MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 15,428
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 16,635

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



   

TESBİH HAKKINDA MERAK ETTİĞİNİZ HERŞEY

Tesbih Nedir?
İnce bir ipe yan yana dizilmiş 33 ya da 99 boncuk tanesinden öte bir anlam taşıyan tesbih, hem İslami ibadetin bir parçası, hem kültürel bir motif hem de estetik özellikleriyle çok özel bir aksesuar.

Kimisi bir dua ve yaratıcıyı zikretme aracı olarak kullanıyor, bazısı delikanlılığın ve külhanbeyliğin simgesi olarak görüyor, kimi stres atma aracı olarak kullanırken, kimisi de belli başlı özellikleriyle kıymetli bir aksesuar ve koleksiyon parçası kabul ediyor.

Anlamı, simgesi ve değeri değişse de değişmeyen gerçek şu ki; tesbih yüzyıllardır hayatımızda.

Ortaya çıkışından beri öncelikli olarak ibadet amaçlı kullanılan tesbih, İslamiyet’te yaygın olarak 33 ve 99 taneli olarak kullanılıyor. Bunun yanında tekke ve dergahlarda, 500 ya da 1000 taneli tesbihler karşımıza çıkıyor. Farklı ülke ve kültürlerde, din ve inanışlarda ise tane sayısı değişiyor.

Tane, nişane, durak, imame, pul, hatime, çivi gibi değişik ad ve işlevleri olan parçalardan oluşan tesbih, işlenebilen her türlü malzemeden üretilebiliyor. İşlenebilen malzemeler ise büyük çeşitlilik gösteriyor. Ağaçtan, fosilden, değerli ve yarı değerli taşların yanı sıra hayvansal malzemelerden de yapılabiliyor. Kullanılan malzeme de tesbihi yapan ustanın sanatı, el işlemeleri ya da özgünlüğü kadar tesbihin değerinin belirlenmesinde önemli rol oynuyor.

Günümüzde birçok kişinin ibadet aracı olarak gördüğü tesbih; aynı zamanda yapımı, alım-satımı, kullanımı ve koleksiyonculuğu olmak üzere birçok alanda kendi uzmanlarını yaratmış, değerli bir sanat eseri ve aksesuar olarak kültürümüzde yerini alıyor.



Tesbihi Oluşturan Parçalar
İlk bakışta sadece bir araya getirilmiş boncuklar görünse de tesbihler, bazısı detaylarında gizli bazısı da dikkatli bakınca görülebilecek belli başlı parçalardan oluşur. Hemen hemen tüm tesbihlerde bulunması genel kabul görmüş ve tesbih dünyasına özgü isimler almış öğeler söyledir:

Tane (habbe): Tesbihi tesbih yapan asıl unsurlardan biri olan ve yapımı büyük ustalık isteyen tanelerin çapı genellikle 4-10 mm arasındadır. Bunun yanında iri taneli tesbihler de mevcuttur ancak genellikle süs amaçlı ya da koleksiyonerlere özeldir. Küçük taneli tesbihlere ise halk arasında “Zenne-Kadın Tesbihi” denir.
Tesbih taneleri değişik biçimlerde yapılabilir. Şekline ve kesim biçimine göre farklı isimler alan taneler şöyle isimlendirilir: Yassıca yuvarlak (yumurta), beyzi (söbe), dolgun beyzi, yarım beyzi, şalgami (iki tarafı basık), kürevi (tam toparlak), kürevi üstüvane, fıçı, kesme (iki tarafı düz), armudi, sığırcık, arpa, ucu toparlak, fasetalı (elmas gibi tıraşlanmış). Çekim zevkine göre değişkenlik gösterse de, beyzi kesimin daha çok tercih edildiği söylenebilir.

Nişane (işaret/durak): 99’luk tesbihlerde, birinci ve ikinci 33’lük gruplardan sonra konulan tanedir. 99’luk tesbihlerde 2 adet nişane bulunur. 33’lük tesbihlerde ise nişanenin yerini, pul olarak tabir edilen küçük yassı, mercimeğe benzer iki tane alır. Pul, 11 tanede bir kullanıldığı gibi, imameden itibaren her iki tarafta da 5’le 6. taneler arasına da konulabilir.

İmame ve düğüm tanesi: İmame, tesbihin iki ucunu birleştiren yassıca taneye verilen addır. İki yandan gelen ipler imameye, ya ortadaki tek delikten ya da alt yanlarda açılmış iki ayrı delikten sokulur ve yukarı uçta tek bir delikten çıkarılır. Bazen imamenin alt ucuna yakın boğum üzerinde torna sırasında yapılmış hareketli bir halka da bulunur. İmameden çıkan ipler düğümlenerek düğüm tanesi (takoz, kilit, fren) denilen küçük parçanın içine sıkıştırılır. Düğüm, imamenin hemen üzerinde bulunur ve yukarı kaymasını engeller.
Tesbihin hammaddesi ile aynı maddeden yapılması esas olan imame boyunun, tesbihi oluşturan tanelerin 4-7 tanesinin boyunda olması alışılmış bir kabuldür. Tesbih ustalarının ustalıklarını gösterdikleri temel parçalardan biri olan imame, koleksiyon tesbihlerinde üzerlerindeki işlemelerin anlaşılabilir olması için daha uzun olabilir. 
Tepelik (Hatime): Tesbihin ucunda püskül değil de kordon kamçı varsa, bu kamçının en üst ucunda tesbih ustasının zevkine göre yapılmış bir parça bulunur. Bu parçaya tepelik ya da hatime denir. Tepeliğin en üst ucuna çivi adı verilen bir parça ilave edilir. Kordonun ucu bu çiviye bağlanarak tepeliğe sıkıştırılır. Çivi hem tesbihin dizilmesini tamamlar hem de tepelik parçasının en üstünü zarif şekilde tamamlar. 
Kamçı (Püskül): İmamenin üst ucuna bağlanan ibrişimden, ipekten, gümüş ya da altın tellerden yapılmış püsküllerdir. İmame uzadıkça, tesbihler güzelleşir. Genel olarak kamçı üzerinde 3-4 adet tane bulunur. Bu taneler, tespih taneleriyle aynı formatta olmakla birlikte genellikle daha küçük çapta olurlar.



Tesbihin Tarihçesi
İnsanlık tarihinde ipe dizilmiş boncuklara, ibadet aracı olarak kullanılmadan çok önce de çeşitli “anlamlar” yüklenmişti. Yaşanılan dönemin koşullarına göre avda şans getirmesi, savaşta düşmandan koruması, zaman zaman hastalıktan korunmak için muska ya da nazarlık niyetiyle kullanıldığı bilinmekteydi. Ancak, tesbihlerin en kalıcı şekilde insan hayatına girişi din aracılığıyla oldu.

Ortaya çıkışı ve yaygınlaşması konusunda çok çeşitli kaynaklarda muhtelif bilgiler yer alsa da, ilk tesbihlerin Budizm ve Hinduzim inancında kullanıldığı genel kabul görmüş bir bilgidir. Tesbih kullanımı Hindistan’dan doğuya, oradan Ortadoğu’ya, en sonunda da Avrupa’ya yayılmıştır. Ve yayılım gösterdiği her coğrafyanın dinlerinde; Müslümanlık, Hıristiyanlık (Katolik), Hinduizm ve Budizm’de duaları ve dualar arası bölümleri saymak amacıyla kullanılmıştır.
Tesbih Nasıl Çekilir?

Tesbih çekmek, yaygın anlamıyla namaz ibadeti sonrasında Allah’ın adını zikretmek amacıyla taneleri çekmektir. Baş ve işaret parmaklarının orta parmak üzerine yerleştirilen tesbih tanelerinin, bileğe doğru hareket ettirilirken, bununla eş zamanlı olarak da sesli ya da içten, Allah’ın adını her bir tanede tekrar etmektir.

Toplumsal hayatın farklı alanlarında çeşitli şekillerde karşımıza çıksa da, dini ibadet esnasında tesbih, bu esasa uygun olarak çekiliyor.

Bunun yanında, çeşitli parçalarının tornada çekilerek yapılmasından dolayı, tesbihin üretim sürecine de “tesbih çekmek” deniyor.

İnanç ve Tesbih
Resim
Çok çeşitli özel maddelerden yapılmış belirli sayıda boncukların, ipe dizilip ibadet ederken kullanılması; tesbihin ortaya çıkış noktasının ve insanoğlunun inanış biçimleri ile sıkı ilişkisinin en önemli göstergesi.

Kaynaklara göre, ilk olarak Hindu inanışında görülse de hemen hemen tüm dinlerde ibadetin bir parçası olan tesbih, İslamiyet, Hıristiyanlık, Musevilik, Hinduzim ve Budizm inançlarında önemli bir yere sahip. Hemen hemen tüm dinlerde temel olarak yaratıcı ile bağ kurma ve ona ulaşmanın bir aracı. Yüzyıllar içerisinde ve günümüzde, ibadet dışında farklı amaçlar için kullanılsa, kültürel anlamlar yüklense de inanç dünyasındaki yeri değişmez şekilde varlığını koruyor.

İslamiyet’te Tesbih 
İslamiyet’te, namaz ibadetinden sonra tesbih çekilir. Namaz sonrası dua ederken çekilen tesbih, ibadetin tamamlayıcısıdır. Aynı zamanda ibadet edenin şaşırmasını önleyen önemli bir aracıdır. Çünkü Namazdan sonra okunan dualar sırasında 33’er kez “Sübhanallah”, “Elhamdülillah” ve “Allahüekber” denir. Tespih öncesinde Müslümanlar dualarını okurken şaşırmamak için ellerindeki boğumları sayma yolunu denemişlerdir. Normal bir insan elinde 14 boğum olduğu kabul edilerek dua sırasında başparmak iki kez bu boğumlar üzerinde dolaştırılmış, ardından küçük parmağın üç, yanındakinin iki boğumu da işaretlenince 33 sayısı hesaplanmıştır.

Farklı kaynaklarda ise ibadet esnasında 33 küçük taş parçası ya da benzer maddelerin bir tarafa konduğu; dua sırasında bunların sayılarak diğer tarafa aktarıldığı ve bu şekilde ibadetin tamamlandığı bilgisi yer almıştır. Bu gibi farklı yolların denenmesi sonrasında yuvarlak boncukların ipe dizilip sayılması ile ilk tesbihler de ortaya çıkmıştır.

İsamiyet’te dinsel amaçlı olarak kullanılan tesbihler, yaygın olarak 99’luk tesbihlerdir. Esma’ül Hüsna’da geçen Allah’ın 99 güzel adını zikretmeye dayanan bu tesbihlerin yanı sıra, 33’lük tespihler de kullanılmaktadır. 99’luk tesbihlerde, her 33 tanenin arasında takılan ve bunları birbirinden ayıran taneye “nişane”, ipin iki ucunu bir araya getiren uzun yassı taneye ise “imame” denir. İmamenin tepesine takılan ve nişane’ye benzeyen fakat deliği ikili olan parçaya ise “tepecik” adı verilir. Bunun yanında 500 ve 1000 taneli tesbihler, daha çok tekke ve dergahlarda “zikir tesbihi” olarak kullanılmıştır.

Her kültürde farklı sayıda taneler 
Tesbih; Hıristiyanlık, Hinduizm, Bahailik ve Yahudilik’te de ibadet aracı olarak kullanılır. Yapımında kullanılan malzeme gibi, tesbihi oluşturan tanelerin sayısı da dinlere, ülkelere ve mezheplere göre değişkenlik gösterir.

İslami inanışta yaygın olarak 99’luk ve 33’lük tespihler kullanılırken Budizm ve Hinduizm’de tesbihler 108 ya da 27 tanelidir. Yine Hindistan’da yaygın olan Sih inanışında da tane sayısı 108’dir. “Dünya vatandaşlığı” idealine sahip Bahailik inanışında ise 95 taneli tesbihler kullanılır. Yunanlıların tespihlerindeki tane sayısı ise 17 ve 21’dir. 45 taneli tesbihler, İran’da ve Arap ülkelerinde yaşayan Şiiler’de kullanılır.



Değerli Taş Tesbihler (GEM)
Değerli taşlar (GEM), hem kendilerine has estetik güzellikleri hem de şifalı özellikleriyle ilk çağlardan bu yana insanlık tarihinde yer bulmuştur. Taşların kutsallığına, büyüsüne ve kişileri etkileme gücüne her daim inanmış olan insanoğlu, günümüze kadar da bu inanışı sürdürmüştür.

Değerli doğal taşlar, özellikle insan vücuduyla yakın temas haline bulunabilecek alanlarda kullanılmış, başta çeşitli zıynet eşyaları olmak üzere takılarda, aksesuarlarda ve süs eşyalarının yapımında kullanılmıştır. İşlenmeye uygun özellikleri ve yaygınlıklarına göre kendi içlerinde gruplandırılabilen taşlar, tesbih yapımı için de vazgeçilmez malzemelerden biridir. Değerli taş malzemeler, sertlik derecelerine ve doğada bulunabilme özelliklerine göre yapıldıkları tesbihin de değerini belirlerler.

İşte, tesbih üretiminde kullanılan değerli naturel taşlar:
Akik Taşı Tesbih
Oniks Taşı Tesbih
Zebercet Tesbih
Necef Tesbih
Yakut Tesbih
Zümrüt Tesbih
Topaz Tesbih
Akuamarin Tesbih
Aleksandrit Tesbih
Ametist Tesbih
Anjelit Tesbih
Aventurin (Yıldız Taşı) Tesbih
Aytaşı Tesbih
Azurit Tesbih
Çeroit Tesbih
Jasper Tesbih
Kalsedon Tesbih
Kantaşı Tesbih
Kaplangözü Tesbih
Kuvars Tesbih
Labradorit Tesbih
Lal Taşı Tesbih
Lapis Tesbih
Malahit Tesbih
Opal Tesbih
Sedef Tesbih
Sitrin Tesbih
Sodalit Tesbih
Turkuaz (Firuze Taşı) Tesbih
Turmalin Tesbih
Yeşim Taşı Tesbih

Fosil Tesbihler
Bir tesbihin yapımında kullanılan ve tesbihin değerini de belirleyen en önemli özelliklerden biri işlenen malzemedir.
Bu anlamda, oluşumu uzun yıllar süren ve nadir bulunan fosillerden yapılmış kehribar tesbih, oltu taşı tesbih ve lüle taşı tesbihler oldukça değerli kabul edilir.

Tesbih yapımında yaygın olarak kullanılan fosil grubu malzemeleri ve özellikleri ise şöyledir:

Kehribar / Amber
Kehribar, Çamgiller ailesinden bir çam türü olan Pinus succinifera ağaçlarının fosilleşmiş reçinesidir. Genellikle bazı süs eşya yapımında kullanılan yarı saydam ve kolay kırılabilen bir fosildir.

Kehribarın Özellikleri:
Turuncu, sarı, kırmızı, kahverengi, konyak rengi, bal rengi, altın rengi, kemik rengi, siyah, renksiz, mavi ve yeşil renklerde bulunabilir.

Kehribara, oluşumu sırasında yapışan fosilleşmiş böcek, yaprak ve çiçek kalıntıları diğer taşlarda görülmeyen önemli bir özelliktir. Bu tür kehribardan yapılmış tesbihler de oldukça değerlidir.

Kehribar Nasıl Oluşur?
Kehribar çoğunlukla kozalaklı ağaçların reçinesinden oluşmasının yanı sıra, tropik çiçekli ağaçların reçinesinden de üretilebilir.

Kehribar Nerelerde Bulunur?
Kehribar, ortalama 25 ile 40 m arasında değişen bir derinlikte ve eski devirlerde meydana gelen denizaltı çökeltilerinin iki tabakası arasında, damarlar şeklinde bulunmaktadır. Buna mavi toprak denilmektedir. Bu kehribarın ikinci vatanıdır.

Birinci vatanı ise bugünkü İskandinav ve Polonya Baltık Denizi’nin büyük bir kısmını içine alan sahalardır.

Avrupa’da kehribar yatakları en çok Ukrayna, Romanya, İsveç, İngiltere, Hollanda ve Sicilya’da görülmektedir.

Kehribar Türleri Nelerdir?

Damla Kehribar
Sıkma Kehribar 
Ateş Kehribar
Zar Kehribar
Oltu Taşı

Kolay işlenebilme özelliğine sahip yarı değerli bir taştır. Oltu taşı genellikle siyah, koyu kahve, sarı, nadiren de gri-yeşilimsi renktedir. Çoğunlukla siyah renkli olanı tercih edilir.

Oltu Taşının Özellikleri:
Oltu taşının en dikkat çekici özelliği, yer kabuğundan çıkarıldığında çok yumuşak olması hava ile temas ettiğinde ise giderek sertleşmesidir. Bu özelliğinden dolayı işlenmesi kolay bir cevherdir.

Genellikle siyah, bazen koyu kahverengi, nadiren gri ve yeşilimsi renklerde de bulunur.

Ayrıca taş, işlendikçe sertleşir, kullanıldıkça parlar ve sürtünme ile elektriklenme suretiyle hafif cisimleri kendine çekebilir.

Madenin çıkarılması ve işlenmesi oldukça zor koşullar altında gerçekleştirilebilmektedir. Bu da madenin kıymetini daha da arttırır.

Oltu Taşı Nasıl Oluşur?
Ardıç ağacının fosilleşmiş hali olan Oltu taşı, hem fosil grubuna ait olması hem de kehribara benzerliği dolayısıyla “siyah kehribar” olarak da tanımlanır. Maden yataklarından çıkarılan oltu cevheri, 3-5 cm kalınlığında ve kırılmış damarlar halindedir.

Oltu Taşı Nerelerde Bulunur?
Erzurum ilinin Oltu ilçesinde üç yüzden fazla maden ocağından çıkarılmaktadır. Oltu Taşı madeni genellikle Oltu’nun kuzey doğusundaki köylerden çıkar. Dutlu, Güllüce, Yeşilbaşlar, Taşlıköy, Sülünkaya, Alatarla, Hankaskışla ve Çataksu gibi köyler başlıca yerlerdir.

Bunun yanında, Gürcistan ve çevresinde de çıkarılmaktadır.

Ancak Erzurum oltu taşı 1. Kalite, Gürcistan’dan çıkartılan taş ise 2. Kalite kabul edilir.

Lüle Taşı

Magnezyum ve silisyum esaslı ana kaya parçalarının yerin muhtelif derinliklerindeki başkalaşım katmanları içinde çeşitli kimyasal etkenler sonucunda oluşmuş kayaçtır. Beyaz altın, deniz köpüğü ve Eskişehir taşı, taşın diğer adlarıdır.

Lüle Taşının Özellikleri
Çok ince gözenekli yumuşak bir dokuya sahip olan taşın, beyaz ve beyaza yakın tonlarda bir rengi vardır.

İnsanoğlunun hayatında 5 bin yıllık bir geçmişe sahip olan taş, genellikle pipo yapımında ve çeşitli aksesuar yapımlarında da kullanılır.

Bunun yanında, çıkarılmasındaki ve işlenmesindeki zorluklar onu daha değerli hale getirmiştir. Lüle taşından işlenmiş tesbihler de bu nedenle oldukça değerli kabul edilir.

Lüle Taşı Nasıl Oluşur?
Oluşumunu sağlayan tepkimeler dolayısıyla, yeraltında ıslak halde bulunan Lüle Taşı’nı çıkartmak için, yüzeyden itibaren dik inen kuyular kazılır. Toprak içinde kolayca ayırt edilen başkalaşım katmanlarına ulaşıldığında, bu katmanı takip eden yatay tüneller açılarak lületaşı yumruları aranır.

Çıkartılmasında büyük oranda insan gücünden ve uzun yıllar sonucunda kazanılmış kişisel tecrübelerden yararlanılan cevher, çıkarıldıktan sonra temizlenir, işlemeye elverişli hale geldikten sonra da el ile ustalarca işlenir.

Lüle Taşı Nerelerde Bulunur?
Eskişehir’in tanınmasında önemli rolü olan lületaşı yatakları şehre değişik uzaklıktaki Sarısu, Yenişehir, Türkmentokat, Gökçeoğlu, Karaçay, Söğütçük, Kozlubel (Margı), Sepetçi, Nemli, Kümbet, Yeniköy, Yörükçayır, Kepeztepe, Başören, Karatepe ve Karahöyük köylerinde bulunmaktadır.

Ağaç Tesbihler
Tesbih yapımında yaygın olarak kullanılan malzemelerden biri de ağaçlardır. Dünyanın çeşitli yerlerinde yetişen, kimi nadir kimi yaygın bulunan ağaçlardan elde edilen malzemeden yapılan ahşap tesbihler, ağaçların birer “canlı” olması dolayısıyla özel kabul edilirler.

Kimi ağaçların kokusu, dokusu kimilerinin ise çeşitli şifalı özellikleri, onlardan elde edilen tesbihlere yansır. Bunun yanında malzemenin doğal ve “canlı” ağaçlardan elde edilmesi nedeniyle, hem canlılığın tesbihlerde devam ettiğine hem de tesbihi kullanan insanı iyi hissettirdiğine inanılır.



Abanoz Tesbih
Azobe Tesbih
Bocote Tesbih
Ceviz Tesbih
Demirhindi Tesbih
Elma Ağacı Tesbih
Gül Ağacı Tesbih
Kan Ağacı Tesbih
Kiraz Ağacı Tesbih
Kuka Tesbih
Maun Tesbih
Narçıl Tesbih
Öd Ağacı Tesbih
Palmiye Tesbih
Sandal Ağacı Tesbih
Yılan Ağacı Tesbih
Zeytin Ağacı Tesbih

Abanoz

Abanoz, tropikal bölgelerde yetişen bazı ağaçlardan elde edilen odundur. Oldukça sert yapıdadır ve çok iyi cila tutar. En içteki öz bölümünün simsiyah olması nedeniyle birçok ülkede siyah renk anlamında kullanılır.

Abanozun Özellikleri
Geniş gövdesi ve simsiyah rengi ile tanınan abanoz ağacından elde edilen malzemenin, siyaha yakın renkte ve ağır olanı “en iyi” kabul edilir. Tesbih yapımında kullanılan malzeme ise ağacın orta bölümünden 30 – 100 cm çapında kütüklerden elde edilir.

