Thread Rating:
  • 11 Vote(s) - 3.27 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Türkiye'de Yahudilik
#1
Oku-1 
Türkiye'de Yahudilik

Türkiye'deki Yahudilerin tarihi, yaklaşık olarak 2400 yılı kapsar. Türkiye Yahudileri, Türkiye'de yaşayan başlıca gayrimüslim cemaatlerden biridir. İspanya ve Portekiz'den kovulan Sefarad Yahudilerinin birçoğu, 15. yüzyılın sonuna doğru Osmanlı İmparatorluğu'na sığındı. 20. yüzyılda özellikle İsrail Devleti'nin kurulmasından kaynaklanan dışa göçlere rağmen, günümüz Türkiye'sinde hâlâ küçük bir Yahudi toplumu yaşamaktadır.

Tarihi

Ege Bölgesi eski kent kazılarında bulunan bazı kalıntılarda yörede MÖ 4. yüzyılda yaşamış Yahudilere ait bilgilere ve yerleşim bölgelerinin varlığına rastlanmıştır.[3] Tarihçi Jozef Flavius, ünlü düşünür Aristo'nun "... Ön Asya seyahatlerinde kendileriyle görüş alış verişinde bulunduğu Yahudilerle konuştuğunu... " yazar [4]. Anadolu'nun değişik yörelerinde, Ege Bölgesinde (Sart, Afrodisias, Milet, Foça vs), Bursa ve Ankara civarında, Güney Doğu Bölgesinde eski çağ Yahudi yerleşim kalıntılarına rastlanmıştır. Ankara civarında bulunan bir bronz sütun üzerinde İmparator Augustus'un Ön Asya Yahudilerine tanıdığı haklar yazılı idi.

Roma ve Bizans İmparatorluğu zamanı

Yahudi yazıtlarına göre Nuh'un gemisi, Ağrı Dağı'nın tepesine indi.[5] Yeni Ahit’e göre, Anadolu’daki Yahudi nüfusu, bütün coğrafyaya dağılmıştı: Iconium (Konya) bir sinagoga sahipti (Acts 14:1) ve Efes’te de bir sinagog vardı (Acts 19:1). Galatlara Mektup’ta da Anadolu’da yaşayan Yahudilerin olduğu belirtilmiştir. Somut kanıtlara göre, İsa’dan önce 4. Yüzyılda, özellikle Manisa’da Yahudilerin olduğu bilinir.

Sonraki dönemde, Roma ve Bizans İmparatorlukları, elle tutulur bir Yunanca-konuşan Yahudi nüfusuna sahipti Anadolu’daki topraklarında. Bu nüfus topluma iyi entegre olmuş olup, belirli yasal korumalara sahiptiler. Dönemin Yahudi nüfusu, Bizans İmparatorlarının, girişimlerine rağmen, din değiştirmedi [6]. Bizans döneminde Anadolu’da yaşayan Yahudilerin durumları, tarihçiler tarafından hâlâ araştırılmakta.[7] Bazı düşmanlık belirtilen kanıtlara rağmen, Bizans İmparatorluğu sınırlarında yaşayan Yahudilerin, Batı Avrupa’daki yahudilerden daha iyi durumda olduklarına inanılır.[8]

Osmanlı Dönemi

Osmanlı yönetimiyle ilk bağı olan, Bursa’daki ilk sinagog Etz Ha-Hayim (Hayat ağacı) 1324 yılında, Osmanlı yönetimine geçti. Sinagog günümüzde hâlâ kullanılmakta fakat Bursa’daki Yahudi nüfusu 140 civarına düştü [9]. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudilerin durumu, Sultan’ın keyfine kalmıştır. Örneğin, 3. Murat, gayrimüslimlerin boyun eğen ve sefillikle yaşayanlar olmasını istemiştir. Cami ve yüksek binaların yakınlarında yaşamamalarını ve kölelere sahip olmamalarını emretmiştir. Fakat diğer Sultanlar daha toleranslıydı [10]. Türk yönetimi altında gerçekleşen ilk büyük olay, İmparatorun Konstantinopolis’i hükümranlığına katmasıydı. Sultan 2. Mehmed Konstantinopolis’i ele geçirdikten sonra, şehri bir karmaşa içinde buldu. 1204’te Haçlılar tarafından birçok kuşatma ve işgale maruz kalması ve 1347’deki Kara ölümle birlikte, şehir eski görkeminden kalan bir gölge gibiydi [11]. Mehmed şehri başkent yapmak istediğinden, şehri tekrar yapılandırmaya karar verdi [12] ve bunu gerçekleştirmek için İmparatorluğun her tarafından, Müslüman, Hristiyan ve Yahudilere yeni başkente gelmelerini emretti [12]. Aylar içinde Balkanlar’dan (Romanyotlar) ve Anadolu’dan birçok Yahudi Konstantinopolis’e yerleşti. Şehrin toplam nüfusunun 10% u oluşturdular [13]. Toplumun bu yeni üyelerinin birçok etkisi oldu toplumun gelişmesinde. Yerli Yahudi nüfusunun sayısı, 1421–1453 arası Osmanlı İmparatorluğuna göç eden Aşkenaz Yahudilerle arttı [13]. Bu Aşkenaz Yahudiler arasında, Fransız kökenli, Almanya doğumlu, Haham İzak Sarfati (İbranice צרפתי – Sarfati, Fransız) da vardı (15). Sarfati, Edirne Baş Hahamı oldu ve Avrupa’daki Yahudilere mektup yazarak, Osmanlı İmparatorluğuna yerleşmeleri için davet etti. Mektubunda Osmanlı’da eksiklerin olmadığını belirtti ve “Müslümanların yönetimi altında yaşamak Hristiyanların kontrolü altında yaşamak iyi değil mi diye sordu [14][15].

