MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 15,402
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 16,602

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)





“Sünnetullâh” (Allâh Sisteminin Değişmez Yasaları)



İsmi “ALLÂH” olanın yeryüzündeki en büyük mucizesi, MUHAMMED MUSTAFA (aleyhisselâm)’dır! O’nun beyni, hakikati ve beyni ile hakikati arasındaki iletişim, yeryüzünde açığa çıkmış en büyük mucizedir!

ALLÂH kulu ve Rasûlü Muhammed (aleyhisselâm)’ın en büyük mucizesi ise Kur’ân-ı Kerîm’dir!

Niçin?

Çünkü “ALLÂH” Rasûlü ve Nebisi olarak, ne kendisinden önce, ne de sonra (kıyamete kadar) hiç kimse O’nun açıklayıp bildirdiklerini açığa çıkaramayacaktır da ondan! Bu yüzden de O’ndan sonra Nebi gelmeyecektir.

Nedir bu mucizevî olay?

Kur’ân, iki ana fikir veya bölümdür birbirine girift hâlde:

1. “Tanrı ve tanrılık kavramı”nın geçersiz olduğunu vurgulayıp; ismi “ALLÂH” olanı bildirmek ve tanıtmak. (Bu Risâletin konusudur.)

2. “SÜNNETULLÂH” adıyla bildirilen evrensel sistem ve düzeni açıklamak; buna dayalı olarak, nelerin yapılmasının veya yapılmamasının insana yararlı olacağını bildirmek. (Bu da Nübüvvetin alanıdır.)

Yaşadığımız Dünya’da otomatik olarak tâbi olduğumuz yasalar ile, tüm evrensel yasalar Kur’ân-ı Kerîm’de “Sünnetullâh” olarak isimlendirilmiştir...

Stringlerin hareketinden; holografik gerçeklikten; evrenler arası ilişkilerden; evrenin enerji bütünselliğinden; kozmolojik ilişkilerden; insanın kendi yapısı ve özündeki Arş’ından Kürsî’sine, semâvatına ve yedi kat arzına kadar tüm ilişkiler yumağı, hep “Sünnetullâh” kapsamında gerçekleşir!

“Sünnetullâh” öncelikle şöyle bildirilmektedir:

    Senden önce irsâl ettiğimiz Rasûllerimiz ile de ilgili sünnetimizdir! (Rasûller doğdukları yerden çıkarılırlar; ardından da onları çıkaran toplumlar helâk edilir!) Bizim sünnetimizde değişiklik bulamazsın. (17.İsra': 77)

    Bu süregelen Sünnetullâh’tır! Sünnetullâh’ta asla değişme bulamazsın! (48.Feth: 23)

    Arzda kibirlenerek (benlikle) ve kötülüğün mekrini (hilelerini) kurarak (uzaklaştılar)... Kötülüğün mekri ise sadece oluşturanları kuşatır! Acaba onlar, öncekilerin tâbi olduğu sünnetten (Allâh sistem ve düzeninden) başkasını mı bekliyorlar? Sünnetullâh için bir alternatif asla bulamazsın! Sünnetullâh’ta bir değişme asla bulamazsın! (35.Fâtır: 43)

Şimdi bir evrensel gerçeği vurgulayalım; bazılarının hafsalaları çok zorlansa veya alamasa da... Zira gerçek gerçektir!

Nokta’dan ilk açılımın olduğu andan, genişleyen evren gerçekliğine dayalı bir şekilde sonsuza dek tüm olan ve olacaklar, Yaratıcı Kudret indînde bellidir ve asla değişmez!

Nokta’dan ilk açılımın olduğu andan itibaren, sonsuza dek tüm olan ve olacaklar, Yaratıcı Kudret indînde bellidir ve asla değişmez!

Bu vurguladığım olay yanında, insanlık tarihinin yeri ise düşünebilenlerce takdir edilir ki, bir hiç mesabesindedir!

Evrende muhakkak ki insan aklının alamayacağı kadar canlı, şuurlu değişik türler mevcuttur;ve bunların tamamı dahi bu “Sünnetullâh” kapsamında değerlendirilir!

Bir ALLÂH Rasûlü uyarısını hatırlayarak konumuza girelim:

“Siz eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız!.. Rahat yataklarınızda yatamayıp “ALLÂH, ALLÂH” diye bağırarak dağlara kaçardınız!”

Acaba Allâh Rasûlü ne anlatmak istiyordu burada dersiniz?

“Sünnetullâh”ı eğer “OKU”yabilirsek...

Evren Anayasası’nın şu ilk maddelerini fark etmeye başlarız:

(1) Tüm yaratılmışlar, bilinçli veya bilinçsiz şekilde mutlak kulluklarını yerine getirmektedir; yaratılış amaçlarına hizmet eder şekilde yaşayarak!

    Yedi semâ (yedi bilinç mertebesindeki tüm yaratılmışlar), arz (bedenler) ve onların içindekiler O’nu tespih eder (Esmâ’sının özelliklerini açığa çıkaran işlevleriyle her an hâlden hâle dönüp dururlar)! Hiçbir şey yok ki, O’nun Hamdı olarak, tespih etmesin! Fakat siz onların işlevini anlamıyorsunuz! Muhakkak ki O, Haliym’dir, Ğafûr’dur. (17.İsra': 44)

    Semâlar ve arzda bulunan (tüm) canlılar ve melâike (ruhanî ve cismanî âlemlere ait varlıklar ve kuvveler), hiç kibirlenmeksizin (benliğe kapılmaksızın) Allâh’a secde ederler (Allâh’a mutlak teslimiyet hâlindedirler). (49. âyet secde âyetidir.) (16.Nahl: 49)

(2) İblis denilen varlığın isyanı dahi mutlak kulluğunun eseridir! Ne var ki mutlak kulluk ifası, tard edilme veya lânete (uzak düşmeye) engel olmaz!

    (İblis) dedi ki: “Rabbim! Bende açığa çıkan Esmâ’n sonucu azdırman yüzünden, yemin ederim ki, arzda (bedenli yaşamlarında) onlara (suçları; Sünnetullâh’a göre perdelilik oluşturan fiilleri) süsleyeceğim ve onları toptan azdıracağım.” (15.Hicr: 39)

(3) Sünnetullâh’ta, ismi ALLÂH olanın “Kudret” sıfatı hâkimdir. İsmi “ALLÂH” olanın “Kaadir” sıfatı gereği, Sünnetullâh denen evrensel sistem ve düzen, her dem güçlünün güçsüzü yok etmesi şeklinde işler! İsmi “ALLÂH” olan, var ettiği sistemde “Kudret” sıfatını ortaya koyar. “Acz” ise sistemde yok olmak içindir! Dolayısıyla, sistemde duygulara ve beşerî değer yargılarına dayalı değerlendirmelerin hükmü yoktur! Acımak veya acınmak sistemin işleyişini etkilemez. Korunmak isteyenler için, içinde bulunulan ortamın gerektirdiği tedbiri almak zorunludur. Duygularına ve beşerî bakış açısına göre yaşayan, bu kararlarının sonuçlarını da yaşar!

    Ey iman edenler! Nefslerinizi (benliğinizi) ve ehlinizi (bedeninizin gelecekteki karşılığını), yakıtı insanlar ve taşlar (tapındıkları heykeller, putlar türü cansızlar) olan Nâr’dan koruyun! Onda hükmedildiği üzere emredildiklerini yapan; kendilerine emrettiği konuda Allâh’a âsi olmayan, çok güçlü, çok şiddetli acımasız, melekler (kuvveler) vardır! (66.Tahriym': 6)

Sistemde duygulara ve beşerî değer yargılarına dayalı değerlendirmelerin hükmü yoktur!

(4) Her birim, her bir anda, kendisinden daha önceki süreçte açığa çıkmış olanın sonuçlarını ve gereğini yaşamaktadır; farkında olsa da, olmasa da! Bu, yaptıklarının cezasını (yani karşılığını) almasıdır. “Bugün”, “dünün” sonucudur; “yarın” ise “bugün”ün sonuçları yaşanacaktır! “Bugün”, yaşadığın andır! “Yarın” ise yaşadığın anın sonrası! Zerre kadar hayır yapan anında karşılığını alır; zerre kadar zararlı fiil ortaya koyan bunun da anında karşılığını alır. Ancak, alınan bu karşılık, beyindeki alındığı devre itibarıyla, kısa veya uzun zamanda belirgin olabilir! Çünkü ortaya konulan fiilin beyindeki hangi devrelerin faaliyeti sonucu oluştuğu, fiilin feedback şeklinde beyinde nasıl bir geri etkileşim oluşturduğu, ve dahi bu geri etkinin beyinde ne zaman hangi şartlar sonucunda devreye gireceği bizim tarafımızdan bilinemez.

    Kitap (kişinin tüm yaşam bilgisi) ortaya konmuştur! Suçlu durumundakilerin hepsinin, o bilgilerden korkup ürpererek “Yandık şimdi! Bu nasıl ‘Kitap’mış (kaydedilmiş bilgi) ki, küçük - büyük demeden tüm düşünce ve yaptıklarımızı kaydetmiş!” dediklerini görürsün... Ne yapmışlarsa onu hazır bulmuşlardır! Rabbin kimseye zulmetmez. (18.Kehf: 49)

    “Kaydedilmiş sayfaları açıldığında...”(81.Tekviyr: 10)

    Kim bir zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görür. (99.Zilzâl: 7)

    Kim de bir zerre ağırlığınca bir şerr yaparsa, onu görür. (99.Zilzâl: 8 )

(5) Her birim için sonsuza kadar sadece yapabildikleri ve yapabildiklerinin sonuçları söz konusudur. Yapmamış olduğunu veya karşılığından mahrum kalmayı getiren bir yanlışı telâfi edebilecek hiçbir mazeretin geçerliliği yoktur.

    İnsan için yalnızca çalışmalarının (kendisinden açığa çıkanların) sonucu oluşacaktır! (53.Necm: 39)

Sünnetullâh

(6) Sistemde geçmişin telâfisi yoktur! Sistemde oluşlar sürekli bir ileriye gidişi oluşturduğundan ve yaşanılan hiçbir an’ın tekrarı söz konusu olmadığından geriye, DÜNE dönmek de imkânsızdır. Dolayısıyla geçmişin telâfisi yoktur! Yalnızca, yaşanılan an’ın değerlendirilmesi söz konusudur! Geçmiş geçmiştir! Geçmişin (ve dahi namazın) kazası da olmaz!

    Eğer o ikisinde (semâlar ve arz) Allâh’tan başka tanrılar olsaydı, elbette o ikisi de düzenini yitirirdi! Arş’ın Rabbi Allâh, onların vasıflamalarından münezzehtir. (21.Enbiyâ': 22)

    Yaptığından soru sorulmaz! Onlar sorgulanır (yaptıklarının sonucu yaşatılır)! (21.Enbiyâ': 23)

(7) Burada basîreti açılmayan, ölüm denen dönüşümden sonra ebediyen kör kalır!

    Kim bu dünyada âmâ (hakikati göremeyen) ise o, gelecek sonsuz yaşamda da âmâdır (kördür)! (Düşünce) yolu (tarzı) itibarıyla daha da sapmıştır! (17.İsra': 72)

( 8 ) İsmi “ALLÂH” olan, bu konuda yeterli bilgiye ve tefekküre sahip olmayanların sandığı gibi, uzayda bir gezegende yaşayan bir tanrı olmadığı için bir gün tanrının karşısına geçip neden türünden soru sormak da kesinlikle mümkün değildir!

(9) İnsan, sonsuz yaşama dönük ne elde etmek istiyorsa, Dünya’da iken bunun gereklerini yapma ve ruhuna bunu yükleme şansına sahiptir. “Ölüm” denen “boyut değiştirme” sonrası, ibadet denen beyin geliştirme çalışmaları söz konusu değildir. Ölümle buna dayalı tekâmül yolu da kapanır! Dolayısıyla yaşam, ibadet denen beyindeki Allâh isimlerine dayalı özellikleri açığa çıkarmak için tek ve eşi bir daha gelmeyecek yegâne şanstır. Bahanesi veya mazereti ne olursa olsun bunu değerlendirmeyen sonuçlarını ebeden değiştiremez!

    Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde dedi ki: “Rabbim beni (dünya yaşamına) geri döndür.” (23.Mu'minûn: 99)

    “Tâ ki (önemsemeyip) uygulamadığım şeylerde (iman üzere yaşamda, kuvveden fiile çıkarmadıklarımda) sonsuz geleceğime yararlı çalışmalar yapayım!”... Hayır (geri dönüş asla mümkün değil)! Öyle bir şey söyler ki geçerliliği yoktur (sistemde yeri yoktur)! Arkalarında yeniden bâ’s olunacakları sürece kadar, bir berzah (boyutsal farklılık) vardır (geri dönemezler; reenkarnasyon da {ikinci defa dünya yaşamı} mümkün değildir)! (23.Mu'minûn: 100)

    Sur’a üflendiğinde (yeni bir bâ’s için süreç başladığında), o gün aralarında nispetler (beşerî, bedensellikten kaynaklanan mensubiyetler, akrabalıklar, etiketler; dünyada birbirlerini tanımalarını sağlayan görünümleri) olmayacak! Sualleşmezler de (dünyadaki nispetlere/iletişime göre birbirlerini sormazlar da). (23.Mu'minûn: 101)

(10) Her birim, incir içindeki çekirdek ya da spermdeki insan gizliliği gibi, kendisinden sonrakini içinde barındırır içinde bulunduğu boyuta göre. Velev ki, açığa çıkmasa...

(11) İnsanın farkı, kendi semâvatında yükselerek veya özündeki hakikat noktasına urûc ederek beşerî değer yargıları ve duygulardan arınmış bir hâlde, “halife” olmayı başarabilme olanağına sahip olmasıdır!

    “HÛ” ki sizi arzda halifeler olarak meydana getiren (hilâfet özelliği; meydana getirilmiştir, yaratılmamıştır. Bu ince ve derin düşünülmesi gereken bir konudur. A.H.)... Kim nankörlük eder (birimsel, bedensel zevkler ve kabuller uğruna halifeliğini örter) ise, onun (hakikatini) inkârı kendi aleyhinedir! Hakikat bilgisini inkâr edenlere bu inkârları Rableri indînde şiddetli gazap yaşatmaktan başka bir şey artırmaz! Hakikat bilgisini inkâr edenlere inkârları hüsrandan başka bir şey eklemez! (35.Fâtır: 39)

(12) Hedefine ulaşarak yeni bir boyuta sıçrama yapan bir tek spermin yanı sıra, milyonlarcası hedefe ulaşamamanın sonucunu yaşamaktadır ve onlara hiç acıyan da yoktur!



Bu arada bir de ekleme yapalım konumuza, “Sünnetullâh” ile “sünnet-i Rasûlullâh”ı ayrı şeyler diye öğrenmiş olanlar için.

Bazıları Allâh Rasûlü’nü, yetişme şartlanmaları ile “baba” gibi kabul ediyorlar. Hâlâ hiçbir şey anlamış değiller!

“RASÛL”ler birimizin, babası amcası falan değillerdir; ALLÂH Rasûlleri’dir... Tâ o devirlerden beri bu mahalle yaklaşımı ne yazık ki hâlâ devam etmektedir. Bunun ne demek olduğunu düşünemeyenlere zaten bir şey anlatmak mümkün değildir! İşte âyet:

    Muhammed, sizin ricalinizden birinin babası değildir!.. Fakat Allâh Rasûlüdür; Nebilerin Hâtemidir (zirvesi - sonuncusudur)... Allâh, her şeyi (B sırrınca) Aliym’dir. (33.Ahzâb: 40)

Umarım artık O’nu baba gibi kabul etmeyi bırakıp, gerçek hüviyetiyle değerlendirirsiniz!

Tasavvurundaki tanrısına, “ALLÂH” adını etiketleyip göğe oturtan, sonra da yerde peygamberi olduğunu sananlar için, elbette ki “Sünnetullâh” diye bahsedilen ile “sünnet-i peygamber” ayrı ayrı şeylerdir! Biz, tasavvufun “vuf”una eremeyip “tasa”sında kaldığı için vahdet hikâyeleriyle uğraşan nice kişide dahi bu ayırıma rastladık... Bırakın, her şeye sırf zâhir gözüyle bakanları bir yana...

    (O), hevâsından (hayalî şeyleri) konuşmaz! (53.Necm: 3)

Âyeti başlı başına yeterlidir düşünebilen beyinler için “Allâh Rasûlü ve Nebisinin sünneti”nin “Sünnetullâh” üzere olduğunun. Ayrıca bu konudaki değişik hadislerle konuyu detaylandırmaya gerek duymuyorum. İsteyen araştırsın bu konudaki hadisleri.

Kim olursa olsun, her birim “zerre”dir, “küll”e ayna olan; ve kendisindeki hakikatin özellikleriyle (Esmâ’sıyla) O’nun muradını zâhire çıkartır!

“TEK”ten “çok”a bakma yetisi kendisinde açığa çıkmayanların bu sırrı anlamaları mümkün değildir; velev ki taklit yollu kabul edebile...

“Kelime-i şehâdet”in anlamını idrak ederek söyleyebilen cennete girecek olandır!

Ne var ki Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın “tanrı peygamberi” değil, “ALLÂH kulu ve RASÛLÜ” olduğunun idrakinde olarak buna “ŞEHÂDET” edebilecek “İNSAN” sayısı da galiba o kadar fazla değildir yedi milyarlık Dünya’da!

Ahmet Hulusi

24 Haziran 2005
Raleigh – NC, USA


BUNLARI YAPANI BİLİYORMUSUNUZ

– BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ –
• İlk defa elektriği, gazı getiren, ilk modern eczanemizi açtıran,
• İlk otomobili getiren, 5 bin km kara yolunu yaptırtan,
• Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına yaptıran, atlı ve elektrikli tramvaylar kuran,
• Kudüs-Yafa, Ankara-İstanbul ve Hicaz demir yollarını yaptıran (Haydarpaşa Tren İstasyonunu da tabi),
• İstanbul’un binlerce fotoğrafını çektiren, Arkeoloji müzeciliğini başlatan,
• Chicago’daki turizm fuarına ülkemizi ilk kez sokan,
• Kuduz aşısının bulunmasından sonra Ülkemizin ilk Kuduz Hastanesini (İstanbul Darü’l-Kelb Tedavihanesi) açtıran,
• Polisiye romanların ülkemize girişini sağlayan, (14 yıl içinde basılan 4000 kitaptan sadece 200 kadarı dinle ilgili idi..)
• Okullara (Hristiyan okulları dahil) gönderdiği emirde, Türkçe’nin iyi öğretilmesini isteyen, Paris’te İslam Külliyesi kuran!
• Teselya savaşı sürerken saraylı hanımlara askerler için çamaşır diktiren de, hastaneleri ziyaret edip hastaların ihtiyaçlarını soran da, sarayın bahçesinde bile hastalara hizmet ettirten de!


