmektedir; “kevaıbe” kelimesi ise “göğüsleri yeni tomurcuklanmış ( dilber) kızlar” olarak çevrilmiştir. Oysa ayette ne “dilber” vardır, ne “göğüs” vardır, ne de “tomurcuklanma” vardır. Öncelikle şunu belirtelim Arapça’da “kevaıbe” kelimesinin de “etrab” kelimesinin de dişili erkeği aynıdır; yani bu kelimeler dişilik ifade etmemektedir. Prof. Dr. Mehmet Okuyan “kevaıbe” kelimesine, bu kelimenin anlamlarından olan “kaliteli, değerli” anlamlarının verilmesini uygun görmektedir; buna göre bir önceki ayette ( 32. ayet) belirtilen “bahçeler, üzüm bağlarının” veya genel olarak cennet nimetlerinin “kaliteli ve ( insanların kullanımına) uygun” olduğu bu ayetten anlaşılır. Eğer bazılarının verdiği anlam olan “genç” anlamı bu ayete verilirse; “erkeklerde bıyıkların terlemesi” ve “kızlarda göğüslerin tomurcuklanması” gençlik alametidir, fakat genç erkeği belirtmek için çeviride genç erkeğin alameti üzerinden “bıyıkları yeni terlemiş” diye çevirirseniz kimse bundan bir cinsel içerik anlamayacakken, genç kızlığın alameti alan “göğüsleri yeni tomurcuklanmış” ifadesiyle çevirirseniz nasıl cinsel çağrışımlar yapacağı açıktır. ( Bu tarz çevirileri ateistlerin ve İslam düşmanlarının nasıl istismar ettiğini hatırlayalım.) Dişil bir yapısı olmayan “kevaıbe” kelimesinin, bu ayette “genç kız” olarak çevrilmesi yerine -Okuyan’n yaptığı gibi- “kaliteli, değerli” anlamında alınmasını daha uygun buluyorum ama bu kelimeyi “genç kız” anlamında alanların da, hiç olmazsa, bu kelimeyi bu temel anlamıyla “yaşıt gençler” veya “yaşıt genç kızlar” şeklinde çevirmesi ve ayetin ne öncesiyle ne sonrasıyla ne mantıkla bağdaşmayacak şekilde bu cinsel içerikli çağrışımı yapmamaları gerekirdi.
SONUÇ
Sonuçta Kuran’da, ahirette cinsel bir yaşamın olduğu veya olmadığına dair açık bir ifade olmadığı gibi, “hurilerin” erkeklerin cinsel partnerleri olduğuna dair bir ifade de yoktur. “En çok salavat getirene ahirette en çok huri verilecektir” gibi, metinlerinden uydurma olduğu rahatlıkla anlaşılabilecek hadislere bu yazıda yer verilmedi, merak edenler, Kuran’da olmayan huri algısının nasıl oluştuğunu, uydurma olduğunu düşündüğümüz bu hadisleri okuyarak öğrenebilirler.
Ahirette insanların canının istediği birçok nimet olacağı Kuran’da belirtildiğine göre ( 41-Fussilet-31, 43-Zuhruf-71, 76-İnsan Suresi-20) ahirette cinsellik beklentisi kanaatimce normal bir beklentidir. Fakat bilemediğimiz konuda “Bilmiyoruz” demeyi bilmeli ve cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin bilmediğini söyleyen 32-Secde-17. ayeti bu tip konular gündeme geldiğinde hatırlamalıyız. Ayrıca 9-Tevbe Suresi-72. ayette dendiği gibi Allah’ın rızasının tüm Cennet nimetlerinin üstünde olduğunu da hep aklımızda tutmalıyız.
-------------------
Cennette eşler ve hurilerle gılmanlar
İzmir’den okuyucumuz : “Cennette eşler beraber olacaklar mı? Ayrılık olacak mı? Cennette kıskançlık var mı? Dünya kadınları mı, huriler mi daha üstündürler?”
Birbirini Allah için seven iman ehlinin aile fertlerinin Cennette birlikte olacakları konusunda çok sayıda âyet ve hadis vardır. Bu konuyu işleyen âyetlerin birkaçı şöyledir : “Onlar Adn Cennetine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlar da kendileriyle beraberdirler. Onları tebrik için her bir kapıdan giren melekler diyeceklerdir ki : ‘Sabrettiğiniz için size selâm olsun! Bu, dünya hayatının ne güzel neticesidir!”1, “Siz ve eşleriniz Cennete girin! Orada ağırlanıp sevindirileceksiniz.”2, “İman edenleri ve onlara iman ile tabi olan nesillerini Cennette birbirine kavuşturacağız.”3
Peygamber Efendimiz ( asm) : “Kişi sevdiğiyle beraberdir”4 buyurarak veciz şekilde söz konusu âyetleri açıklıyor. Asrımızın büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretlerine göre, kadınla erkeğin arasında dünyada nikâh ile kurulan şiddetli münasebet ve bağlılık yalnızca dünya hayatının ihtiyaçları ve gerekçeleri için değildir. Kadınla erkek nikâhla kurdukları dünya birlikteliği ile ebedî hayatta ve Cennette de birlikte olabilecek bir beraberliğin temelini atmış oluyorlar.5
Öyleyse denebilir ve denmeli ki : İmanlı ve birbirini Allah için seven karı koca daha şimdiden birbirine Cennet dostu olarak bakabilirler. Böyle bir yaklaşım, aralarındaki sevgiyi daha da pekiştirecek, varsa aradaki sürtüşmeleri ve tartışmaları da yok edecektir.
Cennette ayrılık yoktur. Kıskançlık ve haset yoktur. Kin ve nefret yoktur. Kötü duyguların hiçbirisi yoktur. Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle herkes dilediğini bulacak ve dilediğine kavuşacaktır. Dünya kadınları ile hurilerin her birisinin makamları ayrı, görevleri ayrı, sorumlulukları ayrı olacaktır. Beraber olmaları birbirini kıskanmayı değil, sevmeyi gerektirecektir.
Resulullah Efendimiz’in ( asm) pak zevcesi Ümmü Seleme validemiz ( ra) anlatıyor :
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘İri gözlü hurilerdir’6 âyetini anlatır mısın, dedim.
“Onlar beyaz tenli, iri gözlü, karakuşun kanatları gibi sürmelidir” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘Sanki o kadınlar birer yakut ve mercandır!’7 âyetini açıklar mısın?” dedim. Resulullah ( asm) :
“Onlar el değmemiş sedefteki inci gibi güzeldirler” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘O Cennetlerde iyi ahlâklı güzel kadınlar vardır’8 âyetini açıkla” dedim. Resulullah ( asm) :
“Onlar çok güzel huylu ve güzel yüzlüdürler” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın ‘Onlar toz konmamış yumurta gibidirler’9 âyetini anlat” dedim. Resulullah ( asm) :
“Onlar yumurtanın zarı gibi beyaz ve naziktirler” buyurdu.
“Ya Resulallah! Allah’ın, ‘Kocalarına sevimli ve birbirlerinin akranlarıdır’10 âyetini anlat” dedim. Resulullah Efendimiz ( asm) :
“Onlar dünyada ihtiyar, gözleri çapaklı, saçları ağarmış ve zayıf olarak ölmüşken, Allah onları Cennette bakire, kocalarına sevimli, âşık ve birbirlerinin akranı kılacak” buyurdu.
“Ya Resulallah! Dünya kadınları mı üstündür, yoksa iri gözlü huriler mi?” dedim.
“Elbisenin yüzü astarından kıymetli olduğu gibi, dünya kadınları da hurilerden üstündürler” buyurdu.
“Neden Ya Resulallah?” dedim. Resulullah Efendimiz ( asm) :
“Namazları, oruçları ve takvaları sebebiyle Allah onların yüzlerini nurlandırır. Kendilerine ipek elbiseler giydirir. Onların tenleri beyaz, elbiseleri yeşil, ziynetleri sarı, buhurdanlıkları inci ve tarakları altındır. Onlar şöyle derler : ‘Biz burada ebedî kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Asla üzülüp sıkılmayız. Her şeye razıyız. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere!”
“Ya Resulallah! Bizim kadınlarımızdan dünyada iki, üç ve dört kocaya varanlar var. Cennette bunların hangisi kocası olacak?” dedim. Resulullah ( asm) :
“Ümmü Seleme! O kadın evlendiği erkeklerden huyu en güzel olanı seçerek : ‘Onu bana eş kıl!’ diyecek. Ümmü Seleme! Huyu güzel olan hem dünyada, hem ahirette mutludur. İki âlemin de mutluluğuna kavuşur” buyurdu.”11
------------------
Huri ve gılman hakkında bilgi
Kur’ân-ı Kerim’in sadece bir âyetinde geçen gılman tâbiri vardır. 52. Sûre olan, Tûr Sûresi 24. âyetinde “Etraflarında, sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz gılmanlar dolaşır”. Sözlükte “çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmetçi” anlamına gelen gulâm kelimesinin çoğulu olan gılman, anlaşıldığı kadarıyla, Allah’ın ( c.c) mü’min kulları için özel yarattığı ve vazifesi sadece hizmetkârlık olan Cennet gençleridir. Onlar cennet ehline yiyecekler ve içecekler sunarlar ve bu vazifeyi görmekten mutluluk duyarlar.
Hûriler ise, Rahman-ı Zülcemâlin mü’min erkekler için cennette özel yarattığı ve dünyalık kadınların emrine verdiği çok güzel cennet kadınlarıdır. Bir çok âyet onlardan bahsetmekte ve onları târif etmektedir. Genel olarak “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar” olarak anlatılan hûriler, “erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaşıt genç kızlar” tarzında muhtelif âyetlerde tanımlanır. O kadar güzel yaratılmışlardır ki, hadis-i şerifte “Hûriler yetmiş elbiseyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor” denilmiştir.
Bu hakikati tefsir eden Bediüzzaman “İnsanın, ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek maddî ve mânevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemâle, hûriler camidirler.
Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar. ‘Orada, canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır’ âyetinin hakikatini gösteriyorlar.” ( Sözler s. 813) Ancak, dünyalı kadınlar salih amelleri farkından dolayı daha güzel olarak yaratılacak ve birden fazla dünyada evlilik yapan mü’min kadınlar da tercih ettiği ile birlikte olmaya hak kazanacaktır.
-----------------------
Karoglan hocanin Cennet aanlatimi
![[Resim: i422biwphe.jpg]](https://www.imageman.eu/imgup/uploads/2017/09/i422biwphe.jpg)
Cennet Nerededir Yerdemi Göktemi ?
![[Resim: sari-isik-large.gif]](https://aynel-yakin.com/images/sari-isik-large.gif)
( Kar©glanin 29 Eylül 2017 Vaazi)
![[Resim: sari-isik.gif]](https://aynel-yakin.com/images/sari-isik.gif)
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
سُوۡرَةُ الاٴعلی
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ
سَبِّحِ ٱسۡمَ رَبِّكَ ٱلۡأَعۡلَى ( ١) ٱلَّذِى خَلَقَ فَسَوَّىٰ ( ٢) وَٱلَّذِى قَدَّرَ فَهَدَىٰ ( ٣) وَٱلَّذِىٓ أَخۡرَجَ ٱلۡمَرۡعَىٰ ( ٤) فَجَعَلَهُ ۥ غُثَآءً أَحۡوَىٰ ( ٥) سَنُقۡرِئُكَ فَلَا تَنسَىٰٓ ( ٦) إِلَّا مَا شَآءَ ٱللَّهُۚ إِنَّهُ ۥ يَعۡلَمُ ٱلۡجَهۡرَ وَمَا يَخۡفَىٰ ( ٧) وَنُيَسِّرُكَ لِلۡيُسۡرَىٰ ( ٨) فَذَكِّرۡ إِن نَّفَعَتِ ٱلذِّكۡرَىٰ ( ٩) سَيَذَّكَّرُ مَن يَخۡشَىٰ ( ١٠) وَيَتَجَنَّبُہَا ٱلۡأَشۡقَى ( ١١) ٱلَّذِى يَصۡلَى ٱلنَّارَ ٱلۡكُبۡرَىٰ ( ١٢) ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيہَا وَلَا يَحۡيَىٰ ( ١٣) قَدۡ أَفۡلَحَ مَن تَزَكَّىٰ ( ١٤) وَذَكَرَ ٱسۡمَ رَبِّهِۦ فَصَلَّىٰ ( ١٥) بَلۡ تُؤۡثِرُونَ ٱلۡحَيَوٰةَ ٱلدُّنۡيَا ( ١٦) وَٱلۡأَخِرَةُ خَيۡرٌ۬ وَأَبۡقَىٰٓ ( ١٧) إِنَّ هَـٰذَا لَفِى ٱلصُّحُفِ ٱلۡأُولَىٰ ( ١٨) صُحُفِ إِبۡرَٲهِيمَ وَمُوسَىٰ ( ١٩)
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
87/A'LÂ-1 : Sebbihısme rabbikel a’lâ.
Rabbinin “Âlâ” ismini tesbih et.
87/A'LÂ-2 : Ellezî halaka fesevvâ.
O ki yarattı sonra sevva etti ( dizayn etti, düzenledi).
87/A'LÂ-3 : Vellezî kaddere fe hedâ.
Ve O ki, bir kader tayin etti. Sonra da hidayet etti.
87/A'LÂ-4 : Vellezî ahrecel mer’â.
Ve O ki, yerden mera ( yeşillikler) çıkardı.
87/A'LÂ-5 : Fe cealehu gusâen ahvâ.
Sonra da onu siyah atık haline getirdi.
87/A'LÂ-6 : Senukriuke fe lâ tensâ.
( Kur'ân'ı) sana, Biz okutacağız, bundan sonra sen unutmayacaksın.
87/A'LÂ-7 : İllâ mâ şâallâh( şâallâhu), innehu ya’lemul cehre ve mâ yahfâ.
Ancak ( bu) Allah'ın dilediği şeydir. Muhakkak ki O, açık ve gizli olanı bilir.
87/A'LÂ-8 : Ve nuyessiruke lil yusrâ.
Ve kolay gelmesi için Biz ( O'nu), sana kolaylaştıracağız.
87/A'LÂ-9 : Fe zekkir in nefeatiz zikrâ.
O halde, eğer zikir fayda verecekse zikret ( zikri öğret, öğüt ver).
87/A'LÂ-10 : Seyezzekkeru men yahşâ.
Allah'a karşı huşû duyan kişi zikir yapacaktır ( ve tezekkür edecektir).
87/A'LÂ-11 : Ve yetecennebuhel eşkâ.
Ve şâkî olan, ondan ( zikirden) içtinap edecek ( kaçınıp zikretmeyecek).
87/A'LÂ-12 : Ellezî yaslen nârel kubrâ.
Ki o ( şâkî), büyük ateşe atılacak.
87/A'LÂ-13 : Summe lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.
Sonra onun içinde ( ateşte) ölmez ve de hayat bulmaz.
87/A'LÂ-14 : Kad efleha men tezekkâ.
Nefsini tezkiye eden kimse felâha ( kurtuluşa) ermiştir.
87/A'LÂ-15 : Ve zekeresme rabbihî fe sallâ.
Ve ( o nefsini tezkiye eden) Rabbinin İsmi'ni zikretti ve de namaz kıldı.
87/A'LÂ-16 : Bel tu’sırûnel hayâted dunyâ.
Hayır, siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz ( tercih ediyorsunuz).
87/A'LÂ-17 : Vel âhıretu hayrun ve ebkâ.
Ve ahiret hayatı daha hayırlıdır ve bâkidir ( devamlıdır).
87/A'LÂ-18 : İnne hâzâ le fîs suhufîl ûlâ.
Muhakkak ki bu, evvelki sahifelerde de elbette var.
87/A'LÂ-19 : Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.
( Hz.) İbrâhîm'in ve ( Hz.) Musa'nın sahifelerinde ( var).
Meali :
Sadakallahul Aziym A'LÂ Suresi 1 ila 19. ayet
---oOo---
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
"Anne cennet kapılarının ortasındadır."
( Hadis-i Şerif ,İbn Hanbel, V, 198 );
"Cennet annelerin ayakları altındadır."
( Hadis-i Şerif ,Nesâî, Cihad, 6)
"Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
"Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
Yolculugumuza başliyoruz :
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيرًا
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ
Meali :
Esteuzubillah
Mü’min olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
Sadakallahul Aziym NİSÂ Suresi 124. ayet
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi, hamelethu ummuhu vehnen alâ vehnin ve fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyke, ileyyel masîr. Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ ma’rûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyye, summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn
Meali :
Esteuzubillah
İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. ( İşte onun için) Önce bana, sonra da ana, babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.
Sadakallahul Aziym LOKMAN Suresi 14 ve 15. ayet
ibrahim HAKKI Hazretlerinin marifetnamesinde yer verdiği konulardan biriside şudur :
ârifler demişlerdir ki, alemde insan ahlâkı, türlü hayvanların şekil ve suretlerinin benzer ve misalleri, insan nefsinde de vardır ki, hayvanî kötü ahlâklardır. Meselâ;
kibir sureti kaplana benzerdir.
Tasallut sureti aslana benzerdir.
Haset sureti kurda benzerdir…
Gazap sureti köpektir;
hile sureti tilkidir;
gaflet sureti tavşandır;
ferce yönelik şehvet sureti eşektir;
arkadan yaklaşma sureti domuzdur;
midevî şehvetin sureti koyundur;
oburluk sureti inektir;
tama sureti karıncadır;
cimrilik sureti faredir;
kin sureti beyaz devedir;
vecdin sureti kırmızı devedir;
düşmanlık sureti yılandır;
ezanın-sıkıntı vermenin sureti akreptir;
Vesvese sureti sarı arıdır ve diğer ahlâk suretleri, sair hayvanların şekillerine benzer. Hatta kötü ahlaktan birine galip olan gönül, rüyada kendini o surette olan hayvana dahi galip görür… Bütün hayvan suretleri ve kâinatın şekilleri insanın içinde ve dışında suret bulup şekillenmiştir..
Bu aciklamayi şu ayet ispat edip durur :
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
لَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَواْ مِنكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُواْ قِرَدَةً خَاسِئِينَ فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ve lekad alimtumullezîne’tedev minkum fîs sebti fe kulnâ lehum kûnû kıradeten hâsiîn. Fe cealnâhâ nekâlen li mâ beyne yedeyhâ ve mâ halfehâ ve mev’ızaten lil muttakîn
Meali :
Esteuzubillah
Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik. Biz bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık.
Sadakallahul Aziym BAKARA Suresi 65. ve 66. ayet
--ALINTI--
Burada söz konusu edilen ibret dersinden maksat, Allah’a karşı isyan edenlerin cezasız kalmayacağıdır. Bu ibret dersi, hiç kimsenin sonsuz ilim ve kudret sahibi yüce Allah’a karşı küçük aklıyla kurnazlık yapmak gibi bir ahmaklığa saplanmaması konusunda yapılan bir uyarıdır. Bu uyarıdan ders almayanlar burada veya öteki dünyada, rezil-rüsvay olmuş, aşağılanmış bir şekilde cezalandırılacaklardır.
Diğer taraftan, insanlık faziletinden mahrum kalmış bir insan, şeklen insan da olsa, manen ameline göre bir hayvanın suretine girmiştir.
Elmalılı'nın izahına göre, insan ile maymun arasındaki fark, bir kıl ve kuyruktan ibaret olmayıp, akıl, mantık ve ahlâk farkı vardır. Maymunun bütün hüneri taklitçiliğidir. Halbuki maymunun önünde günlerce ateş yakılsa, karşısında ısınması öğretilse, sonra da bir kıra götürülüp önüne odun ve kibrit konsa, odunları kendi başına yakıp ısınması mümkün değildir. İşte maneviyatı silinmiş insanlar da böyledir. Onlar kör bir taklitten başka bir şey düşünemezler. İlk bakışta insan gibi görünseler de hakikatte maymundan başka bir şey değillerdir. Fındığı kırar, yer de bir fındık ağacını dikmeyi idrak edemezler. ( Hak Dini Kur'ân Dili, ilgili ayetlerin tefsiri)
Demek ki, Allah'a isyan eden kimseler insanlıktan çıkmış sayılırlar. Görünüşte insan suretinde yaşasalar bile, amellerine göre manen bir hayvan sıfatını almışlardır.
--ALINTI SONU--
isa efendimiz son yemekde ortadaki ekmegi böldü, ve dedi bu benim etim, yiyin dedi, sonra şerbet vardi, vişne veya üzüm şerbeti bu da benim kanim, için dedi. Yani o , o elemnetlerin kendini oluşturcak olan parcalar oldugunu biliyordu, fakat onlari o, havarilerini yedirdi, ve o havarileri olarak hayat sürdü, misyonunu tamam etti, ve hiristiyanlik diye bir din, dünyada, ikinci büyük din oldu, ve onlar yine onun lokmalarini, onun müsadesi ile yediler, amma dedi, sofradiklerden yaninizda, evinize götürmeyin bundan dedi, alip gidenler domuz suretine carpildilar.
Bunlar hepsi gösteriyorki insanlar yaptiklari ameller neticesinde, ya iyi bir insan suretine, yada kötü ahlaklari sebebi ile, kötü bir hayvan sifatina carpiliyolrlar, carpilmakdan kasit işte yeni hayatlarinda, o hayvan olarak dünyaya gelip, ve mesela dünya dünya diye dünyaya ve ömre doymayan birsi, karga suretine carpilip, yeni hayatini karga suretinde sürmekde, ve ona beşyüz sene ömür bahşeden rab, onu yaz kiş ayakda, uyku dünek yok, ve bir lokmaya muhtac halde birakiyorki, al sana taptigin ömür, bak bakalim, bu senin için hayirilimi dercesine, ona bir nevi yaptgi yanlişdan dönmesini, hayatanin bir serencami olarak talim ediyor.
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
وَٱتۡلُ عَلَيۡہِمۡ نَبَأَ ٱبۡنَىۡ ءَادَمَ بِٱلۡحَقِّ إِذۡ قَرَّبَا قُرۡبَانً۬ا فَتُقُبِّلَ مِنۡ أَحَدِهِمَا وَلَمۡ يُتَقَبَّلۡ مِنَ ٱلۡأَخَرِ قَالَ لَأَقۡتُلَنَّكَۖ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ ٱللَّهُ مِنَ ٱلۡمُتَّقِينَ ( ٢٧) لَٮِٕنۢ بَسَطتَ إِلَىَّ يَدَكَ لِتَقۡتُلَنِى مَآ أَنَا۟ بِبَاسِطٍ۬ يَدِىَ إِلَيۡكَ لِأَقۡتُلَكَۖ إِنِّىٓ أَخَافُ ٱللَّهَ رَبَّ ٱلۡعَـٰلَمِينَ ( ٢٨) إِنِّىٓ أُرِيدُ أَن تَبُوٓأَ بِإِثۡمِى وَإِثۡمِكَ فَتَكُونَ مِنۡ أَصۡحَـٰبِ ٱلنَّارِۚ وَذَٲلِكَ جَزَٲٓؤُاْ ٱلظَّـٰلِمِينَ ( ٢٩) فَطَوَّعَتۡ لَهُ ۥ نَفۡسُهُ ۥ قَتۡلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ ۥ فَأَصۡبَحَ مِنَ ٱلۡخَـٰسِرِينَ ( ٣٠) فَبَعَثَ ٱللَّهُ غُرَابً۬ا يَبۡحَثُ فِى ٱلۡأَرۡضِ لِيُرِيَهُ ۥ كَيۡفَ يُوَٲرِى سَوۡءَةَ أَخِيهِۚ قَالَ يَـٰوَيۡلَتَىٰٓ أَعَجَزۡتُ أَنۡ أَكُونَ مِثۡلَ هَـٰذَا ٱلۡغُرَابِ فَأُوَٲرِىَ سَوۡءَةَ أَخِىۖ فَأَصۡبَحَ مِنَ ٱلنَّـٰدِمِينَ ( ٣١) مِنۡ أَجۡلِ ذَٲلِكَ ڪَتَبۡنَا عَلَىٰ بَنِىٓ إِسۡرَٲٓءِيلَ أَنَّهُ ۥ مَن قَتَلَ نَفۡسَۢا بِغَيۡرِ نَفۡسٍ أَوۡ فَسَادٍ۬ فِى ٱلۡأَرۡضِ فَڪَأَنَّمَا قَتَلَ ٱلنَّاسَ جَمِيعً۬ا وَمَنۡ أَحۡيَاهَا فَڪَأَنَّمَآ أَحۡيَا ٱلنَّاسَ جَمِيعً۬اۚ وَلَقَدۡ جَآءَتۡهُمۡ رُسُلُنَا بِٱلۡبَيِّنَـٰتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرً۬ا مِّنۡهُم بَعۡدَ ذَٲلِكَ فِى ٱلۡأَرۡضِ لَمُسۡرِفُونَ ( ٣٢) إِنَّمَا جَزَٲٓؤُاْ ٱلَّذِينَ يُحَارِبُونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ ۥ وَيَسۡعَوۡنَ فِى ٱلۡأَرۡضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُوٓاْ أَوۡ يُصَلَّبُوٓاْ أَوۡ تُقَطَّعَ أَيۡدِيهِمۡ وَأَرۡجُلُهُم مِّنۡ خِلَـٰفٍ أَوۡ يُنفَوۡاْ مِنَ ٱلۡأَرۡضِۚ ذَٲلِكَ لَهُمۡ خِزۡىٌ۬ فِى ٱلدُّنۡيَاۖ وَلَهُمۡ فِى ٱلۡأَخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ ( ٣٣) إِلَّا ٱلَّذِينَ تَابُواْ مِن قَبۡلِ أَن تَقۡدِرُواْ عَلَيۡہِمۡۖ فَٱعۡلَمُوٓاْ أَنَّ ٱللَّهَ غَفُورٌ۬ رَّحِيمٌ۬ ( ٣٤) يَـٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَٱبۡتَغُوٓاْ إِلَيۡهِ ٱلۡوَسِيلَةَ وَجَـٰهِدُواْ فِى سَبِيلِهِۦ لَعَلَّڪُمۡ تُفۡلِحُونَ ( ٣٥) إِنَّ ٱلَّذِينَ ڪَفَرُواْ لَوۡ أَنَّ لَهُم مَّا فِى ٱلۡأَرۡضِ جَمِيعً۬ا وَمِثۡلَهُ ۥ مَعَهُ ۥ لِيَفۡتَدُواْ بِهِۦ مِنۡ عَذَابِ يَوۡمِ ٱلۡقِيَـٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنۡهُمۡۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٌ۬ ( ٣٦) يُرِيدُونَ أَن يَخۡرُجُواْ مِنَ ٱلنَّارِ وَمَا هُم بِخَـٰرِجِينَ مِنۡہَاۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ۬ مُّقِيمٌ۬ ( ٣٧) وَٱلسَّارِقُ وَٱلسَّارِقَةُ فَٱقۡطَعُوٓاْ أَيۡدِيَهُمَا جَزَآءَۢ بِمَا كَسَبَا نَكَـٰلاً۬ مِّنَ ٱللَّهِۗ وَٱللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ۬ ( ٣٨) فَمَن تَابَ مِنۢ بَعۡدِ ظُلۡمِهِۦ وَأَصۡلَحَ فَإِنَّ ٱللَّهَ يَتُوبُ عَلَيۡهِۗ إِنَّ ٱللَّهَ غَفُورٌ۬ رَّحِيمٌ ( ٣٩) أَلَمۡ تَعۡلَمۡ أَنَّ ٱللَّهَ لَهُ ۥ مُلۡكُ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ يُعَذِّبُ مَن يَشَآءُ وَيَغۡفِرُ لِمَن يَشَآءُۗ وَٱللَّهُ عَلَىٰ ڪُلِّ شَىۡءٍ۬ قَدِيرٌ۬ ( ٤٠)
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
5/MÂİDE-27 : Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar( âhari) kâle le aktulennek( aktulenneke) kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn( muttekîne).
Ve onlara Adem'in iki oğlunun haberini ( kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, Allah'a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, ( Kurban) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. ( Kurbanı kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da, “Allah sadece takvâ sahiplerinden kabul eder.” dedi.
5/MÂİDE-28 : Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktulek( aktuleke), innî ehâfullâhe rabbel âlemîn( âlemîne).
Gerçekten, eğer sen, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım.
5/MÂİDE-29 : İnnî urîdu en tebûe bi ismî ve ismike fe tekûne min ashâbin nâr( nâri), ve zâlike cezâûz zâlimîn( zâlimîne).
Gerçekten ben, benim günahım ile kendi günahını yüklenmeni, böylece ateş halkından olmanı dilerim.Ve zâlimlerin cezası, işte budur.
5/MÂİDE-30 : Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn( hâsirîne).
Bunun üzerine nefsi, onu, kardeşini öldürmeye kandırdı ( kolay ve zevkli gösterdi). Böylece onu öldürdü, sonra hüsrana uğrayanlardan oldu.
5/MÂİDE-31 : Fe beasallâhu gurâben yebhasu fîl ardı li yuriyehu keyfe yuvârî sev’ete ahîh( ahîhi) kâle yâ veyletâ e aceztu en ekûne misle hâzel gurâbi fe uvâriye sev’ete ahî, fe asbaha minen nâdimîn( nâdimîne).
Sonra, Allah, ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, bu karga gibi olup böylece kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi oldum?" dedi Sonra da pişman olanlardan oldu.
5/MÂİDE-32 : Min ecli zâlik( zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa( cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa( cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fîl ardı le musrifûn( musrifûne).
İşte bundan dolayı ( Tevrat'ta) İsrailoğullarına şöyle yazdık; Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse, muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de ( bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur. Ve andolsun ki Resûl'lerimiz onlara apaçık deliller ile geldi. Sonra da, şüphesiz onlardan birçoğu, bundan sonra gerçekten yeryüzünde aşırı giden müsrifler oldular.
5/MÂİDE-33 : İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard( ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm( azîmun).
Allah ve O'nun Resûl'ü ile harp edenlerin ve yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rezilliğidir. Ve ahirette ise, onlara “büyük azap” vardır.
5/MÂİDE-34 : İllellezîne tâbû min kabli en takdirû aleyhim, fa’lemû ennallâhe gafûrun rahîm( rahîmun).
Onları sizin ( yenerek) ele geçirmenizden önce tövbe edenler hariç. Artık Allah'ın Gafûr ( mağfiret eden) olduğunu, Rahîm ( rahmet nuru gönderen) olduğunu biliniz!
5/MÂİDE-35 : Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn( tuflihûne).
Ey âmenû olanlar ( Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
5/MÂİDE-36 : İnnellezîne keferû lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu li yeftedû bihî min azâbi yevmil kıyâmeti mâ tukubbile minhum, ve lehum azâbun elîm( elîmun).
Muhakkak ki o kâfir olanlar, eğer yeryüzünde olanların hepsi, ve onunla birlikte bir misli daha onların olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onları feda edecek olsalar ( fidye olarak verseler), onlardan kabul edilmez. Ve onlar için “acı azap” vardır.
5/MÂİDE-37 : Yurîdûne en yahrucû minen nâri ve mâ hum bi hâricîne minhâ, ve lehum azâbun mukîm( mukîmun).
Ateşten çıkmak isterler ve onlar oradan çıkacak değillerdir. Ve, onlar için “daimî azap” vardır.
