MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 15,426
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 16,633

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanları (1920/2012)

24 Nisan 1920 29 Ekim 1923 Cumhuriyet Halk Partisi Mustafa Kemal Atatürk
24 Nisan 192029 Ekim 1923Cumhuriyet Halk Partisi2Ali Fethi Okyar
1 Kasım 192322 Kasım 1924Cumhuriyet Halk Partisi3Kazım Özalp
26 Kasım 19241 Mart 1935Cumhuriyet Halk Partisi4Mustafa Abdülhalik Renda
1 Mart 19355 Ağustos 1946Cumhuriyet Halk Partisi5Kazım Karabekir
5 Ağustos 194626 Ocak 1948Cumhuriyet Halk Partisi6Ali Fuat Cebesoy
30 Ocak 19481 Kasım 1948Cumhuriyet Halk Partisi7Şükrü Saracoğlu
1 Kasım 194822 Mayıs 1950Cumhuriyet Halk Partisi8Refik Koraltan
22 Mayıs 195027 Mayıs 1960Demokrat PartiTemsilciler Meclisi9Kazım Orbay
9 Ocak 196126 Ekim 1961PartisizMillet Meclisi10Fuat Sirmen
1 Kasım 196110 Ekim 1965Cumhuriyet Halk Partisi11Ferruh Bozbeyli
22 Ekim 19651 Kasım 1970Adalet Partisi12Sabit Osman Avcı
26 Kasım 197014 Ekim 1973Adalet Partisi13Kemal Güven
18 Aralık 19735 Haziran 1977Cumhuriyet Halk Partisi14Cahit Karakaş
17 Kasım 197712 Eylül 1980Cumhuriyet Halk PartisiDanışma Meclisi15Sadi Irmak
27 Ekim 19814 Aralık 1983PartisizBüyük Millet Meclisi16Necmettin Karaduman
4 Aralık 198329 Kasım 1987Anavatan Partisi17Yıldırım Akbulut
24 Aralık 19879 Kasım 1989Anavatan Partisi18İsmet Kaya Erdem
21 Kasım 198920 Ekim 1991Anavatan Partisi19Hüsamettin Cindoruk
16 Kasım 19911 Ekim 1995Doğru Yol Partisi20İsmet Sezgin
18 Ekim 199524 Aralık 1995Doğru Yol Partisi21Mustafa Kalemli
25 Ocak 199630 Eylül 1997Anavatan Partisi22Hikmet Çetin
16 Ekim 199718 Nisan 1999Cumhuriyet Halk Partisi23Yıldırım Akbulut (2. kez)
20 Mayıs 199930 Eylül 2000Anavatan Partisi24Ömer İzgi
18 Ekim 20003 Kasım 2002Milliyetçi Hareket Partisi25Bülent Arınç
19 Kasım 200222 Temmuz 2007Adalet ve Kalkınma Partisi26Köksal Toptan
9 Ağustos 20079 Ağustos 2009Adalet ve Kalkınma Partisi27Mehmet Ali Şahin
9 Ağustos 200912 Haziran 2011Adalet ve Kalkınma Partisi28Cemil Çiçek
4 Temmuz 2011GörevdeAdalet ve Kalkınma Partisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanları (1920/2012)


Türkiye Cumhurbaşkanlari Resimleri

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkomutanıdır. Cumhurbaşkanı tek dereceli seçim sonucu beş yıllığına görev yapar. Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir. Cumhurbaşkanının hastalık, yurt dışına çıkma, ölüm, çekilme veya başka bir nedenle görevini sürdürememesi durumunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı vekâleten görev yapar. Cumhurbaşkanı en az 40 yaşında, yüksek öğrenim görmüş ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşı olmalıdır.

Bugüne kadar 12 kişi ant içerek cumhurbaşkanlığı yaparken 5 kişi de cumhurbaşkanlığına vekillik etti. Bu kişilerden ikisi görevleri sırasında doğal nedenlerden hayatlarını kaybetti (Mustafa Kemal Atatürk ve Turgut Özal), ikisi askerî darbeler sonucu devrildi (Celâl Bayar ve İhsan Sabri Çağlayangil) ve biri Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından görevden alındı (Cemal Gürsel).

İlk cumhurbaşkanı Atatürk, 1923'te oy birliği ile seçildi. 15 yıl 12 gün ile bu görevde en çok kalan kişi olan Atatürk, dört dönem cumhurbaşkanlığı yaptı. Özal ise 3 yıl 159 gün cumhurbaşkanlığı yaparak bu görevde en az kalan kişi oldu. Göreve geldiğinde 42 yaşında olan Atatürk en genç, 69 yaşında olan Fahri Korutürk ise en yaşlı cumhurbaşkanıdır.

   

Mustafa Kemal Atatürk
(1881–1938 )
29 Ekim 1923 10 Kasım 1938
[n 1] Cumhuriyet Halk Partisi 1
(1923) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
(1920–1923)



Mustafa Abdülhalik Renda
(1881–1957)
(vekâleten)
10 Kasım 1938 11 Kasım 1938
Cumhuriyet Halk Partisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
(1935–1946)

   

İsmet İnönü
(1884–1973)
11 Kasım 1938 22 Mayıs 1950
Cumhuriyet Halk Partisi 5
(1938 ) Türkiye Başbakanı
(1923–1924, 1925–1937)

   

Celâl Bayar
(1883–1986) 22 Mayıs 1950
Demokrat Parti
(1950) Türkiye Başbakanı
(1937–1939)

   

Cemal Gürsel
(1895–1966)

27 Mayıs 1960
10 Ekim 1961
Askerî
10 Ekim 1961 2 Şubat 1966
Bağımsız
Türk Kara Kuvvetleri Komutanı


İbrahim Şevki Atasagun
(1899–1984)
(vekâleten)

2 Şubat 1966 28 Mart 1966
Bağımsız
Cumhuriyet Senatosu Başkanı

   

Cevdet Sunay
(1899–1982)

28 Mart 1966 28 Mart 1973
Bağımsız
Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı



Tekin Arıburun
(1903–1993)
(vekâleten)
28 Mart 1973 6 Nisan 1973
Adalet Partisi
Cumhuriyet Senatosu Başkanı
(1970–1977)

   

Fahri Korutürk
(1903–1987)
6 Nisan 1973 6 Nisan 1980
Bağımsız
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı



İhsan Sabri Çağlayangil
(1908–1993)
(vekâleten)
6 Nisan 1980 12 Eylül 1980
Adalet Partisi
Cumhuriyet Senatosu Başkanı

   

Kenan Evren
(1917–2015)
12 Eylül 1980 9 Kasım 1982 Askerî
9 Kasım 1982 9 Kasım 1989
BağımsızTürk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı
(1978–1983)

   

Turgut Özal
(1927–1993)
9 Kasım 1989 17 Nisan 1993
Anavatan Partisi
Türkiye Başbakanı



Hüsamettin Cindoruk
(1933– )
(vekâleten)
17 Nisan 1993 16 Mayıs 1993
Doğru Yol Partisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
(1991–1995)

   

Süleyman Demirel
(1924–2015)
16 Mayıs 1993 16 Mayıs 2000
Doğru Yol Partisi
Türkiye Başbakanı
(1965–1971, 1975–1977, 1977–1978, 1979–1980, 1991–1993)

   

Ahmet Necdet Sezer
(1941– )
16 Mayıs 2000 28 Ağustos 2007
Bağımsız
T.C. Anayasa Mahkemesi Başkanı
(1998–2000)

   

Abdullah Gül
(1950– )
28 Ağustos 2007 28 Ağustos 2014
Adalet ve Kalkınma Partisi
Türkiye Dışişleri Bakanı
(2003–2007)

   


Recep T a y y i p Erdoğan
(1954– )
28 Ağustos 2014 Görevde
Adalet ve Kalkınma Partisi
Türkiye Başbakanı
(2003–2014)







Thunderbolt Nedir?

Thunderbolt, kod adı “Light Peak”tir, Apple ve Intel’in birlikte geliştirdiği bir arabirimdir. Tek bir bağlantı noktası üzerinden yüksek çözünürlüklü ekranları ve yüksek performanslı veri aygıtlarını destekler.

Mini DisplayPort ile aynı konektörü kullanan Thunderbolt, Şubat 2011’de piyasaya çıkmıştır. DC bağlantısıyla birlikte, PCIe ve DisplayPort verileri taşıyan bir kabloyu kombine eder. Şu anda yaygın olarak Apple tarafından kullanılan teknoloji, aynı konektör üzerinde, her iki yönde (ya da kanalda) de 10Gbit/s’ye varan aktarım hızına ulaşabilir.

Thunderbolt 2, iki kanalı birleştirerek bu hızın 20Gbit/s’ye kadar çıkmasını sağlamıştır (teorik olarak Thunderbolt 1’le aynı aslında; ikisinin de toplam ulaşabildiği hız 20Gbit/s.). Thunderbolt 3 ile ise “40Gbit/s” hızı telaffuz edilmektedir ki, dudak uçuklatan bir hız bu(şöyle diyeyim: USB 3.0 SuperSpeed, 5Gbit/s hıza sahiptir).

Yukarıda da dediğimiz gibi, Thunderbolt adını daha çok Apple cihazlarıyla birlikte duyuyoruz. Belki 2015’te gelecek olan Skylake’le birlikte daha fazla yaygınlaşması sağlanabilir. Tabi bu sırada USB de armut toplamıyor, o da gelişiyor (ve 10Gbit/s hızıyla birlikte elimizin altındaki fareden karşımızdaki 4K monitöre kadar desteğini genişletiyor. Çift yönlü bağlantı noktası da cabası). Bu arabirim çok daha yaygın olduğundan ötürü, Thunderbolt’un işi zor. Bekleyip göreceğiz bakalım neler olacak.

Thunderbolt, tek bir bağlantı noktası üzerinden yüksek çözünürlüklü ekranları ve yüksek performanslı veri aygıtlarını destekleyen devrim niteliğinde bir G/Ç teknolojisidir. Genişletme fikrini çarpıcı bir şekilde yeniden tanımlar.

Thunderbolt teknolojisi, DisplayPort ve PCI Express verilerini taşıyan bir kablo ve basit bir bağlantı noktasıyla çok çeşitli yüksek hızlı çevre birimlerinin yanı sıra yüksek çözünürlüklü ekranlara erişmenizi sağlar.

Mac Pro, MacBook Pro, Macbook Air, Mac ve Retina 5K ekranlı iMac'te yerleşik olan yeni Thunderbolt 2 ile en yeni ekranlara bağlanabilir, çevre birimleriniz için iki kat daha fazla bant genişliğine sahip olabilirsiniz. Ayrıca Thunderbolt teknolojisinin her iki nesli birbirleriyle uyumludur.

PCI Express, bir Mac'teki tüm yüksek performanslı bileşenleri birbirine bağlayan teknolojidir. Ve bu teknoloji, Thunderbolt'ta yerleşiktir. Bu da Mac'inizi kutudan çıkardığınız an, PCI Express hızına sahip olacağınız anlamına gelir. Thunderbolt sayesinde RAID dizileri ve video kayıt çözümleri gibi harici aygıtlarınız kolayca takılıp çıkarılabilir ve Mac'leriniz arasında rahatlıkla taşınabilir.

Thunderbolt, aynı konnektör üzerinde, her iki yönde de 10 GB/s'ye varan aktarım hızına sahip iki farklı kanal sunar. Ultra hızlı, ultra esnek Thunderbolt 2 ise bu hızı 20 GB/s'ye çıkarır. Çevre birimlerine ve çevre birimlerinden USB 2'ye göre 40 kata kadar, FireWire 800’e göre ise 25 kata kadar daha hızlı veri taşıyabilirsiniz. Ayrıca birden fazla yüksek hızlı aygıtı, bir hub ya da anahtar kullanmadan birbirine bağlamak için gerekli bant genişliğine sahip olursunuz. Örneğin, yüksek performanslı birçok harici diski, bir video çekme aygıtını ve hatta bir ekranı tek bir Thunderbolt zincirine bağlayabilir ve maksimum veri akışını sürdürebilirsiniz.

Genişletme seçenekleriniz şimdi Mac’inizin içindeki alanla sınırlı değil. Thunderbolt kasasını kullanarak, PCI Express kartlarınızı kolaylıkla takabilirsiniz. Hatta sınırlı sayıda genişletme yuvası olan bir bilgisayara takabileceğinizden çok daha fazla kartı takmak için, birden fazla kasayı aynı anda bağlayabilirsiniz. PCI Express teknolojisiyle, basit adaptörler kullanarak USB ve FireWire çevre birimlerinizi kullanabilir, Gigabit Ethernet ve Fiber Kanal ağlarına bağlanabilirsiniz.

Thunderbolt 2, en yeni 4K ekranlara erişim sağlar. Aslında, Mac Pro'yla aynı anda üç adede kadar 4K ekran bağlayabilirsiniz. Thunderbolt, DisplayPort teknolojisine dayandığı için Apple Thunderbolt Display ve Mini DisplayPort ekranlarına özgün bir destek sağlar. DVI, HDMI ve VGA ekranlar adaptörlerle bağlanır.

Bir video editörüyseniz, bağladığınız sinema filminin tüm post-prodüksiyon çalışmalarını gerçekleştirmek için yüksek performanslı bir depolama aygıtı, bir 4K ekranı ve yüksek bit hızlı bir video kayıt aygıtını tek bir bağlantı noktası üstünden kullandığınızı hayal edin. Thunderbolt G/Ç teknolojisi; Apple Thunderbolt Display ve Promise Pegasus 2 RAID veya LaCie 2big disk dahil, altı adede kadar Thunderbolt çevre birimini zincirleme olarak bağlayabilmenizi sağlar.* OS X'teki Thunderbolt aracılığıyla IP desteği sayesinde, bir Thunderbolt kablosuyla Mac bilgisayarları arasında 10 GB/s hızında bir bağlantı bile oluşturabilirsiniz.

Tüm bu güç ve ışık hızındaki veri aktarımı, şu ana kadar üretilmiş en gelişmiş kablolardan birisi olan Apple Thunderbolt Kablo üzerinden gerçekleşir. Başka hiçbir kablo, bu kadar fazla şeyi bu kadar şaşırtıcı hızlarda gerçekleştiremez. Üstelik, yalnızca yüksek performanslı aygıtları bağlamakla kalmaz, kendisi de bir o kadar yüksek performanslıdır. Thunderbolt, daha yüksek performans için USB 3’ten iki kat daha fazla güç sağlayarak, harici katı hal sürücüleri gibi çevre birimlerine 10 watt enerji verir. Uzunlukları yarım metre ile 30 metre arasında değişen kablolarla, geniş bir alana dilediğiniz gibi yayılabilirsiniz.


Fairchild Republic A-10 Thunderbolt II Nedir?

A-10 Thunderbolt II, kara birliklerine yakın hava desteği sağlama görevi için özel olarak geliştirilen ilk hava platformudur. Orijinal takma adı "Warthog" (kısaca Hog) olmasına rağmen II. Dünya Savaşı'nda kara birliklerine yakın hava desteği sağlamış olan P-47 Thunderbolt'a izafeten aynı isimle anılmaktadır.