• Midilli adasını eşi Fatma Pesend Hanım’ın şahsi mülkünden ısrarla verdiği para ile Fransızlardan geri alanda O!
• Israrla yerli kumaş giyen, Hereke bez fabrikası ve Feshaneyi kuran,
• Ziraat Bankasını kuran, Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odalarını açtıran,
• Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikalarını,
• Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderen, bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetleri moda eden,
• Mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap gönderen,
• Yoksul halkına kendi cebinden ödeyerek kömür dağıtan,
• Ermeni Onnik’in mektubu üzerine kendi parasından takma bacak yaptırtan,
• Biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis eden,
• Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirten, ücretsiz kitap dağıttıran, 6 bin kitabın çevrilmesini sağlayan, Beyazıt kütüphanesini kurup 30 bin kitap bağışlayan (10 bini el yazmasıdır),
• Yabancı bilim adamı ve yazarlara Nişanlar veren,
• Her yıl 30 bin saksı satın alıp çiçek ektiren,
• Bizim Hekimbaşı çöplüğü dediğimiz yerde gül yetiştiriciliği yaptıran da (Isparta’daki gül yetiştiriciliği de O’nun öncülüğünde başlamıştır),
• Türkiye’nin birçok yerinde saat kuleleri yaptıranda O dur! (İzmir,Dolmabahçe..),
• Hindistan, Cava, Afganistan, Çin, Malezya, Endonezya, Açe, Zengibar, Orta Asya ve Japonya ya elçiler ve din adamları gönderen,
• Latin Amerika ülkeleri ile diplomasiyi başlatan,
• Yalova Termal kaplıcalarını kurduran, Terkos’un sularını İstanbul’a taşıtan, Bursa’nın bir köyünde bile çeşme yaptırabilen O dur, (Sadece İstanbul’a 40 çeşme yaptırmıştır),
• Sarayında yaptırdığı tiyatroda oyunlar ve opera izleyen,
• Sarayda müzik okulu kurduran, çocuklarına piyano çaldırtan, hatta sarayda kızlar bandosu oluşturan,
• Kendi elleri ile yaptığı marangozluk eşyalarını hediye etmeyi seven,
• Kendisine yapılan bombalı suikast de 26 kişinin ölmesine, 58 kişinin yaralanmasına rağmen Ermeni katili affedip Avrupa da hafiyelik yapmaya gönderen de O dur.
• Doğu Türkistan’a gönderdiği askeri yardım ile Çinlilere karşı onları örgütleyen, Çin’in göbeği Pekin’de Hamidiye Üniversitesini kurdurtan da,
• Yeni gemiler alan, toplar(Çanakkale Savaşı’ndaki çoğu top), tüfekler getirten de!
• Telefonu Avrupa’dan 5 yıl sonra ülkemize getiren de O dur!
• Kiliselere, sinagoglara yardım eden (hatta Vatikan’da kilise yapılmasına bile yardım eden),
• Peygamberimize, dinimize veya Osmanlıya hakaret içeren oyunları kaldırtan (Fransa-İngiltere-Roma-ABD) (Bir piyes için bile Alman İmparatorunu devreye sokmuştur),
• ABD’nin Erzurum’da konsolosluk açmasını reddeden, İzmir limanına izinsiz girmeye kalkan ABD savaş gemisini top ateşine tutturan,
• İstanbul boğazı için iki köprü projesi çizdiren (bir tanesi tam bu günkü Fatih S.M.köprüsünün bulunduğu mevkidedir),
• Darülaceze yaptırıp içine sinagog, kilise ve cami koyduran,
• Çocuk hastanesi (Şişli Etfal [çocuklar] Hastanesi) açtıran,
• Kendisine “Allah’ın belası”diyen Namık Kemal’i Rodos ve Sakız adası valiliklerine atayan, parasını cebinden ödediği yerde kabir yaptırtan,
• Posta ve Telgraf teşkilatını kurduran (Sirkeci Büyük Postane binası..),
• Abdülhamit ve Abdülmecid (dünyanın ilk torpido atan denizaltısı) adında denizaltılarımızı Taşkızak tersanesinde yaptırtan da (üstelik kendi cebinden..), O!
• 15 tane okulda karma eğitime ilk defa geçen,
• Öğretmen yetiştirmek için okullar yaptıran (32 tane) (ör.şimdiki adı ile Bursa Çelebi Mehmet okulu), Kız Öğretmen Okullu açan (Daarül Malumat),
• Cami yaptırdığı her köyde birde ilkokul yaptıran (Mesela sadece Sivas’taki ilkokul sayısı 1637), okuma yazma oranının 5 kat arttıran, (1900 yılında ilkokul sayısı 29.130’u bulmuştu, sadece Anadolu’da 14 bin ilkokul vardı)
• Orta okul (Rüşdiye)sayısı 619’a çıktı, Fransızca dersleri konuldu,
• Lise eğitimi için İdadiler açan (109 tane), (İstanbul Erkek-Kabataş Lisesi..)
• İstanbul’da Darülfünün (Üniversite) geliştiren Dünyanın ilk Dişçilik okulunu kuran,
• Ayrıca Deniz Mühendis Okulu, , Kuleli Askeri okulu, Mekteb-i Harbiyeler (Harp Okulları yani) ,Askeri Baytar Okulu, Kurmay Okulu, Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fak.), Mekteb-i Tıbbıye-i (Marmara Ünv.Tıp Fak.), Mekteb-i Hukuk, Ziraat ve Baytar Mektebi, Hendese-i Mülkiye (Yüksek mühendis okulu), Daarül Muallim-i Adliye (Yüksek Adalet Okulu), Maliye-i Mekteb-i Ali (Yüksek Ticaret Okulu), Ticaret-i Bahriye (Deniz Ticaret Okulu), Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel sanatlar fak.), Hamidiye Ticaret Mektebi (İktisadi ve Ticari ilimler akademisi), Aşiret Mektebi (Osmanlılık fikrini yaymak için), Bursa’da İpekböcekçiliği okulu, Dilsiz ve Âmâ Okulu, Bağcılık ve Aşıcılık Okulu, Orman ve Madencilik Okulu, Polis Okulu onun tarafından kurulmuştur.
• Unutmadan bide Ankara’da Çoban Okulu var..
İngilizlerin oyunu, İttihatçıların tertibi ile “Din elden gidiyor!” gibi komik bir gerekçe ile 31 Mart vakasına maruz bırakılan,
1895-96’da Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından kurulmak istenen devleti, Hamidiye Alayları ile bastıran, bu sebeple Fransız tarihçi tarafından Kızıl Sultan diye isimlendirilen büyük sultan ABDULHAMİD HAN mekanın cennet olsun.


Kâbe kendini ziyaret edenlere AYNA oluyor!

Kâbe kendini ziyaret edenlere AYNA oluyor!

Kâbe kendini ziyaret edenlere AYNA oluyor!
Orada herkes kendi kalbindekileri yaşıyor.
Kimi benliksizliğini, Kimi de dünyasındakileri!
Ya orada çok güzel şeyler yaşayıp da Dönüşte dünyasına dönenler?
Allah'ı bilip de egoyla yaşamayı seçmekten Allah'a sığının!
Herkesi Yaratan, ne amaçla yaratmışsa bizleri, kulluktan başkaca yapacak bir şeyimiz yok.
Kimseyi ayıplayıp suçlamayın! Bu gaflettir!
Beynin çalışma sistemini bilen, Herkesin istiyerek veya istemiyerek Allah'a secde hâlinde olduğuna şehadet eder.
Basit bir soru:
"Sizi de fiillerinizi de Allah yarattı" derken Kurân;
Beni yaratmadan önce bana mı sordu hangi özelliklerle dünyaya gelmemi?

Allah'a mutlak olarak teslim olmuşluğunun idrakına eren Selâmet bulur!

"İslâm - Neden islam

Âyetinde de işaret edilen mânâ, tüm varlıkların bu “doğal ve zorunlu teslimiyeti”dir...

Yani bir diğer ifadesiyle;

Evren tüm içindekileriyle ALLÂH’a teslim hâldedir!..

KESİNLİKLE TÜM VARLIKLAR ALLÂH’A TESLİMDİR; Kİ BU, GERÇEK DİNDİR!

“BEN CİNİ VE İNSİ YALNIZCA (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!” (51.Zâriyat: 56)

Allâh’ın bir gaye için yarattığının, o gayeye hizmet vermemesi mümkün değildir!.. Muhaldir!
“ALLÂH KİMİN DERÛNUNU İSLÂM’I KAVRAYACAK ŞEKİLDE GENİŞLETTİ İSE, O RABBİNDEN BİR NÛR ÜZERE DEĞİL MİDİR?..” (39.Zümer: 22)

Evet, “İslâm”ı gerçek anlamıyla kavrayabilmek son derece büyük ve önemli bir iştir; ki Rabbinden kendisinde açığa çıkan bu “NÛR” yani gerçeği fark etme-kavrama gücü, kişiyi evrensel sistemi tanıma noktasına ulaştırır!

Şimdi biz âyetleri anlamak için incelerken, öncelikle şunun üzerinde çok duracağız... Âyetin başında ve sonunda herhangi bir sınırlama, bir istisna var mı, yok mu?.. Önce buna bakacağız!

Mesela:

“‘HÛ’ Kİ SİZİ ARZDA HALİFELER OLARAK MEYDANA GETİREN…” (35.Fâtır: 39)

Derken insanın halifeliğini “arz-yeryüzü” ile sınırlıyor! Yeryüzünde halife! Burada bir sınırlama var!

Fakat, “Kesinlikle Allâh indînde Din İslâm”dır derken, orada bir sınırlama bir kayıt yok... Yani, Dünya’da veya falanca galakside demiyor!

Nerede?..

Dünya’da da! Dünya’nın içinde bulunduğu Güneş sisteminde de! Diğer galaksilerde de!

Kâinatın tamamında yani bütün bu evrenin tüm yapısında, her zerrede, her noktada bütün varlıklar Allâh’a teslimdirler! Burada kesin olarak işte bunu vurguluyor!

Yalnız burada gözden kaçırmamamız gereken nokta şudur:

“Bütün varlıklar Allâh’a teslim olmuş vaziyettedirler” derken, birimler kendi özgür iradeleriyle “Allâh”a teslim olmuş, değil!

Birim, “FITRATIYLA” yani varoluş şekli ve programıyla Allâh’a teslim olarak yaratılmıştır zaten!..

Birim, Allâh’ın indînde, dilemesine uygun olarak meydana getirilmiştir Allâh tarafından...

“FITRATIYLA” meydana getirildiği için de, teslim olmuş durumdadır! Yani, birimin teslimiyeti dediğimiz, “Allâh’a teslim olma hâli” dediğimiz, içinde bulunduğu hâl, varoluşundan yani “fıtrat”ından meydana geliyor otomatikman!..

Yapısından, nüvesinden, özünden meydana geliyor!

İşte bunu izah içindir ki Hz. Rasûlullâh:

“Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar” demiştir[1].

Olaya yüzeysel bakanlar diyor ki; “Müslümanlığı kabule istidatlı olarak doğar her doğan çocuk”!

Hayır! Olayı yalnızca “müslümanlık”la kısıtlayarak dar anlamda almayalım!

Her doğan çocuk; ki bunu bebek diye de; veya geniş kapsamlı olarak kâinatta var olan her varlık diye de anlamak mümkündür... İslâm fıtratı üzere doğar, yani İslâm kelimesinin açıkladığı mânâda, programlanmış olarak meydana gelir.

Nitekim başka bir âyet:

“DE Kİ: ‘HERKES YARATILIŞ PROGRAMI (fıtratı - şâkılesi) DOĞRULTUSUNDA FİİLLER ORTAYA KOYAR!’” (17.İsra’: 84)

Âyette geçen “ŞÂKILE”, daha önce izah ettiğimiz, “FITRAT’ın oluşturduğu programın doğrultusu”, anlamındadır...

İşte bu husus, “İslâm”ı açıklar.

Yani, var olan bütün birimler; “KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR!” hükmünce meydana gelmiştir.

Bu yüzdendir ki “İslâm”, Dünya’da sadece belli bir kavmin veya insan topluluğunun dini değil; kâinatta geçerli olan nizam, ilâhî düzendir!

Şayet bunu anlayabildiysek, artık “İslâm”ı dar mânâda sadece belli ölçülerle, şekillerle kayıt altına almayalım!

“İslâm”; Allâh’ın, dilediği mânâları ortaya koymak üzere, kâinatta mevcut tüm birimleri kendi ilmiyle, ilminden, dilediği yapı ve özelliklerle; dolayısıyla da kendine “TESLİM” bir hâlde halketmesi; ve birimlerin de bu gayeye yönelik davranışları doğal olarak ortaya koymalarıdır.

Bu durumda bir kişinin “İslâm”ı fark ve kabul etmesinin doğal sonucu olarak ne yapması gerekir?

Ahmet hulusi


Allah’ın Beraber Oldukları - Kur’an Çözümünde Kavramlar

1-AYETLER :  Tespit edebildiğimiz kadarı ile 21 ayette “ALLAH’IN BERABER OLDUKLARI”  geçiyor. Kur’an’da geçen “Allah ….. ile beraberdir” ayetleri; Maiyet Sırrı ile ele alınmak

durumundadır. O nedenle bu çalışmada bazı iman ve amel sahiplerinin “ALLAH’LA BERABER OLMA” sını içeren ayetlerin yanı sıra  “MAİYET SIRRI” içeren ayetler de konuya dahil

edilmiştir..
BAKARA153-)Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (  dayanma kuvvesi) ve salât (  hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede ile) yardım

isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerledir (  Es Sabûr Esmâ’sıyla-mâiyet sırrı).194-)Haram ay, haramınız olan aya bedeldir… Ve buna hürmette eşitlik esastır. O hâlde haddi aşıp

(  bu süreçte) size saldırana, saldırganlığının misliyle siz de saldırın! Allah’tan korunun, ve iyi bilin ki Allah korunanlarla beraberdir.

249-)Talut, ordusuyla yola çıktığında (  askerlerine) dedi ki :  “Muhakkak Allah sizi bir nehir ile sınayacaktır. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa o da

bendendir. Eliyle bir avuç kadar alan müstesna”… Fakat içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Ne zaman ki O ve beraberindekiler nehrin karşı yakasına geçtiler, “Calut ve

ordusuna karşı savaşacak gücümüz kalmadı” dediler. Allah’a kavuşacaklarını (  imanları sebebiyle) özlerinden gelen (  yakîn) ile bilenler ise :  “Pek çok defa, az bir topluluk

Allah’ın izniyle (  biiznillah), kendilerinden çok fazla topluluğu yenmiştir. Allah dayananlar ile beraberdir” dediler.

NİSA

108-) (  Münafıklar-ikiyüzlüler) insanlardan gizleyebilirler ama Allah`tan asla! Oysa O beraberdi (  tasavvufî anlayışla mâiyet sırrı-Allah`ın, kulun her zerresini Esmâ`sıyla

varetmesi hakikati) onlarla gece boyu, Allah`ın hoşlanmadığı şeyleri kurgularlarken. Allah yapmakta olduklarına Muhît`tir!

ENFAL

12-) Hani Rabbin melâikeye şöyle vahyetmişti :  “Muhakkak ben sizinle beraberim (  Allah melekle yan yana olmayacağına göre; anlatılmak istenen {tasavvufta mâiyet sırrı diye

bahsedilen} :  meleklerin, kendilerindeki kuvvet ve kudretin Allah`ın kuvvet ve kudreti bilincini taşıdıkları realitesine işaret olunmaktadır)… İman edenleri sâbitleyin… Hakikat

bilgisini inkâr edenlerin kalplerinde korku oluşturacağım… (  Onların) boyunlarının üstüne vurun (  vehim üzere sâbitleyin) ve onların her parmağına darbedin.”

19-)Eğer siz fetih (  zafer) istiyorsanız, işte size (  Bedir’de) fetih geldi… Eğer (  Rasûlullah’a direnmekten) vazgeçerseniz, o sizin için daha hayırlıdır… Şayet (  şirke)

dönerseniz, biz de döneriz! (  O durumda) topluluğunuz çok da olsa size hiçbir faydası olmaz… Kesinlikle Allah iman edenlerledir (  kendinde açığa çıkan havl ve kuvvetin

Allah’ın olduğunu yaşayanlarladır)!

46-)Allah’a ve Rasûlüne itaat edin, birbirinizle zıtlaşmayın; (  yoksa) korkuya kapılırsınız ve rüzgârınız (  kuvvetiniz) gider… Sabredin… Muhakkak ki Allah “Es Sabûr” isminin

özelliğiyle sabredenlerledir.

66-)Şu an Allah sizden yükünüzü hafifletti, çünkü biliyor ki sizde zayıflık var… (  O hâlde) sizden dayanan yüz olursa, iki yüze galip gelirler… Sizden bin olursa, Allah’ın

izniyle (  Bi-iznillah), iki bine galip gelirler… Allah sabredenlerle beraberdir.

TEVBE

36-) Muhakkak ki Allah indînde, semâları ve arzı halkettiği süreçte Allah ilminde, ayların adedi on ikidir… Onlardan dördü haram (  aylar)dır; (  Muharrem, Receb, Zilkaide,

Zilhicce)… İşte Din-i Kayyım (  geçerli, payidar sistem) budur… Onlar (  haram aylar) içinde nefslerinize zulmetmeyin… Müşriklerle savaşın, onların hep birlikte sizinle

savaştıkları gibi… İyi bilin ki Allah korunanlarla beraberdir (  mâiyet hakikatine işaret).

40-)Gerçekten Allah O’na yardım etmiştir, siz O’na yardım etmeseniz de! Hani hakikat bilgisini inkâr edenler O’nu (  yurdundan) çıkmak zorunda bıraktıklarında; O, ikinin

ikincisi (  iki kişiden biri) idi! Hani onlar (  Hz.Rasûlullah ve Hz.Ebu Bekr) mağarada idiler… Hani arkadaşına :  “Mahzun olma, muhakkak ki Allah bizimle beraberdir (  mâiyet

sırrına işaret ediyordu)” diyordu… Allah, sekinetini (  güven duygusuyla oluşan sakinlik) O’nun üzerine inzâl etmiş ve O’nu görmediğiniz ordularla desteklemişti. Hakikat

bilgisini inkâr edenlerin sözlerini süfla (  en aşağı) kılmıştı… Allah sözü, işte ulyadır (  en üstün)! Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.