Eski çağlardan bu yana değerli kabul edilen abanoz, pek çok kralın asa ve tahtının yapımında ve çeşitli heykellerde kullanılmıştır. Bu özellikleriyle öbür odunlara hiç benzemediği için eski çağlardan beri çok değerli sayılmıştır. Rengi, dayanıklılığı, sertliği ve iyi cila tutma özelliği dolayısıyla, uzun yıllar önce başlayan abanozdan tesbih yapımı ise günümüzde de yaygındır.

Abanozun Bulunduğu Yerler
Abanoz tropik ve subtropik bölgelerin odunlu bitkileridir. Vatanı Japonya, Asya, Malezya, Amerika, Afrika, Hindistan, Sri Lanka, Doğu ve Batı Hint Adaları’dır. Bunun yanında pek çok çeşidi bulunmaktadır.
Azobe

Afrika’nın bilinen en sert ağaçlarından bir tanesi ve çok kıymetli olan Azobe, temin etmesi güç bir ağaçtır. Türkiye’de de nadir görülen bir ağaç türüdür. Doğal yaşama ortamı, subtropikal veya tropikal nemli ova ormanlarıdır. Gana’da, Kaku adıyla bilinen azobe, yaygın olarak köprü ve demiryolu yapımında kullanılır. Tesbih yapımında ise yaygın olarak ağacın gövde kısmına ihtiyaç duyulur.

Azobenin Özellikleri
Azobe ağacının gövdesi genellikle düzdür. Yaklaşık 2 cm kalınlığındaki kabuk kısmı kırmızı-kahverengi renkte olan ağacın, kabul altındaki iç kısmı ise parlak sarıdır. Genç ağaçlar altında dört metre yüksekliğindeki yeşilimsi-gri tabaka, ağaç geliştikçe pembe veya açık kahverengi olur.

Azobenin Bulunduğu Yerler
Azobe genellikle Kamerun, Kongo Cumhuriyeti, Kongo, Fildişi Sahili, Ekvator Ginesi, Gabon, Gana, Liberya, Nijerya, Sierra Leone, Sudan ve Uganda Demokratik Cumhuriyeti içinde bulunur.
Bocote

Tropikal iklimlerde görülür ve dokusu düzgün yapıdadır. İşlenmesi zordur. Bu nedenle bocote malzemenin tesbihe dönüştürülmesi de yoğun emek ister.

Bocotenin Özellikleri
Çok yoğun sıkı bir ağaçtır. Güçlü ve dayanıklıdır. Set bir ağaç türüdür. Açık altın kahverengiden siyaha doğru değişken renklerden oluşur. Kabuğunda gri veya sarı ağırlıklı renkler bulunur. Dört köşeden kesildiği zaman benekli çizgili dokusu vardır.
Bocotenin Bulunduğu Yerler
Tropikal Amerika, Batı Meksika, Guatemala, Honduras Nikaragua, Kolombiya, Küba, Dominik Cumhuriyeti, Haiti ve Jamaika.
Ceviz Ağacı
Ceviz, cevizgiller familyasından tek tüysü yaprakları karşılıklı dizilmiş ve aromatik kokulu ağaç türlerinin ortak adıdır. Kışın yapraklarını döken cevizin özü koyu, dış kısmı açık renkli, ağır ve güzel cila kabul eden odunları vardır.

Ceviz Ağacının Özellikleri
Uzun ömürlü, gövdesi kalın, kerestesi ve meyvesi değerli bir ağaçtır. Diri odun grimsi beyaz ile kırmızımsı beyaz renkte, öz odun ağaç yaşı ve yetişme yeri ile ilgili olarak çok değişken olarak gri ile koyu kahverengi ve koyu şeritli olabilir. Öz odun orta derecede dayanıklıdır. Kalın ve sert bir tür olduğu için tesbihte işçiliği zordur.
Ceviz Ağacının Bulunduğu Yerler
Doğu Amerika’da Güney Minnesota, Pensilvania, New Jersey, ve New York ve Güney Carolinas, Georgia, Florida, ve Alabama ilaveten Texas ve Kuzey Oklshoma, Kansas, Nebraska, ve Güney Dakota’ta bulunur.
Demirhindi
Adı, Arapça’da “hint hurması” olarak bilinen tamr-i hindi’den gelen Demirhindi, 10-25 m boyunda büyük bir ağaçtır. Eski Yunanlılar ve Mısırlılar’ın Milattan Önce 4. yy’da kullanmaya başladıkları ağaç, Osmanlı tıbbı ve mutfağında da kullanılmıştır. Yaygın olarak meyvesinden faydalanılmış ve baharat yapımında kullanılmıştır. Dayanıklı ve sert yapısıyla tesbih yapımında da çokça kullanılmaktadır.

Demirhindinin Özellikleri
Ortalama 2,5-3,5 cm genişlikte, keçiboynuzuna benzeyen koyu kestane renginde meyveler verir. Ortalama ömrü 150 yıldır. Ağaçtan elde edilen malzeme açık sarıdan kemik rengine kadar çeşitli renk tonlarında olabilir. Damarlı ve desenli bir yapı gösterir. Gövdesi kalın ve sert olduğu için tesbih yapımında işçiliği zordur.

Demirhindinin Bulunduğu Yerler
Özellikle Mısır ve Hindistan’da yetişen ağaç, Afrika, Hint Asya, Latin Amerika ve Türkiye’nin güneydoğu bölgelerinde görülür.
Elma Ağacı

Gülgillerden, insan vücuduna faydalı meyveler veren Elma ağacının anavatanı Asya’dır. Dünyada en çok tüketilen meyve türü olan elmanın 25 türü ve 6 bin kadar çeşidi vardır. Türkiye’de de pek çok bölgede bulunmaktadır.

Elma Ağacının Özellikleri
Boyu 7-8 m’ye kadar çıkan elma ağaçlarının, türe göre, koyu griden çok pembe renge kadar değişen silindirik muntazam gövdeleri vardır. Dalları, odun ve meyve dalı ile obur dallar olmak üzere üç gruba ayrılır.

Kabuğu türlerine göre kalın ya da ince ve farklı renklerdedir. Meyve türlerinin ayırt edilmesini sağlayan en belirgin özellik, kabuğun rengidir. Tesbih yapımında, ağacın gövdesi ve dalları kullanılabilir.

Elma Ağacının Bulunduğu Yerler
Elmanın ilk olarak Kuzey Anadolu’da, Güney Kafkaslar, Rusya’nın güneybatısında kalan bölgeler ve Orta Asya dolaylarında ortaya çıktığı sanılmaktadır. Tüm dünyaya da buradan yayıldığı düşünülür. Türkiye’de ise Amasya, Orta Karadeniz çevresi başta olmak üzere Niğde, Nevşehir, Konya, Isparta ve Burdur illerinde yetişir.
Gül Ağacı

Yaygın olarak bilinen ve insanoğlunun yaşamında özel bir anlamı olan güller ile karıştırılmaması gereken bu ağaç, tropikal iklimlere özgü farklı bir ağaçtır. 19. yüzyılda işlenmeye başlanan ağaç, ilk olarak İngilizler tarafından mobilya üretiminde kullanılmıştır.

Gül Ağacının Özellikleri
30 metre boyunda, yaklaşık 2 metre eninde büyük bir ağaç olan gül ağacı, her daim yeşil yapraklara sahiptir. Kırmızı, pembe, mor ve kahverengi renklerde bulunabilir. Hafif bir türdür. Ahşap tesbihlere özgü olan “ip kesmeme” özelliği nedeniyle tesbih yapımında da tercih edilen bir malzemedir.

Gül Ağacının Bulunduğu Yerler
Güney Amerika, Brezilya Kolombiya, Ekvador, Guyana, Peru, Surinam ve Venezuela’da yaygın olarak bulunur.
Kan Ağacı/Paduk

Afrika kökenli, sert bir ağaç türüdür. Griden kırmızıya doğru koyulaşan renkte koyu kırmızıdır. Dokusu oldukça güzel ve düzgündür.

Kan Ağacının Özellikleri
Ağacın kabuk ile öz kısmı arasında kalan 6-10 cm genişliğindeki diri odun beyazımsı ve krem renginde, iç kısmı ise kırmızımsı renktedir. Bu kısım, ağaç kesildikten sonra morumsu kahverengiye dönüşür.

Kan ağacı dayanıklı ve uzun ömürlüdür. Genellikle ipeksi dokuda, damarları düz sadedir. Yaygın olarak bilinen, yaşlı ağaçların daha iyi cila tuttuğudur. Bu nedenle tesbih yapımında da yaşlanma aşamasındaki ağaçlar tercih edilir.



  Kan Ağacının Bulunduğu Yerler
Batı Afrika, Nijerya, Kamerun, Ekvator Ginesi, Gabon, Kongo, Zaire, Angola’da bulunur.
Kiraz Ağacı

Anayurdu Kuzey Anadolu olan kiraz ağacı, antik dönemde Yunanistan’a götürülmüş ve oradan Avrupa’ya yayılmıştır. 60-70 yıl kadar yaşayabilen, uzun ömürlü bir ağaç türüdür.

Kiraz Ağacının Özellikleri
Dalları düzgün olan kiraz ağacının gövdesi düz ve diktir. Yine gövde kısmı grimsi siyah ya da donuk siyah olmakla birlikte enine çizgileri vardır. Yabani türleri 20-25 m’ye kadar boynalabilir. Yaygın olarak görülen türü ise kısa boyludur. Yay ve pipo gibi aksesuarların yapımı için de kullanılan kiraz ağacı, tesbih yapımı için de kullanılan gözde malzemelerden biridir.

Kiraz Ağacının Bulunduğu Yerler
Giresun, Güney Kafkasya, Hazar Denizi ve Kuzeydoğu Anadolu’da doğal olarak bulunur. Kiraz yetiştiriciliği ve üretimi olarak Afyonkarahisar ili Sultandağı ve Çay ilçeleri Konya Ereğli yöresi de çok meşhurdur.
Kuka

Kuka, bir ağaç değil tropikal bir ağacın meyvesidir. Ve bu mevyeden yapılan tesbihlere de kuka tesbih adı verilir. Kuka, Osmanlı Devleti döneminde mikrop kırıcı özelliğinden dolayı hekimlikte sıkça kullanılmıştır.

Hindistan cevizine benzer. İçindeki öz kısmı ayıklandıktan sonra etli kısmı işlenerek tesbih elde edilir.

Kukanın Özellikleri
Kuka kaygan ve pürüzsüz yapısı ve el ile temas ettikçe renginin koyulaşması dolayısıyla tesbih yapımında kullanılan malzemeler arasında en özellikli olanlardan biridir. Ayrıca kukadan yapılmış tesbihler, oldukça hafif ve her türlü dış etkiye karşı dayanıklıdır. Bunun yanında malzemenin mikrop kırıcı özelliği de bu tesbihlerin tercih edilmesinde etkilidir.

Kukanın Bulunduğu Yerler
Tropikal iklime sahip Endonezya, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerde bulunur.
Maun

Maun, “Swietenia Mahogani” ağacının tahtasına verilen isim olmakla beraber, çeşitli türlerden koyu renkli ağaçlara verilen genel bir addır. Çok uzun boylu bir ağaç olan maun, parlak, kırmızımsı ve sert kerestesi olan büyük orman ağacıdır. Büyük tüysü yaprakları ve salkımlar oluşturan küçük çiçekleri vardır. Dayanıklı bir ahşap türü olan maun, 18. yüzyıl başlarından bu yana çeşitli aksesuarlarla birlikte tesbih yapımında da özellikle tercih edilen bir malzemedir.

Maunun Özellikleri
Sert ve damarlı bir ağaçtır. Ham hali sarı olan ve sonradan koyulaşan maun, işlemesi zor olduğu için oymacılık işlerinde kullanılır.

Tesbih yapımında da iyi işlenebilmesi, sertliği, sağlamlığı ve rengi itibariyle aranan malzemelerdendir. İyi cila kabul eder. Maun, sadece sağlamlığından ötürü değil, zamanla biçimini değiştirmemesi özelliği ile de değerli kabul edilir. Tesbihler için koyu renklisinin daha uygun olduğu düşünülür.

Maunun Bulunduğu Yerler
İlk olarak Batı Hint Adaları’nda keşfedilen maun, Amerika, Afrika ve Hindistan’da yetişmektedir. Türkiye’de ise bulunmaz.
Narçıl

Narçıl, bir dönem, Hindistan’da bol miktarda yetişen büyük cins Hindistan cevizinin kuruyup koyulaşan sütüne verilen isimdir. Dünyada yalnızca Hint Okyanusun’da yetişen ve on yılda olgunlaşan bir tür Hindistan cevizinin katılaşmış süte benzer özüdür. Narçılı oluşturan meyve aynı zamanda dünyanın en büyük meyvesi (20-25 kilo) olarak da bilinir.

Narçılın Özellikleri
Narçıl, günümüzde nadir olarak bulunsa da özellikle çekimi çok hoş olduğundan tesbih yapımında kullanılmaktadır. İlk işlendiğinde süt beyaz renkte olan narcıl, zamanla gri tonlarına doğru renk değiştirmektedir. Malzemenin nadir bulunması, narçıl tesbihleri de özel kılar.



Natçılın Bulunduğu Yerler
Yalnızca, Hint Okyanusu’ndaki Seychelles Adalarından Praslin’in bir vadisinde yetişir.
Öd Ağacı

Tropik bölgelerde yetişen, dini törenlerde yakılan ve yanarken güzel koku veren, odunu ve kabuğu hoş kokulu bir ağaç türüdür. Sarısabır olarak da bilinir. Bitkinin yaprakları birer rozet görünümünde, topraktan yayvan bir şekille çıkarak yukarı doğru bükülürler. Çiçekleri sarı veya kırmızıdır.

Öd Ağacının Özellikleri
60 cm gövde çapına sahip ve 40 metre kadar uzayabilen ve her daim yeşil, büyük bir ağaç türüdür. Kesilmiş, esmer odun taneleri halinde satılır. Değerli kerestesi kahverengi, mor, esmer hatta vişneçürüğü olabilir. Ağacın belirgin özelliği koyu kahverengiden menekşe rengine doğru değişen damarları ve çizgileridir. Oldukça dayanıklı ve sağlamdır. Ağaçtan elde edilen ahşabın özgül ağırlığı yüksektir. Öd ağacı tesbihler, çekildikçe parlar ve rengi koyulaşır. Ahşap çok sert olduğu için, tesbih yapımında usta işçilik gerektirir. Baharlı, hafif bir kokuya sahiptir ki bu koku zencefile benzer.

Öd ağacından yapılan tesbihler, malzemenin hoş kokusuna da sahip olduğundan özelliklidir.

Öd Ağacının Bulunduğu Yerler
Daha çok Afrika, Suriye, Arabistan ve Güney Avrupa’da yayılış gösterir. Buna karşılık ılıman bölgelerde, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Özellikle Keşmir, Çin, Afrika, Suriye, Arabistan, Güney Avrupa’da ve Türkiye’nin Antalya şehrinde görülmektedir.
Palmiye

Tropik iklimlerde yetişen ve hoş görüntü oluşturan ağaçların ortak adıdır. Birçok türü vardır. Daha çok Akdeniz ülkelerinde bir süs bitkisi olarak yetiştirilen palmiyeler, kozmetik, içecek ve çeşitli eşya yapımında kullanılır.

Palmiyenin Özellikleri
Konik gövde yapısına sahip palmiyelerin hemen hiç dalları yoktur. En büyükleri 30 metreye kadar yükselebilmektedir. Özellikle tesbih yapımında aranılan bir malzeme olan palmiye ağacı kadifemsidir. Palmiye tesbihler eldeki mikropu temizleme özelliğine sahiptir, dezenfekten görevi görür.

Palmiyenin Bulunduğu Yerler
Yaygın olduğu yerler Asya, Amerika, Büyük Okyanus Adaları ve Afrika’dır.
Sandal Ağacı

Sandal ağacı Santalaceae familyasından tropikal, 100 yaşına kadar yaşayabilen, uzun ömürlü bir ağaçtır. Hoş bir kokuya sahiptir. Son yıllarda yoğun ağaç kesimi nedeniyle tehlike altında olduğu bilinmektedir.

Sandal Ağacının Özellikleri
Boyu 4 ila 9 metre arasında değişen sandal ağacı, oldukça uzun ömürlü olmasıyla bilinir. İnce ve mızrak biçiminde dalları vardır. Hoş kokulu yapısı nedeniyle parfümeride ve tütsü üretiminde yaygın olarak kullanılır. Tesbih yapımında ise tohumu kullanılan malzemenin, sakinleştirici kokusu özel tercih sebebidir.

[Image: inci_tesbih_8mm-720x400]  Sandal Ağacının Bulunduğu Yerler
Sandal ağacının anavatanı Hindistan yarımadası, Avustralya ve doğu Endonezya’dır. Günümüzde ise Çin, Sri Lanka, Filipinler gibi çeşitli ülkelerin ormanlarına yayılmıştır.
Yılan Ağacı

İngilizce’de ‘Snakewood’ olarak bilinen bu ağaç türü, adını yılan derisi biçimindeki deseninden alır. Sert ve dayanıklı yapıdadır. Bunun yanında kurutulması en güç ağaçlardan biri olarak bilinir.

Yılan Ağacının Özellikleri
İlk kesildiğinde kırmızımsı bir renktedir. Hava ile temas ettikçe rengi kahverendi tonlara dönüşür. Sert yapısı nedeniyle kesilmesi ve delinmesi çalışılması zor bir malzemedir. Çok iyi cila tutar. Odunu tatsız ve damarları düz olan ağacın bulunmas, işlenmesi zor ve zahmetli olduğundan, bu malzemeden yapılan tesbihler de nadir bulunur ve çok kıymetlidir.
Yılan Ağacının Bulunduğu Yerler
Güney Afrika, Fransız Guyanası ve Amazon ormanlarında yetişir.
Zeytin Ağacı

Akdeniz iklimine özgü, Nisan-Mayıs aylarında yeşilimsi-beyaz çiçekler açan, 5-15 m yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmeyen uzun ömürlü ağaç türüdür. 700-2000 yıl kadar yaşayabilirler. Yenilebilen meyveleri, hem beslenmede hem de çok değerli olan yağ üretiminde kullanılır.

Zeytin Ağacının Özellikleri
Odunu çürümeye karşı son derece dayanıklı olan zeytin, dayanıklılığın sembolüdür. Bu ağaçtan elde edilmiş süs eşyaları ya da tesbihler de bu yönleriyle çok değerlidir. Sert ve sık dokulu bir ahşaptır. Kendine has bir kokusu vardır. Bunun yanında tesbih yapımında zeytin çekirdeği de kullanılır.

Zeytin Ağacının Bulunduğu Yerler
İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye, Suriye, Tunus, Fas, Mısır, Cezayir, Portekiz ve Lübnan, zeytin ağacının yaygın olarak bulunduğu ülkelerdir.



Hayvansal Tesbihler
İşlenebilen özellikle her türlü malzemeden yapılabilen tesbihlerde, eskiden bu yana yaygın olarak kullanılan malzemelerden biri de hayvanlardan elde edilenlerdir. Çeşitli hayvanlara özgü belli uzuvlardan sağlanan bu malzemeler yaygın olarak, boynuz, diş ve kabuk olarak sıralanabilir. Daha kendine has özellikleri olan malzemeler ise inci ve mercandır.

Tesbih yapımında hayvanlardan elde edilerek kullanılan malzemeler için hiçbir hayvana zarar verilmez. Malzemeler, ömrünü doğal yollarla tamamlamış hayvanlardan sağlanır. Bir canlıya zarar vererek malzeme elde edilmesi, tesbih yapımının manevi değerine zarar veren bir unsur olarak kabul edilir.

Malzemenin bir canlıdan elde edilmesi ve ona tesbih ustası tarafından incelikle işlenerek yeniden hayat verilmesiyle, canlılık özelliğinin devam ettiğine inanılır. Bu da hayvansal ürünlerden yapılmış tesbihlere özel bir anlam verir.

Hayvansal malzemelerden elde edilen tesbih türleri:

Bağa (Kaplumbağa) Tesbih
Balina Dişi Tesbih
Boynuz Tesbih
Deve Kemiği Tesbih
Fildişi Tesbih
İnci Tesbih
Mercan Tesbih



Bağa (Kaplumbağa) Tesbih

Bağa, halk arasında kaplumbağaya verilen isimdir. Tesbihlerde de kaplumbağa kabuğundan yapılmış olanlara yaygın olarak bu isim verilir. Ancak, bu tür tesbihler bilinenden farklı olarak kara kaplumbağalarından değil nesilleri tükenmek üzere olan ve bu nedenle de çok nadir bulunan, Caretta Caretta denilen su kaplumbağalarından elde edilmektedir.

Bağa (Kaplumbağa)nın Özellikleri:
Sırt bölgesi genellikle kırmızımsı kahverengi olan su kaplumbağalarının, kabuğunu oluşturan plakların üzerinde dağınık sarımsı gri lekeler bulunabilir. Su kaplumbağalarının kabuğundan tesbih yapımı için, öncelikle kaplumbağaların kabuk kısımları presleme ya da şişirme gibi yöntemlerle kalınlaştırılır ve tesbih yapımına uygun hale getirilir. Malzemenin bu şekilde hazırlanmasının ardından, oldukça özel tesbihlerin yapımına geçilir. Hayvanları koruma işlevi de gören kabuk, oldukça sağlam yapıdadır. Hem su kaplumbağalarının neslinin tükenmekte olması, hem de malzemenin nadir bulunması bu tesbihleri oldukça özel kılar.

Bağa (Kaplumbağa)nın Bulunduğu Yerler
Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusu’nun ılıman sularında dağılım gösteren su kaplumbağaları, Arjantin, Floride ve Teksas kıyılarında görülür. Akdeniz kıyılarına önemli yumurtlama alanları bulunur. Özellikle Yunanistan ve Türkiye’de iki önemli merkez bulunmaktadır. Belek, Anamur, Köyceğiz ve Dalyan Türkiye’de yaygın olarak görüldükleri yerlerdir.
Balina Dişi Tesbih

Latince’de “büyük deniz hayvanı” olarak tanımlanan balinalar, 50 milyon yıllık evrim sürecinde suda yaşama tam olarak uyum sağlamış memelilerdir. İnsanoğlunun bugüne kadar pek çok alanda yararlandığı balinaların dişleri, tesbih yapımında kullanılan kıymetli malzemelerden biridir. Ancak, bu amaçla hiçbir balina öldürülmez, hayatını sonlandırmış hayvanların dişleri kullanılır.