ABD'li Fairchild Republic firması tarafından üretilen A-10 Thunderbolt II, düşük irtifa ve düşük hızda manevra yapabilen, isabetli silah sevk yeteneği olan basit ve etkili, her türlü yer hedefine özellikle de tank ve zırhlı araçlara saldırabilen iki motorlu bir jet uçağıdır. Soğuk Savaş döneminde alçak uçuşla Sovyet tank ve zırhlılarını imha etmek üzere tasarlanmıştır. "Tank Katili" olarak anılır. Savaş alanı üzerinde 300 m altındaki irtifalara inip büyük kanat alanı sayesinde düşük hızlarda yerdeki düşman unsurlarını ateş altına alabilir. Kısa ve ham pistlerden iniş-kalkış yapabilmesi Thunderbolt'a cepheye yakın alanlardan harekat olanağı sağlar. Oldukça dayanıklı bir uçaktır, bu da ona geniş bir kombat yarıçapı ve savaş alanında uzun süre kalabilme yeteneği vermektedir. Sistem ve zırhı sayesinde hayatta kalma olasılığı yüksektir. Hasara karşın pilotun uçağı üsse geri döndürebilecek şekildeki dizaynı ve görev yükü-menzili uçağın dikkat çeken unsurlarıdır. Pilot kabininin etrafı 3.8 cm kalınlığında titanyum zırh ile kaplıdır. Uçağın tümü zırhlı değildir, zırh sadece kokpite ve yakıt deposuna uygulanmıştır. Uçağın dizaynında performanstan çok alçak irtifa (300 m) seyirlerinde yerden açılacak ateşe karşın hedefin imhası ve üsse dönme esas alınmıştır. Bu özellikleri kullanıcı pilotların uçağa güven duymasına ve hedefe giderken konsantrasyonunun korunmasını sağlar. I. Körfez Savaşı'nda bazı A-10 uçaklarında, gövde ve kanatlarda 30 cm civarında uçaksavar mermi delikleri olmasına karşın uçaklar üsse geri dönebilmiştir.

Geliştirilmesi


ABD, Vietnam Savaşı'nda yakın hava desteği için çok değişik tipte farklı uçaklar kullandı. Fakat hiçbirinden beklediği verimi alamadı. Vietnam deneyimleri neticesine, Soğuk Savaşta farklı coğrafyalarda yakın hava desteği sağlayabilecek bir uçak ihtiyacı olduğu saptandı. Northrop Grumman YA-9 ve Fairchild Republic A-10 arasından A-10 seçildi ve 715 adetlik sipariş verildi. Tek kişilik olan A modeli 10 Mayıs 1972'de, iki kişilik eğitim amaçlı olan B modeli de Mayıs 1974'de ilk uçuşunu gerçekleştirdi. İlk servis A-10 uçağı Eylül 1975'de Arizona/Davis-Monthan Hava Üssü'nde göreve başladı. Mart 1984'de son A-10'un teslimatı da tamamlandı. 1978'de FAC (İleri Hava Kontrolü) için bazı A-10 uçakları OA-10 standardına getirildi. Makinalı top kaldı ancak hedef için beyaz dumanlı roketler ve daha sonra da lazer işaretleyiciler takıldı. A-10 ile OA-10 arasındaki temel fark OA-10'un kendini hava tehdidine karşı korumak için AIM-9 Sidewinder havadan-havaya füze taşıyabilmesidir. A-10'un A, B ve C versiyonları vardır. B modeli eğitim versiyonudur ve az sayıda (30) üretilmiştir. Modernizasyon sonrası ortaya çıkan C modeli ilk uçuşunu 20 Şubat 2005'te gerçekleştirmiştir. A-10C geliştirilmiş nişan alma teknolojileri sayesinde JDAM (Müşterek Doğrudan Taarruz Mühimmatı) ve rüzgar etkisi düzeltilmiş mühimmat dağıtıcılar gibi önceki versiyonlarda bulunmayan akıllı silah sistemlerini kullanma yeteneğine sahiptir. Datalink ve glass (dijital) kokpite sahip olan A-10C geliştirilen yetenekleri sayesinde hem her türlü hava koşulunda daha etkin silah donanımı ile yakın hava desteği (CAS) görevlerinde daha etkin olabilecek, hem de daha değerli hedeflerin vurulmasında görev yapabilecektir. En güncel modernizasyon paketini oluşturan Hassas Angajman Programı Aralık 2006'da Arizona Davis-Monthan Hava Kuvvetleri Üssü’nde tanıtılmıştır. Bu program dahilinde sensörlerin tam entegrasyonu, veri bağlantısı ve hedefleme podu başta olmak üzere, birçok geliştirmeye tabi tutulacak olan yeni nesil A-10'lar, bu çalışmaların sonucunda, daha yüksek irtifalardan ve daha uzun menzilden taarruz yapabilecek. Program çerçevesinde uçağın kokpiti de iki adet yeni çok-fonksiyonlu renkli gösterge ve yeni bir HOTAS arayüzünün sisteme eklenmesi ile geliştirilecek. Bu yenilikler pilotun durumsal farkındalığını ve görev performansını arttıracaktır.
Ağır uçaksavar yaralarına rağmen üssüne geri dönmeyi başaran bir A-10

A-10, iki adet General Electric TF34-GE-100 turbofan motoru taşımaktadır. Bu motorların her biri 9.565 libre gücündedir. Motorlar gövde üstündedir ve birbirinden ayrılmıştır. Böylece yerden gelebilecek saldırılarda hasar görmemesi amaçlanmıştır. Motorlardan birisi isabet alsa dahi diğer motor göreve devam edebilir. Motor sesi çok değişiktir, hafif bir ıslık sesini andırır. Bu da uçağın saldırı anında erken fark edilmemesini sağlar. Motorlar düşük sıcaklık yaydıklarından stinger gibi yerden atılan ısıya duyarlı füzelerin takibini zorlaştırır. Uçağın radar izi oldukça yüksektir, radar emici malzeme kullanılmamıştır.

Soğuk Savaş döneminde T-62 tanklarının zırhlarını orta irtifadan delmek için geliştirilen 30 mm'lik GAU-8/A Gatling Makinalı Topu uçağın en etkili silahıdır. Top, 7 namluludur ve 0.43 kg-0.75 kg ağırlığında 1.350 adet mermi kullanır. 6500 metreden tank imhası yapabilir, pilotun seçimine göre dakikada 2100-4200 mermi atabilir. Gatling topunda seyreltilmiş uranyumlu mermiler kullanılır, mermi çekirdeklerinin içinde seyreltilmiş radyasyonlu uranyum çubuklar bulunmaktadır. Bu uranyum çubuklar merminin ateşlenmesi ile ısınarak kimyasal ve atomik bir reaksiyona girer. Hedefi vuran mermi bir bomba etkisi yaparak patlar. Dakikada 3900 mermi havadan yağan bomba yağmuru gibidir. Uçak, dahili top cephanesi ve 11 adet harici silah istasyonunda azami 16.000 libre (7.260 kg), tam dahili yakıtla 12.000 libre azami harici silah yükü taşıyabilmektedir. Uçakta kullanılan diğer mühimmatlar; AGM-65 Maverick, AIM-9L Sidewinder (Sadece OA-10 modelinde), GBU-10 Paveway II, GBU-12 Paveway II, GBU-16 Paveway II ve GBU-24 Paveway III Lazer güdümlü bombalar, Mk-20 Rockeye, BLU-1, BLU-27/B Rockeye II, BL-755, CBU-52/58/71/87/89/97 Demet bombaları, Mk-82/83/84 Genel maksat bombaları, Mk-77 Yangın bombası (Napalm), JDAM (Sadece A-10C modelinde), CBU-105 WCMD (Sadece A-10C modelinde), LAU-68 Hydra 70 mm (2.76 inç) ve 127 mm (5.0 inç) Roket podları taşıyabilmektedir. A-10 ayrıca ALQ-131 elektronik önlem (ECM) podu ve LITENING AT/Sniper XR hedefleme podları (Sadece A-10C modelinde) da taşıyabilmektedir. NVIS (Gece Görüş Sistemi) de Thunderbolt'un sahip olduğu sistemlerden biridir. Bu sistemle uçaklar gece karanlığında da yer hedeflerine saldırı düzenleyebilmektedir.

A-10, I. Körfez, Kosova, Afganistan ve II. Körfez Savaşlarında görev yapmıştır. En büyük başarısı deniz seviyesindeki düz arazide gerçekleşen I. Körfez Savaşı'dır. Uçağın üretim amaçlarına uygunluk gösteren bir coğrafya olan Irak'ta 144 adet A-10 uçağı toplam 8.100 sorti yaptı. % 95.7 göreve hazırlık oranıyla bu filo, tüm savaşta harcanan AGM-65 Maverick'lerin % 90'ını ateşledi. Hedefleri arasında; zırhlı araçlar, personel taşıyıcılar, ikmal konvoyları, Scud lançerleri yer aldı. A-10'lar 987 Irak tankını, 1.200 topçu bataryasını, 9 SAM lançerini, 96 radar istasyonunu ve 2.000 kadar kamyon & taşıyıcı vs aracı tahrip ettiler. Ayrıca Kuveyt sınırında iki adet Mi serisi Irak helikopteri 30 mm Gatling topu ile düşürüldü. I. Körfez Savaşında bir A-10 sağ motoruna 45 adet, sol motoruna ise 20 adet 20 mm lik uçak savar mermisi isabet etmesine rağmen, patlamış iniş takımlarıyla üssüne dönebilmiş ve sorunsuz bir iniş gerçekleştirmiştir.
USAF A-10A Thunderbolt II.

I. Körfez Savaşı'ndan sonra ABD Hava Kuvvetleri kuvvet yapısında standartlaşma istemekteydi. A-10 uçaklarının bir kısmının müttefik devletlere transferleri ve yerlerine yakın hava desteği için düzenlenmiş F-16 (A-16) uçaklarının hizmete girmesi planlandı. Türkiye'ye de NATO Güney Kanat Yardımı kapsamında 50 adet A-10 uçağının satışı teklif edildi. Türk tarafının yaptığı incelemeler sonunda bu uçakların yaş ve açık depolama sonucu kullanılabilir hale getirilebilmesinin zor ve pahalı olduğu ve standartların dışında (30 mm makinalı top, motorlar) parçalarının olması gerekçesiyle teklif kabul görmedi. Teklifin kabulü durumunda hizmet ömrünü yarılamış 2 filoluk bir kuvvet için Türkiye'de büyük bir altyapı yatırımı yapılması gerekecekti. Ayrıca, uçakların Hava Kuvvetlerinde mi yoksa Kara Kuvvetlerinde mi görev yapacağı tartışması da yaşanmıştı.

Yakın Hava Desteği uçağının önemini iyi kavrayan ABD Hava Kuvvetlerini, A-10'ların yerine F-16'ları zırhlı hedeflere saldırı ve yakın hava desteği öncelik alınarak modernize edip "A-16" adıyla göreve katmayı planlıyordu. Fakat 1990'ların ikinci yarısında gövde altında 30 mm Gatling toplu F-16 uçaklarıyla yapılan denemelerde problemlerle karşılaşıldı. F-16'nın serbest uçuşlu bomba atışında isabet yüzdesi A-10'dan daha yüksekti fakat yakın hava desteği için yapması gereken düşük irtifa/düşük hızda manevraların uçağın kritik aksamında yüksek oranda yıpranma yaptığı belirlendi. Böylece bu plandan vazgeçildi ve A-10'un modernize edilmesi kararlaştırıldı. Modernizasyon sonucu bu uçakların 2040'a kadar hizmette kalması planlandı. Modernize edilmeyen uçakların Güney Kore, Japonya, Suudi Arabistan gibi müttefik devletlere yardım kapsamında transferi düşünüldü fakat bu ülkeler saldırı helikopteri tedarikini tercih ettiler.

A-10'un tek kullanıcısı ABD'dir. ABD Hava Kuvvetleri (USAF) ve Ulusal Hava Muhafızları (ANG) birliklerine bağlı 150+ A-10A, 100+ OA-10A ve 95 A-10C (Ocak 2008 yılı tahmini verileri) aktif olarak görev yapmaktadır. Çeşitli modernizasyon programları ile bu uçakların 2040'lı yıllara kadar hizmette tutulması planlanmaktadır.

Teknik özellikler


    Boyut Doneleri
    Uzunluk : 16.26 m (53.33 ft)
    Kanat Genişliği : 17.53 m (57.50 ft)
    Yükseklik : 4.47 m (14.67 ft)
    Kanat alanı: 47.02 m2 (506 ft2)
    Ağırlık Doneleri
    Boş Ağırlık : 9.183 kg (20.246 lb)
    Azami Kalkış Ağırlığı : 23.585 kg (52.000 lb)
    Yakıt Kapasitesi : Dahili : 4.885 kg (10.700 lb), Harici : 3 x 600 galon (2.270 lt) yakıt tankı
    Azami Faydalı Yük : 7.260 kg (16.000 lb)
    Güç Kaynağı
    Motor : 2 x General Electric TF-34-GE-100 turbofan
    Motor Gücü : 2 x 9.565 lbf (40.32 kN)
    Performans
    Azami Hız : 705 km/s (440 mph) (Deniz seviyesinde)
    Seyrüsefer Hızı : 555 km/s (345 mph) (Deniz seviyesinde)
    Servis Tavanı : 41.200 ft (12.550 m)
    Tırmanma Hızı : 6.000 ft (1.800 m) / dakika
    Menzil : Azami yakıt ile 3.950 km (2.130 nm), Tipik yükleme ile 2.000 km (1.080 nm)
    G Limiti : + 5.5


Silah donanımı



    Top
        1 x 30 mm GAU-8/A Gatling (7 namlu, 1.350 mermi)
    Havadan Havaya Muharebe Füzeleri
        AIM-9L Sidewinder (Sadece OA-10 versiyonunda)
    Havadan Karaya Taaruz Füzeleri
        AGM-65B/D/G Maverick
    Bombalar
        GBU-10 Paveway II, GBU-12 Paveway II, GBU-16 Paveway II, GBU-24 Paveway III Lazer güdümlü bombalar
        Mk-20 Rockeye, BLU-1, BLU-27/B Rockeye II, BL-755, CBU-52/58/71/87/89/97 Demet bombaları
        Mk-82/83/84 Genel maksat bombaları
        Mk-77 Yangın bombası (Napalm)
        JDAM (A-10C)
        CBU-105 WCMD (A-10C)
        LAU-68 Hydra 70 mm (2.76 inç) ve 127 mm (5.0 inç) Roket podları
    Elektronik Muharebe Destek Donanımları
        ALQ-131 ECM podu
        LITENING AT/Sniper XR hedefleme podları (A-10C)


İŞ KOLİKMİSİNİZ…?



İşkolik ne demektir?

Bir kişinin çalışmayı ”hayat mottosu” haline getirmesi ve bütün yaşamsal aktivitelerini ikinci plana atarak sürekli işi üzerine bir şeyler yapmasına toplum arasında işkoliklik diyoruz. Bu tip bireyler tek bir an boş durmadan sürekli çalışmak isteği içerisindedirler. Hayatlarından ”boş vakit” diye bir kavramı çıkartıp 7/24 işlerinin üzerine yoğunlaşan, ailesel ve sosyal yaşantılarını bir kenara bırakan işkolikler, çalışmadıkları bir süreç geçirirlerse bundan son derece rahatsızlık duyarlar. Uzmanların dile getirdikleri düşünceler ise işkoliklerin genel hayatlarında işlerinden uzak tutulmaya çalışıldıkları an agresifleşip kötü bir tutum sergiledikleri, sürekli daha iyisi olsun istedikleri için sürekli bir eksiklik duygusu içerisinde bulundukları, kendi varlıklarını tescilleyebildikleri tek yer olarak işlerini görmeleri ve bu eksiklik duygularının bunalıma kadar gittiği yönündedir.

İşkoliklik belirtileri nelerdir?

Hayatın akışından ”boş vakit” kavramını kaldırmak

Çalışmaya ayrılan süreyi git gide arttırmak

Çalışmadan bir türlü duramamak

Çalışmadığı zaman huzursuz ve mutsuz hissetmek

Zamanının çok büyük bir bölümünü işe ve çalışmaya ayırmak

Bedensel ve ruhsal olarak zarar görse de çalışmayı bırakamamak

İş yüzünden diğer bütün sorumlulukları geri plana atmak

iskolik-nedir-iskolik-diye-kime-denir-2

İşkoliklikten kurtulmak için neler yapılabilir?