123-)Ey iman edenler! Küffardan (  gerçeği inkâr edenlerden) size yakın olanlarla savaşın! Sizde şiddet, azîm, yoğun iman yaşamını bulsunlar… Bilin ki Allah korunanlarla

beraberdir!

HUD

36-)Nuh`a vahyolundu ki :  “Halkından, iman etmiş olanlar dışında kimse iman etmeyecek… (  Artık) onların yapmakta olduklarından dolayı üzgün olma!”

37-) Gözlerimiz olarak (  mâiyet sırrına işaret bu ifade), vahyimizce gemiyi yap… Zâlimler hakkında (  şefaat için) bana yönelme… Kesinlikle onlar boğulacaklardır!

KEHF

24-) Sadece “inşâ Allah = Allah inşa ederse” kaydıyla demen, müstesna!.. Unuttuğunda Rabbini (  hakikatin olan Esmâ mertebesini) zikret (  hatırla)!.. Ve de ki :  “Umarım Rabbim

beni kurbunda (  mâiyet sırrının yaşandığı Tecelli-i Sıfat mertebesi. {İnsan-ı Kâmil, Sıfatların tecellisi bahsi; Abdülkerim Ceylî. A.H.}) olgunluğa erdirir.”

TAHA

45-) “Rabbimiz! Doğrusu biz, bizim aşırı üstümüze gelmesinden veya taşkınlık yapmasından korkarız” dediler.

46-) “Korkmayın! Muhakkak ki Ben sizinle olarak işitir ve görürüm (  mâiyet sırrı)” dedi. (  Sahih Kudsi hadis :  “……Ben kulumun görür gözü işitir kulağı olurum……”)

MÜMİNUN

27-) Bunun üzerine Ona (  Nuh`a) vahyettik ki :  “Gözlerimiz olarak (  gözetimimiz anlamına gelse de burada mâiyet sırrına işaret vardır) ve vahyimizle gemiyi yap… İş

başladığında (  sular yükseldiğinde) ve fırın kaynadığı (  buhar kazanı mı vardı acaba) vakit, her eşi olandan bir çift ve onlardan, aleyhine daha önce hüküm verilmiş olanlar

hariç ehlini, gemiye al. Zâlimler hakkında benimle muhatap olma! Kesinlikle onlar boğulacaklardır.”

NAHL

128-)Kesinlikle Allah korunanlar ve muhsinlerle (  Allah için yaşamakta olduğunun farkındalığında olanlarla) beraberdir.

ANKEBUT

69-)Biz’e (  ermek için nefsine karşı) savaş verenlere gelince, elbette onları yollarımıza ulaştıracağız… Kesinlikle Allah, yakîn ehliyle (  ihsan sahibi {Allah’a

görüyormuşçasına yönelen}) elbette beraberdir! (  Mâiyet sırrı.)

MUHAMMED

33-)Ey iman edenler! İtaat edin Allah’a ve itaat edin Rasûl’e; yaptıklarınızın getirisini geçersiz kılmayın!

34-)Muhakkak ki hakikat bilgisini inkâr edenler, (  insanları dışsallık veya içsellik yüzünden) Allah yolundan alıkoyanlar, sonra da hakikati inkârlarıyla ölenler var ya, Allah

onları asla bağışlamayacaktır!

35-)Gevşemeyin ve siz üstünken, selm’e (  barışa, Hak ile bâtılı uzlaştırmaya) çağırmayın! Allah sizinle Birliktedir! Sizin yaptıklarınızı asla eksiltmeyecektir.

HADİD

4-)O, semâları ve arzı altı süreçte yaratan, sonra da arşa istiva edendir! Arza gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı ve onun içinde urûc edeni bilir… Nerede olursanız O

sizinle (  hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ’sıyla varolması sonucu) beraberdir (  Mâiyet sırrına işaret)! Allah yaptıklarınızı (  yaratan olarak) Basîr’dir.

MÜCADELE

6-) Gün gelir, Allah onların hepsini bâ`s eder (  yeni bir özellikle yeni bir boyutta diriltir) de yaptıklarını onlarda haber verir… Allah, onu (  kendilerinden açığa çıkanları)

kayda almış, onlar ise onu unutmuşlardır… Allah her şey üzerine Şehîd`dir.

7-) Bundan daha az da olsalar, daha çok da olsalar; nerede olursa olsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir (  Esmâ`sıyla, “yok”ken var kıldığı için – Mâiyet sırrı)! Sonra kıyamet

sürecinde yaptıklarını (  açığa çıkaran olarak) kendilerinde haber verir! Muhakkak ki Allah Bi-küllî şey`in (  şey`in Esmâ`sıyla hakikati olarak) Bilen`idir.

HAŞR

23-) “HÛ” Allah, tanrı yok, sadece “HÛ”! Melîk`tir (  efâl, oluşlar âleminde mutlak hükmü yürüyen), Kuddûs`tür (  yaratılmışlığa ve kevne ait nitelenmelerden, yaratılmış

kavramlardan münezzeh), Selâm`dır (  yaratılmışlarda yakîn ve kurb hâlini oluşturup mâiyet sırrını açığa çıkartan), Mümin`dir (  iman açığa çıkartarak hakikatini müşahedeye

yönelten), Müheymin`dir (  gözetip himaye eden, muhteşem azametini seyirde yaratılmışlığı kaldıran), Azîz`dir (  karşı konulması imkânsız olarak dilediğini yapan), Cebbâr`dır ( 

iradesini zorunlu kabul ettiren), Mütekebbir`dir (  Mutlak yegâne Kibriyâ {eniyeti} olan)! Allah, onların ortak koştukları tanrı kavramlarından Subhan`dır!

2- İNCELENECEK METİNLER :  (  3. Md.de bu metinlerden özet yapılmıştır)

İNSAN-I KAMİL kitabı SIFAT TECELLİSİ bahsi…

VELAYET KEMALATI :  http : //www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/bilinc/bilinc08.htm

YAKİN :  http : //www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/yakin/index.htm

KURB http : //www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/gavs/gavs23.htm

YAKINLIK http : //www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/gavs/gavs24.htm

MUKARREB http : //www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/kendini/kendini24.htm

3- TANIM VE AÇILIMLAR :

SIFAT TECELLİSİ :  MARDİYEDE YAŞANIR :  “Mardiye”de, “Tecelli-i Sıfat” vardır. Yani, İlâhi vasıflarla tahakkuk etme hâli ki; bu ikisi arasındaki hâl, ancak yaşanarak

farkedilir. Dilde bunu anlatmak çok zor bir şey!.. Çünkü biz, öyle bir şey düşünmemişiz, hayâl bile etmemişiz. Onun için bunlar böyle mecaz yollu anlatılır ama gerçeği ancak

yaşanarak bilinir!.

VELAYETİ KÜBRA :  “Mardiye”, sıfat mertebesidir, dedik. İlâhi vasıflarla vasıflanmış kişidir… “Mutmainne” ve “Râdiye”, “Velâyet-i Suğra”dır. “Mardiye”, “Velâyet-i Kübrâ”dır.

Enbiyâ velâyetinin kemâlâtından hisse alınır. Bakâ Billah mertebesidir!. Bu mertebeden evvel kimsede İlmi Ledün olmaz!..

ARİF-İ BİLLAH :  “Mardiye” makamında hâsıl olan ikinci mârifetin sahibine “Ârif-i Billah” derler.Yani, varlığındaki Allah`ın ilmi ile her şeye ârif olan Zât demektir “Ârif-i

Billah”!… Bu, “Hakikat”ten sonra gelen Mârifet-i Billah`tır…

KURB :  KURBİYET MERTEBESİ :  RAHİMiyetin gereği olarak insan, hakikatini idrak eder, kendi özündeki ALLAH isimlerinden kaynaklanan kuvveleri keşfeder, bunları hissedip bunlara

yakîn elde ederek “kurbiyet” mertebesine ulaşır!.Kurbiyet mertebesi-Allah Esmâ`sı özellikleriyle şuurlu tahakkuk mertebesidir.

KURBİYET KAVRAMINDA DAHİ AYRILIK MEVCUT :  “- Ya Gavs. Kurb ehli kurbiyetlerinden dolayı yakınırlar, buûd ehlinin uzaklıktan şikâyetleri gibi…

Esasen bunun îzâh edilmesi ve anlaşılması oldukça güç bir husustur. Zirâ burada bahis mevzûu olan kimseler “yakîn” ehlidir. Ayn-el yakîn sahipleri.

“Yakîn” ile elde ettikleri bir kurb (  yakınlık) sözkonusu!.. Ancak şuraya dikkat edelim; “Kurb” yani yakınlıktan söz ediyoruz, iki ayrı varlığın birbirine yakınlığından. Yani,

Tekliğin müşâhedesi oluşmuş, fakat vehimdeki “benlik” kavramı kesin olarak kaybolmamış!.. Bir diğer ifade ile, Hakkel yakîn oluşmamış!.. Hakkel yakîn’in oluşması için, kişinin

kendini Hak’tan ayrı bir varlık olarak düşünme hâli ortadan kalkar. Yâni “Zâtta fenâ” olma hâli diye târif edilen bir hâl ile ikilik kalkar.

İşte bu kişiler, ilmen olayın bütün sistemini bilirler. Olayın bu olduğunu da açık seçik müşâhede etmişlerdir. İşte bu noktada onları büyük bir üzüntü kaplar. Çünkü bir türlü

bilinçlerini kaplayan “birimsel benlik” hissiyâtından, kavramından uzaklaşamamaktadırlar.

KURBİYET KAZANAN DAİMİ NAMAZI YAŞAMAKTADIR : Bu havâs`ın “ikâme” ettiği namazın ötesinde, bir de “has-ül havâs”, “mukarreb” denen, “Allah”a kurbiyet kazanmış, evliyânın ileri

derecelilerinde yaşanan “daimî namaz” hâli söz konusudur.

KURBİYET SAHİBİ EKBERİYET SEYRİ İÇİNDEDİR : ”Kurbiyet” sahipleri ise, “Ekber”iyet seyri içinde “haşyet” ile “seyri meallah”tadırlar. (  Farkındayım çok tasavvufi oldu, ama

bunların Türkçeleştirilmesi için başlı başına yeniden bir tasavvuf tabirleri kitabı yazmak gerek. Ona da şimdilik müsait değilim… Anlaşıldığı kadar! Anlayana… Üzgünüm! AH)

YAKİN :  İLK BASAMAĞI TEFEKKÜR VE NAFİLELER :  “Nâfilelerle” demek; bir takım faydalı, yararlı çalışmalarla demektir. Yani taban, en alt sınır olan çalışmalar “farz”lar, zaten

kişinin kendini toparlayıp, kurtarabilmesi için zorunlu olan şeyler. Ama kişi, Allah’a yakîn elde etmek istiyorsa, bunun dışında daha bir takım yararlı, faydalı çalışmalar yani

“nâfileler” yapmak durumundadır. Farzları yerine getirmekle değil, fazladan yapılan nâfilelerle kişi yakîn elde edebilir.

“Tefekkür”, Allah’a yakînin ilk basamağıdır. Tefekkürü olmayanın yakîni oluşmaz!.

Allah’a yakîn elde etmek isteyen kişinin adım atacağı ilk basamak tefekkürdür. Yani, nâfile yapılan ibadetler, tefekkür basamağına basıldıktan sonra kişide tesirini göstermeye

başlar. Tefekkür yoksa, zaten bir yere varılması mümkün değildir. Çünkü insanı hayvandan ayıran özellik, tefekkür özelliğidir.

YAKİYN AŞAMALARI :  Bu meydana gelme birtakım yararlı çalışmalarla, “Kişi Allah`a öyle yakîn elde eder ki, Allah O`nun görür gözü, işitir kulağı, tutar eli, yürür ayağı olur”

hükmü ortaya çıkacak; gözümüzde gören, kulağımızda işiten, dilimizde söyleyen, elimizde tutan, ayağımızda yürüyenin Allah olduğunu, “Ayn-el Yakîn” ve “Hakk-el Yakîn”

yaşayacağız…

İşte bütün bunların neticesinde “Hilâfet sırrı” bizde zuhûr etmiş, “Halife” olduğumuzu önce ilm-el yakîn, sonra ayn-el yakîn, sonra da Hakk-el yakîn yaşama lütfuna ve şerefine

ermiş bulunacağız.

“Mutmainne”de “İlmel Yakîn” hâsıl olur. Bu, “Râdiye”de “Aynel Yakîn”e döner. “Mardiye”de, “Hakkel Yakîn” hâsıl olur ve bu zâta “Arifi Billah” denir.

YAKİYN EHLİNİN HALİ :  TEK`in nazarıyla TEK`ten “çok”a bakışı muhafaza edip, sürekli olarak piramitin tepesinden aşağıya bakarak varlıkları seyretmek,  “YAKÎN EHLİ” nin

hâlidir!. Korkudan,  “yakîne”  erenler,  beridirler.. Yakîne erende sabır ne arar?..

ALLAH’A VUSLAT :  İlâhi kudret ortaya çıktığı zaman “ölmeden evvel ölme” hâli “yakîn”e tekâbül eden şekliyle oluşur; ki bunun sonucunda kişi bilinci itibariyle var olan bir

varlık olduğu idrâkına ererek, beden bağımlılığından kendini soyutlar; ki bunun sonucu da “mutmainne nefs” bilinci olarak velâyet hâlidir!. Böylece vehmî benliğin kendini,

bedenmiş gibi kabûlü ortadan kalkar. İşte o zaman, “Allah`a vuslat” denilen hâl yaşanır…

MUKARREB :  TAHKİKE ERMİŞ KİMSELERDİR : Tahkike ermişlerin ismi ise “müferridûn” veya “mukarrebun”dur ki; Allah “İSMİNDE” değil; ALLAH’IN AHADİYYETİNDE benlikleri yok olmuş; “el

ân öyledir” sırrına binâen, Allah Bakîdir mânâsı yaşanır olmuştur… İşte bu yaşantı içinde olanlar, “İsm-i Âzâm” sırrına ermiş olanlardır ki;her nefeste “HU” diyenin mutlak

bilinciyle yaşarlar…

Bu zevâtı kirâm, duâ edip de “Yâ ALLAH”, “YÂ HU” dedikleri zaman; “dillerinden söyleyen ben olurum”Hadîs-i Kudsî’si mânâsınca; dileyen kendi olur ve elbette kendi dileği de

havada kalmaz, yerini bulur!..

NOKTASINDAKİ KUDRET AÇILANLARDIR :  “Ulâikel Mukarrebûn”!.. “Allah” adıyla işaret olunanın esmâsının özelliklerini “Nokta”larındaki kudret ile seyir hâlinde olanlardır onlar!

“Onlar senin kullarındır; ne dilersen onu yaparsın” diyerek.

KURBİYETİ YAŞAYAN, MUCİZELERE VESİLE KİŞİ :  Allah`a Kurbiyet mertebesinde yaşayan {Allah`ın bazı kendine has isimlerinin mânâlarının bu yakınlık sebebiyle kendisinde açığa

çıktığı} mucizelere vesile kişidir Mukarreb.

SABIR : Sabır, insanın hoşlanmadığı bir hal veya durumun zuhurunda, mecburen ona boyun eğerek, kabullenmesi, demektir.

GAFLET VE BELA ANINDA AÇIĞA ÇIKAR :  Esasen, Sabır, Gâfilin kendini koruma mekanizmasıdır!… Biz genelde, nefsimize hoş gelmeyen şeyleri ŞER olarak görürüz.. Halbuki nefsimize

hoş gelmeyen şeye sabredersek, o şer gördüğümüz şey bizim şuur boyutunda kendimizi daha iyi tanımamıza yol açmak için, âmiyâne tabirle yontulmamız için başımıza gelmiş bir BELÂ

dır!.. Biz o andaki şartlarımıza GÖRE o olayı şer olarak, belâ olarak nitelendirirsek de daha sonraki bir aşamada onun nimet olduğunu fark edebiliriz..

NİMETİ VERENİ GÖREMEYENİN HALİDİR :  Sabır da tahammül, katlanma vardır… Şükürde ise nimeti vereni görme vardır…

TEPKİSİZ KABUL VE BEKLEMEDİR :  Sabır; tepki koymayıp olayın nasıl sonuçlanacağını beklemektir.

İHSAN :  (  Konu İHSAN-MUHSİN adlı daha evvelki dosyamızda ayetlerle işlendi)

VELAYETİ HASSA :  HER DEVİRE, HER ÇAĞA GÖREVLİ OLARAK AÇIĞA ÇIKAN; BA’S OLUNAN RASULLERDİR :  Velâyeti Hassa… Risâlet kaynağından açığa çıkan “hakikat”e “iman” edip, bunu

yaşayarak “yakîn”e erenlerin (  ikân); veya bunun da ötesi “kurb” yapılarında açığa çıkanların “velâyet”i… İnsanlık bir piramit gibi düşünülürse eğer, o piramidin

zirvesindekiler “Rasûl”lerdir. Onlar, her devirde, insanlığa kendi “hakikat”lerini bildirmek işlevini açığa çıkaranlardır…

MÂİYET SIRRI :  (  ALLAH’LA BERABER OLMA)

-  Allah`ın, kulun her zerresini Esmâ`sıyla varetmesi hakikati.

-  Meleklerin, kendilerindeki kuvvet ve kudretin Allah`ın kuvvet ve kudreti bilincini taşıdıkları realitesi.

-  Tecelli-i Sıfat mertebesinde; Mardıye, Kurbiyet Ehli, Yakiyn Ehli, Mukarreb kimselerde açığa çıkan hal.

-  “Ben kulumun görür gözü işitir kulağı olurum” müjdesinin yaşanması.

-    ES SELAM isminin yaşanması sonucu yaratılmışlarda Kurb ve Yakiyn halinin açığa çıkması.