5/MÂİDE-38 : Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh( minallâhi) vallâhu azîzun hakîm( hakîmun).
Ve, hırsızlık yapan erkek ve kadının yaptıklarına karşılık olmak üzere, Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Ve Allah Azîz'dir, Hakîm 'dir ( hüküm ve hikmet sahibidir).
5/MÂİDE-39 : Fe men tâbe min ba’di zulmihî ve aslaha fe innallâhe yetûbu aleyh( aleyhi) innallâhe gafûrun rahîm( rahîmun).
Artık kim, yaptığı zulümden sonra tövbe ederse ve ıslâh olursa, o taktirde, muhakkak ki Allah onun tövbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
5/MÂİDE-40 : E lem ta’lem ennallâhe lehu mulkus semâvâti vel ardı yuazzibu men yeşâu ve yagfiru limen yeşâ( yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr( kadîrun).
Göklerin ve yerin mülkünün Allah'ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder ve dilediğini mağfiret eder. Ve Allah herşeye kaadirdir.
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
إِنَّ لِلۡمُتَّقِينَ مَفَازًا ( ٣١) حَدَآٮِٕقَ وَأَعۡنَـٰبً۬ا ( ٣٢) وَكَوَاعِبَ أَتۡرَابً۬ا ( ٣٣) وَكَأۡسً۬ا دِهَاقً۬ا ( ٣٤) لَّا يَسۡمَعُونَ فِيہَا لَغۡوً۬ا وَلَا كِذَّٲبً۬ا ( ٣٥) جَزَآءً۬ مِّن رَّبِّكَ عَطَآءً حِسَابً۬ا ( ٣٦) رَّبِّ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا بَيۡنَہُمَا ٱلرَّحۡمَـٰنِۖ لَا يَمۡلِكُونَ مِنۡهُ خِطَابً۬ا ( ٣٧) يَوۡمَ يَقُومُ ٱلرُّوحُ وَٱلۡمَلَـٰٓٮِٕكَةُ صَفًّ۬اۖ لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنۡ أَذِنَ لَهُ ٱلرَّحۡمَـٰنُ وَقَالَ صَوَابً۬ا ( ٣٨) ذَٲلِكَ ٱلۡيَوۡمُ ٱلۡحَقُّۖ فَمَن شَآءَ ٱتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِۦ مَـَٔابًا ( ٣٩) إِنَّآ أَنذَرۡنَـٰكُمۡ عَذَابً۬ا قَرِيبً۬ا يَوۡمَ يَنظُرُ ٱلۡمَرۡءُ مَا قَدَّمَتۡ يَدَاهُ وَيَقُولُ ٱلۡكَافِرُ يَـٰلَيۡتَنِى كُنتُ تُرَٲبَۢا ( ٤٠)
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
78/NEBE-31 : İnne lil muttekîne mefâzâ( mefâzen).
Muhakkak ki, muttakiler ( takva sahipleri) için kurtuluş ( ve kazanç) vardır.
78/NEBE-32 : Hadâika ve a’nâbâ( a’nâben).
Bahçeler ve üzüm bağları vardır.
78/NEBE-33 : Ve kevâıbe etrâbâ( etrâben).
Ve o günlerde onlarla aynı yaşta, memeleri büyütülüp dikleştirilmi şahane endamlı genç kızlar. ( Burda televizyonlardaki, mama plastik Hasan Findik aklima geliyor, ve diyorki meme ve gösgüs güzelleştirme operasonlari uzmani Hasan Findik, yani cigerim, o vakit bu vakit, ve kadinlar artik dik ve dolgun ve güzel memeli kizlar kadinlar, yani öyle olunca, ve vakit bu vakit, peki cennet neresi, burasimi, daha yukarisimi)
78/NEBE-34 : Ve ke’sen dihâkâ( dihâkan).
Ve içi dolu kadehler vardır.
78/NEBE-35 : Lâ yes’meûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ( kizzâben).
Orada boş söz ve yalan işitmezler.
78/NEBE-36 : Cezâen min rabbike atâen hısâbâ( hısâben).
( Bunlar) Rabbin tarafından, hesaba karşılık verilen mükâfattır ( ihsanlardır).
78/NEBE-37 : Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumer rahmâni lâ yemlikûne minhu hitâbâ( hitâben).
( Allah) göklerin ve yerin ve onların arasında bulunanların Rahmân olan Rabbidir. ( Hiç kimse) ondan bir hitaba mâlik değildir.
78/NEBE-38 : Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ( saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ( sevâben).
O gün, ruh ( devrin imamının ruhu) ve ( arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân'ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve ( izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39 : Zâlikel yevmul hakk( hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ( meâben).
İşte o gün ( mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen ( Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran ( yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. ( Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab ( sığınak, melce) olur.
78/NEBE-40 : İnnâ enzernâkum azâben karîbâ( karîben), yevme yenzurul mer’u mâ kaddemet yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ( turâben).
Muhakkak ki, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, elleri ile takdim ettiği şeye bakacak. Ve kâfir olan : “Keşke ben toprak olsaydım.” diyecek.
-----------------------
Zikirimizdeki Kelimei tevhid zikrine gelince
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
Hergün 100 kere "Lâ İlahe İllallahü Vahdehu Lâ Şerikeleh Lehül Mülkü ve Lehül Hamdü ve Hüve Âlâ Külli Şey-ün Kadir" diyen kimse, 10 köle azad etmiş gibi olur, kendisine 100 sevap yazılır, yüz günahı silinir, o gün akşama kadar şeytanın şerrinden emin olur. Hiçbir kimse hiçbir ibadetle bu seviyeye ulaşamaz, ancak ondan daha fazla yapan müstesna.
( Hadis'i Şerif, Buhari, Müslim)
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
Gezdiği sokakta bir kere söyleyenin bir milyon günahı bağışlanır, defterine bir milyon sevap yazılır ve kendisi için cennette bir köşk inşa edilir. Hadis'i Şerif
( Hadis'i Şerif, Ahmed İbn'i Hanbel)
"LAİLAHEİLLALLAH" bütün günahları mahveder, mizana konulmaz çünkü onun karşısında bir şey durmaz.1 kere sadakatle söylendiğinde, 4000 büyük günahı defterden sildirir ve 4000 derece yükseltir.
ve işte o zamanilari yaşiyoruz, cünkü benim üniversite ögrenciligim vaktinde, sabancinin bir gök deleni vardi, ve binlerce oda, onlarca kat, ve demek olurki bu sabanci, önceki hayatinda, cokca kelimei tevhid ceken biriydiki, ona işde her bir "LAİLAHEİLLALLAH" zikire bir kat ve bir oda verllmiş, her bir kat kac daire, kac oda , kac tane köşk verilmiş ondan daha cok köşkü olan inslarda var mesela USA başkani Trump amca gökdelen oteller krali, dünyada bu köşkler, peki bunlar köşk degilde möşkmü, lan salak aha san cennet, aha san köşk, ve bunlar muhammed vakti yokdu, ne oldu o zaman, ve eger bir ileri zaman gecerken, dünya bir yukari yükseliyorsa, o zaman, sema veya cennet gelecek demek, ve gelecek ise, dünün gelecegi biziz, bizim gelecegimiz de yarinlar olur, ve yarinlar cennet demek olur, ve birgün ölümünde caresi bulunursa, sonsuz yaşama sirrida ifşa olmuş olur, ve hastlaliklarda gen teknolojisi ile cözülürse, artik hastalik diyede birşey olmaz, ve o zamanalrda gelecek demekki, ve daha sen cenneti nerde ariyon, gökteyse lan zaten biz dünün semasiyiz, yarin bürgün ise bizim semamiz olur, ve mülk suresinde öyle buyurmuyormu Rab
![[Resim: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]](https://aynel-yakin.com/images/istiaze-ve-Besmele-Renk-Renk/istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png)
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ( tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut( tefâvutin), ferciıl basara hel terâ min futûr. Summerciıl basara kerrateyni yenkalib lieykel basaru hâsien ve huve hasîr
Meali :
Esteuzubillah
O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Geleceginize "future" Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak ( ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların ( aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.
Sadakallahul Aziym MULK Suresi 3. ve 4.ayet
ölümsüzlüge gelince, yine bazi insanlar varki, buna astral seyahet diyorlar, yani tasavvufun tüm gayesi olan işlem, en son raddeye varinca, alincak olan meyva, yani ruhu bedenden cikarabilmek hali, ve bazilari bunu budizmle yapiyor, bazilari islamla, bazilari sihir ve büyücülükle, bazilari esmaül hüsna ile, bazilarida zikir ile yapiyor, ve ruh bedenden cikip, geri dönmesini ögrenince, ve cikip heryere gidebilince, ve duvardan gecebilince, ve ilerde olanlari görebilince, bu beden ona sinir degilidrki, yani artik onun için beden sadece bir kaporta, ve böyle bir insan, ruhunu bedenden cikarabilen birisi için, artik ölümün bir manasi varmi, ölüm ne, ruhun bedenden ayrilmasi, amma işde ondan sonrasi mühim, yeni bir bedene girebilmek, ve bunuda başarabilen bir ruh, artik ölümsüzlügede erdi, eskiyen bedenden cikar, birde ona tekme atar artik eskidindiye, yeni bedene gidiyon der, ve ayni matrixdeki mr simitin bu bedenler de hapsolup ve o kan kokusundan nefret ediyon, bu bedenden cikmam lazim diyor, ve sonunda cikmasini ögreniyor, ve amma işde, matrix veya mehdide bunu ögreniyor, ve birgün mehdide bunu başariyor, ve bedenden cikip, başka bedene girebilir o, ve öyle olunca, yani bu ruh derecesine, bu nefis derecesine yükselen birisi için, artik ölümün bir mansasi yok demek olur, ve bugün bunu yapan onlarca insan biliyon ben, ve demekki o zaman onlar bunu da burada dünyada başka bedene gecipde yapiyorsa bu işi, bazilari artik "orda Cennette sonsuz kalirlar sirrina ermişler demek olur, cennet neresi o zaman? burasi neresi? cennet yerdemi gökdemi, yoksa analarin ayaginin altindami, yani nere orasi? bu dünya, analar nerde geziyor yürüyor, bu dünyada, uzayda degil lan, bakin ve birazda siz tefekkür ediniz.
---------
Zikrimizdeki Salavati Kebirdeki
Allahumme salli ala seyyidina Feryail,
Allahumme salli ala seyyidina Ferruh,
kimdir nedir necidir derseniz
Allahu Teala Hz. Ademi ilk toprakdan halkettiginde, daha icine ruh üflenmemiş hali, camur testi veya camur biblo gibiyken, rivayete göre , 40 sene cile rüzgari estirmiş, 1senede sürur rüzgari estirmişki, onun görevli meleginin birisinin ismi Feryail, digerinin ismide Ferruh veya ferah ve sürurdur. bu yüzden insan ömrünün 40 da biri sürür ve ferahdir, diger 39 u cile ve caba ve gayret ile gecer, ve sonunda ise, varilan cennet, ve gelecek ve günümüz.
ve cennette bazilarina cennetin en fakirine bir dünya verilcek, yani adamin bir mahallesi var, ömrü boyu mahallesinden dişari cikmamiş, yada köyü var, köyünden dişari hic cikmamiş, yani öyle olunca, onun dünyasi köy kadar kücük, digerinin dünyasi ise, birkac şehir gezmiş, biraz büyük, birisi bütün türkiyeyi, yada hangi ülkeden ise ülkesini geziyor, biraz daha büyük dünyasi var, yine birisine öyle ulaslararasi pasaport vermişler vize vermişler, dünyayi geziyor, daha büyük dünyasi var, zengin, cennetin zengini,
Yine bir rivayet onlarin tahtlari vardir, tahtlarinda otururlar kurulurlar hadisi, yani lan dün sultan tahti diye bir koltuk yapmişlar, sadece bir sultan o koltukda oturuyordu, bugün herkesin evinde koltuk takimi var, her evde herkesin tahti, taht koltugu var, kimilerinin televizyon koltugu, kimininki bilgisayar koltugu, kimininki oturma odasi koltugu, kimininki masajli falan filen, yani herke tahtlarda oturuyor yine bu cagda, daha ne o zaman, yani yine başka rivayet onlar tahtlarinda oturup hurileri seyrederler, lan screet mankenlerini seyredenleri düşün, adam koltuguna kasalamiş, mayolu screet mankenleri seyrediyor, isterse, zenginse birisini alip götürüyor, binlerce kizla yatan zenginler var, ve hangi huri arioyn sen, işde bu huriler dik memeli iri gögüslü huriler yani adnan hocanin hurilere bir bak, yani silikonlu bayanlar demek o dik mememli veya iri memmeli demekde , anlayan arif anlamayan haala öldükden sonra gidecegiz diye cennet beklesin dursun, yaptinsa bir iyilik yeni bedne gecersin, yoksa bir köpek olursun, bir lokma sahip vercekde doyacan yani.
ve hurilerin icleri gözükcekden kasitta, yani kemikleri gözükcek degil, icleri, yani ciplak vücutlari gözükcek demek o da, yani screet mankenleri, yani mayolu yada ic camşirli mankenler işde lan, bunlra bak seyreden birlieri varmi var sen bakamiyorsan sen o derecede degilsin, daha ne, bunu anlamaycak ne var.
Rabbim , inanan mümin kullarina, ve mehdi ve cematine, bu cennet gibi zamana erdikden sonra, hata yapipda, adem ile havva gibi cennetten kovulup, dertlere dücar olmakdan muaf buyursun, ve zamanimizin, mehdi vaktinin, o ruhun vaktinin, kiymetini bilmek nasip etsin.
--oOo---
أَأَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقاً وَ ارْزُقْنَا اتِّبَاعَهْ وَ أَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اجْتِنَابَهْ
''Allahım! Bizlere, hakkı Hak gösterip ona tabi olmayı, bâtılı da Bâtıl gösterip ondan yüz çevirmeyi nasib eyle..! '
وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîne,
Amiyn.
Elfatiha maassalavat.
سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve
etûbu ileyk.
--OoO--
![[Resim: kirmizi-isik.gif]](https://aynel-yakin.com/images/kirmizi-isik.gif)
Vaazi mp3 olarak indirmek için linke sag tikla farkli kaydeti sec
![[Resim: burdanindir.gif]](https://aynel-yakin.com/images/burdanindir.gif)
Buraya TIKLA Dinle Veya Sag TIKLA indir dinle
![[Resim: kirmiziisik-2.gif]](https://aynel-yakin.com/images/kirmiziisik-2.gif)
Kar©glan
Başağaçlı Raşit Tunca
Schrems, 29 Eylül 2017 Cuma
Original Kar © glan
![[Resim: kirmizi-isik.gif]](https://aynel-yakin.com/images/kirmizi-isik.gif)
Sessiz Zehirin - ve internetin Sesi ve Onun Şifası Olan - Radyo Karoglan
Ocak - Şubat - Mart - Nisan - Mayıs - Haziran
Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim - Kasım - Aralık
1 Senede/12 Ay
Pazartesi - Salı - Çarşamba - Perşembe - Cuma - Cumartesi - Pazar
1 Yılda/365 Gün
7 Günde/24 Saat
Vaaz - Dini Sohbet - Tasavvuf Sohbetleri - Radyo Karoglanda
RADYO KAROGLAN
Sessiz Zehirin - ve internetin Sesi ve Onun Şifası Olan - Radyo Karoglan
![[Resim: gul.gif]](https://aynel-yakin.com/images/gul.gif)
Dipnotlar :
1-Ra’d Suresi : 23,
2-Zuhruf Suresi : 70,
3-Tur Suresi : 21,
4-Buhari, Fazilet-i Ashab-ı Nebi, 6; Müsned, 3/227,
5-Lem’alar, s. 456,
6-Vakıa Suresi : 22,
7-Rahman Suresi : 58,
8-Rahman Suresi : 70,
9-Saffat Suresi : 49,
10-Vakıa Suresi. 37,
11-Et-Terğib ve’t- Terhib, 7/369.
SÜLEYMAN KÖSMENE
Dipnotlar :
1. Müslim, Cennet 22.
2. Müslim, îman : 301.
3. Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü'l-İcaz, s. 175.
4. Müslim, Cennet : 14-17.
( bk. Mehmed PAKSU, En Çok Sorulan Mes'eleler ve Çözümleri -2, 2. Baskı, Nesil yayınları, İstanbul, 2000, s. 144-146)[/font]
Kuranda Hâbil ve Kâbil
(Maide Suresi, 27 - 40)
27- وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku.”
Âdemin iki oğlundan murat, Kâbil ve Hâbildir. Allahu Teâlâ Hz. Âdeme onlardan her birini diğerinin ikizi olanla evlendirmeyi emretmiş idi. Kâbil buna kızdı. Çünkü kendi ikizi olan kız kardeşi daha güzeldi. Bunun üzerine Hz. Âdem onlara dedi: “Her biriniz birer kurban takdim edin. Hanginizinki kabul edilirse, o onunla evlenir.”
Her ikisi kurbanlarını sundular. Hâbilinki semadan bir ateş inip kendi kurbanını yakmasıyla kabul edilmiş oldu. Bunun üzerine Kâbil büsbütün kızdı ve yapacağını yaptı.
Denildi ki: Ayette bahsi geçen Âdemin iki oğlu kendi öz evlatları değildir, İsrailoğullarından iki adamdır. Bundan dolayı ayetin devamında “İsrailoğullarına şunu yazdık…” denildi.
إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ “Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti.”
Kurban, Allaha yakınlık için sunulan kurbanlık veya kurbanlık dışında şeylerin ismidir.
Denildi ki: Kâbil çiftçi idi, kurban olarak buğdayın en düşük kalitelisini sundu. Hâbil ise sürü sahibi idi, semiz bir deveyi kurban olarak takdim etti.
قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ “(Kurbanı kabul edilmeyen), “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” dedi.”
قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ “Diğeri de, “Allah, ancak takva sahibi olanlardan kabul eder” dedi.”
Yani, “sen takvayı terk ederek nefsanî hareket ettin. Niye beni öldürüyorsun?”
Bunda şöyle bir işaret vardır: Hased eden kimse, kusurundan dolayı mahrum kalacağını görmeli ve haset ettiği kimse hangi şekilde başarılı olmuşsa öyle hareket etmeye çalışmalıdır. Yoksa başarılı kimsenin elindekini ortadan kaldırmaya çalışmak uygun değildir. Çünkü böyle bir hareket kendisine zarar verir, fayda getirmez. Ayrıca, yapılan itaat, ancak takva sahibi mü’minden kabul edilir.
28- لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ “Andolsun! Beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim.”
إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ “Ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.”
Denildi ki, aslında Hâbil Kâbilden daha güçlü idi, ancak onu öldürmekten çekindi, Allahtan korkarak teslimiyet gösterdi.
Çünkü o zaman henüz mukabele mubah kılınmamıştı.
Veya karşılık vermemesi, daha efdal olanı aramaktan kaynaklanabilir. Hz. Peygamber şöyle der: “Allahın maktûl kulu ol, katil kulu olma.”
29- إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennem ashabından olasın.”
وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ “İşte bu, zalimlerin cezasıdır.”
Bu, ona saldırmama gerekçesi olarak ikinci bir sebebi beyandır.
Burada “benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip” şeklinde ifade edilen durum, “beni öldürme günahın ve bir de kurbanının kabul edilmemesine sebep olan durum” olabilir.
Belki de Kâbil bu ifadeyle kardeşinin günah ve şekavetini murat etmedi. Bundan maksadı, “eğer bu mutlaka olacaksa, isterim ki yapan sen ol, ben değil” manası olabilir.
30- فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ “Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü.”
فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Böylece hüsrana düşenlerden oldu.”
Böylece dinen ve dünya itibariyle zarara düşenlerden oldu. Çünkü ömrü boyunca matrud (kovulmuş) ve mahzun bir şekilde yaşadı.
626 b Beydâvî Tefsiri
Hâbili yirmi yaşındayken Hira yokuşunda veya Basrada Mescid-i Azamın olduğu yerde öldürdüğü söylenir.
31- فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا “Derken Allah bir karga gönderdi.”
يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ “Karga, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeliyordu.”
قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım?” dedi.”
Rivayete göre Kâbil, Hâbili öldürünce onu ne yapacağını bilemedi. Çünkü Hâbil, Âdemin evladından ilk ölen kimse idi. Derken Allah iki karga gönderdi, bunlar birbiriyle dövüştüler, biri diğerini öldürdü. Gagası ve iki ayağıyla çukur kazıp, öldürdüğü kargayı oraya koydu.
فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ “Böylece, pişman olanlardan oldu.”
Öldürdüğüne pişman oldu. Çünkü, onu ne yapacağını bilmedi. Rivayete göre uzun süre sırtında taşıdı, kargaya talebe oldu, öldürdüğüne ceza olarak rengi karardı, anne babası ondan teberri etti.
Rivayet edilir ki, kardeşini öldürdüğünde cesedi karardı. Bunun üzerine Hz. Âdem, kardeşi Hâbilden sordu. “Ben onun vekili değilim” diye cevap verdi. Hz. Âdem, “Hayır sen onu öldürdün, bundan dolayı cesedin karardı” dedi ve ondan uzaklaştı. Bundan sonra yüzyıl yaşadı, hiç gülmedi ve yaptığı hiçbir işte başarılı olmadı.
32- مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ “Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık:”
أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا “Kim bir canı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.”
Çünkü kan dökmenin haramlığını çiğnemiş, öldürmek çığrını açmış, insanları buna cür’ete sevk etmiştir.
Veya şu cihetten de bakılabilir: Allahın gadabını ve büyük azabı celbetmede bir kişiyi öldürmekle bütün insanları öldürmek arasında fark yoktur.
وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا “Kim de onu ihya ederse, sanki bütün insanları ihya etmiş gibidir.”
“Canı ihya etmek”ten murat,
-Affederek birinin hayatta kalmasını sağlamak.
-Onu katlden alıkoyarak yaşamasına sebebiyet vermek.
-Ölüme yol açabilecek bazı sebeplerden kurtarmak gibi durumlardır.
İşte kim bunu yapsa, sanki bütün insanlara böyle yapmış gibidir.
Ayetin bu tarz ifadesinden maksat, haksız yere cana kıymanın ne derece büyük bir cinayet olduğunu ve hayatına sebep olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektir. Bu tarz ifadede, başkasına saldırmaktan korkutmak ve başkasının yaşamasına vesile olmaya teşvik vardır.
وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ “Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mu’cize ve âyetler) getirdiler.”
ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ “Ama onlardan birçoğu bundan sonra da yeryüzünde aşırı gitmektedir.”
Üstte anlatılan Habilin öldürülmesi cinayeti sebebiyle, onlara bu şekilde sert hüküm bildirdik, apaçık ayetlerle peygamberler gönderdik. Böylece hayatı korumaları için, verilen emri te’kid ettik, ahitlerini yeniledik. Ama onların çoğu yeryüzünde katle devam ile aşırı gidiyorlar ve buna aldırmıyorlar.
Bununla, kıssa daha önceki Âdemin iki oğlunun kıssasıyla birleşmiştir.
Ayette, onların aşırılığı “müsrifün” kelimesi ile ifade edilmiştir. İsraf, herhangi bir meselede itidal sınırından uzaklaşmaktır.
33- إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا “Allah’a ve Resûlüne harp açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası ancak şudur:”
“Allah ve Rasulüne harp açmak” ile, Allah ve Rasulünün dostları olan Müslümanlar kastedilmiştir. Müslümanlara karşı yapılan harbin, Allah ve Rasulüne harb ilan etmek anlamına geleceği, bu şekilde ifade edilmiştir. Bunda, Müslümanlarla harbin çok büyük bir vebâl olduğuna işaret vardır.
“Harp” kelimesinin aslında başkasından almak vardır. Burada ise harbten murat yol kesmektir. Velev şehirde de olsa çetecilik de buna girer.
أَن يُقَتَّلُواْ “Öldürülmeleri.”
Sadece adam öldürenlerin cezası, asılmadan kısas yoluyla öldürülmeleridir.
أَوْ يُصَلَّبُواْ “Yahut asılmaları.”
Eğer hem çalmış hem de öldürmüşlerse asılarak cezalandırılırlar. Fıkıh âlimleri asılma şeklinde farklı görüşler söylerler. Kimine göre önce öldürülür, sonra asılır. Kimine göre ise diri olarak asılır veya ölünceye kadar mızrak atılır.
أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ “Veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi.”
Eğer sadece çalmış, ama öldürmemişlerse sağ elleri ve sol ayakları çapraz olarak kesilir.
أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ “Veya o yerden sürülmeleridir.”
Eğer sadece tehdit etmişlerse, bir yerde kalıp yerleşmeyecek şekilde bir beldeden başka beldeye sürülür.
Ebu Hanife, sürgünü hapis ile tefsir etmiştir.
Ayetteki “veya” ifadesi, üstteki bu açıklamaya göre tafsil içindir. Yani, suçun durumuna göre farklı ceza uygulanır.
Ancak, “veya” ifadesinin “tahyir” yani bu şıklardan birini seçmede muhayyerlik ifade ettiğini söyleyenler de olmuştur. Bu durumda, idareci olan kimse yol kesen kimselerle ilgili bu cezalardan herhangi birini uygulamada serbesttir.
ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا “Bu, dünyada onlar için bir zillettir.”
وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Ahirette de onlara çok büyük bir azap vardır.”
34- إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن قَبْلِ أَن تَقْدِرُواْ عَلَيْهِمْ “Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tevbe edenler başka.”
فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Bilin ki Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”
Ayetteki istisna Allahın hakkı ile alakalıdır. Devamında “Bilin ki Allah, Ğafur – Rahîm’dir” denilmesi buna delâlet eder. Ama kısas olarak öldürülmesine gelince, tevbe etmesi ile bunun cevazı değil, vücubu sakıt olur.
Ayette tevbenin onların yakalanmalarından önce ile kayıtlanması, yakalandıktan sonra tevbe etseler bile had cezasının düşmediğine delâlet eder. Ancak Allah hakkı olan azap düşebilir.
Ayet, Müslüman eşkıya hakkındadır. Çünkü müşrik birisi yakalanmadan önce veya sonra tevbe etse, cezası kaldırılabilir.
35- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ “Ey iman edenler! Allah’tan korkun!”
وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ “O’na vesile arayın.”
Yani, Allaha itaat etmek, günahları terk etmek gibi O’ndan sevap elde etmeye ve O’na kurbiyete vesile olan şeyler yapın.
Hadiste şöyle bildirilir: “Vesile, cennette bir mertebedir.”
وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Ve O’nun yolunda cihad edin, ola ki kurtuluşa eresiniz.”
Görülen ve görülmeyen Allah düşmanlarına karşı cihad edin.
36- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُواْ بِهِ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ “Yeryüzünde olanların tamamı ve bir o kadarı daha kâfirlerin olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için hepsini fidye olarak verseler yine onlardan kabul edilmez.”
وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlara elem dolu bir azap vardır.”
Ayet, azabın onlar için kaçınılmaz olduğunu anlatan bir temsildir. Ve onlar için bu azaptan bir kurtuluş yolu yoktur.
37- يُرِيدُونَ أَن يَخْرُجُواْ مِنَ النَّارِ “Cehennem ateşinden çıkmak isterler.”
وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنْهَا “Ama oradan çıkacak değillerdir.”
وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ “Onlar için devamlı bir azap vardır.”
38- وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ “Yaptıklarına bir ceza ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere, hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin.”
وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Allah, Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Müberrede göre, ayetteki “fe” harfi sebebiyet bildiren bir şart manasını tazammun ettiği için, habere dahil olmuştur. Yani, “o kimse ki hırsızlık yaptı… Siz de hırsızlığı sebebiyle ellerini kesin.”
Hırsızlık, başkasının malını gizlice almaktır. El kesme cezasının uygulanması için, korunmuş bir mal olma şartı vardır. Ayrıca, kıymet itibariyle de en az dört dinar değeri olmalıdır.
Hz. Peygamber şöyle bildirir:
“El kesme, dört dinar ve üstündeki meblağlar içindir.”
Ulema, bu konuda gelen hadisler sebebiyle bu meselede farklı görüşlere sahiptir. “Şerhu’l-Mesabih” isimli eserde bu konuyu ayrıntılarıyla ele aldım.[1>
Ayette belirtilen el, sağ eldir. İbnu Mes’udun “onların sağ ellerini kesin” şeklindeki kıraati bunu teyid eder.
Ayette “el” anlamındaki “yed” kelimesi aslında omuza kadar kolu da içine alır. Bundan dolayı Harici mezhebi, omuzdan kesilmesi gerektiğini savunur. Cumhur yani âlimlerin ekserisi ise, bundan muradın sadece el olduğunu kabul eder. Çünkü Hz. Peygambere hırsız getirildiğinde, sağ elinin kesilmesini emretmiştir.
39- فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ “Her kim zulmünün arkasından tevbe edip durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder.”
إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Çünkü Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”
Her kim hırsızlık suçu işledikten sonra tevbe eder, suçu gerektiren durumlardan hassasiyetle kaçınır ve bir daha o suça dönmemeye kesin kararlı olursa, Allah onun tevbesini kabul eder, ahirette bu suçtan dolayı ceza vermez. Dünyada el kesilme cezası ise, ekser fıkıh âlimlerine göre uygulanır. Çünkü onda, malı çalınanın hakkı vardır.
40- أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Bilmedin mi, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”
يُعَذِّبُ مَن يَشَاء “O, dilediğine azap eder.”
وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء “Dilediğini de bağışlar.”
وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Allah, her şeye kadirdir.”
Hz İsa’nın Son Akşam Yemeği
İncilde Son Akşam yemeğinde geçen dialoglar şöyle anlatılmıştır:
Mat.26: 17 Mayasız Ekmek Bayramı’nın* ilk günü öğrenciler İsa’nın yanına gelerek, “Fısıh* yemeğini yemen için nerede hazırlık yapmamızı istersin?” diye sordular.
Mat.26: 18 İsa onlara, “Kente varıp o adamın evine gidin” dedi. “Ona şöyle deyin: ‘Öğretmen diyor ki, zamanım yaklaştı. Fısıh Bayramı’nı, öğrencilerimle birlikte senin evinde kutlayacağım.'”
Mat.26: 19 Öğrenciler, İsa’nın buyruğunu yerine getirerek Fısıh yemeği için hazırlık yaptılar.
Mat.26: 20 Akşam olunca İsa on iki öğrencisiyle yemeğe oturdu.
Mat.26: 21 Yemek yerlerken, “Size doğrusunu söyleyeyim, sizden biri bana ihanet edecek” dedi.
Mat.26: 22 Bu söz onları kedere boğdu. Teker teker, “Ya Rab, beni demek istemedin ya?” diye sormaya başladılar.
Mat.26: 23 O da, “Bana ihanet edecek olan” dedi, “Elindeki ekmeği benimle birlikte sahana batırandır.
Mat.26: 24 İnsanoğlu*, kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama İnsanoğlu’na ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu.”
Mat.26: 25 O’na ihanet edecek olan Yahuda, “Rabbî*, yoksa beni mi demek istedin?” diye sordu. İsa ona, “Söylediğin gibidir” karşılığını verdi.
Mat.26: 26 Yemek sırasında İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve öğrencilerine verdi. “Alın, yiyin” dedi, “Bu benim bedenimdir.”