İş hayatı ve özel hayat arasındaki çizgiyi aşmamak

Etrafınızdaki ve hayatınızdaki bütün işlerin sorumluluğunu üstlenmeyi bir kenara bırakmak

İşkolikliğin sebeplerini keşfetmeye başlayarak bunların üzerine gitmek

Aile yaşantısı ve sosyal yaşantıda iş konusunun konuşulmaması

Mümkün olduğunca bir sosyal aktivite(spor, sinema vb.) içerisinde bulunmak

Dinlenme aktivitesini ”tembellik” olarak görmekten vazgeçmek

Dünya üzerindeki herkes gibi sizin de hata yapabileceğinizi kabullenmek

İşyerinizde molaları zihinsel ve bedensel yorgunluklarda değil motive olabilecek zamanlarda vermeyi tercih etmek

Her zaman daha fazlasını değil, mümkün olabilecek şartlardaki hedefleri özümsemek

Kendi limit skalanızı biraz daha küçültmek


Televizyonun İcadı  - 26 Ocak 1926

Televizyon veya kısaca TV, bir vericiden elektromanyetik dalga hâlinde yayınlanan görüntü ve seslerin, ekranlı ve hoparlörlü elektronik alıcılar sayesinde yeniden görüntü ve sese çevrilmesini sağlayan haberleşme sistemidir. Aynı zamanda kitle iletişim aracı da olan televizyon, yayınlanan görüntü ve sesleri alıcıya ulaştıran elektronik cihaz sistemidir.

İçindekiler

    1 Etimoloji
    2 Tarihçe
        2.1 Renkli televizyonlar
    3 Televizyon hakkında
    4 Televizyonun parçaları
    5 Yayın tipleri
    6 Sosyal etkisi
    7 Ayrıca bakınız
    8 Notlar

Etimoloji

Televizyon sözcüğü, Yunanca uzak anlamındaki tele ve Latince görmek anlamındaki visio sözcüklerinden, 20. yüzyıl başlarında türetilmiştir. Sonradan Türk Dil Kurumu tarafından televizyon sözcüğüne karşılık olarak göreç, izleç, izlengeç, uzakgör ve bakaç kelimeleri önerilmiştir ama bu kelimeler benimsenmemiştir. Türk Dili dergisinde Kırgız Türkçesinde televizyon anlamında kullanılan сыналгы /sınalgı/ sözcüğünün kullanılması da gündeme getirilmiştir.[1]
Tarihçe

Televizyon 1923 yılında, John Logie Baird tarafından İngiltere'nin Hastings kasabasında icat edilmiştir. İlk televizyon görüntüsü ise yine Baird tarafından 1926 yılında yayınlanmıştır. Başlangıçta noktalar halinde ve titrek olan görüntülerin kalitesi Baird tarafından geliştirilmiştir. Baird'in televizyon sisteminde mekanik olarak döndürülen diskler kullanmasına karşın aynı dönemde Marconi - Emi sistemi gibi elektronik olarak işleyen rakip sistemler de üretildi.

1930'ların başında televizyon elektronik eşya olarak satılmaya ve geniş kitlelere hitap etmeye başladı. Örneğin 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları Almanya'da evlerdeki televizyonlardan izlendi.
Renkli televizyonlar

1940'larda renkli televizyon çalışmaları hız kazandı. 1950'lerde ABD'de ilk renkli televizyon satışa çıktı, ancak renkli televizyon ABD'de 1960'larda geniş kitlelerce kullanılmaya başlandı.
Televizyon hakkında

Televizyon yayını, elektromanyetik yoluyla halkın doğrudan doğruya alması maksadıyla yapılan hareketli veya sabit resimlerin, sesli veya sessiz kalıcı olmayan görüntülerinin renkli ya da siyah beyaz yayınıdır.
Televizyonun parçaları
OT-1471 Belweder, 1957
1. güç düğmesi / volume
2. parlaklık
3. ses ayarı
4. dikey senkronizasyon
5. yatay senkronizasyon
6. kontrast
7. kanal arama
8. kanal düğmesi

Televizyon sisteminin temel parçaları şunlardır :

    Resim kaynağı :  Canlı görüntüler için profesyonel bir video kamera ya da banttan görüntüler için bir video cihazı.
    Ses kaynağı :  Bir mikrofondan alınan elektrik sinyalini herhangi ses çıkışından iletilmesiyle oluşturulur.
    Verici : Radyo sinyalleriyle ses ve görüntünün taşındığı sistem.
    Verici Anten :  Vericinin radyo dalgalarını televizyon alıcısının antenine taşıma işini görmektedir.
    Alıcı Anten :  Vericiden gelen radyo dalgalarını Televizyon alıcısına taşıma işini görmektedir.
    Televizyon Alıcısı :  Vericiden gelen radyo dalgalarını elektrik yardımıyla tekrar ses ve görüntü formuna sokan aletidir.
    Ekran :  Görüntüyü izleyebildiğimiz düz platformun adıdır.
    Hoparlör :  Sesi duymamıza imkan veren parçadır.
    Tuşlar : Kanalı değiştirmeye,ses açıp kapamaya yarar.

Yayın tipleri

    NTSC :  İlk olarak 1954 yılında ABD'de NTSC (National Television Svstems Committe - Ulusal Televizyon Sistemleri Komitesi) sistemi geliştirilmiş olup ABD'nin yanı sıra Kanada, Meksika ve Japonya'da hala kullanılmaktadır.
    PAL (Phase Alternation Line - Satır Atlamalı Faz) Almanya'da geliştirilmiş olup Avrupa ülkeleri (Türkiye) ve Avustralya'da kullanılmaktadır.
    SECAM (SÉquentiel Couleur À Mémoire - Bellekli Elektronik Renk Sistemi) Fransa, Rusya, Macaristan ve Cezayir'de kullanılmaktadır.

Sosyal etkisi

Sayısal yayınların başlamasına kadar televizyon izleyicisi sadece alıcı durumunda idi. Sayısal yayınlar sayesinde kullanıcının etkileşime geçmesi süreci başladı. İzleyicilerin sürekli alıcı olması, televizyonun kolay ulaşılabilir bir "kaynak" olması, kullanılan etkili görsel ve işitsel öğelerle etkisinin yüksek olması, birçok aydının televizyona soğuk bakmasına neden oldu. Günümüzde televizyon yayıncılığının ilk amacı, reklam ve ticaret üzerine kuruludur. Ancak toplumda psikolojik etkisi de oluşmuş ve televizyon bağımlılığı olarak tabir edilen bir rahatsızlık ortaya çıkmıştır.

Hayatımıza girmiş birçok yararlı cihaz bulunur fakat bunlardan hiçbirisi televizyon kadar popüler olamamıştır. Bazılarımız için olmazsa olmaz aygıtlardan birisidir televizyon. Olup bitenlerden en kısa sürede haberdar olabildiğimiz, önemli bir bilgi ve tabiki eğlence kaynağımızdır. Amerika’da insanlar gününün ortalama 6 saatini sadece televizyon karşısında geçiriyor. Günümüzde bu kullanım yavaş yavaş internete doğru kaymakta ve insanların televizyona olan bağlılığı her geçen gün azalmaktadır. Televizyon üzerindeki ilk çalışmalar John Logie Baird tarafından başlamış ve 1924 yılında görüntüyü oluşturabilen ilk çalışan örneği somut olarak ortaya koyulmuştur. Fakat bu televizyon tamamen mekanik bir sistemle işlemekteydi. TV’lerin günümüzde kullandığımız tüplü(CRT) televizyon haline gelmesi Philo Taylor Farnsworth’un temelini attığı çalışmalarla sağlanmıştır. Bu nedenle televizyonu icad eden kişi olarak her iki isim de anılmaktadır.

John Logie Baird
Televizyon tarihi bundan yaklaşık 80 sene öncesine dayanır. 13 Ağustos 1888’de İskoçya’nın Helensburgh kentinde doğan ve burada büyüyen John Logie Baird, elektrik konusuna çok meraklı bir çocuktu. Evinin arka bahçesinde bulunan petrolle çalışan jeneratörden elde edilen elektrikle bütün evi aydınlatıyordu. Bu ev aynı zamanda şehirde akşamları aydınlatılan tek ev olma özelliğine sahiptir. Elektrik konusundaki merakı gün geçtikçe artan Baird, evinde bir telefon santrali kurarak dışarıdaki arkadaşlarıyla konuşma yapabiliyordu. Oldukça sınırlı kapasiteye sahip olsa da, 12 yaşında böyle bir elektrik hattını kurup, çalışmasını sağlamak herkesin başarabileceği birşey değildi.

Eğitimini Glasgow ve Batı İskoçya Teknik Koleji’nde sürdüren Baird, buradan elektrik mühendisi olarak mezun oldu. Daha sonra Glasgow Üniversitesi’nde master yaparak eğitimini devam ettiren Baird, Birinci Dünya Savaşı esnasında eğitimine ara vermek zorunda kalarak orduda çalışmak için başvurdu. Fakat sağlık sorunları nedeniyle başvurusu kabul edilmedi. Daha sonra Clyde Vadisi’ndeki Elektrik Şirketi’nde iş buldu. Burada bir süre çalışan Baird, yine sağlık problemleri nedeniyle işi bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra birkaç ufak işte çalıştıktan sonra 1922’de memleketi Sussex’e geri dönerek tamirciliğe başladı. Burada karmaşadan uzak bir ortamda kendisiyle başbaşa kalarak, hayalini kurduğu görüntü ve sesi elektronik olarak taşıma fikri üzerinde çalışmaya başladı. İlk başlarda basit bir dikiş iğnesi, bisiklet lambası ve bir teneke parçası ile birşeyler yapmaya çalışan Baird, insanlara çok uçuk gelen bu fikir üzerinde gittikçe artan heyecanla çalışmaya devam eder. Elindeki imkansızlıklarla pek birşey başaramayacağını anladığında ise, teknolojik imkanlara daha rahat ulaşabileceği Soho’ya taşınır ve burada bir laboratuvar kurar.

Burada ilk olarak bir çay kutusu üzerine yerleştirdiği ve “Televisor” diye adlandırdığı, dikiş iğnesi, kesilmiş karton ve bisküvi kutusundan oluşan düzeneği çalıştırmayı başarır ve yandaki surat görüntüsünü meydana getirir. 25 Haziran 1925’te tarihin ilk televizyon patentini alan Baird’in başarısı kısa sürede büyük ilgiyle karşılanır ve televisor adını verdiği icadını ilk kez 26 Ocak 1928’de Kraliyet Enstitüsü’ne tanıtır. Görüntüyü elektronik olarak aktarma denemeleri de sonuç verir ve bundan bir yıl sonra ilk görüntü aktarımını gerçekleştirmeyi başarır. Bu sayede 1929’da ilk televizyon istasyonunu hayata geçirir ve o dönem radyo yayını yapan BBC ile anlaşarak televizyon yayınları yapmaya başlar. İlk etapta bölgesel olarak sınırlı bir alanda yayın yapan BBC, 1930 yılında Amerika ve İngiltere’de resmen yayına başlar. Londra’da 20 bin kişiye ulaşan büyüklükte yayın yapan John Logie Baird, kariyerinin zirvesine ulaşmış oldu.

14 Haziran 1946’da hayatını kaybeden John Logie Baird, bilinen ilk televizyonun temellerini atmıştır. Daha sonraları televizyonun elektromanyetik sistemi Philo Taylor Farnsworth tarafından değiştirilerek günümüzde kullanılan tüplü TV’ler haline gelmesinde büyük rol oynamıştır. Ama televizyonun mucitlerinden birisi olarak John Logie Baird daima anılmaya devam edilecektir.

John Logie Baird’in 25 Haziran 1925 tarihli ilk televizyon patentini görmek için  :  tıklayın.

Philo Taylor Farnsworth
Philo Taylor Farnsworth 19 Ağustos 1906’da ABD’nin batı eyaletlerinden Utah’da doğdu. Babası Lewis Edwin Farnsworth, eşi Serena Bastian Farnsworth ve oğlunu alarak ABD’nin Idaho eyaletine taşındı. Lewis Edwin Farnsworth burada marabacılık(ortakçılığa dayanan bir tarım işçiliği) yaparak ailesini geçindirmeye başladı. Yeni evlerine taşındıktan sonra evdeki kablolu elektrik sistemi Philo’nun dikkatini çekti ve çamaşır makinasının elle dönen kısmına bir elektrik motoru yerleştirerek çalışmasını sağladı. Zamanla genç Philo’nun elektriğe olan merakı zamanla iyice arttı ve eviyle eyalet dışı arasında ilk telefon görüşmesini gerçekleştirdi. Bilim otoriteleri tarafından da dikkate alınan Farnsworth, ailesine yardım etmek amacıyla Idaho’ya geri döndü. Burada Elma Gardner Farnsworth ile tanışıp, 1926 yılında evlendiler. Daha sonra Philo Farnsworth, televizyon üzerine yapmaya başladığı deneylerini sürdürmek için California’ya taşındı.

Farnsworth burada “Image Dissector” isimli pratik bir kamera gözü üzerinde çalışıyordu. Bu dönemde Baird’in icad ettiği mekanik televizyon, birçok hareketli parça barındırıyordu. Farnsworth tamamen elektronik bir televizyon hayalini gerçekleştirmek üzere sıkı bir çalışma yürüttü ve Farnsworth’un Image Dissector kamera tüpü 1927 yılında ilk görüntüsünü aktarmayı başardı. Fakat televizyon hala aydınlatma için karbon yay lambası kullanılıyor ve mekanik parça barındırıyordu. Farnsworth 1929 yılında buna da bir çözüm buldu ve hiçbir mekanik parça barındırmayan televizyonu icad etti. Philo Taylor Farnsworth bu büyük icadının patentini 1930 yılında aldı.

1936 yılının Kasım ayında Farnsworth İngiltere’ye hareket etti ve John Logie Baird’in şirketiyle bir anlaşma yaptı. Bu sayede BBC televizyon sistemi yenilenerek image dissector kameraya sahip oldular. Bu kamera oldukça gelişmiş bir yapıya kavuşturuldu ve televizyonlara elektron çoğaltıcı eklenerek yüksek kontrasta sahip görüntüler elde edildi. Farnsworth 14 yaşında çalışma prensibini çözdüğü image dissector televizyon kamerasını 21 yaşında çalışır hale getirmiş oldu. Farnsworth’un icad ettiği kamera teknolojisi tüplü CRT(cathode ray tube) ekranlar için esin kaynağı olmuştur. Televizyondaki gerçek hareketli görüntünün sağlanması Farnsworth sayesinde olmuş ve tüplü ekranların yapılabilmesine büyük katkı sağlamıştır. Bu nedenle günümüzde kullanılan televizyonun mucidi Philo Taylor Farnsworth olarak da bilinmektedir.

Philo Taylor Farnsworth’un 26 Ağustos 1930 tarihli televizyon patentini görmek için  :  sayfa 1, 2, 3 tıklayın.

Nasıl Çalışır
Günümüzde bulunan tüplü televizyonların tamamı CRT(Cathode Ray Tube  :  Katot Işınlı Tüp) olarak adlandırılan bir teknolojiye sahiptir. Bu ekranlarda görüntü oluşturma sistemi yüzbinlerce ampulün bir araya getirilmesi şeklinde tarif edilebilir. Çünkü CRT ekranların yüzeyi yüzbinlerce küçük noktadan oluşmuştur. Bunlara piksel adı verilir. Piksellerin her biri ayrı şekilde aydınlatıldığından ve her biri farklı renk oluşturabildiğinden, piksellerin belirli bir düzende yanması görüntü oluşumunun kaynağıdır.

CRT ekranlar koni şeklindedir. Koninin dar ve sivri ucunda elektron tabancası bulunur. Koninin genişleyen ağzı dikdörtgen şeklini alır ve bu kısım fosfor tabakasıyla kaplıdır. Anot ve katot olarak adlandırılan terimler elektronikte artı(+) ve eksi(-) kutupları ifade eder. Bir pili örnek alacak olursak, artı uç anot, eksi uç katot olur. CRT ekranlarda katot, elektron tabancası içerisinde ısınmış bir filaman(ince tel) şeklinde yer alır.