B- ÇÖZÜMLEME

1- AYETLERDE “ALLAH’IN BERABER OLDUKLARI” KİMSELER, FİİLLER, HALLER

A- SABREDENLER- DAYANANLAR :  Es Sabur Esmasının açığa çıktığı, sabreden; dayanan kimselerle Maiyet Sırrı gereğince beraberdir. (  Bakara- 153/249, Enfal-46/66)

B- TAKVA SAHİPLERİ; KORUNANLAR; MÜTTAKİLER :  Allah Korunanlar, Takva sahipleri ile beraberdir. (  Bakara- 194,Tevbe-36/123, Nahl-128 )

C- BÜTÜN KULLAR (  Her Kulun her zerresini esmasıyla var etmesi)

- (  Münafıklar-ikiyüzlüler) insanlardan gizleyebilirler ama Allah`tan asla! Oysa O beraberdi. (  Nisa-108 )

- Nerede olursanız O sizinle (  hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ’sıyla varolması sonucu) beraberdir (  Mâiyet sırrına işaret)! Allah yaptıklarınızı (  yaratan olarak) Basîr’dir.  ( 

Hadid-4)

- Bundan daha az da olsalar, daha çok da olsalar; nerede olursa olsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir (  Esmâ`sıyla, “yok”ken var kıldığı için – Mâiyet sırrı)! (  Mücadele- 7)

D- MELEKLER :  Hani Rabbin melâikeye şöyle vahyetmişti :  “Muhakkak ben sizinle beraberim (  Allah melekle yan yana olmayacağına göre; anlatılmak istenen {tasavvufta mâiyet

sırrı diye bahsedilen} :  meleklerin, kendilerindeki kuvvet ve kudretin Allah`ın kuvvet ve kudreti bilincini taşıdıkları realitesine işaret olunmaktadır)… (  Enfal- 12)

E- İMAN EDENLER :  Kesinlikle Allah iman edenlerledir (  kendinde açığa çıkan havl ve kuvvetin Allah’ın olduğunu yaşayanlarladır)! (  Enfal- 19)

F- KURBİYETİ YAŞAYANLAR; SELAM İSMİ KENDİLERİNDE AÇIĞA ÇIKANLAR :

-  “Umarım Rabbim beni kurbunda (  mâiyet sırrının yaşandığı Tecelli-i Sıfat mertebesi. {İnsan-ı Kâmil, Sıfatların tecellisi bahsi; Abdülkerim Ceylî. A.H.}) olgunluğa erdirir.”

(  Kehf-24)

-  “Korkmayın! Muhakkak ki Ben sizinle olarak işitir ve görürüm (  mâiyet sırrı)” dedi. (  Sahih Kudsi hadis :  “……Ben kulumun görür gözü işitir kulağı olurum……”) (  Taha- 46)

-  Gözlerimiz olarak (  gözetimimiz anlamına gelse de burada mâiyet sırrına işaret vardır) ve vahyimizle gemiyi yap…(  Müminun- 27)

-  Selâm`dır (  yaratılmışlarda yakîn ve kurb hâlini oluşturup mâiyet sırrını açığa çıkartan), (  Haşr-23)

G- RASÜLE TESLİM OLANLAR :  Gevşemeyin ve siz üstünken, selm’e (  barışa, Hak ile bâtılı uzlaştırmaya) çağırmayın! Allah sizinle Birliktedir! (  Muhammed- 35)

-  O, ikinin ikincisi (  iki kişiden biri) idi! Hani onlar (  Hz.Rasûlullah ve Hz.Ebu Bekr) mağarada idiler… Hani arkadaşına :  “Mahzun olma, muhakkak ki Allah bizimle

beraberdir (  mâiyet sırrına işaret ediyordu)” diyordu…(  Tevbe- 40)

H- ÇOĞUNLUK AZGINLIK, TAŞKINLIK, ZULÜMDE BİRLEŞMİŞKEN, RABBİNE DÖNENLER :  Gözlerimiz olarak (  mâiyet sırrına işaret bu ifade), vahyimizce gemiyi yap… Zâlimler hakkında ( 

şefaat için) bana yönelme… Kesinlikle onlar boğulacaklardır! (  Hud-37)

-  Bunun üzerine Ona (  Nuh`a) vahyettik ki :  “Gözlerimiz olarak (  gözetimimiz anlamına gelse de burada mâiyet sırrına işaret vardır) ve vahyimizle gemiyi yap… İş başladığında

(  sular yükseldiğinde) ve fırın kaynadığı (  buhar kazanı mı vardı acaba) vakit, her eşi olandan bir çift ve onlardan, aleyhine daha önce hüküm verilmiş olanlar hariç ehlini,

gemiye al. Zâlimler hakkında benimle muhatap olma! Kesinlikle onlar boğulacaklardır.” (  Müminun-7)

İ- İHSAN SAHİPLERİ VE YAKİN EHLİ :  Kesinlikle Allah, yakîn ehliyle (  ihsan sahibi {Allah’a görüyormuşçasına yönelen}) elbette beraberdir! (  Mâiyet sırrı.) (  Ankebut- 69)

-  Kesinlikle Allah korunanlar ve muhsinlerle (  Allah için yaşamakta olduğunun farkındalığında olanlarla) beraberdir. (  Nahl- 128 )

3- AYETLERDE GEÇEN ESMALAR VE BU ESMALARA YÜKLENEN ANLAMLAR : 

HÛ… “HÛ’vAllahulleziy la ilahe illâ HÛ”! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her “şey”in hakikatinin derûnu… Öylesine ki; Ekberiyet

tecellisi sonucu önce “haşyeti”, sonucu olarak da “hiç”liği yaşatır ve bu yüzden de O’nun hakikatine erişilemez! “Basîretler ona ulaşmaz!” Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa

işaret ismidir! Nitekim “ALLÂH” dâhil tüm isimler “HÛ”ya bağlı geçer Kurân’da! “HU ALLAHu EHAD”, “HU’ver Rahmanur Rahıym”, “Hu’vel’Evvelu vel’Ahıru vez’Zahiru vel’Batın”,

“HU’vel Aliyyül Azıym”, “HU’ves Semiy’ul Basıyr” ve Haşr Sûresi’nin son üç âyeti gibi! Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki

“HÛ” ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir.

ES SELÂM… Yaratılmışlara (  beden ve tabiat kayıtlarından; tehlikeden; boyutlarının kayıtlarından) selâmet ihsan eden, yakîn hâlini oluşturan; iman edenlere “İSLÂM”ın hazmını

veren; Dar’üs Selâm (  hakikatimize ait kuvvelerin tahakkuku) olan cennet boyutu hâlinin yaşamını meydana getiren! Rahîm isminin tetikleyerek açığa çıkardığı isim-özelliktir!

“Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym = Rahîm Rab’den “Selâm” sözü ulaşır (  Selâm ismi özelliğini Rableri olan Esmâ hakikatlerinden açığa çıkan yolla yaşarlar)!” (  Yâsîn :  58 ).

EL MU’MİN… Algılananın ötesi olduğu farkındalığını oluşturandır Esmâ boyutu itibarıyla. Bu farkındalık, boyutumuzda “iman” olarak açığa çıkar. İman edenler şuurlarındaki bu

farkındalıkla iman ederler; dünyamızda Rasûller; tüm varlıkta ise melekler dâhil! Bu farkındalık, bilinçteki aklın vehim esaretinden kurtulmasını sağlar. Vehim, kıyası

kullanarak muhakeme yapan aklı saptırabilirken, iman karşısında güçsüz ve etkisiz kalır. Mümin isminin özelliğinin açığa çıkışı şuurdan bilince direkt yansır; dolayısıyla da

vehim kuvvesi onun üzerinde tasarruf edemez.

ES SABUR… “Eğer Allâh insanları zulümlerinden dolayı sorumlu tutup sonucunu hemen yaşatsaydı; (  arz) üzerinde hiçbir DABBE (  insan değil insan bedeni) bırakmazdı! Fakat onları

hükmedilmiş bir vakte tehir ediyor… Ecelleri geldiği vakit de ne bir saat geri kalırlar, ne de öne geçebilirler” (  Nahl :  61) Her yaratılmış olanın amacına uygun işlevini

yapmasını bekleyip, o işlevini tamamladıktan sonra sonuçlarını yaşatan. Zâlimin zulmüne müsaade etmesi, yani Sabûr özelliğini açığa çıkarması, hem zâlim hem mazlum yönünden

yaşanacak işlevin tam hakkıyla yaşanması ve daha sonra da sonuçlarının oluşması içindir. Belânın büyüğünün açığa çıkması, zulmün büyüğünün oluşmasını gerektirir!

EL MÜHEYMİN… “Esmâ” mertebesinden açığa çıkanları kendi sistemi içinde koruyup sürdürendir (  El hafizu ver Rakiybu ala külli şey)! Ayrıca, (  emaneti) gözetip himaye eden,

koruyan, emin, anlamlarına da gelir. “MÜHEYMİN”in türediği kök olan “el Emanet”in Kurân’daki fonksiyonel kullanılışı, semâların – arzın – dağların yüklenmekten imtina ettiği ve

el Kurân’ın ikizi olan el İnsan’ın yüklendiği şeydir. Esas itibarıyla Esmâ mertebesi ilminin RUH adlı melek olarak şuuruna işaret eder. Ondan da yeryüzünde açığa çıkan insana

yansır bu emanet! Yani, Hakikatinin, Esmâ özellikleri olduğu şuurunu yaşamak! Bu da Mümin ismiyle ortak çalışır. RUH adlı melek (  kuvve) dahi, Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız

özelliklerine imanın kemâliyle Hayy ve Kayyûm’dur! Çünkü o dahi “şe’n” olarak vücud sahibidir!

EL KUDDÛS… Yaratılmışlarda açığa çıkan özellik ve kavramlarla tanımlanmaktan, kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî! Tüm âlemleri Esmâ’sıyla “var” kılarken, onlarda açığa çıkan

özelliklerle tanımlanmaktan dahi berîdir.

EL ALİYM… “İlim” özelliği sebebiyle sınırsız sonsuz her şeyi ve her boyutu, her yönüyle Bilen!

EL BASIYR… Açığa çıkan Esmâ özelliklerini her an seyir ile onlardan çıkanları değerlendirip sonuçlarını oluşturan

EL AZİYZ… Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir

isimdir. Rab özelliği Azîz özelliğiyle hükmünü icra eder!

EL HAKİYM… İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.

ER REŞİYD… Rüşde erdiren! Birimin hakikatini fark etmesinin sonucu olarak olgunlaşmasını yaratan ve yaşatan!

EŞ ŞEHİYD… Varlığıyla varlığının şahidi olan. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerinden varlığını seyredip açığa çıkanlara şehâdet eden! Şehâdet edilenin kendisinden gayrı olmadığını

yaşatan.

C- SONUÇ :

ALLAH’LA BERABER OLMAK (  Maiyet Sırrı) TEFEKKÜRÜ

Bir yandan tüm insanları ve varlığı kapsayan bir ifade ile “Şah damarınızdan daha yakınız” deniyor, bir yandan  tüm varlığın aslı,  varoluş başlangıcı olan meleki yapıya yönelik

“Sizinle beraberim” deniliyor, diğer yandan farklı fiil ve düşünce mahallerinde de beraber olmak seklinde ifadeler kullanılıyor.

Bir yandan esfeli safilin aşağıların aşağısından ta alayı illiyyin yücelerin en yüce NOKTAsına kadar her yerde var olan yalnız O iken, ayriyeten bir de  belli düşünce yada fiili

ortaya koyanların yanında da O olduğu vurgulanıyor.

Bu zamana kadar OKUmaya çalıştıklarımızdan anlayabildiğimiz kadarıyla, ZATen Allah ismiyle tanımlanandan gayrisi yok hatta gayri kavramindan da münezzeh hatta Allah ismi dahi 

HU  ya isaret  HU ki idrak edilemeyen hakkında tefekkür edilemeyen bilinmezliğe işaret eden…

Baştan beri incelemekte olduğumuz ayetlerde ALLAH’LA BERABER OLMA kavramının birkaç boyutta kullanıldığını fark ediyoruz. Kullanım yerlerine göre durumu incelediğimizde; Maiyet

Sırrına dair boyutsal anlatımı da kavramış olacağız.

İşte o boyutlar :

1- Hangi mahluk, hangi kul, her nerede olursa olsun varlığı Allah’la kaim olup; esma mertebesi gereğince “gölge varlık” hükmüyle “var” gözükmektedir. Cüzlerin özündeki HU olarak

tedbirat ve tasarruf eden Allah’tır. Bu birinci anlam doğrultusunda HER VARLIĞIN ALLAH’LA BERABERLİĞİ; HAKİKATLERİNİN ESMA-İ HÜSNA İLE VAR OLUŞU; ESMASIYLA YOKTAN VAR EDİŞİ

ifade eder… Onlar farkında olsun ya da olmasın…

2- Meleklerdeki kuvvet ve kudret de onların Allah Bilinci taşımalarındandır. Melekleri hem dış alemde oluşumu açığa çıkarıcı unsurlar, hem de bizdeki kuvveler olarak

değerlendirecek olursak; özü melek olduğu için her varlık, her an, her hali ile Allah’la beraberdir. Ayetlerde geçen münafıkların, iki yüzlülerin, zalimlerin her sakladıklarının

Allah’ça bilinmesi de buradaki maiyeti vurgular. Bu maddeyi de GÖZETİM VE TASARRUF NOKTASINDA HER VARLIK ONUN HÜKMÜ ALTINDADIR HER AN diye özetleyebiliriz.

3- İman edenler; diğer varlıkların Allah hükmü altında oluşundan daha özel bir korunmuşluk ve tasarruf altına girmektedirler ki; Maiyet sırrının açılımı da bu iman ile başlar!

İMAN EHLİNİN YÖNELİŞİ; MAİYETİ FARK ETTİRECEK İLK AÇIĞA ÇIKIŞTIR.

4- Her halükarda varligin kendisi  O olmasi hasebiyle , belli mahaller yada zuhur yerleri veya  ilminde seyrettigi  ilmi suretlerle  bazi isimleri izhar ettiginde ,yani tabir

caizse hayalinde canlandirdiginda,  yine kendi kendisiyle olusu söz konusu (  sanki beraber)se  ikilik anlayisindakiler icinde bir rahmet kapisi olarak acik tutulmus. Beraberdir

kelimesiyle. İzhar olan bazı isimlerle kendini açığa çıkardığı ifade edilerek adeta henüz hakikati fark etmeyenlere de kapı açılmış. Sabreden, Takva ehlı ve Ihsan ehli ile

beraberliği bu çerçevede düşünüyoruz.

Öte yandan Sabır, İhsan, Takva gibi; imanın gereği olarak ortaya konan hal ve davranışlar; mümin için özel bir korunmuşluk ve tahakkuk bahşeder ki; bu durum Allah’la Beraber

olma diye ifade edilmiştir. Bize göre; sabrın, takvanın, ihsanın hakkını vererek yaşayan kimse; özel farkındalıklara ilerleyerek kendinde mevcut esma kuvveleri ile tahakkuk etme

imkanı bulur. Yani bir anlamda dünyada cenneti belli boyutları yaşamak denen haldir bu. Sabrın; tepkisiz bekleme anlamı işte bu noktada çok mühimdir. O tepkisiz bekleme; saklı

bir kudretin kendimizde açığa çıkışına zemin açmadır bir anlamda.

Sabredenlerde Maiyetin bir başka vechesi ise nimeti görememe, değerlendirememe anında açığa çıkan durumdur. Burada ES SABUR esması çalışmaktadır ki; onun işleyişi hem zalim hem

mazlum yönündendir. Her yaratılmış olanın amacına uygun işlevini yapmasını bekleyip, o işlevini tamamladıktan sonra sonuçlarını yaşatan Allah’tır… Zâlimin zulmüne müsaade

etmesi, yani Sabûr özelliğini açığa çıkarması, hem zâlim hem mazlum yönünden yaşanacak işlevin tam hakkıyla yaşanması ve daha sonra da sonuçlarının oluşması içindir. Belânın

büyüğünün açığa çıkması, zulmün büyüğünün oluşmasını gerektirir!



Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (  dayanma kuvvesi) ve salât (  hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede ile) yardım isteyin.

Muhakkak ki Allah sabredenlerledir (  Es Sabûr Esmâ’sıyla-mâiyet sırrı). (  Bakara-153)

Ayetinde  çok acık bir şekilde  hakikatimizi  idrak edip kavrayabilmek için gerekli mücahedenin  sabır ve salat ile yapılacağı vurgulanıyor, ve murada ermenin, müşahadenin 

Salat sürecindeki sıkıntılar ve zorluklar mücahede esnasında sabır kuvvesini kullanmayla gerçekleşeceği müjdesi veriliyor!!.

Bu maddeyi; SABIR- TAKVA- İHSAN FİİLİNİ YAŞAYANLARDA HÜKMÜNÜ AÇIKÇA ORTAYA KOYAN ODUR; BUNLARIN HAKKINI VEREN, MAİYETİ DAHA ÇOK SEZER VE HİSSEDER diye özetleyebiliriz.

5- Kurbiyet ve Yakiyn halini yaşayan, seçilmiş kimselerde maiyet KULUN GÖREN GÖZÜ TUTAN ELİ noktasında öne çıkmaktadır ki; o kullarda özel tasarrufu ile dilediğini

gerçekleştirmektedir. Maiyetin bu yönüne SEÇİLMİŞLERDE MUCİZELERE AYNA HAL VE YAŞAMLARLA GÖRÜLEN ALLAH’LA BERABERLİK diyebiliriz.

6- Toplumsal ortamda zulüm, haksızlık, isyan, azgınlık alabildiğine zirveye tırmanmışken özüne, Rabbine yönelerek itaat ve taat ile yaşayanlar; ayetlerde özel müjdelerle maiyet

dahilinde sayılmışlardır. AHİR ZAMANDA BİR SUNNETI İHYA EDENE (  DİNİN HAKİKATİNE AİT BİR GERÇEĞİ YAŞAMA ÇIKARANA) 100 ŞEHİT SEVABI VERİLİR hadisini de bu noktada anlıyoruz.

Gelenek ve kültür sarmalı içinde debelenen çoğunluğun aksine; ÖZÜNE YÖNELENLER; ÖZEL BİR MAİYET İLE HEM KORUNMAKTA HEM DESTEKLENMEKTEDİRLER.

7- Maiyetin bize göre en can alıcı boyutunu en sonda değerlendirmeyi uygun gördük :

Bu boyut “RASULE TESLİM OLANLARDA AÇILAN MAİYET BOYUTU” dur ki; buradaki Rasul kavramı genel manada Hz. Muhammed Mustafa (  sav) in bildirdiği hakikatler doğrultusunda yaşamayı

ifade ettiği gibi özel bir anlamı da mevcuttur.