Yahudilerin Anadolu’ya göçlerinin en yoğun olduğu dönem, 2. Mehmet’ten sonra gelen 2. Beyazıt dönemi oldu (1481-1512). İspanya ve Portekiz’den kovulan Yahudiler, Sultan’ın gönderdiği resmî davetiyeyle büyük sayılarda İmparatorluğuna yerleştiler. 1492 yılında Yahudi-Türk ilişkilerinde kilit noktalardan biri yaşandı. İspanya’daki engizisyondan kaçan 150.000 Yahudi’nin birçoğu Osmanlı İmparatorluğuna yerleşti. Bu olay, şehrin nüfusunun yeniden yapılanması için önemliydi, çünkü Haçlılar döneminde ve Kara ölüm’den dolayı nüfus 70.000 civarındaydı. Sefarad Yahudilerin bir kısmı da Selanik şehrine yerleşti. Gelen Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok işine yaradı. Müslüman Türkler ticari girişimlerle pek ilgili değildi ve doğal olarak ticari işleri azınlık grupların ellerine bıraktı. Ayrıca Müslüman Türkler, Hristiyanlara pek güvenmediklerinden Musevileri tercih ettiler alış-verişlerinde [16]. İspanyol Yahudiler, İmparatorluğun zengin şehirlerinde yaşama iznine sahipti. Daha çok, Avrupa şehirlerini (İstanbul, Saraybosna, Selanik gibi) Batı ve Kuzey Anadolu şehirlerini (Bursa, Aydın, Tokat ve Amasya) ve Akdeniz kıyılarındaki şehirleri (Kudüs, Şam ve Mısır) tercih ettiler.

İzmir uzun bir süre boyunca İspanyol Yahudiler tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmadı. Kudüs’teki Yahudi nüfusu 1488’de 70 aileden 16. Yüzyılın başında 1.500'e çıktı. Şam’da 500 ailelik bir cemaat vardı. İstanbul’da 30.000 Yahudi ve 44 sinagog vardı. Beyazıt Yahudilerin Haliç kıyısında yaşamalarına izin verdi. Mısır’ın Kahire şehri çok sayıda sürgün Yahudiye kapılarını açtı, bir süre sonra sonradan gelen Yahudiler yerel Yahudi nüfusunu geçti. Selanik'te Yahudilerin sayısı diğer milletlerden, dinlerden olan kişilerden ve hatta orijinal yerel halktan daha fazla oldu ve Selanik, Sefaradların merkezi haline geldi. Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altındaki durumları her ne kadar abartılsa da [17], Yahudilerin toleransla yaşadıkları inkâr edilemez. Millet sisteminde, Yahudiler dinleriyle tanınan bir topluluk olarak, diğer milletlerle (Ortodoks Millet, Ermeni Millet, vs.) bir arada yaşadı. Yahudilerin iş edinmelerinde kısıtlamalar yoktu. Diğer gayrimüslimler gibi Yahudiler de haraç (vergi) vermek zorundaydı ve diğer gayrimüslimler gibi giyimlerinde, at sürmelerinde, orduya katılmalarında bazı kısıtlamalara tabiiydiler ama bu tür yasaklar ve kısıtlamalar zaman zaman göz ardı edilirdi [18].

Klasik Osmanlı döneminde (1300-1600) Yahudiler, imparatorluğun diğer topluluklarıyla birlikte, belirli bir zenginlik içindeydi. Diğer Osmanlı unsurları göz önünde bulundurulduğunda, Yahudiler, ticaret, diplomasi ve diğer önemli kurumlarda güç sahibiydi. Araplar ve Yahudiler arasında pek fazla problem yoktu ama Yahudilerin kendi aralarında birlik problemi vardı. Osmanlı’ya birçok farklı yerden, kendilerine özel gelenek, fikir ve kültürlerini getirerek geldiler ve bu getirdiklerine inatçı bir şekilde bağlı kalıp farklı cemaatler kurdular.

Türkiye’deki Yahudilerin tarihi, 18. ve 19. yüzyılda etkilerinin ve güçlerinin yitirildiği bir kronoloji haline geldi. Ticaretteki güçlü pozisyonlarını Yunanlara yitirdiler.