Mat.26: 27 Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek, “Hepiniz bundan için” dedi.
Mat.26: 28 “Çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır.
Mat.26: 29 Size şunu söyleyeyim, Babam’ın egemenliğinde sizinle birlikte tazesini içeceğim o güne dek, asmanın bu ürününden bir daha içmeyeceğim.”
Mat.26: 30 İlahi söyledikten sonra dışarı çıkıp Zeytin Dağı’na doğru gittiler.
Hz İsa’nın Yakalanmadan önce Havarileri ile birlikte gidip dua ettikleri “Getsemani Bahçesi”
[attachment=46769]
“Getsemani Bahçesi”
[attachment=46770]
Hz İsa’nın Yakalanmadan önce üzerinde dua ettiği taş
Getsemani Bahçesinde Hz İsa Aleyhisselam’ın yapmış olduğu dua:
Mat.26: 36 Sonra İsa öğrencileriyle birlikte Getsemani denen yere geldi. Öğrencilerine, “Ben şuraya gidip dua edeceğim, siz burada oturun” dedi.
Mat.26: 37 Petrus ile Zebedi’nin iki oğlunu yanına aldı. Kederlenmeye, ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı.
Mat.26: 38 Onlara, “Ölesiye kederliyim” dedi. “Burada kalın, benimle birlikte uyanık durun.”
Mat.26: 39 Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. “Baba” dedi, “Mümkünse bu kâse* benden uzaklaştırılsın. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.”
Mat.26: 40 Öğrencilerin yanına döndüğünde onları uyumuş buldu. Petrus’a, “Demek ki benimle birlikte bir saat uyanık kalamadınız!” dedi.
Mat.26: 41 “Uyanık durup dua edin ki, ayartılmayasınız. Ruh isteklidir, ama beden güçsüzdür.”
Mat.26: 42 İsa ikinci kez uzaklaşıp dua etti. “Baba” dedi, “Eğer ben içmeden bu kâsenin uzaklaştırılması mümkün değilse, senin istediğin olsun.”
Mat.26: 43 Geri geldiğinde öğrencilerini yine uyumuş buldu. Onların göz kapaklarına ağırlık çökmüştü.
Mat.26: 44 Onları bırakıp tekrar uzaklaştı, yine aynı sözlerle üçüncü kez dua etti.
Mat.26: 45 Sonra öğrencilerin yanına dönerek, “Hâlâ uyuyor, dinleniyor musunuz?” dedi. “İşte saat yaklaştı, İnsanoğlu* günahkârların eline veriliyor.
Mat.26: 46 Kalkın, gidelim. İşte bana ihanet eden geldi!”
Hz İsa’ya türlü ezalar gösterilmeden önce kapatılmış olduğu hapishane
[attachment=46771]
Hz İsa’nın kapatıldığı hapishane
[attachment=46772]
Mat.26: 57 İsa’yı tutuklayanlar, O’nu başkâhin Kayafa’ya götürdüler. Din bilginleriyle ileri gelenler de orada toplanmışlardı.
Mat.26: 58 Petrus, İsa’yı uzaktan, ta başkâhinin avlusuna kadar izledi. Sonucu görmek için içeri girip nöbetçilerin yanına oturdu.
Mat.26: 59 Başkâhinlerle Yüksek Kurul’un* öteki üyeleri, İsa’yı ölüm cezasına çarptırmak için kendisine karşı yalancı tanıklar arıyorlardı.
Mat.26: 60-61 Ortaya birçok yalancı tanık çıktığı halde, aradıklarını bulamadılar. Sonunda ortaya çıkan iki kişi şöyle dedi: “Bu adam, ‘Ben Tanrı’nın Tapınağı’nı yıkıp üç günde yeniden kurabilirim’ dedi.”
Mat.26: 62 Başkâhin ayağa kalkıp İsa’ya, “Hiç yanıt vermeyecek misin?” dedi. “Nedir bunların sana karşı ettiği bu tanıklıklar?”
Mat.26: 63 İsa susmaya devam etti. Başkâhin ise O’na, “Yaşayan Tanrı adına ant içmeni buyuruyorum, söyle bize, Tanrı’nın Oğlu Mesih* sen misin?” dedi.
Mat.26: 64 İsa, “Söylediğin gibidir” karşılığını verdi. “Üstelik size şunu söyleyeyim, bundan sonra İnsanoğlu’nun*, Kudretli Olan’ın*fx* sağında oturduğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğini göreceksiniz.”
Mat.26: 65 Bunun üzerine başkâhin giysilerini yırtarak, “Tanrı’ya küfretti!” dedi. “Artık tanıklara ne ihtiyacımız var? İşte küfürü işittiniz.
Mat.26: 66 Buna ne diyorsunuz?” “Ölümü hak etti!” diye karşılık verdiler.
Mat.26: 67-68 Bunun üzerine İsa’nın yüzüne tükürüp O’nu yumrukladılar. Bazıları da O’nu tokatlayıp, “Ey Mesih, peygamberliğini göster bakalım, sana vuran kim?” dediler.
Hz İsa’ya Romalı Askerlerin Yapmış olduğu işgenceler
[attachment=46773]
Hz İsa’ya üzerinde işgence yapıldığı iddia edilen platform
Mat.27: 27 Sonra valinin askerleri İsa’yı vali konağına götürüp bütün taburu başına topladılar.
Mat.27: 28 O’nu soyup üzerine kırmızı bir kaftan geçirdiler.
Mat.27: 29 Dikenlerden bir taç örüp başına koydular, sağ eline de bir kamış tutturdular. Önünde diz çöküp, “Selam, ey Yahudiler’in Kralı!” diyerek O’nunla alay ettiler.
Mat.27: 30 Üzerine tükürdüler, kamışı alıp başına vurdular.
Mat.27: 31 O’nunla böyle alay ettikten sonra kaftanı üzerinden çıkarıp kendi giysilerini giydirdiler ve çarmıha germeye götürdüler.
Hz İsa’nın Dünya Üzerindeki Son Saatleri
[attachment=46774]
Damaskus Kapısı: Hz İsa’nın sırtıda haçı ile Zeytin Dağına götürülmek üzere çıkarıldığı kapı
[attachment=46775]
Mat.27: 32 Dışarı çıktıklarında Simun adında Kireneli bir adama rastladılar. İsa’nın çarmıhını ona zorla taşıttılar.
Mat.27: 33-34 Golgota, yani Kafatası denilen yere vardıklarında içmesi için İsa’ya ödle karışık şarap verdiler. İsa bunu tadınca içmek istemedi.
Mat.27: 35 Askerler O’nu çarmıha gerdikten sonra kura çekerek giysilerini aralarında paylaştılar.
Mat.27: 36 Sonra oturup yanında nöbet tuttular.
Mat.27: 37 Başının üzerine, BU, YAHUDİLER’İN KRALI İSA’DIR diye yazan bir suç yaftası astılar.
İncildeki rivayetlere göre Hz İsa’nın Çarmıha gerildiği “Golgota Tepesi”
[attachment=46776]
[attachment=46777]
Mat.27: 38 İsa’yla birlikte, biri sağında öbürü solunda olmak üzere iki haydut da çarmıha gerildi.
Mat.27: 39-40 Oradan geçenler başlarını sallayıp İsa’ya sövüyor, “Hani sen tapınağı yıkıp üç günde yeniden kuracaktın? Haydi, kurtar kendini! Tanrı’nın Oğlu’ysan çarmıhtan in!” diyorlardı.
Mat.27: 41-42 Başkâhinler, din bilginleri ve ileri gelenler de aynı şekilde O’nunla alay ederek, “Başkalarını kurtardı, kendini kurtaramıyor” diyorlardı. “İsrail’in Kralı imiş! Şimdi çarmıhtan aşağı insin de O’na iman edelim.
Mat.27: 43 Tanrı’ya güveniyordu; Tanrı O’nu seviyorsa, kurtarsın bakalım! Çünkü, ‘Ben Tanrı’nın Oğlu’yum’ demişti.”
Mat.27: 44 İsa’yla birlikte çarmıha gerilen haydutlar da O’na aynı şekilde hakaret ettiler.
Mat.27: 45 Öğleyin on ikiden üçe kadar bütün ülkenin üzerine karanlık çöktü.
Mat.27: 46 Saat* üçe doğru İsa yüksek sesle, “Eli, Eli, lema şevaktani?” yani, “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” diye bağırdı.
Mat.27: 47 Orada duranlardan bazıları bunu işitince, “Bu adam İlyas’ı çağırıyor” dediler.
Mat.27: 48 İçlerinden biri hemen koşup bir sünger getirdi, ekşi şaraba batırıp bir kamışın ucuna takarak İsa’ya içirdi.
Mat.27: 49 Öbürleri ise, “Dur bakalım, İlyas gelip O’nu kurtaracak mı?” dediler.
Mat.27: 50 İsa, yüksek sesle bir kez daha bağırdı ve ruhunu teslim etti.
Hz İsa’nın Bedeninin Taşınmış olduğu Mağara
[attachment=46778]
[attachment=46779]
[attachment=46780]
Mat.27: 57 Akşama doğru Yusuf adında zengin bir Aramatyalı geldi. O da İsa’nın bir öğrencisiydi.
Mat.27: 58 Pilatus’a gidip İsa’nın cesedini istedi. Pilatus da cesedin ona verilmesini buyurdu.
Mat.27: 59-60 Yusuf cesedi aldı, temiz keten beze sardı, kayaya oydurduğu kendi yeni mezarına yatırdı. Mezarın girişine büyük bir taş yuvarlayıp oradan ayrıldı.
Mat.27: 61 Mecdelli Meryem ile öteki Meryem ise orada, mezarın karşısında oturuyorlardı.
Mat.27: 62-63 Ertesi gün, yani Hazırlık Günü’nden* sonraki gün, başkâhinlerle Ferisiler Pilatus’un önünde toplanarak, “Efendimiz” dediler, “O aldatıcının, daha yaşarken, ‘Ben öldükten üç gün sonra dirileceğim’ dediğini hatırlıyoruz.
Mat.27: 64 Onun için buyruk ver de üçüncü güne dek mezarı güvenlik altına alsınlar. Yoksa öğrencileri gelir, cesedini çalar ve halka, ‘Ölümden dirildi’ derler. Son aldatmaca ilkinden beter olur.”
Mat.27: 65 Pilatus onlara, “Yanınıza asker alın, gidip mezarı dilediğiniz gibi güvenlik altına alın” dedi.
Mat.27: 66 Onlar da askerlerle birlikte gittiler, taşı mühürleyip mezarı güvenlik altına aldılar.
Kaynak :
Resimler ve YAZI Kaynak
https://isamesihruhullah.wordpress.com
Yazan İnş Müh Talha Yasin
Sünnet Nedir - Peygamberimizin Sünneti - Tıbdaki Sünnet Nedir?
Sual: Sünnet ne demektir?
CEVAP
Sünnet kelimesi yerine göre, farklı anlamlarda kullanılır:
1- Kitab ve sünnet ifadesindeki sünnet, hadis-i şerifler demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
( Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine sarılırsanız hiç sapıtmazsınız.) [Hakim]
2- Farz ve sünnet ifadesindeki sünnet, Resulullah efendimizin farz olmayarak yaptığı işler demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
( Ümmetim bozulunca, sünnetime uyana şehit sevabı verilir.) [Hakim]
3- Sünnet, yalnız olarak kullanılınca, İslamiyet demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
( Bir zaman gelecek ki, ortalık bozulduğu zaman sünnetime [İslamiyet’e] tutunmak avuçta ateş tutmak gibi olacaktır.) [Hakim]
4- Sünnet, yol, çığır gibi manalara da gelir. Mesela sünnet-i hasene iyi çığır, sünnet-i seyyie kötü çığır demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
( Bir kimse, sünnet-i hasene çıkarırsa, [iyi bir çığır açarsa] onun sevabı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı kadar sevap alır. Bir kimse de sünnet-i seyyie çıkarırsa, [kötü bir çığır açarsa] onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah kazanır.) [Müslim]
Bir de, sünnet âdet, iş anlamındadır. Mesela Sünnetullah tabiri, Allah’ın âdeti, Allah’ın işi demektir. Hazret-i Ömer’in sünneti demek, Hazret-i Ömer’in âdeti demektir.
5- Ehl-i sünnet, kurtuluş fırkasının adıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, ( Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya ( Ehl-i sünnet vel cemaat) denir.
6- Çocukların sünnet olmasına da sünnet denir.
Sual: Sünneti değiştirmekte mahzur var mıdır? Mesela tesbihi 33 yerine, daha fazla sevap olsun diye 44 olarak çeksek mahzuru olur mu? Sakalı bir tutam yerine bir veya iki karış uzatsak veya çok kısa yapsak bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Peygamber efendimizin yaptığı işlere sünnet denir. Hatta birini bir şey yaparken görüp de bir şey demediği işlere de sünnet denir. Peygamber efendimiz bu yaptıklarını ya ibadet olarak veya âdet olarak yapardı. Âdet olarak yaptıklarına sünnet-i zevaid denir. Uzun entari giymesi, saçlarını uzatması veya kısaltması, sakal bırakması gibi. Bir kimse, ( Peygamberimiz, kadınlar gibi entari, uzun gömlek giyermiş) diyerek alay etse, imanı gider. Yahut sakalı beğenmeyen veya sünnete uygun sakalı olana çember sakallı, top sakallı diye hakaret eden kâfir olur. Çünkü Peygamber efendimizin yaptığı işleri yani sünnetini, beğenmemiş olur. Halbuki Allahü teâlânın bütün insanların en üstünü olarak yarattığı ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberini beğenmemek, Allah’ı beğenmemek olur. ( Niye böyle Peygamber gönderdin) demek olur. Allah’ı beğenmeyenin de kâfir olacağı pek açıktır. Kur'an-ı kerimde, Peygamber efendimizin emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçmak gerektiği bildiriliyor. ( Haşr 7)
İbadete ait hükümler zamanla değişmez. İbadetleri değiştirmek, dini değiştirmek olur, dinsizlik olur. Bir kâfir, bir söz ile [kelime-i şehadet getirerek] müslüman olur. Bir müslüman da küfre düşürücü bir söz ile kâfir olur. Dinimizin herhangi bir hükmünü beğenmeyen, mesela, ( tesettür lüzumsuzdur) diyenin imanı gider. Resulullah efendimize uymanın önemi büyüktür. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
( Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
Peygamber efendimiz de aynı mealde buyuruyor ki:
( Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur.) [Buhari]
Kur'an-ı kerimde, Resulullaha itaatin Allah’a itaat olduğu, Ona isyan edenin Allah’a isyan etmiş olduğu bildirilmekte, ( Allah’a ve Resulüne itaat), ( Allah ve Resulüne isyan) ifadeleri çok yerde geçmektedir. ( Nisa 13-14)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
( Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]
( Bir bid'at çıkarılınca, bir sünnet kalkmış olur.) [İ.Ahmed]
İbadet maksadı ile dine bir şey ilave etmek bid'attir, büyük günahtır. Dinimiz noksan değildir. Hâşâ Allahü teâlâ veya Peygamber efendimiz dinde bir şeyi eksik bırakmış da, daha iyisini biz mi yapacağız? İbadete bid'at karıştırmak, Allahü teâlânın bildirdiği dinde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur. Mesela akşam namazının farzını 3 rekat yerine, daha fazla ibadet edeyim diye 4 rekat kılmak bid'attir. 3 yerine de geçmez, namaz hiç kabul olmaz. Tesbihleri 33 yerine, çok sevap olsun diye 40 defa veya daha fazla çekmek bid'at olur. Hiç tesbih çekilmese günah olmaz. Fakat sünnet sevabından mahrum kalınmış olur.
Bir din kitabını tahkir etmek, İslam âlimlerinden biri ile alay etmek ve tazim etmemiz emrolunan bir şeyi tahkir etmek, tahkir etmemiz emrolunan bir şeyi tazim etmek küfürdür. Bunları yapan kâfir olur. ( Birgivi)
Sakalı sünnet diye kısa bırakmak veya sadece çenede bırakmak bid'at olur, Resulullah efendimizin sakal şekli beğenilmemiş olur. Hadis-i şerifte, ( İbadetleri bizim gibi yapmayanlar bizden değildir) buyuruluyor.
Namazlardan sonra âyet-el-kürsi okunur. Sonra tesbihler çekilir, ondan sonra dua edilir. Dua ederken salâten tüncina veya başka dualar da okunur. Âyet-el-kürsinin okunduğu yerde salâten tüncinayı okumak sünneti değiştirmek olur, yani bid'attir. Peygamber efendimiz nasıl ibadet etmişse, mezhebimiz bunu nasıl bildirmişse, o şekilde ibadet edilir. ( Şunu da yapalım, ötekini de ilave edelim) demek, dinde değişiklik olur. ( Hadika)
( Kim dinde olmayan bir şey çıkarırsa merduddur) hadis-i şerifi gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikad, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibadet olduğuna inanılırsa, yahut İslamiyet’in bildirmiş olduklarında, bir fazlalık veya noksanlık yapılırsa ve bunu yapmaktan sevap beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler bid'at olur. İslamiyet’e uyulmamış, ona iman edilmemiş olur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün kalbler kararmış olduğundan, bazı bid'atler güzel görünse de, hepsinden kaçınmak gerekir, kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. Hadis-i şerifte, ( Her bid'at sapıklıktır) buyuruldu. ( Müslim)
Din bir bütündür. Bir hükmünü beğenmeyen veya değiştiren kâfir olur. Mesela sünnet olan sakalı da beğenmeyen kâfir olur. Beğendiği halde yapmaz ise kâfir olmaz. Sünneti değiştirirse bid'at ehli olur.
[Hadika, Berika, Birgivi Vasiyetnamesi, Mektubat-ı Rabbani]
Sual: Sünnete yapışmak ne demektir?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
( Ümmetim arasında ayrılık olunca, benim sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine yapışın!) [Tirmizi]
Bu hadis-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını haber veriyor. Bunlar arasında, Resulullahın ve Onun 4 halifesinin yolunda olana sarılınız diyor. Sünnet, Resulullahın, sözleri, bütün ibadetleri, işleri, itikadları, ahlakı ve bir şey yapılırken görünce, mani olmayıp susması demektir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
( Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehit sevabı verilir!) [Hakim]
Yani nefse ve bid'atlere ve kendi aklına uyarak İslamiyet’in hududu dışına taşıldığı zaman, benim sünnetime uyana, kıyamette yüz şehit sevabı verilecektir. Çünkü fitne fesat zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle harp etmek gibi güç olacaktır. Bir hadis-i şerif meali:
( İslam dini garip olarak başladı. Sonu da garip olacaktır. Bu gariplere müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltir.) [Müslim]
Yani, İslamiyet’in başlangıcında, insanların çoğu, Müslümanlığı bilmedikleri, onu yadırgadıkları gibi, ahir zamanda da, dini bilenler azalır. Bunlar, benden sonra bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler. Bunun için, emr-i maruf ve nehy-i münker yaparlar. Sünnete, yani İslamiyet’e uymakta başkalarına örnek olurlar. İslam bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bunları dinleyenler az, karşı gelenler çok olur.
Sünnet nedir?
Sual: Hakikat Kitabevi yayınlarından, Eshab-ı Kiram kitabında deniyor ki:
( Server-i âlem, namazda rükudan kalkarken, ( Semi’ Allahü limen hamideh = Allahü teâlâ, kendisine hamd edenin hamdini işitir yani kabul eder) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye, ( Rabbena lekel hamd = Hamdimizi kabul eden Rabbimiz, sana hamd olsun) dedi. Böyle söylemesini, Resulullah efendimiz takdirle karşıladı. Bunu söylemek, kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. Resulullahın takdirine mazhar olmak, ne büyük nimettir. Onun söylediği bir sözü kıyamete kadar Müslümanların söylemesine sebep olmak da, ayrı bir fazilettir.)
Bir sahabinin söylemesi, nasıl namazda sünnet olur ki?
CEVAP
Sünnet, sadece Peygamber efendimizin yaptığı işler değildir. Birini bir şey yaparken görüp de bir şey demezse veya onu yapın derse, o da sünnet olur. Burada yapılan işi beğenmesi, o işe razı olması ve bundan sonra bu işin yapılmasını emretmesi, o işin sünnet olduğunu gösteriyor.
-------------------
Sünnetin sözlük anlamı, “yol, gidiş, tabiat, prensip, kanun” demektir. Terim anlamı ise, Peygamber Efendimizin ( a.s.m.) söz ve fiillerinin ve takrirlerinin tümü mânâsına gelir. Takrir, bir konuda sükût etmekle, o işi reddetmemek demektir.
Hadis-i Şerifler, âyetleri açıklarlar. Âyetlerde kısa ve öz olarak beyan edilen İlâhî maksatları izah ederler. Kur'an'da yer almayan bir konuda ise hüküm ortaya koyarlar.
“Namaz kılın!..” emri mücmeldir; tafsilat hadise bırakılmıştır. Namazların rekat sayıları, kılınma biçimleri âyette tafsilatıyla verilmiş değildir. O halde, sünnet olmasaydı, “namaz kılın” emri nasıl yerine getirilecekti?
“Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın.” ( Buhârî, Ezân, 18, Edeb, 27, Ahâd, 1)
Aynı şekilde, “zekât verin” emrinin de tafsilatı ve teferruatı hadis-i şeriflerle sabit olmuştur.
Nur Müellifi, hadis-i şerifler için “Kur’an’ın birinci tefsiri” ifadesini kullanır. Allah Resulünün ( a.s.m.), Kur’an âyetleri hakkında yaptığı açıklamalar “ilk tefsir” olduğu gibi, sorulan fıkhî sorulara verdiği cevaplar da ilk fetvalardır. Keza, yaptığı içtihatlar da ilk içtihatlardır. Allah Resulü ( a.s.m.) ümmetine her hususta rehber olduğu gibi bu noktada da öncülük etmiştir.
“İşittikleri haberi, Peygambere veya yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından hüküm çıkarmaya gücü yetenler, onun ne olduğunu bilirlerdi.” ( Nisa, 4/83)
Her maksada farklı yoldan gidilir. Zengin olmanın yoluyla, alim olmanın yolu birbirinden ayrıdır. Birincisinde, ekonominin kendine has kurallarına harfiyen uyulacak ve bu sahada muvaffak olmuş kimseler taklit edilecektir. İkincisinde ise, ilim sahasında söz sahibi zatlara talebe olunacaktır. İlâhî hakikatlere ermek de, ancak, bu sahanın yetkili ve vazifelisi olan zatların izinden gitmekle mümkün olabilir.
“Hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret, onun muhalifindedir.”
Sünnete ittiba etmeyi Allah sevgisinin şartı olarak takdim eden bir âyet-i kerime:
“De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.” ( Âl-i İmran, 3/31)
Resulûllah Efendimiz ( a.s.m.), Allah’ın sevdiği ve razı olduğu örnek insandır. Ona uymayan kimsenin Allah sevgisi, sözde kalmaya mahkûmdur. Hakikat bu iken, sadece âyetle amel etme vehmine kapılarak sünnetten yüz çevirmek, Allah’ın sevdiği zata benzemeyi terk etmek demektir.
Bir insan, Kur’an-ı Kerim’i hadislerin ışığında değil de kendi fikriyle yorumlamaya kalkışırsa, ortaya çıkacak yol Allah Resulünün ( a.s.m.) değil, o adamın şahsî yolu olacaktır. Bu yolun ise nereye çıkacağı bellidir. Kur’anı anlamaktan maksat onu yaşamak ve yaşatmaktır. Bu noktada, en büyük rehber Allah Resulüdür ( a.s.m.). Bu gerçeği bizzat Kur’an âyetlerinden okuyalım:
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çetindir.” ( Haşir, 59/7)
“O, kendiliğinden konuşmaz. Onun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir.” ( Necm, 53/3-4)
“Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” ( Nisa, 4/80)
İttiba-ı sünnet denilince, Allah Resulünün ( a.s.m.) izinden gitmeyi ve böylece her konuda istikamet üzere olmayı anlıyoruz.
Şimdi, kendi nefsimize şu soruyu soralım: Bir mümin, Asr-ı saadete kavuşsaydı ne yapacaktı? Elbette ki, Allah Resulünü ( asm.) her hususta adım adım takip edecekti. Öyle değil mi?
İşte bugün, Onun ( asm.) sünnetlerine harfiyen uymak da aynı mânâyı taşır.
Nur Külliyatı'nda, sünnetler üç ana guruba ayrılır:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, efali, ahvalidir.” ( Lem'alar, On Birinci Lem'a)
Demek oluyor ki, Resulullah Efendimizin ( a.s.m.) o mukaddes sünnetleri, “mübarek lisanından dökülen nurlu cümleler” “icra ettiği işler” ve “hâliyle insanlık âlemine sergilediği örnek ahlâk”tan oluşuyor.
Bir Müslüman, O Nebiler Nebisini ( a.s.m.) taklit etmeğe, farzlardan başlar. Allah'ın emirleri farz olmakla birlikte, Allah Resulünün ( a.s.m.) onları işlemesi cihetiyle, aynı zamanda sünnettirler. Yani, Allah'ın emirlerine harfiyen uyan ve yasaklarından hassasiyetle kaçınan bir mümin, sünnetin farz kısmını yerine getirmiş olur.
Farzları yerine getiren bir mümin, manevî terakkisini nafile ibadetlerle sürdürür. Nafile denilince, farz ve vacip dışında kalan ibadetler anlaşılır.
Namazların sünnetleri nafile ibadet gurubuna girdiği gibi, kuşluk namazı, tahiyye-i mescit namazı, gece namazı gibi nice nafile ibadetler de vardır.
“Âdât-ı hasene” ise, Allah Resulünün ( a.s.m.) yeme, içme, oturma gibi beşerî fiilleridir. Bunların her biri, insanlar için güzel birer örnektir. Bir mümin, âdet olarak her gün icra ettiği bu gibi işleri, Allah Resülünün ( a.s.m.) yaptığı şekilde yapmaya çalışırsa, ayrı bir feyiz kaynağı daha bulmuş ve dünya işlerinde bile huzuru yakalama imkânına kavuşmuş olur.
“Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine adet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevapdar yapabilir.”( Lem'alar, On Birinci Lem'a)
Ahval grubuna giren sünnetlere gelince, bunlar “takvadan, muhabbetten, güzel ahlâkın bütün şubelerinden, insanî seciyelerin en üstünlerinden ve beşerî karakterlerin en sağlamlarından” örülmüş ve dokunmuş muhteşem bir tablo teşkil ederler.
Kalbin Allah sevgisi ve Allah korkusuyla dolu olması da hâl grubuna giren sünnetlerdendir.
“... İçinizde Allahı en çok seven benim. Ve Ondan en fazla da ben korkarım...” ( Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5)
-------------------
Tıbdaki Sünnet Nedir?
Sünnet penisin ucunda, idrar çıkış deliğini kapatan ve o bölgede kapalı boşluk oluşturan cilt katlantısının kesilerek alınmasıdır. Çok eski tarihlerden bu yana farklı toplumlarda geleneklerin gereği olarak veya bazı dinlerde ön şart olarak uygulanmaktadır. Anlaşılmaktadır ki ilkel dönemlerde dahi tıbbi faydaları tam açıklanamasa da sünnetin pratik faydaları fark edilerek yaygınlaştırılmıştır.
Sünnetin faydaları nelerdir?
Sünnetle alınan deri penis ucunu ve idrar deliğini örtmektedir. Ve bu derinin altında bir hvasız, pislik ve salgı biriken, idrarla temas halinde bir alan oluşmaktadır. Bu sebeple düzenli temizlenmezse infeksiyon oluşumu için uygun bir zemin oluşturur. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar için taşıyıcılık aracı olabilir. Özellikle çocuklarda sünnet derisi yapışabilir, ucu daralabilir. İdrar çıkışını engelleyebilir. Penis abselerine neden olabilir. Parafimozis dediğimiz sünnet derisi sıkışarak peniste kan akımını bozabilir. Bu derinin sünnetle alınması bahsettiğimiz problemlere karşı korunma sağlar.
Sünnet için en doğru yaş nedir, neden?
Tartışılan bir konu bu. Burada önemli olan çocuğun psikolojik olarak bu müdahaleye hazır olması ve vucudundaki bu değişikliği doğru anlayabilecek yaş ve düşüncede olmasıdır. Çocuğun psikolojik gelişimi sürecinde 2 yaş -7 yaş arasının uygun olmadığı düşünülür. Her yaşta sünneti çocuk için travma haline dönüştürmeden, korku yaşamasına izin vermeden sedasyon da dediğimiz genel anestezi altında yapmak gerekir. Cerrahi başarı ve yara iyileşme süreci açısından yaşın önemi yoktur.
Aileler sünnet için daha çok hangi dönemleri tercih ediyor ( şubat tatili, yaz tatili vb) neden?
Bu tercihte sosyal nedenler belirleyici. Geleneklerin gerekleri açısından ve çocuğun okul hayatının etkilenmemesi için bu dönemler uygun. Tıbbi olarak sünnetin bir mevsimi yok.
Hangi yaşlarda yaptırılmaması gerekir, neden?
Tıbbi bir aciliyet ve gereklilik yoksa , 2 yaş - 7 yaş arasında önerilmez. Bu yaş grubu çocukların psikolojik gelişimlerinin etkilenebileceği düşünülür. Her yaşta bu ihtimal vardır. Bu nedenle sünneti çocuk için travma haline dönüştürmeden, korku yaşamasına izin vermeden sedasyon dediğimiz hafif genel anestezi altında yapmak gerekir.
Yenidoğan sünnetinin faydaları nelerdir?
Yenidoğan dönemi vucudumuzun hücre yenileme üretme ve gelişme kapasitesinin en yüksek olduğu dönemdir. Sağlıklı bebekte yapılan yenidoğan sünneti çok daha hızlı bir şekilde iyileşir. Cerrahi ve psikolojik komplikasyon görülme ihtimali çok daha azdır.
Sünnet edilmeyenlerde görülebilecek sağlık sorunları nelerdir?
Sünnetle alınan deri penis ucunu ve idrar deliğini örtmektedir. Ve bu derinin altında bir hvasız, pislik ve salgı biriken, idrarla temas halinde bir alan oluşmaktadır. Bu sebeple düzenli temizlenmezse infeksiyon oluşumu için uygun bir zemin oluşturur. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar için taşıyıcılık aracı olabilir. Özellikle çocuklarda sünnet derisi yapışabilir, ucu daralabilir. İdrar çıkışını engelleyebilir. Penis abselerine neden olabilir. Parafimozis dediğimiz sünnet derisi sıkışarak peniste kan akımını bozabilir. Bu derinin sünnetle alınması bahsettiğimiz problemlere karşı korunma sağlar.
Sünneti kimler yapmalı?
Sünnet ciddi bir cerrahi müdahaledir. Psikolojik yaklaşım açısından, anestezi tekniği ve riskleri açısından, cerrahi estetik ve teknik açısından iyi eğitimli profesyonel kişilerce uygulanmalıdır. Basit görülen bu işleme bağlı ciddi kalıcı sakatlıklar oldukça sıktır.
Hastane ortamında yapılmasının önemi ve yararları nelerdir?