“Alemlerde Alem Suretlerince tasarrufu”nu sürdüren Allah; HER ÇAĞA, HER KAVME RASUL İRSAL ETTİĞİ GİBİ; EL’AN HER DEVRE HER TOPLUMA DA RASULLER BA’S ETMEKTEDİR!… “Ba’s Olunan

Rasuller” ile “İrsal Olunan Rasuller “ gerçeği zihinlerde dengeye geldiğinde varılacak sonuç şudur :

HZ. MUHAMMED MUSTAFA (  SAV) E YÖNELİK TESLİMİYETİN HAKİKATİ; KENDİ ÇAĞIMIZDA RİSALET İLMİNİ, ZÂTÎ İLMİ AÇIĞA ÇIKARAN, DEĞİŞMEZ GERÇEKLERİ AÇIKLAYAN KONUMUNDAKI ANA KAYNAĞI FARK

ETMEK VE KAYITSIZ ŞARTSIZ ONDAN GELEN GERÇEKLERE, BİRİMSEL DEĞERLENDİRME KATMAKSIZIN UYMAK VE HAKKINI VEREREK YAŞAMAKTIR !…

Tasavvufun sır bahislerinden olan bu noktayı, ehli olanlar fark edecektir nasibince…

Bunu bu şekliyle değerlendirerek yaşayanlar; kanaatimizce Hz. Ebubekir’(  sav)in Sevr mağarasında Efendimiz(  sav)in ağzından duyduğu ve maiyetin zirvesi olan müjdeye muhatap

olacaklardır Tasdikleri, Teslim oluşları ve de İdrakleri nispetinde : LA TAHZEN İNNALAHA MAANA= MAHZUN OLMA, KAYGILANMA, ÜZÜLME; ALLAH BİZİMLEDİR!…

Burada ikinci müjde “İKİNİN İKİNCİSİ” şeklinde yaşanan haldir… Bunun bize göre çok sırlı yönlerinden biri; BİRLİK GAYESİ İLE YÖNELDİĞİNİZ KAYNAKLA, İKİZ VARLIKMIŞÇASINA ALGI VE

İDRAK PARALELLİĞİ VE GENİŞLEMESİ YAŞAMAKTIR… Bunu da ancak yaşayan bilir…

Çağının Resulünü fark edip ilmine taabi olanlar; Nuh(  as) ve ashabının gemi yapımında Allah gözetiminde olmaları gibi bir maiyet altındadırlar aynı zamanda…

Gemi; şeriat ve sunnetullah doğrultusunda korunma ve yaşamayı, tufan; her an gelebilecek kötü etki ve tesirleri (  içten- dıştan) ifade ediyor diye düşünürsek; böyle bir

gözetimin ne büyük müjdeler içerdiği, nasıl bir kalkan ve sığınak oluşturduğu daha net fark edilecektir!..

Biz ALLAH’LA BERABER OLMAK; MAİYET SIRRI kavramından bunları anladık. Şüphesiz doğrusunu ALLAH VE RASULU VE DE EHLULLAH BİLMEKTEDİR…

Selam; Allah’la beraberliğini fark ederek yaşamaya çalışanlara olsun…. Maiyet Sırrını yaşamak; hazmıyla kolaylaşsın bizlere…

----------------------



GERÇEĞİN ANAHTARI; ALLAH KAVRAMI

Allah’a İmanın gerçeğine erenlerin, konuşurken Allah kelimesini ve ona dayalı ifadeleri pek az kullanması; düşünen beyinlere çok şey söyler.

Genetik, aile ve çevre tarafından veritabanımıza yüklenen Allah anlayışını, gerçeği ile değiştirmek; hayli vakit ve süreç alıyor.

Din sahasında yazan, anlatan çokları kullanırken Ehlinin eserlerinde “Hazreti Allah” şeklinde bir ifadeye rastlanmaması hayli dikkate değer!

“Elçiler, kitaplar, dinler gönderen Allah” şeklinde gelişen bir Allah anlatımı; size Allah’a İmanın gerçeğini yaşatmaktan çok çok uzaktır.

Hem “Mekandan münezzeh” diyecek, hem de hemen peşine “Her yerde” diye ekleyeceksin. “Her yer” de mekan değil mi?!

Hem “Zamandan münezzeh” diyecek, hem de hemen peşine “Namazda huzuruna çıkarız” diyeceksin. Görüşme zamanı varsa nasıl zamandan münezzeh?!

Şimdiye dek sahip olduğu Allah inancını “Hz.Muhammedin Açıkladığı Allah” gerçeğiyle doğrultmak, yenilemek isteyene;

KALPLERİN MÜHÜRLENMESİ

“Allah’ın Kalplerini Mühürlediği” kimseler; tanrısal müdahaleyle önü kesilenler değil; kendi algılarını kendi bakış açılarıyla kapatanlardır.

Herhangi bir konuda kesin hükme vermiş; “Bundan başkası da olamaz zaten” demişseniz o konuda kendi algınızı kendiniz kilitlemişsiniz demektir.

Reddettiğiniz, inkâr ettiğiniz, sırt çevirdiğiniz her bilgi, her oluş, her kişi, her durum; kendi beyninize ellerinizle vurduğunuz kelepçedir.

Bilincin kilitlenmemesi, her an yeniye açık olması; ancak ve ancak “Sorgulama” ve “Araştırma” mekanizmalarını çalıştırmakla mümkündür.

Tartışılmaz Kutsalına; Vazgeçilmez Değerine; Sorgulanmaz İnancına yapışandan daha kör, daha sağır, daha kapalı, daha kilitli- kozalı var mıdır?

Şanlı Tarih, Kutlu Geçmiş, Köklü Mazi vb lafları en çok geri kalmış ülkelerde duyarsınız. Çağı, An’ı yakalamış ülkelerde bunlar konuşulmaz…

İbadetlerin ritüele dönüştürüldüğü, duygusal kutsiyet giydirilmiş rutin uygulamaları olan toplumlar; kilitlenmiş, kapalı bireyler yetiştirir.

ALGIYA ÇÖREKLENEN ŞİRK

“Din manaya, Bilim maddeye dönüktür” yargısı Ateistin küfrünü, Dindarın taassubunu perçinlemiş, her ikisinin bilincine de perde çekmiştir.

Maddi ve Manevi ayrımı kafaya hâkim olduğu sürece Gerçeğin Tekilliğine erişmek; şirkten kurtulmak, arınmak ve aydınlanmak mümkün değildir…

Gece Namazı ile Epifiz bezi salgısı arasında modern bilimin verileriyle bağ kurulması içine sinmeyen Hayali Din anlayışıyla kilitlenmiştir.

“Allah gece yarısı dünya semasına iner…” hadisine beyin hormonları açıklaması sinmedi mi? Tanrı var mı ki geceleri uzaydan dünyaya insin?!

Kuştan başka havada hareket edebilen görmemiş bir topluma; uçak ve fonksiyonlarını anlat deseler; nasıl anlatırdın? Hiç mi düşünemiyorsun?!

Bilim-Teknolojinin gelişmediği süreçte Teklik Gerçeği mecaz- sembollerle anlatılmıştır. Zaten sembol-mecaz olanda çok özel mana aramak niye?

Henüz çocuktum. Kardeşimin doğumunu “Ebe hanım çantasında getirdi” diye anlattılar. Çocuk zihni, cinselliği alır mı ki gerçeğini desinler?!.

İnsanlığın çocuk zihni düzeyinde yaşadığı dönemde açığa çıkan Nebi-Resuller, kardeşimin doğumu türünden anlattılar gerçeği. Anlıyor musun?!.

Resulullah (  sav) Hira’da Allah’ı buldu. (  Yanlış)

Resulullah (  sav) Hira’da bulduğunu; OKUduğunu bize “Allah” ismi üzerinden açıkladı. (  Doğru)

Bu Ramazan kendine bir iyilik yapmak; Din- Bilim, Madde- Mana ikileminden çıkmak ister misin? Bu siteyi dikkatle izle http : //www.ahmedhulusi.org/tr

SEMBOLLER UZAYI DEĞİL; İNSANI İŞARET EDİYOR

Arş- Kürsi, Sema- Arz, Alâyı Illiyyin- Esfeli Safliyn, İnzal- İrsal, SidreiMünteha, Indallah vb kavramlar sadece “İnsanî Bilinç Katmanları”dır.

Dünya kavramını şimdi, Ahiret kavramını uzak gelecek olarak algıladığın sürece Öteleme ve İkilemin devam eder. Bunlar da bilinçle ilgilidir.

ALLAH ESMALARININ HAKİKATİ

Allah İsimleri (  Esmaül Hüsna) zihinde hayal edilen tanrının özellikleri değil; Evrensel Sistem İşleyişinin her an devrede olan mekanizmalarıdır.

Esmaül Hüsna; var olan sistemin; her an, her yerde, her birimde etkin mekanizmaları olarak ele alınırsa Tanrısal Öteleme- Şirkten çıkış başlar.

Vedud; Sevgi- Aşk diye öğrenmiştik. Oysa bu; her birimde mevcut, diğer birimlere etkin çekim gücü; vorteks demekti. İkisi çok farklıdır…

Esmaül Hüsna; Kur’an-ı Kerimi hakiki manada anlamanın yegane anahtarıdır. Esmaül Hüsna doğru anlaşılmadıkça Kur’an’ın mesajı okunamaz!

Esmaül Hüsnayı doğru anlamak; esmalar arası Tetikleme Mekanizması farkındalığına bizi taşır ki bu; hem korunma hem de yeni açılımlar demektir.

Allâh Esmâ’sındaki Muazzam, Muhteşem Ve Mükemmel Özellikler (  Esmâ Ül Hüsnâ)


Bazı Kur’an ayetleri; iki esma ile biter. Tevvabur Rahim; Aliymun Habiyr, Semiyun Aliym gibi… Aralarındaki bağı düşündük mü hiç?

Ehlinin Tetikleme Sistemi olarak açtığı mekanizmanın açık örneği; ikili esmalarla biten ayetlerdir. Birbirini tetikleyen esmalardır onlar…

DUA, AH DUA!

Dualarının çabuk ve istediği güzellikte, kusursuz gerçekleşmesini isteyen; onlar hakkında ketum olsun. Duası hakkında kimseye açılmasın…

Duasını insanlarla paylaşmak; onlardan açığa çıkması muhtemel haset, kınama, yergi, yargı vb negatif etkilere açık olmaktır.

Hamile bir annenin bebeğin sıhhat- afiyeti için gösterdiği titizlik- hassasiyetle Dualarınızı koruyunuz ki prematüre ve ölü doğum olmasın!

Sen acele edip “İstedim, olmuyor işte” demedikçe bütün duaların olacaktır. Acele ve Bıkkınlık; kişinin duasını kendi elleriyle boğmasıdır…

Kul duasından vazgeçmedikçe Allah vazgeçmez! Kul duasını unutmadıkça Allah unutmaz. Dua; kulun yaratım cihazıdır. Durmak yok, Duaya devam!

Sadece Duana odaklan; Allah’ın hangi yoldan vereceğine karışma! Duanın geliş yolunu düşünmek; vehim, kaygı tetikler. Bu da duayı zayıflatır.

İnsan, kendi şartlarına göre dua gerçekleşme yolları düşünerek yönelir. Duana; kendi şartlarına göre değil Allah’ın Hazinesine göre yönel…

Dua ederken Allah’ın nasıl vereceğine dair fikir yürüterek Rabbinin ikram, lütuf, ihsan yollarını tıkama! Sürpriz yollar neden olmasın?

Yolda son model bir araba görmüş. “Bundan istiyorum” demiş Rabbine. Az sonra vehmi “Sen kim, buna binmek kim” demiş. Doğmadan öldürmüş duasını!

Gezerken gördüğü köşke hayran olmuş. “Böyle istiyorum” demiş Rabbine. Yakını zor, deyince “Allah’a zor mu var, istiyorum, o kadar” demiş…

Duası olan; durumu ne olursa olsun duasının gözünden baksın hayata. Öyle bakmaya devam ettikçe, bir gün duasını gerçekleşmiş bulur mutlaka.

Duası olan; duasınca duymak, duasınca görmek üzere izlesin çevreyi. Bir söz, bir hal, bir olay nice şimşekler çaktırır, titretir evreni…

“Dünyalık şeyler istemekten utanıyorum. Rabbime ayıp olur, bunca nimet vermişken azgınlık olur gibi geliyor.” Dünyalık? Ahiretlik? Bu ne bu?

Tek-Bir-Bütün olanı Dünya- Ahiret diye ikiye böl, samimi kulluğu dünyalık istememek diye kayıtla,sınırla; sonra fakirlikle şişsin egon!.

Duada dünyalık istememek; daha ihlâslı olmak sanıyorsun öyle mi? Şeytan nasıl gol atmış sana! Hem de 90 a takmış. Şirkini ihlas sandırmış!..

Dua edebilmenin beden ve bilinç üzerindeki etkilerini bilseydiniz; duanızın kabulü ile değil, sadece Dua edebilme işleviyle ilgilenirdiniz.

“DÜNYA”DA MISIN? “DÜNYAN”DA MI?

Beyninden projekte olarak biçimlenen, kendisine özgü bir dünyada yaşadığı halde insan; herkesin ortak dünyasında olduğunu sanarak aldanmıştır.

Beyninden bilincine yansıyan görüntüyü, dışarıda oluşan bir dünya sanmakla; cennetinden çıkar, aşağıların aşağısına inerek aldanır insan…

Hakikati mekansız olduğu halde Mekanla; hakikati AN içre olduğu halde Zamanla kayıtlanarak kendi kendisine nasıl da zulmeder insan?!

“Evrende nokta bile olmayan dünyadayız.” diyenlerden misin, yoksa “Evren, noktamızdan projekte olan bir hayalden ibarettir” diyenlerden mi?

“İnsanlar, olaylar, hayat psikolojimi bozdu” diyenlerden misin,yoksa “İnsanlar,olaylar,hayat psk. halimin somut suretleridir” diyenlerden mi?!

“Fani dünyanın, ölümlü varlıklarıyız” diyenlerden misin, “Baki olanın, ölümsüz halifeleriyiz” diyenlerden mi?!..

“Mutluluk veya Hüznü,çevresine göre şekillenenler” den misin, yoksa “Çevrede ne olursa olsun her halükarda, kendi halini yaşayanlar” dan mı?

“Sosyalleşme adına dış dünyayla özdeşleşmeye çalışanlar” dan mısın, yoksa “Yalnızlığı göze alarak Özüyle bütünleşmeye çalışanlar” dan mı?!.

Kitlelerin, kendini dönüştürme- yenileme derdi hiç olmamıştır. Bu, bireyin işidir. Hala arkadaşlarla beraber bir değişim mi düşlüyorsun?!

Kitleler, çoban bulunca sürü olmaya yatkındır. Kendini Tanımak; ne sürüye katılmak ne de baş olmaya soyunmaktır. Hakikat; bunların ötesidir.

YİNE DUA, HER AN DUA

Yaratılış itibariyle tamlık, bütünlük, birlik bilincinde olanın duası ile eksik, yanlış, hata görenin duası hiç bir olur mu?!

Eksiklik hissettiklerini tamamlamak üzere yapılan duaya ister istemez egosal hırslar karışacak; yöneliş ihlâsı negatif enerjiyle bozulacaktır.

Yaratılış itibariyle tamlık, bütünlük, birlik bilinci hissedenin duası eksik tamamlamak için değil; seyrini, keşfini zenginleştirmek içindir.

Duayı gönlüne düşüreni, aklına getireni fark eden; kendinde dua edeni de hissedecektir. Egonun içine sızamayacağı saf dua; işte o duadır…

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” i, samimi gönüller “Vermek istemese, istemek vermezdi” diye açmışlardır. Dua ederken unutma lütfen…

SANCILARIN TEMEL NEDENİ

Gerek bireysel ve gerekse toplumsal planda yaşanan sancı, çatışma ve savaşların ardında insanın “Bir şey olma” arzusu vardır.

“Bir şey olma”, “Bir yere gelme” çabası; hakikatini tanıyamamış insana aittir. Zaten KUL, zaten HALİFE değil miyiz? Bunlar neyimize yetmez?

Mezarlıklar nice başarılara imza atmış, zirvelere çıkmış, başa oturmuşlarla dolu. Mezar taşı süslü olanla, taşı bile olmayanın farkı ne ki?

Ölüm yaklaştıkça masumlaşır, iddiadan vazgeçer insan. Kılıcının önü arkası keserken kırdıklarını arar helallik için. Bulursa… Gelirlerse…

“Gidelim Afet, Selanik’e evimize kırlara doğru…” (  Ölüme yakın Atatürk)

“Gidelim Ethem, Aydın’a, çiftliğe; salkım söğüde gidelim…” (  Ölüme yakın Menderes)

Diktiği ağaç, yazdığı kitap, yaptığı bina kadar bile bu alemde kalamayan insanın nedir bu varlık, kimlik, öne geçme mücadelesi ve iddiası?!

Ahir ömürde başı ellerinin arasında; “Değer miydi?” yüzleşmesi yaşamak istemeyen; adandığı, savaştığı “Değerler”i (  !?) bugünden sorgulasın!

GÜÇ ZEHİRLENMESİ VE SİLSİLE GÜDEN MEKR

Gücü ele geçirdiğinde her şeyi çıkarına göre, hakkaniyete itibar etmeksizin düzenleyen; gücü yitirdiğinde yaşayacağı Mekri hiç mi düşünmez?!

Sürekli, alkışlayanı dinleyip itibara alan; aykırı ses istemeyen; itibara alınmayanların enerjisinin besleyip tetikleyeceklerini bir düşünse!

Makamda işlenen zulmün mekri, makamı o mantıkla devralanları vurur. Sistem; dedenin yediği koruğun torunun dişini kamaştırması üzere işler!

60, 71, 80, 97 darbelerinin oluşturduğu Mekr; 2000 lerde, darbeye bulaşmayana da acı çektirmişse; Mekrin silsile yoluyla işlediğini düşünebiliriz.

Seriül Hisab- Zül İntikam mekanizmalarının işleyişinde duygusal yaklaşım; sadece kendimizi kandırmaya yarar. Sistem kanmaz; Allah unutmaz!

Dün sana, büyüklerine zulmeden görüşün bugünkü mensuplarına intikam hisleri besliyorsan; torunlarının yarınını ellerinle mahvediyorsun!

Zayıf, güçsüz, mahcup gördüğünü nasılsa haksız, nasılsa suçlu diye köşeye sıkıştıran; bilsin ki er geç aynı şekilde köşeye sıkıştırılacaktır.

“Keser döner sap döner; gün gelir hesap döner” diyen Anadolu Halkı; Seriül Hisab-Zül İntikam mekanizmasında torpil, acıma olmadığını okumuştur.

Dün zulme, haksızlığa uğramış olmanın bugün sana zulüm ve adaletsizce davranma hakkı doğuracağını düşünüyorsan, bil ki yanlış yoldasın!

Haksızlığın, adaletsizliğin mazereti olamaz! Mazeretle kendini, yakınlarını ikna etsen de Allah’ı kandıramazsın! Sistemde mazerete yer yok!

HALA AKLINIZI KULLANMAYACAK MISINIZ?

Avrupa, sosyal ve bireysel hayatı din adına konuşanların hegemonyasından kurtardığı gün; bilim, teknik ve medeniyet alanında sıçramaya başladı.

“Aklını kullan, sorgula, araştır; yolunu kendin çiz, yanlışımı bulursan beni de çiz” cümlesini din adına konuşandan hiç duyan var mıdır?!