Türkiye Cumhuriyeti dönemi

20. yüzyılın başında, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Yahudilerin sayısı 200.000’e ulaştı (27). 1829-1913 tarihleri arasında yeni Hristiyan Balkan devletlerine kaybedilen toprakların, bu sayının üzerinde etkisi oldu. 20. yüzyıldaki Türkiye’nin problemli tarihi ve 1923 sonrası, imparatorluktan, modern batılı ulus-devletine dönüşme dönemi, geriye kalan azınlıkların nüfusları üzerinde negatif bir etkiye neden oldu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun yarı özerk iç örgütlü azınlık sistemi yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nde yer almamaktadır. Azınlık olsun veya olmasın, kişiler cemaat yoluyla değil, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin doğrudan devlete bağlıdırlar. Bu durum karşısında Yahudilerin özerkliği kalmadığı gibi yasalar karşısında Yahudi Türk'le Müslüman Türk'ü ayırmak olanaksızlaşmıştır.[19] Cumhuriyet'e geçiş döneminde doğan sancılı aşamalarda Türk Yahudileri ulusculuk anlayışının karşısında değil, yanında yer almıştır.[20] Bu yeni kurulmuş devletin her alanını Türkleştirme çabaları, dil eksiği olan azınlıklar üzerinde zorluklar yaratmıştır. Araştırmacı Mücahit Düzgün'e göre bu Yahudilere karşı yapılmış bir yaptırım değil, devlet oluştururken gereken bir aşamadır. Dil eksikliği Yahudileri siyasi ve toplumsal yaşamda sekteye uğratacağından Yahudi aydınları Türkçenin Yahudi cemaatinde yayılması için çabalar gösterip dernekler kurdular.

Yeni kurulan bu devlette Yahudilerde görülen bir özellik ise Atatürk'e bağlılıklarıdır. Bir Türk Yahudisi olan ünlü yazar ve siyasetçi Avram Galanti'nin yazılarından birinde şöyle der:
“ Mustafa Kemal'den esinlenmiş olan boynu bükük memleketler, gerçek bağımsızlıklarını elde edecekler ve kendilerine bu imkânı verdiği için, bir milyar halk, bu insanüstü Türk'le komuta etmiş olduğu Türk ordusuna secde edecektir... Mustafa Kemal geçmiş ve şimdiki zamanın en büyük adamıdır. „

Türk Yahudileri 1922-1923'teki savaşlarda hep Türk davasına sadık kaldılar. Yahudi aydınlardan Davit Fresko Yahudilerin daha da iyi bir vatandaş olmalarına ve onları Türkiye'ye sadakatin devamına davet etmiştir:
“ Yahudiler dört yüzyıldır Türkiye'de yaşıyorlar. Bu uzun yıllar içinde din özgürlüğü, adalet ve hoşgörü buldular. Bütün arzumuz kutsal ve sevgili vatanımızın her alanda ilerlemesini görmektir. Vatanımıza içtenlikle bağlıyız. Hiçbir art düşüncemiz yoktur. Bunu dinimiz emreder. (Yahudiliğin temel ilkelerinden: "Yaşadığım ülkenin yasaları yasalarımdır".) Biz yeni açılan bu dönemdeki gelişmelerle ilgilenmeliyiz ki görevlerimizi yerine getirelim. Çünkü biz bu vatanın çocuklarıyız. „

1920'li yılların başında devletle Yahudiler arasındaki sevgi ve sadakat karşılıklı idi; Cenevre Yahudileri tarafından İsmet İnönü ve Türk heyeti şerefine düzenlenen bir şölende İnönü Türk Yahudilerinin yasa ve düzeni, çalışmayı, ilerlemeyi ve uyumu sevdiklerini söylüyordu.[23] Lozan Anlaşması imzalanıp azınlıklara yeni haklar tanınınca, Yahudi cemaatleri bu gibi hakların Türk devletinin hakkaniyetine aykırı olacağına karar vermiştir ve bu haklardan vazgeçmiştir. Profesör Mişon Ventura ve Avukat Kalev Gabay meselenin hukuki yanlarını inceleyip bu kararı aldıktan sonra, Yahudilerin bu tutumunu İsmet Paşa'ya duyurmuştur. İsmet Paşa da bundan duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir.[24]

1933 yılında, Nazi Almanyası, Aryan ırktan olmayan memurların zorunlu isten çıkarılmaları kanunu yürürlüğe koydu. Bu kanunla, Yahudi bilim insanları da işlerinden kovulmuş oldular. Albert Einstein’ın lider olduğu işsiz bilim insanları, İsviçre’de bir birlik oluşturdular. Birliğin sözcüsü, Profesör Schwartz, Türk Millî Eğitim Bakanıyla görüştü ve 34 Yahudi bilim insanına, özellikle İstanbul Üniversitesi olmak üzere, birkaç Türk üniversitesinde iş buldu [25].