Her cerrahi işlemde infeksiyondan arındırılmış steril alan şarttır. Steriliteyi koruyacak donanım ekipman olmalıdır. Cerrahi ve anesteziye bağlı gelişebilecek komplikasyonlara acil ve etkin müdahale edilebilecek ekip ve ekipmalar bulunmalıdır. İdeal olan ameliyathane şartlarında yapılmasıdır.
Sünnet operasyonu nasıl yapılır?
Penisin hissizliği ve cerrahi bölgenin temizliği sağlandıktan sonra alınacak olan cilt katlantısının yapışıklıkları açılır, kesme hattı belirlenir. Makas ya da bistüriyle penis ucunu kapatan cilt katlantısı kesilir. Kendisi eriyen ince ipliklerle ya da bipolar hassas koterle kanamalar kontrol edilir. Cilt yine kendisi eriyen ince ipliklerle dikilir.
Sünnet ameliyatlarındaki gelişmeler ve yenilikler nelerdir?
Teknolojinin getirdiğini malzeme avantajları dışında farklı bir durum yok. Kullandığımız anestezik maddeler çok daha güvenli, kullandığımız dikiş materyalleri daha az alerjen, daha hızlı ve iz bırakmadan eriyor. Çok yaygın olmamakla beraber sünnet klambi veya çan denen bazı cihazlar üretildi ve kullanılıyor. Bunlarda dikişe gerek kalmıyor fakat cihaz 2 gün kadar peniste takılı kalıyor.
Anestezi verilmelidir, neden ve nasıl bir anestezi verilmelidir?
Lokal ya da genel anestezi ( sedasyon) altında sünnet uygulanabilir. Burada tercihi yaparken çocuğun yaşı ve daha önemlisi sünnetin çocuk üzerinde korku, stres, travma yaratma ihtimali göz önüne alınır. 6 ay öncesi farkındalık oluşmamışsa veya çocuk durumu anlayıp kabullenmiş olgunluktaysa lokal anestezi altında sünnet yapılabilir. Diğer durumlarda hem çocuğu üzmemek için hem yapılan hassas cerrahinin başarısı ve kalitesi açısından genel anestezi tercih edilmelidir.
İyileşme süreci ne kadardır?
İşlem sonrası çoğu zaman sargı dahi gerekmez, bazen ufak bir sargı konulabilir. 48 saat sonra bu sargı alınarak banyo yaptırılabilir. İlk iki gün ağrı kesici kullanılması gerekebilir. Penis ucunda hafif şişme beklenen bir durumdur ve 2 hafta içinde normal görünümüne kavuşur.
Hatalı sünneti daha sonra düzeltme imkanı var mı?
Ciltle ilgili estetik hataların bir kısmı ve eksik sünnet düzeltilebilir. Fakat idrar kanalı yaralanmaları, penis gövdesi, glans yaralanmalarını düzeltmek ciddi ameliyatlar zinciri gerektirebilir. Bazen de düzeltmek mümkün olmayabilir, organ kaybına gidebilir.
Sünnette lazer kullanılmalı mı, neden?
Teknolojiyle beraber sünnet için olumsuz bir gelişme oldu. Sünnette havya kullanılmaya başlandı. Halk arasında "lazerle sünnet " denilen fakat hiç ilgisi olmayan bu sistemde elektrikle ısıtılmış telle deri kesilir. Isı etkisiyle damarlar yanar ve kanama görülmez. Fakat kanlanma ve duysal sinirler açısından hassas olan peniste havya kullanılması kalıcı hasar verebilir.
Sünnet operasyonu sonrasında nelere dikkat edilmeli?
Sünnet sonrası nadir de olsa geç kanamalar görülebilir. Hasta doktoruyla irtibata geçmelidir.
Sünnet hangi durumlarda sakıncalı olabilir?
Sünnet cerrahi bir işlemdir ve tam sağlık halinde yapılmalıdır. Acil bir sebep yoksa soğuk algınlığı vs. durumlar iyileştikten sonra yapılmalıdır. Sünnetin kesinlikle yapılmaması gereken en önemli durum hipospadias varlığıdır. Halk arasında "peygamber sünneti " denilen bu durumda idrar çıkış deliği doğuştan olması gerektiği yerde değildir. Çocuğun ilerki yaşamında problemler yaşamaması için bu anormallşiğin düzeltilmesi gerekir. Ve bu düzeltmede sünnet kesilen ve atılan derinin kullanılması gerekebilir. Bu durumda sünnet düzeltme ameliyatıyla beraber yapılmalıdır.
Hatalı sünnetin doğurabileceği sonuçlar nelerdir?
Ciltle ilgili estetik hataların bir kısmı ve eksik sünnet düzeltilebilir. Fakat idrar kanalı yaralanmaları, penis gövdesi, glans yaralanmalarını düzeltmek ciddi ameliyatlar zinciri gerektirebilir. Bazen de düzeltmek mümkün olmayabilir, organ kaybına gidebilir.
Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Abdulkerim Temiz, halk arasında "doğuştan sünnetli" veya "peygamber sünnetli" olarak adlandırılan çocukların ameliyatlarının, çocukların cinsel kimliklerinin farkına vardıkları 3 yaşından önce yapılması ve tamamlanması gerektiğini söyledi.
Doç. Dr. Abdulkerim Temiz, erkek çocuklarda, idrar yolunun gelişimindeki aksaklık sonucu idrar deliğinin normalde olması gereken penisin uç kısmı dışında, geride bir noktada; penisin alt yüzünde olması şeklinde tarif edilen hipospadiasın, yaklaşık 250-300 erkek çocukta bir görülen doğumsal bir hastalık olduğunu ifade etti. Böyle durumlarda genellikle sünnet derisinin bir kısmının da gelişmediğini belirten Temiz, "Bu çocuklarda ek olarak 'kordi' olarak adlandırılan, penisin sertleştiği durumlarda peniste öne-aşağıya doğru eğri olması durumuyla da sıklıkla karşılaşmaktayız. İdrar yolunun açıldığı nokta penis ucuna ne kadar uzak ise tablo o kadar ağırdır" dedi.
Ağır hipospadiaslı çocuklarda penis eğriliklerinin daha sık görüldüğünün altını çizen Dr. Temiz, şunları söyledi:
"Hipospadias hastalığına inmemiş testis olarak adlandırılan testislerin yerinde olmaması, doğumsal idrar yolu anormallikleri ve kasık fıtığı da eşlik edebilmektedir. Özellikle ağır hipospadias ile inmemiş testis saptanan hastalarda, endokrin sistem-hormon hastalıkları veya genetik anormalliklere bağlı cinsiyet farklılaşma bozukluklar olarak adlandırılan gelişimsel bozukluklar ile karşılaşılabilir. Bu nedenle ağır hipospadiaslı çocukların çocuk endokrinoloji uzmanları ile birlikte değerlendirilmesi gerekebilmektedir."
Hastalığın tedavisinin ameliyatla mümkün olduğunu kaydeden Doç. Dr. Temiz, "Ameliyatın amacı hem görünüm açısından hem de işlevsel açıdan normal bir penis yapısının elde edilmesidir. Bu amaçla tıbbın ve cerrahinin tarihsel gelişim sürecinde yüzlerce ameliyat yöntemi tarif edilmiştir. Ameliyat zamanını ve yöntemi, penisin boyutu, hipospadiasın tipi, eğrilik olup olmaması, sünnet derisinin varlığı, yeterliliği gibi çeşitli faktörler değerlendirilerek belirlenir" diye konuştu.
"EN UYGUN ZAMAN 1-2 YAŞ ARASI"
Ameliyat için en uygun yaşın genellikle 1 ile 2 yaş arası olarak kabul edildiğini vurgulayan Temiz, şöyle devam etti:
"Özellikle 3 ile 6 yaş arasındaki çocukların cinsel kimliklerinin farkına vardıkları, psikoseksüel gelişiminin olduğu 'fallik dönem' öncesinde ameliyatların yapılmış ve tamamlanmış olması önerilmektedir. Nadiren ihtiyaç duyulsa da, penis boyutunun yetersiz olduğu, ameliyat açısından zorlukların yaşanabileceği çocuklarda, çocuk endokrinoloji bölümü ile birlikte lokal etkili; krem veya sistemik etkili; kas içine yapılan iğneler şeklinde, uygun dozdaki hormon takviyeleri tercih edilebilmektedir. Hormonal destek sonrası penis boyutları yeterli düzeye geldikten sonra ameliyat planlaması yapılmalıdır."
Ameliyatla yapılanın, idrar yolunun penisin ucuna ilerletilmesi olduğunu ifade eden Temiz, aynı ameliyatta penisteki eğriliklerin de düzeltilmesi gerektiğini kaydetti. Peniste ciddi eğriliği olmayan çocuklarda tek seans ile bu ameliyatın gerçekleştirilebildiğini belirten Temiz, "Bununla birlikte özellikle ağır hipospadias tiplerinde, peniste ciddi eğriliğin eşlik ettiği çocukların bir kısmında, ameliyatların başarısını arttırmak ve istenmeyen durumların gelişimini engellemek amacıyla evreli ameliyatlar tercih edilebilmektedir. Evreli ameliyatlarda ilk olarak penisteki eğrilik düzeltildikten sonra, yeni idrar yolunu oluşturabilmek için sünnet derisi, ağız içi mukozası veya kulak arkası deri gibi çeşitli doku yamalarından yararlanılabilir" dedi.
Doç. Dr. Abdulkerim Temiz, ameliyatların, özellikle bu ameliyatlar için tasarlanmış ekipmanlar ve malzemelerle gerçekleştirildiğini aktardı. Ameliyatın süresinin, kullanılacak yönteme ve tablonun ağırlığına bağlı olarak ortalama 1 ile 4 saat arasında değişebildiğini dile getiren Temiz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İlk ameliyattan genellikle 6 ay veya 1 yıl sonra ikinci evre olan yeni idrar yolunun penis ucuna taşınması ameliyatı gerçekleştirilir. Yapılan ameliyatın hassasiyeti ve anatomik yerleşimi nedeniyle gelişme ihtimali olan enfeksiyonlara karşı antibiyotik kullanımı tercih edilmektedir. Hem tek seans hem de evreli yapılan ameliyatlarda ameliyat sonrası dönemde çocukta idrar sondası olmaktadır. Hafif tipte olan ve tek seansta ameliyat edilen olguların başarı oranı tecrübeli ellerde yüzde 90'ın üzerindedir. Bu ameliyatlardan sonra en sık karşılaşılan istenmeyen durumlar idrar deliğinde daralma olması ve fistül gelişimidir. Bunların oranı hafif formlarda yüzde 5-10 civarındayken; ağır formlarda kullanılan yönteme, teknik ekipmana, deneyime, penisin yapısına, daha önce geçirdiği ameliyatlar gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak artış gösterebilmektedir."
"SÜNNET ÖNCESİ MUTLAKA UZMANA DANIŞILMALI"
Doç. Dr. Temiz, çoğu hastada ameliyat esnasında sünnet derisinden yararlanıldığını hatırlatarak, bu nedenle sünnet öncesi çocukların mutlaka bir uzman tarafından muayene edilmesinin, en azından hipospadias olmadığının ortaya konması açısından büyük önem taşıdığını kaydetti.
----------------------
Antik Mısır'da bir sünneti gösteren hiyeroglif
Sünnet, daha çok erkeklerde penis ( kamış) başını örten ve koruyan üstderinin ( prepus) bir kısmının veya tamamının kesilip atılması diye bilinmekteyse de erkeklerde ve kadınlarda uygulanan birden fazla çeşidi vardır.
Erkek sünnetinin üç türü:
1. Tip: Üstderinin kısmen veya tamamen kesilip atılması, frenulum da aynı işlem sırasında zarar görebilir, ya da kesilip atılabilir.
2. Tip: Penis derisinin tamamen, bazen erbezi torbası ve kasıkları da kapsayacak şekilde yüzülmesi. Arabistan Yarımadası'nın güney kesimlerinde uygulanmış olduğu biliniyor. ( halen uygulanmakta olabilir) Jacque Lantier benzer bir uygulamayı Afrika'da Namshi kabilesinde gözlemlemiştir
3. Tip: Üriner tüpün erbezi torbasından penis başına kadar yarılarak açılması. Bu tür Avustralya yerlileri arasında halen uygulanmaktadır.
Kadın sünnetinin üç türü:
1. Tip: Prepusla birlikte klitorisin bir kısmının veya tamamının kesilmesi
2. Tip: Klitoris, prepus ve çevredeki küçük ve bir kısım büyük dudakların kesilmesi
3. Tip: Klitoris ve prepus ile birlikte küçük ve büyük dudakların neredeyse tümüyle kesilmesi, açık yaranın dış çeperlerinin biraraya getirilerek yaranın tümüyle dikilmesi, sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği ve ancak küçük parmak genişliğinde olan bir açıklık bırakılması
Daha çok uygulananlar erkeklerde 1. tip, kadınlarda ise 1. ve 2. tiplerdir. En tahripkar olan 3. tip kadın sünneti %10 ile %20 arasında bir oranda, genelde Doğu Afrika'da uygulanmaktadır.
Sünnet, yazılı tarihten önce başlamıştır. Uygulamanın kaynağı, tarihin derinliklerinde kaybolmuştur. Erkeklerin sünneti Yahudi inancında mecburidir, pek çok Müslüman topluluğu ve bazı Hıristiyan topluluklarında ise gelenekselleştirilmiştir. Kadın sünneti ile ilgili herhangi bir dini atıf bulunmamasına rağmen özellikle Mısır'daki Müslüman topluluğu ve Afrika'daki Hıristiyan topluluklarınca dinen gerekli görülmektedir. Erkek sünneti ABD, Güney Kore ve Filipinler'de de uygulanmaktadır. Her yıl onüç milyondan fazla erkek ve üç milyondan fazla kız çocuğu sünnet edilmektedir.
Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Teşkilatı, Uluslararası Af Örgütü ve çeşitli dünya devletleri, "jenital sakatlama" olarak adlandırdıkları kadın sünnetini, kadının kendisi ve doğacak çocuklarının sağlığı açısından son derece sakıncalı görmekte ve uygulamayı sona erdirmeye çalışmaktadırlar. Jenital bütünlük savunucuları ise kadın ve erkek sünneti arasında ayrım yapılmasına tepki göstermekte ve her iki uygulamayla birden mücadele edilmesini istemektedirler.
Sünnetle İlgili Teoriler
Kadın Sünnetinin Dünya Genelinde Dağılımı. Koyu renkli alanlar sünnetin en şiddetli ve yoğun uygulandığı yerlerdir.
Sünnetle ilgili pek çok teori bulunmakta ise de, tam olarak nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı bilinmemektedir.
Bu teorilerin en önemlilerinden biri James DeMeo'nun, "Erkek ve Kadın Jenital Yaralamalarının Coğrafyası" ( 1997) adlı makalesidir. DeMeo, toplumların ataerkil özellikleri, sünnet uygulayıp uygulamadıkları ve uyguluyorlarsa bunun şiddetini ve küresel kuraklık endeksini bir harita üzerine koyarak karşılaştırır. Bu üç faktörün kesiştiğini farkeden DeMeo, sünnetin MÖ 5000 yıllarında Sahara'nın çölleşmesi ve bunun sonucunda kurulan ataerkil düzen ile ortaya çıktığı sonucuna varır. Daha sonra bazı tarihsel olayları inceleyerek sünnetin ataerkillikle birlikte Sahara'dan dünyanın başka yerlerine yayılışını açıklar.
Ashley Montagu de "Sakatlanan İnsanlık" ( 1991) adlı makalesinde her iki cinste sünnetin, ataerkilliğin yükselmesi ile ortaya çıktığını iddia eder. Günümüzde sünnetin devam etmesini, eski ataerkil eğilimlerin halen güçlü olmasına bağlar.
Nörofizyolog James Prescott'a göre erken yaşlarda, özellikle bebeklerde yapılan sünnet, bireyin gelişen beyin yapısında cinsel zevk duygusunun acı ile birlikte kodlanmasına neden olur, ve bu şekilde cinsel olarak sağlıklı gelişmesini, ve ileri yaşlarda cinsel zevki ve cinselliğin manevi boyutunu gerektiği şekilde yaşamasını güçleştirir. Ataerkil toplum, bireylerin cinselliğini bu şekilde kontrol eder.
Modern zamanlara kadar sünnet, cinsel bir kontrol aracı olarak düşünülmüştür. Bu görüşlerin en çok bilinenlerinden biri Yahudi asıllı düşünür İbn Meymun'un 1190 yılına ait şu sözleridir:
"Söz konusu sünnet olduğunda, öyle sanıyorum ki amaçlanan cinsel ilişkiyi azaltmak, cinsel organı zayıflatmak, ve bu şekilde erkeğin mutedil olmasını sağlamaktır. Bazı insanlar sanır ki, sünnet erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek içindir, ama buna herkes kolaylıkla cevap verebilir: Nasıl olur da doğadaki canlılar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar "eksik yaratılmış" olabilirler, hele bu özellikle üstderi gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Gerçek şu ki, bu emir, eksik yaratılışlı bir yapıyı düzeltmek için değil, insanın ahlaki yetersizliklerini tamamlamak içindir. Bu organda açılan yara tam da istendiği gibidir; ne gerekli işlevlere zarar verir, ne de çoğalma yeteneğine. Sünnet basitçe aşırı isteği dengeler, çünkü sünnetin cinsel heyecanı azalttığına dair şüphe yoktur. Organ daha başlangıçtan kan kaybederek ve koruyucu tabakasını yitirerek güçsüz hale gelir......" ( 49. Bölüm, s.609)
Şaşırmışlara Rehber, İbn Meymun
19. yüzyıla kadar sünnet, Sahara Çölü, ve bu bölgeyle yakın etkileşim içindeki ve etkisindeki coğrafi alanlar ve topluluklarla sınırlı kalır. Bu ana kadar Batı dünyasının tavrı, sünnete karşı genelde dışlayıcı ve sünnet yapan ulusları küçük görücüdür. Ne var ki bu durum 19. yüzyılın yaygın cinsellik karşıtı ortamı ve mastürbasyon korkusu ile değişir. İngilizce konuşan ülkelerde sünnet, pek çok hastalığa neden olduğu düşünülen mastürbasyona karşı bir önlem olarak benimsenir. Sünnetle kesilip atılan prepus, gereksiz, hastalıklı bir organ olarak görülmeye başlanır. Uygulamada daha çok erkek çocuklar söz konusudur, ama kız çocukları da nasibini alır. Bu durum ABD haricinde İngilizce konuşan ülkelerde sünnetin büyük oranda terkedildiği 1940'lara kadar sürer. Bu değişimde cinsellik karşıtı ortamın yumuşaması yanında Douglas Gairdner'in prepusun işlevlerini açıkladığı 1949 yılına ait makalesi de büyük rol oynamıştır. Bugün ABD'de sünnet oranının %60 ile %80 arasında, diğer İngilizce konuşan ülkelerde ise ortalama %10'un altında olduğu sanılmaktadır. Ancak kesin istatistikler yoktur. Bunun dışında sömürge döneminde ( 19. yüzyıl) Filipinler'de, ve ABD askeri varlığı ile Güney Kore'de de ( 1950'den sonra) sünnet başlamıştır.
Dinlerin Bakışı
Sünnet Yahudi dini inancında büyük yer tutar. Kutsal kitaplarına göre, Tanrı, elçisi İbrahim aracılığı ile Yahudilerle arasında "Akide" adı verilen anlaşmayı yapmış, ve bu anlaşmanın delili olarak da İbrahim ve halkına sünnet olmalarını emretmiştir. Bu inanışın gereği olarak Yahudiler, doğumdan kısa bir süre sonra erkek bebeklerini sünnet ederler.
Yahudiler arasında doğan Hıristiyanlık inanışında da sünnet önceleri tartışma konusu olmuş, ancak havarilerin ve özellikle de Paul'un "gereksiz" olarak görmesi nedeniyle dini bir gereklilik halini almamıştır. Ne var ki Mısır'daki Kıpti topluluğu gibi Afrika'daki bazı Hıristiyan gruplar hem kadın hem erkek sünnetini, ABD'deki bazı Protestan mezhepler ve Filipinler'deki Katolikler ise erkek sünnetini dinen gerekli olarak kabul ederler.
Müslümanların kutsal kitabında sünnetle ilgili herhangi bir ifade yer almaz, ayrıca İslamiyet'in ilk yıllarında sünnet tartışma konusu da olmamıştır. Bu sıralarda Arapların kadın ve erkek sünnetini ne oranda uyguladıkları bilinmemektedir. Bugün Müslümanların büyük çoğunluğu erkek sünnetini, Afrika'daki inananlarının büyük bir kısmı ise kadın ve erkek sünnetini dinen gerekli görürler. Sünnetin Müslümanlar tarafından gelenekselleştirilmesinin 9. yüzyılda İslam'a dönen Yahudi asıllılarının beraberlerinde kendi dinlerinin inançlarını İslam'a taşıması anlamına gelen İsrailiyyat ile olduğu sanılmaktadır.
Sünnetle ilgili dini yorumların, bulunulan coğrafi bölgeye göre değişmesi ( Mısır'lı Hıristiyan Kıptiler örneğinde olduğu gibi), uygulamadaki temel belirleyicinin din değil coğrafya ( Asya'ya uzanan Sahara çöl kuşağı), ve bununla bağlantılı ataerkillik olduğunu göstermektedir.
Tartışma
İngilizce konuşulan ülkelerde sünnetin uygulanmaya başladığı 19. yüzyılda, bazı hastalıklara mikropların neden olabileceği gibi modern teoriler henüz bilinmemektedir. Bunun yerine hastalıklara, kas kasılması gibi olaylarla açıklama getirilmeye çalışılmaktadır. Bu ortam içinde erkek ve kız çocuklardaki prepusun, ve bu arada mastürbasyonun pek çok hastalığa gerekçe olduğu düşünüldü. Bu hastalıklara çare ya da önlem olarak da, daha çok erkek çocuklarda sünnete başlandı. Ne var ki hastalık nedenleri ile ilgili bu iddialar mikropların öneminin anlaşılması ve tıp biliminin ilerlemesi ile 20. yüzyılın başlarında terkedildi.
Bugün, büyük ölçüde Afrika kıtasına özgü olan kadın sünneti lehinde tibbi hiçbir argüman sunulmamaktadır. Ne var ki başta Mısır olmak üzere çeşitli ülkelerdeki din adamları zaman zaman kadın sünnetinin dini bir vecibe olduğunu ileri sürmekte, ve sünnet aleyhtarlığını eleştirmektedirler. Bu ve benzeri geleneksel baskıların ağırlığı sonucu kadın sünneti çeşitli uluslararası örgütlerin ve devletlerin muhalefetine rağmen, Afrika'da yaygın bir şekilde uygulanmaya devam etmektedir.
Erkek sünneti içinse farklı olarak, hem dini hem de tıbbi argümanlar ileri sürülmektedir. 20. yüzyılda, sünnetin erkeklerde penis, kadınlarda rahim kanserini, bebeklerde idrar yolları enfeksiyonunu, bazı cinsel yolla bulaşan hastalıkları, ve son olarak da AIDS'i önlediği ileri sürülmüştür. Bunlardan sonuncusu olan AIDS hariç, diğer teoriler ilk ortaya atıldıklarında ilgi çektiyseler de, hastalık riskinin sünnetin kendi riskinden düşük olması, veya diğer hastalık yapıcıların keşfedilmesi nedeni ile bugün sünnet için yeterli gerekçe olarak görülmemektedir. AIDS konusundaki tartışma sürmektedir.
Erkeklerde prepusun kendisinden kaynaklanabilecek sorunlar da sünnet için diğer nedenler olarak öne sürülmüştür. Sünnet karşıtları ise bu sorunların ortaya çıktıkları zaman sünnet dışı yöntemlerle tedavi edilebileceğini, sünnete en son çare olarak başvurulabileceğini söylemektedirler.
Bu arada erkek cinsel organı hakkındaki yaygın bilinçsizlik, prepusun doğal gelişiminin hastalıklı olarak görülmesine, ve pek çok gereksiz sünnete neden olmaktadır.
Erkek sünneti konusundaki dini tartışma Yahudiler, ve ABD'deki az sayıdaki Hıristiyan mezhep arasında devam etmektedir. Müslümanlar arasında ise genelde konu tartışmaya açılmamıştır.
-----------------
Erkek sünneti
Sünnet, erkeklerde penis başını örten ve koruyan üstderinin ( prepus) bir kısmının veya tamamının kesilip atılması böylece glansın ( penis başı) açıkta kalmasını sağlamaktır.[1] Dini veya kültürel gerekçelerle pek çok din ve kültürde erkeklere uygulanır. Sünnetin ilk olarak ne zaman ve ne gerekçe ile yapılmaya başlandığına dair kanıt yoktur; ancak Antik Mısır medeniyetinde uygulandığı bilinmektedir.[1]
Söz konusu uygulamanın yazılı tarihten önce başladığı bilinmektedir. Sünnet geleneğinin yaygın olduğu bazı ataerkil toplumlarda erkekliğin bir gerekliliği olarak görülür. Bazı toplumlarda sünnet olmayan erkeklere evlenme hakkı verilmemektedir. Sünnet bazı toplumlarda ise evlilik kurumuna karşı sadakat gösterisi olarak uygulanmaktadır.
Sünnet kelimesi, “âdet, yol, davranış” anlamlarına gelen Arapça kökenli bir sözcükdür.
Yunan mitolojisinde Attis, Kybele'nin sevgilisidir. Ancak Kybele'ye verdiği sözü unutarak Kral Midas'ın kızıyla evlenir. Düğüne Kybele de davet edilir. Düğün sırasında Kybele ile karşılaşan Attis ne yapacağını bilemez. Kybele'ye karşı duyduğu pişmanlıktan ötürü cinsel organını orada keser ve kanlar içinde kıvranmaya başlar. Sevgilisinin böyle acı içinde kıvranmasına dayanamayan Kybele Attis'i bir çam ağacına dönüştürerek ona sonsuzluğu bağışlar.
Pessinus Mabedi'nde Tanrıça Kybele adına her sene düzenlenen şenliklerde tapınakta rahip olmak isteyen erkekler Kibele rahibi olmanın ön şartı olarak hadım edilir ve kesilen cinsel organları bir çam ağacının altına gömülür. Bu inanış daha sonra Sami ırkında ( Arap ve Yahudiler) cinsel organı değil ama ucunu ( erkeklerde prepusium, kadınlarda klitoris) kesme şeklinde günümüze kadar devam etmiştir.
Sünnetle ilgili pek çok teori bulunmakta ise de, tam olarak nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı bilinmemektedir. Sünnet, yazılı tarihten önce başlamıştır. Uygulamanın kaynağı, tarihin derinliklerinde kaybolmuştur. Sünnete dair en eski illüstrasyon Mısır'da bulunmuştur ve tarihi MÖ 2400'e kadar gitmektedir.[2] Erkeklerin sünneti Yahudi inancında mecburidir, pek çok Müslüman topluluğu ve bazı Hristiyan topluluklarında ise gelenekselleştirilmiştir. Her yıl on üç milyondan fazla erkek ve üç milyondan fazla kız çocuğu sünnet edilmektedir.[3][4]
Sünnetin kökeni ile ilgili teorilerden biri James DeMeo'nun, "Erkek ve Kadın Jenital Yaralamalarının Coğrafyası" ( 1997) adlı makalesinde açıklanır. DeMeo, toplumların ataerkil özellikleri, sünnet uygulayıp uygulamadıkları ve uyguluyorlarsa bunun şiddetini ve küresel kuraklık endeksini bir harita üzerine koyarak karşılaştırır. Bu üç faktörün kesiştiğini fark eden DeMeo, sünnetin MÖ 5000 yıllarında Sahara'nın çölleşmesi ve bunun sonucunda kurulan ataerkil düzen ile ortaya çıktığı sonucuna varır. Daha sonra bazı tarihsel olayları inceleyerek sünnetin ataerkillikle birlikte Sahara'dan dünyanın başka yerlerine yayılışını açıklar.[5]
Ashley Montagu de "Sakatlanan İnsanlık" ( 1991) adlı makalesinde her iki cinste sünnetin, ataerkilliğin yükselmesi ile ortaya çıktığını iddia eder. Günümüzde sünnetin devam etmesini, eski ataerkil eğilimlerin halen güçlü olmasına bağlar.[6]
Nörofizyolog James Prescott'a göre erken yaşlarda, özellikle bebeklerde yapılan sünnet, bireyin gelişen beyin yapısında cinsel zevk duygusunun acı ile birlikte kodlanmasına neden olur, ve bu şekilde cinsel olarak sağlıklı gelişmesini, ve ileri yaşlarda cinsel zevki ve cinselliğin manevi boyutunu gerektiği şekilde yaşamasını güçleştirir. Ataerkil toplum, bireylerin cinselliğini bu şekilde kontrol eder.[7]
Modern zamanlara kadar sünnet, cinsel bir kontrol aracı olarak düşünülmüştür. Bu görüşlerin en çok bilinenlerinden biri Yahudi asıllı düşünür İbn Meymun'un 1190 yılına ait şu sözleridir:
"Söz konusu sünnet olduğunda, öyle sanıyorum ki amaçlanan cinsel ilişkiyi azaltmak, cinsel organı zayıflatmak, ve bu şekilde erkeğin mutedil olmasını sağlamaktır. Bazı insanlar sanır ki, sünnet erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek içindir, ama buna herkes kolaylıkla cevap verebilir: Nasıl olur da doğadaki canlılar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar "eksik yaratılmış" olabilirler, hele bu özellikle üstderi gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Gerçek şu ki, bu emir, eksik yaratılışlı bir yapıyı düzeltmek için değil, insanın ahlaki yetersizliklerini tamamlamak içindir. Bu organda açılan yara tam da istendiği gibidir; ne gerekli işlevlere zarar verir, ne de çoğalma yeteneğine. Sünnet basitçe aşırı isteği dengeler, çünkü sünnetin cinsel heyecanı azalttığına dair şüphe yoktur. Organ daha başlangıçtan kan kaybederek ve koruyucu tabakasını yitirerek güçsüz hale gelir......" ( 49. Bölüm, s.609) Şaşırmışlara Rehber, İbn Meymun
Cerrahiyetü'l Haniyye adlı eserde yer alan sünnet sahnesi.
19. yüzyıla kadar sünnet, Sahara Çölü, ve bu bölgeyle yakın etkileşim içindeki ve etkisindeki coğrafi alanlar ve topluluklarla sınırlı kalır. Bu ana kadar Batı dünyasının tavrı, sünnete karşı genelde dışlayıcı ve sünnet yapan ulusları küçük görücüdür.[8] Ne var ki bu durum 19. yüzyılın yaygın cinsellik karşıtı ortamı ve mastürbasyon korkusu ile değişir. İngilizce konuşan ülkelerde sünnet, pek çok hastalığa neden olduğu düşünülen mastürbasyona karşı bir önlem olarak benimsenir. Sünnetle kesilip atılan prepus, gereksiz, hastalıklı bir organ olarak görülmeye başlanır. Uygulamada daha çok erkek çocuklar söz konusudur, ama kız çocukları da nasibini alır. Bu durum ABD haricinde İngilizce konuşan ülkelerde sünnetin büyük oranda terkedildiği 1940'lara kadar sürer.[9] Bu değişimde cinsellik karşıtı ortamın yumuşaması yanında Douglas Gairdner'in prepusun işlevlerini açıkladığı 1949 yılına ait makalesi de büyük rol oynamıştır. Bugün ABD'de sünnet oranının %60 ile %80 arasında, diğer İngilizce konuşan ülkelerde ise ortalama %10'un altında olduğu sanılmaktadır. Ancak kesin istatistikler yoktur. Bunun dışında sömürge döneminde ( 19. yüzyıl) Filipinler'de, ve ABD askeri varlığı ile Güney Kore'de de ( 1950'den sonra) sünnet başlamıştır.