- Allah rüyada görülür mü hocam?

- Tabi görülür kızım, büyükler görülür demiş. Çok güzeldir Allah’ı rüyada görmek (  Din adına konuşan TV Hocası)

Allah Sisteminin fabrika dişlisi gibi ölçülü, mekanik tetiklemeyle işlediğini sindiremeyen din adına uçurulan hayal balonlarından kurtulamaz.

Heyecan oluşturma ve Galeyana getirme odaklı bütün anlatımlar; isterse baştan ayağa ayet-hadis işlesin, Dinin Gerçeğinden uzak anlatımlardır!

“Resulullahı rüyada gördüm, sizin bu faaliyetlerinizden memnun olduğunu söyledi bana” diyerek cemaatine gaz veren; şarlatanın ta kendisidir!

Kur’an; düşünmeyecek misiniz, akletmeyecek misiniz, ibret almayacak mısınız buyurur sıkça. Kur’anda “Fetva almayacak mısınız?” gören oldu mu?!

Sıkıntını açınca “Ellerinle işlediğinin sonucu bu” diyeni soğuk “Allah sevdiğini imtihan eder” diyeni sıcak buluyorsan, sömürüye açıksın dostum.

Hakikatini tanımak üzere yaklaştığında seni taltif edeni mi yoksa, bir hamlede egonun üzerine dikildiği halıyı altından çekeni mi seversin?!

Bütün dayanaklarımın çürüklüğünü gözümün içine sokana, egomun dikildiği halıyı ayaklarımın altından çekene âşık oldum. Sana da nasip olsun…

------------



İLMİ, RİCALİN AĞZINDAN ALINIZ.  {Hz. Muhammed sav}

Bilgiyi; Ehlinin ağzından almak demek; ilmi, onun kavramları, onun metodu, onun düşünce biçimiyle değerlendirerek anlamak demektir…

Bir düşünürü anlamanın ilk ve temel şartı; onun hangi kavramlara hangi anlamları yükleyerek konuşup yazdığını tespit etmektir.

Okuyor, dinliyor ama anlatanın kavramları yerine sürekli kafandaki kavramlarla sorular soruyorsan kendine de ona da zulmediyorsun demektir.

Bugünün tasavvuf anlatımını, geçmiş tasavvufi kavramlarla anlamaya çalışıyor, üstelik o kavramları kutsuyorsan havanda su dövüyorsun demektir.

Her anlatanı, kendi kavramları ve felsefesi çerçevesinde değerlendirirsen; ondaki kapasite ve açılımı kolayca kendine kopyalamış olursun…

Sürekli biçimde “Bildiğini okuyan” a bilmediğini kavratmak mümkün değildir. Yeni bilgi ancak “Bilmiyorum” edebi ve duruşu ile alınabilir…

Veritabanındaki eski bilginin yeni bilgi girişine engel olduğunu fark etmen ve kabul etmen; kendine yapabileceğin en büyük iyiliktir…

Kimin veya kimlerin kitaplarını okuduğundan çok kimin kavramlarıyla düşündüğün, kimin metodolojisi ile ilme, hakikate yöneldiğin önemlidir.

Çağımızın en büyük bilinç aldatmacası; ne kadar çok bilirsen o kadar çok hakikate erersin anlayışıdır. Bilmek, Arınmak, Ermek farklı farklı konulardır.

Nice kitap devirenler var ki hayal peşinde ömür tüketmiştir. Nice sorgulayanlar var ki anlamı çözemediği için çareyi intiharda bulmuştur.

YATAĞI OLMAYAN SU DENİZE VARABİLİR Mİ?

Sorgulama melekesinin açılması; hakikat çağlayanının gayzer olup gönülden fışkırmasıdır. Açılması kadar, kulvarında, yatağında tutmak mühimdir.

Ehlinin İlim ve Hakikat Anlayışı; sorgulama melekesinin kulvarı, yatağı olmalıdır ki bilincin yönelişi denize; hiçliğe ulaşabilsin…

Akacak yatak bulamayan nice su, ovanın çukurlarında göl ve bataklık olarak kalmaktan kendini kurtaramamıştır. Denizi hayal bile edemeden!..

Kitleler için yeşilliklerle bezeli göllerde piknik yapmak cenneti yaşamaktır. Cesur, meraklı gönüller ise ırmakta raftinge çıkmışlar…

Çocukluğumda haritada gördüğüm, dünya çapındaki büyük göllerden niceleri kurumuş bugün. Göl kuruyabilir. Kuruyan deniz duyan var mı?

Suyu az da olsa ırmağa karışabilen bir dere olmak mı? Yoksa suyu;kuşu, yeşilli, piknikçisi bol bir göl olarak kalmak mı? İşte hayati soru!

Gönlünde sorgulama melekesi açılmışsa kendine benlik vererek yazık etme dostum. Denize akan ırmağa karışmaya bak. Irmak; Ehlullahtır…

EVRENSEL İNSAN MI, MEZHEBİ GENİŞ Mİ?

Kalıpları, yargıları, bağları güçlü olan nazarında kalıpsız, yargısız, bağsız, özgür düşünen ve yaşayan insan; tehlikeli görüle gelmiştir.

Evrensel normları hazmetmiş insanın halk kitlesi nezdinde yiyeceği en hafif damga “Mezhebi Geniş” olacaktır. Ucu küfürle ithama kadar gider.

Beşere, putunu göstermenin bir bedeli de “Sen, sana tapmamı istiyorsun” ithamıdır. Tapınmaya programlananı uyarmamak bazen daha iyidir…

GÜÇLÜ YENİLEBİLİR, KUDRETLİ?


Fıtratından aldığı kudretle tuttuğu yoldan emin olan; suçlanır, taşlanır, dışlanır ama mutlaka kitleleri yepyeni bir idrake er geç sıçratır.

Güç; çevreye, bilgiye, ilgiye, maddeye, etikete dayanabilir. Kudret; sadece Fıtrattan kaynaklanır. Güç yenilebilir, zayıflayabilir; Kudret asla!

Arınmış bilincin gösterişe, ispata ihtiyaç duymayan kudreti zaman- mekânı aşmıştır. Nice krallar unutulur da Ehlullah her dem gönülde kalır.

Gücün etki ettiği güç zayıflayınca uzaklaşabilir. Kudret öyle mi? Bir kere çekmeye, seçmeye görsün ebediyen bırakmaz, istesen de gidemezsin!

Beşer; güce, İnsan; kudrete doğru çekilir. Etkin, yetkin olana yakınlık beşere cazip gelirken İnsan; kitlelerin uzak düştüğü Kudrete çekilir.

Karga leşe, kelebek ateşe çekilir. Kargayı midesi alıp götürürken kelebek niye gittiğini de bilmez. Bi Kudrettir çeker, bi sevdadır tüter…

Gücün ego okşayan etiket, unvan ve avantajlarını reddedip Kudretin yakan, tüketen, eriten, dönüştüren ateşine sevdalanmaktır Hakikat. Aşk olsun.

Yazılı olarak neyi okursa okusun; sözlü olarak neyi işitirse işitsin bilinç, veritabanı doğrultusunda algılama ve anlama eğilimindedir.

NİÇİN SADECE BİLMEK YETMEZ?

Yazılı olarak neyi okursa okusun; sözlü olarak neyi işitirse işitsin bilinç, veritabanı doğrultusunda algılama ve anlama eğilimindedir.

Diken, haşarat, çer çöpten arınmamış bahçeden ne kadar sağlıklı meyve alınabilir ki? Arınmamış bilinç, Hakikati ne kadar değerlendirebilir ki?

Temiz, bakımlı bahçeye akan su; kaynaktan itibaren korunmamış; kanalda zehirlenmişse ne olur? Bilgi Kaynakların temiz mi? Ya kanallar?!

Şebeke suyuna, baraj kanalına bağlanmadan bahçesindeki artezyenden sulama yapanlar da vardır. Tutucu görülseler de meyveleri tadından yenmez.

Babadan kalma usullerle ekim-dikim yapanların, bir süre sonra ürünleri elinde kalırken; zirai danışman ve teknik kullananlar her dem ayakta!

Hiçbir şey yetişmez denen arazide; nice irade sahipleri ürün dererken verimli denen topraklarda niceleri sefilce yaşar! Toprak mı, Kafa mı?

Hakikatine Yönelen; mevsimlik işçi gibi değil ömürlük çiftçi hassasiyetiyle tarlasına bakmadıkça kaliteli, kazançlı bir hasat bekleyebilir mi?

KEYİF VERİCİ MADDE; EKMEK

Neden bir türlü vazgeçilemediği bilimsel olarak tespit edildi :  Ekmekte mutluluk hormonu (  melatonin) bulundu!

Keyif verenler; Sigara, toz, esrar, morfin, içki vb. Ve bilimin son tespiti :  EKMEK KEYİF VEREN MADDE! Hala düşünmeyecek misiniz?!..

Nasıl kilo veririm dediğimde “Sulu yemeğe ekmek banmayı bırak yeter” demişti spor hocası. Kuru fasulyeye ekmek banmamak? Nasıl zor gelmişti Allah’ım nasıl zor. Kuru olacak da

ekmek banmayacaksın?

İftara dakikalar kala fırında uzun kuyruklar. Sımsıcak pide ve halis tereyağı. Ezan beklemek, yarış startı bekleyen atlar gibi… Sonrası malum!

Kur’ana eş tutulan hatta avam arasında ondan daha üstün kabul edilen kutsal (  ?) Ekmek! Kim bilir insanlık bilincine nereden girdi bu virüs?!

Sümerle başlayan tarımı, Sümerin buğdaya verdiği önemi, Sümer öncesi buğday görülmeyişini araştırın, sorgulayın. Enki, Anunaki, İllümunati ?!..

Bağladılar… İnsanı toprağa, buğdaya, karnına bağladılar… Bağırsak Beyni, Üst Beyine musallat ettiler… Şeytanı, Rahmana…

Ehlileşen her şeyin mutlaka yabanisi var. Yabanisi olmayan ehlî yok! Doğa kuralı. İstisnası mı? Buğday. Tabiatta yabani buğday görülmedi!

Yabanisi olmayan, Sümer’de olduğu halde ondan önceye uzanan kazılarda görülmeyen,yerden biter gibi,gökten iner gibi lütfedilen (  !) Buğday?!

Ekmeği öpüp alna koyanlar, kırıntı düşürmekten ödü kopanlar, sormayacak mısınız; Ekmeğin kutsiyeti niye? Buğday nimet de domates, biber değil mi?

Allah takdiri, Allah’ın işi, Allah lütfu vb ni vara yoğa öyle çok kullandık ki; sorgulamayı isyana eş saydık. Sorgula, korkma ekmek çarpmaz!

DOSTU TANIYABİLECEK MİSİN?

Sana, seni kırma endişesi duymaksızın çıplak gerçeğini söyleyen; seni herkesten çok seviyordur. Egon onu sevimsiz, soğuk, ukala bulsa da…

- Hakikatime set çeken esas perdeyi görmem mümkün mü?

- Tabi.

- Nasıl?

- Yüzüne vurulduğunda içini en çok yakan ne ise, esas perden odur!

Dostum, Kalbim, Gönlümün Sureti demişsen Ona, temcit pilavı gibi önüne koyduğu ne ise ona yoğunlaşıp halletmeye bak. Kilidi ancak öyle açarsın.

Hem dostum diyecek hem de perdeni gösterince “Yanlış anladın?” diye savunmaya geçeceksin! Ya anlayışı kıta dost deme ya da egonu dizginle!

Karşısında savunma-ispat ihtiyacı duymayacak kadar sevgi-yönelişinden eminsen seni senden arındıracak dostu bulmuşsun demektir. Değerlendir!

BEŞER; TOPTANCIDIR

Beşer; Toptancıdır. Bir kişiyi, bir görüşü, bir akımı benimsemişse gözü kapalı savunur. Bunları reddetmişse sorgulamaksızın düşman olur…

İnsan; sorgulayan, tetkik eden, akıl süzgecinden geçirendir. Bilgi, kişi veya görüşleri bir çırpıda çizmediği gibi körü körüne de benimsemez!

Beşerin reddiyeci, kınayıcı, eleştirel tutumunun altında din adına (  !) hüküm verme; daha açık söylemek gerekirse “Allahlığa Soyunma” vardır.

İnsan; hüküm verenin hüküm giyeceği, kınayanın mekre uğrayacağı bilinciyle yaşar. Var olanın sadece Allah olduğunu bilen; Ona tavır alamaz.

Benimsediklerini sorgulayabilen, benimsemediklerini tolere edebilen insan; samimi ve bilinçli Allah Kulluğu kapısından girmiş insandır…

KUL; ABD; KAP…

Türkçeye “KUL- KULLUK” olarak çevrilen “abd”, bir Kur’an kavramıdır. Zahiren “köle” manasına gelen bu kelime KUL olarak benimsenmiştir.

Kul nedir, dendiğinde açıklamaya girişir, yorumlar getiririz. Oysa Arapça kelimelerde yoruma gerek duymayacak şekilde mana zaten yüklüdür.

Genel kullanımı itibarıyla KÖLE anlamına gelen “abd” İnsan- Rabbi arasında düşünülebilir mi? Kelimenin bundan öte anlamı olmalı değil mi?

Tanrısal din anlayışını benimsemiyorsak; birinin birine köleliliği; boyun eğmesi biçiminde bir abdlik; bir kulluk nasıl düşünülebilir?!

Kulluk diye çevrilen “abd” in şimdiye dek gündeme gelmeyen manasıyla bu sabah tanıştım. Açıklaması değil, sözlükte zaten olan manası ile.

İşte “abd”in sözlük anlamlarından şimdiye dek açık yazılmayan manalar :  El-Abd= KAP, KOVA; İÇİNE ALAN, İÇİNDE TAŞIYAN; bardak, kavanoz vb.

“Abd” in “KAP” manası içimi titretti, gözümü yaşarttı. Ehlullahın pek açmadığı bu mana; ne dehşet bir manadır! Abd; “KAP” ise ABDULLAH?!

KİMSENİN YAPTIĞI YANINA KALMAZ

“Seriül Hisab” – “Zül İntikam” mekanizmaları; kişi, kurum ya da ülke bazında hiç kimsenin yaptığının yanına kâr kalmayacağının da ifadesidir.

İnsanları yerinden yurdundan edenlerin; dillerini, dinlerini, yaşamlarını zorla değiştiren, sömürenlerin yanına mı kalacaktı? Süreç başlamıştır.

Afrikalı hür insanı, köleleştirmenin; kendisi sürekli gelişirken bilinçli biçimde bir kısım ülkeleri geri bırakmanın bedeli olmayacak mıydı?

İngiltere’nin AB den ayrılışıyla başlayan süreç; basit bir ayrılık süreci değil; asırlarca ezen- sömüren gücün; Bedel Ödeme Sürecidir.

Somali çeşme bilmezken; kuyu suyunu lüks bilip çoklukla çamurlu su içerken; havuz yatağında buzlu viski yudumlayanın hesabı görülmeyecek miydi?

Hükümranlığın ne kadar şaşalı, debdebeli olmuşsa çözülme ve yıkılışın da bir o kadar gümbürtülü, hazin ibretlik olacak Beyaz Efendi…

Düşünmesin, sorgulamasın diye Hintli yavruya Logaritma Cetveli ezberlettiniz! Zenciyi ocağından koparıp köle ettiniz. Yanınıza mı kalacaktı?!

53 yıldır kapıda bekletilen Türkiye’nin gelinen noktada hala AB üyelik müzakeresine devam etmesi; yıkılmakta olan binaya girme ısrarıdır…

KİM KİMİ SEYİRDE?

“Allah kendini İnsan aynasında seyreder” bir görüş “İnsan kendini Allah aynasında seyreder” ikinci görüş. 1. anlatılır, 2. kelle kopartır…

Allah kendini İnsan aynasında seyreder’i anlatırken etrafın kalabalıktır. İnsan kendini Allah aynasında seyreder’i açınca 1 kişi kalırsa şükret!

Allah’ı anlatırken bilge, evliya, ulu kişi der; severler, hürmet ederler. İnsan’ı anlatmaya başladığında hayatta bırakırlarsa şükret!

İnsandan Allah’a bakan Ehli Beyt; Allah’tan insana bakan Ehli Sünnet kanalını oluşturdu. Hep Hizmettedir Ehli Sünnet. Hep Şehittir Ehli Beyt.

Kitap okuyanların dünyasından İnsan okuyanların evrenine açılmaktır Hakikat! Açılabilene Şahadeti mübarek olsun…

İKİLİ İLİŞKİLERDE YANMAK İSTEMEZSEN

Muhatabının gündeminde ne kadar önemlisin? İlişkilerinde bunu; onun hal, hareket, söz ve tutumlarından kestirmeye bak ki ileride üzülmeyesin!

Sen aramadıkça aramayan, sen harekete geçmedikçe harekete geçmeyen hal diliyle sana “Önceliklerim arasında değilsin” demektedir.

Önceliği olmadığın insana yaklaşma ısrarın yapışkanlıktır. Serbest bırak ki onu nankörlüğünü açığa vuracak söz ve tutumlara mecbur etme!

Yakın görüştüğün birden irtibatı kesmiş, arayıp neden sorunca da “Dünya telaşı, iş- güç vb” diyorsa “Sana vaktim yok” demektedir. Zorlama!

Nankörlük görenler; kimi yakın tutması gerektiğini bilemedikleri için bunu yaşarlar! Biliyorum, zor gelecek ama sindir bu realiteyi dostum!

Gelene, ölçü dâhilinde kapını aç. Gidenin niye gittiğiyle kendini yakma! Giden tekrar gelmek istediğinde ise kılı kırk yararcasına dikkat et!

Seninle konuşurken gözleri “Vel Fecir” okuyan; bil ki sana odaklı değil. Sen de bir “Fatiha” oku, usulca yol ver. Erken uyarı hayat kurtarır.

Seninle ilişkilerini daha fazla değer verdiği bir başkasının konumuna göre düzenleyen, her an seni yarı yolda bırakma adayıdır. Saf olma!

Gidene kin tutup kırılmayacak; Geleni de bulunmaz Hint kumaşıymış gibi havaya uçurmayacak bir dengeye gelmişsen korkma, kimse seni yakamaz!

Yalnız doğduk, yalnız öleceğiz, hakikatte yalnız yaşıyoruz. Ebedi seyrimiz de yalnız olacak. Bu realiteyi unutmayan ilişkilerde selamettedir.

Dün yanlış yaptığınla bugün yeni bir başlangıç yapmanın yolu; hiçbir şey olmamış gibi davranmak değil; egoyu yere serip Helallik İstemektir.