[Image: Erkeklere-yılbaşı-günü-verilebilecek-en-güzel-hediyelik-eşya]  Balina Dişinin Özellikleri:
Balina dişi, hem bir canlıdan kalan hem de nadir bulunan bir malzeme olarak kıymetlidir. Özellikle yüzyıllar öncesinden kalma, fosilleşmiş halde bulunan balina dişleri, çok daha değerli kabul edilir. Ömrünü sonlandırmış olan balinalardan elde edilen dişlerden tesbih işleyebilmek için, balinaların dişleri öncelikle şişirme gibi yöntemlerle kalınlaştırılarak tesbih yapımına uygun kalınlığa getirilir. Oldukça sağlam ve uzun ömürlü olan bu malzemeden yapılmış tesbihlerin, özel meraklıları vardır.

Balina Dişinin Bulunduğu Yerler
Özelikle fosilleşmiş olan balina dişleri, dünyanın çeşitli yerlerinde bulunabilir. Yakın tarihte Nasca Çölü’nde dev bir balina dişi fosili bulunmuştur ve bu tür malzemeler koleksiyonluk değer taşır. Bu dişlerden elde edilen tesbihler de çok özel kabul edilir. Bunun yanında, doğal yollarla ömrü sonlanmış balinaların dişlerinden de malzeme elde edilir. 
Boynuz Tesbih

Boynuz, çeşitli hayvanların dengelerini bulmasını sağlayan, iskeletlerine bağlı olarak derilerinin dışına çıkmış dayanıklı kemiktir. Ve işlenmeye uygun yapısı nedeniyle, tesbih yapımında da kullanılabilir doğal bir malzemedir.

Boynuzun Özellikleri
Boynuza sahip olan çok çeşitli hayvan türleri arasında, tesbih yapımında özellikle tercih edilen belli başlı hayvanlar vardır. Bunlar arasında en yaygın olanları şöyle sıralanabilir:

Gergedan Boynuzu Tesbih 
Bufalo Boynuzu Tesbih 
Koç Boynuzu Tesbih
Manda Boynuzu Tesbih
Boynuzların, dibi siyah, uç tarafı şeffaf uçuk sarıdır. Gergedanların boynuzu, diğer hayvanlarınki gibi kemikten değil; saç, kıl ve tırnak yapısındaki keratin denilen lifsi bir proteinden oluşmuştur. Bu tür boynuzdan elde edilmiş tesbihlere “zergedan” adı verilir.

Bunun yanında Koç boynuzu, daha ince lifli bir yapıda olduğundan, diğerlerine göre daha az tercih edilen bir malzemedir.

Boynuzdan yapılan tesbihler, kemik yapısından dolayı sağlam ve uzun ömürlüdür. Bazı boynuz tesbihler, koleksiyonluk değer taşır.



Boynuzun Bulunduğu Yerler
Gergedan boynuzu Asya ve Afrika kıtasında, Bufalo bounuzu Amerika ve Meksika’da, Manda boynuzu Asya kıtasında, Koç boynuzu ise Asya, Amerika ve Avrupa kıtalarında bulunur.
Deve Kemiği Tesbih

İnsanoğlunun uzun yıllardır taşımacılık, hayvancılık, beslenme gibi birçok alanda faydalandığı develer, doğal tesbih malzemeleri için de önemli bir kaynaktır. Develerin dayanıklı kemikleri, tesbih yapımda yaygın olarak kullanılan ve diğer malzemelerle birlikte de işlenebilen doğal malzemelerdir.

Deve Kemiğinin Özellikleri:
Ömrünü tamamlamış olan devenin kemiğinden tesbih yapımı için, öncelikle kemikte bulunan lifli doku temizlenir. Bu amaçla kemik hafif tuzlu suda bekletildikten sonra 6 saat süreyle kaynatılır. Ardından yağından tamamen arındırılan kemik, soğutulur. Fırçalayarak yıkandıktan ve kurutulduktan sonra da işlenmeye hazır hale gelir. Deve kemiğinden yapılan tesbihler, kullanıldıkça zaman içerisinde sararır ve hoş bir çekimi vardır.

Deve Kemiğinin Bulunduğu Yerler
Deve kemiği, hayvanın doğal yaşam alanları olan Hindistan, Pakistan, Afganistan, Mısır, İran, Suriye, Arabistan gibi Güney Asya ülkeleri ile Afrika’da bulunabilir. Tesbih yapımında ise doğal yollarla hayatını tamamlamış olan develerin kemikleri kullanılır.
Fildişi Tesbih

Fil, su aygırı, mamut ve gergedan gibi hayvanların dişlerinden oyularak yapılan sert, beyaz, opak maddelere fildişi adı verilir. Birçok kullanım alanı olan fildişi, yüzyıllardır süs eşyası yapımında kullanılan temel malzemelerden biridir. Bu malzemeden işlenmiş tesbihler, koleksiyonluk değer taşır.



  Fildişinin Özellikleri:
Gösterdikleri yapısal benzerlik nedeniyle, çok değişik memeli türlerinin şekil verilebilen tüm türlerine fildişi adı verilir. Bu nedenle, çeşitli memeli hayvanlarından dişinden elde edilen tesbihler şöyle sıralanabilir:
Fildişi Tesbih
Mamut Dişi Tesbih
Mors Dişi Tesbih 
Su Gergedanı Dişi Tesbih
Hipopotamus Dişi Tesbih
Kanada Geyiği Dişi Tesbih
Bunlar arasında en nadir bulunan ve pahalı olan ise mamut dişidir.

Bu hayvanlardan elde edilen malzeme, kemiksi ve sert yapıdadır. Hayvanların beslenme şekline ve yaşam koşullarına göre bu sertlik değişkenlik gösterir. Genellikle beyaz renk olan fildişi malzeme, donuk ve mattır.

Fildişi tesbihler, hayvansal grubundaki tesbihlerin en özellerinden kabul edilir ve koleksiyoncuların da gözdesidir.

Fildişi’nin Bulunduğu Yerler
Fildişi malzeme elde edilen hayvanların doğal yaşam alanlarında bulunabilirler. Sahraaltı Afrikası, Güney ve Güneydoğu Asya, Afrika Nil Bölgesi, Ürdün, Hindistan, Malezya, Endonezya’da bulunabilir. Mamut dişine ise son olarak Kenya ve Güney Afrika’da rastlanmıştır. 
İnci Tesbih

Tüm zamanların en değerli cevherlerinden biri olarak kabul edilen inci, hayret verici oluşumunun yanı sıra eşsiz parlaklığı, göz kamaştıran sedefimsi yapısı ile her zaman takı ve aksesuar dünyasının en gözde malzemelerinden biri olmuştur. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere çeşitli kutsal kitaplarda da geçen bu kıymetli cevher, tesbih yapımında kullanılan en nadide malzemelerden biridir.

İnci, simgelediği saflık ve masumiyet ile tesbih dünyasında da kendisine yer bulmuş, inciden yapılmış tesbihler en az incinin kendisi kadar değerli kabul edilmiştir. Adeta bir doğa harikası olan incilerden yapılmış tesbihler, doğal malzemeden yapılmış tesbihlere özel bir merak duyan koleksiyoncuların da gözdesidir. İnci, içerisinde oluştuğu suyu özünde taşıyan bir mineraldir ve bu yönüyle insan bedeninin özüne en yakın malzemelerden biri kabul edilir. Dokunuşundaki hoşluk, estetik olarak sahip olduğu parlaklık ve verdiği rahatlatıcı duygu, nadir bulunan inci tesbihleri de oldukça özel kılar.
İncinin Özellikleri: 
İnci, sıcak ve ılıman denizlerde yaşayan istiridye gibi kabuklu deniz hayvanlarının oluşturduğu organik yapılı tanelerdir. İnciler küçük, yuvarlak, yüksek değerli, sert ve sedef rengindedir. Kabuklu hayvanın vücuduna kum tanesi, parazit ya da yapay olarak bir sedef parçası girdiğinde, canlı kendini korumak amacıyla etrafını kaplayan sedefimsi bir madde salgılar. Bu salgı sayesinde tabaka üst üste gelerek küresel inci meydana gelir.



Yabancı madde kabuklu canlının içine girmeyip kabukta kalırsa meydana gelen inci, yarı küresel veya düzensiz biçimde oluşur.

Bilinen en değerli organik malzemelerden biri olan inci, yaygın olarak beyaz, krem rengi ve pembe renklerde bulunur. Gümüşi, siyah ve altın rengi inciler de günümüzde yavaş yavaş popülerleşen formlardır. İncinin koyu parlak siyah rengi ise, en nadir bulunan formudur. Devamını Okumak İçin…
Mercan Tesbih

Hayvansal grubu malzemelerinin en değerlilerinden biri de mercandır. Özü itibarıyla canlılık içeren Mercan, her ne kadar “Mercan Taşı” olarak tanımlansa da aslında denizde yaşayan omurgasız bir canlı türüdür. Yumuşak mercanlar, boynuzsu mercanlar, dikenli mercanlar, gerçek mercanlar gibi türleri vardır.

Takı ve tesbih yapımında kullanılan mercan ise, su altında yaşayan omurgasız mercan poliplerinin oluşturduğu iskelet yapıya verilen addır. Koloniler halinde yaşayan polipler, büyüyüp yayıldıkça mercan resiflerini oluştururlar. Mercan iskeletlerinin binlerce yıl boyunca belli bir bölgede toplanmasıyla da mercan kayalıkları meydana gelir.

Mercan, su içerisinde yumuşak, karaya çıkarılıp kurutulduğunda ise katı özellik gösterir. Tesbih yapımında da saf kalsiyumdan oluşmuş katılaşmış mercan kullanılır.

Doğal mercandan işlenmiş tesbih, ahşap görünümü ve sertliğine sahiptir. En ayırt edici özelliği pütürlü ve lekeli olmasıdır. Pütürsüz olanlar düzeltilmiş ya da sahte olabilir. Rengi aşırı belirgin olanlar ise boyalı olabilir. Bu nedenle, mercan tesbih seçiminde malzemenin iyi tanınması önemlidir.

Çok uzun yıllardır süs ve zıynet eşyası üretiminde kıymetli bir malzeme olarak kullanılan mercanların en gözdesi ise kırmızı mercandır. Pembe ve beyaz olanları da ilgi görmekle birlikte, kırmızı mercandan işlenmiş tesbihler, özel tercih sebebidir. Isıya ve asitlere karşı duyarlı olan mercandan yapılmış tesbihler, kullanıldıkça renk değişimine uğrayabilir. Bunun yanında, mercanın nazara karşı koruma sağlaması ve “hayat ağacı” olarak anılmasında etkili olan canlandırıcı özelliği, mercan tesbihleri günlük kullanım için ideal kılar.

Mercanın Özellikleri:
“Hayat ağacı”, “Koral” olarak da isimlendirilen mercanların renk ve görünüşleri oldukça çeşitlidir. Ağaç dalı, yelpaze ve çimen görünümünde olan türleri vardır. Kırmızı, pembe, beyaz, mor, sarı, siyah renklerde olabildiği gibi çizgili ve desenli de olabilirler. Kayalaşmış mercanlar ise kahverengimsi sarı renge sahiptirler. Parlatıldığında cama benzer bir görünüşe sahip olurlar.

Mercanlar karada taş gibidir, denizin dibinde ise bitki gibi biter ve çiçek bahçesi görünümündedirler. Suyun yüzeyinden yukarı çıkıp kuruyunca katılaşıp sertleşir. Bu sayede de işlenmeye uygun hale gelir.
Mercan Tesbih

Hayvansal grubu malzemelerinin en değerlilerinden biri de mercandır. Özü itibarıyla canlılık içeren Mercan, her ne kadar “Mercan Taşı” olarak tanımlansa da aslında denizde yaşayan omurgasız bir canlı türüdür. Yumuşak mercanlar, boynuzsu mercanlar, dikenli mercanlar, gerçek mercanlar gibi türleri vardır. Su içerisinde yumuşak, karaya çıkarılıp kurutulduğunda ise katı özellik gösterir. Tesbih yapımında da saf kalsiyumdan oluşmuş katılaşmış mercan kullanılır.

Doğal mercandan işlenmiş tesbih, ahşap görünümü ve sertliğine sahiptir. En ayırt edici özelliği pütürlü ve lekeli olmasıdır. Pütürsüz olanlar düzeltilmiş ya da sahte olabilir. Rengi aşırı belirgin olanlar ise boyalı olabilir. Bu nedenle, mercan tesbih seçiminde malzemenin iyi tanınması önemlidir.

Çok uzun yıllardır süs ve zıynet eşyası üretiminde kıymetli bir malzeme olarak kullanılan mercanların en gözdesi ise kırmızı mercandır. Pembe ve beyaz olanları da ilgi görmekle birlikte, kırmızı mercandan işlenmiş tesbihler, özel tercih sebebidir. Isıya ve asitlere karşı duyarlı olan mercandan yapılmış tesbihler, kullanıldıkça renk değişimine uğrayabilir. Bunun yanında, mercanın nazara karşı koruma sağlaması ve “hayat ağacı” olarak anılmasında etkili olan canlandırıcı özelliği, mercan tesbihleri günlük kullanım için ideal kılar.



  Mercanın Özellikleri:
“Hayat ağacı”, “Koral” olarak da isimlendirilen mercanların renk ve görünüşleri oldukça çeşitlidir. Ağaç dalı, yelpaze ve çimen görünümünde olan türleri vardır. Kırmızı, pembe, beyaz, mor, sarı, siyah renklerde olabildiği gibi çizgili ve desenli de olabilirler. Kayalaşmış mercanlar ise kahverengimsi sarı renge sahiptirler. Parlatıldığında cama benzer bir görünüşe sahip olurlar.

Mercanlar karada taş gibidir, denizin dibinde ise bitki gibi biter ve çiçek bahçesi görünümündedirler. Suyun yüzeyinden yukarı çıkıp kuruyunca katılaşıp sertleşir. Bu sayede de işlenmeye uygun hale gelir.

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen nadir cevherlerden biridir. Rahman Suresi’nde İnci ile birlikte doğanın önemli nimetlerinden biri olarak anılır.

En belirgin özelliklerinden biri de dayanıklılığıdır.

Daha nadir bulunması nedeniyle kırmızı mercan, diğer türlerine göre daha değerli kabul edilir.

Mercan’ın Ruhsal Faydaları:
Kişinin ruhsal anlayışını güçlendirir. Ferahlık, huzur ve enerji verir.

Nazara karşı koruyucu etkisi vardır.

Kişinin sosyal ilişkilerinde saygınlığına olumlu etki sağlar.

Bilinçli ve kararlı olmayı, olumsuz yargılamalara karşı güçlü olmayı sağlar.

Konsantrasyon eksikliğini giderir.

Saflığın ve dengenin korunmasını sağlar.

Mercan’ın Fiziksel Faydaları:
Başta sedef hastalığı olmak üzere, pek çok cilt hastalığının tedavi amacıyla kullanılır.

Kalbi ve kan dolaşım sistemini sağlıklı tutar, kanla ilgili hastalıkların tedavisine yardım eder.

Dalağı kuvvetlendirir ve fonksiyonel çalışmasını sağlar.

Mide ve karaciğerdeki kan yapıcı hücrelerin daha etkin çalışmasını sağlar.

Hormonal sistemi dengeler.

Hafızayı kuvvetlendirir.

Mercan’ın Çıkarıldığı Yerler:
Dünyadaki tüm sıcak ve sığ denizlerde yaşayan mercanlar, Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Karayipler, Filipinler, Endonezya ve Avusturalya’da daha yoğun olarak yer alır. Türkiye sularında mercan kayalıkları bulunmaz. Mercanlar, gibi sıcak deniz diplerinde bulunan büyük taşlara yapışık olarak yaşarlar.

Mercan’ın Sertlik Derecesi: 3-4

Mercan Taşı Nasıl Temizlenir: Mercan taşının kullanımı sonrası, negatif enerjiden arındırılabilmesi için ayda bir berrak tuzlu suda bekletilmesi gerekir. Doğal olması nedeniyle deniz suyu olması tercih edilmeli ve gece boyunca bu suda arındırılmalıdır.

Mercan’ın Uyumlu Olduğu Çakra: Gırtlak, Güneş Sinir Ağı

Mercan’ın Uyumlu Olduğu Burç: Balık, Boğa, Oğlak

Mercan’ın Sembolü Olduğu Unsurlar: Hayat, Kararlılık

Geçmişten Bugüne Tesbih Sanatı

Genel olarak ibadetin bir parçası olarak görülen ve çok kıymetli maddelerden yapılan tesbihler 33’lük ve 99’luk dizileriyle aynı zamanda bir sanat dalı olarak gelişmiştir. İlk bakışta “boncukların yan yana dizilmesi” olarak görünen tesbih yapımı, günler hatta haftalar alabilen ve onu yapan ustanın yoğun emek gücüne dayanan incelikli bir işçilik gerektiren bir sanat alanıdır.

Osmanlı Devleti döneminde, hemen hemen tüm el sanatlarında belirgin olan dini çizgi, tesbih sanatında da kendisini gösterir. Ebru, Hat Sanatı gibi el sanatlarının ardından bu çizginin öne çıktığı sanat, tesbihçiliktir. Osmanlı’da ilk tesbihlerin hangi ustalar tarafından ve ne zaman işlendiği hakkında kesin bir bilgi yoktur. Arşivlerde, tesbih ile ilgili net bilgiler 16. yüzyılın sonlarını işaret etmektedir.

Eser-i İstanbul
Tesbih sanatı, Osmanlı Devleti döneminde ve özellikle 19. yüzyılda verilen eserlerle zirveye ulaşmıştır. Özellikle bu yıllarda İstanbul’da yapılan tesbihler, dünya çapında ün kazanmış; Osmanlı ustalarının yaptığı tesbihler Hac zamanı Hicaz’a götürülüp hediye olarak dağıtılıp satılmıştır. “Eser-i İstanbul” olarak ünlenen bu tesbihlerin ticaretini yapmak için dünyanın çeşitli yerlerinden Kapalıçarşı’ya çok sayıda tüccarın geldiği de bilinmektedir.

Bu tarihlerin, tesbih sanatının en parlak yıllarına işaret etmesinin ardında, şüphesiz dönemin sanat ahlakı ve anlayışı büyük öneme sahiptir. Zira bu dönemde, herhangi bir ustanın elinden çıkmış bir model, onun imzası olarak kabul edilir; hiçbir usta diğerinin modelini yapmazdı. Her ustanın büyük bir incelikle ortaya çıkardığı eser, bu anlayış çerçevesinde “biricik” olma özelliğini de doğal olarak gösteriyordu. Bunun yanında, “tesbih elde sallanmaz, onunla meşk edilir. Tesbih çekilirken ona verilen emeğe saygı gösterilir” düşüncesi de tesbih sanatının önemi ve saygınlığını ortaya koyan anlayışlardan biridir.

19. yüzyılda yüzlerce atölyenin ve tesbih ustasının olduğu, üretilen modellerin “Eser-i İstanbul” olarak adlandırıldığı tespihlere ilgi, 20. yüzyıl ile birlikte giderek düştü. Cumhuriyet dönemi ile birlikte ise tesbih atölyeleri ve imalathaneler, hızla kapanmaya başladı.

Ancak 1970’li yıllara gelindiğinde tesbih merakının yavaş yavaş yeniden artmasıyla imalathane ve dükkanlar da tekrar kapılarını açtı. Günümüzde ise İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde imal edilen tespihler, başta Kapalıçarşı’daki dükk'nlar olmak üzere birçok yerde bulunabiliyor.

Tüm bunların yanında, üretime bilgisayar teknolojisinin dahil edilmesi, eski teşbihlerin birebir kopya edilmesi ve özgün yeni eserler üretilememesi sorununu da beraberinde getiriyor. Bu durum da tesbih sanatını olumsuz etkiliyor. Ancak buna rağmen, hem tesbihe gönül verenler hem de koleksiyonerler, elde çekilmiş eserlere rağbet gösteriyor.

Tesbih Nasıl Yapılır?

Tesbih tanelerine şekil verilirken
Osmanlı döneminde bir sanat ve ustalık işine dönüşen tesbih yapımı, mahir tesbih ustalarının “kemane” adı verilen tornalarında gerçekleşmiştir. Elle veya ayakla çalışan kemaneler ve ona eşlik eden el matkapları günümüzde artık kullanılmıyor. Değişen koşullarla birlikte tesbihler de “çekim” adı verilen modern yöntemlerle yapılır hale geliyor.

Önce tesbih taneleri yapılıyor
Tesbih yapımında ilk olarak kullanılan madde, kalınlığı en fazla bir milimetre olan testere aracılığıyla kare ya da dikdörtgen parçalara bölünüyor. Kesilen parçalar parmaklar arasında tutularak dönen bir zımparada kendi eksenleri etrafında sürülerek silindir ve yuvarlak biçimlere dönüştürülüyor. Ustalarının “yuvarlama” dediği bu işlemin ardından taneler, bir tona aynasına takılıyor ve “delme” işlemine geçiliyor. Torna aynasında taneler, dakikada 3 bin 500 devirde dönerken puntodan yaklaştırılan 0.7 milimetre çapındaki matkapla deliniyor (Tane büyüklüğüne göre bu çap artırılabiliyor ya da düşürülebiliyor).

Tesbih yapımının can alıcı noktası
Tesbih yapımının en can alıcı safhası ise bu noktada başlıyor yani tornada işleme safhası. Bu aşamada, tornanın aynasına sıkıştırılan bir çelik çubuk, eğe yardımıyla beş köşeli konik malafa şekline getiriliyor. Torna aynası dönerken bu malafanın, yalpasız, salgısız ve adeta “dönmez” gibi görünmesi ise hayati önem taşıyor. Zira malafa salgılı döner; tane, tam deliği merkez alacak şekilde işlenemez ise ipe dizildiğinde “sarhoş” diye tabir edilen şekilde kaçık duracaktır.