Sünnet olayı ile ilgili olarak psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, Oedipus kompleksine atıfta bulunmuş ve bu kompleks sonucu olan kastrasyon anksiyetesi ( Hadım edilme korkusu) ile sünnet olayını ilişkilendirmiştir.[kaynak belirtilmeli] Freud'a göre sünnet olayı erkek çocuğun annesine karşı duyduğu özlemden vaz geçtiğini göstermek amacıyla toplum önünde törensel olarak uygulanan bir cerrahi operasyondur. Erkek sünnet olarak artık erkekliğe adım atmış ve annesi ile bağlarını tam olarak koparmış olmaktadır.
Sünnet Yahudi dini inancında büyük yer tutar. Kutsal kitaplarına göre, Tanrı, elçisi İbrahim aracılığı ile Yahudilerle arasında "Akide" adı verilen anlaşmayı yapmış, ve bu anlaşmanın delili olarak da İbrahim ve halkına sünnet olmalarını emretmiştir. Bu inanışın gereği olarak Yahudiler, doğumdan kısa bir süre sonra erkek bebeklerini sünnet ederler.
Yahudiler arasında doğan Hıristiyanlık inanışında da sünnet önceleri tartışma konusu olmuş, ancak havarilerin ve özellikle de Paul'un "gereksiz" olarak görmesi nedeniyle dini bir gereklilik halini almamıştır. Ne var ki Mısır'daki Kıpti topluluğu gibi Afrika'daki bazı Hıristiyan gruplar hem kadın hem erkek sünnetini, ABD'deki bazı Protestan mezhepler ve Filipinler'deki Katolikler ise erkek sünnetini dinen gerekli olarak kabul ederler.
Müslümanların kutsal kitabında sünnetle ilgili herhangi bir ifade yer almaz, ayrıca İslamiyet'in ilk yıllarında sünnet tartışma konusu da olmamıştır. Bu sıralarda Arapların kadın ve erkek sünnetini ne oranda uyguladıkları bilinmemektedir. Bugün Müslümanların büyük çoğunluğu erkek sünnetini, Afrika'daki inananların büyük bir kısmı ise kadın ve erkek sünnetini dinen gerekli görürler. Sünnetin Müslümanlar tarafından gelenekselleştirilmesinin 9. yüzyılda İslam'a dönen Yahudi asıllıların beraberlerinde kendi dinlerinin inançlarını İslam'a taşıması anlamına gelen İsrailiyyat ile olduğu sanılmaktadır.[10] ( Boratav 2003:201).
Sünnetle ilgili dini yorumların, bulunulan coğrafi bölgeye göre değişmesi ( Mısır'lı Hıristiyan Kıptiler örneğinde olduğu gibi), uygulamadaki temel belirleyicinin din değil coğrafya ( Asya'ya uzanan Sahara çöl kuşağı), ve bununla bağlantılı ataerkillik olduğunu göstermektedir.
Türkçede sünnet olmaya sünnet veya kestirme denilir, Araplarda ise buna hıtan denilmektedir. Türk kültüründe sünnet hem dini, hem de geleneksel bir görev olarak görülmektedir.
Türkiye'de sünnet düğünü yaygın bir gelenektir. ( son zamanlarda batı etkisinde bebekler de sünnet edilmektedir) Çok çocuklu aileler, çocukların hepsini birden sünnet ettirmek için uygun bir zamanı beklerler. Sünnet düğünleri genellikle yaz aylarında yapılır. Köylerde sünnet düğünü okuyucu, elçi denilen çağrıcılarla, kentlerde davetiye ile olur.
Sünnet yeri ya evdir ya da bahçedir. Çocuğun yatağı hazırlanır, süslenir. Mütevazı düğünlerde misafirlere yemek verilir, hoca çağrılır, Kur'an okunur ve dua edilir, mevlid okunur. Çalgılı düğünler de yaygındır.
Çocuğun sünnet giysisi hazır satılan veya diktirilen beyaz ceket ve pantolondur. Bu giysiye üzerinde maşallah yazan bir kuşak takılır. Çocuğun sırtına da kırmızı veya mavi pelerin atılır veya kurdele takılır, başına taç konur. Sünnet sonrası için geniş bir gecelik hazırlanır, çocuk birkaç gün rahat rahat tuvalete gitsin diye. Hatta birkaç gün rahat uyusun diye. En yakınlarından biri tutar, çocuğun dikkatini başka yöne çekerken sünnetçi kesimi tamamlar. Bu sırada tekbir getirilir, "oldu da bitti maşallah" tekerlemesi söylenir. Sünnetçi aleti mengeneli çok keskin bir bıçaktır. Penisin ucundaki deriyi kesme işlemi bittikten sonra sünnetçi pansuman yapar, pamukla sarar, çocuk yatağına götürülür. Bazı yörelerde sünnetçi, kirve ve çocuğun üzerine bir örtü serilmektedir.
Sünnetten sonra davetliler çocuğun yatağına giderek hediyeler verir, çocuğa para takarlar. Bazı yerlerde tur denilen tepsiyle para toplama adeti görülmektedir.
İngilizce konuşulan ülkelerde sünnetin uygulanmaya başladığı 19. yüzyılda, bazı hastalıklara mikropların neden olabileceği gibi modern teoriler henüz bilinmemektedir. Bunun yerine hastalıklara, kas kasılması gibi olaylarla açıklama getirilmeye çalışılmaktadır. Bu ortam içinde erkek ve kız çocuklardaki prepusun ve bu arada mastürbasyonun pek çok hastalığa gerekçe olduğu düşünüldü. Bu hastalıklara önlem olarak da, daha çok erkek çocuklarda sünnete başlandı. Ne var ki hastalık nedenleri ile ilgili bu iddialar mikropların öneminin anlaşılması ve tıp biliminin ilerlemesi ile 20. yüzyılın başlarında terkedildi.[14]
Sünnet karşıtı protestolar
Bugün, büyük ölçüde Afrika kıtasına özgü olan kadın sünneti lehinde tıbbi hiçbir argüman sunulmamaktadır. Ne var ki başta Mısır olmak üzere çeşitli ülkelerdeki din adamları zaman zaman kadın sünnetinin dini bir vecibe olduğunu ileri sürmekte ve sünnet aleyhtarlığını eleştirmektedirler. Bu ve benzeri geleneksel baskıların ağırlığı sonucu kadın sünneti çeşitli uluslararası örgütlerin ve devletlerin muhalefetine rağmen, Afrika'da yaygın bir şekilde uygulanmaya devam etmektedir.
Erkek sünneti içinse farklı olarak, hem dini hem de tıbbi argümanlar ileri sürülmektedir. Sünnetin erkeklerde penis, kadınlarda rahim kanserini, bebeklerde idrar yolları enfeksiyonunu, bazı cinsel yolla bulaşan hastalıkları ve son olarak da AIDS'i önlediği ileri sürülmektedir. AIDS hariç, diğer teoriler ilk ortaya atıldıklarında ilgi çektiyseler de, hastalık riskinin sünnetin kendi riskinden düşük olması nedeni ile bugün yaygın sünnet için yeterli gerekçe olarak görülmemektedir. AIDS konusundaki tartışma sürmektedir.
Erkeklerde prepusun kendisinden kaynaklanabilecek sorunlar da sünnet için diğer nedenler olarak öne sürülmüştür. Sünnet karşıtları ise bu sorunların ortaya çıktıkları zaman sünnet dışı yöntemlerle tedavi edilebileceğini, sünnete en son çare olarak başvurulabileceğini söylemektedirler.[15]
Bu arada erkek cinsel organı hakkındaki yaygın bilinçsizlik, prepusun doğal gelişiminin hastalıklı olarak görülmesine ve pek çok gereksiz sünnete neden olmaktadır.[16]
Kölnde kurulu bir Alman mahkemesinin sünneti çocuğun vücut bütünlüğüne yönelik cezalandırılması gereken bir saldırı olarak nitelemesiyle sünnet hakkında hukuki tartışmalar gündeme gelmiştir.[17]
Erkek sünneti konusundaki dini tartışma Yahudiler ve ABD'deki az sayıdaki Hıristiyan mezhep arasında devam etmektedir. Müslümanlar arasında ise genelde konu tartışmaya açılmamıştır.
Sünnet olan erkekler kimi zaman doğal sünnet derisi görünümünü tekrar elde etme arzusu, cinsel birliktelik sırasındaki hassasiyeti artırmak ya da günlük aktiviteler sırasında hassas bölgelerin sürtünmeden kaynaklı deformasyonunu önlemek gibi nedenlerle sünnet derisi restorasyonu ile penisin sünnet olmadan önceki görünümüne geri dönerler.
--------------------
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) günlük hayatta yaptığı sünnetler
1- Teheccüd namazı kılmak, sünnet-i müekkededir.
Allah Rasûlü (s.a.v) hayatları boyunca bu namazı devamlı kılmışlardır. Bu sebeple Sünnetlerin en faziletlisi, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bu sünnetidir.
2- Uykudan uyanınca şu duayı okumak sünnettir:
“Öldürdükten sonra bizi dirilten Allâh’a hamd olsun. Dönüş ancak O’nadır.”
3- Tuvalete girerken şu dua okumak sünnettir.
“Allah’ım, şeytanların erkeklerinden ve dişilerinden sana sığınırım!” duası, çıkınca da; “Allah’ım, affını isterim, beni mağfiret eyle!”
«Benden bana eziyet veren şeyleri gideren ve bana âfiyet veren Allah’a hamd olsun!» duaları okunur.
4- Bütün şartlarına ve edeplerine riayet ederek abdest aldıktan sonra kelime-i şehâdet getirilmesi sünnettir.
5- Kur’an’ı tegannî ile yani güzel sesle, kaide ve kurallarına ve tecvidine uygun olarak okumak Peygamber Efendimiz’in yolu ve sünnetine uymak demektir.
6- Sabahleyin erkenden işe başlamak fiilî sünnettir.
7- Elinin emeğiyle geçinmek peygamberler sünnetidir.
8- Günde en az yüz defa, hatta daha fazla tevbe ve istiğfar etmek sünnettir.
9- Felak ve Nâs Sûreleri’ni okuyarak insanların ve cinlerin şerrinden ve nazardan Allah’a sığınmak fiilî bir sünnettir.
10- Yemekten önce ve sonra elleri güzelce yıkamak sünnettir.
11- Yemeye ve içmeye besmeleyle başlamak, sağ elle ve önünden yemek sünnettir.
12- Peygamber Efendimiz (s.a.v) yemekten sonra tabağı bir ekmek parçasıyla iyice sıyırır, böylece besin değeri olan şeyleri israf etmezdi.
13- Suyu tek nefeste içmeyip, üç defada içmek sünnettir.
14- Bir şey yiyip içtikten sonra “Elhamdülillah” demek sünnettir.
15- Vedalaşırken “Allah’a ısmarladık” demek veya “Tevekkeltü alellah” işlerimi Allah’a ısmarladım” demek sünnettir.
İnsanlarımızın birbirlerinden ayrılırken “Allah’a ısmarladık” diyerek vedâlaşmaları, herhalde buradan kaynaklanmakta ve sünnet-i seniyyenin kültürümüzdeki müsbet izlerinden biri olmaktadır. Bu âdet, şuurlu bir şekilde ve ısrarla sürdürülmeli, “çav” veya “bay bay” gibi yabancı kelime ve ifadelerle asla değiştirilmemelidir.
PEYGAMBERİMİZ’İN GÜNLÜK HAYATTAKİ YAŞAYIŞI
16- Ayakkabı ve elbise giyerken sağdan başlamak, bir yere sağ ayağını atarak girmek, bir yere girerken çıkarken sağda bulunanlara öncelik hakkı tanımak sünnettir.
17- Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e su veya süt gibi bir şey ikram edildiği zaman, hepsini içmez bir miktar bırakır, onu da sağ tarafında bulunana ikram ederlerdi.
Sağ yanındaki yaşça küçük biri ise, ondan izin almak sûretiyle sol yanındakilere ikram ederlerdi. O’nun sünneti böyle idi.
18- Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.
Birlikte oturulan bir cemaatin yanından kalkılacağı zaman da, gelindiğinde olduğu gibi selâm verilmesi gerekir.
19- Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selâm verir.
20- Çocuklara selâm vermesi Peygamber Efendimiz’in sünnetlerinden biridir.
21- İşrak namazı kılmak sünnettir.
22- Esneme anında el ile ağzı kapatmak sünnettir.
23- Hasta ziyareti sünnettir.
Ziyarette edebe riâyet etmek gerekir. Hasta ziyaretini tekrarlamak da sünnettir.
24- Hastaya Kur’an âyetleriyle bilinen bazı zikirleri okumak demek olan rukye câizdir. Hatta sünnettir.
25- Hasta ziyaretine giden kimsenin hasta için sade ve özlü dua yapması, şifa dilemesi sünnettir.
EFENDİMİZ’İN KILDIĞI NAFİLE NAMAZLAR
26- Ölen birinin gözlerini kapatmak sünnettir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) vefat etmiş olan Ebû Seleme’nin yanına girdi. Gözleri açık kalmıştı, onları kapattı. Efendimiz’in bu işlemi bizzat yapmış olması, ümmet için fiilî bir sünnet olmuştur.
27- Fazilet ve hayır sahipleriyle beraber olmayı istemek ve buna gayret göstermek sünnet-i seniyye gereğidir.
28- İzin isteyene “kim o?” denildiğinde, bilinen adı veya künyesi ile ben filanım demesi sünnettir.
29- Kim olduğu sorulan kimse, adını, soyadını, gerekirse babasının adını, memleketini ve mesleğini de söyleyerek kendini tanıtmalıdır. Sünnete uygun olan tanıtma şekli budur.
30- Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) yola çıkarken dua eder, dönerken de şöyle hamdederlerdi:
“Yolculuktan dönüyor, tevbe ediyor, kulluk yapıyor ve Rabbimiz’e hamdediyoruz.”
31- Cihaddan veya yolculuktan dönen orduyu ve misafirleri karşılamak edepten olup, Peygamberimiz’in sünnetine uygundur.
32- Hediyeleşmek sünnettir.
33- Herkesin imkânı nisbetinde Allah yolunda infakta bulunması, Kur’an ve sünnette sıkça tavsiye edilmiş olan büyük sevaplardandır.
34- Müslüman bir kimsenin, dünyalık işler, mal, mülk ve zenginlik gibi konularda kendisinden aşağı derecede olanlara, din işlerinde ve manevî faziletler konusunda daha üstün olanlara bakması sünnete uygundur.
35- Köleye, hizmetçiye, çırağa kendi yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek, onlara iyi muamelede bulunmak, yapabilecekleri işleri teklif etmek, gönüllerini hoş tutmak ve insanca muamele etmek gerekir.
36- Müslümanlar iyiliğe en güzel şekilde teşekkür etme sünnetini daima canlı tutmalı ve birbirlerine “cezâkellâhü hayran: Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!” diye dua etmelidir.
37- Yeni doğan bir çocuğa tatlı bir şey çiğneyerek yalatmak sünnettir.
38- Faziletli yerleri ziyâret etmek sünnettir.
39- Kubâ mescidini cumartesi günleri ziyaret edip orada iki rek’at namaz kılmak sünnettir.
40- Sevdiği insana “Ben seni seviyorum” diye sevgisini bildirmek sünnettir.
41- Dua ederken elleri kaldırmak sünnettir.
42- Kur’an kıraatına önem veren hâfızlara Kur’an okuyup dinletmek sünnettir.
43- Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) selâm verip namazdan çıkınca üç defa “Estağfirullah”diye istiğfâr eder ve “Allâhümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm tebârekte yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm: Allahım selâm sensin. Selâmet ve esenlik sendendir. Ey azamet ve kerem sahibi Allahım, sen hayır ve bereketi çok olansın” derdi.
44- İhtiyaç sahibi olan başka fakirlere bakmak bazı kere farz-ı kifâye, genel olarak da sünnettir.
45- Konuların açıklanmasında herkesin dikkatini çekecek misaller vermek eğitim ve öğretimde tesirli bir yoldur ve sünnettir.
46- Açık alanlarda namaz kılınırken, namaz kılanın önüne sütre dikmesi sünnettir.
47- Ezan okumak İslâm’ın vazgeçilmez esaslarından ve sünnetlerinden biridir.
48- Ezan okurken müezzinin “hayye ‘ale’s-salâh ve hayye ‘ale’l-felâh”larda sağa sola dönmesi sünnettir.
49- Ezanı, müezzinin söylediklerini tekrar ederek sonuna kadar dinlemek, bitince de dua etmek faziletli sünnetlerdendir.
50- Camiye ve cemaate erken gelmek ve ilk saflarda yer almak sünnette teşvik edilmiştir.
51- Seferî de olsalar mü’minlerin namazı cemaatle kılmaları sünnettir.
52- Cemaatle namazı kısa tutmak ve hutbeyi uzatmamak, Peygamber Efendimiz’in sünnetindendir.
53- Cemaatle namaz kılarken safları sık ve düz tutmak sünnettir.
54- Dağınık bir vaziyette olan saçını ve sakalını düzeltmek de sünnettir.
55- Güzel koku sürmek sünnettir. Kadınların dışarı çıkarken koku sürünmeleri ise yasaklanmıştır.
56- Cenazenin arkasından kabre kadar gitmek sünnettir.
57- Cenaze namazı kılındığı zaman, hiçbir ayırım yapmadan ölen için içtenlikle dua edilmesi sünnettir.
58- Cenazeyi teşyîde, namazını kılmak ve kabre defnetmek farz-ı kifâye, bunun dışındaki hizmetler sünnet ve müstehabdır.
59- Meşru ölçüler dâhilindeki dâvetlere icabet sünnettir.
60- Dertlilere derman olmaya çalışmak, Efendimiz’in sünnetidir.
61- Aksıran “el-hamdülillah” dediğinde, “yerhamükellah” diye ona hayır dilemek sünnettir.
Bizim toplumumuzda çok kere karşılaştığımız aksırana“çok yaşa” demenin ve bunun karşılığında “sen de gör” gibi karşılık vermenin sünnetle ve İslâmî muâşeretle bir alâkası yoktur.
62- Aksıranın ağzını eliyle veya mendille kapatması sünnete uygun bir davranıştır.
63- Yemin edenin yeminini yerine getirmesine yardımcı olmak sünnettir.
64- Musâfaha yapmak sünnettir.
65- Yola çıkarken dua etmek ve zorluklarından Allah’a sığınmak sünnettir.
66- Herhangi bir topluluktan korkan ve kendisine zarar vermelerinden kuşkulanan kimsenin dua edip Allah’a sığınması sünnettir.
67- Cuma günü gusül abdesti almak, vücudun temizlenmesi gereken yerlerini temizlemek sünnettir.
SÜNNETE UYGUN GUSÜL ABDESTİ NASIL ALINIR?
68- Cumanın farzından sonra câmide iki rekât, oradan ayrılıp evine gidince, evinde de ayrıca iki rekât namaz kılmak sünnettir. Herkes durumuna uygun olanı yapabilir.
69- Sahura kalkmak sünnettir.
70- Oruç açmakta acele etmek sünnettir.
71- Taze hurma, yoksa kuru hurma o da yoksa su ile iftar etmek sünnettir.
72- İftar edilince Allah’a kısa ve özlü şekilde dua etmek sünnettir.
73- Kadir gecesi gibi müstesna fırsatları kaçırmamak için dikkatli davranmak, hatta ev halkını da bu konuda uyarmak sünnettir.
74- Kadir gecesinde namaz kılmak, Kur’an okumak, “Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni affeyle!” diye dua etmek ve tefekkürde bulunmak sünnettir.
75- Ramazan ayında her zamankinden daha fazla ibadet etmek, son on gününde de diğer Ramazan günlerinden fazla ibadete gayret etmek Peygamber Efendimiz’in sünnetidir.
76- Ramazanın son on gününde, mescidde itikâfa girmek sünnettir. Her yerleşim biriminde en az bir camide itikâf sünnetinin yaşatılması uygun olur. Hanımlar evlerinde itikâfa çekilebilirler.
77- Peygamber Efendimiz Pazartesi ve Perşembe günlerini oruçlu geçirmeye îtinâ gösterirlerdi.
78- Eyyâm-ı bîz denilen her kamerî ayın 13, 14 ve 15. günleri oruç tutmak sünnettir.
79- Umreye gitmek sünnettir.
80- Bayram namazlarına ve seferlere giderken ve dönerken farklı yollardan gidip gelmek Peygamber Efendimiz’in sünnetidir.
81- Kamerî aylardan muharremin onuncu günü aşûre günüdür. Bu gün oruç tutmak sünnettir.
82- Konuşmanın veya susmanın hangisi hayırlı ise, onu yapmak gerekir. Eşitlik halinde susmak sünnettir.
83- Yeni bir elbise giydikten sonra Allah’a hamdetmek, şükretmek sünnete uygun bir davranıştır.
84- Bıyıkları kırpmak,
85- Sakal bırakmak,
86- Misvak kullanmak,
87- Buruna su çekmek,
88- Tırnakları kesmek,
89- Parmak boğumlarını temizlemek,
90- Koltuk altı kıllarını gidermek,
91- Edep yerlerini temizlemek,
92- İstinca yapmak (taharetlenmek),
93- Mazmaza (ağıza su vermek) fıtrî sünnetlerdendir.
94- Misafire ikram etmek sünnettir.
95- Erkeğin, ev işlerinde âilesine yardımcı olması sünnettir.
96- Çocuk sevgisi insanda fıtrî bir duygu ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sünnetlerinden biridir.
97- Zaruri bir sebep olmadıkça Yatsı Namazı’nda Şemş, İnşikâk ve Leyl gibi orta uzunluktaki sûreleri okumanın sünnet olduğu kabul edilir.
98- Bakara Sûresi’nin son iki âyeti olan Âmenerrasûlü’yü her gece okumak, Efendimiz’in sünnetidir.
99- Tebâreke Sûresi’nin ezberlenmesi ve her gece yatmadan önce okunması Peygamber Efendimiz’in sünnetlerindendir.
100- Uyumadan önce, yanan bir ateş varsa onu söndürmek, sünnete uygun bir davranıştır.
101- Uykudan evvel namaz kılacakmış gibi abdest almak, sağ yanına yatmak ve uyku duasını okumak sünnettir.
102- Uyku için yatağa girince sağ elimizi yanağımızın altına koymak ve sağ tarafımız üzerine yatmak sünnete uygun bir davranıştır.
103- Geceleyin uyumadan önce Âyetü’l-kürsî okumak sünnete uygun bir davranıştır.
104- Âdet edinilen hayırlı işleri, sünnetleri, ibadet ve tâatleri sürekli yapmakta kararlı olmak gerekir.
----------------------
Peygamber Efendimizin 79 Sünneti
1- Her işe "besmele" ile başlamak.
2- Suyu üç yudumda oturarak, kıbleye dönerek içmek. Başında "besmele" çekmek, sonunda "elhamdülillah" demek.
3- Evden çıkarken aynaya bakmak (O dönemde ayna olmadığı için Efendimiz (s.a.v.)suya bakarmış).
4- Abdest alırken kıbleye dönmek, sonunda üç yudum su içmek )bu su zemzem hükmünde olup, şifa niyetine içilmelidir).
5- Yolda önüne bakarak hızlı adımlara yürümek.
6- Selamlaştığı insana sağ elini uzatmak, işaret ve baş parmağı arasındaki boşluğu karşıdaki insanın aynı yerine temas ettirmek.
Çünkü bu yerlerde muhabbet damarları varmış.
7- Saçları gece yatmadan hemen önce ve kıbleye dönerek her gün taramak, ortadan ayırmak.
8- Yanında misvak, ayna, kesici bir alet, yakıcı bir alet, güzel koku ve tarak taşımak.
9- Gece abdestli yatağa girmek (Şayet ölüm gelirse şehit hükmünde olmak için).
10-Gece yatmadan önce "Felak-NasSureleri"ni okuyup iki elini birleştirerek üflemek ve vücudunun her yerine sürmek.
11-Tuvalete girerken sol ayakla girmek, çıkarken sağ ayakla çıkmak.
12-Tuvalete girerken "ALLAHümme inni euzü bike minerricsil habisi muhbusi mineşşeytanirraciym." çıkarken de
"Elhamdülillahi anil eza ve afani" demek.
13-Tuvalete tükürmemek, orada konuşmamak, bir şey yememek, oradan çabuk çıkmak.
14-Def-i hacette bulunmadan önce bir miktar su dökmek.
15-Tuvalete başı kapalı girmek (idrardan çıkan asitin ilk temas ettiği yer saç kökleri olduğu için başı kapalı olmazsa
saç dökülmesine sebep olur. Bilhassa alkoliklerin kel olme sebebi budur).
16-Mutfakta bir kabı kullanmadan önce onu temiz su ile durulamak.
17-Açıkta kalan yiyeceklerin üzerini örtmek.
18-Ayakkabıları gitmeden önce ters çevirip silkelemek.
19- Kıyafetleri sağdan sağdan giyip, soldan çıkartmaya başlamak. Mesela çorap giyerken önce sağ ayakla giymek,
çıkarırken de sol ayağı çıkarmak (böyle yapıldığı taktirde kıyafetler eskimezmiş).
20-Sofraya oturmadan hayalen mideyi üçe bölmek 1/3 su, 1/3 yemek, 1/3 hava.
21-Acıkmadan sofraya oturmamak ve doymadan sofradan kalkmak.
22-Uykudan kalkınca elleri en az üç defa yıkamadan yiyecek kabına daldırmamak.
23-Akşam üzeri önce perdeyi çekmek, sonra ışığı açmak.
24-Banyodan son çıkma sırasında ayaklara soğuk su dökmek.
25-Tabakta hiçbir şey kalmayacak şekilde yemek tabağını sünnetlemek. Sonra bir miktar su koyup onu kaşıksız içmek.
26-Tek sayıyı tercih etmek. Mesela, misafirlikte şeker ikramında bir ya da üçü tercih etme gibi.
27-Cuma günleri farz olmasa bile gusül abdesti almak (şartlar müsait değilse hiç olmazsa saçı yıkamak), güzel
koku sürünmek, sadaka vermek, beyaz giyinmek, tırnak kesmek(orta, serçe, baş, yüzük, işaret parmağı sırası
takip edilerek kesildiğinde görme bozukluklarının azalacağını Peygamber Efendimiz( s.a.v.) bizzat söylemiştir).
28-Yatarken yatağa çarşaf sermek.
29-Gece, günlük kıyafetleri çıkarınca katlamak.
30-Sabah namazı vakti çıkınca ilk 45 dk (Keraat vakti) ve akşam ezanının okunmasına 45 dk kala uyumamak
(bu vakitlerde uyumak cüzzam hastalığına, bel ağrıların sebeptir).
31-Güneş tam tepede iken yani öğle vakti bir miktar uyumuak, uyuyamıyorsa bile 10 dk gözleri kapatmak
(Bu uykuya kaylule denir ve uyuyanların yüzüne güzellik gelir).
32-Gece yatmadan önce 3 defa toz sürme çekmek (Göz hastalıklarına şifadır).
33-İşrak namazı kılmak.
34-Konuştuğu kimseye bedeniyle dönerek konuşmak.
35-Yemek tabağına düşen sineği tamamen batırıp geri çıkarmak ve o yemeği yemeye devam etmek
(çünkü sineğin bir kanadında zehir diğer kanadında panzehir vardır).
36-Kapıyı üç kez bekleyerek çalmak (4 rekat namaz vakti kadar).
37-Kapıyı çalarken kapının ya sağında ya da solunda beklemek, karşısında durup da içeriyi
izlememek (kapı ilk açıldığında ev sahibinden izinsiz içeriye bakmak haramdır).
38-Baş kıbleye gelecek şekilde sağ el sol yanak altında, sol el iki diz arasında, dizler de
karın bölgesine bükülü vaziyette yatmak. Bu vaziyette yatınca üstten bakıldığında arapça olarak
"MUHAMMED" yazısı görülecektir. Aynı zamanda kıbleye karşı ayak uzatıp da yatanlar sabah kalktıklarında
yorgun olarak kalkarkar, sebebi ise ekvatorun kıbleden geçmesidir.
39-Başı ağrıdğıda tülbent ile sıkıca sarmak.
40-Yemeğe tuz ile başlamak (Tuz dişlere kayganlık sağladığı için yemeklerin yapışması
önlenmi olur ve temizleme kolaylığı oluşur).
41-Yemeği ayrı tabaklarda değil de ortak tabakta yemek, yerken önünden almak, yemeğin ortasına dokunmamak.
42-Misafire bir bardak su bile olsa ikramda bulunmak, mümkünse etli yemek ikram etmek.
43-Çörek otu yemek(ölümden başka her derde deva olduğuna dair sahih hadisler vardır).
44-Sofrada yeşillik, evde sirke bulundurmak.
45-Sofrada sol ayak kalçanın altında, sağ ayak karın bölgesine kırılmış vaziyette oturmak,
bağdaş kurmamak (sofrada ayak değiştirmek doymanın alametidir).
46-Kur'an-ı Kerim'i hüzünle, mümkünse ağlayarak okumak.
47-Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak (yemeğin bereketi buradadır).
48-Hastayı üçüncü gününden sonra da iyileşmezse ziyaret etmek. Hastanın olduğu yerde çorba pişirmek.
49-Kabak yemek.
50-Hapşurunca "elhamdülillah" diyene "yerhamukellah (bayan ise "yerhamukillah") demek.
Aynı kişinin diğerine "yehdina ve yehdikümullah" demesi.
51-Kahkaha atmamak, gülümsemek. Efendimiz (s.a.v.) hiçbir zaman dişleri göreülesiye gülmemiştir.
52-Kına yakmak
53-(erkekler için) Eve gelmeden önce hanımına geleceği zamanı bildirmek.
54-Hediyeleşmek (hediyeleşmek muhabbeti artırır).
55-Sabah namazının sünneti ve farzı arasında sağ tarafına uzanığ bir miktar uyumak.
Fıkhi kaidelere göre, sadece bu uykunun haricinde uyku abdesti bozar. Namaz vakti çıkmadan
uyanıp farzı eda etmek.
56-Namazı cemaatle kılmak.
57-Dua ederken elleri birleştirmek ve kaşları hizasına kaldırmak (baş ağrısını giderir).
58-Tesbihi parmak ile çekmek.
59-Kapıya geleni durumu ne olursa olsun boş çevirmemek bir hurma tanesi bile olsa.
60-Sofradan kalkacağı zaman sağ tarafındaki şahıstan izin isteyerek kalkmak.
61-Ezan-i Muhammedi okunurken onu müezzinden sonra tekrar etmek.
62-Ezan-i Muhammedi okunurken bir pozisyon da olsa hal değiştirmek.
63-Orucu su veya hurma ile açmak.
64-Bir yere misafirliğe giderken tatlı xötürmek.
65-Eve, camiye girerken sağ ayakla girip, sol ayakla çıkmak.
66-Yolda giderken ayağa takılabilecek veya ona benzer şeyleri kenara çekmek.