Tüpün içi vakum bir ortamıdır yani hava bulunmaz. Katot filamanın ısınmasıyla elektronlar vakum içerisinde serbest olarak hareket edebilecek durumdadırlar ve anot ekran yüzeyiyle olan gerilim farkından dolayı elektronlar ekrana doğru bir ışın demeti halinde odaklatılarak fırlatılırlar. Ekran yüzeyindeki fosfor tabakasına çarpan elektronlar parlayarak pikselleri aydınlatır. Oluşturulan bu ışın demeti etrafında bulunan yatay ve dikey saptırma bobinleri vasıtasıyla ekranın her noktası için renk oluşturulur.

Işın demetleri elektron tabancasından üç ana renkte yayılır. Bunlar “RGB Colors” olarak bilinen Kırmızı, Yeşil ve Mavi renkleridir. Bu renklerin karışımı ile doğadaki tüm ara renkler üretilebilir. Bu renklerin %100 oranında karışımı beyaz rengi, hiç ışık yollanmaması yani karanlık da siyah rengi oluşturur. Diğer tüm ara renkler ise, bu ana renklerin değişik oranlarda karışımıyla elde edilir. Işın demeti ekrandaki fosfor tabakasına yollanırken delikli bir gölge maskesinden geçerler. Bu maske, ışının sadece kendi rengine ait olması istenilen yerlere çarpmasını sağlar. Ekrandaki her piksel üç alt piksele ayrılmıştır ve gölge maskesinden süzülerek çok hassas bir ayarlamayla geçen elektron demeti alt pikselleri ayrı ayrı aydınlatır. Sonucunda ana piksel, alt piksellerin birleşimiyle oluşan rengi yansıtır ve televizyon ekranında o renk gözükür. Bu olay çok yüksek hızda olup saniyede binlerce kez yapıldığından, alınan TV sinyali ekranda gerçek zamanlı olarak görüntü oluşumunu mümkün kılar.

AUF DEUTSCH

Mechanisches Fernsehen
Dies ist eine gesichtete Version dieser SeiteDetails zeigen/verstecken
Das Bild zeigt das Testbild der NBTVA, aufgenommen durch Klaas Robers von einem von ihm gebauten Fernseher mit Nipkow-Scheibe.

Das sogenannte mechanische Fernsehen ist eine zusammenfassende Bezeichnung, ein Gattungsbegriff für das erste bestehende Fernsehverfahren. Es umfasste die technischen Prozesse der Funktion von Studio- und Sendeanlagen bis hin zu den Empfängern. Das spätere System, welches dieses erste Fernsehen der 1920er bis 1940er Jahre ablöste, war das voll-elektronische Fernsehen, das bis in die Gegenwart besteht.

Der Begriff mechanisches Fernsehen ist, obwohl es ein Fernsehverfahren ist, das mit

    mechanischen,
    optischen,
    elektrischen und
    elektronischen

Bauelementen arbeitet, bisher nicht aktualisiert worden. Im Bereich vom Amateurfernsehen wird teilweise das Prinzip dieses ursprünglichen Fernsehens heute noch angewendet.

Inhaltsverzeichnis

    1 Geschichte
        1.1 Von Pendeln, Trommeln und Scheiben
        1.2 Pioniere
    2 Etablierung als Medium
        2.1 Sendeanlagen
        2.2 Empfänger
        2.3 Televisor
        2.4 Bildseitenverhältnis
        2.5 Sendertabelle
    3 Begriffe
        3.1 Elektrische und elektronische Teile
        3.2 Optische Teile
        3.3 Begriffszuordnung
        3.4 Echtes mechanisches Fernsehen
    4 Gegenwart
        4.1 Verfahren mit Bauteilen des Mechanischen Fernsehens
        4.2 Fortsetzung als „elektrisches Fernsehen“
    5 Weblinks
    6 Einzelnachweise

Geschichte
Aufnahme- und Wiedergabe-Prinzip nach J. L. Baird

Um ein Bild vom Studio bis zur heimischen „Mattscheibe“ zu übertragen, sind zahlreiche Schritte notwendig. Das mechanische Fernsehen umfasst die ersten Versuche der Bildübertragung. Die Grundlage dafür legten die Pioniere der Bildtelegraphie (historisch  :  Kopiertelegraphie) mit ihren Arbeiten um unbewegliche Bilder zu übertragen. So entwickelte bereits in der ersten Hälfte des 19. Jahrhunderts u.a. Frederick Collier Bakewell eine rotierende Trommel, ummantelt mit einer Folie aus Metall und einem elektrischen Kontakt, der ein darauf angebrachtes Bild spiralförmig abtastet.[1] Die Weiterentwicklung dieses Trommel-Prinzips für bewegte Bilder war ein wichtiger Weg des mechanischen Fernsehens, das zu diesem Zeitpunkt „electrisches Fernsehen” hieß.[2]
Von Pendeln, Trommeln und Scheiben
Zeichnung einer optischen 30-Loch-Bildzerlegungs-Scheibe in Spiralform

Die erste brauchbare Realisierung des wichtigen Schrittes des Prozesses Fernsehen, der Bildzerlegung, erfand 1883 Paul Nipkow. Zuvor stellte er sich drei Aufgaben  : 

    das mit nicht leitender Tinte gezeichnete Bild ersetzen wollen durch ein Lichtbild, wie es direkt von einem Gegenstande mittels einer Linse oder eines Hohlspiegels auf seinem Schirme entworfen wird; man könnte
    ein mit nicht leitender Tinte gezeichnetes Bild in der Weise übermitteln wollen, daß der Empfangsapparat eine Kopie des Originales in Form eines Lichtbildes auf einen Schirm projiziert; oder man könnte endlich
    die beiden genannten Verbesserungen an demselben Apparat anbringen wollen

Die Ausgangslage beschreibt er so  :  „Apparate, die etwas derartiges leisteten, hatte man bereits in den Kopirtelegraphen; man konnte in der That mit Hülfe derselben ein unter gewissen Umständen gezeichnetes Bild in die Ferne übertragen.“ Auf dem Weg zu seiner eigenen Erfindung waren für ihn das auch auf einer Drehscheibe basierende (und später mehrfach weiterentwickelte) Telectroscope von 1877 sowie Constantin Selencq’s d’Ardres und Shelford Bidwell’s 1881er “Tele-Photography” mit einem Zylinder als drehendes Bauteil die wichtigsten Erfindungen.[3]

Nipkows nach ihm benannte rotierende Scheibe ist das Herzstück seines „Elektrischen Teleskopes“. Allerdings ist dies schon strenggenommen kein mechanisches Bauteil mehr, sondern ein optisches. An ein wirkliches „Fern-Sehen“ war damit aber noch nicht zu denken, denn die sich drehende bildzerlegende Scheibe des Senders und die bildzusammensetzende Scheibe des Empfängers liegen noch auf ein und derselben Achse. Eine Synchronisierung beider Scheiben war zwar mit dieser Apparatur auf Entfernung noch nicht möglich, doch das Revolutionäre daran war, dass ein Bild, mit Hilfe der Technik in elektrischen Strom umgewandelt, durch einen Draht „floss“ um wieder als Bild zu erscheinen. Unter dem Namen „Elektrisches Teleskop“, meldete Paul Nipkow 1884 sein Patent[4] beim Kaiserlichen Patentamt an, das dann am 15. Januar 1885 erteilt wurde. Aus Geldmangel jedoch verfiel das Patent schon ein Jahr später und konnte deshalb zahlreichen Fernsehpionieren als Grundlage für eigene Entwicklungen dienen.
Büste in L. Baird’s Heimatstadt Helensburgh
Pioniere
Der sowjetische mechanische Fernsehapparat B-2 („Б-2”) aus dem Leningrader N. G. Kosinzkowo-Werk. Hinter dem runden Glas befand sich das Fernsehbild.

Die Entwicklung des „electrischen Fernsehen” beruht auf den Experimenten mehrerer Technikpioniere. Insbesondere ist die Arbeit Dénes von Mihálys und John Logie Bairds hervorzuheben. Der schottische Erfinder J. L. Baird setzte auf eine Bildzerlegungscheibe, während der ungarische Ingenieur D. von Mihály anfänglich ein vollkommen anderes Verfahren ohne Nipkow-Scheibe entwickelte, bei dem ein Spiegel zwischen einem Hufeisenmagneten schnell oszillierte. In einem verbesserten Verfahren wurde ein Spiegel auf Drahtsaiten befestigt, welche nach Stromdurchleitung in eine schnelle Schwingung versetzt wurden. Nach nur geringen Erfolgen verwendete auch Dénes von Mihály Nipkow-Scheiben; die ersten kommerziellen wurden um 1929 in Zusammenarbeit mit John Logie Baird gebaut. Ein wieder anderes Verfahren entwickelte August Karolus bei Telefunken, wo mit schnell rotierenden Spiegeln gearbeitet wurde. Durch Karolus wurden auch beide Systeme miteinander kombiniert; sprich das Spiegelrad für die horizontale Abtastung und der oszillierende Spiegel für die vertikale Abtastung. Ein weiterer Pionier des mechanischen Fernsehens war René Barthélemy.

John Logie Baird gehört das Verdienst, den ersten voll funktionierenden Fernseher (mit passender Kamera), basierend auf einer Nipkow-Scheibe, im Jahre 1926 vorgestellt zu haben. Bairds „Television Development Company” gelang außerdem die erste transatlantische Übertragung eines Fernsehbildes von London nach Hartsdale (N.Y.) 1928[5][6].

Weitere Pioniere des mechanischen Fernsehens waren für Frankreich René Barthélemy und für die USA Charles Francis Jenkins.
Etablierung als Medium
Sendeanlagen

Sender nach dem Prinzip des mechanischen Fernsehens gab es hauptsächlich in Europa, Amerika und Australien. Versuchsprogramme wurden von 1927 an ausgestrahlt. Nach den ersten Übertragungen folgten 1929 regelmäßige Sendungen in mehreren US-amerikanischen Städten, im britischen London und im australischen Melbourne sowie 1931 in Moskau in der Sowjetunion. Ab 1932 gab es Ausstrahlungen unter anderem in Paris, Brüssel, Rom und an vier deutschen Standorten, Berlin-Witzleben, Döberitz und Königs-Wusterhausen bei und in Berlin[7].
Empfänger
Zeichnung eines Model B Televizor von Logie Baird

Bei der Kommerzialisierung vom mechanischen Fernsehen setzte sich für die Bildzerlegung und für die Empfangsgeräte die Nipkow-Scheibe durch, welche auf der Senderseite bis in die frühen 1940er Jahre zur Bildzerlegung von Filmen Verwendung fand.

Auf Empfängerseite wurden bis ca. 1935 Fernseher mit Nipkow-Scheibe verkauft. Logie Baird vertrieb ab 1928 seinen Model B Televisor[8]. Da die Signale über die Frequenz- bzw. Wellenbereiche der Lang-, Mittel- oder Kurzwelle übertragen wurden, waren beachtliche Reichweiten möglich, die das vollelektronische Fernsehen bis heute nicht erreichen konnte.

Die Ausstattung der Empfänger war unterschiedlich. Es gab sowohl Gesamtempfänger wie auch Zusatzempfänger. Letztere waren beispielsweise die sowjetischen B-2 Geräte, die lediglich das Bild wiedergaben und an ein Kurz- oder Mittelwellenradio angeschlossen werden mussten, um über dieses das Bild vom Sender empfangen zu können. Der Empfang des Tones konnte mit einem zweiten Radio bewerkstelligt werden. Die Empfangsgeräte waren durch ihren schlichten Aufbau von Amateuren durchaus selbst herzustellen. Daher erfreuten sich bei Bastlern die Geräte großer Beliebtheit. Es wurden Bausätze und Bauanleitungen verkauft, praktisch ausschließlich auch nur mit Nipkow-Scheiben. Besonders erfolgreich waren diese Eigenbaugeräte neben Großbritannien auch in den USA, wo allerdings nach einem kurzen Boom aufgrund der zahlreichen verschiedenen Normen und der weiteren Entwicklung zu hochauflösendem Fernsehen das mechanische Fernsehen bis 1933 schnell wieder an Bedeutung verloren hatte.

Der Fernsehdienst der BBC sendete in London mit 30 Zeilen bis 1935. Ebenso in den Niederlanden, hier sogar in der britischen Norm bis September 1939. Praktisch alle Empfänger in beiden Ländern funktionierten mit dem mechanischen Verfahren. Alle verkaufsfähigen Empfangsgeräte erster Generation mit Nipkowscheiben, in Großbritannien, Frankreich, den Niederlanden, der UdSSR wie den USA hatten diese gleiche Bildzeilenzahl eines erzeugten Fernsehbildes von 30 Zeilen. Auch in Deutschland waren bis zur Einführung der späteren Norm mit 180 Zeilen (verwendet bis 1938 ) viele mechanische Empfänger im Einsatz, allerdings war das Fernsehen in Deutschland für den Privatmenschen kaum verbreitet. Zwar gab es auf der Senderseite in den 1940er Jahren verfeinernde Weiterentwicklungen der mechanischen Bildzerlegung, bei der auch wieder Spiegel-Trommelsysteme zum Einsatz kamen, womit bildverbessernde Zeilenzahlen über 400 möglich wurden. Doch zu einer äquivalenten empfängerseitigen Weiterentwicklung kam es in den 1940er Jahren nicht mehr.
Televisor

Logie Baird vermarktete seine Fernseher unter dem Kunstwort „Televisor“, welches bis in die 1950er Jahre im Vereinigten Königreich ein gängiger Ausdruck für einen Fernsehempfänger selbst war. Dieses Wort fand auch Eingang in andere Sprachen, beispielsweise im Russischen ist wie im Spanischen Televisor ein Wort für Fernseher. Unterschieden wird hierbei nicht zwischen mechanischer oder elektronischer Bildzerlegung.
Bildseitenverhältnis

Während auch beim niedrigauflösenden Fernsehen mit mechanischen Bildzerlegern überwiegend ein Bildseitenverhältnis von 1  :  1 oder 4  :  3 (auch beim vollelektronischen Fernsehen hielt man weltweit über 60 Jahre am Format 4  :  3 (12  :  9) fest, durch alle Qualitätsstufen und spätere Farbfernseh-Systeme, bis ab Mitte der 1990er-Jahre das Verhältnis 16  :  9 eingeführt wurde) und horizontalen Zeilen eingesetzt wurden, verwendete Baird eine vertikale Abtastung mit Bildern in Portraitformaten 3  :  2 und 7  :  3. Seine Überlegung war, dass das Fernsehen ohnehin nicht die notwendige Leistung zur Übertragung von Filmen und Landschaftsaufnahmen bietet, aber bestens zur Übertragung von Nahaufnahmen, also in der Regel Menschen, geeignet sei. Die Tatsache, dass die Norm Bairds sich länger behaupten konnte als andere niedrigauflösende Systeme und auch heute noch in abgewandelter Form beim Narrow Bandwidth Television weit verbreitet ist, spricht für die Richtigkeit dieser Überlegung.
Sendertabelle
Gebiet Sende-
beginn Frequenz Sende-
schluss Notiz/Betreiber/Gründer
Vereinigte Staaten USA, über 25 Städte 1929 Verschiedene 1939
Vereinigtes Königreich London I 1929 MW 752 kHz 1932 Longacre
Australien Melbourne 1929 ? ?
Sowjetrussland Moskau 1931 LW 271 kHz, MW 1304 kHz 1941 WZSPS
Belgien Brüssel 1932 MW 589 kHz und 1172 kHz ?
Frankreich Paris 1932 MW 671 kHz ? „Postes, Télégraphes et Téléphones“ (P.T.T.)
Frankreich Südwestl. von Paris, Montrouge 1932 MW 1,5 MHz ?
Deutsches Reich Königs Wusterhausen 1932 LW 183,5 kHz ?
Deutsches Reich Berlin-Witzleben 1932 MW 716 kHz ?
Deutsches Reich Döberitz 1932 MW 2,1 MHz ?
Deutsches Reich Berlin 1932 KW 44,476 MHz ? Reichspost
Vereinigtes Königreich London II 1932 MW 1147 kHz 1935 Brookmans Park
Königreich Italien (1861–1946) Rom 1932 KW 3,75 MHz ?
Niederlande Niederlande 1932 ? 1939
Begriffe