Ardından, malafa üzerinde sıkışmış halde dönen taneye, hava çeliğinden düz uçlu bıçaklarla şekil veriliyor. Sabitleştirilmiş ölçüdeki bir kumpasla sık sık boy kontrolü yapılırken, serbest ölçüdeki bir kumpasla da çap ölçümü yapılıyor. Böylece taneler arasında sıfır hata olması sağlanıyor.

Tesbih çekmenin her aşaması incelikli
İstenilen ölçüye getirilen taneler, duraklar, imame ve tepelik; malafadan sökülmeden önce üzerine parlatıcı dökülmüş yumuşak tüysüz bir bezle cilalandıktan sonra kendine uyan renkteki ipe diziliyor.

Tesbih dizim safhası da ince bir işçilik gerektiriyor. Tesbih ipinin iki ucunun sarmal şekilde buruluşu, uçlarının bal mumlanışı, imamenin altındaki ve üstündeki düğümlerin atılışı da ustasının maharetiyle tamamlanıyor. Aynı zamanda tesbih yapma işine, çoğumuzun elde tek tek tane çekmek olarak bildiği isim verilerek tesbih çekmek deniyor.

İdeal Tesbih Nasıl Olmalı?
Resim
Her ne kadar üzerinde uzlaşılmış genel geçer kurallar olmasa bile bir tesbihin “iyi” olarak tanımlanabilmesi için taşıması gereken belli başlı özellikler olduğunu söylemek mümkün. Malzemesinden, tanelerin şekillerine, yapan ustasından özel işlemelerine kadar her aşamasında özenle üretilen tesbih, tüm bu aşamalar sonucu kazandığı özelliklerle değerlendiriliyor. Bilhassa bu işe gönül vermiş tesbih meraklılarının ve tesbih koleksiyonerleri ideal bir tesbihte pek çok özellik arıyor.

Yaygın olarak iyi bir tesbihte olmazsa olmaz denilen özellikler ise kısaca şöyle sıralanıyor:

Tesbihin yapıldığı maddenin kıymetine, yapılışındaki güçlüğe ve ustanın sanatına göre kıymeti artar.
Tesbihin taneleri aynı büyüklükte ve aynı şekilde olmalıdır. Tanelerde bir kaçıklık olmamalıdır.
Tanelerin delikleri mümkün olduğunca ince ve konik olmalıdır.
Bir tesbihte olması gereken nişane, imame, tepelik kamçı gibi bölümlerin eksiksiz olarak tesbihte yer alması gerekir.
Tesbihin çok iyi cilalanmış olması, üzerinde torna veya zımpara izi kalmamış olması gerekir.
Tanenin boyutlarıyla imame ve kamçıdaki diğer unsurlar arasında zarif bir estetik, uyum ve tamamlayıcılık olmalıdır.
İmame yukarıdan tutularak bakıldığında taneler, her iki yanda muntazam bir sütun halinde durmalı, sağa sola eğrilen ve zikzaklı bir görünüm olmamalıdır.
Şeffaf taneli tesbihlerde, tanelerin dizilişinde ton uyumuna dikkat edilmelidir.
Tüm bu değerlendirmeyi yapabilmek için ise öncelikle malzemeyi tanımak gerekir. İkincisi, tesbihin biçimlerini ve ortaya çıkış sürecini bilmek, yani biraz olsun bu işe gönül vermek gerekir. Gönül vermek demişken, bu işe gönül veren, incelikli bir ustalıkla tesbihi hayata geçiren ustaları da tanımak gerekir.

Tesbih ve Koleksiyonculuk
Sanatın her dalında olduğu gibi, tesbih sanatında da bu işle çok yakından ilgilenen, verilen eserlerin sıkı takip eden ve özenle yapılmış nadide eserleri toplamaktan, kendi tesbih arşivine sahip olmaktan zevk duyan koleksiyonerler bulunuyor. Tesbihin yapımında kullanılan malzemeden, tesbihi işleyen ustaya ve tesbih bütünlüğünün sahip olduğu zarafete kadar çeşitli özellikleri ile öne çıkan tesbihler, ustasının el emeği ve kullanılan malzeme ölçüsünde değerleniyor. Bu nedenle, büyük emek verilerek günler süren eş işçiliği ile yapılmış ve nadir bulunan malzemelerden işlenmiş tesbihler, koleksiyonlarda her daim yer bulabiliyor.

Her şey babadan kalma bir tesbihle başlıyor
Hem bir sanat eseri hem de kıymetli bir aksesuar olarak özel koleksiyonerlerini yaratan tesbih, insanlık tarihindeki köklü geçmişinin en parlak günlerini Osmanlı Devleti döneminde yaşıyor. Bu anlamda, en özel eserler de yine bu dönemin tesbih ustalarının tezgahlarından çıkıyor. Dolayısıyla, bu dönemde çekilmiş, Lale ve İstanbul figürlü imameler ile süslenmiş el işçiliği teşbihler, koleksiyonlarının en özel parçalarından biri olarak ilk sırayı alıyor.

Genel olarak “babadan kalma” ya da “hediye gelen” bir tesbihle ve sadece “hobi” olarak başlayıp yüzlerce başka esere uzanan bu tutku, her şey önce bu işe merak salmakla başlıyor. Ardından tesbih yapılan malzemeleri tanıma, ustaları ve tarzlarını öğrenmekle gelişiyor. Yani koleksiyonlar, sadece değerli olana değer biçip tesbih sayısını artırmakla oluşmuyor. Uzun yıllar süren bir bilgilenme ve uzmanlaşma süreci gerekiyor. Yıllar içerisinde kazanılan deneyim, teşbihleri ayırt etmeyi, eseri değerlendirme becerisi ve koleksiyona katmak sürecini de beraberinde getiriyor. Köklü bir geçmişe sahip tesbih alanında uzmanlaşma süreci de koleksiyonerlikle birlikte devam ediyor.

Tesbih koleksiyonerlerinin ziyaret noktaları
Tesbih sanatının bir dönem en şaşalı günlerini yaşadığı Kapalıçarşı, koleksiyoncuların en önemli ziyaret noktalarından biri. Bir de Beyazıt’taki Çınaraltı. Ancak elbette adresler bununla sınırlı değil. Zira Türkiye’nin dört bir yanında eserler üreten tesbih ustaları var. Zaten tesbih koleksiyonculuğunun yolu da asıl bu ustalarından izini sürmekten geçiyor. Kendine has uslubu ve modelleriyle bilinen ustaların el yapımı eserleri, zaman zaman oldukça yüksek rakamlarla alıcı buluyor ve koleksiyonlara dahil ediliyor. Tüm bunların yanında tesbihin değeri ustasından o kadar etkileniyor ki; ustası vefat eden eserler birden bire beş-on kat değerleniyor.

Türkiye’de, koleksiyonerleri ağırlayan önemli ziyaret noktaları arasında, tarihi İpek Yolu üzerinde, Kütahya’da bir bedesten’de kurulan “Tesbih Borsası”, Kayseri, Şanlıurfa Gümrük Hanı, Konya gibi merkezler yer alıyor.

Tesbihin malzemesi açısından bakıldığında ise mercandan yapılmış olanların yanı sıra malzemesi fildişi, safir, kehribar, bağa, mamut dişi olan eserler, koleksiyonlarda başköşeyi alıyor.

Sadece bir hobi olarak başlayıp adeta bir tutukuya dönüşen tesbih koleksiyonculuğu, son dönemde Türkiye’de oldukça revaçta. Öyle ki, son yıllarda sayıları hızla artan özel koleksiyonlar için sergiler düzenleniyor. Herkesin en iyi koleksiyonu yapmaya çalıştığı alanda, zaman zaman koleksiyonerler arasında takaslar da yapılıyor.

Bir Tesbihi Değerli Kılan Unsurlar Nelerdir?

Materyal

Tesbihler, inci, necef, yakut, akik, ametist gibi değerli taşlar; kehribar, oltu taşı gibi fosillerin yanı sıra abanoz, ceviz ve kuka gibi ağaçların da aralarında yer aldığı birçok farklı materyalden üretilebilirler. Tüm bu materyaller arasında ise değerli taşlardan üretilen tesbihler en değerlileridir. Çünkü değerli taşlar şifa özelliklerinin yanı sıra kendilerine has renkleri, dokuları, sesleri ile olağanüstü bir güzelliktedirler. Ayrıca nadir bulunurlar ve aşırı sert olduklarından işlemeleri ustalık gerektirir.

Taneler ve Boyutları

Tesbihteki tanelerin ve imamenin büyüklüğü, tesbihi değerli kılan önemli bir unsurdur. Tesbihin değeri, tanelerin boyutları büyüdükçe misli misli artar. Örneğin 8 mm çapında bir tane varsayalım 8 USD değerinde iken; (rakamlar tamamen varsayımsaldır) 16 mm çapında bir tane 50 USD olabilir. Çünkü iri taneler daha nadir bulunurlar.

Renk Uyumu
Değerli taşlardan yapılmış tesbihlerde, her bir tane; dokusu açısından diğerinden farklı ve benzersizdir. Buna karşın tesbihi bir araya getiren taneler ve imame arasında hoş bir ton uyumu olmalı, seyretmesi insana zevk vermelidir.

Ses Uyumu
Tesbihin çekilmesi esnasında tanelerin birbirine çarparken çıkardıkları ses de çok önemlidir. Özellikle değerli taşlardan yapılmış tesbihlerin çekilirken çıkardıkları ses, kuş cıvıltısını andırır ve sakinleştirici özellikleri vardır. Özellikle iri taneli tesbihlerde bu ses çok daha belirgindir ve hoş bir duygu verir.
İmame ve Boyutu

Tesbihin imamesinin, taneler ile aynı materyalden, renkten ve desenden olması, ayrıca iri olması tesbihin değerini misli misli arttırır. Çünkü bu büyüklükte parçayı bulmak, bu derece sert bir materyalin ortasından sicimin geçeceği dikine uzun bir delik açmak çok zordur. Genellikle bir imame yapmak için birkaç imame delinirken kırıldığı için kaybedilir. Bazen sadece imame, tesbihteki tüm tanelerden daha değerli olabilir. Bu yüzden sıradan tesbihlerde çoğunlukla gümüş vb. malzemelerden imameler kullanırlar.

Orjinallik

Günümüzde gelişen teknoloji ile birçok renkli cam materyal değerli taşlara benzetilebilmektedir. Bunların maliyetleri de çok düşük olmaktadır. Buna karşın, herhangi bir şifa özelliklerinin olmaması bir yana, tanelerin rengi, dokusu ve sesleri de sıradandır.

İşçilik

Temel kural olarak bir tesbihin işlenmesi ne kadar güç ise, tesbih o kadar değerlidir. Bu yüzden de son derece sert, buna karşın kırılgan oldukları için işlemesi de o derece güç olan değerli taşlar, yine yüksek değere sahiptirler. Örneğin çok yumuşak materyaller olan ve bir çakıyla bile işlenebilen oltu taşı, lüle taşı gibi materyallere karşın, sadece kendisinden daha sert yegane materyal olan elmas ile işlenebilen (aşındırılabilen, şekil verilebilen) değerli taşlardan yapılan tesbihler çok daha değerlidir.

İşçilikteki ikinci önemli unsur ise tanelerin tornada mı yoksa elde mi işlendiğidir. Düz yüzeyli (yani üstünde herhangi bir el işçiliği (desen, işleme vb. olmayan) küre, fıçı, silindir vb. formlardaki taneler, tornaya takılarak -görece- kolay işlenirler. Buna karşın tanelerin yüzeyine ayrıca çeşitli desenler işlenmişse (çiçek, hayvan gibi çeşitli şekiller vb.) veya taneler fasetalı olarak tabir edilen çok yüzeyli şekilde üretilmişse tesbihin değeri işlemenin detay seviyesi de göz önüne alınarak misli misli artar. Örneğin lüle taşından bir taneye desen işlemek birkaç dakika sürerken, çok sert değerli taşlara aynı deseni işlemek tek bir tane için günler sürebilir. Bu da tesbihin değerini arttırır.

İşçiliği değerlendirirken göz önünde tutulacak bir başka unsur da, imamesinden tutulup aşağı doğru sarkıtılan tesbihin tanelerinin ne kadar düz dizildiğidir. Yandan bakıldığında tanelerin biri dışarda, biri içerde görünüyor ise (içlerinde sarhoş tabir edilen, tam ortadan delinmemiş taneler var ise) bu görünüm tesbihin değerini işçilik açısından düşürür. Taneler ne kadar düz dizilmiş ise tesbihin işçilik açısından değeri o kadar artar.

Sadelik ve Tevazu

Tesbih aynı zamanda sahibinin kişiliğini yansıtır. Bu yüzden değerli bir tesbih sade ve makul olmalıdır. Nasıl ki alçak gönüllü ve tevazu sahibi bir insan, rüküş olmaz ise, değerli bir tesbih de fazla süslü olmamalıdır. Bir tesbih temelde taneler ve imameden oluşur. Bu yüzden de aşırı süslenmiş, üzerlerine isim yazılmış vb. tesbihler hoş karşılanmazlar.
Sonuç
Kısa bir değerlendirmeyle, bir tesbihi değerli kılan unsurlar; kullanılan materyalin nadirliği, tanelerin ve imamenin iriliği, renk ve ses uyumu, tesbihin üretiminde sarf edilen emek, işçiliğindeki ustalıktır.
Ustası da Tesbih Çeker Ama…

Tesbih çekmek, namaz ibadetinden sonra zikir esnasında tesbih tanelerinin başparmak ile işaret parmak arasında sırayla sayılması anlamına geliyor. En azından yaygın olarak bilinen şey bu.

Ancak, tesbih dünyasına biraz daha yakından bakınca, tesbih çekmenin sadece bu anlamda kullanılmadığı, başka bir anlamı da karşıladığı ortaya çıkıyor. Tesbihi, tesbihe hayat veren ustası da çekiyor. Elbette, bildiğimiz anlamıyla değil. Zira tesbihe gönül vermiş tüm ustaları, küçük yaşlarda tanıştıkları tesbihi, bu manada çekmeyi zaten biliyor.

İlginç olan, tesbih yapımının da “tesbih çekmek” olarak söylenegelmesi. Yani, ustasının tezgahında hayat bulan, el emeği ile işlenen tesbihin yapım sürecine de tesbih çekmek deniyor. Yani hem yapılırken sabır ile, hem de ibadet ederken sükun ile çekiliyor tesbih…
Bir Tesbih Hikayesi
Günün birinde bir derviş, bir kucak dolusu elmayla bayırları aşan bir genç kıza rastlamış. Bozkırın sıcağında yorgunluktan yanakları al al olmuş kızın.

“Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş.

Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız. “Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.”

“Kaç tane?” diye soruvermiş birden derviş

Kız durmuş ve şaşkın şaşkın demiş ki: “İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?”

Usulca koparıvermiş elindeki tesbihin ipini derviş…


AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI

Bir  zorluğu  çözümlerken,  bir  engeli  ortadan  kaldırmaya  çalışırken  bezen  hiç  beklenmedik  sürpriz  olaylar  çıkar  ve  daha  büyük  engeller  karşınıza  dikilir.  Böyle  durumlarda  bu  deyim  kullanılır.  Deyimin  öyküsü  Osmanlı  tarihine  dayanır.  Yavuz  Sultan  Selim’in  Yemen’i  Osmanlı  topraklarına  katmasından  bir  süre  sonra  Yemen’de  isyan  çıkmış,  uzun  uğraşmalar  sonunda  Yemen  Fatihi  Sinan  Paşa  duruma  hakim  olmuş;  Yemen  bundan  sonra  400  yıl  Osmanlı egemenliğine  katılmıştı.

Söylentilere  göre  Sinan  Paşa’nın  askerleri  bir  gün  çölde  konaklamış.  Yemek  pişirmek  üzere  hasır  torbalar  içindeki  mısır  pirinçlerini  yere  serdikleri  büyük  bir  çadırın  üstüne  dökmüş  ve  taşlarını  ayıklamaya  başlamışlar.  Bu  sırada  bir  fırtına  çıkmış  ve  rüzgarın  savurduğu  bir  kum  bulutu  pirinçlerin  üstüne  inerek,  ufak  bir  tümsek  halinde  yığılmış.  Kumların  altında  kalan  pirinçlere  bakakalan  yeniçeriler  arasında  şakacı  bir  asker:
– Biz  Allah’ın  nimetini  taşlı diye  beğenmiyorduk,  bizim  gibi  günahkar  kullara  üç  beş  taş  az  bile  gelir.  Asıl  şimdi  ayıklayın  bakalım  pirincin  taşını.Allah,  Kabe’ye  hücum  eden  fil  sahiplerinin  başına  ebabil  kuşları  ile taş  yağdırmıştı.  Bizim  başımıza  da  daha  büyük  taş  yağdırmadan  hemen  tövbe  edelim,  diyerek  arkadaşlarını  güldürmüş.


MİTOZ VE MAYOZ BÖLÜNME ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR..?

Mitoz

    Vücut hücrelerinde bulunur. Eşeyli ve eşeysiz üremede.
    Bütün doku ve organallerde vardır.
    Tek hücreli canlılarda çoğalmayı, çok hücrelilerde ise gelişmeyi, büyümeyi, onarılmayı sağlar.
    Bölünmeden sonra oluşan hücrelerin kromozom sayısı aynı kalır. (2n)
    Bölünme sonunda iki hücre meydana gelir.
    Kalıtsal çeşitlilik yoktur. İki hücre birebir aynıdır.
    Çekirdek ve sitoplazma bölünmesi olur.
    Hücrenin ölümüne kadar devam eder.

Mayoz


    Canlıların üreme organlarındaki üreme ana hücrelerinde vardır. Tüm ökaryotlarda.
    Eşeyli üremede görülür.
    Üremeyi sağlarlar.
    Bölünmeden sonra kromozom sayısı yarıya iner. (2n->n)
    Mayozdan sonra 4 hücre oluşur.
    Kalıtsal çeşitlilik vardır. Birbirlerinden farklı hücreler oluşur.
    Mayozda çekirdek ve sitoplazma bölünmesi iki kere meydana gelir. Mayoz 1 ve Mayoz 2.
    Bölünmede tetrat,sinapsis, crossing-over meydana gelir.
    Ergenlikte başlayıp üreme döneminin sona ermesine kadar devam eder.



İki çeşit hücre bölünmesi vardır: Mitoz bölünme ve mayoz bölünme. Her iki bölünmenin birbirinden ayrılan özellikleri yukarıdaki gibidir.



TASAVVUF ŞAİRLERİ


YUNUS EMRE (13. yy)

    Tasavvuf düşüncesini benimseyen şair Allah aşkını ve insan sevgisini dile getirmiştir.
    Tekke edebiyatının en lirik şairidir.
    Halkın konuştuğu Türkçeyi bir edebiyat dili haline getirmiştir.
    Yalın ve içten bir söyleyişi vardır.
    Zaman zaman aruz ölçüsüyle ve Divan edebiyatı anlayışıyla da şiirler yazmıştır.
    Tüm insanların eşit ve kardeş olduğuna inanmış; dil, din, ırk ayrımı yapılmasına karşı çıkmıştır.
    Türkçe divan sahibi ilk şairdir. Ayrıca Risaletü’n – Nushiyye adlı öğretici bir mesnevisi vardır.

HACI BEKTAŞ-I VELİ (1209 – 1270)

    13.yy’da yaşamıştır, Türkistan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur. Ahmet Yesevi’nin isteğiyle Anadolu’ya gelmiştir.
    Bilinen en önemli eseri ‘’Makâlât’’tır.
    Bektaşilik tarikatının kurucusudur.
    Makâlât: Sohbetler sözler anlamına gelir. Hz Âdem’in yaratılışı, Şeytan ve Şeytani işler, Allah’ın birliği gibi konuları ele almıştır. Arapça yazılan bu eserin aslı elde bulunmadığı gibi Hacı Bektaş’ın kaleminden çıktığı da tarihi açıdan henüz kesin değildir.
    Vilâyetnâme: Eserde Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşamı ile ilgili menkıbeler anlatılmaktadır.

HACI BAYRAM VELİ (1352 – 1430)

    Ankara’da tarikat kurmuş bir bilgin ve şairdir.
    İlahi ve şathiye tarzı birkaç şiiri günümüze kadar ulaşmıştır.
    Sade ve coşkun bir dili vardır.
    Hece ölçüsü yanında aruzu da kullanmıştır.

EŞREFOĞLU (1353 – 1469)

    Bursa, Ankara, Suriye gibi yerleri dolaştıktan sonra İznik’te bir tekke ve tarikat kurmuş, Hacı Bayram Veli’nin etkisinde bir tasavvufçudur.
    Bir divan oluşturan şiirlerinden bir bölümü aruzla bir bölümü ise sade halk diliyle ve dörtlükler halinde yazılmıştır.
    Müzekki’n-Nüfus adlı düzyazılı, tasavvufla ilgili bir eseri vardır.

KAYGUSUZ ABDAL (15. Yüzyıl)

    Asıl adı Alaaddin Gaybi’dir. “Sarayi” adını da kullanmıştır.
    Efsaneye göre Alanya Beyi’nin oğlu iken tasavvufu tercih etmiştir.
    Şiirlerinde Yunus Emre etkisi sezilir.
    Hece ölçüsüyle ve sade bir dille ilahiler, nefesler ve şathiyeler ilginçtir. Aruzla da yazdığı şiirleri vardır.
    Manzum ve mensur eserleri vardır.

Manzum olanlar:

    Gülistan
    Minbernâme
    Gevhernâme
    Mensur Olanlar:
    Budalanâme,
    Kitâb-ı Miglate,
    Vücûdnâme

PİR SULTAN ABDAL (16. Yüzyıl)

    Alevi – Bektaşi şiir geleneğinin en ünlü şairidir.
    Dinsel inançların etkili olduğu bir ayaklanmanın önderliğini yapmış, asılarak öldürülmüştür.
    Şiirini bir araç olarak kullanmasına rağmen kuru bir öğreticiliğe düşmemiş, şiirini duygu yönünden de beslemiştir.
    Şiirlerinde coşkun bir lirizm vardır.
    Divan şiirinden hiç etkilenmemiş tüm şiirlerini hece vezniyle yazmıştır.
    Aşkı, doğayı, halkın gerçek yaşayışını duru bir halk diliyle anlatan şiirleri de vardır.