67-Meyvenin çekirdeğini sol elle çıkarmak.
68-Yüzme öğrenmek, ok atmak.
69-İnsanları yüzlerine karşı övmemek.
70-Yemek yerken başkalarının yemeğine bakmamak.
71-Cuma günleri beyaz elbise giyinmek.
72-Topluluk içinde yanındaki kişiyle fısıldaşmamak.
73-Yemekten sonra tatlı yemek
74-Hergün yüz defa "estağfirullah" demek.
75-Güler yüzlü olmak kusurları af ile karşılamak.
76-Selam vermek, yemeği iki öğün yemek.
77-Kötülük edene iyilik etmek.
78-Tane tane konuşmak, anlaşılmayınca üç defa tekrarlamak.
79-Gusülden sonra iki rekat namaz kılmak.
--------------
Kaynaklar
Dinimiz islam
Sorularla islamiyet
medicalpark
haberturk
Wikipedia
teknolazer blogcu
islam ve ihsan
islamingulleri blogcu
Farz Nedir? 32 Farz Nelerdir? 54 Farz Nelerdir?
Sual: Ef’âl-i mükellefîn ne demektir?
CEVAP
Müslümanın yapması ve sakınması gereken, İslam dininin bildirdiği emir ve yasakların hepsine Ef’âl-i mükellefîn denir. Buna İslamî hükümler de denir.
Bir müslümanın dinde yapması ve sakınması gereken işler sekiz çeşittir: Bunlar:
Farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh, müfsid.
1- FARZ
Yapılması açıkça ve kesin olarak bildirilen dinin emirlerine farz denir. Farzları terk etmek haramdır, yani büyük günahtır.
Farz iki çeşittir:
Farzı Ayn: Her Müslümanın bizzat kendisinin yapması lazım olan farzdır. Mesela, iman etmek, beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zengin ise zekat vermek ve hacca gitmek, farzı ayndır. [32 farz ve 54 farz meşhurdur.]
Farzı Kifaye: Bir veya birkaç Müslümanın yapması ile diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Verilen selamı almak, cenazeyi yıkamak, cenaze namazı kılmak, sanatına, ticaretine lazım olandan fazla din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi farzlar böyledir.
2- VACİP
Yapılması farz gibi kesin olan emirlere denir. Bunların delilleri farz gibi açık ve kesin değildir. Vitir namazını ve Bayram namazlarını kılmak, zengin olunca kurban kesmek, sadaka-i fıtr vermek vaciptir. Vacibin hükmü farz gibidir. Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacip olduğuna inanmayan kâfir olmaz. Fakat, yapmayan azaba layık olur.
3- SÜNNET
Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü, yahut devam üzere kendisinin yaptığı veyahut yapılırken görüp de mani olmadığı şeylere “Sünnet” denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmayana azap olmaz.
Sünnet iki çeşittir:
Sünnet-i Müekkede: Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terk ettikleri kuvvetli sünnetlerdir. Sabah namazının sünneti, öğlenin ilk ve son sünnetleri, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rekat sünneti böyledir. Bu sünnetler, asla özürsüz terk olunmaz.
Sünnet-i gayri müekkede: Peygamber efendimizin, ibadet maksadı ile ara sıra yaptıklarıdır. İkindi ve yatsı namazlarının dört rekatlık ilk sünnetleri böyledir. Bunlar çok kere terk olunursa, bir şey lazım gelmez. Beş-on kimseden biri işlese, diğer Müslümanlardan sakıt olan sünnetlere de “Sünnet-i alel-kifaye” denir. Selam vermek, ezan okumak gibi.
4- MÜSTEHAP
Peygamber efendimizin sevdiği, beğendiği hususlardır. Doğan çocuk için akika hayvanı kesmek, güzel giyinmek, güzel koku sürünmek müstehaptır. Bunları yapana sevap verilir, yapmayan günaha girmez.
5- MUBAH
Yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mubah denir. İyi niyetle işlenmesinde sevap, kötü niyetle işlenmesinde azap vardır. Uyumak, helalinden çeşitli şeyler yiyip içmek, helalinden çeşitli elbiseler giyinmek gibi işler, mubahtır. Bunlar, İslamiyet'e uymak, emirlere sarılmak niyetiyle yapılırsa sevap olur. Sıhhatli olup, ibadet yapmaya niyet ederek, yemek içmek böyledir.
6- HARAM
Dinimizde “yapmayınız” diye açıkça yasak edilen şeylerdir. Haramların yapılması ve kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. Haram olan şeyleri terk etmek, onlardan sakınmak farzdır ve çok sevaptır.
Haram iki çeşittir:
Haram li-aynihi: Adam öldürmek, kumar oynamak, şarap ve her türlü alkollü içki içmek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, domuz eti, kan ve leş yemek gibi şeyler haram olup, büyük günahtır.
Haram li-gayrihi: Bunlar asılları itibariyle helal olup, başkasının haklarından dolayı haram olan şeylerdir. Mesela bir kişinin bağına girip, sahibinin izni yok iken meyvesini koparıp yemek, ev eşyasını ve parasını çalıp kullanmak, emanete hıyanet etmek, rüşvet, faiz ve kumar ile mal, para kazanmak gibi. Haramlardan kaçınmak, ibadet yapmaktan daha çok sevaptır. Onun için haramları öğrenip, kaçınmak lazımdır.
7- MEKRUH
İbadetlerin sevabını gideren şeylere mekruh denir.
Mekruh iki çeşittir:
Tahrimen mekruh: Vacibin terkidir. Harama yakın olan mekruhlardır. Bunları yapmak azabı gerektirir. Güneş doğarken, tam tepede iken ve batarken namaz kılmak gibi. Bunları kasıtla işleyen asi ve günahkâr olur. Cehennem azabına layık olur. Namazda vacipleri terk edenin, tahrimen mekruhları işleyenin, o namazı iade etmesi vaciptir. Eğer unutarak işlerse, secde-i sehv, yani unutma secdesi gerekir.
Tenzihen mekruh: Mubah, yani helal olan işlere yakın olan, yahut, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan işlerdir. Gayri müekked sünnetleri veya müstehapları yapmamak gibi.
8- MÜFSİD
Dinimizde, meşru olan bir işi veya başlanmış olan bir ibadeti bozan şeylerdir. İmanı ve namazı, nikahı ve haccı, zekatı, alış ve satışı bozmak gibi. Mesela, dine imana sövmek küfür olup, imanı bozar. Namazda gülmek, abdesti ve namazı bozar. Oruçlu iken bilerek yemek, içmek orucu bozar.
Farzları, vacipleri ve sünnetleri yapana ve haramdan, mekruhtan sakınana sevap verilir. Haramları, mekruhları yapan ve farzları, vacipleri yapmayana günah yazılır. Bir haramdan sakınmanın sevabı, bir farzı yapmanın sevabından kat kat çoktur. Bir farzın sevabı, bir mekruhtan sakınmanın sevabından çoktur. Mekruhtan sakınmanın sevabı da, sünnetin sevabından çoktur.
Dinin delilleri
Sual: Ef’âl-i mükellefin, yani, farz, vacib, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh, müfsid olan hükümler, âyet ve hadisten nasıl çıkartılıyor?
CEVAP
Ahkam-ı İslamiye’yi bildiren deliller dörttür:
1- Sübutu [sabit olması] ve delaleti [işareti] kati [kesin] olanlar. Açık anlaşılan âyetler ve tevatürle [sözbirliği ile] bildirilmiş açıkça anlaşılan hadis-i şerifler böyledir. Bunlar farz ile haramları bildirir. Mesela namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hac etmek gibi farzlar, âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Namazın beş vakit olduğu ve nasıl kılınacağı da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Leş, domuz, kan, şarap gibi haramlar âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmektedir. Köpek, aslan gibi hayvanların haram olması da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
2- Sübutu kati olup, delaleti zanni olanlar. Açıkça anlaşılamayan âyetler böyledir. Bunlar vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler. Mesela (Kurban kes) âyet-i kerimesinin sübutu katidir, fakat delaleti [herkesin kurban kesmesi gerektiğinin bildirilmesi] zannidir. Bunun için kurban kesmek vaciptir.
3- Sübutu zanni, delaleti kati olanlar. Bir sahabinin bildirdiği açık hadisler böyledir. Bunlar da vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler.
4- Sübutu de, delaleti de zannidir. Bir sahabinin bildirdiği, açık anlaşılamayan hadisler böyledir. Sünnet ile müstehabı ve tenzihi mekruhu bildirir. (Tam İlmihal)
Bülüğ çağı
Sual: Erkek çocukları için büluğ çağına girmenin minimum ve maksimum yaşı var mıdır?
CEVAP
Maksimum yaş 15 tir, 15 ini doldurduğu halde, büluğa ermese de ermiş kabul edilir, dini emirlerini yapmakla yükümlüdür. Eğer daha aşağı yaşlarda büluğa ermişse, büluğa ermiş demektir. Bu iklime ve beslenmeye bağlıdır. Bu yaş genelde 12 dir. Erkeklerde daha aşağısında olmaz. 12 yaşında olan oğlan ve 9 yaşında olan kız, bâlig olduğunu söyleyince kabul edilir.
Gençlik ve yaşlılık
Sual: Gençlik ve ihtiyarlık dönemi hangi yaşlar arasındadır?
CEVAP
Otuz yaşından küçük olana genç,
otuz ile elli arasında olana yetişkin,
elli yaşından yukarı olana ihtiyar,
yetmişten sonra ise pir-i fâni denir.
Herkes aklı nispetinde sorumlu olur
Sual: İslam dininin emirleri herkese hitap ediyor; fakat herkesin aklı aynı olmadığına, kimi akılsız olduğuna göre, herkesin aynı şeylerden sorumlu tutulması doğru olur mu?
CEVAP
Herkes aklı nispetinde sorumlu olur. Aklı hiç yoksa yani deliyse, hiç sorumlu olmaz. Aklı azsa, anladığı kadar sorumlu olur. Allahü teâlâ hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını sorumlu tutmaz. İki âyet-i kerime meali:
(Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez.) [Bekara 185]
(Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme!) [Bekara 286]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İnsanların yaptıkları hayırların mükâfatı, akılları nispetinde verilir.) [Ebu-ş-şeyh]
Sual: Sağır ve dilsiz kimse mükellef midir?
CEVAP
Mükellef değildir. Eğer anlar ise ve öğrenirse mükellef olur. Şimdi okulları var, öğrenmeleri mümkün olabilir. Anlamak öğrenmek esastır.
Büluğa ermeyen çocuk
Sual: Büluğa ermemiş bir çocuk, yaptığı ibadetlerin sevabına kavuşur mu ve işlediği günahlar yazılır mı?
CEVAP
Çocuğa hiçbir ibadet farz değildir. Hiçbir şey haram değildir. İbadetlerinin sevablarına kavuşur. Bir kimse, bir çocuğa imam olunca, cemaat sevabı hâsıl olur. (Uyun-ül-besair)
Çocukların işledikleri sevabların babalarına yazılacağını bildiren âlimler de vardır.
------------------------
32 FARZ
İmanın şartları: 6
İslamın şartları: 5
Namazın farzları: 12
Abdestin farzları: 4
Guslün farzları: 3
Teyemmümün farzları: 2
TOPLAM FARZ: 32
Toplam 32 farz buradan gelmektedir. Müslümanların yerine getirmesi gereken farzların 32 tane olduğu İslam Alimleri tarafından akıllarda kolayca kalması için toplu halde bir araya getirilmişlerdir. Bunlarda 32 Farz olarak bilinmektedir. Bu farzların açıklamaları ayrıntılı bir şekilde aşağıdadır.
İmanın Şartları:
1- Allah'ın birliğine inanmak
2- Meleklere inanmak
3- Kitaplara inanmak
4- Peygamberlere inanmak
5- Ahiret hayatına inanmak
6- Kaderin, hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmak
İslamın Şartları:
1- Kelime-i Şehadet getirmek
2- Namaz kılmak
3- Oruç tutmak
4- Zekat vermek
5- Hacca gitmek
Namazın Dışındaki Farzları:
1- Hadesten tahâret
2- Necâsetten tahâret
3- Setr-i avret
4- İstikbâl-i kıble
5- Vakit
6- Niyet
Namazın İçindeki Farzları:
1- İftitah tekbiri
2- Kıyam
3- Kıraat
4- Rükû
5- Secde
6- Ka'de-i ahîre
Abdestin Fazları:
1- Yüzünü yıkamak
2- Ellerini dirsekleriyle beraber yıkamak
3- Başının dörtte birini meshetmek
4- Ayaklarını topuklarıyla beraber yıkamak
Guslün Fazları:
1- Ağzına su vermek
2- Burnuna su vermek
3- Bütün bedenini yıkamak
Teyemmümün Fazları:
1- Niyet etmek
2- İki elin içini temiz toprağa sürüp, yüzün tamamını mesh etmek. Tekrar elleri temiz toprağa vurup, önce sağ ve sonra sol kolu mesh etmek.
----------
54 FARZ
1- Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak,
2- Helal yemek ve içmek,
3- Abdest almak,
4- Beş vakit namaz kılmak,
5- Cünüblükten gusül etmek,
6- Rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmak,
7- Helal, temiz elbise giymek,
8- Hakka tevekkül etmek,
9- Kanaat etmek,
10- Nimetlerinin mukabilinde, Allahü teâlâya şükür etmek,
11- Kazaya razı olmak,
12- Belalara sabır etmek,
13- Günahlardan tevbe etmek,
14- Allah rızası için ibadet etmek,
15- Seytanı düşman bilmek,
16- Kur’ân-ı kerîmin hükmüne razı olmak,
17- Ölümü hak bilmek,
18- Allahın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak,
19- Babaya ve anaya iyilik etmek,
20- Marûfu emir ve münkeri nehy etmek (dinin emirlerini yaymaya çalışmak),
21- Akrabayı ziyaret etmek,
22- Emanete hıyanet etmemek,
23- Daima Allahü teâlâdan korkup, ferahı (şımarıklığı ve azgınlığı) terk etmek,
24- Allaha ve Resûlüne itaat etmek,
25- Günahdan kaçıp, ibadetlerle meşgul olmak,
26- Müslüman amirlere itaat etmek,
27- Aleme, ibret nazarıyla bakmak,
28- Allahü teâlânın varlığını tefekkür etmek,
29- Dilini, haram fuhuş kelimelerden korumak,
30- Kalbini temiz tutmak,
31- Hiçbir kimseyi maskaralığa almamak,
32- Harama bakmamak,
33- Herzaman sözüne sadık olmak,
34- Kulağını fuhuş söz ve çalgıdan korumak,
35- İlim öğrenmek,
36- Tartı ve ölçü aletlerini, hak üzere kullanmak,
37- Allahın azabından emin olmayıp, daima korkmak,
38- Müslüman fakirlere zekat vermek ve yardım etmek,
39- Allah'ın rahmetinden ümit kesmemek,
40- Nefsinin isteklerine tabi olmamak,
41- Allah rızası için yemek yedirmek,
42- Kifayet miktarı (yetecek kadar) rızk kazanmak için çalısmak,
43- Malının zekatını, mahsülün uşrunu vermek,
44- Adetli ve lohusa olan ehline yakın olmamak,
45- Kalbini, günahlardan temizlemek,
46- Kibirli olmaktan sakınmak,
47- Baliğ olmamış yetimin malını korumak,
48- Genç oğlanlara yakın olmamak,
49- Beş vakit namazı vaktinde kılıp, kazaya bırakmamak,
50- Zulümle, kimsenin malını yememek,
51- Allahü teâlâya şirk koşmamak,
52- Zinadan kaçınmak,
53- Şarabı ve alkollü içkileri içmemek,
54- Yok yere yemin etmemek.
-------------------
Yapılması dinin bir emri olan, kesin olarak gerekli olan herhangi bir göreve farz denir. Allah Teâlâ, “Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz.” (Bakara, 2/43) diye emrettiği için şartlarına uygun olarak namaz kılmak ve zekât vermek bütün Müslümanlara farzdır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız.” (Buharî, Ezan, 18) “Mallarının kırkta birini, her kırk dirhemden bir dirhemi zekât olarak getiriniz.” (İbn Mâce, Zekât, 4) diye emretmiştir. Bu sebeple namazı Peygamberimizden gördüğümüz gibi kılmamız ve mallarımızın kırkta birini zekât olarak vermemiz bizim için farzdır.
Hanefî mezhebi dışındaki mezheplerde ayrıca bir “vacip” kavramı yoktur, farz ile vacip aynı anlamdadır. Hanefî mezhebi, kesinlik derecesine ulaşmamış bir delil ile sabit olan şeyi vacip kapsamına sokar. Diğer mezhepler ise Hanefî mezhebinin vacip saydığı şeylerin bir kısmını farz, bir kısmını da sünnet sayarlar. Mesela namazda ta’dil-i erkân yani kıyam, rükû, sücûd gibi her rüknünü rahat bir şekilde yerine getirmek, bu esnada organların hareketsiz ve sakin kalmasını sağlamak Ebu Hanife’ye göre vacip, diğer mezheplere göre farzdır. Diğer taraftan Hanefî mezhebinde vacip olan vitir ve bayram namazları Şafiî mezhebinde sünnettir.
Farzlar, farz-ı ayn ve farz-ı kifâye kısımlarına ayrıldığı gibi farz-ı kat’î (ya da farz-ı itikadî ve amelî) ve farz-ı zannî (ya da farz-ı amelî) kısımlarına da ayrılır.
Farz-ı ayn, mükelleflerden her birinin yapması gerekli olan farzdır. Beş vakitte namaz kılmak, oruç tutmak, şeriata uygun olarak yapılmış sözleşmelere bağlı kalmak gibi.
Farz-ı kifâye, mükelleflerden bir kısmının yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalktığı farzdır. Bunlar, İslâm’ın topluma yüklediği görevlerdir. Farz-ı kifâye olan bir görev, mükelleflerden bir kısmı tarafından yerine getirildikten sonra diğerleri sorumluluktan kurtulurlar. Bu görevi hiç kimse yapmazsa mükelleflerden her biri bundan sorumlu olurlar. Cenaze namazının kılınması, cihad, yargı (kaza) ve fetva işlerinin yerine getirilmesi, dini ilimlerde ve toplumun ihtiyaç duyduğu diğer bilim dallarında yetişmiş elemanların bir kısım sanat ve meslek erbabının bulunması ve düşmana karşı hazırlıklı olma gibi görevler birer farz-ı kifâyedir. Bu görevleri yerine getirenler bunun sevabını alırlar.
Farz-ı kat’î, şer’i bir delilin açık ve kesin ifadesiyle sabit olan, yani ya Kur’an-ı Kerim’in ya da Peygamberimize ait olduğu kesin olarak sabit olmuş bir hadis-i şerifin açık ifadesiyle belirlenmiş olan farzdır. Namaz, zekât ve cihad gibi. Farzın bu çeşidini inkâr etmek kişinin dinden çıkıp kâfir olmasına sebep olur. Hem itikad yani inanma bakımından hem de amel, yani işlenmesi bakımından farz olduğu için buna farz-ı itikadî ve farz-ı amelî de denir.
Farz-ı zannî, müçtehitlerce kat’î bir delile yakın derecede kuvvetli görülen zannî bir delil ile sabit olan farzdır. Bu, itikad yani inanma bakımından farz-ı kat’î gibi değildir. İnkâr eden kâfir olmaz. Fakat amel yani işlenmesi bakımından farz-ı kat’î gibidir, bu sebeple farz-ı amelî adını alır. Bir ictihad sonucu ortaya çıkması bakımından farz-ı ictihadî adını da alır. Farz-ı kat’îde mezhepler arasında hiç bir ihtilaf görülemez. Ama farz-ı zannî mezheplerin ihtilaf ettikleri sahadadır. Mesela, abdestle ilgili ayet-i kerimde “… ve başınızı meshediniz. …” (Maide 5/6) buyrulduğundan abdest alırken başın meshedilmesi bir farz-ı kat’îdir. Bu konuda mezheplerden hiç birinin ihtilafı yoktur. Çünkü abdest alırken başın mesh edilmesi ayet-i kerimenin açık ifadesiyle emredilmiştir. Ancak ayette başın ne kadarının mesh edilmesi gerektiği belirtilmemiştir. Bu sebeple müçtehidler, yaptıkları araştırma ve incelemeler sonucu kendilerince kat’î bir delile yakın derecede kuvvetli olan zannî bir delil ile başın ne kadarını mesh etmenin farz olduğuna dair içtihatlar yapmışlardır. Malikî mezhebine mensup hukukçulardan Ebubekr İbnü’l-Arabî (468/543 h. /1076/1148 m.) Ahkâm’ül-Kur’an adlı eserinde (Darü İhyâ’il-Kütübi’l-Arabiyye, 1376/1957, C. II, s.568 vd.) konuyla ilgili 11 ayrı görüş tespit etmiş ve bunların tartışmasını yapmıştır. Şafiî mezhebine göre saçın bir tek teli veya başın küçücük bir kısmı da olsa adına mesh denebilecek herhangi bir işlemle başın mesh edilmesi yeterlidir. Malikî ve Hanbelîlere göre başın tamamının mesh edilmesi farzdır. Hanefî mezhebine göre ise farz olan, başın dörtte birinin mesh edilmesidir. Tamamının mesh edilmesi ise sünnettir.
-----------------------
Kaynaklar :
Dinimiz islam
Namaz sitesi
Fetva net
----------
Etiketler : Farz Nedir?, 32 Farz Nelerdir?, 54 Farz Nelerdir?,Sünnet,Sünnet nedir,farz,vacib nedir,32 farz,54 farz,dinimizde,dinde,islamda,görevlerimiz,
Yaz saati - Kış Saati uygulaması Nedir? Ne Zaman Başladı? Faydaları ve Zararları Nedir?
Yaz saati uygulaması : Mart ayının son Pazar günü gerçeklesir. Bunun için, saat 02 : 00'de bir saat ileri alminktadır.
Kış saat uygulamasi : Ekim ayında son Pazar günü gerçeklesir. Bunun için, saat 03 : 00'de bir saat geri alinir.
Yaz saati uygulaması
Yaz saati uygulaması (YSU) herhangi bir ülkede veya bölgede gün ışığından, sabahları daha az, öğleden sonra daha çok yararlanmak üzere, periyodik olarak, saatlerin belirli bir miktarda değiştirilmesidir. Genellikle, bu uygulama kapsamında saatler ilkbahar başlangıcında bir saat ileri, sonbaharda ise bir saat geri alınır.[1] Çağdaş yaz saati uygulaması ilk defa 1895 yılında Yeni Zelandalı bir böcekbilimci olan George Vernon Hudson tarafından önerildi.[2] O günden sonra birçok ülke bu uygulamayı benimseyerek kullanmaya başladı. Bununla birlikte, yaz saati uygulamaları ülkeler arasında farklılık gösterebilir.
Yaz saati uygulaması tartışmalıdır.[1] Gün ışığından daha çok yararlanmak için gündüz saatlerine bir saat eklenmesi satış, spor ve iş saatlerine bağlı çeşitli etkinlikleri olumlu yönde etkilerken[3] tarım, gece eğlenceleri gibi güneş ışığıyla beraber biten etkinliklere olumsuz etki yapar.[4] Öte yandan, öğle saatlerine bir saat daha eklemek, trafik kazalarından kaynaklanan ölüm oranlarını da azaltmaktadır.[5] Ne var ki, uygulamanın sağlık ve suç oranları üzerindeki etkisi daha az belirgindir. Her ne kadar uygulamanın ilk hedeflerinden biri akşam saatlerindeki aydınlatma enerjisi tüketimini kısmak olsa da,[6] günümüzde çağdaş ısıtıcı ve serinletici cihazların yaygınlaşmasıyla birlikte bu amacından sapmaya başladı. Öyle ki, 20. yüzyıl başlarında elektrik temel olarak aydınlatmada kullanılıyordu. Teknolojik gelişmeler yeni elektrik kullanım alanları yaratınca buradan elde edilen tasarruf azaldı. Bu bakımdan bu uygulamanın kullanılması çelişkili ve tutarsız bir hâl almaya başladı.[7]
YSU'da ara sıra meydana gelen kaymalar başka zorlukları da beraberinde getirir. Bundan dolayı, zaman kaydetmede ve görüşmelerle yolculukların ayarlanmasında, faturalandırma, arşivcilik gibi işlerde, tıbbi cihazların ve iş makinelerinin kullanımı[8] ile uyku düzeninde[9] sorunlar meydana gelir. Yazılımlar genellikle bilgisayarların saatlerini otomatik olarak ayarlar. Ne var ki, bunun sınırları vardır ve özellikle YSU kuralları değiştiğinde hata olasılığı artar.[10]
Köken
Her ne kadar günümüzde kullanılmasa da, birçok antik medeniyet günlük çizelgelerini gün doğuşu ve batışına odaklayarak çağdaş YSU'dan daha esnek ve dakik zaman ayarlamaları kullanıyorlardı. Gündüzü, tüm günün uzunluğunu değiştirmeyecek şekilde on iki eşit parçaya bölerek yaz aylarında saatlerin daha uzun olmalarını sağlarlardı.[11] Örneğin, Antik Roma'daki su saatleri yılın farklı ayları için farklı ölçekler barındırmaktaydı : kışın yaşanan gündönümü sırasında Roma'nın bulunduğu enlemde gün doğumundan sonraki üçüncü saat hora tertia, çağdaş saat sisteminde 09 : 02'ye karşılık gelmekte olup 44 dakika sürmekteydi. Aynı saat, yazın yaşanan gündönümü sırasında ise 06.58'e karşılık gelmekte olup 75 dakika sürmekteydi.[12] Antik dönemden sonra, eşit uzunluklu standart saatlerin kullanımı yavaş yavaş eşit olmayan uzunluktaki saatlerin yerini almaya başladı. Böylelikle günlük zaman mevsimlere göre değişiklik göstermiyordu. Eşit olmayan uzunluktaki saatlerin kullanımı Aynoroz'daki manastırlarda[13] ve bazı Yahudi kutlamalarında[14] olduğu gibi, kimi yerlerde halen geleneksel olarak kullanılmaktadır.
Benjamin Franklin, top atarak Paris halkını uyandırmayı öneren isimdir.
"Erken yatıp erken kalkmak, kişiyi sağlıklı, zengin ve akıllı yapar" özdeyişinin sahibi olan Benjamin Franklin, Amerika Birleşik Devletleri'nden Fransa'ya elçi olarak yollandığı sırada, Paris halkının mum israfını önlemesi ve gün ışığından daha çok yararlanması için imzasız bir mektup yayımladı.[15] Bu 1784 yergisi, panjurları vergilemek, mumları karneye bağlamak ve insanları gün doğumu sırasında kilise çanları ve top ateşiyle beraber uyandırmak gibi öneriler içermekteydi.[16] Franklin, YSU'yu önermedi; antik Roma'da olduğu gibi 18. yüzyıl Avrupası da kesin bir zaman çizelgesi tutmamayı sürdürdü. Ancak bu, Franklin'in döneminde standart bir hal almaya başlayan demiryolu ve iletişim hatlarının gelmesiyle değişmeye başladı.[17]
G.V. Hudson, YSU'yu 1895'te önererek çağdaş uygulamanın öncüsü oldu.
Çağdaş YSU ilk defa Yeni Zelandalı bir böcekbilimci olan George Vernon Hudson tarafından önerildi. Vardiyalı bir işte çalışan Hudson, böcek toplamak için yeterli zaman bulmaktaydı. Öyle ki, bu onu gün batımından önceki son saatlerin önemini sorgulamaya itti.[2] 1895 yılında Hudson, Wellington Felsefî Topluluğu'na bir bildiri yollayarak iki saatlik bir değişimi kapsayan yaz saati uygulamasını önerdi.[18] Bu öneriye Christchurch çevresinden hatrı sayılır bir ilgi belirdi. Bunun ardından Hudson, benzer bir bildiriyi 1898 yılında bir kere daha yolladı.[19] Pek çok yayın, yanlış bir biçimde YSU'nun mucidi olarak ünlü bir İngiliz müteahhit olan William Willett'ı gösterdi.[20] Willett da Hudson'dan bağımsız olarak 1905 yılında kahvaltıdan önce çıktığı bir gezintide Londra'daki insanların pek çoğunun yaz günlerinin ilk saatlerinde uyuyor olduklarını keşfederek benzer bir uygulama tasarladı.[21] Ayrıca, hırslı bir golfçü olan Willett, akşam karanlığının çabucak çökerek golf oynamasına engel olmasından da rahatsızlık duyuyordu.[22] Onun çözümü de yaz aylarında saatleri ileri almak oldu. Bu önerisi Hudson'un önerisinden iki yıl sonra gerçekleşti.[23]
Aşağıda yer alan Siyaset başlığında anlatıldığı üzere, Willett'ın bu önerisi 1915 yılında ölümüne kadar Birleşik Krallık'ta ilgi çekmedi. Ancak I. Dünya Savaşı'nda Almanya, müttefikleri ile beraber elinde bulunan topraklarda 30 Nisan 1916 tarihinden itibaren bu uygulamayı benimseyerek Avrupa'da bu uygulamayı kullanan ilk devlet oldu. Uygulamanın ilk kullanım amacı savaş sırasındaki kömür kullanımından tasarruf etmekti. Daha sonraları Birleşik Krallık, müttefikleri ve Avrupa'da savaşta yer almayan birçok devlet bu uygulamayı benimsemeye başladı. Rusya ve diğer başka ülkeler bir yıl sonra bu uygulamayı kullanmaya başlarken Amerika Birleşik Devletleri bunu 1918 yılında kullanmaya başladı. Bu zamandan sonra birçok ülkede uygulamalar konusunda yeni kanun ve düzenlemeler yürürlüğe kondu.[24]
Uygulama
Ayrıca bakınız : Dünya çapında yaz saati uygulaması ve Türkiye'de yaz saati uygulaması
YSU Orta Avrupa'da uygulandığı anda, saat CET'de 2.00 iken 3.00'a ayarlanarak CEST başlar.
YSU Orta Avrupa'da bittiği anda, saat CEST'de 3.00 iken 2.00'a ayarlanarak CET yeniden başlar. Diğer zaman dilimleri için farklı zamanlarda değiştirme yapılır.
Tipik bir saatlik uygulamada ilkbahar aylarında bir bölgedeki yerel zaman dilimi 2.00 iken, saatler bir saat ileri alınarak 03.00'a ilerletilir. Böylelikle o gün yirmi üç saat olur. Aynı şekilde, sonbahar aylarında saat ilerletilmiş halde iken 02.00'ı gösterdiğinde, saatler bir saat geri alınarak 01.00'ı gösterecek biçimde ayarlanır. Bu geri dönüşten sonraki gün yirmi beş saattir. Dijital göstergeli uygulamada yaz saati 02 : 00'yi tam olarak okumaz. Saat 01 : 59 : 59.9'a geldiği anda ya ileriye 03 : 00 : 00.0'e gider ya da geriye 01 : 00 : 00.0'e döner. Örneğin, UTC+10'daki standart yerel saat YSU'da UTC+11 olurken standart UTC−10 yerel saat, YSU'da UTC−9 olur.
Saat değiştirme haftasonu gecesi uygulanarak gün içindeki iş akışının bozulmasının önüne geçilir. Genelde değişiklik bir saat yapılmakla birlikte Avustralya'nın Lord Howe Adası yarım saat uygulamaktadır.[25] Geçmişte yirmi dakikadan iki saate kadar değişen yaz saati uygulamaları yapılmıştır.