1942 yılındaki Varlık Vergisi teoride bütün zengin Türkleri içerse de, etkisi en çok gayrimüslimler üzerinde oldu. Varlık Vergisi, Türkiye’deki gayrimüslimler arasında hâlâ büyük bir facia olarak bilinir ve Yahudi topluluğunun sayısı üzerinde zararlı bir etkiye sahip olmuştur. Birçok kişi vergiyi ödeyemedi ve çalışma kamplarına gönderildi. 30.000 civarında Yahudi göç etti [26]. Verginin, azınlıkların ekonomik gücünü hedef aldığını ve bu bağlamda ırkçı olduğu düşünüldü [27].
1922-1927 arasında basında Yahudiler

1922-1927 yılları arasında, sadece basında olmak üzere beş yıl sürecek olan Yahudi aleyhtarı kampanyalar başladı. Bu durum Türk liderlerin Yahudiler lehine söylediği sözlerle dengeleniyordu. Ebuzziya Tevfik'in Tasvir-i Efkar Gazetesi'nde İzmir hahambaşısı Ribi Moşe ile yaptığı alaycı görüşme antisemit kampanyanın başlangıcı oldu. Bu kampanya İleri gazetesinin Kanımızı Emenler başyazısıyla Yahudileri ikiyüzlülükle suçlayarak devam etti. Hahambaşı vekili Ribi Becerano, o günlerin İstanbul Askerî Valisi Refet Paşa'yı ziyaret etti ve İleri Gazetesi'nin bir nüshasını vererek müdahalesini rica etti.[23] Şubat 1923'te Karagöz mizah dergisinde Yahudiler alay konusu edilip aşağılayıcı bir terim olan "çıfıt" diye hitap ediliyordu. Edirne'nin Paşaeli gazetesi Müslümanları sömüren ve hile ile ticaret yapan Yahudilerden bahsediyordu.
1927-1933 arasında

Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nde rejimin sağlamlaşması ile toplum da daha huzurlu olmaya başladı. 1927'ye kadar Yahudileri tehlike olarak gören basın bundan böyle azınlıkları zararsız görmeye başladı. Bu dönemde Yahudiler de yurttaşlık haklarından daha çok yararlanır oldular; örneğin:[19]

Elza Niyego Olayından sonra yürürlüğe giren Yahudilerin serbest dolaşım yasağı kaldırıldı.
Yahudi çocukların Türk okullarına gitmesine izin verildi.
Trakya'daki Yahudi okullarına diğer Türk okulları gibi devlet bütçesinden yardım edildi.
Sami Ginzburg Olayı sonucunda mahkeme Sami Ginzburg'u suçsuz bulup bir vatansever olduğuna hüküm kıldı ve İstiklal Madalyası'na aday gösterdi.
"Türklüğe hakaret"ten yargılanan üç Yahudi genç beraat etti.
Galata'da Yahudi nüfusun artması üzerine Neve Şalom Sinagogu'nun yapımı başladı.

İkinci Dünya Savaşı Dönemi

Türkiye, 1930lar ve 1940lar da, Nazi zulmünden kaçan Avrupalı Yahudilere geçit oldu [28][29]. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı döneminde nötr olarak kalmasına ve Alman Yahudilere vize yasağı konmasına rağmen, Türk diplomatlar (Necdet Kent, Namık Kemal Yolga, Selahattin Ülkümen ve Behiç Erkin), bireysel olarak, sıkı bir şekilde çalışıp, Yahudileri Holokost’tan kurtarmak için ellerinden geleni yaptılar [30]. Stanford Shaw, Türkiye’nin 100.000 Yahudiyi kurtardığını iddia etmektedir [31]. Tarihçi Rıfat Bali, Türkiye’nin 15.000 Yahudiyi kurtardığını iddia etmektedir ve İsrailli Balkanlar ve Orta Doğu Uzmanı Tuvia Friling ise Türkiye’nin 20.000 Yahudiyi kurtardığını belirtmiştir [32]. Rıfat Bali’ye göre, Türkiye Struma gemisinin,bütün mürettebatı ve içinde bulunan Yahudilerle birlikte batmasından sorumludur. Sebebi, Yahudi mültecilerinde Türkiye sınırlarında karaya çıkmalarına izin verilmemesiydi [33][34]. Rubenstein, konuyu bir adım öne alarak, İngilizlerin Türkler üzerinde baskı kurduklarını, bunun sebebinin de Filistin’e daha fazla Yahudi’nin gelmesini engellemek istekleri olduğunu belirtti [35][36].