Der Begriff „Mechanisches Fernsehen“ ist zwar international in vielen Ländern üblich und hat sich etabliert, obwohl kaum mechanische Verfahren zur Anwendung kommen. Als einziges mechanisches Element erscheint nur die sichtbar rotierende Nipkow-Lochscheibe. Ob sich der Begriff aufgrund der optischen Wahrnehmung entwickelt hat, dass dieses sich drehende wesentliche Funktionselement als ein mechanisches Bauteil bewertet wurde, ist nicht belegbar. Nipkow selbst bezeichnete seinen Apparat in der Patentschrift als ein „Elektrisches Teleskop“.
Elektrische und elektronische Teile

Die Nipkowsche Vorrichtung besteht größtenteils aus elektrisch betriebenen Bauteilen, von denen mindestens eines – die Selenzelle – bereits ein frühes elektronisches Bauelement darstellt. Des Weiteren erfolgt die Übertragung vom Sender zum Empfänger über ein Kabel, elektrisch. Selbst die Geschwindigkeit des Motors, der die Nipkowscheibe antreibt, muss mit einer elektronischen Schaltung, zumeist mit einer Elektronenröhre synchronisiert werden.
Optische Teile

Auf der Empfänger-Seite wird bei der Nipkowschen Ausführung ein polarisierter Lichtstrahl von dem Magnetfeld einer Spule in Abhängigkeit von dem Signal der Sender-Selenzelle soweit gedreht und durch nachfolgende Linsen gefiltert, dass für das Auge der gleiche Helligkeits-Eindruck hervorgerufen wird, wie er auf der Sender-Seite besteht. Dieser polarisierte Lichtstrahl wurde mit Hilfe eines speziellen optischen Glases, dem sogenannten „Nicolschem Prisma“, erzeugt. Alternativ wurde zur Sichtbarmachung der Helligkeitsschwankungen auch eine mit Schwefelkohlenstoff oder Neon gefüllte Röhre (eine „Glimmlampe“) verwendet. Eine Bildröhre war somit nicht erforderlich. Mit der Einführung dieser und anderer optischer Fernsehverfahren auch teilweise bereits mit ersten optoelektronischen Bauelementen, war schon 1929 der Begriff als mechanisches Fernsehen nicht mehr ausreichend.
Begriffszuordnung

Damit wird sichtbar, dass der Begriff des „mechanischen Fernsehens“ zu kurz gefasst ist. Allenfalls korrekt wäre noch die Begriffsbildung „mechanische Bildzerlegung“. Der international übliche Begriff mechanisches Fernsehen ist also eher als eine historische abgrenzende Bezeichnung für alle anderen Verfahren des Fernsehens und seiner Technik

    vom Aufnehmen bzw. Abtasten,
    Ton- und Bildzerlegen,
    Übertragen,
    Senden und Empfangen
    bis zur Aufbereitung für das Endgerät,

die nicht auf Techniken vom vollelektronischen Fernsehen basieren.

Der Begriff ist so - letztlich nur als Gattungsbegriff zur Abgrenzung zu verstehen. Da der Begriff aber nicht eindeutig ist und bisher nicht aktualisiert wurde, ist als Konsequenz eine einwandfreie Zuordnung von seither entwickelten Technologien jedoch oft problematisch.
Echtes mechanisches Fernsehen

Grundsätzlich ist durchaus ein vollmechanisches Fernsehen denkbar. Die Zerlegung würde auf beschriebene Weise mittels Nipkowscheibe oder Spiegelsystem erfolgen, die Übertragung des Bildpunktes würde dabei aber nicht elektrisch, sondern mittels Glasfaserkabel erfolgen. Hierzu wäre kein einziges elektrisches Bauteil notwendig, für den Antrieb würden z.B. Federwerke oder Dampfmaschinen eingesetzt werden, als Lichtquelle dient Tageslicht, Kerzen- oder Gaslicht. Mehrere Mitglieder der Narrow Bandwidth Television Association[9] arbeiten derzeit auch an einem solchen Projekt, welches beweisen soll, dass zumindest grundsätzlich schon im 19. Jahrhundert Fernsehen möglich gewesen wäre.
Gegenwart
Bilderzeugung mit Leuchtdiodenleisten  :  Das verbesserte Modell der Fernsehbildmaschine von 1989 arbeitet mit vier Leisten.
Verfahren mit Bauteilen des Mechanischen Fernsehens

Auch heute ist das mechanische Fernsehen nicht bedeutungslos. Die Nipkow-Scheibe und Spiegelsysteme finden heute wieder Verwendung beim Bau von Konfokalmikroskopen oder Videoprojektoren. Eine besondere Anwendung des mechanischen Fernsehens gab es auf der amerikanischen Weltraumsonde Pioneer 11  :  Da die Sonde sich um die eigene Achse dreht, wurde an der Außenseite eine einzelne lichtempfindliche Zelle angebracht, welche durch die Drehung der Sonde eine Zeile abtastet. Da die Sonde sich selbst ebenfalls bewegt, können so komplette Bilder abgetastet werden. Vom Funktionsprinzip ist diese Art der Bildabtastung also durchaus mit der Nipkow-Scheibe vergleichbar. Der Virtual Boy von Nintendo verwendete lediglich eine Bildzeile, zusammengesetzt aus 240 LEDs; durch einen rotierenden Spiegel entsteht der Eindruck eines kompletten Bildes. Als Vorläufer moderner Werbetafeln kann ein von Peter Schmalenbach entwickeltes Gerät[10] gelten. Vier rotierende Leuchtdiodenleisten mit jeweils 232 Leuchtdioden schreiben alle 625 Zeilen der heutigen Fernsehnorm in die Luft. Dadurch entsteht ein vollständiges Fernsehbild. Die Maschine zeigt also z.B. das eingespeiste laufende Fernsehprogramm oder Videos auf einer virtuellen Bildtrommel. Knapp 122.000 Bildpunkte bewirken eine bemerkenswerte Auflösung.[11]
Fortsetzung als „elektrisches Fernsehen“
Experimenteller Eigenbau eines Farb-Televisor mit Nipkow-Scheibe, gebaut von G1MFG. Hier entsteht das Fernsehbild hinter der Lupe auf der rechten Seite.

Projekte des Amateurfernsehens wie NBTV.org, eine aus heutiger Sicht die extrem schmalbandige Variante (englisch Narrow Bandwidth Television) des Fernsehens mit einer Bandbreite von 2,5 kHz, beschäftigten sich in der Gegenwart mit den Erfindungen beispielsweise Bairds, fertigen Repliken ebenso wie völlige Neukonstruktionen mit Nipkow-Bildzerlegungsscheiben. Dies führt dabei sogar, aufgrund der erheblichen Verbesserung und Miniaturisierung von Bauelementen seit den Zeiten Nipkows und Bairds, immer wieder zu erstaunlichen Erfolgen. Auch Farbbildübertragungen, an denen bereits J. L. Baird experimentierte, sind möglich[12].

In Großbritannien wird seit vielen Jahren ein Bausatz für einen Televisor nach historischem Vorbild verkauft.





Etiketler  : 
Televizyonun İcadı ,26 Ocak 1926,ilk televizyon,Mechanisches Fernsehen,Bildtelegraphie,Frederick Collier Bakewell ,John Logie Baird, Philo Taylor Farnsworth,


Doğru bildiğimiz yanlışlar

Kahve, sarhoş bir insanı ayıltır.
Aslında: Kahve, sarhoşu ayıltmayacağı gibi, alkolün efektlerini daha çok hissetmenizi sağlar.

İnsan vücudundaki en güçlü kas kol-bacak kaslarıdır.
Aslında: İnsan vücudundaki en güçlü kas dilimizdir.

Öfkelendiğiniz zaman bardak kırmak, duvar tekmelemek ya da çığlık atmak rahatlatır.
Aslında: Öfkeyi bu şekilde dışa vurmak (istisnai durumlar dışında), daha fazla sinirlendirmekten başka bir işe yaramaz.

Coca-Cola mideyi deler.
Doğrusu, Coca-Cola’nın asitlik değeri limon, portakal, greyfurt gibi gıdalarla benzer özellik gösterir. Midemiz, çok çeşitli yiyecek ve içeceğin sindirimini kontrol altında tutacak ve pH (asitlik) dengesini kolaylıkla sürdürebilecek yapıdadır. Bu nedenle gazlı içecekler sağlıklı bir mideye zarar vermez.

Su şeffaftır.
Aslında: Su, son derece soluk da olsa mavi renktedir.

Hakkari Güneydoğu Bölgesi'ndedir.
Aslında: Hakkari, Doğu Anadolu Bölgesi'ndedir.

Telefonda şeritlerin tamamının dolu olması iyi çektiğini gösterir.
Aslında: Şeritlerin tamamının dolu olması çok yakında bir baz istasyonunun olduğunu gösterir, ancak ne kadar çekeceğini sinyalin kalitesi belirler.

En çok ingilizce bilen insan sayısı Amerika'dadır.
Aslında, Çinde ingilizce bilenlerin sayısı, Amerika'dan fazladır.

Bol bol süt içmek boyu uzatır.
Aslında sütün, gelişme çağından sonra boy uzamasına etkisi yoktur. Ancak vücuttaki kalsiyum ihtiyacını karşılar.

Bukalemun bulunduğu ortama göre renk değiştirir.
Bukalemunlar psikolojilerine göre (korkmuş, paniklemiş,vb.) renk değiştirirler.

Boğazda ağrı ya da yanma varsa kısık sesle konuşulmalıdır.
Aslında, tam tersi. Kısık sesle konuşmak ses tellerini daha fazla yorar.

Eğer beyaz bir saçı koparırsan, o bölgede daha çok beyaz çıkar.
Her saç telinin hücresi ayrıdır, tek bir teli koparmanın yandaki diğer saç tellerine herhangi bir etkisi olmaz.

Kağıt para kağıttan yapılır.
Aslında, kağıt para pamuktan yapılır.


Doğruluk Dürüstlük ve Hakikat Hakkında Yazılmış ve Söylenmiş Olanlar

Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.           

(Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104)

Doğruluk Tanımı

Ddoğruluk işaretioğruluk(en. truth): gerçeğe uygun olmaktır. Bununla birlikte: mantık, matematik, yasa gibi doğruluk biçimleri de vardır. Genellikle insan düşüncesinin gerçekle uyuşması, sözlerin olaylara uygun olması kast edilir. Güncel anlamda, kısaca: gerçeğe uygun anlamındadır. Mantık veya yasa gibi sistemsel doğruluklar da kendi içinde tutarlı bir gerçekliği ifade eder. Bir mantık doğrusu önermelerin kendi aralarında çelişki olmadığını belirtir. Yasal doğru da mantık gibi, yasal düzenin içinde, yasalarla çelişmeyen uygunluk durumudur. Genel bir doğruluktansa, öncüllerden hareketle, kendi kümesi içindeki gerçekliği belirtir. Bak: dmy.info/gercek-nedir

Doğruluk sözcüğü hakikat, dürüstlük ve adalet ile yakın anlamda kullanılmaktadır. Aynı zamanda Olgu(en. fact) ve gerçek(en.reality) ile yakın veya eş anlamda kullanılabilmektedir. Ne var ki bu ikisinin farklı anlamlara geldiği düşünülmektedir. Dil yapısının göreli esaslarına göre kesin bir şey söylemek güç. Ancak olgu, olayların dayandığı neden; gerçeklik, var olan şey anlamında sözlüklerde yer alır. Bu da bizi dilsel varlığımızı sorgulamaya götürür.

Dil ve Felsefe

Doğru sözcüğünün referansı kişinin dil dünyasıdır. Bu da dil yapısı içinde mümkün olan ve felsefenin ana sorunlarından birini oluşturan anlam sorununu meydana getirir. Sözcüklerin ne olduğunu kararlaştıramadığımız için, düşüncelerde de uzlaşamamaktayız. Aynı dili konuşsak da aslında birbirimizin dilinden anlamıyoruz. Bununla birlikte, ortak bir anlam bulamasak da, dilin yakın bölgelerinde buluşarak hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Dilsel bir varlık olan insan, çevresine kendi dilinin dünyasında bakmaktadır. Herkesin adının farklı olması gibi, algısı da farklı. Bu yüzden bu site, dil felsefesinin kısa bir özeti gibidir. Tüm yazılara dilsel ayrımlarla başlamak bu yüzdendir. Bu yazının da büyük kısmı sözcüklerin tasnifine ayrılarak herkesin dil dünyasında ortak bir yerde buluşmak amaçlanmıştır. Bak: dmy.info/dil-felsefesi-nedir

Doğruluk Algısı

Çoğu zaman farklı anlamlara gelmesinin yanında, bir olayın doğru şekli de yorumlara sahiptir. Sözcükte uzlaşı olmaması bir yana, aynı olayda farklı doğruluk algısı olabilmektedir. Mesela kutlama yemeği için mavi renk elbise giymek mi daha doğrudur, sarı renk mi? Ya da bahçeye çam ağacı mı dikmek doğrudur, servi mi? Bunlar da günlük hayattaki olasılıkları değerlendirmede faydacı bir doğruluk algısına işaret eder.

doğruluk farklı ayakkabılarÇoğu zaman, doğrunun kişisel bir anlama sahip olduğunu biliriz. Doğru sözcüğün bir gerçekten ziyade, bir desteği belirttiğinin farkındayızdır. Bir şeyi doğru olarak nitelemek, onun gerçekliğini değil, öznenin taraftarlığını belirtir. Bir şeyin doğru olması, öneren öznenin tarafına bağlıdır. Ancak bazen kesin doğrular söz konusu olmaktadır. Böyle doğrular var mıdır? Genel doğru nasıl olabilir?

Felsefe, ahlak, din alanlarında çok farklı doğruluk algıları vardır. Din, ahlak, yasa, bilim kesin doğruları hedefler. Bilimde ve yasada kesin doğrular olduğu varsayılmış ancak bunları düzenlemek mümkün kılınmıştır. Zamana göre mevcut paradigma değişse de, halihazırda bulunan düzenin kesin doğruluğu ile işler yürütülür. Dinde ise şüpheye yer yoktur. Dinin söylediği doğrudur. Dinin diğer bir özelliği de, diğerlerini yanlışlamasıdır. Doğruluk tanımının sorgulandığı yer ise felsefedir. Felsefe tüm doğruları sorgulayarak insan hayatının niteliklerini betimlemeye çalışır. Burada felsefe ile, farklı taraflardan bakarak doğruluk algısını çözümleyeceğiz.

Doğruluk Felsefesi

Felsefe tarihinde doğruluğun içeriğe göre değişen bir nitelik olduğu çokça savunulmuştur. Bu niteliği dil yapısında görebiliriz. Herhangi bir cümle kurduğumuzda, cümle olumsuz bile olsa, doğruluk değeri taşır. Bir cümle kurduğumuzda bunu bir doğru olarak ortaya atarız. Herhangi bir cümle bu niteliğe sahiptir. Dilin bu yapısı bize doğruluğun göreliliğini de anlatır. Mesela “hayat gariptir” ya da “bu yemek tuzludur” demek söyleyen öznede doğruluk değeri taşır. Ancak diğer bireylerde onaylanmayabilir. Ne var ki, bu önermeler yaşamın sürdürülmesi için birer doğru varsayımı biçiminde türemiştir. Dil ile kurulan tümceler varsayım olduğu bilinse dahi olumlayıcı yapıya sahiptir.