Helallik- Özür mekanizmasını Allah için işletmek isteyen, birebirlik esasına uymalıdır. Yanlış, zarar hangi cinstense, özür de öyle olmalıdır.

İnsanların huzurunda yapılan yanlışın özrü-helalliği yine aynı insanların huzurunda olmalıdır. Bir cümlelik özürle, kimseler duymadan olmaz!

“Tek suçlu ben değildim, başkaları da vardı, hem o da hatalıydı” düşüncesi kafanda varsa özür ve helallik işine hiç girişme! Önce kafanı arıt!

Allah Sistemi Gerçeğini fark edenin kendisine yapacağı en büyük iyilik; hakkına girdikleri ile helalleşmektir. Başkası yok, Teksin unutma!

HALİFE, ALLAH HALİFESİ NE DEMEK?

“Kul” olarak çevrilen “Abd” kelimesinin sözlük manasının “Kap” olduğunu keşfetmiştik. Kap; kova; içine alan, içinde bulunduran demekti…

“Abd” kap olunca Abdullah; Allah Kulu kavramı da daha derinlikli, daha içsel, daha çarpıcı, daha sarsıcı bir anlam kazanıyordu.

Tasavvufi Kur’an kavramlarından HALİFE ye de bir bakalım istedik. “Birinden sonra, biri adına iş gören” Halife kelimesinin bilinen manası.

Allah Halifesi; Allah’tan sonra, onun adına iş gören, özelliklerini ortaya koyan diye anlaşıldı. Bu manadaki İkilik içimize hiç sinmedi!

“Halife”nin kökü “Ha-Le-Fe” fiilini Arapça sözlükten tetkik ettiğimizde hakiki manayı açıkça yansıtan bir ifade ile karşılaştık…

“Ha-Le-Fe” Kova sarkıtarak kuyudan su çıkarmak. “HALİFE” Kova sarkıtarak kuyudan su çıkartan!.. Aman Allah’ım, Allahu Ekber, Allahu Ekber!

Mi`râcim, beynimden derûnuma uzanan bir kuyu!.. {@AhmedHulusi} Kuyu, deruna uzanan!

O kuyuda derûna daldıkça; varlıklar, yaratılanlar kaybolur ve sonunda nefsim!.. Benden geride sadece bir HİÇ!.. {@AhmedHulusi}

YİNE DUA, TEKRAR DUA, HEP DUA

Anlaşılan o ki Duaya verilen “İstemek” anlamı da dua mekanizmasının hakikatini kavramaya perde çekiyor.

“Kimden, niye isteyeyim? Zaten takdirim belli, değişmeyecek, niye dua edeyim?”  “Haddimi bilip aç gözlülük etmeyeyim” vb söylemler gelişiyor.

Dua; istemek olunca zihin, birinden bir şey beklemek şeklinde; iki yapı arasında karşılıklı alış veriş hayal ediyor kaçınılmaz olarak.

Dua; birinden bir şey istemek değil; kendi derununda mevcut sonsuz sınırsız potansiyelden belli özellikleri açığa çıkarma çalışmasıdır.

Su için musluk, hava için pencere açmak, rızık için çalışmak normal. İş duaya geldi mi,takdir belli niye dua edeyim der, adamı hasta eder!..

“O izin vermezse dua bile edemem” süslü cümlesine sığınır. O kim? Bir O, bir sen. Başka kimler var? Kaç kişi? Şeytan diyor kapa dükkânı git.

Yemek oldu mu O dilemezse yiyemem demez, bi güzel götürür. Uyku geldi mi O dilemezse uyuyamam demez paso uyur. Dua dendi mi O aklına gelir!

Haklısın dostum. Ben anlatamadım, çünkü O bende anlatma dilemedi. Sen anlamadın, çünkü O sende anlama dilemedi. İyisi mi dönelim dünyamıza.

O dilediğinde görüşür,belki yeniden anlatırız dostum. Bekleyelim bakalım O ne zaman vahyeder (  ?!) de bende anlatmayı, sende anlamayı diler?!

Zaten sen de yoksun ben de yokum! Ohhh ne hoş tasavvuf lakırdıları. Kimsecikler yok. Twitter? O da yok! Hepten karıştı. Sabah olaa hayrolaa!

ALLAH ŞİMDİ NE YAPIYOR?

İmam-ı Azam (  ks) ile münazara eden bir inkârcı, tüm sorularına tek tek akılcı cevaplar alınca son bi hamleyle sordu :  Allah şu an ne yapıyor?

Tefekkürün, aklın, sorgulayan beynin numunesi İmamı Azam, bir kürsüde bulunan inkârcıya :  “Oradan in, Allah’ın ne yaptığını söyleyeceğim” dedi.

Adam indi ve İmamı Azam kürsüye çıktı. Ve şöyle dedi :  “Allah şu an bir inkarcıyı aşağı indirdi, bir mümini yukarı çıkardı!”

Allah anlayışımız ne zaman İ.Azamın ki kadar net,sade,berrak olacak? “Allah ve Ben” “Dileyen ve dilenen” ikileminden ne zaman kurtulacağız?

Âcizane görüşüm “Allah- Ben, Dileyen- Dilenen şirkinin kalktığı noktada yaşanan halin adıdır Kadir!” Talipsen, kolayından nasip olsun Kadir.

EGONUN İKİ UCU; HÜKMETMEK ve HÜKÜM ALTINA GİRMEK

İnsanlar iki sınıftır; 1- Başkalarına Hükmetmek isteyenler. 2- Başkalarının Hüküm ve Himayesi olmadan yapamayanlar.

Birilerine hükmetme veya birilerinin hükmü altında olma isteğinin senden düşmeye başladığı noktada; benliğinin eriyişine şahitliğin başlar.

Sadece hükmetmek mi hoşuna gider egonun? Hayır, Hükmedilmek de büyük haz verir. Filan abi, filan ablanın halkasında olmanın ulvi (  !) hazzı.

Uçlarda gezinmeyi seven haşarı bir keçidir ego. Uç olsun da ister hükümranlık, ister kölelik olsun fark etmez. Ortada durmak ölümdür ona.

Yalakalıklarından millet utanırken kendisi utanmayan bunu nasıl başarıyor sanırsın? Ego, kutlu (  !) köleliliği sever. Yalaka senin görüşün.

- Kime bağlısın?

- Hiç kimseye!

- Kimler sana bağlı?

- Hiç kimse!

Şaşırdı,tutunamadı; sessizce gitti. Yapabilirsen ego da böyle gider!

Hükmedenler hiç kendileri için istemezler (  !) Allah rızasıdır gayeleri,hizmettir,insanlık içindir çabaları. İçtenliklerine gözün yaşarır…

Etrafında onlarca insan. Kim bunlar? “İlim dostlarım, sohbet ediyoruz.” Sen çıkarken iki geçeli sıra oldular ama? Müritlerin olmasın sakın?!

Kendi karışıklığını unutmanın kolay yolu başkalarına hükmetmektir. Haz verir. Bağlılar, uçurdukça da kendini karışık görmez olursun zaten!

Ve bu konuda son söz. İşte Korkunç Gerçek :  HÜKMETME SEVDASI; BAĞLANMA DAVASI GÜTTÜĞÜN SÜRECE HAKİKATİNİ TANIYAMAYACAKSIN! Ölüm var ölüm!

ANADOLU RUHU

Haçlı Seferlerinden Timur istilasına; Çanakkale Savaşından Sevre dayalı Avrupa arsızlığına kadar bir dizi bunalımın üstesinden gelen Anadolu Ruhu; içinde olduğumuz zorlu süreci

de aşacaktır.

Burası Anadoludur. Burası “Allah’ın Dinini Kemale Erdirmek Üzere Seçtiği” topraklardır. Korkuya, hüzne, karamsarlığa kapılmaya gerek yoktur!

Öncelikle, yaşananın kişisel veya politik hata olduğu şirkinden çıkıp her yaşananın “Allah Takdiri” olduğunu hatırlayarak İman tazeleyiniz!

Ölen iman ehli; Şehittir. Kestirmeden en yüksek makama sıçrayanlardır. Allah Resulüne ve Ehlullaha komşu olacaklardır. Beşerce bakmayınız!

Türkiye’nin, İsrail ve Rusya’yla yeni işbirliği; ülkemiz karşısında bloklaşan şer cephesini yarma harekâtıdır! Bu, onun hazımsızlığıdır!

Anadolu Ruhu; basit bir ırk, milliyet davası değil; her dönemde Evliyaullah öncülüğündeki saf, hakiki, öz İslam Anlayışıdır. O anlayış Bakidir!

“Hayatımın garantisi; ecelimdir.” diyerek engin bir imanı dile döker Hz. Ali (  kv). O çizginin mensuplarına kaygı, endişe ve korku yakışmaz!

Fatih Sultan Mehmet’i, Mustafa Kemal’i, Turgut Özal’ı zehirleyen; Menderes’i ipe gönderen güç ile bugün ülkemizi kana bulamak isteyen güç; aynı güçtür. Uyanmalı!

Azami ölçüde tedbir; imanın gereği. Ama unutma ki “Hiç bir tedbir Takdirin önüne geçemez!” Takdirde varsa tedbir alabilirsin. İmanını sarsma!

Bizi birbirimize düşürmek isteyen cephenin; birbirine girerek parçalanması, zulmün mekrini yaşaması çok uzak değil… Sabır; İmanın gereğidir.


----------------
Kaynak  :
mehmetdogramaci . com
Yazar :  Mehmet Doğramacı
Tarih :  27 Haziran 2015
Kategori :  Kur'an'a Dair Makale ve Tefekkürler


Nefsin Mahiyeti


Bütün Kötülüklerin Anası


Adamın biri, annesini öldürür. “Niye anneni öldürdün?” diye sorulduğunda “Zina yapıyordu.” der. “Anneni öldüreceğine beraber olduğu adamı öldürseydin.” dediklerinde ise şu cevabı verir:

“Her gün bir adam mı öldürmeliydim?”

Kıssayı nakleden Mevlâna, ardından şu hatırlatmayı yapar:

“Ey insan!.. O kötü tabiatlı anne, senin nefsindir ki onun fesadı her tarafa yayılmıştır.”

Gerçi nefsi öldürmek, yani onu bütün bütün susturmak pek mümkün değildir. Ama onu terbiye etmek, kötülüğe değil iyiliğe sevk etmek hem mümkün, hem de gereklidir.

Nefis, Bir Düşman mı?


Hz. Peygamber (a.s.m.), bir hadisinde, “Senin en zararlı düşmanın, nefsindir.” der.

Hz. Peygamber’in bu sözünü bazı kayıtlar çerçevesinde anlamak gerektir. Gerçekten de terbiye edilmemiş nefis, en büyük düşmandır. Nefsinin kötü arzularına uyan birisi, dalâlet vadilerinde şaşkın şaşkın dolaşır, günah bataklığına saplanır kalır; tümüyle şeytan’ın emrine girer, onun kulu kölesi olur.

Terbiye edilen nefis ise insanın manevî yükselişinde en mühim bir unsurdur. Böyle bir nefis sahibi, ibadet vadilerinde gezer, daima helâl sahalarda dolaşır; Allah’a samimî kul, Peygamber’e sadık ümmet olarak yaşar.

Çocukta Nefis

“Ağaç, yaş iken eğilir.”

Pek çok insan, çocukta nefis olmadığını zanneder. Hâlbuki nefsin insandaki sınır tanımaz istekler, kötü özellikler toplamı olduğu düşünülürse çocukta da nefis olduğu görülür. Meselâ üç yaşındaki çocuğunuzla oyuncakçıya veya markete gittiğinizde çocuk, hoşuna giden her şeyi almak ister, bütçenizin bunları almaya uygun olup olmadığı onu hiç ilgilendirmez. Bir kardeşi dünyaya geldiğinde aşırı bir şekilde onu kıskanır, onunla ilgilenmenizden rahatsız olur. Aynı çocuk, siz bir şey verdiğinizde severek alır, onun elindekini isteseniz kolay kolay vermez. Görüldüğü gibi, çocukta “cimrilik, kıskançlık, menfaatçilik” gibi nefsin pek çok karakteri açıkça kendini belli eder.

Büyüklerin nefsi terbiyeye muhtaç olduğu gibi, çocuğun nefsi de terbiyeye muhtaçtır. “Ağaç, yaş iken eğilir.” hükmünce, çocuğun nefsini terbiyeye daha küçükken başlamak isabetli olacaktır. Meselâ beraber markete giderken çocuğunuza “Bu defa marketten sadece ekmek alıp döneceğiz; çikolata almak yok!” deseniz ve bunu zaman zaman uygulasanız, çocuk bazı isteklerini frenlemesi gerektiğini öğrenecektir. Yoksa, çocuğun her istediğini almanın, onu “sorumsuzluğa, israfa, nefse mağlûbiyete” maruz bırakması kaçınılmazdır.

Keza, zaman zaman çocuğa “Al bakalım şu iki çikolatayı… Birini arkadaşına ver.” deseniz çocuk, “verme”yi öğrenecektir.

Sirklerde gösterilerde kullanılan vahşî aslanlar, bakıcılarının talimatlarına göre şahane hareketler yaparlar. Bu vahşî hayvanları kuzu gibi uysal yapan sır, onların iyi bir terbiyeden geçmelerinde gizlidir; ve bu terbiye, aslanlar henüz yavru iken başlatılır!

Gençte Nefis

“Genç günahı istediği gibi, günah da genci ister!”

Nefse hâkimiyetin en zor olduğu dönem, hiç şüphesiz, “gençlik”tir. Gençlikte akıldan ziyade, hisler devrededir. Hisleriyle hareket eden genç, nefse çabuk mağlûp olur, his selinin önünde dayanamaz. Dinin yasakladığı, “Günahtır.” dediği şeyler, gencin nefsine çok cazip gelir. Bazı kelebeklerin kendini ateşe atmaları gibi, genç de fitne ateşine kendini atmak ister.

Şahıstan şahısa az çok farklılık olmakla beraber, nefsin zaptı en zor dönemi 15 – 30 yaş arasındadır. Her genç bu dönemde cinsellik sınavına tâbi tutulur, karşı cinsle denenir. Ayrıca öfkesi çok çabuk galeyana gelir, küçük bir meseleden çok büyük gürültüler çıkarabilir.

Bu dönemde iffet, yani günahlardan uzak kalmak, onlara tenezzül etmemek, son derece önemlidir. “Genç günahı istediği gibi, günah da genci ister!” Yaşı ilerlemiş insan, istese de bazı günahları artık işleyemez. İşte, nefsin günah arzusuyla yanıp tutuştuğu bir dönemde nefsi dinlememek, onu hevaya değil hüdaya sevk etmek gerekir. Bunu başarabilenler, gençlik dönemlerinden sonraki hayatlarında nefislerine daha kolay hâkim olurlar, iffet ve istikametle ömürlerini geçirirler.

On beş, on altı yaşlarında iki genç, dinî muhtevalı bir sohbete katıldılar. Sohbeti yapan zat, tatlı tatlı anlatıyordu. İki genç, sohbet sonrası evlerine dönerken sohbetin bir değerlendirmesini yaptılar. Biri dedi: “Anlatılanlar çok güzel şeyler, ama dini yaşamak için biz daha genç sayılırız. Hele şöyle 40 yaşına gelelim o zaman düşünürüz!”

Diğeri, ilk anda bu görüşü haklı buldu. “Doğru.” dedi, “Biz henüz çok genciz.” Fakat yalnız kaldığında meseleyi tekrar düşündü ve kendi kendine dedi: “Evet, henüz çok genciz, ama mükellefiz. Kırk yaşına varma garantimiz de yok. Diyelim 40 yaşına vardık; ama o güne kadar günahlarla dolu bir ömür geçirdikten sonra, 40’ından sonra ne yapabiliriz?” Böyle dedi ve sohbetlere devam etti.

Ve o genç, şimdi 40 yaşında. Sohbetlere devam etmekten, İslâm’ı gençlik döneminde de yaşamaktan hiç de pişman değil!

İhtiyarda Nefis

İhtiyarın beli bükülse, dişi dökülse bile nefsi dimdik ayaktadır.

İnsan, “ömrün sonbaharı” olan ihtiyarlık döneminde yine nefsin birtakım hile ve desiselerine muhatap olur. İhtiyarın beli bükülse, dişi dökülse bile nefsi dimdik ayaktadır.

Bu dönemde, “uzun emeller,” “insanlardan teveccüh beklemek” gibi zaaflar insana arız olur. Bin yıl yaşasa kendine yetecek serveti varken hırsla daha ziyade kazanmak ister. Etrafında ölenleri gördüğü hâlde ölümün kendisine de çok yakın olduğunu kabullenemez. Gerçi ölümün hak olduğunu, mutlaka geleceğini bilir, ama bilmezden gelerek hırsla dünyaya saldırır, “Hele biraz daha kazanayım, sonra ahiretime çalışırım!” diye düşünür.

İyi bir nefis terbiyesi yapmamış kişi, ihtiyarlık döneminde de cimrilikten kurtulamaz. Bir ayağı kabirde olmakla beraber, kolay kolay tasaddukta bulunamaz. İnsanın eli ile cebi arasındaki mesafe aslında kısadır, ama nedense sadaka vermek için eli cebine girmez. Öldüğünde ise varislerinin o serveti hayırlı işlerde kullanmaları şüphelidir! Onun parasıyla sefahete, eğlenceye dalarlarsa kendi günahıyla beraber onların günahlarından da hissedar olacaktır.

Hâlbuki insan, günah kapılarının büyük ölçüde kapandığı bu dönemde, sevap kapılarını çok daha kolay açabilir! İmanlı ihtiyarlığın bir bahtiyarlık olduğunu derinden hissederek her günün 24 saatini hayırlı işlere sarf edebilir. Kendisini bir “yolcu” olarak görür, bavulunu kabir ve ötesi için hazırlar, “yatırımlarını” ona göre yapar. Gençlik dönemindeki taşkınlıkları için tövbe istiğfar eder, samimî gözyaşlarıyla ruhunu tertemiz hâle getirir.


Kaynak :
Şadi Eren (Doç.Dr.)
sorularlaislamiyet.com


Dini Makale  "Hatalarımızdan Ders Alalım"



İnsan, bir yandan akıl sahibi olduğu gibi, bir yandan da çeşitli his ve arzuların tesiri altında olan bir varlıktır. Bu sebeple çoğu zaman doğruyu yanlışı bildiği halde nefsine tam hakim olamaz, yanlış veya eksikler yapar.