Trakya Olayları
Ana madde: 1934 Trakya Olayları


Avrupa'da her ülkede olduğu gibi antisemitizm ile birlikte faşizm dalgası yayıldı ve Türkiye'de de taraftar topladı. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi 1934 Trakya Olayları'dır.[23][37][38]

Türkiye'de tek parti dönemine denk gelen bu süreçte büyük gazeteler Nazizm'e karşı çıkmalarına rağmen az da olsa bazı kişiler Nazizm'e sempatiyle baktılar. Türkiye'deki Nazi sempatizanlarının en önemlilerinden biri Cevat Rıfat Atilhan'dı. Turancı olan Atilhan I. Dünya Savaşı'nda Sina cephesinde yüzlerce Yahudi casusu yakalayıp onlarcasını kendi elleriyle astığını iddia etmiştir.[19] Anadolu'' dergisini çıkarıp antisemitizmi yaymaya çalıştı.[19] Atilhan, birkaç aylığına misafiri olduğu Nazi Julius Streicher'den güç kullanma ve yıldırma teknikleri öğrendi. Naziler onu "Herr Major" diye çağırıyorlardı.[23]

İstanbul'da Milli İnkılap dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi ile Türk tarihinde ilk defa bir yayın kuruluşu antisemit olduğunu kabul ediyor ve Yahudilerden reklam almayacağını açıklıyordu. Dergide Nihal Atsız gibi ünlü Pan-Türkçüler vardı. Milli İnkılap dergisinin birçok sayfası Türk Yahudileri'ne ayrılmıştı.[23]

Haber gazetesinden Vala Nurettin ve Vakit gazetesinden Mehmet Asım[39] Milli İnkılap'ı ve antisemitizmi yazılarında protesto edip, Yahudilerin Türk kültürüyle bütünleştirilmelerini ve hizmetlerinden faydalanılmasının gereğini savundular.

Öte yandan Nihal Atsız Orhun dergisinde Yahudilere karşı bir ihtar yazısı yazdı:
“ Yahudi denilen mahluku dünyada Yahudiden ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur. Dilimizdeki "Yahudi gibi", "çıfıtlık etme", "çıfıt çarşısı", "havraya benzemek", "Yahudiden yumurta alan içinde sarısını bulamaz" gibi sözler bu alçak millete ırkımızın verdiği değeri gösterir. Almanya'dan kovulan Yahudileri kabul etmek misafirperverliğinde bulunan Fransa'da bile Yahudiler hakkındaki en basit iltifatın "pis Yahudi" terkibi olduğunu o memlekete gitmiş olan arkadaşlarımız söylüyor.

...İkide bir Yahudileri Türkleştirme cemiyetleri kurarak bizi kandırmağa çalışacaklarına namuslu Türk tebaası olarak kalsınlar yetişir.

Çünkü biz onların Türkleşeceklerini asla ummadığımız gibi bunu istemeyiz de. Çamur ne kadar fırına verilse demir olmuyacağı gibi Yahudi de ne kadar yırtınsa Türk olamaz. Türklük bir imtiyazdır, her kula, bilhassa Yahudi gibi kullara nasip olmaz.

Onlara yapılacak ihtar şudur: Hadlerini bilsinler. Sonra biz kızarsak Almanlar gibi Yahudileri imha etmekle kalmaz, daha ileri giderek onları korkuturuz. Malum ya ataların sözüne göre Yahudiyi öldürmektense korkutmak yektir. „


Bu tür antisemit yazıların önüne geçebilmek için Yahudi heyeti 23 Mayıs 1934'te Başbakana yardım isteme amaçlı bir dilekçe sundu. Dilekçe iki gün sonra Başbakan Müşaviri'nin eline geçti, sonra İçişleri Bakanlığı'na havale edildi, sırasıyla Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve en son Matbuat Müdürlüğü'ne ulaştı; kısacası bürokrasiye takılıp kaldı.

Aynı dönemde Mecburi İskân Yasası çıkarıldı. Bu yasa bazı halk kesimlerini göçe veya belli yerlerde oturmamaya zorunlu kılıyordu. Daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu için hazırlanmış bu yasa Trakya'lılar tarafından Yahudiler aleyhine kullanıldı. İsmet Paşa'nın adının arkasına sığınarak yapılan propagandada "Hükümet ve İsmet Paşa bütün Trakya Yahudilerinin İstanbul'a sürgünlerini istiyorlar" dendi.[19]

Çanakkale'de Yahudilere yapılan ekonomik boykotun dozu kaçınca fiziki saldırılara dönüştü. Yağma, dayak, ırza geçme, imzasız tehdit mektupları gönderme olayları oldu. Kırklareli'nin valisi bu sırada tatildeydi ve Çanakkale'de olanların aynısı bu şehirde de oldu. Kırklareli'den kaçan Yahudilerin bir kısmı Edirne'ye varınca olayın ciddiyetini anlayan Edirneli Yahudiler de mallarını mülklerini bırakıp İstanbul'a kaçtılar. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale, Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lapseki'de olayların aynı gün içinde başlaması bu işin birkaç çapulcunun işi olmadığı anlamına geliyordu.[19] Bu olaylardan sonra Trakya'daki Yahudi nüfusu azaldı, çoğunluğu İstanbul'a ve bir kısmı da yurtdışına kaçtı.
İkinci Dünya Savaşı'na girmeden Türk Yahudilerinin durumu