KAZAK ABDAL (16. Yüzyıl)

    Romanya Türklerinden olduğu söylenir.
    Bektaşi tarikatına bağlıdır.
    Taşlama özellikli şiirleriyle bilinir.

NİYAZİ MISRİ (17. Yüzyıl)

    Aruz ve hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerini Divân-ı İlâhiyat isimli eserinde toplamıştır.
    Tasavvuf konulu eserlerinin yanında tefsir kitapları da kaleme almıştır.
    Yunus Emre’ye hayranlık duyan şair, Yunus tarzı tasavvuf şiirinin bu yüzyıldaki en önemli temsilcisidir.

AŞIK EDEBİYATI SANATÇILARI

NASREDDİN HOCA

          Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde 1208 yılında doğmuş, 1284 yılında Akşehir’de ölmüştür. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun’dur. Önce Sivrihisar’da medrese öğrenimi görmüş, babasının ölümü üzerine Hortu’ya dönerek köy imamı olmuştur. 1237’de Akşehir’e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinlemiştir. Bir söylentiye göre medresede ders okutmuş, kadılık görevinde bulunmuştur. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır.

          Onun hayatıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlâna Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur’la konuştuğu birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.

            Nasreddin Hoca’nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen fıkralara göre o, belli bir dönemin değil; Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir.

KÖROĞLU (16. Yüzyıl)

    Çoğunlukla koçaklama türünde örnekler vermiş, coşkulu şiirler söylemiştir.
    Bolu Beyi’yle olan mücadelesi efsaneleşen şair, halkın gönlünde yerini almıştır.
    Kavganın ve özgürlüğün sembolü olan bir şairdir.
    Şiirlerini sade bir dille söylenmiştir.

GEVHERİ (17. Yüzyıl)

    Doğum ve ölüm tarihleri, hayatı hakkında esaslı bir bilgi yoktur. Kırımlı olduğu, 1730’lu yıllara kadar yaşadığı söylenmektedir. Bir ara Rumeli sınır boylarında bulunduğu, İstanbul’a gelerek bir padişahın divan kâtipliğini yaptığı bilinmektedir.
    Âşık Ömer gibi, medrese tahsilinden geçtiği, Divan tarzında şiirler de yazdığı bilinmekle birlikte, asıl ününü koşma, semai, varsağı, türkü biçimli şiirleriyle yapmıştır.
    Halk şiir zevkine uygun, akıcı bir dili vardır.
    Yabancı sözcük ve tamlamaları oldukça az kullanır.

AŞIK ÖMER (17. Yüzyıl)

    Konya-Karaman yöresine doğup yetişmiş bir ordu ozanıdır. Birçok sefere katılmış, sınır boylarında bulunmuş İstanbul’da da uzun süre kalmış, 1707’de (İstanbul’da) ölmüştür.
    Âşık tarzının en ünlü ve usta ozanlarındandır.
    Gerçek ününü koşma, semai ve varsağı biçimli şiirleri ile yapmıştır.
    Aruz ölçüsüyle kaside ve gazeller de denemiştir.
    Doğal ve coşkun bir dili vardır.
    Dilindeki yabancı sözcük sayısı Karacaoğlan’a göre daha fazladır.

KAYIKÇI KUL MUSTAFA (17. Yüzyıl)

    Deniz seferlerine de katılmış bir yeniçeri ozanıdır.
    Koşma ve semai biçimli bazı şiirleri ile “Bağdat Seferi” ile ilgili bir destanı günümüze kadar gelmiştir.

KARACAOĞLAN (17. Yüzyıl)

    Âşık edebiyatının en büyük şairi sayılır.
    Din dışı konularda yazmış, yaşama sevinci, insan ve doğa sevgisini dile getirmiştir.
    Âşık edebiyatının duygu yönünden en zengin ve güçlü şairidir.
    Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayıp dolaştığı bilinmektedir.
    Daha çok koşma ve semai tarzında eserler vermiştir.
    Aruzla şiiri yoktur. Tüm şiirlerini heceyle söylemiştir.
    Dili sade, arı ve duru bir Türkçedir.
    Şiirlerinde coşkun bir lirizm, doğal bir içtenlik vardır.

GEVHERİ (17. Yüzyıl)

    Aruz ölçüsünü de sıkça kullanan Kırımlı bir halk ozanıdır.

SEYRANİ (19. Yüzyıl)

    Kayseri’nin Develi kasabasında doğdu. İstanbul’a geldi. Devrin büyüklerini hicvedince memleketine dönmek zorunda kaldı. Orada çok kötü bir durumda, yoksulluk içinde öldü.
    Seyrani çağının aksaklıklarını, değersiz yöneticileri yerden yere vurur.
    Halk şiirimize hicivle mizah karışımı çok kuvvetli örnekler kazandırmıştır.

DERTLİ (19. Yüzyıl)

    Toplumsal yergi içerikli, softalığı, yobazlığı eleştiren şiirleriyle tanınan Bolulu bir halk ozanıdır.

ERZURUMLU EMRAH (19. Yüzyıl)

    Zamanının en ünlü şairlerindendir.
    Asıl kişiliği hece ölçüsüyle yazdığı koşma ve semailerinde görülür.
    Emrah gazel, murabba, muhammes tarzında şiirler de yazmıştır.

BAYBURTLU ZİHNİ

    Divanı ile başından geçen olayları anlatan Sergüzeşt-name adlı eseri bulunan Zihni, daha çok divan şairi olmak kaygısı gütmüştür. Ama adını yine sayıları az olan, hece ile söylenmiş koşmaları ve destanları yaşatmaktadır.
    Divanında divan şiirinin bütün şekilleri ile yazılmış şiirler vardır.
    Usta bir taşlamacıdır.

DADALOĞLU (19. Yüzyıl)

    Osmanlılarla, Toroslar’da göçebe yaşayan Türkmenlerin (Avşarlar) çatışmalarını dile getiren şiirler yazmıştır.
    Özgün ve yiğitçe söyleşi olan bir şairdir.

ÂŞIK VEYSEL (20. Yüzyıl)

    Âşık edebiyatının en güçlü, son temsilcilerinden olan şair; insan, yurt ve doğa sevgisi konularında şiirler söylemiştir.
    Şiirlerini “Deyişler”, “Sazımdan Sesler” ve “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı kitaplarda toplamıştır.


MUHYİDDİN ARAB-İ HZ.’DEN KEHANETLER

1. “Benim mezarımı Yavuz Sultan Selim bulacak.” Yolu düşen herkes, İstanbul’da Fatih Çarşamba’da, Yavuz Selim camiine uğrasın. Kutsal emanetlerin bulunduğu yere gitsin. Orada taş üzerine yazılmış şöyle bir yazı görünecektir.

“İza dehallesinu veşşin. Zehere kabru muhiddin.” Türkçesi; sin, şine girdiği zaman, Muhiddin’in mezarı ortaya çıkar (bunun uzun hikayesi var. Şeriatçılar onun için ölüm fermanı çıkarınca mezarını gizledi). Burada şin ( ) Şam isminin baş harfidir. Yani, Yavuz Sultan Selim Şam’a girince demektir. Böylece kendisinden 277 yıl sonra (1517-1240=277) gelecek olan Yavuz Sultan Selim’in mezarını bulacağını haber veren Muhiddini Arabi (k.s.) geleceği Allah’ın izniyle biliyordu.

2. “Yavuz Sultan Selim 31 günde Mısır’ı alacak dedi.” Ne 30 oldu, ne de 32.. Dediği gibi çıktı. Geleceği ancak Allah bilir. Onun bildirmesiyle de nebiler ve veliler de bilir. İşte Allah’ın yakınlarının üstünlüğü.
3. “Osmanlı Devleti 600 seneden fazla yaşayacak ve yıkılacak.”

4. Şam’da 7 yaşında çocukken babası ile giden Mevlana Celaleddini Veli’yi görünce şöyle dedi: “Deryaya bak deryaya, gölün peşinden gidiyor.” Burada Mevlana’nın istidadından geleceğini görmüştü. Buradan da İbn-i Arabi’nin kalbiyle görüşünün keskinliğine bir kez daha rastlıyoruz. Kimliğini ve eserlerini bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Bursalı İsmail Hakkı (k.s.) Kenzi Mahfi isimli eserin 83. Sayfasında şöyle der: “Hz. Ali’den (kerremellahu taalahü vecheh) sonra ekmel mezhair (Hakk’a mazharları bulunan) hatemülevliyadır. Yani Muhiddini Arabi (k.s.) ve ismi Muhammed bini Alidir (manası, Ali’nin oğlu Muhammed). Filhakika Ali’nin evladı maneviyesindendir. Ali, sureti Muhammed (yani Peygamberimizin sureti) olduğu gibi, Muhammed bini Ali dahi, sureti Ali ve belki sureti Muhammed’dir.”

Özetle diyor ki velayet ilmi, Muhammed Mustafa (s.a.v.)’dan damadı Hazreti Ali’ye geçti. Ali’den de, şeyhi ekber (bilinen) hatemülevliya namile maruf Muhiddini Arabi’ye uzandı (575 sene sonra). Bu ilim kablosu, kıyamete kadar gider. Soyu devam ettiren, oğul-torun akışı gibi.

SÖZLERİNDEN
“İlim Maluma tabidir“
“…Küçük insan, Büyük Alemin (makro-kozmos) bir minyatürüdür… İnsan varlığı, alemden daha da küçük olsa da, o Büyük Alemin bütün hakikatlerini kendisinde toplamaktadır. Bu sebepledir ki, bilge insanlar, bu aleme Büyük İnsan (İnsan-ı kebir) adını veriyorlar…” (Fusüs ul-Hikem)
“Dünya Yengeç burcunun etkisi altındadır, Berzah Alemi ise Başak burcunun hükmündedir. Ayrıca bir de Dünyanın ateşe dönmesi durumunda sahibi Yengeç burcu olmaktan çıkar ve Terazi burcunun hükmüne girer… Cehennem ateşine düşenlerin azabı sona erdiğinde ise İkizler burcu Dünyayı teslim almış olur. Cennet ve Cehennem ehline nezaret hakkı da 12 burca verilmiştir. Cennetteki hükümler hep bu 12 burçtan çıkar”
“Hakkın Rahmeti bizim günahlarımızdan büyüktür.”
“Seven kişi, içindeki eriyiğin sürekli değişmesiyle rengini değiştiren saf beyaz camdan yapılmış bir kase gibi, sevgilinin rengiyle renklenir.”
“Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer, içtikçe susarlar, susadıkça içerler.”
“Hakikatte Arş ve Beytullâh, Allah’ı bilen arifin kalbidir.”
“Bir kimse kendi hakikatine arif olursa, hiçbir itikat ile kayıtlı olmaz”
“Bütün suretleri kabul edecek bir hale geldi kalbim benim, ceylanların otlağına döndü, keşişlerin manastırına
puthaneye döndü, tavaf edenlerin Kabe’sine kalbim
Tevrat levhalarına, Kur’an sayfalarına.
Ben Aşk dininin müntesibiyim..
Aşk bineği hangi yöne götürürse benim dinim, imanım orada.”
“Bana Senin vücudunun vahdetini şuhud ettir.”
“Benim gönlüm, her şekli, her sureti kabul eder hale geldi.” Benim yolum muhabbet yoludur. Muhabbet kervanı ne tarafa giderse ben de oraya yönelirim. Yani bizim gönlümüzün bir tarafında Cenab-ı İsâ’nın, bir tarafında Cenab-ı Musâ’nın ve baş köşesinde de Cenab-ı Mustafa ‘nın yeri vardır. Peygamberlerin hiç birisini diğerinden ayırt etmeyiz.
“Aşkımı bildiler lâkin, aşkımın kime ait olduğunu bilemediler.”
“Zahir “Ben” dediği vakit Batın “Hayır” der.
Batın “Ben” deyince Zahir yine “Hayır” der.

Muhiddini Arabi, velayet ve risalet itibarı ile hatemülevliya idi. Yani irfan bakımından Peygamberimizin mukabili idi. Hz. Ali (r.a.)’nin Peygamberimizden aldığı velayet ilminin kemalat bulan uzantısı olup, en geniş açıklama yapan ilahi ruhsata sahiptir. Bir başka manevi lakabı da ‘Şeyhi Ekber’dir.

En uzun oruç tutan dört isimden biridir. (sırasıyla) İdris (a.s.) 16 sene, ne yedi, ne içti, ne uyudu. İkincisi, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) 23 sene (Kur’an’ın iniş süresince) ne yedi, ne içti, ne uyudu. Görünürde hem yedi, hem içti, hem uyudu. Pazartesi-Perşembe günü oruçlu gözüktü. Biz ümmetine örnek olmak için. Üçüncüsü, Ebu Ukkalulmağribi’dir. 4 sene süreyle, ne yedi, ne içti, ne de uyudu. Ben Hakk’ın cemali ile iftar edeceğim dedi. Ve de öyle oldu.


TESADÜF DİYE BİR ŞEY YOKTUR

Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Hiçbir hissediş, düşünüş, bakış, algılayış, seziş de öyle. Hatta bunların tersi de tesadüf değil. Alışveriş yaptığımız market, yemek yediğimiz lokanta, su içtiğimiz çeşme, yürüdüğümüz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar. Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, yolu sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan.

Bize gülümseyen küçük bir çocuk önümüzden aniden uçuveren kuş…Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal yada duygusal bir olayın tetikleyicisi olur. Küçük ya da büyük…
Bazen hiç hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz. Hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi. Bir martı çığlığı,bir satıcı bağırışı, alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara… Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir her ilişkinin içinde. Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, sevgilimiz , eşimiz, çocuğumuz vs.
Her ilişki, farklı bir yönümüzün aynasıdır. Ve bizler de onlar için birer aynayız.2
Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Ve eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız. Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar ya da daha travmatik durumları (o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar) tekrar takrar yaşamaya devam ederiz.
Bazen bazı insanların hayatına yalnızca katalizör olarak gireriz. Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz.7 Ve yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz.

Özet olarak, en büyük düşmanımız en iyi dostumuzdur aslında. Çünkü bizde en büyük değişime neden olur genellikle. Ve her karşılaşma kutsaldır. Karşımızdaki insanın tanrısallığını kabul edip o şekilde yaklaşırsak, nefreti, öfkeyi, suçluluk duygusunu, o insana karşı sorumlu olduğumuz ve o ilişkiye mahkum olduğumuz duygusunu ve kini söküp atarız varlığımızdan.
Yaşadığımız her durum, tanıştığımız her insan öğretmenimizdir. Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmamızı çözüp, iç huzuruna,mutluluğa,ideal ilişkimize ve ruhsal bütünlüğe ulaşırız…


KORKULARIMIZI YENMEK İÇİN 9 ADIM

Hayvanlara baktığımızda, sadece anlık ve halen gerçekleşmekte olan bir tehlike karşısında korku yaşadıklarını görüyoruz. Şu anda gerçekleşmeyen, hatta ileride başımıza gelme ihtimali bile olmayan bir şeyden korkmak ise biz insanlara özgü.
Bazılarına göre bu korku bizim varoluşumuz için gereklidir ve aptal aptal şeyler yapmamızı engeller. Ancak bu korkuların büyük çoğunluğu gereksiz ve asılsızdır. Üstelik bir çok başarıyı da elde etmemize engel olurlar.
Nedir bu korkulardan bazıları?
• Başarısızlık
• Terk edilmek / reddedilmek
• Yakın ilişki kurmak
• Başarı
• Parasız kalmak
• Yetersiz olmak
Aslında son maddede yer alan “yetersiz olmak” korkusu diğerlerinin altında yatan ana nedeni oluşturuyor. Kendimizi yeterli görmediğimiz için başarısız olacağımızdan korkarız. Yeteri kadar iyi olmadığımızı düşündüğümüz için ilişkilerimizi kaybetmekten, terk edilmekten, reddedilmekten korkarız. Başarı korkusunun bile altında yeteri kadar iyi olamama endişesi vardır.
Peki sizde bu endişe var mı? Yeteri kadar iyi olmadığınıza dair bir endişe? Benim bütün yaşamım boyunca vardı, bugün de çeşitli şekillerde varolmaya devam ediyor.
Şuna dikkat çekmek istiyorum: Bu endişeyi yaşamak doğaldır. Ancak bu endişenin hayallerimizi engellemesi ise üzücü bir durumdur.
Ben hayatımın çok büyük bir kısmında aynen bunu yaptım. Bir çok konuda kendimi yetersiz gördüm. Bunun sonucunda da, istediğim bir çok şeyi değil denemekten, hayalini bile kurmaktan vazgeçtim.
Ama yıllar içinde bu korku ve endişelerimin asılsız olduğunu gördüm. Aslında oldukça yeterliyim. Tamam, mükemmel değilim, ama hangi insan mükemmel ki?
Yetersiz olma, reddedilme, başarısızlığa uğrama korkularımın üstesinden gelebildiğimde ise kendimi dünyaya açtım ve başarılı oldum. Aslında yeterli olduğumun farkına vardım.
Bu tabii ki yetersiz olma korkumun artık hiç kalmadığı anlamına gelmiyor. Hala bazen yetersiz olduğumu düşünüyor ve başarısızlığa uğramaktan korkuyorum. Zaten bunları hiç düşünmüyor olsaydım insan olmazdım. Her ne kadar göstermeseler bile, Barack Obama, Bill Gates, Steve Jobs gibi bir çok başarılı insan bile mutlaka bu endişeyi taşıyordur. Ama onlar bu endişelerinin ilerlemelerine engel olmasına izin vermiyor.
Peki biz bunu nasıl yapabiliriz? Gelin birlikte bakalım.
Korkularımızı Nasıl Yenebiliriz?
Korkuları yenebilmek için adım adım izlenebilecek garantili bir yöntem yok. Ama bu konuda öğrendiğim, uyguladığım ve faydasını gördüğüm bazı adımları sizinle paylaşmak istiyorum:

1) Korkularınızı kabullenin. Bu adım, tek başına bile atabileceğimiz çok büyük bir adımdır. Eğer bunu bugün yapabilirseniz, korkunuzu yenme yolunda müthiş mesafe katetmiş olursunuz. Aslında bir çoğumuzda bu korku ve endişeler sürekli var, ama hep beynimizin karanlık bir köşesinde, bizim farkında bile olmadığımız bir yerde yaşıyorlar. Biz de sanki onlar hiç yokmuş gibi davranıyoruz. Ancak onlar orada varolmaya ve yaşamımızın her gününde bizi etkilemeye devam ediyorlar. İşte bu yüzden ilk adım korkularımızın varlığını kabullenmektir.

2) Yazıya dökün. Sizi korkutan ve endişelendiren şey nedir? Hemen bir kağıda yazın. Korkunuzu yazıya dökmek, onu kabullenmekle birlikte gün ışığına da çıkartıyor. Korkunuz beyninizin karanlık bir köşesindeyken oldukça güçlüdür ve sizin üzerinizdeki etkisi kuvvetlidir. Siz bu korkuyu yazıya dökerek tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş olursunuz. Artık bu noktada güç, korkunuzdan size geçiyor. Çünkü korkunuz artık sizin dışınızda bir yerde duruyor. Şimdi ona müdahale edebilirsiniz. Ben şahsi olarak o kağıdı buruşturup üzerinde tepinmeyi tercih ediyorum, ama siz istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz.

3) Korkunuzu hissedin. Her ne kadar bir ve ikinci adımda korkunuzu kabullenip yazıya dökmüş olsanız da, hala endişeleniyor olabilirsiniz. Kim bilir, belki bu korkudan dolayı utanç bile duyuyor olabilirsiniz. Ama artık değil. Lütfen bu konuda yalnız olmadığınızı hatırlayın. HEPİMİZİN öyle ya da böyle çeşitli korkuları ve yetersizlik endişeleri var. Tanıdığınız ünlü ve başarılı kişileri düşünün. Evet, onlar bile sizinle aynı korku ve endişeleri taşıyor. Şimdi lütfen benimle birlikte söyleyin: Bu korkumun beni endişelendiriyor olması normal. Şimdi bunu hissedin. Bütünüyle deneyimleyin. Bu korkunun içinde adeta yüzün. İnanın bu sandığınız kadar kötü değil. Bu korku sizin bir parçanız olabilir, ama sizi kontrol etmiyor. Bir internet kullanıcısının da yazdığı gibi: “Korkuyu hisset ve ona rağmen hareket et.” Nil Gün, kitaplarından birinde bunu çok güzel anlatıyor: “Cesaret, hiç bir şeyden korkmamak değil, korkularına rağmen adım atabilmektir.”2

4) Kendinize şu soruyu sorun: Başıma en kötü ne gelebilir? Genellikle bu sorunun cevabı zannettiğimiz kadar kötü değildir. Yeni bir işe girerseniz başarısız olmaktan mı korkuyorsunuz? Peki başarısız olsanız ne olur? Başka bir iş bulursunuz. Bu durumun üstesinden gelirsiniz. Yaşamaya devam edersiniz. Etkilendiğiniz bir kadın / erkek tarafından reddedilmekten mi korkuyorsunuz? Diyelim ki sizi reddetti. Peki ne olur? Yaralarınızı sarar, kendinize daha uygun biri ile karşılaşır ve hayatınıza devam ederdiniz. Tamamen parasız kalmaktan mı korkuyorsunuz? Tüm varlığınızı kaybetseniz ne olur? Harcamalarınızı kısar, belki eş dosttan geçici olarak maddi destek istersiniz. Bir şekilde para kazanmanın yolunu bulursunuz. Yaşamaya devam edersiniz.

5. Harekete geçin ve yapın. Tekrar ediyorum: “Korkuyu hissedin ve ona rağmen harekete geçin.” Korkuyu yenmek için yapmanız gereken tek şey harekete geçmektir. Sürekli olarak çıkış yolunu düşünmek değil, harekete geçmek. Tıpkı iskelenin başında durup suya atlayıp atlamamayı düşündüğümüz gibi. Düşünmeyin, atlayın! Bu inanın müthiş bir his. Zamanında (ve bazen hala) topluluk önünde konuşmaktan çok çekiniyordum. Ama buna rağmen yine de kalkıp konuşuyorum. Ve istisnasız her seferinde kendimi çok iyi hissediyorum. Şimdiye kadar hiç yüzüme domates veya yumurta yediğim de olmadı.