Değişiklik yapılacağı zaman komşu ülkeler arasındaki koordinasyonlar değişiklik gösterir. Avrupa Birliği üyelerinin hepsi aynı anda, saat 01 : 00 UTC'de değişikliğe giderler. Böylece, Doğu Avrupa Zaman Dilimi her zaman Orta Avrupa Zaman Dilimi'nın bir saat önünde kalmış olur. Farklı zaman dilimlerinde yer alan komşu ülkeler farklı bir yol izlediklerinde geçici olarak bir iki saat için başka bir zaman diliminin ötesine veya dilimine geçebilir.[26] Kuzey Amerika genel olarak yerel saat 02 : 00'de saatleri değiştirir, böylece örneğin, Dağ Zaman Dilimi geçici olarak Pasifik Zaman Dilimi ile aynı zamanda yer alır veya onun 2 saat önüne geçer. Avustralya eyaletlerinin bir standardı yoktur. Hatta tarih olarak bile anlaşamazlar. Örneğin, 2008'e YSU uyumlu eyaletler 5 Ekim'de saatlerini değiştirirken Batı Avustralya 26 Ekim'de, yani 21 gün sonra saati değiştirmiştir.[27]
Başlangıç ve bitiş tarihleri konuma ve yıla bağlı olarak değişir. 1996'dan beri Avrupa Yaz Saati, mart ayının son pazar gününden ekim ayının son pazarına kadar uygulanmaktadır. Önceleri Avrupa Birliği'nde kurallar tam olarak oturmamıştı.[26] 2007'den başlayarak, Birleşik Devletler'in büyük bölümü ile Kanada'da YSU, martın ikinci pazarından kasımın ilk pazarına kadar, hemen hemen yılın üçte ikisinde uygulanmaktadır.[28] 2007'de ABD'deki değişiklik 2005 Enerji Politikası Yasası'nın bir parçasıydı. 1987'dan 2006'ya kadar, başlangıç ve bitiş tarihleri nisanın ilk pazarı ile ekimin son pazarıydı ve Amerika Kongresi önceki tarihlerdeki uygulamayı devam ettirdi. Şimdi ise, bir enerji tüketim çalışması yapıldı.[29]
2008'den önce Brezilya, tarihe bağlı olarak doğu ABD'den bir, iki veya üç saat ilerideydi.
Güney Yarımküre'de başlangıç ve bitiş tarihleri terstir. Örneğin, Şili anakarasında YSU saati ekimin ikinci cumartesinden martın ikinci cumartesine kadar ve 24 : 00 yerel saatlik değişimlerledir.[30] Bu yüzden, Birleşik Krallık ve Şili anakarası arasındaki saat farkı, yıla bağlı olarak dört veya beş saat olabilir.
Saat dilimleri sık sık YSU'nun yıllık dönüşüne göre ideal sınırlarının batısına kayar.
Şili'nin batısı, İzlanda ve diğer alanların zaman dilimlerindeki sapmalar, YSU'nun yıllık dönüşümünün etkisiyle batıya doğrudur. Bu etkiler saat uygulamasından bağımsızdır. Örneğin, Saskatoon ve Saskatchewan'da, 106° 39′ W boylamında, ideal Dağ Zaman Dilimi (105° W) merkezinin az batısındadır. Saskatchewan'da saat, Amerikan Merkezi Saat Diliminin (90° W) yıllık dönüşümündedir. Bu yüzden, Saskatoon daima güneş saatinin 67 dakika ilerisindeyken[31] Hindistan'ın güneydoğusu ve diğer birkaç alanda saat dilimindeki sapmalar doğuya doğrudur. Bu da, YSU'nun zararınadır.[32] Birleşik Krallık İrlanda, YSU'yu 1968'den 1971'e kadar uyguladı. Fakat kullanışlı olmamasından dolayı, özellikle kuzey bölgelerde artık uygulamadan vazgeçti.[33]
Fransa'nın batısı, İspanya ve diğer alanların yaz saati dilimlerindeki sapmalar YSU'nun kış saati uygulamasının etkisiyle bir saat artar. Örneğin, Alaska'daki Nome şehri 165° 24′ W boylamında ve ideal Samoa Zaman Dilimi (165° W) merkezinin batısındadır. Fakat Nome, Alaska Saat Dilimini (135° W) YSU ile uygular. Bu yüzden Some güneşten, kışın yaklaşık iki saat, yazın ise yaklaşık üç saat ileridir.[34] Çifte yaz saati uygulaması nadiren, bazı özel durumlarda benimsenir. Örneğin, Britanya bu tarz bir uygulamayı II. Dünya Savaşı sırasında kullanmıştır.[26]
YSU, güneş doğuş saatinin neredeyse hiç değişmediği ekvator yakınında genellikle uygulanmaz. Bazı ülkelerin ise sadece bazı bölgelerinde uygulanır. Örneğin, Brazilya'nın güneyinde ekvator çizgisinin geçmediği yerlerde uygulanır.[35] YSU, dünya nüfusunun az olduğu yerlerde uygulanırken Asya ve Afrika'da genellikle uygulanmaz.
Faydalar ve sorunlar
Willett'ın 1907 yılındaki önerisiyle beraber, daha uzun sürecek olan gündüz saatleri sayesinde çeşitli boş zaman etkinliklerine zaman kalacak olması tartışılmaya başlandı. Özellikle yüksek enlemlerde yer alan yerlerde yazları gerçekleşen gündönümlerine yakın günlerin uzun gündüz saatleri içeriyor olması, bu bölgelerdeki gündüz vaktinin daha verimli bir şekilde kullanılacağı ve sabahın erken saatlerinin boşa harcanmayacak olması anlamına geliyordu.[23] YSU, kışın herhangi bir geniş çaplı getiriye sahip değildir. Bunun nedeni, kış sabahlarının karanlık oluşu, dolayısıyla çalışanların güneşli havada yapılabilecek boş zaman etkinliklerinin olmaması veya çocukların erken saatlerde kalkıp karanlıkta okula gitmek zorunda kalmasıdır.[37]
Günün planlanması hakkında genel görüş, YSU'nun birçok getiriye sahip olduğudur. Örneğin, belli bir amaca yönelik olarak insanları erken kalkmaya itmesi, bu uygulamadan kişisel olarak hoşlanmayan kişiler için bile olumlu bir yandır.[38] Düzenlemenin avantajları öyle büyüktür ki, birçok insan çalışma programını televizyon yayınları ve günışığına göre ayarlayıp değiştirerek, YSU'nun kullanılmakta olup olmadığını göz ardı eder.[39]
Enerji kullanımı
YSU sayesinde gerçekleşen enerji tasarrufunda en büyük pay konut aydınlatmasında görülür. Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'nın toplam elektrik kullanımının yaklaşık %3,5'i aydınlatmaya ayrılır.[7] Sayısal olarak gündoğumunu ve günbatımını geciktirmek, akşamları yapay ışıklandırmaya ayrılan enerjiyi azaltmaktadır. Franklin'in 1784'te belirttiği üzere, akşam saatlerindeki kısıntı, gündüz saatlerindeki artmanın önüne geçtiğinde aydınlatma giderleri azalmaktadır. YSU'nın ilk amaçlarından biri akşam kullanılan bu aydınlatma harcamalarını kısarak enerjinin çöpe gitmesini önlemekti.[6] Her ne kadar enerji tasarrufu önemli bir amaç olarak kalsa da,[32] enerji kullanım seyirleri o günlerden bugüne değişme gösterdi. Öyle ki son çalışmalara bakıldığında sınırlı ve çelişkili enerji kullanım verileriyle karşılaşılmaktadır. Elektrik kullanımı coğrafî şartlar, iklim ve ekonomik koşullara göre değişiklik gösterir. Bu da uygulama hakkında yapılacak olan tek bir çalışmayı genellemede en büyük engellerden biridir.[7]
Amerika Birleşik Devletleri Ulaştırma Bakanlığı'nın (DOT) 1975'te yaptığı bir çalışmada, YSU'nun Nisan-Mayıs dönemlerinde ülkenin elektrik kullanımını %1 oranında azalttığını ortaya koydu.[7] ancak National Institute of Standards and Technology (NBS), 1976 yılında çalışmayı tekrar inceleyerek herhangi bir tasarrufun söz konusu olmadığı sonucuna vardı.[37]
2000 yılında Avustralya'nın bazı bölümleri kış sonunda YSU'ya geçtiğinde o seneki elektrik tüketimi azalmadı, aksine sabahları zirveye ulaşan tüketim nedeniyle tüketim arttı.[40]
2006-07 dönemindeki yaz sırasında Batı Avustralya'da YSU, sıcak günlerde elektrik tüketimini arttırırken serin günlerde azalttı. Hatta tüm mevsim boyunca tüketim %0,6 oranında arttı.[41]
Her ne kadar 2007 yılında yapılan bir çalışma sonunda yürütülen tahminler, Japonya'nın YSU'ya geçişiyle beraber evsel elektrik tüketiminin azalacağını iddia etmiş olsa da,[42] 2007'de yapılan bir simülasyona bakıldığında YSU ile beraber Osaka'daki evsel tüketimde aydınlatma giderlerinin %0,02 azalmasına rağmen, soğutma giderlerinin %0,15 artmasıyla beraber bu sayının toplamda %0,13 oranında yükselmeye neden olacağı belirtildi. Her iki çalışmada da evsel olmayan enerji tüketimi konusunda bir çalışma yapılmamıştır.[43] Zaten YSU'nun etkileri genel olarak konutlardaki enerji tüketimi üzerinde görülmektedir.[7]
2007 yılında yapılan bir çalışmada Kaliforniya'da başlayan yaz saati uygulamasının eyaletteki elektrik tüketiminde herhangi bir değişmeye neden olmadığı belirtildi.[44]
2007 yılında yapılan bir çalışmaya göre Büyük Britanya'da kışın uygulanan YSU'nun %2'lik bir enerji tüketim artışının önüne geçeceği tahmin edildi.[45]
2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin Indiana eyaletinde yapılan bir çalışmada, 2006 yılında YSU'yu benimseyen bu eyaletteki yıllık fatura verileri incelendi ve buradaki enerji tüketiminin azalmak yerine, fazladan açılan klimalar yüzünden %1 ilâ %4 arasında bir arttığı ortaya kondu.[46]
Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bakanlığı, (DOE) 2008'de hazırladığı bir raporda, 2007'de ülkedeki bazı eyaletlerin YSU'ya geçişiyle beraber yıl içinde toplam %0,5'lik bir enerji tasarrufunun ortaya çıktığı belirlendi.[47]
Bunların dışında kimi çalışmalar YSU'nun motor yakıt tüketimini arttırdığını göstermektedir.[7] Yine de 2008 yılında DOE tarafından hazırlanan raporda, 2007'deki YSU'ya geçiş sürecinde kayda değer bir benzin fiyat artışının bulunmadığı ifadesi yer almaktadır.[47]
Ekonomik etkiler
Perakendeciler, spor eşyası üreticileri ve öğle saatlerinin artışından olumlu etkilenen diğer iş alanları, YSU'dan olumlu etkilenmektedir. Bunun başlıca nedeni, uygulamanın getirisi olan uzun öğle saatlerinin müşterileri marketlere giderek alışveriş yapıp çeşitli spor etkinliklerine katılmaya itmesi olarak açıklanmaktadır.[48] 1984 yılında Fortune dergisinin tahminlerine göre, yedi hafta süren bir YSU sayesinde 7-Eleven şirketinin gelirlerini $30 milyon arttığı belirlenirken, Ulusal Golf Vakfı'nın hesaplarına göre, YSU'nun uygulandığı dönemlerde golf sanayisinin gelirlerinin $200 milyondan $300 milyona yükseldiği belirlendi.[49] 1999 yılında yapılan bir çalışmaya göre YSU, Avrupa Birliği'ndeki boş zaman etkinlikleri sanayisini %3 oranında büyütmektedir.[7] Tüm bunların tersine uygulama, çiftçileri ve işi güneşe bağlı olan birçok işçiyi olumsuz olarak etkilemektedir.[50] Buna rağmen birçok çiftçi YSU'dan yana ya da tarafsızdır.[51] Örneğin, tahıl hasatının en iyi yapıldığı süre zarfı, çiy tanelerinin buharlaştığı saatlerdir. Tarım işçileri yaz aylarında tarlalara daha erken gelip buradan erken ayrıldığında iş gücünün verimi azalmaktadır.[52] YSU ayrıca kitle iletişim araçlarının reytinglerini de azaltmaktadır.[4] Bunun yanında arabalı tiyatrolarla beraber tiyatroların da gelirlerini düşürmektedir.[53]
Saatleri değiştirmek ve YSU'yu uygulamaya koymak doğrudan bir ekonomik harcamaya neden olur. Bu harcamalardan bazıları görüşme ve toplantılarının kontrolünü sağlamak, bilgisayar uygulamaları gibi harcamalardır. Örneğin, 2007 yılında Kuzey Amerika'da başlatılan uygulama yüzünden $500 milyon ile $1 milyar arasında değişen ayrıca bir harcama yapıldı.[54] Her ne kadar saat değişikliğinin azalan ekonomik verimle bağlantılı olup olmadığı tartışılsa da, 2000 yılında YSU'ya geçişle beraber ABD borsaları bir gün içinde $31 milyarlık düşüş yaşadı.[55] Yine de bu hesaplamalar çeşitli yöntemlere göre farklılıklar gösterebilmektedir.[56] Bu nedenle sonuçlar tartışmalıdır.[57]
Kamu güvenliği
1975 yılında ABD Ulaştırma Bakanlığı, yaptığı bir araştırmada YSU'nun trafik kaza oranını %0,7 oranında azalttığını ortaya koydu. Bakanlık, gerçek düşüş oranının %1,5 ilâ %2 arasında olabileceğini tahmin etti.[58] Ancak 1976'da bu raporu inceleyen NBS, aslında trafik kazalarıyla uygulama arasında bir bağıntı olmadığını iddia etti.[37] 1995'e ait Yol Güvenliği Sigorta Enstitüsü tahminlerine göre, aslında YSU'nun toplam kazaları %1,2; yayalara yönelik trafik kazaları ise %5 oranında azalttığı ifadesi yer aldı.[5] Bunun yanında birçok araştırmada aslında trafik kazalarıyla YSU arasında bir bağlantının bulunduğu ifade edildi.[59] Birleşik Krallık'ta yapılması düşünülen Tek/Çift Yaz Saati (SDST) adı verilen yeni bir uygulama planında, saatlerin kış aylarında güneşe göre bir, yaz aylarında güneşe göre iki saat ileride olması sağlanarak trafik kazalarının %3 ilâ %4 oranında azaltılması düşünülmektedir.[60] Ancak ilkbahardaki değişim akşamından sonra uyku düzenlerinde belirecek bir aksamanın ölümle sonuçlanan trafik kaza oranını arttırıp artırmayacağı bilinmemektedir.[61] Son yıllarda yapılan birtakım çalışmalarda Kuzey Amerika ve Birleşik Krallık'taki YSU ile trafik kazaları arasında bir bağıntı gözlenirken; İsveç ve Finlandiya'da bu durum gözlenmedi.[62] 2009 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir çalışmaya göre YSU'nun uygulandığı akşamlardan sonraki pazartesileri, çalışan nüfus ortalama kırk dakika daha az uyuduğundan, iş yerlerinde dikkatsizlik sonucu ortaya çıkan kazalar artmaktadır.[63]
ABD'de 1970'lerde Law Enforcement Assistance Administration (LEAA) tarafından yürütülen bir araştırmayla başkent Washington, D.C.'deki şiddet içerikli suç oranının %10 ilâ %13 arasında azaldığı görüldü. Ancak yine de LEAA'nın yaptığı bu çalışmada diğer etmenler gösterilmedi, araştırma iki şehirde yürütüldü ayrıca suç olarak tanımlanan eylemler çok dar bir içeriğe sahipti. Bunun sonucunda Ulaştırma Bakanlığı, YSU'nun getirilerinin ülke çapında karşılaştırılmasının imkânsız olduğu sonucuna vardı.[64] Sokak aydınlatmasının suç oranı ve suç korkusu üzerinde az, hatta bazen çelişkili etkilere sahip olduğu ortaya kondu.[65]
Birçok ülkede, yangına karşı güvenlikten sorumlu yetkililer, özellikle sonbaharda, ısınma ve mum yakma oranına bağlı olarak ev yangınlarının arttığı sezon öncesinde vatandaşları, duman ve karbonmonoksit dedektörlerindeki pilleri değiştirmeyi hatırlatması için her sene iki saat değişikliği kullanmaya teşvik etmektedir. Yangından kaçış planını gözden geçirmek ve uygulamak ile benzer aile faciası planları, araç lambalarının bakımı, riskli malzemelerin depolandığı alanların kontrolü, termostatların yeniden programlanması ve mevsimlik aşılar da benzer "yılda iki defa yapılması gereken işler" arasındadır.[66] YSU kullanmayan bölgeler, bunun yerine ilkbahar ile sonbaharın ilk günlerini hatırlatıcı olarak kullanabilir.[67]
Sağlık
Graph of sunrise and sunset times for 2007. The horizontal axis is the date; the vertical axis is the times of sunset and sunrise. There is a bulge in the center during summer, when sunrise is early and sunset late. There are step functions in spring and fall, when DST starts and stops.
Saat değişimleri, 2007'de Greenwich'teki görünür gündoğumu ve günbatımı saatlerine etki etmektedir.[68]
YSU'nun sağlık üzerine etkisi karmaşıktır. Toplum içinde sabit çalışma saatlerine sahip kimseler için daha uzun yaz günleri egzersiz yapmaya teşvik ettiğinden sağlık adına olumlu bir uygulamadır.[69] Ayrıca enleme göre değişse bile, insanların güneş ışığıyla temas halinde kaldığı süre arttığından insanların derilerinde güneş ışığı ile beraber sentezlenen D vitamini, sağlık adına olumludur. Ancak öte yandan bu artan güneş ışığı temas süresi, cilt kanserini de tetikleyebilmektedir.[70] Güneş ışığı ayrıca mevsime bağlı duygusal rahatsızlık adı verilen psikolojik bir bunalım üzerinde oldukça derin bir etkiye sahiptir. YSU, insanları erken kalkmaya itmesi nedeniyle depresyonun önüne geçmede yararlı olabilmektedir.[71] Ancak bazı kesimler bunun tersini iddia etmektedir.[72] Görme engelli bir spor patronu olan Gordon Gund tarafından kurulan Retinitis Pigmentosa Kurumu, 1985 ve 2005 yıllarında YSU için görüşmelerde bulundu.[3][73] Ancak öte yandan uygulamanın gece körlüğü hastası olan insanlara da zarar verdiği bilinmektedir.[74]
Saat değişiklikleri uyku düzenine hasar vererek uyku verimini azaltmaktadır.[9] Bunun yanında biyolojik saate uyum sağlama çalışmaları şiddetli olabildiği gibi haftalarca sürebilir.[75] 2008 yılında yapılan bir çalışmaya göre, intihar eden erkek sayısının ilkbahardaki geçişle beraber arttığı, fakat mevsime sağlanan uyumla beraber tekrar azaldığı ortaya kondu.[76] 2008'de İsveç'te yapılan bir araştırmada, ilkbaharda saatlerin ileri alınmasından sonraki ilk üç gündeki kalp krizi oranı daha yüksekken sonbaharda saatlerin geri alınmasından sonraki ilk üç günde daha düşüktür.[77] 2005 yılında YSU'yu yürürlükten kaldıran Kazakistan, buna neden olarak sağlıkta yaşanan sorunları göstermiştir.[78] 2011 senesinden itibaren Rusya sene boyunca YSU'yu uygulayan ülkeler listesinde.
Karmaşıklık
YSU nedeniyle yapılan saat değişikliklerinin karmaşıklık bakımından olumsuz yönleri de mevcuttur. İnsanların saatlerini değiştirmeyi unutmaması gerekir ve bunun için fazladan bir zaman gerekir. Ayrıca mekanik saatlerin tam duyarlılıkla değiştirilmesi sorun yaratabilir.[79] Saat içeren cihazlar arttıkça, bunları ayarlamak için harcanan zaman artmaktadır.[80] Ayrıca iki saat dilimi arasında çalışıp oturan insanlar her iki YSU uygulamasının da izini takip etmek zorundadır. Öyle ki bazı saat dilimlerinde YSU uygulanırken diğerinde uygulanmayabilir. Bu da gün uzunluklarını değişken hale getirir. Yine görüşmeler, toplantılar, yolculuklar, yayınlar ve fatura sistemlerinde sapma ve bozulmalar görülebilir ve bu da pahalıya mal olabilir.[81] Sonbaharda saatler 02.00'den 01.00'e alınırken saatler 01 : 00 : 00.0 ve 01 : 59 : 59.9 aralığını iki kez okuyacağından sorunlara yol açabilir.[82]
A standing stone in a grassy field surrounded by trees. The stone contains a vertical sundial centered on 1 o'clock, and is inscribed "HORAS NON NUMERO NISI ÆSTIVAS" and "SUMMER TIME ACT 1925".
William Willett'ın anıtındaki saat her zaman YSU'ya tabi tutulur.
Kimi bilgisayar tabanlı sistemler saat değişikliklerinin ardından aksama yaşayabilir veya yeniden başlatılma gereği duyabilir. Bu tarz durumlara örnek olarak 1993'te bir Alman kuruluşunun gördüğü zarar örnek olarak gösterilebilir.[8] Tıbbi cihazlar ise ters durumların ortaya çıkmasına neden olabilir ve bu da doktorların sorumluluğunu üstlendiği hastaların zarar görmesine yol açabilir.[83] Bu sorunlar, YSU'nun kendi içinde yaşadığı değişikliklerle birleştiğinde 2007 yılı sorunu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Yazılım geliştiricileri böyle durumlarda birçok yazılımı test edip düzenlemek zorunda kalır. Ayrıca kullanıcılar da yazılımların son sürümlerini indirip kurduktan sonra bilgisayarlarını yeniden başlatmak zorunda kalır.[10]
Bazı saat değişikliği sorunları, saatleri sürekli ayarlamak suretiyle önlenebilmektedir.[84] Bu ayarlamalar sürekli olmasa bile aşama aşama da yapılarak sorunlar çözülebilmektedir. Örneğin, Willett'ın ilk YSU önerisinde her hafta yirmişer dakikalık değişiklik yapma fikri yer almaktaydı. Ancak bu durum uygulamanın karmaşıklığı arttıracağı düşünülerek uygulamaya hiçbir zaman konmadı.
YSU standart zamanın dezavantajlarını taşır ve hatta artırır. Örneğin, kişiler güneş saatini okurken saat kuşağını ve doğal farklılıkları da hesaba katmalıdır.[85] Ayrıca öğleni takip eden iki saat içinde güneşe çıkmaktan kaçınmak gibi güneşe maruz kalmaya ilişkin kurallar, yaz saati uygulanmaktayken doğruluk ve kesinliğinden kaybeder.[86]
Siyaset
Yaz saati uygulaması, ilk başlatıldığından beri sürekli olarak tartışmalara zemin hazırlamaktadır.[1] Winston Churchill, "ülkede yaşayan milyonlarca insanın sağlık ve mutluluk alanlarında sahip olduğu fırsatları arttırdığını" kanıtlamaya çalıştı.[87] Ancak Robertson Davies ise şöyle bir demeç verdi : "Püritanizm'in kemikli ve mavi parmaklı eli, insanları erken yatırıp erken kaldırarak onları kendilerine rağmen sağlıklı, zengin ve akıllı yapmaya çalışıyor."[88] Bunun üzerine birtakım çevreler kelime oyunuyla "Daylight Slaving Time" (Yaz köleleştirme uygulaması) adı altında bir akım başlattı.[89] Tarihsel açıdan, perakende satış, spor ve turizm etkinlikleri YSU altındaki temel gerekçelerdi. Buna karşılık, tarımsal etkinlikler ve gece hayatı dünyasına olumsuz etkiler bıraktı. Bunun yanında ilk YSU'nun benimsenişi dönemin enerji krizi ve savaş olaylarınca tetiklendi.[90]
Willett'ın 1907 önerisi, bazı siyasi durumları da beraberinde getirdi. Öneri, Balfour, Churchill, Lloyd George, MacDonald, VII. Edward (Sandringham'da yarım saatlik YSU uygulayan kral), Harrods'ın sorumlu müdürü ve National Bank'ın yöneticisi gibi kesimlerden destek gördü. Öte yandan, karşı çıkışlara daha sık rastlanmaktaydı. Başbakan Asquith, William Christie (Kraliyet Astronomu), George Darwin, Napier Shaw (Meteoroloji Ofisi'nin başkanı), tarımsal örgütler, tiyatro sahipleri gibi özel ve tüzel kişiler de karşı çıkan taraftaydı. Birçok oturumun ardından, öneri Birleşik Krallık Parlamentosu'nda az bir farkla reddedildi. Willett'ın destekçileri 1911 ile 1914 arasındaki her yıl benzer yasa tasarıları sundu, ancak karar çıkmadı.[91] Uygulama Amerika Birleşik Devletleri'nde daha büyük bir şüpheyle karşılandı : Andrew Peters, Mayıs 1909'da YSU yasa tasarısını ABD Temsilciler Meclisi'ne sundu. Ancak tasarı komisyonca veto edildi.[92]
Poster titled "VICTORY! CONGRESS PASSES DAYLIGHT SAVING BILL" showing Uncle Sam turning a clock to daylight saving time as a clock-headed figure throws his hat in the air. The clock face of the figure reads "ONE HOUR OF EXTRA DAYLIGHT". The bottom caption says "Get Your Hoe Ready!"
Esnaflar genelde YSU'yu desteklerler. United Cigar Stores, 1918'de bir YSU yasa tasarısı sundu.
1. Dünya Savaşı siyasi eşitliği bozdu. Zira, YSU savaş zamanının kömür darlığı ile hava baskınlarından kaynaklanan elektrik kesintilerinin yol açtığı zorlukları hafifletecek bir yol olarak desteklendi. Öncü Almanya'nın ardından İngiltere 21 Mayıs 1916'da YSU'yu ilk kez kullandı.[93] Pittsburghlu sanayici Robert Garland'ın başını çektiği Birleşik Devletler'de perakendecilik ve imalat alanlarından yarar sağlayanlar YSU için kulis faaliyetleri yürüttüyse de, demiryolu alanından muhalefetle karşılaştı. Birleşik Devletlerin 1917'de savaşa girmesi sonucunda itirazların üstesinden gelindi ve YSU 1918'de kabul edildi.[94]
Savaşın sona ermesiyle, dengelerin sürekli değiştiği ortam geri geldi. Çiftçiler YSU'ya karşı çıkmaya devam etti ve birçok ülke uygulamayı yürürlükten kaldırdı. Britanya ise bir istisnaydı : Ülke çapında YSU'yu sürdürdü ancak yıllar geçtikçe geçiş tarihlerini çeşitli nedenlerle ayarladı. Bu nedenler arasında, 1920 ve 1930'larda Paskalya sabahlarında oluşabilecek saat değişikliklerini önlemeyi amaçlayan özel kurallar da vardı.[26] ABD'nin tutumu daha tipikti : Kongre YSU'yu 1919'dan sonra iptal etti. Willett gibi hevesli bir golfçü olan Başkan Woodrow Wilson, iptal kararını iki defa veto etti. Ancak ikinci vetosu geçerli olmadı.[95] Bundan sonra, yalnızca birkaç Birleşik Devletler şehri YSU'yu bölgesel olarak yürürlükte tutmaya devam etti.[96] Böylece, bunlardan biri olan New York'un döviz piyasası Londra ile ticarette bir saatlik arbitrajı koruyabilirken Chicago ve Cleveland da temposunu New York'a göre ayarlayabiliyordu.[97] Wilson'ın ardından başkan olan Warren G. Harding YSU'ya bir "aldatma" olarak karşı çıktı. Ona göre insanlar bu uygulama yerine, yazları daha erken kalkmalı ve işe gitmeliydi. Harding, Columbia Bölgesi federal çalışanlarına 1922 yazında 09 : 00 yerine 08 : 00'da işe başlamalarını emretti. Bazı iş yerleri bunu uygun bulup uygularken bazıları uygulamadı. Bu deneme bir daha tekrarlanmadı.[98]
Willett'ın döneminden bu yana dünya benzer şekilde politikanın karıştığı pek çok yasal düzenleme, ayarlama ve YSU iptali gördü.[99] ABD'de zamanın tarihi YSU'nun iki dünya savaşı döneminde uygulanmasını kapsar, ancak barış zamanında 1966'ya dek standartlaşma sağlanamadı.[100] 1980'lerin ortalarında Clorox ve 7-Eleven Yaz Saati Uygulaması Koalisyonunun 1987'de ABD'de yaygınlaşmasında ana parasal kaynağı oluşturdu. Her iki Idaho senatörü de, YSU sayesinde fast food restoranlarında daha çok patates kızartması satılacağı ve bunların Idaho patatesinden yapılacağı beklentisiyle uygulamadan yana oy kullandı.[3] 2005'te Sporting Goods Manufacturers Association ile National Association of Convenience Stores'un YSU'nun 2007'de ABD'de daha da yaygınlaşmasında ilişkin kampanyası başarılı oldu.[73] Üç yıllık bir denemenin ardından 2009'da, şehir merkezlerinde olumlu, kırsal bölgelerde ise açık arayla olumsuz oy dağılımıyla, Batı Avustralyalıların %55'i YSU'ya karşı çıktı. Bu, 1975'ten o tarihe kadar YSU'nun reddedildiği ard arda dördüncü referandumdu.[101] Birleşik Krallık'ta spor ve tatil endüstrisi SDST'nin yıl boyunca eklediği bir saatin incelenmesine ilişkin bir öneriyi desteklemektedir.[102]
Radikal İslamcıların gözünde yaz saati uygulaması
1979 İran İslam Devrimi'ne kadar yaz saati uygulamasının kesintisiz olarak sürdürüldüğü ülkedeki uygulama, devrimin İslamcıların eline düşmesiyle birlikte askıya alındı. Zira daha önce Şahlık rejiminde mollalar vaaz verirken cemaate "Yaz saati uygulamasıyla namaz saatini size kaybettirmeye çalışıyorlar" demekteydiler. 1991'e gelindiğinde ülke artık enerji harcamalarının artmasına dayanamayacak duruma geldiğinden yaz saati uygulamasını yeniden başlatıldı. 2005 yılında Ahmedinejad'ın seçimleri kazanmasıyla beraber radikalizm tekrar hızlandı. Yaz saati uygulaması ile birlikte İran'ın enerji tüketiminde azalma olduğu açıklansa da, Ahmedinejad "bunu kanıtlayacak somut bir delil yok" diyerek uygulamaya engel oldu. Mecliste yaşanan tartışmalara muhalefet sayılacak reformcu milletvekilleri (ülkede muhalefet adında bir grubun faaliyet göstermesi mümkün değil) sert bir dille eleştirirken yanlıları ise "Dini gerekçelerin daha kolay icra edilmesi için saatin sabit kalması şart" diyerek uygulamayı askıya aldılar. Daha sonra, 2009 yılında radikal siyasetlerin uygulanmasıyla beraber uygulanan Birleşmiş Milletler ambargolarının da artmasıyla birlikte enerji tüketimini karşılayamayan İran; konuyu yasa haline getirerek Ahmedinejad'ı bu kararı uygulama zorunda bıraktı. İran mollaları ve Ahmedinejad'ın yaz saati uygulamasına seçenek olarak sundukları planda resmi daireler ve okulların günlük olarak sabah ezanından belli bir süre sonra açılması olmuştur.[103]
Programlama
Strong man in sandals and with shaggy hair, facing away from artist, grabbing a hand of a clock bigger than he is and forcing it backwards. The clock uses Roman numerals and the man is dressed in stripped-down Roman gladiator style. The text says "You can't stop time... But you can turn it back one hour at 2 a.m. on Oct. 28 when daylight-saving time ends and standard time begins."