1934: Herkesin bir soyadı taşıması gerektiğini hükmeden Soyadı Kanunu yürürlüğe girdi. Birçok azınlığın Türk soyadları aldığı görüldü; örneğin Yahudi şair Abraham Naon adını İbrahim Nom'a, gazeteci ve düşünür Moiz Kohen adını Munis Tekinalp'e değiştirdi.
1935: TBMM'de Yahudiler aday olarak gösterildiler. Dr. Abravya Marmares ve İbrahim Nom liberal görüşleriyle TBMM'ye girmeyi başardılar.
1936: Cemiyetler Kanunuyla Yahudi kurumlarının çalışması sınırlanmış oldu ve bazı Yahudi kurumları da bu yüzden kapanmak zorunda kaldı.[19]
1938: Milletvekili Sabri Toprak Filistin ve Avrupa'dan Türkiye'ye Yahudi göçünün sınırlanmasını ve azınlıkların Türkçeden başka bir dil kullanmayıp, adlarının Türk isimleriyle ve dinlerinin Müslümanlığa değiştirilmesinin yasaklanmasını içeren öneri sundu. Bu tasarılar diğer meclis üyelerince reddedildi.[19]

26 Ocak 1938 tarihli Ulus gazetesi'nde geçen haberde Celal Bayar'ın Yalova ziyaretinde söylediği sözler aktarılmıştır:
“ Yurdumuzda bir Yahudi meselesi yoktur. Hatta hiç azınlık sorunu yoktur. Dış etkiler altında yapmacık bir Yahudi sorunu yaratmaya niyetimiz yoktur. Dış cereyanların bizi etkilemesine izin vermeyeceğiz. „

—Celal Bayar[42]
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Türk Yahudileri

1940'ların başında Türkiye'ye yabancıların girmesine sınırlamalar getirilmesine rağmen Türkiye Yahudi mültecilerine kapılarını açık tuttu. 1942'de para değerini yitirip ekonomi zayıflayınca Varlık Vergisi yürürlüğe kondu. Bu durum Yahudileri derinden yaraladı ve bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası ile çok iyi ilişkiler geliştiren Türkiye'de en çok Yahudiler paniğe kapıldı. Fakat Türkiye, II. Dünya Savaşında tarafsızlık kararı alınca Türk Yahudileri açısından durum biraz rahatladı. 1944 yılında ise Reich yıkılma eşiğine geldi. Bu durum Türkiye'nin Balkan Yahudileri için yaptığı yardımların açık ve kitlesel olmasına olanak sağladı. Avrupa'dan binlerce Yahudi kurtarıldı ve Filistin'e geçiş olanakları sağlandı.

Daha önce din ve ırk şartı arayan Türk Harp Akademileri bu koşulları kaldırdığını açıklayınca iki Yahudi genci Harp okuluna başvurdu.[19] Bu haber üzerine sevincini saklamayan Orhan Seyfi Orhon şunları söyledi:
“ Harp Okuluna girmek istemek, Türklüğü, Türk harsını, Türk vatanını candan sevmek ve benimsek demektir... Ben şimdiden bu iki Musevi vatandaşın birer Türk subayı halinde, kılıçlarını vatan sevgisi gibi havada parıldatarak yıllarca ayrı kalmış bir cemaati muzaffer adımlarla millî birliğe doğru çekip götürdüklerini görür gibi oluyorum. „

—Orhan Seyfi Orhon

Trakya olayları ve Varlık vergisiyle sarsılan Yahudilerin devlete olan güveni, 1946'da yeni CHP'li Başbakan Recep Peker'in antisemitizm için "20. Yüzyılın yüz karasıdır!" demesi ile tekrar güçlenmeye başladı.

1947'de Urfa'nın Kendirli mahallesinde yaşayan 7 kişilik Yahudi ailesinin ölü bulunması neticesinde katliamdan Yahudi cemaati sorumlu tutuldu. Kentte yaşayan tüm Yahudi erkekler tutuklandı ve 3 yıl sonra salıverildi. Bu süre boyunca halk Yahudilere karşı boykot uyguladı. Olay sonrasında kentteki Yahudi nüfusu azalma gösterdi.[43]

1948'de İsrail devletinin kurulmasıyla patlak veren 1948 Arap-İsrail Savaşı üzerine her ne kadar Türkiye hükûmeti tarafsız kalmışsa da kamuoyu ve basın Arapların yanında yer aldı, Bomba, Dava, Davar mizah dergilerinin yanı sıra Mücadele ve Milli İnkılap gazeteleri İsrail ile Türk Yahudileri arasında fark gözetmeden savaşın gelişmesini gerçeklerden uzak tek taraflı ve Yahudileri alçaltıcı bir şekilde verdiler.[19]