6. Kendinizi mücadeleye hazırlayın. Bir konuda rakibiniz olan biriyle mücadeleye gireceğiniz zaman kendinizi hazırlarsınız değil mi? Hayali silahlarınızı kuşanır, bir mücadele planı hazırlar ve kendinizi geliştirirsiniz. Korkunuzla vereceğiniz mücadelede de aynı şeyleri yapın. Eğer bir müzisyen veya sporcu olmak istiyorsanız ve başarısız olmaktan korkuyorsanız…pratik, pratik ve daha fazla pratik yapın. Ardından bir gelişim planı oluşturun, bu planı gerçekleştirmek için gereken tüm yetenekleri ve bilgiyi elde edin. Sonra pratik yapmaya devam edin. En sonunda da gidin ve bu planı uygulamaya koyun.

7. Anda kalın. Başarısız olmak, reddedilmek, terk edilmek veya benzeri korkular tamamen gelecek zamana ait korkulardır. Şu anda ne olduğu değil, gelecekte ne olabileceği hakkında endişe yaşarız. Bunun yerine, gelecekle ilgili tüm düşüncelerinizi bir kenara bırakın. Hatta geçmişte yaşanan başarısızlık ve hatalarınızla ilgili düşüncelerinizi de bir kenara bırakın. Sadece şimdiki ana odaklanın. Korkularınızı yenmek ve hayallerinizin peşinden koşmak için “şimdi” bir şeyler yapın ve ileride ne olabileceği düşüncelerini bir kenara bırakın. Kendinizi geçmiş veya gelecekle ilgili düşünceler içinde bulursanız, önce derin bir nefes alın, ardından nefesinizi verirken kendinizi şu an içinde bulunduğunuz ana ve yapmakta olduğunuz şeye odaklayın.

8. Küçük adımlar. Korkunuzu bir anda yenmeye, ve hayat amacınızı hemen gerçekleştirmeye çalışmak bizi ilk başlarda oldukça zorlayabilir. Bu yüzden küçük adımlar atarak başlayın. Adeta ufak bir çocuk gibi minik adımlar atın. Burada önemli olan, yapabileceğinizden emin olduğunuz bir adımı atmaktır. Çünkü bu boy bir adımı atabileceğimizden emin oluruz. Her ne kadar küçük olursa olsun, bu adımı atmış olmak bizi mutlu eder ve bizi bir adım daha atmaya teşvik eder. Bunu sürekli yapın ve bir süre sonra göreceksiniz ki o küçük adımları ata ata kocaman bir tepeyi aşmışsınız.

9. Her başarınızı kutlayın! Ne kadar küçük olurlarsa olsun, doğru yaptığınız her bir şey için kendinizi kutlayın. Ardından, bu kutlama ile gelen başarı hissi bir sonraki adımınızı atmak için sizi teşvik etsin. Her bir küçük başarınızı bir sıçrama tahtası olarak kullanın ve sizi daha da yükseltmesini sağlayın.
Bu dokuz maddeyi hemen şimdi uygulamaya başlayabiliriz. Buradaki en önemli nokta, korkularımızı yenmenin bir süreç olduğunu daima hatırlamamızdır. Ne kadar erken adım atmaya karar verirsek, bu süreci de o kadar çabuk aşmış oluruz. Korkularınızdan özgürleşme serüveninizde tüm güzelliklerin sizinle birlikte olmasını diliyorum.


Her Sünnet Göründüğü Gibi mi Tatbik Edilir

(Kar©glanin 29 Mart 2019 Vaazi)


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْكَوَاكِبِۙ  وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ  لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَاِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ  دُحُورًا وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ  اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ 

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

İnnâ zeyyennâ-ssemâe-ddunyâ bizînetin(i)lkevâkib. ve hifzan min kulli şeytânin mârid, Lâ yessemme’ûne ilâ-lmele-i-l-a’lâ veyukżefûne min kulli cânib. Duhûrâ(an)(s) velehum ‘ażâbun vâsib. İllâ men ḣatife-lḣatfete feetbe’ahu şihâbun śâkib

Meali :

Biz yeryüzüne en yakın gökleri, yıldızların güzelliğiyle süsledik. spion dedektiv gibi casus şeytanlardan da korunmuştur  o yüksek meleklerin toplantisi olan bölüm olan üst sema, Ki o şeytanlar yüce melekler topluluğunda konuşulan şeylere kulak verip dinleyemezler ve herbir taraftan taşlanarak kovulurlar aşagi batirilirlar. oradan Uzaklaştırılırlar.oraya yaklaşanlara kesintisiz bir azab vardır. Ancak meleklerin konuşmalarından hırsızlama bir söz kapan olursa, hemen onun ardından da delici ve yakıcı bir ateş, ona peşinden yetişir ve onu yakar.

Sadakallahul Aziym Sâffât Suresi 6,7,8,9,10. Ayet


---oOo---

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"İhlâs ile Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü diyen Cennete girer."

( Hadis-i Şerif , Taberani, Deylemi)

"Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
"Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"

Yolculugumuza başliyoruz :

(La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah diyene Cehennem ateşi haramdır.) [Müslim]

(Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve ortağı olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Resulü olduğuna, keza Cennet ve Cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, Allahü teâlâ onu Cennetine koyar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]

(Rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı, Resul olarak Muhammed'i seçen yani kabul edip beğenene Cennet vacip olur.) [Ebu Davud]

(Kitap ehli olan bir kavme [İsevi veya Musevilere] görevle gidince, önce, La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demeye davet et. Bunu kabul ederlerse, günde beş vakit namazın farz olduğunu bildir. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın Müslümanların zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen zekâtı farz kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]

(Size şu beş şeyi emrediyorum. Birincisi Allah’a imandır. Allah’a iman nedir biliyor musunuz? Allah’tan başka mabut olmadığına ve benim son Peygamber olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, İbni Hibban, Taberani]

Ateşedemi şükretmemiz lazım, Cehennemi yaratan Allah'ın, Cehennemi neden yarattığını bildiğimiz zaman, cehenneme de şükretmemiz gerektiğini bilmek nedir. ve düşünün Ateş olmasaydı yiyeceklerimizi ne ile pişirecektik, mesela patlıcan ve patates yemek istediğimizde, ve işe giderken Hanımın Sana 3 tane Çiğ patates, 1 tane patlıcan Öğlen yemeği olaraktan, yemek çantana koydu. ve öğlen oldu iş yerinde sen, çıkardın patatesleri, patır kütür patır kütür çiğçiğ yiyeceksin, ne garip! Hele bir de patlıcan eline alıp patır kütür çiğçiğ yiyeceksin, kendini düşünüyormusun bu halde.
ve yine mesela demiri ateş ile kızdırmadan, yararlı hale getiremiyoruz, Ateş olmasaydı, demir kapıları, Demir direkleri ve beton direklerdeki demir telleri, yine araba kaportalarını, konstrüksiyon malzemelerini nasıl yapacaktık Ateş olmasaydı? cehenneme de Ateşe de şükretmek lazım değil mi? Çünkü Cehennem ateşten ibaret diye biliyoruz, sıcak Cehennem ateş Halbuki, amma işte Cehennem halk olmasaydı, ateşte halk olmazdı, yine ateşin kullanıldığı yerler, güneşimiz de o hararetli Ateş  ve yanma olmasaydı? Bahar gelir miydi? Yaz gelir miydi? soğuktan donardık, hele kışın, mevsim Kışa döndüğünde, evimizde sobada ve kaliferlerde Ateş yakmasaydık, hasta olurduk hepimiz. insanların soyu, kısa sürede tükenirdi. Şeytan da ateşten deniyor. o zaman ateşe şükretmek lazım ise, şeytanadamı şükür edeceğiz, ateşin bir neviisi Şeytanda, dumansız ateşten  deniyor. Öyle olunca, mesela mikrodalga fırın, bu fırında Bir yemek ya da pasta kek pişirirken yada ısıtırken, herhangi bir ateş yok, Herhangi bir duman yok, Alev yok, eeee frekans ile yemek pişiriliyor, Hani geçen gün anlatmıştık ya, Kainat frekanstan ibaret, Matrix içindeyiz, İşte bu matriksin çözüldüğü noktalardan birisi de, Mikrodalga fırınlar, mikrodalga fırın çözüldüğünde, bunu çözen amca, Matrixin içinde olduğumuzu çözmüş zaten, Yani dalgalar dünyasına olduğumuzu çözmüş, ve dalga ile, dedik ki , insan görmediği halde, elini yakacak sıcaklıkta bir demir uzattık sana dediğimizde, elini değdirince,o demir sogukda olsa yanmış hissi hissediyor demiştik, işte buradan yola çıkan bilim adamı, dalga ve frekansın yemeği pişirebildiğini keşfetti, ve mikrodalga fırın üretti, adı üstünde mikrodalga, Dalga ile frekans ile pişiriyor, Yani bu iş bizimkilere gelesiye kadar, adamlar çoktan zaten bunları keşfetmişler. Bizimkiler hala uykuda, ve dumansız Ateş işte, dumansız Ateş, o zaman mikrodalga şeytan mı? Allah şeytanı yaratmış ki, mikrodalga fırında keşfoldu, şeytan gibilerin enerjisi, işte mikrodalga Fırını da keşfetmemize sebep oldu. yani yine ateşin nimetleri saymakla bitmez, Allah öyle diyor,

"Hangi nimetlerimii yalanlarsınız."

(Rahman suresinden ayet)


ateşi bize nimete çeviren, İbrahim'e serinlik güle gülüstana  çevirdim diyen Allah, ateşi bize Nimet etmiş, doğru kullaninca, soğuktan korunup ısınıyoruz, yemeğimizi pişiriyoruz, alet Erdavatımız, metallerden onun ile ısıtılaraktan yapılıyor, yine Alüminyum, alüminyumun kazanılması için sıcak kazanlar olmasa elektrik dalgası olmasa, alüminyum üretilemez, alüminyum kullanılır hale getirilemez, işlenemez,  5000 watt elektrik lazım Günümüzde ortaya çıkan teknolojik gelişmeler sonucu, alüminyumun kazanılması için özgül enerji tüketimi ~ 13 kwh gerkeli her 1kg-alüminyum elde edebilmek için yani ~ 13 kwh/kg-alüminyum seviyelerine kadar düşmüştür. yani işte Dünyamız dört ana unsurdan meydana geliyor, işte bunlara Anasırı Erbaa deniyor ki, su, toprak, hava, ateş, Onlardan birisi de ateş, ateşsiz bir dünya ve Kainat, eksik kalır, Gedik kalır.
---oOo---

Ve bu ecnebi bilim adamları o kadar ileri gittiler ki, artık  4 duvar içinde, evde oldu bitti,  Kimse görmedi diye bir şey yok artık. üstümüzdeki gece bile yorgan vazifesi görmüyor, duvarlar koruma vazifesi görmüyor, yine yorgan dahi yorganlık yapamıyor artık. neden ve nasıl derseniz, Taaaa bu radyonun keşif olmasına kadar dayanır. ve Radyo, düşünün ses dalgasının, bir yerden yayın yapıldığında, taaa evimizin içine kadar geliyor, duvarları delip, camları duvarları delip geçip, evimizin odasındaki radyoya kadar ulaşıyor, radyonun anteni, O Ses dalgasını algılayınca, radyonun içindeki transformatör denen bir aygıt, o dalgayı ses haline  transforme edip dönüştürüyor, ve hoparlör denen bir cihazda onu, kesik kesik hırıltılar halindeki dalgayı, aynı insandan çıkmış ses gib,i kelimelere cümlelere çeviriyor, ve bu radyo dalgası nasıl işte, ne duvar dinleyeyip, Ne kapı ne çatı, ne elbiseyi engel tanımayıp, evin içine girebildiği gibi, Ve bu dalganın evin içindeki, o Radyo denen cihaz ile Sese Çevrilebildiği gibi, şimdi bu ecnebi bilim adamları, artık insanın kendisininde dalga yaydgini buldular, ses frekansı, konuştuğu zaman yaydığı gibi, görüntüsünün de, bir dalga ve frekans olduğunu, ve her şeyin titreşim olduğunu keşfettiler, bu titreşimler işte, yıldızları görmemize sebep, o Yıldız'ın sertliğini, maddesini keşfetmemize sebep olan şey de, o Yıldızı'ndaki maddenin titreşimi ile alakalı işte, sen de dünyada bir yer işgal ettiğin için, sen de bir titreşime sahipsin, senin bedeninde bir titreşim yaymakta, ve o titreşim, Sen neredeysen oradan yayılmakta, ve bu kainata doğru akıp giden bir dalga şeklinde, ve işte ecnebi Bilim adamları, bu dalganın da aynı Radyo dalgası gibi, duvar veya kapı veya perdenin bu dalganin yayilmasina engel degil oldgunuda buldular, bu dalgayı bir sensör ile algılayıp, daha sonra bunu, bir Transformers sayesinde, tekrar görüntüye çevirebilecek aleti keşfettiler, ve bunu da bir ekran sayesinde görüntülemek imkânına erdiler, ve bu da zamanımızın icatlarından birisi, ve artık öyle, ben evimin içindeyin, beni kim görecek diye bir durum yok, artık seni duvarların içinde de olsan, demirlerin içinde bile olsan, görüntülüyebiliyorlar, sesini Duyabiliyorlar, sen ne yaptın, ne ettin bilebiliyorlar, elbiselerin bile engel değil, seni çıplak vaziyette görmek isteyen, çıplak vaziyette, elbiselerinle görmek isteyen, elbiselerin ile görüntünü almasına imkan sağlayan bir buluş, ve icat, şu anda günümüzde meydana getirildi, ve bununla da insanlık, izlenip gözlenmekte, Hatta Mehdi de bu gözetlenenlerin başında zaten.

Kur'an'da da bir ayet olacak ve her insanı gözetleyen casus bir şeytan, yani "şeytanin Marid" vardır diye bir ayet var işte herkes gözetleniyor.


Cennet tasvirlerimize devam edersek, ve iki cihan Onun için halk olmuş olan Muhammed olsun, ruhullah lakabı almış olan İsa Aleyhisselam olsun, yine Kelimullah lakabı almış, Allah ile kelam etmiş olan Musa bile olsa, ve Muhammed'in Ashabından, kerremallahu veche Ali bile olsa, onlardan bir tanesini al gel bizim vaktimize, vaktimizin en cahili  ve en şapşiki durumuna düşer, Tövbe haşa diyeceksiniz şimdi, Evet Evet, çünkü mesela onlarin vaktinde Tuvaletler evde değildi, Onu al gel buraya, tuvalet yapacağı zaman, oraya gitmeyeceksin, eve yapacaksın desen, şaşırmaz mı? Biz tuvaleti evimize yapıyoruz dersek şaşırmaz mı? sıcak sular akıyor evlerde amma, bu bu sıcak suyu nasıl kullanacağını ne bilecek, musluk görmemiş ki, evdelerinin altindan Nehir akıyor diye tarif edilmiş işte, abdest almak için Çeşme arayan Ali düşünüyor musun, Muhammed düşünüyor musun, evimizde Çeşme, yani Nehir akıyor, hem de isterseniz sıcak, istersen soğuk akıyor, yine Eskiden, biraz Eskiden ekmek etmek için, köy fırınlarına gidilirken, şehir fırınlarına gidilirken, benim evimde fırınım var, Ben kendi evimde ekmeğimi yaparım, pişiririm dersek, nasıl şaşırırlar, o fırının düğmelerini nasıl kullanılacağını nereden bilecek o Ali, nasıl çalıştığını, elektriğin onu çarpacağını, ama düzgün kullanırsan çarpmadan ekmeğini pişirdiğini nereden bilecek, baksa ki şaşırır, Ömer görse şaşırır, Osman görsel şaşırır, Muhammed görse şaşırır değil mi? baksa baksa şapşik durumuna düşer, fırında Hadi bir ekmek pişir dersek pişirebilir mi, Haydi bir Çay kaynat bize dersek, kaynatabilir mi? yani bilgisiz ve şapşik durumuna düşerler, oraya baksa bir icat ve mucize Keramet gibi bir şey, beriki tarafa baksa, başka bir mucize ve keramet gibi bir şey, yani hayret içinde kalıp Hayret makamına çıkar. Hayret makamına çıktı denilen evliyalar var  deniliyor ya, şimdi bu günün evliyasını, 50 sene sonraki icatların olduğu devire götür, bugünün evliyası Hayret makamına Çıktı işte, evliyayı götür, ne görse o devirde olmayan, mucize bir şey olur onun için. Allah Allah!  Fatih Sultan Mehmet'in getir bizim vaktimize, ve cep telefonundan şöyle uzaktaki annen ile konuş sonra, İnternetten görüntülü konuş, Fatih Sultan Mehmet in ağzı açık kalır değil mi? Ne oldu, Hayret makamına çıktı, Hayret makamı neymiş, deniyor ki Kalp gözü açıldı mı bunların kimseye söylenmemesi lazımmış söyleyen ölurmuş, Ya da kaybedermiş bu bilgileri, Bir daha oraya çıkazmazlarmış. Halbuki işte imamı Mübin Sırrı ile, Yukarıdaki, ana kitaptaki görüntülere erişmek demek, Hayret makamına çıkmak demek. yahutta zamanda yolculuk ile, o zamana gidip, o zamana  müdahale etmeden, O zamanı izlemek, görmek, onları hakkalyakin bilmek demek, oradaki görüntülerin sana bildirildiği zamanı düşün,

yani bugünkü çağıda ki bir insanın Evinde ki alet erdavatı ve Osmanlı zamanından başında ki kurucusu Osman Bey'e al gel, ve benim evdeki alet  Erdevatları göster, işte Hayret makamına çıkar, ağzı açık kalır, Hayret makamı bu, marifet makamından sonraki makam, hayret makamıdır, hayret makamı ise geleceği görmek demek, sen şaşırmaz mısın dün ankesörlü telefonlar vaktindeyken, seni alıp gelseler, internetten yahut, Cep telefonlarıyla görüntülü konuştuğumuz vakte alıp gelseler ve Sana gösterseler, seni cennete getirdik  deseler,  İnanmaz mısın sen, ve Hayret etmez misin, Cennette ne güzellikler var demez misin, gidip anlatmaz mısın bunları orada vaktindekilere, Anlatmayacak mısın, ya anlatırsan kaybeder misin, Allah Allah! hayret işte, yani hayran kalmak, Bakıp bakıp hayran kalmak, ama elde edememek, o an o an onları elde etme imkanının olmaması, seni sadece seyirci olaraktan oraya götürdüler, ve sana gösterdiler demek bu, ve bir gün bunların olduğu çağa ulaşacağını gösteriyor, ve bir anda  sen bugünden 100 sene sonrasında ki  vakte  götürüldüğün zaman, bugünün insanı Hayrat makamına çıkmış olur.

ve yine Ashaptan birisini alıp gelsek, Hadi bir bizi Arabaya bindir de İstanbul'a götür dersek, o ashabin ehliyeti yok, trafikte sağdan gidilir bilmez, stop'ta durulur bilmez, yeşilde geçilir, kırmızıda durulur, sarıda beklenir bilmez, şapşik olur, yol nedir bilmez asfalt yol bilmez, yollardaki levhalardan güzergah takip edilip de, bir yere kolayca adres bulup ulaşıldığını bilmez, adres diye bir şey yok zaten eskiden, bi civarı falan yerin civarında, yakınında diyerekten tarif ediliyor, ama şimdi ne olmuş Sokaklar bile isimlendirilmiş, evler numaralandırılmış, ve adres diye bir şey var, mektup atıyorsun, adres diye bir şey yazıyorsun,  seni istanbul'da arayan birisi, O numaraya sana mektup yazıyor, paket gönderiyor, hediye gönderiyor, seni arayıp O adres ve Numara'da bulabiliyor. Osmanlı vaktinde var mıydı böyle bir şey, böyle bir şey var mıydı, adres diye bir şey var mıydı, adres tarifi numaralandırma var mıydı, böyle bir şey tasnif, yani tasnif, musannif, Mehdi Aleyhisselam en büyük musanniftir, tasnif edicidir, tasnif Edecek yani numaralandırma, sınıflandırma, kitaplardaki bab yani kapı açan demektir, musannif, yani düzenli şekilde  yerleştiren dmekdir, aradgini aradigin yere bulmak için adresleme, mesela bilgisayardaki dosyaları düzenleyen, yani Hani bilgisayarda mesela müzik dosyası açtık ve indirdigimiz müziklerin Hepsini onun içine attığın zaman, Karman çorman olur, amma onun icinide siniflandirirsan 2018 dosyasi ve 2019 dosyasi diye daha düzenli olur degilmi, o bile yine karışık olur 2019 ocak Ayı diye bir dosayda onun icine actin sonra subat mart ayi diye aylara böldün, mesela Ocak ayında çıkan müzikler dedin, bir alt sınıf daha oluşturduğunda op orneinin yani dosyanın içine bir dosya daha açtım, yine  mesela resimler dedin, Ocak ayı dedin, 1. hafta, 2. hafta, dedin, Ne oldu düşün yani, bunun Arandığı zaman kolayca bulunması için,bbir baum oluşturdun aynen agac dallari gibi dal sitemi veya tasnif işte. ve ben Bauman diye bir kumaş dokuma fabrikasında pıraktik yaptım, elektrik teknisyenliği öğrendigim zaman. orada büyük bir depo var, oranin akilli bir asansörü, bilgisayarlı bir asansörü var, asansörün içine binen kimse, Hatta binmeden de alıp geliyor kendisi, otomatik, asansörün içine binen kimse, bilgisayardan diyor ki mesela, 0005DC kodlu turuncu renkli yün ipliklere git o ipler 9. kat 19. bölüm alt sirada ara diyor mesela, bunu bilgisayara girdiği zaman, o asansör otomatik olaraktan gidiyor Onun önünde duruyor, yüksek bir asansörlü böyle bir Deposu var, Depoda gerekli malzemeler var, dokuma fabrikasi olduğu için, yani kumaş iplikle dokunan bir şey, ve bu şekilde Hangi ipin hangi renginin nerede olduğunu, hangi boyanın nerede olduğunu bilen, bilgisayar ve asansör var, gidiyor o rengin olduğu yere, o iplikleri alınacak yer variyor, orada duruyor, ve bir de efendim Eğer uzaktan kumandalı bilgisayardan kumanda ede biliyorsun, Hiç İçine binmeden  o paleti içeriye alıyorsun, sonra alıp gelip senin yanina  bırakıyor, Sen alacağın kadar içinden iplik alıyorsun, tekrar koy, Götür bunu yerine bırak diyorsun, götürüp yerine bırakıyor. yani düşünün teknolojinin ne hale geldiğini, yani burasının Cennet halini almaya doğru gittiğini, yol aldığını anlamayanlara ben ne diyeyim, ve bunu bırak Ashabı kiramdan birisini, Osmanlı vaktindeki birisini alıp gelsen, bunu göstersen, o bile Hayrat makamına çıktım der, Ben Hayrat makamına çıktım, evliya oldum der, yani mucizevi şeyler gibi görünüyor, halbuki hepsi şu anki vaktimizde, biz onlara teknoloji diyerekten bakıyoruz, mucize ve keramet demiyoruz bunlara.