En genel doğruda ya da yanlışta bile göreli bir doğruluk değeri vardır. Şunu söylemeliyim ki: en genel doğru derken genellikle insanca düşünürüz. İnsanın dünyası ile doğruları sınırlarız. Halbuki insan bir organizmadır. Diğerlerince oluşturulmuş bir yapıdır. Parçalarımızı hesaba katmamak eğilimindeyiz. Bu bizi sınırlar. En büyük doğruları düşünelim. “Yaşam yaşanan şeydir” bundan daha büyük doğru yok gibi gelebilir. Ancak yaşamın tanımı bir yana, sözcüklerin ve özellikle de şey sözcüğünün içeriği tartışmalıdır. Bunları doğru saysak bile, insan için yaşanan şey diğer varlıklar için öyle olmayabilir. Bir hayvanın dünyasını anlayamadığımız için yorum yapmak güç. “Cansız” varlık dediğimiz varlıklar için bu yorum ne kadar geçerli olduğunu da sorgulamalıyız. Onlar da hayattadır ancak yaşamadıklarını söylüyoruz.

Matematik kesin doğruların bilimi olarak bilinir. Mathema ( μάθημα) Eski Yunanca: “öğrenilen, öğrenme” anlamına gelir. Matematik öğrenilen bir çalışmadır. Sayılar insandan bağımsız olarak var olabilir mi? Tüm matematik kuralları önce dil, sonra da dilin meydana getirdiği sayı varsayımları ile oluşmuştur. Bir kere, insanın sembollerine bağlıdır. Kendi uydurduğumuz sembollerle kesin doğruluğa ulaşabilir miyiz? Bir, iki, üç ya da herhangi bir matematik terimi kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Bunlar en başından beri  işleri yürütmek için kabul ettiğimiz doğrulardır. Bir matematik doğrusunun insandan başka bir canlıya hitap ettiğini göremeyiz. İnsan diline bağlı. insanca şeylerden biridir.

doğruluk görelilikTüm kurgu yapımlarda doğruluğun niteliğini görebiliriz. Fantastik bir film izlerken cadıların, devlerin ve büyücülerin doğruluğunu sorgulamak yerine filmi kendi doğruluğu içerisinde izleriz. Başlangıçta verilen öncüllerden öz doğruluk sistemini kurarız. Dış dünyanın doğruluğu bir süreliğine susturulmuş ve anlık öznel doğrular devreye girmiştir. Doğrunun göreliliğini herhangi bir film ya da kitapta gözlemleyebilirsiniz.

Kesin doğru yoksa ne yapacağız? Kesin doğru olmayabilir ancak ortak doğrular bulunabilir. Tarihte kötülüklerin çoğu kesin doğruyu bulduğunu iddia edenlerce yapılmıştır. Kesin doğruları aramak yerine, bunun gerçek dışılığını fark etmeliyiz. Hepimizin ortak paydada bulunduğu bir göreli doğrulukta yaşayabiliriz. Böylelikle kendi doğrularını dünyaya dayatan acımasız insanlara Dünya ile birlikte kendilerini de yok ettiklerini anımsatabiliriz.

DOĞRULUK

Bütün iş ve davranışlarda dînimizin emirlerine uymakla hâsıl olan güzel ahlâktan biri de doğruluktur. Doğruluk, insanların söz, iş ve davranışlarda dürüst olmasıdır. Özü ve sözü doğru olan insanlar, güvenilir ve sevilen kimselerdir. İnsan niyetinde, ibâdetlerinde, iş ve davranışlarında doğru olmalı ve bundan hiç ayrılmamalıdır.

Doğruluk, dînimizin emrettiği ve her müslümanda bulunmasını istediği güzel huylardandır. Sevgili Peygamberimiz doğru olan kimselerin dünyada ve âhırette kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Bir gün, Eshâb-ı kiramdan biri Peygamber Efendimize: (Yâ Resûlallah, bana İslama dair bir söz söyleyiniz ki, o hususta sizden başka hiçbir kimseden sormaya ihtiyacım kalmasın!) deyince; sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: (Allaha inandım de, sonra dosdoğru ol!). Bir hadîs-i şerifte de şöyle buyruldu: (Doğruluk iyiliğe götürür, iyilik de Cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında Sıddîklar (doğrular) derecesine kavuşur).

Doğruluğun aksi yalancılıktır. Olgun ve tam bir müslüman, yalandan uzak olup, doğruluk ile ahlâklanması lâzımdır.

Doğruluk ile ahlâklanmak için şu hususlara dikkat etmelidir

1- Doğru ve sağlam bir niyete sahip olmalıdır.

2- Doğru sözlü olmalıdır.

3- Dîne ait bütün işlerde doğru olmak lâzımdır.

4- Verdiği sözde durmalıdır.

5- Her işinde doğru olmalıdır. Doğru insanların bulunduğu cemiyet, düzenli ve huzurlu olur. Böyle bir toplumda kötülükler azalır, insanlar rahat ve mutlu olur.

DİRİLEN ŞEHİT 

Sevgili Peygamberimiz “şehidliğin” üstünlüklerini anlatıyorlardı. Buyurdular ki:

(Kıyamet gününde şehidler, “Mahşer Yerine” gelirken; orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar.. Onlar; çocukları, akraba ve dostlarından 70.000 kişiye şefaat ederler (Cehennemden kurtarırlar)….)

Bu sözleri işiten “Nevfel” ismindeki sahabe, iki oğlu ile hanımını oraya getirdi.

– Yâ Resûlallah! Bir dua etmek istiyorum. Siz de “amin” der misiniz? diye sordu.

Peygamber Efendimiz kabul ettiler. Bunun üzerine Nevfel:

– Yâ Rabbi, Nevfel kuluna, “şehidlik” nasib eyle!.. duasında bulundu.

Hazret-i Ali’nin bildirdiğine göre; ilk Gazâ’da (savaşda) Nevfel, gerçekten şehid oldu…

Gazadan sonra Allahın Resulü ve arkadaşları Medine’ye dönüyorlardı.

Kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar, karşılamaya çıktılar. Hepsi sevinç içindeydiler.

Nevfel’in hanımı, çocukları ve ihtiyar annesi karşılacılar arasındaydı.

– Gazanız mübarek olsun Yâ Resûlallah Nevfel’in hali nicedir?… diye sordular.

Merhametli “Efendimizin” gözleri nemlendi. Şehidlik haberini vermeğe mübarek kalbleri dayanamadı. Elleriyle arka tarafı işaret buyurup, geçtiler..

Arkadan Hazret-i Ali geliyordu. Nevfel’in yakınları, O’na sordular… “Allahın Arslanı” yanında yürüyen Hazret-i Ammar’a:

– Şehidlik haberini ben de veremiyeceğim. Yürü gidelim dedi.

Eliyle arka tarafı işaret etti.

Sonra Hazret-i Ömer geliyordu. “Büyük” Ömer de, aynı şekilde hareket etmek zorunda kaldı…

Daha sonraki Hazret-i Osman da başka türlü yapamadı. Eliyle, arka tarafı işaret edip, geçti…

En sonra gelen Ebu Bekir hazretleriydi. Yanında “Muaz bin Cebel” bulunuyordu. Geride Hazreti Zübeyr’ den başka kimse kalmamıştı.

Nevfel’in yakınları son ümitle, Sevgili Peygamberimizin en aziz arkadaşına yaklaştılar. Aynı şeyleri sordular.

Hazret-i Ebu Bekir kendi kendine düşündü:

“- Yâ Rabbim… Ne kadar zor durumdayım. Eğer doğru söylersem, mahzun kalbleri, daha fazla üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan, Sevgili Peygamberimiz bile çekindiler… O’na nasıl, aykırı davranabilirim. Fakat yalan da söyleyemem.

Sen bana öyle bir şey ilham et ki, bu gariblerin yüreği, daha fazla yanmasın Allahım”…

Peygamber Efendimizin doğru sözlü dostu “Sıddîk,” bütün kalbiyle,

– Yâ Allah..! Ya Nevfel…! diye “Ah” çekerek inledi.

İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi “bir atlı” yıldırım hızıyla yanlarına yetişti.

– Buyur Yâ “Sıddîk”… Beni mi çağırdın. Ey Allah Resulünün sevgilisi? diye sordu. Bu atlı Nevfel’den başkası değildi.

Bütün Eshâb-ı kiram, hayrette kaldılar

Sonra Cebrail aleyhisselâm isimli melek göründü. Peygamber Efendimize şunları söyledi.

-Yâ Resûlallah… Hak teâlânın selamı var…

(Eğer “Peygamberin Mağara Arkadaşı” Sıddîk, bir kere daha “ALLAH” deseydi; “Yüceliğim” hakkı için, bütün şehidleri diriltirdim. Çünkü, Ebu Bekir adlı kulum; cahiliye devrinde “İslâmiyetten önce bile, hiç yalan söylememiştir” buyurdu.

Ebu Bekir’in yalancı çıkarılmaması için, Nevfel’i Cenâb-ı Hak diriltti… Nevfel bundan sonra, nice yıllar daha yaşadı.

Nihayet duası kabul olundu. “Yemame” çenginde şehidlik şerbetini içti.


Doğruluk (Sıdk) ile ilgili ayetler -  Doğruluk (Sıdk) hakkında ayetler

2. Sure (Bakara Suresi), 23. Ayet
Eğer kulumuza (Muhammed'e) indirdiğimiz (Kur'an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).
2. Sure (Bakara Suresi), 94. Ayet
De ki: "Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (cennet) diğer insanlar için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!"
2. Sure (Bakara Suresi), 111. Ayet
Bir de; "Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennet'e girmeyecek" dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin."
5. Sure (Mâide Suresi), 119. Ayet
Allah şöyle diyecek: "Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür." Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'dan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.
17. Sure (İsrâ Suresi), 80. Ayet
Deki: "Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver."
27. Sure (Neml Suresi), 64. Ayet
Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var!? De ki, "Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin delilinizi getirin."
28. Sure (Kasas Suresi), 5. Ayet
Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.
28. Sure (Kasas Suresi), 48. Ayet
Onlara katımızdan gerçek gelince, "Mûsâ'ya verilen (mucize)lerin benzeri niçin buna da verilmedi" dediler. Onlar daha önce Mûsâ'ya verilen (mucize)leri inkar etmemişler miydi? Onlar, "İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor" dediler. "Biz hepsini inkar ediyoruz" dediler.
28. Sure (Kasas Suresi), 49. Ayet
De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah katından, doğruya bu ikisinden (Tevrat ve Kur'an'dan) daha çok ulaştıran bir kitap getirin de, ben ona uyayım."
33. Sure (Ahzâb Suresi), 8. Ayet
(Allah bunu,) doğru kimseleri doğruluklarından hesaba çekmek için (yapmıştır.) Kâfirlere de elem dolu bir azap hazırlamıştır.
33. Sure (Ahzâb Suresi), 24. Ayet
Bunun böyle olması Allah'ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükafatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
33. Sure (Ahzâb Suresi), 70. Ayet
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Resülüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.
46. Sure (Ahkâf Suresi), 16. Ayet
İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, onlara öteden beri yapılagelen doğru bir va'ddir.
47. Sure (Muhammed Suresi), 5. Ayet
Onları doğruya ve güzele erdirecek ve durumlarını düzeltecektir.
54. Sure (Kamer Suresi), 55. Ayet
Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.
67. Sure (Mülk Suresi), 23. Ayet
De ki: "O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!"
67. Sure (Mülk Suresi), 24. Ayet
De ki: "O, Sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak onun huzurunda toplanacaksınız."

17. Sure (İsrâ Suresi), 80. Ayet
Deki: "Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver."


19. Sure (Meryem Suresi), 50. Ayet
Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onlar için yüce bir doğruluk dili var ettik (güzel bir söz ile anılmalarını temin ettik).


Doğrulukla ilgili hadis-i Şerfiler

Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki sözde ve işde doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır." Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Duâ 5

Kim, kendisine yapılan bir iyliğe karşı, bunu yapana: 'Hz. Allah sana hayırlı mukafat versin' derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur. Tirmizi, Birr 86

“Doğruluktan ayrılmayınız; çünkü doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Gerçekten insan doğrulukla hareket etmeye devam ederse Allah katında en doğru kimse olarak yazılır. Yalandan sakınınız; çünkü yalan kötülüğe, kötülük ise cehenneme götürür. Gerçekten insan yalan söylemeye devam ederse Allah katında çok yalancı yazılır.” Müslim, İman, 62.

“Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” Ahmed b. Hanbel, III, 198.

“Doğruluktan ayrılmayınız; çünkü doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Gerçekten insan doğrulukla hareket etmeye devam ederse Allah katında en doğru kimse olarak yazılır. Yalandan sakınınız; çünkü yalan kötülüğe, kötülük ise cehenneme götürür. Gerçekten insan yalan söylemeye devam ederse Allah katında çok yalancı yazılır.”  Müslim, İman, 62.

Resulullah, Allah’tan kendisine doğru bir kalp ve doğru söyleyen bir dil nasip etmesini ister, namazlarından sonra şöyle dua ederdi:

"Allah’ım! Her türlü hayırlı işlerimde senden kararlılık ve dayanma gücü vermeni istiyorum. Ve senden verdiğin nimetlerine şükretme ve sana güzel ibadet etme gücü vermeni isterim. Ve senden dürüst bir kalp ve doğruları söyleyen bir dil isterim. Senden hayır bildiğin şeyleri isterim, bildiğin şerlerden sana sığınırım, bildiğin hatalarımdan dolayı senden af dilerim.” Buhari, Edebü’l-Müfred, 140; İbn Mace, Dua, 5.

Hz. Ayşe Peygamberimizin yalan konusundaki hassasiyetini şöyle anlatır: "Allah Resulü’nün (s.a.) hiç hoşlanmadığı ve çok kızdığı huy, yalan söylemektir. Bir kimse Allah Resulünün (s.a.) yanında yalan söylerseo    kişinin hemen tövbe edip o günahından temizlenmesini isterdi.” Nesai, Sehiv, 61

Sahabilerden Berke (ra) “Allah Resulü (s.a.) ile oturuyorduk. ‘Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?’ buyurdu. Biz de ‘Evet, haber ver ey Allah’ın Peygamberi!’ dedik. Bunun üzerine Allah ‘a ortak koşmak, anaya-babaya isyan ve eziyet etmektir.’ buyurdu. Sonra, dayandığı yerden doğrulup oturdu ve ‘İyi dinleyin! Bir de yalan söz ve yalancı şahitliktir. Dikkat edin, bir de yalan söz ve yalancı şahitliktir!’ buyurdu. Bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Öyle ki ben, kendi kendime, “Allah’ın Peygamberi herhâlde susmayacak.’ dedim.” Buhari, Edeb, 6.

Hz. Peygamber bir gün, yiyecek maddesi satan birinin yanına uğradı.. Elini tahıl çuvallarından birine daldırdı. Çuvalın üst kısmı kuru, alt kısmı ise yaş olduğundan Hz. Peygamberin parmakları ıslandı. Hz. Peygamber satıcıya, “Bu nedir?” diye sordu. Satıcı, tahılın yağmurdan ıslandığını söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) satıcıyı, “Islak kısmı, insanların görebilmesi için yiyeceğin üzerine neden koymadın? Bizi aldatan bizden değildir!” buyurarak uyardı. (Müslim, İman, 164)

islamda-dogruluk


“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz o yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud 11/112)

İslâmî kaynaklarda doğruluk ve dürüstlük çok çeşitli kelimelerle ifade edilmekte olup bunların başında sıdk ve istikamet kavramları gelir. “İnsanın, söz ve davranışlarıyla niyet ve inancında doğru, dürüst ve iyilikten yana olması” şeklinde tanımlanabilecek olan sıdk erdemi genellikle yalanın zıddı olarak kullanılır. İstikamet de, “Allah’ın buyruğuna uygun şekilde doğru, dürüst ve temiz kalpli olma” demektir. Doğruluk ve dürüstlük erdemine sahip olan kişiye sıddîk denir.

Doğruluk ve dürüstlük İslam ahlak anlayışında imandan sonra gelen en önemli bir erdemdir. Sağlıklı bir toplum yapısının da temel taşını oluşturur.