Arap-İsrail savaşının sona ermesiyle dört bin Yahudi İsrail'e göç etti. Bunun üzerine Hasan Saka hükûmeti Yahudilerin Türkiye'den çıkışını yasakladı fakat daha sonra bu yasak İsrail hariç olmak üzere kaldırıldı. Türk Yahudisi olan Dr. Eli Şaul, Demokrat İzmir gazetesinde İsrail'e göç eden Yahudilerin birer Türk propagandacısı olacağını ve Türkiye'nin bundan fayda göreceğini belirtti.[19]

1949'da Şemsettin Günaltay İsrail'e direkt geçiş yasağını kaldırdı. 20. yüzyılda Türkiye'de iki yüz bin Yahudi vardı, bu sayı 1950'lerde kırk bine düştü.[23]

Türkiye'den İsrail'e göç

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, İsrail’e göç Yahudiler arasında pek popüler değildi ve Filistin’e göç oldukça azdı [44]. Göç, Yahudilere karşı düşmanlık belirtisi olarak görülen olaylarla artmaya başladı. Ayrımcılık, bu olayların başında yer aldı. 1934 yılındaki Trakya şiddet olayları, Filistin’e göçü oldukça artırdı. Tahminlere göre 1934 yılında 521, 1935 yılında 1445 Yahudi Türkiye’den Filistin’e göç etti [45]. Varlık Vergisi, 1943- 1944 arasında 4000 Yahudi’nin Filistin’e göç etmesine sebep oldu [46]. Türkiye’deki Yahudiler, İsrail Devleti’nin kurulmasını destekledi. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla, Türkiye’den göç oldukça arttı. Bu göçler diğer zorunlu göçlerden farklıydı çünkü Yahudiler, kendi istekleri ile İsrail’e göçtüler. Kasım 1948’de İsrail’e göçlerde duraksama yaratıldı, çünkü Türkiye, Arapların baskısıyla göç hakkını kaldırdı. Fakat İsrail devleti Türkiye tarafından tanındığında, bu yasak kaldırıldı ve göçler devam etti. 1951 sonrasında, Türkiye’den göç azaldı fakat günümüze kadar hiç bitmedi. 1950’lerin ortasında, İsrail’e göç edenlerin %10’u Türkiye’ye geri döndü. Genel olarak, Türk Yahudiler, İsrail’deki diğer topluluklarla iyi bir şekilde kaynaştı [47], ama Türk kültürünü ve Türkiye ile bağlantılarını korudular. Bu kişiler aynı zamanda güçlü İsrail-Türkiye ilişkilerini savunurlar [48].
Demokrat Parti dönemi

6-7 Eylül olayları her ne kadar Yunanları hedeflese de, İstanbul’un Yahudi ve Ermeni toplumları da bir ölçüde hedefe alındı. Zarar genelde mal varlıklarına oldu (Yahudi, Ermeni ve Rumlara ait 4000 dükkân ve 1000 ev yok edildi). Olaylar azınlıkları şoka uğrattı ve ülkenin her yanından 10.000 Yahudi Türkiye’yi terk etti [49][50].
Bugün

Dünya Yahudi Kongresi’ne göre, günümüzde 23.000 civarında Yahudi yaşamaktadır Türkiye’de [51]. %95’i İstanbul’da yaşamakta, 2500 civarında Yahudi İzmir’de yaşamakta ve daha küçük gruplar olarak, Adana, Ankara, Bursa, Çanakkale, İskenderun ve Kırklareli’nde yaşamaktadır. Sefarad Yahudiler, Türkiye’deki Yahudilerin 96% sını oluşturmakta, geri kalanlar genelde Aşkenaz Yahudilerdir. Türk Yahudiler Hahambaşı tarafından yasal olarak temsil edilir. Rosh Bet Din ve üç Haham tarafından oluşan dini konsey, Rav İshak Haleva’ya yardımcı olurlar. Yahudi toplumunun laik işlerinden sorumlu 35 danışman vardır ve 14 kişiden oluşan komite ise günlük işlerle ilgilenir. 2001 yılında, 500. Yıl Vakfı, Türk Musevileri Müzesi’ni kurdu. 500. Yıl Vakfı, 1982 yılında 113 Yahudi ve Müslüman Türk vatandaşın kurduğu, Sefarad Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğuna gelişlerinin beş yüzüncü yılını anan bir vakıftır [52].
Türkiye'de antisemitizm