Bu durum, hem Allah-u Zülcelâl’in takdiri iledir, çünkü Allah-u Zülcelal insanı zayıf yarattığını bildirmiştir, hem de kulun yeterince azimli olmayışı ve Allah’tan yardım istemeyişindendir. Bu durumda kul kendi nefsinin hatasına üzülmeli, Allah’ın takdirine –haşa- suç bulmaya kalkışmamalıdır.

Ebû Saîd kuddise sirruh’a soruldu:

“Kulun aynı anda hem rızâ hem de hoşnutsuzluk göstermesi caiz olur mu?” O da buyurdu ki:

“Evet kul hem Rabbına rızâ, hem nefsine ve Allah’la ilişkisini kesen her şeye hoşnutsuzluk gösterebilir.”

İnsan, dünyevi veya uhrevi bir hatasından dolayı pişmanlık yaşadığında aşırı üzüntü ve ümitsizliğe kapılmamalıdır. Çünkü insan hatasından ders alıp kendini düzeltmeye çabalarsa her şey onun için hayırdır. Hatta bazı hataları olan bir insan olup alçakgönüllülükle özür dilemesi, kendini hatasız görmesinden daha iyidir. Bu sebeple son noktada kulun hatalı tercihler yapması da hikmetsiz değildir.

Kul bir takım hatalar işleyip de kendi acziyetini, cehaletini, irade zafiyetini gördüğü zaman nefsine itimat etmeyip Allah’ın yardımına ve hidayetine daha çok sığınır. Bu sebeple zaman zaman hatalar işlememiz de ilahi takdirin bir parçasıdır ve hikmetlidir.

Bununla beraber, kasten kötülük ve zulümler işleyip de bunları –haşa- ilahi takdirin gereği diye avunmaya kalkmak mümkün değildir. Çünkü kul ancak hayırlı ve meşru şeyleri Allah-u Zülcelâl’den isteme ve bunları meşru yollarda taleb etmek için teşebbüs etme hakkına sahiptir. Apaçık günah ve zulüm olan işlere bile bile girişen bir kişi, Allah’ın çizdiği hududu aşmış olur ve bununla cezaya müstehak olur.

Kadere rıza göstermek, insanı dünya ve ahiret için çalışmaktan alıkoymaz. Çünkü çalışmak da Allah’ın kaderindendir. Allah-u Zülcelal kullarına çalışmaları için akıl, güç kuvvet ve çeşitli imkanlar vermiştir. Helal ve iyi işlerde çalışmalarını da emretmiş, bu şekilde ihtiyaçlarını helalden temin etmelerinden razı olmuştur. Allah’ın “Çalışın, helalden isteyin” emrine uyan bir kul, Allah’ın ezelde takdir ettiği nimete kavuşur.

Bununla beraber kul ne kadar çalışıp çabalasa da “Kendim kazandım” dememeli, Allah-u Zülcelâl’in lütfundan nasip ettiğini bilmelidir. Çünkü çalışmak da, çalışacak bir imkan bulmak da, işlerin rast gitmesi ve hayırlı bir neticenin ortaya çıkması da hep Allah’ın lütfudur.

İşte bütün bunları bilen bir kul, dünyalık ve ahretlik bütün çalışmalarını Allah’ın lütfu bilir ve ona olan şükrünü artırmaya bakar. Bu açıdan ele alınınca kadere iman edenin ihlas ve samimiyetinin kuvvetleneceğini, Allah’a karşı edeb ve takvasının artacağını söyleyebiliriz.

Abdülkadir Geylânî kuddise sirruh buyurur:

“Kim ki kadere boyun eğerse, râzı olursa Allah-u Zülcelal hazretleri onu yükseltir, tevazu ve edebi sayesinde onu Kendi’sine yaklaştırır. Kibir ve edeb noksanlığı ise seni Allah’tan uzaklaştırır. Tâat ve ibâdet seni ıslâh eder ve Allah’a yaklaştırır. Mâsiyet, günah ise seni ifsâd eder, Allah’dan uzaklaştırır.”

Kul her iyiliği Allahtan bilip, kötülüklerden de nefsini sorumlu tutup devamlı Allah’a karşı edebli olursa Allah-u Zülcelal kulundan razı olur. Böylece kul ayet-i kerimedeki “Razıyeten merzıyye” yani razı olmuş ve razı olunmuş kullardan olur.


Kaynak :
İslami Hayat Dergisi


Dini Makale "Tasavvuf ve Sünnet"



Tasavvufun temeli Kur’ân ve sünnettir. Çünkü Kur’ân ilâhî emirlerin yazılı bir metni, Peygamber (s.a.v) de onun uygulayıcı bir modelidir. Bu yüzden tasavvuf ehli, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı uygulaması demek olan sünnetine büyük önem vermişlerdir. Özellikle ilk tasavvuf klasiği sayılan Ebu Nasr Serrâc’ın el-Luma’ adlı eserinde bu konuya dâir ilginç bilgilere yer verilmiştir. Oradan özetleyerek yapacağımız alıntılar bu konuda bir fikir verecektir. Ebu Nasr Serrâc der ki:

Allah Teâlâ, Peygamber’ini şöyle vasfediyor: “O Allah ki, ümmîlere kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. O peygamber, onlara Allah’ın âyetlerini okur, onları tezkiye eder, onlara kitâbı ve hikmeti öğretir.” (Cuma; 2)  Peygamber, bize âyetleri okuyor, Kitâb’ı, yâni Kur’ân’ı ve hikmeti öğretiyor. Hikmet, Hz. Peygamber’in sünneti, âdâbı, ahlâkı, hâlleri ve öğrettiği gerçeklerdir.

Cenâb-ı Peygamber (s.a.v), kendisine Hak katından indirilen ve teblîğ edilmesi istenen şeyleri teblîğ ile görevlidir. Nitekim Allah Teâlâ: “Ey şanlı peygamber, Rabbının katından sana indirilen şeyleri teblîğ et!” (Maide; 67) buyurmaktadır.

Allah Teâlâ, bütün insanlığa, kendisine itâat etmelerini emrettiği gibi, Peygamber’ine itâat etmelerini de emretmiştir: “AIlah’a ve Rasulü’ne itâat edin!” (Nur, 54); “Rasule itâat eden Allah’a itâat etmiş olur.” (Nisa, 80) Allah Teâlâ, ayrıca Peygamber’in getirdiğini kabul etmeyi de emretmiş bulunmaktadır: “Peygamber size neyi verirse alınız! ” (Haşr, 7) âyeti buna delîldir. Hz. Peygamber’in yasakladığından kaçınmak da Allah’ın emridir: “O sizi neden men’ederse ondan uzaklaşınız!” (Haşr, 7) Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in kerdisine tâbî olanlara doğru yolu gösterdiğini de belirtmektedir: “O’na tâbî olun ki, hidâyete erişesiniz!” (Araf, 158) Allah Teâlâ O’na itâati kabul edene hidâyet va’d etmiş: “O’na itâat ederseniz, hidâyete ulaşırsınız.” (Nûr, 54) emrine karşı çıkanları ise, fitne ve acıklı azapla tehdit etmiştir: “O (Peygaber’in) emrine karşı çıkanlar, başlarına bir fitne ve acıklı bir azâbın gelmesini beklesinler!” (Nûr, 63) Allah Teâlâ bize, kendi sevgisinin müslümanlara âid olduğunu; mü’minlerin Allah sevgisine mazhar olmasının ise, Hz. Peygamber’e tâbî olmakta bulunduğunu şu âyet-i kerîme ile açıkça belirtmektedir: “De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana tâbî olun ki, Allah da sizi sevsin!” (Al-i İmran, 31)

Allah Teâlâ mü’minleri, Peygamber (s.a.v)’in yüce ahlâkına uymaya çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın Rasulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Rasulullah (s.a.)’dan bize ulaşan pek çok haber ve rivâyet vardır. Rasulullah’dan bize kadar güvenilir râvîler aracılığıyla gelen bu haberlere yapışmak, bunlarla amel etmek bütün müslümanların boynunun borcudur. Çünkü Allah Teâlâ: “Namaz kılın, oruç tutun ve Peygamber’e itâat edin!” (Nûr, 56) buyurduğu gibi, “Şüphesiz sen doğru yoldasın (sırât-ı müstakîm)” (Zuhruf, 43) buyurmaktadır.

Bu âyetlere göre O’nu örnek almak, O’na tâbî olmak, O’nun emrine itâat etmek, -O’nu görsün görmesin- kıyâmete kadar gelecek bütün insanlığın görevi olduğundan, tasavvuf erbabı bu konuda hayli titizlik göstermişdir.

Kur’ân’a uyan, fakat Allah Rasulü’nün sünnetine tâbî olmayan kimse, Peygamber’e tâbî olmamakla Kur’ân’a da karşı çıkmış sayılır. Mütâbaat ve iktidâ, yâni yolunu izleyip O’na uymak, Allah Rasulü’nün “güzel örnek” olmasının gereğidir. O’nun ahlâkı, fiilleri, hâlleri, emirleri, yasakları, tavsiyeleri, teşvik ve tehditleri konusunda bize ulaşan rivâyetlere uymak gerekir.

Tasavvuf ehli, Allah Rasülü’nü kendilerine örnek almaya çalışan kimselerdir. Onlar, Allah Rasulü’nün yücelttiğini yüceltir, küçük gördüğüne değer vermezler, O’nun çirkin gördüğüne çirkin, O’nun güzel saydığını güzel sayarlar. Beğendiğini beğenir, beğenmediğini terkederler. O’nun sabrettiğine sabrederler, O’nun düşmanlık beslediğine düşmanlık, dostlarına da dostluk beslerler. O’nun değerli saydığına değer verir, teşvik ettiğine yönelirler. O’nun kaçındığı şeylerden kaçınırlar. O’nun sünnetine, topyekün davranışlarına önem verirler; O’na tâbi olmayı esâs, Ondan uzaklaşmayı bid’at ve bâtıl sayarlar.

Kaynak :
islamcokguzel


Dini Makale "Sünnet Bütün Hayatı Kuşatır"

Sünnet bütün hayatımızı kuşatan bir rehberdir. Bireysel mükellefiyetlerimizden toplumsal ilişkilerimize kadar her adımımız, her fiilimiz Sünnet’in ilgi ve belirleyicilik alanı içindedir. Zira Efendimiz (sav) ’in hayatı, sünneti ve sireti bütünüyle Kur’an’ın canlı bir tefsiridir. O’nun her sözü, her davranışı bizim için Allah Teala’nın rızasına götüren bir rehberlik niteliği taşır. Günlük hayatta, evinin içinde, komşularla ilişkilerde, devlet yönetiminde, mescitte ve sokakta… kısacası hayatın her anında ve alanında O, “canlı Kur’an” olarak biz mü’minlere yol gösterir. O’nun kılavuzluğu olmadan hakkıyla Müslüman olmak ve Müslüman kalmak mümkün değildir.

Efendimiz (sav) bir gün mübarek başını göğe kaldırıp bir süre tefekküre daldıktan sonra şöyle buyurdu: “Ilim sizden çekilip alındığı zaman haliniz nice olur?” Orada bulunan sahabîler biraz şaşkınlıkla şöyle dediler: “Ey Allah’ın Resulü! Bizler Kur’an’ın okuduğumuz ve ev halkımıza öğretip durduğumuz halde ilim bizden nasıl çekilip alınır?” Efendimiz (sav)’in mukabelesi son derece düşündürücü oldu: “Tevrat ve İncil Yahudiler’in ve Hristiyanların elindeyken onlara bir fayda sağladı mı? (Ahmed b. Hanbel)

Evet, Tevrat ve İncil, Hz. Musa ve Hz. Isa (ikisine de selam olsun) ümmetlerinin bir süre sonra Yahudileşmesine ve Hristiyanlaşmasına mani olmamıştır. Bu son derece çarpıcı gerçek sadece geçmiş kavimlerin durumunu anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bizi şu hayatî sorunun muhatabı kılıyor: İslam Ümmeti’ni Yahudi ve Hristiyanlarınkine benzer bir hüsrana sürüklenmekten koruyacak olan nedir?

Hiç şüphesiz bu sorunun cevabı “Sünnet-i Seniyye”dir. Onun kurtarıcı rehberliğinden kendisini müstağni zannedenlerin varacağı yer iki dünyada da hüsrandan başkası olmayacaktır. Zira Efendimiz (sav), “Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki, hevasını benim getirdiklerime tabi kılmayan iman etmiş olmaz. (Beğavi) buyurmuştur. Ulemamızın bu hadiste ifade buyurulan “benim getirdiklerim” sözünün sadece Kur’an’ı anlatmadığı, buradaki esas vurgunun Sünnet-i Seniyye’ nin rehberliğini anlattığı konusunda aydınlatıcı beyanları vardır.

Dolayısıyla bu dinin hakkıyla öğrenilmesi de, yaşanması da ancak Sünnet-i Seniyye’ye ittiba ile mümkündür.

Kaynak :


Ebubekir Sifil


Dini Makale "Bulunduğu Toplumun Huyunu Almak"

Halk arasında bulunan ve sürekli onlarla birlik olan kimse, onlardan gördüklerini ve onların yapageldikleri şeyleri farkında olmaksızın kendisi de yapmaya başlar, o da tıpkı onlara benzer. Çünkü bu, insan içinde gizli bir hastalık, mikrop gibidir. Bu mikrobun ne zaman ortaya çıkacağı bilinemez. Bu açıdan gafil ve aymazları bir kenara bırakalım, benim diyen akıl sahibi kimseler bile kolay kolay kendilerini bundan kurtaramazlar. Herhangi bir kimse, fasık ve ahlaksız biriyle oturup kalkmayı bir süre devam ettirdiğinde, bu kişi, içten içe kötülüklere ve bu tür hareketlere karşı olmasına rağmen, bu fasık kimseyle arkadaşlık etmeden önceki hâliyle sonraki hâlini şöyle bir kıyasladığı takdirde, daha önceleri kötülüğü, fasıklığı ve bozgunculuğu istememesine, bundan nefret etmesine ve oldukça kötü bir şey olduğunu kabul etmesine rağmen, sonraki durumuyla arasında çok büyük bir fark olduğunu görecektir. Çünkü insan bir kötülüğe sürekli şahit olduğunda, bu durum onun için giderek gayet olağan bir iş gibi gelmeye başlar. Bundan böyle artık bu tür şeylerin o kadar da önemli olmadığını, fazla üzerinde durmaya değer bulunmadığını kabullenir hâle gelir. Ardından da kâlpte ona karşı duyulan korku ve nefret de önemini yitirir.

Kişi bu tür şeylere sürekli şahit olunca ve artık basit görmeye başlayınca, bundan böyle kötülüğe karşı koyma isteğini de gönlünden yitirmiş olacaktır, bu güç kaybolacaktır. Giderek kendisi de o tür şeyleri yapmaya başlayacak, en azından buna meyledecek veya bu tür şeylerin en basitine yönelecektir ki, bu da peşinden diğerlerini sürükleyecektir. Çünkü kişi, başkalarının yaptığı büyük hataları gördükçe, kendisinin yaptığı küçük işleri, yanlışları artık bundan böyle önemsemeyecektir. Nitekim, sürekli servet sahiplerinin elinde bulunan varlıklarına göz diken bir kimse, onlarla oturup kalkan biri, bu durumda kendi durumunu aşağılamaya ve küçümsemeye başlar. Eğer bir kimse, Allah’ın kendisine verdiği nimetin önemini anlamak istiyorsa, varlıklı kimselerle birlikte olmayı değil de, fakir ve yoksullarla birlikte olmayı tercih etmelidir. İşte bu durumda kendi elindekinin önem ve değerini anlayabilir.

Tıpkı bu örneklerde görüldüğü gibi, bir kimsenin iyi ve itaatkar kimselerle beraber olma hâliyle, isyankar olanlarla bir arada olma hâli arasında mutlaka fark olacaktır. İyilerle beraber oturup kalkan kişi onlardan etkileneceği gibi, kötülerle birlikte olan da onlardan etkilenecektir. Çünkü çevrenin insan karakteri üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. Eğer herhangi bir kimse dikatini sahabe hayatına, tabîinin yaşantısına çevirir, onların ibadette nasıl bir yol izlediklerini inceler, dünyaya nasıl değer vermediklerini görürse, o takdirde kendi durumunun onlara bakıldığında hiç de önemsenecek bir şey olmadığını kabullenecek ve yolunu düzeltme imkanını bulabilecektir. Kendi ibadetinin de onlarınkinin yanında hiç olduğunu görecektir. Nitekim, bir kimse böylece kendisinin gerçekten eksik ve hatalı olduğunu görmeyi sürdürürse, sonrasında bir gayretin içerisine girecek, artık mükemmellik yoluna doğru bir rağbet ve istek oluşacaktır. Kişi, O zâtlara tam anlamıyla uyma yolunu izleyecektir.

Her kim, sözkonusu zâtların yerine, kendi döneminin insanlarının yaptıklarına dikkat çeker, onların Allah’tan ve emirlerinden nasıl yüz çevirdiklerine bakar, dünyaya karşı hırsla sarılışlarını izler, masiyetleri âdeta bir gelenek hâline getirdiklerini görür, bunların bir değerlendirmesini yaparsa, o zaman, içindeki basit bir hayır ve iyilik isteğini oldukça büyük görür. İşte bu, o kimsenin bundan böyle helâk olması anlamına gelir. İnsan karakterinin bir farklılık sergilemesi için kişinin sadece hayır ve şer ifadelerini duyması bile yeterlidir. Yani hayrı ya da şerri görme olayı bir tarafa, bunların sözünün işitilmesi bile, insan karakteri üzerindeki etkisi vardır. İşte bu ince ve hassas çizgi nedeniyledir ki, Rasulullah (sav) şöyle buyurmuşlardır:

“Salihlerden bahsedilen yerde, rahmet yağar.”

Burada ki “rahmet”ten amaç da cennete girmek ve yüce Allah’ın cemaline kavuşmaktır. Yoksa bir yerde salihlerden ya da iyi insanlardan söz edilirken, bizzat rahmetin kendisinin inmesi ya da yağması demek değildir. Ancak bu, rahmet ve bereketin oluşması, yağması için bir sebep oluşturur. Bunun belirtisi de gönülde buna karşı bir arzunun belirmesi, o salih insanlar gibi olma gayretinin oluşması, bundan böyle yaptığı yanlışlardan, eksiklerden ve kusurlardan uzak durması demektir. Çünkü rahmetin ilk basamağı hayır işlemektir. Hayır işlemenin de ilk basamağı ise rağbettir, istek ve arzudur. Bir isteğin oluşabilmesi de salihlerin durumlarından, yaşantılarından söz etmekle ve onlara özenmeyi sağlamakla kazanılır. İşte rahmetin ya da bereketin inmesi veya yağması bu anlamdadır.

Kaynak :

islamcokguzel

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)