Bir sahabe Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelerek: “Ya Rasülullah! Bana İslam hakkında öyle bir söz söyle ki, bu hususta senden başkasına bir şey sormaya gerek duymayayım” dedi. Rasülullah (sav): “ Allah’a iman ettim, de. Sonra dosdoğru ol” buyurdu” (Müslim, İmân 62)

Doğrulukta kalbin ve dilin dürüstlüğü pek büyük önem arz etmektedir. Kalp, beden ülkesindeki tüm organların reisidir. Tek Allah’a iman edip dürüstlüğü benimseyen bir kalp, diğer organları etkiler. Dil, kalbin tercümanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği de diğer organların tavırlarına tesir eder. Nitekim bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v):

“Her sabah bütün organların dil’e hitaben; bizim hakkımızda Allah’dan kork. Biz sana bağlıyız. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğri olursan biz de eğriliriz.” (Tirmizî, Zühd 61) dedikleri bildirilmiştir. Bu, doğru sözlü olmanın önemini göstermektedir. Hatta bir başka hadiste de Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz” (Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 198). O halde özüyle sözüyle dosdoğru olmak gerekmektedir. Peygamberimiz’in “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” tavsiyesinin manası budur. İslâm da bundan ibarettir.

Doğruluk ve dürüstlüğün böylesine önemli olması, kişinin kendi şahsına karşı tutumundan başlamak üzere, ilişkili bulunduğu bütün kişilere ve çevrelere karşı her türlü tutum ve davranışlarını ilgilendiren, ticarî faaliyetlerden kamu görevlerine kadar hayatın bütün alanlarında ve bütün mesleklerde aranan bir erdem olmasından ileri gelir. İslâm ahlâk literatüründe konuşmada, niyet ve iradede, karar vermede ve kararında durmada, (riyânın zıddı olarak) amelde, dinî ve mânevî hallerde dürüstlük gibi doğruluk ve dürüstlüğün çeşitli şekilleri üzerinde durulmuştur.

Doğruluğun şekilleri ve kısımları vardır. Bunlar söz ve davranışlarda belirginleşir.

1. Sözde Doğruluk

Bir şeyden söz ederken, konuşurken gerçeği çarpıtmadan, ters yüz etmeden konuşmak dürüstlükle uyuşmayan, kişilik onurunu ayaklar altına alan yalan, sözle yapılan büyük bir günahtır.

“Abdullah bin âmir (r.a): “Bir gün Peygamber (s.a.v) evimizde oturuyorken annem beni çağırdı ve “Gel de sana bir şey vereceğim” dedi. Allah Rasülü (s.a.v) ona dedi ki: “Ne vermek istedin” “Hurma” “Eğer ona bir şey vermezsen bu söz, aleyhinde yalan olarak kayda geçerdi.” (Ebû Davud, Edep, 88 )

2. Davranışlarda Doğruluk:

Buna söz ve eylem uyumu da denir. Yemine bağlı kalmak, verilen sözü tutmak gibi.

Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saff 61/2-3)

3. Kararda Doğruluk

Hayırlı işler yapmayı tasarlamak. Eğer kişi tasarladığını yaparsa doğru kararlı, yapmazsa yalan kararlı olur. Cenabı Allah şöyle buyurmuştur:“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. (Şehit olmuştur) Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb 33/23)

4. Niyette Doğruluk

Niyeti riya ve gösteriş şaibelerinden arındırmak ve sırf Allah rızasını gözetmek. Rasülullah (s.a.v): “Ameller, ancak niyetlere göre değerlenir. Herkesin ancak niyetine göre amelinin karşılığı vardır…” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1)

Doğruluğu birde Habib-i  Acebi  Hazretlerinin hayatından kıssa ile değerlendirelim:

Zalim bir vali vardı Bu vali bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri’ni yakalatmak istedi O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri’nin kulübesine gelip saklandı Valinin adamları geldi ve hışımla:
– Hasan Basri’yi (r a ) gördün mü? diye sordular
O gayet sakin:
– Evet, dedi
– Nerede?
– İşte şu kulübemde
Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri’ni bulamadılar Dışarı çıkınca tehdit edip:
– Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler
– Ben yalan söylemedim, dedi Siz göremedinizse, benim suçum ne?
Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri:
– Ey Habib! Biliyorum ki Rabb’im senin hürmetine beni onlara göstermedi Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi
Hazreti Habib mahcub bir şekilde:
– Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir Çünkü bilirsiniz ki, Doğruların yardımcısı Allah’tır Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi

Tevil yapmaya, bir zalimin elinden bir mazlumu kurtarmak için, yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir

Yüce Rabbim bizleri sözümüzde, özümüzde ve işlerimizde doğruluktan dürüstlükten ayırmasın.

  Doğruluk Dürüstlük ve Hakikat Hakkında Yazılmış ve Söylenmiş Güzel Sözler

- Herkes doğru insanı bulmak ister, yanılmamak için.. Oysa kimse uğraşmaz, doğru insan olmak için.
- "Sana zahmet bana eziyet" değil, "Sana zahmet bana hizmet" olacak onun doğrusu!!
- Kendi Doğruların Başkalarına Yanlış Geliyor Diye ; Doğrularından Vazgeçecek Değilsin . . !
- Bir gün beni hiç anlamadıklarını fark ettim, ondan sonra kimseye doğruyu söylemek gelmedi içimden...
- Bazen arkasına dönüp bakması gerekir insanın; Nerden geldiğini unutmaması için.
- Kurtlarla arkadaş ol, yalnız elinden baltayı bırakma.
- “Her zaman doğruyu şöyIe; ne dediğini hatırIamak zorunda kaImazsın.”
- Doğru ya da yanlış diye birşey yok, sadece popüler fikirler var.
- Doğruluk sonsuzluğun güneşidir. Nasıl olsa doğar. -Wendell Phillips
- Bir Tutsağın Boynuna Geçirdiğiniz Zincirin Öteki Ucu, Kendi Boynunuza Takılıverir. EMERSON
- Misafir Misafiri İstemez; Ev Sahibi Hiçbirini İstemez. TÜRK ATASÖZÜ
- İnsan kendini bırakınca, işler olması gerektiği gibi gider. Murakami
- Ne aradığını bilmeyene. Bulduğu herşey doğru gelir.. Kahraman Tazeoğlu
- Kimse Bakmaz yüzüne, işe yaramaz adam olursun. Bir bir uzaklaşır dostların senden. Tutacak dal bulamaz, yorulursun. DÜŞME!
- Kaybedecek Bir Şeyimiz Yok Belki, Ama Daha Kazanacak Çok Şeyimiz Var..!
- Geride bıraktıklarına odaklanırsan, önünde seni bekleyenleri göremezsin.
- En çok incittiğimiz kişilerin, aslında en sevdiklerimiz oluşu ne garip değil mi?
- Doğru yolda olan insan yanlışları, yanlış yolda olan insan ise doğruları ile tecrübe kazanır..
- Görmezden Gelin , Ses Etmeyin , Cevap Vermeyin . Sessizlik Herkesi Mahveder . . !
- Önce doğruyu bilmek gerekir; doğru bilinirse yanlış da bilinir ama önce yalnış bilinirse doğruya ulaşılamaz.
- Hiç bir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma geri dönmek isteyebilirsin.
- Herkesin aynı şeyi düşündüğü bir ortamda hiç kimse hiçbir şey düşünmüyor demektir.
- Doğru zamanda, doğru yerde olmamaklardan oluşur her zaman hayat.
- Yaptığım yanlışlar için pişman değilim! Tek pişmanlığım; Yanlış insanlar için yaptığım doğrular.
- İnsanın Kırk Yaşına Kadar Geçen Yılları Bir Kitap, Geri Kalan Yılları Da O Kitabın Eleştirmesidir. SCHOPENHAUER
- Karnımızı doyurmaktan daha çok egomuzu doyurmak için çalışıyoruz.
- Yanlış Kişiler Daima Hayatın Doğru Derslerini Öğretirler..
- Kız, anadan öğrenir çay ile demlemeyi... Oğlan, babadan öğrenir o çay demleyen mis elleri öpmeyi..
- Tavuk yalnız alıştığı yerde yumurtlar (D Szabo)
- Boşuna kendinizi kandırmayın; sürekli yaptığınız şey neyse siz osunuz… Aristo
- Karnı aç olana gün uzun gelir (Aleksis Kivi)
- Hiç yanılmamış olan büyük bir tehlike karşısındadır (Paul Valer)
- Sorun, ne kadar derine düştüğün değil, düştükten sonra nereye zıplayacağındır.
- Bana Doğruları Anlatmaya Kalkmayın BEN Doğruları Bildigim İçin. Yanlış Yolları Seçtim... Hayatımdan Vazgeçtim...!!
- Fazla sadaka dilencileri artırır (Goethe)
- Yayın doğruluğu, eğriliğindedir (Fethullah Gülen)
- Doğrudan gidilir; Yanlış zaten "götürür" (Selim Gündüzalp)
- Boş bir çuval dik durmaz (Benjamin Franklin)
- Amir herkes olabilir, önemli olan itaat edilen olmaktır.
- Karga ne kadar adını değiştirse de sesinden tanınır.
- Doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür (Cenap Şehabettin)
- Rastgele bir doğruya ulaşmaktansa, yöntemli bir çabayla yanlışa ulaşmayı yeğlerim.
- Ne yaparsan yap. Yengeç yengeçtir. Doğru yürümez...
- İnsanlar hep birilerinin peşinden koşarlar, ama dönüpte kendi peşlerinden koşanlara hiç bakmazlar.
- Yersiz yeminlere kendini alıştırma, en iyisi yemin gerektirmeyecek kadar doğru konuş.
- SEN Yolunu doğru yürüde peşinden gelmeyenler utansın, Değişme hiç kimse için SENi oLduğun gibi sevmeyenler Utansın, elinden gelenin en iyisini yap, Yüreğinle sev tüm sevdiklerini, Sonrasını hiç düşünme Arkadaş, Bırak, KIYMETİNİ BİLMEYENLER UTANSINN.
- İŞLERİM RAST GİTMİYOR DEME, BELKİDE SEN DOĞRU YOLDA DEĞİLSİN
- Olmayacak İnsanlara Güvenip O Kadar Çok İncinmişiz Ki Doğru Dürüst İnsanlara Fırsat Veremez Olmuşuz
- İnsanlar seninle konuşmayı bıraktığında, arkandan konuşmaya başlarlar. Pablo Neruda
- Hayat tek bir şeye inanacaksın o da seni yaratan şeye
- Yarın bambaşka biri olcam diyorsun niye bu günden başlamıyorsun
- HERKES DOĞRU İNSANI ARAR AMA KİMSE DOĞRU İNSAN OLMAK İÇİN UGRAŞMAZ
- Her şeyin üstüne geldiği falan yok. Sadece senin çok üstüne düştüğün şeyler var.
- Herkes doğru insanı bulmak ister, yanılmamak için. Oysa kimse uğraşmaz, doğru insan olmak için.
- Bir İnsan Görünüşüyle değil ! davranışlarıyla güzeldir...

  KAYNAK:

1.KUR’AN-I KERİM ,HUD SÜRESİ 12,SAFF SÜRESİ 2-3,AHZAP SÜRESİ 23

2.MÜSLİM ,İMAN ,62

3.TİRMİZİ,ZÜHD,61

4.AHMED BİN HANBEL,MÜSNED,III,198

5.EBU DAVUT,EDEP,88

6.BUHARİ ,BED’ÜL VAHY,1


ELMAS NEDİR,NASIL OLUŞUR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR


Elmas, bilinen en sert maddelerden biridir ve değerli bir taştır. Karbon elementinin bir modifikasyonu grafit, diğeri ise elmastır.

Elmasın saf karbon olduğu ilk olarak Fransız kimyacı Lavoisier tarafından keşfedilmiştir. Lavoisier, elması yakmış ve yanma gazının sadece karbondioksit olduğunu görünce elmasın karbon olduğu hükmüne varmıştır.

Özellikleri

En belirgin özelliği sertliğidir. Mineralojide kullanılan mohs sertlik göstergesinde en yüksek rakamla (10) gösterilir. Bu, diğer bütün mineralleri çizebilmesi demektir. Sertliğinden dolayı endüstriyel aletlerde kullanılması büyük önem kazanmıştır. Keza dayanıklılığından ve ışığı çok iyi kırmasından dolayı kıymetli bir zîynet eşyâsıdır. Elmas mineralinin her cihetteki sertliği aynı değildir. Fakat X ve Gama ışınları ile en sert yönüne doğru yönlendirilerek, aletlerde kesici olarak kullanılması sağlanır. Endüstriyel kullanım amaçlı yapay elmas üretilir, fakat elmasın yapay ya da doğal olduğu kolayca anlaşılır ve yapay olanının ziynet eşyası olarak bir değeri yoktur.

Elmas, ametalik özellikler gösterir. Erime noktası 3547 °C’dir. Yoğunluğu yaklaşık 3,5 gr/cm³tür. Havada 850 °C’de yanar. Havasız ortamda 1500 °C’de grafite dönüşür. Oda sıcaklığında hiçbir madde etki etmez. Florla 750 °C’de, karbon tetra florür (CF4) bileşiğini meydana getirir. Diğer halojenlerle birleşmez. Elmas izometrik bir sistemde kristallenir. Her karbon atomu kendisini çevreleyen dört karbon atomuyla düzgün dörtyüzlü meydana getirecek şekilde bağlanmıştır. Daha doğrusu iki tâne kare tabanlı piramidin taban tabana gelmiş şekli görünümündedir. 12 yüzlü ve kübik kristal yapıları da vardır. Kristallerin rengi beyaz, kahverengi, siyah veya renksiz olabilir. Mineralin içinde yabancı atom mevcudiyeti de söz konusu olabilir. Fakat her 10.000 karbon atomu başına ancak bir tâne yabancı atom bulunur. Hattâ güzel tabiî elmasta 100.000 atom başına ancak 1 tane yabancı atom bulunur.

Elmasın tartılmasında ölçü birimi olarak karat kullanılır (1 karat 200 miligrama eşittir).Karat ingilizce olup arapcası Kırat tır.Kırat keçiboynuzu çekirdeğidir,bu çekirdeklerin ağırlıkları birbirinin aynı olması sebebiyle 1 gr'dan küçük ağırlıkların ölçüsünde kullanılmaktaydı. 1 karatın ağırlığı 0,200 gr. olarak kabul edilmiştir.

Elmasın optik özellikleri ona güzellik ve kıymetli zînet eşyâsı özelliğini vermektedir. Işığı kırma indisi çok yüksektir (2,417). Yâni içeri kabul ettiği ışın yansıttığı ışına göre fazladır. Kezâ ışını disperse etme (yâni, beyaz ışını renklere ayırma) kâbiliyeti de oldukça yüksektir. Radyasyonları tutma özelliklerine göre iki tiptedirler.

Birinci tip, görünen ışını absorbe edenler (soğuranlar, emenler); ikinci tip ise, morötesi ve kızılötesi ışınları absorbe edenlerdir. İkinci tip elmaslar tabiî hâlde mâvi renklidirler.

Elmas, mükemmel bir elektrik izolatörüdür. Kezâ ısı iletkenliği en yüksek olan maddedir. Bu özelliğinden dolayı zarar görmeden kesilebilir.

Elmasın 57 fasetli özel kesilmiş haline pırlanta denir. Pırlanta üzerinde 57 faset bulunur. Faset, ışığı yansıtan açılı yüzeylere verilen isimdir. Önemli özelliklerinden biri de her şeyi kesebilmesidir. Bir diğer özelliği ise fazla kırılgan olmamasıdır. Elmasın içine girebilen tek şey ışıktır.

Bölümleri

Pırlanta üç bölümden oluşur. Taç, kemer ve külah.

Kemerin üstünde bulunan bölüme "Taç" denir. Taç bölümünde 33 adet faset bulunur. Taç bölümünde bulunan fasetlerin sayısı fazla olduğu için, bu bölümde daha fazla yansıma ve parlaklık gözlemlenir. Bundan dolayı taç bölümü, pırlantanın geneline göre daha beyaz görünür.