Osmanlı döneminde, Avrupa göz önünde bulundurulduğunda, popülist antisemitizm, oldukça nadirdi.[53] 1948 yılında İsrail’in kurulmasıyla birlikte antisemitizmin arttığı görüldü. Şiddetin oldukça az ve nadir olmasına rağmen, antisemit his oldukça yaygındır. Antisemitizm, genelde kitaplarda, gazetelerde ve dergilerde görülür ve bunların çoğu genelde İslamcı kesimden çıkar. Tel Aviv Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, kitap ve dergilerdeki antisemitizmin, eğitimli insanların, İsrail ve Yahudiler hakkındaki fikirlerini negatif etkilediğini belirttiler [54]. Yahudilere karşı gösterilen şiddet arasında, 2003 yılında bir Yahudi dişçinin Yahudi olduğundan dolayı biri tarafından öldürülmesi, 2009 yılında Yahudi öğrencilerin sözlü saldırıya uğramaları ve bir Yahudi askerin saldırıya uğraması vardır. İstanbul’daki Neve Şalom Sinagog’u üç defa saldırıya uğradı.[55] İlk, 6 Eylül 1986’da Arap terörist 22 Yahudiye silahla saldırdı. Saldırıyı Filistinli militan Abu Nidal gerçekleştirdi [56][57][58]. 1992 yılında Hizbullah bombalı saldırıda bulundu fakat kimse yaralanmadı [56][58]. 15 Kasım 2003'te Bet İsrael Sinagogu ile Neve Şalom Sinagogu'na düzenlenen bombalı intihar saldırılarında yılında, saldırganlar dahil 28 kişi öldü ve 300'ün üzerinde kişi yaralandı.[59][60]

Türkiye’deki Yahudiler, nadiren gerçekleşen şiddete rağmen Türkiye’de güvende hissetmekteler. 2000’lerde artan antisemitizme rağmen, İsrail’e göç az sayıda gerçekleşti. 2008 yılında sadece 112 Yahudi göç etti ve 2009 yılında bu sayı sadece 250’ye çıktı.[61] Buna rağmen, 2010 yılındaki Gazze Yardım Filosu’na yapılan müdahalelerle birlikte antisemitizm arttı ve daha açıkça bir şekilde gösterildi. Müslümanlar, Yahudi işyerlerinden herhangi bir şey almama kararı verdiler (özellikle tekstil ürünleri). İsrail’e göç arttı.[62] 2010 Eylül’ünde 23.000’den 17.000’e düştü [51]. Bu yıl, bazı bildirilere göre, Yahudilerin İsrail'e göç etmek istekleri %100 arttı [63].

Basında Antisemitizm

Türkiye basılı ve görsel basınında antisemitik yorum ve söylemler sıkça karşılaşılmaktadır [64][65][66]. Hrant Dink Vakfı'nın yayınladığı Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem 2017 Raporu'na göre 2017 yılında ulusal ve yerel basında yer alan etnik, ulusal ve din temelli nefret söylemi içeren toplam 5296 metnin 1251 tanesi (%24) Yahudileri hedef almıştır[67]. Bu sayı, 2018 yılında 4839 antisemitik yazı içinde 1133 olmuş ve oran aynı (%24) kalmştır[68]. Raporlara göre, ulusal basında Yeni Akit ve Milli Gazete, yerel basında ise Yeni Konya ve İstiklal gazeteleri en çok antisemitik içerik üreten gazeteler olmuştur. Başka bir araştırmaya göre, 2013 basında yer alan antisemitik haberlerin %58'i abartma, çarpıtma ve yükleme, %33'ü küfür, hakaret ve aşağılama, %9'u ise savaş söylemi ve düşmanlık üzerine kurulmuştur[69].

2003 yılında düzenlenen Neve Şalom ve Bet İsrael Sinagogları saldırıları suçlularından İlyas Kuncak'ın oğlu Nurullah Kuncak ile gerçekleştirilen ve Milliyet gazetesinde yayınlanan bir röportajda yer alan antisemitik ifadeler sebebiyle, ifadelerin sahibi Nurullah Kuncak, mülakatı yapan gazeteci Elif Korap ve Milliyet’in eski Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Eren Güvener'e İstanbul Bağcılar Basın Savcılığı tarafından dava açılmıştır. Davanın bir kamu kurumundan açılması, Türk Ceza Kanunu'nun nefret söylemi karşıtı şekilde yorumlanabileceğine dair umutlara sebep olmuş ve basında 'Türk hukuk sisteminin ilk anti-semitizm davası' olarak yer almıştır[70].

2004 yılında Vakit gazetesindeki köşesinde Adolf Hitler yanlısı beyanlarda bulunan Abdürrahim Karakoç 2007 yılında sonuçlanan dava neticesinde mahkeme 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştır[71].

1835'ten beri hahambaşları [72]

Abraham Levi Paşa 1835–1839
Samuel Hayim 1839–1841
Moiz Fresko 1841–1854
Yacob Avigdor 1854–1870
Yakir Geron 1870–1872
Moses Levi 1872–1909
Haim Nahum Effendi 1909–1920
Sabetay Levi 1920–1922
Isaac Ariel 1922–1926
Chaim Bejerano 1926–1931
Chaim Isaac Saki 1931–1940
Rafael Saban 1940–1960
David Asseo 1961–2002
İsak Haleva 2002-günümüz


Dipnotlar için Kaynakcaya Bakiniz:

Wikipedia
tr . wikipedia . org / wiki / Türkiye'de_Yahudilik





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)