Öyle olunca Yollar, asfaltlar, ve navigasyon diye bir şey var vaktimizde, Arabaya sen navigasyonu taktığın zaman, mesela senin hiç görmediğin Hindistan'a gideceksin, Hindistan'ın haritası varsa sende, ona adres verdiğin, zaman Türkiye'den yola çıktın Hindistan'a kadar seni alıp gidiyor, Hindistan'daki bir adrese sokaga hatta ev numarasına kadar seni alıp götürüp bırakıyor, işte  aradığın Kimse bu evde diye,yanına varınca, hedefine vardın diyor, oraya vardığın zaman. bu mucize Keramet değil de ne? Ashab-ı kirama bunu göstersem, işte mucize İşte Keramet ve cennetin nimetleri diye bakacak, işte cennetin nimetleri bunlar, işte bu cenneti nimetlerinden faydalanıyorsunuz ama, Cennet nimeti olduğunu bilmiyorsunuz, suyun içindeki Balık gibisiniz, sudan habersizsiniz, havanın içindeki kuş gibisiniz, kuş oluyorsun da havadan habersizsin.

Yine Cennet vaktimizdekilerden biriside, mesela adamın kafasındaki saçları dökülmüş, kabak olmuş, adamın ensesinden bir sıra, 2 sıra saç alıyorlar, kabak olan yerine ekiyor, dikiyorlar, aynı  pırasa Diker gibi saç dikiyorlar, ve o saçta, pırasanın toprakta yetiştiği gibi, Kafadaki çıplak yerde yetişip saç oluyor. Aman yarabbi,  bu mucize değil de ne? yine  bu acıyı sızıyada gerek kalmadan, kadınlar saçlarını kısa kestirmiş, Bu sefer de 2 hafta sonra sıkılıyor kısa saçtan, ve diyor ki kauaförün Sana, gel de kaynak yapalım diyor, uzun saçları silikonlu kafasındaki saçlarına yapıştırıyorlar, Sanki sen diyorsun ki  bu kadının saçları ne kadar uzun, ne zman uzadi hemn, ne kadar güzel,  yarım saat içinde Saçları uzun hale geldi, yine peruklar, yine kuaförler işte, saclari istediğin şekle sokuyor, seni daha bir güzel yapiyor böyle, çirkin birisni bile bir güzel hale getiriyor makyajlar ile, yine manikür pedikür yani hijyen.

Peygamberimizin sünnetlerinden birisinin de, uykudan kalkar kalkmaz, semaya baktığını rivayet etmiş hadis ravileri, yani Neymiş bu, uykudan kalkınca havaya bakmamız gerekiyormuş, semaya bakmamız gerekiyormuş ki, sünnet işlemiş olalım!  bire dangıl ahmak adam, Muhammed neden semaya bakıyordu? şu anki vakitte kalkinca semaya bakmaya gerek yok,  Tamam bakarsın Ama, sebep ne idi, bazı sünnetler işte öyle göründüğü gibi değil, Muhammed vaktinde saat Yok, saat diye bir şey  daha Keşfedilmemiş takvim diye bir şey Keşfedilmemiş, Sabah kalktımı  Öğlen mi oldu? sabah mı oldu? ikindimi mi oldu, havaya bakacak ki, gündüz ise güneşe bakacak, öğlen ve ikindi mi, güneşin durumuna göre karar verecek, saat kaç olduğuna karar verecek, akşam ise aya bakacak, ayı görecek ki bugün ayın kaçı, Saat kaç olabilir, ay Nereye gelmiş, Gecenin yarısı mı, ortası mı, başlangıcımı bilsin, uykudan  kalkar kalkmaz semaya bakmasının sebebi bu. Bugün ben kalktım  duvardaki asılı saatimi bakıyorum, Saat kaç olmuş, kaça kadar uyumuşum biliyorum, semaya bakmama gerek kalmadı ki, gerekirse bakarım, birde gökyüzünün havanın durumu nasıl  diye bakarım, iklim nasıl bugün, hava durumu nasıl, serin mi, soğuk mu bakarım, ona bile gerek yok, içeride dijital termometreler var, içeriyi dışarıyı algılayan Sensorlar ile, senin evinin içine  bunları bilgi olarak tanımlayan yansıtan aletler Keşfoldu. Dışarıda hava  eksi 22 derecede ise sen içerde sıcak odada oturuyorsun dışarıdaki havanın kaç derece olduğunu biliyorsun bunlar sayesinde.
yine internetin varsa bilgisayarin alt köşesinde bir yer var, hem takvim var, hem saat var. hem de mesela öyle sayfalar var ki internette, diyor Şu an saat diye Amerika dedi Başka da çünkü Amerika'daki saat başka bizdeki sanat başka bilim adamları hem grinviç diyerekten dünya bilim admlari dünyayi meridyenleri bölüp, saat dilimlerine bölüp, ve birini sıfır noktası almışlar, ve her saat dilimi bir saattir,  24'e bölmüşler ve Öyle olunca Amerika'da saat 4 iken, Biz de 4 değil, Çünkü orada sabah kaçta başlar, orada Gece kaçta başlarsa saat ona göre, Seninki il diger meridyendeki ayni degil, aynı şekilde başlamıyor, sabah  başlangıcı aynı mı, saatler farklı, Öyle olunca Amerika'da saat 6 iken şu an bide sabah 4 diyor  falan filen Türkiye'de gece 2 diyor mesela. şu anda internet sayesinde, bazı sayfalar sayesinde, ve bazı aygıtlar sayesinde, böyle bile biliyorsun, Öyle olunca Muhammed  kalkar kalkmaz semaya baktı, Biz de şimdi kalkar kalkmaz semaya bakmak sünnet diye  o yüzden hemen yatağımızı bir pencere yanina seriptemi yatacağız ki, kalkınca çabucak semaya bakacağız ki, o sevabı işleyelim, Bu mu yani, şimdi bunu yaparsak, bu kadar yıllık emek zayi oldu, o hadis anlaşılmadı denir. bugün ne yapacaksın, kolunda saat varsa, kalktımı saatine bakarsın, Telefonuna, cep telefonundan bakıyorsan saate takvime, cep telefonuna bakarsın, internetin açıksa, internetten bakarsın, Bugün ayın kaçı, günlerden ne? gün Gecenin yarısı mı, Ramazan'da mıyız, Recep de miyiz, artık biliyoruz takvim ve saatler sayesinde, akilli saatler telefonlar sayesinde zaten. yani bazı sünnetler öyle göründüğü gibi tatbik edilmez, ve bunu anlamayan dangıl alimler, hala aynı ahmaklık da, aynı salaklık da devam ediyorlar. ve bunu da eger yapılmazsa, sünnete aykırı hareket etmiş olursun, ve sen bunu yapmayinca sen mehdi olamazsina getiriyorlar işi, sünnetten Sen içtinab ettin demeye getiriyorlar. bu  mesele de budur.

Yine  diğer peygamberlerin sünnetlerine ittiba etmek de de, aynı kendi Peygamberimizin sünnetine ittiba etmek gibi sevap ve ecir  var. ve onlarda değer kazandıran ameller olaraktan biliniyor, ve mesela Eyüp aleyhisselam ne yapmış, hastalığa sabretmiş, ve en sonunda iyi olup düzelmiş, işte hastalığı sabredenler, Eyüp sünneti işlemiş olurmuş. lan dangıl trottel beyinsiz ahmak, bugün Tıp keşfedildi, ilaçlar keşfedildi, Doktorlar var, hastaneler var,  her türlü aygıt var, Ameliyat ediyorlar, ilaçlar, ilaç sanayisi, her türlü şifalı bitkiler, maddeler biliniyor ve bilinip tecrübe edilmiş vaziyette, Sen daha hala, hastaneye gitmeyip, hastaliga sabretmek ile, yani sabrettiğinde Cennet kazanirsın dersen ahmak olursun. o anda eyub vaktinde Doktor diye bir şey yok zaten, ve ilaçlar bilinmiyor, yapacak başka bir şeysi yok, gitse ki Hastaneye, tedavi olsa, tedavi olacak bir durumu yok, ve burada da yine o an Eyüp'ün sabır ettiğini biliyoruzda,  hastalığına sabrettigi gibi, hanımı  Rahime hatunda onun o hastalıkli  haline sabretmiş, hangisinin sabrı daha büyük, şimdi karşılaştırırsak, Eyüp'ün sabrı mı daha büyük, yok sa Rahime hatunun Eyubun hastalıklı Haline, irinli haline sabredip de, onu terketmeyip ona hizmet edip bakıp,  ona hizmet eden hanımı rahimenin sabrımı daha değerli? ikisi de aynı minval de diyebiliriz. Onun ki de sabır onun ki de sabır. Öyle olunca eğer ki, o vakitte, o hastalığın tedavisi biliniyor olsaydı, Elbette Eyüp'te, yahut hanımı da, ona, git hastalığından Tedavi ol derdi. yoksa Eyüp sünneti işlemek için, hastalığa boyun eğmek gerekmez, Eğer tedavisi Mümkünse, gideceksin tedavi olacaksın.

Yine bazilari hapishaneye düşmeye Yusuf sünneti olur gözünden bakıyorlar. bir adam kendini hapishaneye düşürecek ameller işlemesin ki, o duruma düşmesin, Haksız yere de düştüysen de, çıkmanın yollarını arayan Yusuf  gibi oradan çıkmanın yollarını aramadın mı sünnet olmaz. Çünkü haksızlığa uğradığını ispat edecekve, Hemen oradan kurtulacak Yollar aradı yusuf aleyhiselam, ve işte rüya yorması ile öyle bir mucize ile oradan Kurtuluşa erdi. yoksa hapishaneyi okula çevirmek marifet değil. Yusufluk marifet amma, Hapise düşmek marifet değil, Yusuf sünnet işlemiş olmuyorsun hapse düşünce, o sana bir örnek, Peygamberimiz tıpta her zaman  tedavi edici tıbtan evvel ön Tıp kullanmış, yani hastalığın ortaya çıkışını önlemeyil öncelik alıp,  hastalığına sebep olan şeylerden uzak durmayı, ve onlardan sakınmayı ele alıcı özellikler öğrenmeye ve öğretmeye çalışmış, Kendisi de o şekilde onlardan uzak durmaya çalışmış, dişleri Hasta olmasın diyerekten, dişlerini misvak fırçalamış. misvak varmış, misvak ile fırçalanmış, fırça yok ki Ne yapsın,

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Eğer ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, onlara her namazda misvak kullanmalarını emrederdim."

( Hadis-i Şerif , Buhârî, Cum'a, 8, Temennî, 9, Savm, 27; Müslim, Tahâre, 42; Ebû Dâvud, Tahâre, 25; Tirmizî Tahâre, 18; Nesai, Tahâre, 6, Mevâkit, 20; İbn Mâce, Tahâre, 7; Ahmed b. Hanbel, I, 80, 120, II, 245, 250, 259, 287, 399, 400, )

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Misvak kullanarak kılınan namazın, misvaksız namaza üstünlüğü yetmiş kattır."

( Hadis-i Şerif , Ahmet b. Hanbel, Müsned, VI, 272)

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Dört şey geçmiş peygamberlerin sünnetlerindendir. Haya duygusu, kokulanmak, diş temizliği ve nikâh."

( Hadis-i Şerif , Tirmizî, Nikâh,1; Ahmed b. Hanbel, V, 421)


Peygamber yine ellerini yıkamış, Yemekten önce yemekten sonra ellerinizi yıkayın demiş

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Yemeğin bereketi; hem yemekten önce, hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır."

( Hadis-i Şerif , Tirmizî, Şemâil, 27.bab, no:189)

başka rivayette de şöyle nakledilmiştir:

“Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bir mendili vardı, abdest aldığı veya ellerini yıkadığı vakit onun ile kurulanırdı.”

( Hadis-i Şerif , Tirmizî, İbni Sa’d, Tabakât, 1/462.)

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“Elindeki yemek bulaşığını yıkamadan yatan kimse, eğer gece başına bir sıkıntı gelir ise, bu durumda hatasını başkasında değil, kendisinde arasın."

( Hadis-i Şerif , Ebû Dâvûd, Et’ime:53, no:3852)

ağzını yıkamadan yatan birisi, sabah kalktığında hasta olursa, kendi belasıdır demiş, çünkü ağzında bulaşık kaldı, Sen ağzını açıp da uyudun, hayvanın bir tanesi agzina girverdi, bu süt içtiysenmeselaonun kokusuna geln bir yılan ve bak bir sürü aracının ağzından giren yılan hikayeleri vardır. Çünkü süt kokusuna yılan gelir, ağzından içeri girer ağzın açık olursa. yine arı karınca ve böceklerin bazıları tatlı sever ve ağzındaki tatlı bulaşıklarına gelirler, ağzının kenarında tatlı buluşığı kaldıysa ve yıkamadınsaö  arıcı isen bal yediysenö balda ağzının kenarında yapıştı kaldıysave öyle uyudunsa, az sonra karıncaların senin ağzına hücum edecekleri malum. o zaman sen kendin hasta olursan, vücuduna arı, Karınca,börtü böcek girerse, zarar verirlerse, Kendi kabahatin, ağzını yıkamadan  yattığın için. Peygamberimiz O yüzden elinizi ağzınızı Yemekten önce yıkayın, sonra da yıkayın demiş.

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“Tırnaklarını kes! Zira uzayan tırnakların üzerinde şeytan oturuyor.”

( Hadis-i Şerif , Hatîb el-Bağdâdi, el-Câmi‘ li-Ahlâki’r-Râvî, c. 1, s. 374, Hadis No. 860.

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“Her kim Cuma günü tırnaklarını keserse, öbür Cumaya kadar  kötülükten beladan emin olur korunur.”

( Hadis-i Şerif , Taberânî, Mu‘cemü’l-Evsat, 5/85, Hadis No. 4886.)


Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh) şöyle rivâyet etmiştir: “Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Cuma günü namaza çıkmadan önce tırnaklarını keser, bıyıklarını kısaltırdı.”

( Hadis-i Şerif , Taberânî, Mu‘cemü’l-Evsat, 1/258, Hadis No. 846.)

Cuma namazı için gusletmek, güzel koku sürünmek, yeni, temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek sünnettir. Tırnakları Cuma namazından önce veya sonra kesmek sünnettir. Namazdan sonra kesmek efdaldır.

(Dürr-ül-muhtar)

Hadis-i şerifte, (Cuma günü tırnak kesmek şifaya sebeptir) buyuruldu.

(E.Şeyh)

Başka bir hadis-i şerifte, Peygamber efendimizin Cuma günü namaza gitmeden önce, tırnaklarını keserdi. Perşembe günü de tırnak kesmek caizdir. Kesilen tırnakları gömmek iyi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Saç ve tırnağınızı toprağa gömün, büyücüler onlarla sihir yapmasın!)

( Hadis-i Şerif , Deylemi)


yine mesela Peygamberimizin hadislerinden demişler mesela, Peygamberimiz tırnak keserken görmüşler, Cuma günü kesiyormuş, Ya Resulallah Bu sünnet midir, sünnettir, bunun bir ödülü var mıdır, Vardır ödülü zengin olursunuz, Cuma günü tırnaklarını keserken yani Peygamberimiz ödül ile öğretiyor, ashabını temiz yetiştirecek, Amma ödüllü yetiştiriyor, aynı çocuğa Hadi git kendine şeker al, 4 tane de ekmek al der gibi. sana zenginlik vaadi, Çünkü ashabının oraya gelen yabancı ecnebiyler, ashab-ı kiramın yanına geldiklerinde,mesela  Cuma günü hepsi yıkanmış, mis sürünmüş, gözlerine Sürme Çekmiş, tertemiz, saçını Taramış sakalını bıyığını kısaltmış, banyosunu yapmış, tertemiz mis gibi insanların yanına geldiği zaman,bu müslümanlar  nasıl bakımılı birisi diye onlara özenmez mi?  işte peygamber Eshabını  temiz eshap olaraktan yetiştirmek için, çeşitli sünnetve hareketler yapmış, Temizlikler yapmış, önleyici tıpta, hastalıkların gelmesini önleyici önlemler almış, ve bunlarıda ashabına anlatıp öğretmiş. Fakat o birşey yaparken gören eshab, bunun cennette Ecri ödülü var mıdır ya resulallah demişler, O da Ödül vermiş de miş anlatmış, şunu yaparsınız, şu olur, Bunu yaparsanız böyle olur diye. Yani hep aynı çocuğa bir şey yaptırmak için, şeker vermek gibi, o ödüller ki,  Aslında onları sünnetleri yaptığımız zaman, dünyada karşılığınınıda alacağız zaten.  şekere ve ödüle gerek yok, Zaten şu anda tırnaklarını kesiyorsan, bakımını yapıyorsan, manikür pedikürünü yapıyorsan, sen şu anda tertemiz bakımlı sağlıklı insansın. mikroplardan korundun, yani beladan korundun, yoksa mikroplari yersin, hasta olursun, Burası cennet halinde, Herkes bakımlı, türüm türüm tütüyor parfümler misler ile. Ne güzel, insanlık güzel oldu, cennete döndü burası, Yoksa sen işte tırnakları Cuma günü kestin  bu dünyada ileride zengin Olur değil  bu, Gaye amaç bu değil, Peygamber sadece orada ödül vererek den  o sünnetin severek yapılması için,  bunları böyle anlatmıştı. sünnetler sadece göründüğü gibi zannediliyor, göründüğü gibi algılanıyor, doğru şekilde yapılmıyor. Halbuki o sünnetleri yaptıklarında, İslam ümmeti diyerekten, Muhammed grubu diye bir grubu, Temiz insanlar, bakımlı insanlar, bilgili insanlar olaraktan yetiştirilmesini sağlamak, hastalıkları olmayan kararlı tutarlı bir grup olmak gaye,  kötü bir şeyler yok, akarı kokarı olmayan tertemiz bir ümmet olmamızı sağlamak için, Muhammed bu ödülleri bize göstermiş, yoksa  cennette Bilmem köşküm olacak, Cennette Bilmem katların yatların hikayeleri biraz fasa fiso İşler bunlar. Peygamberimizin Sadece onların yapılmasını sağlamak için ödül vermesini, Allah da onları o şekilde  ödüllendirip, onları peygamberini mahcub etmemiş.  şu anda onları yapanlar, cennet gibi vaktimizdeki, şu andaki insanlarımız, zaten bunları yapan insanlar olduğundan onların ödülleride var,  bak evin altında akan nehirleri olan evlere ulaştık, evinde su tesisati var, tuvalet banyo var, bak mehdi vaktine ulaştık, altınçağ İşte bu Vakit kuruldu. o insanların ona yani sünnetlere ittibâ etmeleri amacına ulaştı ve  anlattık bu dnerdeyse cennet gibi oldu. insanlıkta artık bunlar ahlak halini aldı ahalakı hasene ve melke halini aldı tırnak kesmek, banyo almak, mis parfüm kuallanmak. işte yine cumartesi yasağı, cumartesi yasağını Allah koyduğunda anlamadılar, ve zamanımızda ki insanlar tatil etmesin öğrendiğinde ne güzel oldu. yani o zaman yapamadılar ama, işte bugün de hafta sonu tatili ne güzel bir nimet, tatil yapmasını öğrendik, Allah'tan öğrendik, onu da, dinlenmesini de Allah dan öğrendik. hepsi aynı minvalde yani.

Bir tanıdığıma dedim Burası cennet, işte yakın zamanda, Bir 20 seneye kadar da ölümsüzlük Keşfolursa, artık ondan sonrası Cennet dedim. O da dedi, o zaman dedi, dünyaya sığamıyız dedi.  Ben de dedim ki, Bitkilerin, yiyecek ve gıdaların GDO su ile oynayaraktan, bitkileri tohumsuz bıraktılar, hibrit sebzeler meyveler de çekirdeksiz meyveler,çekirdek var am tekrar meyva vermiyorlar yani, artık tohumsuz çocuklar meydana geldi, ve şu anda binlerce kimse çocuğunun olmadığından dert yanıyor, öyle olunca, artık Eğer bu insanlık Bu çocuklara kaldıysa, bu dölsüz tohumsuz çocuklara kaldıysa, ve onlarda en sonunda  ölümsüzlüğü de keşfedeceklerse, artık Onların çocukları da olmayacak, ve belli miktarda insanlık kalacak demek olur bu. ve bizlerden de belki birkaç tane çocuk yapabilecek insanlar kalır o vakte, onlarda erer Belki o Cennet vaktine, ölümsüzlüğün Keşfeolduğu vakte. Ama eğer insanlar işte yeryüzünde kalırsa, çocuk yapamayacak hale gelirse, ve onlar en sonunda kalacak kimseler olursa, o zaman artık dünyaya sığamayız sorunu da ortadan kalkmış olur. en son yaşlıları öldüğünde ve, bu dölsüz çocuklar ortada kaldığında, artık insanlık üremesi de sona erdi demek. yani kainatın açılması sona erdi, Ondan sonra dürülme başlayacak demek olur. Ve bunu da zaten Geçen hafta anlatmıştık, benim elimdeki işaret parmağımın 13 Santimkenö 9 santime kısaldığını anlatmıştım ya, dirilmenin başladığını anlatmıştım ve hala şu an bu durum devam ettiğine göre Öyleyse artık yani o dölsüz çocuklar vaktine girildi ve artık Kainat dürülmeye başladı artık, üreme hiç olmayacak vakte doğru gidiyoruz demek bu. kainat ve insanlık artık daha ileri geçmeyecek ve, sadece küçülme devam edecek demek bu. Öyle olunca da dünyaya sığamıyacağız diye bir durum yok. Peygamberin Bir erkeğe 40 kadın düşecek dediği vakte edilecek o doğru gidiyoruz demek bu. Demek ki Erkekler de az olacak.