"Kemer" bölümü doğal, cilalı ya da fasetli olabilir. Kemer kalınlığı pırlantanın parlaklığını etkiler. Kalın kemerli bir pırlanta daha mat görünür, ince kemerli pırlanta ise mıhlamaya karşı dayanıksızdır. Kemer, pırlantayı sağlam tutan önemli bir bölümdür. Kemer olmasaydı, pırlanta üretimde kullanılamayacaktı.

Kemerin altında bulunan bölüme "külah" denir. Külah bölümünde 24 faset bulunur. Külah bölümü pırlantaya giren ışığın dışarı yansımasını sağlar. Külah ne kadar doğru açıyla kesilmiş ise, pırlantaya giren ışık yansı(Zeker) yine taçtan çıkar. Böylece pırlantada optimum parlaklık sağlanmış olur.

Kimi zaman külah ucuna da faset atılabilir. Bu faset ile pırlantanın en hassas kısmı olan külah ucunda oluşabilecek hasarlar önlenmiş olur. Dünyanın en sert madeni olsa da, pırlanta belirli yönlerden gelen darbelere karşı dayanıksızdır ve çabucak kırılabilir.

Çap, pırlantanın kemerinin bir uçtan diğer uca kadar olan ölçüsüdür.

Derinlik, pırlantanın tabladan külah ucuna kadar olan yüksekliğidir[1

Biçimleri


Pırlanta'nın birçok kesim biçimi vardır. Yuvarlak, prenses, markiz, baget, oval, asshcer, cushion, damla ve kalp en yaygın kesim biçimleridir.

Üretimi

Elmasın kazanılması, diğer minerallerin işlenmesi gibidir. Yalnız kristaller o kadar bol değildir. Çok dağınık olup, tespitleri bile güçtür. Yeryüzüne yakın cevherler olduğu gibi, 300 metre derinlerde olan cevherler de vardır. Cevher kayaları, borular daldırılarak kırılır. Çıkarılan balçıklı, kumlu cevher iki ameliyeden geçirilir. Cevher önce yoğun bir sıvıda yüzdürülür. Çok ağır olan mineraller dibe çöker. Daha sonra kumlu-çamurlu karışım bir nevi elekte aşağı-yukarı titreşim verilerek, elmasın dibe çöktürülmesi sağlanır.

Ayrı bir sistemle hem kesilmiş, hem de parlatılmış hâle getirilebilen yegâne mineral, elmastır. Birçok elmas kristali kendiliğinden pırlanta olacak şekildedir. Fakat bir kısmı da kesilmek zorundadır. Kesilmesi dikkat ve titizlik ister. Elmasların kıymeti dört faktörle ilgilidir: Kesilme, renk, büyüklük (karat) ve berraklıktır. Çatlak olup olmaması da çok önemlidir. Çünkü, çatlaklık, ışık girişini zorlaştırmaktadır. Sarı ve kahverengi elmaslar pek istenmez. Pembe, menekşe rengi ve yeşil elmaslar çok makbuldur. Kesilme şekli belki de en mühim faktördür ve parça büyüklüğü ile kıymeti artar. De Beers, dünyanın en büyük üreticisi İngiliz bir firmadır.

Değer biçimi


Değer biçimi genelde yüzüklerdeki elmas ve pırlantalar için tamamen bir ön değerdir. Gerçekte o değere tekabül etmezler. Azlık hissi ile satışı kızıştırma tekniğidir. Pırlanta ve elmasların sertifikalı değer biçilmesi durumunda çoğunluk geri satarken bu fiyatları satıcı firmanın veremediği görülmektedir. Yani yatırım aracı olarak çok tehlikeli bir üründür. Bu noktada yeterli bilinçlendirme dünya çapında yapılmamaktadır.

Sertifikaları

Dünyaca itibar ve ün sahibi olan pırlanta sertifikaları:

    HRD (Hoge Raad voor Diamant) - Pırlanta Üst Kurulu
    IGI - Uluslararası Gemoloji Enstitüsü
    GIA - Amerika Gemoloji Enstitüsü
    AGSL - Amerikan Mücevher Sosyetesi Laboratuvarları
    IDL - Uluslararası Pırlanta Laboratuvarı

Ürünün çıkartılması


Özellikle Sierra Leone başta olmak üzere Afrika ülkelerinde ve geri kalmış birkaç ülkede ülkenin fakir insanları çok zor sağlık şartlarında çalıştırılarak çıkartılmaktadır. Daha da kötüsü bu ülkelerde iç savaş hüküm sürmektedir, bu iç savaşların büyük elmas şirketleri tarafından desteklendiği bilinmektedir. Bu ülkelerde zor şartlarda çalışmayı veya asker olup savaşmayı kabul etmeyenlerin elleri kesilmekte olup, bu ülkelerde nüfusa göre sakat olma oranı bir hayli yüksektir. Son yıllarda bu yaşanan insanlık dramına karşı elmas için yeni bir sınıflandırma tanımı ortaya çıkmıştır. Bu sınıflandırmaya göre 2 çeşit elmas vardır, bunlar savaş (conflict) ve savaş-dışı (conflict-free) elmaslardır. Savaş (conflict) elmasları adından da anlaşılabileceği gibi elmas şirketlerinin desteğiyle ülkede iç savaş çıkartılarak ve ülkenin insanları çok zor sağlık koşullarında zorla çalıştırılarak elde edilmektedir. Savaş-dışı (Conflict-free) adı verilen elmaslar ise çıkarılırken çalıştırılan insanlar sağlıklı koşullarda ve ücretli olarak çalıştırılmakta, aynı zamanda ülkede herhangi bir çatışma veya iç savaşa neden olunmamaktadır.

Kullanılışı


Elmas ziynet eşyası olarak ve yüzük taşı olarak çok yaygın bir şekilde kullanılır. Elmasın güzelliği eskilerin de çok dikkatini çekmiş ve hattâ hastalık ve zehirlenmeyi önlediği sanılmıştır. Elmasın esas kıymeti kesme tekniğinin gelişmesinden sonra (17. yüzyılın sonlarına doğru) başlamıştır. Elmasın kesilmesi yine elmasla yapılmaktadır. Zîynet eşyâlarından başka endüstriyel âletlerde de elmas kıymetini devâm ettirmektedir. Endüstride kullanılan miktarı % 75-80 kadardır. Fakat kıymet olarak % 25-30 civârındadır. Endüstride cam kesici, taş yontucu, delici ve perdahlayıcı âletlerde kullanılır

Sanayi elması

Rengi ve biçimi açısından kıymetli taş olarak kabul edilemeyen ve sanâyide çeşitli maksatlarla kullanılan elmaslardır. Başlıca üç çeşit tabiî sanâyi elması vardır. Bunlar, ballas, bort ve karbonado isimlerini alır. Ballas, çok sert ve tok bir elmas çeşididir. Bort çeşidi, umûmiyetle bozuk renkli veya biçimsiz elmasları ihtivâ eder. Küçük olanları elmas matkap takımlarında kullanılır. Siyah renkli karbonado ise, torna tezgahlarında, cam kesme âletlerinde, pikap iğnelerinde vb. kullanılır.
Sentetik elmas

Sahte elmas - zinkron

Elmasın karbon olduğu anlaşılınca, kömürün, grafitin elmasa dönüştürülebileceği düşünülerek, bu hususta birçok çalışmalar yapıldı. Nitekim bugün, grafitin elmasa dönüştürülmesi mümkündür. Termodinamik hesaplamalar grafitin elmasa dönüştürülmesi için en az 10.000 atmosfer basınç gerektiğini göstermiştir. Bununla beraber ilk defa H.Tracy Hall tarafından 1955 yılında 100.000 atmosfer basınç altında 2500 °C sıcaklıkta ve krom katalizör kullanılarak sentetik elmas elde edilmiştir. Ancak parçalar genellikle küçük ve siyah renkli olup, nâdiren mücevher evsafında olabilmektedir. 1962’de yapılan bir çalışmada 200.000 atmosfer basınç ve 5000 °C sıcaklıkta katalizörsüz olarak grafit elmasa dönüştürülmüştür.

Sentetik elmasın üretimi için gerekli olan yüksek sıcaklık ve basınç şartları patlayıcılardan faydalanılarak elde edilir. Sentetik elmas üreticilerinden Du Pont Company bu tekniği uygular.

ELMAS NEDİR,NASIL OLUŞUR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR

Elmas, dünyadaki bilinen en sert maddelerden biri olup, maddi değeri yüksektir. Karbon elementinin modifikasyonlarından biridir. Fransız bir kimyacı olan Lavoisier, elması yaktığında çıkan gazın yalnızca karbondioksit olduğunu görmüş ve saf karbon olduğu hükmüne varmıştır. 3547 santigrat derecede eriyen elmasın en belirgin özelliği onun sertliğidir. Sertlik derecesi 10 olan elmas en yüksek orana sahip maddedir.

Bu yüksek sertlik derecesi nedeniyle, diğer tüm mineralleri çizebildiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, endüstriyel alanda kullanılan bir madde haline de gelmiştir. Bunun yanı sıra, parlaklığı, sertliği ve ışığı mükemmel şekilde kırması nedeniyle takı olarak en revaçta ziynet eşyalarının başında gelmektedir.

Elmas, belirli bir sıcaklıkta ve basınçta oluşmaktadır. Oluşumun gerçekleştiği yerler dünyanın çekirdeğine yakın olan derinliklerdir. Elmasın yaklaşık 1/3’ü değerli taş statüsünde olup, ziynet eşyası olarak, kalan kısmı da endüstriyel amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Elmasın özellikleri


Elmas, dünyada bulunan doğal madenlerin en sert olanıdır.

Elmas, saf karbondan oluşmuş kristalize bir mineraldir.

Mükemmel bir iletken olan elmas, aynı zamanda ısı yansıtıcısı ve en saydam maddedir.

Dünyada bilinen en genç elmas yaklaşık 1 milyar yaşında, en yaşlı elmas da 3,5 milyar yaşındadır.

Elmasın ilk kullanımı

M.Ö. 500 yıllarında Hindistan’da çıkarılan elmas, Romalılar tarafından ticareti yapılan bir madde olmuştur. Ortaçağ Avrupa’sında elmasın değeri fark edilince aristokrat kişiler elması elde etmek için her türlü çalışmanın içine girmişlerdir. Bu dönemde elmasın en iyi kalitede olanları Hindistan’da kalıyor, daha az kalitede olanlar Avrupa’ya ulaşıyordu. Bunun neticesinde elmasın parlatılması yoluna gidilmekte ve göz alıcı bir şekle getirilmekteydi.

Elmas Avustralya, Güney Afrika, Botswana, Rusya, Kongo ve Kanada gibi ülkelerde yoğun bir şekilde üretilmektedir. Günümüzde halen en değerli ziynet eşyalarının başında gelmektedir.
Elmas, dünyada kimberlit kayalarında bulunmaktadır. Başka kayaların içinden çıkan elmas, kimberlit kayalarının aşınması ile kayaların değişimi ile oluşmuştur. Kimberlit, magnezyum ve demirden oluşan volkanik kayalara verilen isimdir. Bunların dışında kalsit, olivin, ilmenit, mika gibi maddelerde kimberlit kayasında bulunur.

Elmas nasıl oluşur?

Elmasın, yer kabuğunun hareketi, depremler ve volkanik patlamalar ile yeryüzüne çıktığı düşünülmektedir. Bazı bölgelerde, nehir kumlarına karıştığı da düşünülmektedir. Elmas, dünyada en çok Güney Afrika, Güney Amerika, Endonezya ve Hindistan’dan çıkarılmaktadır. Elmas, diğer mineraller nasıl işleniyorsa öyle işlenmektedir. Elmasın toprak altında dağınık olduğu yerler olduğu gibi, cevher kayaları da vardır. Bu cevher kayalarına borular yollanarak kırılma işlemi yapılır. Çıkarılan balçıklı, kumlu cevher iki işlemden geçer. Öncelikle yoğun bir sıvıda yüzdürülür. Çok ağır olan mineraller dibe çöker. Daha sonra kumlu, çamurlu karışım aşağı yukarı titreşimle elekten geçirilerek elmasın dibe çökmesi sağlanır. Ayrı bir sistem ile hem kesilmiş hem de parlatılmış hale gelen tek mineral elmastır. Birçok elmas minerali kendiliğinden pırlanta olacak durumdadır. Fakat bir kısmı kesilir. Kesilmesi çok dikkat ve titizlik ister.

Elmasın değerini ne belirler?

Elmasın değeri; kesilme, renk, büyüklük ve berraklık ile ilgilidir. Çatlak olup olmaması da çok önemli bir değerdir. Çünkü çatlaklar, ışığın elmasın içine girmesini engellemektedir. Sarı ve kahverengi etki bırakan çatlaklar, bu renk elmasın değerini düşürür. Pembe, menekşe rengi, yeşil elmaslar çok değerli kabul edilir. Elmasın bir diğer özelliği sertliğidir. Mohs değeri, elmasın sertliğini göstermektedir. En yüksek değer 10’dur.  Elmas, A metal özellik gösterir. Erime noktası 3.500 derecedir. Yoğunluğu yaklaşık 3,5 gr/cm3’dür. Elmasın tartılmasında, ölçü birimi karat olarak kullanılmaktadır. 1 karat 205 miligrama eşittir. Işığı kırma özelliğinin fazla olması ve beyaz ışığı renklere ayırma özelliği olması, onu değerli bir ziynet eşyası yapmaktadır.

Elmas ve pırlanta arasındaki fark nedir

Elmas, pırlantanın kesilmemiş ham haline denmektedir. Dünyada en nadir bulunan, yaşı ve simgesel özellikleri itibariyle en anlamlı, göz kamaştıran bir mücevherdir. Her elmas eşsiz ve tektir.

Elmaslar, milyarlarca yıl evvel oluşmuştur. Her elmas milyonlarca hatta milyarlarca yıl yaşındadır. En genci 800 milyon yaşında olan elmasların, dinozorların döneminden bile önce oluştuğu bilinmektedir. Son derece yüksek sıcaklık ve basınç altında yerkabuğunun derinliklerinde kristalleşmiş olan elmas, yanardağların lavlarını püskürtmeleriyle yeryüzüne çıkmış, insanlar tarafından bulunduktan sonra en değerli mücevher olma özelliğini kazandı. Yeryüzüne çıkan elmas, çetin doğa koşullarına da meydan okuyarak varlığını sürdürdü. Bulunan elmaslar hem çok az miktarda, hem de çok azı bir mücevherde kullanılabilecek kaliteye sahip olarak bulunmaktadır. Elmasların çıkarılması çok meşakkatli ve zorlu bir süreçtir. Bir parça elmas çıkarmak için tonlarca toprağın elenmesi gerekmektedir. Çok eskiden elmas, kesilmeden kullanılırdı. Parlak olan kısmı üstte kalacak şekilde yüzüğe yerleştirilirdi ve gizemli bir görünüme sahipti. Teknolojik gelişmelerle birlikte, elmas kesimleri yapılarak çok parlak ve göz alıcı bir şekle sokuldu. Bir elmas, yalnızca diğer bir elmas tarafından kesilebilmektedir. Elmasların kesiliş şekliyle pırlanta ortaya çıkmıştır. Pırlanta ile elmas arasındaki tek fark kesim şeklidir. Yoksa pırlanta, elmasın ta kendisidir. Yani ikisi de aynı taştır. Sadece kesim şekilleri farklıdır. Bilinenin aksine, standartları aynı olan bir pırlanta elmasa nazaran daha değerli ve pahalıdır.

Pırlanta, Marcel Tolkowsky’nin 1919 yılında ortaya çıkardığı elmas kesimine verilen addır. Bu kesim stilinde ışık, taşın içinde kırılmakta ve müthiş bir ışık vererek ışığı yansıtmaktadır. Ülkemizde elmas kesim olarak tanınan kesim şekli, dünyada gül kesim olarak bilinmektedir. Bu kesim şekli, ülkemizde yaygın bir şekilde yapılmış ve nesilden nesile aktarılmıştır. Daha ziyade antik mücevher tasarımlarında kullanılan bu kesimde elmasın altı düzdür ve pırlantadaki gibi bir parlaklığa sahip değildir.


RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)