2001 yılında ABD'deki insanların saatlerini el ile ayarlamasını hatırlatan bir genel hizmet reklamı.
Birçok bilgisayar tabanlı sistem, temel aldığı zaman dilimine göre YSU'nun başlangıcı veya bitişiyle beraber otomatik olarak saatlerini ayarlayabilmektedir. Ancak YSU'daki değişiklikler kimi kurulumlarda sorunlara yol açar. Örneğin, Kuzey Amerika'da 2007'de yapılan değişiklikler sonrasında birçok bilgisayar sistemi güncellenme gereği duydu. Bu da Microsoft Outlook gibi e-posta ve takvim yazılımlarını büyük ölçüde etkiledi. Bu da bilgi teknolojisi uzmanlarının büyük bir emek kaybına uğramasına yol açtı.[104] Bazı uygulamalar YSU'ya odaklanarak saat değişikliklerinden ve zaman diliminden kaynaklanan sorunlardan korunmak üzere özelleşmiş durumdadır.[105]
Günümüzde bu alanda en yaygın olarak kullanılan bilgisayar tabanlı uygulamalar zoneinfo ve Microsoft Windows'tur.
Zoneinfo
Zoneinfo ya da yeni adıyla IANA zaman dilimi veritabanı farklı yerlerde gözlenen zaman değişimlerini bir adla simgeler. Unix tipi işletim sistemleri başta olmak üzere Java ve Oracle'da kullanılmaktadır.[106] HP'nin "tztab" veritabanı benzer özellikler sunmasına karşın zoneinfo ile uyumlu değildir.[107] Yerel yöneticilerin YSU kurallarında yaptığı değişiklikler zoneinfo'nun düzenli bakım sürecinde güncellenir. Unix tipi sistemlerde kullanılan TZ çevre değişkeni TZ='America/New_York' gibi IANA veritabanındaki zaman dilimleri listesini üretir.
Eski ya da güncelliğini yitirmiş sistemler yalnızca POSIX'in gerek duyduğu TZ değerlerini desteklerler. Örneğin, TZ='EST5EDT,M3.2.0/02 : 00,M11.1.0/02 : 00' Kuzey Amerika'da 2007'de uygulanmaya başlanan zamanı belirtir. TZ'nin YSU'daki değişimlere koşut biçimde güncellenmesi gerekir. Yeni TZ değerleri tüm yıllar için geçerli olduğundan eski tarihler için sorun yaratabilir.[108]
Microsoft Windows
Zoneinfo'da olduğu gibi, Microsoft Windows kullanıcılarının da bulundukları bölgeye ait zaman dilimini seçerek YSU'yu yapılandırmaları gerekir. İşletim sisteminin zaman dilimi kayıtlarını sakladığı tablonun YSU değişimlerinin ardından güncellenmesi gerekir. İşletim sistemine bağlı olarak farklılık gösteren bu işlem, Windows'un eski sürümleri için geçerli değildir.[109] En çok iki başlangıç ve bitiş kuralı tanımlanabilmesine izin veren Windows Vista, Kanada'da YSU'nun geçerli olduğu bir bölgede 1987–2006 arası ve 2006 sonrası tarihleri desteklemekte, ancak bazı eski tarihlerde sorun yaratmaktadır. Eski Microsoft Windows sistemleri ise yalnızca bir başlangıç ve bitiş kuralı tanımladıklarından bir önceki örnek için yalnızca 2006 sonrası tarihleri desteklerler.[110]
Bu kısıtlamalar zaman zaman sorunlara yol açmıştır. Örneğin, YSU'nun her yıl değiştiği ve bazı yıllar devre dışı bırakıldığı İsrail için Windows 95 1995'ten sonrasına ait tarihleri yanlış göstermiştir. Windows 98'de İsrail'i YSU kapsamı dışında bırakan Microsoft, bu ülkedeki Windows kullanıcılarını saatlerini yılda iki kez elle güncellemek zorunda bırakmıştır. 2005 yılında yürürlüğe giren İsrail Yaz Saati Yasası Yahudi takvimini temel alan bazı kurallar getirmiş; ancak Windows, bu zaman dilimini yıldan bağımsız biçimde uygulamayı başaramamıştır. Zaman dilimi kayıtlarının her yıl elle güncellemesi[111] ve bu işi otomatik olarak yapan araç[112] eski tarihleri kapsamayan geçici çözümlerdir.
Microsoft Windows yerel saati gerçek zamanlı saat olarak saklamakta; bu, aynı makinede farklı Windows sürümleri çalıştırıldığında sorun yaratmaktadır. Microsoft 2008'de RealTimeIsUniversal adlı değişkenin Windows'un gelecekteki sürümlerinde desteklenmeyebileceğini açıklamıştır. İlk kez Windows NT'de kullanılan ve RISC tipi makinelerin UTC'yle kullanılmasına olanak sağlayan değişken üzerinde daha sonra gerekli değişiklikler yapılmamıştır.[113]
Dünya çapında yaz saati uygulaması
Avrupa
Bulgaristan
YSU, 1979 yılında Bulgar Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Avrupa Birliği yaz saati uygulamasını takip etmektedir.
Türkiye
Ana madde : Türkiye'de yaz saati uygulaması
YSU 1947 yılında uygulama tanıtılıp uygulanmaya başladı. 1965 ve 1972 yılları arasında uygulama askıya alındı. 2008 yılında Enerji Bakanlığı uygulamanın kaldırılmasını 2,5 GMT zaman diliminin oluşturulup kullanılmasını önerdi. Fakat çalışmada herhangi bir ilerleme olmamıştır.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı uygulamanın 2013 yılından itibaren kaldırılması için harekete geçti. Planlara göre Bakanlar Kurulu'na gönderilecek yeni kanun tasarısı ile Ekim ayında son kez kış saatine geçilmiş olacak ve böylece 2013 yılın Mart ayından itibaren sürekli yaz saatinde ve GMT +3 zaman diliminde kalınarak, uygulama son bulacaktı.[1] Fakat iş dünyasından gelen tepkiler üzerine bu tasarıdan vazgeçilmiş ve yaz saati uygulaması günümüzde sürmektedir.
Norveç
1916 yılında YSU'ı halka tanıtılıp uygulanmaya başlandı. 1940-1945 yıllarında arasında farklı bir şekliyle uygulanmaya devam edildi. 1965 yılında Norveç Parlamentosu'nda uygulama tartışılıp durdurma kararı alında. YSU'ı 1980 yılında tekrar sunuldu ve günümüze kadar kullanılmaktadır.
Avrupa'da uygulamayan ülkeler
Avrupa'da YSU'nı uygulamayan ülkeler;
İzlanda, küçük bir ülke olmasından ötürü uygulamanın gereksiz olduğu düşüncesiyle uygulanmamaktadır.
Beyaz Rusya
Rusya
Asya
Azerbaycan
YSU, Azerbaycan'da Bakanlar Kurulu'nun 17 Mart 1997 tarihli ve 21 sayılı kararına göre yapılır. Karara göre :
1997 yılından itibaren her yıl mart ayının son pazar günü saat 04.00'te (Azerbaycan saati ile) saatlerin bir saat ileriye alınması ile Azerbaycan Cumhuriyeti sınırlarında yaz dönemine geçilir.
Her yıl Ekim ayının son pazar günü saat 05.00'te (Azerbaycan saati ile) saatlerin bir saat geriye alınması ile yaz döneminden çıkılır.[2]
Afrika
Tunus
YSU'nı 1 May 2005 tarihinde Avrupa'ya bağlı kalarak denenmeye başlanmış ancak enerji tasarrufunda kayda değer bir iyileşme olmamıştır. 2009 yılında iptal edilip standart zaman kullanmaya başlanmıştır.
Afrika'da uygulamayan ülkeler
Cezayir
Angola
Benin
Botsvana
Burkina Faso
Burundi
Kamerun
Yeşil Burun Adaları
Orta Afrika Cumhuriyeti
Çad
Komorlar
Demokratik Kongo Cumhuriyeti
Cibuti
Ekvator Ginesi
Eritre
Etiyopya
Gabon
Gambiya
Gana
Gine
Gine Bissau
Güney Afrika Cumhuriyeti
Güney Sudan
Fildişi Sahili
Kenya
Lesoto
Liberya
Madagaskar
Malavi
Mali
Moritanya
Mauritius
Mayotte
Mısır
Nijer
Nijerya
Kongo Cumhuriyeti
Ruanda
Saint Helena, Ascension ve Tristan da Cunha
São Tomé ve Príncipe
Senegal
Seyşeller
Sierra Leone
Sudan
Svaziland
Tanzanya
Togo
Tunus
Uganda
Zambiya
Zimbabve
---oOo---
--o--
------------------------------------------
Kaynaklar :
Wiki Pedia Halk Ansiklopedisi
-------------------
Etiketler : Başladı?, Faydalari, Kış Saati, Ne Zaman, nedir?, Sommerzeit, Uhrenumstellung, uygulaması, ve, Winterzeit, Yaz saati, zararlari,2016 da ne zaman,2017 da ne zaman,2018 da ne zaman,2019 da ne zaman,2020 de ne zaman,2021 de ne zaman, ne zaman gecilcek,ayin kacinda,ne zaman, geciyoruz,saatleri 1 saat, ilerimi alcagiz,gerimi alcagiz,1saat ileri,alcagiz,1 saat geri alcagiz,
Artık Yıl Nedir? - Kaç Yılda Bir Şubat 29 Çeker - Hangi Yılllar Artık Yıldır?
Artık yıl, Miladî takvimde (Gregoryen takvim) 365 yerine 366 günü olan yıl. Bu fazladan gün (artık gün), normalde 28 gün olan şubat ayına 29 Şubat'ın eklenmesi ile elde edilir. Dört yılda bir yapılan bu uygulamanın nedeni Dünya'nın Güneş çevresinde dönme süresinin (astronomik yıl), Güneş'in aynı meridyenden iki kez geçişi arasındaki ortalama zamanın (gün) tam katı olmamasıdır. Bir astronomik yıl yaklaşık olarak 365,242 gün olmasına rağmen[1] normal bir takvim yılı 365 gündür.
Artık yıl uygulaması ilk olarak MS 46 yılında, Jülyen Takvimi'nde uygulanmıştır.[1]
Artık yılların belirlenmesi
Genel bir kural olarak artık yıllar 4 rakamının katı olan yıllardır:
1992, 1996, 2000, 2004, 2008, 2012, 2016 gibi.
Ancak bu kuralın iki istisnası vardır:
1. 100'ün katı olan yıllardan sadece 400'e kalansız olarak bölünebilenler artık yıldır:
Örneğin 1200, 1600, 2000 yılları artık yıldır ancak 1700, 1800 ve 1900 artık yıl değildir.
Sadece 400'e tam olarak bölünebilenlerin artık yıl kabul edilmesinin nedeni, bir astronomik yılın 365,25 yerine yaklaşık olarak 365,242 gün olmasından kaynaklanan hatayı gidermektir.[1]
2. Hesabı daha da hassas hâle getirmek için, 4000'e kalansız olarak bölünen yıllar da artık yıl kabul edilmez:[1]
Örneğin 4000, 16000, 24000 yılları 400'e tam bölünebildiği halde artık yıl kabul edilmeyecektir.[1]
Diğer takvimler
Jülyen, geliştirilmiş Jülyen ve İran takvimlerinde de benzer kurallarla belirlenen artık yıllar vardır.
AUF Deutsch
Schaltjahr
Als Schaltjahr (lateinisch annus bissextus) wird ein Jahr im Kalender bezeichnet, das im Unterschied zum Gemeinjahr einen zusätzlichen Schalttag oder Schaltmonat enthält.
Das meistens alle vier Jahre stattfindende Schaltjahr im gregorianischen Kalender – einem Sonnenkalender – enthält mit dem eingeschobenen 25. Februar einen Schalttag, so dass der Februar 29 Tage hat. Damit wird das Kalenderjahr längerfristig dem die Jahreszeiten bestimmenden Sonnenjahr (Tropisches Jahr) angeglichen, das fast ¼ Tag länger ist als das 365 Tage lange Gemeinjahr.
Im Religionskalender des Islam – einem reinen Mondkalender – führt der zusätzliche Schalttag eines gelegentlichen Schaltjahrs zur religiös begründeten Angleichung des Kalenderjahrs an den Zeitraum von 12 Mondmonaten (astronomisches Mondjahr). Das astronomische Mondjahr ist um Bruchteile eines Tages länger als das 354 Tage lange gemeine Mondjahr.
In einem im Hintergrund an das Sonnenjahr angepassten Mondkalender (gebundener Mondkalender) – wie im religiösen jüdischen Kalender – wird dem Mondjahr gelegentlich ein 13. Mondmonat (Schaltmonat) zugefügt.
Die Einschaltung eines zusätzlichen Tages oder Monats wird auch als Interkalation bezeichnet.
Sonnenkalender
→ Hauptartikel: Sonnenkalender
Ein Sonnenkalender richtet sich im Unterschied zu einem Mondkalender nach dem Lauf der Sonne. Das davon bestimmte Tropische Jahr hat eine Länge von 365,24219 Tagen (ca. 365 Tage, 5 Stunden, 48 Minuten und 20 Sekunden). Diesem Wert kommen die nachfolgend beschriebenen Sonnenkalender mit Hilfe von Einschaltungen mehr oder weniger nahe.
Julianischer Kalender
→ Hauptartikel: Julianischer Kalender
Unter Gaius Iulius Caesar wurde der bis dahin geltende römische Kalender gründlich reformiert; zum Ausgleich der im Lauf der Jahre angewachsenen Differenzen zwischen den Kalenderdaten und den ihnen ursprünglich zugeordneten Sonnenständen ging der Kalenderreform für das Jahr 45 v. Chr. das sogenannte „verworrene Jahr“ von 47 bis 45 v. Chr. voraus. Bei seiner Reform griff Julius Cäsar auf die ägyptische Lösung – das Einfügen eines Schalttages – zurück.[1] Ab 45 v. Chr. galt dann der julianische Kalender. Der Schalttag wurde in jedem vierten Jahr dem Monat Februar hinzugefügt, so dass in jedem vierten Jahr dem 24. Februar (ante diem sextum kalendas martias, das heißt sechster Tag vor den Kalenden des März) ein zweiter 24. Februar (ante diem bis sextum kalendas martias, das heißt zweiter sechster Tag vor den Kalenden des März) vorangestellt wurde. Das julianische Kalenderjahr hatte danach eine durchschnittliche Länge von 365,25 Tagen, während das astronomische („tropische“) Jahr näherungsweise 365,24219 Tage umfasst. Der Fehler betrug 1 Tag in etwa 128 Jahren.
Gregorianischer Kalender
→ Hauptartikel: Gregorianischer Kalender
1582 fand das astronomische Ereignis Primaräquinoktium (der ersten Tag-und-Nacht-Gleiche im Jahr) schon am 11. März statt. Die aufgelaufene Differenz des julianischen Kalenders gegenüber dem Sonnenjahr betrug also 10 Tage (Festlegung des Frühlingsanfangs auf den 21. März durch das erste Konzil von Nicäa im Jahr 325). Papst Gregor XIII. ließ deshalb zum Ausgleich im Jahr 1582 auf den 4. Oktober den 15. Oktober folgen, wobei die Abfolge der Wochentage nicht verändert wurde; auf einen Donnerstag folgte ein Freitag.
Außerdem wurde die julianische vierjährige Schalttagsregelung derart ergänzt, dass die Jahre 1700, 1800 und 1900 (2100, 2200 und 2300 ...) keinen Schalttag enthalten.
Die Schaltjahrregel im gregorianischen Kalender besteht aus drei Regeln, wobei die erste vom julianischen Kalender übernommen wurde:
Missale Romanum: Extra-Tag im Schaltjahr
Die durch 4 ganzzahlig teilbaren Jahre sind Schaltjahre. Die mittlere Länge eines gregorianische Kalenderjahres erhöht sich dadurch um einen viertel Tag von 365 Tage auf 365,25 Tage.
Säkularjahre, also die Jahre, die ein Jahrhundert abschließen (z.B. 1800, 1900, 2100 und 2200) sind keine Schaltjahre. Im Durchschnitt verringert sich dadurch die Länge des Kalenderjahres um 0,01 Tage von 365,25 Tage auf 365,24 Tage.
Schließlich sind die durch 400 ganzzahlig teilbaren Säkularjahre doch Schaltjahre. Damit sind z.B. 1600, 2000 und 2400 jeweils wieder Schaltjahre. Die mittlere Länge des Kalenderjahres erhöht sich um 0,0025 Tage von 365,2400 Tage auf 365,2425 Tage.
Seit dieser Regelung beträgt der Fehler bei der Länge des durchschnittlichen Kalenderjahres einen Tag pro ungefähr 3231 Jahren, da das tropische Jahr (365 Tage, 5 Stunden, 48 Minuten, 45,216 Sekunden) dem gregorianischen Kalenderjahr (365 Tage, 5 Stunden, 49 Minuten, 12 Sekunden) um 26,739 Sekunden hinterherläuft. So muss voraussichtlich um das Jahr 4813 (Jahr 1582 + 3231 Jahre) ein zusätzlicher Schalttag eingefügt werden, um das Kalenderdatum 21. März wieder in der Nähe des Zeitpunkts des Primar-Äquinoktiums zu positionieren.
Auch nach der Einführung des gregorianischen Kalenders war es noch eine Zeit lang üblich, in einem Schaltjahr den 24. Februar zu verdoppeln (siehe Missale Romanum, nebenstehendes Bild). Bei der Zählung der Kirchentage in der katholischen Kirche galt diese Praxis sogar noch bis 2001. Erst seitdem wird in den Ausgaben des Martyrologium Romanum die Durchnummerierung der Kalendertage zugrunde gelegt und folglich der 29. Februar verwendet.[2]
Orthodoxer Kirchenkalender
→ Hauptartikel: Orthodoxer Kalender
Das gregorianische Kalender-Jahr ist im Durchschnitt etwas länger als das Sonnenjahr. Deshalb schlug die orthodoxe Kirche, nachdem sie jahrhundertelang die gregorianische Kalenderreform verweigert hatte, in jüngster Zeit folgende Schaltregel vor: Abweichend vom gregorianischen Kalender sind die Säkularjahre nur dann Schaltjahr, wenn sie durch 900 geteilt den Rest 200 oder 600 ergeben. Damit wäre das Jahr 2800 kein Schaltjahr, sondern erst das Jahr 2900. Das Kalenderjahr nach dem orthodoxen Kirchenkalender hat eine durchschnittliche Länge von 365,24222 Tagen. Die Differenz zum astronomischen Jahr ist ungefähr ein Zehntel der des gregorianischen Kalenderjahrs.
Französischer Revolutionskalender
→ Hauptartikel: Französischer Revolutionskalender
Im Französischen Revolutionskalender war auch alle vier Jahre ein Schaltjahr. Man begann mit den Jahren 3, 7 und 11 der neuen Jahreszählung. Im Jahr 15 war der Kalender schon nicht mehr in Anwendung.
Mittelfristig sollte wie im gregorianischen Kalender geschaltet werden. Langfristig sollte eine bessere Anpassung an das Sonnenjahr erreicht werden. Man diskutierte, jedes 3600. oder 4000. Jahr zu einem Gemeinjahr zu machen. Bei einem alle 3600 | 4000 Jahre fehlenden Schalttag wäre das durchschnittliche Kalenderjahr 365,24222 | 365,24225 Tage lang gewesen (gregorianisch: 365,24250 Tage; tropisches Jahr: 365,24219 Tage).
Lunarkalender
In Lunarkalendern werden Schaltmonate benötigt, um mit der synodischen Periode des Mondes von 29,530589 Tagen konform zu laufen. Dabei bietet sich ein regelmäßiger Wechsel von „vollen Monaten“ zu 30 und Schaltmonaten („hohler Monat“) zu 29 Tagen an. Mit Sonderregeln werden die fehlenden 0,0306 Tage pro Monat (Metonischer Zyklus, Kallippischer Zyklus und andere) korrigiert.
Daneben gibt es auch Schalttage, um das Lunarjahr mit zwölf Mondmonaten von etwa 354 Tagen durch Einschalten von meist elf „Toten Tagen“, der Zeit zwischen den Jahren, auf einen nicht-interkalierenden Mondkalender zu ergänzen.
Islamischer Kalender
Im islamischen Kalender, einem synodischen, also reinen Lunarkalender, ist die Bestimmung eines Schaltjahres wie folgt festgelegt: Nach einem gebräuchlichen System sind alle Jahre, die bei einer Division durch 30 einen Rest von 2, 5, 7, 10, 13, 16, 18, 21, 24, 26 oder 29 haben, Schaltjahre. Nach diesem System haben im islamischen Kalender alle ungeradzahligen Monate 30 Tage und alle geradzahligen Monate 29 Tage. In Schaltjahren wird dem zwölften Monat ein Tag hinzugefügt, so dass er dann 30 Tage hat. Somit besteht ein Jahr des islamischen Kalenders durchschnittlich aus 354,36667 Tagen. Astronomisch dauern 12 Lunationen 354,367068 Tage. Das islamische Mondjahr ist also um 34,6752 Sekunden zu kurz. Dennoch ist eine gute Näherung in Hinblick auf die Mondphasen erreicht: Erst nach 2492 islamischen Kalenderjahren (also nach 29.904 Lunationen, oder zirka 2418 Sonnenjahren) müsste ein zusätzlicher Schalttag eingeschoben werden, um den Kalender mit der Mondphase wieder im Einklang zu bringen. Gegenüber dem Sonnenjahr ist das islamische Jahr allerdings um 10,876 Tage zu kurz. Deswegen wandert der islamische Jahresbeginn alle 34 Jahre einmal rückwärts durch alle Jahreszeiten.
Jüdischer Kalender
Der jüdische Kalender ist ein Lunisolarkalender beziehungsweise ein gebundener Lunarkalender. Seine Bindung an das Sonnenjahr wird mit Hilfe des Meton-Zyklus vorgenommen. Das Kalenderjahr besteht aus 12 Mond-Monaten mit insgesamt 353, 354 oder 355 Tagen oder aus 13 Mond-Monaten mit insgesamt 383, 384 oder 385 Tagen. Die Schwankungen um einen Tag sind durch religiöse Bräuche bestimmt, sie haben keine astronomische Ursache. In allen Jahren, die bei einer Division durch 19 einen Rest von 0, 3, 6, 8, 11, 14 oder 17 haben, wird vor dem Monat Adar ein Schaltmonat mit 30 Tagen eingefügt. Dieser heißt dann Adar aleph oder Adar rischon (erster Adar), der „normale“ Adar wird zum Adar beth bzw. Adar scheni (zweiten Adar). Alle Feste finden erst im Adar beth statt.
Das ist eine Analogie zum Schalttag im julianischen und im gregorianischen Kalender, bei dem im Schaltjahr ursprünglich der 24. Februar verdoppelt wurde. Die Verdopplung ist nicht mehr zu erkennen, seit der Einfachheit halber im üblichen Rhythmus weitergezählt wird. Heute wird der 29. Februar als Schalttag eingefügt.
Das langjährige Mittel aus den sechs verschiedenen Jahreslängen beträgt 365,2468 Tage. Der Lauf der Sonne wird mit einem kleineren Fehler als im julianischen Kalender nachgebildet. Die Abweichung beträgt einen Tag in etwa 219 Jahren (julianisch: in etwa 128 Jahren).
Chinesischer Kalender
Schaltjahre im traditionellen lunisolaren chinesischen Kalender haben 13 Monate mit 383, 384 oder 385 Tagen statt der zwölf des Gemeinjahres mit 353, 354 oder 355 Tagen.
Zur Berechnung zählt man die Anzahl der Neumonde zwischen dem elften Monat eines Jahres (dem Monat der Wintersonnenwende) und dem elften Monat des folgenden Jahres. Fallen in diesen Zeitraum 13 Neumonde, so wird ein Schaltmonat eingefügt. Der erste Monat, der keinen zhong qì enthält, erhält dieselbe Nummer wie der Vormonat mit einem Zusatz als Schaltmonat. Wenn der Schaltmonat beispielsweise dem zweiten Monat (二月) folgt, dann heißt er einfach „Geschalteter Zweiter Monat“ (chinesisch 閏二月 / 闰二月, Pinyin rùn'èryuè).
Astronomische Kalender
Ägyptischer Kalender
Der im Altertum gebräuchliche altägyptische Verwaltungskalender, auch Wandeljahrkalender genannt, verwendete Jahre, die regulär 365 Tage dauerten und in 12 Monate a 30 Tage aufgeteilt waren. Die fehlenden fünf Tage wurden als Heriu-renpet eingeschaltet. Im Jahr 238 v. Chr. ordnete Ptolemaios III. an, alle vier Jahre einen zusätzlichen Tag (Schalttag) einzufügen, um die Verschiebung der Jahreszeiten zu verhindern.[1]
Von einer ähnlichen Struktur geht auch der französische Revolutionskalender aus.
Maya-Kalender
Auch der Haab-Kalender des Maya-Kalenders verwendet Schalttage: Hier wird nach dem Standardjahr von 360 Tagen (18 Perioden mit je 20 Tagen) ein 5-tägiger Schaltmonat (Uayeb „namenlos“) eingefügt.
--------------------------------
KAYNAKLAR:
Halk Ansiklopedisi Wikipedia
------------------------------
Etiketler : Artık Yıl Nedir?,Kaç Yılda Bir, Şubat ,29 Çeker ,Hangi Yılllar, Artık Yıldır?,Schaltjahr,
MEHMET AKİFİ ANMA VE İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ
İstiklâl Marşı
İstiklâl Marşı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin[1] millî marşı. Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınan bu eser, 12 Mart 1921'de Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir.
Üç kıtada şanlı zaferlerle fetihler yapmış, 23 milyon km2’ye sahip olmuş, küreselleşen dünyaya inat 6,5 asır adaletiyle ayakta durmuş olan Osmanlı İmparatorluğu, girdiği 1. Dünya Harbi’nden yenik çıkmıştır. Emperyalist devletlerce vatan toprakları işgal edilmiş, halkımız adeta her taraftan bir soykırıma tabi tutulmuş binlerce ocak acımasızca yok edilmiştir. Tarihi şanla şerefle yazılı Türk milleti Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu yarımadasında “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolası ile hareket ederek İstiklal Savaşı’na başlamıştır. Tabi bu savaşa yakışacak ömür boyu unutulmayacak bir şiire ihtiyaç duyulmuştur ve 1.TBMM hemen hazırlıklara başlamıştır.
Yıl 1921
Şanlı ordumuz Eskişehir İnönü önlerinde zaferle çıkmıştır. Şanlı bayrağımızın ve kahraman Türk milletinin simgesi olacak milli bir marş yazılması için milli eğitim bakanlığı tarafından bir yarışma açılmış ve kazanana para ödülü verileceği açıklanmıştır. Ülkenin her tarafından pek çok şair duygulu ve heyecanlı şiirleriyle yarışmaya katılmıştır. Mehmet Akif Ersoy’un yarışmaya katılmadığı görüldü. Nedeni sorulduğunda “Milli Marş para ile yazılmaz”. Cevabını verdi. Arkadaşlarının ısrarları üzerine ve kazanırsa ödülünü kahraman orduya vereceği şartı ile yarışmaya katıldı.
Türk milletinin zaferini, yüceliğini ve bayrağımızın kutsallığını en güzel duygularla anlatan istiklal marşı yarışmaya katılan 724 şiir arasından seçilerek MEB bakanı Hamdullah Suphi tanrı öven tarafından büyük millet meclisinde okundu. Bütün milletvekillerince büyük bir coşku ve heyecan içerisinde iki defa ayakta dinlenen istiklal şiiri 12 Mart 1921 de TBMM tarafından milli marşımız olarak kabul edildi
Tarihçe
Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin milli bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla Maarif Vekaleti, 1921'de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. Kazanan güfteye para ödülü konduğu için önce yarışmaya katılmak istemeyen Burdur milletvekili Mehmet Akif Ersoy, Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin ısrarı üzerine, Ankara'daki Taceddin Dergahı'nda yazdığı ve İstiklal Harbi'ni verecek olan Türk Ordusu'na hitap ettiği şiirini yarışmaya koymuştur. Yapılan elemeler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Âkif'in yazdığı şiir coşkulu alkışlarla[2] kabul edilmiştir. Mecliste İstiklâl Marşı'nı okuyan ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver olmuştur.[3][4][5]
Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşı'nın güftesini, şiirlerini topladığı Safahat'a dahil etmemiş ve İstiklâl Marşı'nın Türk Milleti'nin eseri olduğunu beyan etmiştir.
Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katılmış, 1924 yılında Ankara'da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay'ın bestesini kabul etmiştir.[6] Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930'da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör'ün 1922'de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır. Üngör'ün yakın dostu Cemal Reşit Rey'le yapılmış olan bir röportajda da kendisinin belirttiğine göre aslında başka bir güfte üzerine yapılmıştır ve İstiklal Marşı olması düşünülerek bestelenmemiştir. Söz ve melodide yer yer görülen uyum (Prozodi) eksikliğinin (örneğin "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" mısrası ezgili okunduğunda "şafaklarda" sözcüğü iki müzikal cümle arasında bölünmüştür) esas sebebi de budur. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde günümüzde İstiklâl Marşı olarak söylenmektedir.[7]
Marşı : İstiklal Marşı Dinle
Metni
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar -ki şehadetleri dînin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
MEHMET AKİF ERSOY
----------------------------
Kaynakça
^ Ülsever, Cüneyt (25 Mart 2007). "KKTC'de yaşanan Türklük kriziyle ilgili bilgi notu". Hürriyet. 18 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ İstiklâl Marşı Yayın: Milli Eğitim Bakanlığı, Yayın tarihi: 2003.
^ "Maarif vekaleti tezkeresinin okunması (26.02.1921)". TBMM. 18 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ "İlk okunması (01.03.1921)". TBMM. 18 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ "Görüşmeler ve kabulü (12.03.1921)". TBMM. 18 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ "İstiklâl Marşı'nın Altı Yıl Boyunca Kullanılan İlk Bestesi". Youtube. 21 Eylül 2006. Erişim tarihi: 18 Şubat 2015.
^ "İstiklâl Marşı'nın notası". TBMM. Erişim tarihi: 18 Şubat 2015.
RAŞiT TUNCA
BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA


FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik
ALLAH
BAYRAK

Radyo Karoglan
Foruma Misafir Olarak Gir
Forumda Neler Var


GALATASARAY
FENERBAHÇE
BEŞiKTAŞ
TRABZONSPOR
MiLLi TAKIM
ETKiNLiKLERiMiZ