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“İlmin azalması, cehaletin meydan alıp yayılması, zinanın meydana çıkıp şayi’ olması, elli kadının yalnızca bir bakanı olacak derecede kadınların çoğalıp erkeklerin azalması, kıyamet alâmetlerindendir.”

( Hadis-i Şerif , Buharî, Kitabu’l-İlm, 23)

Yine hocanın bir tanesi, Peygamberimizin Cuma hutbesindeyken, bir tane Arap çocuğunun, Gömleğinin düğmesinin açıldığını gördüğünü, onu hutbeden görünce, hutbeden inip, çocuğun düğmelerini düğmelediğini, ondan sonra tekrar hutbeye çıkıp, hutbe vermeye devam ettiğini anlatıyor. Be adam bunlar uyduruk hikayeler, peygamberin Minberi yoktu ki o vakit, onun hutbeye çıktığı minberi yoktu ki, 5 basamaklı 6 basamaklı bir minber yoktu ki. hurma kütüğünün Üstüne çıkıyor zaten. yarım sandalyenin üstüne çıkan  inen kimse, bunda bir zahmet yok ki. hem de Peygamberimizin vaktinde düğme neredeymiş, düğme neredeymiş, kefen gibi elbisler var, düğmesiz. Düğmesiz dikişsiz kefen oluyor, çünkü eski vakitte dikiş bile zor, düğme nereden, Keşfolmuşmuy du ki,

Dünyadaki ilk düğme m.ö. 2000 yıllarında Yakındoğu ‘da hayvan kemikleri veya tahta ile yapılarak kullanılmıştır.

Metal düğme, uygarlığa Romalıların bir katkısıdır. Ancak, Romalılardan çok daha önce, M.Ö. 2000 yıllarında, Yakındoğu’da düğme kullanıldığı biliniyor. Bu ilk düğmeler, genellikle hayvan kemiklerinden ya da tahtadan yapılıyordu. 13. yy’dan itibaren düğme, Avrupa’da da yaygın bir biçimde kullanılmaya başlandı.

yani daha Avrupada bile 13. yy’dan itibaren yaygın bir biçimde kullanılmaya başlandı diyor, yani araplarda bunun kullanılması ne zaman, ben bile hatırlıyorum çocuklugumda, kemik düğmeli kazağım vardı. yani 1900 lerin sonu sayılır, öyle olunca, araplar ne zaman başladıda, öyle çocukların gömleğinde falan düğme olacak haaa, hepten uyduruk hikayeler.
bir de bunu hocalar anlatıyor da gerçek gibi herkes de inanıyor. ve bugün Adam Cuma namazına gitmiş, adamın yarım saat vakti var, işten çıkmış, Öğle paydosu zaten 45 dakika, adam 15 dakika da yemeğini yemiş, Yarım saatte de namazı kılacak, ve bir de yarım saatin içinde namazı kıldıktan sonra, 10 dakikada da işine gitmesi için yol sürüyorsa, yani 20 dakikası var En fazla adamın, namaz kılmak için, cuma namazını kılmak için. ve bu adamnamzdayken hutbe dinlerken, şimdi Hoca Efendi, oradan cemaatten birisinin durumunu düzeltmek için, hutbeden minberden, 5 basamaklı 7 basamaklı minberden incekte, onu düzeltcek de geri çıkacak da, oradaki ahali Onu bekleyecek de, o adam işe gidecek, orada hutbede o işler yapılmaz, orada kısa öz cümlelerle, o günün gündemi Neyse, onun hakkında bilgi verilir, herkes namazını kıla, Gündem hakkında bilgi, dinimiz bu konuda ne demiş onu öğrenir, Ondan sonra işine gidecek işte, gider ordanda evine gidecek.  Yoksa orada açık oturum yapılmamaktadır, vakit şu an meşguliyat vakti, meşguliyet meşgale çok. adam işe gitmezse, işinden çıkarırlarsa atılırsa, çoluğunun çocuğunun rızkını kazanamaz, Burada şimdi cuma namazı mı önemli yoksa, onun aç kalıpta, ellerden dilenmesi mi daha iyi, bu durumda ondan sonra ondan bundanmerhmetli bir Müslümanlardan iyilikten beklemesi mi güzel, öyleyse cuma namazı bile gerektiği yerde terk edilebilecek durumlar bu zamanda. Çünkü adamı işten atacaklar gitmeyebilir Cuma namazına,

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“Her kim önemsemediği için üç Cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler.”

( Hadis-i Şerif , Ebû Davûd, Salât, 212)

Cuma farz, gitmeyen, üç cumaya gitmeyen dinini terk etmiştir hadisi var peki, adam işten atıldı mı, fakir duruma düştümü, sen mi bakacaksın ona ve ailesine. parasını sen mi vereceksin, evinin kirasını sen mi vereceksin, kim verecek, O evli ise  Çocuklara kim bakacak, ekmeğini kim alacak o zaman, o zaman her şey yerli yerince, Namaz bile yerli yerince,

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“İnsanlar vakti girince iftar etmekte acele ettikleri sürece hayır üzere olurlar."

( Hadis-i Şerif , 26 B1957 Buhârî, Savm, 45)

peygamber öyle dedi, oruç açmaya durduğumuz vakit Eğer sofra hazırsa, namaza geçmeyin, önce sofrada ekmeğinizi yiyin sonra namaza geçin dedi. Ne demek bu, yani ekmek namazdan daha evla imiş, Öyle olunca işte çalışmak,işten atılmamak, işte çalışabiliyor olmak, çoluğunun çocuğunun rızkını kazanmak, Bu devirde zor. ekmek aslanın midesinde deniyordu eskiden, ağzında değil Şimdi, midesine inip de çıkaracaksın diyorlar, insanlık çoğaldı iş azaldı, robotlar  var, her şey öyle olunca, iş kaybetme tehlikeli bir şey, O zaman cumayada gitmeyen, üç cumaya gitmeyen dinini terk etmiş flan olmaz bu devirde. Cuma bu durmlarda farziyetini kaybettiriyor zaten. farziyeti de burada terk etme durumu anlattım, yani anlattım yani orada çünkü  mesela soğuk varsa, düşman varsa gitmeyebiliyorsun, Cumanın farzıyeti düşüyor, sefere gittiysen düşüyor, böyle farziyeti düşen bir ibadetin efdaliyetide, daha önde olan işini kaybetme durumunda, gitmemesi mi daha evla, dünyada işsiz aşsız kalıp  sürünmesi mi daha evla.

Yine Cennet vaktimizin, yani altın çağdaki nimetlerimizden bazılarından daha bahsedersek :
Mesela menkıbe anlatanlar, dini kısa anlatanlar, onlardan ibret alınsın diye anlatıyor. Dün bunlar hikaye ediliyordu, kıssa halinde, mesela yüzmeyi sana kitaptan tarif etsen, 50 kerre o kitaptan yüzmeyi okusan, bir tane yüzen insan videosu görsen, ya da yüzen İnsanın kendisini hakkalyakin görsen, bunlar aynı değerde midir. Dün kitaplar vardı bilgi veren bize, bazı bilgiler kitaplarda yazılıydı, bugün ise YouTube diye bir şey var, Tuğba dalı, Orada mesela adam, kek yapmasını tarif ediyor,  fotovoltaj  ile elektrik üretmesini tarif ediyor öğretiyor, yine mesela kalorifer tamiratını gösteriyor, akan su musluğu tamiratını  gösteriyor, hiç bilmeyen adam, hiç tesisat ilmi Bilmeyen Adam, açsa o videoyu musluk nasıl tamir edilir baksa, oradan öğrendiği gibi ,eline bir dene pense alsa  tamir etse, en iyi tesisatçı dan daha iyi tesisatçı olur, Çünkü videolu görüntüler var "aynel yakin" öğreniyorsun bu devirde, kitaptan öğrenme gibi değil  "ilmel yakin" değil  videolu görüntü her şeyi aynel yakin, yani görerek öğreniyorsun. Yakında her şeyi hakkalyakin öğreneceğiz "Halogram Teknolojisi" geliyor ve hakkalyakin vaktindeyiz. bak sayfa açtık, ilk önce ilmel yakın ile başladık, Aynel yakın ile devam ettik, ve hakkal yakin açtık.

ve zamanımız ne zaman ara bak, hakkal yakin zamanı, hakkal yakin ne demek

ilmelyakin,Aynelyakin,Hakkalyakin Ne Demekdir?..

Allahu Teala Kuranda Bilmenin Dört yolu oldugunu anlatiyor bu ayette : İlmel yakîn (Alim bilgisi), Cehalet bilgisi(Cahil Bilgisi), Aynel yakîn(Nazari Bilgi Görsel Bilgi) ve Hakkel yakîn(Sathi ve şehadet Bilgisi)

İlmelyakîn(Alim bilgisi) : ilimle bilmek,Bir bilgi bir burhan ile bilmek, bir delil ile bilmek
Cahil Bilgisi: Karanlik bilgi ,Körü körüne inanmak,bir bilgiye a,b,c şıkkı vermeden cahilce bu böyledir diye kalbin diger bilgilere ve şıklara kör bakmasi.
Ayneyakîn (Nazari Bilgi Görsel Bilgi) : gözle görerek bilmek,
Hakkalyakîn (Sathi ve şahedet Bilgisi) : Her şeyi ile bilmek, vakıf olmak demektir. yani bir bilgiye bizatihi icine girip olaya bizatihi şahit olarak bilmek.

Birer misal ile aciklayalim:

Semada yani gökyüzünde ay oldugunu önce bir ilim ile bilmek yani bilim adamlarinin bilgisi ile yani birer burhan ve deliller ile bilmek: o aydir 29 günde dünyanin etrafinada döner ,... v.s.

bu bilgi ilmel yakindir.

Sonra cahil bilgisi ile bilmek : farenin aya bakişi gibi aaah şu koca peynir cennetine varsamda şu koca peynirden yesem diye ay i peynir zannetmek zanni bilgi. her ne kadar biz ona, ay peynir degil desekde inanmazsa, o peynir derse o zaman işde, ona hayir o peynir demesi, zanniyla bilmek olan, cahil bilgisi ile bilmek olur.

Sonra ücüncü aynel yakin bilmekde : ayin hilal dolunay hallerini gözetleyip, yerden onun dünyanin uydusu olduguna, gözlede bakip ilmel yakin bilgisine bizzat, gözlerlede müşahede edip bilgisinin artmasi ile bilmesidir.

ve hakkal yakin bilgisi ise : artik onun dünyanin uydusu olduguna kanaat getirince, füzeye binip ,gidip bizzat aya varmak, ayak basmak ve, evet burasi dünyanin uydusudur, şu şu madenleri vardir ,şu şu özelikleri vardir ,diye tafsilatlica, bizzat gidip onu şehadet bilgisi ile bilmeye, hakkal yakin bilgisi denilir.

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِين

لَتَرَوُنَّ الْجَحِيمَ

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ

ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Kellâ lev ta’lemûne ilmel yakîn(yakîni).
Manasi: Hayır, keşke siz, İlm'el Yakîn (kesin bir bilgi) ile bilseydiniz.

Le terevunnel cahîm(cahîme).
Manasi: Mutlaka cahîmi (alevli ateşi) göreceksiniz.(Bizim yorumumuz:Cehalet Karanligini göreceksiniz)

Summe le terevunnehâ aynel yakîn(yakîni).
Manasi: Sonra mutlaka onu Ayn'el Yakîn ile (gözünüzle) de görseniz.

Summe le tus’elunne yevmeizin anin naîm(naîmi).
Manasi: Sonra o sordugunuzun için de kendinizi buluverirsiniz



Sadakallahul Aziym Tekasür suresi 5, 6 , 7. Ayetler


hakkal yakın bir ilmi bilme zamanı, hakkal yakin demek bir olayı yerinde tatbikatı ile görüp öğrenmek demek, Yani çıraklık gibi. Yüzmeyi Sen yüzen birisinden Gördüğün zaman sen de kolayca yüzmenin yöntemini öğrenmiş olursun bu aynelyakin yine bir yemeği yapmasını yapan birisinden gördüğün zaman en güzel şekilde yaparsın püf noktalarını da ondan görürsün, ama kitaptan okumak aynı değerde değil, ve Bugün artık öyle ilmel yakin,  Aynel yakın  yani videolardan görüntü halinde öğremekte de kalmadık, artık hologram teknolojisi diye bir şey var şimdi, yeni Amerikan İlluminati kliplerinde bunu gösteriyor, klipte  adam yada kadın bir zamana gidiyor, adam orada zamanın içinde hareket ediyor, Onu kimse görmüyor, o her şeyi görüyor, hakkalyakin onların hangi hareketi yaptıklarını görüyor, orada bulunuyor, bir saati oradaymış gibi olayları görüyor, farkına varıyor, ve bunu düşünün bir Demirci'den Demircilik öğrenmek için, onların yanında ders gördüğünü, ve bu şekildetatbikat ile Demircilik öğrendiğini düşünün, ve sonra oradan çıktığını düşünün, ilerde yotubenin yeni hali böyle olacak, ve bu şekilde hakkal yakin, Yani Aynel yakın dan da geçtik artık hologram zamanı, hologramı ile  bilgi alma zamanı, yani hakkal yakin her şeyi yerinde tatbikatı ile öğrenme zamanı, zamanımız hakkalyakin zamanı bak bu video sadece oraya doğru gidişi gösteren videolardan sadece birisi

Taylor Swift - Delicate
https://www.youtube.com/watch?v=tCXGJQYZ9JA


Ve yine mesela altın çağdaki bilgilerden, hayvanlar hem İngilizce hem Almanca hem Türkçe her dilden anlıyorlar, Türkçe konuştuğun zaman Türkçe anlıyor, Ne demek istediğini, İngiliz birisi gelse, ona İngilizce konuşsa, onu da anlıyor Ne demek istediğini,  o zaman bu hayvanların dili nasıl bir dil ki herkesi anlıyor? öyle bir dil keşfetmeniz lazım ki, İngilizce'dende üstün bir internasyonal  bir dil, hayvanların dili işte her dili anlayacak bir dil.  Eğer onların beyin sisteminde, bunu nasıl algıladıklarını keşfedebilirsen, dünyada  Amerikalı İngilizce konuşan ile Hindistan'daki hinduca konuşan arasında fark olmayacak, hepsini anlayacağız, eğer o ilim keşfedilebilirse.

[Resim: Mehdi-Vaktinin-Nimetleri-Altincagin-Neme...ri-1-3.jpg]

Ve bu vaktimiz yine binlerce Cennet nimetleri ile dolu mehdi'yi vaktini anlatırken Peygamber Efendimiz elindeki ile dünyayı görüyorlar bütün haberler onların evine kadar geliyor Evlerinde Lambaları var diye nasıl tarif etti evlerinde güneşleri var evlerinin altından nehirler akıyor Yani bunlar onun anlatış tarzı ile O anki algılaması ile dedim ya onu al gel bizim vaktimiz hem her şey Ona hayret verici şeyler, ve o anki algısıyla Algıladığı şekilde anlatacak eshabına, onlarda oraya gitme yollarını anlatmış, onlara o şekilde anlatılmış, hadisler bunu gösteriyor. Ama şu anki haline baktığımız zaman  resimdeki nimetlere mesela, biz bunların gerçek ve hakikat halinin nasıl olduğunu anlıyoruz. diyor ki elma bu degil diyor, esas cennette elma var diye anlatiyor, biz burada elmanın tadının sadece cüzi miktarını alıyoruz diye, o elmanın tadı cennette daha bir güzel elma olacakmış. Allah Allah. Halbuki işte o peygamberimizin cennetteki nimetleri tarif ederken anlattıkları, o tarif ettikleri Sadece onun o anki algısı ile anlayıpta  o anki dili ile anlatabildikleri idi. Şu anda onların, o nimetlerin, hakkal yakin, içinde bulunmaktayız. bunları anlatabiliriz başkasına ifade edebiliriz bizde, ama o an peygamber, onları, yani bu nimetlerimizi tarif edecek kelimeleri bile bulamıyordu.

Ve bu ifade meselesinden de son noktayı koyalım bu haftanın vaazına, bazı ahmaklar  Atatürk'ün ismini Kemal değil de, Kamal diyorlar,  bire beyinsiz, Kemal kelimesi Arapça bir isimdir Kemal  كمال  kef Mim lamdan oluşur. kefin üstüne Üstün geldiği zaman. ka diye okutmaz.
Arapça gramatiğinde harfler, ince ve kalın oluşuna göre ses alırlar. Kef ince sessiz harf olduğu için, onu sesli Okutan Üstün harekesi üstüne geldiği zaman, ke diye  ince bir sesle okutur,  r harfi kalındır, ve onun üstüne de aynı Üstün geldiği zaman,  re  diye okutmaz da,  ondaki etkisi kalın olaraktan okutur, ve ra diye okunur.  Öyle olunca Mustafa Kemal'in ismini, Kamal diyen  ahmağın durumu, ahmaklıktanda bir üstün derecedeki ahmak demek. Ve mesela benim ismimi nüfustaki adam yazarken Raşit yazmış, asli ile Raşid arapçadır Ve sonuda D ile biten bir isimdir yani asli ile Raşid dir Arapçada, ama o Türkçe olaraktan yazmış Benim ismimi ve Raşit diye yazmış, aynı şey.ve Türkç diye bir dil ve yazması yeni keşfolmuş, Türkçe yeni icat olmuş, nüfus tutulması, nüfus kütüğü ilk defa ne zaman tutulmuş bir bak bakalım, bana osmanlida vardi deme, bana bir tane osmanli padişahı nüfüs cüzdanı örnegi göster, madem vardiysa, yok neden öyle bir resim şimdiye kadar yayinlanmadi, yok cünkü, nüfus kütüğü diye bir şey var mı daha önce Osmanlı'da falan, ve Atatürk ilk defa soyadı kanunu getirip nüfus tutulmasını başlattığında, nüfus kütüğüne ilk yazılan isim kimin ismi imiş Bir bak bakayım.  Mustafa Kemal Atatürk ismini oradaki nüfustaki yazan kimse, daha dili tam öğrenmedi için belki de orada Kemal yazacağı yere Kamal yazdı Belki de, öyle yazıyorsa bile, öyle yazdığınada emin değilim  internet ortamında bircok aslı fesli olmayan Atatürk nüfus cüzdanı resimi var, ve Türkçe'nin Daha tam yerine oturmadığı için o şekilde belki Anlaşıldı, söylendi rivayet oldu, Kemal Arapça bir kelimedir ve böyle yazilir كمال , Aynen benim Raşit kelimesinin olduğu gibi ve asli راشد dir ve Arapçada Kemal Kamal  değildir, Arapçada öyle KAMAL diye bir kelime de yoktur zaten, Ve bunu uyduran terbiyesiz, demekki arapca bilgisi olmayan ahmak birisi uydurmuşve, maksat fitne çıkarmaktır bunun sebebi.


Rabbim, bana ve askerime, dilinide, dinini de, dünyasını da, sünnetleri de, farzları da, doğru anlayıp, doğru uygulamak nasip eylesin.


--oOo---


أَأَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقاً وَ ارْزُقْنَا اتِّبَاعَهْ وَ أَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اجْتِنَابَهْ


''Allahım! Bizlere, hakkı Hak gösterip ona tabi olmayı, bâtılı da Bâtıl gösterip ondan yüz çevirmeyi nasib eyle..! '


وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîne,
Amiyn.
Elfatiha maassalavat.

سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ

Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve

etûbu ileyk.

--OoO--


Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 29 Mart 2019 Vaazi Cuma

Original Kar © glan



HER SORUNUZUN CEVABI BİLİNÇALTINIZDA VAR.

1- Bilinçaltınızda her sorunun cevabı vardır.Uykuya dalmadan önce bilinçaltına ” Sabah altıda kalkacağım” emrini verirseniz sizi tam saatinde uyandıracaktır.

2- Her gece yatarken kendi kendinize söylediğiniz olumlu ifadeler sağlığınızın ve yaşantınızın kusursuz olması yönünde olsun; bilinçaltınız Bu ifadeyi buyruk olarak algılayıp buyruğunuzu yerine getirecektir.

3- Bir kitap ya da harika bir tiyatro eseri yazmak, fevkalâde bir konuşma yapmak istiyorsanız, bu fikri sevgiyle hissederek bilinçaltınıza iletin;o da size istediğiniz karşılığı verecektir.

4- Asla “bunu yapamam” ya da “şunun olması imkânsız” gibi sözler söylemeyin. Bilinçaltınız bunu yalın anlamlarıyla alacak ve bu düşüncelerden dolayı yapmak istediğiniz şey için yeteneğiniz olmadığını kabul edecektir.

5- Size zarar verecek ya da canınızı yakacak şeyler düşünmeyin. Çünkü neye inanırsanız onunla karşılaşacaksınız.

6- En doğru şekilde düşünüp hissetmeye başlarsanız huzurlu bir zihne sahip olmanız kaçınılmaz olur. Bilinçaltınız, zihninizden geçirip doğru olduğunu iddia ettiğiniz her şeyi kabul edecek ve size bunu yaşatacaktır.

7- Bilinciniz kapıdaki bekçidir. En önemli işlevi bilinçaltını, yanlış izlenimlerden korumaktır. İyi şeylerin olabileceğini ve şu anda olmakta olduğunu düşünmeyi her zaman tercih edin..

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)